article
stringlengths
7.34k
10k
rsa suçun kendisinde olacağını söylüyordu. Irwin, Ocak 2004'de on aylık oğlu kolundayken 4 metre uzunluğunda bir timsahı eliyle besleyince sert biçimde eleştirilmişti. Irwin, 4 Eylül 2006 tarihinde Queensland eyaletinin Büyük Mercan Kayalıkları'nda dalarken iri bir dikenli vatoz'un saldırısına uğrayıp vatozun kuyruğundaki iğneyi kalbine defalarca sokması sonucu hayatını kaybetmiştir. Buhurilik Buhurilik (Buhuriyye, Osmanlıca: ﻪﻳﺮﻮﺨﻮﺑ) bir sufi tarikatı, Halvetiliğin kolu olan Ramazaniliğin şubesi. Şeyh Muhammed el-Buhuri er-Rumi el-Edirnevi tarafından 17. yüzyılda kurulmuştur. İstanbul'da yayılmış, bu şehirde birkaç Buhuri tekkesi kurulmuştur. Bir Rus Gezgincinin Anıları Bir Rus Gezgincinin Anıları (Rusça:"Откровенные рассказы странника духовному своему отцу") 19. yüzyıla ait yazarı bilinmeyen Rusça eser. Eser küçüklüğü ve sadeliğine karşın Ortodoks mistik edebiyatının şaheserlerinden biri kabul edilir. Gezgin bir keşişin duayı öğrenme arayışı isihazm mistik geleneğinden bir üstad (starets) ile karşılaşması ve Philokalia'yı keşfedip içindeki öğretileri uygulaması anı, gezi tarzında hikâye edilir. Kitapta isihazm geleneğinde "Yürek Duası", "İçsel Dua" veya "İsa Duası" denilen pratiğin nasıl uygulanacağı ve etkileri sadakalarla geçinen bir Rus gezginin gözünden anlatılmaktadır. Kitabın yazarının kimliğini tespit etmek zor olsa da kitabın aşağı yukarı hangi tarihte yazıldığı tahmin etmek mümkündür. R. M. French’in iddiasına göre kitapta yer alan bazı tarihî bilgiler kitabı 1853-1861 yılları arasına tarihlemek için yeterlidir. Kitapta odak noktası olmasa da bu tip tarihî veriler kaçınılmazdır. Dönem tiplemelerinin yanı sıra Tatarlar hakkında yer alan ifadeler ve Rusya boyunca bir dönem popüler olan hacılık böyle bir tarihlendirmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle eser 1853 yılındaki Kırım Savaşı sonrası ve 1861 yılındaki Rus reformundan önce yazılmış olmak zorundadır. Sousel Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Vendas Novas 1962 yılında belediye olarak kurulmadan önce Montemor-o-Novo belediyesinin bir bucağıydı. Belediyede 2 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. HBO HBO (Home Box Office) ABD'nin önde gelen, paralı televizyon kanal grubudur. HBO, HBO 2, HBO Comedy, HBO Family, HBO Latino, HBO Signature, HBO Zone ve HBO HD kanalları bu gruba ait kanallardır. Kablolu televizyondan ya da uydudan para ile abone olduktan sonra izlenebilmektedir. Sarı Basın Kartı Sarı Basın Kartı, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nce belli şartları ve yasal bekleme sürelerini yerine getiren gazetecilere Basın Kartları Komisyonu tarafından verilen bir karttır. Sahiplerinin gazeteci olduğunu belgeler ve nüfus cüzdanı yerine de kullanılabilir. Devletin bütün kuruluşu bu kartı tanır. Bütün şartları yerine getiren gazeteciler için yılda üç seferden az olmamak kaydıyla bir komisyon toplanır. Bu komisyonun adı Sarı Basın Kartı Komisyonu'dur. Gazetecilerin mesleki geçmişleri ve gazeteci olup olmadıklarına bakılır. Ardından oylama ile bu kart hakedenlere verilir. Türkiye'de her üç ayda en az yüz kişi bu kartı alır. Bunun dışında yaklaşık 60 kişi de Sürekli Basın Kartı'na kavuşur. Ülkeler, kendi toplumlarının yapılarına göre bu kartı gazetecilere verirler. Her ülkenin farklı bir uygulaması vardır. Bazı ülkelerde sarı olmayan basın kartlarını dernekler ve federasyonlar verir. Sarı, Sürekli Basın Kartı ve Basın Şeref Kartı olmak üzere 3 türlüdür. Basın Kartlarını veren Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, basın, yayın, Anadolu Ajansı, tanıtma ve TRT'den sorumlu devlet bakanına bağlı olarak faaliyet gösterir ve merkezi Ankara Kavaklıdere'dedir. Birçok ilde şube müdürlükleri vardır. Basınla ilgili konuları yürütür ve Türkiye'yi tanıtır. Viana do Alentejo Eski adı Viana a par de Alvito dur. Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Kemal Tunçeri Kemal Tunçeri, (d. 30 Ağustos 1974) Türk basketbolcudur. 1.85 m. boyundadır ve oyun kurucu pozisyonunda oynamaktadır. Kendisi gibi millî basketbolcu olan Kerem Tunçeri'nin ağabeyidir. Aktif basketbol hayatını 2011 yılında sona erdirmiştir. 2000 yılında kardeşiyle Galatasaray minik takımdan arkadaşı Haluk Acar'ın da ortağı olduğu "Tunçeri" adlı organizasyon firmasını kurmuştur. Basketbolu bıraktığından beri de aktif olarak kendi firmasını yönetmektedir. Aynı zamanda Basketbol Oyuncuları Derneği'nin de başkanlığını yapmaktadır. Nutella Nutella, çikolata ve fındık karışımından oluşan çikolatalı krema markasıdır ve İtalyan bir çikolata firması Ferrero Spa tarafından üretilmektedir. 100 gramında yaklaşık 540 kalori bulunur. Geçmişi, 2. Dünya savaşı nedeni ile yaşanan kakao sıkıntısına dayanır. Vila Viçosa Vila Viçosa belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alentejo Central altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediye'nin ekonomosi çıkarılan ve işlenen mermere bağlıdır. Ülke çapında ""Mermer Başkenti"" olarak anılmaktadır. Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Alandroal'ın belediye başkanı Prof. Manuel João Fontainhas Condenado 'dir ve 9 Ekim 2005'te seçilerek belediye başkanlığına başlamıştır. Asım Pars Asım Pars, (d. 1 Nisan 1976, Bosna-Hersek), Boşnak asıllı Türk basketbolcudur. 2.11 metre boyunda ve 105 kilo ağırlığında olan basketbolcu pivot pozisyonunda görev yapmaktadır. Asıl adı Asim Paščanović olan oyuncu savaş nedeniyle 1994 yılında Türkiye'ye geldi. Galatasaray ve Tuborg'da kendini geliştiren oyuncu, Türk vatandaşlığı aldı. 2006-2007 sezonu başında Rusya Ligi takımı Lokomotiv Rostov'a transfer olmuştur. 2007-2008 sezonunda Pınar Karşıyaka takımına transfer olmuştur. Güneş enerjisi Güneş enerjisi, kaynağı Güneş olan ısı ve parlak ışıktır. Güneş'in çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan ışınım enerjisidir. Güneşteki hidrojen gazının helyuma dönüşmesi füzyon sürecinden kaynaklanır. Dünya atmosferinin dışında Güneş ışınımının şiddeti, aşağı yukarı sabit ve 1370 W/m (Watt/metrekare) değerindedir; ancak yeryüzünde 0-1100 W/m değerleri arasında değişim gösterir. Bu enerjinin Dünya'ya gelen küçük bir bölümü dahi,insanlığın mevcut enerji tüketiminden kat kat fazladır. Güneş enerjisinden yararlanma konusundaki çalışmalar özellikle 1970'lerden sonra hız kazanmış, Güneş enerjisi sistemleri teknolojik olarak ilerleme ve maliyet bakımından düşme göstermiş, Güneş enerjisi çevresel olarak temiz bir birincil enerji kaynağı olarak kendini kabul ettirmiştir. Dünyanın yörüngesi üzerinde, uzayda, birim alana ulaşan Güneş ışınları, Güneş'e dik bir yüzey üzerinde ölçüldükleri zaman 1,366 W/m’dir. Bu değer Güneş enerjisi sabiti olarak da anılır. Gezegen atmosfer bu enerjinin %6’sını yansıtır, %16’sını da sönümler ve böylece deniz seviyesinde ulaşılabilen en yüksek Güneş enerjisi 1,020 W/m’dir. Bulutlar gelen ışımayı, yansıtma suretiyle yaklaşık %20, sönümleme suretiyle de yaklaşık %16 azaltırlar. Sağdaki resim 1991 ve 1993 yılları arasında uydu verilerine dayanarak, elde edilebilen ortalama Güneş enerjisinin W/m cinsinden gösterimidir. Örneğin Kuzey Amerika’ya ulaşan Güneş enerjisi 125 ile 375 W/m arasında değişirken, günlük elde edilebilen enerji miktarı, 3 ila 9 kWh/m (kilowatt.saat/metrekare) arasında değişmektedir. Bu değer, elde edilebilecek mümkün en yüksek değer olup, Güneş enerjisi teknolojisinin sağlayacağı en yüksek değer anlamına gelmez. Örneğin, PV panelleri (fotovoltaik panel), bugün için yaklaşık %15’lik bir verime sahiptirler. Bu nedenle, aynı bölgede bir Güneş paneli, 19 ile 56 W/m ya da günlük 0.45-1.35 kWh/m enerji sağlayacaktır. Bugünkü %8 verime dayalı teknoloji ile dahi, işaretli bölgelere yerleştirilecek Güneş panelleri, bugün fosil yakıtlar, hidroelektrik vb kaynaklara dayalı tüm santrallerin ürettiği elektrik enerjisinden biraz daha fazlasını üretebilecektir. Hava kirliliğinin neden olduğu Küresel loşluk ise daha az miktarda Güneş ışının yeryüzüne ulaşmasına neden olduğu için, Güneş enerjisinin geleceği ile ilgili az da olsa endişe yaratmaktadır. 1961-90 yılları arasını kapsayan bir araştırmada, aynı dönem içerisinde deniz seviyesine ulaşan ortalama Güneş ışını miktarında %4 azalma olduğu gözlenmiştir. Güneş ışınlarından yararlanmak için pek çok teknoloji geliştirilmiştir. Bu teknolojilerin bir kısmı Güneş enerjisini ışık ya da ısı enerjisi şeklinde direkt olarak kullanırken, diğer teknolojiler Güneş enerjisinden elektrik elde etmek şeklinde kullanılmaktadır.Güneş enerjili sıcak su sistemleri, suyu ısıtmak için Güneş ışınlarından yararlanır. Bu sistemler evsel sıcak su ya da bir alanı ısıtmak için kullanılabildiği gibi çoğunlukla bir havuzu ısıtmak için kullanılır. Bu sistemler çoğunlukla bir termal Güneş Paneli ile bir de depodan oluşur. Güneş enerjili su ısıtıcıları üç grupta toplanır. Güneş pilleri ya da fotovoltaik piller diye anılan cihazlar, yarı iletkenlerin fotovoltaik etki özelliğini kullanarak, Güneş ışığından elektrik enerjisi üretirler. Güneş pilleri, kurulan sisteme bağlı olarak birkaç kW'tan (kilowatt) birkaç MW'a (megawatt) kadar elektrik üretebilir. Yüksek üretim maliyetleri nedeniyle, yakın zamana kadar oldukça az kullanılmıştır. 1956'lardan bu yana uzayda uydularda,1970'li yıllarda, elektrik hattından uzak yerlerde, yol kenarlarındaki acil telefon cihazları ya da uzaktan algılama gibi uygulamaların enerji gereksiniminin karşılanmasında kullanılmıştır. Son yıllarda, evlerde elektrik şebekesi ile birlikte çalışan sistemler de yaygınlaşmıştır. 2005 sonu itibarı ile toplam 5,300 MW olduğu zannedilen kurulu Güneş pili kapasitesinin, gelişmiş ülkelerin, Güneş pillerinin evsel amaçlı kullanımına verdiği teşvikler nedeniyle, 2006 yılında da ciddi artış göstermesi beklenmektedir. Gerek kullanımdaki artış, gerekse teknolojik gelişmeler nedeniyle Güneş pillerinin üretim maliyetinde her yıl azalış görülmektedir. Bir Güneş pili panelinin watt başına maliyeti 1990 yılında yaklaşık 7.5 USD iken, 2005 yıllında bu rakam yaklaşık 4 USD seviyesine inmiştir. Gelişmiş ülkelerin sunmuş olduğu teşvikler, Gün
eş pillerinin yatırım maliyetinin 5 ile 10 yıl arasında geri dönebilmesini sağlamaktadır. Evsel amaçlı kullanılan Güneş pilleri bir inverter aracılığı ile elektrik şebekesine bağlanmakta, böylece üretilen elektriğin akülerde depolanmasından tasarruf edilmektedir. 2003 yılı içerisinde tüm Dünya'da gerçekleşen Güneş pili üretiminde %32'lik bir artış gözlenmiştir. Güneş pili kullanımındaki artış o kadar büyüktür ki, yarı iletken üretiminin talebi karşılayamaması, Güneş pili üretiminin artışında kısıtlamaya neden olmuştur. Bu sorunun 2006 ve 2007'de de devam edebileceği sanılmaktadır. 2016 yılı itibarı ile dünya genelinde üretim fazlası durumunda bulunan güneş panellerinde her geçen sene gelişen teknoloji ile maliyetler de düşmektedir. Teknolojik ilerlemelere bağlı olarak 2020 yılına kadar güneş paneli maliyetinin watt başına 0.25$ (0.25$/W) olması beklenmektedir. Türkiye Dünya üzerinde 36-42 kuzey enlemleri ve 26-45 doğu boylamları arasında bulunmaktadır. Türkiye'nin yıllık ortalama Güneş Işınımı 1303 kWh/myıl, ortalama yıllık güneşlenme süresi ise 2,623 saattir. Bu rakam günlük 3.6 kWh/m güce, günde yaklaşık 7.2 saat, toplamada ise 110 günlük bir güneşlenme süresine denk gelmektedir. 9.8 milyon TEP (ton eşdeğer petrol) ısıl uygulamalara olmak üzere yıllık 26.2 milyon TEP enerji potansiyeli mevcuttur. Yılın 10 ayı boyunca teknik ve ekonomik olarak ülke yüzölçümünün %63'ünde ve tüm yıl boyunca %17'sinden yararlanılabilir. Termal Güneş enerjisi kullanım miktarı 2007 verilerine göre Türkiye'deki kurulu güç 7,105 MW (th:termal) ve 10,150,000 m²'dir. Bu sıralama içinde Türkiye 10 milyon m² kurulu Güneş kollektörleri ile son derece iyi bir yerde bulunmaktadır. Fotovoltaik Güneş enerjisi kullanım miktarı 2009 verilerine göre 4MW değerine ulaşmış bulunmaktadır. 2016 sonu itibarı ile 760MW seviyelerinde kurulmuş ve geçici kabulü yapılmış santral olup, 3000MW seviyelerinde bulunan santraller ise projelendirme ve proje onay aşamasındadır. Güneş enerjisinden yararlanan tasarımlar, çok az daha ilave enerji kullanmak suretiyle, konfor sıcaklığı ve ışık seviyesinin elde edilmesini hedefler. Bunlar pasif Güneş enerjisinde olduğu gibi soğuk ortamlarda daha fazla Güneş ışığı ile sıcak su elde edilmesi şeklinde ya da aktif Güneş enerjisinde olduğu gibi, pompa ve fanlar kullanarak, sıcak ve soğuk havanın (ya da sıvının) yönlendirilmesi şeklinde de olabilir. Seralar da bir çeşit Güneş mimarisi örneğidir. Isıl Güneş enerjisi sistemleri, yaygın olarak, bir ısı eşanjörünü yüksek sıcaklıklara kadar ısıtarak, elde edilen ısının elektrik enerjisine dönüştürülmesi şeklinde kullanılırlar. Enerji kuleleri bir ağ şeklinde yerleştirilmiş, çok sayıda düz ve hareketli olurlar. Bir yoğunlaştırıcılı kollektörde ısıya dönüştürülen Güneş enerjisi, nükleer ya da kömürlü elektrik santrallerinde olduğu gibi, suyun kaynatılarak buhara dönüştürülmesi ve elde edilen buharla da bir buhar motoru ya da bir buhar türbininin tahrik edilmesi suretiyle elektrik enerjisi elde edilir. Stirling motoru buharla çalışan motorlara benzer. Bu tür motorlarda buhar yerine gaz kullanılır. Bir stirling motoru herhangi bir tür ısı kaynağı ile tahrik edilir. Stirling motoru, içinde belirli bir gaz bulunan ve kapalı devre çalışan bir ısı motorudur. Stirling motorunun çalışma sistemi sıcak ve soğukluk farkına dayanır. Kapalı devre bir sisteme sahip motorun içine dışarıdan bir yakıt verilmez. Stirling motorunun çalışması için gerekli enerji dışarıdan ısı şeklinde verilir. Güneş enerjisinin elektriğe dönüştürülmesinde stirling motorunun kullanımı, %30'luk bir verim ile en yüksek verime sahip bir sistem olarak kabul edilir. Alcácer do Sal Alcácer do Sal belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alentejo Litoral altbölgesinin belediyelerinden biridir. MÖ 1000 yıllarında Fenikeliler tarafından kurulmuş olan Alcácer do Sal şehri Avrupa'nın en eski şehirlerinden birisidir. Şehrin adının ilk kısmı olan "Alcácer" Arapça "kale" anlamına gelen el kasr sözcüğünden gelmektedir. Endülüslüler zamanında bu şehir El Kasr eyaletinin de başşehriydi. Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Alandroal'ın belediye başkanı Pedro Manuel Igrejas da Cunha Paredes 'tir ve Sosyalist Parti listesinden 9 Ekim 2005'te seçilerek belediye başkanlığına başlamıştır. Tutku Açık Tutku Açık (1 Eylül 1980, Silvan), Türk basketbolcudur. Oyun kurucu pozisyonunda görev almaktadır. Ankara DSİ'de oynamaktadır. Basketbola Ülkerspor altyapısında başladı. İlk kez 1997'de A Takıma çıktı ancak iki sezon boyunca kaldığı Ülkerspor'da kadro derinliği nedeniyle çok fazla oynama şansı bulamadı. İki sezon sonra 1999-00'de Ankara kulübü Kolejliler'e kiralandı. Bu takımda uzun süreler alma imkanı buldu ve tecrübe kazanarak bir sezon sonra tekrar Ülkerspor'a döndü. 2000-2001 sezonunda özellikle ligin sonlarında ve play-off'larda oldukça başarılı bir performans sergileyerek Ülkerspor'un şampiyon olmasında önemli rol oynadı. 2005 yılına kadar Ülkerspor'da oynayan Tutku Açık, 2005-2006 sezonu başında Türk Telekom'a transfer oldu. 2010 yılının başında ise Galatasaray Medical Park'a transfer olmuştur. Spektekuler pasları ve oyunu iyi okumasıyla tanınan Tutku Açık, ceza şutlarını da iyi sokan bir oyuncudur. Türkiye Basketbol Ligi'nde asist kategorisinde ilk 3'te yer alır. 2012-2013 sezonundan itibaren Beşiktaş mücadele etti. Beşiktaş ile birlikte, takımın tarihinde bir ilk olan Cumhurbaşkanlığı Kupası'nın 28. sini kazanmışlardır. 2012-13 sezonunda Beşiktaş forması ile TBL, Türkiye Kupası ve EuroLeague'de mücadele etmiştir. Sezon sonunda Anadolu Efes SK ile anlaştıktan sonra, maç programı daha hafif olan bir takımda oynamak istemesi üzerine, Trabzonspor ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2016-2017 sezonu öncesi uzun bir sakatlık döneminin ardından Ankara DSİ basketbol kulübüyle anlaşmaya vararak tekrar basketbola geri dönmüştür. Geyve Han Bursa Kapalıçarşı’daki Han, XV. yüzyılda, Ahi Bayezıt’ın oğlu Hacı İvaz Paşa tarafından Yeşil Camii'ye gelir temini için yaptırılıp, Çelebi Mehmet’e (I.Mehmet) armağan edilmiştir. Han, daha önce Payigâh, Lonca ve Ütücüler Hanı olarak anılmıştır. Duvarları tuğla ve moloz taşı ile örülmüş olan han, iki katlıdır. Kapılar, ayaklar ve kemerler tümüyle tuğladan yapılmıştır. Yapıda, kare planlı avlusunun çevresine sıralanan revaklar ile bunlara açılan odalar vardır. Revakların üzeri tonozla, odaların üzeri ise beşik tonozla örtülüdür. Bugün tonoz ve kubbelerin üzeri beton ile kaplanmıştır. Alt katta yirmi altı, üst katta otuz oda bulunur. Alt katta bulunan odalarda ikişer pencere, üst katlardakilerde ise birer pencere vardır. Hanın orta kısmında sekizgen bir mermer şadırvan vardır. Saçakları, üçgen tuğla frizle süslenmiştir Hanın güney, kuzey ve batı yönlerinde olmak üzere üç girişi vardır. Ayrıca belgelerden Geyve Hanı’nda bir mescit bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu mescidin de, diğer Bursa hanlarında olduğu gibi şadırvan üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Ancak tarihçi-yazar Ekrem Hakkı Ayverdi, batı kapısı karşısındaki odanın mescit olduğunu yazmaktadır. Han; 1647, 1699, 1742, 1775 yıllarında onarım görmüştür. En büyük tehlikeyi de 1958 yılı yangınında atlatmıştır. Electronic Gaming Monthly Electronic Gaming Monthly (EGM), ABD bazlı ve uzun yıllardır çıkan bir oyun dergisidir. Türkiye'de ise ilk defa Haziran 2006'da yayın hayatına başlamış olup, Merlinin Kazanı' nı hazırlayan ekip tarafından Ciner Yayın Holding tarafından çıkartılmaktaydı. Derginin yayın hayatına, mali kriz sebebiyle Ciner Yayın Holding tarafından 2009 Ocak ayında son verilmiştir. Prime time Altın saatler, televizyonların en cok izlendigi 20.00 - 22.59 (22.59 dahil) arası saat dilimini kapsar. Bu kuşakta genellikle diziler, filmler, reality şovlar, eğlence ve maçlar yayınlanır. Radyolarda ise saat dilimi 18.00 - 21.00 arasıdır. Reklamların en çok yayınlandığı ve belirli zaman aralıklarıyla yayınlanmasının zorunlu olduğu yayın saatleri aralığıdır. TDK bunu "Altın Saatler" olarak Türkçeye çevirmiştir. Robespierre Koza Han Koza Han 15. yüzyıl sonlarında II. Bayezid tarafından mimar Abdül ula bin Pulat Şah'a İstanbul'daki eserlerine vakıf olarak Bursa'da yaptırılmış handır. Ulu Cami ile Orhan Cami arasında bulunan yapının avlusunda, altında şadırvanı olan minik bir mescid vardır. Osmanlı devri han ve kervansaray mimarisinde -ortasındaki mescid bakımından - eski gelenekleri sürdüren ve bütünlüğünü koruyabilmiş olan bir eserdir. Geçmişte birçok adla almıştır: "Yeni Han, Han-ı Cedid", "Han-ı Cedid-i Evvel" (Pirinç Han’ın yapılmasından sonra), "Han-ı Cedid-i Amire", "Yeni Kervansaray", "Beylik Han", "Beylik Kervansaray", "Simkeş Han", "Sırmakeş Han" ve "Koza Han"". İpek kozası ticareti bu handa yapıldığından "Koza Han" adıyla anılır olmuştur. Koza ticareti için Bursa'ya gelen ipek tüccarları konaklama hizmeti veren handa altlı üstlü iki oda tutmuşlar; üstteki odayı ticari işlerini görmek ve konaklamak, alttaki odayı da ticaret mallarını depolamada kullanmışlardır. Han, günümüzde ticarî işlevini korumaktadır. Han, kareye yakın dikdörtgen bir avlunun etrafında yer alan iki katlı ana blokla doğusunda ahır ve depoların bulunduğu ikinci bir avlu bölümünden oluşmaktadır. Dış duvar örgüsünde tuğla ve kesme taştan karma teknik kullanılmıştır. Zemin katta 45, alt katta 50 oda olmak üzere 95 oda bulunur. Odaların önünü altta ve üstte bir revak çevrelemektedir. Üst kat revakları ahşap iken son tamirde kâgire dönüştürülmüştür. Revak kemerleri tuğla, üzerleri kubbelidir. Odalar tonozla örtülüdür. Her birinde dışarıya açılan ikişer pencere vardır. Avlu ortasında, bazı Selçuklu kervansaraylarında olduğu gibi ayrı bir mescid bulunur. Mescid, altında havuzlu şadırvanı olan sekiz kenarlı bir yapıdır; üstü kurşun kaplı bir kubbeyle örtülüdür. Yapıya kuzeyde yer alan yuvarlak kemerli, taştan yapılmış kabartma burmalarla hareketlendirilmiş, mavi çinîlerle süslü bir kapıdan girilmektedir. Girişin iki yanından birer taş merdiven yukarı kata çıkışı sağlar. Hayvan ahırı olarak inşa edilen
ikinci avlu bölümü ""İç Koza Han"" olarak adlandırılır. Tek katlı olan bu bölümde günümüzde yeme içme hizmeti verilmektedir. Koza Han'ın inşa kitabesi yoktur fakat İstanbul'da II. Bayezid için inşa edilen büyük cami ve külliyenin Vakıflar Genel Müdürlüğü'ndeki 1505 tarihli vakfiye suretine göre, geliri bu külliyeye vakfedilmiş olan Koza Han'ın yapımı Mart 1490'da başlamış, açılışı 29 Eylül 1491'de yapılmıştır. Ancak vakfiyede adı geçen kervansarayın Koza Han değil yakınındaki Pirinç Han olduğu, Koza Han'ın yerinin çeşitli kimselerden 1490'da satın alındığı ortaya konulmuştur. 1671-1672 ve 1685 yıllarında tamir görmüştür. 1950'lere doğru büyük ölçüde restorasyon geçiren hanın gözleri modern ticarethane merkezleri olmuştur. Merkatör projeksiyonu Merkatör projeksiyonu, Ekvator etrafında bir siferoide teğet olan ve bir silindir üzerine matematik olarak teşkil edilen bir silindirik harita projeksiyonu. Bu projeksiyona göre enlemler arasındaki açıklıklar, herhangi bir yerdeki küçük bir sahada ölçek, bütün istikametlerde aynı kalacak şekilde tayin edilir. Merkezinde bir ışık kaynağı bulunan küresel dünyanın, ekvatoruna teğet olarak geçirilen bir silindir vasıtasıyla harita elde edilmesini sağlayan bir projeksiyondur. Merkator projeksiyonuna sahip olan haritalarda sadece ekvatora yakın olan bölgelerde doğru sonuçlar alınır. Kutuplara doğru gittikçe şekiller bozulur. Örneğin 7.700.000 mil karelik bir sahaya sahip Güney Amerika ile 800.000 mil karelik Grönland adası aynı büyüklükte görünür. Küçük bir sahada (1 derecelik kare) herhangi bir şekil bozulması meydana gelmez. Merkatör pojeksiyonu ile yapılan haritalar aşağıda belirtilen özelliklere sahiptir: Bazı karşılaştırmalar: Sırrü'l Esrar Kadirilik tarikatının ilk piri Abdülkâdir Geylani'nin tasavvuf öğretisi ve ibadetlerin tasavvufi yorumlarını anlattığı ünlü eserinin adı. Eserin tam adı "Sırr'ül-Esrar Fima Tehtacü İleyh'il-Ebrar" (Ebrar Zümresinin İhtiyaç Hissettiği Sırların Sırrı)dır. Bonaventura Bonaventura (1217 - 1274), İtalyan din düşünürüdür. Bazı Hıristiyanlar tarafından aziz unvanı verilmiştir. Paul Henri Thiry d'Holbach Paul-Henri Thiry, Baron d'Holbach (Edesheim, Pfalz 1723 - Paris 1789), Alman kökenli Fransız filozof ve yazar. XVIII. Y.Y.'ın ikinci yarısında maddeciliğin yayılmasında önemli rol oynadı. Bunu sağlamak için Régence döneminde kendisine soyluluk unvanı verilmiş amcasından miras kalan serveti bol bol kullandı. Dostları olan ve aralarında Diderot'nun da bulunduğu filozoflara paraca yardım etti. D'Holbach çok sayıda Almanca kimya ve doğa bilimi yapıtını ve Colins ve Toland gibi İngiliz serbest düşünürlerinin birçok önemli kitabını Fransızcaya çevirdi. Boulanger, Fréret ve Dumarsais'nin yasaklanmış el yazmaları ve ayrıca Lucretius'un "De natura rerum" unu yayımladı. Özellikle yerbilim, madencilik ve mineroloji konularında olmak üzere ansiklopediye 400 kadar madde yazdı. Hasımlarının "Holbach Takımı" adını verdikleri bir dost grubuyla birlikte felsefe tartışmalarına girişti. Takma adlarla birçok kitap yayımladı. Başyapıtı olan "Le Système de la nature" mahkûm edilip yakıldı. D'Holbach dini ve özellikle Hıristiyanlığı üç bakımdan eleştirir: Din akla karşıdır; insanlığın mutluluğa ulaşmasını engeller; siyasal zorbalığa elverişli zemin hazırlar. Dinleri bilgisizlik ve korku doğurmuş; "eğitim", "alışkanlık" ve "zorbalık" geliştirmiş; baştaki büyükler ve zenginler de onu çıkarlarına uygun bularak korumuşlardır. Materyalist olan d'Holbach, Tanrı'nın, ruhun ve doğuştan gelen fikirlerin varlığını reddeder. Will & Grace Will & Grace, New York City‘de yaşayan dört arkadaşın (eşcinsel bir avukat olan Will; onun en iyi arkadaşı kendi iç mimarlık firmasına sahip Yahudi ve heteroseksüel Grace; sosyetik zengin Karen ve son olarak da aktör olmak için çabalayan efemine eşcinsel Jack) hayatları üzerine kurgulanan Emmy ödüllü bir komedi dizisidir. Dizi ilk olarak 21 Eylül 1998’de NBC kanalında pazartesi akşamları ekranlardaki yerini aldı ve zamanla popülaritesini arttırdı ve Perşembe akşamları NBC’nin Must See TV katagorisine dahil olarak reytingde tavan yaptı. Türkiye'de TNT kanalında yayınlandı. 8.(Son) Sezon gösterimine 29 Eylül 2005’te başlandı.18 Mayıs 2006'daki Final bölümü öncesinde 1 saat geçmiş bölümlerden seçme alıntılara yer verildi ve bu bölüm tahminen 18.1 milyon izleyiciye ulaştı. Will and Grace dizisinin çekimleri CBS Studio Center 17.sahnede yapılmıştır. Will and Grace 83 kez Emmy Ödüllerine aday gösterildi ve 16 sini aldı.Dizinin 4 ana karakterinin en az birer Emmy ödülü vardır.2001 ve 2005 yılları arasında Friends’in ardından en yüksek reytingli komedi dizisi oldu.Dizi eşcinsel temalı diğer TV programlarına (Queer as Folk,Queer Eye for the Straight Guy,Boy Meets Boy…) kapıyı aralamıştır.Will and Grace birkaç GLAAD Medya Ödülleri de kazanmıştır.Birçok kez Golden Globe ödüllerine aday gösterilmiş olsa da bu ödülü kazanamamıştır. Altın Çiçeğin Gizi Altın Çiçeğin Gizi, Budacı ve Taocu mistik yöntemlere dair bir el kitabıdır. "Işığı Çevreye Yayma" uygulaması hakkında bilgi verilen kitap Çin'de yüzyıllar boyunca uygulanan zihinsel özgürlüğün doğal yollarını açıklamaktadır. İlk çevirisi 1929'da Richard Wilhelm tarafından Almanca'ya yapılmış, C.G.Jung da kitabı yorumlamıştır. 1931'de Cary, F. Baynes Wilhelm'in çevirisini İngilizce'ye çevirmiştir. Kitabın orijinal nüshasından İngilizce'ye çevirisi 1991 yılında Thomas Cleary tarafından yapılmıştır. Cleary, Wilhelm tarafından yapılan çeviri ve Jung'un yorumlarını eleştirmiştir. YouTube YouTube, bir video barındırma web sitesidir. Merkezi Amerika Birleşik Devletleri'deki San Bruno, Kaliforniya şehrindedir. 15 Şubat 2005'te 3 eski PayPal çalışanı tarafından kurulmuştur. Kasım 2006'da Google tarafından 1.65 milyar dolara satın alınmıştır. Günümüzde Google'ın yan kuruluşlarından biri olarak faaliyetine devam etmektedir. Site, kullanıcılarına video yükleme, izleme ve paylaşma imkanı sunmaktadır. Medya şirketleri ve kullanıcı üretimi videoların gösterimi için WebM, H.264 ve Adobe Flash Video teknolojilerini kullanır. Genel olarak; Video klipler, televizyon klipleri, müzik videoları, video bloglar, kısa özgün videolar ve eğitim videoları gibi içerikler yayınlanmaktadır. Youtube üzerindeki içerikler genelde bireyler tarafından yüklenir. Fakat CBS, BBC, Vevo, Hulu gibi şirketler ve diğer organizasyonlar da Youtube ortaklık programı ile içeriklerinin bir kısmını yayınlamaktadır. Site içi üyelik almayan kullanıcılar videoları izleyebilir. Onaylı üyeler ise kendi yayın kanallarına video yükleyebilir. Saldırganlık potansiyeli olan içerikler sadece 18 yaşından büyük olduğunu onaylayan üyeler tarafından izlenebilir. YouTube, önceleri PayPal'da çalışanı olan Steve Chen, Chad Hurley ve Jawed Karim tarafından kurulmuştur. Hurley Indiana University of Pennsylvania üniversitesinde tasarım, Chen ve Karim ise University of Illinois at Urbana Champaign üniversitesinde bilgisayar bilimi bölümünden mezun olmuştu. Medyada sıkça tekrarlanan bir hikâyeye göre, Hurley ve Chen 2005 yılının ilk aylarında YouTube sitesini kurma fikrini geliştirdi. Buna neden olan Chen'in San Francisco'daki apartmanında yapılan bir akşam yemeği partisi esnasında onların video paylaşımında yaşadıkları sorunlardı. Karim partiye katılmadı. Ve olayların böyle vuku bulduğunu reddetti. Ama Chen Youtube fikrinin bir akşam yemeği partisi esnasında bulunduğunu onayladı. Karim, Youtube fikrinin ilk kez 2004'teki Super Bowl XXXVIII esnasında Janet Jackson'ın göğüs frikiği kazası ve 2004 Hint Okyanusu depremi ve tsunamisinin ardından ortaya çıktığını söyledi. Karim, bu tarz olayların online videolarını bulmanın zorluğunu yaşıyordu. Bu da bir video paylaşım sitesi fikrine önderlik etti. Hurley ve Chen, YouTube fikrinin ortaya çıkış esasının bir çevrim içi arkadaşlık servisinin video versiyonunu kurma fikri olduğu belirttiler. Ve "Hot or Not" isimli siteden ilham aldıklarını söylediler. YouTube ilk başlarda girişimçi finansmanı ile başlayan bir teknolojiydi. 11.5 milyon dolarlık ilk yatırımını Kasım 2005 ve Nisan 2006 arasında Sequoia Capital şirketi tarafından aldı. YouTube'un ilk yıllardaki yönetim merkezi San Mateo şehrindeki bir pizzacı ve Japon restorantının yukarısındaydı. 14 Şubat 2005 tarihinde codice_1 ismindeki Alan adı aktif hale geldi. Ve sonraki aylarda internet sitesi geliştirildi. İlk YouTube videosu sitenin ortak kurucularından Jawed Karim'in San Diego Hayvanat Bahçesi'nde çekip paylaştığı "Me at the zoo" isimli içerikti. Video 23 Nisan 2005'te site üzerinden paylaşıldı ve günümüzde halen izlenebilir durumdadır. 2005 Mayıs'ta YouTube beta sürümünü yayınladı. Altı ay sonra Kasım ayında ise site resmi olarak yayına geçti. Site hızlı bir şekilde büyüdü. 2006 Temmuz'da şirket, her gün 65.000'ten fazla yeni video yüklendiğini ve 100 milyondan fazla video izlendiğini duyurdu. Pazar araştırmacısı comScore'dan yayınlanan 2010 Mayıs'taki verileri göre, YouTube ABD'de online video tedarik eden siteler arasında %43'lük bir pay alarak piyasasını domine etti ve toplamda 14 milyardan fazla video izlenme istatiğine ulaştı. 2006 Ekim'de Google şirketi YouTube'u 1.65 milyar dolara hisseleri arasına kazandırdığını duyurdu. Anlaşma 13 Kasım 2006'da sonuçlandırıldı. 2015'in Şubat ayında YouTube siteyi ziyaret eden çocuklar için yeni bir uygulama piyasaya sürdü. YouTube Kids isimli bu uygulama ailelere çocuklarının izleme sürelerini kısıtlama ve izlenen içeriği belirleme gibi özellikler sunuyor. Orijinal olarak 12 Kasım 2014'te ise YouTube Red Hizmeti başlatıldı ve yalnızca YouTube'da ve Google Play Müzik'e katılan etiketlerden müzik ve müzik videoları akışını sunarak hizmet sundu. YouTube video formatı olarak Flash Video Formatı (*.flv) kullanmaktadır. Web sitesinde istenen video klipler Flash Video olarak izlenebilmekte veya bilgisayara *.flv formatında dosya olarak indirilebilmektedir. Video klipleri izlemek için Adobe Flash plug-ini bilgisayarda kurulu olmalıdır. Eklenen video klipler YouTube tarafında
n otomatik olarak 320x240 pixele küçültülerek Flash Video Format'a (.flv) dönüştürülmektedir. Mart 2008'de yüksek kalite olarak 480x360 piksel seçeneği eklenmiştir.Şu anda 720p , 1080p ve 4K mevcuttur. Şu anda ise son teknoloji olan 8K sistemi beta olarak kullanılmaya başlanmıştır AVI, MPEG veya Quicktime gibi video formatına sahip videolar kullanıcı tarafından YouTube'a en fazla 1 GB kapasitesinde yüklenebilmektedir. YouTube platformunda kullanıcılar var olan video klipleri izleyebilmekte ayrıca istenildiğinde kendi video klibini YouTube'a ekleyebilmektedir. Bu platformda yer alan kullanıcının geliştirdiği içerikler, kişisel amatör klipler, video klipler film, TV programları parçacıkları ve müzik videoları'ndan oluşmaktadır. Kullanıcılar tarafından YouTube'a günlük yaklaşık 65.000 adet yeni video klip eklenmekte ve 100 milyona yakın video klip izlenmektedir. Kullanım koşullarına uymayan video klipler kullanıcıların bildirimleri ile YouTube yetkilileri tarafından incelenerek silinmektedir. YouTube üyeleri izledikleri video klipleri değerlendirip not verebilmekte ve ayrıca izledikleri video klip hakkında yorum yazabilmektedir. YouTube, videolara HTML 5 özelliğini ekleyerek Flash Player'a gerek duyulmuyor. Bu özellik sadece IE9, Firefox 4+, Chrome ve Opera güncel sürümünde mevcuttur. Not: IE9, Windows XP'yi desteklememektedir. YouTube üyeleri'nin kanallarını daha uygun hale getirebilmesi için "kanal türleri" vardır. Bildirici kanallar çoğunlukla mevcut olan haber kanallarından oluşup genel medya kanallarının sağladığı klipleri sunarlar. CNN, Fox, ve NBC bunlara birkaç örnek olarak sunulabilir. Bunların dışında siteden para kazanabilmek için "Partner Programı" mevcuttur. Mayıs 2007'de YouTube, tanınmış üyelerini YouTube Partnerliği'ne davet etmiş, sonradan üyelerin kullanımına açmıştır. Bu programa üye olabilmek videoların kendi eseri olması ve binlerce kez izlenmesi gerekmektedir. Program ABD, Kanada, Birleşik Krallık, Avustralya, Almanya, Hollanda, Çek Cumhuriyeti ve Brezilya'da yaşayan üyelere açıktır. İleride başka ülkelere olanak sağlanması düşünülmektedir. YouTube'un kullanım şartları gereği kullanıcılar telif hakkı izni alınmış videolar yükleyebilirler. Pornografi, şiddet, tehdit, reklam ve suç sayılan içerikler YouTube'a yüklenemez. Telif hakkını elinde bulunduran şirketler eklenen videoları sildirme hakkına sahiplerdir. Bu hak film ve müzik videolarında sık sık uygulanmaktadır. Bu engellemelerin çoğu YouTube'un Content İd adındaki otomatik telif hakkı algılayıcısı yapar. Youtube video paylaşım sitesi, şu sıralar sitede yayınlanan ve telif hakkı ile korunan videolar nedeniyle yasal sorunlar yaşamaktadır. Yakın gelecekte yüklü tazminat davalarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıyadır. Ancak birkaç firma ile yapılan anlaşmalar ile Youtube, bazı telif hakkı ile korunan videoları yayınlama hakkına sahip olmuştur. YouTube'a sadece Türkiye'den erişim, mahkeme kararlarıyla 5 kez engellenmiştir. Suudiler ise sakıncalı bulduğu içeriği (erişkin içerikler gibi) otomatik olarak engellemektedir. Altın Kalkan Projesi gereği çeşitli zamanlarda Çin'de engellenmektedir. Tayvan YouTube'unun gelmesi ile birlikte Tayvan bayrağının ülkede sansürü 18 Eylül 2007'de engellemeye sebep vermiştir. Engelleme boyunca YouTube URL'leri Çin'in yerel arama motoru Baidu'ya yönlendirilmekteydi. Engelleme 31 Ekim'de kalkmıştır. Aday verilen videolar kulanıcılar tarafından hazırlanan orijinal videolardır. YouTube'un popülerliği birçok YouTube kullanıcısının İnternet'te ün kazanmasına neden olmuştur. Bu kullanıcılar kendi ülkelerindeki videoları ile farklı yollarla ünlenmişlerdir. YouTube'un en fazla takip edilen üyesi PewDiePie'dır. Bir başka YouTube kullanıcısı Massachusettsli eski resepsiyonist Brooke Brodack, NBC'nin bir programına 18 aylık sözleşme imzalamıştır. YouTube'un bir zamanlar en fazla takip edilen kullanıcısı lonelygirl15'in de gerçekte Yeni Zelandalı bir aktris olan Jessica Lee Rose olduğu ve videolarını birkaç film yönetmeni ile yaptığı açıklanmıştır. Chris Crocker, 11 Eylül 2007'de Britney Spears ile ilgili yayımladığı videosu ile kısa sürede dikkat çekmiştir. YouTube başarılı müzisyenlerin yetişmesine olanak vermiştir. Terra Naomi, koşu bantı kullanarak klip çekmiş olan OK Go ve kendi yapmış olduğu videoları ile tanınan Tuana Mey bu müzisyenlerin arasındadır. YouTube'daki videoları sayesinde İnternet'te tanınmış olan kişiler de vardır. Bu kişilere "YouTube Ünlüleri" de denilebilir. Bunlardan bazıları; Brooke Brodack Haziran 2006'da Carson Daly'nin yapımcısı olduğu programlar ile 18 aylık anlaşma imzalayarak YouTube'tan medyaya geçen ilk kişidir. 31 Ocak 2007'de, Lisa Donovan'ın (LisaNova) Fox'un skeç komedi programı MADtv'nin 12. sezon bölümlerine katıldığı açıklanmıştır. YouTube'da çektikleri videoları ile katkıda bulunmuş kişilerin YouTube üyelerine düzenlediği güncel ve uluslararası bir buluşmadır. İlk buluşma Ocak 2007'de Hollywood, Kaliforniya'da, ikinci buluşma, San Francisco, Kaliforniya'daki Pier 39'da düzenlenmiştir. Caitlin Hill, Ben Going, Smosh, Paul Robinett ve lonelygirl15'te Danielbeast rolünü oynamış Yousef Abu-Taleb Kaliforniya'daki bu buluşmaya katılanlar arasındadır. 7 Temmuz 2007'de New York'ta düzenlenmiş üçüncü buluşmada Christine Gambito (HappySlip) tarafından hazırlanan davet videosu 2,6 milyon'dan fazla kez izlenmiştir. YouTube'da tanınan Brooke Brodack (Brookers), Caitlin Hill (TheHill88), Charles Trippy ve Kevin Nalty (nalts) buluşmaya katılanlar arasındadır.. 8 Ağustos 2008'de Toronto, Kanada'da başka bir önemli buluşma yapılmıştır. YouTube, 20 Mart 2015’te başlayacak YouTube Academy projesi ile online içerik üreticilerine YouTube’da fenomen olmak için ihtiyaç duydukları her türlü bilgi ve ipucunu sunmaya başlayacak. Google yetkilileri "YouTube Academy eğitim programı kapsamında; içerik üreticilerini yoğun izleyici ve içerik trafiği arasında farklılaştırarak, hızla gelişen dijital video dünyasında başarılı olabilmelerini sağlayan pek çok bilgiyi bir araya getirdik" diyor. 19 Haziran 2007 tarihinde Paris'te yeni yerelleştirme sistemi tanıtılmıştır. YouTube geliştiriciler için API hizmeti de sunmaktadır. Kullanıcılar bu hizmet kapsamında YouTube videolarını kendi site veya bloglarından yayınlayabilirler. 15-16 Haziran Olayları 15-16 Haziran Olayları, 15-16 Haziran 1970 tarihlerinde Türkiye'de İstanbul merkezli olarak başlayan ve yayılan, Türkiye tarihindeki en büyük işçi eylemlerinden biri. 1970'te, çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarı, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin işbirliğiyle önce Millet Meclisi ardından Senato'dan geçirildi. Yapılan değişiklik, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekteydi. Yasa taslağı 11 Haziran 1970'te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi. Kanunlaşan tasarı esas olarak Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı. DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler. Türkiye İşçi Partisi ise söz konusu yasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı ve iptal davası açtı. DİSK'li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul'un belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi. Son 1,5 yıldır bazı büyük fabrikalarda çeşitli işçi hareketleri ve direnişleri sürmekte olduğundan birçok fabrikada ve işçi semtinde gerginlik artmıştı. 15 Haziran 1970'te patlak veren olaylar da bir nevi dışavurum oldu. Kentin Anadolu yakasında başlayan yürüyüş Kartal ilçesinden yürüyüşe katılan işçilerle Ankara Asfaltı (E-5 karayolu) boyunca ilerlerken, kendilerine başka fabrikalardan da katılanlar oldu. Göztepe dolaylarında, Otosan Fabrikası işçileri ile DMO işçileri de onlara katıldı ve yürüyüş saat 17:00'ye kadar sürdü. Bir başka yürüyüş kolu da Beykoz ve Paşabahçe'den Üsküdar'a doğru oluştu.16 Haziran'da ise Gebze'den başlayan işçi yürüyüşü, Kartal'dan katılan işçilerle birleşerek Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy İskele Meydanı'na kadar ulaştı. Avrupa Yakası'nda ise 15 Haziran 1970'te, Bakırköy-Topkapı-Sağmalcılar güzergahında yürüyüş yapıldı. 16 Haziran'da da, kentin Topkapı dışındaki kesimlerinden gelen kollar birleşip, Aksaray üzerinden önce Sultanahmet'e, oradan Cağaloğlu ve vilayetten (valilik) geçip Eminönü'ne geldiler. Valilik Haliç üzerinde yer alan o zamanki iki köprüyü de açtırarak, eylemcilerin Beyoğlu tarafına geçmesini engelledi. Levent ve Beyoğlu'nda da küçük yürüyüş kolları oluşmuştu. Gösterilere pek çok fabrikadan 75.000 dolaylarında işçi katıldı. Gösterilen tepki esas olarak DİSK üyesi işçilerden geldiği halde, yürüyüşlere çok sayıda Türk-İş işçisi de toplu halde katıldı. Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilan etti. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar ve yargılandılar. Kadıköy'de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf yaşamını yitirdi. 16 Haziran'da Ankara, Adana, Bursa ve İzmir'de de küçük çaplı olaylar yaşandı. Olayların ardından CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkan İsmet İnönü ile birlikte partisi adına, TİP'den ayrı olarak Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, yasa değişikliği konusunda açılmış olan davaları daha sonra karar bağlayarak, söz konusu yasa değişikliklerini iptal etti. 16 Haziran'da Kocaeli ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi. 12 Mart ve 12 Eylül Askeri Darbelerinde Kemal Türkler ve diğer DİSK yöneticileri halkı kışkırtmak ve bölücülük propagandası yapmaktan yargılandılar; davalardan beraat ettiler. Olayların ardından CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkan İsmet İnönü ile birlikte partisi adına, Türkiye İşçi Partisi'nden ayrı olarak Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, yasa değişikliği konusunda açılmış olan davaları daha sonra karar bağlayarak, söz konusu yasa de
ğişikliklerini iptal etti. Yasa da "anayasaya aykırı olduğu" için Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. 15-16 Haziran eylemleri özellikle sol siyasi partiler için Türkiye'deki geniş çaplı ilk büyük işçi sınıfı eylemi olduğu için önem taşır ve sahiplenilir. Sol partiler ve sendikalar eylemin yıldönümlerinde çeşitli etkinlikler ve toplantılar düzenlerler. Olayların olduğu geçen dönem Zengin Mutfağı adlı tiyatro eseri ve aynı eserin sinemaya aktarılması olan Zengin Mutfağı adlı filmde işlenir. Hotel California Mesajınız Var Mesajınız Var, 1998 yapımlı Amerikan romantik komedi filmidir. 1940 yılında gösterime giren "Köşedeki Dükkân" isimli filmin yeniden çevrimi olan filmin dağıtımı Warner Brothers tarafından yapılmıştır. Joe vs. Volcano ve Sevginin Bağladıkları filmlerinde bir arada oynayan Tom Hanks ve Meg Ryan Mesajınız Var'da da başrolü paylaşmışlardır. Filmin adı, Amerikan şirketi olan AOL'in kullanıcılarının yeni e-posta aldıkları zaman işittikleri sestir. Nora Ephron'ın yönettiği film New York'un "Upper West Side" (Yukarı Kuzey Kesimi) bölgesinde çekilmiştir. Ephron, gerek karakterler, gerekse diğer açılardan Upper West Side hakkında olduğu konusunda ısrarcıdır. Senaryo, Ephron ve kardeşi Delia Ephron tarafından yazılmıştır. Fakat orijinal senaryo Miklós László'a aittir. Film, Altın Küre'ye aday olmuş, çeşitli festivallerde beş ayrı ödül kazanmıştır. Meg Ryan, Frank Navasky ile olan Kathleen Kelly rolünde oynar. Frank, bir yazar olarak, yazılarını daktilo makinesini kullanarak yazarken, Kathleen laptopunu tercih eder ve onun aracılığyla AOL'deki e-posta hesabını kontrol eder. Orada "Shopgirl" avatarını kullanarak "NY152" ile iletişim kurar. Bu avatar aslında Joe Fox (Tom Hanks) içindir. Joe Fox, "Fox Books" ("Fox Kitapları") adında büyük kitapçı dükkânları zincirine sahip Fox ailesinin bir üyesidir. Kathleen ise daha önce annesinin işlettiği adı "The Shop Around The Corner" ("Köşedeki Dükkân") olan bağımsız bir kitapçı dükkânını işletmektedir. Filmin merkezi gerçek dünyada birbirlerine rakip iken sanal dünyada Kathleen ve Joe'nun birbirini etkilemesidir. Popüler şarkıları da içeren "Mesajınız Var" 1998'in Aralık ayında satışa sunulan başarılı bir soundtrack [film müziği] albümüdür. Albümde yeni ve popüler şarkıları olduğu kadar 1960 ve 1970'lerin klasiklerinden de bir demet bulmak mümkündür. Mesajınız Var Wikipedia İngilizce Versiyon Mesajınız Var IMDB Sayfası (ingilizce) Mesajınız Var Beyazperde.com Sayfası Ilie Datcu İlie Datcu (d. 20 Temmuz 1937, Bükreş), Fenerbahçe'de de oynamış eski millî kalecisi, teknik direktör ve Beşiktaş ve Fenerbahçe'de görev almış kaleci antrenörü. 1978'de Türk vatandaşlığına geçti ve İlyas Datça adını aldı. Datcu uzun yıllar Dinamo București'te oynadı. Romanya millî takımında 36 kez millî oldu. 1969'da Fenerbahçe'ye transfer oldu. Fenerbahçe ile 1975 yılına kadar tam 220 maça çıktı. Fenerbahçe'de 5 sezon yer aldı ve 3 lig şampiyonluğu yaşadı. 1975'te Giresunspor'a transfer oldu ve tek sezon bu takımda oynadıktan sonra futbolu bıraktı. Almanya'da ve Türkiye'de antrenörlük yaptı. Türk millî takımının kalecisi Rüştü Reçber'e 4 yıl boyunca kaleci antrenörlüğü yaptı. 1982-83 1. Lig sezonunda Fatih Karagümrük'ü 1. Lig şampiyonu yaparak Süper Lig'e yükselmesini sağladı. Alpaslan Eratlı Alpaslan Eratlı (d. 9 Kasım 1948, İstanbul), Türk eski millî futbolcudur. Uzun seneler Fenerbahçe'de oynamıştır ve uzun süre hem Fenerbahçe'de hem de millî takımda takım kaptanlığı görevini üstlenmıştır. Alpaslan Eratlı futbola, İstanbul Amatör Futbol Ligi kulüplerinden Cerrahpaşa'da lisansiye olmak suretiyle başlamasından sonra İstanbulspor'a transfer hadisesini gerçekleştirmesini müteakip Fenerbahçe'ye geçerek o Fenerbahçe'de ün yaptı ve Türk futbolunun unutulmaz liberoları arasına girdi. Geri dörtlüde solbek ve libero oynadı. 1978'de sakatlandı, 1 yıl aradan sonra tekrar sahalara döndü. 1983'te yaptığı jübile ile futbolu bıraktı. İstanbulspor'da 4, Fenerbahçe'de 22 olmak üzere toplam 26 kez A milli, 4 kez de ümit millî formayı giydi. Basri Dirimlili Basri Dirimlili (7 Haziran 1929, Silistre - 14 Eylül 1997), Türk futbolcu ve teknik direktör. Fenerbahçe camiasi tarafından kulübün efsane futbolcuları arasında görülmektedir. 1954 FIFA Dünya Kupası finallerine katılan kadroda yer aldı. Adana'da Adana Demirspor'la yapılan özel bir maçta, çene kemiğinin kırılmasına rağmen sahada kalmaya devam etmişliğinden dolayı kendisine "Mehmetçik" lakabı verilmiştir. Futbola vedasından sonra antrenör ve teknik direktör olarak görev aldı. Fenerbahçe camiasi tarafından her sene ölüm tarihinde Karacaahmet Mezarlığında bulunan mezarı başında anılır. 1929 yılında Türk azınlığının yoğun olduğu Bulgaristan'nin Silistre kentinde dünya'ya geldi ve çocuk yaşta ailesiyle beraber anavatanı olan Türkiye'ye Eskişehir iline göç etti. Burada Eskişehir Demirspor'unn altyapısında futbola başladı. 1953 yılında Eskişehir Demirspor'dan Fenerbahçe'ye transfer olmuştur. Futbolu, Ergun Öztuna'yla birlikte transfer oldukları Karşıyaka'da bırakmıştır. 27 kere A millî takım forması giymiştir. 1952'de Olimpiyat Oyunları'na giden ilk Türkiye millî futbol takımında görev yaptı. 1965-66 yıllarında Feriköy'de teknik direktörlük yaptı. Ağustos 1966'da Türkiye Amatör ve 21 yaş altı millî takımının teknik direktörlüğüne getirildi. 1966-67 yıllarında Vefa'yı çalıştırdı. Ignác Molnár ile birlikte Fenerbahçe'de çalışan Basri, takımın beş kupa birden almasında büyük pay sahibi olmuştur. Didi zamanında da iki yıl Fenerbahçe'de çalışan Basri, bu arada çeşitli kulüplerde de antrenörlük yaptı. Romen Traian Ionescu ile de birlikte çalışan Basri Dirimlili, Branko Stanković ile de görev aldı. 1973-74 sezonu başında Karabükspor'un teknik direktörlüğüne getirildi. Engin Verel Engin Verel (d. 15 Eylül 1956, İstanbul), eski Türk millî futbolcu, spor yazarı. Galatasaray ve Fenerbahçe'nın eski futbolcularındandır. Futbola Davutpaşa'da başladı. 1973'de Galatasaray'a transfer oldu. Başarılı futboluyla göz doldurdu. 1975'te Fenerbahçe'ye geçti. Fenerbahçe'de 2 lig şampiyonluğu yaşadı. 1979'dan itibaren 4 yıl Avrupa'da futbol oynadı. Türkiye'den Avrupa'ya giden ve bir Avrupa takımında (RSC Anderlecht) şampiyonluk yaşayan ilk Türk futbolcusudur. Fransa'da Lille OSC (1981 - 1982) takımında forma giydiği yıllarda en iyi yabancı futbolcu seçilmiştir. Paris Saint-Germain FC ile Paris Parc de Prince Stadın'da rövaşatayla attığı gol Fransa'da son 25 yılın en güzel golü seçildi. 4 yıllık Avrupa macerasından sonra Türkiye'ye geri döndü ve iki sene de Fenerbahçe oynadıktan sonra Ağustos 1987'de Fenerbahçe ile Rizespor arasında İstanbul'da oynanan jübile maçında Onur Kayador ile birlikte futbola veda etti. 35 kez millî takımlara çağrılan Engin Verel, 5 kez Türkiye U-18, 4 kez Türkiye U-21, 26 kez de Türkiye forması olmak üzere toplam 34 kez millî formayı giymiştir ve bu müsabakalarda 1 gol kaydetmiştir. Çekirge (anlam ayrımı) Akçapınar, Taraklı Akçapınar, Sakarya ilinin Taraklı ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahalleye, Akçapınar denilen mevkiden gelenlerin ismine izafeten Akçapınar adı verilmiştir. Sakarya il merkezine 85 km, Taraklı ilçesine 15 km uzaklıktadır. Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı mahallede bulunmaktadır ama sağlık personeli olmadığından kullanılmamaktadır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. With Arms Wide Open With Arms Wide Open, Amerikan alternatif rock grubu Creed'in Human Clay adlı albümden çıkardığı parça. Vokalist bu parçayı çocuğunun doğum haberini öğrendikten sonra yazmıştır. Sines Sines, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alentejo Litoral altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 2 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Santiago do Cacém Santiago do Cacem, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alentejo Litoral altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 11 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Odemira Odemira belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alentejo Litoral altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 17 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Grândola Grândola belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alentejo Litoral altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Pembe Panter Pembe Panter, Fransız polis müfettişi Jacques Clouseau etrafında kurulmuş komedi filmleri serisi. İlk film, 1963'te çekilen Pembe Panter' dir. Bu filmden sonra devam filmleri de çekilmiş; gördüğü ilgi üzerine Peter Sellers'ın ölümünden sonra bir "kolaj filmi" olan "Pembe Panter Yargılanıyor" yapılmış; başkalarınca öyle ya da böyle Pembe Panter'e temas eden filmler çevrilmişdir. Pembe Panter serisinde çekilen filmlere ait bilgiler şöyledir: 2011'e kadar 11 Pembe Panter filmi yapılmıştır. Abraham Abulafia Abraham ben Samuel, Abulafia (d. 1240 Zaragoza-ö. 1290 Comino-Malta) "Vecdi Kabbala" (Qabbalah nevu'it) olarak bilinen Kabbala mistik yolunun kurucusu. Moses Maimonides ve Veronalı Rabbi Hillel'in yazmalarından etkilendi. Abulafia harflerin sembolik kullanımı ve permütasyonlarıyla gematria ile de yakından ilişkili olmuştur. Abulafia, rasyonalistleri, Talmudistleri ve genelde musevilik kurumunu eleştirmiş ve yönteminin mistiği ilahiliğin doğrudan algılanması ve yaratıcıyla birlik şuuruna ulaştırdığını iddia etmiştir. Eserleri Sefer haYashar (Fazilet Kitabı), Sefer ha-Ot (İşaretler Kitabı), Imre Shefer (Güzellik Kelimeleri), Get HaShmot (Sefer Yetzirah üzerine yorum), Otzar Eden Ganuz (Sefer Yetzirah yorumu) Risale-i Gavsiyye Kadirilik tarikatının kurucusu ünlü sufi Abdulkadir Geylani'nin hacmi küçük olmakla birlikte sufi çevrelerde diğer eserleri arasında çok önemli bir yeri olduğu kabul edilen eserinin adı
. Eserin Cebbârzâde Mehmet Ârif beyin çevirisine yazılan Takriz'de "Muhyiddin İbn Arabi (K.S.)'nün "Füsûs'ül Hikem" ve "Fütühat'ül-Mekkiyye"si ve bazı emsali eserler istisna edilirse bu vasıfta bir eser yoktur" denilmektedir. Kerevit Kerevit, Astacoidea ile Parastacoidea üst familyalarından on ayaklı kabuklu türlerinin ortak adıdır. Tatlı su ıstakozu da denilen kerevitleri, Nephropoidea üst familyasından ıstakozlarla karıştırmamak gerekir. Kerevit sözü Türkçeye Yunancadan ("καραβίδα") geçmiştir. Kerevitler ("tatlısu ıstakozları"), yengeçler ve ıstakozlar ("deniz ıstakozları") gibi diğer kabuklulara benzer şekilde çoğalırlar. Ancak, serbest yaşam sürdüren bir larva evresine sahip olmayışlarıyla onlardan belirgin bir şekilde ayrılırlar. Dünya üzerinde yaklaşık 600 kerevit türü Afrika ve Antarktika kıtaları hariç diğer kıtalarda doğal olarak bulunmaktadırlar. Ayrıca, kerevitler orijinal olarak bulundukları ortamlardan başka ortamlara, yoğun olarak, doğal yollarla ("göç veya akıntılarla birlikte"); tesadüfen ("gemilerin balast sularıyla, kanallarla, balık yakalamada tuzaklarda kullanılmalarıyla, kontrol altında tutuldukları ortamlardan kaçmalarıyla, predatörler ya da insanlar tarafından farkında olmadan taşınmalarıyla") veya insanlar tarafından bilinçli olarak ("akvaryumlarda hobi olarak tutulmaları, üretim ve yetiştiriciliklerinin yapılması, su bitkilerinin kontrolü") taşınmışlardır. Kerevitlerin bir ortamdan başka ortama taşınmalarında en önemli ve yaygın faktör girişimcilerin bu canlılardan ekonomik olarak gelir elde etme istemidir. Ekonomik gelir etme amacıyla kullanılan türler arasında başlıca "Procambarus clarkii, Pacifastacus leniusculus, Cherax destructor, C. quadricarinatus, Orconectes limosus, O. rusticus" ve "Astacus leptodactylus" gelmektedir. Bu türlerden "Procambarus clarkii" Afrika, Asya, Amerika’da Kaliforniya'ya ve Avrupa kıtalarında; "Procambarus leniusculus" Japonya, Avrupa ve Amerika’da Kaliforniya'ya; "C. destructor" Afrika ve Avustralya; "C. quadricarinatus" Güney Amerika’ya, "O. rusticus" Kuzey Amerika’ya ve "A. leptodactylus" ise Avrupa’ya doğal olarak bulundukları ortamdan taşınarak stoklanmışlardır. Doğal ortamlardan hasadı yapılan kerevit türleri arasında ilk sırayı "Procambarus clarkii" almaktadır. En fazla " P. clarkii" hasadı ise Çin’de gerçekleşmektedir. Çin’e Japonya’dan getirilip stoklanan "P. clarkii" 1990’lı yılların başlarında tahminen 40.000 ton/yıl civarında hasat edilmişken, bu değer 1990’lı yılların sonlarına doğru 70.000 ton/yıl’a ulaşmıştır. Güney Amerika’da, başlıca Louisiana bölgesinde, "Procambarus clarkii" ve "P. zonangulus" kültürü yapılan en önemli türlerdir. Bu iki türün üretimi 1999’da yaklaşık 35.000 ton olmuştur. Bu değerin % 85’ini "Procambarus clarkii" olmuştur. Bununla birlikte, Kuzey Amerika ve Kanada’da "Procambarus clarkii" ve "Orconectes" türleri az miktarlarda da olsa üretilmektedir. Avustralya’da kültürü yapılan en önemli tür "Cherax destructor" ’dur. Bu türün üretimi 1998-1999 yıllarında 250 tona ulaşmıştır. "C. quadricarinatus" ise Avustralya’da üretimi (79 ton) yapılan ikinci önemli türdür. Ayrıca, " C. tenuimanus" ise 1998-1999 yıllarında 49 ton üretilmiştir. Bu türler diğer kerevit türlerine göre daha büyük olduklarından ticari değerleri daha yüksektir. Türkiye’de kerevit ismiyle bilinen Doğu Avrupa kereviti ("Astacus leptodactylus") dünyada 1830’lu yıllardan sonra önemli bir ticari ürün (lüks bir gıda maddesi) olarak değerlendirilmesine rağmen, Türkiye’de ancak II. Dünya savaşından sonra su ürünleri içerisinde önemli ihraç ürünleri arasına girmiştir. Türkiye kerevit üretiminde yıllara göre dalgalanmalar bulunmaktadır. Örnek olarak, toplam kerevit üretimi 1979 yılında 500 ton iken, 1982 yılında bu değer 6500 ton olmuş, 1986 yılından sonra ise özellikle kerevit vebası ("Aphanomyces astaci")’nın görülmesi, aşırı avlanma ve çevre kirlenmesi nedenleriyle giderek azalmıştır. Günümüzde toplam kerevit üretimi ise (1894 ton, 2002 verileri) 1980’li yılların yaklaşık % 15’i dolaylarındadır. İznik Gölü (557 ton) ve Eğirdir Gölü (237 ton) ise en önemli istihsal sahaları arasında bulunmaktadır. Dergi Dergi, günlük olmayan, en fazla 12, 6, 4, 3, 2 aylık, standart olarak aylık, 15 günlük, haftalık basılan süreli yayın. Dergi, gazeteler gibi düzenli aralıklar dışında yayım­lanan en fazla 12, 6, 4, 3, 2, standart olarak aylık veya 15 günde bir basılan yaygın bir okuma aracıdır. Birçok gaze­teden bir şekilde nitelikli kâğıtlara basılmakta olan dergilerde, çeşitli konulara ilişkin ha­ber, makale, eleştiri, inceleme ve araştırma­nın yanı sıra, birçok renkli fotoğraf, resim ve karikatür de yer almaktadır. Dergilere "süreli yayın" da denilmektedir. Standart dergi boyutu A4'tür, içeriğe göre ortalama 20 ile 100 sayfalıktır .Ancak cep boyutundan gazete boyutuna kadar ve 1000 sayfaya kadar çeşitlilik gösterir. İngilizcede popüler dergilere "magazine", fikir ve sanat dergilerine "review" denilmektedir.Bunun yanı sıra çocukları eğlendirmek için çocuk dergileri de vardır. Bilinen en eski yayın olan ve Hamburg’da yayımlanan, yayımcısı teolog ve şair olan Johann Rist“Erbauliche Monaths-Unterredungen” - Örnek Aylık Düşünceler (1663-1668)'dir. Bu yayını çok geçmeden öteki Avrupa ülkelerinden çıkan benzer yayınlar izledi. 1731'de "The Gentleman's Magazine", Londra'da basıldı ve ilk genel konulu dergi olarak anılır. Edward Cave, "Sylvanus Urban" takma ismi ile, bu derginin ilk editörü olup dergi (magazine) ismini ilk kullanandır. Arapça kaynaklı "makhazin" (ambar) isminden türemiş askeri kökenli "materiel" (askeri ambar) İngilizce isim kökenidir. Vekayi-i Tıbbiye, Osmanlı basınının ilk Türk dergisidir, 1849 yılında çıkan dergi mesleki dergidir. Âşık Alesker Aşık Alesker (Azerbaycan: Aşıq Ələsgər, 1821-1926), 19. yüzyıl Azerbaycan saz üstadlarının en önemli temsilcisi, Azerbaycan aşık edebiyatının klasiklerinden biridir. 1821 yılında bugünkü Ermenistan sınırları içerisinde kalan eski bir Türk yurdu olan, Basarkeçer'in Ağkilse köyünde aşık şiirinin ve sazın vurgunu olan Alimemmed'in ailesinde dünyaya geldi. Alesker, 14-15 yaşlarında köyün zenginlerinden Kerbelayı Kurban'a hizmetçi olarak verildi. Onun kızı güzel Sehinbanı'yı sevdi, kızdan sevgisine karşılık aldı. Kerbelayi Kurban'm kardeşi Pullu Meherrem onların kavuşmasına imkân vermedi, Sehinbanı'yı oğlu Mustafa'ya aldı. Bu olaydan sarsılan Alesker saz çalmaya, söz koşmaya başladı. Babası onu 16 yaşında Kizılvenkli Aşık Ali'ye uşak verdi. Alesker aşıklık sanatının sırlarını üstadı Ali'den öğrendi. Azerbaycan aşık kültürünü araştıranlardan Hümmet Alizade, onların 'üstat-çırak' münasebetleri konusunda şunları yazar: "Aşık Alesker, üstadı Aşık Ali ile düğün, nişan meclislerine gittiğinde bazen onun dediklerine kulak asmaz, kendi şiirlerini okurmuş. Alesker'in bu hareketi üstadının hoşuna gitmezmiş, bu hareketten vazgeçmesi için ona nasihatler verirmiş. Bir gün yine büyük bir düğün meclisinde üstatla çırak arasında bir sürtüşme olur. Aşık Ali'nin sözü Alesker'e dokunur, Alesker öfkelenir. Üstadı ile atışmayı kafaya koyar. Üstat-çırak birbiri ile ters düşer. Meclis iki gruba ayrılır. Bir taraf Aşık Ali'yi savunurken diğer taraf Alesker'i müdafaa eder. Atışma süresince çok "herbe-zorbalar, üstatnameler, divaniler, teenisler ve dudak değmezler" söylenir. Nihayet Alesker açıkça ve şimdiye kadar hiçbir aşık tarafından karşılığı söylenemeyen "A yağa-yağa" teenisini söyler. Aşık Ali, Aşık Alesker'e cevap veremez; meclisi bırakıp gider. Bu hadiseden sonra Alesker, üstadından ayrılır, müstakil bir sanatkâr gibi aşıklığa başlar. Alesker, üstadını bağlaması neticesinde geniş kitle arasında daha büyük şöhret kazanır. Yakın ve uzak yerlerden çok çırak Elesker'in yanına gelir." 19. yy. ortalarına doğru artık Aşık Alesker bütün Kafkasya'da tanınan bir âşık oldu. Tiflis'de Rusça yayınlanan "Kavkaz" gazetesi 1851 yılında ondan, olağanüstü sesi, saz çalma mahareti ve söz koşma kabiliyeti olan bir sanatkâr olarak söz eder. Sevgilisi Sehinbanı'dan zorla ayrı bırakıldıktan sonra, Aşık Elesker 40 yaşına kadar bekâr kalmış, 1862 yılında, Kelbecer'in Yanşak köyünden olan Anahanım'la evlenmiştir. Alesker'in oğlu Aşık Talib de üstad bir aşık olarak tanınmıştır. Alesker, aşık şiirinin bütün türlerini kapsayan zengin bir miras bırakıp gitmiştir. Hayatta olduğu donemde hiçbir kitabı yayınlanmadığından, şiirlerinin büyük bir kısmı kaybolmuştur. Şiirlerinin büyük kısmı sözlü gelenekte devam ettiği için onlar da yazıya alınmamış, zaman geçtikçe unutulmuş, hafızalardan silinmiştir. 1918 yılında Ermenistan'da iktidara gelen Taşnaklar, Azerbaycan Türklerini hedef alan katliamlara başlayınca, Aşık Alesker, ailesi ile birlikte Azerbaycan'ın Terter bölgesine yerleşmiştir. Burada bir müddet değirmencilik yapmış ve ihtiyar çağlarında yazdığı şiirlerinin birinde kendi durumundan acı acı yakınarak şöyle demiştir: Dad senin elinden çerx-i kecmedar, Üreyimde yüz dermansız yaram var, Âşıq deyirmançı, ağa çarvadar,Serraf gelsin bu bazarı dolaşırı. Çağdaşlarının anlattıklarına göre Aşık Alesker, uzun boylu, alnı açık, iri yapılı, bedence çok sağlam ve kuvvetli bir adam olarak anlatılır. Kara gözleri, kalın, kara çatık kaşları, dolgun yüzü vardır. Aşık Alesker 1921 yılında durumu nispeten düzelince yeniden, doğduğu köye, Ağkilse'ye dönmüş, lâkin yaşlılık ve hastalık yüzünden artık saz çalıp söz koşamamıştır. 1926 yılı Mart ayının 7 sinde 105 yaşında Ağkilse köyünde vefat etmiş, burada da defnedilmiştir. 1988 yılında Basarkeçer bölgesi Türk halkı göçe zorlanması ile buradaki Türkler yeniden topraklarını terketmişlerdir. Birçok eski Türk eserinin de olduğu gibi Aşık Alesker'in Ağkilse köyündeki mezarı da Ermeni güçleri tarafından tahrip edilerek yok edilmiştir. Ankara 1946. Büyülü fener Büyülü fener (Latince: Lanterne magica), günümüzdeki slayt projektörlerin atası olan tarihteki ilk projeksiyon cihazı. Sinoloji (Çin bilimi) alanında uzman olan İngiliz biyokimyacı Joseph Needham'ın aktardığına göre II. yüzyılda Çin'de keşfedilmiştir.
Batılı devletlere 1671 yılında Cizvit Athanasius Kircher tarafından "Ars magna lucis et umbrae" (ışık ve gölge büyütme sanatı) isimli eserde tanıtılmıştır. Kircher'in yeni bir buluşu tanıtmaktan ziyade zaten var olan bir aygıtı tasvir ettiği kabul görülür. Henry R. Heyl tarafından 1870 yılında patent altına alınmıştır. Bir gaz lambası ve mercek vasıtasıyla, cam üzerine boyanmış resimler perdeye veya duvara yansıtılıyordu. Teknik 19. yüzyılda önce İngiltere'ye oradan Avrupa'ya yayıldı. Zamanla geliştirilen alete birbiri üzerinde kayan resimler yerleştirilerek basit hareketli görüntüler elde edilmeye başlandı. Bunlardan en meşhuru, çocukların çok sevdiği "ağzına fare kaçan uyuyan adam" gösterisiydi. Napolyon Savaşları esnasında İngiltere'de çok meşhur olan bir gösteride İngiliz donanması tarafından alevler içerisinde batırılan bir Fransız gemisi resmediliyordu. Bu gösteri izleyenleri çoşturuyordu. Fotoğraf makinasının keşfi ile birlikte büyülü fenerin önünde yeni bir çağ açılmış oldu. Artık meşhur insanların fotoğrafları ya da manzara fotoğrafları kullanılarak kısa filmler oluşturulabiliyordu. Yapılan slaytların kopyaları kolayca çıkarılabiliyordu. Film makinasının keşfedilmesi ile büyülü fener yavaş yavaş tarih sahnesinden süzülerek koleksiyoncuların raflarındaki yerini aldı. Hedef Gazetesi Hedef Gazetesi, Bucak ilçesinde yayımlanan günlük yerel siyasi gazete. Hedef Matbaası ilk olarak 1989 tarihinde kuruldu. 1990 Yılında İlçenin ikinci gazetesi olarak yayın hayatına başladı, 1990 - 1994 yılında elde dizgi yöntemi kullanarak Hedef Gazetesini çıkartmaya başladı. 1998 Yılında Hedef Matbaasının ilk olarak ofset baskı teknolojisini ilçeye getirmesi ile gazete 1998 yılından günümüze kadar Ofset baskı teknoloji ile yayın yapmaktadır. 2009 Haziran Ayında Renkli Baskı Sistemine Geçerek İlçedeki 12 Sayfa Renkli İlk ve Tek Gazete Ünvanını Kazanmıştır. Hedef Gazetesi 12.10.2011 Tarihinden itibaren 6 Sayfa olarak yayın hayatına devam etmektedir. Manda Manda aşağıdaki anlamlara gelebilir: Büyülü Fener (sinema) Büyülü Fener, Ankara'da bulunan sinema salonudur. Biri Bahçelievler diğer Kızılay'da olmak üzere iki şubesi vardır. Ankara'nın Bahçelievler semtinde 1996 yılında açılmıştır. Türkân Şoray, Şener Şen ve Tarık Akan, Yavuz Turgul, Atıf Yılmaz, Atilla Dorsay isimli 6 ayrı sinema salonu vardır. Sinema, Denk Ajans'a aittir. Hem sinemanın adı hem de salonların adı için halka açık bir yarışma açılmıştır. Sinemaya isim bulan Fatih Erduman süresiz, salonlara isim verenler ise bir yıl boyunca filmleri ücret ödemeden izleme hakkı kazanmışlardır. Ankara Kızılay'da 29 Ocak 2005 tarihinde açılan sinema ve kültür merkezidir. 11 salonu ve bin seyirci kapasitesi vardır. Denk Ajans'a bağlıdır. Koltuklar rahat görüş imkânı sağlamak için stadyum düzeni şeklinde yerleştirilmiştir. Sinemadaki salonlardan biri Arthouse'a ayrılmıştır. Bu salonda bağımsız ve kült filmler gösterilmektedir. Sinemada, rezervasyon imkânı bulunmaktadır. Bab-ı Esrar (albüm) Bab-ı Esrar, 1995'te Kalan Müzik tarafından yayınlanmış Yansımalar albümü. OPML OPML bir XML formatıdır. Microsoft tarafından geliştirilmiştir. Genellikle veri aktarmak için kullanılır. Alcohol 120% Alcohol 120%, bir CD/DVD okuma-yazma, kaydetme, emulation (taklit), sanal sürücü yazılımıdır. MDS, CCD, NRG, PDI, BIN, CUE, ISO, CDI, BWT, BWI, BWS, BWA formatlarını destekler. Okuma hızı 60X ve sonrası maksimumdur, kopyalama 24X. Desteklediği disk tipleri: audio. cops, karaoke, laser, normal, playstation 1-2, ring, safedisk, securom, starforce, video, vob protect. Yazma usulleri: DAO/SAO, RAW SAO, RAX DAO, TAO. Program kurulduktan sonra bir kere sistemi yeniden başlatır. Açıldığında, 30 adede kadar sanal sürücüyü sisteme kurar. Bu CD/DVD sürücüleri sanki sistemde varmışlar gibi çalışan emülatörlerdir, yani fiziksel sürücüye bir CD/DVD takıldığında Alcohol bunu kopyalar ve bir sanal sürücüye atar, o diski bir daha fiziksel sürücüye takmadan defalarca Alcohol'ün sürücüsünden kullanılabilir. Bir ISO imajlı diski kopyalayıp kullandıran Alcohol 120% aynı zamanda CD/DVD yazar, kaydeder. Ana komutlar: Image Making Wizard, Image Burning Wizard, Copy Wizard, Image Finder, CD/DVD Manager, Erase Wizard, Virtual Drive, Recording, Emulation. Sistem gereksinimi: Windows 95'ten başlayarak bütün Windowslar, İE 5.0 ve üstü, 32 MB RAM, 10 GB harddisk, SCSI veya ATAPI buses, CD/DVD ROM sürücü-recorders (recorders'larda 700 MHz CPU ve 128MB RAM gerekir). Marchenalı Şems Marchenalı Şems Ünlü sufi Muhyiddin Arabi'nin hocalarından kadın sufi. İspanya'nın Marchena bölgesinde yaşadı. İbn Arabi onu, kendi nefsi üzerinde daha önce hiç kimsede görmediği kadar kontrol sahibi olduğunu, manevi makamı yönünden büyükler arasında bulunduğunu, yüksek manevi gücü bulunduğunu bildirerek över. Avrupa Birliği müktesebatı Avrupa Birliği Müktesebatı (acquis communautaire), temel Avrupa Birliği anlaşmalarında ve diğer yardımcı hukuk kaynaklarında (tüzük, karar, yönerge vs.) yer alan kural ve kurumlar bütününü ifade etmektedir. Dış ilişkiler, güvenlik ve adalet, serbest dolaşım, gümrük birliği, çevre koruması, eğitim ve araştırma vs. tüm konular AB Müktesebatı içinde yeralan konulardır. AB tarafından genişleme müzakereleri için hazırlanmış olan “AT Müktesebatı Analitik Çerçevesi” aşağıda yer almaktadır. Söz konusu müktesebat, AB’nin kendi içindeki müktesebatın (kazanım) benzeridir ve özellikle genişleme sürecinde katılım müzakereleri yapılacak olan aday ülkeler için hazırlanmıştır. Fasıl 1: Malların Serbest Dolaşımı Fasıl 2: İşçilerin Serbest Dolaşımı Fasıl 3: İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi Fasıl 4: Sermayenin Serbest Dolaşımı Fasıl 5: Kamu Alımları Fasıl 6: Şirketler Hukuku Fasıl 7: Fikri Mülkiyet Hukuku Fasıl 8: Rekabet Politikası Fasıl 9: Mali Hizmetler Fasıl 10: Bilgi Toplumu ve Medya Fasıl 11: Tarım ve Kırsal Kalkınma Fasıl 12: Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Politikası Fasıl 13: Balıkçılık Fasıl 14: Taşımacılık Politikası Fasıl 15: Enerji Fasıl 16: Vergilendirme Fasıl 17: Ekonomik ve Parasal Politika Fasıl 18: İstatistik Fasıl 19: Sosyal Politika ve İstihdam Fasıl 20: İşletme ve Sanayi Politikası Fasıl 21: Trans-Avrupa Ağları Fasıl 22: Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu Fasıl 23: Yargı ve Temel Haklar Fasıl 24: Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Fasıl 25: Bilim ve Araştırma Fasıl 26: Eğitim ve Kültür Fasıl 27: Çevre ve İklim Değişikliği Fasıl 28: Tüketicinin ve Sağlığın Korunması Fasıl 29: Gümrük Birliği Fasıl 30: Dış İlişkiler Fasıl 31: Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası Fasıl 32: Mali Kontrol Fasıl 33: Mali ve Bütçesel Hükümler Fasıl 34: Kurumlar Fasıl 35: Diğerler Konular Abdulhamit Çintan Abdülhamid Hamdi, (d. 1871, Diyarbakır - ö. 14 Mayıs 1928), Türk siyasetçi. Medrese mezunudur. Bürhanı Terakki İbtidaî Mektebi Başöğretmenliği, Askerî Rüştiye Farsça Öğretmenliği, İdadi Türkçe Öğretmenliği, Şer’iye Mahkemesi Başkâtipliği, Kadı Vekilliği, Sultânî ve Din Dersleri, Arapça, Farsça, Edebiyat, Felsefe ve Türkçe Öğretmenlikleri, Numune Mektebi Müdür Vekilliği, TBMM I.Dönem Diyarbekir Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve altı çocuk babasıdır. Yeşil Yol (film) Yeşil Yol (orijinal ismiyle The Green Mile) 1999 yapımı dram filmidir. Yönetmeni ve senaristi Frank Darabont'tur. Film Stephen King'in aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Film, En İyi Film Akademi Ödülü, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü, En İyi Uyarlama Senaryo Akademi Ödülü ve En İyi Özgün Müzik Akademi Ödülü'ne aday gösterilmiştir. Oldukça iri yarı biri adam olan John Coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahkûm olmuştur. Ürkütücü görünümünün aksine oldukça ince ve karmaşık bir iç dünyası olan Coffey, bazı doğaüstü güçlere sahiptir. Hapishanenin infaz odası baş gardiyanı Paul Edgecomb'un ona gerçekten suçlu olup olmadığını sorması ile birlikte aralarında bir diyalog başlar. Hasta olan Edgecomb'un Coffey'in güçleri sayesinde iyileşmesiyle olaylar gelişmeye başlar. Coffey, doğaüstü gücü sayesinde kendi içine çektiği hastalıkları ağzından serbest bırakarak hayatına devam edebilmektedir. Edgecomb'in, Coffey'in bu gücünün farkına varmasıyla Coffey'e olan düşünceleri tamamen değişmeye başlar. Coffey bu gücü sayesinde mucizeler yaratmaktadır ve Edgecomb bu mucizenin yaşamaya devam etmesi gerektiğini düşünmektedir.. Çekimlerin yapılacağı mekân olarak, şimdilerde artık kullanılmayan Tennessee Eyalet Hapishanesi karar kılınmıştır. İnfazların yapıldığı elektrikli sandalyenin tasarımı yapılırken New York`taki Sing Sing hapishanesindeki gerçeğinden yararlanmıştır. Film eleştirmenlerce iyi bir Stephen King romanı adaptasyonu olarak nitelendirilmiştir. Romandan çok az bir bölüm çıkarıldığından üç saatlik uzun bir film olmuştur. Film, IMDb'de (İnternet Film Veritabanı) Şubat 2014 itibarıyla yaklaşık  492.188 kişinin oyu ile 10 üzerinden 8,5 ortalama puanla en iyi 250 film listesinde 45. sıradadır. 1999 Akademi Ödülleri 2000 Saturn Ödülleri 2000 Broadcast Music IncorporatedFilm & TV Awards 2000 Black Reel Ödülleri 2000 Blockbuster Entertainment Awards 2000 Bram Stoker Awards 2000Broadcast Film Critics Association Awards 2000 Chicago Film Critics Association Awards 2000 Directors Guild of America 2000 Golden Globe Awards 2000 NAACP Image Awards 2000 MTV Movie Awards 2000 Motion Picture Sound Editors (Golden Reel Awards) 2000 People's Choice Awards 2001 Science Fiction and Fantasy Writers of America (Nebula Award) 2000 Screen Actors Guild Awards Kordovalı Fatma Kordovalı Fatma ünlü sufi Muhyiddin Arabi'nin hocalarından biri olan sufi şahsiyet. İspanya'nın Kordova bölgesinde yaşadı. Arabi, kendisi için içinde ölünceye kadar yaşayacağı bir kulübeyi bizzat inşa etmişti. Onun kendisine 'Ben senin manevi annen ve dünyevi annenin nuruyum.' dediğini ve Arabi'nin öz annesinin kendisini ziyaretinde Fatma'nın ona 'Ey nur, bu benim oğlum ve o senin baban o yüzden ona hoş davran onu üzme' dediğini aktarır. İbn Arabi onu şu ifadelerl
e anlatır; "Tanrı'nın Kordova'lı Fatime bint Ibn el-Musenna adında sevgili kullarından biri ve bir arife mürit olarak hizmet ettim. Doksanbeş yaşından fazlaydı ve ben de kendisine bir süre hizmet ettim..." Arabi'nin bir sorusuna şu şekilde karşılık vermişti; 'Bana dönen ve beni evliyaları arasına katan, beni kendi amaçları için kullanan rabbimden hoşnutum. İnsanlar arasından seçtiği ben kimim ki? O, beni sakınır zira ne zaman akılsızlık edip Ondan başka bir şeyle ilgilenmeye kalkışırsam bana bazı sıkıntılar gönderir.' Letaif Letaif. Arapça Latife'nin çoğulu. Latifeler anlamına gelir. İnsan on latifeden (letaif-i aşara) meydana gelmiştir: Kalp, Ruh, Sır, Hafi, Ahfa; Nefs, ateş, hava, su ve toprak.. Bunlardan ilk beşi (letaif-i hamse) âlem-i emirden, son beşi de âlem-i halktandır. Bunlardan ilk altısına letaif-i sitte (altı latife), son dördüne cesed veya dört unsur (anasır-ı erbaa) adı da verilir. Letaif-i sitte ve cesede toplu olarak letaif-i seb'a (yedi latife) de denir. Kalp sol, ruh sağ memenin iki parmak altında; sır sol, hafi sağ memenin iki parmak üstünde; ahfa göğsün ortasında; nefs alnın ortasında; dört unsur ise cesede dağılmış olarak bulunur. Allah Teala insanın cesedini yaratmış ve diğer latifeleri bedendeki yerleriyle irtibatlandırmıştır. Seyr u sulûk sırasında âlem-i emirden olan beş latife imkân dairesi, velayet-i sugra ve velayet-i kübranın ilk kısmı olan akrebiyyet dairesi'nde; nefs velayet-i kübranın iki, üç ve dördüncü kısımları olan muhabbet daireleri'nde; ateş, hava ve su unsurları (anasır-ı selase, üç unsur) velayet-i ulya'da, toprak unsuru ise kemalat-ı nübüvvet'te muamele görür. On latife, tasfiye ve tezkiyelerinden sonra bir araya toplanırlar ve hey'et-i vahdaniyye ismini alırlar. Kemalat-ı risalet mertebesinden itibaren seyr u sulûkun sonuna kadar feyzin geldiği yer hey'et-i vahdaniyye'dir. Nefsin yedi mertebesi vardır: Emmare, Levvame, Mülheme, Mutmainne, Raziyye, Marziyye, Safiyye (Kamile)... Nakşibendî tarikatında nefsin mertebeleri icmalî olarak nefs-i emmare ve nefs-i mutmainne biçiminde ele alınır. Nefsin itminana ermesi velayet-i kübra'da, Rıza makamı'nın elde edilmesiyle olur. Nefs-i emmare sahibinde akıl, akl-ı meaş iken, nefs-i mutmainne'de akl-ı mead olur. Vila Real de Santo António Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Vila do Bispo Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Tavira Tavira belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesindeki belediyelerinden biridir. Belediyede 9 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Silves Belediyede 8 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. São Brás de Alportel Belediyede 1 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Portimão Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Olhão Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Monchique Monchique belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Loulé Loulé belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 11 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Lagos, Portekiz Lagos belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Adı Portekizce’de “göller” anlamına gelen şehir Avrupa’nın en güneybatısındaki Sagres Burnu’nun 35 km. doğusunda yer alır. 2000 yıldan önce Keltler tarafından Lacobriga adıyla kurulmuştur. Daha sonra Fenikeliler, Kartacalılar ve Romalılar tarafından yönetilen kent, MÖ 79'da Lusitanyalıların desteklediği asi Romalı general Quintus Sertorius'un Hispania Ulterior (Uzak İspanya) valisi Quintus Caecilius Metellus Pius'un ordusunu yendiği çarpışmaya sahne oldu. Lacobriga MS 27'de Lusitania eyaletine bağlandı. 409'da Alanlar tarafından istila edilen kent, 426'da Süevler'in, 456'da Vizigotlar'ın eline geçti ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun eline geçtiği 552-571 arası hariç 713 yılına kadar onların elinde kaldı. 713 yılında Emeviler'in eline geçen ve Zawaiya (Arapça Göl) adını alan kent, 750'de Endülüs Emeviler'in eline geçti. Bu devletin 1031'de parçalanmasından önce 1027'de Şilb (Bugün Silves) Emirliği'ne, 1051'de İşbilye (Bugün Sevilla) Emirliği'ne, 1091'de Muarabıtlar'a, 1144'te yeniden bağımsızlığını kazanan Şilb Emirliği'ne, 1155'te Muvahhidler'e bağlandı. Sonunda 1241'de Portekiz'in eline geçti. Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Lagoa Lagoa belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Faro Faro belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Roma İmparatorluğu zamanında Ossonoba adı verilen Faro şehri MÖ 8. yüzyılda Fenikeliler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulmuştur. 711-1272 arasındaki Arap egemenliği döneminde önce 9. yüzyıla kadar "Santa Maria", sonra "Harun" adını taşımaktaydı. Şimdiki adı da Harun'dan türemiştir. Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Castro Marim Castro Marim belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Aljezur Aljezur belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Alcoutim Alcoutim belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Albufeira Albufeira belediyesi, Portekiz'in Algarve bölgesinin belediyelerinden biridir. Adı Arapça el buhera ("deniz kalesi") sözünden gelir. Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Slavoj Žižek Slavoj Žižek (Okunuşu: Slavoy Jijek) (d. 21 Mart 1949 Ljubljana, Slovenya) Sloven Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni. Ljubljana, Slovenya'da (o tarihte Yugoslavya'nın bir parçasıydı) doğdu. Felsefe doktorasını Ljubljana'da aldı ve Paris Üniversitesi'nde Psikanaliz eğitimi gördü. Batı ülkeleri tarafından saygı görmesinden ötürü sosyalist Yugoslavya'da fazla baskıya maruz kalmadığını belirtmektedir. 1990 yılında Slovenya Cumhuriyeti Başkanlığı için Slovenya Liberal Demokrat Partisi'nin adayıydı. Žižek popüler kültürün yeniden okunmasında Jacques Lacan'ın çalışmalarını kullanmasıyla ünlüdür. Şu konuları da içeren sayısız konuda yazmaktadır; ideoloji, köktendincilik, hoşgörü, politik doğruluk, küreselleşme, öznellik, insan hakları, Lenin, mit, internet, postmodernizm, çokkültürlülük, post-marksizm, David Lynch ve Alfred Hitchcock. Düşünürün sevdiği ve önerdiği filmler Hero'dan Korkunç Ivan'a kadar çeşitlilik göstermektedir. Çağdaş felsefenin görmezden gelinemeyecek önemli bir ismidir. Žižek Sosyoloji Enstitüsü, Ljubljana Üniversitesi, Slovenya'da uzman araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda, burada sıralanan üniversitelerin yanı sıra başka üniversitelerde de misafir profesör olarak ders vermektedir: The University of Chicago, Columbia, London Consortium, Princeton, The New School, The European Graduate School, The University of Minnesota, The University of California, Irvine and The University of Michigan. Bugünlerde Birkbeck Institute for the Humanities Birkbeck, Londra Universitesi'nde uluslararası yönetici olarak çalışmaktadır. Žižek 2004 yılında 26 yaşındaki Arjantinli model Analia Hounie ile ikinci evliliğini yaptı, daha önce Renata Salecl ile evliydi. Žižek mesleğinin başlangıcında 1970'lerin Yugoslavya'sının politik ortamında engellendi. 1975'te master tezinin siyasi açıdan şüpheli görülmesinden sonra Ljubljana Üniversitesi'nde bir yer sahibi olması önlendi. Takip eden yıllarda Yugoslavya Ordusu'nda görev aldı ve sonunda Jacques Lacan'ın psikonalitik teorisine dönük kuramsal odaklanmaları olan bir grup Slovenyalı bilgin ile yakınlaştı. Žižek'in büyük bir sosyal kuramcı olarak uluslararası tanınması 1989'da İngilizce basılan ilk kitabı "The Sublime Object of Ideology"'ye kadar sürdü. Žižek'in en dünya çapında en çok tartışılan kitabı "The Ticklish Subject" (1999), onu açıkça dekonstrüksiyonizmcilerin, Heideggercilerin, Habermascıların, bilişsel işlemlerle uğraşan bilimadamlarının, feministlerin ve Žižek'in New Age "obskürantizmciler" olarak tanımladıklarının karşısına koyar. Žižek'in çalışma ve düşünceleri belirlemedeki sorunlardan birisi onun kuramsal konumunu çok sık olarak kitapları arasında, hatta bazen aynı kitabın farklı sayfalarında değiştirmesidir (mesela, Lacan'ın yapısalcı mı yoksa post-yapısalcı mı olduğu konusunda). Bu nedenle onu eleştiren bazı kişiler, onu tutarsızlık ve entelektüel düzey eksikliği ile suçlamaktadır. Ne var ki Ian Parker herhangi bir "Žižekyen" felsefe sistemi bulunmadığını öne sürmektedir çünkü Žižek, bütün tutarsızlığıyla beraber, bize, bizim bir tek yazardan neyi almak ve onda neye inanmak istediğimiz konusunda daha derinlemesine düşünmemiz konusunda yardımcı olmaya çalışıyor.(Parker, 2004) Aslında, Žižek'in kendisi, bir felsefecinin tavrının, bizim kendi ideolojik ön kabullerimizi sorgulamak yerine bize dünyayı anlatan Büyük Öteki gibi davranmak olmaması gerektiğini tartışarak, Jacques Lacan'ın kendi kuramlarını sürekli yenilemesini savunmaktadır. Žižek için felsefeci, soruları yanıtlamaya çalışan birisinden daha çok, eleştiren birisidir. En son olarak Žižek Abercrombie & Fitch için hazırlanan bir katalogda yer alan Bruce Weber'in fotoğraflarına eşlik edecek bir metin yazdı. Büyük bir entelektüelin reklam metni yazmasının uygun olup olmadığı sorulduğunda, Žižek Boston Globe'a şunları söyledi: "Eğer para kazanmak için bu tür işler yapmak veya tam zamanlı çalışan Amerikalı bir akademisyen olarak imtiyazlı bir yer kapmak için kıç öpmek zorunda kalmak arasında bir seçim yapmam istenseydi böyle yerlerde yazı yazmayı seçmekten zevk alırdım!" Kendisine dönük ters ifadelerden utanmayan ateşli ve renkli bir öğretim üyesi olarak kabul edilmektedir. Üç bölümden oluşan 'The Pervert's Guide to Cinema' belgeseli İngiltere kanalı More4'da Temmuz 2006'da yayınlandı. Žižek'in ideolojisi şahsına özgü
bir materyalizmdir. Diyalektik materyalizm geleneği içinde kuram oluştururken, düşüncenin varolan sistemleri içerisindeki devamsızlıkları ve çelişkilerine vurgu yaparak, ontoloji ve epistemolojinin çağdaş kuramlarıyla bağlantılar kurar. Deleuze ve Alain Badiou gibi, Žižek hem bilincin materyalist temeline hem de düşüncenin 'özerklik ve yararlılığına' sahip çıkan bir kuram dile getirir. Žižek'in son kitabı, "The Parallax View", şimdiye kadarki en derin ontolojik yorumlama çalışmasıdır. Žižek ontolojinin farklı yüzlerinin idealist ve materyalist anlamlandırmalar açısından karşılaştırmalarını yapmaktadır. İdealizm ve materyalizm arasında bu anlamdaki karşılaştırmalardan biri, idealizmin 'her şey'i kuramsallaştırdığına dair iddia edilen yeteneği ile materyalizmin görünüşte 'her şey'in gerçekte 'her şey olmayan' olduğu şeklindeki anlamlandırmasının arasında Lacancı terimlerle ifade edilir. Žižek’in idealizm ve materyalizm arasında karşılaştırma yapma tutkusu onun kendi çalışmasını paradoksal terimler içerecek şekilde tanımlamasına neden olur: “Materyalist Teoloji”. Teolojisi, materyalizmi gibi kendine özgüdür. Žižek, gerçekte gerçekliğin temelde açık olduğunu ve materyalist “minicik bir fark” olduğunu ileri sürer, ontolojik açıdan, bir indirgemeci fiziksel işlemi tanımlaması ile bir insanın varoluş deneyimi arasında gerçeklikte görünen fark insan hayatının gerçeği ve ontolojinin kuramsallaştırmaya çalışması gereken en önemli alandır. Tüm insancıl Hristiyan teolojisi ile denkleştirdiği bu alan radikal bir şüphe üstüne oturtulmuştur. Žižek, olumsuz ve sınırlandırıcı "düşünen şey" ifadesi ile farkı Freudçu ölüm içgüdüsü (tanatos) ile denkleştirir. Biyolojik psikoloji bir gün bir insanın beyninin tam bir modelini yapabilecek olsa da, hâlâ geride açıklanamayan bir şey kalmış olacak, ve bu şey doğrudan Freudçu ölüm içgüdüsü ile ilişkili olacak. Žižek'e göre bu rolü üstlenenin, zevk ilkesi değil de ölüm içgüdüsü olduğunu belirtmek önemli. Temsil edilemeyen bütünlük üzerinde kırılmalar ve kararlar öneren bilincin olumsuz yüzü vurgulanır. Žižek bilincin opak olduğu gerçeğine işaret eder. Bilincin temel özelliklerinden biri, bir şeyin gerçekten bilinçli mi yoksa sadece bir taklit mi olduğunu asla bilemeycek olmanızdır. Žižek Lacan'ı şunları belirterek eleştirir: "Ne yazık ki Lacan çok hızlı bir şekilde öz-bilinçlilik ile öz-saydamlığı özdeşleştirir, Alman İdealizmi'ndeki öz-bilinçlilik nosyonunun en önemli şartı insanın kendisine çok zor ulaştığı/hatta ulaşamadığıdır. Bu olumlu bir ontolojik şarttır." Žižek'in metafiziği, önemli bir noktaya kadar anti-metafiziktir, çünkü 'her şey'i kuramsallaştırmanın saçma olduğuna inanmaktadır, çünkü daima kuramsallaştırılamayan bir şeyler kalacaktır. Bu Lacan'cı terimlerle 'sembolik' ve 'gerçek' arasındaki ilişkinin terimleri ile açıklanabilir. Žižek'e göre, bir insanı çeşitli yollarla gözlemleyebiliriz ancak bu yollar eş zamanlı varolmaz. Mesela, bir insanı ya kendi iradesi olan etik bir varlık olarak ya da güdülere dayanan biyolojik bir yaratık olarak görebiliriz ama ikisi birden değil. Bunlar 'gerçeğin' 'sembolik' tercümeleri, tanım ile tam olarak anlaşılamayacak 'her şey olmayan'ı anlamak için dili kullanma yollarıdır. Žižek'e göre, ne var ki 'gerçek' sizin ona nasıl bakmaya karar verdiğinize bağlı olmayan farklı yollarda analaşılan bir şey değildir (etik bir varlık olarak insan biyolojik bir varlık olarak insana karşı mücadele verir); 'gerçek' bunun yerine daha üstün bir noktadan başka bir noktaya hareket etmektir - "The Parallax View"'da belirtildiği gibi. Kendisinin sıklıkla eleştirdiği postmodern kuramcıların tersine, Žižek, kendi iç öznelliklerine işaret eden ölçülemez diskurlar boyunca doğrudan bir ontolojik kesinin bulunduğunu iddia ederek görecelik konusunu açıklamaktan kendini kurtarır. Bu 'gerçeğin' çeşitli 'sembolik' tercümeleri olmasına rağmen, hepsi göreceli olarak "doğru" değildir. 'Gerçek', çelişkilerin birbiri içinden geçmesi işleminde ortaya çıkar; veya gerçek "minik bir farktır", indirgemeci materyalizmin sonsuz kararları ile yaşanan deneyim arasındaki fark. Bilinçdışı, bir dil gibi yapılandığı için ("comme une langue"), bu kendisini iki durumda tutkuya doğru yönlendirecektir: Birincisi, Lacan'ın XI.ci Seminer'inde tutkunun "hedefi" olarak adlandırılan tutku nesneleri ve bilinçdışı, veya tutkunun "amacı" olarak adlandırılan kendi içinde tutkunun mekanizması ve Lacan'ın kendisi tutkunun işleyişinde bunu daha önemli bir durum olarak düşünmüştü. Samsun Samsun, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on altıncı şehri. Karadeniz Bölgesi'nin Orta Karadeniz Bölümü'nde yer alır ve bölgenin en kalabalık şehridir. On yedi ilçesi bulunan Samsun'un genel yönetimi büyükşehir belediyesi ve valilik tarafından sağlanmaktadır. Kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Ordu, güneyinde Tokat ve Amasya, batısında ise Çorum ve Sinop illeri ile çevrilidir. Karadeniz Bölgesi'nin eğitim, sağlık, sanayi, ticaret, ulaşım ve ekonomi açılarından en gelişmiş şehri olan Samsun kalkınmada birinci derecede öncelikli yörelerden olup "Karadeniz'in Başkenti" ve "Atatürk'ün Şehri" olarak tanıtılmaktadır. Karayollarıyla Karadeniz Bölgesi'ni İç Anadolu Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi'ne bağlayan Samsun aynı zamanda bir liman şehridir ve geniş hinterlandı ile bir lojistik merkezidir. Yerleşim geçmişi MÖ 60.000 yılına dek uzanan Samsun'a yerleşen ilk topluluk MÖ 5000-3500 arasında buraya gelen Kaşkalardır. Kaşkaların ardından Hitit dönemini yaşayan şehir MÖ 1182 ile MÖ 546 yılları arasında sürekli el değiştirmiş ve bu yıldan itibaren Pers hakimiyetine girmiştir. Perslerin ardından Pontus, Roma, Bizans egemenliği gören Samsun bunların ardından bir Ceneviz kolonisi haline gelmiştir. Bu dönemde Danişmendliler Beyliği tarafından kuşatılan Samsun alınamamış ve şehrin hemen yanına "Müslüman Samsun" adıyla yeni bir şehir kurulmuştur. I. Mehmed dönemine dek iki Samsun şehri de varlığını sürdürmüş, bu dönemde her iki şehir de Osmanlı Devleti topraklarına katılarak birleştirilmiştir. 1422-1428 yılları arasında Osmanlı hakimiyetinden çıkan Samsun tekrar Osmanlı toprağı olmuş ve 1923 yılında Türkiye Cumhuriyetinin ilanına dek bu durumunu sürdürmüştür. Türkiye'nin kurulmasına dek uzanan ve 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışıyla başlayan sürecin başlangıç durağı olması nedeniyle özel bir konumu bulunan Samsun "19 Mayıs Kenti" olarak anılmakta ve 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'na ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca 1938 yılında resmî bayram ilan edilen 19 Mayıs günü 1926 yılından beri Samsun'da "Gazi Günü" adıyla kutlanmaktaydı. Mustafa Kemal Atatürk de 19 Mayıs'a verdiği önemi o günü doğum günü olarak kabul ederek göstermiştir. Şehir, Strabon'un aktardığına göre Hititler döneminde Eneti adını taşımaktaydı. MÖ yaklaşık 670 yılında ise Miletlilerin geldiği bölgeye Peiraieus adı verilmiştir. Yapılan arkeolojik kazılarda bu döneme ait bir tarafında puhu bir tarafında da Peiraieus yazısı bulunan sikkeler bulunmuştur. Daha sonraları ne koşullarda olduğu bilinmemekle birlikte şehir Αμισός (ΑΜΙΣΟΣ) yani Amisos adını almıştır. Bu ismin Grekçeden geldiği ileri sürülse de kelimenin aslının Anadolu menşeli Palaca olduğu ve Hamis (ya da Hamist) kökenine dayandığı düşünülmektedir. Pontus Krallığı döneminde ismini koruyan şehir Romalılar tarafından Missos (kimi kaynaklarda Gnaeus Pompeius Magnus tarafından Pompeiopolis adı verildiği de savunulmaktadır), Bizans İmparatorluğu tarafından Aminsos olarak adlandırılsa da Amisos adı yaygın olarak kullanılmaya devam etmiştir. Grekçede omega yerine omikron ile yazılan şehrin ismi iki harf arasındaki benzerlikler nedeniyle Latin alfabesine çeviride Amisus şeklinde de okunabildiğinden dönemin Roma kaynaklarında hem Amisos hem de Amisus şeklinde kullanımlara rastlanmaktadır. 1100'lü yılların ilk çeyreğinde Melik Gazi tarafından Amisos'un yanına yeni bir şehir kurulmuş ve Türk akıncıları yeni kurulan kente kendi aralarında "Amisos'un yanındaki şehir" anlamına gelen İsamisos adını vermişlerdir. 1200'lü yılların ilk çeyreğinde Cenevizlilerin yerleştiği Amisos'un ismi tekrar değişmiş ve çeşitli kaynaklara göre Amisum, İs Amisum, Simisso, Sinuso ya da Semiso isimlerinden birini almıştır. Aynı dönemlerde şehrin ismi Türkler tarafından صاميسون şeklinde yazılmaya ve Samisun şeklinde söylenmeye başlamıştır. İbn Bîbî'nin "el-Evâmirü'l-Alâiyye fi'l-umûri'l-Alâiyye"sinde, Kerimüddin Mahmud-i Aksarayî'nin kaleme aldığı "Müsâmeretü'l-Ahbâr"da ve erken dönem Osmanlı tarihçilerinden Şükrullâh'ın "Behcetü't Tevârîh" ile Tevki'i Mehmet Paşa'nın "Risale-i Selatini Osmaniyye" adlı eserlerinde kentin ismi Samisun şeklinde geçmektedir. Kentin adını صامسون yani Samsun şeklinde yazıp okuyan ilk kişi Endülüs Emevî coğrafyacı ve gezgin İbn Said'dir. Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud ve İlhanlı Hükümdarı Olcaytu adına basılmış sikkelerde de yer alan Samsun sözcüğü bu sikkelerde İbn Said'in yazdığı gibi yazılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun neredeyse tüm dönemlerinde şehrin adı صامسون Samsun olarak yazılmıştır. Özellikle de Osmanlı tarihçileri Hoca Sadeddin Efendi ve Cenâbî Mustafa Efendi ile bundan sonra gelenler arasında bu yazım esas alınmıştır. Erken Osmanlı döneminde ise farklı kullanımlar vardı. Şehrin adı ilk Osmanlı tarihçilerinden Neşrî'nin "Kitab-ı Cihannüma" adlı eserinde hem صامسون Samsun hem de صمسون Smsun, Ahmedî'nin "İskendernâme"sinde heceleri ayrı şekilde صام سون Sam Sun, Oruç Bey'in "Tevârîh-i Âl-i Osman"ında ise hem صمسون Smsun hem de صام سون Sam Sun şeklinde geçmektedir. Samsun isminin kökeninin İbraniceden ve Osmanlı Türkçesinden geldiği hakkında iki farklı görüş vardır. İsmin İbranice kökenli olduğunu savunan görüşe göre İbrani lideri Samson, Karadeniz kıyılarına kadar gelip bir kent kurmuş ve kente kendi ismini vermiştir. Diğer bir görüşe göre ise isim Sam'dan gelmektedir. Bu iki görüş de kanıtlanamamıştır. İsmin Türkçe olduğunu savunan görüşe göre ise isim Osmanlı Türkçesindeki köpek anlamına gelen kelimeden türemiştir. "Kamûs-ı Türkî"de yazılışı صكسون yani sn
sun olarak gösterilen kelimenin anlamı iri köpek olarak verilmektedir. Yine "Kamûs-ı Türkî"de bulunan صكسونجو yani snsuncu ise kavga köpeklerini idare eden askerî birim anlamına gelmektedir. Joseph von Hammer-Purgstall'ın "Devlet-i Osmâniye Tarihi" eserinde ise II. Bayezid döneminde Osmanlı ordusunda zağarcılar gibi samsuncular adıyla bir avlanma birimi bulunduğu yazmaktadır. Ayrıca I. Süleyman döneminde İstanbul'da Samsun hane mesiresi adında bir mesire yeri olduğu da bilinmektedir. Fakat Samsun ile snsun, samsuncular ya da Samsun hane mesiresi arasında bir bağ olduğu ve ismin buradan türediğine dair bir kanıt bulunmamaktadır. Samsun'daki yerleşim geçmişi Eski Taş Çağına dek uzanmaktadır. Tekkeköy Mağaralarında keşfedilen ve MÖ 60000 ile MÖ 15000 yılları arasına tarihlendirilen katman şimdiye dek keşfedilen en eski yerleşimdir. Mağara yerleşiminde yaşayan bu insanlar topluluk bilinci gelişmemiş ve henüz üretici pozisyonuna geçmemişlerdi. Karanlık çağların ardından MÖ 5000-3000 yılları arasında Anadolu'ya gelen Hattilerin bir kolu olduğu sanılan Kaşkalar, MÖ 3500'lü yıllarda Samsun'un 3 kilometre doğusunda Mert Irmağı kenarında günümüzde Dündartepe Höyüğü'nün bulunduğu yerde bir site oluşturmuşlardır. 15 metre yüksekliğinde, 200 metre genişliğinde ve uzunluğunda olan höyüğün kazıları sırasında en eski yerleşimin Bakır Çağına ait olduğu saptanmıştır. Tekkeköy Irmağı kenarında keşfedilen bir yerleşim yerindeki kazılar ise bu yerleşimin Geç Bakır Çağı ile Tunç Çağı özelliklerini taşıdığını, yerleşimde yaşayanların avcılık toplayıcılık ile geçinip Taş Devri aletlerini kullandığını göstermiştir ve yerleşimde herhangi bir yapıya rastlanmamıştır. Dündartepe Höyüğü ve Tekkeköy yerleşiminin yanı sıra kent çevresinde yer alan Kale Doruğu Höyüğü ve İkiztepe Höyüğü kazılarında bu yerleşimlerin köy tipinde olduğu ve küçük topluluklar tarafından kurulduğu belirlenmiştir. Ahşap evlerde oturan bu halkların avcılık, hayvancılık ve balıkçılık yaparak geçindiği, kumaş ve deri işleyebildiği, bakırdan alet, silah ve takı yapabildikleri saptanmıştır. Ayrıca yerleşim yerinin dışında keşfedilen mezarlıklarda yapılan incelemeler ölülerin kullandıkları eşyalarla birlikte gömüldüğünü ortaya çıkarmıştır. İkiztepe mezarlarında yapılan incelemeler burada yaşayan halkın Kuzey Karadeniz, Romanya, Bulgaristan ve Kafkas kıyılarında bulunan halklarla ırkdaş olduğunu kanıtlamıştır. Kent, Kaşkaların ardından I. Murşili tarafından fethedilerek Hitit Krallığı topraklarına katılmıştır. Hitit döneminde özel bir durumu olmayan yerleşim yerine o dönem Eneti adı verilmiştir. Modern tarihçilikte varlıkları tartışmalı olsa da Amazonların Kuzey Anadolu'da yaşadıkları sanılmaktadır. Antik Çağ oyun yazarı Eshilos Amazonların Termodon kıyısındaki Temiskira köyünde yaşadıklarını ve erkeklerden nefret ettiklerini, tarihçi Heredot Amazonların İskit topraklarına uzanan macerasını, Diodorus ise Amazonların iyi ok atabilmek amacıyla tek göğüslerini kestiklerini aktarmaktadır. Amazonların hangi tarihte Samsun çevresine yerleştikleri bilinmemektedir. Sadece kadınlardan oluşan bir topluluk olan Amazonlar bahçıvanlığı, biniciliği ve savaşçılığı biliyorlardı. Platon ve Sokrates'in aktardıklarına göre zamanla Batı Anadolu'ya doğru yayılmış ve Atina önlerine kadar gelmişlerdir. Herodot'un aktardıklarına göre Atina'dan dönmekte iken Amazon gemilerinin erkek gemicileri Atinalılar tarafından öldürülmüş, gemiciliği bilmeyen Amazonlar kaçarken açık denizde ölmüş ve ülkeleri de yerli kavimler tarafından işgal edilmiştir. Kent, MÖ yaklaşık 1182'de Hitit İmparatorluğunun çöküşünü takiben Frigler tarafından ele geçirilmiş ve tahrip edilmiştir. Aynı dönemde Kimmerler de Doğu Karadeniz'de yer alan kentleri yakıp yıkmışlardır. Lidya Kralı Giges Kimmerleri yenilgiye uğratıp bölgeden kovmuştur fakat bu dönemde Samsun harabe haline dönmüştür. Bunun üzerine eski kentin güneybatısına yeni bir yerleşim kurulmuştur fakat kimler tarafından ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. MÖ 562 yılında Miletli denizciler ve göçmenler şehre yerleşmiş ve bir koloni kurmuşlardır. MÖ 546'da ise Lidya Kralı Krezüs ile Ahameniş İmparatoru II. Kiros arasında geçen savaş sonrası şehir Pers hakimiyetine girmiştir. Ahameniş İmparatorluğunu yeniden örgütlemeye girişen I. Darius döneminde Samsun, Kapadokya Satraplığının hakimiyet bölgesi içine alınmış ve tiran unvanı taşıyan askerî valiler tarafından yönetilmeye başlanmıştır. MÖ 331 yılında III. Aleksandros'un Persleri Gaugamela Savaşı'nda yenilgiye uğratıp Ahameniş İmparatorluğunu Makedonya topraklarına katmasıyla birlikte Samsun da Makedon hakimiyetine girmiş, böylece kentte askerî temelli bir yönetim anlayışından tekrar demokratik yönetime dönülmüştür. Bu dönemden itibaren şehir o döneme kadar Anadolu'nun kuzeyindeki en önemli liman şehri olan Sinope'nin bu üstünlüğünü eline geçirmeye başlamış ve Orta Asya'dan uzanan önemli bir ticaret yolu buraya bağlanır hale gelmiştir. III. Aleksandros'un ölümüyle birlikte zayıflayan ve parçalanan Makedonya'dan bağımsızlığını ilan eden bölgelerden biri de I. Mitridat Ktistes liderliğinde Pontus Krallığı olmuş, Samsun da krallığın toprakları içerisinde yer almıştır. Kral olduktan sonra önemli atılımlar yapan ve Kırım'a kadar krallık topraklarını genişleten VI. Mitridat, MÖ 85 yılında Roma Cumhuriyetine saldırmış, savaş yirmi beş yıl sürmüştür. VI. Mitridat bu dönemde tanınmış Romalı generallerden Lucius Cornelius Sulla, Lucius Licinius Lucullus ve Gnaeus Pompeius Magnus'a karşı zaferler kazanmıştır. MÖ 63 yılında Lucullus lejyonlarıyla Samsun, Sinop ve Trabzon'u ele geçirmiş, Pompeius ise VI. Mitridat üzerine yürümüş ve kesin bir zafer kazanmıştır. Oğlunun kral naibi olduğu Kırım'a kaçan VI. Mitridat oğlu tarafından ihanete uğramış, zehir içerek intihar etmek istediyse de zehire olan bağışıklığı sebebiyle ölmemiştir. Bunun üzerine kendi isteğiyle sadık bir askeri tarafından hançerlenerek öldürülmüştür. Babası VI. Mitridat'a ihanet eden II. Farnekes bunun karşılığında "Roma'nın dostu ve müttefiki" sıfatıyla Pontus kralı ilan edilmiş ve krallık vasal bir Roma krallığı olarak yaşamaya devam etmiştir. Amisos MÖ 63-59 yılları arasında Roma'nın Pontus vilayetine bağlı kalmış, ancak Gnaeus Pompeius Magnus ve Jül Sezar'ın arasındaki çekişmeyi fırsat bilen II. Farnekes Kırım'dan gelerek Samsun'u kuşatmış, Roma'ya sadık kalmak isteyen kent dirense de düşmüş ve halk Pontus ordusunca kılıçtan geçirilmiştir. Bir yıl sonra Zela Muharebesi'nde Sezar komutanlığındaki Roma ordusu II. Farnekes'in komutasındaki Pontus ordusu ile karşı karşıya gelmiş, savaştan zaferle çıkan Sezar ünlü "veni, vidi, vici" sözünü yazdığı bir mektubu başkent Roma'ya göndermiştir. Samsun ise Roma Cumhuriyetine olan bağlılığından dolayı hür şehir olarak tanımlanmış ve vergiden bağımsız, kendi kendini yöneten bir kent olarak Roma Cumhuriyetine bağlanmıştır. Jül Sezar'ın suikaste uğramasının ardından kurulan ikinci triumvirlik döneminde Sezar karşıtı olan Marcus Antonius tarafından Sezar'a bağlılığı halen devam eden Samsun'a Straton adında zalim bir komutan vali olarak atanmıştır. Aktium Muharebesi'nde Antonius'un yaşadığı hezimet ve intiharından sonra ilk Roma imparatoru olarak tahta çıkan Sezar'ın yeğeni ve evlatlığı Caesar Divi Filius Augustus tarafından Samsun'a eski durumu iade edilmiş ve tekrar serbest şehir olarak tanımlanmıştır. Önceleri Bitinya eyaletine bağlı olan şehir sonraları Galatya eyaletine bağlanmıştır. 111-113 yılları arasında Samsun valisi olan olan Pline'in imparator Trajan'a yazdığı mektuptan şehrin yerel bir meclis tarafından kendi yasalarıyla yönetildiği öğrenilmektedir. Fakat başkent Roma'dan gelen emirler ne olursa olsun yerine getirilmek zorundaydı. 2. yüzyılın sonlarından itibaren şehir özel durumunu yavaş yavaş kaybetmiş ve merkezî yönetime daha bağlı bir yönetim anlayışı hakim olmaya başlamıştır. Roma İmparatorluğunun 395'te bölünmesiyle birlikte doğu topraklarına hükmeden Bizans İmparatorluğunun hakimiyet bölgesinde kalan Samsun önceleri Helenopontus eyaletine, I. Justinianus dönemiyle birlikte de Armeniak bölgesine bağlanmıştır. Ayrıca şehir bir piskoposluk merkezi haline getirilmiştir. Bir ara Mutasım'ın emriyle 863 yılında Malatya Emiri Ömer bin Abdullah şehri ele geçirilip yağmalasa da şehir tekrar Bizans hakimiyetine girmiştir. Şehir 14. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Ceneviz Cumhuriyeti egemenliğine geçse de bu durum savaşla değil Bizans'ın Ceneviz ile yaptığı anlaşmalar sonucu kentin boşaltılmasıyla gerçekleşmiştir. Bu dönemde kent bir ticaret kolonisi olarak yaşamaya devam etmiştir. Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında Anadolu'ya giriş yapan Türk ailelerinden olan Danişmendliler Orta Karadeniz'e doğru akınlar yapmaya başlamışlar ve Samsun'u da kuşatarak Danişmendliler Beyliğine dahil etmek isteseler de başarısız olmuşlardır. Bunun üzerine Melik Gazi mevcut kentin yanına yeni bir yerleşim daha kurmuş ve iki Samsun meydana gelmiştir. Müslüman halk arasında eski kente "gavur Samsun", yeni kente ise "Müslüman Samsun" denmekteydi. Samsun Kalesi'ni inşa eden Danişmendlilerin tahkim ettiği Samsun, II. Kılıç Arslan'ın son dönemlerinde Anadolu Selçuklu Devleti himayesine girmiştir. 1204'te Latin İmparatorluğunun kurulmasını takiben Konstantinopolis'ten kaçan Bizans soylularından I. Aleksios Komnenos doğuda Trabzon İmparatorluğunu, I. Theodoros Laskaris ise batıda İznik İmparatorluğunu kurmuştur. Kalan yerlerde ise Anadolu Selçuklu Devleti hakimiyeti devam etmekteydi. Bu dönemde eski Samsun'da Sava isminde Bizanslı eski bir vali bulunuyordu ve Ceneviz adına şehri idare ediyordu. I. Aleksios Komnenos her iki Samsun'u da fethetmesi için kardeşi David Komnenos'u göndermiş, bunun üzerinde Müslümanlar da Anadolu Selçuklu sultanından yardım istemişlerdir. 1206 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev Trabzon üzerine sefere çıkmıştır. 1228 yılında I. Andronikos Samsun ve Sinop limanlarını yağmalasa da I. Alâeddin Keykubad sefere çıkarak bölgede otoriteyi tekrar sağlamıştır. Bir hafta sürdükten sonra 3 Temmuz 1243'te sonlanan Kösedağ Muhar
ebesi sonucunda Moğol İmparatorluğuna bağlı bir devlet haline gelen Anadolu Selçuklu Devleti II. İzzeddin Keykavus, IV. Kılıç Arslan ve II. Alâeddin Keykubad'ın üçlü yönetimiyle yönetilmeye başlamıştır. Samsun II. Alâeddin Keykubad'ın yönetim bölgesi içerisinde yer almış, onun ölümünden sonra ise bölge IV. Kılıç Arslan'a kalmıştır. 1260 yılında Trabzon İmparatorluğu tarafından işgal edilen kent 1296'da Pervaneoğulları Beyi Muineddin Mesud tarafından yağmalanmış ve ele geçirilmiştir. Bu sırada Muineddin Mesud Cenevizliler tarafından kaçırılmış, şehrin yönetimi ise Moğollar tarafından gönderilen Mücireddin Emir Şah'a geçmiştir. Eski şehir ise hala Cenevizlilerin kontrolündeydi. Bu dönemde Trabzon'a alternatif önemli bir ticaret limanı olmaya başlamış ve hem Anadolu hem de Mezopotamya kervan yolları için önemli bir çıkış kapısı alternatifi olmuştur. 14. yüzyılın ortalarında Eretna Beyliğine geçen Samsun Alaeddin Eretna'nın ölümünden sonra Canik beylikleri arasında sık sık el değiştirmiştir. 1395 yılında Candaroğulları Beyliğinin elinde bulunan Samsun kısa bir süreliğine Osmanlı Devleti hakimiyetine girse de daha sonra Kubadoğulları Emirliği tarafından ele geçirilmiştir. 1398 yılında I. Bayezid, Kubadoğulları üzerine yürümüş ve Samsun'u Osmanlı topraklarına katmış, Bulgar çarının oğlu İskender'i vali tayin etmiştir. Hristiyanların bulunduğu eski Samsun'a ise Ceneviz ile barış içerisinde bulunulması nedeniyle dokunulmamıştır. 1402'de I. Bayezid'in Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilmesi sonrası Fetret Devri'ne giren Osmanlı Devletinin zayıflığından yararlanan Kubadoğulları tekrar Samsun'da hakimiyet kurmuşlardır. Timur'un atamasıyla Amasya çevresinde emirliğini ilan eden Mehmed Çelebi'yi tanımayan Kubadoğlu Ali Bey, Taceddinoğulları Beyliği üzerine yürüyerek Niksar'ı kuşatmıştır. Mehmed Çelebi ise Amasya'dan gelerek Kubadoğlu Ali Bey'i bozguna uğratmış ve Taşanoğlu Ahmed Bey'i Samsun valisi olarak atamıştır. 1414 yılına kadar Osmanlı himayesindeki Taşanoğulları Beyliği tarafından yönetilen Samsun, Kubadoğlu Ali Bey'in oğlu Kubadoğlu Cüneyd Bey tarafından kuşatılmış ve ele geçirilmiştir. Kubadoğlu Cüneyd Bey daha sonra Osmanlı padişahından af dilemiş, bunun üzerine vali olarak makamında bırakılmıştır. Kastamonu Emiri Celaleddin Bayezid'in oğlu Candaroğulları Beyi Hızır Bey, Kubadoğlu Cüneyd Bey'i öldürterek Samsun'u işgal etmiş, daha önce çelebi sanıyla anılan fakat padişah olunca I. Mehmed adıyla tahta oturan Osmanlı padişahı bölgenin tamamen devlete bağlanması için Biçeroğlu Hamza Bey'i görevlendirmiştir. Eski Samsun'a saldıran Biçeroğlu Hamza Bey, Cenevizlilerin kaleyi ateşe verip kaçmaları ile birlikte şehri savaşmadan ele geçirmiştir. Amasya Valisi Murad Çelebi ise Hızır Bey'in elinde bulunan Samsun'a yönelmiş, Hızır Bey kenti savaş yapmadan Osmanlılara teslim etmiştir. Böylece iki Samsun da Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. Samsun "Tâcü't-Tevârih"e göre 1419, Âşıkpaşazâde'nin "Tevârîh-i Âl-i Osman"ına ve Oruç Bey'in "Tevârîh-i Âl-i Osman"ına göre ise 1416 yılında Canik Sancağı adıyla Sivas Eyaletine bağlı olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. Mehmed Çelebi'nin padişah olmasından sonra Amasya valisi olan oğlu Murad Çelebi, II. Murad sanıyla 1421'de tahta çıkmıştır. II. Murad'ın ilk yıllarındaki saltanat kavgası dönemini fırsat bilen Türkmenler Tokat, Amasya, Artova ve Sinop'a saldırmışlar, Kubadoğlu Cüneyd Bey'in oğlu Canik Emiri Hüseyin Bey de karışıklıktan faydalanıp 1422'de Samsun'u ele geçirmiştir. Lala Yörgüç Paşa tarafından Amasya'ya çağrılan Türkmen liderlerinin kılıçtan geçirilmesi üzerine Hüseyin Bey bizzat Amasya'ya giderek teslim olmuştur. 1428'de Canik beylerinin elinden alınan Samsun, Lala Yörgüç Paşa'nın oğlu Hızır Bey'in yönetimine verilmiştir. Osmanlı egemenliğinde geçen 15, 16 ve 17. yüzyıllarda önemsiz bir iskele kenti olarak kalan Samsun, bu dönemlerde çevre bataklıklarda imal edilen kendir ve halatlar ile savaşlarda orduya erzak yardımı yapması dışında unutulmuş bir kent görünümündeydi. Bu nedenle de birçok kez eşkıya saldırılarına maruz kalmıştır. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım Hanlığı Osmanlı İmparatorluğunun elinden çıkınca şehrin ticareti de iyice gerilemiştir. Baba Zünnun İsyanı sırasında Samsun Beyi Mehmet Bey sağladığı başarılar nedeniyle yükselmiş ve Çaldıran Muharebesi'ndeki katkıları nedeniyle de paşa seviyesine yükselmiştir. Bu dönemde Sivas Vilayetine bağlı olan Samsun Trabzon Vilayetine bağlanmıştır. En zor dönemini 17. yüzyılda yaşayan şehir III. Mehmed döneminde Kazakların saldırısına uğramış, büyük zarar görmüştür. Zamanla halkın kenti terk etmesiyle Samsun, 1642 ve 1643 yıllarında köy düzeyine kadar inmiştir. 1774 yılında Canik muhassıllığına atanan Muhassıl Canikli Ali Paşa'nın ailesi 1808 yılına dek bölgeye hakim olmuştur. III. Selim'in son dönemlerinde muhassıl olarak atanan Hazinedar Süleyman Ağa'nın ailesi ise 19. yüzyıl ortalarına kadar Canik ve dolayısıyla Samsun'da söz sahibi olmuşlardır. Bu dönemden sonra ise Samsun'a mutasarrıflar atanmaya başlamıştır. Samsun'da görev yapan mutasarrıflar arasında Ziya Paşa da bulunmaktadır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren Samsun, tütün ekiminin yaygınlaşması ve buharlı gemi ticaretinin Karadeniz'de de başlaması ile tekrar gelişmeye başlamıştır. Şehrin ticarî ve ekonomik potansiyeli arttığı gibi nüfusu da gelişmiştir. Trabzon ve Ege kıyılarından Türklerin, İç Anadolu'daki Rumlar ile Ermenilerin ve Avrupalı tüccarların şehre yerleşmeye başlaması, Kafkasya göçmenlerinin Samsun'a yerleştirilmeleri gibi etmenler nüfus gelişiminde etkili olmuştur. Karadeniz kıyısının önemli transit limanlarından biri konumuna gelen Samsun zengin bir ticaret kenti görünümüne girmiş, 1869 yılında çıkan Büyük Yangın ile şehrin neredeyse tamamı yansa da Fransız bir mimara yaptırılan planlama neticesinde planlı bir şekilde yeniden imar edilmiştir. 1893 yılında yapılan nüfus sayımına göre Samsun'un nüfusu 67.624 idi. Nüfusun %49.4'ünü Müslümanlar, %48.6'sını Rumlar, kalan %2'yi ise Ermeni, Bulgar ve Yahudiler oluşturmaktaydı. 1870 yılında Savvas İyonnidis tarafından kaleme alınan "Pontus ve Trabzon Üzerine" isimli kitapta Megali İdea ülküsü anlatılmış, gerçekleştirme yolları olarak ise çetecilik faaliyetlerinden bahsedilmiştir. Megali İdea yolunda siyasî bir çözüm yolu olabileceği düşüncesi ise II. Meşrutiyet sonrası doğmuş, Birinci Balkan Savaşı sırasında gelişmiş, 1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla eyleme dönüşmüştür. İyonnidis'in bahsettiği çetecilik faaliyetlerine Samsun'da ilk defa Amasya Metropoliti Germanos Karavangelis'in 1908'de örgütlediği Rum çetelerinin faaliyetleriyle rastlanmaktadır. Rum çeteleri Samsun'da eylemlerde bulunmuş, Türk köylerine baskınlar yapmıştır. Rumlar yalnızca silahlı mücadeleye girmemiş, ekonomik alanda da çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Ekonomik açıdan güçlü olan Rumlar, dönemin Samsun Şehremini Papasoğlu Yorgaki Efendi'nin de desteğiyle çeşitli yollarla tütün tarlalarına el koymuş, satın almış ya da tefecilik yoluyla ele geçirmişlerdir. O dönem Samsun Şehremaneti Meclisi'nin yönetim kurulu 7 Rum, 1 Türk; Samsun Ticaret Odası'nın yönetim kurulu 4 Rum, 3 Ermeni, 1 Türk; Samsun Ziraat Meclisi'nin yönetim kurulu 6 Rum ve 2 Türk'ten oluşmaktaydı. 28 Mayıs ve 10 Haziran 1915'te Rus İmparatorluğu Karadeniz kıyısındaki diğer Osmanlı liman kentleriyle birlikte Samsun'u da bombalamış, bu olay kenti zor duruma sokmuştur. En büyük zararı ise Rüsumat Dairesi yaşamış, rüsumata ait bir bina, bir gümrük ambarı, bir kulübe ile gazhane deposu tamamıyla tahrip olmuştur. Ayrıca çok sayıda filika, çapar, motor gibi ulaşım aracının yanı sıra çeşitli cinste gemiler ile Şimendifer İskelesi, Gümrük İskelesi, Gazhane İskelesi tahrip edilmiş; Kılıçdede Mahallesi, Gazhane, Kumcağız civarları zarar görmüştür. Temmuz ayında daha kapsamlı bir saldırıda bulunan Ruslar belediyeye ait iskeleler, Hançerli, Rum, Ermeni mahalleleri, buğday pazarı ve limandaki yük gemilerini hedef almıştır. Birçok iskele ve depo da bombalamadan nasiplerini almışlardır. 1916 yılında tekrar saldıran Ruslar Samsun Limanı'nı hedef almış, 25 Mayıs 1917 yılında Romanya Krallığına ait uçaklar kent üzerinde denetim uçuşları yapmışlardır. Rus bombardımanlarıyla geçen yıllarda Rum çetelerinin faaliyeti azalsa da tamamen durmamıştır. I. Dünya Savaşı'ndan hezimetle çıkan Osmanlı İmparatorluğunun imzaladığı Mondros Mütarekesi ülkenin her yanını işgale açık hale getirmiştir. Mütarekeyi takip eden süreçte Osmanlı Hükûmeti toplumsal huzuru ve toprak bütünlüğünü yeniden sağlama siyasetini yürütmek isterken Karadenizli Rumlar ise katliam ile karşı karşıya olduklarını iddia edip toprak talep ediyorlardı. Rumların bu siyasî çalışmaları batı dünyasında etkili olmuş ve Anadolu'daki Rum ve Ermenilerin yardıma muhtaç olduğu algısını yaratmıştır. Yunanistan Krallığı, Karadeniz'deki asayiş sorununu gerekçe göstererek bölgenin işgal edilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Karadeniz kıyılarında asayişten sorumlu olan Britanya İmparatorluğu üç ve Fransa Cumhuriyeti bir savaş gemisi göndererek mutasarrıftan bilgi almışlardır. I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında da Türk köylerine saldırılarda bulunan Rumlar, Megali İdea ülküsünü gerçekleştirmek adına Kurtuluş Savaşı sürerken de bu saldırılarına devam etmişlerdir. Kent çıkışları silahlı çeteler tarafından tutuluyor, kent yakınlarından yaylım ateşleri açılıyor, günümüzdeki Çiftlik Caddesi'nin civarında yer alan Hamdi Paşa Çiftliği'nin yanındaki Rum mezarlığından her gece silahlar atılıyordu. Türkler ise "gavur azması" olarak adlandırdıkları bu saldırılardan korunmak için silahla nöbet bekliyorlardı. Ayrıca Rumlar, Yunanistan'ın bağımsızlık günü olan 7 Nisan'ı Samsun'da konferanslar vererek, Yunan kültürünü betimleyen maketler gezdirerek kutlamışlardır. 1918'in nisan ayında Germanos Karavengelis, çete liderlerini toplayarak her birine çeşitli sorumluluk bölgeleri vermiş ve çeteler daha sistemli olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Yol kesmek, köy basmak, fidye toplamak, postaları soymak gibi çeşitli yöntemlerle çalışan çet
eler ayrıca kazığa oturtma, kasatura ile karın yarma gibi işkence biçimlerini de kullanıyordu. 9 Mart 1919 tarihinde 15. Tümen Kumandanı Mustafa Asım Bey ve Samsun Mutasarrıfı İbrahim Ethem Bey'in şehirde sıkıyönetim ilan etmesiyle 200 kişilik Britanya askerî müfrezesi tarafından Mondros Mütarekesi şartları gerekçe gösterilerek şehir işgal edilmiştir. Rumlar tarafından sevinçle karşılanan işgal kuvvetleri İlyasköy'deki sekiz kışlaya yerleşmiş, daha sonra gelen 150 kişilik ANZAK kuvvetlerinin bir kısmı kışlaya bir kısmı ise Samsun Sultanisi binasına yerleşmiştir. Rum çetelerinin baskınları ve işgal kuvvetlerinin kışlaları doldurması dolayısıyla 15. Tümene bağlı erlerden bir kısmı kaçmış, çoğu ise terhis edildiğinden dolayı Samsun'daki tümenin mevcudu 4/3 oranında azalmıştır. 1 Şubat 1920'de halk Samsun Şehremaneti önünde toplanarak işgalleri protesto etmekte iken aynı sırada kara birliklerine ek olarak Amerikan savaş gemilerinin Samsun Limanı'na yanaşmasını kutlayan Rumlar şehremanet binasını işgal etmiş, olaylar büyümüştür. 30 Nisan 1919'da 9. Ordu müfettişliğine atanan Mustafa Kemal, 19 Mayıs günü Samsun'a ulaşmıştır. Görevinin gereklerini yerine getirmeye koyulan Mustafa Kemal bazı incelemelerde bulunmuştur. Bu incelemeler sonucunda Rum çetelerinin Müslüman halka saldırdığı, yerel yöneticilerinse dış devletlerin de duruma karışmasıyla bu olaylara müdahale edemediği kanısına varmıştır. Bunun üzerine Canik mutasarrıfını görevden alarak yenisini atamış ve bölgede oluşan karışıklıklara yabancı askerlere aldırmaksızın doğrudan müdahale etmesini emretmiştir. Mustafa Kemal'in Samsun'dan ayrıldıktan sonra başkanlık ettiği Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi'nin ortaya koyduğu millî heyecan Samsun'da da etkisini göstermiş ve Samsun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Daha öncesinde Cemiyet-i Hayriye-i İslamiye, İhtiyat ve Zabıtan Cemiyeti, Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Oymak Teşkilatı adında cemiyetler kurulmuş olsa da etkili olamamışlar, bunların arasından yalnızca Oymak Teşkilatı kayda değer çalışmalar yapabilmiştir. 7 Mayıs 1920'de Samsun'a gelen Şefik Avni Paşa 15. Tümen kumandanlığını üstlenmiş ve Büyük Millet Meclisi'nin yardımlarıyla tümen yeniden silahlandırılmıştır. 10 Temmuz 1920'de kurulan Umur-u Bahriye Şubesi'ne bağlı olarak Samsun Bahriye Muhafız Müfrezesi kurulmuş ve Rum çetelerine karşı mücadele etmeye başlamıştır. 1920'nin sonlarına doğru da giderek büyüyen müfreze tam kadrolu bir tabur haline gelmiştir. Rum çeteleri ile Samsun Bahriye Muhafız Müfrezesi'nin şiddetli çatışmalara girdiği 1921 ilkbaharında Türk çete lideri Topal Osman da Samsun'a gelmiştir. Britanya ve Fransa güçlerinin şehirden çekilmesiyle birlikte Rum çetelerine karşı Samsun Bahriye Muhafız Müfrezesi, Topal Osman ve 15. Tümen büyük bir karşı saldırı başlatarak Türk köylerine saldıran çetelere büyük darbe vurmuşlardır. 15. Tümenin 17 Mayıs 1921 tarihinde batı cephesine hareket etmesi üzerine Samsun'da 10. Tümen oluşturulmuş, vekil olarak Samsun Askerlik Dairesi Başkanı Yarbay İsmail Hakkı Bey atanmıştır. İsmail Hakkı döneminde de Rum çeteleri ile çatışmalar devam etmiştir. Ardından Cemil Cahit Bey tarafından devralınan tümen onun döneminde Samsun çevresindeki Rum çetelerini büyük oranda imha etmiştir. Rum çetelerinin çoğunun yok edilmesinden ve dağıtılmasından sonra Samsun İstiklal Mahkemesi yargılamalara başlamış, 79 kişi idama, 5 kişi 15 sene 1 kişi ise 5 sene küreğe, 17 kişi seferberlik sonuna kadar 1 kişi de 10 seneliğine hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Samsun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, kentte tehlikenin sona ermesiyle birlikte 30 Ağustos 1921'de Saathane Meydanı'nda miting düzenlemiştir. Mevcut durum hakkında konuşmalar ile bilgilendirmelerin yapıldığı miting müftünün duasıyla sona ermiş ve Ankara Hükûmeti'ne bağlılık telgrafı çekilmesi kararı alınmıştır. 6 Ocak 1922'de ise Samsun Türk Ortodoks Cemiyeti Ruhani Lideri Papa Atnas tarafından Samsun'a davet edilen Türk Ortodoksları Ruhani Lideri Papa Eftim'in de katılımıyla bir bildiri okunmuş ve Türk Ortodokslarının Ankara'ya bağlılıklarını açıklamışlardır. Aynı yıl Samsun Ermenileri de bir bildiri ile İstanbul Ermeni Patrikhanesi ile ilişkilerini kestiklerini ve Ankara'ya bağlı olduklarını duyurmuşlardır. Karadeniz'de ellerindeki birkaç küçük gemiyle Sovyetler Birliği'nden silah ve cephane getirmeye çalışan Türk denizcileri, Yunan avcı botları ve savaş gemileriyle baş etmekte zorlanıyorlardı. Daha büyük gemilere ihtiyaç duyan gemiciler için Trabzon Nakliyatı Bahriye Kumandanı Fahri Bey'in planı doğrultusunda, Yunanların Karadeniz'deki büyük ticaret gemilerinden birinin ele geçirilmesine karar verilmiştir. Plana göre Sovyetlerin Novorossiysk Limanı'nda yükleme yapan "Enosis" kargo gemisi yola çıktıktan sonra iki küçük Türk gambotu tarafından durdurulup el konularak gizlice Trabzon'a getirilecekti. Plan 26 Nisan 1922 akşamı hayata geçirilmiştir. Birkaç saat süren kovalamacadan sonra "Enosis", içindeki 500 bin liralık malzeme ile altınlarla birlikte ele geçirilmiş ve "Trabzon" adı verilerek Türk nakliye filosuna katılmıştır. O güne kadar yalnızca taşımacılık yapan Karadeniz'deki Kuva-yi Milliyeci denizciler, bu harekatla ticarî gemiler yoluyla Yunan güçlerine darbe vurmaya başlamışlardır. Yunanlar ise misilleme olarak Samsun Bombardımanı'nı planlamışlardır. 7 Haziran 1922 tarihinde sabaha karşı "Georgios Averof" ve "Kilkis" zırhlıları, panter sınıfı iki muhrip, iki yardımcı kruvazör ve dört küçük mayın tarayıcı gemiyle Yunan filosu Samsun açıklarına gelmiştir. Savunma önlemleri alan Samsun Bahriye Muhafız Müfrezesi ve 10. Tümen siperlere cephane yığmaya başlamış, sahile topçu bataryaları yerleştirilmiştir. Yunanlar saat 10.00 civarında gözlemci sıfatıyla Samsun Limanı'nda demirli olan Amerikan gemilerine Samsun Mutasarrıfı Faik Bey'e verilmek üzere protesto mektubu vermiş, mektup mutasarrıfa ulaştırılmıştır. Protestoda Samsun'un askerî üs haline getirildiği ve kent özelliğini kaybettiği belirtilerek şehrin teslim edilmesi istenmiştir. Ankara Hükûmeti ile yapılan telgraflaşma sonucunda bu istek reddedilmiş, Samsun'un açık bir şehir olduğu ve bombalanamayacağı şayet bombalanırsa tüm sorumluluğun Yunanistan Krallığı'na ait olacağı cevabı verilmiştir. 15.30'da hükûmet konağı, kıyıdaki ambarlar ve deniz araçları, kentin batısındaki Rus petrol tankları ile Amerikalı ve Hollandalı tüccarlara ait tütün depoları hedef alınarak bombardıman başlamış, Türk tabyaları ise sahildeki topçu bataryaları ile cevap vermiştir. İki saat süren bombardıman sırasında Yunan gemileri 500'den fazla mermi kullanmış, 4 asker ölmüş ve 3 asker de yaralanmıştır. Ayrıca 4.170 teneke petrol, 68.368 kg benzin, 900 kilogram ispirto ile askerî yiyecek ambarı yanmış; 48 ev, 3 dükkân, hükûmet konağı, gümrük binası, Canik Surp Nigoğayos Ermeni Kilisesi ve yetimhanesi yıkılmış, sahildeki 16 balıkçı teknesi hasar görmüştür. İki saat sonunda "Georgios Averof" zırhlısının çekilmesiyle birlikte diğer gemiler de çekilmiş ve bölgeyi terk etmişlerdir. Bombardımandan sonra toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi 12 Haziran ve 16 Haziran 1922 tarihli toplantıları sonucu bütün Karadeniz sahillerini savaş alanı ilan ederek bölgedeki Rumların tehcirine karar vermiştir. Samsun'daki Rum çeteciliğinin önde gelen ailelerinden Yelkencioğulları, Andavallıoğulları ve Enfiyecioğullarına ek olarak varlıklı Rumlar Dahiliye Vekaleti'nin izniyle İstanbul'a gitmişlerdir. Ardından 10. Tümen kumandanı olarak atanan Trabzonlu Albay Veysel Bey döneminde Rum çetelerini organize eden idareciler yakalanmıştır. Trabzonlu Albay Veysel Bey'in batı cephesine atanmasıyla yerine Mustafa Bey atanmış ve Rum çetelerine onun döneminde büyük darbeler vurulmuştur. 10. Tümen Tugay Kumandanı Kurmay Yarbay Hafız Zühtü Bey'in de Çarşamba ve Ünye civarındaki çeteleri temizlemesiyle Samsun ve yöresi Rum çetelerinden tamamen temizlenmiştir. Türk zaferiyle birlikte Megali İdea ülküsü tarihe karışmış, batı cephesindeki 15. Tümen Samsun'a dönmüş ve 10. Tümen dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı'nın sonlanması ve Türkiye Cumhuriyetinin ilanı ile Türkiye sınırları içerisinde kalan Samsun, sancak ve mutasarrıflıkların il yapılmaları üzerine il statüsü kazanmıştır. 1923 mübadelesi ile şehirdeki Rumlar Yunanistan'a göç etmiş, Rumlardan boşalan yerler ise mübadillere tahsis edilmiştir. Cumhuriyetle birlikte il olan Samsun il merkezi dışında Bafra, Çarşamba, Havza, Terme ile Vezirköprü olmak üzere beş farklı ilçeye bölünmüştür. Bu ilk beş ilçe dışında ilk olarak 1 Haziran 1928 yılında Ladik'in ilçe yapılmasıyla Samsun'daki ilçe sayısı altıya yükselmiş, 1934'te Kavak, 1944'te de Alaçam ilçelerinin kurulmasıyla şehirdeki toplam ilçe sayısı sekiz olmuştur. 19 Haziran 1983 tarihinde kabul edilen 3392 numaralı kanun ile de Salıpazarı, Asarcık, Ondokuzmayıs ve Tekkeköy ilçeleri kurulmuştur. 9 Mayıs 1990'da kabul edilen 3644 numaralı kanunla ise Ayvacık ve Yakakent adında iki ilçe daha kurulmuştur. 2 Eylül 1993 tarihinde kabul edilen 504 numaralı kanun hükmünde kararname ile büyükşehir belediyesi kapsamına alınan Samsun'un merkez ilçeleri de büyükşehir ilçeleri adını almıştır. 6 Mart 2008'de 5747 numaralı kanun ile Atakent, Kurupelit, Altınkum, Çatalçam ve Taflan beldelerinin birleşerek Atakum beldesine katılmasıyla Atakum; Gazi ve Yeşilkent beldelerinin İlkadım'a katılmasıyla İlkadım adında bir ilçe kurulması ve Canik beldesinin de ilçe yapılması karara bağlanmıştır. Bu değişiklik ile büyükşehir ilçeleri Atakum, İlkadım, Canik, Tekkeköy olarak belirlenmiştir. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu. 1927'de elektrik şebekesinin hizmete açıldığı şehrin su şebekesine kavuşması ise 1929 yılını bulmuştur. Samsun, Karadeniz Bölgesi'nin Orta Karadeniz Bölümü'nde yer almaktadır. 2014'ten önce merkezi oluşturan Atakum, Canik, İlkadım ve Tekkeköy 661m²'lik bir alanı oluşturmaktadır. İl merkezinin kuzeyinde Karadeniz, batısında Bafra ve Ondokuzmayıs ilçeleri, güneyinde Kavak
ile Asarcık ilçeleri ve doğusunda ise Çarşamba yer almaktadır. 605.319 kişilik merkez nüfusuyla Samsun, Karadeniz Bölgesi'nin en kalabalık ikinci ili olan Trabzon'un merkez ilçesi Ortahisar'dan 299.033 kişi daha kalabalıktır ve Karadeniz Bölgesi'nin en kalabalık şehir merkezidir. Canik Dağları'nın orta kesimleri Samsun sınırlarında yer almaktadır. Yüksekliği 1.500 metreyi geçmeyen bu dağlar basık, yuvarlak ve dar sırtlıdır. Bu nedenle şehrin kıyı ile olan bağlantısını kesmemektedir. Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın oluşturduğu deltalar ise ilin önemli tarım ovaları olan Çarşamba ve Bafra ovalarını barındırmaktadır. Samsun il sınırları içerisinde yedi farklı göl bulunmasına rağmen bunların hiçbiri büyükşehir ilçeleri sınırlarında yer almaktadır. Ayrıca ildeki dokuz göletten yalnızca Taflan Göleti merkezde yer almaktadır. Kurugökçe Deresi'nden beslenen gölet 2007 yılında tamamlanmıştır ve 2.261hm³ depolama hacmi bulunmaktadır. İlin genelinde zengin ormanlara sahip olan Samsun'un büyükşehir ilçelerindeki ovalık yerlerde orman örtüsü yok denecek kadar azdır. Şehrin eğimli yerlerinde 1.200 metreye kadar olan kesimlerinde kayın, meşe, kestane, gürgen, dişbudak gibi geniş yapraklı ağaçlar yer alırken; 1.200 metre yukarısında ise iğne yapraklı ağaçlar bulunmaktadır. Samsun ili topraklarından geçerek Karadeniz'e dökülen Kızılırmak ve Yeşilırmak şehir merkezi içerisinde yer almamaktadır. Büyükşehir ilçeleri sınırlarında Mert Irmağı, Kürtün Deresi, Karaboğaz Deresi, Afanlı Deresi, Elmalı Deresi, Taflan Deresi, Cecil Deresi, Eğridere, Abdal Irmağı, Büyüklü Deresi, Kirazlık Deresi, Şabanoğlu Deresi, Kör Dere, Azot Deresi, Tekkeköy Deresi, Hıdırellez Deresi, Balcalı Deresi ve Yılanlı Dere bulunmakta fakat özellikle Mert Irmağı ve Kürtün Deresi düzensiz debileri nedeniyle sık sık taşmakta ve sel tehlikesi oluşturmaktadırlar. Samsun'un il genelinde altı baraj bulunmakta fakat bunları hiçbiri büyükşehir ilçeleri içerisinde yer almamaktadır. Samsun ili genelinde çinko, kurşun, manganez, tuğla, kireçtaşı, doğal taş, kiremit ve çimento hammaddeleri ile linyit madeni ve jeotermal kaynaklar gibi yer altı zenginlikleri bulunmakla birlikte bunlardan yalnızca kireçtaşı, doğal taş, tuğla ve kiremit hammaddeleri büyükşehir sınırları içerisinde sınırlı miktarda bulunmaktadır. Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın etki bölgesi içerisinde yer alan Samsun ilinin büyük kısmı birinci derecede tehlikeli bölge içerisinde; büyükşehir ilçeleri olan Atakum, Canik, İlkadım ile Tekkeköy ise ikinci ve üçüncü derecede tehlike bölge içerisinde yer almaktadır. Fakat değişen fay hatları nedeniyle merkez bölgenin de birinci dereceye kayacağı ve geçmişte de depremler yaşayan Samsun'un gelecekte daha şiddetli deprem tehlikesi altında olacağı öngörülmektedir. Samsun'da şimdiye dek hissedilen en şiddetli deprem 1943 Tosya-Ladik depremi olmuş, bu sarsıntıda 8 kişi ölmüş ve çok sayıda bina hasar görmüştür. Günümüzde Türkiye genelinde İstanbul'un ardından Samsun'da kurulan erken uyarı sistemi ile gerçekleşecek olan 5 ve üzeri şiddetinde depremlerin birkaç saniye öncesinden tespit edilmesi beklenmektedir. Samsun iklimi şehrin konumu ve coğrafyası dolayısıyla sahil ve iç kesimlerde değişiklik gösterir. Sahil şeridi Karadeniz ikliminin etkisinde yazları sıcak ve nemli ve kışları serin olmasına karşın iç kesimler Akdağ ve Canik Dağları etkisi altında karasal iklime sahiptir ve kışlar soğuk, yağmurlu, kar yağışlı yazları ise serindir. Sahil kesiminde kışın kar çok az görülürken iç kesimlerde kış aylarında kar nedeniyle ulaşım aksayabilmektedir. Şehrin en düşük sıcaklık ortalaması 11 °C, en yüksek sıcaklık ortalaması ise 18,2 °C'dir. Valilik tarafından şehrin hava kirliliğinin azaltılması yönünde çalışmalar ve temiz hava eylem planlaması yapılmasına rağmen 2015 yılında 250 günden fazla bir süre ideal hava kirliliği değerleri aşılmıştır. Samsun İl Nüfusu: 1.295.927'dir (2016). İlin yüzölçümü 9.725 km²'dir. İlde km²'ye 133 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 2.101 kişi ile İlkadım’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,25 olmuştur. 2016 yılında TÜİK verilerine göre 17 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1.245 mahalle bulunmaktadır. Samsun il nüfusu: 1.312.990 (2017 sonu). İlin yüzölçümü 9.725 km²'dir. İlde km²'ye 135 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 2.150 kişi ile İlkadım’dır) İlde yıllık nüfus artış oranı % 1,32 olmuştur. 2018 yılında TÜİK verilerine göre 17 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1245 mahalle bulunmaktadır. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Atakum (% 6,43)- Ayvacık (-% 2,71) Tanzimat ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu tarımın gelişmesi için çalışmalar içerisine girmiş, bunun neticesi olarak bir ziraat örgütü kurulmuş ve Samsun'a bir ziraat müdürü tayin edilmiştir. 19. yüzyılda bağcılığın yaygın olduğu Samsun'da, günümüzde Samsun Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bulunduğu yer bağ bahçeleri ile kaplıydı. Buna bağlı olarak özellikle Rumlar ve Ermeniler arasında şarapçılık yaygın bir tarım sanayi kolu olarak gelişmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında yıllık üzüm rekoltesi 26.000 kilogramı geçmekteydi. Ayrıca siyah ve kokulu bir tür üzümden sirke de üretilmekteydi. Mert Irmağı ve Kürtün Irmağı arasında da bağcılık yapılmakta, dutluklar bulunmaktaydı. Fakat 1908 yılında Dimetoka ve Edirne gibi şehirlerde görülen bağ ve dut hastalığı şehirlilerin gözünü korkutmuş, bağlar bozulmuştur. O dönemden sonra bağcılık Samsun'da önem görmemiştir. Helmuth Karl Bernhard von Moltke'nin "Türkiye Mektupları" adlı eserinden 19. yüzyılda Samsun'da zeytin üreticiliği de yapılmakta olduğu öğrenilmektedir. Kitapta çevresi zeytin ormanı ile kaplı şeklinde tanıtılan Samsun'da zeytin üretimi yıllık 13.000 kilograma kadar ulaşmaktaydı. 1870'li yıllarda zeytincilik ve bağcılığın yerine tütüncülük ön plana geçmiştir. Bununla birlikte zeytin ağaçları sökülmeye başlanmış ve boşalan alanlar tütün tarlası haline getirilmiştir. Özellikle 19. yüzyılda yaygınlaşan tütün ekimi halkın en önemli gelir kaynağı haline gelmiştir. Kayıtlara göre 1873 yılında ülke dışına 1.815.450 kilogram, ülke içine ise 358.223 kilogram tütün sevk edilmiştir. 1890 yılında ise ülke dışına 3.171.200 kilogram, ülke içine 1.931.000 kilogram tütün sevk edilmiştir. 1893 yılında Samsun'da tütün fabrikasının açılmasıyla birlikte üretilen tütünlerin bir bölümü bu fabrikada işlenmeye başlamıştır. Tütüncülüğün yanı sıra tahıl üretimi de Samsun'da önemli bir yer tutmaktaydı. Buğday, arpa ve mısır önemli tahıl ürünleri idi. Pirinç, çavdar ve yulaf da seyrek olarak üretilmekteydi. 1883 yılı kayıtlarına göre 1879 yılında 320.850 okka pirinç, 873.988 kile mısır yetişmiştir. Ayrıca aynı kayda göre şehirde 2.178 adet sergen bulunmaktaydı. Ayrıca 1887 yılı kayıtlarında yıllık pamuk üretiminin 5.000.000 kilogramdan fazla olduğu bilgisi yer almaktadır. 1899 ürün cetvelinde ise 1.183.500 okka keten yetiştiği ve bir de kendir mahzeni bulunduğu bilgisi yer almaktadır. Kadıköy'de bulunan asma kütükleri ile Kılıçdede'de bulunan sık limon ağaçları bu ürünlerin bir dönem yörede yetiştirildiğini kanıtlamaktadır. Genellikle nadas usulü ile kullanılan topraklara bakan köylülerin büyük çoğunluğu kara sapan ile iş görmekteydiler. Küçük toprak sahipleri kendi topraklarını kendileri ekip biçmekte, büyük toprak sahipleri ise amele ile ya da yarıcılık ile topraklarını değerlendirmekteydiler. 1912 yılı kayıtlarında bazı Samsunluların Rusya'ya gidip orada yarıcılık yaparak tütün ziraatiyle uğraştıkları yer almaktadır. Sebzecilik ve meyvecilik de 19. yüzyıl Samsun'unda yaygın olarak görülen tarım kollarından biridir. Fasulye, patates, soğan başta olmak üzere salatalık, kabak, lahana, pırasa gibi çeşitli sebzeler yetiştirilmekte idi. 1870 ürün raporlarında Samsun'da 195, Bafra'da ise 300 bahçe olduğu yazmaktadır. Meyve ağaçları ise daha ziyade evlerin bahçelerinde yetiştirilmekteydi. 1900'lü yılların başında Madozyan isimli bir Ermeninin meyve çiftliği vardı ve 1940'lı yıllarda il özel idaresi tarafından Madozyan Çiftliği adı altında işletilmekte idi. Buna ek olarak Lütfü Deveci Çiftliği de bir diğer meyve çiftliği idi. Çiftliklerle birlikte Çarşamba'da şeftali, elma, armut, kayısı, erik, kiraz, vişne, ahlat ve ceviz yetiştirilmekteydi. Ayrıca Dereköy karpuzu da Samsun'da yetiştirilmekte ve yörede ünlüydü. 1943 yılında şehirde tarımın desteklenmesi amacıyla 20.000 dekar üzerine Gelemen Devlet Üretim Çiftliği kurulmuştur. Ayrıca Çarşamba'da Ziraat Bankası'nın 100.000 dönümlük iki çiftliği vardı. 1949 yılında da meyveciliğin gelişmesi için Vilayet Çiftliği adında bir çiftlik kurulmuş ve halka fidan dağıtılmaya başlanmıştır. Kara sapan, pulluk, tırpan, kağnı, orak gibi aletler ile kas gücüne dayanarak yapılan tarım 1940'lı yıllarda yerini makine gücüne bırakmıştır. Samsun'da 1940 yılında 32 traktör, 405 tek tekerli, 1050 çift tekerli pulluk, 15 pancar mibzeri bulunmaktaydı. Çarşamba Ovası ve Bafra Ovası'ndaki bataklıkların kurutulması ve verimli tarım alanlarının açılması nedeniyle 1950'li yıllarda traktör sayısı hızla artmıştır. Bunlara bağlı olarak geleneksel tarım aletleri hızla terk edilmiştir. Günümüzde yüzölçümünün %47'si tarım alanlarından oluşan Samsun'da başlıca olarak tahıllar, baklagiller, endüstriyel bitkiler, yağlı tohumlar ve yumru bitkiler yetiştirilmektedir. Son dönemlerde artan yatırımlarla birlikte organik tarımın da yapılmaya başlandığı bir şehir haline gelen Samsun'da organik karpuz ve ekolojik yumurta gibi ürünler yurtiçi ve yurtdışına dağıtılmaktadır. Narenciye domates, üzüm gibi eskiden bu yana üretilen meyveler günümüzde de önemli ihracat ürünlerindendir. 2012 yılı verilerine göre şehirde toplam 381.873 hektar işlenmiş tarım alanı ve uzun ömürlü bitki ekim alanı bulunmaktadır ve bunların 245.423 hektarı hasat edilmiştir. Aynı yıl elde edilen verilere göre 1.804.703 ton tahıl ve diğer bitkisel ürünler üretilmiştir. Toplam tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında 2008-2012 yılları arasında %24 artış olduğu görülmektedir. To
plam tahıl ve diğer bitkisel ürünlerin üretimi içinde saman ve ot üretiminin payı %61 olarak gerçekleşmiştir. Yine 2012 yılında 1.373.389 ton sebze elde edilmiştir. Toplam sebze üretim miktarına bakıldığında 2008-2012 yılları arasında %10,8 oranında artış olduğu görülmektedir. Samsun'un 2012 yılında Türkiye sebze üretimi içinde sebze üretimi payı ise %4,9 olmuştur. 2012 yılında istatistiklere geçtiğine göre Samsun'da 168.328 ton meyve elde edilmiştir. Toplam meyve üretim miktarına bakıldığında 2008-2012 yılları arasında %10,6 oranında düşüş olduğu görülmektedir. Samsun'da bu yıllar arasında en fazla üretilen grup fındığın da içinde bulunduğu zeytin ve diğer sert kabuklular grubu olmuştur. 2012 yılında Samsun meyve üretimi, Türkiye meyve üretimi içinde %0,9'luk bir paya sahip olmuştur. 2012'de Samsun'da 979 organik üretim yapan çiftçinin ektiği 4.421 hektar alanda üretim 6.475 ton olarak kayıt altına almıştır. Samsun bu miktarla Türkiye organik tarım üretimi içinde %0,4'lük pay elde etmiştir. 2012 yılında kaydedilen tüm bu tarımsal üretimin toplam değeri 4.052.085₺'dır. Hayvancılık da tarım gibi Samsun'da eskiden beri yapılmaktaydı. Yörede bulunan Osmanlı süvarileri at ihtiyaçlarını Bafra'da ve Çarşamba'da yetiştirilen Canik atlarından karşılamaktaydı. Bu atlar çevik, uzun yola dayanıklı ve düzgün yürüyüşleri ile tanınmışlardı. II. Bayezid döneminde Bafra'da 20.000 kısrağın bulunduğu bir hara olduğu da bilinmektedir fakat zamanla bu atlar yok olmuşlardır. 1930'larda kuvvetli ve boylu at yetiştirmek için Matasyon'da (günümüzde Atakum) bir aygır deposu açılarak Fransa'dan biri safkan İngiliz, biri safkan Anglo-Arap ve biri de yarım kan Anglo-Norman olmak üzere 3 at ithal edilmiştir. 1931, 1932 ve 1933 yıllarında halkın damızlığa elverişli atlarıyla çiftleştirilerek istenilen nitelikte taylar elde edilmiştir. Ayrıca hayvan hastalıklarıyla mücadele için Bafra, Havza ve Çarşamba'da aşı yerleri kurulmuştur. 1933 yılında tüm ildeki hayvan sayısı aşağıdaki şekilde sayılmıştır: 1949 yılında 23.767 dönümlük bir arazi üzerine hayvancılığı geliştirmek amacıyla bir hara kurulmuştur. Aynı yılın kayıtlarında 1.000 kadar koyun 185 kısrak, 50 manda ve 250 kadar da kara sığırın burada yer aldığı geçmektedir. Devlet teşvikleriyle birlikte büyükbaş ve küçükbaşların yanı sıra tavuk, hindi, kaz, ördek gibi kümes hayvanlarının sayısı da sürekli artmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı 2012 yılına ait verilere göre 2012 yılında Samsun'un manda sayısının Türkiye içindeki payı %13.1'dir. 2012 yılında Samsun'da süt üretimi içinde en fazla üretim inek sütünde olmuştur. Uzun yıllardan beri devlet tarafından desteklenen hayvancılık sürekli bir gelişim içerisinde olmasına rağmen at ve eşek yetiştiriciliği gittikçe gerilemiştir. Samsun'un güncel hayvan istatistikleri şu şekildedir: Hayvancılığa ek olarak arıcılık ve süt üretimi de gelişim göstermiştir. 2012 yılında 336.635 ton inek, 6.309 ton manda, 7.615 koyun ve 821 ton keçi sütü imal edilmiş olup 1.185 ton da bal üretilmiştir. 2012 yılında kaydedilen tüm hayvanların ve hayvansal üretimin toplam değeri ise 1.627.821₺'dır. Samsun ormanlarında ve su kenarlarında çeşitli av hayvanları bulunmasına rağmen avcılık daha çok kurt, tilki, sansar, yaban domuzu gibi zararlı hayvanları tarlalardan uzak tutmak için yapılmaktaydı. Bir yıl içerisinde Samsun'da en az 2.000 domuz öldürülmekteydi. Şehirde eskiden domuz etinden salamura yapan tüccarlar da bulunmaktaydı. Av eti sağlamak için ise çayır kuşu, sülün, yaban kazı, su tavuğu, tavşan, ördek, karaca ve geyik avlanmaktaydı. Akarsu ve göletlerinde tatlı su balıkları bulunan Samsun'un kıyısında bulunduğu Karadeniz de zengin bir balık kaynağıdır. 1940'lı yılların sonunda şehirde kıyı balıkçılığı yaygın olarak yapılmaktaydı. Kefal, tirsi, hamsi, sargan, kalkan, barbunya, kötek ve lüfer bol miktarda avlanmakta, avlanan balıklar genellikle şehirde tüketilmekteydi. Nisan ve mayıs aylarında avlanan kılıç balığı ve kalkan balığı ise İstanbul ve Ankara'ya gönderilmekteydi. Balıkçılar geleneksel olarak dalyan, ağ, yemli aletler ve zıpkından oluşan teçhizatlarıyla balıkçılık yapmaktaydılar. Samsun'da günümüzde geçmişin aksine açık deniz balıkçılığı yapılmaktadır. Balıkçılar radarlı ve modern donanımlı büyük balıkçı motorlarıyla denize açılmaktadır. Hamsi, istavrit, palamut, lüfer ve kefal günümüzde en çok avlanan balıklardır. Hamsi, kasımdan itibaren daha çok kıyıya yakın kesimlerde avlanmaktadır. Eylül ve kasım ayları palamut, ekim ayında lüfer ve neredeyse tüm yıl boyunca kefal avlanabilmektedir. Ayrıca şehirde yalnızca sofra balıkçılığının yanı sıra endüstriyel balıkçılık da yapılmaktadır. 2012 yılına ait Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye çapında deniz ürünleri üretimi en fazla %49.7'lik oran ile Doğu Karadeniz Bölgesi'nde gerçekleşmiştir. İstatistiklerde Doğu Karadeniz Bölgesi'ne dahil edilen Samsun'da yine aynı verilere göre 2012 yılında 612 ruhsatlı gemi ve 5.041 ruhsatlı kişi tarafından 319.000 ton tatlı su ürünü avlanmış ve 3.552 ton balık yetiştirilmiştir. Karadeniz Bölgesi'nin en fazla sosyo-ekonomik gelişmişlik gösteren şehri olan Samsun'un büyükşehir ilçelerinden Tekkeköy'de 1.606.522 m²'lik alan üzerine 1981 yılında kurulan kurulan bir organize sanayi bölgesi yer almaktadır. Karayolu, demiryolu ve havayolu ile erişim sağlanan bölgede 111 farklı sanayi parseli bulunmakta ve 5.000'den fazla kişi istihdam edilmektedir. Sanayi bölgesinde üretim en fazla 10'ar fabrika ve %14'erlik pay ile elektriksiz makine ve madeni eşya sanayi alanlarında gerçekleşmektedir. Ayrıca yine Tekkeköy'de 2005 yılında başlayan çalışmalar neticesinde Samsun Gıda Organize Sanayi Bölgesi adıyla bir organize sanayi bölgesi daha kurulmuştur. Mevcut olarak 260.322m²'lik bir alan üzerine kurulan ve 1.725 kişinin istihdam edildiği bölgede 22 firma faaliyet göstermektedir ve 281.198.032₺ yatırım yapılmıştır. Organize sanayi bölgelerinin yanı sıra şehrin çeşitli yerlerinde sanayi siteleri de bulunmaktadır. Sanayi kuruluşlarının dışında şehirde 1995 yılında faaliyete başlayan bir de serbest ticaret bölgesi yer almaktadır. Türkiye Ekonomi Bakanlığı'nın 2012 verilerine göre Samsun Serbest Ticaret Bölgesi'nin yıllık ticaret hacmi 70.139$'dır. Toplam 367 kişinin istihdam edildiği bölge bu alanda Türkiye'deki tüm serbest ticaret bölgelerinin %0.65'lik bir dilimini oluşturmaktadır. Samsun'un yerli halkı eskiden Orta Anadolu ağızlarında görülen şive yapısına yakın bir şekilde konuşmaktaydı. Kelime başındaki k, p, t gibi harfler çoğunlukla "gız", "duz", "bişkin" örneklerinde olduğu gibi yumuşak harflere yerini bırakırdı. Zaman zaman ise "gice", "virmek" örneklerinde olduğu gibi kelimenin ilk geniş ünlüsü yerini dar ünlüye bırakmaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki mübadele sonucu şehrin sakinlerinin değişmesi, 1950'lerde başlayan ve 2000'lerin başına dek hızla devam göçler, eğitimde ve basın-yayın organlarında İstanbul ağzı temelli yazı dilinin kullanılması nedenleriyle şehirde görülen şive yapısı da değişmiştir. Mehmet Dursun Erdem'in öncülüğünü yaptığı bir ekip tarafından beş yılda dar saha çalışması metoduyla elde edilen verilere göre günümüzde ilde iki ana ağız yapısı vardır. Buna göre Samsun ilinin ağzı Canik Dağlarının güneyi ve Canik Dağlarının kuzeyi olarak ayrılmaktadır. Büyükşehir ilçelerinde ise baskın olan yapı Kıpçak ağzıdır. Ancak bu çalışmanın verileri henüz açıklanmadığından dolayı detaylı bilgilere ulaşılamamaktadır. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" adlı çalışmasında ise Samsun halkının konuşma dili Batı Anadolu ağızlarının 5. grup ağızları içerisinde sınıflandırılmaktadır. Samsun mutfağı Karadeniz, Anadolu, Balkan ve Kafkas izleri taşımaktadır. Bölgeye özgü bitkilerden çorba, tencere yemekleri ve turşu yapılmaktadır. Karalahana çorbası, dolması ve kavurmasıyla; fasulye ise turşusu ve diblesiyle sık tüketilen yiyeceklerdendir. Mısır ile buğdaysa unundan yapılan kuymak, yarmasından yapılan çorba ile en çok tüketilen tahıllardır. Bafra ve Termeli girişimcilerin İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde açtığı fırınlarla birlikte ülke çapında popülarite kazanan Samsun pidesi şehrin en bilinen yiyeceğidir. Ayrıca kaz, hindi, ördek ya da tavukla yapılabilen tirit adı verilen yemek de geleneksel yemeklerdendir. Bunlara ek olarak genelde düğünlerde yapılan keşkek ile Çarşamba kıvratması, Samsun simidi, mısır çorbası ve yoğurtlu çorba da şehrin tanınan yiyeceklerindendir. Samsun'da en çok tüketilen deniz ürünü ise tavası, buğulaması yapılan, ekmeğe ve pilava katılan ayrıca tuzlanarak da saklanabilen hamsidir. 1980'li yıllarda turizmin yalnızca "sahil ve güneş" anlayışından ibaret olması iki ay yaz mevsimi geçiren Samsun'da turizmin yeterli seviyede gelişememesine neden olmuştur. 1990'lı yıllarda değişen turizm anlayışıyla birlikte turizm ekonomik bir kaynak olarak görülmeye başlanmış ve turizm ürünleri çeşitlilik göstermeye başlamıştır. 1992 yılında Samsun adına Erkan Uçkun tarafından hazırlanan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanan "Samsun İli Turizm Envanteri ve Turizmi Geliştirme Planı"nın, Samsun turizminin bu yönde gelişmesine öncü olması beklenirken kurum ve kuruluşların ilgisizliği nedeniyle çok kısıtlı bir etki göstermiştir. 2000'li yıllarla birlikte ajanslar ve Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen projelerle Samsun turizm konusunda bir ivme kazanmıştır. 2011 yılında hazırlanan turizm stratejisi master planındaki 7 tematik turizm gelişim koridoru arasında yer alan Samsun'da önümüzdeki yıllarda yayla ve doğa turizminin gelişimine öncelik verilmesi amaçlanmaktadır. Günümüzde Samsun için turizm ile ilişkili birçok plan yapılmış olmasına rağmen yapılan çalışmaların yetersiz kalması ve yerel turizm aktörlerinin ilgisizliği nedeniyle turizmin Samsun'da başlıca bir ekonomi kolu olamayacağı ancak doğru adımların atılması halinde bu algının değişeceği ve turizmin Samsun'da önde gelen ekonomik planlar arasında yer alabileceği öngörülmektedir. Samsun, Karadeniz Bölgesi'nin en uzun kıyı ş
eritlerinden birine sahiptir ve bu şerit Samsun merkezinden Ondokuzmayıs'a kadar uzanmaktadır. 35 kilometre uzunluğundaki bu kıyı şeridinin %90'lık kısmı ince kumlu ve denize girmeye uygun plajlardan oluşmaktadır. Şehrin başlıca plajları Mert, Fener, Bandırma, Atakum ve Atakent plajlarıdır. Sahillerde yüzme dışında sörf, jet ski, yelken gibi alternatif sporlar da yapılabilmektedir ayrıca çeşitli konaklama ve eğlence tesisleri de bulunmaktadır. Son yıllarda Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından Samsun plajlarının mavi bayrak alması adına bir takım çalışmalar yürütülmektedir. Plajların dışında Samsun'da yamaç paraşütü ve at biniciliği turizmi de yapılmaktadır. Ayrıca Gölalan Şelaleleri ve Asarağaç Tepesi de son yıllarda turizme kazandırılmıştır. Şehir genelinde mevcut olarak 6 müze bulunmakla birlikte İlkadım'da bir müze daha açılmasına dair çalışmalar yapılmaktadır. Samsun'un ilk müzesi olan Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Samsun Müzesi adıyla 1930'lu yıllarda açılmıştır fakat resmî açılış tarihi 19 Mayıs 1981'dir. Müzede Bakır Çağı, İlk Tunç Çağı, Hitit, Helenistik ve Roma dönemlerine ait eserler sergilenmektedir. Müzenin en değerli değerli koleksiyonu Amisos Hazinesi'dir. Şehrin ikinci müzesi olan Gazi Müzesi, Mustafa Kemal'in 19-25 Mayıs 1919 tarihleri arasında Samsun'da kaldığı binanın ikinci katının 5 Ekim 1940'ta müzeye çevrilmesiyle oluşturulmuştur. 1998 yılında ise tüm bina müze olarak düzenlenmiştir. Mustafa Kemal'in Samsun'da kullandığı şahsi eşyalarının da sergilendiği müze 2006 yılında Atatürk Müzesi ile birleştirilmiştir. Bandırma Vapuru Müzesi, 1999 yılında Samsun Valiliği'nin orijinal vapurun boyutlarına sadık kalınarak tekrar inşa ettirmesiyle oluşmuş ve 2003 yılında ziyarete açılmıştır. 2005-2008 yıllarında ise müzede ve çevresinde yenileme çalışmaları yapılarak açık hava müzesi olarak yeniden düzenlenmiştir. Müzede Mustafa Kemal ile onunla Samsun'a gelen silah arkadaşları ve mürettebatın balmumu heykelleri sergilenmektedir. Tekkeköy'ün ilk müzesi olan Tekkeköy Atatürk Evi 26 Haziran 2006 tarihinde ziyaretçilere açılmıştır. Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin birebir kopyası olarak inşa edilen müzenin dekorasyonu da bu doğrultuda yapılmıştır. Samsun Kent Müzesi ise 2013 yılında ziyaretçilere açılmıştır. Samsun'un sosyal, tarihî, kültürel, coğrafi ve ekonomik yapısına ilişkin bilgilerin ve malzemelerin sergilendiği müze ilk 70 gün içerisinde 20.000 ziyaretçi çekmiştir. Ayrıca Tarihi Kentler Birliği'nin jüri özel ödülüne layık görülmüştür. Samsun'da son açılan müze olan Tekkeköy Mağaraları Arkeoloji Vadisi Müze Evi, 1 Mart 2014 tarihinde açılmıştır. Tekkeköy Mağaraları çevresindeki üç tescilli eski Rum evinden birisinin restore edilmesiyle oluşturulan müzede mağara ve çevresindeki hayata dair malzemeler ve heykeller yer almaktadır. Türkiye'nin ilk imitasyon müzesi olan müze evin bu adla bilinmesinin nedeni sergilenen çoğu malzemenin müze için özel olarak üretilmesidir. Bu müzelere ek olarak Çanakkale 1915 Savaş Malzemeleri Müzesi gibi gezici müzeler dönem dönem Samsun'da da sergilenmektedir. 2012 yılı verilerine göre Gazi Müzesi, Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi ile Bandırma Vapuru Müzesi'nde toplam 18.977 eser sergilenmektedir ve bu müzeler yıl boyunca 97.817 kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Samsun'un şehir merkezinde tahribata uğramış 3 arkeolojik alan bulunmaktadır. Bunlar İlk Tunç Çağına ait olduğu saptanan Akalan Kalesi ve Bağtepe yamaç yerleşimlerine ek olarak Bakır Çağı ve İlk Tunç Çağı yerleşimlerinin bulunduğu Dündartepe Höyüğü'dür. Bunlara ek olarak Hacı Osman sit alanı, Hızır İlyas Höyüğü, Toptepe Tümülüsleri, Atakent Tümülüsleri, Çarşamba Bedesteni, Göçeli Cami, Şeyh Habil Mezarlığı, Hazinedarzade Süleyman Paşa Medresesi, Mater Dolorosa Katolik Kilisesi, Karakol Cami, Pazar Cami, Çinili Hamam, Samsun Bedesteni, eski Osmanlı Bankası binası, eski Sümerbank binası, Merkez Bankası binası ile Çarşamba'daki üç çınar ve bir meşe ağacı gibi kentin tarihine ilişkin eserler kültür varlıkları olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanmıştır. Kültür varlıkları arasında yer alan arkeolojik sitlerden yalnızca 28 Kasım 1995 tarihinde keşfedilen Toptepe Tümülüslerinde detaylı kazı çalışmaları yapılmıştır. 2004-2005 yıllarında yapılan kazılarda yerleşimin Helenistik Dönem'e ait olduğu saptanmış ve Pontus Krallığının üst düzey yönetici ailelerinden birine ait olduğu düşünülen bir mezar yapısı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca mezar odalarında bulunan Amisos Hazinesi de Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergilenmektedir. 2008 yılında tamamlanan çalışmalar sonrasında tümülüslere Amisos Tepesi adı verilmiştir. Günümüzde Amisos Tepesi turizme hizmet edecek şekilde yeniden düzenlenmiş ve mezar odaları ziyaretçilere açılmıştır. Amisos Tepesi'nin yamacında oluşturulan Amazon Adası'nda Amazon Heykeli, Amazon kanalı, suni kayak pisti, balık restaurantları ve piknik sahaları yer almaktadır. İlerleyen dönemlerde su parkı, fitness center ve spor tesisleri de inşa edilmesi planlanmaktadır. Ayrıca Amazon Adası'nda Amazon Köyü adıyla bir köy oluşturulmuş ve temsili Amazon balmumu heykelleri, kabartmaları, günlük eşyaları yerleştirilmiştir. Yine Amazon Adası'nda yer alan Amazon Heykeli'nin sağ ve sol taraflarına Anadolu Aslanları adı verilen iki heykel yerleştirilmiştir. Heykellerin içerisinde asansör olup aslanların ağız kısmına çıkılabilmekte ve Amazon Adası yüksekten izlenebilmektedir. 1941'de ilk kez kazılmaya başlanan ve 1977 yılında sit alanı ilan edilen Tekkeköy Mağaralarında da son yıllarda turizm ekonomisine kazandırılması amacıyla çalışmalar yapılmış ve 2013 yaz sezonunda ziyaretçilere açılmıştır. Turizme açıldıktan sonra Fransız arkeologların da dikkatini çeken mağaralardaki yerleşim geçmişi MÖ 60000'e dek uzanmakta ve Eski Taş Çağı ile Bakır Çağı yerleşimlerine rastlanmaktadır. 360.000m²'lik alana bir yayılan mağaraların yalnızca 96.000m²'lik bir kısmı ziyaretçilere açılmış olsa da gelecek dönemde tüm alanların düzenlemesinin yapılması planlanmaktadır. Ayrıca mağaraların çevresinde Hitit Yolu, Frig Kalesi ve eski Rum evleri de bulunmaktadır. Hitit Yolu ve Frig Kalesi için bir çalışma yapılmamakla beraber eski Rum evleri restore edilerek ziyaretçilere açılmıştır. Mağaralardaki kazılarda ele geçirilen çanak çömlek parçaları ile diğer eşyalar da restore edilen bu evlerde sergilenmektedir. Şehirde; Atatürk Kültür Merkezi, Canik Kültür Merkezi, Atakum Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi ile Tekkeköy Eğitim ve Kültür Merkezi olmak üzere şehirde dört kültür merkezi bulunmaktadır. Bunlara ek olarak 19 Mayıs 2008 tarihinde kurulan Samsun Devlet Opera ve Balesi şehirdeki tek opera ve bale sahnesidir. Kurum 2010-11 sanat sezonunda Samsun nüfus ortalamasına göre %68'lik izlenme oranıyla altı devlet opera ve bale kurumu içerisinde birinci sırada yer almış, 2011-12 sanat sezonunda ise 43.000 biletli seyirci sayısına ulaşmıştır. 2013 yılının son haftalarını ise kapalı gişe bitirmiştir. Samsun Mevlevihanesi, Samsun'da müzik kültürünün bilinen ilk merkezidir ve dinî ile Klasik Türk müziğinde büyük etkileri vardır. Samsunlular batı müziği ile Mandolinada isimli grup sayesinde tanışmıştır. Bu grup 1890 yılında Paruxinios Kulübü'ne üye kadınlar tarafından kurulmuştu. 1926 yılında Musikî Yuvası'nın kurulması ve 1932'de Samsun Halkevi'nin açılmasıyla müzik alanında önemli gelişmeler yaşanmış ve Samsun halk türküleri ile oyunları araştırılmaya başlanmıştır. Bir başka önemli müzik topluluğu olan ve 1970 yılında kurulan Samsun Musikî Cemiyeti ise 1979 yılında Samsun Belediye Konservatuvarı ile birleşmiş, 1893'te ise konservatuvardan ayrılarak tekrar kurulmuştur. Ulusal ve uluslararası alanda birçok konser veren cemiyet günümüzde halen faaldir. Ayrıca şehirde Türkiye genelindeki 7 Türk müziği korosundan biri olan ve 1990'da kurulan Samsun Devlet Klasik Türk Müziği Korosu da varlığını sürdürmektedir. Samsun'da açılan ilk tiyatro binası eski tütün fabrikası civarında bulunan Ermeni Kulübü'dür. 1883 yılında kurulan Ermeni Tiyatrosu burada gösterilerini sergilemekteydi. Aynı dönemde gezici kumpanyalar ve topluluklar da Samsun'da temsil vermekteydi. Şehrin ikinci tiyatrosu ise 1907'de Nemlizade Hamdi Bey tarafından yaptırılan Meşrutiyet Tiyatrosu'dur. Bunların yanı sıra Aristo Fanis, Piyaloğlu İshak ve Boduroğlu Tiyatrosu da şehirde varlığı bilinen diğer tiyatrolardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında da tiyatroya ilgi devam etmiş, Darülbedayi 1924 yılında çıktığı Anadolu turnesine Samsun'dan başlamıştır. Bu yıllarda İstiklal Ticaret Mektebi Salonu da İstiklal Tiyatrosu adıyla hizmet vermekteydi. Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi'nden devşirilen Kazım Paşa Sineması 1930'lu yıllarda tiyatro sahnesi olarak kullanılmıştır. 19 Şubat 1932'de açılan Samsun Halkevi ile daha sonraları açılan Samsun Oda Tiyatrosu ile Samsun Şehir Tiyatrosu da şehrin tiyatro kültürüne büyük katkılar sağlamışlardır. Günümüzde şehirde 31 Mart 2009 tarihinde "Deli Dumrul" oyunuyla açılan Samsun Devlet Tiyatrosu'nun yanı sıra özel kuruluşlar olan Düşevi Sanat Merkezi ve Samsun Sanat Tiyatrosu başta olmak üzere 8 tiyatro salonu bulunmaktadır ve bu salonlardaki toplam koltuk sayısı 4.730'dur. Samsun'daki ilk film gösterimleri gezici sinematograflar aracılığıyla 1909 yılında gerçekleşmiştir. Şehrin ilk sinema salonu ise 1910 yılında açılan Boduroğlu Sineması'dır. Bu salonu takiben 1912 yılında Venüs, 1913 yılında Pathé, 1915'te Kristal ve Osmanlı sinemaları açılmıştır. I. Dünya Savaşı döneminde film gelmediği için salonlar geçici olarak kapanmış, 1920'li yıllarda ise film gösterimleri tekrar başlamıştır. Bu dönemde şehirde oldukça meşhur olan Varyete Sineması her cumartesi günü kadınlara özel gösterim düzenlemekteydi. Yine Hilal, Zafer ve Yeni sinemaları da şehirde hizmet veren diğer sinemalardı. Samsun'un bir diğer salonu olan Kazım Paşa Sineması ise film gösterimlerinin yanı sıra varyete, tiyatro, bale ve operet gösterilerine de ev sahipliği yapmaktaydı. Mustafa Kemal, 1930 yılındaki Samsun ziyareti sırasında bu salonda b
ir film izlemiştir. 1932 yılında eski adı Boduroğlu Sineması olan Zafer Sineması'nda Samsun tarihinin ilk sesli filmi gösterilmiştir. Zamanla sessiz film gösteren sinema salonları müşteri kaybetmiş ve Zafer Sineması şehrin tek salonu haline gelmiştir. 1950'li yıllardan itibaren ise Samsun Halkevi desteğiyle Ferhan, Sümer, Renkli, Kent, Konak ve Selçuk sinemaları açılmıştır. 1957 yılında yazlık sinema olarak açılan 1.600 koltuk kapasiteli Yıldız Sineması zamanla şehrin popüler salonu olmayı başarmış ve 1962 yılında da 1.200 kişilik kapalı sinema salonuyla hizmet vermeye başlamıştır. Aynı dönemde 800 koltuklu Emek Sineması da şehrin bir diğer gözde salonuydu. 1980'li yıllarda televizyonun şehirde yaygınlaşmasıyla sinemalar eski popülerliğini yitirmiş ve salonlar kapanmaya başlamıştır. 1990'lı yıllarla birlikte ise daha az kapasiteli salonlar açılmaya başlamıştır. Günümüzde Samsun'da Cinemaximum'a ait 2, Sinema Oscar'a ait 1 ve diğer iştiraklere ait 5 sinema salonu bulunmaktadır. Bu sinemalardaki toplam koltuk sayısı 2.241'dir ve 2011 verilerine göre 558 gösterimde toplam 241.147 bilet satılmıştır. 2009 yılında Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a ayak bastığı nokta olan Tütün İskelesi'nden altı gün konakladığı yer olan Gazi Müzesi'ne dek bir yol oluşturulmuş ve Kurtuluş Yolu adı verilmiştir. 45 metre genişliğinde 400 metre uzunluğunda olan yolun başlangıç noktasında temsili Bandırma Vapuru ve Mustafa Kemal balmumu heykeli, yol boyunca ise Samsun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinin temsili balmumu heykelleri yerleştirilmiştir. Bunlara ek olarak 22 dönüm üzerine kurulan ve Karadeniz Bölgesi'nin en büyük hayvanat bahçesi olan Samsun Hayvanat Bahçesi'nde aslan, kaplan, ayı, deve, tilki gibi hayvanlar ile çeşitli kuş, tavuk türleri yer almaktadır. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle 1981 yılından bu yana 16-19 Mayıs günleri arasında yapılan 19 Mayıs Kültür, Sanat ve Gençlik Festivali'nde spor etkinlikleri, paneller, sanatsal etkinlikler ve konserler gibi çeşitli faaliyetler yapılmakta ve Atatürk adına doğum günü pastası kesilmektedir. Festival Bandırma Vapuru Müzesi çevresi ve Karadeniz Sahil Yolu üzerinde yapılmaktadır. 1981 yılında ilki yapılan Uluslararası Halk Dansları Festivali, 19 Mayıs Kültür, Sanat ve Gençlik Festivali ile şehrin en köklü festivalidir. Her yıl 17-30 Temmuz günleri arasında yapılan festival sırasında Samsun'un çeşitli yerlerinde gösteriler düzenlenmekte ve dans gruplarının gösterileri Kurtuluş Yolu üzerinde ücretsiz bir şekilde halka açık olarak sergilenmektedir. Yapılan son festivale 14 ülke ve yaklaşık 600 dansçı katılmıştır. 2013 yılında ilki düzenlenen ve açılışını Thomas Hampson'ın yaptığı Uluslararası Samsun Müzik ve Sahne Sanatları Festivali ise 25 Mayıs ve 7 Haziran tarihlerinde yapılmaktadır. Oratoryo, bale, dans, klasik müzik gibi çeşitli etkinliklerin yapıldığı festivalde çeşitli ülkelerin temsilcileri de performanslarını sergilemektedir. Samsun Büyükşehir Belediyesi aracılığıyla yapılan bu festivallerin haricinde ilçe belediyeleri ve özel kuruluşlar tarafından düzenlenen Samsun Sinema Festivali, Samsun Caz Festivali ve Karadeniz Zihinsel Engelliler Festivali Samsun'da yapılan diğer festivallerdir. Geçmişte Samsun'da popüler olarak at yarışı, güreş ve futbol branşları ilgi görmekteydi. Şehirdeki spor karşılaşmalarının temeli 1895 yılında inşa edilen Samsun Hipodromu ile atılmıştır. Hipodromda her yıl eylül ayında at yarışları yapılmakta, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden de yarışlara ilgi gösterilmekteydi. Yarışlara panayırın da eklenmesiyle Samsun o dönemde özellikle Kuzey Anadolu'da at yarışı merkezi haline gelmiştir. Panayırlar sayesinde Samsun'da köklü bir geçmişi bulunan güreş de geniş kitlelere yayılmıştır. O tarihe kadar köy meydanlarında yapılan güreş şehir merkezindeki meydanlara ve kapalı alanlara taşınmıştır. Kurulan kulüplerin çoğunda güreş şubesi de yer almaya başlamış, sağlanan bu yeni imkanlar ile Yaşar Doğu ve Mustafa Dağıstanlı gibi önemli güreşçilerin yetişeceği bir ortam doğmuştur. Samsun'da ayrıca yüzme yelken, atletizm, tenis, jimnastik ve eskrim kulüpleri de bulunmaktaydı. Su sporlarında bölgenin öncüsü olan Samsun'da, Samsun İdman Yurdu kurduğu yüzme takımıyla Karadeniz Bölgesi'nde bir ilke imza atmıştı. Bunu 1930'lu yıllarda Samsun Belediyesi'nin düzenlediği atletizm ve denizcilik yarışmaları izlemiştir. Yüzme ve su topu yarışmalarının yapıldığı Samsun'da 1933 yılında Samsun Su Sporu Kulübü, 1961'de ise Samsun Yelken Kulübü kurulmuştur. Günümüzde çeşitli ulusal ve uluslararası şampiyonalara ev sahipliği yapan Samsun'da Ocak 2014 itibarıyla 236 kulüp bulunmaktadır. Bu kulüpler arasında en başarılıları olan Samsun Basketbol Kulübü ve Canik Belediyespor Türkiye Basketbol Federasyonu'nun, 1919 Samsun Türkiye Ragbi Federasyonu'nun, Samsunspor ise Türkiye Futbol Federasyonu'nun organize ettiği liglerde mücadele etmektedir. Bu kulüplerden Samsunspor, 1919 Samsun ve Samsun Basketbol Kulübü kendi branşlarında Avrupa kupalarında yer almışlardır ve branşlarında şampiyonluk yaşamışlardır. Samsun'da satranç, güreş, tekvando, binicilik, briç, futbol, okçuluk, kayak, bilardo gibi çeşitli spor branşlarında binlerce lisanslı sporcu bulunmaktadır. Ayrıca şehirde 4 salon, 2 stadyum ve 4 futbol sahası yer almaktadır. Samsun, 1869 yılından bu yana atanan ya da seçilen belediye başkanları tarafından yönetilmektedir. Günümüzde uygulanan çok partili seçim sistemine göre belediye başkanı seçilerek göreve başlamaktadır. 1930 Türkiye yerel seçimleri ile göreve başlayan Boşnakzade Ahmet Resai Bey seçilen ilk belediye başkanıdır. Belediye şehrin tüm karar yetkisini elinde bulundurmakta ve yönetim belediye başkanı, belediye encümeni ve belediye meclisi olmak üzere üç ana organda toplanmaktadır. 18 Nisan 1999'dan bu yana görevde olan Yusuf Ziya Yılmaz şehrin mevcut, Kemal Vehbi Gül ise en uzun süre görev yapan belediye başkanıdır. 1650'ye kadar Samsun'da, sadece temel eğitim veren sübyan mektepleri vardı. Bu tarihte ilk defa şehirde bir üst düzey eğitim merkezi olan medrese açılmıştır. Tanzimat ile birlikte de ortaokul ve lise düzeyinde batılı tarzda eğitim veren okullar açılmaya başlanmıştır. Aynı dönem birçok misyoner okulu da faaliyete geçmiş; cumhuriyet döneminde Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimde birlik ve standart sağlanmasının ardından ülke genelindeki misyoner ve azınlık okullarıyla birlikte Samsun'daki bu kurumlar da kapatılmıştır. Kanunla birlikte karma eğitime geçilerek meslek ve öğretmen okulları açılmış, Samsun'daki tüm okullar da bu kanuna uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. 2012 yılı itibarıyla Samsun ilinde okuma yazma oranı %96,44'tür ve bu oranla Türkiye'nin illeri arasında 27. sıradadır. İlköğretimde okullaşma oranı %99,30, ortaöğretimde okullaşma oranı ise %88,11'dir. Şehirdeki 4 büyükşehir ilçesinde toplam 34 anaokulu, 218 ilkokul, 116 ortaokul, 65 lise, 3 halk eğitim merkezi, 29 özel eğitim uygulama merkezi, 7 sanat okulu, 45 sürücü kursu ve 41 dershane bulunmaktadır. Ayrıca şehirde 5 halk kütüphanesi bulunmaktadır. Bu kütüphanelerdeki toplam eser sayısı 135.313, bunlardan yararlanan kişi sayısı ise 96.386'dır. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarının dışında şehirde biri devlet diğeri ise vakıf üniversitesi olmak üzere iki üniversite yer alır. 1975 yılında kurulan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Samsun'un ilk, Türkiye'nin ise 86. devlet üniversitesidir. 2014 yılı itibarıyla Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde 5 enstitü, 16 fakülte ve 15 yüksekokul bulunmakta, bu birimlerde toplam 46.000'den fazla öğrenci öğrenim görmektedir. 2010 yılında Samsun'un ilk, Türkiye'nin ise 10. vakıf üniversitesi olarak kurulan Canik Başarı Üniversitesi ise Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nin ardından Samsun'da kurulan ikinci üniversitedir. Bu üniversitede 2 enstitü, 4 fakülte, 1 yüksekokul bulunmaktadır ve 2012-13 döneminde 400 öğrenci ile öğretime başlamıştır. 15. yüzyılda Avrupa'da başlayan modern matbaacılık Anadolu'da ancak 18. yüzyılda padişahın izniyle Müslüman halk tarafından da benimsenmiş, 1864'te vilayet merkezlerinde de matbaalar açılmaya başlamıştır. Samsun'daki ilk matbaa da 1887 yılında Hüseyin Avni tarafından kurulmuştur. Bunu Şems, Ahali, Vilayet, Halk ve Millet matbaalarının açılması izlemiştir. Samsun'daki ilk gazete 1908 yılında Sıtkı Avni Bey tarafından hazırlanan "Aks-ı Sada"dır. Ardından 1910 yılında "Nevzad" gazetesi yayım hayatında başlamıştır. Aynı yıl "Aks-ı Sada"ya rakip olarak "Doğru Sada" ve "Vicdan Sesleri" gazeteleri de yayıma başlamıştır. 1919 yılında şehrin ilk edebî dergisi "Lâle" basılmıştır. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte dergi ve gazete çeşitleri artmaya başlamıştır. 1922 yılında şehrin ilk çocuk gazetesi "Mektepli" basılmaya başlanmıştır. 1923'te Samsunlu eczacılar "Genç Eczacı" ve "Eczacılar" adıyla dergiler yayımlamaya başlamıştır. Ancak bu dergiler uzun soluklu olmamıştır. Yine 1923 yılında ilk mizah gazetesi "Nefir" tek yapraklı olarak yayına başlamış, 1925'te onu "Biber" isimli gazete izlemiştir. Yine 1925'te yayımlanmaya başlayan ve Türkiye'de bir ilk olan "Pul ve Kartpostal Mübadele" dergisi Türkçe ve Fransızca olarak hazırlanıyor ve üç ayda bir çıkıyordu. 1940'lı yıllara dek Samsun'da matbaacılık ile ilgilenenlerin çoğunluğu Aks-ı Sada matbaasında yetişmiştir. 1960'lı yıllarla birlikte artan matbaa sayısı 1970'li yıllarda da artmayı sürdürmüş ve bugünkü hacmine ulaşmıştır. Günümüzde şehirde büyükşehir ilçelerinde yayımlanan 9 günlük gazete ve 13 internet gazetesi bulunmaktadır. Ayrıca Samsun'da 4 aylık gazete ve 9 dergi de yayımlanmaktadır. Samsun'da radyo 1930'lu yıllardan itibaren kullanılmaya başlanmış, 1974 yılında ise ilk televizyon cihazları şehre gelmiş ve 1975 yılında ilk televizyon vericisi kurulmuştur. 1990 yılından itibaren özel radyo ve televizyonların kurulmaya başlandığı şehirde günümüzde ulusal yayın yapan 2 televizyon kanalı ile çok sayıda yerel radyo istasyonu ve televizyon kanalı bulunmaktadır. Samsun, 20. yüzyıla dek sağlık konusunda sorunlu bir yerdi. Özellikle kenti ç
evreleyen bataklıklar nedeniyle sık sık kolera ve sıtma salgınları yaşanmaktaydı. Köylerde yaşayan halk hastalıklarla geleneksel yöntemlerle mücadele etmekteydi. Ayrıca içme suyunun temiz bir su şebekesi yerine Mert Irmağı'ndan sağlanması da hastalıklara yakalanma oranını yükseltiyordu. Yeterli sayıda sağlık tesisinin bulunmaması şehirde önemli bir sağlık sorunu teşkil etmekteydi. Samsun'daki ilk hastane 1880 yılında Doktor Andonyadis Hastanesi adıyla hükûmet binasının karşısında açılmıştır. İlk resmî hastane ise 1886'da Samsun Şehremaneti'nin karantinahane civarındaki bir binayı Samsun Şehremaneti Hastanesi olarak kullanıma almasıyla açılmıştır. Çok kısıtlı imkanlara sahip olan bu hastane zamanla işlevsiz hale gelmiştir. Bu nedenle dönemin mutasarrıfı Hamdi Bey şehrin ileri gelenlerinin ve üst düzey yöneticilerinin bulunduğu bir kurul toplayarak nitelikli bir hastane yapılmasına öncülük etmiştir. İnşa masraflarını karşılayabilmek için panayırlar düzenlenmiş, bazı vakıfların gelirleri inşaata aktarılmış, sancağın tütünden kazandığı ticaret gelirinin bir kısmı da yine inşaata harcanmıştır. 1895 yılında yapımına başlanan hastane 1902'de tamamlanmış ve Canik Hamidiye Hastanesi adıyla hizmete açılmıştır. Anadolu'daki ilk ilaç fabrikası da 1956 yılında Adeka ismiyle Samsun'da kurulmuştur. Samsun'da 2011 yılı itibarıyla 4.066 yatak kapasitesine sahip 16 kamu, 1 üniversite ve 8 özel hastane bulunmaktadır. Bunlara ek olarak 218 aile sağlığı merkezi ve 5 toplum sağlığı merkezi bulunmaktadır. Ayrıca yine 2011 verilerine göre toplam 2.413 hekim, 439 diş hekimi, 444 eczacı, 2.329 sağlık memuru, 2.530 hemşire ve 983 ebe Samsun'da görev yapmaktadır. Samsun'daki toplam sağlık kurumu sayısı Türkiye genelinin %1.98'ini, toplam yatak sayısı ise yine Türkiye genelinin %2.16'sını oluşturmaktadır. Toplam hekim sayısı bakımından ise Samsun, Türkiye'nin %1.91'lik oranını karşılamaktadır. Amisos Tepesi ile Batıpark arasındaki ulaşımı sağlamak amacıyla Amisos Tepesi Teleferik Hattı kurulmuştur. İki duraktan oluşan hat 320 metre uzunluğundadır. Altı yolcu kapasiteli altı araçla hizmet vermektedir. Cumhuriyet döneminde demiryollarına özel önem veren devlet 1924 yılında mevcut demiryollarına ek olarak Samsun-Sivas demiryolunun inşasına başlamıştır. 23 Aralık 1923'te yapımına başlanan hattın Samsun-Kavak kısmı 23 Aralık 1926'da hizmete açılsa da tüm hattın tamamlanması hava muhalefeti ve personel eksikliği gibi sebeplerle ancak 1932 yılında tamamlanabilmiştir. Samsun sahil demiryolu çalışması ise Samsun Sahil Demiryolları Türk AŞ'ye verilmiştir. Bu hattın temel atma töreni 21 Eylül 1924'te Mustafa Kemal'in de katılımıyla yapılmış, ilk sefer ise 1926 yılında gerçekleşmiştir. Hattın sahibi olan şirket zarar etmeye başlayınca hat 1933'te özelleştirilmiş fakat 1955 yılında tamamen sökülmüştür. 1980 yılında ise geniş hat tarzında yeniden inşa edilmiştir. Gar ile Ondokuz Mayıs Üniversitesi arasında yapılan ve 10 Ekim 2010 tarihinde ilk yolcularını alan raylı sistem günde ortalama 90.000 yolcu taşımaktadır. 2013 yılı verilerine göre ise 3 yılda toplam 47.000.000 yolcu taşımıştır. 21 istasyondan oluşan hat 15 kilometre uzunluğunda olup ilerleyen dönemlerde batıda Taflan'a, doğuda ise Tekkeköy'e kadar uzatılması planlanmaktadır. Ayrıca raylı sistemi beslemesi için şehrin farklı yerlerinde ring hatları kurulmuştur. Osmanlı döneminde denizyoluyla Samsun'a gelen mallar karayolu ile Basra Körfezi'ne kadar ulaştırılmakta fakat yolların elverişsiz olması dolayısıyla bu yolculuk zor şartlar altında gerçekleşmekteydi. Cumhuriyetin ilk yıllarıyla beraber demiryoluna önem veren devlet 1955 yılında ulaşım politikasını karayoluna ağırlık vermek suretiyle değiştirmiştir. 1955'ten itibaren asfalt karayollarının yapıldığı Samsun'da 1920'den itibaren garaj olarak kullanılan Suluhan yerini 1970'te yeni inşa edilen Samsun Garajı'na bırakmıştır. Fakat zamanla burası da ihtiyaçlara cevap veremez duruma geldiğinden dolayı 2006 yılında Yusuf Ziya Yılmaz Şehirlerarası Otobüs Terminali inşa edilmiştir ve halen de kullanılmaktadır. Karayolu bağlantılarında bir toplanma noktası olan Samsun'a Türkiye'nin her yerinden ulaşım mümkündür. 2012 yılında hafif raylı sistemin olmadığı bölgelerde bir troleybüs hattı kurulması gündeme gelmiş ancak maliyeti nedeniyle bu projeden vazgeçilmiştir. 2013 yılının sonlarında ise metrobüs hattı kurulması gündeme gelmiş ve bu doğrultuda çalışmalara başlanmıştır. Samsun'da havayolu taşımacılığının tarihi 1958 yılında Kıranköy Mezarlığı ile Samsun Askerî Hastanesi arasına inşa edilen Samsun Havaalanı'nın hizmete açılmasıyla başlamıştır. 1650 metre uzunluğundaki pistin heyelan tehlikesi altında olması, aletli iniş sisteminin coğrafi koşullardan dolayı yerleştirilememesi nedeniyle bu havaalanı 1998'de yerini Samsun Çarşamba Havalimanı'na bırakmıştır. 15 Aralık 1998 tarihinde hava trafiğine açılan havalimanında ilk tarifeli sefer ise 11 Ocak 1999 tarihinde gerçekleşmiştir. Günümüzde Samsun'a İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya'dan direkt uçuşlar ile ulaşmak mümkündür. Denizyolu tarihten bu yana Samsun için en önemli gelir kapısı olmuştur. 19. yüzyıla kadar görece Sinop ve Trabzon'un gölgesinde kalan Samsun'un önemi buharlı gemilerin Osmanlı denizlerinde dolaşım izni almasıyla artmıştır. 1911 yılında Türkiye Millî Bankası ile şehre bir liman inşa edilmesi için sözleşme imzalansa da I. Dünya Savaşı'nın çıkması nedeniyle projeye başlanamamıştır. Cumhuriyet döneminde 3 Ocak 1927'de "Resmî Gazete"de yayımlanan kanun ile Samsun'a bir liman inşa edilmesi karara bağlansa da proje yine hayata geçirilememiştir. Şehirde 1954 yılına kadar 8 adet iskeleyle deniz ulaşımı sağlanmaktaydı. 1954'te yapımına başlanan Samsun Limanı 2008 yılında özelleştirilerek Samsunport adını almış, aynı yıl Yeşilyurt Limanı da hizmete açılmıştır. Günümüzde 2005 yılında hizmete giren Toros Gübre Limanı ile birlikte şehirde 3 ayrı liman vardır. Samsunsport aynı zamanda Karadeniz'in en büyük, Türkiye'nin ise 5. büyük limanıdır. Ayrıca turistik sahil turları için tahsis edilen "Samsunum-1" isimli gezinti gemisi 2013 yılından itibaren seferlerine başlamış ve yaz aylarında çalışmaktadır. Kardeş şehir, kentlerin yerel yönetimleri aracılığıyla yabancı ülke şehirleri ile kurdukları resmî dostane ilişkiyi ifade etmekte olan bir terimdir. Kardeş şehir ilişkisi Samsun Büyükşehir Belediyesi Meclisi tarafından alınan karar ile kurulabilmektedir Samsun Büyükşehir Belediyesi; kurduğu kardeş şehir ilişkileri ile sosyo-kültürel, ekonomik, eğitim, sağlık, ticaret, turizm, yerel yönetim hizmetleri ve spor gibi konularla tarafları ilgilendiren diğer alanlarda, iki şehrin ilgili birimleri arasında iletişim ve koordinasyonu sağlayarak bilgi/deneyim alışverişi ve işbirliğinin geliştirilmesini amaçlamıştır. Sonuç olarak, iki şehir arasında karşılıklı anlayış, dostluk ve barışın güçlendirilmesi amacıyla; tarihi, kültürel, sosyal ve coğrafi açıdan Samsun ile benzerlikleri olan birçok yabancı şehir ile kardeş şehir antlaşmaları imzalanmıştır. Samsun'un 4 kıtadan toplam 9 kardeş şehri vardır. 2006 yılında imzalanan anlaşmalarla İskele ve North Little Rock ilk kardeş şehirler olurken son kardeş şehir ise 2013 yılındaki anlaşmayla Donetsk olmuştur. Sümüklüböcek Sümüklüböcek aslında eklembacaklı türü olan böcek değil, "gastropoda" (karındanbacaklılar) sınıfından, kabukları körelmiş ya da hiç bulunmayan yumuşakçaların ("mollusca") ortak adıdır. Sümüklüböcek adı genel olarak karada yaşayan ve "Pulmonata" (akciğerli salyangozlar) altsınıfında yer alan kabuksuz ya da kabuğu körelmiş yumuşakçalar için kullanılır. Yumuşak ve yapışkan gövdeli bu hayvanların tatlı sularda yaşadığı bilinen tek türü dışında kalanlar, karalardaki nemli ortamlarda sınırlı bir dağılım gösterir. İçlerinde ılıman bölgelerde yaşayan A"rionidae", L"imacidae", ve P"hilomycidae" familyaları ile tropik bölgelerde rastlanan "Veronicellidae" familyasının üyeleri bitkiyle beslenir. Avrasya'da yaşayan "Testacellidae" familyasının üyeleri başka salyangozları ve yer solucanlarını yiyen etçil sümüklüböceklerdir. Sümüklüböcekler bitkilerle beslenir, bu nedenle zararlı sayılmaları söz konusudur. Nemli ortamlarda yaşarlar. Salgıladıkları bir maddenin sümük görüntüsünde olduğundan bu isim verilmiştir. Yaşayabilmeleri için bitki yaprakları ve meyveler olmalı ve nem oranı biraz yüksek olmalıdır. Bu hayvanlarda yaz ve kış uykusu vardır. Metabolizmalarını yavaşlatırlar. Ama ortam koşulları iyi olursa buna gerek duymazlar. Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır. Yumurta ile çoğalırlar. Sürünerek hareket eder ve ayakları yoktur. Hareketlerini vücutlarında salgıladıkları ve kendilerine özel olan salgılarının üzerinde ilerleyerek sağlarlar. Hatta yaz aylarında sümüklüböceğin geçtiği yerlerde sümüksü parlak bir iz şeklinde görülür. Yaz aylarında çiftleşen sümüklüböcekler çift eşeylidir. Bu sebeple üremeleri için karşı cinse ihtiyaçları yoktur. Sümüklüböcek her yumurtlama döneminde 100-200 arası yumurta bırakır. Sümüklüböcekler, bol yağış olan bölgeleri daha çok severler. Bu nedenle Türkiye'de en çok Marmara ve Karadeniz bölgelerinde görülürler. ISBN ISBN (İngilizce: "International Standard Book Number" , Türkçe: Uluslararası Standart Kitap Numarası); 1972 yılında Uluslararası Standartlar Organizasyonu (ISO) tarafından hazırlanan kitap numaralama sistemidir. Kitap numaralarını standardize etmek, materyalin kimliğini tanımlamak amacıyla oluşturulmuştur. 1970 yılından önce basılan kitaplarda bu bilgi bulunmaz. Aşir Atlı Aşir Atlı (1881, Kilis - 23 Ekim 1957), Türk asker ve siyasetçi. 1864 yılındaki Büyük Çerkes sürgününde, önce Balkanlara, daha sonra da Anadolu'ya göç etmek zorunda kalan bir Adıge ailesinden olan Mehmet Bey'in oğludur. 1903 yılında Harp Okulu'nu, 1906 yılında Harp Akademisi'ni Mümtaz Yüzbaşı olarak bitirdi. 1911 yılında kurmaylığı onaylandı. I. Dünya Savaşı'nda Irak cephesinde kurmay görevlerinde, tümen komutanlıklarında ve ek görevle Süleymaniye Mutasarrıflığı'nda bulundu. 27 Haziran 1918'de 2. Tümen, 14 Aralık
1919'da 23. Tümen, Ağustos 1921'de 16. Tümen Komutanlığı'na atandı. 23. Tümen Komutanlığı sırasında İzmir Doğu Cephesi Kuva-yi Milliye Komutanlığı yaptı. Bu cephede birlikle savaştığı Kuva-yi Seyyare'nin Marmara ve İç Anadolu'daki isyan hareketlerini bastırmaya gönderildiği bu dönemde Kuva-yi Seyyare Komutanı Çerkez Ethem'le bazı anlaşmazlıkları oldu. Yunan saldırısı ve ilerlemesi üzerine ve kendisinin de Çerkes asıllı olması sebebiyle Miralay Bekir Sami Bey ile birlikte Bursa'nın Yunanların eline düşmesinden sorumlu gösterilmek istendi. Fakat hizmetlerini bilen ve takdir eden Mustafa Kemal Paşa'nın araya girmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde onları savunması üzerine cephe gerisinde Antalya Valiliği ve Bölge Komutanlığı'na atandı. Görevini Kasım 1920 - Ağustos 1921 tarihleri arasında sürdü. Bu görevi sırasında İtalyanlar ile siyasi ve askeri iş birliğini geliştirdi. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinde TBMM Ordusu'nun geri çekilmesi ve komuta kademesinde yapılan değişiklikler üzerine tekrar cephede görevlendirildi ve Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken, gösterdiği kahramanlıklardan dolayı Miralay rütbesine terfi etti. Büyük Taarruz'da ve Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde 6. Kolordu'ya bağlı 16. Tümen'in komutanıydı. Zaferden sonra 2. ve 3. Ordu Kurmay Başkanlığı görevlerini yürüttü. 1925 yılında Mirliva rütbesine terfi etti ve Paşa oldu. 1925-1928 yılları arasında Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yaptı. Tümen komutanlıklarında bulunduktan sonra, 8 Ağustos 1930 tarihinde kendi isteği ile Mirliva rütbesindeyken emekliye ayrıldı. 1939 yılından itibaren 6., 7. ve 8. dönemlerde Kütahya, Bursa ve Antep milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yaptı. Türkçe ve Adıgeceden başka Almanca ve Fransızca biliyordu. 23 Ekim 1957 tarihinde İstanbul'da öldü ve Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü. Naaşı 1988 yılında Ankara Devlet Mezarlığına nakledildi. İkinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı, Harp Madalyası, Gümüş liyakat ve İmtiyaz Madalyaları, Avusturya-Macaristan Harp Madalyası, Alman Demir Salip Nişanı, İstiklâl Madalyası ve Takdirname sahibidir. FC Red Bull Salzburg FC Red Bull Salzburg Bundesliga (Avusturya)'da yer alan futbol kulübü. Wals-Siezenheim'da kurulmuştur. Önceleri adı SV Austria Salzburg olan kulüp, 2005'te Red Bull tarafından satın alınmasıyla isim değişikliğine gitti ve adı FC Red Bull Salzburg olarak değiştirildi. 1973'ten itibaren sponsor firmaların isimlerini kullanmaya başlayan kulüp; Gerngross, Sparkasse, Casino, Wüstenrot gibi isimler kullansa Austria ön adını hiçbir şekilde değiştirmemekteydi. Amerika Major Ligi'ndeki New York Red Bulls adlı kulübün de sahibi olan Red Bull, 2005'te mali sıkıntıya düşen kulübün %100 hissesini alırken, adıyla beraber amblemini ve renklerini de değiştirerek kulübü yeni kurulmuş bir kulüp durumuna getirdi. Böylece 1933'ten beri kullanılan Mor-Beyazın yerini, enerji içeceği kutusundaki Kırmızı-Mavi aldı. Taraftar profiline de müdahale eden Red Bull, stadın ayakta maç izlenecek ucuz tribününün kapasitesini yarıya indirdi. Külübün satılmasına ve kulüpte meydana gelen değişikliklere karşı çıkan taraftarlar protestoyla yetinmediler. Kulüplerinin aşırı ticarileştirilerek genetiğiyle oynandığına inanan Manchester United FC taraftarılarının FC United of Manchester'ı ve Wimbledon FC taraftarlarının AFC Wimbledon'ı kurarak yaptıklarını ülkelerinde gerçekleştirip 7 Ekim 2005'te FC Red Bull Salzburg kulübünü kurdular. Tıpkı onlar gibi, eski ve bozulmamış haldeki kulüplerini kendi elleriyle yeniden kurup, en alt kümeden mücadeleye başladılar. 800 üyenin girişimiyle kurulan Mor-Beyazlı ‘öz’ Austria Salzburg, dört sezon üst üste şampiyon olarak, üçüncü kümeye kadar yükselmeyi başardı. Bundesliga (Avusturya) ÖFB-Cup ÖFB-Supercup UEFA Kupası "* Austria Salzburg olarak" Angela Gossow Angela Nathalie Gossow (d. 5 Kasım 1974, Köln), melodik death metal grubu Arch Enemy'nin eski vokalistidir. Brutal vokal yapmaktadır. Angela Gossow, eski vokalist John Liiva Arch Enemy'den ayrıldıktan sonra, 2000 yılının Kasım ayında gruba katılmıştır. Daha önceleri bir Alman webzine'i için Michael Amott ile görüşen Gossow, röportaj sırasında Amott'a daha sonra kendisinin "kalitesiz" bir kulüp performansı olarak nitelendireceği bir video demosu vermiştir. Grup, Liiva ile yollarını ayırmaya karar verdiği zaman, Angela'yı bir ses yarışması için çağırmıştır. Amott bu olayı anlatırken "Diğer yarışmacıları silip süpürdü" demiştir. 13 yıllık Arch Enemy macerasını 2014 yılında bırakarak Arch Enemy'nin vokalliğinden ayrılan Gossow, yerini Alissa White-Gluz'a bırakmıştır. Ailesine ve özel yaşantısına daha fazla zaman ayırabilmek için mikrofonu devretmesine rağmen, gruptan ayrılmayıp Arch Enemy'nin menajerliğini üstlenmiştir. Kâzım Paşa Kâzım Paşa ile aşağıdaki kişiler kastedilmiş olabilir: William Blake William Blake (d. 28 Kasım 1757 - ö. 12 Ağustos 1827) İngiliz şair, ressam ve mistik vizyoner. Blake’in yaşamı boyunca tanınmayan çalışmaları şimdi hem şiir hem de görsel sanatlar tarihinde yeni ufuklar açıcı olarak düşünülüyor. Onun görsel sanatçılığı çağdaş bir eleştirmence şöyle açıklanmıştır “açık arayla İngiltere’nin ürettiği en mükemmel sanatçı.” Hayatı boyunca Londra dışına bir günlük yürüyüşten daha uzun süre çıkmamış olmasına rağmen, yaratıcı görüşü, hayal gücünü “Tanrı’nın bedeni” ya da “insanın kendi varoluşu” olarak benimseyen, çeşitli ve sembolik olarak zengin bir bedeni ortaya çıkardı. Kişisel görüşleri yüzünden çağdaşları tarafından deli olarak görülen Blake, daha sonra eleştirmenler tarafından yapıtları, anlatım gücü, yaratıcılığı, felsefi ve gizemli eğilimi yüksek takdir gördü. 18. yüzyılda ortaya çıktığı için resimleri ve şiirleri hem romantik akımın hem de romantik akımı öncesi parçasıdır. İncile saygılı fakat İngiltere kilisesine düşman olan Blake, Jacob Boehme ve Emanuel Swedenborg gibi düşünürlerden, Fransız ve Amerikan devrimlerinden etkilendi. Bu bilinen etkilere rağmen, Blake’in yapıtlarının özgünlüğü onu sınıflandırmayı zorlaştırıyor. 19. yüzyıl bilgini William Rosetti, Blake’i “şanlı bilgin” ve “öncelikler tarafından engellenmemiş, çağdaşlarıyla aynı kefeye konulmamış ve sonrakiler tarafından yeri doldurulmamış biri.” olarak nitelemiştir. William Blake, Londra’da Golden Square’daki 28A Broad Street’de orta sınıf bir ailenin ikisi gebelikte ölen yedi çocuğundan üçüncüsüydü. Babası bir mensuatçıydı. William okula hiç gitmedi ve evde annesi tarafından eğitildi. Blake ailesi muhaliflerdendi ve moravian kilisesine üyeydiler. İncil Blake üzerinde derin ve erken bir etkiydi ve hayatı boyunca bir ilham kaynağı olarak kalacaktı. Blake oymacılığa ona babasının aldığı eski yunan yapıtlarının kopyalarıyla başladı. Bunlardan Raphael, Michelangelo, Maarten van Heemskerck ve Albrecht Dürer’in yapıtlarıyla klasik biçimlere açıklığını keşfetti. Ailesi onun inatçı yaradılışını onu okul yerine çizim dersine kaydedecek kadar iyi tanıyordu. Hevesle kendi seçtiği konuları okudu. Bu süre boyunca şiir hakkında da araştırmalar yaptı. Blake’in çalışmaları onun Ben Jonson ve Edmund Spenser bilgisini gösterir. 4 Ağustos 1772’de Great Queen Street’de oymacı James Basire'ye 7 senelik bir süre için çırak oldu. Bu sürenin sonunda, 21 yaşında, profesyonel bir oymacı oldu. Blake ve Basire arasında herhangi bir tartışmayı gösterecek bir kayıt bulunamamaktadır. Fakat, Peter Ackroyd'un biyografisi Blake’in daha sonra Basire’nin ismini sanatsal sanatsal düşmanlar listesine eklediğini ve sonra sildiğini not etmiştir. Blake’in Westminster Abbey’deki tecrübeleri onun sanatsal düşüncelerinin şekillenmesine katkıda bulundu. 1778’de Blake Strand yakınlarında Old Somerst House’da Kraliyet Akademisine katıldı. Öğrenim dönemi herhangi bir ödeme gerektirmemesine rağmen 6 yıllık öğrenim süreci boyunca kendi materyallerini alması gerekti. Kraliyet Akademisinde Rubens gibi tamamlanmamış stili olan olarak nitelendirdiği kişilere karşı çıktı. Zaman içinde Rubens’i destekleyen okulun ilk müdürü Joshua Reynolds’ın sanata karşı tutumundan nefret etmeye başladı. Blake’in biyograficisi Alexander Gilchrist şunu kaydetmiştir: “1780 haziranında, Blake, Basire’nin dükkânına doğru giderken Newgaate cezaevini yağmalayan çılgın bir çete tarafından alındı. Bu çete cezaevi kapılarına kazma kürekle saldırıp cezaevini alevler içinde bırakıp tüm hükümlüleri serbest bıraktılar. Söylediğine göre Blake saldırı sırasında çetenin ön sıralarındaydı. George hükümetinin ani yasamalarını ve ilk polis güçlerinin kurulmasını provoke ettiler. 1782’de Blake patronu olarak Jhon Flaxman’la ve eşi olarak Catherine Boucher’le tanıştı. 18 Ağustos 1782’de St. Mary kilisesinde kendine 5 yaş küçük Catherine ile evlendi. Catherine okuma yazma bilmediği için evlilik cüzdanını “X” ile imzaladı. Daha sonra Blake Catherine’ye hem okuma yazmayı hem de oymacılığı öğretti. Blake’in ömrü boyunca Catherine ona paha biçilemez yardımlar etti. Bu yıllarda National Gallery’nin kurucularından olan George Cumberland Blake’in çalışmalarının hayranı oldu. Blake’in ilk şiir derlemesi olan Poetical Sketches 1783 dolaylarında yayımlandı. Blake’in Catherine ile olan evliliği ölümüne kadar sürdü. Başlarda Catherine’nin okuma yazma bilmemesi ve çiftin çocuk sahibi olamaması gibi sorunları vardı. Bazı biyograficiler Blake’in evliliğe Swedenborg’un toplumundaki görüşlere göre şehvet getirmeye çalıştığını ileri sürerler fakat diğer bilginler bu teorileri tahminlerden ibaret saydılar. Blake Catherine’ye yazmayı öğretti ve o da Blake’ye şiirlerini renklendirmesine yardım etti. Blake 1804’te Londra’ya döndü ve en hırslı çalışması olan Jerusalem’i yazıp resimlemeye başladı. Chaucer’in Cnterbury Pilgrims yapıtındaki karakterleri resmetmeyi tasarladıktan sonra Blake tüccar Robert Cromek ile oymacılığını pazarlamak için görüştü. Blake’in popüler bir çalışma yapamayacak kadar tuhaf olduğunu düşünerek Cromek bu işi yürütmesi için Thomas Stathard’a verdi. Blake dolandırıldığını öğrendiğinde önceden arkadaşı olan Sathard’la ilişkisini kesti ay
rıca dükkânında bağımsız bir sergi açtı. Blake George Cumberland aracılığıyla John linnell ile taşınıştı ve John Linnell aracılığıyla da Shoreham Ancients adında bir grubun üyesi olan Samuel Palmer ile tanıştı. Bu grup Blake’in modern trendlere karşıtlığını ve tinsel sanatsal yeni çağa olan inancını paylaştılar. 65 yaşında Book of Job’un resimlemelerini yapmaya başladı. Sonraları Blake çalışmalarının çoğunu özellikle de İncil betimlemelerini satmaya başladı. Öleceği gün Blake amansız bir şekilde Dante serileri üzerinde çalışıyordu. Sonunda çalışmayı bırakıp eşine döndü, ona bakarken ağladı. Gözyaşları içinde “Dur Kate! Olduğun gibi kal, bana hep bir melek gibi göründüğün için portreni çizeceğim” der. Portreyi bitirdi (şu anda kayıp) araçlarını bıraktı ve ilahiler okumaya başladı. O akşam saat 6’da eşine hep onunla olacağına söz verdikten sonra öldü. 1965’ten beri, mezar taşları yeni bir çimlik yapmak için taşınırken William Blake’in mezarı kayboldu ve unutuldu. Bugünlerde üzerinde eşinin de ismi bulunan bir mezar taşı ile anılır. IPA Nadia Comăneci Nadia Elena Comăneci (d. 12 Kasım 1961), Rumen jimnastikçi. 5 olimpiyat altını, 3 gümüşü ve 1 bronz madalyası vardır. 1976 Yaz Olimpiyatları'nda tüm jüriden 10 üstünden 10 alan ilk ve tek sporcudur ve jimnastiğin popülerleşmesinde çok büyük katkısı vardır. Ama yaygın kanının aksine olimpiyatlarda ilk 10 tam puanı o almamıştır, ilk 10 tam puan Nadia'nın doğumundan 37 sene önce alınmıştır. Başarısının sırrının, ilkokul yıllarında kazandığı ilk bronz madalyasını duvara asan babasına karşı çıkarak madalyayı indiren, Rumen geleneklerini yaşatan annesi Maria olduğu rivayet edilir. Comăneci, Oneşti, Romanya'da Gheorghe and Ştefania-Alexandrina çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Nadia, Rumen bir isim değildir, annesi hamileyken bir Rus filmi izlemiş, kadın kahramanın adı da Nadia'dır (Rus isim Nadežda'nın kısaltılmışı, anlamı "umut") ve böylece isminin Nadia olması kararlaştırılmıştır. Nadia'nın ayrıca Adrian adında küçük bir erkek kardeşi vardır. Comăneci ve arkadaşı, Béla Károlyi tarafından oyun bahçesinde parande atarken keşfedilmiş ve jimnastiğe 6 yaşında başlamıştır. Dil felsefesi Dil felsefesi, dil ile felsefe arasındaki ilişki temelde felsefecilerin dili kullanarak felsefe yapmalarından kaynaklanmaktadır. Özelde ise, dil felsefesi başlığı altında dilin özü, anlamı, kökeni ve yapısı felsefî açıdan sorgulanmaktadır. Bir araştırma konusu olarak, analitik filozoflar, dil felsefesinin dört temel merkezi sorunu olduğunu varsayar: anlamın doğası, dil kullanımı, dil bilişselliği, dil ve gerçek arasındaki ilişki. Avrupa Anakarası filozofları için dil felsefesi, aynı zamanda mantık, tarih ve siyasetin bir parçasıdır. Yüz yıllık bir geçmişi vardır ama dil eski çağlardan beri filozofların ilgisinin çeken bir konu olmuştur. Yunan dünyasaında adlarla adlandırılan nesneler arasındaki ilişki önemli tartışma konularında biridir. Felsefe tarihinin dille ilgili en eski tartışması olan bu tartışmada bir taraf, bu ikisi arasındaki ilişkinin doğal olduğunu, adların adlandırdıkları şeylerin özünü yansıttıklarını, bunu da adlandırdıkları şeyleri sesler aracılığıyla taklit ederek yaptıklarını ileri sürer. Felsefe tarihinde Pythagoras'a kadar geri götürülen bu doğalcı görüşe karşılık, Demokristos'a kadar götürülen karşı görüş uylaşımcılık, bu ilişkinin uylaşımsal olduğunu, adların nesnelere rastgele verdiklerini ileri sürer. Platon'un Kratylos diyaloğunda ayrıntılı bir biçimde işlediği bu tartışmanın arkasında, aslında, Eskiçağlardan bugüne sürekli sorulan bir soru vardır: Dil ile dünya arasındaki ilişki nedir? Aristoteles ile Ortaçağ filozoflarının düşünmenin yapısını, Aydınlanma dönemi filozoflarının bilginin kaynağını ve bilme yetisinin sınırlarını araştırırken değişik biçimlerde sordukları soru bundan başka bir soru değildir aslında. Ne var ki, Eskiçağdan 20. yüzyılın başlarına dek, Frege ile Russell'ınkiler içinde olmak üzere, yapılan bütün araştırmalar, doğrudan doğruya dilin yapısını anlamak için yapılmış araştırmalar değildir. Dolayısıyla onları dil felsefesi araştırmaları görmek yanlış olur. Doğrudan doğruya dilin kendisinin bir sorun olarak görülmesi Gottlob Frege ile Russel'ın çalışmalarının, felsefenin dili konu edinen ayrı bir alanı olarak dil felfesinin doğuşu ise Ludwig Wittgenstein'ın ilk dönem çalışmalarının bir sonucudur. Dil felfesinin yüz yıllık kısa tarihinde yanıtı aranan iki ana soru vardır. Bu iki ana soru filozofların dil felsefesi tarihi içinde ele aldıkları iki ana soru olma ötesinde, dil felsfesinin iki ana sorusudur. Bryran Magee'nin bakışıyla, dil kullanıldığında karşımıza çıkan iki uçtan, yani üzerine konuşulan dünyayı gösteren 'özne' ucundan çıkan iki ana sorudur bunlar. Tarihsel olarak bakıldığında başlangıçta ele alınıp yanıtı verilmeye çalışılan soru 'nesne' ucundan çıkar ve felsefe tarihinin o eski bildik sorusunu sorar: Dil ile dünya arasındaki ilişiki nedir? Ancak bu sorunun yanıtını arayanlar bununla yetinmezler, bir de ikisi arasında kurdukları (ya da götürdükleri) ilişkiden bir anlam kuramı türetirler. Frege ile Russel, ilk dönem çalışmalarıyla Wittgenstein, başta Rudolph Carnap olmak üzere mantıkçı pozitivistler, günümüzde Willard van Orman Quine ile Donald Davidson bu çizgide ürün veren kişilerdir. Dil kullanımında 'özne ' ucundan soruya gelince, bu 50'li yıllarda sorulmaya başlayan, dilsel davranışın nasıl bir davranış olduğu sorusudur. Dilin kullanım yönüne dikkat çekmesi ve dili bir insan davranışı olarak incelemenin öneminin vurgulaması bakımından ikinci dönemindeki Wittgenstein ile de ilişkilendirilebilecek bu çizgi, dil ile dünta arasındaki ilşkinin ne olduğu sorusunun yanıtını aradıkları bu sorunun bir parçası olarak görür ve dilin dünyasıyla ilişkisini, dilse davranışı yöneten kurallarının belirlediğini ileri sürer. Bu çizginin önemli bir özelliği de dilsel davranışı yöneten kuralları ortaya çıkarmaya yönelik araştırmayı, anlam sorunun çözümüm olarak görmesidir. John L. Austin ile John R. Searle bu çizgide yer alan kişilerdir. Dil felsefesiyle ortak konuları olan diğer felsefe dalı Zihin Felsefesi!dir. Dil felsefesi, felsefenin dil ile uğraşan bir dalıdır. Örneğin dil, bilinç ve gerçeklik arasındaki bağlamları ele alan bir felsefe dalıdır. Bu noktadan iki araştırma alanı ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki dil ve gerçeklik arasındaki ilişki, ikincisi de dil ve bilinç arasındaki ilişkidir. Bundan dolayı dil felsefesi bilgi kuramsal felsefenin (epistemoloji) birbirine komşu alanlarının ve akıl odaklı felsefenin yakın bağlamında yer almaktadır. Dil felsefesi dil analizi ile aynı değildir. Kavram analizi olarak da bilinen dil analizi Sokrates’ten bu yana bilinen bir felsefi yöntemdir ve bu içerisinde felsefi uygulamanın farklı alanlarının bulunduğu felsefi bir yöntemdir (bkz. ayrıca Diyalektik yöntem). Dil felsefesi içerisinde bu yöntem özellikle dili tanımlamakta kullanılan kavramların analizi için kullanılmaktadır. Örnek olarak "anlam, anlayış" gibi kavramların analizi için kullanılmaktadır. Dil felsefesi aynı zamanda da dilbiliminin bir alt alanıdır. Dil felsefesi hem yöntemleri büyük ölçüde deneysel olan genel dilbiliminin, hem de gösterge ve gösterge sisteminin kuramı olan gösterge bilimin (semiyotik) bir dalıdır. Dil felsefesinde dil için temel olarak iki farklı bağlantıdan söz edilebilir: Bunlar ideal dil felsefesi (Ideal Language Philosophy) ve normal dil felsefesi (Ordinary Language Philosophy) olarak adlandırılmaktadır. Her ne kadar bunlar tarihsel açıdan çelişkili olarak görülseler de, her iki bağlantı ve her ikisinin de bilgileri birine ve diğerine birlikte bağlıdırlar. Geleneksel anlam kuramları bir nesnenin anlamıyla birlikte tanımlandığından yola çıkar; ama bu kuramların, bazı anlatımların bir cümlede hiçbir şey ifade etmediğine ilişkin bir sorunu vardır. Örneğin; “Pegasus kanatlı bir attır” cümlesinin bu kuramlara göre hiçbir anlamı yoktur. Bunun gibi, hiçbir şey ifade etmeyen bağlaç ve ilgeçlerin olduğu anlatımlarda da durum böyledir. Bu örnekteki Pegasus da tamamen tasavvur edilen kurgusal bir figürdür. Normal dil felsefesinin modern anlam kuramları, bir göstergenin anlamının nasıl meydana geldiğini sorgular. Böylece şu sonuca varır: Bir ifadenin anlamı nesne değildir, göstergelerin kullanımıyla oluşur. Buna ilişkin geliştirilen farklı anlam kuramları şunlardır: 1.Ludwig Wittgenstein’ın yaklaşımı, herhangi bir açıklama olmaksızın sadece dilin tanımını ortaya koyar. Bu tanımda dil oyunu, dilbilgisi ve kural kavramları önemli rol oynar. 2.Willard Van Orman Quine’nin geliştirdiği yaklaşım, anlam kavramı yerine doğrulama kavramını benimser: Bir cümlenin ne anlama geldiği bu cümlenin nasıl doğrulandığı ile belirtilir. Quine aslında anlaşma durumundan yola çıkar: Dili tamamen yabancı olan bir konuşmacının anlatımı nasıl anlaşılır? Quine, bu durumda ifadenin anlamının belirsiz kaldığı yerde köklü bir çeviri yapılması gerektiğini vurgular. 3.Donald Davidson’ın yaklaşımı, bir dil konuşmacısının yeni bir cümleyi bir çırpıda anlayabilmesinin nasıl mümkün olduğunu cevaplamaya çalışır. Cevabı ise bir dilin bütüncül olması ve bir cümlenin anlamının bu cümlenin öğelerinin ve tamlamalarının anlamıyla belirlenmesidir. Davidson, bütüncül anlam kuramını Alfred Tarski’nin gerçeklik kuramı olarak ortaya koymaya çalışır. Davidson’ın anlam kuramı aslında yorumlama kuramıdır. O da hocası Quine gibi anlaşma durumundan yola çıkar ve köklü bir çeviri yerine köklü bir açıklama yapılması gerektiğini söyler. Bu kuramın oluşumu “iyi niyetli yorumlama” ilkesine dayanır. Michael Dummett, konuşmacının yeteneği kadar anlama ilişkin doğruluk şartlarının da önemli olduğunu söyleyerek Davidson’ın kuramına karşı çıkar. 4.Paul Grice geliştirdiği yaklaşım ile anlam kavramını çözümlemeye çalışır. Bir göstergenin ne anlama geldiği, konuşmacının onunla ne demek istediğidir; yani, konuşmacının maksadının ne olduğu ile ilgilidir Kaynak İdeal dil felsefesi normal dilleri eksik olarak incelemektedir; çünkü bu felsefe farklı yanlı
şlıklar yüzünden mantığın kati talepleri karşısında yeterli olmamaktadır. Bu girişin hedefi, bilimlerin amacı için ideal ve biçimsel diller sayesinde doğal dillerin kontrol edilmesi veya tamamıyla değiştirilmesidir. Bu proje uygulamada zor olarak kanıtlanmıştır. Temelde bulunan sebep şu şekilde açıklanabilmektedir: Biçimsel bir dil de dâhil olmak üzere her dil yorumlanabilir olmak zorundadır ve bu yorumlamanın dili prensip olarak bizim normal dilimizdir. Bununla beraber bu giriş, biçimi oldukça başarılı şekilde kanıtlanmıştır; çünkü mantıksal ve kavramsal bağlamların araştırılması sayesinde biçimsel bir dilin oluşumu hakkındaki önemli bilgiler ortaya çıkarılmıştır. İdeal dil felsefesinin kurucusu olarak matematikçi, mantıkçı ve dil filozofu olan ve bu projeyi kendi kavram yazısında gerçekleştirmek isteyen Gottlob Frege kabul edilmektedir. İdeal dil felsefesinin diğer önemli temsilcileri: Alfred North Whitehead ile “Matematiğin Önceliklerini” (Principia Mathematica) yazan Bertrand Russell’dir. Ayrıca ilk yıllarındaki haliyle, yani “Tractatus Logico-Philosophicus” eserinin yazarı olarak Ludwig Wittgenstein diğer bir önemli isimdir. Diğer önemli temsilciler de Rudolf Carnap ve yapısalcılığın kurucuları olan Wilhelm Kamlah ve Paul Lorenzen’dır. "Ayrıca bakınız Gündelik dil felsefesi" Gündelik dilin felsefesi, doğal dilleri (Türkçe, İngilizce, vb.) eksik olarak incelememekte, aksine kullanılma amacı için tamamıyla ihtiyaç duyulan bir dil olarak ele almaktadır, yani sosyal çevrede anlaşmanın sağlanması için ihtiyaç duyulmaktadır. Dil felsefesinin görevi, normal dilleri değiştirmek veya normal dillerin yerine geçmek değildir, örneğin; aksine kavramsal veya düzenleyici bağlamların ispat edilmesi şeklinde normal dilleri tanımlamaktır. Diğer bir deyişle bazı temsilcilerin yaptığı gibi normal dilleri açıklamaktır. Olağan dilin felsefesinin kurucusu olarak sonraki dönemlerindeki, yani “Felsefî Araştırmalar”ın yazarı olan Ludwig Wittgenstein kabul edilmektedir. Diğer önemli temsilciler de Gilbert Ryle, John Langshaw Austin ve Peter Strawson’dur. Bu yaklaşım dilbilimsel edimbilimin önemli bir parçası olan söz eylem kuramının gelişimine katkıda bulunmuştur. Çok sayıda filozof da farklı sorunlarda normal dilsel yöntem bilgisinin verimliliğine işaret etmişlerdir. Buna madde ve ruh arasındaki ilişkinin tartışmaları da dâhildir. Bu tutucu eğilim ve var olan dil kullanımının da alıkonulması bazı eleştirmenlere farklı güdülerden problemli olarak görünmektedir. Örneğin; belirgin kuramsal dillerin kullanımı vurgulanmalıdır. Normal dilsel yaklaşımlar çerçevesinde açıklamalar ve savunmalar dairesel ya da sadece belirli dil sistemi içerisindeki kapsamlarda geçerli olmalıdır. Bazen normatif problemlerde normal dil felsefesinin natüralist safsatalara sebep olduğu iddia edilmektedir. Kısmen de olsa normal dil felsefesi davranışçılığa benzemektedir ve bilimsel açıklama modeline karşı ilkesel olan savlar açıklanmalıdır. Sözü edilen, yani ele alınan ifadeler şüphesiz gibi görünmektedir: “Sokrates” ismi Yunan felsefeciyi tanımlamaktadır. Eğer göndergesel anlam kuramından söz edilirse, yani eğer bir ifadenin anlamının göndergesinde bulunduğu iddia edilirse şu problemler ortaya çıkar: Aynı göndergeye sahip olan, yani “koşutlu genişleme ve yayılma” özellikli (koextensional) iki ifade kesinlikle aynı bilgi değerine sahip değildir. Gottlob Frege’nin bu duruma uygun en ünlü örneği şu şekildedir: “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı” ifadeleridir (her iki ifade de “Venüs” gezegeni anlamını karşılamaktadır). “Akşam Yıldızı" ifadesi ve “Sabah Yıldızı” ifadesi aynı göndergeye sahiptir, yani her iki ifade de “Venüs” gezegenini ifade etmektedir, ama ilk ifade akşamları ortaya çıkan en parlak yıldızı, ikinci ifade ise sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızı tanımlamaktadır. Cümle aynı zamanda göstergeler yardımıyla da ifade edilebilmektedir. Örneğin; “Akşamları ortaya çıkan en parlak yıldız, sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızdır.” Problem henüz çözülememiştir; çünkü ilk ifade diğer ikinci ifade ile aynı göndergeye sahip olmak zorundadır. Eğer göndergesel anlam kuramı gerçek ise bu anlamlar aynıdır. Bu bir sorun değildir; çünkü herhangi bir kişi sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızın Venüs olduğunu bilmeksizin akşamları ortaya çıkan en parlak yıldızın da Venüs olduğunu bilebilir. Bu problem nasıl çözülebilir? Temel olarak çözüme iki farklı yaklaşım vardır: Bunlar Gottlob Frege ve Bertrand Russell’in yaklaşımlarıdır. 1)Gottlob Frege işaretlerin ifadeler olarak anlaşılabileceğini önermektedir. Bunlar Frege’nin terminolojisinde anlamı karşılayan kapsam ve anlayışı karşılayan içerim ifadeleridir 2)Russel, işaretlerin asla sözü edilen ifadeler olarak öngörülmemesi gerektiğini savunmaktadır, bunun aksine içerisinde işaretler bulunan cümleler üç kısımdan oluşan cümlelerin bir ortak noktası olarak anlaşılmaktadır. Örneğin; “Akşamları ortaya çıkan en parlak yıldız sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızla aynıdır.” cümlesi şu şekilde analiz edilmektedir: Akşamları ortaya çıkan en az bir yıldız vardır ve aynı şekilde akşamları da. Bu yıldız sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızdır. Bunun için herhangi bir kişi sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızın Venüs olduğunu bilmezken, akşamları ortaya çıkan en parlak yıldızın Venüs olduğunu bildiği açıklanmaktadır. Peter Strawson bu her iki yaklaşımı da eleştirmektedir. Aynı şekilde, bu problemi niteleyici ve göndergesel kullanım arasında bir fark aracılığıyla çözmeye çalışan Keith Donnellan da eleştirmektedir. Diğer bir problem de özel isimlerde bulunmaktadır. Özel isimler nasıl analiz edilmektedir? Bunun için de iki yaklaşım bulunmaktadır. İlk yaklaşım Russell ve Frege’nin temsil ettikleri yaklaşım, ikincisi de Saul Kripke ve Hilary Putnam’ın temsil ettikleri yaklaşımlardır. 1)Göstergelerin analizinde farklı yaklaşımları savunan Frege ve Russell özel isimlerin analizinde aynı yaklaşımda uzlaşmışlardır. Frege ve Russell özel isimlerin aslında özel isim olmadığını ve aksine özel isimleri işaretler olarak analiz edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Kripke ise bu yaklaşıma şu eleştiriyi getirmektedir: Eğer böyle olsaydı, yani eğer özel isimler aslında özel isim olmamış olsaydı bir kişinin işaretlerle yazılmış bir kişiliği olması mümkün olamazdı; ancak bu durum sezgilerimizle çelişmektedir. Örneğin; “Sokrates” ismi “Yunanistan’ın en bilge filozofu” olarak yorumlansaydı, bu durumda Sokrates’in Yunanistan’ın en bilge filozofu olması mümkün olamazdı; fakat bu durum bize mümkün gibi görünürdü: Sokrates her zaman Sokrates olarak kalacaktır. Sokrates bir gün Yunanistan’ın en bilge filozofu olmasa bile o her zaman Sokrates olarak kalacaktır. 2)Klipke ise özel isimlerin doğrudan göndergesel ifadeler olarak anlaşılması gerektiğini önermektedir. Bunlar anlamını temel bir vaftizden alan ifadelerdir. Putnam ise bu yaklaşımı doğal çeşitler için isimlere aktarmaktadır. Örneğin; “altın” ve “su” gibi. “Konuşan kişi, bir şeyleri tasvir etmez, bir şeyler yapar.” Bu söz, 1955 yılında bir konferansta John Langshaw Austin tarafından söylenmiştir. Austin’in bu kuramına göre; konuşma ve davranışı, söylenen, yapılan ve gerçekleşen olarak ayırır. Örneğin; “Yarın oraya geliyorum” cümlesi dilsel işlevi olan bir olgudur; gelme eyleminin gerçekleşmesi iletişim işlevi ile ilgili olan bir olgu; sözün ikna edici olması ve amaçlanan hedefe ulaşılması bakımından da söz eyleminin iletişimsel etkisine ilişkin bir olgudur. John Searle, Austin’in yaklaşımını sınıflandırmaya çalışır. Söz Eylem Kuramını 5’e ayırır: İddia etmek, ricada bulunmak, söz vermek, teşekkür etmek ve vaftiz etmek. Bazen söylediğimiz şeyi kastederiz; ama çoğu zaman söylediğimizden başka bir şeyi ya da çok daha fazlasını kastederiz. Örneğin; birisi, “Nereden benzin alabilirim?” sorusuna “Köşede benzin istasyonu var.” cevabını alır. Aslında oradan alınabileceğini söylememiştir, sadece ima etmiştir. Paul Grice, anlamın bu yönünü kapsam olarak açıklamaya çalışmıştır. “Kapsam” kavramı, yalnızca Grice’in kuramında var olan ve açık bir anlamı olan yapay bir sözcüktür. Grice’in temel düşüncesi, dilsel olguları işbirliği ilkesine dayanan rasyonel eylemler olarak görmektir. Farklı konuşma ilkeleri bu ilkeye bağlıdır. Bir sözcük gerçek anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılırsa orada metafordan söz edilir. Aristoteles’e göre gerçek anlamıyla ifade edilen şey ile mecaz olarak kullanılan şey arasında bir benzerlik ilişkisi vardır. Örneğin; konuşma dilinde kullanılan “Sen benim güneşimsin!” cümlesi metaforik bir kullanımdır. Burada sözü edilen kişi gerçekten güneş olduğu için değil, belli açılardan güneşle benzerliği olduğu için metaforik bir kullanım söz konusudur. Donald Davidson’a göre, metaforik bir anlamdan söz etmek yanıltıcıdır. Kelimelerin gerçek anlamları vardır ve metaforik olarak kullanılabilirler. Jean Searle, Paul Grice’in yaklaşımına dayanarak bu kullanımı “kapsam” olarak açıklar: “Sen benim güneşimsin” diyerek karşısındaki kişinin belli açılardan güneş gibi olduğunu ifade eder. İnsanların anadillerini çok hızlı bir şekilde edinebilmelerini nasıl açıklayabiliriz? Bu konuda ilk defa Noam Chomsky ve Jean Piaget tarafından ele alınmış olan iki görüş vardır: 1.Doğuştancılığın temsilcisi olan Noam Chomsky, insanların evrensel dilbilgisine sahip olduğu fikrinden yola çıkar. Chomsky gibi nativist/doğuş eksenli bakan Jerry Fodor ve Steven Pinker insanların doğuştan sözdizimsel bilgilerinin olduğunu söyler. Bu bilgilerin algılanması çocukların dil edinimi ile açıklanabilir. 2.Doğuştancılığın klâsik tarafı, ilk defa Piaget’in kuramında hazırlanan bilişselciliktir. Bilişsel kuram, dil ediniminin insanların mantıklı düşünme yeteneği ile açıklanabileceğini ve evrensel dilbilgisine başvurulamayacağını savunurlar. Son yıllarda klâsik bilişselcilik insanların etkileşimlerine dayanan etkileşimselcilik ile tamamlamıştır. Bu anlamda antropolog Michael Tomasello'nun görüşü de önemlidir. Tomasello, iletişim kurabilen insanların genel bilişsel yeteneğe sahip olduklarını söyler.
Sivil toplum Sivil toplum, bir devletin otoritesi altında varlık gösterip kanunla yaşayan, devletten bağımsız (özerk), gönüllülük esasına dayanan örgütlü bir topluluktur. Sivil toplum kavramı ilk kez Platon ve Aristo'da ortaya çıktı. Devlet kavramıyla birlikte düşünüldü. Polis (şehir devleti) ortaya çıktı. Ortaçağda çağın özelliklerine paralel olarak her kavram gibi değişti. Jean Bodin devletle aile birliklerinin ayrı dünyaları olduğunu söyledi. Toplumsal sözleşmeciler, sözleşme anlayışını geliştirdi. Doğa durumu düşünürleri devleti üçüncü şahıs gibi algıladı, sivil toplum-politik toplum ikiliği doğdu. Hegel, Marx, Gramsci'de sivil toplum devlete göre tanımlandı. 20. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler, Doğu Bloku'nun çökmesi, liberalizmin yükselişi, küreselleşme, muhalefet hareketlerinin tıkanması, sosyal demokrasinin gerilemesiyle sivil toplum kavramı üzerinde kuvvetli yargılar oluştu. Kavrama esas olan öğeler örgütlülük, kendi kendini üretme, devletten her alanda kopma, şiddete karşı olma, siyasal topluma ya müdahil olma yahut hiç karışmama gibi vurgular kazandı. Sivil toplum kavramı üzerinde bu zamana dek birçok tanımlamalar yapılmış olsa da tam manasıyla birliktelik sağlanamamıştır. Bu anlamda sivil toplum kavramı muğlak bir ifade olarak literatürde yerini almaya devam etmektedir. Ancak yapılan farklı tanımlamalar sivil toplum kavramına zenginlik katmış ve farklı bakış açıları getirmemize yardımcı olmuştur. Şu halde en basit tanımıyla sivil toplum, devletten ayrı ve bağımsız bir yapısı olan, gönüllülük esasına göre hareket eden ve toplum menfaatleri doğrultusunda çalışan kuruluşlar olarak ifade edilebilir. Hegel, kamusal olmayan özel kurumlar içinden aile ve sivil toplumu birbirinden ayırarak, sivil toplumu egoizmin bir alanı olarak görmüştür. Sovyetler Birliği'nin II. Dünya Savaşı afişleri Sovyetler Birliği gerek askeri gerekse siyasi birçok afişe imza atmıştır. Afişler daha çok Hitler yönetimindeki Almanya'yı hedef almaktadır. Sovyet kalemleri SSCB politikalarını öven, sarhoşlukla mücadele eden, işçi sınıfına sosyalist bilinç aşılamaya ve Komünist ideolojiye uygun toplumsal dönüşümü sağlamaya yönelik afişler hazırlamışlardır. 1941 tarihinde tasarlanan en bilinen Sovyet savaş posterlerinden birinde, bir Soyvet köylü kadın portresi kullanılarak "Don't chat! Chatting leads to treason." (Dedikodu yapma! Dedikodu ihanettir.) sloganı seçilmiştir. Cagliari Cagliari (Sarduca: "Casteddu"), İtalya'ya bağlı olan Sardinya Özerk Bölgesi başkenti ve aynı adlı Cagliari ili merkezi olan bir liman şehri. Belediye sınırları içindeki nüfusu (13.7.2010 itibarıyla) 157.222 kişidir. Fakat şehre birleşik olan (Elmas, Assemini, Capoterra, Selargius, Sestu, Monserrato, Quartucciu, Quartu Sant'Elena adlarını taşıyan) belde varoş yerleşimleri ile birlikte Metropoliten Cagliarı'nın nüfusu yaklaşık 500.000 kişi olmaktadır. İtalya'nın 19. yüzyılda birleştirilmesinden sonra Cagliarı nüfusu kırsal alandan olan göçlerle büyük gelişmeler gösterdi. Bu nüfus büyümesi 20. yüzyılda da devam etti. Şehir nüfusu 1901de 61.678 iken 1951de:130.511 ve 1981de 219.648 oldu. Ama bundan sonra şehrin nüfusu daha once belediye sınırları içinde bulunan Selargius ve Quartucciu'nun 1983de; Elmas'ın 1989da ve Monserrato'nun 1991de yapılan referendumlar sonundan Cagliari belediyesinden ayrılıp otonom belediyeler olmaları dolayısıyla büyük düşüşler gösterdi. 2001de sayımında Cagliarı belediye sınırları içinde nüfus 164.249a düşmüştür ve 2010 tahminine göre 157.222yi inmiştir. Nüfus sayımları sonuçlarını gösteren şu zaman grafiği Cagliari belediye sınırları içindeki nüfusun gelişmesini açıkça göstermektedir: Cagliari'nin şu komünlerle sınırları bulunur: Assemini, Capoterra, Elmas, Monserrato, Quartu Sant'Elena, Quartucciu, Selargius, Sestu Cagliari şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur: Cagliari'de şu ülkelerin konsoloslukları bulunmaktadır: Hokkaidō Hokkaidō ( ; "Kuzey deniz yolu", Aynu dili: アイヌモシリ "Ainu mosir"), Japonya'yı oluşturan dört büyük adadan ve Japonya'nın prefektörlüklerinden biridir. Adanın batıda Japon Denizi, doğuda Büyük Okyanus ve kuzeyde Ohotsk Denizi'ne kıyısı olup Tsugaru Boğazı ile Honshu'dan ayrılır. Hokkaidō, Japonya'nın yüzölçümü bakımından en büyük prefektörlüğü ve ikinci büyük adasıdır. Prefektörlüğün merkezi Sapporo şehridir. Hokkaidō prefektörlüğü, dokuz genel alt prefektörlük bürosu (総合振興局) ile beş alt prefektörlük bürosuna (振興局) ayrılmaktadır. Bu alt prefektörlüklerde 35 şehir ile 66 ilçeye (129 kasaba ile 15 köy) ayrılmaktadır. Japonya aynı zamanda günümüzde Rusya tarafından yönetilen Kuril Adaları'nın güney kısmını hak iddia etmektedir. Honshū Honshū (, "Ana ada"), Japonya'nın en büyük ve en kalabalık adasıdır. Honshū, Tsugaru Boğazı ile Hokkaidō'nun güneyinde, Seto İç Denizi ile Shikoku'nun kuzeyinde ve Kanmon Boğazı ile Kyūshū'nun kuzeydoğusunda yer almaktadır. Yüzölçümü bakımından dünyanın yedinci büyük adası ve Cava'dan sonra ikinci kalabalık adasıdır. Honshū'nun uzunluğu 1300 km olup genişliği ise 50–230 km arasında değişmektedir. 227,962.59 km²'lik yüzölçümü ile tüm Japonya'nın toplam yüzölçümünü %60'ı kadar olup Birleşik Krallık'tan biraz daha büyüktür. Kıyı uzunluğu ise 5450 km'dir. Honshū dağlık ve volkanik bir ada olup üç levhanın çarptığı yerde yer almasından dolayı adada sık sık depremler yaşanmaktadır. En yüksek noktası 3,776 metre ile aynı zamanda ülkenin en yüksek dağı olan Fuji Dağı'dır. Adada birçok nehir bulunmakta olup Shinano Nehri ülkenin en uzun nehridir. Japon Alpleri adanın ortasından ülkenin kuzeybatı kıyısını (Japon Denizi) güneybatı kıyısından (Büyük Okyanus veya Seto İç Denizi) ayırmaktadır. Adanın güney ve kıyı bölgeleri genellikle ılıman dönencealtı iklimine sahip olup kuzey ve iç kesimleri ise nemli karasal iklime sahiptir. Honshū 2011 yılında Richter ölçeği'ne göre 8.9 büyüklüğünde deprem ve ardından gelen tsunami sonucunda ağır zarar görmüştür. Ada beş coğrafi bölgeye ve 34 prefektörlüğe ayrılmıştır. Bununla birlikte prefektörlükler idari olarak Ogasawara Adaları, Sado Adası, Izu Oshima ve Awaji Adası gibi bazı adaları da sınırları içerisine almaktadırlar. Shikoku Shikoku (, "dört vilayet"), Japonya'nın dört büyük adası ve sekiz bölgesinden biridir. Shikoku, Honshū'nun güneyinde ve Kyūshū'nun doğusunda yer almaktadır. Yüzölçümü ve nüfus bakımından Japonya'nın en küçük adası ve bölgesidir. Shikoku, Tokushima, Kagawa, Ehime ve Kōchi prefektörlüklerinden oluşmaktadır. Shikoku, Honshū–Shikoku köprü projeleri ile Honshū'ya bağlanmıştır. Japonya'nın diğer büyük adalarının aksine Shikoku'da yanardağı bulunmamaktadır. Kyūshū Kyūshū (, "dokuz vilayet"), Japonya'nın dört büyük adası ve sekiz bölgesinden biridir. Kyūshū, Honshū'nun güneybatısında ve Shikoku'nun batısında yer almaktadır ve Honshū'dan Kanmon Boğazı ile ayrılmaktadır. Kyūshū, Fukuoka, Saga, Nagasaki, Kumamoto, Ōita, Miyazaki ve Kagoshima prefektörlüklerinden oluşmaktadır. Ek olarak Ryūkyū Adaları ile Okinawa prefektörlüğü de Kyūshū Bölgesi'ne dahil edilmektedir. Kyūshū, adını Meiji Restorasyonu öncesindeki dokuz eski vilayetten almaktadır. Adanın eski adları Kyūkoku (九国, "dokuz ülke"), Chinzei (鎮西) ve Tsukushi-shima'dır (筑紫島). Kyūshū, subtropikal bir iklime sahip olup dağlık ve teknotik etkinliğe sahiptir. Ada, Japonya'nın en büyük aktif yanardağı olan Aso Dağı'na ve birçok kaplıcaya ev sahipliği yapmaktadır. Bölgede ağır sanayi kuzeyde Fukuoka, Kitakyushu, Nagasaki ve Ōita kentlerinde yer almakta olup kimya, otomotiv, yarı iletken ve metal işleme endüstrileri bulunmaktadır. Kyūshū, Honshū'ya Kanmon Tüneli ve Köprüsü ile bağlanmaktadır. Yutland Jylland veya Jütland, Danimarka topraklarının büyük bir kısmının bulunduğu ve güney ucu Almanya'da kalan yarımada. Bu yarımadanın en önemli kentleri Odense, Århus, Esbjerg, Sønderborg, Åbenrå, Tønder, Kolding, Flensburg, Schleswig ve Kiel'dir. Muhtemelen, 5. yüzyılda Angluslar ve Saksonlarla birlikte Britanya'yı istila eden Jütilerin anavatanıdır. Danimarka'nın Jutland seksiyonun en büyük şehirleri: Aarhus, Randers, Kolding, Horsens, Vejle, Fredericia, Haderslev küçük şehirleridir. Sjælland Zealand (Danca: Sjælland), Danimarka'nın en büyük, dünyanın en büyük 95. adasıdır. Başkent Kopenhag ile Roskilde ve Elsinore şehirleri bu ada üzerindedir. Gudenåen Gudenåen (Guden Nehri), Danimarka'nın en uzun ırmağıdır. Ülkenin kuzeyinde bulunan Jutland bölgesinde bulunan ırmağın uzunluğu 158 km.'dir. Şaman Şaman (Çuvaşça ve Rusça: "Шаман") ya da Kam, ruhlarla insanlar arasında iletişim kuracağına inanılan kişidir. İlk olarak 13. yüzyılda kullanılmış olan ""şaman"" sözcüğünün eski Türkler tarafından kullanılmadığını öncelikle belirtmek gerekir. Eski Türkler’de şaman sözcüğü yerine ""Kam"" sözcüğü kullanılmıştır. Eski Türkler’de dini törenleri yöneten kişiye “Kam” denildiği, eski Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır. Altay Türkleri’nin günümüzde “şaman” anlamında kullandıkları "Kam" sözcüğü, araştırmacılara göre en az 5. yüzyıldan bu yana yaşamaktadır. Uygurlar'da ise (8. - 11. yüzyıl), “Kam” sözcüğünün “din adamı” anlamında değil, büyücü, sihirbaz anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Uygurca’da "şaman", “hastalıkları gideren, acıları dindiren, çılgınlıkları, saraları yatıştıran, hastalara ilaç yapan kimse” anlamında, “otacı” diye anılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Kırgızlar’da şamanın adı Gan’dır. Altaylılar şamana Kam, kamların yönettikleri törenlere de "kamlama" demişlerdir. Moğolca’da şamanın karşılığı ise Böge’dir. Fakat Orhun Yazıtları'nda ve ele geçen Göktürkçe yazılı metinlerde ne “din adamı” anlamında, ne de “şaman” anlamında Kam sözcüğüne rastlanmadığı gibi, hiçbir belgede şamanlıkla ilgili açıklamalara rastlanılmadığı söylenebilir. = Şaman olmak = Şamanlık sonradan kazanılan bir görev değildir ; şaman olacak kimsenin, bir şamanın soyundan gelmesi gerekir. Şaman olmak için gerekli belirtileri taşıyan çocuk, belirli bir yaşa gelince eski bir şamanın eğitimine bırakılıp gerekli ön bilgileri edinir. Şamanın denet
imi altında bir sınavdan geçtikten sonra şamanlık yetkisi alıp dinsel tören, bayram şöleni, kurban töreni, dua okuma v. b. görevlere başlar. Şaman bu görevler sırasında ; her parçası, üzerine takılan her maddesi, her şekli ayrı bir varlığın sembolü olan özel giysiler, külahlar giyer, maske takar ve yine özel bir şekilde hazırlanmış davulunu ya da tefini çalar. Kendinden geçinceye, başka bir deyişle, tanrılarla ve ruhlarla temas sağlayıncaya kadar zıplar, sıçrar, sesler, hayvan sesleri çıkarır, söylenir, yalvarır, yerlerde sürünür, bazen de bayılarak düşer. Şamanın okuduğu “hayır dualar”ına alkış denir, şamandan alkış alan bir kimse dileklerinin yerine geleceğine inanır. Bu konularda en ciddi çalışmalar yapan araştırmacılar ; Orta ve Kuzey Asya topluluklarında dinsel yaşamın daha çok “şaman” çevresinde yoğunlaştığını, fakat bu durumun bütün dinsel etkinlikleri şamanın yönettiği anlamına gelmediğini, bazı yerlerde tanrılara kurban sunucuların “şaman” olmadıklarını, aile reislerinin bile bu işi yapabildiklerini, her sihirle uğraşanın “şaman” sayılmadığını, hastalara şifa vermenin şamanlığın temel özelliklerinden biri olmakla birlikte, her şifa sunucunun da şaman olmadığını öne sürmektedirler. Şamanizmin bütün çeşitlerinde tanrı-doğa-insan arasında sürüp giden kopmayan bir bağlantının bulunduğu inancına rastlanır. Bu yaygın inanca göre tanrılar insanları yönetimleri altındaki ruhlarla etkilerler: Bir tanrı insana doğrudan buyruk göndermez, gerekli yasakları koymaz. Bütün tanrılar çeşitli maddelerden yapılan eşyalarla tasvir edilir. Bunlar bazı yerlerde altından, keçeden, paçavradan yapılmış olabilir. Şamanizmde törenler de genel olarak ikiye ayrılmaktadır ; belirli günlerde yapılanlar veya önceden belirlenmemiş törenler. Bu törenlerde, çeşitli halkların inanç, gelenek ve göreneklerine göre farklılıklar olmakla birlikte mutlaka kurban adeti vardır. At ve koyun dışında kan akıtılarak sunulan kanlı kurban bilinmemektedir. Kutsal sayılan bir yere bir değere bir şey sunmak, eşya adamak, şamanın davuluna, kutsal ağaçlara bez bağlama; çeşitli maddelerden yapılan tanrı tasvirlerine (töz, ongon, tangara, eren) yemek sunma, ateşe içki dökme ya da atma kansız kurbandır. Kansız kurbanların bir başka biçimi de ruhlara adanıp kırlara salıverilen hayvanlardır. Şamanlıkta kurbansız tören de, törensiz kurban da yoktur. Şamanlığın başka bir özelliği de edebiyat alanındaki etkisidir. Orta Asya halklarından Buryatlar arasında şamanlar zengin bir sözlü destan edebiyatının koruyucuları olmuşlardır. Yakutlar’da halkın kullandığı sözcük sayısı 4000’i geçmezken şamanların sözcük dağarcığı 12. 000’dir. “Ayna, şamana ait o denli önemli bir alettir ki günümüzde ayna olması durumunda giysisiz, hatta davulsuz bile Şamanlık yapabilir. … Kâse ve kupanın da yüksek bir değeri vardır ve ayna gibi bunlar da İskitler döneminden beri tılsımlı nesnelerdir.” (sy.71) Alfred Kinsey Alfred Charles Kinsey (23 Temmuz 1894 – 25 Ağustos 1956), Amerikalı biyolog, entomoloji ve zooloji profesörü. Indiana Üniversitesi Bloomington'da 1947’de seks, cinsellik ve üreme üzerine araştırma enstitüsü kurmuştur. Kinsey’in insan cinselliği üzerine araştırmaları ve kitapları cinsel devrimle beraber 1960’larda ABD ve dünya çapındaki birçok ülkede kültürel ve sosyal değerleri geniş çapta etkilemiştir. Kinsey'in hayatı başrolünü Liam Neeson'ın oynadığı bir filme konu olmuştur. Hikmet Uluğbay Hikmet Uluğbay (1939, Isparta, Türkiye), Türk siyasetçi. 1961 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. University of Southern California'den Master derecesi aldı. Maliye Bakanlığı Tokyo Büyükelçiliği ve NATO Nezdinde Daimi Temsilciliği'nde Maliye ve Ekonomi Müşavirliği, OECD Nezdinde Daimi Temsilci Yardımcılığı, Washington Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Başmüşavirliği, Hazine Genel Müdürlüğü, Bilkent Üniversitesi Öğretim Görevliliği, XX. ve XXI. Dönem Ankara Milletvekilliği ile Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet bakanlığı yaptı. 6 Temmuz 1999 tarihinde ruhsatlı silahıyla intihar teşebbüsünde bulundu, dili parçalandı ancak mucizevi bir şekilde kurtuldu. Başbakan Bülent Ecevit, bir süredir IMF görüşmelerinden dolayı stresli olduğunu belirtti. Basının karşısına ilk defa tekrar Bülent Ecevit ile çıktı. Evli ve 2 çocuk babasıdır. Joga Bonito Joga Bonito, Portekizce "Güzel Oyna" anlamına gelen bir kelime öbeğidir. Nike ve Google'un 2006 yılında başlattığı reklam kampanyasının da adıdır. Ronaldo, Ronaldinho, Thierry Henry, Cristiano Ronaldo, Zlatan Ibrahimovic ve Wayne Rooney gibi yıldız isimler bu reklam kampanyasında yer almıştır. Aynı zamanda reklamda Manchester United'ın eski Fransız yıldızı olay adam Eric Cantona da yer almıştır. Akımın amacı dünyanın her yerinden yetenekleri bir noktada buluşturmaktır. Aleksandr Suvorov Alexandr Vasilyeviç Suvorov, Rusça: "Алекса́ндр Васи́льевич Суво́ров" (24 Kasım 1729 - 18 Mayıs 1800) 18. yüzyıldaki Osmanlı-Rus Savaşlarında Osmanlılara karşı büyük bir başarı göstermiş Rus mareşal, Rymik Kontu ve Smolensk Prensi. Suvorov hiç savaş kaybetmemiş olan nadir komutanlardandır. Transdinyester rublesi'nde Suvorov'un resimleri bulunur. Stone butch Stone butch fazlasıyla maskülen (erkeksi) kadına verilen isim. İngilizceden Türkçeye geçen bir terimdir. Cinsellik sırasında kadın rolü üstlenmeyen kişileri de ifade eder. Gazze Gazze (, ; , ), Filistin'in güneybatısında bulunan, Gazze Şeridi'nin en büyük şehri. Akdeniz sahilinden 4 km içeride kurulmuş olan Gazze'nin nüfusu 450.000'dir. Gazze'deki insan yerleşim tarihi bu şehri dünyadaki en eski şehirlerden biri yapacak şekilde 5.000 yıla ulaşmaktadır. Kuzey Afrika ve Levant arasındaki Via Maris denilen ticaret rotası üzerinde yer aldığı için tarihinin büyük bir bölümünde Güney Filistin'in değerli bir antreposu ve Kızıldeniz üzerinden gelen Baharat Yolu üzerinde önemli bir mola yeri olarak işlev gördü. Romalılar ve daha sonra Bizanslılar altında, Gazze ve göreceli barış dönemi yaşayarak önemli bir yerleşim birim oldu. 635 yılında, İslam Ordusu tarafından fethedildi ve hızlı bir şekilde İslami bir hukuk merkezi haline geldi. Ancak, Haçlılar istilası ile şehir harap oldu. Aşağıdaki bölümlerde bir tarihçinin Haçlılar'ın şehri "insansız ve harap bulduğundan" bahsettiği yazmakta olup bu konuda kesin kaynak yoktur. Sonraki yüzyıllarda, Gazze seller ve Moğol akınları yüzünden birçok sıkıntı yaşadı. 16. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'na dahil olduğunda bir köy durumundaydı. Osmanlı hakimiyetinin ilk yarısında, Rıdvan Hanedanı yönetiminde şehirde büyük ticaret ve barış içinde dönem geçti. Gazze I. Dünya Savaşı sırasında, İngiliz kuvvetlerine teslim oldu ve İngiliz Mandası altında Filistin'in bir parçası haline geldi.1948 Arap-İsrail Savaşı sonucu, Mısır yönetiminde Gazze Şeridi'nde bazı gelişmeler olmuştur. 1967 yılında İsrail tarafından Altı Gün Savaşı sonucu ele geçirildi; ancak 1993 yılında, şehir yönetimi Filistin Ulusal Yönetimi'ne geçti. Hamas, 2007 yılında yapılan seçimleri kazanarak şehri El Fetih'den teslim aldı ve o tarihten beri İsrail tarafından abluka altında tutulmaktadır. Gazze'nin temel ekonomik faaliyetleri küçük ölçekli sanayi, tarım ve işçiliktir. Ancak, ekonomi abluka ve devamlı süren çatışmalar ile ekonomik olarak şehir kötü durumdadır. Nüfusunun çoğu Müslüman olan şehirde, çok az Hıristiyan azınlık vardır. Gazze halkının yaklaşık % 75'i 25 yaşın altındadır ve dünyada mülteci olarak başka bölgelerde yaşayan en yüksek sayıda halka sahip şehirdir. Zev Vilnay'a göre, Arapça "Ġazza" kelimesinden gelen "Gazze" adı, orijinal olarak Kenan dilinde/İbranice "güçlü" anlamındaki (ʕZZ)'den gelmektedir ve Arapçaya, Fransızca "güçlü yer", İngilizce "güçlü kale" anlamına gelen İbranice "ʕazzā" kelimesinden geçmiştir. Mariam Shahin'e göre Kenanlılar şehre Gazze adını verdi, Antik Mısırlılar bu şehre "Ghazzat" ("değerli şehir") derdi ve Araplar, Gazze'de toprağa verilen Muhammed'in dedesinin babası Haşim bin Abdimenaf'ın onuruna bu şehri "Gaza Haşim" diye anmaktadır. Gazze bölgesindeki yerleşimin tarihi, Kenan bölgesinde bir Antik Mısır kalesi olarak inşa edilen ve bugünkü şehrin güneyinde bulunan bir yerde kurulan Tell as-Sakan'a kadar gitmektedir. Bölgeden tarımsal ürünlerin sağlanması yoluyla gelişen Kenan şehirlerinin liderlerinin Mısır ile ticaret antlaşmaları sayesinde Mısır ve Kenan ilişkileri ciddi bir şekilde değiştikçe, Tell as-Sakan ekonomisi ilerledi. Ne var ki, Mısır'ın ekonomik öncelikleri Lübnan ile sedir ticaretine yönelince Gazze'nin önemi mal taşıyan gemiler için sadece bir liman olmaya dönüştü ve ekonomik bir çöküş yaşadı; böylece şehir Mısırlılar tarafından bir kenara itilmiş oldu ve bütün Erken Tunç Çağı boyunca bu durum değişmedi. Gazze buna rağmen nüfus ve ekonomi açısından büyüme gösterdi ve yerli Kenan halkı Tell as-Sakan'da yerleşmeye başladı, ancak MÖ 2250'de, bölgede büyük bir uygarlık çökmesi yaşandı ve Gazze bölgesindeki bütün şehirler MÖ 23. yüzyılda yıkıldı. Bunların yerine Erken Tunç Çağı boyunca orada yer almaya devam edecek olan basit evlerden oluşan kırsal yerleşimlerle birlikte yarı-göçer kültürler ortaya çıkmıştır. Gazze Vadisi nehir yatağı boyunca Tell al-Ajjul diye bilinen bir şehir merkezi oluşmaya başladı. Orta Tunç Çağı süresince, Tell as-Sakan Filistin'in en güneyindeki yerleşim birimiydi ve bir kale olarak görev yaptı ve MÖ 1650'de, Mısır Kenanlı Hyksoslar tarafından işgal edildiği dönemde ilk Tell as-Sakan yıkıntıları üzerinde ikinci bir şehir yükseldi. Yaklaşık bir yüzyıl sonra Hyksoslar Mısır'dan çıkarılınca, şehir yıkıldı. MÖ 15. yüzyılda Mısır Gazze'yi tekrar kurdu ve şehir üçüncü kez kurulmuş oldu. Şehir Tunç Çağı'nın sonu olan 14. yüzyıla kadar ayakta kalmayı sürdürdü. MÖ 15. yüzyıldan itibaren yerleşim yeri olan Gazze, tarihi boyunca birçok farklı medeniyet ve kavmin yönetimi altında yaşamıştır. Günümüzdeki Gazze şehri, daha çok Tell al-Ajjul'un şehrinin yıkıntıları üzerinde olmak üzere gelişti ve Kenan bölgesinde Mısır'ın idari merkezi oldu. Bölge Mısır valisinin ikamet ett
iği yerdi. İlk zamanlardan itibaren stratejik önemi olan bir kervan merkezi olarak, burası düzenli olarak Mısır ve Filistin ile Suriye ve Mezopotamya güçleri arasında savaşlara sahne oldu ve sık sık Mısır ve Asur kayıtlarında adı geçti. III. Thutmose'nin krallığı döneminde, Suriye-Mısır kervan yolu üzerinde olduğu belirtilmiş ve "Amarna mektupları" 'nda "Azzati" olarak gözükmektedir. Antik Mısır tarafından 350 yıl yönetildikten sonra MÖ 12. yüzyılda Ege kökenli denizci bir kavim olan eski Filistin halkı tarafından ele geçirilen Gazze Filistin pentapolislerinden biri haline getirilmiştir. Yahudi Hıristiyan ve Antik Yunan inanışında Gazze, Samson'un hapsedildiği ve kendi ölümüyle karşılaştığı yerdir. (Judges Kitabı 16:21) Amos ve Zephaniah peygamberler Gazze'nin çöl olacağı kehanetinde bulunmuşlardır. İncil'e özgü hesaplamalara göre Gazze, MÖ 11. yüzyılda Kral Davud'un egemenliğinden itibaren İsrailoğulları'nın yönetimindeydi. Daha sonra Gazze Asurlular tarafından III.Tiglat-Pileser ve II. Sargon yönetiminde MÖ 730'da fethedilip yönetildi. 7. yüzyılda tekrar Mısır egemenliğine girdi ancak (MÖ 6. ve 4. yüzyıllar arasında) Pers İmparatorluğu sırasında uzun süre bağımsız kalmış ve zengin bir kent olmuştu. Şehir, MÖ 529'da I.Kambises'in saldırısına direndikten sonra MÖ 520 yılı civarında Yunanlar şehirde bir ticaret merkezi kurdu. İlk madeni paralar MÖ 380'lerde Atina modelinde basıldı. Büyük İskender Mısır'a giderken ona direnen en son şehir olan Gazze'yi beş ay kuşattıktan sonra MÖ 332'de aldı."Batis" adında bir yönetici tarafından yönetilen ve paralı Arap askerler tarafından savunulan Gazze bir fırtına tüm direncini yıkana kadar kuşatmaya direndi. Askerler ölünceye kadar şehri savundular. Şehir, İskender'in yönetimine sıcak bakan komşu Bedevilerin yönetimine verildi. İskender şehri bir şehir devlet gibi düzenledi ve Helenik öğrenme ve felsefe merkezi olarak itibar kazanan Gazze'de Yunan kültürü kök saldı. İlk önce Ptolemaios hanedanı'na dahil olduktan sonra MÖ 200'de Selevkos İmparatorluğu'na geçti. MÖ 1. yüzyılda ve M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında, Nebatiler'in Kızıldeniz'deki Eilat limanından veya Petra'dan gelen kervanlarının Akdeniz kıyısındaki varış noktasıydı. MÖ 96'da, Hasmonean kralı Alexander Jannaeus şehri bir yıl boyunca kuşattı ve sonunda Nebati kralı II.Aretas'dan yardım bekleyen halk katledildi ve şehir Janneus tarafından yıkıldı. Gazze, MÖ 63'te komutan Gnaeus Pompeius Magnus tarafından Roma İmparatorluğu'na katıldı ve Vali Aulus Gabinius tarafından yeniden inşa edildi. Roma İmparatorluğu yönetimi, Orta Doğu ve Afrika arasında zengin bir liman ve bir ticaret merkezi olarak büyüyen şehre altı yüzyıl süren görece bir huzur ve refah sağladı.Yeni Ahit'te, şehrin Mısır kervan yolu üzerinde olduğundan bahsedilir. (8:26). M.S. 30'da Roma imparatoru Augustus tarafından kral olarak atanan Hirodes kendi krallığı içinde Idumea valisi Cosgabar'ın şehrin yönetiminde olduğu ayrı bir bölge oluşturdu. Hirodes'in krallığının idari bölümlenmesine göre Gazze Suriye prokonsülünün altında yeraldı. Hirodes'in M.S. 4'te ölümünden sonra, Augustus Gazze'yi Suriye Eyaletine bağladı. 66'da Gazze Romalılara isyan eden Yahudiler tarafından yakıldı ancak Kudüs'ün yıkılmasından sonra bile önemli bir şehir olarak kaldı. Roma dönemi boyunca, Gazze zengin bir şehirdi ve değişik imparatorlardan hediye ve takdir kazandı. 500 kişilik bir Senato tarafından yönetilen şehrin nüfusu Filistinliler, Yunanlar, Romalılar, Kenanlılar, Fenikeliler, Yahudiler, Mısırlılar, İranlılar ve Bedevilerden oluşuyordu. Gazze'de üstünde Tanrıların ve İmparatorların büstlerinin yer aldığı madeni paralar basıldı. M.S. 130'daki ziyareti sırasında İmparator Hadrianus, daha sonra İskenderiye'den Şam'a kadar ünlenen yeni stadyumda yapılan güreş, boks ve oratoryo yarışmasını bizzat seyretti. Şehir, ana kült Dagon olmak üzere birçok pagan tapınak ile bezendi. Diğer tapınaklar Zeus, Helios, Afrodit, Apollo, Athena ve yerel Tike'ye adanmıştı. Hıristiyanlık ilk önce Maiuma limanından başlayarak Gazze'de M.S. 250 civarında yayılmaya başladı. İç bölgelerdeki nüfusun içinde yayılmaya başlayınca engellerle karşılaşmaya başladı çünkü ana pagan inanışı Marnas kültü olmak üzere pagan inancı çok güçlüydü. Aynı zamanda 303'teki Diocletianus zulmü sırasında Hrıstiyanlar ciddi bir baskıya uğradılar. Gazze'nin ilk psikoposu, İsa'nın 72 müridinden biri olduğuna inanılan Philemon'du ancak ilk papazı, 310'daki Maximian kovuşturması sırasında diğer 30 Hıristiyan ile beraber tutuklanıp ölüme mahkûm edilen Saint Silvanus'tu. O sıralarda Silvanus Gazze yakınlarındaki bir manastırın başında bulunuyordu. Piskopos Asclepas 325'teki Birinci Konsil'de yer aldı. Roma İmparatorluğu çökerken Gazze bundan etkilenmemişti. Gazze'de Hıristiyanlığa geçiş yayıldı ve 396 ve 420 yılları arasında Aziz Porphyrius zamanında da tamamlandı. Aziz Porphyrius, M.S. 402'de şehirdeki sekiz pagan tapınağını yıkılmasını emretti, ve dört yıl sonra İmparatoriçe Aelia Eudocia Marnas Tapınağı'nın üstüne bir kilisenin yapılması emrini verdi. 540 yılları sırasında Gazze Sina Yarımadası yapılan hac yolculuklarının başlangıç noktası oldu. Erken Hıristiyanlık döneminde de Gazze önemli bir şehirdi ve birçok önemli akademisyen, en çok bilineni Gazzeli Procopius olmak üzere retorik akademisinde dersler verdi. Ünlü Aziz Sergius Kilisesi bu yüzyılda yapıldı. M.S. 600'de yapılan Madaba Haritası mozaiğinde görüldüğü gibi, şehir Filistin'in güney kıyısının en önemli siyaset ve ticaret merkeziydi. Yaklaşık yarısı korunmuş olmakla birlikte burada çok küçük kazılar yapılmış olmasından ve üzerinde hala insanların oturduğu Bizans Gazze'sinden dolayı, bu kadar geniş bir alana yayılmış olarak gösterilmesi kolayca açıklanamaz. Gazze; Müslümanların eline geçmeden önce, şehrin Yunanca konuşan Hıristiyan halkı arasında zaten çok sayıda Müslüman vardı. Bizans döneminin sonuna doğru, Gazze daha sonra İslam Devletinin 2. Halifesi olacak olan Ömer ibn Hattab'ın da dahil olduğu Mekkeli Arap tacirlerin etkisi giderek artan grubunun evi oldu. Muhammed İslam peygamberi olmadan önce şehri bir kez ziyaret etmişti. M.S. 635'te Gazze, Bizans İmparatorluğu ve Hilafet Devleti Ordusu arasında Filistin'in merkezinde yapılan Ecnadin Savaşı'nı takiben general Amr Bin El-as tarafından kolayca kuşatıldı ve ele geçirildi. Kuşatma sırasında şehrin Yahudi toplumu Bizans garnizonun yanında savaştı. Şehrin kolayca ele geçirilmesi Arapların stratejisi, Bizans'ın zayıflığı ve Gazze'deki Arapların etkisi ile açıklanmaktadır. Gazze Müslümanlar tarafından ilk ve Ebu Bekir'in halifeliği döneminde ele geçirilen tek Filistin şehridir. Muhammed'in büyük babası Haşim bin Abdimenaf'ın defnedildiği şehir olarak bilindiği için şehre herhangi bir zarar verilmedi. Müslüman Arapların Gazze'yi ele geçirmesi Gazze'de ciddi değişimlere yol açtı; kiliseler,şimdi Gazze Büyük Camii dahil olmak üzere, camiye dönüştürüldü, insanlar hızla İslam dinine yöneldiler ve Arapça resmi dil oldu. Halifenin atadığı valiler yönetiminde, Hıristiyanlar ve Yahudiler, şehri 723'te ziyaret eden St. Willibald'ın notlarında belirtilği gibi ticaret ve ibadetlerine devam etmekle beraber cizye vergisi ödüyorlardı. Gazze Emeviler döneminde Filistin Eyaleti'nin içinde yer alıyordu ve bu durum Abbasiler döneminde de devam etti. MS 750'de Emeviler dönemi sona erdi ve Gazze'nin İslam hukuk yazımı konusundaki merkezlerden biri olmasını sağlayacak Abbasiler yönetimi ele geçirdi. 767'de İmam Şafii Gazze'de doğdu ve ilk çocukluğunu burada geçirdi. Şafii, kendisinden sonra Şafii mezhebi olarak adlandırılacak önemli İslam mezheplerinden birini kurdu.. 796'da Gazze o bölgedeki Arap aşiretleri arasında bir iç savaşa sahne oldu. Ancak Gazze, "burası Hicaz yöresinin insanları için büyük bir pazardı" diye betimlediği Gazze'deki tüccarın zenginleştiğini yazan İranlı coğrafyacı Eştakri'nin de ifade ettiği gibi 9. yüzyılda bariz bir biçimde toparlandı. Gazze limanı yoğunluk açısından iniş çıkışlar sergiledi ve bunu Filistinli yöneticiler arasındaki çekişmeler ve şehre iç bölgelerden gelen ticaret yollarındaki kervanlara Bedevilerin yaptığı saldırılar yüzünden ticarette genel bir düşüş takip etti. Ne var ki, M.S. 10. yüzyılda, Abbasiler döneminde, Arap coğrafyacı Al-Makdisi Gazze için şunları yazmıştır: "Çölün kıyısında Mısır yolu üzerinde büyük bir şehirdir. Mutlaka görülmesi gereken büyük bir eser olarak bu şehirde Halife Ömer adına yapılmış Gazze Büyük Camii vardır." Tolunoğulları Gazze'yi MÖ 868'den 905'e kadar yönetmiştir, ve 909 civarında Maiuma limanı önemini korusa da Gazze'nin düşüşüne neden olacak şekilde Mısır'daki Fatimiler egemenliğine girdi. Bölge M.S. 943 civarında ise Hindistan'dan gelen bir meyve olan portakal ile tanıştı. M.S. 977'de Fatimiler Selçuklular ile bir anlaşma yaparak Gazze'nin kontrolünü ve Mısır da dahil olmak üzere şehrin güneyindeki topraklarda egemenliklerini devam ettirdiler. Haçlılar, Fatimiler'den Gazze'yi 1100'de aldılar. Tarihçi Tireli William'a göre Haçlılar burayı insansız ve harabe bir halde buldu. Gazze'nin üstünde kurulduğu tepe düzlüğünü yeniden düzenlemek şehrin mali yetersizliğinden dolayı imkânsız olduğundan Kral III.Baldwin orada 1149'da küçük bir kale inşa ettirdi. Bu, Fatimilerin elinde tuttuğu Aşkelon şehrinin askeri açıdan çevrelenmesini kuzey tarafından da tamamlamış oldu. Kalenin tamamlanmasından sonra kaleyi ve çevresindeki bölgeyi Tapınak Şövalyeleri'ne verdi. Aynı zamanda Gazze Ulu Camii Saint John Katedraline çevirdi. 1154'te Arap gezgin El İdrisi Gazze için şunları yazmıştı: "Gazze günümüzde çok kalabalık ve Haçlıların yönetiminde." Tireli William, 1170'te kalenin etrafındaki alanda sivillerin yerleşmesinin ve bu insanları çevreleyecek şekilde çok güçlü olmayan tahkimat ve kapılar yapımının teşvik edildiğini teyit etmektedir. Aynı yıl, Kral I. Amalrik Gazze'li Tapınak Şövalyelerini Deir al Balah yakınlarında Selahaddin Eyyubi tarafından komuta edilen Eyyubilere karşı birlikte savaşmak üzere çağırdı. Ancak, Selahaddin Eyyubi, Haçlı Kuvvetleri ile savaşmak
yerine doğruca Gazze'ye saldırdı ve Plancy'li Miles'ın yönettiği kalenin çevresindeki yerleşimi yıktı. Yedi yıl sonra (1177), Tapınak Şövalyeleri Gazze'yi tekrar Selahaddin Eyyubi'ye karşı savunmak için hazırlandılar, ancak bu sefer kuvvetleri Aşkelon'a saldırdı. Gazze, 1187 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından Haçlılardan geri alındı. 1187'de, Aşkelon'un kuşatılmasını takiben Tapınak Şövalyeleri büyük ustaları Ridefort'lu Gerard'ın serbest bırakılması için Gazze'den çekildi. Selahaddin Eyyubi, 1191'de şehrin bütün tahkimatını yıktırdı. Gazze'yi tekrar ele geçirdikten bir yıl sonra, I. Richard gözle görülecek şekilde şehrin surlarını güçlendirdi ancak aylar sonra 1193'te yapılan Ramla Antlaşması'nın bir sonucu olarak surlar yıkıldı. Eyyubiler'in yönetimi 1260'ta Hülagû Han'ın hükümdarlığındaki Moğollar'ın Gazze'yi-en güneydeki fetihlerinin son noktası olarak- yıkmasına kadar sürdü. Yaklaşık yirmi yıl sonra, 1277'de, Gazze'de Memlûkların yönetimi başladı. Gazze'yi, adını da verdikleri Gazze vilayetinin merkezi yaptılar. Bu bölge; büyük şehirleri Kakun, Lod ve Ramla olmak üzere, güneyde Refah'tan kuzeydeki Kayserya'ya, doğuda Samarya'nın batı yükseltilerine ve Hebron tepelerine kadar uzanan kıyı şeridini kapsıyordu. Coğrafyacı Abu al-Fida'ya göre, Gazze, 13. yüzyılın ilk döneminde bahçeleri ve denize kıyısı olan orta büyüklükte bir şehirdi. Suriyeli coğrafyacı al-Dimashqi Gazze'yi şöyle tarif ediyordu: "1300'ler civarında ağaçlardan yana o kadar zengin bir şehir ki brokar kumaş gibi görünmektedir." 1348'de yaşayanların çoğunu öldüren veba salgını şehri vurdu ve 1352'de Gazze, Filistin'in bu kurak kesiminde nadiren görülen bir sel felaketine uğradı Gezgin İbn Batuta 1355'te şehri ziyaret etti ve şehri şöyle tarif etti: "geniş, kalabalık ve birçok camisi var. Ancak etrafında hiç sur yok. Burada eski ve güzel camii (Büyük Camii) var ancak şimdi kullanılanı Emir Jawli'nin yaptırdığıydı". Emir Jawli 1288'den 1319'a kadar Gazze'deki Memlûk valisiydi. 1401'de, çekirge sürüleri tüm ekili alanları yok etti. Memlûklar Gazze mimarisine camiler, medreseler, hastaneler, kervansaraylar, hastaneler ve Es-Sammara Hamamı da dahil olmak üzere hamamlar kattılar. Artık pek çalışmayan limanı ile küçük bir şehre dönüşen Gazze 1516'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı Ordusu kendisine karşı gelişen küçük ölçekli bir kalkışmayı hızlı ve etkili bir biçimde bastırdı, ve yerel halk Osmanlıları da Ehl-i Sünnet oldukları için genelde benimsedi. Şehir, Şam Eyaletine bağlı Gazze sancağının merkezi yapıldı. Rıdvanlar, Vali Rıdvan Paşa'dan sonra böyle anıldılar, Gazze'yi yöneten ilk aile oldu ve takip eden yüzyıl boyunca şehri yönetmeye devam ettiler. Rıdvan ailesinin yaşam öykülerinde bir açıklama bulunmamasına rağmen, bu ailenin Gazze'yi memleketleri kabul ettiği ve kendi aile kasırları (Bahçe Kasrı) için uygun gördükleri aşikardır. Rıdvan ailesinden Hüseyin Paşa 17. yüzyılda Gazze'nin yönetimini ailenin tekeline aldı. Onun yönetimi Gazze açısından huzur ve refah doluydu ve şehirdeki ahali ve çevrede yerleşmiş bedeviler arasındaki çatışmaları oldukça azaltmış olması açısından itibarı çok yüksekti. 1649 tarihinde Gazze'yi ziyaret eden Evliya Çelebi şehirde; 11 cami, 2 hamam, 600 dükkân ve 1300 ev bulunduğunu Seyahatname ismindeki eserinde belirtmiştir. 1660'ta Gazze, şehrin hızlı kalkınmasını ifade edecek şekilde Filistin'in başkenti olarak düzenlendi. Bir yandan hamamlar ve pazar yerleri büyütülürken, Büyük Camii onarıldı ve altı tane cami yapıldı. Osmanlı merkez yönetimi kendisini görevden almak için Hac kervanını koruyamadığı şikayetlerini bahane olarak kullandı. Hüseyin'in veliahtının ölümünden sonra Osmanlı merkez yönetimi Rıdvan ailesinin dışından birini atadı. Rıdvanların dönemi Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde Gazze'nin son altın çağı olarak kabul edilir ve onlar yönetimden uzaklaştırıldıktan sonra Gazze'nin canlılığı sönmeye başladı. Gazze 1799'da Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız Ordusu tarafından işgal edildi. Ancak aynı yıl Akka Kuşatması'nda Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusunu yenemeyince şehri boşaltmak zorunda kaldı. 1800'lerin başından itibaren Gazze komşu Mısır tarafından kültürel olarak yönlendirildi. 1832'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa Gazze'yi ve Filistin'in çoğunu fethetti. Amerikalı akademisyen Edward Robinson 1838'de ziyaret ettiği Gazze'yi, şehir merkezi bir tepenin üstünde, kenar mahalleleri bu tepenin çevresinde yer almak üzere Kudüs'ten daha büyük ve çok kalablık bir şehir olarak tanımlamaktadır. Takip eden yıllarda Gazze limanı işlevsizleşti ne var ki şehir sabun üretimi ve Bedevilerle keten ticareti ile olduğu kadar Mısır ve Suriye arasında kervan yolu üzerinde olması nedeniyle ticaret ve pazardan yararlandı. Robinson sürekli çatışma ve yerleşime bağlı olarak, Gazze'deki bütün tarihi ve antik dönem izlerinin kaybolduğunu da belirtiyordu. 1839'da veba bir kez daha şehri vurdu ve şehir siyasal ve ekonomik düzen açısından tam anlamıyla bir belirsizliğin içine düştü. 1840'ta Mısır ve Osmanlı orduları Gazze'nin hemen dışında Osmanlıların zaferiyle biten ve Mısır'ın Filistin üzerindeki hakimiyetini bitiren bir savaş yaptılar. Şehir tam vebadan dolayı yaralarını saracakken savaşlar şehre daha fazla ölüm ve yıkım getirdi. 20. yüzyıl Gazze'de 1903 ve 1914'teki iki yıkıcı depremle başladı. 400 yıl Osmanlıların idaresinde kalan Gazze, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlılarla İngilizler arasında meydana gelen üç büyük savaşa sahne oldu. Bu savaşlardan ilk ikisini Osmanlılar üçüncüsünü ise İngilizler kazandı. Türkler Çanakkale Savaşında olduğu gibi burada da Anzak askerleriyle savaştı. 1917'de şehir İngiliz mandasının idaresine girdi. 1930 ve 40'larda Gazze'de, kıyıda Güney ve Doğu'daki düzlüklerde ve isyan ve savaşlarda harap olan yerlerde yapılan yeni yerleşmelerle ciddi bir büyüme meydana geldi. Bu gelişmelerin büyük çoğunluğu uluslararası kurum ve misyoner gruplarından gelen maddi yardımla gerçekleşiyordu. 1947'deki 181 sayılı Birleşmiş Milletler Paylaşım Planı'na göre Gazze, Arap devletine bırakılmıştı. 1948 Arap-İsrail Savaşı'ından sonra şehrin yönetimi Mısır'a bırakıldı. Gazze'nin artan nüfusu İsrail tarafından ele geçirilen yakın şehir, kasaba ve köylerden kaçıp gelenlenlerin etkisiyle ciddi oranda arttı. Şehrin nüfusu 100.000'in üzerine çıktı. 1957'de Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır Gazze'de, eğitim seçeneklerinin ve yerel hizmetlerin geliştirilmesini, konut yapımını ve yerel kolluk kuvvetlerinin oluşturulmasını da içeren bir dizi yenileşme/reform politikası açıkladı. 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda İsrail Ordusu'nun Mısır Ordusu'nu yenmesinden sonra Gazze Şeridi'yle beraber Gazze şehrinde de, 27 yıl sürecek İsrail dönemi başladı. 1970'lerden itibaren, şehirde Filistinliler ve İsrailli yöneticiler arasında 1987'de İlk İntifada'yla sonuçlanan sık çatışmalar yaşandı. Gazze, bu ayaklanma sırasında direnişin odağı oldu. Bunun sonucu olarak, şehirdeki ekonomik koşullar kötüleşti. 1993 yılında imzalanan Oslo Barış Anlaşması'ndan sonra Mayıs 1994 yılında İsrail askerleri şehirden çekildi ve Gazze'nin idaresi Filistin Ulusal Yönetimi'ne devredildi. Yaser Arafat liderliğindeki FUY bölgenin idari merkezi olarak Gazze'yi seçti. Filistin Ulusal Meclisi ilk oturumunu Mart 1996'da Gazze'de yaptı. 28 Eylül 2000 tarihinde, El Aksa İntifadasının başlamasından sonra Gazze şehri çeşitli tarihlerde İsrail'in hava saldırılarına uğradı. 2007 yılında El Fetih grubunun yapılan seçimlerin sonucunu kabullememesi sonucu, Hamas ile giriştiği yoğun çatışmalar sonuç vermedi ve Gazze, Hamas'ın kontrolüne geçti. Bu gelişme üzerine Gazze, İsrail tarafından abluka altına alındı. Filistin İnsan Hakları Merkezi, İsrail'in 27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009 tarihleri arasında Gazze'ye düzenlediği saldırılarda 960'ı sivil toplam 1.434 kişinin öldüğünü açıkladı. Açıklamaya göre ölen sivillerin 288'i çocuk, 121'i ise kadın. Yaralı sayısı ise, Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre 1.606'sı çocuk 828'i kadın olmak üzere 5.303 kişi. İsrail 22 Kasım 2009 günü Gazze'den kaynaklanacak saldırılara karşı önleyici amaçlı olarak şehirdeki belli noktalara savaş uçakları ile saldırı düzenlediğini açıkladı. 2010 İngiltere'den yola çıkan "Filistin'e yol açık" adlı uluslararası yardım konvoyu Mısır'lı yetkililerle çıkan anlaşmazlıkların kısmen aşılmasıyla Gazze'ye hareket etti ve bazı araçlar sınırdan Gazze'ye geçti. Bu arada göstericilerle Mısır polisi arasında yaşanan arbedede konvoydan 40 ve Mısır polisinden de 15 kadar yaralı oldu ve 1 Mısır güvenlik görevlisi Filistin tarafından açılan ateş sonucu öldü. İsrail uçakları, 9 Ocak 2010 tarihinde Gazze Şeridi'nin orta kesimlerinde bir grup Filistinlinin bulunduğu alana füze saldırısı düzenledi. Deyr El-Balah'ın doğusuna düzenlenen saldırıda, İslami Cihad grubunun askeri kanadı "Saraya El Kudüs" militanları olduğu belirtilen 3 Filistinli öldü. Ölenlerin kimliği henüz tespit edilmedi. İsrail Deniz Kuvvetleri'ne bağlı Şayetet 13 komandoları, Gazze'ye insani yardım ulaştırmayı hedefleyen gemilerden Mavi Marmara'ya çıkarak ateş açtı. Baskında 8 Türk ve 1 Türk asıllı Amerikan vatandaşı öldü. Bu hadiseden sonra Mısır, Refah sınır kapısını açtı. İsrail, ablukayı hafifletti ve Gazze'ye girecek malzemeler listesini güncelledi. Öldürülen dokuz Türk vatandaşının isimleri Gazze'deki bazı sokaklara verildi. Türkiye-İsrail ilişkileri durma noktasına geldi. Gazze şehir merkezi, 45 rakımlı alçak, yassı ve yuvarlak bir tepenin üstüne kurulmuştur. Modern şehrin büyük bir kısmı, Gazze'nin dış mahallelerini oluşturacak şekilde özellikle kuzeye ve doğuya doğru genişlemiştir. Gazze'nin sahili ve limanı şehrin merkezinin 3 km batısında konuşlanmıştır ve aralarındaki boşlukta yassı tepelerle doludur. Gazze Kudüs'ün 78 km güneybatısında, Tel Aviv'in 71 km güneyinde, ve Refah'ın 30 km kuzeyindedir. Çevresindeki yerleşim yerleri ise kuzeyde Beit Lahiya, Beit Hanoun ve Jabalia, güneyde Abu Middein köyü, Bureij mülteci kampı ve Deir al Balah şehridir. Günümüzde şehrin bel
ediye sınırları yaklaşık 45.000 km²'dir. İngiliz Mandası olduğu zamanlarda, Gazze'nin kırsal alanı 143.063 km² iken, yerleşim bölgesinin yüzölçümü 7.960 km²'ydi. Sulu tarım yapılan alan 24.040 km² ve tahıl ekilen alanlar 117.899 km²'dir. Gazze'de yaşayan halk içme suyu, sulama suyu ve günlük kullanım için tek seçenek olarak yeraltı suyuna bağımlıdırlar. En yakın kaynak, sahil boyundaki Abu Middein'den çıkan güneydeki Gazze Vadisi'ndedir. Kışları çok cılız akan su, yazları tamamen kurur. Bu suyun büyük kısmı İsrail tarafından kullanılmaktadır. Sahil boyundaki Gazze akiferi Gazze Şeridi'ndeki ana akiferdir ve çoğunlukla pleistosen ve kumtaşı içermektedir. "Tell al-Muntar" olarak bilinen Gazze'nin güneydoğusundaki ünlü tepenin yüksekliği ise 82 metredir. Burası yüzyıllar boyunca Samson'un kadim Filistin şehrinin kapılarını getirdiği yer olduğu iddia edilmiştir. Tepede Müslümanlar tarafından Ali al-Muntar adına yapılmış bir türbe bulunmaktadır. Ağaçların arasında müslüman mezarları ve türbenin kapısının üstünde iki tane ortaçağa ait Arapça yazı levhası vardır. Eski şehir Gazze'nin merkezinin esas kısmını oluşturur. Kabaca iki kısma ayrılır; Kuzey kısmı Daraj bölgesi (aynı zamanda Müslüman bölgesi olarak da bilinmektedir) ve Güney kısmı Zeytun bölgesi (burası da Hıristiyan bölgesi olarak bilinmektedir). Yapıların çoğu Memlûk ve Osmanlı döneminden kalmış olsa da daha önceki dönmelerden de kalma eserler vardır. Eski şehrin içindeki antik kısım yaklaşık olarak 1,6 km²'lik bir alanı kaplamaktadır. Eski şehrin yedi tane tarihi kapısı vardır: Bab Askalan (Aşkelon Kapısı), Bab al-Darum (Deir el Balah Kapısı), Bab al-Bahr (Deniz Kapısı), Bab Marnas (Marnas Kapısı), Bab al-Baladiyah (Şehir Kapısı), Bab al-Khalil (Hebron Kapısı) ve Bab al-Muntar (Tell al-Muntar Kapısı). Önemli camileri Gazze Ulu Camii ve Seyyid Haşim Camii'dir. Eski binaların bazıları Memlûk döneminde revaçta olan kırmızı ve beyaz duvarlarla farklılaşan "ablak" denilen mimari yaklaşım ile donatılmıştır. Gazze'nin birkaç ana pazarı, Altın Pazar gibi burada yer almaktadır. Zeytun kısmında Aziz Porphyrius kilisesi, Vilayet Camii ve Es-Sammara Hamamı bulunmaktadır. Eski şehrin dışında Gazze sekiz mahalleden ibarettir. Gazze'nin şehir merkezinin dışındaki ilk yerleşim uzantısı Eyyubiler zamanında doğudaki bir tepe üstüne kurulan Shuja'iyya bölgesidir. 1930'larda ve 1940'larda, yeni ve özel bir yerleşim bölgesi Rimal, şehir merkezinin batısındaki kumluk saha üzerinde inşa edildi ve şehrin Zeytun kısmı, Shuja'iyya mahallesi Doğu'ya doğru genişlerken, Gazze'nin güney ve güney batı sınırlarında oluştu; bu mahalle ("Yeni") "al-Judeide" olarak bilinmektedir. Rimal ve Eski şehir arasındaki bölgelerde al-Sabra ve al-Daraj yerleşimleri oluştu. Kuzeybatıda ise, 1950'lerde Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır adına kurulan Nasır yerleşim bölgesi bulunmaktadır. Kuzeydoğuda batı ve doğu mahalleri olmak üzere iki kısımdan oluşan Tuffah yerleşim birimi yer almaktadır. Şeyh Rıdvan, Eski şehrin 3 km. kuzeyindedir ve bu bölgede yaşayan Şeyh Rıdvan'ın türbesi yapıldıktan sonra bu adı almıştır. Gazze İsrail sınırındaki al-Kuba köyü olduğu gibi sahildeki al-Şati mülteci kampı'nı -kamp belediyenin yönetiminde olmasa da- içine almıştır. 1990'ların sonunda Filistin Ulusal Yönetimi Rimal yerleşim bölgesinin güney kenarında yer alan Tel al-Hava mahallesini kurdu. Gazze, ılık kışları ve kuru, zaman zaman sıcak yazları ile görece ortalama bir Akdeniz iklimine sahiptir. İlkbahar Mart - Nisan aylarında başlar ve ortalama 33 °C'lık sıcaklık ile Temmuz ve Ağustos en sıcak aylardır. En soğuk ay 7 °C'lık sıcaklık ortalaması ile Ocak ayıdır. Yağmur nadir olarak Kasım ve Mart ayları arasında, yıllık ortalama 295 mm'lik bir yağış miktarı ile yağar. 1557 yılına ait Osmanlı Tahrir Defter'ine göre Gazze'de yaklaşık 12.000 insanın yaşadığını düşündürten 2.477 kayıtlı vergi mükkellefi vardı. Bu sayılara asker ve din adamı dahil değildi. 1838'de, 15.000 veya 16.000 kişilik bir nüfusa sahip olduğunu düşündürtecek şekilde yaklaşık 4.000 Müslüman ve 100 Hıristiyan vergi mükellefi vardı. Bu, Gazze'nin o dönemde Kudüs'ten daha büyük olduğunu göstermektedir. Toplam Hıristiyan aile sayısı 57'ydi. I. Dünya Savaşı başlamadan önce Gazze şehrinin nüfusu 42.000'lere ulaşmıştı. Ancak, 1917'de Gazze'de Osmanlılar ve Almanlar'la İtilaf Devletleri arasındaki şiddetli savaşlar şehrin nüfusunda büyük bir azalmaya neden oldu. Filistin Devlet İstatistik Bürosu'nun 1997 nüfus sayımına göre Gazze ve al-Şati mülteci kampında % 50,9'u erkek, % 49,1'i kadın olmak üzere 353.113 kişi yaşıyordu. Bu sayıma göre Gazze 0-19 yaş grubunda % 60,8'lik yüksek bir nüfus payına sahipti. Nüfusun % 28,8'i ise 20 ile 44 yaş arasındaydı. % 7,7'si 45 ile 64 yaş arasında iken % 3,9'unun yaşı 64'ten büyüktü. 1948 öncesi Gazze sakinlerinin önemli bir kısmı Mısır'daki politik karmaşadan kaçan Mısır kökenliler ya da bunların çocuklarıydı. Şehir, 1948 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra büyük bir Filistinli mülteci dalgasına uğradı. 1967 yılı itibarıyla 1948'deki nüfusunun altı katı büyüklüğe ulaştı. 1997'de Gazze sakinlerinin % 51.8'i mülteci ya da mülteci çocuklarıydı. Şehir nüfusu bu tarihten itibaren artmaya devam ederek; 2006'da, şehri Filistin'deki en kalabalık şehir yapan 409.680'e ulaşmıştır. Günümüzde şeihr nüfusu artmaya devam etmektedir ve Gazze dünyadaki en yüksek doğum artış oranına ve nüfus yoğunluğuna, kilometrekareye 5.261 kişi ile sahip yerlerden biridir. Fakirlik, işsizlik ve kötü yaşam koşulları çok yaygındır ve çok sayıda Gazzeli hayatta kalmak için Birleşmiş Milletler'den yiyecek yardımı almaktadır. Gazze nüfusunun büyük çoğunluğu Arapça konuşan, neredeyse tamamı Sünni olan Müslümanlardan oluşmaktadır. Fatimiler'in yönetimindeyken Gazze'deki nüfusun çoğunluğu Şii'ydi. Ancak Selahaddin'in şehri fethetmesinden sonra aynı zamanda emrindeki Arap, Kürt ve Türk askerlerin birliğini sağlayan Sünniliğin şehirde yayılmasına öncülük etti. Şehirde 3.500 kişilik küçük bir Arap Hıristiyan azınlık vardır. Gazze Hrıstiyanlarının çoğunluğu Eski şehrin Zeytun kısmında yaşamaktadır ve Yunan Ortodoks Kilisesi, Roma Katolik Kilisesi ve Baptist Kilisesi'ne üyedirler. Ocak 2009'daki İsrail saldırısında St.Philip'in Episcopal Kilisesi ile beraber İsrail savaş uçaklarınca bir Baptist kilisesi de vuruldu. 1906'da, 700 tanesi Rum Ortodoks ve 50 tanesi Roman Katolik olmak üzere sadece 750 kişilik bir Hrıstiyan topluluğu vardı. Gazze'deki Yahudi varlığının tarihi 2.000 yıla yakındır, ve 1481'de 60 tane Yahudi hanesi vardı. Bu ailelerin çoğu -yaklaşık elli haneydiler ve 1929 Ayaklanmaları sırasında şehri terk etti. Sami Hadawi'nin toprak ve nüfus anketinde, 1945'te, Gazze'nin nüfusu, 80 tanesi Yahudi olmak üzere, 34.250 kişiydi. Bu Yahudi topluluğun çoğunluğu da 1948 Savaşı'ndan sonra oluşan iklimden dolayı şehri terk etti. Gazze ekonomisi büyük oranda küçük ölçekli sanayi ve tarıma dayalıdır. Şehrin tek limanı 1967'den beri çalışmamaktadır. Günümüzde Gazze ekonomisi, 2007'de şehrin yönetimi Hamas'a geçmesinden sonra büyük oranda İsrail'in uyguladığı ablukaya bağlı olarak neredeyse çökmüş durumdadır. Gazze ekonomisi tarıma dayalıdır. Bölgede en çok turunçgil üretilir. Çok sayıda Gazzeli sınırın açık olduğu zamanlarda İsrail’e giderek çalışır. Şehirde tekstil ve yiyeceğe dayalı küçük sanayi tesisleri bulunmaktadır. Çeşitli malların satıldığı Gazze pazarının ticari canlılığı pek fazla değildir. Balıkçılık da Gazze'nin geçim kaynakları arasındadır. 1998 yılında açılan Yaser Arafat Hava Alanı, El Aksa intifadasının başlamasından sonra gerçekleşen İsrail saldırıları sırasında büyük hasar gördü ve ulaşıma kapandı. 19. yüzyılda, Gazze, sadece Nablus tarafından gölgelenen bir şekilde altı büyük sabun üreticisi şehrin önde geleniydi. Buradaki fabrikalar, Nabluslu tüccarlardan ve Ürdün'den hammadde temin ederlerdi. Gazze limanının önemi Yafa ve Hayfa limanları tarafından azaltılsa da, balıkçılık filosunu çalışmaya devam etti. Limanı işlev dışı kalsa da stratejik konumu nedeniyle ticaretinde etkili olmaya devam etti. Mısır'dan gelen kervan ve yolcuların çoğu ihtiyaçlarını temin etmek için duraklıyordu; benzer şekilde Araba Vadi'sinin doğusundaki Maan'dan gelen Bedeviler de Mekke'den gelen Müslüman hacılara satmak için şehirden çeşitli eşyalar satın alıyordu. Gazze pazarında çok çeşitli ürünler bulunuyordu ve Edward Robinson tarafından belirtildiği gibi Kudüs'ten daha iyiydi. Ticareti yapılan ana tarım ürünü hükûmete ve yerel Arap aşiretlere satılan ketendi. Altı Gün Savaşları'nı takiben, İsrail Gazze Limanı'nı kapattı ve bunun sonucu şehir balıkçılık gelirini kaybetti. Filistin devletinin kullanması için Gazze'de bir liman kurulmasına dönük çabalar oldu ancak bunların önü İsrail'in engellemeleri ile kesildi. Ana tarım ürünleri çilek, narenciye, hurma, zeytin, çiçek ve değişik sebzelerdir. Su kirliliği Gazze çevresindeki çiftliklerde üretimin verimliliğini büyük oranda düşürmüştür. Şehirdeki küçük ölçekli sanayiler, plastik, inşaat malzemesi imalatı, tekstil, mobilya, seramik, bakırcılık ve halıcılıktır. Oslo Görüşmelerine göre, bir kısım Gazzeli şehrin ayakta kalmasını sağlayan UNRWA ve benzeri uluslararası kuruluşlarda çalıştırılırken, binlerce kişi de değişik hükûmet bakanlıklarında ve güvenlik kuvvetlerinde işbaşı yaptırıldı. Gazze'de altı tane otel vardır: Palestine, Adam, al-Amal, al-Quds, Cliff, ve Marna House. Palestine Oteli hariç hepsi kıyıdadır. Burada ayrıca BM'in bir sahil kulübü vardır. Gazze turistlerin uğrak yerlerinden biri değildir ve otellerde kalan yabancıların çoğu gazeteci, yardım görevlisi, BM ve Kızılhaç çalışanıdır. Al-Quds oteli şehirdeki en güzel otel olarak bilinmektedir ve en eski oteldir. Birçok Gazzeli, sınır açıkken, İsrail hizmet sektöründe çalışıyordu ancak abluka ile başlayan anlaşmazlık sonucu İsrail'de çalışan Gazzelilerden çok az bir kısmı -İsrail'e geçmelerine izin verilenler- işlerine devam edebildiler. OXFAM tarafından yayınlanan son bir rapora göre, Gazze'de işsizlik % 40'a yaklaşmış durumda ve yakın zamanda % 50
doğru ulaşma eğilimindedir. Gazze'deki istihdamın % 53'ünü sağlayan özel sektör çökmüş durumdadır, işletmeler iflas etmiş ve 110,000 çalışandan 75.000'i işini kaybetmiştir. 2008'de üretim için gerekli malzemenin girişinin yapılamaması ve üretilenin ihraç edilememesi sonucu Gazze'deki sanayi işlemlerinin % 95'i ertelenmiştir. Haziran 2005'te 3.900 fabrikada 35.000 kişi çalışırken, Aralık 2007'de açık fabrika sayısı 197, çalıştırdığı işçi sayısı ise 1.700 olmuştu. İnşaat sektörü onbinlerce işsiz ile tamamen felç durumdaydı. Tarım sektörü da büyük zarar görmüş durumda ve 40.000 çalışanın artık hiç geliri yok. Gazze'nin ekonomik şartları uzun dönemde değişmeyecek gibi gözükmektedir ve birçok gelişim ölçütü düşüş eğilimindedir. Yiyecek fiyatları; mesela buğday unu % 34, pirinç % 21 ve bebek mama tozu % 30 olmak üzere, abluka sırasında artmıştır. Tam anlamıyla fakirlik ölçülerinde yaşayan Gazzeli sayısı keskin bir biçimde artmıştır: 2006 yılında insani yardım ile yaşayan oranı % 63 iken, 2008'de bu oran % 80 olmuştur. 2007'de hane gelirinin % 62'si yiyeceğe harcanmaktadır bu oran 2004'te % 37'idi. Son on yıl içinde UNRWA'nin yiyecek yardımından faydalanan aileler on kat artmıştır. Rimal'deki Raşit Şava Kültür Merkezi (The Rashad Shawa Cultural Center) 1988'de tamamlandı ve kurucusu,eski belediye başkanı Raşit Şava'nın adı verildi. Üçgen planlı iki parçalı binada kültür merkezleri üç ana işlevi görmektedir:Yıllık festivaller sırasında büyük toplantılar için yeterli alan, sergi salonu ve kütüphane. Fransız Kültür Merkezi, Gazze'ye dönük Fransız desteğinin ve dayanışmasının bir simgesidir. Burada sanat gösterileri, konserler, film gösterimlerive diğer etkinlikler gerçekleştirilmektedir. İmkan bulunduğunda, Fransız sanatçılar sanat çalışmalarını sergilemeleri için davet edilmektedir;tabi daha çok Gazze Şeridinde ve Batı Şeria'da yaşayan Filistinli sanatçılar sanat çalışmalarını sunmaları ve sanat yarışmalarına katılmaları için davet edilmektedir. 1998'de kurulan Sanat ve El Sanatları Köyü bütün biçimleri ile yaratıcı sanat çalışmalarının geniş kapsamlı, düzgün ve düzenli bir şekilde belgelendirilmesini amaçlayan çocuklar için oluşturulmuş bir kültür merkezidir. Burası farklı milletlerden gelen geniş bir sanatçı katılımını sağlamakta ve yaratıcı sanat, seramik, grafik, oyma ve diğer alanlara ait 100 civarında sergi gerçekleşmektedir. Gazze Şeridi'nde yaşayan yaklaşık olarak 10,000 çocuk her yıl Sanat ve El Sanatları Köyü'ndeki çalışmalara katılmaktadır. Gazze, Norveç'ten sağlanan cihaz ve filmlerle 2004'te açılmış Gazze Sinema Salonu adında bir sinema salonuna sahiptir. Sinema salonu tam anlamıyla donatılmış durumda değil ve Filistin Yönetimi'nden de ciddi bir katkı elde edememekte; çoğunlukla yabancı yardım kuruluşlarının desteğiyle işlev görmektedir. Filistinli bir yardım kuruluşu olan Qattan Vakfı, Gazze'de gençlerin sanat yeteneklerini keşfetmelerine yardımcı olmak ve öğretmenlere temel drama yetenekleri hakkında bilgilendirmek amacıyla çeşitli çalıştaylar düzenlemektedir. 2005'te, ne yabancı ülkelerden tiyatroların ne de Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilere ve İsrail vatandaşı olan Araplara ait tiyatroların da katıldığı, dış mekanlarda gerçekleştirilen bir Tiyatro Festivali yapıldı. Cevdet N. Hudari tarafından kurulan Gazze Arkeoloji Müzesi 2008 yazında açıldı. Müze sergisi, Gazzeli balıkçı ve inşaat işçileri tarafından mermer ile kaplanan sütunlar ve bronze lambalar, eski bir demiryolunun ahşap traversleri ve eski evlerin taşlarından inşa edilen bir salonda yer almaktadır.Müzenin koleksiyonunda binlerce parça yer almasına rağmen göğüslerini örten şeffaf bir giysisi olan Afrodit heykeli de dahil olmak üzere, antik ilahları gösteren eserler ve Yedi Kollu Şamdanı ima eden yağ lambaları gibi bazı yapıtlar sergilenmeyecek. Gazze mutfağı cömert bir biçimde kullanılan baharat ve acılarıyla bilinir. Diğer ana çeşniler ve katkı maddeleri şunlardır: Dere otu, pazı, sarımsak, kimyon, mercimek, nohut, nar, ekşi erik ve demirhindi. Geleneksel yemek pişirme kaplarınının çoğunluğu sebzelerin doğallığını ve tatlarını koruyan ve etin çatalla rahatça yenilmesini sağlayan topraktan imal edilen kaplardan oluşmaktadır.Geleneksel olarak birçok Gazze yemeği mevsimseldir ve o bölgeye özgü olan ve çevre köylerde yetişen ürünlere dayanmaktadır. Şehrin "mercimekli pazı dolması" ve "bisara" (kurutulmuş ebegümeci yaprakları ve acı biberle yoğrulmuş fava fasulye tanelerinden oluşan bir yemek) gibi basit etsiz yemek ve türlülerin yapımının temelinde fakirlik önemli bir rol oynamıştır. Deniz mahsulü Gazze yaşamının anahtar öğelerinden ve temel yiyecek çeşitlerinden biridir ancak son yıllarda İsrail ablukasına bağlı olarak Gazze kıyılarına yakın Filistin'e ait balık avlama bölgelerine girişlerin kısıtlanması nedeniyle balıkçılık düşüşe geçmiş ve deniz ürünlerinin fiyatları inanılmaz oranda artmıştır. Bazı iyi bilinen deniz mahsulü yemekleri, çevirisi "güveçte karides" olarak yapılabilecek "zibdiyit gambari" ve pavuryaların aşırı acı kırmızı biberle doldurulup fırında pişirildiği "shatta" gibi yemeklerdir. Balık ya kızartılır ya da kişniş, sarımsak, acı biber ve kimyon ile doldurulup çeşitli baharatla marine edildikten sonra ızgarada pişirilir. Pirincin karamelleştirilmiş soğanlar, birçok diş sarımsak, iyi marine edilmiş bol miktarda kızartılmış balık ve zerdeçal, tarçın ve kimyon gibi baharat ile beraber hazırlanan bir yemek olan "sayyadiya" 'da deniz mahsulü ana öğedir. 1948 dönemi göçmenlerinin çoğunluğu yetiştirdikleri sebzeleri mevsimine göre yiyen fellahlardı (köylülerdi) ve bu kişiler Gazze mutfağını büyük oranda etkilemişlerdir. Filistin'in geri kalanından coğrafik olarak ayrı olmasına bağlı olarak ve onyıllarca süren işgal nedeniyle yemeklerinin çoğunluğu Gazze'nin dışında bilinmemektedir. En çok bilinen yemeklerinden birisi "sumakiye"dir. Gazze'de en çok tanınanları Rimal bölgesinde olmak üzere çok sayıda lokanta vardır. Daha çok balık ve deniz ürünleriyle tanınan "Al-Andalus", "al-Sammak" gibi turistlerin en çok ilgi gösterdiği lokantalardandır. Eski Şehir bölgesinde cadde üstünde pişirilmiş fasulye, humus, fırınlanmış tatlı patates, felafel ve kebap satan sokak satıcıları vardır. Kahvehanelerde nargile, kahve ve çay sunulmaktadır. Gazze'nin en çok tanınan tatlı satış yerleri Saqqala ve Arafat çok bilinen Arap tatlılarını satmaktadır ve Vehda caddesi'ndedirler. Alkol, BM Sahil Kulübü dışında çok nadir bulunur. Tülbent bezinin ilk olarak Gazze'de dokunduğu düşünülmektedir. Gazzeli erkeklerin giydiği "thob"un (cübbenin) kumaşı ise çoğunlukla Aşkelon yakınlarındaki Majdal'da dokunurdu. 1960'ların sonuna kadar Gazze Şeridi'ndeki mülteciler, Majdal'da dokunan mavi, siyah, pembe, yeşil keten kumaşlardan yapılan elbiseleri giydi. Bu elbiselerde nakış El Halil'dakiler kadar yoğun değildi. En çok rastlanılan motifler şunlardı: çoğunlukla beşli, yedili veya üçlü salkımlar halinde tasarlanan makaslar, taraklar ve üçgenler; bu sayıların tek sayı olmasının nedeni Arap geleneklerinde bu sayıların nazara karşı koruyucu olduğuna inanılmasıdır. Son yıllarda, Hamas ve diğer İslami hareketler, özellikle şehirli ve eğitimli kadınlar arasında tesettürün yaygınlaşmasını sağlamak için yoğun çaba gösterdi ve tesettür ortaya çıktığından beri sınıf ve grup kimliğine göre farklılık göstermiştir. Ulu Cami, İbn Osman Camisi, İbn Mervan Camisi, Seyyid Haşim Camisi, Napolyon Kalesi ve hâlâ kullanılmakta olan St. Porphyrus Kilisesi, Gazzenin önemli tarihi eserleri arasındadır. İlk yapıldığında bir pagan tapınağı olan Ulu Cami, önce Bizanslılar tarafından bir Rum Ortodoks Kilisesine sonra sekizinci yüzyılda Araplar tarafından camiye çevrilmiştir. Haçlılar burayı daha sonra tekrar kiliseye çevirdi ancak Gazze'nin tekrar Müslümanların eline geçmesinden sonra tekrar camiye dönüştürüldü. Gazze Şeridi'ndeki en eski ve en büyük camidir ve bazı batılı 19 yüzyıl gezginleri tarafından şehirde "tarihi öneme sahip tek yapı" olarak tarif edilmiştir. Eski şehir kısmında yer alan diğer camilerden birisi de Memlûk Sultanlığı döneminden kalma, içinde Haşim bin Abdimenaf'ın türbesinin olduğuna inanılan Seyyid Haşim Cami'dir. Vilayet Cami:Seyyid Haşim Cami yakınında 1334 tarihinde yapılmış Vilayet Cami bulunmaktadır. Shuja'iyya mahallesinde Nalus'un yerlilerinden Ahmet İbn Osman'ın 1402'de yaptırdığı İbn Osman Cami ve 1324'te yapılmış ve bir din büyüğünün türbesine sahiplik eden İbn Mervan Cami yer almaktadır. Filistin İstatistik Bürosunun 1997 nüfus sayımına göre Gazze nüfusunun % 98,1'i şehir suyuna bağlıyken geri kalanı kendi imkânlarıyla su temin ediyordu. Yaklaşık olarak nüfusun % 87,6'sı kanalizasyon sistemine bağlı iken % 11,8'i foseptik çukuru kullanmaktadır. Gazze'ye uygulanan abluka şehrin su ve kanalizasyon sisteminde ciddi bir kısıtlamaya neden olmuştur. İçilebilir suyu olan altı tane kuyu artık kullanılamamaktadır ve nüfusun % 50'sine düzenli olarak su verilememektedir. Belediye, şehirde yaşayanların su ihtiyaçlarının karşılanmasında bazı kuyuların elektrik olmamasından dolayı yetersiz kalması sonucu tuzlu suyu olan kuyulardan şehre su basmak zorunda kaldıklarını ifade etmektedir. Şehirdeki kanalizasyon sistemi düzgün çalışamamaktadır ve kanalizasyonun yüzde yetmişinden daha fazla kısmında kanalizasyon suları düzenli olarak taşarak Gazzelilerin evlerini basmaktadır. Elektrik, yakıt ve yedek parça eksikliğine bağlı olarak her gün Akdeniz'e 20 milyon litre işlenmemiş ve 40 milyon litre kısmen işlenmiş kanalizasyon atığı karışmaktadır. Yerel yönetim, kanalizasyon birikintilerin caddelerde, sokaklarda, kuyularda toplanmasının şehirde salgın hastalıklara yol açabileceğini söylemektedir. Gazze'deki ilk hastanelerden biri 1940'larda İngiliz Manda Yönetimi sırasında Rimal mahallesinde yapılmış olan Şifa Hastanesi'dir. Askeri kışlada kurulan hastane, ilk olarak karantina ve ateşli hastalıklar için hizmet vermiştir. Gazze, Mısır tarafından yönetilirken bu özel bölüm taşınmış ve hastane şehrin merkez hastanesi olmuştur. İsrail, 1956 Süveyş Krizi sırasında işgal edi
p çekildikten sonra, Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır hastaneyi büyüttü ve geliştirdi. Aynı zamanda Nasır mahallesinde ikinci bir hastanenin yapılmasını emretti. 1957'de karantina ve ateşli hastalıklar hastanesi Nasır Hastanesi adıyla yeniden yapıldı. Bugün, Şifa Hastanesi Gazze'nin en büyük tıp merkezidir. 1950'lerin sonuna doğru yeni sağlık yönetimi; Bandar Gazze, Haydar Abdül-Şafi tarafından oluşturuldu ve yönetildi. Bandar Gazze, şehirde sağlık ocağı açmak için birkaç yer kiraladı; ancak bunlar sadece basit tedaviler sunan kısıtlı imkânlara sahip kliniklerdi. İlk olarak 1907 yılında Hristiyan Misyonerlik Derneği tarafından kurulan Ahli Arap Hastanesi I. Dünya Savaşı sırasında yıkıldı. 1950'lerde Güney Baptist Hastanesi olarak tekrar açıldı. 1982'de, Kudüs Bölge Piskoposu, yönetimi ele alıp hastanenin adını ilk haline çevirdi. Tel al Hava mahallesinde yer alan ve Filistin Kızıl Haç'ı tarafından işletilen Al Kuds Hastanesi, Gazze'deki ikinci en büyük hastanedir. Yakıt ve elektrik kısıtlamalarının bir sonucu olarak, şehirdeki hastanelerde 8 - 12 saat arası süren enerji kesintileri olmaktadır. Güç üreteçleri için gereken dizel yakıtlar için İsrail'in yüzde 60 - 80'e varan kısıtlamaları olmaktadır. DSÖ'ye göre, Aralık 2007'de, inanılmaz bir düşüş oranıyla, tıbbi tedavi için Gazze'den çıkmasına izin verilen hasta oranında yüzde 89.3'ten yüzde 64.3'e varan bir düşüş gerçekleşmiştir. Reşit Sahil Yolu Gazze'nin sahili boyunca yer alır ve Gazze Şeridi'nin sahilini kuzeyden güneye birbirine bağlar. Gazze Şeridi'nin ana yolu; 4 Nolu Otoyol; diğer adı Selahaddin Caddesi (modern Via Maris) Gazze şehrinin ortasından geçerek güneydeki Deir al-Balah, Han Yunis, ve Refah'ı kuzeydeki Jabalia ve Beyt Hanun'a bağlar. Selahaddin Caddesi'ni kuzeyden çıkışı Erez Kapısı'dır. Güneyde Mısır'a açılan çıkış ise Refah Kapısı'dır. Çıkışlar 2007 yılından beri Mısır ve İsrail tarafından kapatılmıştır. Ömer Muhtar Caddesi Gazze şehrinde Kuzey - Güney doğrultusunda yer alan, Selahaddin Caddesi'ne açılan bir kolu olan Rimal Sahili'ne ve Eski Şehir kısmına uğrayan ve Altın Pazar'da sonlanan ana caddedir. Gazze Şeridi'ne uygulanan ablukadan önce Batı Şeria'da Ramallah ve El Halil'den Gazze'ye giden dolmuşlar vardı. Refah yakınlarındaki Yaser Arafat Havaalanı 1998'de açılmıştır ve Gazze'ye 40 km uzaklıktadır. İkinci İntifada sırasında pist ve yolcu salon ve kulesi ciddi biçimde yıkıldı. İsrail'deki Ben Gurion Havaalanı ise şehrin yaklaşık 75 km kuzeydoğusundadır. Filistin Ulusal İstatistik Bürosuna göre 1997 yılında 10 yaş üstü Gazze halkının yaklaşık % 90'ı okur-yazardı. Şehir nüfusunun 140.848'i okula gitmekteydi (% 39,8'i ilkokula, % 33,8'i orta okula ve % 26,4'ü liseye). Yaklaşık olarak 11.134 kişinin lisans veya lisansüstü diploması vardı. 2006 yılında, Gazze'de 210 tane okul vardı: 151 tanesini Filistin Ulusal Yönetimi Eğitim Bakanlığı, 46 tanesini BM yönetirken 13 tanesi özeldi. 154.251 öğrenci kayıtlıyken, bu okullarda 5.877 tane de öğretmen görev yapıyordu. Eylül 2007'de, Gazze Şeridi'nde yapılan bir bir BM araştırması, özellikle matematik dersinde % 90'a ulaşan, dört ile dokuz yaş arası öğrencilerde % 80'e varan bir ders başarısızlığı olduğunu bulguladı. Ocak 2008'de UNICEF Gazze'deki okullarda, bilişim teknolojisi, laboratuvar ve ek ders çalışmaları yapılan derslerin fazla enerji harcanmasına neden olduğu için durdurulduğunu açıkladı. Gazze'de dört tane üniversite bulunmaktadır: "Gazze El Ezher Üniversitesi", "El Kuds Açık Üniversitesi", "El Aksa Üniversitesi" ve "Gazze İslam Üniversitesi". On bölümden oluşan, İslam Üniversitesi, Gazze'nin ilk yüksek öğretim kurumu olacak şekilde 1978'de Ahmet Yasin ve bir grup iş adamı tarafından kuruldu. 2006-2007 öğretim yılında kayıtlı öğrenci sayısı 20.021'di. "El Ezher" genelde laik bir çizgidedir ve 1992'de kurulmuştur. "El Aksa" Üniversitesi 1991 yılında kuruldu. "El Kuds" Açık Üniversitesi Gazze Bölgesi Eğitim kampüsünü 1992 yılında şehir merkezinde kiraladığı bir binada 730 öğrenci ile açtı. Öğrenci sayısındaki hızlı artış üzerine, üniversitenin sahip olduğu ilk binasını Nasır Mahallesi'nde inşa etti. 2006-2007 öğretim yılında 3.778 kayıtlı öğrencisi vardı. Gazze Halk Kütüphanesi, El-Vadi Caddesi'ndedir ve İngilizce, Fransızca ve Arapça olmak üzere yaklaşık 10.000 kitaba sahiptir. 1410 m²'lik bir alana sahip olan bina giriş kat üstüne iki katlıdır. Kütüphane, 1996'dan itibaren Gazze Belediye Başkanı Aoun Shawa, Dunkerque belediyesi ve Dünya Bankası arasında başlayan işbirliği ile 1999 yılında açılmıştır. Kütüphanenin temel hedefleri kullanıcıların ihtiyaçlarını karşılayacak bilgi kaynaklarını sağlamak, bilgi kaynaklarına ulaşma imkânlarını oluşturmak ve kültürel etkinlik, seminerler, toplantılar, film gösterileri, sunumlar, videolar, resim ve kitap sergileri gibi değişik kültürel çalışmaların yapılmasını sağlamaktır. Filistin Stadyumu, Filistin Ulusal Stadyumu, Gazze'dedir ve 10.000 kişilik seyirci kapasitesine sahiptir. Filistin Millî Futbol Takımı'nın sahası olarak görev yapmaktadır ancak İsrail'in bir hava saldırısı sonrasında saha kullanılamaz hale geldiği için Millî Takım maçlarını Katar'ın Doha kentinde yapmaktadır. Gazze'de Gazze Şeridi Ligi'ne katılan çok sayıda takım vardır. Bunlar "El Şati Kampı", "İttihad-ı Şuaiyya Mahallesi", "Gazze Spor Kulübü" ve "El Zeytun Mahallesi" takımlarıdır. Günümüzde Gazze Şehri, Gazze bölgesinin yönetim merkezidir. Burada içinde birçok Filistin Yönetimine ait bakanlık merkezlerinin yer aldığı Filistin Yasama Meclisi binası bulunmaktadır. İlk belediye teşkilatı 1893 yılında Ali Halil Şava'nın başkanlığında oluşturuldu. Modern anlamda belediyecilik Osmanlı İmparatorluğu tarafından atanan ve ilk belediye başkanının oğlu olan Sait Şava ile başladı. Şava Gazze'nin ilk hastanaesinin inşaatı ile beraber birçok cami, okul yapımı ve Ulu cami'nin restorasyonunu ve modern tarımcılığın girmesini sağladı. 24 Temmuz 1994'te FUY Filistin bölgesi içinde Gazze'nin ilk Filistin belediyesi olduğunu ilan etti. 2005 Filistin yerel seçimleri Gazze, Han Yunis veya Refah gibi büyük şehirlerde yapılmadı. Bunun yerine El fetih partisi seçim yapmak üzere daha küçük şehir, kasaba ve köyleri daha çok oy alacaklarını hesap ederek seçti. Rakip parti olan Hamas ise % 80 katılımla gerçekleştirilen seçimlerde belediyelerin yüzde yetmişinde yerel meclislerde çoğunluk sandalyesini kazandı. 2007'de şehirde Hamas'ın Gazze şehrinin kontrolünü ele geçirmesiyle sonuçlanan çatışmalar yaşandı. Normal olarak 20.000'in üzerinde nüfusu olan yerleşim yerlerinde belediye başkanı da dahil on beş üyeli belediye meclislerine sahip olan belediyeler kurulmaktadır. Mevcut Gazze belediye meclisi başkan Refik el Makki dahil on dört kişiden oluşmuştur. Gazze'nin 7 kardeş şehri vardır; Kürdistan bayrağı Kürdistan bayrağı (Kürtçe: "Alaya Kurdistanê" ya da "Ala Rengîn"), Kürdistan'ı temsil eden bayrak. Irak Cumhuriyeti'ne bağlı Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin bayrağı olarak kullanılmaktadır. Kürt ulusal renklerinden oluşmaktadır. Arka planda, birbirine paralel ve eşit olarak sırasıyla kırmızı, beyaz ve yeşil üç renk şeridi, bunların odağında koyu sarımsı renkle toplam 21 saçaklı güneş ("Roj") bulunmaktadır. 21 sayısı hürmet edilen bir sayıdır, kadim ve yerli Kürt dini olan Yezdanizmde ve onun modern dallarında ""yeniden doğuşu/dirilişi"" simgeler. Bayrak ilk olarak 1920 yılında kurulan Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti tarafından renk ve şekli kabul edilerek millî bayrak olarak ilan edildi. Zinnar Silopi Doza Kürdistan isimli eserinde buna ilişkin olarak şu bilgiyi aktarır: ""Teşkilati ictimaiye cemiyeti uzunlama olarak üç renkten müteşekkil yukarıda kırmızı ortada beyaz üzerinde güneş ve altta yeşil renkli Kürt bayrağının renk ve şeklini tespit ederek milli bayrak olduğunu ilan etti."" Kürt gazeteci yazar Musa Anter Hatıralarım 1-2 isimli eserinde 1948 yılında arkadaşları ile beraber İstanbul'da kurdukları gizli bir örgütün yemin töreninde kullanmak üzere bayrak hazırladığını şöyle ifade eder: ""Bir hatıra olarak söylüyorum, bu davaya sadakat için yemin etmek gerekiyordu. Herhalde Kurana el basmazdık. Yeminimizin de biraz milli olması kararlaştırıldı. Bu da Kürt bayrağı ve silahla olacaktı. Yusuf Bey’in tabancası vardı. Bir Kürt bayrağının yapılması ödevi de bana verildi. Kapalıçarşı’dan yarımşar metreden dört renk geniş kurdele aldım. Bayrak bugün de biliniyor: Beyaz, kırmızı, yeşil ve kırmızının ortasında san bir güneş şekli. Bayraktaki renkleri ve güneş sembolünün anlamı şöyleydi: Beyaz, barışı; kırmızı, kan ve ihtilali; yeşil, Kürdistan ve Mezopotamya’nın bereketini; güneş de, Kürt, milli dini olan Zerdüştlükten geliyordı."" Pyotr Rumyantsev Pyotr Aleksandroviç Rumyantsev, (Rusça: Пётр Александрович Румянцев-Задунайский / "Pyotr Aleksandrovich Rumyantsev-Zadunayskiy", d. 4 Ocak 1725, Moskova - ö. 8 Aralık 1796, Taşan, Rusya) Çariçe II. Katerina'nın emrinde 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşına kumandanlık etmiş, Larga ve Kartal Ovası Savaşı başta olmak üzere defalarca Osmanlı Ordusunu mağlup edip Kırım Hanlığı'nın Rus himayesine girmesini sağlayan Rus generali. Yedi Yıl Savaşı sırasında Gross-Jägersdorf (30 Ağustos 1757) ve Kundersdorf çarpışmalarında Prusyalıların yenilgiye uğratılmasında önemli rol oynadı. 16 Aralık 1761'de Pomeranya'daki Kolberg (Kolobrzeg) Kalesi'ni ve liman kentini ele geçirdi. Kasım 1764'te getirildiği Ukrayna genel valiliği sırasında bölgenin Rusya'yla bütünleştirilmesini sağlamıştır. Osmanlı-Rus savaşlarında Boğdan'daki (Moldova) Larga ve Kagula muharebelerinde Osmanlı kuvvetleri karşısında kesin zaferler kazandı (1770). Tuna Nehrini geçerek Bulgaristan'a girdi ve Kozluca (Suvorovo) Çarpışması'nı (20 Haziran 1774) kazanarak Osmanlıları barış istemek zorunda bıraktı. Temmuz 1775'te mareşalliğe yükseltilen Rumyantsev'e aynı zamanda kont unvanı verildi. Oidipus kompleksi Oidipus kompleksi ya da Oedipus karmaşası, Sigmund Freud'un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni safdışı etme kon
usunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı. Freud'a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Erkek bebeğin sürekli annesine şımarması, babasının annesiyle ilgilenmesinden rahatsız olup ağlaması veya araya girmesi örnek olarak verilir. Erkek çocuk genellikle evde güçlü bir otoritesi olan güçlü rakibi babadan çekindiğinden her iki ebeveynden de uzaklaşmak zorunda olduğunu hissederken, annesinden çekinen kız çocuk hayran olduğu güçlü babasına daha çok yaklaşır. Olumlu ve olumsuz olmak üzere iki şekilde açığa çıkar. Olumlu biçimi, kompleksin (karmaşanın) adını aldığı eski Yunan efsanesine uygunluk gösterir, yani oğlanlar babalarına ve kızlar annelerine rakip-düşman kimse gözüyle bakarak, içten içe onların yok olmasını ister, oğlanlar annelerine, kızlarsa babalarına karşı aşırı bir cinsel ilgi-eğilim (libido) gösterir. Olumsuz şekliyse bunun tam tersidir. Freud'un adlandırdığı penis (fallus) döneminde (üç ila beş yaşlarında) bu karmaşa yaşanır. Beş yaşından sonra bu karmaşıklık etkisini yitirerek bir duraklama-uyuklama (latens) döneminden sonra buluğla birlikte yeniden canlanma gösterir ve dışta sevisel (cinsel denebilir) obje seçimiyle az ya da çok bir başarıyla bu yıkım gerçekleştirir. Kişilik gelişiminin 3-5 yaş dönemi Freud tarafından fallik dönem olarak adlandırılır. Freud, bu yaş döneminde erkek çocuğun annesine karşı duyduğu aşk nedeniyle babası tarafından cezalandıracağı korkusu sonucu yaşanan karmaşaya Odipal kompleksi adını vermiştir. Mitolojide çocuğun ebeveynine aşık olup evlenmesinin tatsız bir eylem olduğu ve sadece tanrılara özel bir uygulama olduğu kabul edilir. Freud bu teorisini Yunan mitolojisindeki Sophokles'e ait Kral Oedipus hikâyesinden esinlenerek adlandırmıştır. Guguş Faike Ateşin (, ; 5 Mayıs 1950, Tahran) ya da bilinen adıyla Guguş (گوگوش, "Ququş"), Azeri asıllı İranlı şarkıcı, oyuncu. Guguş'un ebeveynleri Sabir ve Nesrin Ateşin Sovyet Azerbaycan kökenliydi ve bu nedenle doğan ilk çocuklarına Guguş ismi vermek istediyseler de İran kültürü dışındaki isimler tanınmadığı için resmiyette Guguş'un adı doğum belgesinde Faike Ateşin olarak tescil edilmiştir. O, 1970'li yıllarda İran'ın en sevilen kadın şarkıcısıydı. Onlarca albüm çıkardı, 500'den fazla filmde oynadı. Ancak 29 yaşında ve kariyerinin zirvesindeyken, ülkesinde rejim değişti. İran'ın yeni yönetimi, önce şarkılarını yasakladı, sonra onu, "evlilik dışı bir ilişki sürdürdüğü" gerekçesiyle hapse attı. Dönemin tüm sanatçıları yurt dışına kaçtı. Fakat o, bütün yaşadıklarına rağmen ülkesinde kalmayı tercih etti. Müziğe küstü, uzun ve sıkıntılı bir döneme girerek evine kapandı. 1990'lı yılların başında depresyon tedavisi gördüğü bir dönemde üçüncü eşiyle tanıştı. Onun desteğiyle hayata ve müziğe geri döndü. İran'ı terk edip, Amerika'ya yerleşti ve yirmi yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkardı. Onun müziğe geri dönüşü İranlılar tarafından coşkuyla karşılandı ve albüm satışları rekor kırdı. Kısa sürede, yine zirveye çıkan, eski ününü kazanan Guguş, özellikle ülkesini terk etmek zorunda kalan İranlılar ve rejim karşıtları tarafından umudun ve özgürlüğün simgesi olmuştur. Reşid Behbudov Reşid Mecid oğlu Behbudov (Azerice: "Rəşid Məcid oğlu Behbudov", 14 Aralık 1915 - 9 Haziran 1989), Azerbaycanlı Sovyet şarkıcı ve oyuncu. Hanende Mecid Behbudalı oğlunun ailesinde dünyaya gelmiştir. Annesi Firuze Hanım, Vekilovlar soyuna mensup idi. Çocuk yaşlarından okul korosuna katılan Behbudov, 1933 yılında Demiryolu Eğitim Okulu'na dahil olmuştur. Eğitimi döneminde öğrenci özfaaliyet orkestrasında çalışmıştır. Askeri hizmeti sırasında askeri birliğinin solisti olan R. Behbudov, askeri hizmetten sonra Tiflis pop gruplarından birinde solistlik yapıyor ve kısa sürede besteci A. Ayvazyan'ın yönetimindeki Ermenistan Devlet Caz (Jazz) orkestrasında solistliğe başladı. 1930'lu yıllarda Ermenistan Devlet Opera ve Bale Tiyatrosu'nda, klasik operaların koro sahnelerinde solo okuyor. 1939 yılında aynı tiyatronun bandosu ile birlikte Moskova'da Ermenistan sanatları günlerinde yer aldı. 1942 yılında toplulukla birlikte Kırım cephesine yollanır. 1943 yılı sonunda Bakü sinema stüdyolarında Üzeyir Hacıbeyov'un aynı isimli operetinde motifleri temelinde çekilen "Arşın Mal Alan" filminde baş role davet alır. 1945 yılında film yayınlandığında yalnız Azerbaycan'da değil, tüm Sovyetler Birliği'nde büyük popülerlik kazandı. 1946 yılında bu filmdeki Asker rolünden dolayı Reşid Behbudov'a "Stalin Ödülü" verilir. 1949 yılında Budapeşte'de yapılan Dünya Gençler ve Öğrenciler Festivali'nde sahneye çıktı. 1946 - 1956 yıllarında Azerbaycan Devlet Filarmoniyasının, 1953 - 1960 yılları arasında aralıklarla Mirze Feteli Ahundov adına Azerbaycan Devlet Opera ve Bale Tiyatrosunun solisti, 1957-1959 yılları arasında Azerbaycan Devlet Konser birliğinin organizatörü ve Başkanı olmuştur. 1966 yılından müzik ve pop sanatının caz, bale, pandomima gibi çeşitli tarzlarını organik biçimde birleştiren Azerbaycan Devlet Şarkı Tiyatrosunu düzenlemiş ve ömrünün sonuna kadar onun solisti ve sanat rehberi olmuştur. Azerbaycan Türkçesi, Bengalce, Farsça, Hintçe, Rusça, Anadolu Türkçesi ve Urduca gibi birçok dilde şarkı söylerdi. Arjantin, Arnavutluk, Belçika, Birleşik Krallık, Çin, Etiyopya, Finlandiya, Hindistan, Irak, İran, Şili ve Türkiye gibi birçok ülkeyi turlayıp sahne aldı. Türkiye'de ilk konserleri 1961 yılında kemancı Azad Aliyev ile Ankara ve İstanbul'da gerçekleşti. Sovyetler Birliği'nde sahneye mikrofonsuz çıkıp şarkı söylemesiyle bilinirdi. Tüm Sovyet cumhuriyetleri ile birlikte Arjantin, Bulgaristan, Belçika, Şili, Çin, Etiyopya, Finlandiya, Hindistan, İran, Irak, İtalya, Mısır, Türkiye gibi birçok ülkeyi turlayıp sahne alan R. Behbudov, Azerbaycan halk türkülerinin ve Azerbaycan bestecilerinin vokal eserlerinin yabancı ülkelerde popularlaşmasında çok büyük rol oynamıştır. Türkiye'de ilk konserleri 1961 yılında kemancı Azad Aliyev ile Ankara ve İstanbul'da gerçekleşti. Sovyetler Birliği'nde sahneye mikrofonsuz çıkıp şarkı söylemesiyle bilinirdi. R. Behbudov Hindistan'a ziyareti hakkında "Uzak Hindistan'da" kitabını yazmıştır. 1959 yılında kendisine SSCB Halk sanatçısı , 1980 yılında Sosyalist Emek Kahramanı unvanı verilmiştir. Dahi sanatçı 1989 yılı Haziran 9'unda Moskova şehrinde vefat etmiştir. Kızı Reşide Reşit babasının yolunu sürdürüyor. Reşid Behbudov`un doğumunun 96. yılı École Polytechnique Fédérale de Lausanne École polytechnique fédérale de Lausanne (EPFL) İsviçre'nin Lozan şehrinde bulunan federal teknik üniversitenin ismidir. EPFL Avrupa'nın merkezindedir ve Avrupa'nın önder bilim ve teknoloji müesseselerinden biridir. Üniversite İsviçre federal hükumeti tarafından kurulmuştur. Misyonu bunlardan ibarettir: EPFL'e denk bir müessese de İsviçre'nin Almanca konuşulan bölgesindeki Eidgenössische Technische Hochschule Zürich' tir (ETH Zürich veya ETHZ). EPFL yedi okullara ayrılmıştır: Frankie Avalon Francis Thomas Avallone (18 Eylül 1939, Philadelphia), Amerikalı oyuncu ve şarkıcı. José Luis Perales José Luis Perales (d. 18 Ocak 1945, Castejón-Cuenca, İspanya) İspanyol şarkıcı ve besteci. Meni Meni veya er suyu, ejakülasyon sırasında penisten çıkan, içerisinde erkek üreme hücresi olan spermleri bulunduran beyaz, yoğun ve hafif yapışkan sıvı. Erkek memeliler tarafından üremek için üretilen spermatozaları içinde barındıran organik sıvıdır. Üreme sırasında kadın üreme ovumunu döllemek üzere erkek cinsel organlarında üretilir. İçeriğinde yaklaşık 200 ila 500 milyon adet spermatoza barındırır. Ayrıca içeriğinde amino asit, sitrat, enzimler, flavin, fruktoz, proteinler ve C vitamini de bulunur. Kendine has yapışkan bir yapısı, rengi, ve yoğunluğu vardır. Çoğu insan menisi beyaz renklidir. Zaman zaman griye veya sarıya çalan renkte meni görülmesi de mümkündür, bu olağan bir durumdur. Menide kan görülmesi veya pembeye çalan renkte olması hematospermia isimli tıbbi rahatsızlık işaretidir ve acilen doktor kontrolü gerektirmektedir. Meni akıntısı sonucu ise boşalma gerçekleşir. Gilbert Bécaud Gilbert Bécaud, (d. 24 Ekim 1927; Toulon, Fransa - ö. 18 Aralık 2001; Boulogne-Billancourt, Fransa), Fransız şarkıcı, besteci ve aktördür. Müzisyenlik hayatı boyunca 33 kere Olympia'da konser vermiş, şahsına münhasır swingi ve hayranlarının coşkuyla koltukları kırması nedeniyle, 'Monsieur 100.000 Volts - 100.000 Voltluk Bey' lakabını kazanmıştır. Hafızalarda enerji dolu, hep hareket halinde bir kişilik olarak yer almıştır. Puantiyeli kravatı, dört yüze yakın şarkısı ve doğru söylediğinden emin olmak için kulağının üzerindeki eli ile hatıralardadır. En çok bilinen şarkıları arasında "Nathalie", "L'important c'est la rose ve Et Maintenant yer almaktadır." Luigi Tenco Luigi Tenco, (d. 21 Mart 1938, Cassine - ö. 27 Ocak 1967, Sanremo), İtalyan şarkıcı, söz yazarı ve aktör. Richard Harris Richard St John Harris (d. 1 Ekim 1930 – ö. 25 Ekim 2002) İrlandalı aktör, şarkıcı, tiyatro yapımcısı, film yönetmeni ve yazardır. Kariyeri boyuncu pek çok film ve oyunda rol alan Harris'in en çok bilinen rollerinden biri 1967 yılı filmi "Camelot"daki "Kral Arthur" rolü ve sonrasındaki 1982 Broadway gösterinin canlandırmasındaki performanslarıdır. Aynı zamanda son performanslarından biri olan Harry Potter film serisinin ilk iki filmindeki Albus Dumbledore rolü ile de bilinir. 1970 filmi Vahşi Kahraman'da aristokrat ve tutukluyu, 2000 filmi "Gladyatör"de İmparatör Marcus Aurelius'u, 2002 filmi "Apocalypse Revelation"da Aziz John'u ve 1997 yapımı The Hunchback'da silahşörü ve Dom Frollo'yu canlandırdı. Harris'in müzisyen olarak İngiltere ve ABD listelerinde 1968 kaydı Jimmy Webb'in şarkısı "MacArthur Park" ile ilk 10'a girdi. Ününün zirvede olduğu 1960 ve 1970'lerde sanattaki yeteneği kadar aşırı alkol ve düzensiz yaşamı ile tanınmaktaydı. Sofular, Ağaçören Sofular, Aksaray ilinin Ağaçören ilçesine bağlı bir köydür. Aksaray iline 67 km, Ağaçören ilçesine 17 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, kara
sal iklim etki alanı içerisindedir. Köyde ilköğretim okulu vardır ancak kullanılmamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyde, içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi de yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Licancabur Licancabur, 5.920 m yüksekliğinde sönmüş bir volkan. Bolivya-Şili sınırında Laguna Verde gölü yakınlarında bulunup, Atacama Çölü üzerinde yükselir. Kraterinin içinde Dünya'nın en yüksekteki gölü bulunur. Dış sıcaklık -30 °C dereceyi bulsa da gölde, çok sayıda canlı mevcuttur. Dağa en yakın yerleşim yeri San Pedro de Atacama köyüdür. Dağın hemen yanında, çok günlü turlarla Bolivya şehri Uyuni ve Salar de Uyuni'ne giderken bağlantılı olarak ziyaret edilen ünlü Laguna Verde bulunur. Bolivya tarafındaki zirve (Şili'deki tarafın aksine) normalde buzsuzdur. Zirveye giden en kolay yol, Bolivya tarafında bulunan Laguna Verde'den başlar. Şili tarafından tırmanış, buradaki arazi mayınlı olduğundan şu an imkânsızdır. Zirveye tırmanışın kendisi, yumuşak volkan kumu, keskin kenarlı çakıl taşları ve yüksek irtifa sebebiyle çok zahmetlidir. Hem normal yol boyunca hem de hemen zirvede İnka zamanından kalma kalıntılar bulunur. San Pedro de Atacama (Şili) ve Uyuni'den (Bolivya) turizm büroları, zirveye turlar düzenlerler. Çakırlar, Yapraklı Çakırlar, Çankırı ilinin Yapraklı ilçesine bağlı bir köydür. Çankırı iline 46 km, Yapraklı ilçesine 27 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Köyde ilköğretim okulu olmasına rağmen son yıllardaki mevzuat değişikliğinden sonra taşımalı eğitime geçilmiş ve köy okulu kapatılmıştır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Tia Hellebaut Tia Hellebaut (d. 16 Şubat 1978, Anvers, Belçika), Belçikalı atlet. Bir zamanlar heptatlon yarışçısı iken şimdi yüksek atlama yarışlarına katılıyor. Hellebaut, antrenörü Wim Vandevan tarafından Atletica 84 kulübünde idman yapıyordu. 2001'den Ekim 2005'e kadar Atletiek Vlaanderen'le çalıştı. 1 Kasım 2006'dan itibaren BLOSO'da profesyonel atlet oldu. Şimdi Tessenderlo'da yaşıyor. Göteborg, İsveç'te düzenlenen 2006 Avupa Atletizm Şampiyonası'nda yüksek atlamada altın madalyanın sahibi oldu. Tia Hellebaut 2.03 m atlayarak en iyi derecesini, şampiyona rekorunu ve Belçika rekorunu da kırmış oldu. IAAF Golden League'in 2006'daki Brüksel (1,98m) ve Berlin (2,00m) ayaklarında 1. geldi. Hamile olduğu için sporu bıraktığını açıklamıştı. Daha sonra vatandaşı olan tenisçi Kim Clijsters'in doğum sonrası spora dönüş yapıp, Amerika Açık'ı kazanması üzerine ; 16 Şubat 2010 tarihinden itibaren çalışmalara başladığını ve 2010 Avrupa Şampiyonası'na katılacağını belirtti. Anchorage, Alaska Anchorage ABD'de Alaska eyaleti'nin merkezî güneyinde bulunan bir kent ve yerel idare bakımından bir "birleştirilmiş belediye"dir. Anchorage büyük kent ABD'de ülkesinin en kuzeyinde bulunur. Nüfus (2010 itibarıyla) 291,826 kişi olup komşu "Matanuska-Susitna Borough" yerel idare birimi ile oluşan "Anchorage Metropoliten" istatistik bölgesinin nüfusu 374,553 kişidir. Anchorage Alaska eyaletinin en büyük şehirsel yerleşkesi olup eyaletin nüfusunun %40'i bu kentte yaşamaktadır. ABD'nin 50 eyaleti arasında eyaletin en büyük şehrinde yaşayan nüfus oranı ancak New York eyaletinde daha yüksektir. Anchorage 1912'de Alaska bir ABD bölgesi olarak ilan edildiği zaman vahşi bir sahil kenarı idi ve burada ne bir balıkçı köyü; ne bir çiflik bile bulunmamaktaydı. Kentin bulunduğu mevkide ilk yerleşim 1914'de Alaska'ya yapılmakta olan demiryolu hattı için işçilerin yerleştirilmesi ile başladı. "Alaska Demiryolu" adı verilen bu demiryolunun inşa edilmesi 1923'e kadar sürdü ve demiryolu hattı şimdi şehir içinde olan "Ship Creek" adlı liman ve gar bulunan noktada sona erdi. Bu terminal civarı demiryolu hattı inşası sona erdiğinde bir büyük çadır şehrine dönüşmüştü. Çadırlı şehrin güneyinde bulunan daha yüksekçe arazi parsellendi ve çok geçmeden burada binalar yapılmaya ve sonradan da çadır şehri taş ve tuğla binalı bir semte dönmeye başladı. 23 Kasım 1920'de Anchorage şehri belediyesi kuruldu. 1920'li ve 1930'lu yıllarda şehrin ekonomisi bu demiryolu terminaline bağlı kaldı. 1940'lı ve 1950'li yıllarda Alaska'da Amerikan ordusunun ve hava gücünün üslerinin kurulması ve askeri ve sivil hava alanlarının yapılması ile kentin ekonomik bazı değiştirildi. Kent birdenbire büyümeye başladı. 27 Mart 1964'de Anchorage büyük bir depremle sarsıldı. Dünya deprem gözümlenmesi tarihinin ikinci şiddetli depremi olarak kayıtlanan bu depremde şehir insan ve çok büyük maddi zayiatı gördü. 1960'li yıllardan geri kalanları şehrin yeniden yapımı ile geçti. 1968'de Alaska'nın kutup alanlarından olan "Prudhoe Körfezi"nde büyük petrol alanları bulundu ve Anchorage petrol şirketlerine baz haline geçip çok hızla gelişti. 1975'de kenti yerel idare şekli değiştirildi ve yeni bir kent ve civarındaki büyük arazileri bileştirilerek kentten idare edilen "Anchorage Birleşik Belediye" idaresi kuruldu. 1980'li yıllardan itibaren şehirde yapılan imar hareketleri ile kent büyüyüp daha da güzelleştirildi. Kent 1956, 1965, 1984/1985 ve 2002'de "Milli Şehir ligi" tarafında en iyi Amerikan şehri olarak ilan edildi. Anchorage, merkezî güney Alaska'da bulunur. 61 derece kuzey paraleli üzerinde bulunup Oslo, Stockholm, Helsinki ve Sankt-Peterburg kentlerinden daha kuzeyde; ama Reykjavík veya Murmansk'tan daha güneyde bulunmaktadır. Kent "Alaska Yarımadası"nın, "Kodiak" adasının ve "Cook Körfezi"nin kuzeydoğusunda; "Kenai Yarımadası"nın kuzeyinde; "Prince William Körfezi"'nin ve "Alaska Panhandle"in güneye uzanan kolunun kuzeybatısında ve "McKinley/Denali Dağı"ın hemen güneyindedir. Kent ince kumlu bir düşük rakımlı sahil şeridi üzerinde konumlanmıştır; ama "Chugash Dağları"nın alt yamaçlarına doğru uzanmaktadır. Anchorage'in en batı ucunda bulunan "Campbell Burnu", kuzey ucunda "Cook Körfezi"'ne girer ve körfez burada ikiye ayrılır. Bu koyun güneyde bulunan "Turnagain Kolu" bir fiyorddur ve dünyada görülen en yüksek gelgit olaylarına şahit olur. Batıda ve kuzeyde bulunan "Knik Kolu" diğer bir yüksek gelgit olayı görülen körfezdir. Kentin doğusunda bulunan, ama yerel idare bölgesi sınırları dışında kalan, "Chudash Dağları" hiç gelişmemiş boş vahşi dağlık alanlar olup "Chugash Eyalet Doğa Parkı"'nın bir parçasıdır. Kentin sahili çok tehlikeli çamurlu alanlardan oluşmaktadır. Bu alanlarda çok çabuk gelgit olayı ortaya çıkmakta ve sahil çok ince buzul kumundan oluştuğu için hiç beklenmedik şekilde tehlike doğurmaktadır. Turistler ve yeni gelenlere bu sahilin çok tehlikelerinden dolayı sahil yürüyüşleri yapmamaları tavsiye edilmektedir. Son olarak 1961 ve 1989'da ortaya çıkan ölümsel vakalar git zamanı çok sert görülen sahil kumunun denizin gelmesi ile çok yumuşayarak insanı içine çeken kum haline gelmesi ile ortaya çıkmıştır. Anchorage’in bulunduğu yarımada nispeten dar bir alana kısılmıştır, ancak kent yaygın bir vaziyettedir. Birçok berrak nehir, dağlık kesimlerden Cook Korfezi’ne akar ve bu yüzden zaman zaman somon sayısında düşüklük gözlenir. Bölgede aynı zamanda balık tutulabilecek güzel goller mevcuttur. Anchorage'in iklimi "sub-arktık" adı verilen kutuplar yakınlarında bulunan bölgelerin soğuk iklimidir. Ama deniz kıyısında bulunan Anchorage'de hava, Alaska eyâletin diğer noktalarındaki yerlere göre daha yumuşak geçer. Yazlar nispeten serin ve kışlar ise Alaska'nın iç kesimlerden daha ılıktır. Yazlık ısı derecesi 3 - 21 °C arasında; kışlık aylık ısı derecesi ise –7 ile –15 °C, arasında olup bazan ısının -36 °C 'ye düştüğü gözümlenmiştir. Anchorage bölgesi Alaska'nın iç kesimlerden daha fazla yağış almaktadır. Yazları bile çok kere yağmur almaktadır. Ekimden Nisana kadar süren kış içinde ise yağışlar çok kere kar olarak düşmektedir. Şehir dünyanın çok kuzey bölgesinde olduğu için günler yazları çok uzun ve kışın ise gayet kısa olmaktadır. Kışın kısa günlerinin çoğu da bulutlu geçtiği için Alaska'da yaşamlar bu mevsimde az hatta hiç güneş görmemektedirler. Anchorage deprem ve volkanik faaliyet bölgesi içindedir. 27 Mart 1964'de olan şiddetli bir deprem sonucu 143 kişi ölmüştür. Bu nedenle kentte bina yüksekliği sınırlanmıştır. Mart-Nisan 2009'da "Redoubt Volkan Dağı" 7.600m'ye yükselen yüksek küllü duman pükürtmüş ve Cook Körfezi etrafına bu kül inmiştir. Daha önce 1992'de kentin 125 km batısında olan "Spur Volkan Dağı" püskürmüş ve kentin sokakları 3 cm kalınlıkta volkanik külle kaplanmıştır. Bu külün sokaklardan temizlenmesi şehrin su kaynaklarını çok zorlamış ve atık su kanalizasyon sistemini hemen hemen tıkamıştır. Anchorage'in aşağıdaki kentler ile kardeş kent antlaşmaları vardır:: Fenerbahçe Gazetesi Fenerbahçe Gazetesi, Yaysat tarafından tüm gazete bayilerine dağıtılmaktadır. Yayın yönetmenliğini Atila Bartın yapmaktadır. Gazetede Fenerbahçe Spor Kulübü hakkında bilgiler, haberler, makaleler, sporcu ve yöneticilerin açıklamaları ile özel röportajlar yer almakta, ayrıca kulüp, yönetici ve futbolcuların pek göz önünde olmayan ya da bilinmeyen nitelikleri hakkında bilgi verilmektedir. Babür İmparatorluğu Babür İmparatorluğu (Farsça: امپراتوری مغولی هند "Empīrāturī-ye Moġolī-ye Hend" (Hint, Moğol İmparatorluğu), Urduca: مغلیہ سلطنت "Moghly-e Soltanat" (Moğol Sultanlığı) ya da kendi adlandırmalarıyla: گوركانى "Gurakānī"), günümüzdeki Hindistan ve çevresi üzerinde kurulmuş ve hüküm sürmüş Türk-Moğol kökenli devlet. Babür Şah tarafından 1526 yılında kurulan ve 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında imparatorluğun gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Hindistan'ın büyük bölümüne hakim olan imparatorluğun nüfusunun o tarihlerde 3,2 milyon kilometre karelik bir bölge üzerinde 110 milyon ila 150 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Babür İmparat
orluğu'nun hakimiyet alanı, en geniş olduğu dönemde bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan'ı kapsamaktaydı. İmparatorluğun klasik döneminin, Ekber Şah'ın 1556 yılında tahta çıkması ile başladığı kabul edilir. Onun yönetimi altında, Hindistan, kültürel ve ekonomik ilerlemenin yanı sıra farklı dinlerden olanların uyumu açısından çok iyi bir konuma ulaşmıştır. Babür İmparatorluğu'nun beşinci imparatoru Şah Cihan'ın saltanatı, imparatorluğun mimarlık ve sanat alanında altın çağıdır. Agra'daki efsanevi Tac Mahal'in yanı sıra pek çok mükemmel eser onun döneminde yapılmıştır. Babür İmparatorluğu'nun, Evrengzib'in hükümdarlığı sırasında toprak genişlemesi doruk noktasına ulaştı. Onun döneminde 150 milyonluk nüfusu ile imparatorluk dünya nüfusunun dörtte birine hükmeder konumdaydı. 1739 yılında Nadir Şah güçleri tarafından Karnal Savaşı'nda mağlup edilen Babür İmparatorluğu, 18. yüzyılın ortalarından itibaren idari ve ekonomik olarak zayıflamaya başladı. Son imparator Bahadır Şah II'ın sadece şehir üzerinde otoritesi vardı. 1858 yılında bir isyan üzerine bölgeye müdahale eden İngiliz'lerce Babür İmparatorluğu'na son verilerek Hindistan, Büyük Britanya İmparatorluğu'na bağlanılmıştır. Babür imparatorluğu uluslararası literatürde Farsça Moğol anlamına gelen "Mughal" olarak yer alsa da imparatorluğun kurucusu Babür Şah'ın anne tarafından atası olan Moğol İmparatorluğu'nun kurucusu Cengiz Han'ın oğlu Çağatay'ın kurduğu Çağatay Hanlığı islamiyeti kabul etmiş ve Türkleşmiştir. Babür Şah'ın baba tarafından atası olan ve soyu bir Türk-Moğol boyu olan Barlaslar'a dayanan Timur da müslümandır ve Türk'tür. Zahireddin Muhammed Babür Babası Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirza'nın ölümünden sonra amcası ile yaptığı taht mücadelesini kaybetmiş ve emri altındaki beylerle birlikte 1504' te Kabil'e gitmiştir. Devletin başkentini de burası yapmıştır. 1519 yılında Pencap bölgesini ele geçirmiş, 1524 yılında Delhi Sultanını yenilgiye uğratarak Lahor'a girmiştir. Delhi'den sonra Agra'yı alan Babür Şah burayı başkent yapmış ve Babür İmparatorluğunu kurmuştur. 1530 yılında ölen Babür Şah'dan sonra devletin başına oğlu Hümayun (1530-1556) geçmiştir. Tahtının ilk yıllarında kardeşleri ve akrabaları ile mücadele eden Hümayun bir yandan da Ludi hükümdarı ile mücadelede bulunmuş ve bu mücadelelerden galibiyetle ayrılmıştır. Yetenekli bir hükümdar olmayan Hümayun Şah 1566 yılında ölmüş yerine Ekber Şah (1556-1605) geçmiştir. 5 Kasım 1556'da Babür İmparatorluğu II. Panipat Zaferi'ni kazanarak eski gücüne kavuştu. Tahtta hak iddia eden Hemu, Ekber Şah'ın veziri Bayram Han tarafından yenildi ve Babür hanedanının fetret devri sona erdi. Ekber Şah döneminde sarayda Hint etkisinin arttığı görülmüştür. Bu dönemde Hintler de devlet ve askerlik işlerinde görev almaya başlamışlardır. 1605'de ölümünden sonra yerine Cihangir(1605-1627) geçmiştir. Bu dönemde önemli başarılar görülmemiş ve Kandahar şehrini İran ele geçirmiştir. Yapılan en önemli iş olarak Lahor ile Agra arasında yapılan yoldur. İngilizler bu dönemde Hindistan ticaretine el atmış ve Surat limanında yer açarak zamanla buradan Hindistan'ı ele geçirecek gelişmeyi sağlamışlardır. Cihangir'in ölümü üzerine yerine oğlu Şah Cihan (1628-1658) geçmiştir. Kardeşleri ile girdiği taht mücadelelerini kazandıktan sonra bir daha bu tip mücadelelerin yaşanmaması amacıyla kendi soyundan gelen bütün erkekleri öldürtmüştür. Şah Cihan döneminde Avrupalılar ile ilişkilerin daha da arttığı görülmektedir. 1658 yılında hastalanan Şah Cihan'ın yerine oğlu Evrengzip (1658-1707) tahta çıkmıştır. Onun zamanında Hindistan ticaretinde Hollandalılar'da rol almaya başlamışlardır. 1707 yılında ölümü ile yine taht kavgaları başlamış ve ülke 1723'te Delhi ve Haydarabad şahlıkları olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İran Hükümdarı 1739'da Delhi'yi zaptetmiş ve imparatorluk hazinesinin büyük bölümüne el koymuştur. 1748 yılında Afgan hükümdarı Hindistan'a girmiş ve birçok eyaleti ele geçirmiştir. 1760'ta II. Alemgirşah 'ın yerine II. Şah Alem geçmiş bu dönemde İngilizlerle 1764 Baksar Savaşı yapılmış ancak yenilgiye uğranınca İngilizler Hindistan'da hüküm sürmeye başlamışlardır. 1766 Allahabad Antlaşması ile İngiliz hakimiyeti daha da artmıştır. 1857 yılında çıkan Sipahi İsyanı'nı da bastıran İngilizler 1858'de son Babür İmparatoru Bahadır Şah II'ı tahttan indirip çocuklarını da öldürmüş ve Hindistan'daki Timur hanedanına son vererek Hindistan'ı İngiliz İmparatorluğu'na katmışlardır (Bk:Britanya Hindistanı). Babür İmparatorluğunun Hindistan'a en büyük katkısı eşsiz mimarisi olmuştur. Hindistan'daki birçok anıt Babür mimarisinin ince örneklerini temsil etmektedir. Babür mimarisinin en önemli eseri ise Tac Mahal olarak bilinmektedir. Yapımına 1631'de başlanan ve 1652'de tamamlanan, Şah Cihan'ın çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal'in ölümü üzerine inşa ettirdiği Tac Mahal başta olmak üzere, Hümayun Türbesi, Agra Kalesi, Lahor Kalesi UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alan Babür İmparatorluğu mimarisinin en önemli örnekleridir. Hindistan'ın birçok şehri ile birlikte, Pakistan, Afganistan ve Bangladeş'de Babür mimarisinden örneklere rastlanmaktadır. Babür İmparatorluğu'na ait mimari eserlerin en önemli özelliği, hacimce büyük yapılar olmalarıdır. Genel malzeme kullanımı, mermer ve kırmızı kum taşı üzerinedir. Kakmacılık gelişmiş bir süsleme biçimi olmakla beraber kubbe mimarisi de görülmektedir. Alemgir devrinde mimari yönden bir çöküş başlamış olsa da buna rağmen yine de bazı önemli eserler yaptırılmıştır. Bunlar Lahor’daki Padişahî Cami’si ve Delhi kalesindeki Motî Mescit’idir. Bir süre, Safevî sarayında sürgün hayatı yaşayan Hümâyun'un ülkesine dönerken yanında Tebrizli sanatçıları da getirmesi nedeniyle Hindistan sanat çevrelerinde minyatüre karşı duyulan ilgi artmıştır. Başlangıçta Tebrizli ustaların kendi tarzlarını aktardıkları minyatürlerde zamanla yerel ustaların da katılımıyla kendine özgü bir üslup gelişmiştir. Babür İmparatorluğun'da minyatürcülüğün en verimli dönemi Hümâyun un oğlu Ekber Şah zamanına rastlamaktadır. Çeşitli yazmaların yanı sıra Bâbür hükümdarları için kaleme alınan şehnâme tarzındaki Bâbürnâme, Ekbernâme adlı eserler resimlendirilmiş, hükümdarların savaşları, avlanmaları, tören ve eğlenceleri gerçekçi bir yaklaşımla tasvir edilmişitir. Cihangir döneminde portrelerin yapımı yaygınlaşmış, Şah Cihan ve Evrengzib devirlerinde ise sadece Racastan, Dekken gibi eyaletlerde minyatür devam etmiştir. Babürlü astronomlar, gözlemsel astronominin gelişmesinde katkıda bulunmakla beraber Hümayun, Delhi yakınlarındaki kişisel bir gözlem evi inşa ettirmiştir. Babür gözlem evleri, kullanılan alet ve gözlem teknikleri bakımından özellikle İslami geleneğe dayanmaktaydı. Salar de Uyuni Gölü Salar de Uyuni, 10.582 km² alanıyla Dünya'nın en büyük tuz göllerinden biri. Bolivya 'nın güneybatısında, 3.653 m yükseklikte bulunur ve Titikaka Gölü ile beraber Altiplano Platosu'nun tabiat açısından doruk noktası olarak kabul edilir. Gündüz ışıldayan aydınlığı geceleri sert ayazı ile daha çok sert buz tutmuş bir göle benzer. Ancak yüründüğünde ayakların altında gıcırdayan buz değil kaba tuz kristalleridir. Salar de Uyuni'nin tuz kapasitesi yaklaşık 10 milyar ton olarak tahmin edilir. Bunun yıllık 25.000 tonu çıkarılarak şehirlere nakledilir. Daha güneydeki lagünlerle beraber göl Güney Amerika Flamingoları için önemli bir yaşam alanı teşkil eder. Yağmur zamanı boyunca tuz kabuğu lokal olarak birkaç desimetre su ile örtülür. Yaklaşık Haziran sonundan yağmur zamanının başlagıcı Aralık başına kadar göl kurudur. İstisnai olarak çamurlu kıyı şeridi ve tek tek su gözleri hariç 30 m lik muazzam tuz kabuğu üstünden otobüs ve kamyonlar gidebilir. Güherçile savaşları sırasında yakınlarda bulunan Uyuni bir garnizon şehriyken, bugün çevreye yapılan turistik gezilerin bir başlangıç noktasıdır. "Incahuasi" (İnka evi), Salar de Uyuni 'nin en ünlü adasıdır. Ada 12 m ye varan birçok kaktüsle kaplı olup , Uyuni şehrinden yaklaşık 80 km mesafededir ve buradaki tuz otele kuru zamanda bisikletle bile ulaşılabilir. Tur operatörlerinin arazi araçları için 20 cm lik su örtüsü sorun teşkil etmez. Yelena Yelesina Yelena Yelesina (d. 4 Nisan 1970, Çelyabinsk) Rus yüksek atlamacı. 2000 Sidney Yaz Olimpiyatları'nda 2,01 metrelik derecesiyle altın madalyanın sahibi olmuş, kişisel rekorunu geliştirmeye 1 santimetre kalmıştı. Ayrıca birçok şampiyonadan gümüş ve bronz madalya almaya hak kazanmıştır. Şüpheli Şüpheli, bir ceza muhakemesi terimidir. Hukuken kolluk ve savcılık evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder. Günlük dilde "şüpheli" ve "sanık" aynı anlama gelecek şekilde kullanılsa da hukuken bu terimler birbirinde farklıdır. Bir kişinin belirli bir suçu işlemiş olabileceğine dair savcılık kanaati oluştuğunda o kişi şüpheli kabul edilir. Şüpheli kişi hakkında savcılık emrindeki kolluk güçleri (polis, jandarma vs.) tarafından soruşturma yapılır. Savcılığın oluşturduğu resmî bir suçlama mahkeme öncesinde hakim tarafından onaylandığında yani kişi hakkında ceza davası açıldığında kişi "sanık" durumuna geçer. Sanık, kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder. Ioamnet Quintero Ioamnet Quintero (d. 8 Eylül 1972), Kübalı yüksek atlamacı. Barselona, İspanya'da gerçekleşen 1992 Yaz Olimpiyatları'nda bronz madalyaya, Stuttgart, Almanya'da gerçekleşen 1993 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda altın madalyaya ulaşmıştır. Cornelius Castoriadis Cornelius Castoriadis (Yunanca: Κορνήλιος Καστοριάδης "Kornelios Kastoriadis", d. , İstanbul - ö. , Paris), Yunan asıllı Fransız filozof ve psikanalizci, hukukçu, aktivist ve özgürlükçü sosyalist. 13 yaşından itibaren Marksizm ile ve sosyalist düşünceyle tanışan Castoriadis, hukuk,felsefe ve ekonomi okudu. II. Dünya Savaşı sırasında, faşizme karşı Yunan direniş hareketinde Troçkist uluslararası franksiyonu içinde yer aldı. 1945’ten sonra Fransa’ya gitti. Orada Claude Lefort ve Jean-François Lyotard ile birlikte "Ya S
osyalizm Ya Barbarlık" dergisini ve grubunu kurdu. Bu grup, sosyalizmin Troçkizm yorumununun ayrımlanmasına damgasını vurdu. Troçkist Fransız Partisi bu grubun etkisiyle meydana geldi. Daha sonra, Ya Sosyalizm Ya Barbarlık çevresi Troçkizmden uzaklaşmaya başladı, anarşizme yönelim gösterdi ve Marksist düşüncenin ve onun ardıllarının en sert eleştirilerinden birini şekillendirdi. 1953'te Doğu Berlin'deki işçi ayaklanmalarının ve 1956 Macar İsyanının mukabil devrimci eylemlerle desteklenmediği görüldü; bütün bunlar Costariadis'in düşünsel değişimini destekledi. Castoriadis, 13 yaşında tanışmış olduğu Marksizmin işlemediğine tanık oldu. Bu noktadan itibaren bağımsız bir entelektüel tasarıya yönelim gösterdi. Castoriadis her zaman "devrimci kalmakta" ısrar etti ve söz konusu eleştirilerini de bu bağlamda ortaya koydu.Sergilenen sosyalizm pratigini bu anlamda kabul edilmez buldu.Giderek kendine özgü boyutları olacak şekilde anarşizm yönünde gelişen fikirler oluşturdu. Tabiata, İnsana ve Hayata Dair başlığıyla yazılarının derlendiginde kitabında, "Marksist olmak ile devrimci olmak arasında tercih yapmak zorunda kaldığında devrimi tercih ettiği"ni söyler. Castoriadis bu süreçte psikanalize yöneldi ve uzun yıllar analizci olarak etkinlik gösterdi. 1980'lerden itibaren, Fransa'da araştırma görevlisi olarak dersler verdi.26 Aralık 1997'de öldü. Bir röportajında (bkz. Linkler) temel itkisinin her zaman "içkin eleştiri" olduğunu söyler. Bu bakımdan Marksizmin kendisi için görünen sorunları, onu eleştirel bir hesaplaşmaya yöneltti. Çalışmalarının çoğunluğunda bu hesaplaşma girişimi görülür. En radikal ve kuramsal olarak boyutlu marksizm ve sosyalizm eleştirilerinden birisi Castoriadis tarafından ortaya konuldu. Temel eleştirisi Marksizmin başlangıçtaki yaratıcı ilkesinden, tarihi yapanın insan olduğu ilkesinden uzaklaştığı yönündedir. Castoriadis, imgelem, imgesel imlem, imgesel kuruluş, yaderklik, kurumlandırma gibi terimleri felsefi olarak değerlendirir ve kullanır. Öncelikle Castoriadis, düşünce ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi " imge" kavramıyla değerlendirir. Varlık, düşüncede ele alınan varlıktır; bu bakımdan Castoriadis'in epistemoloji-içi bir ontolojik yaklaşım geleneğine dahil olduğu bilinmektedir. Bunun dışında Castoriadis, düşünce-varlık ilişkisini tersine cevirir; varlık'ın fiziksel varoluşla değil, imgesel varoluşta ele alınmasını önerir. Örneğin: Yansıma teorisi ve buna dayanan doğruluk iddiaları da Castoriadis'e göre uygun değildir. Şunu sorar; Bu kesin olarak bilinemeyeceği için her zaman mutlak bir kararsızlığa mecbur olduğumuzu söyler Castoriadis. Castoriadis ayrıca teori konusunda da ayrı bir yol izler. Ona göre tek bir dogru teori iddiası temelsizdir. Tarih boyunca düşünce tarihi Platon'dan Marks'a kadar bu ortak yanılgıyı devam ettirir. Oysa Castoriadis'e göre; Toplumsal ve doğasal varlıkların ontolojik ayrımından yola çıkan bir epistemoloji ile hareket eder. Doğanın varlığı ile toplumun varlığı iki ayrı ontolojiyi gösterir.Burada çifte ontoloji görüşü ortaya çıkar. Öte yandan Castoriadis, toplumu da "toplumdaki toplumsallık" ve toplumdaki doğasallık" olarak ikiye ayırır. Toplumsal alan bir imgesel kuruluş süreci olarak mevcuda gelmiştir. Doğa dışsal bir varlığa sahiptir, ancak toplumun gercekliği bir imgesel kuruluş ya da kurumlandırma pratiğinin ürünüdür. Maddi doğa, toplumsal varlık'ın anlaşılmasında kendi başına açıklayıcı değildir. Toplum, kendi kendini "kurumlaştıran ve kurumlaştırılan bir toplumdur". Toplum bir kurumdur ve kurumlandırandır, yani kurumlandırılmış bir kurum olarak insanları kurar ve böylelikle kendi sürekliliğini sağlar. Tarih ise bir "yaratım" tarihidir, yani insanların pratiklerinin, yapıp etmelerinin, praksisin bir sonucudur, ama bundan da öte aynı zamanda bu praksis hakkındaki söylemlerinin de bir sonucudur. Özne, tarihin yaratıcısıdır ve aynı zamanda o tarihin içinde imleyendir. Tarihin bilgisi ile nesnesi bu bakımdan kategorik olarak birbirinden ayrılamaz. Castoriadis'in çalışması, hem bilgi yönünde hem de tarihin degerlendirilmesi yönünde, pozitivizm karşıtı bir yönelim gösterir. Şöyle belirtir: "İmgesel imlem" kavramı "kurumlandırma", "yaderklik" gibi kavramları gibi Castoriadis'in özgül bir kavramlaştırmasıdır. O bu kavramla, kendi kendinde temellenen kavramları belirtmektedir. Bu kavrama örnek olarak Tanrı kavramı gösterilir. Tanrı bir "imgesel imlemdir", cünkü Tanrı ne gerçektir ne de akılsal bir üründür, imgesel ya da hayali bir imlem olarak söz konusudur. Bu nitelikteki imgesel imlemler toplumun yapılanışının temelini oluşturur. Alter do Chão Alter do Chão belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Arronches Arronches belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Avis (Portekiz) Avis belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 8 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Campo Maior Campo Maior belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Castelo de Vide Castelo de Vide belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Crato Crato belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Elvas Elvas belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede, 11 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Fronteira Fronteira belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 3 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Gavião Gavião belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Marvão Marvão belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Monforte Monforte belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Mora, Portekiz Mora belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Nisa, Portekiz Nisa belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo alt bölgesinde bir belde. Beldede 10 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Ponte de Sor Ponte de Sor belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 7 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Portalegre Portalegre belediyesi, Portekiz'in Alentejo bölgesine bağlı Alto Alentejo altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 10 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Ashraf Saber Ashraf Saber (d. 2 Nisan 1973), İtalya adına 400 m ve 400 m engellide yarışan bir atlettir. Faiz Faiz, ekonomi biliminde iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamda faiz, bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen gelir oranıdır. İkinci anlamda ise üretim amaçlı girdi olarak kullanılan sermayenin gelir oranıdır. Bu iki anlam iktisadi açıdan birbirlerinden farklı değillerdir ve iktisatçılar tarafından faiz olarak nitelendirilirler. Faiz oranı, nominal ve reel olmak üzere ikiye ayrılabilir. Nominal oran, bankalar gibi organizasyon ve kurumlar tarafından açıklanan faiz oranıdır. Reel faiz oranı ise enflasyona göre düzeltilmiş faiz oranıdır ve nominal orandan enflasyon oranının çıkarılması ile bulunur. Faiz ile ilgili teorik çalışmalar, son birkaç yüzyılda ortaya çıkmış olsa da, faizin pratikte kullanımı çok eski çağlara dayanmaktadır. MÖ 3000 yıllarında Sümerlerin faiz ile kredili satış yaptıkları bilinmektedir. Tarih boyunca pek çok farklı devlet ve din faize yönelik yasal kısıtlamalar getirmiştir. Bazıları faizi tamamen yasaklarken, bazıları ise faiz oranlarına azami bir sınır getirmeye çalışmışlardır. Bir yatırımın, yatırım dönemi süresince sadece anaparasının kazandığı faiz oranıdır. Basit faiz şu formül ile hesaplanır: Basit Faiz = Anapara * Faiz oranı * Süre Bir yatırımın yatırım dönemi boyunca kazandığı faizin de yeni yatırım döneminde yatırıma tabi tutulması sonucu elde edilen getiriyi gösteren faizdir. Diğer bir deyişle faizin de faiz kazanmasıdır.. Bir yatırımın, yatırım dönemi içerisinde, ödeme tarihine kadar üzerinde biriken faizdir. Bir yatırımın fiilen elde tutulma süresince getireceği faizi ifade eder. Bir sözleşmenin taraflarının sözleşmede kararlaştırdıkları faiz oranını ifade eder. Bir hukuki ilişkide taraflardan birisinin ödemesinin gecikmesi halinde uygulanan genellikle akdi faizden daha yüksek orandan uygulanan faizi ifade eder. Bir hukuki ilişkide uygulanacak faiz oranının belirlenmemesi halinde uygulanan ve kanun ile belirlenen faiz oranıdır. Faiz hukuki olarak asıl alacaktan ayrı fakat ona bağlı bir yan edimdir. Faiz asıl alacağın varlığına bağlı olduğundan, asıl alacak sona erdiğinde faiz borcu da sona erer. Faiz alacaklısı bu alacağını anaparadan ayrı olarak talep edebilir. Sona ermiş bir alacağın faizini talep edebilmek için bu hakkı daha önceden saklı saklı tutmak gerekir. Asıl alacağın zamanaşımına uğramış olması, faizi de zamanaşımına uğratır. Alacaklı asıl alacağı devrettiğinde işlemiş ve işleyecek faizi de devretmiş olur. Fakat aksinin kararlaştırılarak, faiz alacağının anaparadan ayrı devredilmesi de mümkündür. Asıl alacak ile faiz genellikle
farklı zamanaşımı sürelerine tabidir. Bu nedenle faiz alacaklarının asıl alacaktan önce zamanaşımına uğraması mümkündür. Asıl alacak yönünden zamanaşımının kesilmiş olması faiz alacağı için de kesildiği anlamına gelmez. Tasarruf Yaşamın devam etmesinde, insanların ve diğer canlıların kullandığı, vazgeçilmez olan maddelerin tüketiminde dikkatli davranma, gereği kadar kullanma, idareli tüketmeye tasarruf denir. Üzerinde yaşadığımız dünyada, insanların ve diğer canlıların yaşamsal olarak kullandıkları, bütün kaynakların, tükenen cinsten kaynaklar olduğunu, düşünecek olursak, bu yaşamsal kaynakların bir gün tükeneceği kaçınılmaz bir sondur. İnsanlığın yaşamsal kaynakları olan bu maddelerin, bilinçsizce tüketilmesi ya da tüketilmesi esnasında çevreye verilen zararların,bazı maddelerin tüketilmeden yok olmasına sebep olduğu, tüketilen bazı maddelerin ise bir miktar enerji kullanılarak geri dönüşümlerinin mümkün olmasına rağmen, bu enerjinin harcanarak geri dönüşümün sağlanmadığı, insanlığın ortak malı olan bazı maddelerin, insanlığın bazı kesimleri tarafından ekonomik güç ve üstün olma hırsı gibi, gayeler için kullanılması tahribatın boyutlarını artırmakta ve verilen zararlar önüne geçilmez bir hızla insanlığın yaşamını tehdit edecek düzeylere gelmektedir. Dünyamızda var olan, su, hava, toprak, bitki, hayvanlar, petrol ve doğalgaz gibi maddeler, sınırlı yaşamsal kaynaklardır. Bilinçsiz ve aşırı tüketim nedeniyle bu kaynaklar her geçen gün biraz daha azalmaktadır. Nispeten daha uzun süreli olan, güneş enerjisi ve rüzgar gibi enerji kaynakları ise insanlık tarafından henüz yeteri kadar kullanılmamaktadır. Ya da bu enerjilerde yararlanmak için kurulan sistemlerin ekonomik olarak pahalı sistemler olması nedeni ile insanlık henüz bu kaynaklara yeteri kadar yönelmemiştir. Hazır kaynakları kullanmak daha az emek ve sermaye gerektirdiğinden, daha cazip gelmektedir. İnsanlık görülen ve hiç de uzak olmayan bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır. İnsanlığı tehdit eden tehlikeye karşı, dünyanın ortak malı olan bazı tüketim maddelerinin bilinçsizce tüketilmesi insanlığı ortak tavır almaya zorlamaktadır. Ortak tavır alınabilmesi için insanlara, eğitim yolu ile tasarruf yapma,bilinçli tüketicilik, dünyanın ortak malı olan bazı tüketim maddelerine sahip çıkma, gibi istendik davranışların kazandırılması gerekmektedir. Tasarrufun yapılabileceği alanlar : Yaşamın her alanında, her tülü eylem ve hareketlerde tasarruf yapılacak,alanlar mevcuttur.Biz bu alanları kısaca şu ana başlıklar altında toplayabiliriz. 1. Enerjide tasarruf. 2. Tüketimde tasarruf. 3. Zamanda tasarruf. 4. Üretim aşamasında tasarruf. Bütün bunların yanında zorlukla kazandığımız paranın tasarrufu da büyük önem taşıyor. Tasarruf ve bütçe yönetimi geleceğinizi garanti altına alır ve istenmeyen borçlardan, iflaslardan, icralardan kaçınmanıza yardımcı olur. Her birey bütçe yönetimi yapmalıdır. İlerideki emeklilik planları, ev ve taşıt alımı gibi konularda daha rahat etmenizi sağlar. Chad Channing Chad Channing (d. 31 Ocak 1967; Santa Rosa, Kaliforniya), Amerikalı baterist. 1988'de Nirvana'da bateri çalmaya başladı. Nirvana, "Bleach" albümünü kaydederken davulda Channing vardı. 1990 yılının Eylül ayında gruptan çıkarıldı ve yerine Dave Grohl geldi. Daha sonra The Methodists, East of the Equator ve Redband gibi gruplarda çaldı. Kurt Cobain Channing'i gruptan çıkardığı an için "Bir adam öldürmüş gibi hissettim." yorumunu yaptı. Minette Walters Minette Walters (d. 26 Eylül 1949), İngiliz yazar. İngiltere'de Dorset'te kocası ve iki çocuğuyla yaşayan yazar, yayın dünyasına bir dergide editörlük yaparak girdi.Halen zamanını yalnızca yazarlığa ayıran Minette Walters, "Buz Odasındaki Ölü" ile en iyi ilk polisiye roman dalında 1992 yılının Crime Writers' Association John Creasey Ödülü'nü aldı. İkinci romanı "Heykeltıraş", eleştirmenler tarafından yılın en sürükleyici ve güçlü romanlarından biri olarak değerlendirildi ve 1993 yılında ABD'nin en iyi polisiye romanı olarak Edgar Allen Po Ödülü'nü kazandı. 1994'te "Kanlı Miras" adlı romanıyla Crime Writers Association Gold Dagger Ödülü'nü aldı. Yazarın ilk beş romanı BBC televizyonuna uyarlandı. Vadesiz mevduat Vadesiz mevduat, faiz getirmeyen banka hesaplarındaki paradır. Anında nakit paraya dönüştürülebilir. Vadesiz mevduat hesabının amacı nakit para kullanılmadan banka hesapları ve kişiler arasında ödeme akışları gerçekleştirmektir. Vadeli mevduat Vadeli mevduat hesapları, anında nakit paraya dönüştürülemeyen, bankadan çekilmesi için belirli bir zamanın (vade) dolması gerektiği, bu süre dolunca ise faiz getirisiyle birlikte çekilebilen ya da başka bir vadeye yatırılan hesap türüdür. Vade uzadıkça faiz getirisi artar. İbrahim Çolak (asker) Halil İbrahim Çolak, (1881 - 1944, İstanbul), Türk asker ve siyasetçi. Çeşitli kaynaklarda doğum tarihi olarak 1878, 1879, 1880, 1881 yılları verilmekte ve bazı kaynaklarda Bursa'da veya Bozüyük'te doğduğu kaydedilmektedir. 1898 tarihinde girdiği Harp Okulu'nu 1901 yılında bitirdi ve 5. Ordu'ya atandı. Osmanlı Ordusuna katıldı. 1904 tarihinde 3. Ordu'ya atandı. Meşrutiyetten önce gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında araştırma yapan Manastır Polis Müfettişi Hüseyin Sami Bey'e karşı bir suikast düzenledi ve Hüseyin Sami Bey ölürken kendisi de kaza ile sağ elinden yaralandı. Eli tedavi edilmediği için çolak kaldı. 1912 yılında Balkan Savaşları çete muharebelerinde bulundu. 1914 yılında Binbaşı rütbesine terfi etti ve 177. Alay Geçici Köprülü Müfrezesi komutanlığına atandı. Bulgaristan'da üstlenen bu birlik ile I. Dünya Savaşı'nda Makedonya'da gizli operasyonları yönetti. Mütareke döneminde bir ara tutuklandı ise de serbest bırakıldı. İstanbul'da Bekirağa Bölüğü'nde tutuklu bulunan Halil Kut ve Talat Muşkara'nın hapishaneden kaçırılmasını yönetti. Milli Mücadele başlayınca Anadolu'ya geçti. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında II. Kuva-yı Seyyare komtanlığı yaparken çıkan Düzce ve Yozgat ayaklanmaları ve Aynacıoğulları Ayaklanması'nın bastırılmasında önemli rol oynadı. Çerkez Ethem isyanından sonra komutanı olduğu Kuva-yı Seyyare 3. Süvari Tümeni'ne dönüştürülerek komutanlığına atandı. 3. Süvari Tümeni ile II. İnönü Savaşları'na katıldı. Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz'da büyük yararlılıklar gösterdi. 14 Aralık 1922 tarihinde Miralay rütbesindeyken emekliye ayrıldı. Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği üstün hizmetlerden dolayı Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. TBMM II. Dönem Ertuğrul, daha sonra III., IV., ve V. Dönem Bilecik milletvekili seçildi. 1924 yılında kurucu ortağı olduğu ve sonra 1926 yılında tamamen sahip olduğu Bozüyük Kereste Fabrikası işletmeciliği yaptı. 1944 yılında İstanbul'da vefat etti ve Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi. Cenazesi 1989 yılında Ankara'da Devlet Mezarlığı'na nakledildi. Oğlu Ertuğrul Çolak 1919 yılında İstanbul'da doğdu ve Demokrat Parti'den XI. dönem Bilecik milletvekili seçildi. "Milli Mücadele Esnasında Kuva-yı Seyyare Komutanlığıma Ait Hatıralarım", İstanbul, 1997 İnönü Savaşları Düopol Düopol, piyasada bir ürünü üreten 2 rakip firmanın ve bu firmaların rekabet içinde olması durumudur. Eğer bir düopolde firmalar beraber uyumlu eylem içinde bulunup beraber fiyatları kontrol ediyorlarsa bu uygulama tekele benzer. Ancak böyle bir uygulama pek çok ülkede rekabet kanunlarına aykırı sayılır, Türkiye’de uyumlu eylem olarak nitelendirilir ve cezalandırılır. Eğer bu firmalar rekabet içerisinde eylem yapıyorlarsa 2 firmanın yer aldığı bir oligopole (takım tekeli) benzer. Misti Misti, Peru'da bir volkan. Dağ, hemen Arequipa şehrinin yakınlarında bulunup, onun sembolü olarak kabul edilir. Yakınlarda bulunan ama şehir imajı olarak daha az baskın olan 6.075 m yükseklikteki Nevado Chachani, kendini Misti'nin dikkat çekici şekli kadar göstermez de. Misti'nin zirvesine 6 m'lik bir demir haç yerleştirlmiştir. Düzenli konik şekli nedeniyle dağ, çok büyük bir kum yığınını çağrıştırır. Kısmen karsız olmasından tırmanmak kolaydır. Bunun için asıl engel gevşek kumdur. Volkanik faaliyeti, dumanlı gaz ve buhar salınımı ile renkli kükürt kayaçla sınırlıdır. Son patlama 1784'de olmuştur. Tüketim Tüketim; üretilen mal ve hizmetlerin; gereksinim ve isteklerini karşılamaları amacıyla insanlar tarafından kullanılmasıdır. Keynesçi ekonomide tüketim, bireysel tüketim harcaması demektir ve tüketim fonksiyonu ile gösterilir. Tüketim fonksiyonunun en önemli kısmı marjinal tüketim eğilimidir. MPC elde edilen her yeni gelirin yüzde kaçının tüketim harcamaları için değerlendirildiğini gösterir. Kısa Dönem Kısa dönem mikroekonomide ve makroekonomide farklı anlamlar ifade etmektedir. Mikroekonomik anlamda üretici bir firma açısından kısa dönem üretim faktörlerinden yani girdilerinden en az birinin sabit olduğu, diğerlerinin değiştirilebileceği uzunluktaki üretim periyodudur. Bu periyotta sabit faktör genellikle sermaye olurken, değişken faktör de emektir. Makroekonomik anlamda kısa dönem, ekonomik aktörlerin enflasyon eğilimlerine ve bütçe açıklarına müdahale edebileceği uzunluktaki zaman periyodudur. Navarra (özerk topluluk) Navarra (Baskça: "Nafarroa"), (Resmi adı: Comunidad Foral de Navarra; Baskça: Nafarroako Foru Erkidegoa), İspanya'nın kuzeyinde Fransa sınırında yer alan İspanya eyaleti. Başkenti Pamplona şehridir. 10.391 km yüzölçümüne sahip bölgenin nüfusu 594.000 kişidir. İspanyolca bölgenin tamamında, Baskça ise kuzey bölgesinde resmi dildir. 16 Ağustos 1982 Özerk Bölge hakkını aldığı tarihtir. Bölge Başbakanı Navarra Halk Birliği Partisi'nden "Miguel Sanz Sesma"'dır. Bölgede Pamplona dışında en önemli şehir Tudela'dır. Frances Bean Cobain Frances Bean Cobain (d. 18 Ağustos 1992), Nirvana grubundan Kurt Cobain ve Hole grubundan Courtney Love'ın kızı olarak 18 Ağustos 1992 senesinde, çiftin tek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Frances Bean Cobain Los Angeles, Kaliforniya'da doğdu. Kurt Cobain ve Müzisyen/Aktris eşi Courtney Love kızla
rının adını ilk önce Frances McKee koydular. Bu ad İskoçyalı indie pop grubu olan The Vaselines grubunun gitaristinin adıydı. Göbek adı olan 'Bean' babası Kurt tarafından seçildi, çünkü küçük kızının Ultrason taramasında Barbunya'ya benzediğini düşünmüştü. Frances'in vaftiz babası R.E.M grubunun öne çıkan ismi Michael Stipe, vaftiz annesi ise Drew Barrymore'dur. Cobain 1994 senesinde, Seattle'da adı Happy Medium School olan bir okula verildi. Okulun şimdilerdeki adı Giddens Schooldur. Daha sonra adı Highland Hall olan ve Northridge,Kaliforniya'da bulunan diğer bir okula devam etti. 1 Nisan 1994 tarihinde küçük Frances babasını Exodus Recovery Center adında bir rehabilitasyon merkezinde ziyaret etti. Orada babasıyla beraber oynadılar. Bu babasını son kez canlı görüşü olacaktı. 5 Nisan 1994 sabahı, Kurt Cobain Seattle'daki evinde ölü bulundu. Kurt'un annesi 31 Mayıs 1999 tarihinde oğlu için bir anma töreni düzenledi. Törende Courtney Love ve Tracey Marander bir budist ilahisi seslendirdiler ve Frances babasının küllerini Olympia şehrinde bulunan McLane Creek'e savurdu. Bu şehir aynı zamanda babasına ait müzeye ev sahipliği etmekte. Rolling Stones dergisindeki Söylentilere göre yayınlanan 'ın başlığı ve kapak fotoğrafı Frances tarafından seçildi. Yine söylentilere göre annesi Frances'e babasının hırkasının, gitarının ve Smells Like Teen Spirit şarkısının sözlerinin telif haklarını miras bıraktı. Courtney Love Frances'i Dünya'ya getirmeden önce, Courtney'in hamileliği süresince eroin kullandığı dedikoduları etrafta dolaşmaktaydı. Vanity Fair dergisi, Lynn Hirschberg'in "Strange Love" adlı makalesini yayınladığında skandal şiddetlendi. Makale Courtney'in Frances'in doğumunu öğrenmesine rağmen eroin kullandığını iddia ediyordu. Frances Bean Cobain'in doğumundan sonra, magazin basını "Frances uyuşturucu bağımlısı doğarsa?" sorusunu gündeme getirdiler.Sonuç olarak çocuk koruma servisi Frances'in aile durumu hakkında bir soruşturma başlattı.Sonunda soruşturma elde yeterli delil olmadığı gerekçesiyle kapatıldı. Hukuki çekişmeler devam etti ve Frances'i ailesinden ayırmak için ailesi bir süre göz altına alındı. Tüm bu olaylar olurken Frances henüz iki haftalıktı. Courtney Love'ın 2003 senesindeki hastane müşahedesinde Frances'in bakımını büyükannesi üstlendi. Ancak birkaç ay sonra annesine dönebildi. 2005'te Courtney Love'ın biyolojik babası Hank Harrison, Los Angeles Mahkemesine bir sunum dilekçesiyle Frances'in ziyaret hakları hakkında bir başvuru yaptı fakat başvuru reddedildi. 11 Aralık 2009 tarihinde, Los Angeles'daki bir Kaliforniya üst mahkemesi Wendy O'Connor'ı, Frances'in baba tarafından olan büyük annesini ve Love'ın biyolojik babasını Frances'i gözetip koruması için atadı. 16 Aralık 2009'da bir yargıç, Love'ın kızını doğrudan veya dolaylı yoldan görmesini yasaklayan geçici bir karar verdi. Çekişmeli süreç halen devam etmektedir. Günümüze kadar Frances 5 adet resmi röportaj vermiştir. 2005 senesinin eylül ayında 13 yaşındaki Frances Bean Cobain ilk röportajını, kendi hayatını ve aile yaşantısını anlattığı Teen Vogue'e vermiştir. Sonraları 2006 senesinin ocak ayında Britanyalı i-D dergisinde sorunlu bir röportaj vermiştir. Bu röportajda annesi hakkında negatif bir tablo ortaya koymuş ve "onun hakkında daha fazla yalan görüyorüm ve bu incitici oluyor" demiştir. Ağustos 2006'da, Elle magazine babasının ünlü, kahverengi örme hırkası ve pijamalarıyla poz vermiştir. Pijamaları neden giydiğinin açıklamasını şöyle yapar: "Babamın pijamalarını giydim çünkü babam 1992 senesinde, Hawaii 'de annemle evlenirken bu pijamaları giymişti. Ben de tekrar giyerek sevimli gözükeceğini düşündüm. Babamın pijamalarının üzerine smokin giymesi çılgıncaydı ve babam o pijamalarla evlendi". Şubat 2008'de Harper's Bazaar'a poz verdi ve Temmuz 2010'da, Los Angeles'da Interview magazin'e sanatı ve ilk sergisi hakkında konuştu. Cobain 2008 Eylül ayında, Los Angeles'da, intihar temalı bir doğüm günü partisine House of Blues adlı mekanda ev sahipliği yaptı ve 16ıncı doğum gününü kutladı. Doğum günü partisi annesi Courtney tarafından finanse edildi ve toplamda 323.000 Dolar masraf yapıldı. Partide Mindless Self Indulgence adlı punk rock grubu sahne aldı. Cobain 2008 senesinde haziran ayından ağustos ayında kadar kadar Rolling Stones dergisinde stajyer olarak çalıştı 30 Mart 2010 tarihinde yayınlanan Evelyn Evelyn albümünde konuk solist olarak performans sergiledi. Amanda Palmer daha sonra "Cobain, bu projede aynı çizgide şarkı söyleyen, kayıt ve mix yaptığımız 20 sanatçıdan biriydi" şeklinde bir açıklama yaptı. 2010 Temmuzunda Cobain pseudonym takma adını kullanarak, "Scumfuck" eser başlıklı koleksiyonunu, Los Angeles'daki " La Luz de Jesus" adlı sanat galerisinde sergiledi. SOS SOS (), Uluslararası Mors Alfabesi acil durum sinyali. Mors kodu şeklinde sesli veya görsel olarak kullanılabilir. Bu tehlike sinyali ilk kez Alman hükümetince 1 Nisan 1905'de yürürlüğe konmuş, Uluslararası Radyotelegraf Konvansiyonu tarafından 3 Kasım 1906'da kabul edilmiş, 1 Temmuz 1908'de yürürlüğe konmuştur. Marcony Company tarafından acil durum sinyali olarak CQD kullanılıyordu. CQ, gemicilikte kullanılan standart "mesaj geliyor" çağrısı idi. Sondaki D harfi ise "danger" (tehlike) ya da "distress" (acil durum) anlamına geliyordu. Bazı teknik nedenlerle CQD'nin tatmin edici olmadığına karar verildi ve SOS kullanılmaya başlandı. Telsizle ilk S.O.S imdat sinyali Slavonia adlı İngiliz gemisinden 10 Haziran 1909 tarihinde verildi. SOS sinyalini oluşturan mors kodu (···---···), iletiminin kolay ve anlaşılır olması nedeniyle seçilmiştir. Bu harfler herhangi bir cümlenin kısaltması değildir ancak zamanla ""Save Our Souls (ruhlarımızı kurtarın)"" gibi çeşitli İngilizce folklorik anlamlar yüklenmiştir. SOS sinyalinin diğer tüm karakterlerden ayrılan farkı; bekleme yapmadan, sanki tek bir karakter gibi peşpeşe gönderilmesidir ki Mors Alfabesi'nde başka böyle bir yapıya rastlanılmaz. RSC Anderlecht Royal Sporting Club Anderlecht ("Anderlecht", "RSCA"), Brüksel Başkent Bölgesi'nin Anderlecht şehrinde yer alan futbol kulübü. Avrupa şampiyonalarındaki 5 kupasının yanı sıra, Pro League'de 34 şampiyonluğu vardır. Kulüp 1908'de kurulmasına karşın, ilk kupasını II. Dünya Savaşı sonrası 1947 yılında kazanmıştır. Kulüp 1935-36 sezonundan bu yana Pro League'de yer almaktadır. "(Toulouse'dan kiralık)" Tiran Boğazı Tiran Boğazı (Arapça: , İbranice: מיצרי טיראן) ve Arap Yarımadası arasında bulunan 5 km eninde boğaz. Akabe körfezi'ni Kızıldeniz'le birleştirir. Adını Suudi Arabistan'ın boğaz açığındaki bir adasından alır ( (tīrān)). Tiran Boğazı, İsrail için Hint Okyanusu'na, Ürdün için de Dünya denizlerine bağlantıdır. Boğazın ortasında birçok mercan resifi bulunmaktadır. Süveyş Krizi'nden kısa bir süre önce Cemal Abdülnasır, bu boğazı İsrail gemilerine kapatınca Altı Gün Savaşı'na sebep oldu. ABD Cumhurbaşkanı Lyndon B. Johnson, bu savaştan sonra 19. Haziran 1967'de „Eğer iyi düşünülmemiş tek bir eylem diğerlerinden daha fazla [savaşın] bu başlangıca sebep olduysa keyfî ve tehlikeli Tiran Boğazı'nı kapatma kararıydı. Bütün milletlerin deniz yollarından serbestçe geçme hattı olmalıdır.“ Tiran Boğazı'nın kapatılması, 27 Nisaz 1958'de kararlaştırılmış olan ve sınırdaş bölgeler için geçerli deniz egemenliği konvasyonuna aykırıydı. Mısır ve Suudi Arabistan, 1988'den beri bu boğaz üzerinden bir tren ve yol köprüsü inşaatını yolunda adımlar atmaktadırlar. Köprünün uzunluğu 32 km olacaktır. Şimdiye kadar İsrail ve Ürdün üzerinden geçilmemek şartıyla bağlantılar, hava ve deniz yoludur. Mukavva Adası Mukavva Adası, Kızıldeniz'de küçük bir kıyı adası. Ada Mısır'a aittir. Kıyma Kıyma, etin çok ince şekilde makinada ya da elle çekilmiş haline denir. Türkiye'de yaygın olarak dana, koyun ve kuzudan elde edilir, hindi ve tavuk kıymasına da rastlamak mümkündür. Çekme işleminde kıyma makinesi, dişli öğütücü, zırh veya mutfak robotu gibi cihazlar kullanılabilir. Türk mutfağında kıyma değişik yemeklerde kullanılır. Bunlardan bazıları Ali Nazik, tarhana çorbası, karnıyarık ve her türlü köfte yemeğidir. Kıymadan daha ince çekilmiş iyi kalite et çiğköfte için kullanılır. Bu tür et özellikle "çiğköftelik et" olarak anılır. Elmapınar, Çat Elmapınar, Erzurum ilinin Çat ilçesine bağlı bir mahalledir. Köy halkı Alevi Zazalardan oluşmaktadır. Mahallenin eski adı Mağaradır. Bu ismi mahallede birçok mağara bulunmasından dolayı almıştır. Mahalleye bağlı 3 Mezra bulunmaktadır. Köy artık eski hareketliliğini kaybetmiş ve göç edenlerin sayısı yıl geçtikçe artmaktadır. Alevi Zaza kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır. Erzurum il merkezine 87 km, Çat ilçesine 35 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi yoktur ancak kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Yeşil çekirge Yeşil çekirge ("Tettigonia viridissima"), Tettigoniidae familyasından bir çekirge türü. Bir kilometre uzaktan bile duyulabilecek sesler çıkarabilir. Havanın yoğunluğu 1293 gr/m³ alınırsa, yarıçapı bir kilometre olan bir yarıkürenin kütlesi yaklaşık bir milyon tondur. Çekirge gibi küçük bir canlının yalnız bir organı ile bu kadar büyük bir kütleyi hareket ettirebilmesinin nedeni ise ; çevresindeki hava kütlesinin tamamını aynı anda hareket ettiremeyip, her titreşimde kendine en yakın havayı sıkıştırmasından dolayıdır. Bu titreşim dalga dalga dışa doğru yayılır. Çekirge tarafından itilen her hava dalgası daha sonra eski yerine geri döner. Bu kez içerideki tabakayı sıkıştırır. Bu ardı arkası kesilmeyen dalgaların yaptığı sıkıştırma ses olarak dışa doğru yayılır. Ses insan kulağına geldiğinde duyulur. Çekirgenin çıkardığı sesin notalarının çıkartılmasıyla
çok geniş alanlara duyuru yapabilen sirenler geliştirilebilir. Kaime (para) Kaime 1843 yılında basılan ilk Osmanlı banknotu. "Yerine geçen" anlamındaki "kaim", halk diline "kayın" olarak geçmiştir. Hazine bonosu yerine de kullanılabiliyordu. 160 bin Osmanlı altını karşılığında "kâime-i mutebere" adıyla bastırılmıştır. 15. Altın Portakal Film Festivali 15. Antalya Film Festivali, her yıl Antalya'da düzenlenen Antalya Film Festivali'nin 1978'de düzenlenen seferidir. Naboo Naboo, Yıldız Savaşları (Star Wars) serisinde geçen kurgusal evrene ait gezegenlerden biridir. Gezegende iki ırk yaşamaktadır; Bunlar su altı şehirlerinde yaşayan Gunganlar ve yüzeydeki kolonilerde yaşayan insanlardır. Naboo jeolojik açıdan eşsiz bir dünyadır. Gezegen, sayısız mağara ve tünel ağlarıyla oyulmuş büyük kaya kütleleri kümesidir. Bu yapı, gezegen yapısının derinlerine inen bataklık göllerinin oluşmasını sağlamıştır. "Chommel sektörü" içinde yer alan Naboo gezegeni, Qui-gon Jinn, Padmé Amidala, Jar Jar Binks ve Senatör Palpatine'in gezegenidir. 'de "Ticaret Federasyonu" tarafından kuşatılmış ve Ticaret Federasyonu ile gezegen sakinleri arasında Naboo Savaşı çıkmıştır. "Naboo", Star Wars serisi boyunca dört filmde gözükmektedir. Hidrojen bağı Hidrojen bağı, bir molekül oksijen, azot veya flor gibi elektronegatif bir atoma bağlı hidrojenin kısmi artı yükle yüklenmesi sonucu, başka veya aynı moleküldeki elektronegatif atom ile yaptığı kuvvetli bağdır. Van der waals kuvvetinden güçlü olmasına karşın, tipik hidrojen bağı iyonik bağ ve kovalent bağdan daha güçsüzdür. Proteinler ve nükleik asitler gibi makromoleküller içinde, aynı molekülün iki parçası arasında var olabilir. "Hidrojen bağı" ismi, bağın bir hidrojen atomunu kapsamasından gelir. Genelde bağ, hidrojenin flor, oksijen ve azot gibi elektronegatifliği yüksek atomlarla yapmış olduğu kuvvetli bir etkileşim türüdür.(Sadece F,O,N ile H atomu arasında oluşabilir) Eğer hidrojen bağı atomu iki atom arasında ortak kullanılıyor ise meydana gelen iki molekül arasındaki zayıf bir bağdır. Hidrojen bağları genellikle oksijen ve azot gibi negatif elektrik yüklü atomlarla diğer bir negatif yüklü atomlara kovalent olarak bağlanmış hidrojen atomları arasında oluşan bağlardır. Dipol dipol etkileşmesinin kimyadaki en bariz örneğini teşkil eder. Hidrojen Bağı Van der Waals bağından güçlüdür , molekülleri arasında daha güçlü etkileşim olan maddenin kaynama noktası daha yüksektir.Bu yüzden hidrojen bağı içeren maddelerin erime - kaynama noktaları Van der Waals bağı içeren maddelere göre daha yüksektir.İki farklı molekül birbirleriyle hidrojen bağı oluşturabilir. Yürek Çağrısı (albüm) Yürek Çağrısı Grup Yorum'un 1991 yılında çıkardığı altıncı albümü. İsmailağa Cemaati İsmailağa Cemaati, Mahmut Ustaosmanoğlu'nun İstanbul Fatih'te Çarşamba semtindeki İsmailağa Camii merkez olmak üzere oluşturduğu, Nakşibendiliğin Halidî koluna bağlı bir cemaatir. Manevî olarak cemaatin lideri, cemaat üyeleri tarafından "Efendi hazretleri" olarak anılan, 1954 yılından emekli olduğu 1997 yılına kadar İsmail Ağa Camii'nin imamlığını yapmış olan Mahmut Ustaosmanoğlu'dur. Cemaat, kendini Sünni Müslüman'ların bir ilim ve kardeşlik cemiyeti olarak tanımlamaktadır. Cemaatin erkek üyeleri arasında uzun sakallar, cübbeli ve şalvarlı kıyafetler ve namazlarda taktıkları sarıklar, kadınlarında ise çarşaf yaygındır. 1998 yılında Mahmut Ustaosmanoğlu'nun damadı ve cemaatin önde gelen hocalarından olan Hızır Ali Muratoğlu'nun İsmail Ağa Camii'nde öldürülmesi ve 2006 yılında yine cemaatin önde gelen hocalarından emekli imam Bayram Ali Öztürk'ün öldürülmesi cinayetleriyle gündeme gelmiştir. Ahmet Mahmut Ünlü, Abdülmetin Balkanlıoğlu, Mustafa Özşimşekler, Hüsamettin Vanlıoğlu, Mehmet Talu, Mahmud Eren, Muhammed Yelkenci, Abdullah Hiçdönmez, Fatih Kalender, İsmail Hünerlice gibi isimler cemaatin tanınmış hocalarıdır. Agrandisör Agrandisör (Fransızca: "agrandisseur"; büyütücü), büyüterek resim basmak için fotoğrafçılıkta kullanılan bir alettir. Agrandisör, bir çeşit ışık geçirmeyen projeksiyon aletidir. Projeksiyon ekranı yerine duyarkatlı bir yüzey konulmuştur. 2006 MTV Film Ödülleri 2006 MTV Film Ödülleri 3 Haziran 2006 gecesi Kaliforniya'daki Sony Pictures Stüdyoları'nda sahiplerini bulan ödüllerdir. Ödül töreni ABD'li aktris Jessica Alba tarafından sunulmuştur. Christina Aguilera, AFI, Gnarls Barkley ve Wolfmother gecede canlı performans sergilemişlerdir. Aşağıda yer alan ödüllerin yanı sıra Jim Carrey MTV Jenerasyon Ödülü ve Spike Lee "Do The Right Thing" ile Mükemmeliyet Ödülü almıştır. Her iki ödül de hayatboyu başarı kategorisinde değerlendirilmektedir. Törende Da Vinci Şifresi, Görevimiz Tehlike 3 ve King Kong filmlerinin önceden kaydedilen parodileri de gösterilmiştir. "Tenth Planet Productions" canlı olarak yayınlanan ödül töreninin yapımcılığını üstlenmiş, Joel Gallen ise programın yönetmenliğini yapmıştır. Ödül töreni MTV kanalı tarafından Türkiye'de de canlı olarak yayınlanmıştır. Törenin sunucusu Jessica Alba da ödül kazananlar arasında yer almıştır. Bu MTV Film Ödülleri tarihinde ikinci kez gerçekleşen bir durumdur. Hem sunuculuk yapıp hem de ödül kazanan ilk kişi Lindsay Lohan'dır. SüngerBob KareŞort SüngerBob KareŞort veya SüngerBob KarePantolon (özgün adı SpongeBob SquarePants), Nickelodeon kanalı için Stephen Hillenburg tarafından yaratılmış bir Amerikan çizgi film. SüngerBob Nickelodeon'da yayınlanmaktadır. Fakat bu çizgi film sadece Digitürk'ten izlenebilmektedir. İzlenim süresi yaklaşık 11 Dakikadır. Çizgi film, Büyük Okyanus'un ortasında ve Bikini Adası'nın altında bulunan Bikini Kasabası'nda yaşayan SüngerBob ile arkadaşları Patrick, Squidward, Bay Yengeç, Sandy ve Plankton'un maceralarını konu alır. Film, bir gemi dolusu korsanın bulduğu sandıklardan SüngerBob Filmi Bileti bularak sinemaya gitmeleriyle başlar. Filmde Çıtır Yengeç (Yengeç Restoranı'nın filmdeki ismi) 2'nin açıldığı gün başlar. SüngerBob yerine Squidward Çıtır Yengeç 2'nin müdürü olur. SüngerBob bunalıma girer. O saatlerde Neptün'ün tacı çalınır. Bu Plankton'un Z planının 1. aşamasıdır. Sabah Neptün Çıtır Yengeç 2'ye gelir ve Bay Yengeç'i enseleyeceğini söyler. Plankton, Bay Yengeç'e iftira atmıştır. SüngerBob o anda gelir ve Bay Yengeç'in ne kadar kötü patron olduğunu söyler. Neptün'ün gazabını hissedince kendine gelir ve patronunu kurtarmak istediğini söyler. Sonra Neptün ona 10 gün verir, ama Patrick yüzünden 6 güne düşürülür. Bu yüzden Yengeç dondurulur. SüngerBob ve Patrick Kabuk Şehir için yola çıkar. Deniz Kızı Mindy (Neptün'ün kızı) onlara Sihirli Rüzgar Kesesi verir. İşte bu olaydan birkaç saat sonra Yengeç Burger formülü çalınır. Daha sonra Patrick ve SüngerBob Yengeç Burger arabasıyla yola çıkarlar. Plankton SüngerBob'tan kurtulmak için Denis adında bir adam kiralar. SüngerBob'un arabasını bir adam alır. SüngerBob ise anahtarı almayı başarır. Sonrasında ilk olarak ""Goofy Goober"" testinden geçmelidir. Sonunda başarır ve arabayı alıp yola çıkarlar. Daha sonra iskelet dolu bir yere gelirler ama aldırmazlar. Ve SüngerBob; orada duran bir dondurmacı kadına doğru gider. Patrick ise arabada bekler. Patrick anlar ama o salak kafası onu hemen unutup dondurmasının çikolatalı olmasını ister. Ve SüngerBob çikolatayı alınca eline yapışır ve yaşlı kadının aslında canavarın dili olduğunu görür. Ve canavarın ağzı kapanmaya başlar. Ve SüngerBob dondurma ve dili arasındaki yeri koparır. Daha sonrasında ise Patrick arabayla o düşeceği sırada tutar. Kaçarken yaşlı kadın tekrar dondurmayla gelir ve; "Çikolatalı dondurma alır mısınız? Eğer alırsanız siyah kedimi sevebilirsiniz." şeklinde konuşur. SüngerBob ve Patrick o sırada susup sonra bağrırlar. Ve SüngerBob Patrick'e "Atla!" der ve atlarlar. Canavar ise arabayı yutar. Sonunda yine arabasız kalırlar ve yol ise çok uzaktadır. Eylül (Grup Yorum albümü) Grup Yorum'un albümü. 1- Eylül 2- Eylül 3- Sesleniş 4- Analar Vokal: Beril Güzel Vokal: Özgür Tekin Vokal: Özcan Şenver Yapım: Hasan Saltık Mastering: Hasan Bitmez Grafik Tasarım: Burcu Kayalar Kayıt: Mustafa Karaduman Kayıt: Ahmet Karaduman Solo: Özcan Şenver Mix: Hasan Bitmez Düzenleme: Grup Yorum Kayıt: Grup Yorum Yapım: Kalan Müzik Kayıt: Stüdyo Metropol Kapak Fotoğrafı: FOSEM Dijital Mastering: Stüdyo Metropol Mix: Stüdyo Metropol Perküsyon: İnan Altın Bas Gitar: Hakan Alak Akustik Gitar: Serdar Güven Klasik Gitar: Serdar Güven Bağlama: Cihan Keşkek Cura: Cihan Keşkek Klavyeli Çalgılar: İnan Altın Orkestra Flütü: Ali Aracı Alfândega da Fé Belediyede 20 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Bragança Belediyede 49 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Boticas Belediyede 16 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Chaves, Portekiz Roma İmparatorluğu zamanında şehre Aquae Flaviae adı verilmişti. Tarihî boyunca, bölgede önemli ölçüdeki Roma garnizonu bulunmasından 19. yüzyılda Napolyon dönemindeki işgallerin ön cephesi olmasına kadar Portekiz askerî tarihinin önemli bir bölgesi olmuştur. Özellikle burada geçen iki savaş ile tanınır: 1807 yılında Fransız kuvvetleri tarafından yapılmış olan “Chaves kuşatması” ve 1912’de Henrique Paiva Couceiro önderliğindeki Kralcıların saldırısı. Belediyede 51 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Macedo de Cavaleiros Belediyede 38 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Miranda do Douro Bu bölgede, Portekizce’den farklı olarak yerel Miranda dili konuşulmaktadır. Belediyede 17 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Mirandela Belediyede 37 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Uludağ Sözlük Uludağ Sözlük, 2005 yılının Aralık ayının sonunda "Zall" takma adlı İsmail Alpen tarafından kurulan, üyeleri tarafından eklenen ve güncellenen terim ve açıklamalara sahip katılımcı sözlük. Sloganı "Ulu'lardan Ulu Bir Sözlük" olup; site php dilinde, sözlüğün sahibi İsmail Alpen tarafından kodlanmıştır. Yazarlar kendi seçtikleri rumuzlarla format dahilinde entryler gir
ebilmektedir. Mogadouro Belediyede 28 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Scilly Adaları Scilly Adaları, küçük İngiliz takımadaları. Land's End Burnu'nun 40 km açığında, Manş'ın girişiyle Bristol Kanalı arasında bulunan Scilly Adaları'nın nüfusu 2.400 kişidir. Başlıca adaları "Tresco", "Sain Martin's", "Saint Mary", "Bryher", "Saint Agnes". İdare merkezi, "Hugh Town" dır (Saint Mary adasında). Çok düzenli ve ılıman bir iklimin hüküm sürdüğü Scilly Adaları'nın Herodot'un sözünü ettiği "Kassiterides" adaları (kalay adaları) veya Roma'lı coğrafyacıların sözünü ettikleri "Sillinae" oldukları sanılır. Harry Potter ve Ateş Kadehi Harry Potter ve Ateş Kadehi (Orijinal adı: "Harry Potter and the Goblet of Fire"), J. K. Rowling tarafından yazılan Harry Potter serisinin dördüncü kitabıdır. İlk olarak [[8 Temmuz 2000'de basılmıştır. Kitabın filmi 18 Eylül 2005'te vizyona girmiştir. Yapı Kredi Yayınlarının yayınladığı eseri Türkçeye [[Sevin Okyay]] ve [[Kutlukhan Kutlu]] çevirmiştir. [[Dosya:Harry Potter ve Ateş Kadehi 2(kitap).jpg|thumb|right|200px|2016 basım kapağı]] [[Harry Potter|Harry]], yaz tatilinin bir kısmını Dursley'lerde geçirdikten sonra arkadaşı [[Ron Weasley|Ron'un]] daveti üzerine yaz tatilinin geri kalanını [[Kovuk]]'ta geçirmeye karar verir. Kovuk'ta geçirdiği birkaç mutlu günün ardından Weasley ailesi ile birlikte ([[Molly Weasley|Molly]] hariç) Quidditch Dünya Kupasını izlemeye gider. [[Ölüm yiyen]]lerin [[muggle]]'ları terörize ettiği ve Voldemort'un kara işaretinin yapıldığı tantanalı bir gecenin ardından Harry Hogwarts'a geri döner. [[Hogwarts]] bu yıl önemli bir büyücülük turnuvasına ev sahipliği yapmaktadır. 19. yüzyılın başından beri düzenlenmeyen Üçbüyücü turnuvası [[Albus Dumbledore|Dumbledore'un]] çabaları sonucunda Hogwarts'ta düzenlenir. Ateş kadehi denen sihirli bir nesnenin her okuldan seçtiği bir şampiyon okulunu hayatı pahasına turnuvada temsil etmek zorundadır. [[Hogwarts]]'ı [[Cedric Diggory]]'nin, [[Beauxbatons]]'u [[Fleur Delacour]]'un, [[Durmstrang]]'i [[Viktor Krum]]'un temsil ettiği yarışmaya, [[Harry]] de garip bir şekilde ismi çıktığı için (Sonradan [[Deli Göz Moody]] kılığındaki [[Barty Crouch Jr.]]'ın şaşırtma büyüsü yaptığı ortaya çıkmıştır.)dördüncü olarak katılmak zorundadır. Balo gecesinde şampiyonlar baloyu eşleriyle dans ederek açacaklardır ve Harry Cho'ya balo için dans teklif eder. [[Cho]] ise [[Cedric]]'e söz verdiği için gelemeyeceğini söyler[[.Ron]] [[Hermione]]'nin onunla beraber baloya geleceğine kesin gözüyle bakmaktadır fakat [[Hermione]] ünlü [[Quidditch]] oyuncusu ve [[Durmstrang]]'ı temsil eden şampiyon [[Viktor Krum']]la baloya katılınca [[Ron]] yanıldığını anlamıştır ve çok kıskanmıştır. Hem Harry hem de Ron baloya katılacak birini bulamadıklarını [[Gryffindor]]'un ortak salonunda konuşurlarken [[Parvati]] ve [[Lavender]]'ı görürler ve Harry parvatiye baloda onun eşi olmasını teklif eder, Lavender'in Ron'a eşlik edip edemeyeceğini sorar. Parvati de Harry ile birlikte gelebileceğini ve Lavender'ın başka birine söz verdiğini, ama kardeşi [[Padma]]'nın Ron'la gelebileceğini söyler. Üçbüyücü turnuvasının ilk görevinde ne olacağını bilmeyen Harry Deligöz Moody'nin kılığına girip Hagrid'i ilk görevde ejderhaların olacağını söylemesi için dürtükleyen Barty Crouch sayesinde öğrenir. Sonra bunun Fleur ve Viktor'un da bildiğini öğrenince haksızlık olmasın diye Cedric'e de söyler. İlk görevde ejderhayla savaşmak için Hermione'yle birlikte çağırma büyüsü çalışır. Görev esnasında ateşoku süpürgesini çağırır ve ejderhanın dikkatini dağıtıp uçarak ejderhaların yumurtasını alır. Alırken yaralandığı için puanı kırılır. Cedricle ikisi aynı puanla birinci olurlar. Daha sonra ikinci görevin yumurtanın içinde olduğu söylenir. Yine Barty Crouch'un Cedric'i dürtüklemesiyle Cedric sınıf başkanı banyosundaki deniz kızı tablosundan ikinci görevi öğrenir ve minnet borcunu ödemek için ikinci görevi nasıl bulacağını Harry'e söyler. Cedric Harry'e sınıf başkanlarının banyosuna yumurtayla beraber gidip banyo yapmasını söyleyinca Harry dalga geçtiğini sanır ama yine de banyoya gider. Gizemi çözer. İkinci görevde Hogwarts'ın arazisindeki göle gidip dalmak ve gölün dibindeki deniz halkından sevdiği kişiyi kurtarmaktır. Harry ne kadar araştırsada gölün dibinde bir saat nasıl kalabileceğini bulamaz. Görevden önceki gece Hemione'yi ve Ron'u Profesör Mcgonagall çağırır. Böylece Harry tek başına yine bir şey bulamaz. Görevden önceki gece Harry uyuyakalır ve (yine Barty Crouch'un dürtüklemesiyle) Dobby onu göreve 10 dakika kala uyandırır ve galsamotunu verir. Göle girmeden önce galsamotunu yutmasını söyler. Harry göle girmeden önce galsamotunu yutar ve birden solungaçları olur. Deniz halkının şarkısını duyar ve deniz halkının kasabasını bulur. Kasabanın meydanındaki heykelin çevresine Cho Chang, Hermione, Ron ve Fleur Delacour'un 7 yaşındaki kızkardeşi bağlanmıştır. Harry yerdeki enivri taşla Ron'un iplerini keserken Victor Krum Hermione'yi, Cedric Diggory ise Cho'yu alır götürür. Bunun üzerine Harry Ron ve Fleur'un kızkardeşini kurtarıp yukarı çıkar. Çıktığında Fleur'un suya girerken büyüyle ilgili bir sorunla karşılaştığını ve sudan çıkmak zorunda kaldığını öğrenir. Bunun üzerine kardeşini kurtardığı için Fleur Harry'e teşekkür eder. En yüksek puanı Cedric ve Harry alır. Üçüncü görevi bizzat açıkça söylerler. Üçüncü görev, Qudditch sahasındaki labirente girip labirentteki yaratıkları ve büyülü tuzakları geçerek labirentin sonundaki kupaya dokunmaktır. Dokunan 1000 galleonluk ödülün sahibi olup kupayı kaldıracaktır. Barty Crouch Harry'nin yaratıklardan ve birsürü beladan kurtulup Harry'i labirentin sonuna götürmeye yardım eder. Cedric ile Harry aynı anda kupaya ulaşırlar ve beraber kupaya dokunurlar. Dokundukları anda Barty Crouch'un anahtara çevirdiği kupa onları Voldemort'un olduğu mezarlığa götürür. Voldemort burada birsürü ölümyiyenle beraber 13 yıl sonra Harry'nin kanı ve Kılkuyruk'un yardımı sayesinde yeniden dirilir. Harry'nin kanı,babasının kemiği ve Peter Pettigrew'in etiyle dirildikten sonra Harry ile düello ederler. Ancak Harry ve Voldemort'un asası aynı anka kuşu tüyüne sahip olduğu için asaların kardeş olması durumunda ortaya çıkan Priori Incantatem yaşanır ve büyüler ortada kenetlenir. Düello esnasında Voldemort'un asasının ucundan Harry'nin babasının ve annesinin hayaleti belirir ve kupaya dokunursa kurtulabileceğini söylerler. Sonra Peter Pettigrew'in lanetle öldürdüğü Cedric (kupaya dokunduktan sonra öldürülmüştür) belirir ve cesedini annesi ve babasına götürmesini ister. Bunun üzerine Harry Cedric'in cesedini alır ve kupaya dokunarak Voldemort'tan kurtulur. Kupa onu Quidditch sahasına geri götürür. Üç görevden oluşan turnuvayı Harry, Barty Crouch Jr.'ın yardımı sayesinde kazanır. Harry trenle eve dönerken turnuvadan kazandığı galleonları Fred ve George'a hediye eder ve 6. kitapta bahsedilen Weasley Büyücü Şakaları dükkânının kurulmasına önayak olur. [[Kategori:Harry Potter kitapları]] [[Kategori:Hugo ödüllü romanlar]] [[Kategori:2000 romanları]] [[Kategori:İngilizce romanlar]] [[Kategori:İngiliz romanları]] [[Kategori:Sinemaya uyarlanmış İngiliz romanları]] Thor Heyerdahl Thor Heyerdahl, (6 Ekim 1914; Larvik, Norveç - 18 Nisan 2002; Colla Micheri, İtalya), Norveçli deneysel arkeolog, antropolog ve kâşif. Henüz Oslo Üniversitesi'nde son sınıf öğrencisiyken zooloji çalışmaları yapmak üzere Güney Büyük Okyanus'daki Markiz Adaları'na gitti. Burada Polinezyalıların destanlarını, dillerini ve taş işleme yöntemlerini inceledi. Adalara ilk insanların İnkalar devrinden önce deniz yoluyla Peru'dan gelmiş olabileceği sonucuna vardı ve eski halkların göçlerinde deniz yolculuğunun önemli rol oynadığını ileri süren bir nazariye kurdu. 1947'de beş arkadaşı ile eskiden Güney Amerika yerlilerinin kullandıkları cinsten, balsa ağacından bir sal yaparak teorisinin doğruluğunu denemek üzere Peru kıyılarından yola çıktı. Kon-Tiki adı verilen sal 6.600 km yol aldıktan sonra Polinezya kıyılarındaki kayalıklara vardı. Heyerdahl'ın dünyaca ünlü kitabı "Kon-Tiki" bu yolculuğu anlatır. Heyerdahl, daha sonra papirüsten yapılmış bir tekneyle ("Ra I")Fas'tan yola çıkarak Güney Amerika'ya varmak istedi. Böylece eski devirlerde bu tür bir yolculuğun yapılıp yapılamayacağını ortaya çıkaracaktı. Teknesi bir süre sonra suya dayanamaz duruma gelince yolculuğunu yarıda kesmek zorunda kalsa da 1970 yılında "Ra II" adlı teknesiyle yolculuğu başarıyla tamamladı. Kano (anlam ayrımı) Kano aşağıdaki anlamlara gelebilir: Kano Kano, düz tipli, tek bir pagayla yürüyen, hafif ve portatif teknedir. Kano kelimesi Karayiplilerin dilindeki kenu kelimesinden gelmiş ve İspanyolcaya canoa olarak geçmiştir. Türkçeye Fransızcadan geçmiştir. Dünyada bulunan en eski kano MÖ 8200 ile 7600 yılları arasında yapıldığı tespit edilen ve Hollanda'da bulunup müzede sergilenen bir kanodur. Danimarka'da bulunan ağaçtan oyma kanoların MÖ 5300 ile 3950 yılları arasında yapıldığı bulunmuştur. Kanolarla akıntılı ve durgun sularda yapılan spora da kano sporu denir. Kano 1936 Berlin Olimpiyatları'ndan itibaren olimpik spor kategorisine dahil edilmiştir. Eskimo kayığı Kaşgar Kaşgar ya da Ordu Kent, "hanın oturduğu şehir" demektir (Uygurca: قەشقەر, "Qeshqer", Çince: 喀什噶尔 veya 喀什噶爾 "Kāshéngáěr" ya da 喀什 "Kāshí") Doğu Türkistan'da Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin batısında yer alan tarihi bir vaha şehridir. Araştırmacılar Kaşgar adını Koşkar, Köşker veya Kaşkar oymağından aldığını ileri sürerler. Köşker oymağının ata yurdu Kırgızistan'ın güneyinde, Kırgızistan-Özbekistan sınırına yakın Celal-Abad İlinde bulunan Koşkar-Ata ("Кочкората") şehridir. Bir başka varsayıma göre ise Kaşgar, adını şehrin civarından sık bulunan "Kaş Taşı" veya diğer adıyla "Yeşim Taşı"ndan almıştır. Divânu Lügati't-Türk'de, ""قشغار Kaşgar" "Doğu Türk ilinde tanınmış şehir adı."" olarak tanımlanır. Kutadgu Bilik'de; ""Kent: Şeher. Bu kelmeden alınaraq Qaşqar üçün "Ordu Kend" derlər. Hanın oturduğu şeher demekdir. Çünkü Afrasiyab,
havası gözel olduğu üçün burada otururdu"". Diğer ismi olan Ordu Kent ise hanların, hakanların oturduğu yer anlamına gelmektedir. Şehir, batısında Kaşgar Kuna Şehir İlçesi, kuzeyinde Atuş İlçesi, doğusunda Feyzivat İlçesi ve güneyinde Yengisar İlçesi ile sınırdır. Taklamakan Çölünün batısında Tanrı Dağları'nın eteklerinde yer alan Kaşgar, deniz seviyesinden 1290 metre yükseklikte konumlanır. Tarım Nehri kollarından olan Kaşgar suyu kıyısında kurulmuştur. Kaşgar şehri, dört mahalle komitesi (社区居民委员会; "jūmínwěiyuánhùi"), dört kırsal belde (乡 "xiāng") gibi yerleşim birimlerinden oluşur. M.Ö 2. yüzyıl kaynaklarında şehir devleti konumunda olan Kaşgar, Büyük Hun İmparatorluğu ile Han Hanedanlığı arasında mücadeleye sahne oldu. Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö 1. yüzyıl ortalarında doğu ve batı olarak, doğu da kendi içerisinde kuzey ve güney şeklinde ikiye ayrılmıştı. Bu tarihten sonra Kaşgar'ın da içerisinde olduğu bölge de Çin'in üstünlüğü görülmeye başlamış ve Kaşgar, Çin'e haraç vermeye başlamıştır. M.S 1. yüzyıl başlarında Çin'de çıkan politik karışık sonucunda Kaşgar'ın da içinde bulunduğu şehir devletleri Çin'in denetiminden çıkmıştır. 1. yüzyılın ortalarında Çin'in Güney Hunları'nı hakimiyet altına almaş, 80 ve 86 yıllarında da Kaşgar şehrine saldırmıştır. Bu dönemde Çin'in etkinliği görünse de zaman zaman Kuzey Hunları'da Kaşgar üzerinde hakimiyet gösterebilmiştir. Bunun yanı sıra 120 yılındaki tarihi kayıtlara göre Kaşgar, Kuşan İmparatorluğu sınırları içerisinde bulunmaktaydı. 170 yılında Çin saldırılarına maruz kalan şehir bu saldırılara karşı koyabilmiştir. 5. yüzyıl ortalarına doğru Kaşgar şehir devleti, Kuzey Vey hanedanına vergi vermekteydi. Çin kaynaklarında doğu-batı ticaretinin yapıldığı üç stratejik yoldan birisi üzerinde önemli bir yol üzerinde bulunan Kaşgar, 6. yüzyıl ortalarından itibaren Göktürklerin himayesine girmiştir. 7. yüzyıl başlarında başlayan Göktürk-Tang Hanedanı mücadelesi sonrasında 632 yılında bölgeyle birlikte Kaşgar'da Tang Hanedanlığının himayesine girdi. Bu dönemde şehirde Çin garnizonu bulunmakta birlikte şehrin idaresi yerel hanedanlar tarafından sağlanmaktaydı. 665 yılında Tibet krallığı, Batı Göktürk ve yerel hanedanların desteğiyle Tarım Havzası'na hakim olmuş ancak 673-675 de Kaşgar'la birlikte önemli şehirler yeniden Tang hakimiyetine girdi. Tibet ile mücadelenin sürdüğü bölgede bulunan Kaşgar, 691 yılında yeniden Tang topraklarına katıldı. Tibet, Türk ve Tang güçlerinin çekişmesi arasında kalan Kaşgar şehri 766'da Karluklar'ın eline geçmiştir. Ancak bu egemenlikte kesin olmayıp, şehir Türkler ve Tibetliler arasında zaman zaman el değiştirmiştir. Tibet Krallığı'nın 842 yılında yıkılmasıyla Kaşgar şehri Türk boylarının egemenliği altında görülmeye başladı. 10. yüzyıl başlarında Karahanlı Devleti başkentlik yapmaya başlayan şehir, büyük bir gelişim göstererek bilim ve kültür açısından da önemli bir merkez konumuna ulaştı. 11. yüzyıl sonlarına doğru Doğu Karahanlı hükümdarı Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun hakimiyetini tanımış ve Kaşgar uç şehri olmuştur. 1141 yılında Katvan'da yapılan savaşta Selçuklular'ın yenilgiye uğratılmasıyla Kaşgar'da Doğu Karahanlı hükümdarlarının yönetiminde kalmakla birlikte Karahitaylar'ın hakimiyetine girdi. Nayman Küçlük tarafından kurtarılan Karahanlı hanedanlığından Ebü'l-Feth Muhammed'in, 1211 yılında Kaşgar'a giderken asi beyler tarafından yolda öldürülmesi üzerine Küçlük tarafından Karahanlı merkezi olan Kaşgar işgal edilmiş ve yağmalatılmıştır. Küçlük döneminde Kaşgar'daki Müslümanlar'ın ibadet etmesi zorlaştırılmış ve Müslümanlar'a Hristiyan ya da Budist olmaları yönünde baskı uygulanmıştır. 1219 yılında Kaşgar şehri Moğol kuvvetlerince ele geçirilmiş ve Müslüman halka da ibadet özgürlüğü getirilmiştir. Cengiz Han ölmeden önce topraklarını oğullarına paylaştırmasıyla Kaşgar'da Çağatay Hanlığı topraklarında yer aldı.Çağatayların zayıflamasıyla Kaşgar gibi birçok şehir emirler tarafından yönetilmeye başlanmıştır. 1399 yılında Timur'un ordusu Kaşgar'ı ele geçirmiştir. Kaşgar, Çağatay hanedanlığı yönetilmeye devam aderken, Timur İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla 1478 yılında Duğlat kabilesinden Ebu Bekir Mirza Kaşgar'ı ele geçirdi. Timurlular'ın 16. yüzyıl başında yıkılmasıyla oluşan kısa bir süre karışıklıktan sonra 1514'de Said Han tarafından ele geçirilen şehir, yeni kurulan Yarkand Hanlığı topraklarına katıldı. Doğu Türkistan'da 1514 ile 1680 yılları arasında Altışehir ("Altıshahr") olarak bilinen Hotan, Yarkent, Yengihisar, Kaşgar, Aksu, ve Uçturfan gibi şehirleri içine alan bölgede Yarkand Hanlığı, ("mamlakati Yarkand", "mamlakati Moghuliya", "mamlakati Saidiya") egemenlik sürmüştür. Bu dönemde dini olarak önemli bir konumda olan Hocalar'ın hanlar üzerinde etkinliğinin arttığı görülmektedir. Doğu Türkistan'da hocalıklar; Kuça, Karataglık ve Aktaglık olarak üç kola ayrılmış ve 1662 yılında Kaşgar'a vali olan Yolbars Han'ı destekleyen Aktaglık hocalarının merkezi haline gelmiştir. 17. yüzyıl ortalarında Aktaglık ve Karataglık hocaları arasında başlayan mücadelenin bu yüzyıl sonlarına doğru artması, Yarkand hanının Karataglı hocalarını destekleyerek 1677 yılında Aktaglık hocalarının lideri Appak Hoca'yı Kaşgar'dan kovmasıyla değişik bir boyut kazanmış ve Appak Hoca'nın Tibet'te bulunan Budistlerin ruhani lideri olan Dalay Lama'dan yardım istemesi üzerine Budizmi benimseyen Cungar Han'ı Galdan Han 1678 yılında Kaşgar'ı ele geçirdi. Galdan Han, Kaşgar ve Yarkent'in idaresini vali olarak da tayin ettiği Appak Hoca'ya bıraktı. Hocalıklar arası mücadele içten içe devam ederken Appak Hoca'nın ölmesiyle Yarkent Karataglık hocalarından Dalyan Hoca, Kaşgar ise Aktaglık hocalarının lideri Ahmed Hoca tarafından yönetilmeye başlamıştır. Galdan Han'ın 1697 de ölmesinden sonra yerine geçen yeni han her iki hocayı da esir edip Kaşgar ve Yarkent'i doğrudan Cungar hanlığına bağlamıştır. 1720'de Danyal Hoca Yarkent'e vali tayin edilmiş onun 1735'de ölümüyle de oğullarından Yusuf Hoca Kaşgar'a vali atanmıştır. Yusuf Hoca bir süre gözaltında tutulduğu İli'den bir bahaneyle 1754 yılında Kaşgar'a gelmiş, Cungarlar'ın iç çekişmeler ve Mançular'la olan mücadelede gücünü kaybetmesi üzerine hakimiyetini ilan etmiştir. 1755 yılında Mançular'ın Cungarlar üzerinde hakimiyet sağlamalarından sonra Cungar ve Mançu desteğini alan Aktaglık hocalarından Burhaneddin Hoca tarafından ele geçirildi. böylece Kaşgar, Mançular'ın vassalı olan Cungarlar'ın kontrolünde Burhaneddin Hoca tarafından yönetilmeye başladı Cungarlar'ın 1757 yılında Mançular'a isyan etmesiyle, Burhaneddin Hoca'da Kaşgar'da bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak Mançular önce Cungarlar'ı ağır bir yenilgiye uğratmış, 1759'da da Kaşgar'ı ele geçirmişlerdir. Mançular Kaşgar'ı ele geçirdiklerinde hocaların hakimiyetini tamamen ortadan kaldırmıştır. Mançular döneminde ticaret ve kültürel yaşam konusunda sıkı kontrollere tabi olmayan şehir İpek yolu güzergahında olmasına rağmen önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu dönemde şehirdeki Müslüman halkla ilişkisi kesik olan, Mançu ve Çinli idarecileri, memurlar ve askerlerin bulunduğy yeni şehir inşa edilmiştir. Bölgede hocaların etkinliği kırılmakla birlikte zaman zaman Müslümanlar, Çin idaresine karşı mücadele başlattılar. Mançular'ın kurduğu Çing Hanedanı idaresindeki Çin tarafından Kaşgar Yakup Han ("Yakub Beg Badawlat") bölgede bağımsız bir devlet kurdu ve 1872'den itibaren ülkesinde Osmanlı Sultanı Abdülaziz adına hutbe okutmaya başladı. Kaşgar, Yakup Han'ın hükümdarlığı kaynaklarında sık sık söz edilen Yettishahr ("Heptapolis") yedi şehir'den birisidir, diğerleri Hotan ("Khotan"), Yarkent ("Yarkand"), Yengihisar ("Yangihisar"), Aksu, Kuçar ("Kucha") ve Korla'dır. Yakup Han'ın ölümünden sonra 1878 yılında Çin tekrar Kaşgar'ı ele geçirdi. Çin yönetimi 1884'te bölgede Sincan vilayetini kurdu. Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin merkezi konumunda olan Kaşgar 1932-1934 yılları arasında Çin ile olan mücadeleye sahne oldu. 1949 yılında Çin'in kurulmasından sonra 1955' te Sincan Uygur Özerk Bölgesi kuruldu. 1985 yılında Çin hükumetince "tarihsel ve kültürel öneme sahip bir şehir" ilan edildi. 1990'lardan günümüze şehir, Uygur Sorununun yaşandığı yerleşimlerden birisi konumundadır. Kaşgar, sıcak yazlar ve soğuk kışların olduğu, iki mevsim arasında büyük sıcaklık farklılıkları gösteren Çöl iklimi etkisi altındadır.Yıllık 64 mm yağış ile en kurak şehirlerdendir. İlk Çağ'dan beri Tarım havzasının ekonomik merkezi olan şehirde pamuk sanayisi gelişmiştir. Kaşgar'da pazar günü kurulan çarşı şehrin ekonomik hayatında önemli bir yer tutar. Binlerce çiftçi çevredeki verimli tarlalarda çeşitli meyve ve sebzeleri üretir. Hotan'dan getirilen ipek ve halılar, diğer el sanatlarına dayalı eşyalarla birlikte Kaşgar pazarında satılır. Kaşgar'ın nüfusu 200.000'in üzerindedir. Şehrin nüfusunun büyük bir bölümünü müslümanlar oluşturur. Şehirdeki en kalabalık etnik grup Uygurlar'dır. Çin'de 1960 yılında başlayan kültür ihtilali sırasında şehirde bulunan cami ve mescidlerin önemli bir bölümü yıkıldı. Günümüzde şehirde kültür ihtilali sırasındaki yıkımdan kurtulan 100 civarında mescid ve cami bulunmaktadır. Iydgâh Camii (艾提尕尔清真寺; "Àidīgǎ'ěr qīngzhēnsì"), Apak Hoca cami ve türbesi, Döng Mescidi, Kaşgarlı Mahmud türbesi ve Yusuf Has Hacib türbesi şehrin en önde gelen tarihi eserleri arasındadır. Mankent, Kaşgar yakınında bir şehrin adı; bugün haraptır. Kano, Nijerya Kano, Nijerya'nın Kuzey Bölgesinde bulunan bir şehirdir. Aynı zamanda Nijerya'nın federal yapısı içinde bulunan Kano Eyaleti'nin başkentidir. İçenden demiryolu hattı geçen şehrin nüfusu 565.800 kişidir. 9. yüzyıl'dan kalma eski bir sitenin yerine kurulan şehirde Haussaların başkenti olduğu 16. yüzyıl'dan kalma yapılar vardır. Müslüman şehri 20 km'lik bir duvarla çevrilidir; bunun ötesinde konut ve ticaret semtleri gelişmiştir. Kano, büyük bir hayvan, deri, yer fıstığı, tuz vb. pazarıdır. Multan Multan, Pakistan'ın Pencap bölgesinde bulunan bir şehirdir. Eyaletin güneybatısında yer alır. 3,8 milyon'dan fazla nüfusu
, şehri Pakistan'ın altıncı büyük şehri yapar. Multan, pirler ve türbeler şehri olarak bilinir. Şehirde birçok pazar yeri, cami, türbe ve lahit bulunur. Multan'da ayrıca ulaşım da çok gelişmiştir. Oulu Oulu (), Finlandiya'nın Kuzey Ostrobotniya bölgesinin merkezi olan şehirdir. Şehir, Botniya Körfezi'nin kuzeydoğu kıyısında Oulujoki'nin ağzında yer almaktadır. Yüzölçümü 3,113.77 km² olan şehrin nüfusu 31 Ağustos 2017 tarihi itibari ile 201,124 olup Finlandiya'nın beşinci büyük şehri ve Murmansk'tan sonra kuzeyde yer alan ikinci büyük şehirdir. Oulu, önemli teknoloji merkezi olup Avrupa'nın yaşam laboratuvarlarından biri olarak kabul edilmektedir. Şehir aynı zamanda Oulu Üniversitesi'ne ev sahipliği yapmaktadır. Oulu, 8 Nisan 1605 tarihinde İsveç Kralı IX. Karl tarafından Linnansaari adasında inşa edilen kale karşısında kurulmuştur. 1822 yılında büyük bir yangın sonucu şehrin büyük bir kısmı zarar gördü. Oulu daha sonra Carl Ludvig Engel'in planı ile yeniden inşa edildi. Kırım Savaşı sırasında, Oulu Limanı ve çevresinin Britanya filosu tarafından yağmalanmıştır. Bu olay uluslararası tepkilere neden oldu. Oulu bir zamanlar ağaç katranı ve somon ile bilinirken özellikle bilişim ve sağlıklı yaşam teknolojisinde önemli bir yüksek teknoloji merkezi haline geldi. Oulu'da SM-liiga'da oynayan Oulun Kärpät adında buz hokeyi takımı ve Ykkönen'de oynayan AC Oulu adında bir futbol takımı bulunmaktadır. Oulu Limanı, Botniya Körfezi'ndeki en işlek limanlardan biridir. Şehre aynı zamanda Oulu Demiryolu İstasyonu ile Oulu Havalimanı hizmet vermektedir. Kanō (okul) Kanō okulu (Japonca: 狩野派 Kanō-ha), Japon süslemeci ressamlar okuludur. Kurucuları Kanō Masanobu (1434-1530) ve oğlu Kanō Motonobu'dur (1476-1553). 16. yüzyıl sonlarında Kanō Eytoku (1543-1590) atelyesiyle ün kazanan bu okul 1615'te Kanō Sanraku (1559-1635) ve Kanō Tanyū (1602-1674) ile Takugawa shōgunları resmî okulunu meydana getirerek 1868'e kadar sürdü. Kayrevan Kayravan ya da Kayrevan (Arapça: القيروان)(veya Kirwan, Al Qayrawan), Tunus'un Kayravan vilayetinin 150.000 nüfuslu merkezi ve şehridir. Şehir UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ndedir. Kayrevan, 7. yüzyılda İslam topraklarına katılmıştır. Arap General Ukbe bin Nafi, Kayravan ordugah şehrini kurduktan sonra 670'de burada bir de cami inşa ettirmiştir. Birçok müdahale geçiren cami 726'da Halife I. Hişam'ın yaptırdığı yeniliklerle aşağı yukarı bugünkü plan özelliklerini kazanmıştır. Anshan Anshan, (Çince: 鞍山; pinyin: Ānshān) Çin'in Liaoning eyaletinin 3,6 milyon nüfuslu bir şehridir. Şehir, batıdaki düzlükler ve Liaoning'in doğusundaki dağların sınırları arasında ve Shenyang'ın 92 km güneyinde yer alır. Anshan 4 ilçe, 1 belde, 1 ilçe ve bir özerk ilçeye bölünmüştür. Anshan magnezitin dünya rezervlerinin dörtte birini elinde tutmaktadır. Talk maddesinin dünyaya temininde, dünya çapında üçüncü sırada yer alır. Şehrin 17 km güneyinde 'ı yer almaktadır. Köseler, Çat Köseler, Erzurum ilinin Çat ilçesine bağlı bir mahalledir. Erzurum il merkezine 67, Çat ilçesine 16, Bingöl ilinin Karlıova ilçesine 39 km uzaklıktadır. Köseler mahallesi Erzurum ilinin güneyinde yer alan Palandöken dağları'nın güney batısındaki 1960 rakıma sahip, volkanik ve kayalık, etrafı tepelerle çevrili bir arazi görünümü arz eder. Mahallenin doğusunda Göl Köyü, batısında Babaderesi Köyü, kuzeyinde Parmaksız Köyü ve güneyinde Çirişli Köyü bulunmaktadır. 1986 yılında hizmete giren Erzurum - Bingöl Karayolu mahalleden geçmektedir. Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. 2000 yılı sayımına göre hane sayısı 54'tür. Halk Kürttür Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede bir ilköğretim okulu ve cami mevcuttur. iki öğretmen ve bir cami imamı bulunmaktadır. Ayrıca mahallede sıcak su kaplıcaları bulunmaktadır fakat faliyete geçen bir tesis kurulmamıştır. Erzurum Bingöl karayolun hemen üstünde kurulmuş bir mahalledir. bu sayede ulaşım sıkıntısı çekilmemektedir. Hertsliya Herzliya, İsrail'in Tel Aviv Bölgesine ait 87,000 nüfuslu ilidir. Çadır Lunga Çadır Lunga veya Çadır, (Gagauz Türkçesi: "Çadır") Moldova'ya bağlı özerk cumhuriyet olan Gagavuzya’da bir kasabadır. Bölgeye, Kavimler Göçü neticesinde yerleşen Türk boylarının kurduğu uzun çadırlardan isminin geldiği bilinmektedir. “"Lunga"”, Gagauzcada “uzun” anlamındadır. Şehrin simgesi de uzun bir çadır silüetinden ibarettir. Kuzeyi Gagavuzya'nın başkenti Komrat güneyi ise Ukrayna ile çevrilidir. Kasabanın Sovhoz mahallesinin kuzeyinde Lunga Gölü bulunmaktadır. Kasabaya bağlı Beşgöz köyü gölün 2 kilometre kuzeydoğusunda yer almaktadır. Çadır kasabasında halkın geçimi çoğunlukla tarım, hayvancılık ve ticarettir. Ticarethanelerde satılan ürünlerin hemen hepsi ithal mallar olup genellikle Ukrayna, Rusya ve Türkiye menşelidir. 2004 yılı nüfusu 20.079 olan kasaba özellikle Moskova ve İstanbul'a işçi göçü vermektedir. Yabancı sermaye ile 3 tekstil fabrikaları, 4 tane eğitim salonu, 4 okul ve 6 çocuk yuvaları bulunmaktadır. Şehir merkezinde Gagauz Millî Tiyatrosu Mikail Çakır bulunmaktadır. Çadır’da Valentin Moşkov Lisesi bulunmaktadır. Kızılorda Kazakistan'ın Kızılorda Eyaleti'nin 157,400 nüfuslu şehridir. Güneyde Aral Gölü'ne kıyısı vardır. Muaskar Muaskar ("Arapça:" معسكر‎, ), Cezayir'in kuzeyinde, Muaskar Eyaleti'nin yönetim merkezi olan şehir. 2008 yılı ortalama nüfusu 150.000 olan kent, 1701 yılında Osmanlı ordusu tarafından askeri garnizon amaçlı kurulmuştur. Eylem Pelit Eylem Pelit, (d. 1971 Ankara) Türk müzisyen,basgitarist. İlkokuldan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda 6 yıl viyola eğitimi aldı. Okul yıllarında kendi kendine basgitar çalmaya başladı. Kamil Özler'le armoni solfej, Nail Yavuzoğlu'yla armoni, Ali Perret ile armoni konularında çalıştı. 1997 yılında Türkiye'nin Şebnem Paker'le üçüncü olduğu Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil eden grupta davul çaldı. Ayrıca 7. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'nde Aşkın Arsunan Etno - Karma proje ile, 11 ve 12'nci İstanbul Caz Festivali, Akbank Caz Festivali, Afyon Caz Festivali gibi festivallerde çeşitli gruplarla çaldı. Eylem Pelit, Halen "Kültür Bakanlığı Devlet Modern Folk Müzik topluluğu"nda kadrolu sanatçı sıfatıyla görev yapmaktadır. Vinnitsya Vinnitsya (Ukraynaca: Вінниця, [ˈwinnɪtsʲa], Rusça: Винница / "Vinnitsa", Lehçe: Winnica), Ukrayna'nın Vinnitsa Oblastı'nın 332.400 nüfuslu kentidir. Vinnitsya birçok endüstri tesisine sahiptir. Otomotiv sektörüne cam ve yedek parça üretimi de yapılan kentte pırlanta işleme fabrikaları da bulunmaktadır. Narkozu bulgulayan Piragov, Vinnitsalıdır. Piragov'un cam lahid içerisindeki mumyalanmış naaşı, kent merkezine 5 km uzaklıkta bulunan Piragova adlı köyde bir kilisenin alt katında bulunmaktadır. Rüştü Dağlaroğlu Rüştü Dağlaroğlu (1908, İstanbul - 1998), Türk sporcu ve spor yöneticisi. 15 Haziran 1908'de İstanbul Sultanahmet'te doğan Dağlaroğlu, İstanbul Erkek Lisesi ve İktisat ve Ticaret Akademisi'ni bitirdikten sonra İsviçre'ye gitti. Neuchatel Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde hazırladığı "Türk Dokumacılık Sanayii" başlıklı teziyle doktorluk unvanını aldı. Bir dönem Fenerbahçe'de kalecilik yapmiş Oğuz Dağlaroğlu'nun büyük babasidir. Kendi ifadesine göre, İstanbul'un işgali (1918-1923) döneminde işgalci Müttefik güçlerin takımları karşısında aldığı başarılı sonuçlardan etkilenen Dağlaroğlu 30 Nisan 1924 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü'ne üye oldu. 1920'li yılların ikinci yarısında kürek şubesinde faal sporculuk yapan Dağlaroğlu, 1931'de dağılmış bulunan Yüzme ve Sutopu takımlarını yeniden oluşturdu ve kulübün en genç şube kaptanı oldu. Bu takımların 1936 yılına kadar başarılar kazanmasını sağlayan ve sutopu takımının Mustafa Kemal Atatürk tarafından Yalova'ya davet edilmesine de şahit olan Dağlaroğlu, 1936 yılında su sporları faaliyetlerinin yapıldığı İstanbul Lido Havuzu'nun sökülmesi sonucunda İstanbul'da yüzme ve sutopu faaliyetlerinin duraklamasıyla Fenerbahçe Spor Kulübü'nde diğer yöneticilik aşamalarında görev yapmaya başladı. 1951-55 ve 1962-66 yıllarında Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Genel Sekreterliğini yürüten Dağlaroğlu, 1957 yılında Fenerbahçe'nin 50. yılında "Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi" adlı kitabını yayınladı. Türkiye'nin ilk Türk spor tarihi ve kulüp tarihi kitabı olan bu eseri 1987'de bu defa kulübün 80 yıllık tarihini kaleme aldığı "Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi 1907-1987" adlı eseri izledi. 1998 yılında vefat etti. Palmiye Palmiye, palmiyegiller (Arecaceae, Palmae) familyasını oluşturan tropik iklimlerde yetişen ve hoş bir görüntü oluşturan türlerin ortak adı. Palmiyeler konik gövdelidirler. Bu tür ağaçların dalları hemen hiç yoktur. Bir gövdeden birçok yaprak çıkmaktadır. Palmiye ağaçlarının en büyükleri 30 metreye kadar çıkabilmektedir. Palmiye türlerinin tohumları 1 cm'den 50 cm'ye kadar kabak çiçeği gibi kabarır. Yaygın olduğu yerler Asya, Amerika, Büyük Okyanus Adaları ve Afrika'dır. Birçok türü vardır. Hurma ve Hindistan cevizi meyveleri yenen palmiye türlerindendir. Birçok çeşidi bulunan palmiye Türkiye'de sınırlı sayıda Akdeniz iklimi'nin egemen olduğu yerlerde yetiştirilir. Bazı palmiyelerin tohumlarından palmiye yağı elde edilir. Türkiye'de palmiye süs ağacı olarak park ve bahçelere dikilmektedir. Asya'daki palmiye türlerinden en önemlisi Trachycarpus Fortunei'dir. Çin Palmiyesi diye de adlandırılır. Güneydoğu Asya'da yetişmektedir. Türkiye'de de az da olsa vardır. Afrika'da özellikle kuzey bölgesinde birçok palmiye bulunur.Mısır, Libya, Cezayir, Tunus, Fas gibi Kuzey Afrika ülkelerinde rastlamak mümkündür. .Bazı bölgelerinde geçim kaynağı olan hurma önemli bir paya sahiptir.Ancak son yıllarda gittikçe yaygınlaşan ve kontrol edilemeyen Kırmızı Palmiye Böceği yüzünden birçok hurma çiftçisi büyük zarara uğramıştır ve birçok ağaç telef olmuştur.Ülkemize kontrolsüz olarak sokulan Palmiyeler sebebi ile Kırmızı Palmiye Böceği ülkemizdede etkili olmaya başlamıştır.Böceğin tahribatının önüne geçilememekte
dir. Özellikle Güney Amerika'da yağmur ormanlarında bulunur. Ayrıca Orta Amerika'da Yucatan bölgesi ve Karayip ülkelerinde de palmiye vardır. Büyük Okyanus Adalarında da palmiyelere rastlamak mümkündür. Guam, Fiji, Tahiti gibi adalarda palmiyeye rastlamak mümkündür. Akdeniz ülkelerinde süs bitkisi olarak yetiştirilen palmiyeler, tropikal ülkelerde ekonomik öneme sahiptir. Özellikle yerliler, palmiyelerden "palmiye şarabı" denilen ve palmiyenin genç gövdesinin hafifçe kesilmesi sonucunda akan sıvının mayalanmasıyla oluşturulan şaraptan çok kâr elde ederler. Bu ekonomik etkinlik için önemlidir. Ayrıca Hindistan Cevizi oldukça önemlidir. Hindistan cevizi lifi birçok işe yaramaktadır. Ayrıca yenir ve sütü çıkarılır. Bir palmiye türü olan "mum palmiyesi"nden Karnauba mumu elde edilir. Bu mum cila ve verniğin yapımında kullanılmaktadır. Yağ palmiyesi denen başka bir türden ise kozmetik sanayinde kullanılan ve tohumlardan çıkarılan yağlar elde edilir. Bu yağlar çıkartıldıktan sonra geriye kalan tortu hayvan yemi olarak kullanılır. Bazen palmiyelerden dokumacılıkta yararlanılır. Sepet gibi eşyalar yapılır. Kerestesi yapı işlerinde kullanılabilir. Bazı palmiyelerden şekerimsi bir madde çıkartılır. Genellikle yemekler için de (Özellikle Çinde) kullanılır. Ama tadının ve kokusunun kötü olduğu söylenmektedir. Ucuz olması sebebiyle margarin sanayinde soya yağının alternatifi olarak kullanılır. Türkiye'de kullanılan margarinlerin içeriğinde de yüksek oranda palm yağı yer alır. Bu sebeple her yıl yüz binlerce ton palm yağı ithal edilir. Bugün bayraklarında palmiye olan ülkeler Haiti ve Guam'dır. Bayrağında palmiye olan Amerika eyaletleri ise Florida ve Güney Karolina'dır. Ayrıca Suudi Arabistan'ın armasında da palmiye bulunur. Eski Hristiyanlarda palmiye, zaferin simgesi olarak kabul edilirdi. Ayrıca Eski Mısır'da palmiye başlıklı sütunlar vardı. Frans Maas Frans Maas (d. 13 Temmuz 1964, Bergen op Zoom), Hollandalı eski uzun atlamacı. 1988 Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası'ndan altın madalyaya ulaşmasıyla tanınır. Hindistan cevizi Hindistan cevizi ("Cocos nucifera"), palmiyegiller (Arecaceae) familyasından tropik bölgelerde yetişen meyvesi yenen bir palmiye türü. Tropikal bölgelerde yetişir. Meyvesi yenir. Hindistan cevizi lifi elde edilir. Ayrıca beyaz tanecikler halinde kek ve pastayı süslemek ve tat katmak amacıyla da kullanılmaktadır. Boyu 20 metreyi aşan Hindistan cevizinin özsuyu mayalanarak bir tür "palmiye şarabı" üretilir. Meyvesinden elde edilen bir sıvı da tıpta kullanılmaktadır. Hindistan cevizi 7-13 yaşları arası meyve vermeye başlar. 60 yıl kadar ürün verir. 90-100 yıl kadar yaşar. Genellikle toz hâlinde satılır, sert kabuğunun altında hindistan cevizi suyu denen yoğun sıvı bulunur. Hindistan cevizi çok besleyici, güçlendirici ve şişmanlatıcı bir besindir. Yüksek oranda fakat kolayca sindirilebilen yağ içerir. Vücut bu yağdan diğer yağlara nazaran daha kolay yararlanır. Bu yağ hem fiziksel hem de kimyasal özelliği bakımından tereyağına çok benzer. Hindistan cevizi bütün amino asitleri içeren yüksek kalitede protein içeriğine sahiptir. Potasyum, sodyum, magnezyum, ve kükürt açısından da zengin bir besindir. Kurutulmuş hindistan cevizinin enerji değerleri oldukça yüksektir. Olgunlaşmış kuru bir hindistan cevizi midedeki fazla asit problemlerinin tedavisinde de etkilidir ve hastada rahatlama sağlar. Hindistan cevizinin özü sindirim sistemi rahatsızlıklarının tedavisinde oldukça etkilidir. Hazımsızlık, kolit, mide ülseri, ishal, kusma, gaz, dizanteri gibi rahatsızlıklara karşı da oldukça değerli bir besindir. Kusmayı yatıştırmak için diğer metotlar başarısız kaldığında hindistan cevizi kullanılabilir. Antonio Páez Antonio Páez, İspanyol orta mesafe koşucusudur. Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası'nda üç madalya kazanmıştır. Páez, artık yarışmalara katılmamaktadır. Analitik felsefe Yirminci yüzyılın geleneksel felsefi bakış açılarını redderek kurulmuş bir felsefe okulu. Analitik felsefe dışında Analiz, Lingüistik Analiz, Mantıkçı Analiz, Felsefi Analiz, Sıradan Dil Felsefesi, Cambridge Analiz Okulu ve Oxford Felsefesi gibi adlarla anılır. Analitik felsefe İngilizce konuşan ve Kuzey İskandinav ülkelerindeki yaygın bir felsefi anlayıştır. Kıta felsefesi ise daha çok anadili İngilizce olmayan ülkelerdeki felsefi akımdır. Analitik felsefenin kurucuları Cambridge filozofları G.E.Moore ve Bertrand Russell olmakla birlikte her iki filozof da Alman filozofu ve matematikçi Gottlob Frege ve analitik filozofun öncülerinden olan ve Alman ve Avusturya asıllı Ludwig Wittgenstein, Rudolf Carnap, Kurt Gödel, Karl Popper, Hans Reichenbach, Herbert Feigl, Otto Neurath ve Carl Hempel gibi isimlerden etkilenmişlerdir. İngiltere'de Russell ve Moore'u C. D. Broad, L. Stebbing, Gilbert Ryle, A. J. Ayer, R. B. Braithwaite, Paul Grice, John Wisdom, R. M. Hare, J. L. Austin, P. F. Strawson, William Kneale, G. E. M. Anscombe ve Peter Geach, Amerika'da ise Max Black, Ernest Nagel, C. L. Stevenson, Norman Malcolm, W. V. Quine, Wilfrid Sellars ve Nelson Goodman Avustralya'da A. N. Prior, John Passmore ve J. J. C. Smart takip etmişlerdir. Analitik felsefe Hegel kökenli Mutlak Gerçeklik kavramı ve idealist sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder. İdealist felsefedeki gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmekteydi. Analitik felsefede ise felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan veya inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil bilgi dediğimiz şeyin hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek ve felsefeden entelektüel kargaşa veya yanlış anlama gelen ve hatta yanlış sorulan soruları ayıklamak olduğunu kabul edilmektedir. Analitik felsefe terimi, yirminci yüzyılın başından itibaren, özellikle Anglo-sakson coğrafyada, değişik adlar altında olup tümü dil analizine dayanan felsefî araştırmaları belirtmek için yaygın olarak kullanılmıştır. Analitik felsefe incelendiğinde, her şeyden önce dikkati çeken şey, amaçların, ilgi alanlarının ve yöntemlerin çeşitliliğidir. Analitik felsefeyle yeni tanışanlar açısından görünüşte, B.Russell’ın belirli tasvirler teorisiyle L.Wittgenstein’ın dil oyunları teorisi arasında, R.Carnap’ın mantıksal sentaksıyla 70’li yıllarda geliştirilen doğal dillerin formel semantiği arasında, Viyana Çevresi’nin metafizik karşıtı tavrıyla zorunluluk ve kabillik/olumsallık, mümkün dünyalar, ruh-beden ilişkisi konusundaki güncel tartışmalar arasında, hele hele Ockhamlı William’ın usturasını maharetle kullanan “büyük kadimler”in ontolojik ekonomi kaygısı ile, felsefenin nec plus ultra’sını oluşturuyor gibi görünen, fiilî olmayan imkânların, muhayyel objelerin ve bireysel özlerin serbest kabulü arasında hiçbir ortaklık yoktur. Bununla birlikte, akımların, teorilerin ve uygulamaların çeşitliliği içinde bütün bu araştırmalar, “analitik felsefe” müşterek adıyla anılmalarını haklı gösteren ortak bir ilhama tanıklık eder. Bunların hepsinde, felsefî problemlere dil açısından yaklaşmak ve bu problemlere dil analizi yoluyla çözüm aramak söz konusudur. Bu yine de, analitik felsefenin karakterini belirtmek için yetersiz kalır. Bir bakıma, gerçekten de Sokrates’ten bu yana filozoflar, kullandıkları dili sürekli yetkinleştirmeye çabaladılar ve felsefî refleksiyonu daima, kullanılan kelime ve kavramların anlamının belirlenmesiyle az çok ilişkilendirdiler; hatta pek de azınlıkta olmayan bazıları işi, felsefî faaliyeti bütünüyle kavram üretme sürecinden ibaret kılmaya kadar götürdüler. Analitik felsefe taraftarlarına göre söz konusu olan, yalnızca bir aletin refleksiyona hazırlık aşamasında iyi işlemesini garanti altına almak değildir; bu aleti reel olana ilişkin her kavrayışa vasıta kılmaktır. Bu anlamda, analitik felsefe çok belirgin bir yeni-Kantçı karakter taşır; Kant’ın kritik teşebbüsünde duyarlılığın ve müdrikenin formlarının rolünü, bu kez (kendisiyle hangi surette karşılaşılırsa karşılaşılsın, yahut hangi veçhesine öncelik verilirse verilsin) dil oynar. Dil karmaşık, çeşitli tarzlarda ve farklı eksenlerde kavranmaya elverişli bir fenomendir. Fiziksel, sosyal, psikolojik, vb. bir fenomen olarak ve düşünce, dünya, kültür, vb. ile bağlantısı açısından ele alınabilir. Analitik felsefenin dili hangi anlamda kavradığını da tespit etmek gerekir: realitenin kavranmasında bir aracı olarak. Analitik felsefecilerin çoğunluğunun lengüistlerle pek az ilişki içinde olmaları ve lengüistikten ödünç aldıkları şeylerin, bu disipline kattıklarının yanında pek az olması sahiden de dikkat çekicidir. Dilin imtiyazlı konuma geçtiği tek bakış açısı, mantıksal bakış açısıdır. M.Dummet bu koşullarda, “analitik felsefe post-Fregeci felsefedir” iddiasıyla analitik felsefe konusunda bütünüyle kabul edilebilir bir tanım verir. Bunu söylerken, hem analitik felsefenin oluşumu içinde Frege’nin tarihsel önemini, hem de analitik felsefenin iyisiyle kötüsüyle Frege’den miras kalmış modern mantığa başlangıçtan itibaren bağlı olduğunu belirtir. Böylece, modern mantığın gelişimini incelemeyi, analitik felsefe hakkındaki tetkikimize kılavuz olarak alacağız. Gerçekten de, analitik felsefenin yüzyılın başından itibaren geçirdiği çeşitli evrimlere ve uğradığı dönüşümlere fon teşkil eden, Frege’nin ve takipçilerinin mantığıdır. Modern mantık gelişerek ve -zaten tehlikede olan mantığın tekliğinin- çeşitlenerek dilin mantıksal bir kavranışı olabilecek şeyi zenginleştirmeye ve derinleştirmeye katkıda bulundu. Gerçekte dil, sentaktik, semantik ve pragmatik eksenlere ayrılan üç boyutlu bir konu olarak ele alınabilir. Yakın zamana kadar ve nicedir, dilin sadece sentaktik veçhelerinin mantığı ilgilendirdiği kanısı muteberdi. Frege’nin, Russell’ın ve Wittgenstein’ın kanısı da büyük ölçüde böyleydi. Dilin pragmatik görünümlerini hesaba katma kaygısını taşıyan filozofların bunun mantığa sırt çevirmek anlamına geleceği kanaatini, onlar da paylaşıyordu. Öte yandan mevcut haliyle standart mantık, semantik boyutu dikkate almaya müsaade etmi
yordu. Russell dilin dünya ile bağlantısına kayıtsız kalmaktan uzak olsa bile, Principia’nın mantıksal sistemi aslında semantiği tamamen dışarıda bırakır. Dilin tüm -sentaktik, semantik ve pragmatik- veçhelerinin mantığın “sorumluluğunda olduğu” fikrinin doğuşu için, mantığın gelişmesi, açılarak çeşitlenmesi ve birbirinden farklı bir “mantıklar” çoğulluğunun oluşması gerekecektir. O halde terimin geniş anlamında (teknik, standart mantığa ve onun sentaktik karakterine uyarlanmış özel anlamı dışında) mantığı, analitik felsefenin dile kendine özgü yaklaşımı olarak karakterize edebiliriz. Böylece bizzat analitik felsefenin, daima mantığın gelişiminin, uyandırdığı umutların ya da neden olduğu hezimetlerin, geçirdiği iyileştirmelerin, dönüşümlerin, düzenlemelerin ve ayarlamaların ışığında geliştiği anlaşılır. Tahlilimizin kolaylaşması ve sunumuzun açıklığı bakımından, analiz uygulamasının üç önemli formuna tekabül eden üç önemli etabı, analitik felsefecilerin üç kuşağını, analitik felsefenin gelişiminde kendimize kılavuz alacağız. Şöyle ki: Gündelik dildeki beyanların [énoncé] formel bir dilde yeniden ifade edilmesi biçiminde rehabilite edici bir amaçla dilin mantıksal analizine öncelik veren ve muzaffer bir mantıkçılılığı temsil eden bir çağdaş filozoflar kuşağının; dilin içinde kullanıldığı durumların, kontekstlerin ve koşulların açıklanmasına teşebbüs eden ve mantıkçılığın ricatıyla ön plana çıkmış bir filozoflar kuşağının; standart mantığın çerçevesinden dışarıya taşan mantık sistemlerinin kuruluşundan istifade eden ve sofistike teorik modelleri sık sık ince ayrımlara ve hatta gündelik dildeki sarih olmayan ifadelere uyumlu kılmaya çalışan bir filozoflar kuşağının, art arda ortaya çıkışına şahit olundu. Biraz fazla şematize edersek diyebiliriz ki, birinci kuşak filozoflar dilin özellikle sentaktik veçhesiyle, ikinci kuşak pragmatik veçhesiyle ve üçüncü kuşak ise semantik veçhesiyle ilgilendi. Hatta, birinci kuşak filozofların doğal dilleri feda etme pahasına mantığa, ikinci kuşağın ise mantığa sırt çevirme pahasına gündelik dile öncelik verdiğini ve üçüncü kuşağın da (mantığın birliğini parçalamak pahasına) doğal dillerin mantıksal formelleştirilmesine teşebbüs ettiğini söyleyebiliriz.(Atakan Altınörs'ün Analitik Felsefe başlıklı kitabının girişinden alınmıştır: Say yay.) Analitik felsefe muhtemelen Hegel ve Hegelci filozoflarla ilişkisi koparmasından ötürü tarihinde politik görüşlerle ilgili söyleyecek çok az sözü olmuş ancak 1950'ler ve sonrasındaki bir seri makalesiyle John Rawls bu tavrı radikal biçimde değiştirmiş ve liberal refah devleti savunusunu felsefi zemine kaydırmıştır. Rawls'ın meslekdaşı Robert Nozick'in Anarchy, State ve Utopia kitaplarında da aynı yaklaşımın sürdürüldüğü ve serbest pazar özgürlükçülüğünü savunulduğu görülmektedir. Siyaset felsefesinde yaşanan bir başka gelişme de Analitik Marxizm olarak bilinen okulun ortaya çıkışıdır. Bu okulun üyeleri analitik felsefenin tekniklerini modern sosyal bilimlerin rasyonel seçim teorisi araçlarını da kullanarak Karl Marx ve izdeşlerinin görüşlerini açıklamakta kullanmaktadırlar. Bu okulun en tanınmış üyesi Oxford Üniversitesi filozoflarından G.A.Cohen'in 1978 tarihli "Karl Marx's Theory of History: A Defence" kitabı bu okulun doğuşunu temsil eder. Diğer önemli analitik marksistlerden bazıları ekonomist John Roemer, toplumbilimci Jon Elster ve sosyolog Erik Olin Wright. Analitik,prensibin refuse edilmis mestolojisidir.. Atakan Altınörs, Analitik Felsefe, Say yay., İstanbul. Delko Lesev Delko Lesev (d. 6 Ocak 1967), emekli Bulgar sırıkçıdır. Arthur Jonath Arthur Jonath (d. 9 Eylül 1909 - ö. 14 Nisan 1963), Alman atlettir. Los Angeles, Kaliforniya'da düzenlenen 1932 Yaz Olimpiyatları'nda 100 metrede (10,4 saniye derecesiyle) bronz ve 4 x 100m bayrak yarışında (Helmut Körnig, Friedrich Hendrix ve Erich Borchmeyer'le birlikte) 40,9 saniyelik dereceleriyle gümüş madalyanın sahibi oldular. Alinazik Alinazik, patlıcan ve et ile yapılan bir ana yemektir. Türk mutfağına ait olup genelde Gaziantep'e mâledilir. Közlenmiş patlıcanın sıcakken sarımsak, yoğurt, ve baharatla ezilmesiyle ılık bir püre hazırlanır. Küçük kuşbaşı doğranmış dana ya da kuzu eti veya kıyma yağda iyice kavrulur ve pürenin üzerine eklenir. Servis etmeden önce yemeğin üzerine mutlaka tereyağı kullanılarak hazırlanmış biberli yağ gezdirilir. Karin Hänel Karin Hänel, evliliği sonrası Karin Antretter (d. 28 Mayıs 1957), Alman eski uzun atlamacı. Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası'nda iki madalyası vardır. Vimioso Belediyede 14 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Vinhais Belediyede 35 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Murça Belediyede 9 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Valpaços Belediyede 31 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Montalegre Belediyede 35 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Vila Pouca de Aguiar Belediyede 18 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Susana Feitor Susana Feitor, (d. 28 Ocak 1975, Alcobertas, Portekiz) Portekizli yürüyüşçü. Pınar Saka Pınar Saka Başaran (d. 5 Kasım 1985), Türk eski kısa mesafe koşucusu. 100, 200 ve 400 metre kategorilerinde yarışmıştır. Saka, Almería, İspanya'da düzenlenen 2005 Akdeniz Oyunları'nda 400m ve 4x 400m bayrak kategorisinde yarıştı. Takım arkadaşları Birsen Bekgöz, Özge Gürler ve Binnaz Uslu'yla beraber 3:40.75'lik dereceleriyle bronz madalyanın sahibi oldular. 2012 Londra Olimpiyatları'nda 400m ve 4x400 kategorisinde yarıştı Saka hâlen, 2009'daki 53.04'lük 400 metre derecesiyle Türkiye salon rekorunun sahibidir. 2015 yılında eşi Alpay Başaran ile hayatlarını birleştirmişlerdir. Saka Kim Milyoner Olmak İster? yarışmasına katılmış ve 30.000 TL kazanarak ayrılmıştır. TV8'de yayınlanan 2017 Survivor kadrosunda Ünlüler takımında yer almıştır. Şebin cevizi Şebin cevizi, Şebinkarahisar kökenli bir ceviz çeşidi. Çeşidin orjinindeki ortalama meyve ağırlığı 9,40 g, iç randımanı % 63 ve yağ içeriği ise %69,40 olarak belirlenmiştir. Şebin ceviz çeşidinin kurağa ve güneş yanıklığına hassas olması nedeniyle, özellikle Haziran - Eylül ayları arasında iç ceviz kalitesi üzerine mutlak manada etki eden su sıkıntısı çekilen yerlerde ilave sulamalara çok önem vermek gerekmektedir. Hasat Zamanının yeşil kabuğun kavlamaya başladığı zamana kadar geciktirlmesi iç cevizde fevkalede kalite kayıplarına neden olan kararmalara sebebiyet vermektedir. Sulama sıkıntısının olamadığı ve güneş yanıklığı durumunun gözlenmediği yerlerde Şebin cevizi çeşidinin iç ceviz olarak değerlendirilmesi iyi bir seçenek olacaktır. Kapama ceviz bahçelerinin en az Beş dönüm olması gerekmektedir. Beş dönümlük bir Şebin ceviz bahçesinden tam verim çağında İki ton birinci sınıf ürün alınması mümkündür. İç kurdu, sulama ve güneş yanıklığına dikkat etmek şartıyla Şebin cevizinin iyi özelliklerde ve kârlı bir çeşit olduğunu söylemek mümkündür. Ceviz birçok hastalık açısından çok önemli bir şifa kaynağıdır. Damar tıkanıklığını ve kanın pıhtılaşmasını önler, kan dolaşımını düzenler, kan pıhtılarını bozar, damar koruyucudur, antialerjik özellik gösterir, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını düzenler, protein99 sentezini teşvik eder, serum kolesterolünün azalmasını sağlar, bağışıklık fonksiyonları korur ve anormal antikor oluşumunun engeller. Şeker hastalığının tedavisinde de kullanılmaktadır. Mide, bağırsak, sindirim sistemi bozukluğunu giderir, sinir sistemini dengeler. Grip ve nezleye iyi gelir. Öksürüğü keser. Vücudu soğuktan korumak için de yenir. Yorgunluğu ve bitkinliği giderir, zindeleşmeyi sağlar. Zehirlenmelere ve zehre karşı etkilidir, ishal kesicidir, cildi temizler, siğil giderir. Kandaki zararlı kolesterolün birikmesini önleyen ve yüksek kolesterolü düşüren Şebin Cevizi bol miktarda C, B, B, A ve E vitaminleri içerir. Omega 3 ve omega 6 gibi çoklu doymamış yağ asitlerini yüksek oranda içerir. Cevizin kabukları ve yaprakları da birçok hastalık için tedavi edici özelliktedir. Ayrıca beyin için gerekli olan gümüş iyonlarını da ihtiva ederek, insan sağlığı için önemlilik arz eden ideal bir meyvedir. Bilimsel çalışmalar sonucunda cevizin 'tokoferol' içerdiği, bu maddenin prostat kanseri riskini azalttığı, hipoglisemik, antifungal, antiviral, tümör engelliyici özelliklerinin olduğu belirlenmiştir. Son epidemiyolojik çalışmalar, sert kabuklu meyvelerin kalp-damar hastalıklarının neden olduğu ölüm oranlarını azalttığını göstermektedir. Hidrojenasyon Hidrojenasyon, bir kimyasal reaksiyon sınıfıdır ve organik bileşiklere hidrojen (H) eklenmesi işlemidir. Hidrojenasyon, özellikle doymamış organik bileşikler (alkenler, alkinler, ketonlar ve nitriller ) için önemli bir reaksiyondur. Genellikle basınç altında katalizörler yardımı ile direkt hidrojen eklemesi ile gerçekleştirilir. Hidrojenasyon için en klasik örnek, alkenlerdeki doymamış karbon kimyasal bağına bir hidrojenin ekleyerek, alkeni alkana dönüştürmektir. İlaç ve petrokimya endüstrisinde çok değişik uygulamaları vardır. Bu kimyasal işlemin tersi dehidrojenasyondur. Alkenlere hidrojenin katılması sonucunda Alkanlar oluşur. Alkankar sadece karbon-karbon tekli bağlara sahiptirler. Bu tepkimede katalizör kullanıldığından katalitik hidrojenleme olarak da adlandırılır. Alkenlere hidrojen katılma tepkimeleri ekzotermik tepkimeler olup oda sıcaklığında katalizörsüz tepkime gerçekleşmez. Burada katalizör kullanılarak tepkimenin oda sıcaklığında gerçekleşmesi sağlanır. Yalnız katalizörün etkisi bununla sınırlı kalmıyor. Kullanılan katalizör elde edilecek olan ürünün cis-Alkan ya da trans-Alkan olmasını etkilemektedir. Eğer kullanılan katalizör heterojen bir katalizör ise , (bir parça nikel, platin, paladiyum) yani çözelti içerisinde heterojen olarak karışıyorsa katılan her iki hidrojen atomu alkenin aynı tarafına eklenir ve böylece cis-Alkan oluşur. Şayet bu katalizör çözelti içerisinde homojen olarak yayılan bir katalkizörse bu seferde trans-Alkan oluşmuş olacak. Hidrojen atomunun kararlığından dolayı hidrojenleme tep
kimeleri için bir katalizöre ihtiyaç vardır. Burada katalizör hidrojen atomları arasındaki bağları zayıflatır ve katalizör ve hidrojen atomları arasında orta dereceli bağlar kurulur. Bu yüzden elektron eksikliği oluşur ve sadece elektron bakımından yengin olan çift bağlarla tepkimeye girerler. Hidrojen katılması alkene iki hidrojen atomunun katalizör tarafından aktarılması sonucunda sona erer. Hidrojenasiyon tepkimeleri hidrojen atomlarını çoklu bağlara katmak için kullanılır. Çoğunlukla heterojen katalizörlü katılma tepkimeleri kullanılır ancak bazı istisnayi durumlarda homojen katalizörlerde kullanılır. Bu tepkimede genellikle geçiş metaller katalizör olarak kullanılır. Bunun yanı sıra element haldeki hidrojen atomları kullanılmasıyla tepkime esnasındaki basınç ve sıcaklığın büyük ölçüde değişkenlik göstermesine sebep olur. Özellikle laboratuvarda katalizörlü hidrojnasyonlarda hidrazinin, sikloheksadienen ya da Formik asitin hidrojen kaynağı olarak kullanılmasının amacı ısısal olarak daha dayanıklı olan Azot, Benzol, ve Karbondioksit oluşturmaktır. Hidrojenasyonda katalizatör olarak peryodik cetveldeki 8.grup elementlerin hepsi kullanılmaktadır. Yalnız bu işlem esnasında Paladiyum ve nikel özellikle tercih edilmektedir. Bunların yanı sıra Pılatin, Rohodiyum, Rutheniyum, Kobalt, Demir, Bakır kromit ve Çinko kromit kullanılmaktadır. Hidrojenasyonun gıda sektöründeki en önemli uygulamasıdır, doymamış yağların ihtive ettiği ikili ve üçlü bağların platin ya da nikel katalizörlüğünde hidrojen ile doyurulması ile margarin elde edilmesidir Harold Hart (Autor), Leslie E. Craine (Autor), David J. Hart (Autor), Christopher M. Hadad (Autor); Nicole Kindler (Übersetzer): Organische Chemie, 3. Auflage, Wiley-VCH, Weinheim 2007, ISBN 978-3-527-31801-8. T.W Graham Solamons( Yazar), Craig B. Fryhle (Yazar),Güral Okay (Çeviri Editörü), Yılmaz Yıldırır (Çeviri Editörü) Organik Kimya, ( Organik Chemsty), 7. Basımdan Çeviri, Literatür Yayıncılık 2002, ISBN 975-8431-87-0. İnisiyasyon İnisiyasyon (Süluk) kimi ansiklopedilerde bireyin spiritüel gelişimi için, ‘spiritüel tesir’i alıp aktarabilen bir üstadın sert ve sürekli kontrolü altında, bir düzen ve disiplin içinde, sınavlara dayalı tarzda, metodlu olarak eğitimi şeklinde tanımlanmaktadır. İnisiyasyon sözcüğünün kökeni, Latincede “bir yere girme, iştirak etme, kabul edilme, başlama” anlamındaki “initium” sözcüğüdür. Osmanlı tarikat geleneğinde bulunan “süluk” kelimesi de, “iplik, sıra, dizi, yol, meslek, tutulan yol” anlamlarındaki Arapça “silk” sözcüğünden gelmektedir. Bir inisiyasyonda üstad (inisiyatör, mürşid) tektir, öğrenci (inisiye adayı, mürit) ancak inisiyasyonu tamamladığı zaman inisiye olur. İnisiyasyonu tamamlamamış olanlara inisiye denmez. Tüm eski inisiyasyonlarda gizliliğe ve aday seçimine dikkat edilmiştir. İnisiyatik bir organizasyona her önüne gelen giremezdi, böyle bir organizasyon talip olan adayları kendi kriterlerine göre bir elemeden geçirirdi. Adayda geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral (manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılırdı. Adayda aranan gereken koşullar, gereken kapasite yeterli görüldüğünde aday birtakım sınavlardan geçirilirdi. Bu sınavlar her inisiyasyonda farklı olmuştur. Hakkında az çok bilgi sahibi olunan inisiyasyonlar arasında, eski Mısır, Moğolistan, Şamanizm, Maya, Mitraizm, Eleusis, Orfe ve Pisagor inisiyasyonları sayılabilir. Eski Mısır’daki gibi sert inisiyasyonlarda bazı sınavların ölümle sonuç verdiği anlatılmaktadır. İnisiyasyonlarda üstad, bilgileri modern eğitimdeki gibi öğretmezdi. Yani bilgilerin hafızaya depolanması tarzında bir eğitim vermezdi. Yalnızca yolu ve yöntemleri gösterirdi. Öğrenci kurtuluş ya da aydınlanma denilen hedefe kendi iç çalışmasıyla erişmek zorundaydı. Nadiren de olsa, inisiyasyonu tamamlamadan ayrılmış olanların var olduğu belirtilmektedir. Bir inisiyatör, öğrencisinin kalbinden ve aklından geçenleri bilebilir ve hatta onun rüyalarını denetleyebilirdi. Bu yetenekten M.T.İ.A.D. eski başkanı Ergün Arıkdal "psikoskopi" adıyla söz eder. Asya’nın şamanist inisiyasyonlarında da üstadların öğrencisini öte-aleme götürüp geri getirdiği hakkında sayısız bilgi vardır. Mircea Eliade kitaplarıyla bu bilgilerin bir kısmını aktarmıştır. Benzer yetenekler Tibet’in eski Bon dininin şamanlarında da görülür. İlk eleme sınavlarını başarıyla atlatan öğrenciyi üç temel aşamanın ya da yedi tali aşamanın söz konusu olduğu bir eğitim beklerdi. Bu üç temel aşamanın içerdiği ilahi hakikat bilgileri “sırlar” anlamına gelen misterler sözcüğüyle ifade edilir. Bunlar küçük misterler, büyük misterler ve hakiki misterler olarak bilinir. Kimileri küçük sırları çıraklık sırları, büyük sırları kalfalık sırları, hakiki (hakikata ait) sırları da ustalık sırları olarak adlandırır. Evrensel yasalar ile imajinasyon denetlemesi, nefs denetlemesi ve psişik yetenekler hakkındaki teorik bilgilerin verildiği birinci aşamanın sonlarina dogru aday ogrendikleri konusunda cesitli sinavlardan gecirilirdi. Bu sinavlardan basariyla gecen aday,sonunda “cehenneme iniş”,”yeraltına iniş” ya da “ölüm deneyimi” adı verilen, derin bir trans halinde geçmişiyle yüz yüze kaldığı bir gece geçirirdi. Bu tüm gerçek inisiyasyonlarda uygulanan bir deneyimdir. “İnisiyatik ölüm” de denilen bu deneyim sırasında trans halindeki aday, kimilerinin spatyum, kimilerinin "esîrî", kimilerinin "astral", kimilerinin "gayb alemi" dediği öte-alemde, görünmeyen alemde geçmişten getirmiş olduğu menfi birikimlerden vicdanî hesaplaşmayla kurtulmak zorundadır. Bu çok sarsıcı deneyimi sırasında, psişik yetenekleri çok güçlü olan üstadı onu yalnız bırakmaz, öte-alemdeki bu hesaplaşması sırasında kimilerinin astral seyahat, kimilerinin şuur projeksiyonu dediği yolla yanında olur. Platon ve Orfe, “vicdani hesaplaşma” da denilen bu deneyimin ilk etabını, zaten her insanın öldükten sonra yaşayacağı bir “kendi kendini yargılama” ve kefaretini ödeme olarak betimler. Deneyim sonunda aday, menfiliklerinden arınarak, yeryüzünde doğmadan önceki “saf şuur hali”ni elde etmiş bulunmaktadır. Kendisi ölüm-ötesi alemde yaşadıklarından sonra öyle büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmiştir ki, bir çocuk kadar, yeni doğmuş bir bebek kadar saflaşmış durumdadır. Aslında inisiyatik dilde “birinci doğuş” denilen bu deneyime, sonradan, egzoterik kesimce, anneden doğuş ilk doğuş olarak kabul edildiğinden, ikinci doğuş adı verilmiştir. İkinci aşama inisiye adayının teorik olarak öğrendiklerini uygulama aşamasıdır. Adayın yüksek şuur hallerini, görünmez alemi ve birtakım realiteleri bizzat deneyimleyerek tanımasıyla edindiği bilgilerdir. Psişik yeteneklerin de geliştirildiği bir aşamadır. Tarihteki büyük majisyenlerin hepsi inisiyelerin içinden çıkmıştır. Fakat nefislerini denetleyebildikleri için bu güçlerini çıkarları için kullanmamışlardır. Aslında inisiyatik dildeki ikinci doğuş bu aşamanın sonunda söz konusu olurdu. Üçüncü aşama ise adayın spiritüel tesiri manevi alemden kendi başına, yani üstadı olmaksızın çekip aktarmayı başarmasıyla, daha doğrusu bu aktarıcılık halinin süreklilik kazanmasıyla tamamlanırdı. Bunun en belirgin belirtisi sezgi yoluyla (ilham, vahiy tarzında) bilgiler ifade etmesiydi. Artık karanlıkta yolunu görebilmesi için üstadının ışığına ihtiyacı yoktu kendi yolunu kendisi aydınlatabilir, hatta karanlıktaki diğerlerine de ışık tutabilirdi. Kendisine üç kez doğuş yaşatmış inisiyatörü elbette onun için “baba”ydı, o da “oğul”du. Bu yüzden inisiyelerden söz eden pek çok tradisyonda inisiyeler “oğullar” sözcüğüyle nitelendirilir. Ustasından manevi diplomasını alan inisiye isterse başka bir yerde kendi inisiyasyonunu kurabilirdi. Buna Anadolu’da el almak denir. İnisiye olmuş kişinin kendisi de başkalarını inisiye ettiği takdirde bir zincir meydana getirilmiş olur ki, bu zincire hermetik zincir, inisiyatik zincir, guru-parampara gibi çeşitli adlar verilmiştir. Antik Yunan'daki inisiyasyonlarda kutsal misterleri açıklama fonksiyonunu belirtmek üzere, üstada verilen unvanlardan biri "hiyerofant"tır. Bu unvan “kutsal” anlamındaki “hiereos” sözcüğü ile “göstermek” anlamındaki “phainein” sözcüklerinden türetilmiş olup, “kutsalı gösteren” anlamına gelmektedir. "Mistagog" ise üstada verilen bir başka unvan olup, ilk aşamayı tamamlayan adayları sevk etme fonksiyonunu belirtir. “İnisiye edilen kişi” anlamına gelen “mystes” sözcüğü ile “sevk eden” anlamına gelen “agogos” sözcüklerinden türetilmiştir. Mist (mystes) sözcüğü kimilerine göre Grek tradisyonuna eski Mısır’dan geçmiş olup, ilk aşamayı tamamlayanlar için kullanılırdı. Fakat antik Yunan'da, ilk aşamayı tamamlayanlar için, “yeni yetişen bitki” anlamındaki neofit sözcüğü tercih edilmiştir. René Guénon gibi kimi yazarlar, İsa Peygamber ve Sakyamuni Buda’nın da aslında birer inisiye olduklarını ve onların üstad oldukları organizasyondan egzoterik kesime (avamı beşere) sızan bilgilerin sonradan birer din haline dönüşmüş olduklarından söz ederler. Batı kaynaklarında bilinen büyük inisiyeler arasında geçen belli başlı isimler Hermes Trismegistus, Sakyamuni Buda, Musa Peygamber, Pisagor, Platon, Orfe ve İsa Peygamber olarak belirtilir. Kuşkusuz bu isimlere Sufilik’ten, İslam ezoterizminden (Batınilik) birçok ismi eklemek gerekir. Bu liste aslında daha uzun olmalıdır. Çünkü inisiyasyonlarda gizlenme temel bir ilke olduğundan pek çok inisiyasyon ardında fazla kimlik bilgisi bırakmadan yok olmuştur. René Guénon gibi birçok yazar sahte inisiyasyonlarla dolu bir çağda yaşadığımıza dikkat çekmektedir. Günümüzde bunalan ve arayış içinde olan kitleleri obsedör karakterli birçok sahte inisiyatör kandırabilmektedir. Kimilerine göre çağımız eski inisiyasyonların yapıldığı dönemlerin koşullarına sahip olmadığından, eskisi gibi güçlü ustaların var olmadığı bir döneme girmiş bulunmaktayız. Kali-Yuga çağında olduğumuzu bildiren Hint kültüründe konuya ilişkin olarak, belki de acı deneyimlerin sonucunda, şöyle bir atasözü yerleşmiştir: “Her insanın en iyi gurusu (üstadı) kendi içindedir.” İnisiyasyon denilen eğitim, İslam
geleneğinde, genel olarak “tedris, irşat” olarak ifade edilmekle birlikte, inisiyasyon sözcüğünün özel anlamdaki karşılığının tasavvuf olduğu kabul edilmektedir. Bir inisiyasyonda tek olan üstad inisiyatör adı ile ifade edilir. İnisiye adı sözcük anlamıyla başlamış, kabul edilmiş anlamına gelmekteyse de terim günümüzde, inisiyasyonu tamamlayanları ifade etmek üzere kullanılan bir terim haline gelmiştir. Tasavvufta üstad için mürşit, öğrencileri için mürit terimi kullanılır. İnisiyasyon, tradisyonel ezoterik bilgilerin belli şartları taşıyanlar arasından seçilenlere uygulanan bazı deneysel sınavlar sonucunda başarılı olanlara aktarımı olarak da ifade edilebilmekle birlikte, inisiyasyon bilgi aktarımından ibaret değildir; hedef öğrencinin iç çalışmasıyla kendini geliştirerek, “kurtuluş” denilen hale ulaştırması ve spiritüel tesiri kendi başına aktarabilecek olgunluğa ulaşmasıdır. Bu tür seçimler inisiyatörün sahip olduğu manevi nitelikleri taşıyanlar arasında yapılır; bu manevi nitelikler, kişinin irfanı kabul edip edemeyeceğini belli eden vasıflardır. Bu niteliklere sahip kişi manevi tekamül yoluna girmek üzere kendisi bizzat inisiyasyon merkezine gidebileceği gibi, bazen inisiyatör bu tür kişileri uzaktan takip edebilir ve belli bir noktadan sonra eğitim için yanına alabileceği gibi uzaktan da eğitebilir. Mevzu bahis vasıflara sahip kişiler belirli bazı yöntemlerle imtihan addedilen bir deneme sürecine sokulur; bunlar genelde manevi niteliklerin açığa çıkarılıp uygulanmasına dönük fiili sınavlardır. Sınavlardan sonraki aşamada inisiyelere gizli sırlar öğretisi öğretilerek kişinin bilmek'le değil olmak'la sırları çözeceği gösterilir. Bununla birlikte inisiyasyon sürecinde devam eden eğitim üç ana başlık altında toplanır: Yaratıcı Mutlak Güç, İnsan ve Sırları, Kozmoloji. İnisiyatik bilgi, onun dışında kalan profan ya da egzoterik bilgiden tamamen farklı bir yapıda ve haldedir. Profan bilginin fiilen yaşama dahil edilmesi zor veya dolaylıdır. Oysa inisiyatik bilgi yaşamla daima iç içe olan belli bir tahakkuk süreci gerektiren bir bilgi türüdür. Zaten profan bilginin algı merkezi bilinçteki rasyonel akıl diyebileceğimiz dünyevi zeka ve kavrayışken inisiyatik bilgi kişinin hakikati idrak kabiliyeti olan müdrike, intelect'tir. Zaten entelektüel kelimesinin gerçek anlamı da bu irfanı kavramış yetkin kişilere işaret eder. İntelect rasyonelite gibi zekaya dayalı olarak değil bizzat idrake dayalı olarak hakikati sezer ve sonrasında açıkça görür. İnisiyasyonun temel konusu olan Yaratıcı Mutlak Güç insanı kendi kemali üzere var ettiği için inisiye eğitim sürecinde esasen öğrenmeye değil zaten kendi gerçekliğinde mevcut olanı hatırlamaya çalışır ve insanın bu yönüyle Kainat'ı incelemesi dahi aslında kendindeki bilgiye ulaşma çabasıdır. Bunun içinde tüm gayretini kendini tanımaya vererek kıyaslamalı olarak Kozmolojide gördüğü manaların kendindeki sembollerini bir bir açığa çıkararak kendini gerçekleştirir. İnisiyatik bilginin avama anlatılamayacak sır nitelikli yapısı nedeniyle bu eğitimi aktaran merkezler tarih boyunca gizlilik ilkesiyle saklanmışlardır. Aksi takdirde aktarılan irfanın, dinin ezoterik yani içrek-batıni yönünü taşıması nedeniyle yanlış anlamalara ve inanç sapkınlıklarına yolaçacağı biliniyordu. Bu nedenle inisiyatik merkezler; Migros (Türkiye) Migros Ticaret A.Ş., Türkiye'deki süpermarket zincirlerinden biridir. Migros'un temelleri 1954 yılında İstanbul Belediyesi'nin aldığı tarihî kararla, İsviçre'de "Ucuzluğun Kralı" adıyla bilinen Migros teşkilatının benzerinin Türkiye'de kurulması ile atıldı. İstanbullulara tanzim satışlarını da sunan, dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay tarafından açılmıştır. 1975 yılında Koç Topluluğu'ndan Vehbi Koç'un istek ve yönlendirmesiyle hisseleri Koç Holding tarafından devralınan Migros, 1991 yılında halka açıldı. 1990 yılının sonundan itibaren büyük mağazacılık uygulamasına başlayan Migros, 2005 yılında perakende zinciri Tansaş'ı satın aldı. 2016 yılında şirket, 1513 Migros, 39 Macro Center ve 23 5M olmak üzere yurt içinde; yurt dışında ise Kazakistan ve Makedonya'daki 39 Ramstore ile hizmet vermektedir. 2017 yılı sonu itibari ile yurtiçinde 1.858 ve yurtdışında 40 olmak üzere toplam 1.898'e çıktı. Migros insan ve iyi yaşam konularında 2014-2015 yıllarında BİST'in sürdürülebilirlik endeksine giren ilk ve tek perakendeci şirket olmuştur. Türkiye'deki Migros'un logosu İsviçre'deki Migros'a çok benzemektedir. Türkiye'deki Migroslarda tıpkı İsviçre'deki gibi üç kategoriye ayrılır: 2007 yılı itibarı ile Koç grubu tarafından satışa çıkarılmıştır. 14 Şubat 2008'de Koç Holding hisselerini Moonlight Capital S.A adlı İngiliz şirketine satmıştır. 2015 yılının ilk günlerinde şirketin %40,25 hissesini Anadolu Grubu satın almıştır. Migros 10 Haziran 2016 günü Tesco Kipa'nın Yüzde 95.5'ini 302 Milyon Liraya satın aldı. 16 Mart 2018 tarihinde şirketten yapılan açıklamada, Makro Market'in sahibi olduğu Uyum Market'in toplam 56 şubesi ile Antalya'da faaliyet gösteren 17 adet Makro Market şubesinin 105 milyon lira bedel karşılığında Migros tarafından devralındığı açıklanmıştır. Merter Merter, İstanbul'un Güngören ve Bahçelievler Belediyelerine bağlı bir semttir. MESİAD (Merter Sanayici ve İşadamları Derneği)'a göre Merter bölgesi 500.000 metrekare bir alanı kapsar ve 3.700 kadar firmayi barındırır. Merter'in komşuları: Güneyinde Zeytinburnu, Kuzeyinde Keresteciler sitesi ve Güngören, doğusunda Topkapı, batısında Bahçelievlerdir. Merter'in kuruluşu 1960'lara dayanır. O zamanlar üzüm bağları ve tarla olan bir yerdir.Şu an Veysel Karani Camii'nin olduğu yer merterin merkezidir. 1958 ve 1959 yılları kırkpınar ağalığı yapan Ahmet Merter büyük ve modern bir site kurma fikrini burada gerçekleştirir. Kurduğu bu siteye Merter Sitesi adını verir.Yıllar içinde gelişip büyüyen bu semtin adı Merter olarak anılır. Tekstil cennetidir. Toptancılar, bütçeye uygun satım ve ev fiyatları ile İstanbul'un ucuz semtinden biridir.Ayrıca semtte spor ve kurs merkezleri bulunur. Ulaşım imkanları çok geniştir ve merkezi bir yerde olduğu için tanınan bir semttir. Buna rağmen henüz bir sinema, tiyatro ve kültürel aktiviteler için yeterli değildir.Metrobüs ve Metro gibi önemli ulaşım araçları buradan geçer. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ek binası burada bulunur. CarrefourSA CarrefourSA, Sabancı Holding ve Carrefour şirketlerinin ortaklığında oluşmuş bir market zinciridir. İlk şubesi 22 Kasım 1993 tarihinde İstanbul-İçerenköy'de açılmıştır. 2005'te Gima ve Endi'yi de bünyesine katmıştır. Carrefour 15 Haziran 1963’te Fransa’da açan Carrefour, bugün 29 ülkede, 12 binden fazla mağazasını yılda ortalama iki milyar kişi kullanır. CarrefourSA'nın Gurme, Hiper, Mini, Süper ve AVM'lerdeki mağazaları olmak üzere adlandırdığı, 2016 yılı Eylül ayı itibarıyla Türkiye genelinde 683 mağazası bulunmaktadır. Sabancı Holding 2013 yılında Carrefour'dan Yüzde 12 hisse daha alarak CarrefourSA'nın başına geçmiştir. İsmar'ın 26 ve 1E1 Marketlerin 29 Şubesini bünyesine katmıştır. 2015 Yılı mayıs ayı içerisinde Kiler Alışveriş'in Yüzde 85 hissesini satın almıştır. Genel Müdürü (vekaleten) Kutay Kartallıoğlu'dur. Cesaret (albüm) Grup Yorum'un 1992 yılında çıkardığı yedinci albümüdür. 1- Dağlara Gel 2- Mısri kız 3- Karadeniz 4- Em Ne Bınketi Ne 5- Neslime Armağanımdır 6- Cesaret 7- Kucaklaşma 8- Dı Beri 9- Seher Yeli Kız 10- Sevda Türküsü 11- Benim Adım Şirvan - Berivan 12- Seni Seviyorum 13- Reşo 14- Keçe Kurdan Prodüktör: Hasan Saltık Tonmaister: Hasan Bitmez Solist: Nuray Erdem Solist: Hilmi Yarayıcı Düzenleme: Grup Yorum Katkıda Bulunan: Grup Özgürlük Türküsü Katkıda Bulunan: Grup Ekin Stüdyo: Stüdyo Metropol Katkıda Bulunan: Ortaköy Kültür Merkezi Katkıda Bulunan: Ayşe Gülen Halk Sahnesi Akustik Gitar: Elif Sumru Gürel Darbuka: Kemal Sahir Gürel Klasik Gitar: Elif Sumru Gürel Bağlama: Taner Tanrıverdi Buzuki: Kemal Sahir Gürel Klavyeli Çalgılar: Kemal Sahir Gürel Kaval: Kemal Sahir Gürel Klarinet: Kemal Sahir Gürel Süphan Dağı Süphan Dağı, Doğu Anadolu'da Van Gölü'nün hemen kuzeyinde bulunan sönmüş bir stratovolkandır. Doğu Anadolu'da Van gölünün kuzeyinde olan Süphan Dağı, Patnos ve Adilcevaz dolaylarında yükselmektedir. Çıkmak için gerekli izin Adilcevaz yetkililerince verilmektedir. Süphan Dağı Patnos Malazgirt Ahlat ve Adilcevaz sınırları içinde yer almaktadır. Tırmanış için en uygun zaman Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül aylarıdır. Sönmüş bir volkan olan Süphan dağı, Anadolu'nun 3. yüksek doruğudur. Süphan dağına tırmanmak için genellikle doğu ya da güney yamacı tercih edilir. Tırmanış sırasında Van gölü her an birbirinden değişik ve güzel görüntüler sunar. Doruk tırmanışına doğu rotasında Aydınlar, güney rotasında ise Harmantepe (Norşıncık) köyünden başlanır. Doğu rotasında Aydınlar'a 6–7 km uzaklıkta bulunan 2500 m yükseklikteki Şekerpınarı ya da Süphan yaylasında kamp kurulur; kamp yerinden doruğa tırmanış ve dönüş, 8-10 saatlik bir zaman alır.Tırmanış için Adilcevaz İlçe Jandarma Karakolu'ndan önceden izin almak gereklidir. Büyük Ağrı (5137 m) ve Cilo Dağından (Uludoruk-4135m) sonra Türkiye'nin üçüncü en yüksek dağı olan Süphan dağı, Van gölünün kuzeyinde Malazgirt dolaylarında yükselir, en yüksek zirvesi 4058 metre yükseklikteki Sandıktepe'dir. Bu dağın zirve kesiminde 1 km çapında bir son püskürme lav tümseği ve bu tümseğin tepesindeki düzlükte genişçe küçük buzul gölleri bulunan bir de kalderası bulunmaktadır. Doruk bir örtü buzulu ile kaplıdır. Son püskürmesini tarihi dönemde yapmıştır. Dağın çevresindeki volkanik düzlüklerdeki verimli topraklarda tarım gelişmiştir. Santa Maria (gemi) Santa Maria, Kristof Kolomb'un 1492 yılında gerçekleştirmiş olduğu deniz seyahatinde Atlas Okyanusu'nu geçerken kullandığı gemilerden en büyük olanıdır. Santa Maria Santa Maria adını taşıyan Portekiz'de yerleşim birimleri: Vadedilmiş Topraklar Vadedilmiş Topraklar (İbranice: הארץ המובטחת‎, okunuşu:"ha-Aretz ha-Muvtacha"), Museviliğe göre Yehova
tarafından İsrailoğulları'na vadedilmiş bölge. Yahudilik inancına göre Musa'nın Filistin'e girene kadar dolaşmış olduğu topraklardır. Tam sınırları belli olmamakla beraber, bugün İsrail topraklarını oluşturan bölgenin Vadedilmiş Topraklar olduğu inancı yaygındır. Tevrat'ın Tekvin kitabının 15. Bab'ında ise şöyle yazmaktadır: Bu tanıma göre ise Fırat Nehri'nden Nil Nehri'ne kadar olan geniş bölge İsrailoğulları'na vadedilmiştir. Bununla birlikte sınırlarının tam olarak belirtilmemiş olması nedeniyle bu tanım da oldukça tartışmalıdır. Dangerous (albüm) Dangerous, pop müzik sanatçısı Michael Jackson'ın 26 Kasım 1991 tarihinde yayımlanan sekizinci stüdyo albümüdür. Albüm, sanatçının Amerikan albüm listesinde ilk haftasında bir numaraya yükselen ikinci albümü olduğu gibi bu listenin zirvesinde arka arkaya dört hafta yer aldı. Albüm, sonraki on yedi yıl içinde dünya çapında 32 milyon adet sattığı gibi, bu satışların yedi milyonu Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleşti. Albüm, "En İyi Tasarlanmış Albüm" dalında bir Grammy Ödülü elde ettiği gibi, tüm zamanların new jack swing türündeki albümler arasında en çok satan albüm oldu. Albümün yeni sürümünde yazan bir nota göre, albümün kayıtları 25 Haziran 1990'da Los Angeles, Kaliforniya'daki Ocean Way/Record One'un ikinci stüdyosunda başlamıştır. Kayıtlar yine aynı stüdyonun Larrabee North şubesinde 29 Ekim 1991'de bitmiştir. Bu nedenle Jackson, olağanda altı ay harcadığı bir albüm kayıtları yerine bu albüme on altı aydan fazla harcayarak, en uzun süren albüm kaydına sahip oldu. Mart 1991'de Jackson, Sony Music ile on beş yıl sürecek olan ve altı albüm içeren yeni bir anlaşma imzaladı. Bununla beraber Sony, sanatçıya bir milyar dolardan fazla para verdi. Bu da, Jackson'ı o dönemde iş dünyasında hatrı sayılır bir isim durumuna getiriyordu. Buna ek olarak Mart 2006'da kontrat süresi bitince, Jackson'a Sony tarafından 45 milyon dolar ödendi. Jackson'ın tekli, video, DVD gibi diğer satışları eklendiğinde bu rakamın 175 milyon doları aştığı düşünülmektedir. Bu noktada "Dangerous" albümünün yapımı için, başta önceki albümlerde de çalışan Quincy Jones, new jack swing türünün muciti Teddy Riley ve Grammy sahibi Bill Bottrell önerilmekteydi. Ancak Quincy Jones, albümde yer almadı. Üstelik albüm, Jackson'ın klasik toplam elli dakika süren ve on şarkı içeren LP formatına son veren ilk albüm olup yetmiş yedi dakikadan fazla bir süreye ve on dört parçaya sahiptir. Bu nedenle tek CD olarak yayımlanan albüm, vinil formatında iki disk olarak yayımlandı. Albüm, başta üzerinde sanatçının gözleri bulunan bir kutu seti halinde satışa sunuldu. Ayrıca yayımlanmasından önce albümün otuz bin kopyası, Los Angeles'ta birkaç hırsız tarafından çalındı. "Dangerous", 26 Kasım 1991 tarihinde satışa sunuldu. Albüm, ilk iki ayında Amerika Birleşik Devletleri'nde dört milyondan fazla satarak sanatçının en hızlı satılan albümü oldu. Albüm ayrıca Amerikan albüm listesinde ilk haftadan bir numaraya yükselerek bu hafta içinde 326,500 adet sattı. Yine albümün listelerde aşağıya inmeye başladığı dönemde Jackson'a albüm için verilen Grammy Ödülü ile beraber albüm altmış beşinci haftasında tekrar ilk ona yükseldi. Albümün ayrıca Jackson tarafından 1993'te Super Bowl'da sahne aldığı dönemde ve Oprah Winfrey ile söyleşinin yapıldığı dönemde satışları artış gösterdi. Sonuç olarak albüm listede, önceki albüm "Bad"'den otuz hafta fazla durarak listede 117 hafta geçirdi. Yine albümün yedi milyondan fazla satması nedeniyle Amerikan RIAA kurumu, albüme 7 kez platin plaket verdi. İngiltere'de albüm bundan daha yüksek bir başarı elde etti. Ülkede albüm U2'nun "Achtung Baby" adlı albümünü geçerek ilk haftasında bir numaraya yükseldi. Ancak Freddie Mercury'nin ölümü üzerine, Queen'in "Greatest Hits II" adlı albümü, albümü ikinci haftasında geçti. Yine de albüm yirmi üç hafta boyunca ilk onda yer aldı. Ayrıca yetmiş beş sıranın yer aldığı listede 96 hafta kaldı. Sonunda albüm, ülkede 2.1 milyondan fazla bir satış yakaladı ve İngiltere'de doksanlar boyunca en çok satan albümler arasında yer aldı. Önceki albüm "Bad"'in satışlarının %48'i kadarı sadece İngiltere ve ABD'de satılmıştı. Ancak "Dangerous", bu iki ülkede toplam satışının %33'ü kadarını sattı. Böylece Dangerous, önceki albüme göre küresel olarak daha yüksek başarılar elde etti. Ayrıca albümdeki şarkılar başta Avustralya ve İngiltere'de büyük başarılar elde etti. Ayrıca albümden yayımlanan tekli sayısının fazla oluşu, albümü bir bütün olarak önceki albümlere göre daha başarılı kıldı. Bunun yanında albüm, gelişmekte olan müzik marketlerinin bulunduğu Asya ve Güney Amerika'da da yüksek başarılar elde etti. Michael Jackson tarafından yazılıp bestelenen "Black or White", albümün satışlarındaki önemli nedenlerden biriydi. Sanatçının 1982'deki "Billie Jean" şarkısından sonra en çok satan ikinci tekli olan şarkının yanında birçok başarılı şarkı da albümde yer almaktaydı. Dokuz şarkının tekli olarak satışa sunulduğu albümle aynı adı taşıyan "Dangerous" da onuncu tekli olarak planlanmaktaydı, ancak 1993'teki çocuk tacizi suçlamaları yüzünden iptal edildi. Böylece albümden yayımlanan tekli sayısı ile "Bad" albümünden yayımlanan tekli sayısı eşit oldu. Ancak "Dangerous" adlı şarkı, 2002 yılına kadar birçok konserde sanatçı tarafından söylendi.Ayrıca hayaındaki son performansınıda bu şarkıyla icra etmiştir. Yine albümdeki dokuz teklinin yedisi İngiltere'de ilk ona girdi ve bu ülkede önemli bir başarı elde etti. Ancak albümdeki sadece dört şarkı ABD'de ilk ona girdi. Bu bağlamda Dangerous, önceki albümle oranla bu ülkede daha az başarı elde etti. Albümü izleyen dönemde, içinde Jackson'ın ilk ve tek Türkiye konseri de bulunan Dangerous Dünya Turu başladı. Sonraki albüm "HIStory"'nin yayımlanmasına kadar albüm dünya çapında yirmi iki milyon adet satmıştı. Albüm sonraki on yedi yıl içinde de otuz iki milyon adet sattı ve böylece önceki albüm "Bad"'e göre daha hızlı satmış oldu. Albümün klipleri, bilinen yenilikçi ve yüksek maliyetli Jackson klipleridir. Albümden yayımlanan kliplerin çoğunluğunda belli bir olay örgüsü ve dans gösterileri bulunmaktadır. "Jam" adlı şarkının klibinden Michael Jordan ile beraber basketbol oynayan ve dans eden sanatçı, "Remember the Time" adlı şarkının klibinde Antik Mısır'da oynamaktadır. Şarkının klibinde Eddie Murphy firavunu canlandırırken, model Iman Abdulmecid de kraliçeyi oynamaktadır. Herb Ritts tarafından yönetilen "In the Closet" videosunda model Naomi Campbell ve Jackson iki sevgiliyi oynarken, David Fincher tarafından yönetilen "Who Is It" şarkısının klibinde sonraki nesillere örnek olacak bir format bulunmaktadır. İlk tekli olan "Black or White"ın videosu aslında on dakikanın üzerindeki bir kısa film tarzındadır. 14 Kasım 1991 tarihinde gösterime giren video, ayrıca müzik videoları tarihinde bilinen ilk morphing efektlerinden birini barındırmaktadır. Videonun son dört dakikası, Jackson'ın uyguladığı ve sokaklardaki arabalara da zarar verirken görüntülendiği şiddet görüntüleri ırkçılığa karşı ileti vermek amacıyla konulmuş olup, başta tepki çekmiştir. Daha sonraki sürümlerde videoya ırkçı bir grafiti eklenerek bu amaç daha belirginleştirilmeye çalışılmıştır. Videoda çocuk yıldız Macaulay Culkin oynarken, morphing efektleri arasında Tyra Banks'in de gençlikteki durumu yer almaktadır. Bu video, önceki videolardan "Thriller"'ın da yönetmenliğini yapan John Landis tarafından yönetildi. Amerikan Müzik Ödülleri: BMI Ödülleri: Grammy Ödülleri: Yaşayan Efsane Ödülü Guinness Rekorlar Kitabı: Soul Train Ödülleri: Dünya Müzik Ödülleri: Malta millî futbol takımı Malta millî futbol takımı, Malta Futbol Federasyonu'na bağlı olarak Malta'yı uluslararası müsabakalarda temsil eden futbol takımıdır.kadronun Büyük çoğunluğunu Afrikalı (Nijerya,Kamerun) futbolcular oluşturmaktadır Malta, galibiyete hasret bir takım olup Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde en son galibiyetini, 24 yıl önce İtalya'nın Milano kentinde İzlanda'yı 2-1 mağlup etmeyi başarmıştı. Uluslararası karşılaşmalarda da en son galibiyetini Estonyayı 1-0 yenerek elde etti. Malta tarihinin en farklı mağlubiyetini İspanya'ya karşı 12-1'lik bir skorla aldı. Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde yaptığı 70 maçta 2 galibiyet, 9 beraberlik ve 59 mağlubiyet aldı. Beraberliklerden birini Türkiye millî takımına karşı almıştır. Aşağıdaki 20 oyuncu 27 Mayıs 2016 tarihinde Çek Cumhuriyeti'ne karşı dostluk maçı için çağırılmıştır; Cabeceiras de Basto Belediyede 17 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Celorico de Basto Belediyede 22 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Fafe Belediyede 36 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. HIStory: Past, Present and Future, Book I "HIStory: Past, Present and Future, Book I" veya kısa adıyla "HIStory", pop müzik sanatçısı Michael Jackson tarafından 16 Haziran 1995 tarihinde yayımlanan çift disk bir albüm olup, sanatçının dokuzuncu stüdyo albümüdür. Albümdeki ilk disk, sanatçının önceki on beş yılda yayımladığı şarkılardan oluşan bir derleme olup, ikincisi ise yeni şarkılara sahiptir. Bu ikinci diskte yeni olmayan tek şarkı 1987'de kaydedilen fakat hiçbir albümde yer almayan "Come Together"dır. "HIStory", yirmi milyon satarak dünya müzik tarihinde en çok satan çoklu disk albümü oldu. Albüm ayrıca Jackson'a "Thriller" albümünden sonra en çok kazanç sağlayan albüm oldu. Yıl sonunda kardeşi Janet Jackson ile yaptığı "Scream" video klibi, "En İyi Kısa Form Video" dalında Grammy alan Jackson, albümü 2001'de tek bir disk olarak "Greatest Hits: HIStory, Vol. 1" adı altında satışa sundu. Albümün kayıtları Eylül 1994'te başladı ve 1995 yılının bahar aylarına kadar sürdü. Kayıtların büyük çoğunluğu Jackson tarafından yazılmış olup, çoğunlukla sanatçının medya hakkındaki şikayetlerini anlatmaktadır. Şarkılardan biri olan "Scream" Jackson'ın kız kardeşi Janet Jackson ile bir düetidir. Janet Jackson'ın, şarkıda yer almadan önce, yeterince tanınıyor olduğunu ve ağabeyiyle düet yapabileceğini düşündüğü bilinmektedir. Albü
mde yine basın organlarını ve magazinleri iğneleyen "Tabloid Junkie" ve "This Time Around" gibi şarkılar da yer almaktadır. Ayrıca albüm, Michael Jackson'ın ilk defa bu kadar fazla yapımcıyla beraber çalıştığı eserdir. Albümde Jimmy Jam ve Terry Lewis, Dallas Austin, R. Kelly, Charles Chaplin gibi isimlerin bestelerine yer verilirken, Jackson birçok şarkıda ağırlıklı olarak yapımda görev aldı. Sanatçı ayrıca albümde bazı düet sanatçılarının da yer almasını istedi ve dönemin birçok ünlü ismiyle işbirliği yaptı. Kız kardeşinin yanında albümde The Notorious B.I.G., "This Time Around" şarkısındaki rap bölümünü yazdı, siyahi müzik grubu Boyz II Men "Money" şarkısındaki arka plan vokallerini söyledi ve o zamanlar rap ile uğraşan basketbolcu Shaquille O'Neal da "2 Bad" adlı şarkıdaki bir bölümde yer aldı. İkinci diskteki on dört şarkı yeniyken, eski bir The Beatles şarkısı olan ve sanatçı tarafından "Bad" albümü döneminde yeniden kaydedilen "Come Together" albüme dahil edildi. Albümün aslen "Decade" olarak isimlendirilmesi düşünülmekteydi. Ancak iki disklik olan albümün adı bu nedenle değiştirildi. Jackson, albümü tanıtmak amacıyla HIStory Dünya Turu'na çıktı. Konserler kapsamında toplam dört buçuk milyon izleyene ulaşan sanatçı, yüksek gelirler elde etti ve tanıtımda kullanması için Sony Music tarafından otuz milyon dolar elde etti. "HIStory", Jackson'ın en çok tartışmaya sahne olan albümlerinden biridir. "You Are Not Alone" için çekilen videoda Jackson, aşırı derecede çıplak olarak o zamanki karısı Lisa Marie Presley ile görüntülenmektedir. Buna ek olarak Belçikalı sanatçılar Eddy ve Danny Van Passel kardeşler, şarkıyı aslen kendilerinin 1993'te bestelediğini iddia ettiler. Yine Eylül 2007'de Belçika mahkemesi şarkıyı yargıladı ve şarkının Belçika'daki yayınına yasak koydu. "They Don't Care About Us" adlı şarkıda geçen ""Jew me/sue me/everybody do me/kick me, kike me/don't you black or white me"" sözleri, sanatçının Anti-Semitik olduğu konusunda kuşkular uyandırdı. Jackson böyle bir şey olmadığını iddia etti ve sonraki sürümlerde bu sözleri ortadan kaldırdı. "HIStory" ve "Blood on the Dance Floor", içerdiği kaba sözlü şarkılarıyla bilinmektedir. Yine "They Don't Care About Us" klibinde Jackson, bir cezaevinde şarkı söylemektedir. MTV bu nedenle klibin içerdiği şiddet görüntülerini öne sürerek klibi yayınlamadı. Jackson ve yönetmeni Spike Lee, bu nedenle Brezilya'da daha önce çekilen video sürümünü yayımladı. 1996'da düzenlenen BRIT Ödülleri töreninde Jackson "Bir Neslin Sanatçısı" ödülüne layık görüldü. Sanatçı da "Earth Song"u seslendirdi. Bu gösteri sırasında Hıristiyan formatında bir koregorafi sergiledi ve tapınan çocukları kullandı. Pulp grubundan Jarvis Cocker da bu olayı protesto etmek amacıyla sahneye atladı. Polisler gelerek gösteri sırasında zarar görmüş olma olasılığı olan olan çocukları inceledi ancak yasal bir soruşturma başlatmadı. Albüm beş Grammy Ödülü'ne aday gösterildi ve bunun birini elde etti. Bunlar: "HIStory", uzun süredir Jackson'ın üzerinde taşıdığı süperstarlık formatında bir albümdür. "The New York Times"'tan Jon Pareles sanatçının artık sadece bir şarkıcı olmadığını, kendi başına bir şirket olduğunu ve Sony'nin de para kapısı olduğunu vurguladı. Q dergisi gibi bazı çevreler de albümün hem derlemeden hem de yeni şarkılardan oluşmasını bir çocuğun babasıyla kavga etmesi gibi bir şey olduğunu vurguladı. "This Time Around" ile ilişkili olarak "Rolling Stone" dergisinden James Hunter, şarkıyı dinamik bir şarkı olarak tanımladı. "The New York Times" gazetesinden Jon Pareles, sanatçının şarkılar arasında "They thought they really had control of me" (Beni kontrol altına alabileceklerini düşündüler) gibi sözleri mırıldandığını söyledi. "Los Angeles Times" gazetesinden Chris Willman da "This Time Around" şarkısını ve yapımcısı Dallas Austin'i övdü. "Daily News of Los Angeles" gazetesinden Fred Shuster ise "This Time Around", "Money" ve "D.S." şarkılarını övdü. "HIStory" albümünün satışları önceki iki albüme göre daha düşüktür. Bunun nedenlerinden biri, tekli satışlarının albüm satışından fazla olmasıdır. Öyle ki, albümdeki tekli satışları 10,45 milyon dolar üzerindedir. Bu tekli satışlarının sayısı "Dangerous" albümü için 8,36 milyon, "Bad" albümü için 10,03 milyondur. Üstelik bu albümden sadece beş tekli satışa sunulmuştu. Tüm albümler arasında tekli satışları bu albümden fazla olan tek albüm 19,55 milyon ile "Thriller"'dır. Albüm, satışa çıktığı ilk hafta Amerikan albüm listesi ve Amerikan R&B/Hip Hop albüm listesinde 391.000 adet satarak bir numaraya yükseldi. 22 Ekim 1999 tarihine kadar 3,5 milyondan fazla sattığı için, albüm RIAA tarafından yedi kez platin plaket ile ödüllendirildi. Bu satışa rağmen yedi kez platin plak kazanmasının sebebi, albümün çift disk içermesidir. Avrupa'da ise albüm altı milyondan fazla sattı ve IFPI tarafından altı kez platin plaket ile ödüllendirildi. Albüm yine İngiltere'de ilk haftasında bir numarada yer aldığı gibi, 1,2 milyondan fazla sattığı için BPI tarafından dört kez platin plaket ile ödüllendirildi. Fransa'da "HIStory", bir milyondan fazla satarak Jackson'ın burada dördüncü elmas derecesine ulaşan albümü oldu. Ayrıca albüm, Almanya'da bir buçuk milyondan fazla sattı ve üç kez platin plaket elde etti. Albüm toplamda yirmi milyon sattı. Bu da albümün dünyanın en çok satan çok diskli albümü demektir. İtalya bayrağı İtalya Bayrağı (İtalyanca: Il Tricolore "üç renk"), eşit genişlikteki 3 dikey renkten oluşur; yeşil, beyaz ve kırmızı. İtalya Cumhuriyeti'nin resmi bayrağıdır. Fransız İmparatoru Napolyon tarafından tasarlanmıştır. Aslında renkler 1700'lerin sonunda bir akım olarak Fransız etkisiyle seçilmiştirler. Her renge bir anlam atfedilmeye çalışıldığında genelde yeşilin doğayı, beyazın Alplerdeki karı, kırmızının da İtalyan Bağımsızlık Savaşı'nda akan kanı temsil ettiği söylenir. Daha dindar bir açıklamaya göre ise; yeşil umudu, beyaz kaderi, kırmızı de hâyırseverliği temsil eder. 1997 yılında tricolore'nin kabulünün 200. yıldönümünde, 7 Ocak "Millî Bayrak Günü" ilan edilmiştir. (kanun no. 671, 31 Aralık, 1996). Kutlamalar yapılır, ancak resmî tatil değildir. Bogdan Tanjević Bogdan Tanjević, (Sırpça: "Богдан Тањевић"), (d. 23 Şubat 1947), Yugoslavya'da doğan, Karadağlı basketbol koçu. Karadağ vatandaşlığının yanı sıra İtalya, Bosna-Hersek ve Türkiye vatandaşlıklarına sahiptir. ""Kurt hoca"" tanımıyla Türk basketbolseverlerin akıllarında yer eden Hoca, daha önce KK Bosna, Yugoslavya millî basketbol takımı, Juve Caserta, Pallacanestro Trieste, Olimpia Milano, CSP Limoges, İtalya millî basketbol takımı, KK Buducnost, Asvel Villeurbanne ve Virtus Pallacanestro Bologna takımlarını çalıştırmıştır. 1996 yılında, Stefanel Milano takımını çalıştırırken, Efes Pilsen'e Koraç Kupası finalinde boyun eğmiştir. Yugoslavya, İtalya ve Fransa liglerinde şampiyonluk yaşayan Hoca, 1999 yılında da İtalya millî basketbol takımı ile Avrupa Şampiyonluğu'nu kazanmıştır 2001'de Avrupa 2.si olan ve şampiyonluk alamasa da bir süre bu seviyelerde olması beklenen altın jenerasyon, Tanjević önderliğindeki 2005 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda takım beklentilerin altında kalmıştır. Bu şampiyonada Türkiye ancak 12. sırada kendine yer bulabilmiştir. 2004 yılında Türkiye millî basketbol takımının başına getirilen Tanjević, Türkiye millî basketbol takımının, Japonya'da Dünya 6. olmasında büyük pay sahibidir. İlk turda grubunda; Litvanya, Avustralya, Brezilya ve Katar'ı yenen Türkiye, bir üst turda da Slovenya'yı yenmeyi başarmıştır. Ancak çeyrek finalde Arjantin'e boyun eğen Türkiye, Litvanya'yı bir kez daha yenerek ilk 6'ya girmiştir. 2005 Avrupa Basketbol Şampiyonası'ndaki başarısızlıktan sonra 2007 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda daha iyi bir derece hedeflenmesine rağmen, turnuvadaki en iyi 4-5 takım arasında gösterilen ulusal takım ancak 12. olabilmiştir. Bunun sonucunda da 2008 Olimpiyatları'na gidilememiştir. 2005 ve 2007'deki başarısızlıklar ve 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Türkiye'de yapılması Tanjević'i, yeni ve dinamik bir kadro oluşturmaya itmiştir. Bu turnuva, bu yeni takımı birbirine alıştırmak ve yeni bir başarı elde edilmesi için iyi bir fırsat olmuştur. Bu nedenlerden ötürü, Mehmet Okur, Ermal Kuqo, Kaya Peker gibi çok önemli oyuncuları kadroya dahil etmemiştir. Bu turnuvada genç ve tecrübeli isimlerden kurulu Tanjević yönetimindeki Türkiye, Litvanya, Polonya ve Bulgaristan'ı yenerek bir üst tura çıkmış, bu turda da Sırbistan ve o yılın şampiyonu İspanya'yı yenmesine rağmen çeyrek finalde Yunanistan'a kaybederek şampiyonayı 8.nci sırada tamamlamıştır. Tanjević kolon kanseri olmasına rağmen tedaviye gitmeyip takımın başında durmuştur. Türkiye'de düzenlenen 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Ankara ayağında oynadığı grup maçlarında Porto Riko, Rusya, Çin, Yunanistan ve Fildişi Sahili'ni yenen Türkiye, gruptaki 5 maçını da galibiyetle tamamlamıştır. 2. turda Fransa'yı, çeyrek finalde de Slovenya'yı yenen Tanjevićli "12 Dev Adam", yarı finalde ise Sırbistan'ı 83-82 yenerek finale çıkmıştır. Böylece Tanjeviç, Türkiye millî basketbol takımına tarihinde ilk kez FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nda final oynama fırsatı sağlamıştır. 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası finalinde ise Türkiye, Amerika'ya 81-64 yenilerek dünya ikincisi olmuştur. Bu şampiyona sonrası kendisine Türkiye halkı tarafından "13. Dev Adam" denilmektedir. Tanjević, 2007 yılında Türkiye millî basketbol takımındaki görevinden ayrılmaksızın, 2006-07 sezonu şampiyonu Fenerbahçe Ülker'in başına getirildi. Daha önce kendisi gibi Türkiye millî basketbol takımı antrenörlüğü görevi de üstlenen selefi Aydın Örs ile olan ilişkileri ve Fenerbahçe'nin başına geçmesi ulusal ve uluslararası basında çok tartışıldı. 2007-08 ve 2009-10 yılları arasında Fenerbahçe Ülker'i şampiyon yapmıştır. Ama sağlık sorunları sebebiyet gösterilip yeni yılda Fenerbahçe Ülker'i çalıştırmayacağını söylemiştir. Málaga CF Kulüp tarihi boyunca 32 sezon La Liga'da, 34 sezon Segunda División'da
, 4 sezon Segunda División B'de ve 11 sezon Tercera División'da mücadele etti. Ayrıca 2002 yılında UEFA Intertoto Kupasını kazanarak kulüp tarihinin ilk Avrupa Kupası zaferini elde ettiler. 2003 yılında UEFA Avrupa Ligi'nde çeyrek finale gelme başarısını göstermiştir. La Liga'yı 2011-2012 yılında dördüncü olarak bitirmesi bu ligdeki en büyük başarısıdır. Ayrıca 2012-2013 UEFA Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kadar yükselme başarısı gösteren Malaga, bu turda Borussia Dortmund kulübüne elenerek kupaya veda etmiştir. Malaga Futbol Kulübü 3 Nisan 1904 yılında 3000 kişilik bir kalabalığın önünde eski bir sahada ilk maçına çıktı. 1921 yılında Bölgesel Futbol Federasyonu turnuvasında başarı göstererek kulüp hüvviyetini tescil ettirmiş oldu. Bir sahil kenti takımı olan Malaga bu tarihten sonra bir sahil bölgesi olan ‘Baños del Carmen’'de düzenli olarak turnuvalara katılamaya devam etti. Malaga futbol kulübünün bazı yöneticileri 1923 yılında yeni bir yapılanmaya giderek Malaga CF'nin temeli olacak "Malagueño FC" adlı kulübü kurdular. Yeni kulüp ilk maçını Calle Cristo de la Epidemia'da Espanyol takımı ile gerçekleştirdi. Bu maçta tüm zamanların en iyi kalecilerinden Ricardo Zamora yer alırken, kendisi aynı zamanda ilerleyen yıllarda Malaga'nın Birinci Lig'deki ilk teknik direktörü olacaktı. 1927 yılında Avusturya Prens ve Prensesine bir teşekkür anlamında özel bir maç düzenlendi ve bu maçın ardından İspanya Kralı XIII. Alfonso, Real Malaga adında yeni bir kulüp kurdular. 1929 yılına gelindiğinde Ulusal Lig'de Malaga kentinin iki takımı bulunuyordu. Bu sırada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Real Malaga, Segalerva'ya taşınmak zorunda kaldı.1930 yılında Malagueño FC kulübünün de girmiş olduğu kriz neticesinde iki kulüpte turnuvada bir süre uzak kaldılar. 1933 yılında Malagueño FC ve Malaga Spor Kulübü birleşerek Club Deportivo Malacitano'yu kurdular.Mavi beyazlar ilk maçlarında Deportivo Alavés'i 5-1 mağlup ettiler.Bir yıl sonra CD Malactiano, sahanın küçük ve yetersiz olması nedeniyle belediye kulübe arazi verdi ve Estadio La Rosaleda'nın temeli atılmış oldu. 1934-1935 yıllarında CD Malacitano ilk defa Segunda División'a yükselme başarısı gösterdi. İspanya iç savaşı nedeniyle aksayan futbol döneminde CD Malacitano, Segunda División ve Endülüs Turnuvasında başarılı performans sergiledi. CD Malacitano 1941 yılında son kez ismini değiştirerek CD Malaga ismini aldı. Aynı yıl La Rosaleda'da ilk maçını Generalísimo Kupasında Ferroviaria de Madrid takımına karşı yaptı. İlk resmi maçına ise Sevilla karşısında çıkan CD Malaga, 8000 kişi önünde gerçekleşen maçı 3-2 kazandı. CD Malaga tarihinin en parlak senelerinde biri olan 1948 yılında bir maçta 9 gol atan Pedro Bazán Malaga tarihinin kolay kırılamayacak bir rekoruna imza attı. Toplamda 301 maçta forma giyen Pedro Bazán atmış olduğu 266 golle Malaga tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Pedro Bazán aynı zamanda CD Malaga kulübünün İspanya millî takımına kazandırdığı ilk futbolcu olarak kayıtlara geçti. CD Malaga La Liga'daki ilk yıllarında bir dönemin efsane İspanyol kalecisi olan Ricardo Zamora'nın teknik direktörlüğünde parlak bir sezon geçirdi. 1973 yılında kulüp tarihinin en büyük başarısı olarak Copa del Rey’de yarı final oynadı. 1992 yılına gelindiğinde kulüp yaşadığı mali krizi atlatamayarak kendisi Segunda División’a düşerken, yedek takımı olan Club Atlético Malagueño’da Tercero Division’a düştü. 1994 yılında Federico Beltrán'ın başkanlığında kulüp tarihinin ilk anonim ortaklığını gerçekleştirdi. 1995 yılına kadar gelişen iyileştirmeler neticesinde Mavi Beyazlılar Second Division B'ye yükseldi. İki yıl sonra Fernando Puche kulüp başkanlığına geldi ve yapılan iyileştirmeler neticesinde 1997/1998 sezonunda kulüp Fútbol Second Division'a yükseldi. 1999 yılı CD Malaga için rüyalarının gerçek olduğu bir sezondu. Nitekim Joaquín Peirós önderliğindeki CD Malaga tam 10 yıl arada sonra Primera División'a yükseldi.Aynı yıl Brezilyalı futbolcu Catanha ligi 25 golle bitirerek gol kralı oldu. Primera División'daki sezonda ise Catanha 24 gole ulaşarak kulüp tarihinin La Liga'daki en skorer ismi olmayı başardı. 2000/01 sezonunda Serafín Roldán hisselerin çoğunu satın alarak kulüp başkanlığına geldi. 2002 yazında UEFA Intertoto Kupası'na katılmaya hak kazanan CD Malaga, sırasıyla Gent (Belçika), Willem II (Hollanda) ve Villarreal CF'i eleyerek 27 Ağustos 2002 tarihinde ilk Avrupa Kupasını kazandı. Bu kulübün Avrupa'daki en büyük başarısı olarak tarihe geçti. 2002/03 sezonunda Avrupa'da büyük çıkış sergileyen takım, UEFA Kupası'nda çeyrek finale kadar yükseldi. Burada Portekiz ekibi Boavista ile eşleşen CD Malaga deplasman sahasında uzatmalara giden maçta penaltılar neticesinde elendi.Aynı sezon CD Malaga'nın yedek takımı olan Malaga B Segunda División'a yükseldi. 2003/2004 sezonunda olan bu durum CD Malaga'ya, yedek takımı ikinci ligde olan tek takım unvanını kazandırdı. 2006 yılında First Division'da üst üste yedi yılın ardından Second Division'a düştü.Kulübün yaşadığı mali kriz yaklaşık iki yıl sürdü. 2008 Haziran ayında borç yönetimi için alacaklılarıyla örnek gösterilecek bir anlaşma imzalandı. Aynı yıl Second Division'ı ikinci olarak bitiren kulüp yeniden Primier Division'a yükseldi. 2007/08 sezonunu sekizinci sırada tamamlayan CD Malaga, 16 Mayıs 2010 tarihinde Estadio La Rosaleda'da oynanan maçta Real Madrid ile berabere kalarak ligi 17. sırada bitirdi ve taraftarlarının sevinç gözyaşları arasında ligde kalmayı başardı. 25 Haziran 2010 tarihinde kulüp yaşadığı mali zorluklar neticesinde hisselerini satışa çıkardı. Katarlı iş adamı olan Şeyh Abdullah ben Nasser Al Thani, 27 Temmuz'da yapılan genel kurul ile kulübün yeni sahibi olarak ilan edildi.Bu tarihten sonra kulüp ciddi bir yenilenmeye gitti. 1 Haziran 2011 tarihinde UNESCO ile imzalanan anlaşmayla CD Malaga, UNESCO'nun barış, eşitlik ve spor elçisi kulübü oldu. Üst düzey oyuncuları takıma kazandırma ve genç yetenekleri keşfetme amacında olan Şeyh Abdullah Al Thani'nin ilk icraatlarından birisi de Malaga Futbol Akademisi'ni kurmak oldu. 2010/11 sezonunda kulübün teknik direktörlüğüne ünlü Şilili teknik direktör Manuel Pellegrini getirildi. Aynı sezon ligi 11. Sırada bitiren CD Malaga’nın ivmesinin korunabilmesi ve koyulan Avrupa’da başarı hedefleri doğrultusunda Martín Demichelis ve Júlio Baptista gibi oyuncular takıma kazandırıldı. 2011/12 sezonunu için yapılan transferler ise CD Malaga’nın popüleritesini ciddi anlamda arttırdı. Ünlü Hollandalı oyuncu Ruud van Nistelrooy’u ve Fransız orta saha oyuncusu Jérémy Toulalan’ı renklerine bağladı. Kulüp tarihinin en büyük transfer rekoruyla 21 milyon Euro karşılığında Santi Cazorla’yı Villarreal’den alarak kadrosunu güçlendirdi. Joaquín Sánchez ve geri Nacho Monreal gibi etkili oyuncuları da mavi beyazlı renklere bağlayan kulüp, 2011/12 sezonunda La Liga’yı dördüncü olarak bitirdi. 2012/2013 sezonunda büyük bir sürpriz yaparak UEFA Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale yükselme başarısı gösterdi. Bu turda Borussia Dortmund ile eşleşen CD Malaga, iki maçta da galip gelemeyerek kupaya veda etti. 2012/13 sezonunda yapılan anlaşma gereği UNESCO forma sponsoru olmuştur. Aşağıdaki kulüpler Malaga CF ile bağlıdır: Doğu Endülüs Derbisi olarak bilinen derbi, aynı bölgenin takımları olan Malaga CF ve Granada CF arasında oynanmaktadır İlk resmi maçlarını 1933-1934 sezonunda Tercera División'da yaptılar. Maç 3-1 lik Malaga galibiyetiyle sonuçlandı. Malaka Hinchas, 2001-2002 sezonunda Malaga bölgesindeki farklı taraftar gruplarının bir araya gelmesinden oluşan taraftar topluluğudur. Kendilerine denizanaları, hamsiler ve arjantinliler şeklinde lakap koyan taraftarlar, mavi-beyaz renklerde ortak bir grup oluşturdular. Genel olarak Peña Malaguista Üniversitesi öğrencileri ve Guiri Ordusu mensupları tarafından oluşan grup gittikçe artan bir şekilde kendisine taraftar çekmektedir. "28 nisan 2017 itibarıyla" "Ana madde " Guimarães Belediyede 69 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Bu bucakların 40'ı Şehir ağırlıklı alan (Portekizce: APU- Áreas Predominantemente Urbanas), 28'i de Orta derece şehir ağırlıklı alan (Portekizce: AMU - Áreas Mediamente Urbanas) olarak nitelendirilmektedir. 9 tanesi de köydür. Póvoa de Lanhoso Póvoa de Lanhoso belediyesi, Portekiz'in Norte bölgesine bağlı Ave altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 29 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. RC Lens RC Lens, 1906'da Fransa'nın kuzeyinde yer alan Lens şehrinde kurulmuş, sarı kırmızı renklere sahip bir futbol kulübüdür. Maçlarını 41.233 kişilik Bollaert-Delelis Stadyumu'nda oynayan RC Lens, tarihinde 1 kez şampiyon olmayı başarmıştır. Vieira do Minho Belediyede 21 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. İlyas Sami Muş İlyas Sami Muş, (d. 1881, Muş – ö. 1936, Ankara). Kürt asıllı Türk siyasetçi, Meclis-i Mebusan ve TBMM üyesi. Genç yaşta İttihat ve Terakki Fırkası'na girdi. 1908'den itibaren I.,II.ve III.Dönem Muş mebusu olarak Meclis-i Mebusan'da bulundu. 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından tutuklanarak Malta'ya sürgüne gönderildi. Ertesi yıl serbest kalarak Ankara'ya döndü. 1920 yılına ilk Meclis'e Muş milletvekili olarak katılmıştır. Daha sonra II.Dönem Muş, III.Dönem Bitlis ve V.Dönem Artvin milletvekilliği yapmıştır. Vila Nova de Famalicão Belediyede 49 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Marius Bakken Marius Bakken (d. 27 Mart 1978, Sandefjord, Norveç) Norveçli bir orta mesafe koşucusudur. Eskiden 800 ila 10000 metre arasında koşarken şimdi 5000 metreye odaklanmış durumda. 1999, 2001 ve 2005 Dünya Şampiyonlarında hem de 2000 ve 2004'te gerçekleşen iki olimpiyatta yarışmıştır. Bakken herhangi bir uluslararası unvan almamış olmasına rağmen Norveç'in 3000 ve 5000 metre rekorlarını elinde bulunduruyor. Laguna Verde Laguna Verde, Bolivya'da, Altiplano Platosu'nun güneybatısında bir göldür. Licancabur'un eteğinde bulunur. Göl, yüksek oranda bakır çökeltisi içermesi sebebiyle yeşil renktedi
r. Sadece 5,2 km² alana sahip Laguna Verde, deniz seviyesinden 4300 m yüksekte olup, sıcak su kaynakları ile ünlüdür. Cemil Uybadın Mehmet Cemil Uybadın (1880, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu - 5 Temmuz 1957, İstanbul, Türkiye), Türk asker ve siyasetçi. 1905 yılında Erkân-ı Harbiye'yi bitirerek kurmay yüzbaşı oldu. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı'na katıldı. Kurtuluş Savaşı'nda çeşitli görevler ifâ etti. Yarbay rütbesindeyken emekliye ayrıldı. II., III., IV., V., VI., VII. ve VIII. Dönem Tekirdağ milletvekili olarak TBMM'de bulundu. CHP genel sekreterliği (1924-1925) ve İçişleri Bakanlığı (1925-1927) yaptı. Vizela Belediyede 7 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Olga Kuzenkova Olga Kuzenkova (Rusça:Ольга Кузенкова, d. 4 Ekim 1970) Rus atlet. Bayanlar çekiç atmada 70 metreyi geçen ilk atlettir. Çekiç atmada Atina 2004 Yaz Olimpiyatları'nda altın madalyanın sahibi oldu. Antrenörü Aleksandr Seleznyov'du. The Rasmus The Rasmus, Finlandiya çıkışlı bir Alternatif rock/gothic rock grubu. Grup elemanlarının lise yıllarında kurdukları ve geliştirdikleri grubu bugüne kadar taşıdılar. Finlandiya'nın en iyi gruplarından birisi olarak kabul edilen The Rasmus bu zamana kadar 6 stüdyo albümüne ve 21 farklı singlea imza attılar. Grup geçen sene yeni albümleri Black Roses için stüdyoya girmişti. 2008, Eylül sonu olarak çıkacağı duyurulan Black Roses Rasmus'un Hide From the Sun albümündeki alternatif havadan ayrılıp Depeche Mode ağırlıklı goth havaya daha çok yaklaştıklarını gösteriyor ve albümden çıkan ilk iki single Livin' In a world Without You, Justify bunu destekliyor. Dünya çapında 3.5 milyondan fazla albüm satarak adını 2003 yılında çıkardıkları, ticari olarak en başarılı albümleri Dead Letters'la duyuran grup, In the Shadows isimli, bilinen en başarılı single'larıyla 2003 yılına damgalarını vurmuşlardı. Kerrang isimli haftalık müzik dergisi bu 4 genç hakkında ve onların başarılarıyla ilgili durumu "Geçen yıl Helsinki'li bu genç adamlar için olağanüstüydü, her biri daha 24 yaşında olan, birlikte grup olarak 11 yıl çaldıktan sonra sonunda Avrupa'yı 5.stüdyo albümleriyle fethettiler. Albümün milyon üzeri kopyaları dünya çapında satıldı, 8 altın 5 tane de platin ödül aldı ve top10 listelerinde de 11 ülke arasından kendi imzalarını taşıyan in the shadows 1 numara oldu ve Mtv Avrupa da en çok gösterilen video oldu. Yalnız Büyük Britanya'da başlangıç single'ları In the Shadows, single tabloları arasına 3.sırada girmeyi başardı ve ilk 10 listesinde 7 hafta kalmayı başardı. 180,000 kopyadan fazla satmayı başardı ve 2004'te En Çok Satan Top20 Single listesinde yer edinenlerden biriydi. Videosu UKTV'nin Air Chart'ında 1 numaraya ulaştı. Dead Letters albümü (bu da nisanda) satışlar Platinyum; 300,000 kopyadan fazla sattı ve yılın En Çok satan Albümleri Top50 sıralamasında yer edindi. Ayrıca iki Büyük Britanya turları (biri nisan diğeri ekim)artı Haziran'da, Londra/Astoria'da birbirini izleyen iki gece için ve Uluslararası en iyi çıkış yapan ve en iyi single için iki Kerrang ödülü aldılar. The Rasmus sonunda başardı..." kelimeleriyle özetliyor. "Müzikte daha fazla mukabelem var bu sefer." açıklıyor grubun vokalist ve söz-yazarı Lauri. "Kesilmiş sözler yerine güzel melodiler var ya da şiddetli sözler yerine yumuşak, kalbe dokunabilen sözler var ve ağır rifllere sahip gitarlar var. Yeni albümdeki aranjmalarla gurur duyuyoruz." "Garip gelebilir, biz istediğimiz şeyde kendimize daha çok güveniyorduk, bu sefer her zamankinden çok." diyor grubun gitaristi Pauli. Ve Lauri şu noktaya katılıyor: "iş şarkıları yazmaya gelince her şey kolay göründü-bunun sadece geçen seneyle alakası yok, bu bizim ilerlememizden beri ve 11 yıldır beraber olmamızdan beri ve bu epey bir zaman yani. Biz birbirimizi çok iyi tanıyoruz ve hiçbir söze ihtiyaç duymuyoruz. Kimya denen şey; sizin, diğerlerinin ne çalacağını ve eğer şarkı için fikrin olduğunda, diğerlerinin ne yapacağını göz önüne getirebilmektir. Dünya çapında çalmak bize enerji veriyor ve sanki bize beğenilerimizi beslediğimizi hissettiriyor-özellikle Japonya'da çaldığımız son şovumuzda. Ondan sonra doğruca stüdyoya gittik." Hide From The Sun Stokholm'deki Nord/Hansen Stüdyosu'nda, prodüktörler Martin Hansen ve Mikael Nord Andersson'la beraber kaydedilmiştir. Bu ikili grubun son iki kayıtları İnto ve Dead Letters'da da sorumludurlar. "Biz onların sayesinde harika biçimde ilerledik" diyor Lauri. "Aramızdaki iletişim yeni seviyelere ulaştı-ve daha kolay. Albümü Finlandiya yerine İsveç te kaydetmemiz daha iyi oldu, yoksa günler boyu albümü kaydettikten sonra eve gider, ayrılırdık. Biz grup üzerine daha çok odaklandık ve birçok güzel fikirler, stüdyoda geçirdiğimiz gün içinde ortaya çıktı. Biz grup olarak her şeye göğüs gerdik; biz Stokholm'deyken aynı apartmanda oturuyorduk ve akşamları grup olarak dışarı çıkıp bir şeyler yapabilirdik ve bu harikaydı-Bu grubu daha güçlü yaptı." Bu kararlılık Hide From The Sun'a aksetti. Müziklerinin ilerlediğini görmek ve ışıkla oynamak ve saklılığın karanlık söz temaları ve kaçış onların heyecanlarına 12 aydır baskı yapıyor. The Rasmus'un kendilerine güvenleri artıyor. Lauri'nin açıklamasıyla "geçen sene çok çılgın bir seneydi ve beni birçok şey konusunda haberdar etti. Bu zamana kadar albümdeki birkaç anahtar kelimeler kaçış ve saklanış oldu. Bu biraz negatif duruyor fakat biraz sanki kendi hislerinizi araştırmaya benziyor. In the Shadows çıktıktan sonra hayatımda çok şey oldu, çok güzel şeyler. Ve aynı zamanda çok zırvalıklar ve çok kötü şeylere de tanık oldum. Anıtsal tecrübelerimizin birtanesi de Meksika yakınında, Teotihuacan'da piramitlerin önünde durduğumuzda onların Hint Kabilelerine kayıt olduk! Bu insanlar dünyanın çok altındalar" diyor genç müzisyen. Dead Promises, Fin çellolu metalciler Apocaylptica'nın yaylı aranjmanlarıyla beraber. Apocalyptica daha sonra The Rasmus'la bağlantılı olarak Bittersweet'i ortaya çıkardılar buna Lauri ve HIM'in Ville Valo'sunun düeti de dahil. Lauri aynı zamanda grubun kendi isimlerinde olan albümlerindeki Life Burns şarkısına kendi sesini ekledi. "Onların kalkıp da bizim albümde çalmaları ticari açıdan iyi oldu "gülüyor Lauri.." Dead Prpomises'in kısa temasını uzun süre önce yaptım ve çelloların buna uygun olacağını düşündüm,ve harika denk geldi. Aranjmanlara sıra geldiğinde prodüktörlerden daha çok fikirlerimiz vardı. Benim fikirlerim vardı piyanoyla başlamak gibi. Bu ayı turdayken şarkının temelini hazırlamakla zaman geçirirken çaldığım piyano. Bu yüzden önemli olan ortalıkta yazarken o kadar şeyi kaydedip hatırlamak çünkü bunlar bir albümü tamamlar. 11 yıl önce,ilerlemek için ve daha 16 yaşlarında Warner Müzik finlandiya'yla mukavele imzalamaları grubun okulu terketmesine neden oldu. "Bizim kendimize güvenden daha üstün bir şey duyduğumuzu söyleyebilirsiniz" diyor Pauli. "Biz her zaman kendimize çok güveniyorduk ve başkada bi seçenek yoktu. Biz hiçbir zaman kaybedeceğimizi düşünmedik. Ama bunu yapmak zorundayız şeklinde düşündük. Başka şey düşünmedik yani". Onlar ilk çıkışlarını Peep'le yaptılar ki bu hızla Altın dereceye ulaştı bu. Bunu takiben ikinci albümleri Playboys'u çıkarttılar ki buda altın dereceye ulaştı ve onlara ilk EMMA (Fin Grammy ödülü) larını kazandırdı ve kendilerini Red Hot Chili Peppers, Rancid ve Garbage gibi gruplarla aynı sahneyi paylaşırken gördüler. Üçüncü albümleri Hell of a Tester 1999 da çıktı ki bu yılda Aki de gruba dahil oldu. "Sadece hissettiğim tek şey. Evet! sonunda! bu zamanla oldu." diyor Lauri lintu(fincede kuş anlamına gelen)lakabıyla da anılan insan. "Biliyordum sanki bir gün bunun olacağını ve kemiklerime kadar hissediyordum ama hala öğrenilecek çok şey var. Düşünüyorum da eğer bu başarıyı 5 yıl önce yakalamış olsaydık biz bitmiştik. Bu çok çılgınca, kafanı karıştırıp seni kışkırtan çok şey var. Grupla birlikte büyümek iyi oldu ve büyüme esnasında yavaş yavaş birçok şeyi görmek bizim için çok önemli." Kurt Angle Kurt Steven Angle (d. 9 Aralık 1968) ABD'li profesyonel güreşçi ve aktör. Güreş kariyerine ECW'da sunucu olarak başlayan Angle kısa bir sürede WWE'ye geçmiştir. 2006 yılında ise kontratı bittiğinden WWE'den ayrılmıştır. WWE Hall Of Fame 2017'ye girmiştir. 3 Nisan 2017 Raw şovunda Vince McMahon Raw Genel Menajeri olduğunu duyurdu. Ayrıca Kurt Angle olimpiyat oyunu kazanan bir profesyonel güreşçidir. Kurt Angle, Survivor Series 1999'da debut oldu. İlk maçını Shawn Staisak ile yaptı, kazandı. Birkaç güreşçiyle güreşti. Fakat sonra, kendini aşırı derecede överek kötü adam oldu. Royal Rumble 2000'de Tazz'den Tazzmission hareketiyle bayıldı. Daha sonra, No Way Out 2000'de hem Kıtalararası, hem de Avrupa kemerlerini kazanarak "Eurocontinental Title"'ı buldu. WrestleMania 2000'de Chris Jericho ve Chris Benoit ile karşılaştı. Kıtalararası kemerini Benoit'e, Avrupa kemerini ise Jericho'ya kaybetti. Tekrar almak için uğraştı ama alamadı. Angle, 2000 baharında Edge ve Christian ile takım oluşturarak ECK takımını oluşturdu. Daha sonra da Rhyno da gruba dahil oldu. Kurt Angle, King of the Ring 2000'i kazandı. Kazandıktan sonra Undertaker'ın motorunu parçaladı. Tabii o da sinirlenince ona bir scooter hediye etti. Angle ve Taker, Fully Loaded 2000'de karşılaştı ve kaybetti. Triple H, Stephanie'yi Trish Stratus ile aldatınca (hikayede), Stephanie de Kurt Angle ile birlikte oldu. Pişman olan Triple H, onu Angle'ın ellerinden almaya gitti, ama iş işten geçmişti. İkisi WWE Şampiyonluğuna, SummerSlam 2000'de maça çıkacaklarına söz verdiler. Ama o zamanların WWE şampiyonu The Rock olduğu için maç üç adamlı oldu. Triple H ve Angle, The Rock'a yenildiler. Kurt Angle, Stephanie'ye kötü örnek olarak kendisini nefret ettirmeyi başardı. Bu sürede Triple H iyi adam oldu. Bir maçta Triple H ve The Rock, Kurt Angle ile Chris Benoit'i yendiler. Ayrıca Chris Benoit, Stephanie'yi tokatlamıştı, Angle'da ona bunu yapmamasını söylemişti, ama fayda etmedi. No Mercy 2000'de Rikishi'nin yardımıyla WWE kemerini The Rock'un elinden aldı. A
rmageddon 2000'de 6 adamlı kafes maçı yapıldı. Angle maçı The Rock'u tuş ederek kazandı. Kemeri tam 126 gün sonra The Rock'a No Way Out 2001'de kaybetti. Kaybettikten sonraki bir maçta The Rock ile rövanş maçı yaptı ama maçın ortasında Chris Benoit, Angle'ın olimpiyat kemerlerini çaldı. Bu sırada Chris Benoit ile kariyerinin en büyük feudunu başlattı. WrestleMania X-Seven'da Chris Benoit ile maç yaptı, maçın bir noktasında Benoit'e Crippler Crossface yaptı, maçı kazandı. Backlash 2001'de rövanşı yapıldı ve yine Angle kazandı. Haziran 2001'de, bir Raw programında Chris Benoit ile kafes maçına çıktı. Benoit'den hayatı boyunca unutamayacağı bir Diving Headbutt yemişti. WCW, WWE'yi istila etmeyi başarınca Angle tekrar iyi adam oldu. Invasion 2001'de Angle, tüm WCW üyelerine Angle Slam ile saldırdı, daha sonra Booker T'ye Ankle Lock yaptı, maçın sonuna doğru Stone Cold Steve Austin tarafından saldırıya uğradı. Olaylar gelişti ve SummerSlam 2001'de Stone Cold ile maça çıktı. Maç sonuçsuz bitti ve Stone Cold kemerini korumuştu. Svetlana Lapina Svetlana Lapina (d. 12 Nisan 1978) Rus yüksek atlamacı. En iyi derecesi olan 1.99 metreyi Sevilla, İspanya'da düzenlenen 1999 Dünya Şampiyonası'nda gerçekleştirdi. Gaz yağı Gaz yağı ya da taş yağı (İngilizce: "lamp oil", "kerosene", veya "paraffin"), rafinerilerde benzinden sonra elde edilen tekinik ve endüstriyel adıyla kerosen denilen bir sıvı yakıttır. Önceleri sadece gaz lambalarında aydınlatma amacıyla kullanılırken, sonradan bazı maddeler eklenerek ısıtma, soğutma, traktör yakıtı ve jet yakıtı olarak kullanılmaya da başlanmıştır. Gaz yağı direk yanmadığından kumaşa (bez, çaput, vs.) döküp yakılabilir. Gaz yağı zift lekelerini çözer, sentetik boya, ve asfalt gibi maddeleri de inceltebilir. Yanıcı madde özelliği olup, tehlikeli bir maddedir. Normalde şeffaf renklidir, bilinmesi için renklendirilmiș de olur. Alkali Alkaliler, suda çözünen bazlardır. Bir alkali çözeltisi, gösterge ilave edilerek tespit edilebilir. Örneğin bir sodyum hidroksit çözeltisi, turnusolü kırmızıdan mora çevirir. Alkalik çözeltileri, hidroksit iyonları içerir. Asid ve alkali çözeltileri karıştığında, alkalideki hidroksit iyonları asitteki hidrojen iyonlarıyla tepkir ve suyu meydana getirir. Tuz tepkimenin diğer bir ürünüdür. Türkçeye Fransızcadan geçen sözcüğün kökeni Arapça "al-qaliy" (kül) sözcüğüdür. Buradan Latinceye ve Batılı dillere geçmiştir. Vücudumuz, asidik ve antitoksan maddelerin bir bölümünü, idrar ve terleme yoluyla atar fakat tamamından kurtulamaz. Bünyede kalan yabancı asidik atıklar, zaman geçtikçe vücudumuzun bazı bölgelerinde birikmeye başlar. Dikkat vücudumuzda kalan bu atıklar Kolesterol, yağ asitleri, ürik asit, böbrek taşları, üre, sülfat ve fosfatlar oluşmasının temel nedenidir. Hem hızlı yaşlanmaya hem de yaşlılığa bağlı pek çok dejenerif hastalığın başlamasının genel nedeni bu atıklardır.. Alkalik göller (bir tür tuz gölleri) suyun aşırı buharlaşması ile alkalik tuzlar o bölgede yoğunlaşıp alkalik gölleri oluşturmuşlardır. Dünya yüzeyinde alkalik göller geniş yer tutar. Bilinen bazı alkalik göller: Yediğimiz yiyeceklerde en çok alkali oluşturanlar (pH derecesi 7'den yüksek olanlar) şunlardır: Günlük hayatta insanın duygu durumu ve yaptığı etkinliklerde alkali oranını yükseltenleri aşağıdakilerdir: Alkali sözcüğü Arapçadaki al qaly(kireçlenmiş kül)sözcüğünden türemiştir.Hayvansal yağlardan yapılan sabun anlamında kullanılmaktadır. Silikat Silikat, mineral grupları arasında en geniş gruptur. Her bir silikat minerali, yer kabuğunda en çok bulunan oksijen ve silisyum elementlerini içerir. Bunların çoğu bir veya birden fazla diğer elementleri içinde barındırır. Bu elementler birlikte sert kuvars, yumuşak talk, tabakamsı mika, lifsi asbest, yeşil olivin ve kan kırmızısı granat gibi farklı özelliklerde olan ve çok geniş bir spektrum içeren yüzlerce silikat mineralini meydana getirir. Tüm silikat mineralleri, silisyum-oksijen tetrahedrosu (SiO) adı verilen aynı temel yapı taşlarına sahiptir. Bu yapı, her biri 2 değerlikli ve kovalet bağa sahip 4 oksijen iyonu ve nispeten daha küçük 4 değerli silisyum iyonundan oluşan piramit şekilli ve dört özdeş yüzeye sahip tetrahedron (dört yüzlü) yapıdır. Bu tetrahedralar, SiOkompleks iyonlardan ziyade 4 değerli yüke sahip olup kimyasal bir bileşik değildir. Bu kompleks iyonlar diğer metal iyonlarla pozitif olarak yüklü diğer metal iyonlara bağlıdır. Bunlar, elektriksel olarak dengede olmak için pozitif olarak yüklenmiş diğer metal iyonlarına bağlıdır. Belirli bir biçimde, her bir Oiyonu, tetrahedrin merkezinde bulunan Siiyonlarıyla bağlı kendi valans elektronlarına sahiptir. her bir oksijende kalan 1yüklü, komsu bir tetrahedrondaki bir diğer pozitif iyon veya silisyumla bağlanmaya elverişlidir. Feldspatlar açık ara en bol bulunan silikat grubu olup yer kabuğunun %50 sinden fazlasını oluşturur. Kuvars, kıtasal kabuktaki en bol ikinci mineral olup sadece silisyum ve oksijenden oluşan yaygın bir mineraldir. Çoğu silikat minerali, erimiş kayaç soğuduğunda ve kristalleştiğinde oluşur. Soğuma, düşük sıcaklık ve basınç özellikleri gösteren yeryüzü veya yeryüzüne yakın kesimlerde veyahut da yüksek sıcaklık ve basınç gösteren oldukça derinlerde oluşa bilir. Kristalleşme sırasındaki ortam ve erimiş kayaçların kimyasal bileşimi büyük oranda mineralleri oluşturur. Örneğin, bir silikat minerali olan olivin, yüksek sıcaklıklarda kristalleşirken kuvars nispeten daha düşük sıcaklıklarda kristalleşir. Ferromagnezyum olmayan ve doğada olanlara göre daha az bulunan silikatlar, genellikle açık renkli ve yaklaşık olarak 2.7 değerinde özgül ağırlığa sahip olan minerallerdir. Bu farklılıklar çoğunlukla demir ve magnezyum bulunup bulunmamasından kaynaklanır. En yaygın mineral grubu olan feldspat grubu geniş bir sıcaklık ve basınç aralığındaki koşullara bağlı olarak oluşabilir. Kuvars tamamen silisyum ve oksijenden oluşan bir mineraldir. Muskuvit, mika grubuna ait bir mineraldir. Kil, mikalar gibi bir tabaka yapısına sahip, karmaşık mineral grubunu tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Koyu renkli veya ferromagnezyum içeren silikatlar, yapılarında demir (ferro) veya magnezyum mineralleri içerirler çünkü demir içeriği ferromagnezyen olmayan minerallerden farklı olarak bu tipteki silikatlara özel bir özgül ağırlık değeri ve koyu bir renk verir. Olivin siyahtan yeşile kadar değişe bilen renklerde ve yüksek sıcaklık silikat mineral grubuna ait bir mineraldir. Piroksenler, koyu renkli magmatik kayaçlarda önemli bileşenlerden birisi olan karmaşık bir mineral grubudur. Honblend, amfiboller olarak adlanan kimyasal açıdan da karmaşık bir mineral grubunun en yaygın üyesini oluşturur. Biyotit, koyu ve demirce zengin mika grubuna ait bir mineraldir. Granat, yapısal olarak olivine benzer bir görünümde olup metalik iyonlar tarafından bağlanan tek tetrahedronlardan oluşur. Sorosilikatlar ("yunan."; "soros, urn") bir oksijen paylaşan iki tetrahedrondan oluşmuş birimler içerir. Bağlı iki tetrahedrondan oluştuğu için çoğunlula “ikili ada(double island)” olarak anılır. Bu yapının en temel birimi (Si2O7-6 ). Hemimorphite [- Zn4Si2O7(OH).H2O], Sorosilikatlar için verilebilecek iyi bir örnektir. Bunun yanı sıra EpidoteGrubu Ca2(Al,Fe+3)Al2O(SiO4)(Si2O7)(OH) Sorosilikatlar arasında önemli bir gruptur. Epidote Grubu mineralleri genellikle SiO4 ve Si2O7 köklerini birlikte bulundurur.Lawsonite,pumellyite ve melinitbu grup içerisindedir. Nezosilikatlar (yunan.; nesos, island) tekil tetrahedraların bulunduğu bağımsız birimlerdir. Silis tetrahedra yapının kökünü oluşturur. Kökler küçük ve katyonlar tarafından çevrelenmiş olduklarından, nezosilikatlar ve sorosilikatlar bütün yönlerden oldukça tek tip bir yapı gösterirler. Birçoğu yapraksız ya da zayıf yapraklıdır, iyi kırınıma sahip olanlarıysa yalnızca tek yönden kırınım gösterir. Kristalleri çoğunlukla eş boyuta sahiptir ya da fazlaca uzamamıştır. Hekzagonal simetri belirgindir ve genelde tetragonal mineraller olan zircon ve vesuvianit nezosilikarlardandır. Bir başka önemli mineral olan melilite ise bir sorosilikattır. Derya Büyükuncu Derya Büyükuncu (d. 2 Temmuz 1976), sırtüstü ve kelebek kategorilerinde yüzmüş olan Türk yüzücü. Toplam altı kez (1992, 1996, 2000, 2004, 2008, 2012) olimpiyatlarda yarışan ilk yüzücü olma unvanını Lars Frölander ile birlikte paylaşmaktadır. Derya Büyükuncu, Türk spor tarihinde 27 yıl millî takıma hizmet eden tek Türk sporcusudur. 1985-2012 yılları arasında yaklaşık 500 kez yüzme rekoru kırmış olup 500 kez millî takımda yer aldı. Antrenörü Zehra Büyükuncu'dur. Millî rekortmen yüzücü ilk millî yarışını 9 yaşında yüzdü. Bulgaristan’da düzenlenen 1985 Balkan Yaş Grupları Yüzme Şampiyonası’nda 12 yaş grubunda yarışarak 9 yaşında bronz madalyanın sahibi oldu. İzmir’de düzenlenen 1987 Balkan Yaş Grupları Yüzme Şampiyonası’nda beş altın madalyanın sahibi oldu. Bulgaristan’da düzenlenen 1988 Balkan Yaş Grupları Yüzme Şampiyonası’nda 12 yaş grubunun Balkan rekorunun sahibi olurken beş altın madalyanın sahibi oldu. Yunanistan’da düzenlenen 1989 Balkan Yaş Grupları Yüzme Şampiyonası’nda beş altın madalyanın sahibi oldu. 1989 yılında 100 metre sırtüstünde 1 dakikanın altında yüzen ilk ve tek Türk yüzücüsü oldu. Romanya’da düzenlenen 1990 Balkan Gençler Yüzme Şampiyonası’nda üç altın madalyanın sahibi oldu. 100 m sırtüstünde Balkan Gençler rekorunu ve 3 yeni Türkiye rekorunu kırdı. Balkan Gençler Yüzme Şampiyona'sında rekor kıran ve üç altın madalya birden kazanan ilk Türk yüzücü unvanını kazandı. Belçika’da düzenlenen 1991 Avrupa Gençlik Olimpiyatları’nda 2 altın madalyanın sahibi oldu. Derya Büyükuncu 1991 yılında Türkiye’de “Yılın Sporcusu” unvanını elde etti. İngiltere'de düzenlenen 1992 Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonası’nda altın madalya kazanıp 100 metre sırtüstünde Avrupa rekoru kırdı. Avrupa Gençler Şampiyonası’nda altın madalya kazanan ve Avrupa rekoru kıran ilk ve tek Türk yüzücü oldu. Fransa’da düzenlenen 1993 Akdeniz Oyunları’nda 200 metre sırtüst
ünde Akdeniz Oyunları rekoru kırarak altın madalyanın sahibi oldu. Amerika’da düzenlenen 1993 Amerika Yüzme Şampiyonası’nda 100 metre sırtüstünde zamanın Dünya rekortmeni ve şampiyonu olan Jeff Rouse’u geçerek U.S.Open rekorunu kırıp altın madalyanın sahibi oldu. Derya Büyükuncu aynı şampiyonada 200 metre sırtüstünde de altın madalyanın sahibi oldu. Amerika’da düzenlenen 1994 Amerika Liselerarasi Yüzme Şampiyona’sında 100 metre sırtüstü ve 100 metre serbestte hem Liselerarası Yüzme Şampiyona rekoru hem de Amerika Liselerarası rekorunu kırarak altın madalyanın sahibi oldu. (2012 itibarıyla halen 100 metre sırtüstü rekoru Derya Büyükuncu'ya ait olup rekoru kırılamamıştır.) 1994 yılında Amerika’da “Yılın Yüzücüsü” unvanını elde etti. Amerika’da dünyaca ünlü “Swimming World” dergisine kapak olan ilk ve tek Türk sporcu ve yüzücü oldu. 1994, 1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında 100 metre sırtüstü, 200 metre sırtüstü ve 100 metre kelebek stillerinde University of Michigan okul rekorlarını kırarak birçok altın madalyanın sahibi oldu. 1994, 1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında Big Ten Conference rekorlarının sahibi oldu. 1996 ve 1998 yıllarında Big Ten Conference’ta “En Başarılı Yüzücü” unvanını elde etti. Romanya'da düzenlenen 1996 Balkan Büyükler Yüzme Şampiyonası’nda beş altın madalyanın sahibi oldu. İtalya’da düzenlenen 1997 Akdeniz Oyunları’nda bronz madalyanın sahibi oldu. Kanada’da düzenlenen 1998 Dünya Kupası’nda altın madalyanın sahibi oldu. Dünya Kupası’nda madalya kazanan ilk ve tek Türk yüzücü oldu. Portekiz’de 1999 Avrupa Büyükler Yüzme Şampiyonası’nda 200 metre sırtüstünde gümüş madalyanın sahibi oldu. Portekiz'in başkenti Lizbon'da düzenlenen 1999 Avrupa Büyükler Şampiyonası’nda 100 metre sırtüstünde gümüş madalyanın sahibi oldu. 1999 Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası finalinde 52.88'lik dereceyle yüzdü ve 53 saniyenin altında yüzen ilk Türk yüzücü oldu. 2008 yılının Haziran ayında ise 200 metre sırtüstü yarışlarında 1.58.82 yüzerek Türkiye'de bu mesafeyi 2 dakikanın altında yüzen ilk sporcu oldu. Atina’da düzenlenen 2000 Dünya Büyükler Yüzme Şampiyonası’nda 100 metre sırtüstünde bronz madalyanın sahibi oldu. 2000 FINA Dünya Kısa Kulvar Şampiyonası'nın 100 m sırt üstü kategorisinde ABD'li Neil Walker ve Kübalı Rodolfo Falcon'un ardından bronz madalyanın sahibi oldu. Helsinki’de düzenlenen 2000 Avrupa Büyükler Şampiyonası’nda 100 metre sırtüstünde bronz madalyanın sahibi oldu. İtalya’da düzenlenen 2006 Dünya Kupası’nda 100 metre sırtüstünde ve 200 metre sırtüstünde iki altın madalyanın sahibi oldu. İtalya’da düzenlenen 2008 Dünya Kupası’nda 100 metre sırtüstünde altın madalya kazandı. 2008 yılında Olimpiyat A Barajını geçen ilk ve tek Türk yüzücü unvanını elde etti ve Pekin Yaz Olimpiyatları'na katıldı. İstanbul'daki Abdi İpekçi Spor Salonu'nda yapılan 2009 Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'nda, 200 m sırtüstünde 1.51.08 ile Türkiye rekoru kırarak finale çıkan Büyükuncu, finalde 1.51.54'lük derecesiyle Avrupa beşincisi oldu. 2010 yılında yapılan Yok Böyle Dans televizyon programına katılmak için Dubai kentinde yapılan 10. Dünya Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'nda 50 ve 100 metrede yarışmadığı iddiasıyla Türkiye Yüzme Federasyonu tarafından sözleşmesi feshedildi ve ardından "görevini ihmal ettiği" ve "basın yoluyla federasyonun kurumsal niteliğine hakaret" ettiği gerekçesiyle disiplin kuruluna sevk edildi. Derya Büyükuncu iddialara, Dünya ve Avrupa Şampiyonaları arasındaki zamanın kısa olduğu, iyi sporcuların bu kadar yakın yarışlara katılmadığı ve kendisinin Avrupa Şampiyonasını hedef alarak beşinci olduğu sözleriyle yanıt verdi. Sporcu, Yüzme Federasyonu Disiplin Kurulu tarafından yapılan soruşturmada suçsuz bulundu.. 2012 yılında, altıncı olimpiyatı olan 2012 Yaz Olimpiyatları'na katılarak Olimpiyat Oyunları'na en çok giden yüzücü olarak rekor kırdı. 2010 yılında yapılan Yok Böyle Dans yarışmasında dördüncü olmuştur. Yarışma, işitme engelliler yararına yapılmıştır. 2011 yılında yapılan Survivor Ünlüler - Gönüllüler yarışmasında birinci olmuştur. İngiliz Kemal Ahmet Esat Tomruk (d. 1887, İstanbul - ö. 14 Şubat 1966), "İngiliz Kemal" lakabıyla anılan Türk ajan. Sarışın ve mavi gözlüydü. Galatasaray Lisesi'nde ve İngiltere'de okudu. Boks şampiyonuydu. Ortalama İngiliz'den daha iyi İngilizce konuşuyordu. Babası öldüğünde, "'Ahmet Esat Tomruk" beş yaşındaydı. O ve annesi, dayısı Sezai Bey'in himayesine girdi. Ahmet Esat, ilköğrenimini Emirgan'da tamamladıktan sonra dayısı tarafından 679 numara ile Galatasaray Lisesi'ne kaydedildi. Parlak bir öğrenciydi. Fransızcasını geliştirmiş; yurt dışından edindiği arkadaşları ile mektuplaşmaya başlamıştı. Yurt dışından sık sık mektupların gelmesi iktidarın dikkatini çekmiş ve hafiyeler tarafından takibe alınmıştır. Hatta bir ara hafiyelerce tutuklanıp Yıldız Sarayı'na götürülmüş; sonra serbest bırakılmıştı. Bunun üzerine Ahmet Esat 1908'de İngiltere'ye hareket etmişti. İngiltere'de Navy College'e kayıt yaptırmıştı. Galatasaray Lisesi'nde boksa ilgi duyan genç Türk, Navy College'de artık profesyonel olarak boks yapmaya başlamıştı. Çok da başarılı olmuştu. Ahmet Esat, 1914'te Navy College'dan mezun olmuştu. Mezuniyetten sonra İngiltere'de bir müddet kalmış; bu arada Fransa başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini de gezmişti. İngilizce bilgisini çok geliştirmişti. Değişik şiveleri rahatlıkla konuşabilmekteydi. Yalnız dilinden değil hal ve tavrından da onu bir Avrupalı'dan ayırmak mümkün değildi. 1914'te İstanbul'a dönmüş ve Teşkilat-ı Mahsusa'ya üye olmuş ve ünlü ittihatçılardan Kara Kemal ile Dramalı Rıza Bey'lerden çetecilik dersleri almıştı. Bir ara Kut'ül Ammare'de esir edilen İngiliz Generali Townshend'in yanına hapsedilerek ondan gerekli bilgileri almakla görevlendirilmişti. 1918'de İstanbul işgal edilmiş, İngilizler'in şehirdeki baskıları giderek artmıştı. Bu sırada İngiliz boksörlerle de ringlerde mücadele edip başarılar kazanan Ahmet Esat Tomruk; sporcu İngiliz askerlerinin de ilgisini çekmişti. Ahmet Esat, tutuklu İttihatçılar'ı kurtarmak için çabalamış, ancak bu yüzden İngiliz istihbaratı tarafından tutuklanarak Beyoğlu'ndaki İngiliz hapishanesine atılmıştı. Pek çok işkenceye maruz kalan Ahmet Esat Bey; bir ara firar teşebbüsünde bulunmuş; yabancı bir gemiyle yurt dışına kaçarken Çanakkale Boğazı'nda yakalanmış ve tekrar İstanbul'da hapse atılmıştı. Bir süre sonra Çanakkale'deki sahra hapishanesine gönderilmişti. Orada Hint Müslüman askerlerle yakın ilişkiye girmiş; onların sempatisini kazanmış; bir müddet sonra da buradan kaçmayı başarmıştı. Ahmet Esat Bey, İngiliz Sahra Hapishanesi'nden kaçtıktan sonra Biga'da Kuva-yi Milliyeciler'e sığınmıştı. Bu arada ona "İngiliz Kemal" adı takılmıştı. Yunan ileri harekatı başlayınca Ankara'ya giden İngiliz Kemal, Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey ve Fevzi Paşa tarafından da kabul edilmiş ve İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Rumca bildiği için Genelkurmay İstihbarat Şubesi'nde görevlendirilmişti. Albay İsmet Bey'in huzuruna çıkarılan Ahmet Esat burada tabanca, bayrak ve Kur'an üzerine elini koyarak, sadakat yemini etmişti. Görevi Yunan ordusu karargahına girip gerekli bilgileri toplamaktı. Antalya'dan Rodos'a geçti. Burada kendini Amerikalı gazeteci olarak tanıttı. Kumardan hileyle kazandığı 45 bin frank ile kendi deyimiyle İzmir'deki vatan görevine başlar. Ahmet Esat Bey'in İzmir'deki hayatı bonkör bir Amerikalı gibi geçmiş; kısa sürede gece hayatının aranan siması olan Ahmet Esat Bey, üst düzey Yunan subaylarıyla da samimiyetini arttırmış; hatta onların en gizli toplantılarına dahi katılmış, aldığı bilgileri İzmir'deki kendisi gibi görevli bulunan Uşaklı Alaattin Tiritoğlu vasıtasıyla Antalya mutasarrıfı Aşir Bey'e aktarmıştı. Ancak bir süre sonra ihbar sonucu yakalanmıştı. Fakat o bu tutukluluk dönemi sırasında hiçbir şekilde Türkçe konuşmayarak kimliğinin meçhul kalmasını sağlamıştı. Hatta Yunan hakimler bile onun Amerikalı olduğuna kanaat getirmişlerdi. Bilahare Yunanistan'a nakledilmişti. Ama o Atina'daki hapishaneden de kaçmayı başarmış ve el becerileri konusunda mahir biri olduğundan caddede avare avare dolaşan birisinden çaldığı parayla bir Fransız şilebine kaçak olarak binip İzmir'e gelmişti. Anadolu'ya geri döndüğünde ona yeni bir görev verilir ve Batı Trakyaya gönderilir. Burada o esnada Yunan Ordusu'nun hizmetindeki Ermeni General Antranik'in karargahına sızmayı başarır ve çok değerli bilgileri Ankara'ya ulaştırır. Ahmet Esat Bey, 1924 yılında Genelkurmaydaki istihbarat görevinden ayrılmış, Millî Mücadele dönemini içeren anılarını yazıp yayınlamıştı. "Tomruk" soyadını alacak olan Ahmet Esat Bey, İstanbul'a yerleşmiş ve tercüman-rehber olarak çalışmış; bu arada 1932'ye kadar da hafif sıklet boks şampiyonluğunu kimseye bırakmamıştı. İlk eşi Mevhibe Hanım'dan Günseli adında bir kızı olduğu rivayet edilen Ahmet Esat Tomruk, bu eşinden ayrıldıktan sonra 11 Şubat 1943 tarihinde Dorothy Minnic adlı bir İngiliz aktrisle evlenmiş, 14 Şubat 1966'da vefat etmiştir. Büyük Yayla Büyük Yayla, Çankırı'nın kuzey doğusunda, Çankırı'ya 28 kilometre mesafede, Yapraklı ilçesine bağlı bir yayladır. Turizm potansiyeline sahiptir. İlçenin kuzeyinde yer alan Yapraklı Dağları üzerinde çok geniş bir alana yayılmış olan 1600-1700 metre rakımlı Büyük Yayla yer yer yoğunlaşan sarıçam, karaçam, köknar ve ardıç ağaçları ve zengin bir orman altı bitki örtüsü ile kaplıdır. İlçeye 8 km mesafeden itibaren başlayan ve 13 km'de yayla evleri bulunan Büyük Yayla'nın asfalt yol, elektrik ve suyu mevcuttur. Atlı ve yaya yürüyüşü, günübirlik piknik ziyaretleri, manzara seyri, kamping ve karavan ile fotosafari gibi turizm türleri için uygun özelliklere sahiptir. Büyük Yayla'nın son yıllarda turizm bölgesi kapsamına alınması çalışmaları sürmektedir. İzciler için çadır, kamp yeri kurulabilecek alanlar hazırlanmıştır. Güllüalan, Dede köy Yaylası, Yüklüköy Yaylası, Gökçedere, Akyol ve Muşgöl, yaylanın gezilebilecek önemli piknik alanlarıdır. Büyük Yayla'da şu anda 45 yayla evi mevcut olup
, Yapraklı Belediyesi'ne ait tripleks bir misafirevi hizmettedir. Misafir evi isteyen kişiler tarafından kiralanmaktadır. Guria Guria (Gürcüce: გურია), Gürcistan’ın Karadeniz kıyısında, tarihsel ve coğrafi bölgesidir. Bugün ülkenin yönetsel bölgelerinden ("mhare") biri olan Guria’nın merkezi kenti Ozurgeti’dir. Guria bölgesi kuzeydoğuda Samegrelo, kuzeyde İmereti, doğuda Samtshe-Cavaheti, güneyde Acara ile çevrelenir. Batısında ise Karadeniz yer alır. Bölge, 2.003 km²'lik bir alanı kapsar. Guria üç ilçeye ("raioni") ayrılır: Guria, 10. yüzyılda birleşik Gürcistan krallığını oluşmasına değin Gürcüstan’ın batı kesimindeki yönetimlere bağlıydı. Ortaçağda İmereti Krallığı içinde yer alıyordu. 15. yüzyılın ikinci yarısında, birleşik Gürcüstan krallığının dağılmasından sonra Guria Prensliği kuruldu. Guria Prensliği’ni Gurieliler ailesi yönetiyordu ve prensliğin yönetim merkezi Ozurgeti kentiydi. 16. yüzyılda Acara ve Aşağı Guria Osmanlıların egemenliğine girdi. 1828’de, Guria Prensliği Çarlık Rusya’sına katıldı. Bu tarihlerde prensliğin sınırları, tarihsel olarak Gurialıların yaşadığı toprakları kapsıyordu. 1840 yılında prenslik kaldırıldı ve Kutaisi valiliğine bağlı Ozurgeti mezrası kuruldu. Sovyet döneminde Guria toprakları üç idari bölgeye bölündü. 1995’te Guia, Gürcistan'ın idari bölgelerinden ("mhare") biri haline getirildi. Bugünkü Guria idari bölgesi, Ozurgeti, Lançhumi ve Çohatauri ilçelerini kapsamaktadır. Ozurgeti ilçesinin merkezi olan Ozurgeti kenti, aynı zamanda Guria bölgesinin de yönetim merkezidir. Guria adı, etimolojik olarak “uyumayan ülke” anlamına gelir. Bu isim, muhtemelen Leon’un Abhazya kralı olduğu 8-9. yüzyıllardaki olaylarla ilişkilidir. Gurulların ayrıca Adarnase ve Bagratlı Aşot’a bağlanmayı da reddetmiş ve Odzraho liderliğinde başkaldırmışlardır. Bu bilgiler 18. yüzyıl tarihçisi Vahuşti Bagrationi tarafından aktarılmıştır. Daha sonraki dönemde, Gürcüstan’ın sınırlarının Derbent’ten Nikopsia’ya uzandığı dönemde Guria ülkenin tam kalbinde (ortasında) yer alıyordu. Guria adının da Megrelce kalp anlamına gelen “"guri"” sözcüğünden geldiği ileri sürülür. Gurialılar, etnik olarak Gürcü’dür ve dilleri Gürcüce’dir; ama gündelik yaşamda Guia diyalektiyle konuşurlar. Bölgenin toplam nüfusu 143 bindir. Uğur Taner Mehmet Uğur Taner (d. 20 Haziran 1975, İstanbul) Türk yüzücü. Doğumundan bir yıl sonra ailesi ABD'ye taşındı. Bellevue, Washington'da liseye gitti ve yüzme konusunda ilerledi. 1992 Yaz Olimpiyatları'nda Türkiye adına yarıştı. Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de 1993'ten 2000'e kadar ABD ulusal takımında yeraldı. 1994 Dünya Şampiyonası 4x100 m serbest stilde şampiyonluk olmak üzere dokuz ulusal başarı gösterdi. Halen amerikanın resmi yüzme sitesi olan usaswimming.org sitesinde yayınlanan en iyi 100 metre serbest yüzen 100 sporcu arasında gösterilmektedir. 2000'de uluslararası yüzme camiasından Liesl Kolbisen'le evlendi ve onun ailesinin yüzme okulu La Petite Baleen'da çalışmaya başladı. 2001'de Brooks adında oğlu, 2003'te Channing adına kızı, Ekim 2006'da Vaughn adında bir oğlu dünyaya geldi. Ocak 2006'dan beri Matt Nightingale Bandosu'nda gitar çalıyor. Chuquicamata Chuquicamata, Şili'nin kuzeyinde, Atacama Çölü'nde bir kent. Calama kentine yaklaşık 15 km uzaklıktadır. Yeryüzündeki, insanlarca açılan en büyük yapay çukur olan Dünya'nın en büyük bakır madeni ile ünlüdür. Bölgede, işgalci ispanyolların gelmesinden çok önce yerleşim vardır. "Chuquicamata" sözcüğü Aymara dilinde gelip, kökeni bölgeye ilk yerleşenlere dayanır. Şili, topraklardaki resmi kontrolünü, Güherçile savaşı ve izleyen antlaşmalarla sürdürür. Ancak bakır rezervlerinin varlığı daha sonraları kavranılır. 1912'de ABD firması Guggenheim Bros. madeni ekonomisine alır. Bir yıl sonrasında ilk çalışmalar başlatılır ve 1915 ilkbaharında Chuquicamata, elektroliz kazanımlı bakırın üretimine başlar. 1923'te Guggenheim Bros. madeni Anaconda Copper Mining Company'ye transfer eder. 11 Temmuz 1971'deki anayasa reformu ile bakır üretimi devletleştirilir ve maden günümüze değin devlet enstitüsü Codelco tarafından ekonomiye kazandırılır. Günlük 180.000 ton % 1,5 oranında bakır içerikli kayaçtan, yaklaşık 2.500 ton yüksek kaliteli bakır elde edilir. Günümüzde yıllık 600.000 ton bakır çıkarılmaktadır. Maden yaklaşık 4.300 m uzunluğunda, 3.000 m genişliğinde 850 m drinliğindedir.Bu yaklaşık 13 km² bir alana ve teorik olarak hacimsel 11 km³'e denk gelir. Gelecek yıllarda madenin 1,3 km ye kadar derinleştirilmesi planlanmaktadır. Statik problemler ve tam madenden geçen tektonik yer hareketleri, daha büyük bir derinliğe ulaşılmasına engel olur. Yaklaşık 22.000 işçi madende çalışır. Maden, olasılıkla yakında Chuquicamata şehir bölgesine ulaşacakdır. Bakır kazanımı sırasında ortaya çıkan toz, birçok hastalığın sebebidir ( tipik akciğer hastalıkları, astım ve birkaç kanser çeşidi). Şili, uluslararası çevre antlaşmalarının içinde buluduğundan, insanların sağlık risklerinin azaltılması için, bölge halkının 2007 yılına kadar "Calama" şehrine yerleştirilmesi gerekmektedir. Eğer 2012 yılına kadar yüzeydeki bakır tükenirse, üretime yer altında devam edilecektir. Bakır üretimi bölgede çevre kontaminasyonuna en büyük etkendir. Arsenik ve diğer zehirli kimyasalları içeren atık sular, on yıllar boyunca hemen çöle boşaltılmış ve doğayı kontamine etmiştir. Çölde su yetersiz derecede mevcut olduğundan ve çok pahalı bir şekilde karşılandığından, günümüzde bu atık suyun bir bölümü yeniden işlenir ve dolaylı olarak kullanılır. Sedat Artuç Sedat Artuç (d. 9 Haziran 1976, Oltu), Avrupa şampiyonu Türk halterci. Dünya şampiyonasından gümüş, Yunanistan'ın başkenti Atina'da düzenlenen 2004 Yaz Olimpiyatları'ndan bronz madalyası vardır. 2008 Yaz Olimpiyatları kapsamında 10 Ağustos günü 56 kiloda B Grubu'nda yarıştı. Koparmada 115 kiloyu 3 denemesinde de kaldıramadı. 1.63 m boyundadır ve Ankara'daki EGO Spor Kulübü'nün üyesidir. Antrenörü Tuncer Şenses'tir. İhracat İhracat bir malın yabancı ülkelere döviz karşılığı yapılan satışıdır. Bir malın uluslararası pazarda rekabet gücü döviz kuruyla da doğrudan ilgilidir. Döviz kurunun düşmesi, yani yerli paranın yabancı para karşısında değer kazanması, söz konusu malı uluslararası pazarda daha pahalı hale getireceğinden malın rekabet gücünü azaltır. Ri Song Hui Ri Song Hui (d. 3 Aralık 1978), Kuzey Koreli halterci. 2000 Yaz Olimpiyatları'nda bayanlar 58 kg kategorisinde yarıştı ve toplamda 220.0 kg kaldırarak gümüş madalyanın sahibi oldu. 2004 Yaz Olimpiyatları'nda bu sefer 232.5 kg kaldırarak gümüş madalyayı aldı. Marina Kislova Marina Kislova (d. 7 Şubat 1978) Rus sprinter. Korel Cezayirli Korel Cezayirli (d. 2 Nisan 1976, Ankara), Türk oyuncu. İlk-orta-lise eğitimini yine Ankara’da tamamladı. 1985–1994 yılları arasında sırasıyla; yüzme basketbol ve artistik buz pateni dallarında lisanslı sporcu oldu. 1994–1996 yılları arasında modern dans ve caz dans üzerine dersler aldı. 1996’da Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nü kazandı. Öğrenciliği süresince, başta Prof. Bozkurt Kuruç, Semih Sergen, Lale Oraloğlu ve Prof. Dr. Fuat Hacyev olmak üzere birçok değerli ustadan dersler aldı. 2000 yılında konservatuvardan mezun olan Cezayirli, aynı yıl Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları sınavını kazandı ve Şehir Tiyatroları’nın kurucu-oyuncusu olarak göreve başladı. 2005 yılında Şehir Tiyatroları bünyesinde Geleneksel Türk Tiyatrosu Birimi’ni kurarak; Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun canlandırılması, geliştirilmesi ve Çağdaş Türk Tiyatrosu Kuramı çalışmalarını başlattı. 2006 yılında Tolga Özeçel’ le birlikte "Tiyatro Gazetesi"’ni kurdu. Halen Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bünyesinde çalışmalarına devam etmektedir. Dedesi Vedi Cezayirli, Devlet Tiyatrolarının ilk dönem sanatçılarından olup, Adana Şehir Tiyatrolarının da kurucusudur. Ankara'daki ilk film stüdyosu Cezayirli Film'i kurmuştur. 2005 FIFA Konfederasyonlar Kupası 2005 FIFA Konfederasyonlar Kupası Almanya'da 15 Haziran - 29 Haziran tarihleri arasında oynandı. Şampiyonaya katılan futbol takımları: Maçlar bir sonraki FIFA Dünya Kupasının oynanacağı ülke Almanya'da şu stadlarda oynandı: Maçların Yerel Zaman Dilimi () 5 gol 4 gol 3 gol İzzet Eyyüboğlu İzzet Eyyüboğlu ya da Eyübzade İzzed Bey (d. 1862 Trabzon), (ö. 6 Mayıs 1920), Türk siyasetçi. Babası Ali Gâlip Efendi'dir. Trabzon Rüştiyesi mezunudur. İl Genel Meclisi Kalemi Kâtipliği ve Başkâtipliği, Genel Meclis Savcılığı, İl Basımevi Müdürlüğü ve İl İhsâiyyat İşleri Memurluğu, Görele, Tirebolu, Ordu, Giresun Kaymakamlıkları, Osmanlı Meclis-i Mebusan I., II. ve III. Dönem Trabzon Mebusluğu, Trabzon Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Kuruculuğu, Erzurum Kongresi Trabzon Temsilciliği, TBMM I.Dönem Trabzon Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve dört çocuk babasıdır. Meclise katılmak üzere Ankara'ya giderken 6 Mayıs 1920'de yolda eşkiyalar tarafından öldürülmüştür. Kurtdereli Mehmet Pehlivan Kurtdereli Mehmet Pehlivan (1864, Razgrad - 11 Nisan 1939 Balıkesir), Türk güreşçi. 1864 yılında bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Selvi Kasabasına bağlı Bukrovo köyünde doğdu. Bukrovo'ya Balkan harpleri sonunda Mladen ismi verilmistir. 1.92 m boyunda ve 148 kg ağırlığında idi. 21 yaşında Koca Yusuf'un karşısına çıktı. Övgüsünü aldı. 93 Harbinden sonra Balıkesir'in Kurtdere köyünde hayatina devam etti. 1899 Avrupa'ya gitti. Callmett, Pitejenski ve Dumas gibi ünlü güreşçileri yendi. Petrow'a yenildi. Galibiyetler listesine Hint Gulan, Macar Caya, Rus Baradonow ve Alman Müller'i de ekledi. 1911'de 32 gecede 43 müsabaka yaptı. "Cihan şampiyonu" ilan edildi. Devrin meşhur pehlivanları Koca Yusuf, Adalı Halil, Ahmet Kara, Katrancı Mehmet Pehlivan, Karagöz Ali, Filiz Nurullah ve Hergeleci İbrahim ile güreşleri olmuştur. Kırkpınar başpehlivanlığı bulunmaktadır. 1939 yılında Balıkesir'de öldü. Mehmet Pehlivanın diğer pehlivanlardan ayıran ve kendisine Atatürk tarafından 1931 yılında 1.000.-Lira ödül verilmesine sebep olan,
onun; sözleridir. Her yıl adına köyünde Kırkpınar'dan sonra Türkiye'nin en büyük yağlı güreşleri düzenlenmektedir. Balıkesir'de adını taşıyan kapalı spor salonu ve kendisinin büyük boyutta bir heykeli bulunmaktadır. 1934'te Soyadı Kanun'undan sonra Baykurt soyadını almıştır. = Kurtdereli mehmet pehlivan'ın çizgi filmi = https://www.youtube.com/watch?v=K2j4TjP96TM Siringomiyeli Siringomiyeli, omuriliğin ortasında bulunan kanalın genişlemesi ve buna bağlı oluşan hastalık. Doğuştan ve edinsel formları bulunmaktadır. Bulguları hastanın yaşı ve tutulan omurilik seviyesine göre değişiklik göstermektedir. MR görüntüleme tanıda yardımcı olmaktadır. Colm Tóibín Colm Tóibín, 1955 yılında Enniscorthy, County Wexford, İrlanda'da doğdu. "Güney" adlı ilk romanı The Irish Times/Aer Lingus Ödülü'nü kazandı. Ünlü yazar Henry James'in hayatını anlattığı Üstad (The Master) adlı romanı 2006 yılında Uluslararası IMPAC Dublin Edebiyat Ödülü'nü kazandı ve aynı yıl içinde New York Times'ın kitap eki tarafından yılın en iyi beş edebiyat yapıtından biri olarak gösterildi. Colm Toibin Dublin'de yaşamaktadır. 11. Altın Portakal Film Festivali 1974 Antalya Altın Portakal Film Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin 11. organizasyonudur. Kapıcılar Kralı Kapıcılar Kralı, Yönetmenliğini Zeki Ökten'in yaptığı, başrollerinde Kemal Sunal, Sevda Ferdağ ve Bilge Zobu'nun oynadığı 1976 yapımı bir Türk filmidir. Film, 14. Antalya Film Festivali'nde "En İyi 2. Film" ödülünü kazandı. Zeki Ökten "En Başarılı Yönetmen" Kemal Sunal'da "En Başarılı Erkek Oyuncu" ödüllerini almıştır. Türk sinemasında sokak yaşamı ve toplumsal ilişkileri iyi gözlemleyen senarist Umur Bugay'ın yazdığı Kapıcılar Kralı'nın ilk etapta Nişantaşı'nda çekilmesi planlanmıştı, Bu konuda yapılan apartman aramaları ve anlaşmalar sonuçsuz kalınca Yönetmen Zeki Ökten'in öğrencilik yıllarında konakladığı Cihangir Güneşli sokak karar kılındı. Burası özellikle o dönemlerde kapıcı-apartman sakini ilişkilerinin hareketli yaşandığı bölgelerden biriydi. Umur Bugay'ın bizzat incelemelerinin ardından sokağın Alman Hastanesi yönü girişindeki ikinci apartman olan Selahattin Zeren apartmanı film için uygun bulundu. Apartman yöneticisi ve kapıcısı ile yapılan olumlu görüşmeler sonrasında film çekimi için ilk adım atılmış oldu. Senarist Umur Bugay, Selahattin Zeren apartmanı yöneticisi ile kapıcı dairesini ziyaret ettikleri zaman Anadolu'nun ücra köşesinden göç etmiş kapıcı Seyid ve üç çocuğundan etkilenmiş ve filmdeki kapıcı karakterine de Seyid adını vermiştir. Apartmandaki kapıcı dairesinin doğal yapısını da film sırasında muhafaza ettirmiştir. Kısa sürede çekimlerine başlanan film çevre halkından da büyük ilgi görmüştür. Film setinin sık sık vatandaşlar tarafından ziyaret edilmesi sonrası Zeki Ökten'in önerisiyle filmin ileri bölümleri sabahın erken saatlerine alınmıştır. Filmin bazı sahnelerinde sokak arkasına saklanan meraklı izleyiciler kameralara yansımıştır. Kapıcılar Kralı filmi'nin çekimleri sırasında gerçek kapıcı evin diğer odasında hanımı bekletilirken, 3 çocuğundan yaşları uygun olan iki çocuğu da filmde oynatılmıştır. Filmin koşu sahneleri Bakraç Sokak ve Oba Sokak'ta çekilirken Güneşli Sokak 1977'de çekilen Çöpçüler Kralı'na da ev sahipliği yapmıştır. Çöpçüler Kralı'nda sokağın Cihangir Parkı'ndan sonraki Samanyolu Sokağa kadar uzanan bölümü kullanılmıştır. Saf görünüşlü ancak cin gibi kurnaz ve işini bilir bir kapıcının apartman sakinleriyle olan renkli ilişkilerini anlatan komedi. Seyit büyük bir apartmanda kapıcıdır. Eski Yönetici ile arası iyi olan Seyit, yeni yönetici ile arası pek iyi değildir. Apartmanda olup bitenleri lehine çevirmeyi ve yerini sağlama almayı becerir. Zamanla apartmandaki tüm olaylara hakim olan ve daire sakinlerini parmağında oynatan kapıcı, kısa zamanda köşeyi döner. Eline geçen her işi değerlendiren Seyit kısa süre içinde apartmanın %51'ini satın alır. 13. Altın Portakal Film Festivali 1976 Antalya Altın Portakal Film Festivali, 18-26 Haziran 1976 tarihleri arasında Antalya'da düzenlenen, Altın Portakal Film Festivali'nin 13.'sü olan organizasyon Makyavelizm Makyavelizm, İtalyan düşünür ve politikacı Niccolò Machiavelli'nin düşünceleri üzerine kurulu bir yaklaşımdır. Devlet yönetimi ile ilgili düşüncelerinin temelini "Prens" adlı kitabında açıklamıştır. Devleti yöneten prensin duygularına kapılmadan ve acıma duygularını bir kenara bırakarak devleti yönetmesi gerektiğini belirtmiştir. Gerektiğinde bir insanın devlet tarafından öldürülmesinin çok daha fazla insanın yaşamasını sağlayacağını belirterek prense öğütler vermektedir. Temelinde bu görüşlere paralel olarak başka bir bakış açısı da "Amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğu." savıdır. Münafikun Suresi Münafikun Suresi, (Arapça: سورة المنافقون) Kur'an'ın 63. suresidir. Medine'de indirildiğine inanılan 11 ayetten oluşur. Münafıkların davranışlarından söz ettiği için bu adı almıştır. Münafık; İslami literatürde Müslüman olmadığı halde inancını gizleyerek Müslüman olduğu görüntüsünü veren ve Müslüman gibi hareket edenlere denilmektedir. Kur'âna göre münafık; Allah'a ve ahiret gününe iman etmediği halde, Müslümanların arasındayken onlar gibi davranan kişidir. Yine Kur'ânda, münafıkların kâfirlerden daha kötü ve fesat (en kötü insan türü) oldukları; her gürültüyü kendi aleyhlerine zannettikleri, "giydirilmiş kütük" gibi oldukları ifade edilir. Peygamber Muhammed döneminde münafıklar, savaş ahitlerini ve verdikleri sözleri bozmanın yanı sıra, Müslümanların savaş taktiklerini ve gizli kalması gereken bilgilerini kâfirlere taşırlarmış. Salam Salam etin tuz ve is gibi çeşitli doğal koruyucularla işlendikten sonra bir müddet bekletilmesiyle elde edilen ürünlere verilen genel addır. Hababam Sınıfı Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz'ın Dolmuş dergisinde yazmaya başladığı öykülerden bir bölümünü birleştirerek 1957 yılında "Hababam Sınıfı" ismi ile kitaplaştırdığı eserinden çıkarak oluşan medya imtiyazlarıdır. Daha sonra, 1970'li yıllarda Ertem Eğilmez tarafından bu roman sinemaya uyarlanmıştır. 2000'li yılların başında ise üç filmden oluşan yeni bir seri olarak uyarlanmıştır. Filmin ilk serisinde Münir Özkul, Adile Naşit, Kemal Sunal, Tarık Akan, Halit Akçatepe, Feridun Şavlı, Cem Gürdap, Ahmet Arıman, Cengiz Nezir ve Bülent İğdiroğlu gibi isimler yer alıyordu. İlk film, Hababam Sınıfı 1 Nisan 1975 tarihinde vizyona girdiğinde izlenme rekorları kırdı ve tam yirmi sekiz hafta vizyonda kaldı. Daha sonra film çok tuttu ve ikinci film Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı vizyona girdi otuz hafta vizyonda kalan film ve serinin en çok hasılat yapan filmi oldu. 1970'li yıllarda sinemanın televizyona karşı verdiği mücadelenin öncüsü oldu. Arzu Film tarafından 16 Ocak 2004 tarihinde ikinci yeni serinin ilk filmi Hababam Sınıfı Merhaba vizyona girdi. Ardından, Hababam Sınıfı Askerde (2005) ve Hababam Sınıfı Üç Buçuk (2006) filmleri yayınlanmıştır. Fakat ilk seri kadar ilgi görmemiştir ve pek çok eleştirmen tarafından kötülenmiştir. Rıfat Ilgaz'ın Dolmuş dergisinde yazmaya başladığı öykülerden bir bölümünü birleştirerek 1957 yılında kitaplaştırdığı eseridir. Rıfat Ilgaz yazılarını o zamanlar Stepne takma adı ile yazmaktadır. Derginin adı Dolmuş olduğu için yolcu taşıyan binek araba anlamına geldiğinde, yedek parçalarından yedek lastik anlamına gelen stepne sözcüğünü bu nedenle kullanmıştır. Dergide olduğu gibi kitapta da yazar olarak Stepne takma adı kullanmıştır. Rıfat Ilgaz'ın, 1972 yılında ilk "Hababam Sınıfı" kitabından tam 15 yıl sonra çıkardığı serinin ikinci kitabıdır. Kitabın özeti olarak sınıf, okulun erzağını çaldığını fark ettikleri müdüre suçüstü yapmaya hazırlanıyorlar. Aldığı onca paraya rağmen öğrencilerin hiçbir ihtiyacını karşılamayan, hatta var olan imkânları da kendisi için kullanmaya kalkışan müdürün dersini yine "Hababam Sınıfı" veriyor. Öyle bir baskın yapıyorlar ki, her zaman müdürün yanında olan Kel Mahmut bile bu işte sınıfı yalnız bırakmıyor. Kitabın adına film çekilmemiştir. Rıfat Ilgaz'ın ikinci romandan sonra aynı yıl çıkardığı üçüncü kitabıdır. Kitapta, Etüdlerinde şiirli, manili nameler donatılır, memleketten para çekmek için kitap isimleriyle dolu mektuplar yazılır. Liglerin puanları, averajlar hesaplanır, patırtılı, kızdırmalı kulüp tartışmaları yapılır, kopya ruloları hazırlanır. Hiçbir şey yapılmadığı saatlerde de roman okunur, bol bol uyunur. Derslerde, artık öğretmenine göre bunlar ve daha fazlası tekrarlandığı gibi, saat sorulur, karikatür çizilir, öğretmenin gözünün içine baka baka dalga geçilir, zamanı gelince etüdlerde hazırlanan kopyalar kullanılır. Kitabın, 1976 yılında serinin ikinci filmi vizyona girmiştir ve sinema serisinin en çok hasılat yapan filmi olmuştur. Rıfat Ilgaz'ın, 1972 yılında yayınladığı serinin dördüncü kitabıdır. Etüdlerinde şiirli, manili nameler donatılır, memleketten para çekmek için kitap isimleriyle dolu mektuplar yazılır. Liglerin puanları, averajlar hesaplanır, patırtılı, kızdırmalı kulüp tartışmaları yapılır, kopya ruloları hazırlanır. Hiçbir şey yapılmadığı saatlerde de roman okunur, bol bol uyunur. Derslerde, artık öğretmenine göre bunlar ve daha fazlası tekrarlandığı gibi, saat sorulur, karikatür çizilir, öğretmenin gözünün içine baka baka dalga geçilir, zamanı gelince etüdlerde hazırlanan kopyalar kullanılır. Kitabın, 1977 yılında sinema serisinin üçüncü filmi vizyona girmiştir. Rıfat Ilgaz'ın, 1987 yılında 15 yıl aradan sonra yayınladığı serinin beşinci ve son kitabıdır. 1970'li yıllarda sinema serisi de çekilen kitabın bu serisine film çekilmemiştir. Rıfat Ilgaz'ın, 1957 yılında yayınladığı eserinin Ertem Eğilmez tarafından sinemaya aktarılmıştır. 1973 yılında proje aşamasına giren film için oyuncular düşünülmeye başlanmıştı. Filmde Zeki Alasya ve Metin Akpınar gibi isimlerde yer alacaktı. Daha sonra anlaşmazlıklar oldu ve ikili filmde oynamayı reddetti. Ertem Eğilmez, daha sonra filmde oynaması için oyuncu arayışına başladı ve sokaklar, caddelere filmde oynamak
isteyen kişiler için afiş bastırıldı. Daha sonra oyuncular bulundu. 1974 yılında filmin çekimlerine başlandı. Filmde Münir Özkul, Adile Naşit, Kemal Sunal, Tarık Akan, Halit Akçatepe, Feridun Şavlı, Cem Gürdap, Ahmet Arıman, Cengiz Nezir ve Bülent İğdiroğlu gibi isimler yer aldı. Filmin çekimleri tamamlandı. 1 Nisan, 1975 tarihinde film gösterime girdi. İlk başlarda sadece kitabın okuyucuları tarafından izlenileceği sanılan film bir anda çok fazla izlenmeye başlandı. Bir anda popüler olan film için insanlar akın akın sinemaya gidiyordu. Film dönemin izlenme oranının üstüne çıkmış ve bir rekor kırmıştı. O dönem gazete, dergi ve televizyona bile konu olan filmin insanların yoğun isteği üzerine gösterim süresi uzatılmıştı. Film yine bir rekora imza atarak yirmi sekiz hafta vizyonda kalmıştır. Filmin konusu ise Özel Çamlıca Lisesi'ne yeni atanan müdür muavini ve tarih öğretmeni olan Kel Mahmut kopya çeken, okuldan kaçıp maçlara giden, hocalarla sürekli kafa bulan öğrencilerle dolu okuldaki Hababam Sınıfı'na ilginç ceza yöntemleriyle disiplin altına almaya çalışır. Fakat aynı zamanda öğrencilerin haylazlığı dışında ciddi olaylar da yaşanmaktadır. Yine, Ertem Eğilmez'in yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği Rıfat Ilgaz'ın eserinden uyarlanmış serinin ikinci ve en çok hasılat yapan filmidir. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Müzik Ödülü'nü alan film. İlk serideki karakterlerin tümü haricinde filme sadece bu seride eşlik eden Semra Özdamar (Semra Hoca) ve serinin son filmi hariç tüm filmlerde eşlik edecek olan Şener Şen (Badi Ekrem) katılmıştır. Şener Şen ve Kemal Sunal'ın birlikte rol aldıkları ilk filmdir ve Tarık Akan'ın oynadığı son "Hababam Sınıfı" filmidir. Sahte diplomalarla Mahmut Hoca'yı kandıran "Hababam Sınıfı" yine sınıfta kalmış ve Çamlıca Lisesi'ne geri dönmüştür. Ama sınıfın okula yeni atanan beden eğitimi hocası "Badi Ekrem" ile başı derttedir. Sürekli sınıfa egzersiz yaptıran ve koşturan hoca sınıfa çok nadir top oynatmaktadır. Okula edebiyat öğretmeni "Kemal Hoca"'nın vefat etmesi üzerine "Semra" adında genç bir edebiyat öğretmeni gelmiştir. Bu sırada iyileşen Mahmut Hoca okula geri dönmüştür, müdür muavinliği görevini bırakmak istea okul müdürünün ısrarı üzerine şartlı olmak üzere tekrar görevini üstlenir. Sınıf okula ilk defa bir bayan hoca geldiği için sürekli hocayı kandırırlar ve şakalar yaparlar. Film, Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Müzik Ödülü'nü almıştır. Serinin en çok hasılat yapan filmidir. Ertem Eğilmez'in yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği filmdir. Hababam Sınıfı'na Ahmet adında çalışkan bir öğrenci gelir. Hababam, başta köylü diye alay ettiği Ahmet'i de kendisine benzetmeye çalışır. Ne var ki, Ahmet kolay pes etmeyen, duyarlı ve duygulu bir çocuktur. Bu filmde Tarık Akan olmadan yola devam eden Hababam ekibi, sürekli haylazlığı pohpohladıklarını kabul etmeyerek sosyal duyarlılık için çağrıda bulunmaktadır. Halit Akçatepe;'nin eski seride oynadığı son film olmuştur. Kemal Sunal'ın da Hababam Sınıfı serisinde oynadığı son filmdir. Sınıf her zaman olduğu gibi kendi halinde günlerini yaşarken açıkgöz müdür o yıl okula kız öğrenci alarak değişiklik yapmaya karar vermiştir. Kızlar da Hababam Sınıfına gelince ilginç ve komik olaylar kaçınılmaz olmuştur. Filmin senaryosunu Sadık Şendil yazarken yönetmenliğini ise Ertem Eğilmez yapmıştır. 10 haftanın üzerinde vizyonda kalan ve 10 milyon hasılatını aşan son film olmuştur. Kadrosuna Şevket Altuğ, Perran Kutman ve İlyas Salman'ında katıldığı, Kartal Tibet'in yönettiği Nahit Ataman veErtem Eğilmez'inde yapımcılığını üstlendiği serinin beşinci ve 70'lerde vizyona giren son filmidir. Kızlı erkekli Hababam Sınıfı haylazlıklarını sürdürmektedir. Sınıfa doğulu bir aşiret reisinin oğlu gelir ve kendini ağa ilan eder. Öğrenciler de onunla kafa bulmaya başlar. Okulun yeni asabi hocası, tam bir erkek düşmanıdır. Sınıftaki 2 öğrenci arasında bir aşk başlar ve kız hamile kalır. Ancak, gebelik testini yaptırdıkları kimya hocası Kalem Şakir, incelediği idrar örneğinin bu hocaya ait olduğunu düşünür. 2000'li yıllarda yeni nesil devam filmleri çekilmeden önceki son filmidir. Filmin yönetmenliğini Ertem Eğilmez yapmıştır. Bu film; serinin altıncı filmi olmak üzere İnek Şaban, Güdük Necmi, Damat Ferit karakterlerini canlandıran Kemal Sunal, Halit Akçatepe ve Tarık Akan üçlüsünün olmadığı ikinci film olmasının yanı sıra, Kel Mahmut karakteriyle ünlenen Münir Özkul'un yer almadığı tek "Hababam Sınıfı" filmidir. Doğulu bir ailede yetişen edebiyat hocası Mehmet Bülbül'ün tayini Özel Çamlıca Lisesi'ne çıkar. Öğrenciler ilk başta yeni gelen hocalarına yukarıdan bakarlar. Mehmet Hoca, ilk başta bu duruma aldırış etmese de daha sonra ailesinin küçük görülmesine dayanamaz. Bu arada Hafize Ana'nın kızı Nazlı da okulda okumaktadır. Ancak fakirliğinden utanan Nazlı, annesinden köşe bucak kaçmaktadır. Mehmet Hoca, diğer öğrencileriyle olduğu gibi Nazlı'yla da yakından ilgilenir ve onun sorunlarını çözmesine yardımcı olur. Film, ilk serinin en kötü filmi olarak değerlendirilir. Yönetmenliğini Kartal Tibet'in yaptığı ilk seriden tam 23 yıl sonra vizyona girmiştir. Serinin yeni versiyonu olarak uyarlanan filmin yapımcılığı Cengiz Çağatay üstlenmiştir. İlk seriden Mehmet Ali Erbil ve Halit Akçatepe'nin oynadığı filmde, Hülya Koçyiğit, Zeki Alasya, Nehir Erdoğan, Şafak Sezer, Memet Ali Alabora, Peker Açıkalın, Cengiz Küçükayvaz, Melih Ekener gibi oyuncular yer almıştır. Çekimleri ilk serinin geçtiği Adile Sultan Kasrı'nda geçen filmin konusu Hababam Sınıfı’nın mezun olmasının üstünden yıllar geçmiş olsa da Özel Çamlıca Lisesi’nde eğitim devam etmektedir. Okulun eski sahibi Muharrem Gürses vefat edince okul yönetimini oğlu Deli Bedri devralmıştır. Zamane Hababamcılar, eski geleneğin sadık izleyicileri olarak hem idareye hem de hocalarına kök söktürmeyi sürdürmektedirler. Deli Bedri ise onların haylazlıklarını bahane ederek okulu satma planları yapmaktadır. Bu durum karşısında okulun yeni müdiresi Fatoş Hoca, çareyi eski bir hababamcıdan yardım istemekte bulur ve Güdük Necmi rehber öğretmen rolüyle okula geri döner. Ama eski haylazlıkların yerini yenileri alalı çok olmuştur. Film serinin yarattığı etkiyi yaratamamıştır. İkinci serinin en az hasılat yapan filmidir. İlk serinin yönetmeni Ertem Eğilmez'in oğlu Ferdi Eğilmez yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği filmdir. İkinci serinin en çok hasılat yapan filmidir. Kadrosundan, Nehir Erdoğan'ın çıktığı ve Hülya Avşar'ın girdiği filmde, Yaşıtları çoktan iş güç sahibi olan Hababam Sınıfı öğrencileri, okul müdürü Deli Bedri’nin bulduğu çözümle, bir sabah ansızın askeri inzibatlar tarafından uyandırılır. Haylazlıkları artık tahammül edilemeyecek boyutta olunca, tek çare adam olmaları için kışlaya gönderilmeleridir. Ama kırk yıllık Hababam Sınıfı değişmez ve yaramazlıklarına kışlada da devam ederler. Öğretmenlerden sonra uğraşma sırası artık komutanlardadır. Hababam Sınıfı ve aynı taburdaki diğer bir bölük arasında rekabet başlar. Üstelik bu taburun tamamı kızlardan oluşmaktadır. Yönetmenliği ikinci filminde yönetmenliğini yapan Ferdi Eğilmez yapmıştır. Serdide müziğini Melih Kibar'ın yapmadığı filmdir. Müziklerini Cem Erman yapmıştır. Serinin en kötü filmlerinden biri olarak değerlendirilir. Hülya Avşar'ın kadrosundan çıkan filmin kadrosuna Seda Sayan, Kibariye ve Sümer Tilmaç katılmıştır. İkinci serinin son filmi olan seride, Okul müdürü Deli Bedri sürpriz bir evlilik kararı alır ve yeni eşi Deli Bedriye ve üvey oğluyla birlikte okula taşınır. Hababam Sınıfı önceleri kendi taraflarında zannettiği Deli Bedriye’nin aslında dişli bir düşman olduğunu kısa zamanda anlayacaktır. Hababam Sınıfı’ndan kurtulmaya ant içen Deli Bedri, karısı ve üvey oğlunun yardımıyla Hababam Sınıfı’na yeni bir savaş açar. Rıfat Ilgaz, Karamürsel'de üçüncü sınıf bir otelin odasında Hababam Sınıfı'nın romanını piyese dönüştürdü. Daktilosu olmadığı içinde bir köy katibi ile dilekçe fiyatı üzerinden 5 olarak anlaştı. Biri okudu, diğeri yazdı. Yazıları okumadan Ulvi Uraz'a verdi. 25 gün provadan sonra küçük sahnede 3 ay aralıksız kapalı gişe oynadı. Oyunun kadrosunda Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ercan Yazgan, Ahmet Gülhan, Ali Yalaz, Ulvi Uraz, Zihni Küçümen ve Suzan Uztan yer almıştı. Suzan Uztan bu oyunda İnek Şaban’ı oynamıştır ve erkek olan bu karakterin sahnede bir kadın tarafından canlandırıldığını hiç kimse anlamamıştı. Oyun çok büyük alkış almıştı. Rıfat Ilgaz'ın yazdığı oyundur. İlk oyunun büyük alkış almasından sonra Rıfat Ilgaz ikinci bir oyun yazdı. Daha sonra ilk oyundan üç yıl sonra sahneye aktarılmıştır. Müjdat Gezen, Vakvak Rıza rolüyle büyük beğeni toplamıştır. Rıfat Ilgaz'ın yazdığı ve sahneye uyarladı üçüncü "Hababam Sınıfı" oyunudur. İlk kez 1972 yılında "Ulvi Uraz Tiyatro" salonunda sahneye konulan oyun daha sonra 1976 ve 1985 yıllarında da sahneye uyarlanmıştır. İkinci oyundan üç yıl sonra sahneye konulan oyun yine büyük alkış almıştır. Rıfat Ilgaz'ın yazdığı serinin son ve üçüncü oyunla aynı yıl sahneye konulan oyundur. İlk kez, 1981 yılında Beyoğlu ""Şan Tiyatro"" salonunda sergilenen müzikâldir. Müzikâl, 1982 yılının mayıs ayına kadar kapalı gişe oynanmıştır. 1982 yılında İzmir Enternasyonal Fuarı'nda 30 gün, fuar süresince 2300 kişilik açık hava tiyatrosunda da İstanbul'da olduğu gibi kapalı gişe oynadı. Müzikâlde, Derya Baykal, İlyas Salman, Adile Naşit, Ayşen Gruda, Şoray Uzun ve Şener Şen gibi oyuncuların yer aldığı oyundur. Müziklerini MFÖ grubunun yaptığı oyunun 1980'li yıllarda VHS video kasetleri yayınlanmış ve çok satmıştır. Yavuz Turgul tarafından oyunlaştırılmıştır. Giresun Adası Giresun Adası, Kefken Adası ile birlikte Karadeniz'de bulunan Türkiye'ye bağlı iki adadan biridir. Giresun Adası kıyıdan 1.6 km açıkta olup, 40.000 metrekare alana sahiptir. Adada özellikle Akdeniz defnesi ve Yalancı Akasya başta olmak üzere 71 tür doğal otsu ve odunsu bitki türü bulunmaktadır. Sonradan 10 adet ağaç türü daha ilave edilmiştir. Karadeniz'de karabatak ve martıların doğal olarak ürediği ada aynı zamanda
göçmen kuşların uğrak ve dinlenme yeridir. Hakkında birçok efsaneler anlatılan, Amazonların ve birçok kavmin yaşadığı adada mitolojik çağlara ait birçok kalıntı bulunmaktadır. İkinci derece sit alanıdır. Yaz mevsiminde yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan ada günübirlik ziyaret edilerek piknik yapılmaktadır. Giresun Adası ile ilgili olarak birtakım efsaneler anlatılmaktadır. Tarihi kaynaklar Amazon kraliçelerinin savaş tanrısı Ares adına tapınak yaptırdıklarını ve Sinop Piskoposu Agias Phokas'ın manastırı olduğundan söz etmektedir. Adada Alexius II zamanında yapılan sur kalıntıları, kuleler, manastır (iç kale), tarihi pişmiş toprak fıçılar ve bazı yapı temelleri bulunuyor. Sit alanı olan ada koruma altında. Adaya yazın Giresun Limanı'ndan tekne turları düzenleniyor. Cenevizliler ve Venedikliler tarafından gemi sığınağı olarak uzun süre kullanılan adada günümüzde yabani göçmen kuşlar, karabataklar ve martılar bulunuyor. Adada bulunan Hamza Taşı ana tanrıça Kybele'yi temsil eden, sacayak gibi 3 ayak üzerine oturmuş bir taş. Ocak (aile) kültürünü temsil ediyor. Kutsal taş 4 bin yıllık geçmişi ile dini inançlar gereği yaşlılar için umut veren ve mistik güç kaynağı olan dilek taşıdır. Her yıl 20 Mayıs'ta Uluslararası Aksu Festivali'nde düzenlenen ve soyun sürdürülmesi inancıyla yapılan sacayaktan geçme geleneği, adanın etrafının dolaşılmasıyla tamamlanıyor. Ada turu Hamza Taşı'ndan başlayıp yine orada son buluyor. Ada dünya mitolojisinde ve tarihinde Aretias, Areionesos (ilk çağ adı), Nesos, Area, Areos, Chalceritis (Romalıların verdiği ad) adları ile bilinir. Bir söylentiye göre ada kentin güneydoğusunda yer alan ve görünümü bir kartal gagasını andıran Gedikkaya'dan kopan bir parçanın denize yerleşmesiyle oluşmuştur. Adada tarihle doğa iç içedir. Kalıntılardan çepeçevre surlarla çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Surların yapımındaki inşaat işçiliği Giresun Kalesiyle aynı tekniktedir. Pontuslular dönemine ait olduğu tahmin edilir. Tarihi kalıntılarından iki büyük şarap fıçısı, bir mabet harabesi, tapınak yeri, ayakta kalan surlar ve gözetleme kulesi en göze çarpan eserlerdendir. Doğu ucundaki "Hamza Taşı" antik çağlardan kalma bir dikittir. Çağlar boyunca yöre insanları için mistik güç kaynağı olmuştur. Romalı bilgin Pilinius, "Ilistariaum Mundi" adlı eserinde, adada savaş tanrısı Mars'a sunulmuş bir açık hava mabedinden söz eder ve şunları yazar " …. . ve Pharnace'nin karşısında Chalceritis, Yunanların Mars'a vakfedilmiş olan Arias'ı bulunur. Burada kuşların kanatlarını vurarak yabancılarla mücadele ettiği söylenir." Ada mitolojide geçen Altın Post peşindeki Argonautlar ile ilgili önemli bir olaya sahne olmuştur. Thabai Kralı Athamanas'ın, Nefele adlı karısından iki erkek çocuğu olur. Sonraki yıllarda ikinci kez evlenen kral çocuklarını kurban ederse ülkesinin kıtlıktan kurtulacağına inandırılır. Bunu öğrenen anneleri Nefele çocuklarını bulut ve buğuya sararak uçan altın bir posta bindirir ve onları Karadeniz'e doğru gönderir. Çocuklardan biri Çanakkale Boğazı'nda fırtınaya tutularak ölür, diğeri yoluna devam eder ve mitolojik kişilerce Çanakkale Boğazı ile Kafkasya arasında bir yere saklanır. Herakles döneminde aralarında Güç Tanrısı Herkül'ün de bulunduğu bir grup yiğit, altın postu ele geçirmek amacıyla Karadeniz'e açılırlar. Bir sürü serüven yaşadıktan sonra Aretias adasına gelirler. Altın postun burada saklı olduğuna inanmaktadırlar. Ancak adada onları ejderha yapılı kuşlar karşılar. Herkül'ün daha önce Stymphales Gölü çevresinden kovduğu kuşlar buraya yerleşmişlerdir. Kuşlar tüylerini ok gibi fırlatarak saldırıya geçerler. Argonautlar kalkanlarıyla kendilerini korumaya çalışsalar dahi bir arkadaşlarını yitirmekten kurtulamazlar. Sonunda kuşları öldürür ve altın postu aramaya koyulurlar. Bulamayınca da adayı lanetleyerek ayrılırlar. 1984 yılında kaptan Tim Severin yönetimindeki araştırma ekibi bu efsanevi yolculuğu tekrar canlandırmak için Argo gemisinin aynısını hiç çivi kullanmadan yaptırır ve kürek çekerek Giresun Adasına gelirler. National Geographic dergisinin de bulunduğu bu seyahati BBC Televizyonu 12 kişilik bir ekiple belgeselleştirir ve tüm dünyaya bu ada tanıtılır. Romalı bilgin Plinius'un "Historiae Mundi" adlı eserinde ve ünlü Mitos yazarı Apollonius'un (İ. Ö. 295-195) "Argonautiga" alı eserinde konu daha da detaylı işlenmektedir. Başka bir efsane Kral Mitridates'in kızına ilişkindir. Kralın genç ve güzel kızıyla pek çok soylu kişi evlenmek istemektedir. Kız ise hiçbirini istemez, çünkü kalenin eteklerinde koyunlarını otlatan bir çobanı sevmektedir. Kral buna kızar, kızını adadaki manastıra kapatır. Çobanı yakalatarak manastırın önündeki kiraz ağacına astırır. Kız da ertesi gün kendini manastırın kulesine asar. Üçüncü bir öykü şöyledir. İsrail oğulları Yusuf'un altından bir heykelini yapar. Mısır'dan göç edip Filistin'e vardıklarında Musa Peygamberden heykeli getirmesini isterler. Musa mucizeyle heykeli Filistin'e getirir. Burada Fenikeliler heykeli alıp Kıbrıs'a götürürler. Yunanlar heykeli Kıbrıs'tan alarak Olimpos Dağı'na yerleştirirler. Pers İmparatoru Dara (Dareios) Anadolu ve Yunanistan'ı ele geçirince altın heykeli Mısır'a geri verir. Bundan sonra heykel tekrar Fenikelilerin eline geçer. Bu kez getirip Aretias Adasına yerleştirirler. Altın heykeli almak için Yunanların Giresun Adası'na kırk kez saldırdıkları söylenir. Geçmiş alt kültürlerden izler taşıyan ada, eşine ender rastlanır bir doğa harikasıdır. Mevcut kalıntılar insanoğlunun doğaya egemen olma isteğini vurgular. İnsan bir anda kendisini tarihin, mitolojinin derinliklerinde bulur. Geçmiş uygarlıkların inançlarını ve törelerini yaşar gibi olur. Gıda katkısı Gıda katkıları, gıda endüstrisinin gıdanın üretimi, hazırlanması, ambalajlaması ve/veya depolamasında gıdaya dayanıklık, yoğunluk, renk vermek için katılan madde veya madde karışımlarıdır. Katkı maddeleri veya onların bozunma ürünleri genellikle gıda içinde kalır. Bazı hallerde işlem sırasında uzaklaştırılabilir. Gıda katkıları ve onun parçalanma ürünlerinin kullanıldıkları miktarlarda kesinlikle zehirsiz olmaları gerekir. Bu zehirsizlik; akut, kronik, özellikle kanserojenik potansiyel, mutajenik etkileri kapsamalıdır. Genellikle katkılar yalnız besleyici değer ve tadı etkileyici değeri arttırmak için veya işlem sırasında gerekli olduğu zaman kullanılır. Katkıların kullanılması ülkelerin çoğunda gıda, ilaç ve sağlığı koruma idareleri tarafından düzenlenir. Düzenlemeler ülkeden ülkeye değişir. Hepsinde toksikolojik ve teknolojik uygulamalar açısından uyum mevcuttur. En önemli katkı maddeleri grupları aşağıdaki çizelgede gösterilmiştir. Vidigueira Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Serpa Belediyede 7 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Ourique Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Moura Belediyede 8 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Mértola Belediyede 9 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Ferreira do Alentejo Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Cuba Belediyesi Belediyede 4 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Castro Verde Belediyede 5 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Beja Portekiz'in Avrupa kıtası içinde yer alan 5 bölgesinden Alentejo Bölgesinin (além do Tejo=Tejo Nehri'nin ötesi) 277 metrelik bir tepe üzerinde stratejik konuma sahip bir kent olarak Baltık adasının yerli topluluklarından birisi olan Celticler (Keltler) zamanından varlığı bilinen bir yerleşim yeridir. Kent MÖ 48 yılında yarımadanın bir başka yerli kabilesi olan Lusitanyalılarla barış yapan Jül Sezar tarafından Pax-Julia ismi ile adlandırılmıştır. Kent Lusitanyalılar döneminde bir süreliğine başkentlik de yapmıştır. Özellikle İmparator Augustus'un saltanatı döneminde (MÖ 27-MS 14) kent gelişme kaydetmiştir. Stratejik bir yerde olan kent Vizigotlar bölgeyi ele geçirince Paca adı ile anılmaya başladı ve kente bir piskopos atanmaya başlandı. Saint Aprígio (ölümü 530) ilk Paco piskoposluğunu yapmıştır. Kent 713 yılında Emevilerin saldırısı sonucu fethedilmiştir. 910 senesinde başlayan ardı arkası kesilmeyen taarruzlar sonucu İber yarımadasında bulunan Hıristiyan krallıklar tarafından kent tekrar ele geçirildi. 1031 senesinde Kurtuba Halifeliğinin yıkılmasıyla Beja Müslüman emirler tarafından yönetilen bağımsız bir emirlik oldu. 1114'de Emir Sidray ibni Vezir döneminde Algarve bölgesinde Ebul-Kasım Ahmed ibni el-Hüseyin önderliğinde Muridun İsyanını başladı. Bu isyan ancak Sevilya Emirliğinin verdiği destek ile bastırabilmiştir. 1150 senesi içinde emirlik Murabıtlar hakimiyetine girdi. 1162 senesinde ise kent Portekiz Kralı I.Alfonso döneminde Portekizli komutan Fernão Gonçalves tarafından tekrar Hıristayanların eline geçti. Ancak 1175'te kent tekrar Murabıtlar eline geçti. 1234 senesine kadar kent Müslümanların elinde kaldıktan sonra Portekiz Kralı II. Sancho döneminde Portekiz Krallığı hakimiyetine girmiştir. Belediyede 18 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Barrancos Belediyede 1 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Alvito Belediyede 2 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Almodôvar Belediyede 8 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Aljustrel Belediyede 5 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Petra Schersing Petra Schersing (kızlık soyadı Müller; d. 18 Ekim 1965; Quedlinburg, Sachsen-Anhalt), eskiden Doğu Almanya için yarışan bir Alman atletidir. Uluslararası yarışmaların 400 ve 4x 400m bayrak kategorilerinden 8 madalyası vardır. 1988 Yaz Olimpiyatları'nda 400 metre yarışmasında kendisi gümüş, Sovyet Birliği'nden Olga Bryzgina altın ve Olga Nasarowa bronz madalya almıştı. 4x 400m bayrak yarışında takım arkadaşları Dagmar Neubauer, Kirsten Emmelmann ve Sabine Busch ile birlikte bronz madalyanın sahibi olmuştu. Olimpiyat koşucusu Matthias Schersing'le evlendi. Osmanlı padişah eşleri listesi Achim Heukemes Achim Heukemes (d. 1951, Wuppertal, Almanya), eski Alman ultr
amaraton koşucusudur. Avustralya'da 4.568 km koşmasıyla bilinir. 2 Nisan 2005'te Fremantle'dan başlayıp 43 gün, 13 saat, 8 dakika sonra Sidney'e ulaştı. Böylece Serge Girard'ın 1999'daki derecesini geçmiş, yeni bir rekora imza atmış oldu. Vakfiye Vakfiye, vakfedenin malını verdiğini gösteren ve hâkimin vakfa dair hükmünü içeren belgedir. Vakfiyeler genellikle şu fıkraları ihtiva eder: Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadime ve Vakıflar Arşivinde bazıları altun yaldızlı olan birçok vakfiye vardır. Henrik Dagård Henrik Dagård (d. 7 Ağustos 1969, Halmstad), İsveçli eski dekatloncu. 2000 Yaz Olimpiyatları'nda ülkesini temsil etmişti. Dânişmendliler Beyliği Danişmendli Beyliği, 1080–1178 yılları arasında Sivas merkez olmak üzere Çorum, Tokat, Niksar, Amasya, Malatya, Kayseri şehirleri civarında kurulmuş bir Anadolu beyliğidir. II. Kılıçarslan tarafından yıkılmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'ne katılan ilk Türk beyliğidir. Danişmend'in kelime anlamı Farsçada "bilgili adam" olup, İbnü'l-Esîr gerçek adı Taylu olan gazinin Türklere muallimlik yaptığı için danişmend unvanı alıp melikliğe dek yükseltildiğini bildirmiştir. Dönemin kaynaklarında tam adı "Melik-i Muazzam Danişmend Ahmed Gazi b. Ali et-Türkmani" şeklinde zikredilmektedir. Kaynaklarda beyliğin kurucusu Danişmend Gazi'nin Azerbaycan'da Arrân ve civarında yaşayan bir Türkmen ailesine mensup olduğu belirtilmektedir. I. Haçlı Seferi tarihi hakkında kendi dönemiyle ilgili bilgi veren en önemli tarihçilerinden Albertus Aquensis ve 12. yüzyıl tarihçilerinden Sur başpiskoposu Willermus Tyrensis de Danişmendlilerin Türk asıllı bir hanedan olduğunu belirtmektedirler. İbn Hamdun ve İzzeddin İbn Şeddad, Danişmend Gazi'nin Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu Süleyman Şah'ın dayısı olduğunu söylemektedir. Beyliği Urfalı Matheos "Tanismanios", Bizanslı tarihçi Niketas Khoanites ise "Persarmen Taismanios" olarak anmıştır. Khoanites'İn verdiği "İran Ermenileri" tanımlamasının beyliğin kökenine dair tartışmaları beraberinde getirmiş beyliğin adının Danişmendlilerin kısmen hüküm sürdüğü eski Armeniakon Themasına mı, aşiret ya da hanedanın soyuna mı vurgu yaptığı kesinlik kazanmamıştır.. Kaynaklarda adı Melik-i Muazzam Danişmend Ahmed Gazi b. Ali et-Türkmani şeklinde geçen Danişmend Ahmed Gazi, Sultan Alparslan'ın 1064 yılında çıktığı Kafkasya seferi sırasında orduya katılmış ve bu tarihten itibaren Alparslan'ın hizmetine girmiştir. Malazgirt Savaşı'na da katılan Danişmend Gazi, zaferin kazanılmasında önemli rol oynadı. 1080 yılında Bizanslılardan Sivas'ı aldı ve Danişmentli Hanedanını kurdu. Sivas’ı bir üs olarak kullanan Danişmend Gâzi; Çavuldur, Tursan, Kara Doğan, Osmancık, Iltekin ve Karatekin adlı emirleriyle Amasya, Tokat, Niksar, Kayseri, Zamantı, Develi ve Çorum’u fethederek, beyliğine kattı. I. Haçlı seferi'nde başkenti İznik'i kaybederek Anadolu içlerine çekilen I. Kılıçarslan'ın yardımına koştu. I. Kılıçarslan'a Haçlılarla yaptığı Eskişehir Savaşı'nda destek sağladı. Haçlılar bu savaşı kazanarak Anadolu içlerine ilerlemeye devam ettiler. Ancak Danişmendlilerin ve Anadolu'daki diğer Türk birliklerinin saldırıları sonucu Haçlı orduları kuvvetlerinin büyük bir bölümünü kaybettiler. Danişmentliler 1100 yılında Bizans Devletinden bağımsız olan hüküm süren Malatya'yı kuşattılar. Antakya'yı ele geçirerek Antakya Prensliği'ni kurmuş olan Haçlı hükümdarı Tarantolu Boemondo Malatya'nın yardımına koştu. Ancak yenilerek Danişmentlilerin eline tutsak düştü. Malatya 1103 yılında Danişmentlilerin eline geçti. Danişment Gazi, elinde esir bulunan Boemondo’yu iki yüz altmış bin dinar karşılığı serbest bıraktı. Ancak bu hareketi, I. Kılıçarslan’la arasını açtı. Maraş civârında yapılan savaşta yenilen Danişment Gazi, 1104 yılında vefat etti. Beyliğin başına oğlu Melik Gazi geçti. David Fiegen David Fiegen (d. 3 Eylül 1984), Lüksemburglu orta mesafe koşucusu. Göteborg, İsveç'te düzenlenen 2006 Avrupa Atletizm Şampiyonası'nın 800 metre finalinde gümüş madalya kazanarak şampiyona tarihinde Lüksemburg'a madalya getiren ilk atlet oldu. 2004 Yaz Olimpiyatları'nda da yarıştı ve 2002 Dünya Gençler Şampiyonası'ndan bronz madalyası var. Fırtına (anlam ayrımı) Fırtına: Ana (anlam ayrımı) Ayrıca şu anlamlara da gelebilir: MKE Kırıkkalespor Makine Kimya Endüstrisi Kırıkkalespor ya da kısaca MKE Kırıkkalespor, 1967 yılında kurulan Kırmızı-Lacivert-Beyaz renklere sahip futbol kulübü. 2016-17 sezonunda yeniden Bölgesel Amatör Lig'de oynamaya hak kazanmıştır. Resmî olarak 1967 yılında kurulan kulüp daha önce mücadele ettiği, 1. Lig ve 2. Lig'de bir kez, 3. Lig'de 2 kez ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası'nda da 1 kez şampiyon olmuştur. Maçlarını, 5,402 seyirci kapasitesine sahip Fikret Karabudak Stadyumu'nda oynamaktadır. Kırıkkale’de futbol MKE Askeri Fabrikalarının kurulması ile birlikte başlar ve 1930’lu yılların içinde bu fabrikaların her birinin kendi takımlarını kurması ile birlikte gelişir. Kurumlar arası lig maçlarının oynandığı bu dönemde, MKE Askeri Fabrikalar Genel Müdürü Fikret Karabudak Paşa’nın emriyle Fikret Karabudak Stadyumu inşasına başlanır. 1930’lu yılların sonlarında yapımı tamamlanarak hizmete açılan stadyumun ilk zemini kömür cürufu üzerine serpilmiş ince ırmak kumudur. MKE Askeri Fabrikalar zamanında harp sanayi sınıfından birçok ünlü futbolcu Kırıkkale’de askerlik yapar ve fabrikalar arası lig maçlarında da oynarlar. Bunlardan bazıları Galatasaraylı Sarı Naci lâkaplı Naci Özkaya, Beşiktaşlı kaleci Ethem Karpat ve Vefalı Arap Lütfü’dür. 1950 yılında askeri fabrikaların MKE Kurumu’na dönüşmesi ve sivilleşmesi ile birlikte fabrikalar arası lig ve takımlar fesh olur. Sadece MKEK Mühimmat Fabrikası bünyesinde Kırıkkale Gücü ile MKEK Çelik Fabrikası bünyesinde Çelik Hadde futbol takımları, Ankara Amatör Kümede faaliyetlerine devam ederler. 1957 yılında MKEK Bölge Müdürlüğü İnşaat Kısım Müdürü Avni Gürsel, Kırıkkale’de kırmızı-lacivert renklere sahip, Kırıkkale İdman Yurdu isminde üçüncü bir amatör takım kurar. 1958-59 sezonunda Ankara 4. Amatör Kümede lig maçlarına başlayan bu takım her sene küme atlayarak 4. senesinde Ankara Amatör 1. Kümeye yükselir. Bu kümedeyken amatörler arasında ün yapmış olan Ankara Muhafız Gücü’nü sahasında yenen tek sivil takım unvanını kazanır. Amatör kümedeki bu başarılı gidişatı profesyonelliğe taşımak isteyen takım, Yılmaz Akcan’ında destekleriyle, kırmızı-lacivert renkleri ve Kırıkkalespor ismi ile 1967-68 sezonunda 3. Lig'e alınır. İlk kulüp başkanı Yılmaz Akcan, ilk teknik direktör Necdet Niş’dir. Takım profesyonel olduktan sonra Kırıkkale Gücü takımına bir çatı ve isim altında birleşme teklifinde bulunur ancak bütün çabalar sonuçsuz kalır. O zamanlar Fikret Karabudak Stadyumu, MKE kurumuna ait olduğu için, stadyumdan ve tesislerden birinci derecede Kırıkkale Gücü yararlanmakta, Kırıkkalespor ise kapalı beton tribünün altındaki bölümü kullanmaktaydı. Bu mağduriyetin giderilmesi bakımından şehrin mülkî amirlerinin de devreye girmesiyle iki takımın profesyonel çatı altında birleştirilmesi, 1968 Ocak ayında her iki takımın yaptığı genel kurul toplantılarında uzun süren pazarlıklar sonucunda gerçekleşir. Lacivert-beyaz renklere sahip Kırıkkale Gücü'nün, Lacivert-Kırmızılı Kırıkkalespor’ a katılması neticesinde ortak renk olan lacivertin yanına Kırıkkalespor’un kırmızısı ile Kırıkkale Gücü’nün beyazı eklenmiş ve böylelikle kırmızı-lacivert-beyaz renklere sahip, Türkiye’nin ilk 3 renkli futbol takımı tescil edilmiştir. 1973-74 sezonu başında teknik direktörlüğe Doğan Ağaltay getirilir. O zamana kadar Doğu grubunda mücadele eden Kırıkkalespor, İstanbul-Ege grubuna alınır ve 22 takım içinde bitime üç hafta kala şampiyonluğunu ilan ederek 2. Lig'e yükselir. Kurulduğu 1967 yılından, 2. Lig'e çıktığı 1974 yılına kadarki 8 sezonda sahasında mağlup olmayan Türkiye’nin tek takımı olan Kırıkkalespor, kendi sahasındaki ilk mağlubiyetini 1974-75 sezonunda Eskişehir Demirspor’dan almıştır (0-1). Kırıkkalespor, 1975-76 sezonunda şampiyonluk maçında kendi sahasında Tarsus İdmanyurdu ile oynamış, ancak çıkan olaylar nedeniyle maç yarım kalmış ve Tarsus İdmanyurdu hükmen galip sayılarak şampiyon olmuştur. Şampiyonluğu son maçta Tarsus İdmanyurdu’na kaptıran Kırıkkalespor, mevcut kadroya yapılan takviyelerle birlikte takımın başına da millî eski futbolcu olan Suat Mamat'ı getirmiştir. Başkan Ali Rıza Öztürk, genel kaptan Ali Koç Uzel ve diğer yönetim kurulu üyeleri, Türkiye’de ilk defa bir ilçe takımını Türkiye 1. Ligi'ne çıkarma başarısı göstermişlerdir. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle 1. Lig'de tutunamayan Kırıkkalespor, bir yıl sonra yeniden 2. Lig'e düşmüştür. 1988'de 2. Lig'den düşen, 1999'a kadar 3. Lig'de kalan, sonraki 2 yıl 2. Lig'de oynadıktan sonra 2001'de Türkiye liglerinin üçüncü kademesi olan 2. Ligde oynamaya devam etti. Yüklü mali kriz sebebiyle 2008-2009 sezonunda 3. Lig'e düşmüş, 2011-12 sezonunun son haftasında Hacettepe'ye deplasmanda 2-0 yenilince de ligi sondan 4. bitirmiş ve Bölgesel Amatör Lig'e düşmüştür. Kırıkkalespor, 2014-15 sezonunda Bölgesel Amatör Lig 6. Grubu'nu 3. sırada tamamlamış, sezon sonunda Türk Metal Kırıkkalespor ile oynadığı play-out karşılaşmasını 3-2 kaybederek Kırıkkale 1. Amatör Küme'ye düşmüştür. 2015-16 sezonunda Kırıkkale 1. Amatör Lig'de şampiyon olan Kırıkkalespor, aynı sezonda Türk Metal Kırıkkalespor'un 3. Lige çıkması sonucu, baraj maçına gerek kalmadan yeniden BAL'a yükselmiştir. Yüklü parçacıklar Pozitif ve negatif elektrik yük miktarının dengede olmadığı parçacıklara denir. Eğer pozitif yükler daha fazlaysa parçacık artı yüklü, negatif yükler daha fazlaysa parçacık eksi yüklüdür. Bu iki yükün birbirine eşit olması durumunda parçacık yüksüz veya nötrdür. Aslında doğada bütün parçacıklar (atom ve moleküller) eşit sayıda proton (artı yüklü temel parçacık) ve elektron (eksi yüklü temel parçacık) içerirler. Bu nedenle doğal olan, parçacıkların yüksüz olmasıdır. Sürtünme gibi çeşitli nedenlerle parçacıklar elektron alabilir veya kaybedebilir. P
roton sayısı ise (nükleer değişimler dışında) sabittir, değişmez. Elektron alan parçacık eksi yüklenirken, elektron kaybeden parçacık artı yüklenir. Dolayısıyla parçacıkların yükleri sahip oldukları elektron sayısıyla doğrudan ilişkilidir. Bir başka deyişle; protonlar atom çekirdeğinde çok güçlü nükleer kuvvetlerle birbirine bağlı tutulmaktadır. Bir atomun proton kaybetmesi veya kazanması çok zordur. Atom çekirdeğinin etrafında kümelenen elektronlar ise atomlar tarafından kolaylıkla kaybedilebilir veya kazanılabilir. Örneğin masanızın yüzeyindeki atomların dış yörüngelerinde gezinen (yüksek enerji seviyesindeki) elektronları elinizle süpürebilirsiniz. Bu durumda ya masanız elektron kaybederken eliniz elektron kazanacak ya da tam tersi olacaktır. İki durumda da bir taraf pozitif yüklenirken, diğer taraf negatif yüklenecektir. Yüklü parçacıkların davranışları Coulomb Kanunu ile incelenir. Almatı Almatı (), Kazakistan'ın 2.000.900 nüfuslu ve en büyük şehridir. Almatı ("eski adıyla Alma-ata") Kazakistan Cumhuriyeti'nin eski başkentidir. Kazakistan'ın güney doğusunda yer alan Almatı şehri, 1854 yılında Rusların doğuda sınır kalesi olarak kurduğu bir şehirdir ve bugün ise 2.000.900 nüfusu ile Orta Asya'nın en gelişmiş kozmopolitan şehridir. Birçok alışveriş merkezi, restoranları, otelleri ve kazinoları ile zengin bir yaşam sunar. Eski adı Alma Ata olan şehir Alatau Dağları platosunda kalmaktadır. Kazakistan genelinde olduğu gibi, Almatı'da da ana dil Kazakça ve Rusçadır. Kazakistan'ın 1991 yılında Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığını kazanmasından bu yana, Almatı şehri Batı pazarlarına açılıp, çok hızlı bir değişime uğradı. Almatı eski başkent olmasına rağmen ("Şu andaki başkent Astana şehridir.") halen ülkenin kültürel, ekonomik ve ticari merkezi durumundadır. Almatı Şehri kayak yapmak için ideal bir yerdir. Çimbulak kayak telesiyejleri deniz seviyesinden 3163 metreye kadar çıkmaktadır. Çimbulak kayak merkezinin yanında yer alan Büyük Almatı Gölü, görülmeye değer doğal güzelliğe sahiptir. Ayrıca Almatı yerleşim alanında 16 milyondan fazla ağaç olduğu tahmin edilmektedir. Merkez Müzesinde Kazakistan tarihine ilişkin öğeler bulabilirsiniz. Türkiye'de tarih kitaplarında olan Altın Elbiseli Adam'ın kostümünün bir kopyası da burada bulunmaktadır. Panfilov Parkında, II. Dünya Savaşında yaşamını yitirenler anısına yanan ateş ve anıt görmeye değer, kudretli bir anıttır. Almatı merkezinde çok düzgün yol planlaması vardır. Bütün caddeler dikey ve yatay olarak hizalanmıştır. Caddenin bir tarafında binalar tek numaralı, karşı tarafında da çift numaralıdır. Bir adresi söylemenin de kolay yolu, gidilecek yerin dikey ve yatay kesişim caddelerini söylemektir. Almatı Kazakistan'ın en büyük şehridir. Ömer Rıza Ömer Rıza (d. 8 Kasım 1979) KKTC asıllı Türk futbolcudur. Kariyerine Arsenal'de başladı. İngiltere'de West Ham United FC, Barnet ve Cambridge United formaları giyen oyuncu; 2003 yılında Denizlispor'a transfer oldu. Denizlispor'daki başarılı performansıyla dikkati çeken oyuncu, 2006 yılında Trabzonspor'a 2008 yılında Sivasspor'a transfer olmuştur. Ancak Sivasspor'a transferi bazı nedenlerden dolayı gerçekleşmemiştir. Şu anda İngiltere'nin Shrewsbury Town takımında forma giymektedir. Su buharı Su buharı, normal şartlar altında sıvı halde bulunan suyun gaz halidir. Su her sıcaklıkta buharlaşabildiği için havada her zaman su buharı bulunur. Buharlaşma su yüzeyinden meydana gelir. Suyun su buharı hâline gelmesine buharlaşma denir. Su buharının tekrar su haline geçmesine de yoğunlaşma denir. Atmosferde bulunan su buharı ani yoğunlaşmalar yaşarsa yağmur yağar, yoğunlaşma ortamı aniden ve aşırı soğursa su buharı direkt yoğunlaşma olmadan katı hale geçer. Buna da kırağılaşma denir. [[Kategori:Buhar]] [[Kategori:Sera gazları]] Ho Chi Minh Kenti Ho Chi Minh, Vietnam'ın 7,123,340 nüfuslu ve en büyük şehridir. Adını eski Kuzey Vietnam'ın lideri Ho Chi Minh'ten alır. Önceki ismi Saygon'dur. Bu isim altında Fransız Koçinçin kolonisinin başkenti idi. Güney Vietnam'ın başkenti olarak 1975 yılına kadar kalmıştır. İtalya Yarımadası İtalya Yarımadası (İtalyanca: "Penisola italiana"), Avrupa'nın en büyük yarımadalarından biridir. Kuzeyde Alplerden, güneyde Akdeniz'in ortasına kadar uzanan 1.000 kilometrelik bir alanı kapsar. Çizme şeklinde oluşuyla tanınır, zaten "Lo Stivale" (İtalyanca "Çizme") olarak isimlendirilir. İtalya Yarımadası 3 devlet barındırır: Yarımada, batıda Ligurya Denizi ve Tiren Denizi, Güneyde İyon Denizi, ve Doğuda Adriyatik Denizi ile çevrilidir. Yarımadanın en Kuzeyi Alp Dağları ile kaplıdır, ancak orta ve Güney kısımları geniş düzlüklerden oluşur ve genelde deniz kıyısında uçurumlarla sona erer. Yarımadada Akdeniz iklimi görülür ve tek yeraltı zenginliği petroldür. Bazı dillerde adı Apenin Yarımadası olarak da geçer. İmaret Camii İmaret Camii, Akşehir'deki tek Osmanlı camisidir. Hasan Paşa tarafından 1510 yılında inşa ettirilmiştir. Yapı kesme taşlardan oluşmaktadır. Caminin tek büyük kubbesi sağırdır. Dört küşesinde askılık görevi yapan kubbecikler yer alır. Dört mermer sütunun tuttuğu üç kubbe, cemaat yerini örter. Caminin önünde 12 tane sütunu olan bir şadırvan vardır. İmaret Camii girişinin sol tarfındaki ilk sütunun aşağısındaki tunç bileziğin üzeri, Akşehir'e uğrayanların yazılarıyla bir anı defterei gibi doldurulmuştur. Bu yazılardan en önemlisi Evliya Çelebi'ye aittir. Evliya Çelebi yazdığı metinde "Fakir Mehmed Sultan Murad Han - Tanrı Kendisini Teyit Etsin - askerleriyle beraber buraya geldi. Bunu 1048 yılı muharreminin 26. günü yazdı" demektedir. Vural Öger Vural Öger, (d. 1 Şubat 1942, Ankara), Türk kökenli Alman politikacı ve iş adamı. Öger Tours havayolu ve turizm firmasının kurucusu ve sahibi olan Öger, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) Milletvekili ve Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Milletvekili olup aynı zamanda Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi'nin bir üyesidir. Vural Öger, 1 Şubat 1942 tarihinde Ankara'da bir subay çocuğu olarak dünyaya geldi. 1960 yılında liseden mezun olduktan sonra Almanya'ya giden Öger, Grafing ve Bad Reichenhall'deki Goethe Enstitüsü'ne gitti, ardından da 1961'de Berlin Teknik Üniversitesi'nde mühendislik eğitimine başladı. 1968'de bu üniversiteden mezun oldu. 27 yaşındayken önce Hamburg'ta daha sonra da Berlin, Hannover ve Bremen'de seyahat büroları açtı. Öger, kurduğu ilk seyahat şirketi ile 1970'li yılların başında Türkiye'ye uçuşlar düzenlemeye başladı. Öger, 1982 yılında Öger Tours GmbH'yı kurdu. 1990 yılında Alman vatandaşlığına geçmeye karar verdikten sonra Türk pasaportunu bırakan Öger, yeni yasa değişikliğiyle birlikte çifte vatandaşlığa hak kazandı. Ancak yeniden Türk vatandaşlığını elde etmek için hemen harekete geçmedi. Çünkü kâğıt üzerindeki vatandaşlığın onun için önem taşımadığını belirten Öger; "Ben kendimi zaten Türk hissediyorum" dedi. Öger bu sözleriyle "Aslında başarılı bir Türk olarak, Türk toplumundan biraz soyutlanmış olsa da, Türklüğünü asla unutmuyor." gibi yorumlar aldı. 1990 yılından itibaren Mısır, Tunus ve Fas'a, ilerleyen yıllarda ise Yunanistan, Malta ve Dominik Cumhuriyeti'ne uçuşlar düzenleyen Öger Tours, 1997 yılında ATT Turistik GmbH'yi satın aldı. Öger Tours GmbH, Öger Türk Tur GmbH ve ATT Touristik GmbH'dan oluşan Öger Grubu, 1997 ve 1998 yıllarında Küba ve Karayip Adaları'na da uçuşlar düzenlemeye başlamasının ardından 1999/2000 sezonunda da Çin ve İspanya'yı da programına aldı. Vural Öger, 1996 yılında Almanya'dan turist taşıyan Birgen Air'e ait uçağın Dominik Cumhuriyeti açıklarında düşmesinin ardından zor günler geçirdi. Bu olayın kendisine yeni tecrübeler kazandırdığını ve son derece zor günler yaşadığını söyleyen Öger, çoğu Alman vatandaşı olan 189 yolcunun can verdiği kazadan sonra, bir kesim Alman medyasının bu kazayı, Türkiye ve Vural Öger aleyhinde kullanmak istediğini düşünmüş ve şu sözleri söylemişti: "O günlerde sanki transa geçmiş gibiydim. Alman dostlarımdan biraz olsun beni anlamalarını, biraz olsun destek vermelerini bekledim." Berlin Teknik Üniversitesi'nde Mühendislik öğrenimi gördüğü dönemde gençliğinin siyasi faaliyetlerinden uzak kalan Öger, 2 Haziran 1967'den sonra politikayla ilgilenmeye başladı. Berlin'de düzenlenen İran Şahı aleyhindeki bir gösteriye tesadüfen karışan Öger, çıkan kargaşada polisten dayak yedi ve ağır şekilde yararlandı. İyileşmesi haftalar alan Öger, tazminat talebiyle dava açtı ve Öger'in avukatlığını 68 kuşağının avukatı ve bugünün İçişleri Bakanı Otto Schily üstlendi. Bu olayın yaşanmasından 30 yıl sonra Vural Öger, Federal İçişleri Bakanı Otto Schily tarafından Göç Komisyonu'na atanan tek yabancı iş adamı oldu. Almanya'nın haftalık ekonomi ve siyasi gazetesi Die Woche, Goethe kadar Nasrettin Hoca'yı da okuyan, klasik müzik kadar Türk halk müziği de dinleyen Vural Öger'i, tam bir liberal, bir dünya vatandaşı olarak tanımladı ve onu okurlarına "Prusyalı Türk" başlığı ile tanıttı. Yazıda, Alman toplumunun içinde Almanlar'dan bile daha sıkı bir disiplin içinde çalıştığı için "Prusyalı" yakıştırması yapılan Öger'in iş hayatındaki başarılarından, özel hayatındaki kaliteli çizgiden övgüyle söz edildi. Vural Öger'e 2001 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından "Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası" verildi. Bir yıl sonra da Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau tarafından "Alman Federal Cumhuriyeti Liyakat Madalyası" ile ödüllendirildi. Ancak işlerinin kötü gitmesi nedeniyle 2010 yılında şirketini sattı. 2016 yılında da şahsi iflası için başvuruda bulundu. Avrupa Parlamentosu Almanya Milletvekili, Türk asıllı Alman Milletvekili ve iş adamı Vural Öger, 1915'teki Ermeni Tehcirinde (Ermeni Sürgünü) Osmanlı Hükümeti üzerinde etkili olan Alman görevlilerin de rolü olduğunu savunuyor. "Benim Almanyam, Benim Türkiyem" adında bir de kitap yazan Öger, Türkleri ve Almanları daha da yakınlaştırmak için 1998 yılında kurulan Türk-Alman Vakfı'nda önemli bir rol oynadı. Altı dil konuşabilen Öger, evli ve üç çocuk babasıdır. FK Zenit
FK Zenit (Rusça: футбольный клуб Зенит), Sankt-Peterburg'un Rus futbol kulübü. İç saha maçlarını, 69.501 kişi kapasiteli Yeni Zenit Stadyumu'nda oynamaktadır. En büyük başarısı 2008 senesindeki UEFA şampiyonluğudur. Son yıllarda Gazprom şirketinin maddi desteğiyle Avrupa'da da boy göstermeye başlayan Zenit, 2005-06 sezonunda UEFA Kupası'nda çeyrek final oynamıştır. 2007-08 UEFA Kupası finalinde Rangers'ı 2-0 yenerek UEFA Kupası şampiyonu oldu. 2007-08 sezonu UEFA Süper Kupası'nda Manchester United'ı Pobrebnyak ve Danny'nin golleriye mağlup ederek kupayı kazandı. "2016 itibarıyla" "26 Ağustos 2010 itibarıyla" Ercüment Olgundeniz Ercüment Olgundeniz (d. 7 Temmuz 1976), Türk disk atıcısı ve güllecisidir. Atina, Yunanistan'da düzenlenen 2004 Yaz Olimpiyatları'nda 58,17 m atarak 28. oldu ve finallere kalamadı. Almería, İspanya'da düzenlenen 2005 Akdeniz Oyunları'nda 59.16 metrelik atışıyla bronz madalyanın sahibi oldu. 4 Temmuz 2004'te İstanbul'da gerçekleştirdiği 63.49 metrelik en iyi derecesiyle (aynı zamanda Türkiye rekoru) dünya sıralamasında 44. gözükmektedir. 2008 yılına kadar Fenerbahçe forması giyen Olgundeniz, 2008'de ENKA'ya, 2009'da da İzmir Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü'ne transfer oldu. Ercan Erden tarafından çalıştırılmaktadır. Türk Rivierası Türk Rivierası Türkiye'de Ege ve Akdeniz kıyısındaki iki ayrı coğrafi bölge arasında kalan bir kısmı belirtmek için kullanılan terimdir. Türk Rivierası doğuda Antalya ilinden başlayan ve batıda Muğla ilini de içine alarak İzmir ilinin orta kesimine uzanan bir bölgedir. Güneş ve deniz, tarih ve doğa, bin kilometreyi aşkın sahil şeridi boyunca uzanan birçok antik şehir ve doğal plaj, bölgeyi mavi tur için bir çekim merkezi yapar. Uygun iklimi, ılık denizi ve pek çok doğal ve tarihî güzelliği, Türkiye'nin bu kesimini popüler bir turizm merkezi haline getirmiştir. Bölgede uluslararası üne sahip yerleşimler vardır: Antalya, Alanya, Bodrum ve Marmaris. Kızılay Meydanı Kızılay Meydanı, Türkiye'nin başkenti Ankara'nın merkezidir. Adını meydanın bir köşesinde 1929 yılında yaptırılan bugün mevcut olmayan Kızılay genel merkez binasından alan meydan doğudan "Ziya Gökalp Caddesi" (Kolej, Kurtuluş), batıdan "Gazi Mustafa Kemal Bulvarı" (Kısaca "GMK Bulvarı") (Demirtepe, Maltepe, Tandoğan), kuzey-güney ekseninde ise "Atatürk Bulvarı" (Sıhhiye, Ulus, Bakanlıklar, Kavaklıdere) yollarının kesişimindedir. Ankara'nın her tarafından ulaşımı oldukça kolay olan meydanda hem Metro hem de Ankaray istasyonu bulunmaktadır. Çok sayıda büro, mağaza, kafe ve park bulunmaktadır. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinde alınan karar ile meydanın resmi adının 15 Temmuz Kızılay Milli İrade Meydanı olduğu bildirilmiştir. Domuzlar Körfezi Çıkarması Domuzlar Körfezi Çıkarması, 1961 yılında ABD´nin desteğini arkasına alan sürgündeki Kübalıların, Fidel Castro rejimini yıkmak için gerçekleştirdikleri başarısız işgal girişimi. Adını, çıkarmanın yapıldığı körfez olan Playa Giron'dan almıştır. Kübalı devrimci Fidel Castro, ABD'nin desteklediği Batista diktatörlüğünü 1959'da devirdiği zaman, ülkedeki tüm kumarhane ve genelevleri kapattı, ekonomiyi millileştirdi. Bu, mafya ile United Fruit Company, ITT, Shell gibi birçok çokuluslu ve ABD şirketini çok kârlı bir birliktelikten yoksun bıraktı. ABD cephesinde ise, en iyi arkadaşı ve iş adamı Charles Rebozo ve diğerleri üzerinden mafyayla uzun zamandan beri bağlar kurmuş olan Başkan Yardımcısı Richard Nixon, CIA ile birlikte Castro'yu saf dışı bırakmak için gizli planlar yapmaya başladı. Bu planlardan başkan Eisenhower'ın da haberi bulunmaktaydı. Nixon'ın yerine John Fitzgerald Kennedy (JFK) başkan seçilince, hakkında ciddi endişe duyduğu Domuzlar Körfezi'nden Küba'yı işgal etme operasyonunu devraldı. Küba hükümetinin savaş planı tartışmaya açıktır. Küba devlet arşivlerinde Fidel Castro’nun stratejiyi belirlediğinden bahsedilir. Merkezde Santa Clara’daki ordu birliklerinin başında Binbaşı Juan Almeida vardı. Önceden Fidel Castro’nun özel muhafız birliğine komuta eden Orlando Rodriguez Puerta Matanzas’daki birliklerden sorumluydu. Efigenio Ameijeiras Devrimci Ulusal Polis teşkilatının başındaydı. Ramiro Valdes ise İçişleri Bakanıydı. Küba’da daha çok Doğu Bloku ülkelerinden gelen danışmanlar bulunmaktaydı. Bu danışmanlar özellikle II. Dünya Savaşı sırasında Sovyet Ordularında bulunmuş ve savaşmış kişilerdi. Bunlardan en tanınanları İspanya İç Savaşında da savaşmış olan İspanyol komünist lider Francisco Ciutat de Miguel, Enrique Lister ve Alberto Bayo idi. Ayrıca iki Sovyet gizli servisi KGB albayı Vadim Koçergin ve Victor Simanov’un bu dönemde adada olduğu bilinmektedir. Küba Devriminin 1959 yılı Ocak ayının başında başarı kazanmasından sonra özellikle Escambray Dağlarında karşı-devrimci silahlı gruplar bulunuyordu. Bu gruplara karşı verilen savaş 1965 yılına dek sürmüştür. Domuzlar Körfezi Çıkarması döneminde CIA bu grupları desteklese de işgal planının bir parçası değillerdi. 15 Nisan 1961 günü sabah saatlerinde sekiz Douglas B-26B Invader bombardıman uçağı üç grup halinde havalanarak Havana ve Santiago de Cuba’daki havaalanlarına saldırdı. B-26 uçakları CIA tarafından özel olarak hazırlanmış ve Küba hükümetine ait Küba Hava Kuvvetleri renklerine boyanmıştı. Uçaklar bombaların yanı sıra roket ve makinalı tüfeklerle donatılmıştır. Uçaklar Nikaragua’daki "Puerto Cabezas" üssünden havalandıktan sonra adaya saldıracaktır. Saldırı sonucu sınırlı sayıda yerdeki uçak hasar görecek, buna karşılık olarak yerden açılan uçaksavar ateşi uçaklara hasar verse de bunları düşüremeyecektir. Saldırılardan hemen sonra Küba Dışişleri Bakanı Raul Roa Birleşmiş Milletlerde saldırıdan ötürü ABD’yi suçlayacaktır. Birleşmiş Milletlerdeki ABD temsilcisi Adlai Stevenson ABD silahlı kuvvetlerinin hiçbir şekilde böyle bir saldırıya karışmadıklarını iddia etse de saldırıyı gerçekleştiren uçakların Miami’deki askeri havaalanında çekilmiş fotoğraflarıyla yüzleştirilince geri adım atacaktır. Bu yüzleşmeden sonra ABD Başkanı Kennedy, doğrudan ABD müdahalesi anlamına gelecek olan ve CIA tarafından önceden planlanan diğer hava saldırılarını iptal etmek zorunda kalacaktır. 16 Nisan günü Merardo Leon, Jose Leon ve 14 arkadaşı Las Villas eyaletindeki Las Deilicias’da silahlı ayaklanma başlatsalar da başarılı olamayacak ve sadece dördü kurtulacaktır. 17 Nisanda ise Castro’ya karşı kırdaki direnişin lideri Osvaldo Ramirez Aromas de Velazquez’de yakalanacak ve derhal idam edilecektir. CIA çıkarmayla uğraştığı sırada bu ayaklanma girişimlerinden haberdar değildir. 16 Nisan günü ise CIA destekli "2506.Tugay" olarak adlandırılan çıkarma birlikleri yola çıkar. Nikaragua’dan yola çıkan filo beş adet 2400 ton ağırlığındaki ticari gemiden oluşur. Dört tanesi; "Houston", "Río Escondido", "Caribe" ve "Atlántico" 1400 asker ve mühimmat taşırken, beşinci gemi "Lake Charles" destek birlikleri ve malzemelerini taşımaktadır. Gemiler Liberya bandıralı olarak adaya yaklaşır. Gemiler gözle görülemeyecek uzaklıktan Birleşik Devletler destroyerleri USS Bache, USS Beale, USS Conway, USS Cony, USS Eaton, USS Murray, USS Waller tarafından korunmakta ve takip edilmektedir. Cayman Adalarında ise bir görev kuvveti oluşturulmuş ve USS Essex uçak gemisi hazır halde bekletilmiştir. Ayrıca burada USS Hank, USS John W. Weeks, USS Purdy, USS Wren destroyerleriyle USS Cobbler ve USS Threadfin denizaltıları da hazır beklemektedir. 17 Nisan günü gece yarısı iki CIA çıkarma gemisi "Blagar" ve "Barbara J" Küba'nın güney sahilindeki Domuzlar Körfezine ("Bahia de Cochinos") girdi. Gemilerde CIA operasyon subaylarının yanı sıra balıkadam ekipleri ve bomba uzmanları bulunmaktaydı. Bu gemileri dört ticari yük gemisi ("Houston, Río Escondido, Caribe, Atlántico") izliyordu. Gemilerde kendilerine 2506.Tugay diyen toplam 1300 silahlı Kübalı sürgün asker bulunmaktaydı. Gemilerde ve çıkarma gemilerinde çok sayıda mühimmatın yanı sıra tanklar da bulunmaktaydı. Saat 01:00 sularında operasyonun komuta merkezini oluşturan "Blagar" gemisi sahile çıkış operasyonunu başlatır. Önce balıkadamlar botlarla olmak üzere diğer askerler küçük çıkarma gemileriyle kumsala çıkmaya başlarlar. Çıkarma işlemi motor aksaklıkları ve görülmeyen mercan kayalıklarının engel olması sebebiyle başarıyla yürütülemez. Sahilde devriye gezen yaklaşık 50 sayıdaki Kübalı milis radyoyla Küba Silahlı Kuvvetlerine haber vererek alarm verilmesini sağlayacaklardır. Sahile ilk çıkan düzenli birlikler karşısında ilk olarak bu milisler çatışmaya başlar milislerin direnişi 2 saatten fazla sürer daha fazla direnemeyen milisler güvenli bölgeye çekilir. Sabah 06.30' gelindiğinde Küba Hava Kuvvetlerine bağlı Sea Fury, B-26 ve T-33 jetleri hala Kübalı sürgün askerleri indirmekte olan çıkarma gemilerine saldırıya başlar. Saat 06.50'ye gelindiğinde Larga Plajının 8 km güneyinde "Houston" gemisi hava saldırısından ötürü ağır hasar alacak ve gemi kaptanı Luis Morse gemiyi bilinçli bir şekilde karaya oturtur. Gemiden 270 asker karaya çıkmış olsa da 180 asker ya boğulmuş ya da karaya çıkamamıştır. Saat 07.00'de ise Kübalı sürgünlere ait iki adet B-26 uçağı Küba sahil güvenlik gemisi "El Baire"'yi Pines Adası yakınlarında batırır. Bu uçaklar daha sonra sahile gelen Küba Silahlı Kuvvetlerine bağlı piyade askerlerine saldırmak ve çıkarma yapan gemilere hava desteği sağlamak üzere Domuzlar Körfezi'ne doğru uçarlar. Saat 07.30'da ise Kübalı sürgünlere ait beş adet C-46 ve bir adet C-54 nakliye uçağı sayesinde 177 paraşütçü Kübalı sürgün askeri çıkarma bölgesinin üzerinde paraşütle atlayarak operasyona dahil olur. Paraşütle atılan ağır ekipman ve silahların bir kısmı bataklığa düştüğü için bu birlik esas amacı olan çıkarma bölgesine gelen anayolu kapatma görevini başaramayacaktır. Ancak buna rağmen çıkarma bölgesine gelen yollarda önemli mevziler iki gün boyunca bu birlikler ve destek birliklerince tutulacaktır. Saat 09:00 sıralarından diğer bölgelerden gelmekte olan Küba askeri birlikleri ve milisler Covadonga ve Yagua
ramas’a ulaştı. Gün boyunca bölgeye tank ve zırhlı birlikler de kamyonlar ve tırlarla sevk edildi. 09:30 sularında ise Sea Fury ile T-33 hava saldırısına maruz kalan Rio Escondido güverteye isabet eden füzelerden dolayı havaya uçacak ve batacaktır. Havada savaş uçaklarının savaşı sürerken öğlene doğru Matanzas Harp Okulu öğrencilerinden oluşan birlikler Palpite’yi yeniden ele geçirecek ve Larga sahiline doğru ilerlemeye başlayacaktır. Ancak bu birliklere özellikle sürgün birliklerine ait B-26 bombardıman uçakları büyük zayiat verdirecektir. Hava kararırken diğer Küba birlikleri de Covadonga’dan güneye, San Blas’a doğru ve Cienfuegos’da Giron’a doğru ilerlemektedir. Ancak bu birlikler ağır silahlar ve zırhlı birlik desteğinden yoksundur. Gün boyunca sürgün birliklerine ait üç adet B-26 bombardıman uçağı Küba Hava Kuvvetlerine bağlı T-33 savaş uçaklarınca düşürülmüştür. Savaş pilotlarından bir tanesi bölgedeki ABD savaş gemisi "USS Murray" tarafından kurtarılacak, iki tanesi ise Nikaragua topraklarına zorunlu iniş yapacaktır. Akşama doğru saat 16:00’da Fidel Castro bölgeye bizzat gelerek cephe komutanı olarak atanan Jose Ramon Fernandez’e katılır. Gece saat 21:00’de "San Antonio de Los Baños" Havaalanına üç adet B-26 tarafından yapılan saldırı başarısız olur. Yoğun uçaksavar ateşi ve kötü hava bu görevin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açar. Sabah 10:30 sularında zırhlı birliklerin desteğiyle ilerleyen Kübalı asker ve milisler Larga sahilini ele geçirdi. Sürgün kuvvetleri Giron tarafında doğru çekildi. Gün içinde sürgün kuvvetleri Covadonga ve Yaguaramas yolları üzerinden San Blas’a çekildiler. Bu süre zarfında Castro ve Fernandez cepheyi oraya kaydırmışlardı. Akşam 17:00 sıralarında sürgünlere ait altı B-26 bombardıman uçağı bölgeye destek getiren konvoya saldırdı ve ağır zayiat verdirdi. Saldırıyı gerçekleştiren altı pilottan ikisi CIA görevlisidir. Cepheye asker ve zırhlı birlikleri taşıyan konvoy daha sonra yeniden yola devam edecek ve Punta Perdiz’e ulaşacaktır. Sürgünlerin gerçekleştireceği son hava saldırısı beş B-26 bombardıman uçağı tarafından icra edildi. Uçaklardan dördü CIA personelince kullanılıyordu. Küba Hava Kuvvetlerine bağlı bir Sea Fury ve iki T-33 uçağı bombardıman uçaklarından iki tanesini düşürecektir. Düşen uçaklarda dört CIA görevlisi hayatını kaybedecektir. Diğer yandan çıkarma birliklerine mühimmat sağlamak üzere yola çıkan C-46 uçaklarından bir tanesi sürgünler tarafından işgal edilen Giron havaalanına inerek hem silah ve mühimmat ikmali yapar hem de daha önceden uçağı düşürülen bir sürgün pilotu alarak geri döner. Virginia Jet Filosu'na bağlı Douglas A-4 Skyhawk jetleri ise ABD bayrakları ve işaretleri sökülmüş bir şekilde muharebe bölgesinin üzerinden geçerek hem sürgünlere moral destek sağlıyor hem de Kübalılara gözdağı vermeye çalışıyordu. Bu jetler doğrudan savaşa dahil olmamışlardır. Hava desteği olmayan ve mühimmatı hızla tükenen 2506. Tugay birlikleri kendilerine doğru hızla yaklaşan Küba topçusu, zırhlı birlikleri ve kara ordusu karşısında ilk çıkarma bölgesine doğru çekilirler. Gecenin karanlığından yararlanarak yenilmekte olan sürgünleri alabilmek için körfeze giren USS Santiago ve USS Murray savaş gemileri ise karadan açılan tank ateşi karşısında geri çekilmek zorunda kalırlar. 19 Nisan-22 Nisan arasında Douglas A-4 Skyhawk jetleri savaşla ilgili istihbarat toplamak üzere sayısız uçuş gerçekleştirecektir. Cayman Adalarında konuşlu USS Shangri-La uçak gemisine bağlı uçaklar da sayısız keşif uçuşu yapacaktır. 21 Nisan günü ise artık kesin yenilgiye uğramış olan sürgün birliklerinin kılıç artıklarını aramak üzere körfez ve civarını tarayan USS Conway, USS Cony savaş gemileri ve USS Threadfin denizaltısı 30 civarında sürgünü kurtarırlar. Savaşın ilk günlerinde ele geçen 18 Nisan 1961’de 7 Kübalı sürgün savaşçı ve iki CIA görevlisi (Angus McNair ve Howard Andersen) Pinar del Rio’da infaz edilecektir. Kübalı sürgün savaşçılarının 1204 tanesi ele geçecektir. Savaş esirleri Havana’ya getirilir. Esirlerin iadesine yönelik görüşmeler verimsiz kalacaktır. 8 Eylül 1961’de 14 savaş esiri Domuzlar Körfezi Çıkarmasından önce Küba’ya gizli şekilde girmek ve adam öldürmek suçlarıyla suçlanırlar. 5 tanesi idam cezasına çarptırılacak, 9 tanesi de 30 yıl hapse mahkûm edilecekti. 29 Mart 1962’de ise 1179 savaş esiri vatan hainliğinden mahkemeye sevk edilir. 7 Nisan 1962’de tümü suçlu bulunup 30 yıla mahkûm edilir. 14 Nisan 1962’de yaralı ve hasta olan 60 tanesi serbest bırakılacak ve ABD’ye gitmelerine izin verilecektir. 21 Aralık 1962 tarihinde ise Küba Başbakanı Fidel Castro ile Amerikalı avukat James B. Donovan arasında esirlere dair bir anlaşma imzalanır. 1113 savaş esiri, özel kuruluşlar tarafından toplanan 53 milyon dolar değerinde gıda ve ilaç karşılığında salıverilecektir. 24 Aralık 1962 günü bazı mahkûmlar Miami’ye uçacak, diğerleri de Africa Pilot isimli gemiyle ayrılır, ayrıca sürgünlerin ailelerinden ayrılmak isteyen 1000 kadar Kübalı da ABD’ye gidecektir. 29 Aralık 1962 günü ABD Başkanı John Kennedy 2506.Tugay gazilerini Miami Florida’da yapılan Orange Bowl amerikan futbol kupa maçından önce yapılan kutlamalarda resmen karşılayacaktır. Burada yaptığı konuşmada Kennedy, Castro'nun "ülkeyi yönettiğini ancak halkını yönetemediğini" iddia ederek, 2506. Tugayın sancağının Kübalı sürgünlere "özgür" Havana'da geri verileceğini bildirmiştir. Domuzlar Körfezi olayından sonra da ABD ile Küba arasında ilan edilmemiş savaş hali sürecektir. 1961 yılında ABD Mongoose (Firavunfaresi) Operasyonu adlı harekatı başlatarak adayı işgal planlarını hayata geçirmeye çalışacak, bunun üzerine Küba Sovyetler Birliğinden işgale karşı savunmak amacıyla füze savunması isteyince Küba Füze Krizi patlak verecektir. Ayrıca CIA, Fidel Castro'yu öldürmek için çok sayıda girişimde bulunacaktır. Başarısız çıkarma girişimi Kennedy yönetimini küçük düşürecek, Castro yönetimini ise ABD’nin ilerideki müdahale girişimlerine karşı tedbirli olmaya itecektir. CIA yönetimindeki Allen Dulles ve ekibi görevden alınmıştır. ABD yönetimini darbeyle olan bağları uzun süre gizli tutulacaktır. 1961 Ağustosunda OAS örgütünün Uruguay’daki toplantısına katılan dönemin Küba Ekonomi Bakanı Ernesto Che Guevara Beyaz Saray’da görev yapan genç sekreter Richard Goodwin aracılığıyla Kennedy’e bir not gönderir: “"Domuzlar Körfezi için teşekkürler. Çıkarmadan önce devrim zayıftı. Şimdi her zamankinden daha güçlü."” Çıkarma ile ilgili yapılan değerlendirmelerde Domuzlar Körfezinden sonra Castro’nun daha popüler olduğu ve adada uyguladığı ekonomik siyasete olan desteğin arttığı belirtilir. Castro, ilk B-26 bombardımanlarından sonra Küba Devriminin Marksist-Leninist olduğunu açıklayacaktır. Çıkarma girişiminden sonra Küba Sovyetler Birliği ile yakınlaşacak ve bir buçuk yıl sonra Küba Füze Krizi yaşanacaktır. Castro iktidara geldiğinden sonra hep teorik düzeyde olan ABD işgal tehdidinin gerçekleşebildiğini gördüğünden dolayı ülke güvenliğini sağlamak için füzelerin adada konuşlanmasına müsaade edecektir. Küba’da hala halkın olası bir işgale hazırlıklı olması için “Ulusal Savunma Günü” kapsamında tatbikatlar yapılmaktadır. Zaferin anısına Domuzlar Körfezi Nişanı verilmeye başlanmıştır. İlk nişan uzaya çıkan ilk insan olan Sovyet kozmonot Yuri Gagarin'e verilmiştir. Domuzlar Körfezinde mağlup olan sürgün Kübalılar ise CIA ve ABD Ordusuna bağlı kalacaklardır. Vietnam Savaşında görev yapan 6 albay, 19 yarbay bu askerlerdendir, ayrıca çoğu ABD’de kirli işlere bulaşacaktır. Watergate Skandalına adı karışanlar arasında eski 2506.Tugay üyeleri de bulunmaktadır. Domuzlar Körfezi Çıkarması Hollywood yapımı 2006 tarihli "Kirli Sırlar" filmine de konu olmuştur. Popüler video oyunu ""'da bu konu işlenmiştir.2003 yapımı 100 Yılın itirafları adlı belgeselde işlenmektedir. Ayrıca Oliver Stone'un yönetmenliğini yaptığıJFK filminde de konuya birçok gönderme vardır. Çıkarma sırasında küçük bir köy olan Giron bugün oldukça gelişmiştir. Şu sıralarda bölgede oturanlardan çok azı çıkarma zamanındandır. Giron’un etrafındaki anayollarda o dönemde hayatını kaybedenlere ait anıtlara rastlamak mümkündür. Çıkarma sonrasında sürgün Kübalıların teslim olmalarını gösteren çok sayıda büyük sokak resmi bulunmaktadır. Giron’un girişinde ise Fidel Castro’nun Domuzlar Körfezi ile ilgil söylediği ünlü sözü olan “"Yanki emperyalizminin ilk yenilgisi"” yazılıdır. Ayrıca çıkarmanın yapıldığı yerde küçük bir müzede çıkarma anına ait resim, fotoğraf, haritalar savaşta hayatını kaybedenlerin fotoğrafları sergilenmektedir. Müzenin bahçesinde ise savaşta kullanılan uçak ve ekipman sergilenmektedir. Küba’nın çeşitli yerlerinde de ABD tarafından finanse edilen paralı askerlerin yenildiği afişler sıklıkla görülebilir. İtalyan Rivierası İtalyan Rivierası, Fransa ve İtalya arasında paylaşılan Ligurya Denizi sahillerine veya İtalya'nın Kuzey Akdeniz sahillerine verilen isimdir. İtalyan Rivierası, Liguria olarak isimlendirilen Cenova'nın Doğu ve Batısındaki sahil şeridini kapsar. Bölge Fransa'dan Toskana'ya kadar uzanır. İtalyancada, Cenova'nın Güneyine "Riviera di Levante", Kuzeyine de "Riviera di Ponente" denir. Ponente, İtalya-Fransa sınırındaki eski gümrük noktası Ventimiglia'da sona erer. Riviera, yumuşak iklimi ile ünlüdür ve bu sayede kışları bile sık ziyaret edilen bir turizm merkezidir. Bölgede dünyaca ünlü şehirler bulunur: Portofino, Bordighera, Lerici, ve Cinque Terre. Savona çevresi için "Riviera delle Palme" (Palmiyeler Rivierası), Sanremo çevresi için de "Riviera dei Fiori" (Çiçekler Rivierası) denir. İtalyan Rivierasındaki başlıca yerleşimler: Necmettin Sadak Necmettin Sadık Sadak (1890, Isparta - 21 Eylül 1953, Ankara), Türk gazeteci ve siyasetçi. Sadık Şihabeddin Bey'in oğludur. İlköğrenimini Edirne'de, ortaöğrenimini İzmir ve Konya İdadilerinde yaptı ve babasının mahkeme başkanı olarak İstanbul'a tayini üzerine Mekteb-i Sultanî'ye (Galatasaray Lisesi) girdi. 1910 yılında bu mektebi bitirerek yüksek tahsilini Lyon Üniversitesi'nde yaparak 1914 yılında
yurda döndü. Maarif Nezareti tercümanlığında, sonra Telif ve Tercüme Dairesi Mümeyyizliğine tayin oldu. 1916 yılında İstanbul Darülfünunu İçtimaiyat Müderris Muavinliğine sonra Ziya Gökalp'den boşalan İçtimaiyat profesörlüğüne getirildi. 1918 yılında Kazım Şinasi Dersan, Falih Rıfkı Atay, Ali Naci Karacan ile birlikte 200'er lira sermaye koyarak Akşam gazetesini kurdu. 1928'den sonra III., IV., V., VI., VII. ve VIII. Dönem Sivas Milletvekilliği yaptı. 1928-1929 yılları arasında Galatasaray Spor Kulübü Başkanlığını yürüttü. 1932 de Cenevre'de silahların bırakılması konferansında, 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nde ve Milletler Cemiyeti'nde Türkiye delegesi oldu. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na yakınlığıyla biliniyordu. 16 Ocak 1947 tarihinde Dışişleri Bakanı oldu ve bu görevini 22 Mayıs 1950 tarihine kadar sürdürdü. 16 Mart 1948 tarihinde Paris'te 16 devletin dışişleri bakanları ile yapılan toplatıda Türkiye'nin Avrupa Paktı'na alınması için demeçler verdi. 21 Eylül 1953 tarihinde Ankara'da vefat etti. Hotan (şehir) Hotan (şehir), (Farsça: ختن; Uygurca: خوتەن‎, "Xoten", "Hotǝn shehiri", Çince: basit: 和阗 veya 和田; geleneksel: 和闐; Pinyin: "Hétián"; bazen "Khotan" veya "İlchi" diye de konuşulur.) Çin'e bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin güney batısında İpek Yolu'nun Taklamakan güney güzergâhı üzerinde yer alan tarihi bir vaha şehridir. Hotan şehri, dört mahalle komitesi (社区居民委员会 "jūmínwěiyuánhùi"), bir kasaba (镇 "zhèn"), üç kırsal belde (乡 "xiāng") ve bir özel kırsal belde (虚拟乡) gibi yerleşim birimlerinden oluşur. Orhun Yazıtlarından Tunyukuk kitabesinde Kordan olarak geçmektedir. Diğer verilen isimler: Ho-tien-hsien, Ho-t'ien-chen, Khōtan, Khotan ve Ho-t'ien.. Kâşgarlı Mahmud, Türk Dili'nin en eski ve değerli sözlüklerinden Divân-ı Lügati't-Türk'te; "ادن Udun" ""Xotan şehrinin adı. Xotanda oturanlara da udun derler."" ve "قاش اكوز Kaş öküz" “Xotan şehrinin iki yanından akan iki deredir”. gibi bilgiler verilmiştir. Hotan Eski Çağ'da Budist kültürünü Orta Asya'ya bağlayan önemli bir merkezdi. Çinliler tarih boyunca buraya büyük önem vermişler ve kutsal kabul ettikleri yeşim taşı sebebiyle Hotan'da yaşayan halk ile iyi geçinmeye çalışmışlardır. Hotan'ın 8,5 km batısında yapılan kazılarda manastır kalıntıları ve keşiş hücreleri ile birlikte Budizmle ilgili Sanskritçe belgeler bulunmuştur. Batı Türkleri Miladi 632 yılında Hotanı aldılar ve Hotan beyinin 649 yılında lakabı "yabğu" idi. 641 yılından önce Hotan şehri yanında "Ts'io-mo" da Batı Türklerinin bir valisi vardı ve 646 yılında "She-Küei" Kağan Hotan'a sahip oldu. 658 yılında Çinliler Hotanı geri aldılar, 659 yılında da Tu-man Tigin geri aldı. 670 yılında Tibetliler Hotanı aldı. 704 yılında "Kul Çur" Hotan'da K'an şehrini aldı. 739 yılında etrafında Hotan Türgiş Kağanlarına bağımlı idi. 9. yüzyılda Hotan Türkistan'da sayılırdı ve hükümdarın adı ""Al-mu'azzam aî-Türk va al-Tubbut"" (Türklerin ve Tibetlilerin muazzamı) şeklinde tanımlanmıştır. İpek Yolu üzerinde önemli bir şehir olan Hotan'a Büyük Hun Devleti, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Karahıtaylar, Moğollar, Çağatay Hanlığı ve Timurlular Devleti hakim oldu. Uygur Devleti zamanında Türkleşen şehir, Karahanlılar zamanında İslamlaştı. 10. asırda yazılmış bazı İslam kaynaklarında Hotan'la ilgili ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Doğu Türkistan'da 1514 ile 1680 yılları arasında Altışehir ("Altıshahr") olarak bilinen Hotan, Yarkent, Yengihisar, Kaşgar, Aksu, ve Uçturfan gibi şehirleri içine alan bölgede Yarkand Hanlığı, ("mamlakati Yarkand", "mamlakati Moghuliya", "mamlakati Saidiya") egemenlik sürmüştür. Hotan 19. yüzyılda Çinliler ile Uygur Türklerinin mücadelelerine sahne oldu. 1877'de Yakup Bey'in ölümünden sonra şehir Çin idaresine geçti. Bu tarihten sonra Çin idaresine karşı çok sayıda isyan çıktı. Doğu Türkistan Türkleri, Mehmet Emin Buğra liderliğinde 1933'te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyetini kurdu. Hotan şehri de aynı yıl bu devlete katıldı. 1949'da Çin'in kurulmasından sonra tekrar Çin idaresine giren şehir 1955'te yeni kurulan Sincan Uygur Özerk Bölgesine dahil edildi. Bu tarihte sonra da Çin idaresine karşı birkaç isyan meydana geldi. Bu isyanların tamamı kısa süre içinde bastırıldı. Hotan aynı zamanda çok sayıda alimi ile meşhur bir şehirdir. Hoteni olarak tanınan bu alimlerden biri olan Kadı Cemaleddin el Hotani Anadolu Selçuklu sultanı IV. Kılıçarslan zamanında vezirlik yapmıştır. Bölgenin en eski ve en önemli geçim kaynağı ipekçiliktir. Bölgede meyve, üzüm, pamuk, buğday, mısır ve pirinç üretimi yaygındır, hayvancılık da gelişmiştir. Hotan, ayrıca tarih boyunca ve günümüzdeki zenginliği yerli halkın "Yorungkax He" adını verdiği kurumuş olan bir nehir yatağından çıkarılan yeşim (Çince: 玉 „Yù“) taşından gelir. Daoism (Taoism) dininin en yüksek tanrılarından biri olan Yeşimimparator'un ismidir. Çin kültüründe yeşim taşı takmanın iyi şans getireceğine inanılır. Ayrıca antik çağlarda yeşim taşının böbrek hastalıklarını iyileştirici gücü olduğuna inanılır. Bunun dışında bazı bölgelerde yeşim taşının diş çürüklerine ve ağrılarına iyi geldiğine de inanılmıştır. Şehirde metal ve değerli taş işlemeciliği gelişmiştir. 1982 yılında Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu kısaltılmış XPCC (Çince: basit 新疆生产建设兵团; geleneksel: 新疆生產建設兵團; Pinyin: "Xīnjiāng Shēngchǎn Jiànshè Bīngtuán"), denilen onüçüncü tarımsal bölümü İl düzeyi şehir olan Hotan İlinde kurulmuştur ve Hotan'dan yönetilir. Sputnik Krizi Sputnik Krizi, 4 Ekim 1957´de Sovyetler Birliği´nin uzaya fırlattığı Sputnik yapay uydusunun ardından ABD ve SSCB arasında yaşanan kriz. Uzay Yarışı bu krizle başlamıştır. 1950´lerin başında hem ABD hem de SSCB uzaya ilk uyduyu fırlatmak için birbirleriyle bir yarış içine girmişlerdi.İki devletin başarısız denemelerinin ardından hiç beklenmedik bir zamanda SSCB, bir basketbol topu büyüklüğünde 85 kg ağırlığındaki Sputnik 1 uydusunun yörüngeye oturtulduğunu açıkladı. Bu ABD için tam bir şoktu. Bu olay hem uzay teknolojisinde yarışında geride kalmak demekti hem de daha önemlisi, bu denemeyi başaran Sovyetlerin nükleer bir silahı ABD üzerine gönderebileceği paranoyası tüm Amerikalıların aklına girmişti. Bunun hemen ardından, ABD bir dizi fırlatma daha denedi ancak hiçbirinde başarıya ulaşamadı. Sovyetler, 3 Kasım 1957´de bu kez uzaya giden ilk canlı olan Layka adlı köpeği taşıyan Sputnik 2 uydusunu da başarıyla fırlattı. Bu, Uzay Çağı´nı açma yarışını Sovyetlerin kazandığı anlamına geliyordu. Ligurya Denizi Ligurya Denizi (İtalyanca: "Mar Ligure", Fransızca: "Mer Ligurienne"), Akdeniz'in bir koludur. İtalyan Rivierası (Liguria ve Toskana) ile Korsika ve Elba Adaları arasında kalır. İtalya, Fransa ve Monako ülkeleriyle, Tiren Denizi'yle ve Akdeniz'le çevrilidir. Cenova, bölgenin en önemli şehridir. Denizin Kuzey Batısı doğal güzellikleri ve elverişli iklimi ile bilinir. En kuzeyinde Cenova Körfezi bulunur. Arno Nehri ve Alplerden gelen birçok akarsu Ligurya Denizi'ne dökülür. Cenova, La Spezia, ve Livorno limanları kayalık kısımda bulunur. Korsika'nın Kuzeyinde, en derin noktası olan 2.850 metre derinliğe sahiptir. 1999 yılında sahil ülkelerinin girişimleriyle 84.000 km²'lik bir alanı doğal koruma alanı ilan edilmiştir. Berlin Ablukası Berlin Ablukası, 1948'de başlayıp 1949'da biten, Sovyetlerin Berlin'i kontrol altına almak ve Batı ittifakına gözdağı vermek için şehrin her türlü karayolu ve demiryolu bağlantısını kesmesi olayı. Berlin, Almanya'nın doğusunda yer alır ve Sovyet işgaline uğramıştır, dolayısıyla Sovyet işgal bölgesi ile çevrili idi. Ancak sonradan Yalta Konferansı'nda Müttefikler Berlin'i dört bölgeye bölmüştü (Fransız, Britanyalı, Amerikalı ve Sovyet bölgeleri). Birleşik Krallık ve ABD, 1948'de hakimiyet bölgelerini birleştirdi ve bölgede yeni bir para birimi ilan etti. Bunun üzerine Stalin, Batı birliklerinin hepsini Batı Berlin'den çıkarmak için harekete geçti. Şehrin batı bölümüne tüm demir ve kara yolları kesildi. Erzaksız kalan Batı Berlin'e Haziran 1948 ile Mayıs 1949 arasında yiyecek yardımları ABD uçaklarıyla havadan yapıldı. Bu ikmal sırasında ABD'nin savaştan kalmış birçok ikmal ve bombardıman uçağı kullanıldı. Özellikle C-47 gibi sayısı cok olan uçaklar gün aşırı sortiler yaptı. 12 Mayis 1949'da Stalin ablukayı kaldırdı. Soğuk Savaş´in gerginliği bu olayla daha da arttı. Angola İç Savaşı Angola İç Savaşı yeni bağımsızlığını kazanmış olan Angola'nın Portekiz himayesinden Nisan 1974'te çıkmasından sonra oluşmuş bir ihtilaftır. Afrika'nın en uzun süren anlaşmazlığıdır. 2002 yılında resmen biten ve 27 yıl süren savaş, bitene kadar 500,000 insanın ölümüne ve binlerce insanın da göçüne sebep olmuştur. Soğuk Savaş'ın üçüncü dünya ülkelerindeki en büyük yansıması olarak görülen bu savaşta üç taraf vardır: 1950'li yıllarda Angola'daki Portekiz varlığına karşı ilk ciddi milliyetçi hareketler başladı.Marksist eğilimli bir örgüt olan Angola'nın Bağımsızlığı İçin Halk Hareketi (MPLA), Angola bağımsızlık hareketinin yönlendirici gücü haline geldi. MPLA'nın başlıca dayanağı Bambundulardı. Öte yandan bölgesel, sınıfsal ve ideolojik temellere dayalı başka gruplar da ortaya çıktı. 1960'lar ve 1970'lerde sürdürülen bağımsızlık mücadelesinin sonunda Portekiz'in çekilmesi üzerine, Angola 11 Kasım 1975'te bağımsızlığını kazandı. Portekiz'in çekilmesinden sonra baş gösteren örgütler arası iktidar mücadelesi bir iç savaşa yol açtı. SSCB ve Küba desteğini arkasına alan MPLA denetimi ele geçirdiyse de, Batı ülkelerinin desteklediği, Umbundulara dayanan UNITA kuvvetleri ile çarpışmalar zaman zaman alevlenerek sürdü. Özellikle Angola-Namibya sınırındaki çatışmalar yoğun bir düzeye ulaştı. 1980'lerde Güney Afrika Cumhuriyeti ile çatışmalar Angola'nın en önemli dış siyaset sorunu oldu. 1982'de Angola topraklarının yaklaşık 129.500 km²'lik (% 10) bölümünü işgal eden Güney Afrika, ertesi yıl bu bölgede kalıcı garnizonlar oluşturdu. Ayrıca başta barajlar olmak üzere ekonomik hedeflere yönelttiği saldırılarla ve UNITA gerillalarına yardım ederek Angola'y
ı içerden çökertmeye çalıştı. ABD'nin aracılığıyla iki ülke arasında yürütülen görüşmeler özellikle Küba askerlerinin çekilmesi ve Namibya'ya bağımsızlık verilmesi konularında kilitlendi. 1984'te Lusaka'da varılan ateşkes anlaşması sonucunda işgal edilen bölgelerden çekilen Güney Afrika, saldırılarını gene de sürdürdü. Bu arada Mart 1984'te Küba'yı ziyeret eden Angola devlet başkanı Jose Eduardo dos Santos, Namibya'ya bağımsızlık verilmesi koşuluyla Küba askerlerinin kademeli olarak çekilmesi konusunda bir anlaşmaya vardı. Angola, Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerle sıkı ilişkilerini sürdürmekle birlikte, Batı'ya açılmaya yönelik bir siyaset izlemeye başladı. Özellikle Fransa ve İspanya'yla kapsamlı ticari antlaşmalar yapıldı. Bütün bu gelişmeler rağmen, 1980'lerin sonlarında MPLA başkent Luanda yöresiyle kıyı şeridini ve petrol bölgelerini, UNITA ise ülkenin doğu ve güneyini denetim altında tutuyordu ve iç savaş tam anlamıyla kilitlenmişti. 1989'da, Namibya'nın statüsüne ilişkin uluslararası anlaşma uyarınca Küba askerlerini Angola'dan çekmeye başladı. 1991'de MPLA ve UNITA, ABD ile SSCB'nin zorlamasıyla uzlaşmaya vardılar. Barış antlaşması uyarınca Mayıs 1992'de Angola'da, uluslararası gözetim altında serbest, çokpartili seçimler yapıldı. Ancak UNITA ve MPLA adaylarından ikisinin de % 50'yi bulamaması üzerine aynı yılın ekim ayında seçimlerin ikinci turunun yapılması kararlaştırıldı. Ancak seçimere kısa bir süre kala kolluk kuvvetlerinin UNITA taraftarlarına saldırması, gerginliği ve çetışmaları yeniden başlattı. Ülkenin bu sefer kuzeyindeki yerleşim yerlerini kontrolü denetimi altına alan UNITA, ABD ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kestikleri yardımı Zaire'den buldu. Ocak 1993'te Etiyopya'da taraflar arasında yapılan barış görüşmeleri sonuçsuz kaldı. Şubat 2002'de hükümet güçleri UNITA lideri Jonas Savimbi'yi öldürdü.Savimbi'nin öldürülmesinden sonra UNITA içinde fikir ayrılıkları baş gösterdi. Mart ayı içinde UNITA'ya karşı yürütülen askeri operasyonların sona erdirildiği açıkladı. Nisan'da UNITA ve MPLA arasında başlayan barış müzakereleri antlaşmayla sonuçlandı. UNITA içinde barış antlaşmasına karşı çıkan yöneticiler ayıklandı ve tutuklandı, hemen ardından UNITA yönetimi silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı. Aynı yıl içinde Angola'da görev yapan BM gücü de ülkeden çekildi. Glasnost Glasnost (Rusça: гла́сность, "Açıklık"), Sovyetler Birliği'nin son döneminde Mihail Gorbaçov'un liderliğinde ülkede bilhassa ekonomik sorunlara son vermek amacıyla uygulanmış politikaların tümüne verilen addır. 1985'te uygulanmaya başlamış, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla son bulmuştur. Glasnost, bir anlamda fikir ve ifade özgürlüklerinin bir bileşkesi olarak görülebilir. Bu politikadaki amaç, özellikle Çernobil faciası sonrası yaşanan infialin ardından Sovyet toplumunda devlete ve yöneticilere karşı güven duyulmasına aracı olmaktı. Gorbaçov'un sosyalizm anlayışına göre, artık sosyalizmi kangren eden bir takım uygulamaların sona erdirilmesi şarttı ve bu ancak toplumun her düzeyinin katılabileceği, herkese söz hakkı tanınacak olan bir tartışma ortamıyla mümkün olabilirdi. Gorbaçov, bu hamle ile hem toplumu kendi arkasına alarak Yuri Andropov'dan sonra başa geçmesini engelleyen ve Konstantin Çernenko'yu genel sekreterliğe getiren ortodoks komünist partisi üyelerinden kurtulabilmek, hem de gerçekten tıkanmış ve üçüncü endüstri devrimini nasıl karşılayacağını bilemeyen sosyalist bloğa bir çıkış yolu bulabilmekti. Glasnost'tan sonra başlatılan ve koşut olarak yürütülmesi gereken Perestroyka politikası basarısız olup da siyasi ve sosyal özgürlükler ekonomide üretim ile karşılık bulamayınca, Glasnost bu kez tersine dönen ve Gorbaçov'u Ağustos darbesi'nden medet ummaya iten ve SSCB'yi dağılmaktan kurtaramayan girişimler olmuştur. Epsilon (matematik) Epsilon, ε şeklinde gösterilen matematiksel ifadedir. Limit teorisinde sıfıra çok çok yakın sayıları ifade etmek için kullanılır. Epsilon ile gösterilen sayılar, sıfıra çok yakındır ama sıfır değildir. Bloomberg Television Bloomberg Television, bir borsa kanalı. Wall Street'ten gelişmeleri canlı yayın olarak aktarmaktadır; borsanın hareketliliklerini ve neye bağlı olduklarını her gün göstermektedir. Tiren Denizi Tiren Denizi, İtalya açıklarında bulunan, Akdeniz'in bir koludur. Batıda Korsika ve Sardunya adalarıyla, Kuzeyde Ligurya, Doğuda Toskana, Latium, Campania ve Calabria, Güneyde de Sicilya Adası ile çevrilidir. En derin noktası 3785 metredir. Tiren Denizi Afrika-Avrupa Fayının ortasında yer alır; yani denizin dibinde sıradağlar ve aktif volkanlar bulunur. Rhône vadisinden çıkan Mistral akıntısı, Güney Batıdan çıkan Libeccio, ve Güneyden çıkan Scirocco ve Ostro akıntıları vardır. Tiren Denizi'nin 5 çıkışı vardır: Denizin ismi, Etrüskler anlamına gelen Antik Yunanca kelimesi "Tyrrhenoi" den gelmektedir. Yunanlar, Etrüsklerin Anadolu'daki Lidya'dan Prens "Tiranus" önderliğinde gelerek bu bölgeyi ele geçirdiğini düşünüyorlardı. AS Ethnikos Ahnas AS Ethnikos Ahnas ya da tam adıyla Athlitiko Somateio Ethnikos Ahnas () Kıbrıs Cumhuriyeti ve Lefkoşa futbol takımıdır. Adını Ahna (Άχνας) köyünden almaktadır. Kulüp 1968'de kuruldu. Kulübün başkanlığını Kikis Phillipou yapmaktadır. Ahna'nın stadyumu olan Dasaki Stadyumu, 4000 kapasiteli küçük bir stadyumdur. Bundan dolayı takım Avrupa maçlarını Lefkoşa'da olan Yeni GSP Stadyumu'nda oynamaktadır. UEFA Intertoto Kupası'nı kazanan tek Kıbrıs takımıdır. 1983 yılına kadar Kıbrıs İkinci Ligi'nde oynayan Ahna, 1986 yılında Birinci Lig'e çıktı. 4 sezon ligde kaldıktan sonra yine İkinci Lig'e düştü. 1992 yılından beri Ahna takımı Kıbrıs Birinci Ligi'nde oynamaktadır. Takımın ligdeki en iyi derecesi dördüncülüktür. Bu dördüncülüğü 1994/95 ve 1997/98 sezonlarında yaşadı. Kulüp ilk kez 2002'de Kıbrıs Kupası finali oynadı ve kupayı ikinci olarak bitirdi. 1998, 2003, 2004, 2006 yıllarında Ethnikos Achna, UEFA Intertoto Kupası'nda dört kez oynadı. İlk üç kez ilk turdan elenmesine rağmen 2006 senesinde üçüncü turu da atlayıp UEFA Kupası'nda oynamaya hak kazandı. KF Partizan'ı 4-2 kendi sahasında yendi ve deplasmandan 2-1 mağlup olmasına rağmen averaj farkı ile üst tura yükseldi. Hırvat takımı olan Osjek'le 2-2 ve 0-0'lık beraberlik alarak geçti. Son turda ise Maccabi Petah Tikva'yı deplasmanda 2-0 yenmesi ve kendi evinde 3-2 mağlup olmasıyla kupayı kazandı. Bu elemeden sonra UEFA Kupası ikinci öneleme turundan mücadele etmeye hak kazandı. Roeselare'yi Güney Kıbrıs'ta 5-0 yendi ve deplasmanda 2-1 mağlup olmasıyla UEFA Kupası'na çıkmaya hak kazandı. RC Lens takımıyla eşleşti. Fredrik risp Yıldız Ecevit Yıldız Ecevit, (d.1946, Gelibolu) Türk akademisyen, profesör. Ortaöğrenimini İstanbul Çamlıca Kız Lisesi'nde tamamladı.İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Hacettepe ve Ankara Üniversiteleri'nde Türk ve Alman edebiyatları arasında karşılaştırmalı olarak yaptı. 1986-2000 yılları arasında Ankara Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1996 yılında profesör oldu. Ankara ve Bilkent Üniversitelerinde Alman Edebiyatı, Avangard Edebiyat ve 20. yüzyıl dünya romanı alanlarında dersler verdi. Silva Kaputikyan Silva Kaputıkyan, (d. 20 Ocak 1919, Erivan - ö. 25 Ağustos 2006, Erivan) Ermeni şair, yazar ve siyaset polemikçisi. Ermenistan’da şiirin en önemli temsilcilerinden birisidir. 20 Ocak 1919’da Erivan’da doğdu. Ataları Vanlı idi. İlk şiirini 14 yaşında yazdı. Erivan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi’ni bitirdikten sonra Moskova’da Rus Edebiyatı üzerine eğitim aldı. 1944 yılınma yayımlanan İki Söylence adlı ilk şiir kitabını Günlerle Birlikte (1945), Zanku Kıyısında (1947), Bu Benim Ülkem (1949) adlı eserleri takip etti. Özkardeşlerim (1951) başlıklı şiir seçkisi Sovyetler Birliği Devlet Ödülü’ne değer görüldü. 1950’li yıllarda verdiği eserlerle, Gabudikyan sadece Ermenistan’ın değil, Sovyetler Birliği şiirinin de en önemli temsilcilerinden birisi olarak kabul edildi. Açık Yürekli Söyleşi (1955), İyi yolculuklar (1957), Yol Ortasında Düşünceler (1961) bu dönemin başlıca yapıtlarıdır. Silva Gabudikyan aynı yıllarda çocuklar için de şiirler kaleme aldı. 1962 - 1963’de yaptığı Lübnan, Suriye, Mısır gezisinden sonra Kervanlar Hala Yürümekte (1964), 1973’de yaptığı Kanada ve Amerika gezilerinden sonra ise Ruhun ve Haritanın Renkleri ile Mozaik (1976) adlı kitaplarda yolculuk notlarını yayımladı. Gabudikyan her iki kitabında da anayurdundan ayrılmak zorunda kalan Ermenilerin ikinci vatanlarındaki zorluklarla dolu yaşamlarına ilişkin izlenimlerini anlattı. Gabudikyan, politik görüşleriyle ülkesinde her zaman söz sahibi olmuş bir şairdir. 1988 yılında başlayan Azeri - Ermeni olayarında önemli rol oynadı. Meydanlarda verdiği söylevleri, makaleler ve yazı dizileri halinde okuyucuyla buluştu. Birçok onursal nişanın yanı sıra ‘Halk Sanatçısı’ unvanını aldı. Rus ve Sovyet şairlerin eserlerini Ermenice’ye çevirdi. Gabudikyan’ın şiirleri ise başta Rusya olmak üzere Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinin dillerine çevrildi. Türkçede ise şiirleri 2001 yılında yayımlanan Şarkıların Şarkısı adlı bir kitapta toplandı. Hovhannes Şiraz'ın karısı, ünlü heykeltıraş Ara Şiraz'ın annesi olan Silva Gubidikyan, 25 Ağustos 2006 günü 87 yaşındayken hayatını kaybetti. Şairin cenazesi başbakanın kararıyla Erivan'ın Gomidas Panteon'una devlet töreni ile kaldırıldı. X-wing Incom T65 X-wing, Yıldız Savaşları (Star Wars) serisinde geçen hayali bir uzay aracıdır. İlk olarak filminde görünmüşlerdir. Luke Skywalker'ın Ölüm Yıldızı'nı yok etmek için kullandığı araçtır. Asi Güçleri tarafından hava (uzay) savaşlarında kullanılan birincil araçtır. En önemli özelliklerinden biri hızı, silah gücünü ve kalkan gücünü dengelemesidir. Savaş durumunda açılıp kapanabilen kanatlara ("S-Foil" de denir) sahiptir ve kanatlar kapalı pozisyondayken daha fazla hız yapabilmesine karşın ateş edemez. Her kanadının ucunda bir tane olmak üzere 4 adet lazer topu ve i
ki adet torpido fırlatıcısı vardır. Korkuyu Beklerken Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay'ın hikâyelerini yayınladığı eseridir. Kitaba adını veren "Korkuyu Beklerken" ve "Beyaz Mantolu Adam" adlı hikâyeleri bu derlemede önemli yer tutar. İlk baskısı May Yayınları tarafından 1975'te yapılmış olup, son baskısı İletişim Yayınları'nın "Oğuz Atay Bütün Eserleri" dizisi kapsamında yapılmıştır. Fiil Fiil veya eylem, varlıkların yaptığı işi, hareketi, oluşu çeşitli ekler alarak şahıs ve zamana bağlı olarak anlatan kelimedir. Türkçede fiiller; haber ve dilek kip ekleri ile zaman ve tasarlama anlamı kazanır; şahıs ekleri ile işin veya oluşun kim tarafından gerçekleştirildiğini belirtir. Fiiller; iş, durum ve oluş fiilleri olmak üzere üç gruba ayrılır: Zaman zaman fiil (eylem) ve yüklem kavramları birbirine karıştırılır. Fiil bir kelime türü iken yüklem cümlenin öğelerinden biridir. Yüklem öznenin yaptığı işi veya oluşu belirtir. Yüklemlerde fiil bulunma zorunluluğu yoktur. İsim cümlelerinde yüklemler isim soylu olabilir: Fiil çekimi, fiil kök ve gövdelerine çekim eklerinin getirilmesidir. Fiil çekiminde en az üç unsur bulunur: Bazı fiillerin çeşitli şekil ve zamanlardaki çekimleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: Fiillerin özne ve (varsa) nesneye göre girdiği şekle "çatı" denir. İsim cümlelerinin yüklemlerinde fiil bulunmadığından çatıdan söz edilemez. Etken fiillerde eylemin kimin tarafından yapıldığı bellidir: Edilgen fiilli cümlelerde işin kim tarafından yapıldığı bilinmez. Fiili edilgen yapan ekler -il ve -in ekleridir. Böyle fiiler yüklem olunca işi yapan belli değildir, gerçek özne yerine sözde özne vardır. Bu örnekte kırma işinin kim tarafından yaptığı belli değildir. Dolayısıyla "kırılmak" fiili, öznesine göre edilgen çatılıdır. "-il" ekini içine alan kırmak, birinci örnekte nesne olan "kapının camı"nı sözde özne haline getirmiştir. Etken fiillerin yüklem olduğu cümlelerdeki "nesne", fiil edilgen hâle getirilirse "sözde özneye" dönüşür: Dönüşlü fiillerde eylemi yapan özne aynı zamanda ondan etkilenir. Nesne yoktur. Bu fiiller "-l" veya "-n" eki alırlar ve geçişsizdirler: Tabiatla ilgili dönüşlü fiillerde yapma, kendi kendine olma demektir: Bazı fiillerin dönüşlü şekilleriyle edilgen şekilleri farklı eklerle yapılır. İsme getirilen "-iş", "-len" ve "-leş" ekleri de dönüşlülük anlamı katabilir: İşteş fiilerde eylem birden fazla özne tarafından birlikte ya da karşılıklı yapılır. Fiili işteş yapabilmek için Türkçede –iş veya -ş eki kullanılır. Bu cümlede ise “buluşma” işi birden çok özne tarafından ve karşılıklı yapılmıştır. Geçişli fiiller belirtili ya da belirtisiz nesne alabilen fiillerdir. Bir fiilin geçişli olup olmadığı özneden sonra sorulan "ne", "neyi" ve "kimi" soruları sorularak anlaşılır: Geçişsiz fiiller sadece özne ile ilgili bilgi verir ve nesne almaz. "Geçişsiz" iken bir ek alarak geçişli hâle gelen fiillere oldurgan fiiller denir. Oldurganlık ekleri -dır, -r ve -t'dir. "Geçişli" fiillere -dir, -t ve-r ekleri getirilerek oluşturulan yeni geçişli fiillere "ettirgen" fiiller denir. Bu fiiller eylemin özne tarafından ikinci ve hatta üçüncü bir varlığa yaptırıldığını ifade etmekte kullanılır: Yukarıdaki örneklerde de görüleceği üzere aynı fiil ikinci kez ettirgen hâle getirilebilir: Oldurgan fiiller de -geçişli olduklarından- ettirgen hâle getirilebilirler: Kelime yapısına göre fiiller basit, türemiş ve bileşik olmak üzere üç gruba ayrılır. Basit fiiller, "kök" hâlindeki fiillerdir: Türemiş fiiller, bir kökten yapım ekleri ile üretilmiş, "gövde" hâlindeki fiillerdir: Bileşik fiiller, birden fazla kelimenin yeni bir fiil yapmak üzere bir araya gelmesiyle oluşmuş fiillerdir: Fiilimsiler fiillerin çeşitli ekler alarak cümlede isim, sıfat veya zarf görevinde kullanılan hâlleridir: Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi (AŞTİ) adıyla bilinen veya "Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali" Ankara'da yer alan bir otobüs terminalidir. Türkiye'de inşa edilmiş en büyük otobüs terminali olan AŞTİ 1995 yılında hizmete girmiş "AŞTİ"'de sürekli değişiklik göstermekle birlikte, halen birçok otobüs firması faaliyet göstermektedir. Türkiye'nin en büyük otobüs terminali olan AŞTİ'den günlü birçok otobüs seferi düzenlenebilmektedir. Ankaray'n AŞTİ istasyonuna bir tüp geçit ile bağlantısı da mevcuttur. İlk olarak 1 Ocak 1997 tarihine kadar Ankara Büyükşehir Belediyesi İşletme ve İştirakler Daire Başkanlığı'na bağlı Genel Müdürlük olarak hizmet verdikten sonra, bu tarihten itibaren, işletmeciliği ihale ile Bugsaş Genel Müdürlüğü'ne verildi. Halen Bugsaş Genel Müdürlüğü’ne bağlı Baş Müdürlük olarak hizmet vermektedir. Utarit İzgi, Asım Mutlu, Esat Suher, Yılmaz Zenger, Ünal Demiraslan ve Zühtü Müridoğlu ile birlikte tasarladıkları bir yapıdır. AŞTİ'de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından Türkiye'de emsali olmayan bir karar çıkarılarak otobüs firmalarının servislerinin terminalde hizmet vermesi yasaklanmış ve bundan sonra Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin verdiği yürütmeyi durdurma kararı da uygulanmamıştır. Ünlem (anlam ayrımı) Çat, Hilvan Çatköy, Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesine 20 km uzaklıkta bir mahalledir. Kanalizasyon ve su şebekesi bulunmaktadır. İlköğretim okulu mevcut olup 25 öğrencisi vardır. Ömer Faruk Tekbilek Ömer Faruk Tekbilek (d. 1951, Adana), Türk müzisyen. Adana'da doğmuş, genç yaşta müzikle uğraşmaya başlamıştır. Ney ve bağlama eğitiminin yanı sıra birçok enstrumanla da ilgilenmiş, Türk müziği ritm ve makamlarını öğrenmiştir. Erken yaşta İstanbul'da bazı müzisyenlerle çalışma imkânı bulmuş, ayrıca mevlevi kültürünü yakından tanıma fırsatını da elde etmiştir. 1971'de 20 yaşında Türk Klasik Folklör grubunun üyesi olarak gittiği Amerika'da evleneceği bayan ile tanışmış, 1976 yılında kalıcı olarak Amerika'ya yerleşmiştir. Bir süre "Sultans" adlı gurubuyla müzik hayatına devam ettikten sonra prodüktör Brian Keane ile tanışmış, sonrasında dünya çapında tanınmasını sağlayan birçok başarılı albüme imza atmıştır. Eserlerinde doğu ve batı ezgilerini folklorik ve sufi ezgilerin içinde sentezleyerek dünya çapında beğeni kazanmıştır. Bugüne kadar, dünyaca tanınan birçok sanatçıyla çalışmış, çok sayıda yerli ve yabancı ödül kazanmış, albümleri dünya çapında yüksek satış rakamlarına ulaşmış ve farklı ülkelerde büyük konserler vermiştir. Müziğiyle kültürler arası kardeşliğe dikkat çeken virtüöz, sanatını icra etmeye devam etmektedir. Jelena Karleuša Jelena Karleuša (d. 17 Ağustos 1978, Belgrad), Sırp Turbo-Folk ve Pop şarkıcısıdır. Tarkan Tevetoğlu'nun seslendirdiği Şımarık ("Žene Vole Dijamante") ve Şıkıdım ("Zovem se Jelena") olarak seslendirdi. Ludača (Halay) en başarılı çalışmalarındandır. Ogledalce (1995) Najbolja Drugarice (1995) Ženite Se Momci (1996) Sad Smo Stranci Postali (1996) Preživecu (1998) Gili, Gili (1999) Ludača (2001) Samo Za Tvoje Oči (2002) Manijak (2003) Slatka Mala (2005) Upravo Ostavljena (2006) Tihi Ubica (2008) Mani Se (2008) Insomnia (2010) Muškarac Koji Mrzi Žene (2011) Krimi rad (2012) So (2012) İkizören İkizören, Çankırı ili, Yapraklı ilçesine bağlı bir beldedir. Belediye 7 Haziran 1992 yılında yapılan Mahalli İdareler Seçimi ile kurulmuş olup halen 5 memur ile görev yapmaktadır. Belde içinde bir mahalle mevcut olup 2000 nüfus sayımı itibarıyla nüfusu 2135'tir. Beldede sağlık ocağı, tarım kredi kooperatifi, ilköğretim okulu ve belediye olmak üzere çeşitli resmi binalar belde halkına hizmet vermektedir. Belediye başkanlığına 28 Mart 2004 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri sonucunda Ak Partiden Nurettin Satılmış seçilmiştir. Kilometrekare Kilometrekare, 1000 m × 1000 m'ye karşılık gelen ve metrekare'nin bir milyon katı olan alan ölçü birimidir. Groningen Groningen, Hollanda'nın kuzeyindeki Groningen ilinde yer alan kent. Aynı adlı ilin merkezi olan Groningen'in nüfusu 180.000'dir. Karayolu ve demiryollarının, özellikle de ırmakların ve kanalların kesiştiği bir noktada yeralan kent, Kuzey Denizi'ne ve Ems Irmağı'na bağlanmasını sağlayan bu yollar sayesinde, bir ticaret merkezine dönüşmüştür. Ayrıca, yakınındaki doğalgaz yatağının da etkisiyle sanayi de oldukça gelişmiştir: Besin sanayisi, kimya ve hazır giyim sanayileri, bisiklet yapımı vb. Tarihi dokuyla bezenmiş eski bir şehir olan Groningen'in bir de ünivesitesi vardır. Groningen yazları ılık, kışları soğuk geçen ılıman sayılabilcek bir iklime sahiptir. Havası kuzeybatı yönünden Kuzey Denizi'nden etkilenmektidir. Kış aylarında doğudan gelen rüzgarlar etkisii ile buzlanma sık rastlanan bir durum olsa da hava sıcakliğı çoğu zaman 0 °C'nin üstünde olur. Kaydedilen en düşük sıcaklık −26.8 °C'dir. Yazların ılık ve nemli geçtiği kentte sıcaklık zaman zaman 30 °C ve ũzerine çıksa da yaz aylarının ortalama sıcaklığı 21 °C'dir. Bahar ve yaz aylarında bir hayli yağış alan Groningen'de yıllık yağış ortalaması 900m3'tür. Groningen şehrinin şu yabancı şehirlerle kardeş şehir bağlantıları bulunur: Ünlem Ünlem ya da nidâ; sevinç, üzüntü, kızgınlık, korku, şaşkınlık gibi duyguları belirten; tabiat seslerini yansıtan veya bir kimseye seslenmek için kullanılan kelime. Ünlemler tek başına kullanıldıklarında genelde bir anlam ifade etmez. Yazı dilinde ünlem cümlelerinin arkasından genellikle ünlem işareti (!) gelir. Türkçede ünlemler başlıca üç grupta incelenir: Konuşmacı veya yazarın sevinç, üzüntü, kızgınlık, korku, heyecan, şaşkınlık gibi duygularını belirten ünlemlerdir: İnsanın, kendi dışındaki kimselerle, hayvanlar ve nesnelerle olan iletişimini seslenme, gösterme, sorma, onaylama, cevap verme yollarıyla ortaya koyan ünlemlerdir: Dışa dönük ünlemler kendi içlerinde seslenme ünlemleri, gösterme ünlemleri ve sorma ünlemleri gibi alt gruplara ayrılır. Tabiattaki canlı, cansız varlıkların seslerini taklit eden ünlemlerdir: Birden çok kelimeten oluşan kalıplaşmış ünlemlere ünlem öbeği denir: Ünlem, Türkçede isim, sıfat, zarf gibi kelime türlerinden biridir. Bununla birlikt
e Türkçede pek çok kelime -kelime türü ünlem olmadığı hâlde- ünlem gibi kullanılabilir. Bunun için konuşma dilinde vurgu ve tonlama, yazı dilinde ünlem işareti kullanılır. Bu kelimelerden bazıları şunlardır: Kişi adları ve unvanları ünlem olarak kullanılabilir: Şaşkınlık, acıma, korku, kızgınlık gibi duyguları ifade eden bazı isim ve sıfatlar ünlem görevini üstlenir: Belirteçler de (zarflar) ünlem görevi üstlenebilir: Fillerin ünlem olarak kullanıldığı durumlar da va durumdaki genelde emir kipindedirler. Örnek: "Dikkat et,deprem oluyor"!/Yangın var, bak!" Ünlem cümlesi, içinde herhangi bir ünlem bulunan veya ünlem anlamı verecek şekilde tonlanan cümledir. İngilizcede en çok kullanılan ünlemler ugh, wow, ouch, scat, alas, ve eurekadır. "Hello" (merhaba) ve "Goodbye" (güle güle) gibi selamlama kelimeleri de İngilizcede ünlem olarak kabul edilirler. "Excuse me!" (afedersiniz), "Sorry!" (özür dilerim-afedersiniz), "Cheers!" (şerefe) ve "Hurray!" (yaşa) kelimeleri de genelde ünlen kategorisinde değerlendirilmektedir. Bu kelimeler genelde sonuna ünlem işareti alırlar. Bazı İngilizce uzmanı dilbilimciler "yes" (evet), "no" (hayır), "amen" (amin) ve "okay" (tamam) kelimelerini de tek başlarına kullanıldıklarında ünlem sınıfında değerlendirmektedirler. İngilizcede deyimler ve cümleler de ünlem olabilir. Örnek: As I entered the room — Oh, my goodness! What I saw! — he was still standing there. (Odaya girdiğimde - Aman tanrım! Bir de ne göreyim!- hala orada duruyordu.) Getto Getto, bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak verilen ad. Ortaçağda şehirlerde yabancılar gözlem altında ve hususi mahallerde yaşamak zorundaydılar. Yahudiler gibi gruplar kamusal haklardan mahrum olarak şehrin periferisinde (kenar) yaşıyordu. Esasen Venedik’te baruthanenin bulunduğu getto Yahudilere ayrılan mecburi ikâmet mahallesi olduğundan, bu isim zamanla Bütün Avrupa şehirlerinde Musevi mahalleleri için yaygınlaşan bir deyim oldu. İbranice kökenli bu sözcük özelde Almanya ve Doğu Avrupa şehirlerinde eskiden Yahudilere ayrılan, sonra da Yahudi semtlerine verilen bir addır. Genelde kötü koşulların hakim olduğu bölgeler için kullanılır. Getto, amacı ne olursa olsun, her azınlığın sığınma veya sürülme (örneğin Varşova gettosu) yeridir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sırasında Adolf Hitler önderliğinde üstün kabul edilen Aryan ırkını, alt ırk diye tabir edilen Yahudi ırkından ayırmak için tüm Yahudileri ayrı bir küçük mahalleye yerleştirme işidir. Göçmen işçilerin Batı Avrupa ülkesinin bazı şehirlerinde oluşturdukları nispeten kapalı mahalleler de getto olarak nitelendirilmiştir. Yasalarda gettolar resmen kaldırılmış olmakla birlikte sanayi toplumunun getirdiği iktisadi ve sosyal şartlar, gettoların oluşmasına ve yaşamasına imkan vermiştir.Üçüncü dünya ülkelerinin pek çoğunda kırsal kesimden şehir merkezlerine olan hızlı nüfus göçü ve plansız kentleşme, bazı şehirlerin kenarlarında gettolara benzer bir gecekondu olayını ortaya çıkarmıştır.Bu sadece bir mekan farklılığını değil,kültür ve ideoloji farklılığını da ifade etmektedir. Genelde kavga mekanları polis olmayan yerlere verilen addır. Tatooine Tatooine, George Lucas tarafından tasarlanmış, Yıldız Savaşları (Star Wars) serisinin geçtiği kurgusal evrendeki gezegenlerden biridir. "Tatooine", serinin en önemli kahramanları olan Luke Skywalker'un Anakin Skywalker'ın belli bir süre yaşadıkları gezegendir. Her ikisi de farklı gezegenlerde doğmuştur. Gezegen serinin altı filminde de geçmektedir. "Tatooine", ikili bir yıldız sistemi içinde bulunan (bu iki yıldız (güneş) Tatoo I ve Tatoo II olarak adlandırılmaktadır) bir çöl gezegenidir. Gezegenin yerli yaşam formları- bir kemirgen cinsi olan Womp sıçanı,Tusken Akıncıları, fil Bantha ve korkutucu Krayt Canavarı ve kurak iklime iyi adapte olmuş insan yerleşimcilerden oluşmaktadır. bu insanlar burada yaşamak için nem çiftlikleri kurmuş ve yaşayabilmek için yeraltı konutları inşa etmişlerdir. Gezegenin yetersiz kaynakları, aşırı sıcaklk ve dağınık haldeki nüfus yapısından gezegende hükümet oluşumunu imkânsız kılıyordu. Hükümet oluşmadığından Galaktik Senato'da temsil edilmemektedir. Volkan Aydın Volkan Aydın, (d. 11 Ocak 1969) eski basketbolcu, antrenör. Özellikle Efes Pilsen kadrosunda bulunduğu dönemde Koraç Kupası şampiyonluğu da dahil pek çok başarıda rol almıştır. 1,98 m. boyunda ve 89 kilo ağırlığındaki basketbolcu forvet pozisyonunda oynamaktaydı. Daha çok savunması ile tanınan oyuncu, kritik zamanlarda attığı dış atışlar ile önemli maçların kazanılmasında katkıda bulundu. Koraç Kupası finalinde Aris'e orta sahadan attığı 3'lük uzun süre hatırlardan çıkmadı. Halihazırda Yeşilyurt Spor Klubü Basketbol şubesinin başında bulunmaktadır. Gillian Anderson Gillian Leigh Anderson (d. 9 Ağustos 1968, ABD) ABD'li oyuncu Edward ve Rosemary Anderson'ın kızı olarak 1968'te dünyaya geldi. Aaron adında bir erkek ve Zoe adında bir kız kardeşi var. Eski eşi Clyde Klotz'dan Piper adında bir kızı ve iş adamı Mark Griffiths'ten Oscar adında bir oğlu vardır DePaul Üniversitesi mezun olan Anderson 1997'de People dergisinin düzenlediği ankette Dünyanın En Güzel 50 İnsanı'ndan biri seçildi. Cemil Cahit Toydemir Cemil Cahit Toydemir (1883, İstanbul - 15 Temmuz 1956), Türk asker ve siyasetçi. Büyük Çerkes sürgününde Anadolu'ya göç eden Therhet adlı bir Vubıh ailesinden olan Mehmet Cahit Bey'in oğludur. 1902 yılında Harp Okulu'ndan Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1909 yılına kadar Beyrut ve Hicaz'da kıta görevlerinde bulundu. 1909-1914 yılları arasında Yüzbaşı rütbesiyle Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları'na katıldı. 1915 yılında Binbaşı rütbesine terfi ederek I. Dünya Savaşı'nda 53. Alay Komutanlığı ve 1916-1918 yılları arasında 33. Tümen Komutan Vekilliği görevini yürüttü. 1918 yılının Ağustos ayında Yarbay rütbesine terfi etti ve 1. Kafkas Tümeni Komutanlığı'na atandı. 1919 yılının Mayıs ayında 5. Kafkas Tümeni Komutanlığına getirildi. 1921 yılında Miralay rütbesine terfi etti. 21 Ocak 1922 tarihinde 10. Tümen Komutanlığı'na tayin edildi. Savaştan sonra başarıları dolayısıyla Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. 1926 yılında 11. Tümen Komutanlığı görevine getirildi. 1927 yılında Mirliva rütbesine terfi etti. 1932 yılında Millî Savunma Bakanlığı Kara Müsteşarlığı görevine getirildi. 1933 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti ve 5. Kolordu Komutanı oldu. 6 Nisan 1936 tarihinde Askeri Temyiz Mahkemesi II. Başkanlığına, 12 Ocak 1939 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına, 13 Temmuz 1940 tarihinde 20. Kolordu Komutanlığına atandı. 11 Eylül 1942 tarihinde Orgeneral rütbesine terfi etti ve Askeri Temyiz Mahkemesi Başkanlığı'na atandı. 1 Ocak 1943 tarihinde 1. Ordu Müfettişi olarak görevlendirildi. Kısa bir süre sonra da 1. Ordu Komutanlığı'na atandı. Bu görevi sırasında Almanya Cumhurbaşkanı Adolf Hitler'in Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye özel daveti üzerine, Türkiye adına Almanya'ya gönderilecek askeri heyetin başkanlığı ile görevlendirildi. Bu görevi sırasındaki gözlemlerini Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye rapor olarak sundu. 15 Haziran 1946 tarihinde emekli oldu. 1946 yılında VIII. Dönem Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili seçildi. 1946-1947 yılları arasında Recep Peker'in başkanlığındaki hükümette Millî Savunma Bakanlığı olarak görev yaptı. Bakan olduğu dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yeniden düzenlemekle görevlendirildiyse de bu revizyon sırasında bazı rahatsızlıkların duyulması üzerine görevinden istifa etti. 15 Temmuz 1956 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Kullar, Yapraklı Kullar, Çankırı ilinin Yapraklı ilçesine bağlı bir köydür. Dereli sırtlarından inen Kullar Deresi’nin kenarında, bir vadi içinde kurulmuştur. Çankırı iline 44 km, Yapraklı ilçesine 25 km uzaklıktadır. Köy yeni kurulduğu sıralarda bir savaş olmuş. Saldırıya uğrayan köye düşman öyle bir saldırmış ki, köyde hiçbir canlı bırakmamış ve olduğu gibi yağmalamış. Yalnız baskın başlarken, köyden iki kişi, Kurtyemez namındaki kayalıklara saklanmış. Böylece köyden sadece bu iki kişi sağ olarak kurtulmuş. Daha sonra: “-Şu Allah’ın işine bak, köyden sadece bu “kullar” kalmış.” demişler ve köyün adı “Kullar” olmuş. Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Cevat Abbas Gürer Mehmet Cevat Abbas Gürer (1887, Niş, Osmanlı İmparatorluğu - 4 Temmuz 1943, Yalova) Türk asker, siyasetçi, Mustafa Kemal Paşa’nın Başyaveri, Meclis-i Mebusan ve TBMM I., II., III., IV. ve V. dönem Bolu milletvekili. Şerif Abbas Bey’in oğludur. 13 Aralık 1905’te Harp Okulu’na girdi. 1 Eylül 1908’de Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 3. Ordu emrine verildi. Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenci iken İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne girdi. 19. Alay’da görevli olarak Preşova, Kumanova, Koçana ve Köprülü’de bulundu. Aralık 1910’da Selanik İhtiyat Zabit Namzedi Talimgâhı’nda görevlendirildi. Mart 1911’de Takip Taburu’yla Selanik ili sınırları içinde eşkıya takibinde görev aldı. Yılın sonunda 37. Alay Yaverliği’ne atandı. 19 Ekim 1912’de üsteğmenliğe yükseltilerek 3 Şubat 1913’te inzibat subayı olarak İstanbul Merkez Komutanlığı emrine atandı. I. Dünya Savaşı seferberliğinde açılan İhtiyat Zabit Talimgâhı’nda ek görev olarak bölük komutanlığı yaptı. 16 Nisan 1915’te Anafartalar Grubu Kurmayı’na verildi. 13 Aralık 1916’da yüzbaşı oldu. 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın yaverliğine tayin edildi. Savaş süresince yaver olarak Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde bulundu. Mütarekeden sonra Yıldırım Ordular Grubu’nun lağvı üzerine Harbiye Nezareti emrine verilen Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. İşgal altındaki İstanbul’un hazin manzaralarını Mustafa Kemal Paşa ile birlikte gördü. İsta
nbul limanında demirli işgal donanma gemilerinin arasından geçerken, Mustafa Kemal Paşa’nın "Geldikleri gibi giderler!." sözünü söylediği kişi, yaveri Cevat Abbas Gürer’di. 30 Nisan 1919’da 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri olarak Bandırma Vapuru’yla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu ve Ulusal Kurtuluş planları gizlice hazırladığı 6 aylık süre içinde kendisine refakat etti. Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Anadolu’ya Kocaeli yarımadası üzerinden geçebilme olasılığı için gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasını sağladı. Yahya Kaptan Millî Müfrezelerini örgütledi. Mustafa Kemal Paşa’nın dikte ettiği Amasya Genelgesi’ni kaleme aldı. Erzurum’da 8 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifası üzerine Erzurum Müstahkem Mevkii Komutanlığı emrine atandı. Sivas Kongresi’nden sonra Heyet-i Temsiliye Başkatipliği’ne getirildi. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının son dönemi için 8 Ocak 1920’de yapılan seçimlerde Bolu Milletvekili olarak Meclise katıldı. Meclisin feshi üzerine Ankara’ya gelerek 5 Temmuz 1920’de TBMM Genel Kurulu’na Bolu Milletvekili olarak katıldı. 17 Temmuz’da Yozgat ve yöresindeki ayaklanmanın bastırılmasında görevli olarak izinli sayılıp Meclis’ten ayrıldı. Kurduğu Süvari Müfrezesi ile bölgede asayişi sağladı. 20 Ekim 1920’de özel görevle Bulgaristan’a gönderildi. Görevinde başarılı olması dolayısıyla 1921 yılı sonuna kadar Sofya’da Ankara Hükûmeti’nin temsilcisi olarak görev yaptı. 4 Şubat 1922’de yeniden Meclis’e katıldı. Meclis’te Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonları’nda çalıştı. 1 Eylül 1923’te Binbaşı rütbesine terfi etti. Atatürk’ün işaretiyle Türk Tayyare Cemiyeti’ni kurdu (Türk Hava Kurumu) ve cemiyetin başkanlığını bir yıl süreyle üstlendi. 1926’da görevini Fuat Bulca’ya devretti. İsteği üzerine 27 Şubat 1927’de ordudan emekliye ayrıldı. İş Bankası’nın kurucularından olan Cevat Abbas Gürer, Atatürk’ün emriyle kurulan Ateş Güneş Spor Kulübü’nün de kurucu başkanıydı. 4 Temmuz 1943 tarihinde Yalova’da vefat etti. Anıları ""Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 yıl"" Başlıklı kitapta toplanmıştır. Tırnak işareti Tırnak işareti (" ") bir noktalama işaretidir. Kelime veya kelime gruplarının bir başına bir de sonuna gelecek şekilde (ikili olarak) kullanılır. Kitapların ve yazıların adları ile başlıkları tırnak içine alınır: Metin içerisinde geçen bazı özel isimler vurgulanmak istendiğinde kullanılır: Metin içerisinde özellikle belirtilmek istenen kısımlar tırnak içine alınabilir: NOT: Cümle içerisinde özel olarak belirtilmek istenen sözler, kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınmaksızın koyu yazılarak veya eğik yazıyla (italik) dizilerek de gösterilebilir: Tırnak işareti bir metin içerisinde başkalarından veya başka metinlerden aktarılan sözlerin (alıntıların) başına ve sonuna konur: Karşılıklı konuşmalarda uzun çizgi (—) işareti yerine kullanılabilir: Cümle içinde geçen yabancı sözcükler tırnak içine alınır. NOT: Birden fazla paragrafı kapsayan alıntılarda, her paragraf ayrı ayrı tırnak içine alınır. Tırnak içine alınan ifade tam bir cümle ise kendi noktalama işaretlerini korur. Bu cümlenin sonuna gelen ünlem, soru, nokta, virgül gibi noktalama işaretleri tırnak işaretinin "içine" konur: Bir alıntı yapılacağı "şöyle söylemiş, demiş ki" ve benzeri şekillerde anons edildiğinde, alıntıdan önce iki nokta konur: Tırnak içerisine alınmış sözcüklerden sonra gelen ekler ayrıca kesme işareti (') ile ayrılmaz ve tırnak ile ek arasında boşluk bırakılmaz. Tırnak arasındaki ifade içerisinde yeniden tırnak kullanılması gerekirse tek tırnak işareti (') kullanılır: Ayraç (parantez) ile tırnak işaretinin kullanılacağı yerlerin birbirine karıştırılması halinde anlama bakılır. Tırnak işareti içindeki kısım çıkartıldığında anlam bozulurken, parantez içindeki kısım çıkartıldığında anlam bozulmaz: Cantanhede Belediyede 19 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Coimbra Coimbra: Üniversite şehri Coimbra (latince Conimbricae) Coimbra vilayetinin başkentidir ve başkent Lizbon’un 200 km kuzeyinde, Porto’nunda 100 km güneyinde bulunmaktadır. Kentten geçen Rio Mondego nehri 40 km batısında Atlantik okyanusuna dökülür. 2001 sayımına göre Coimbra şehrinin nüfusu 106800’dür, şehirde ayriyeten 20000’e yakın öğrenci bulunur. 2003’de Portekiz’in kültür başkenti unvanına layık görülmüştür. Sehrin kökeni muhtemelen Keltlere kadar dayanır. Romalılar şehrin bulunduğu yerde Aeminium adında bir kasaba kurdular. O zamanlar bu kasaba Olisipo (Lizbon) ve Bracara Augusta (Braga) arasında önemli bir istasyon görevi yapıyordu. Bu zamanın tanıkları temelleri 18. yüzyılda yeniden inşa edilen aquvaduk ve öncelikle eski piskopos palası (bugün Museu Machado de Castro) Kryptoportikus yapılarıdır. 468'de şehir merkezine yakın Conimbriga Sueviler tarafından yerle bir edildi ve Aeminium bundan itibaren fonksiyonluğuyla (piskopos merkezi) birlikte ismini de üstlendi. 711'de şehir müslümanlar tarafından feth edildi, 878’de müslümanlardan geri alındı. Şehir 987’de Müslüman komutan Almancor’un istilasıyla tamamen tahrip edildi. Coimbra 1064 yılında Kral Fernando de Castilla y Leon () tarafından tamamen geri alindi. Coimbra 1139’dan 1260’a kadar Portekiz’in baskentiydi. 1290’da Kral Dom Diniz (Dionysius) tarafından kurulan Coimbra Üniversitesi Portekizce: Universidade de Coimbra) Portekiz’in ve tüm Avrupa'nın en eski Üniversitesidir ve halen Avrupa’nin en önemli bilgi ve araştıma merkezlerinden biridir. Belediyede 31 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Tunalı Hilmi Tunalı Hilmi (28 Ağustos 1871 - 26 Temmuz 1928) Türk siyasetçi. Meclis-i Mebusan üyesi ve TBMM I., II. III. Dönem vekili. Jön Türk ve Türkçülük hareketinin önde gelen isimleri arasında bulunan bir siyaset ve devlet adamıdır. Milletvekilliği sırasında, ilerideki Atatürk devrimlerine kaynaklık eden ilerici kanun teklifi ve önergeleri vermiş bir yenilikçidir. Öz türkçe, kadın, köylü, işçi haklarının savunuculuğunu yapmıştır. 1871'de, bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Eskicuma'da doğdu. Annesi Hacıabdullah ailesinden Rukiye Hanım, babası Kantacıoğulları ailesinden tütün fabrikası sahibi ve reji tütün eksperi İsmail Efendi'dir. 1877 Osmanlı Rus savaşı nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etti. “Vilayet sertahsildarı” olan babasının görevi nedeniyle ilk ve orta öğrenimini Anadolu’nun değişik yerlerinde tamamladıktan sonra Fatih Askeri Rüşdiyesi'ni bitirip Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi’ne kaydoldu. II. Abdülhamit yönetimine karşı gizli cemiyetlerin yoğunlaştığı bu dönemde elyazısıyla ""Teşvik"" adlı haftalık gazeteyi çıkardı ve yönetim aleyhine yazılar yazdı. Bir jurnal onu ele verdiyse de gazeteleri yaktığı için aleyhinde delili bulunamadı ve hakkında işlem yapılmadı. Öğrenimini Gülhane Askeri Tıbbiyesi’nde sürdürdü. Bu okulda, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşen "Mektepliler Cemiyet-i Hafiyesi"'ni kurdu. Bu arada Paris’te bulunan Ahmet Verdani’ye para göndermesi nedeniyle tutuklandı; bir süre sonra af ile serbest kaldı. Üyesi olduğu İttihad-i Osmani Cemiyeti’nin önde gelenleri hakkında 1895 yılında sürgün kararı alınınca bazı üyeler sürgüne gitti; bazıları bu karara uymayarak yurtdışına kaçtı. Tıbbiyenin son sınıfında olan Tunalı Hilmi de ülkeden kaçarak İsviçre'nin Cenevre kentine yerleşti (1895). Tıp eğitimi yarım kalan Tunalı Hilmi, öğrenimine Cenevre Üniversitesi pedagoji bölümünde devam etti. Artık İstanbul’daki İttihad-i Osmani Cemiyeti ile Avrupa’daki Jön Türkler “"İttihat ve Terakki Cemiyeti"” adı altında birleşmişti. Tunalı Hilmi, Cemiyetin Cenevre şubesini kurdu. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1896 yılında gerçekleşen olağanüstü toplantısında başkan seçilen Mizancı Murat, 1897’de hareketin merkezini Cenevre’ye taşıdı. Tunalı Hilmi, Mizancı Murat’ın çıkardığı Mizan gazetesine ve Paris şubesini yöneten Ahmet Rıza Bey’in çıkardığı Meşveret düzenli yazılar yazdı; Jön Türkler'in amaç ve hedeflerini açıklayan ""Hutbe"" adlı broşürleri yayımladı. Ayrıca Avrupa’da eğitim gören Türk öğrencilere yardımcı olmak amacıyla “"Osmanlı Talebe Cemiyeti"”’ni kurdu ve “"Avrupa’da Tahsil"” adında bir kılavuz kitap yayınladı. "Juliette" adında İsviçreli bir hanım ile evlenen Hilmi Bey’in bu evliliğinden "Sevda" (1902-1958) adında bir kızı, "İnsan" adında bir oğlu dünyaya geldi. Padişahın görevlendirdiği Ahmet Celaleddin Paşa 1896’da Cenevre’ye gelmiş ve Jön Türkler’i İstanbul’a dönmeye ve padişaha bağlı kalmayı çağırmıştı. Paşa’nın “Hutbe” kitapçıklarını ve gazete kalıplarını satın alma teklifini kabul eden Tunalı Hilmi, aldığı para ile çalışmalarını sürdürdü ve 1896’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin içinde özel bir şube olan “Osmanlı İhtilal Fırkası”’nı kurdu. Silahlı eylemle mücadele taraftarı olan Osmanlı İhtilal Fırkası’nın çalışmaları Jön Türk çevrelerinde yeni örgütlenmeler oluşmasını hızlandırdı. Bu örgütler 1897’de bir ihbar sonucu ortaya çıkınca İstanbul’daki 78 Jön Türkü Trablusgarp’a sürgüne gönderen Sultan Abdülhamit, Avrupa’daki Jön Türklerle görüşmesi için Celalettin Paşa’yı yeniden Cenevre’ye gönderdi. Cemiyet Başkanı Mizancı Murat, bu defa cemiyetten istifa edip İstanbul’a dönmek konusunda ikna olmuştu. Mizancı Murat’ın istifası üzerine cemiyetin genel sekreterliğini üstlenen Tunalı Hilmi, Paşa’yı bu örgütlerle bir ilgisi olmadığına ikna etti ve Hutbe’nin satışından kalan parayı aldı; bu parayla 1 Ocak 1897’de ""Osmanlı Gazetesi""’ni çıkardı. İshak Sükûti ve Abdullah Cevdet ile birlikte çıkardığı bu gazetede Türkçü, milliyetçi, cumhuriyetçi fikirlere yer verildi. Abdülhamit, yönetimin aleyhine yayınlarını durdurması konusunda görüşme için bu defa Paris sefiri Münir Paşa’yı gönderdi ise de Hilmi Bey buluşmayı reddetti. Hilmi Bey’in direnişini kırabilmek için babası İsmail Efendi tutuklandı ve sürgün olarak gönderildiği Musul’da 1899 yılında öldü. Kardeşlerinden Faik Bey askerlikten ihraç edildi ve babasının sürgün yıllarını paylaştı. Ortanca kardeşi Şü
krü Bey önce Bağdat’a sonra Basra’ya sürüldü ve orada yoksulluk içinde can verdi. Büyük kardeşi Fehmi Bey baskıdan kurtulmak için önce Bulgaristan’a sonra ABD’ye kaçtı; bir süre New York- Chicago demiryolu hattında işçi olarak çalıştıktan sonra tekrar Bulgaristan’a döndü. Ailesine el uzatılması karşısında kini daha da büyüyen Tunalı Hilmi, 1898'de İttihat ve Terakki Cemiyeti müfettişi olarak Mısır' a gitti ve cemiyetin Kahire şubesini örgütledi. Kahire’de “"Hak"” isimli bir gazete çıkardı. Cemiyetin içinde bir kongre düzenlenmesi fikrini öne attı ve hazırlıklar için 1900 yılında Paris’e döndü; Hutbe kitapçıklarını yeniden yayımlamaya başladı. Kongre girişimi, Jön Türk ileri gelenleri tarafından kabul görmeyince sonuçsuz kaldı. Jön Türkler'in çoğu 1899'da sarayla uzlaşmıştı. Bu durum karşısında Tunalı Hilmi Bey ve arkadaşları da hareketlerinin finansmanını sağlamak üzere Abdülhamit ile kâğıt üstüne kalan bir anlaşma yapma yoluna gitti. “"Osmanlı Gazetesi""’nin yayının durudurlması karşılığında devlet görevlerinde yer almayı kabul ettiler. İshak Sükûti devletin Roma, Abdullah Cevdet Viyana elçiliğine doktor olarak atandıktan sonra; kendisi de Madrid elçi katipliğine atandı (1900). Memuriyeti sırasında “İntikamcı Yeni Osmanlılar Cemiyeti”’nin kurulması ve “İntikam” adlı bir gazetenin çıkarılması için Ali Fahri (Ağababa) Bey’e destek verdi. Atina ve Cenevre’ye giderek cemiyet üyelerinin tutuklanmasına sebep olan kimselere suikast girişimi düzenlenmesi için ve hutbelerinin Cenevre’de yayımlanmasını sağlamak için uğraştı. Faaliyetleri istibdat yönetimi tarafından öğrenilince elçilikteki görevinden alındı. Ali Fahri Bey ile birlikte Paris’te 4 Şubat 1902’de I. Jön Türk Kurultayı’nın toplanmasını organize etti. I. Jön Türk kurultayı’ndan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ikiye bölünmesi ile sonuçlanınca artık cemiyet içinde aktif bir rol üstlenmedi. 1904'te Mısır'a gitti; Muhtelit (Karma) mahkemede çalıştı, ""Kanun-ı Esasi"" ve ""Hak"" gazetelerine yazdı. Yeni eseler kaleme almakla meşgul oldu. Hilmi Bey, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra yurda döndü; sağ kalan kardeşleri ile İstanbul’da buluştu . Başta""İnkılâp"" olmak üzere çeşitli yayın organlarında yazıları yayımlandı. 1916'ya değin Karadeniz Ereğlisi, Silivri, Bayburt, Ordu, Beykoz ve Gemlik’te kaymakamlık yaptı; daha sonra savaş nedeniyle ülkeye göç eden ve sığınanların durumlarını denetlemek ve düzenlemekle görevlendirildi. Bu görevi 1919’a kadar sürdürdü. 1919 yılında yapılan seçimlerde Bolu mebusu olarak Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na girdi. 1920’de İstanbul'un İtilaf Kuvvetleri tarafından işgal edilip meclis çalışamaz hale gelince Anadolu'ya geçti. TBMM'ye Bolu milletvekili olarak katıldı. Düzce Ayaklanmasının bastırılmasında ve Karadeniz Ereğlisi'ni işgal etmek isteyen Fransızlara karşı direnişin örgütlenmesinde görev aldı. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun (1921) hazırlık komisyonunda bulundu. İşçilerin, özellikle Ereğli maden işçilerinin sosyal ve hukuki haklarının verilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesi için pek çok soru önergesi verip konunun takipçisi olan Hilmi Bey, 1923 ve 1927 seçimlerinde Zonguldak milletvekili olarak yeniden meclise girdi. Henüz 1923 yılında, meclisten tepki almasına rağmen meclis kürsüsünden kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasını," “Hanım Paşa" görmek istediğini bildiren Tunalı Hilmi aynı zamanda Türkçenin özleştirilmesine ve önemine birçok defa gerek TBMM kürsüsünde gerekse yazılarıyla dikkatleri çekmiştir. Getirdiği kanun teklifi ve önergelerinin çoğu yaşadığı dönemin çok ilerisinde yenilikler getirmesi nedeniyle kabul edilmemiş olsa da daha sonra yapılacak Atatürk devrimlerine kaynaklık etmiştir. 1928 yılında tüberküloz hastalığına yakalanıp İstanbul Şişli Etfal Hastanesi’ne yatan Hilmi Bey, birkaç ay süren ve sonuç vermeyen tedavinin ardından 26 Temmuz 1928’de İstanbul'da hayatını kaybetti. İstanbul’da Maçka Mezarlığı’na defnedilen cenazesi daha sonra Ankara’ya getirildi ve Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi. İsmi, Ankara'nın pek çok gözde mekanının toplandığı çekim merkezlerinden Tunalı Hilmi Caddesi ile yaşamaktadır. Condeixa-a-Nova Belediyede 10 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Brian'ın Hayatı Brian'ın Hayatı, ("Monty Python's Life of Brian") yönetmenliğini Terry Jones'un yaptığı, İngiliz komedi grubu Monty Python'ın 1979 yılı yapımı filmi. Brian'ın Hayatı, yıllarca İncil'den dini konuları işleyen cıvık Hollywood filmlerinin parodisi niteliğinde bir filmdir. Bu filmlerin karikatürü olarak, dini veya politik fanatiklik gibi toplumun temel konularını işlemiştir. Brian'ın Hayatı zaman içinde kült-film olarak kabul edilmiştir. Figueira da Foz Belediyede 18 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Mira (Portekiz) Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Montemor-o-Velho Belediyede 14 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Penacova Belediyede 11 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Şapel Şapel, Hırıstiyanların tapınak veya kutsal alanı, bazen küçüktür ve büyük bir kuruma bağlıdır (örneğin : büyük bir kilise, kolej, hastane, saray, hapishane veya bir mezarlık). Büyük kiliselerin içinde bir azizin adına ayrılmış küçük ibadet yerleri de olup, özellikle kırsal alanlarda ve küçük yerlerde veya yol kenarlarında dinsel ihtiyaçları karşılamak için yapılmış dua etme ve mum yakma yerleridir. Bir nevi küçük kiliselerdir. Bazen büyüktür ve başka bir yapıdan bağımsızdır. Belirli mezheplerin belirli şapel gelenekleri vardır. Bazıları her kilisenin arkasına bir de Meryem Ana şapeli yaparlar. Soure Belediyede 12 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. On parmak On parmak, Daktilo ya da bilgisayar klavyesine bakmadan 10 parmak ile yazma tekniği. 10 parmak klavyeye bakmadan yazma becerisidir. Hızlı yazmayı gerektirmese de on parmak yazanlar genelde en hızlı ve hatasız yazan kişilerdir. 10 Parmak yazan kişi gözleri kapalı dahi olsa yazarken hata yaptığını anlar ve hiç düşünmeden geri silme tuşuna basarak hatasını düzeltebilmektedir. Aynı zamanda on parmak kullanmak psikomotor (bedensel ya da devinişsel) bir davranış olduğu için yolda yürürken bir konuyu düşünmek ve on parmak yazarken bir konuyu düşünmek arasında bir psikomotor eylemin ve bir bilişsel işlemin paralel yürütülmesi gibi bir benzerlik vardır. Ancak klavyedeki harflere bakarken bir konuyu düşünmeye çalışmak bu durumdan farklıdır ve zordur çünkü; klavyedeki harflerin yerini hafızadan hatırlayıp o bölgedeki harfe basmak zaten zihni meşgul edici bir bilişsel eylemdir. Dolayısı ile bakarak yazan kişinin ikinci bir bilişsel işlemi paralel yürütmesi verimli olmadığı gibi bir matematik problemi ve bir de kimya problemini aynı anda çözme girişimine benzetilebilir. Q klavyede başlangıç için f ve j harfleri işaretparmağının hissedeceği şekilde kabartılmıştır. F klavyede ise bu görev a ve k harflerindedir. Q klavye bilinenin aksine İngilizce dâhil hiçbir dilde on parmak yazmak için uygun değildir. Türkçe F klavye Türk dili için en uygun olanıdır. Türkçe çok kullanılan A harfi en yetenekli parmaklardan sol işaret parmağına karşılık gelmektedir. Az kullanılan harfler ise giderek merkezden uzak yani daha az yetenekli parmaklara karşılık gelecek şekilde dizilmiştir. Ayrıca Türkçenin bir özelliği olan bir sesli bir sessiz harf düzeni sisteme uygulanmıştır. Şöyle ki; sol ele karşılık gelen tüm harfler seslidir. Türkçede Q klavyenin çok yaygın olma sebebi iyi oluşundan değil tarihî gelişimi ve ticarî nedenlerdendir. Milletlerarası yapılan on parmak hız testlerinde Türk yarışmacılar, F klavye sayesinde onlarca birincilik ve rekor sahibi olmuştur. Ayrıca çokdilli yarışma bölümünde F klavye ile diğer dillerde de Q klavyeden hızlı yazılabileceğini göstermişlerdir. "Q klavyesi Olan Bir Kişi F Klavye Düzeni'ni Seçerse Aynı Hızda Yazar "İşletim sistemlerinde klavye düzeni değiştirilebilmektedir. Windows işletim sistemlerinde dil çubuğunu kullanarak klavye düzenini değiştirilebilmektedir. Ön tanımlı dilin Türkçe Q olduğu ve Türkçe Q Klavye'nin On parmak olarak Türkçe F kullanılması istenirse şu şekilde gerçekleştirilebilir. Seçeneği seçilir. Böylece F klavye dili eklenmiş olunur ancak seçili dil Türkçe Q'dur. Aynı Ekranda; Linux işletim sistemlerinde klavye düzeninin değiştirilmesi farklılık göstermektedir. Örneğin Gnome masa üstü yüklü bir Linux dağıtımında; Programlar Menüsü -> Sistem Ayarları -> Klavye Seçenekleri kısmından değiştirilebilir. Programlar->Ayarlar->Ayarlar Yöneticisi-> Klavye->Yerleşim (Sekmesi)-> Klavye Düzeni-> Türkçe Q ->Türkçe F Klavye eklenir ve seçilir. On parmak öğrenmek kişiden kişiye değişmektedir. Öğrenirken hatasız ve yavaş çalışmak esastır(değişmez kuraldır). Tüm on parmak kurallarına tam olarak uyulursa yaklaşık tahmini süre şu şekilde olacaktır. Bunun yanında eski hıza yaklaşılmış olur ve bir yıl geçtikten sonra dikkat çekici süratte yazılması mümkündür. Ancak en önemli klavye kazanımı hız değil klavyeye bakmamak olacaktır. 26 Saat’te on parmak adında bir adet basılı kitap bulunmaktadır. Bu kitabın adı ve içeriği baz alınırsa 26 günde öğrenmek mümkün görünmektedir. Kurallara uyan, vasat veya vasatın altında yeteneklere sahip bir öğrenci sabır gösterirse hedeflediği veya tahmin edilen sürede gerekli becerileri kazanabilir. On parmak devinişsel bir kabiliyettir ve bu tür beceriler unutulmamaktadır. Klavyedeki büyük küçük harfler gibi sembollerin tamamının öğrenilmesi birbirini destekleyicidir. Klavye Türkçe Q ise Türkçe F on parmak öğrenmek daha kolay olacaktır. Çünkü harflere bakma gibi bir şans olmayacaktır. Bilakis Türkçe F klavyesi olan bir kişinin harflerin yerini mahsus değiştirmesi veya harflerin üzerinin boyaması/ kazıması yararlı olacaktır. (Kendi riskinize yapınız. Sorumluluk kabul edilmemektedir.) Bu kısım tamamlanacaktır. Bu kısım tamamlanacaktır. Águeda Águeda belediyesi, Portekiz'in Centro bölgesine bağlı Baixo Vouga altbölgesinin belediyelerinden biridir. Belediyede 20 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadı
r. Albergaria-a-Velha Belediyede 8 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Anadia Belediyede 15 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Lanín Dağı Lanín, Arjantin Andlar 'ında "San Martín de los Andes" 'ın yaklaşık 50 km kuzeyinde sönmüş bir volkan. Milli park "Parque Nacional Lanín" 'de bulunan Lanin Fuji'ye benzerliği sebebiyle Arjantin 'in en güzel dağı olarak kabul edilir. Dağın adı Mapuche dilinden gelir ve "sönmüş" anlamındadır. Volkan, Neuquén eyaletinin bayrak ve armasında resmedilmiştir. Aveiro Belediyede 14 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Aveiro, 17. yüzyıla kadar önemli bir liman kenti olarak kullanılmıştır. Şehrin içinden geçen kanal, uzun, rengarenk boyalı sandallarıyla "Portekiz'in Venedik'i" olarak anılmaktadır. Balıkçılık, porselen yapımı, sandal üretimi, Aveiro'nun başlıca geçim kaynaklarıdır. Haftasonları komşu illerin turistlerini ağırlayan ortalama bir Portekiz şehridir. Tren garı, kanal, Aveiro Müzesi görülmesi gereken yerlerdir. Portekiz şehirlerine göre geniş sayılabilecek caddelerinde zevkle gezilebilir. Aveiro'ya özel tatlıları pastane vitrinlerinde görmek mümkündür. Estarreja Belediyede 7 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Van kedisi Van kedisi, iyi bir yüzücü olan, gözleri mavi veya kehribar rengi ya da biri mavi diğeri kehribar olabilen, nadide ve asil bir kedi ırkı. Asaletini ve beyaz rengini paylaşmakla birlikte, önemli farklılıkları da bulunan Ankara kedisi ile karıştırılmamalıdır. Genelde Van kedisi yavrularının iki kulağı arasında bir veya iki adet siyah nokta bulunur. Van kedisinin göz rengi üç gruba ayrılır. Her iki gözü mavi (daima turkuaz mavisi), her iki gözü kehribar (Sarı renk ve tonları, çok nadiren kahverengi) ve tek-göz (Heterokromik; yani bir gözü mavi diğer gözü kehribar renkte olanlar) diye gruplandırılır. Mavi renk, daima turkuvaz mavisi özelliğinde olurken, kehribar rengi farklı tonlarda görülebilir. Bununla birlikte, mavi gözlü Van kedileri de kendi arasında a)mavi gözlü kısa, kadife kürklü ve b)mavi gözlü-uzun ipek kürklü kediler diye ikiye ayrılır. Van kedilerinde, yeni doğan yavruların gözleri grimsi renktedir. Yavru kedinin doğumundan 25 gün sonra göz renkleri farklılaşmaya başlar ve 40 gün sonra da göz renkleri netleşir. İki kulağı arasında bir veya iki adet siyah nokta bulunan Van kedisi yavrularının çoğu tek-göz olur. Ve bu siyah noktalar adeta Tek-göz kedilerin mührü olarak tanımlanır. Van kedisi gibi değişik göz rengine sahip köpeklerin, evcil güvercinlerin ve insanlarında bulunduğu ve bu özelliğin genetik bir defekt sendrom olduğu bilinmektedir. En fazla mavi sarı gözlü van kedileri vardır. Terminoloji açısından, Türkiye dışındaki kediseverler boyutunda bir diğer olası kavram kargaşası mevcuttur. Literatürde, Türkiye'de bir yabancıya "Van kedisi" olarak satılan ve sonrasında yurtdışına giden ilk kedi olarak 1955'de İngiliz bayanlar Laura Lushington ve Sonia Halliday'e 500 Sterlin'e satılan, biri "Van güzeli İskenderun" isimli iki kedi kaydedilmektedir. "Van güzeli İskenderun"un ve hemcinsinin safkan Van kedileri olmamaları, baş ve kuyruk kısımlarının renkli ve benekli olması nedeniyle bayan Lushington'ın bu kedilerden türettiği kedi türü, günümüzde "Van" ismi taşımakla birlikte, Van kedisinden farklı bir ırk oluşturmuştur. Bayan Lushington bu kedilere Turkish Van ismini vermiştir, bu isim Fransızca'ya "Turc de Van", Almanca'ya Türkisch Van şeklinde geçmiştir . Başka bir deyişle, Van kedisi ve Batı dünyasındaki Turkish Van farklı kedilerdir. Ancak, Turkish Van isimli kedi cinsi de iyi yüzücüdür ve göz renkleri üç çeşittir. Aradaki farkın az çok anlaşılmaya başladığı günümüzde, safkan Van kedisi, Turkish Van'den ayırmak için, Batı literatüründe de Türkçe olarak "Van kedisi" şeklinde anılmaktadır. Gündüz saatleri uzamaya başladığında, gitgide daha uzun süreler boyunca gün ışığı gören kedinin beynindeki hipotalamus bölgesi uyarılır ve FSH denen hormon üretilmeye başlar. FSH, hem yumurtalıkların yumurta üretmesini hem de östrojen hormonunun salgılanmasını sağlayarak dişi kedileri çiftleşmeye hazırlar. Bu döneme kızgınlık (Östrus) periyodu denir. Van kedisi her yıl Şubat-Mart-Haziran aylarından birinde kızgınlık periyoduna girer. Bu periyod 10 gün kadar sürer. Kızgınlık döneminde gebe kalırsa genellikle o yıl içinde bir daha kızgınlık göstermez. Gebelik süresi 62 gün kadardır. Gebeliğin birinci ayından sonra karnı şişmeye başlar ve bu dönemden itibaren karnını kimseye dokundurtmaz. Sevgi istekleri özellikle gebelik döneminde daha fazladır. Van kediside diğer kedilerde olduğu gibi gözlerden uzakta doğurmayı sevdiğinden, birinci ayın sonundan itibaren ıssız ve karanlık yerler aramaya başlar. Doğumdan hemen sonra göbek bağı (Plasenta) anne kedi tarafından ısırılarak koparılır. Anne kedi, yavrularını 50-60 gün süreyle emzirir. Fakat bu süre kısalabileceği gibi uzayabilir de. Bununla birlikte, yapay olarak aydınlatılan ve ısıtılan bir ev ortamında yaşayan bütün kediler gibi, Van kedileri de tüm yıl boyunca kızgınlık dönemi yaşayabilirler. Dünyada sadece Ankara Hayvanat Bahçesi'nde türetilmektedir. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde de "Van Kedisi Araştırma ve Uygulama Merkezi" bulunmaktadır. Siçuan Siçuan (Çince: 四川 pinyin: , posta servis sistemi: Szechwan veya Szechuan), Çin'in güneybatısında endüstrisi önemli olan bir bölge. 12 Mayıs 2008'de 8.0 büyüklüğündeki, merkezi Siçuan olan deprem sebebiyle yaklaşık 70.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Şu harita Siçuan eyaleti'nin alt yerel idare birimlerinin isimlerini, merkezlerini, tiplerini ve haritada yerlerini özetlemektedir: Ílhavo Belediyede 4 bucak (Portekizce: "freguesia") yer almaktadır. Mealhada Belediyede 8 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Valdés Yarımadası Valdés Yarımadası (İspanyolca: Peninsula Valdés), Arjantin 'de yaklaşık 3625 km büyüklükde bir yarımada. Chubut eyaleti'nde, Atlas Okyanusu kıyısındadır. Yarımada, bir doğal koruma bölgesi olup, 1999 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir. Valdes'in büyük bir kısmı mütevazı bir doğadan ve birkaç küçük tuz gölünden oluşur. Bunlardan en büyüğü deniz seviyesinin 35 m altında olup, Arjantin 'in en alçak noktasıdır. Yarımadanın özel anlamı sahillerinde oyalanan deniz memelileridir. Bunlar, deniz aslanları ve deniz filleridir. Güney Balinalarına, yarımada ve Patagonya anakarasının çıkıntısı ile oluşan "Golfo Nuevo" 'da ("Yeni Körfez") rastlanır. Bu Çubuklu balina türü buraya, körfezin suyu açık denizin suyundan daha sakin ve daha sıcak olduğundan yılın ikinci yarısında, yavrulamak için gelir. Açık denizde, yani yarımada sahilinin önünde katil balinalar yaşar. Yarımadanın iç kısımlarında heşeyden önce deve kuşu benzeri nandular, guanakolar, maralar göz önüne gelir. Valdes Yarımadası'ndaki tek yerleşim merkezi "Puerto Pirámide" köyüdür. Birkaç yıl öncesine kadar yarımadada Arjantin ordusunun üsleri bulunuyordu. Bugün hala "Punta Norte" 'de bir uçuş pistinin kalıntıları vardır. Burasının bulunma amacı Falkland Adaları uyuşmazlığıydı. Puerto Pirámide Murtosa Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Conrad Gesner Conrad Gesner (d. 26 Mart 1516, Zürih, İsviçre - ö. 13 Aralık 1565, Zürih, İsviçre) İsviçre'li doğabilimci,filozof,doktor. İsviçreli Protestan reformcu Huldreich Zwingli’nin himayesi altında bulunan ve vaftiz oğlu olan Conrad Gesner’in bulunduğu ortam nedeniyle ilahiyat  okumak kaderiydi. Zürih’te  bulunan Fraumünster  ilahiyat fakültesinde okuyan Gesner, 1531 yılında Zürih’ten ayrıldı. Tanınmış bir Yunanca ve İbranice uzmanı oldu. 1537’de 21 yaşındayken, yeni kurulan Lozan Akademisi’nin  Yunanca Kürsüsünün ilk başkanı oldu. Bern hükümeti tarafından verilen bu görev onun itibar kazanmasında etkili oldu. İlahiyat eğitimi almış olmasına rağmen Gesner’in tıp alanına her zaman  ilgisi vardı. Kürsü başkanı olmadan önce  tıp eğitimi almaya başlamıştı. İlk olarak Bourges’da sonrasında ise Paris ve Basel’te  tıp alanında eğitim gördü. 1541 yılında Basel’den doktorasını aldı. Daha sonra Gesner, yakın arkadaşı Clauser’in  tavsiyeleri üzerine botanik çalışmaları için Montpellier’e seyahat etti. Döndüğünde baş doktor olarak anıldığı Zürih şehrine kalıcı olarak yerleşti. Gesner meraklı ve heyecanlı bir gezgindi, Alplerde ve Adriyatik kıyılarında araştırmalar yaptı. Birçok kaynak(doküman) topladı. Bu topladığı kaynaklarla botanik ve zooloji  alanlarında önemli bilimsel birçok tez hazırladı. 39 yaşında zor koşullara rağmen Lucerne gölünün yakınlarında bulunan Mont Pilate’ye tırmandı. Bunun yanında Gesner  birbirinden farklı birçok alanla da ilgilenmişti. Bunlardan biri eski diller ve hayat bilimleriydi.1535 yılında Yunanca-Latince bir sözlük hazırladı.Filoloji alanında kendini çok geliştiren Gesner, Yunanca dersler verdi ve filoloji ile ilgili tezler yayınladı,  Lordun Duası’nı 22 farklı dile çevirdi. Gesner  özverili bir şekilde çalışarak dört ciltlik  Bibliotheca Universalis (Evrensel Kitaplık ) adlı eserini hazırladı.İndekste  Yunan, Latin ve Hebrew yazarlarına yer verdi. Bu eserle adını duyurdu ve bibliyografyanın kurucusu ünvanını kazandı. Gesner birçok alanda uğraşmasına rağmen doğa tarihi her zaman en çok ilgisini çeken alandı. Oberhessen’li Valerius  Cordus’un (1515-44) Historie  Stirpium (Bitkiler Üzerine İncelemeler) adlı kitabı Gesner’in çabalarıyla,  Cordus’un ölümünden on yedi yıl sonra 1561 yılında yayınlanabildi. Gesner’in kendisi de  Opera Botanica (Botanik eserleri) adlı eserini hazırladı. Kitapta Gesner tarafından çizilen 1500 kadar levha yer almaktaydı.Baskıya kendisi hayattayken başlanmış olduğu halde, kitap ancak ölümünden sonra tamamlanabildi. Bu eser, Gesner’in bitki yapısının  bitkiler alemini sınıflandırmadaki önemini  tam anlamıyla kavramış olduğunu göstermektedir. Zooloji alanında da çalışmaları bulunan Gesner’in beş ciltlik  Historiae  Animalium (Hayvanların Tarihi) isimli eseri bugün onun en bilinen  eserlerinden biridir.1551 yılında basılmaya başlanan eser ancak 1587 yılında 
tamamlanabilmiştir. Yayınlandığı dönem ve sonrasında da çok büyük ses getiren ve ilgi gören bu eser 4500 sayfayı aşan çok önemli bir çalışmaydı. Hatta eser yayınlanmasından  iki yüz yıl sonra bile  dünyaca ünlü zoolog Georges Cuvier’in ilgisini çekmişti. Bu ansiklopedik eserde, Gesner hayvanlar için yeni bir sınıflandırma verdi; botaniktede bunu yapmış ve bitkileri ‘çiçek açanlar’ – ‘çiçek açmayanlar’ olarak veya özsuyunun sağlanış şekline göre ayırmıştı.Gesner’in hayvanları yeniden sınıflandırması başarılı olmadı ama kitabın kapsamı ve hacmi, hayvan türlerini sınıflandırma konusunun yeniden düşünülmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca Gesner’in ilgisini paleontoloji çalışmalarıda çekmişti. Gesner, taslak fosil çalışmaları bulunan ilk doğabilimci olarak kabul edilir. 1560’ta Brezilya’da başlayan 1565’te Zurih’e ulaşan veba salgınında Gesner yaşamını yitirmiştir.   Oliveira do Bairro Belediyede 6 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Ovar Belediyede 8 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Sever do Vouga Belediyede 9 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Burhan Sargın Burhan Sargın (d. 11 Şubat 1929, Ankara), Türk eski millî futbolcudur. Oynadığı mevkii santrafordu. Lakabı Canavardı. 1954 FIFA Dünya Kupası finallerine katılan kadroda yer aldı. Futbola Hacettepe'de başladı. Daha sonra Fenerbahçe'ye 1951 yılında transfer oldu. Adalet takımında 2 yıl oynadıktan sonra tekrar Kadıköy'e döndü. Fenerbahçe forması altında 112 gol attı. Türkiye millî futbol takımında 8 kez oynadı ve 7 gol attı. 1954 FIFA Dünya Kupası elemelerine İspanya'ya attığı gol sayesinde Türkiye'ye finallerde oynama yolunu açtı. Bunun yanında İsviçre'de düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nda Güney Kore'ye karşı hat trick yaparak bu başarıya ulaşan ilk ve tek Türk futbolcu oldu. Vagos Belediyede 11 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Pietro Germi Pietro Germi (d. 14 Eylül 1914, Cenova - ö. 5 Aralık 1974, Roma), İtalyan sinema yönetmeni. Roma'da Deneysel Sinema Merkezi'nde öğrenim gören Pietro Germi, bir süre yönetmen yardımcılığı ve senaryoculuk yaptı. 1945'te ilk filmi "İl Testimone" yi (Tanık) çekip, peşpeşe gerçekleştirdiği filmlerle İtalyan sinemasının başlıca ustaları arasında yer aldı. Yönetmen olarak C-3PO C-3PO, Yıldız Savaşları serisinin bütün filmlerinde bulunan, Anthony Daniels'ın canlandırdığı bir droiddir. Anakin Skywalker'ın yaptığı protokol droidi, 6 milyonun üzerinde lisan, lehçe, kod ve her kültürdeki nezaket kurallarını bilmektedir. Anakin Skywalker çocukken,Tatooine'de köle olduğu sırada C-3PO'yu yapar. Qui Gon Jinn sahibi Anakin Skywalker'daki gücü sezer ve yanına alır. C-3PO, Anakin Kraliçe Padme Amidala ile annesini aramak üzere dönene kadar görüşemezler. Anakin Tatooine'e gelir ve Annesini kaçıran kum adamları öldürür. Daha sonra C-3PO'da onlarla gider ve artık Cumhuriyet'in yanında yer alır. Sahibi ile birlikte her macerada yer almaya başlar. C-3PO robot arkadaşı R2-D2'ya göre daha korkak bir tiplemedir. R2-D2 ile devamlı sırf bu yüzden tartışır. Efendisi Anakin Skywalker Sith'in etkisi altına düşene kadar onun himayesinde kalmıştır. Anakin Skywalker, Darth Vader'a dönüştükten sonra hafızası silinmiş ve tekrar Cumhuriyetçi Direnişçiler'e hizmet etmeye başlamıştır. Aslında Darth Vader'ın kızı olan Prenses Leia Organa ile birlikte gittiği bir görevde Darth Vader'ın gemisinin saldırısına uğrarlar. Saldırıdan arkadaşı R2-D2 ile birlikte kaçar ve tesadüfen Darth Vader'ın oğlu Luke Skywalker onları satın alır. R2-D2 prensesten aldığı görevi yerine getirmek istemesi ile Yaşlı Obi-Wan Kenobi'yi aramaya başlar. Ve böylece yeni bir macera başlar. Obi-Wan Kenobi adında eski bir Jedi arayan C-3PO ve R2-D2'ya Luke yardım eder. Obi Wan Kenobi'ye prensesi kurtarmaya yardım kararı veren Luke'un yanında gider ve daha sonra Luke ve R2-D2 ile birlikte direniş ordusuna katılır. C-3PO korkak bir kişiliğe sahiptir. Bilinci ve zekâsı ile ileri derecede olan bir protokol droididir. 10.000'den fazla iletişim kodunu bilmektedir. Ve de en son üzerinde bulunan altın renkteki plakalar Klon Savaşları ile Cumhuriyet'in devrilmesi arasında bir tarihte takılmıştır. C-3PO pek zeki gözükmese de düşünceli ve iyi bir yardımcıdır. Almeida Belediyede 29 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Walther Gerlach Walther Gerlach (d. 1 Ağustos 1889, Biebrich - ö. 10 Ağustos 1979, Münih), Alman fizikçi. Frankfurt (1921), Tübingen (1924) ve Münih (1929) üniversitelerinde ders veren Walther Gerlach, Stern'le birlikte, gümüş iyonlarının elektromanyetik sapmalarını ölçtü. Megatonu belirledi. Celorico da Beira Belediyede 22 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Figueira de Castelo Rodrigo Belediyede 22 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Tınaz Tırpan Tınaz Tırpan (d. 28 Nisan 1939), Fenerbahçe genç takımında yetişen Tırpan, Fenerbahçe'de ve çeşitli anadolu takımlarında top koşturmuş, teknik direktör olarak Fenerbahçe ve Türkiye millî futbol takımını çalıştırmış. Daha sonra çalıştırdığı takımlar; MKE Ankaragücü, Kayserispor ve Jeju United FC'dir. 16 Mart 1988'de teknik direktör olarak çıktığı ilk millî maçı, deplasmanda alınan 1-0'lık Macaristan mağlubiyetidir. Guarda Belediyede 55 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. http://www.mun-guarda.pt/Portal/default.aspx Manteigas Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Mêda Belediyede 16 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Pinhel Belediyede 27 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Sabugal Belediyede 40 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Trancoso Belediyede 29 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Tonguç Türsan Tonguç Türsan (1927 İstanbul - 8 Nisan 1997, Darmstadt/Almanya), Türk kürekçi. Galatasaray'da kürek sporuna başladı. Genç yaşta transfer olduğu Taksim Kulübü'nde ilk başarılarını kazandı. Bu yıllarda İstanbul şampiyonlukları Galatasaray ve Taksim arasında el değiştirmekteydi. Teşkilatın taraflı tutumundan usanan Taksim Kulübü sporcuları çareyi kendilerini Fenerbahçe'ye iltihak etmekte buldular. Fenerbahçe Spor Kulübü'nün 1950 yılındaki kararla birleşme gerçekleşti ve Türsan'ın da dahil olduğu Taksim Kulübü Fenerbahçe Kürek Şubesi'nin omurgasını oluşturdu. Galatasaray'ı geçerek 1951 İstanbul ve Türkiye şampiyonu olan Fenerbahçe'nin bu başarısında Türsan'ın rolü büyük oldu. 16-17 Mayıs 1952 tarihinde Frankfurt'ta 8 Avrupa ülkesinin katılımıyla gerçekleştirilen geleneksel Uluslararası Frankfurt Yarışları'nda tek çiftede birinci oldu, iki çiftede yine Fenerbahçeli kürekçi Adem Çavdar ile birlikte bir kez daha birincilik kazandı. Bu, bir Türk kürekçisinin o döneme dek ulaştığı en büyük uluslararası başarıydı. 1953 yılında Darmstadt Teknik Üniversite'de yükseköğrenim için Batı Almanya'da bulunurken Rüsselsheim Kürek Kulübü'ne girdi. Kendi olanaklarıyla yaptırdığı "Fenerbahçe" isimli futasıyla yarışmalara katıldı ve tek çiftede Almanya'da pek çok şampiyonluklar kazandı. 1953 yılında Mainz, Heidelberg, Mannheim, Giessen, Essen, Offenbach ve Hannover'de girdiği yarışlarda tek çiftede toplam 11 birinciliğe ulaştı . 1954 yılında Almanya Üniversitelerarası şampiyonu olan Türsan en prestijli ödül olan Golden Skiff'i kazandı. 1955 yılında İspanya'nın Barselona kentinde düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda ulusal takımın formasını giyen Tonguç Türsantek çiftede Akdeniz ikinciliğini alarak Türkiye'nin kürek sporu tarihinde ilk resmi uluslararası başarıyı elde etti . Kendisine verilen kötü durumdaki tekne nedeniyle önce yarışa girmekten imtina eden Türsan İspanyolların verdiği tekneyle sadece 20 dakika çalışarak yarışa girebildi. İlk 700 metreyi önde götüren Türsan, Dünya dördüncüsü Fransız Bultele'ye geçildiyse de 7.46.5'lik derecesiyle Mısırlı ve İspanyol rakiplerinin önünde yarışı ikinci sırada tamamladı. Bu büyük başarısından dolayı Fenerbahçe Kulübü de bir telgrafla sporcusunu tebrik etti. Ulusal takımın ilk kaptanı olma şerefini de taşıyan Türsan 1958 yılında kürek sporunu bıraktı. 8 Nisan 1997'de hayata gözlerini yumdu. AP AP şu anlamlara gelebilir: Wi-Fi Wi-Fi (İngilizce: "Wireless Fidelity", Türkçe: "Kablosuz Bağlantı Alanı") kişisel bilgisayar, video oyunu konsolları, dijital ses oynatıcıları ve akıllı telefonlar gibi cihazların kablosuz olarak birbirlerine bağlanmasını sağlayan teknolojidir. Wi-Fi ürünlerin kablosuz bağlantı sağlayabildiğini gösteren bir uyumluluk göstergesidir ve IEEE 802.11a, IEEE 802.11b, IEEE 802.11g, IEEE 802.11n ve IEEE 802.11ac standartlarına göre belirlenir. Wi-Fi dizüstü bilgisayarlar, PDAlar ve diğer taşınabilir cihazların yakınlarındaki kablosuz erişim noktaları aracılığıyla yerel alan ağına bağlanabilmesini sağlar. Bağlantı, kablosuz erişim noktaları ve cihazın ortak desteklediği, IEEE 802.11 protokolüne bağlı olarak 2.4 GHz veya 5 GHz radyo frekansında gerçekleştirilir. Veri, CSMA/CA (Carrier sense multiple access with collision avoidance) protokolüne uygun gönderilip alınır ve böylece paketlerin iletimi sırasında hata oluşması sorunu çözülür. Wi-Fi; kişisel bilgisayar, akıllı telefon, oyun konsolu ve dijital işitsel cihazların kablosuz ağ sahası içerisinde internete bağlanmasını sağlayan bir teknolojidir. Wi-Fi'ın erişim noktaları, bir oda gibi küçük alanlardan, birkaç milkarelik geniş alanlara kadar etki edebilir, buralarda internet erişimini sağlayabilirler. Ev ve ofislerdeki özel kullanımının yanında kamuya ait alanlarda da ücretsiz olarak veya diğer ticari şekillerde kullanılmaktadır. Havaalanları, otel ve restoran gibi yerlerde genel olarak bu hizmet ücretsiz olarak sağlanmaktadır. 2008'den bu yana 300 metropolitte Wi-Fi (Muni-Fi) projesi başlamıştır. En son, yeni bir güvenlik standardı, Wi-Fi Protected Setup, kolaylıkla Internet'e bağlanmak için sınırlı grafiksel kullanıcı arayüzüne sahip cihazlar gömülü sağlar. Wi-Fi Protected Setup 2 tip yapılandırmaya sahiptir: Düğme aracılığı ile yapılandırma ve PIN ile yapılandırma. Bu gömülü cihazlar da Şeylerin Internet denir ve düşük-güç, pille çalı
şan gömülü sistemler vardır. GainSpan gibi gömülü Wi-Fi, Wi-Fi üreticilerin tasarım yongaları ve modülleri bir dizi. Wi-Fi ağlarının menzili kullanılan ortama göre oldukça değişik mesafelere ulaşmaktadır. Bu sinyal kalitesinin çevredeki yapılara bağlı olarak düşmesiyle alakalı bir durumdur. Sinyal seviyesindeki düşüş ile hız kaybı da oluşmaktadır. Teorik olarak 300 mbit olarak ifade edilen hız çevresel faktörlere göre 0 mbit'e kadar düşmekte bu durum da bağlantıda kopmalara neden olmaktadır. Teorik olarak 1.5 km ifade edilen hız kapalı alanlarda ve mevcut engellere bağlı olarak 300 metreye kadar düşmektedir. Wi-Fi ismi bilinenin aksine "Wireless Fidelity"'den türetilmemiştir, Wi-Fi ismi,ilk defa Ağustos 1999'da reklam amaçlı kullanıldı.Interbrand Corporation denilen bir marka danışmanlık şirketi tarafından bulunduğu söylenildi. Belanger ayrıca Interbrand'ın Hi-Fi'dan ilham alarak bir kelime oyunuyla Wi-Fi'ı icat ettiğini ve yin-yang tarzı bir Wi-Fi logosu hazırlandığını da belirtti. Wi-Fi şirketi önceleri Wi-Fi için "Kablosuz Bağlantı için Standart" sloganını kullandı,fakat daha sonra ifadeyi piyasadan kaldırdı. Kanal genişliği tüm standartlarda 10 ile 30 MHz arasındadır. Veri hizinda dikkat edilecek unsur, Upload ve Download için paylastiriliyor. Sadece Download için bu max. hizi beklememek gerekir. Ayrica alici ile verici cihaz arasındaki mesafe ve cihazlarin arasinda bir engel olup olmamasi, hizi o oranda olumsuz yönde etkiliyor. Kablosuz iletişimde radyo sinyalleri kullanıldığı için, kullanıcı ile kablosuz erişim noktası arasındaki iletişim dinlenebilir. Bunu engellemek için WEP, WPA ve WPA2 gibi şifreleme yöntemleri kullanılsa da, bu şifreleme yöntemleri halen yeterince güvenli görülmemektedir. Yeterli sayıda şifrelenmiş paket toplandıktan sonra birçok şifreli kablosuz iletişim çözülebilir. Bu yüzden, çeşitli şirketlerde, okullarda vb yerlerde kablosuz bağlantı yapan kullanıcıların ağa erişmeleri için VPN ve benzeri, üst katmanlarda çalışan şifreli iletişim yöntemleri kullanılmaktadır. Protokolü 802.1x dir. 1735-1739 Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı 1735-1739 Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne ait Azak ve Kılburun kalelerini işgal etmesiyle çıkan ve Rusya ile müttefiklik anlaşması yapan Avusturya ordularının da üç koldan Bosna, Balkanlar ve Eflak üzerinden hücum etmesiyle başlayan bir savaştır. Rus Çarlığının başında bulunan Çariçe Anna İvanovna (d. 1693- ö. 1740) (saltanatı 1730-1740) amcası ve kendinden iki Çar önce Rus Çarı olan Büyük Petro (d. 1672 - ö. 1725) stratejisi olan Rusya'nın Karadeniz sahillerini eline geçirerek sıcak sulara çıkma stratejisini uygulamakta devam etmekteydi. Fakat 18. yüzyılın başında Karadeniz Osmanlılara doğrudan doğruya bağlı eyaletler ve Eflak, Boğdan ve Kırım Hanlığı yarı-özerk devletleri ile sarılmış bir Osmanlı gölü halindeydi ve bu deniz çok önemli bir ticaret yoluydu. Büyük Petro son yıllarında Safevilerin son bağımsız Şahı II. Tahmasp'ın başa geçmesinden sonra İran'da çıkan karışıklıklardan faydalanıp Kafkaslara ve güneye inmek üzere Hazar Denizi kıyısındaki Bakü ve Derbent'i eline geçirmişti. 24 Haziran 1724'de Rusya ile Osmanlılar arasında bir antlaşma yapılmış; Rusların Hazar Denizi kıyılarında bölgeleri kazanmasının Osmanlılarca kabulüne karşılık Rusya da Osmanlıların Gürcistan, Azerbaycan ve Şirvan bölgeleri üzerindeki hakimiyeti kabul edilmişti. Fakat Afganlar İran'a hücuma geçmişler; 1725'de İranlılara destek sağlamak için çağrılan Osmanlı orduları İran'la savaşa başlamış ve İran ve Irak içlerine girmişlerdi. İran'da işler daha da karışmış, Afşar Hanedanı kurucusu Nadir Şah Afganları ülkeden atmayı başarmış ve Osmanlılar da ellerinde bulunan İran bölgelerinin bazılarını geri vermeyi kabul etmişlerdi. Tam bu sırada Eylül 1730'da İstanbul'da Patrona Halil İsyanı çıktı; asiler şehri ellerine geçirdiler ve III. Ahmet tahttan indirildi ve I. Mahmut tahta geçirildi. Patrona taraftarları ancak Kasım 1730'da yok edildi. I. Mahmut'un saltanatının başlarında Osmanlı hükümeti İran'la uğraşmaya devam etti. İran Savaşı'nın Ocak 1732'de imzalanan anlaşma ile sona ermesi beklenirken Nadir Şah Ruslar yardımı ile Kafkaslarda Osmanlılara hücum edip galip geldi ve Gürcistan ve Ermenistan'ı geri alıp güneyde Irak'ta Osmanlı arazilerine girdi. Fakat Nadir Şah'ın dikkati doğuya Hindistan'a çekilince Osmanlılar ve İran 1736'da eski Kasr-ı Şirin sınırlarına dönmeyi sağlayan bir anlaşma yaptılar. Avusturya'da Habsburg İmparatoru VI. Karl başka menfaaatler peşindeydi. 1714-1718 yılları arasında Osmanlılarla yapılan savaştan Avusturya komutanı Savoy Prensi Eugen'in savaş alanında galibiyeti ile Pasarofça Antlaşması ile Banat ve Belgrad'ı Osmanlılardan almıştı. Osmanlıların bu bölgeleri geri almasını ve Balkanlar'da güç kazanmasını istememekteydi. İkinci olarak 1735-1738 arasında Lehistan Veraset Savaşı'nda özellikle İtalya'da büyük bölgeler kaybetmişti ve bunlar yerine Balkanlarda Osmanlı bölgelerine özellikle Bosna-Hersek'e gözünü dikmişti. 1727-1729 arasındaki İngiliz-İspanya Savaşı sırasında Avusturya ile Rusya 1726'da bir gizli anlaşma yapmışlar ve Avusturya veya Rusya'nın girdiği bir savaşa diğer ülkenin asgari 30.000 kişilik bir ordu ile yardım etmesi için anlaşmışlardı. Lehistan Veraset Savaşı'nda bu gizli anlaşmaya göre Ruslar Ren kıyılarında savaşmak için ordularını Avusturya'ya vermişlerdi. Şimdi Avusturya'nin Rusya'ya karşı yardım sırası gelmişti. 1736'da Osmanlı-İran Savaşı bir barış imzalanması ile sona erdikten sonra Rusya bir savaş çıkartmak için bir bahane-sebep aramaya koyuldu. İstanbul'da bulunan Rus elçisinin raporlarına ve fikirlerine dayanarak Rusya'yı idare eden devlet büyükleri Osmanlı Devleti'nin Patrona isyanı ile içten ve İran'a karşı sürdürülen uzun dış savaştan sonra Rusya gibi güçlü bir yabancı devletin hücumuna karşı koyamayacağına inanmaya başladılar. Ayrıca Rusya tek başına Osmanlılara hücum etmeyecekti, çünkü bir gizli anlaşmayla Avusturya'nin askeri yardımı ve desteğini sağlamıştı. Avusturyalılarla yapılan gizli görüşmelerle Osmanlı devletinin yenilip Balkanlardan geriye atıldığında hangi ülkenin nereleri eline geçireceği üzerine anlaşmaya varıldı. İlk aşamada Rusya'nın Kırım ve Azak Denizi etrafını alması; Avusturya'nın ise Bosna-Hersek'i alması ve Balkanlarda daha ilerleme mümkün olursa daha sonra karşılıklı müzakerelerle anlaşmaya varılması önerilmişti. Osmanlı Devleti de İran Savaşı'nın sona ermesinden dolayı batıda bu iki ülkeye karşı savaştan pek kaçınmayacağı belli idi. 1734 yazında Polonya tahtına Avusturya ve Rusya'nın destek verdiği Saksonya Dükü III. Augustus'un getirilmesi ve Fransa'nın desteklediği kral adayı Stanisław Leszczynski'nin (Loren Düklüğü verilerek) reddedilmesi sırasında Osmanlı devlet adamları Avusturya ve Rusya ile savaşa girmeyi düşünmüşlerdi. İran ile savaş bittikten sonra İran'da bulunan büyük Osmanlı ordusu kuzeye Kuban'a doğru sevk edilmişti. İstanbul'daki Fransız, İngiliz ve Hollanda elçileri Osmanlı vezirleri üzerinde girişimlerde bulunarak Osmanlıların Rusya ve Avusturya'ya karşı savaşmasını önerdiler. Bunlar arasında Fransız elçisi Villeneuve Markizi Osmanlılar üzerinde çok etkili oldu. Rusya Osmanlı Devleti'nin himayesindeki Kırım hanının 1735 yılında Güney Rusya'ya yaptığı akınları savaşı başlatmak için bir bahane olarak buldu. O yüzden Kont Burkhard Christoph von Münnich'in komutasındaki Rus orduları 20 Mayıs 1736 tarihinde Kırım yarımadasına saldırıya geçti. Mareşal Burkhard Christoph von Munnich komutasındaki 62.000 kişilik Rusya'nın Dinyeper ordusu 20 Mayıs 1736 tarihinde saldırıya geçerek Osmanlıların elindeki Kırım Yarımdası kıstağındaki "Orkapı" (şimdiki Perekop kalesine hücum ederek bu tahkimli mevkiyi eline geçirip Kırım'a girdi ve 17 Haziran 1736'da Kırım Hanlığı başkenti Bahçesaray'i eline geçirdi. Bu Rus ordusu yayılarak bütün Kırım'ı yakıp yıkıp ve ahaliyi öldürüp bir çöle döndürdü. Fakat tedarik hatları çok uzatıldığı ve bunun ortaya çıkardığı zorluklar dolayısıyla askerî iaşe, malzeme ve ek asker gücü takviyesi sağlayamadı. Hastalık ve salgın da bu ordunun büyük insan zayiatı vermesine neden oldu. 12 Kasım 1736'da Kırım hanı II. Fetih Giray aç ve perişan Rus ordusunu Kırım'dan tümüyle geri püskürtmeyi başardı. 19 Haziran 1736'da Rusya'nin Kont Petro Lassi komutasındaki Don Kazaklarından oluşan 28.000 kişilik Don Ordusu Rusya'nın Don Irmağı üzerinde bulunan Rus gemi filosuna bindirilerek Azak Kalesi önüne gelip bu kaleyi Osmanlılardan aldı ve Kılburun kalesine de hücum ederek bu kaleyi de eline geçirdi 1737'de Ruslar Dinyester üzerinden Boğdan üzerine girmeyi planlamakta idiler. Ama çok iyi takviyeli Osmanlı ordusu hücuma geçip Rus ordusunu Bender'den attı. Temmuz 1737'de 40.000 askere yükselen ordusuyla bu sefer General Lassi'nin Don Ordusu Kırım'a yürüdü. Kırım Hanlığı orduları ile yapılan birkaç çarpışmada galip gelerek Karasubazar (1944'e kadar Kasarubazar şimdi Bilohirsk) şehrini aldı. Fakat General Lassi ve ordusu da iaşe ve malzeme kıtlığı nedeniyle Kırım'dan çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada Maresal Munnich Dinyeper Ordusuyla hücuma geçip Özi (şimdiki adı Ochakiv) kalesini eline geçirdi. 1738'de Mareşal Munnich zamanını Osmanlı'lara karşı isyan etmeye teşvik için, Eflak ve Boğdan'dan gelen heyetlerle, Ruslara o bölgelerden Hristiyan desteği sağlama amacıyla, konuşmalarla geçirdi. 15 Ağustos 1738 tarihinde Osmanlı-Kırım ordusu Rusların elinden Özi ve Kılburun kalelerini geri almayı başardı. Mareşal Munnich 1739da Lehistan ile anlaşıp Polonya'ya ait arazilerden geçip Osmanlı ordusunun hiç beklemediği arka cephesine indi. Böylece 19 Ağustos 1739'da Rus ordusu Dinyester nehrini geçerek Hotin yakınlarında Osmanlı ordusuyla karşılaştı. 28 Ağustos'da Hotin'in 12 kilometre güneybatısında bir mevkide Serasker Veli Paşa ve Mareşal Munnich ordusu bir çarpışmaya girişti ve Ruslar iki misli daha fazla zayiat vermekle beraber Osmanlı ordusu yenildi. 30 Ağustos'da Hotin kalesi ve sonra da Bender kalesi Rusların eline geçti. Ruslar sonra Eylül içinde Boğdan içlerine
yürüdü ve Yaş şehrini aldı. Mareşal Munnich ordusuyla Eflak üzerine yürümeyi planlıyordu, ama 18 Eylül'de Rusya'nın müttefiki olan Avusturya'nın Osmanlılarla barış yapıp Belgrad Antlaşması yaptığı haberi geldi. Bunun üzerine Rusların Boğdan'dan istedikleri yardım gerçekleşmedi. İaşe, malzeme ve asker sıkıntısı aynı Kırım'da olduğu gibi yine Mareşal Munnich ordusunu tehdit etmeye başladı. Barış dolayısıyla tecrübeli Osmanlı ordularının Avusturya cephesinden çekilip ve Rus cephesini takviyeye kullanılacağı gayet açıktı. Bu nedenlerle Rus başkomutanı Mareşal Munnich de Osmanlı devleti ile barış yapılmasını kabul etti. Ruslar anlaşma yapılması için İstanbul Fransız elçisinin arabulucuğunu kabul etti ve müzakereler Niş'te yapılıp 3 Ekim 1739'da Rusya ve Osmanlı devletleri arasında antlaşma imzalandı. Bu imzalama gerçekte Niş'te yapılmakla beraber antlaşma ismi Belgrad Antlaşması'dır. 12 Temmuz 1737'da Avusturya da Rusya'nın yanında savaşa girdi. (80.000 profesyonel asker, 50.000 milis askeri ve 36.000 attan oluşan) Avusturya ordusu Maria Tereza'nin kocası olan Lorenli Franz I. Stefan komutasında idi. Avusturya orduları üç koldan Osmanlı topraklarında ilerlemeye başladılar. Doğuki kolordu gücündeki birlikler Mareşal Wallis komutasında Eflak'da ilerlemeye başladı. Eflak üzerinden hücuma geçen bir Osmanlı ordusu Eflak'da ilerleyen Avusturya doğu kolunu Bükreş yakında yapılan bir muharebede yendiler ve kış başlamadan bu Avusturyalıları Erdel'e geri püskürttüler ve Mareşal Wallis'in askerleri Karpat dağlarındaki dağlık geçitleri savunmaya koyuldular. Batıdaki yine kolordu gücündeki Avusturya koluna Prens Josef von Hildburghausen komuta etmekteydi. Karadağlılar yardımı ile eyalet merkezi Bosnasaray dahil Bosna eyaletini işgale başladılar. Bosna valisi Hekimoğlu Ali Paşa idi ve Avusturyalılara karşı Bosna'da Osmanlı direnişini organize etti. Avusturya'nın Macaristan'ı aldıktan sonra yaptığı mezalim ve dinsel baskıdan kaçmış olan Macar asıllı kale savunma tımarlı birlikleri Bosna kalelerini Avusturya'ya vermemek için büyük direniş gösterdiler. Bu kolordu Banja Luka'yı kuşattı. Hekimoğlu Ali Paşa'nın topladığı gönüllü Bosna birlikleri 4 Ağustos 1737'de bu şehir surları önünde yapılan Banja Luka Muharebesi'nde bu Avusturya kolunu bir bozguna uğrattı ve bu kol Sava Irmağı kuzeyine çekilmek zorunda kaldı. Esas büyük Avusturya ordusu Mareşal Friedrich Heinrich von Seckendorff (1673–1763) komutasında Morova Irmağı vadisinden yürüyerek ve Hıristiyan Sırp Osmanlı tebası tarafından iaşe ve hatta ek asker sağlanarak 1 Ağustos 1737'de Nişi eline geçirmeyi başardı. Bu ordudan büyük bir kol Khevenhiiller Ludwig Andreas (1683-1744) komutasında Vidin üzerine gönderildi. Ama Vidin'deki Osmanlı askerleri bu kuşatmaya hazırlıklı oldukları için başarılı olmadı. Bu kol da Tuna üzerinde Adakale yakınlarında 28 Eylül 1737'da yapılan bir muharebeden sonra çekilip Mareşal Wallis'in güçleri ile birleşti. Ana Avusturya ordusunun ilerlemesi Osmanlıların beklemediği bir halde olmuştu. Osmanlı orduları çok geçmeden organize olarak karşı hücuma başladı. Orta koldaki Avusturya güçleri de yaz sonlarında Osmanlı ordularının hücumu altında kaldı. 20 Ekim 1737'de Niş tekrar Osmanlılar eline geçti. Bu Avusturya ordusu batıya doğru çekilmeye başladı. Dağlık bir bölgedeki Sirbistan'daki Uzice ve Bosna'daki Drina Nehri üzerindeki Zvornik kalelerini kuşatmaya koyuldular. Ana Avusturya ordusunun Drina üzerine bu yürüyüşü ile Morova üzerindeki ilerleme sona erdi ve Avusturya ordularının kolları arasındaki bağlantılar ortadan kalktı. 1737 kışında Fransız elçisi Villeneuve Markizi vasıtasıyla yapılan ateşkes teklifleri Osmanlılarca kabul edilmedi. 1738'de Avusturya orduları başkomutanı değişti; Kont von Königsegg-Rothenfels (1673-1751) yeni başkomutan olarak atandı. Osmanlı orduları ataka geçmişti ve Avusturyalılar ise savunma savaşları yapmaları gerekti. Osmanlı orduları Humbaracı Ahmet Paşa (1675-1747) tarafından yapılan reformları benimsemiş, özellikle Sürat Topçularını çok efektif olarak kullanmaya başlamışdı. Osmanlılar yeni topçularının yardımıyla Sirbistan'da bulunan kaleleri aşama aşama ellerine geçirip Avusturyalıları geri itmeye başladılar. Tuna Nehri kıyılarında önemli savunma mevkileri olan Uzice, Semendire ve Adakale Osmanlılar eline geçti. Serdar Sadrazam Yeğen Mehmet Paşa "Adakale fatihi" adıyla halk arasında ün aldı. Mehadiye kalesi Osmanlılar eline geçip Osmanlılar Banat yaylasına sarkmaya başladılar. Avusturyalılar İstanbul'da Fransız elçisi olan Villenueve Markizi'nin aracılığı ile barış müzakereleri istediler. Bu müzakerelere İstanbul Fransız ve Avusturya elçileri ve Rusya grandükü ile İstanbul'da başlandı. Fakat müzakereler yavaş gitmekteydi. 22 Mart 1739'da Yeğen Mehmed Paşa sadrazamlıktan ve serdarlıktan azledildi. Yerine Vidin Seraskeri İvazzade Mehmed Paşa geçirildi. Yine Avusturyalılar üzerine hücumlar devam etti. Avusturya ordusunun başkomutanlığına Mareşal Kont Wallis getirilmişti. Wallis 60.000 Avusturya ordusu ile Tuna'yı Pancsova'dan geçip Belgrad'a doğru yürüdü. 21-22 Temmuz 1739'da Belgrad'in hemen doğusunda yapılan Hisarcık Muharebesi'nde Mareşal Wallis komutasındaki Avusturya ordusu büyük bir mağlubiyete uğratıldı. Wallis savaşarak Tuna kuzeyine çekilmeye başladı. Osmanlı ordusu Belgrad şehrini kuştamaya aldı. Belgrad kalesi kısa bir kuşatmadan sonra tekrar Osmanlılar eline geçti. Bu mağlubiyet bir önceki Osmanlı-Avusturya savaşında Savoy Prensi Eugen'in galibiyetleri gibi gayet iyi sonuçlar bekleyen Avusturya başkenti Viyana'da şok tesiri yaptı. Avusturya orduları başkomutanı Mareşal Wallis bir divan-i harp mahkemesinde yargılandı. Sürüncemede olan müzakerelere bu sefer daha ciddiyetle Belgrad'da başlandı ve 1 Eylül'de müzakerelerde anlaşmaya varildi. Resmen 18 Eylül 1739'da Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında Belgrad Antlaşması imzalanıp savaşa son verildi. Avusturya, Osmanlı Ordusuna yenik düştüğü için barış istemişti. 18 Eylül 1739 tarihinde Osmanlılarla Avusturya arasında Belgrad Antlaşması imzalandı. Avusturya 1718'de Pasarofça Antlaşması ile eline geçirmiş olduğu Sırbistan, Belgrad, Eflak'ın bazı kısımlarını ve Bosna'da bir sınır bölgesini, Banat bölgesi hariç, geri verdi. Rusya da tek başına kaldığı ve İsveç'ten bir saldırı da beklediği için barışa razı oldu ve 3 Ekim 1729'da Rusya ve Osmanlı Devleti arasında Niş'te yapılan müzakerelerden sonra Niş barış antlaşması imzalandı. Böylece mütecaviz ve Osmanlı Devleti'nden toprak koparmak azmiyle savaşa giren iki düşman ülke karşısında Osmanlı Devleti, Avusturyalılara karşı büyük galibiyetler kazanarak Belgrad ve Tuna Kalelerini ellerine geçirip yine doğal Tuna boyu sınırına erişmiş; Ruslara karşı önce Kırım'ın talan edilmesi ve bir sıra kalelerinin Ruslar eline geçmesi ile gayet zararlı sonuçlar almakla beraber sonunda Rusların Karadeniz'de kendilerine bir yer elde etme amaçlarına ulaşmasını önlemiştir. Funk Funk, groove kavramının üzerine kurulu bir müzik türüdür. Tek başına bir müzik türü değildir, belirli türlere ayrılmıştır. Özellikle 70'lerin sonunun funk müzikalitesi disco/pop/boogie izlenimi verir. İlk olarak Afrika kökenli Amerikan müzikçiler tarafından yapılmıştır. Darende Darende, Türkiye'nin Malatya ilinin ilçesi. Batısı ve kuzeyinde Sivas, doğusunda Hekimhan, güneyinde Akçadağ, Elbistan, kuzeybatısında Gürün, kuzeyinde Kuluncak ve Kangal ilçeleri bulunmaktadır. Yüzölçümü 1.540 kmdir. Darende, geçmişte Timelkia, Tiranda, Tiryandafil, Derindere ve Derende isimleriyle anılmıştır. Darende 7000 yıllık tarihi bir geçmişe sahiptir. Hititlerin yerleştiği bölgeye sonraları Asurlular hâkim olmuş ve Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret merkezlerini ellerinde tutabilmek için Tohma Suyu boyunda koloniler kurmuştur. Sonraki yıllarda Persler tarafından işgal edilmiş, bölgedeki Zengibar Kalesi'ni askeri üs haline getirmişlerdir. Darende'nin ilk yerleşim yeri bu kalenin içerisinde olmuştur. Sırasıyla Makedonlar, Romalılar ve Bizanslar yöreye egemen olmuştur. 8. yüzyıldan sonra Araplar tarafından ele geçirilen bölgedeki Zengibar Kalesi'ndeki yerleşim, kültür ve ticaret merkezi haline getirmişlerdir. 1071'deki Malazgirt Savaşı'ndan sonra bölgeye Selçuklular egemen olmuş ve yerleşim Zengibar Kalesi'nin dışarısına yayılmıştır. I. Bayezid 1399'da Malatya ve yöresini ele geçirmişse de 1402'deki Ankara Savaşı'ndan sonra Timur bu topraklara hâkim olmuştur. Sonraki yıllarda yöre, Osmanlılar ile Memlükler arasında çekişmeye neden olmuş, Yavuz Sultan Selim 1515'te Malatya ve yöresini kesin olarak Osmanlı topraklarına katmıştır. 17. yüzyılda Darende'ye gelen Evliya Çelebi, "Seyahatname"'sinde; o günün Darende'si hakkında "Kalesi harap olduğundan Dizdarı ve neferleri yoktur. Şehir nehir kenarında kerpiç ve tasla yapılmış 1000 kadar haneli, bağlı ve bahçeli, 7 mihrap camili, hanı, hamamı, çarsısı, pazarı olan şirin bir kasabadır" diye söz etmektedir. Koca Ragıp Paşa'nın "Olamazsın Beş Beldenin birinden." diye söz ettiği "Belde-i Hamse-i Mutahhara" diye ifade edilen beş beldenin birisi de Darende'dir. 18. yüzyılda Sivas'a bağlı bir ilçe yapılmıştır. Kaynaklarda "Sivas Vilayeti Merkez Sancağı'nda, Tohma Çayı kıyısında kaza merkezi bir kasaba" olarak tanımlanmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra TBMM'nin 18.12.1933 tarih ve 2581 sayılı kararıyla 1 Haziran 1934'te Malatya’ya bağlı ilçe konumuna getirilmiştir. 1921 yılında Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı İÇÖZ, Darende'nin il olması için TBMM'ye teklifte bulunmuş, meclis genel kurulu büyük bir tepki göstererek öneriyi reddetmiştir. İlçe topraklarını, Güneydoğu Toroslar'ın kuzeye doğru yönelmiş dağ sıraları ve bunların arasında bulunan çöküntü alanı engebelendirmektedir. Bu alanın güneyinde Nurhak Dağları'nın uzantıları bulunmaktadır. Ayrıca kuzeydoğuya doğru uzanan ve Tohma Suyu Vadisi ile kesilen bu dağlık alanda ayrı ayrı dağlar bulunmaktadır. Günpınar Şelalesi ilçe sınırlarında, Tohma Çayı üzerinde bulunur. Güneydoğu Toroslar'ın bir kolu olan Hezanlı Dağı (2.283 m.) ilçenin batısını engebelendirir. Dar
ende'nin doğu sınırı boyunca uzanan Akçababa Dağları ise Nurhak Dağları'nın kuzeydoğu uzantılarıdır. Ancak bunlar çok yüksek dağlar değildir. Akçababa Çalı Tepe (2.164 m.) ve kuzeydeki Leylek Dağı (2.052 m.) bu bölümdeki en yüksek dağlardır. İlçede aşınma sonucu ortaya çıkmış platolar oldukça geniş bir yer tutmaktadır. İlçenin deniz seviyesinden yüksekliği 1.006 metredir. İlçe topraklarını Tohma Suyu ile onun kollarından Balıklıtohma Çayı sulamaktadır. Bu iki akarsuyun birleştiği yerde ilçenin en önemli ovası olan Mığdı Düzü Ovası bulunur. Yaklaşık 5000 hektarlık bir alana yayılan Mığdı Düzü'nün orta kesimleri düz olup, kenarlara doğru yükselir ve engebeli bir görünüm alır. Akarsuların taşıdığı alüvyonlardan ötürü bu ova tarım yönünden oldukça verimlidir. İlçede sulanabilir arazi olarak Tohma Çayı boyundaki araziler sayılabilir. Yeniköy, Balaban, Ağılyazı ve Başdirek ovaları ilçenin tarım yapılabilen diğer ovalarıdır. İlçede karasal iklim hüküm sürmektedir. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçer. İlçenin ekonomisi büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; arpa, buğday, şeker pancarı, nohut ve patatestir. Sulak kesimlerde de sebzecilik yapılmaktadır. İlçede meyve bahçeleri de yaygın olup; dut, kayısı ve üzüm yetiştirilen meyvelerin başında gelmektedir. Hayvancılıkta sığır, koyun ve kıl keçisi besiciliği yapılmaktadır. İlçenin en büyük gelir kaynağı kayısı olup, 1,5 milyon civarında kayısı ağacı vardır. Malatya'nın toplam kayısı üretiminin 4'te birini karşılayan Darende, Türkiye dışındaki ülkelere de kayısı ihracatı yapmaktadır. İlçe topraklarında krom ve demir yatakları vardır. Senet (Antik Mısır oyunu) Senet, Antik Mısır döneminde oynanan ve geçmişi M.Ö. 5000 yıllarına dayanan, bilinen en eski masa oyunudur. Senet, dünya tarihinin bilinen en eski masa oyunudur. Kökeni, M.Ö 5000 yıllarına dayanmaktadır. Oyun tahtasındaki bazı özel karelerde yer alan hiyeroglifler, çeşitli inanışlarla ilişkili olarak oyuna yön verir. Bu hiyerogliflerin değişen inanışlara bağlı olarak değişiklik gösterdiği tespit edilmiştir. M.Ö 3500-3100 yılları arasında Abidos ve Sakkara bölgelerinde çeşitli oyun tahtaları bulunmuştur. Senet, ilk popülerliğini Kral Djoser döneminde, M.Ö. 2686'dan sonra kazanmıştır. M.Ö. 1570-1293, 18. Hanedanlık döneminde oyun üzerinde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Önceden bir oyuncunun yedi figürü varken bu beşe düşürülmüştür. Yine bu dönemden itibaren oyun günümüzdekine çok benzeyen kendinden çekmeceli modele dönüştürülmüştür. Aynı zamanda oyun tahtasının bir yüzü Senet için, diğer yüzü Tjaw adı verilen (Türkçe Hırsız anlamına gelmektedir), yirmi kareye sahip diğer bir oyun için kullanılmaya başlanmıştır. Oyunun III. Amenhotep, Kraliçe Nefertiti ve Kral Tuthankamon dönemlerinden kalan çeşitli örnekler mevcuttur. Senet, iki oyuncuyla oynanır. Oyuncular "makara" veya "koni" olmak üzere beşer adet figüre sahiptir. İlerleme, oyun zarının öncülü olan "sayma çubukları"yla yapılır. Genellikle makaralar siyah, koniler beyaz renktedir. Toplam dört adet bulunan sayma çubuklarının bir yüzü siyah, diğer yüzü beyaz renktedir. Oyun tahtası, makara ve konilerin oynatıldığı otuz kareye bölünmüştür ve bu karelerden bazıları oyun ilerleyişini etkileyen "özel kareler" olarak belirlenmiştir. Dikdörtgen şeklindeki oyun tahtasının içinde, oyun taşların içine konulduğu, dikdörtgen bir çekmece mevcuttur. Senetin iki kişiyle oynandığı tek geçerli ortak bilgidir. Oyunun, çeşitli dönemlerde farklı hiyerogliflerle işaretlenmiş özel karelere sahip farklı antik örnekleri mevcuttur. Boston Güzel Sanatlar Müzesi'nde görevli Timothy Kendall'ın "Ölüler Dünyasının İçinden Geçiş: Senet'in Anlamı ve Oynanması" adlı eserinde tarif ettiği şekliyle Senet, kabul edilen son modern versiyonuna ulaşmıştır. Anlatım açısından numaralandırılmış oyun tahtası, numara sırası itibarı ile oyunun ilerleme yönünü de belirler. Tarafların sahip oldukları beşer figür sırayla ilk on kareye yerleştirilir. Sayma çubuklarından gelen sonuca göre figürler hareket ettirilir. Sayma çubuklarının puanlaması: Oyun üç etapta tamamlanır. Oyuna kimin başlayacağı, sayma çubukları ile belirlenir. 1’i yakalayan ilk oyuncu, oyuna başlar. Oyuna başlayan oyuncu sayma çubuklarını yeniden atar ve aşağıdaki kurallara göre oyun devam eder; Taşlarını ilk bitiren oyuncu, oyunu kazanır. Oyunda belirlenmiş bazı özel kareler vardır. Bunlar değişik hiyerogliflerle ifade edilir. Geçmişten günümüze ulaşan çeşitli Senet oyun tahtalarında, değişen inanışlardan dolayı değişiklik gösteren hiyeroglifler mevcuttur. Günümüzde oynanmaya devam eden modern oyun tahtası versiyonunda aşağıdaki hiyeroglifler yer almaktadır: Roma La Sapienza Üniversitesi Roma La Sapienza Üniversitesi (İtalyanca: Sapienza – Università di Roma, eski adı: Università degli Studi di Roma La Sapienza) Avrupa'nın öğrenci sayısı olarak en büyük ve Roma'nın en eski üniversitesidir. 1303 yılında Papa Bonifacio VII'nın emri ile kurulmuştur. Roma şehrindeki 3 devlet üniversitesinden bir tanesidir. "Sapienza" kelimesi, İtalyanca'da "bilgelik" anlamına gelmektedir. La Sapienza İtalya'daki en prestijli üniversite olarak kabul görmektedir ve Güney Avrupa üniversiteleri sıralamasında birinci sıradadır. İtalya'nın yönetici sınıfının büyük bir kısmı yüzyıllar boyu La Sapienza'da okumuştur. La Sapienza ayrıca pek çok Nobel ödüllü akademisyeni, Avrupa Parlamentosu başkanlarını, pek çok ülkenin yöneticilerini, biliminsanlarını ve astronotları yetiştirmiş bir eğitim kurumudur. Pavia Üniversitesi Pavia Üniversitesi (İtalyanca: Università degli Studi di Pavia, UNIPV) Pavia, İtalya'da 1361'de kurulmuş, 9 fakülteye sahip Avrupa'nın en eski üniversitelerinden biridir. Saint Andrews Üniversitesi Saint Andrews Üniversitesi (İngilizce: University of St Andrews) İskoçya'nın en eski üniversitesidir ve İngilizce konuşulan ülkelerdeki en eski üniversiteler arasında Oxford ve Cambridge`den sonraki üçüncü üniversitedir. Üniversite 1410-1413 yılları arasında kurulmuştur. İskoçya'nın doğu sahili olan, kraliyet parlamenter ilçesi Saint Andrews, Fife'de yer almakta ve 100'ü aşkın ülkeden öğrencileriyi barındırmaktadır. Üniversitenin modern kütüphanesi ve birçok departmanı 16.000 nüfuslu ilçe merkezinde bulunmaktadır. Bu nüfusun yaklaşık 7.000'i üniversitenin öğrencilerinden oluşmaktadır. Üniversite Birlesik Krallik'daki en iyi uc üniversiteden biri durumundadir. Dunyaca taninmis olmasinin yaninda akademik olarak dunyanin en iyi elli üniversitesinden biridir. Üniversitenin değişik bolumlerinde dunyaca unlu akademisyenler egitim vermekte olup, bircok Amerikan ve Avrupa üniversitesi ile baglantilari bulunmaktadir. Turk ogrenci sayisi cok cok azdir, bunun yanı sıra ABD'li ogrencilerin Birlesik Krallik'da en cok bulundugu üniversitedir. Tarihinde unlu politikacilar, prensler ve prensesler, unlu akademisyenler, aktorler ve yazarlar yetistirmistir. Rostock Üniversitesi Rostock Üniversitesi (Almanca: "Universität Rostock"), Mecklenburg-Doğu Pomerania eyaletinin, Rostock şehrinde kurulu bir kuzey Almanya üniversitesidir. Üniversite aynı zamanda kıta Avrupa'nın kuzeyindeki en eski üniversitedir. Kubilay Türkyılmaz Kubilay Türkyılmaz (d. 4 Mart 1967, Bellinzona), Türk asıllı İsviçreli eski futbolcudur. Yozgat'tan İsviçre'ye göç etmiş işçi bir ailenin çocuğu olarak İsviçre'nin İtalyan kantonundan Bellinzona kentinde dünyaya geldi ve burada US Semine takımda futbola başladı. Ardından AC Bellinzona'ya transfer oldu. Daha sonra Servette FC ve FC Bologna kulüplerinde oynadıktan sonra Galatasaray'a transfer oldu ve futbolculuk kariyerinin en parlak günlerini Galatasaray'da geçirdi. Galatasaray-Manchester United arasındaki tarihi maçta da 2 golü bulunan Kubilay, o maçta Galatasaray'ın skor 2-0'dan 3-2'ye getirmesine katkı sağlamış; fakat maç 3-3 bitmişti. Bu skor sayesinde de Galatasaray, Manchester United'ı eleyip UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılmıştır. En son FC Luzern takımında oynarken dizindeki sakatlık nedeniyle aktif spor kariyerine nokta koydu. 62 kez İsviçre millî futbol takımı formasını giyen ve 5 kez kaptan olarak sahaya çıkan Kubilay Türkyılmaz, bu müsabakalarda attığı 34 gol ile uzun seneler İsviçre millî futbol takımının en golcü futbolcusu unvanını elinde bulundurmaktaydı. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda açılış maçı olan ve 1-1 biten İngiltere - İsviçre mücadelesinde İsviçre'nin golünü atmıştır. 7 Aralık 2000'deki 2002 FIFA Dünya Kupası elemeleri maçında Zürih'te Faroe Adaları'na karşı penaltı golleriyle hat-trick yapması o zaman için bir rekordu. Bu rekor daha sonra 2 Haziran 2004'te Arjantin'e karşı oynayan Brezilyalı Ronaldo tarafından kırıldı. Futbolu bıraktıktan sonra İsvirçe'de devlet kanalında televizyon yorumculuğa başlayan Kubilay, "Blick" gazetesinde de spor yazarlığı yapmaktadır. Bunun dışında İsviçre'de bir restoran işletmektedir. Dean Saunders Dean Saunders (d. 21 Haziran 1964, Swansea), forvet pozisyonunda oynayan Galli eski millî futbolcu, teknik direktör. Teknik direktör Graeme Souness'la baba-oğul gibi her yere birlikte giden Galatasaray'ın efsane futbolcularından. 1996'da Türkiye Kupası finalinde Fenerbahçe'ye attığı gol unutulmazlar arasındadır. Öyle ki bu golden sonra Sounness Galatasaray bayrağını Kadıköy'e dikmiş ve bu olay Total Futbol dergisi tarafından Futbol tarihinin en unutulmaz 10 hareketinden biri sayılmıştır. Fatih Terim'in gelişiyle Nottingham Forest takımına gitmiştir. R2-D2 R2-D2, Yıldız Savaşları'nda fıçı şeklinde kurgusal bir robottur. Yıldız Savaşları evrenindeki ana karakterlerden biridir. R2-D2'yi Britanyalı cüce aktör Kenny Baker canlandırmıştır. Padmé Amidala'nın gemisinde onları kurtarmıştır ve ikinci bölümde Anakin Skywalker Padme'ye C-3PO'yu vermiş, Padme'de Anakin'e R2-D2'yi vermişti. Anakin'in Jedi olduğu zamanlarda Anakin'in uzay gemisinde yardımcı droid görevini üstlenmiştir. Ancak Anakin'in Sith tarafına geçtiği ve Cumhuriyet'in yıkıldığı dönemden sonra, Asiler'de seyirci karşısı
na çıkmıştır. İmparatorluk Leia Organa'nın gemisini basarken, Prenses Leia R2-D2'ya bir mesaj yüklemiştir ve bu mesajı Obi-Wan Kenobi'ye iletmesi gerektiğini söylemiştir. Daha sonra R2-D2 Obi-Wan Kenobi'nin geçici olarak inzivaya çekildiği Tatooine gezegenine düşmüştür. Burada Jawa'lar tarafından ele geçirilen R2-D2,Luke Skywalker ve çiftçi ailesi tarafından C-3PO ile birlikte satın alınmışlardır. Daha sonra R2-D2 buradan kaçarak ve tabii ki C-3PO'yu peşine takarak Obi-Wan'ı bulmaya koyulmuştur. Bir dizi olaydan sonra R2-D2 görevini başarı ile yerine getirip mesajı Obi-Wan'a ulaştırmıştır. Daha sonra Luke Skywalker ile birçok maceraya atılmıştır. Sonraki dönemlerde R2-D2 Luke'un Asi Güçlerine katılıp pilot olması ile onun gemisinde yardımcı droid olarak yer almıştır. R2-D2 bilgeliği, sempatikilği, görünüşü ve C-3PO ile gerçekleştirdiği komik diyaloglar ve yaşadığı komik şeyler ile hayranların gönlünü kazanmış, kendine has bir hayran kitlesini ortaya çıkartmıştır. Castelo Branco Belediyede 25 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Federasyon Kupası Federasyon Kupası ile şu maddeler kastedilmiş olabilir: Çarpma Çarpma, temel aritmetik işlemlerden biridir. Sayılarda çarpma, çarpılan sayının çarpan sayı kadar adedinin toplamının alınması işlemidir. Örneğin 5 ile 4 sayılarının çarpılması demek 4 adet 5 sayısının toplanması, veya değişme özelliği uyarınca (aşağıda anlatıldığı üzere) 5 adet 4 sayısının toplanması anlamına gelir. Matematiksel olarak ifade etmek gerekirse: "5 * 4 = 5 + 5 + 5 + 5" ya da "5 * 4 = 4 + 4 + 4 + 4 + 4". Sayılarla değil, örneğin matrislerle ilgilenirken çarpma işleminin tanımı ve uygulaması farklılık gösterir. Cebirsel ifadelerde x harfi değişken olarak kullanıldığından, cebirsel ifade sorularında "x" yerine "." kullanılabilir. Bir sayının mütemadiyen kendisi ile toplanma işlemi, çarpma işlemine dönüştürülebilir. Örnekler: tamsayılar kümesi, birim elemanlı, değişmeli bir halkadır. Çarpma, bu halkanın ikinci işlemidir. Kesirli sayılar kümesi ise bir cisimdir ve çarpma bu cismin ikinci işlemidir. Tanım gereği bazı matematiksel özelliklere sahiptir. İki tam/kesirli sayının çarpımı yine bir tam/kesirli sayıdır. Üç tam/kesirli sayının çarpımında, işlemin yan yana hangi ikiliden başladığı sonucu değiştirmez, yani herhangi "x", "y", "z" tam/kesirli sayıları için: formula_2 1 (bir) sayısı, tam/kesirli sayılar kümesinde çarpma işlemine göre etkisiz elemandır. formula_3 Tam sayılar kümesinde 1 ve -1 hariç hiçbir elemanın çarpmaya göre tersi yoktur. Kesirli sayılar kümesinde çarpma işlemine göre, 0 hariç her elemanın tersi vardır. Her "x" için, formula_4 İki tam/kesirli sayının çarpımında, elemanların yerleri değiştirildiğinde sonuç değişmez. formula_5 Çarpma işleminin toplama işlemi üzerine dağılma özelliği vardır. formula_6 Yutan eleman herhangi bir matematiksel işlemde, işlemin sonucunu kendisine dönüştüren elemandır. Çarpma işleminde sıfır (0) sayısı yutan elemandır zira sıfırın herhangi bir sayıyla çarpımı sıfıra eşittir: formula_7 Yutan eleman, yalnızca tam ve kesirli sayılarda değil, herhangi bir halkada sıfırdan başka bir eleman olamaz. Bu nedenle sıfır elemanla örtüşür. Bölüm işareti Bölüm işareti (§), tipografi işaretlerinden biridir. Türkçede ayrı konuları, ayrı maddeleri, değişik yazı bölümlerini ve paragrafları ayırmak için kullanılır. Örnek: §52'de bu konu daha geniş anlatılmıştır. (Burada çengel işareti "paragraf 52" anlamında kullanılmıştır.) İngilizcede de bir metin içerisinde metinin başka bir bölümüne (bölüm veya paragraf) atıfta bulunmak için kullanılır. Çoğunlukla paragraf işaretiyle (¶) birlikte kullanılır. Çift olarak kullanıldığında (§§) birden fazla kısmı ifade için kullanılır (§§ 13-43) Polonya'da bu işaret hukuk ve adalet kavramlarıyla özdeşleşmiştir. Hukuk kitaplarının kapaklarında ve bazı polislerin üniformaları üzerinde kullanılır. Almanya ve Danimarka'da ise genelde hukuki metinlerde kullanılan bir işarettir. Tek tırnak işareti Tek tırnak işareti, bir noktalama işaretidir. Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnak içine alınması gereken sözcük veya ifadelerin belirtilmesi için kullanılır. Denden işareti Denden işareti, bir noktalama işareti. Bir yazı veya çizelgede alt alta yinelenen sözcük veya sözcük gruplarının yeniden yazılmaması için kullanılır. Metin okunurken, denden işareti yerine, metnin eksiksiz yazıldığı satırda aynı yere denk gelen sözcük veya sözcük grubu getirilir. Örnek: Ayraç Ayraç ya da parantez, bir noktalama işareti. Yay, köşeli ve süslü parantez olmak üzere başlıca 3 çeşidi vardır. Bunun haricinde yatık V şeklinde parantezlere de rastlanır. Türkçede parantez sözcüğüyle çoğunlukla yay parantez kastedilir. Cümle içinde, cümlenin yapısı ile doğrudan ilgili olmayan açıklamalar yapılması amacı ile kullanılır. Cümle içinde bir sözcük ya da cümleden sonra yapılması uygun görülen açıklamalar ayraç içine alınır. Eşanlamdaki sözcükler, eş değerdeki tarihler ve rakamlar ayraç içinde gösterilir. Tiyatro yapıtları ve senaryolarda sahnede yapılacak hareketler ve ek açıklamalar ayraç içinde kullanılır. Alıntı yapılan eser ve yazarları belirtmek amacı ile kullanılır. Alıntılarda, orijinal metinde belirtilmemiş sözcük veya bölümler eklenirken kullanılır. Bir söze alay veya küçümseme anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem işareti yay ayraç içine alınır: Bir bilginin şüphe ile karşılanan veya kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru işareti yay ayraç içine alınır: Bir konunun anlatımı sırasında maddeler sıralanırken rakam ve harflerden sonra yarım ayraç kullanılır. Örnek: Ayraç, Matematikte işlem sırasını veya büyüklükleri belirtmek için kullanılır. Matematikte fonksiyonlarda kullanılır. Ünlem, soru, nokta, virgül gibi noktalama işaretleri tırnak işaretinin içine, ayracın ise dışına (ayraçtan sonra) konulur. Ayraç ile tırnak işaretinin kullanılacağı yerlerin birbirine karıştırılması halinde anlama bakılır. Tırnak işareti içindeki sözcük ve cümleler çıkartıldığında anlam bozulurken ayraç içindeki sözcük ve cümleler çıkartıldığında anlam bozulmaz: İngilizcede yay ayraç cümle içinde, cümlenin yapısı ile doğrudan ilgili olmayan açıklamalar yapılması amacı ile kullanılır. Fransızcada çift ok ayraç (guillemet) alıntılarda tırnak işareti yerine kullanılır: Noktalı çizgi Noktalı çizgi (.–) bir noktalama işaretidir. Örnek: Ad.–Varlıkları bildiren sözlere ad denir. Örnek: Sıra sıfatı.–Sıra anlamı veren sıfatlardır: birinci, ikinci, üçüncü... Örnek: İşe başladığımda maaşım 500 .– TL idi. / Bu pencerinin eni tam 40 .– cm'dir. Köşeli ayraç Köşeli ayraç veya köşeli parantez ([ ]), bir noktalama işareti. Ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda yay ayraçtan önce (dışarıda) köşeli ayraç kullanılır: Kaynak olarak verilen kitap veya makalelerin künyelerine ilişkin bazı ayrıntıları göstermek için kullanılır: Metin aktarmalarında, çevirilerde ve alıntılarda herhangi bir nedenle bulunmayan; fakat çalışmayı, aktarmayı yapan kişinin sonradan eklediği sözler için kullanılır: Aktarılan metinlerde, yazarın yaptığı yanlışlığı düzeltmek amacıyla kullanılır: Matematikte yay parantez içindeki işlemleri tekrar parantez içine alırken kullanılır: İngilizcede köşeli parantez özellikle alıntı yapılan bir metine açıklayıcı bilgi eklemek için kullanılır. Köşeli parantez içine alınmış "sic" kelimesi (["sic"]), kendinden önce gelen ifadenin orijinal metinde de bu şekilde yazıldığını, yani alıntıyı yapan kişinin hata yapmadığını belirtmek için kullanılır. Köşeli parantez içindeki üç nokta işareti ([...]) bir metinden çıkartılmış kısımları ifade etmede kullanılır. Köşeli parantez içine alınmış yorumlar metne ilave bilgi girildiğini gösterir. Fuat Saka Fuat Saka, (d. 1952, Trabzon, Türkiye) Türk şarkıcı, aranjör ve gitarist. Şarkıcı çoklu-"enstrümantel" parçalar da yapmaktadır. Fuat Saka, 1952 yılında Trabzon'da doğdu. Annne tarafı, Kars'tan Akçaabat'a göç etmiştir ve Gürcü asıllıdır; baba tarafından ise Batum'dan Trabzon'a göç etmiş bir aileye mensuptur. Babası bir yaylı tambur ustası olan Saka'nın müziğe ilgisi çocukluk yıllarında başladı. Bu yıllarda akordiyon dersleri aldı. Trabzon yıllarında; KTÜ müzik bölümü öğrencileriyle yerel bir radyo olan "Boztepe FM"de programlar yaptı. Bu programlar onun batı müziğine ilgi duymasını sağladı. Saka Trabzon'dan ayrılıp İstanbul'da "Eğitim Endüstrisi"ne kaydoldu ve burada resim dersleri aldı. Bu yıllarda birçok beste yaptı ve Edip Akbayram ve Selda Bağcan gibi şarkıcıların konserlerinden önce küçük gösteriler yaptı. Daha sonra albüm çalışmaları yaparken siyasi sorunlardan dolayı yurt dışına çıktı, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde müzik eğitimi aldı. İlk albümünü 1982 yılında ""Yıkılır Zulmün Son Kaleleri"" adıyla çıkardı. Bir yıl sonra da ""Ayrılık Türküsü"" albümünü, ardından da ""Kerem Gibi (Nazım Hikmet Şiirleri)"" albümünü 1984 yılında çıkardı. Sanatçı, dördüncü albümü ""Sevdalı Türküler""i 1987 yılında çıkardıktan bir yıl sonra ""Nebengleis (Kenardaki Ray)"" albümünü yayınladı. Daha sonra bu albümü 1989’da çıkardığı ""Askaros"", 1991 yılında piyasaya sürdüğü ""Semahlar ve Deyişler"" ve 1993’de çıkardığı ""Şiirce"" albümü izledi. Müziğine Lazca caz yakıştırması yapılan Fuat Saka, müzik yaşamını 20 yıl kadar yurt dışında sürdürdü. İlan edilen genel afla, 12 Eylül Darbesi yükümlülerinin affedilmesiyle, Zülfü Livaneli gibi sanatçılarla birlikte Türkiye'ye çağrıldı. Ama Saka Türkiye'ye dönmeyince; Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Saka'nın ülkeye dönüşü ancak 2000'li yılların başlarında gerçekleşti. Saka, 1994 yılında çocuklar için ""Torik Balıklar Ülkesinde"" adlı albümünü çıkardı. 1996’da ise Demir Gökgöl'le ""Arhavili İsmail"" albümünü oluşturdu. Yerli ve yabancı müzisyenler için düzenlemeler yapan Saka, lazutlar serisinin ilki olan ""Lazutlar""ı 1997 yılında piyasaya sürdü, bunu bir yıl sonra ""Sen"" albümü izledi. Saka, Lazutlar serisinin ikinci albümü olan ""Lazutlar II""yi 2000 yılında, ""Perçem Perçem"" kasetin
i de bir yıl aradan sonra 2001 yılında çıkardı. İki yıl sonra ise ""Lazutlar III"" albümünü tamamladı. Saka, uluslararası birçok solo konser verdi; Almanya, Fransa, Danimarka ve Türkiye’den birçok müzisyenle çalıştı. Uluslararası alanda Türk halk müziğini tanıttığı için 2000'de "Truva Folklor Araştırmaları Kurumu" tarafından ödüllendirildi. Yunan müzisyenler Nikos Papazoglou ve Dionysis Savvopoulos ile birçok ortak çalışmada yer aldı. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Ankara Üniversitesi bünyesinde bulunan, Tandoğan kampüsünde konumlanmış fakültedir. Kuruluşuna 1960 yılında karar verilen fakülte, 1961-1962 öğretim yılında faaliyete başlamıştır. 1909'da kurulan İstanbul Eczacı Mektebi'nden sonra bu alanda eğitime başlayan ikinci eğitim kurumu, ancak fakülte statüsündeki ilk kurumdur. 2005-2006 öğretim yılı itibarıyla 4 yıldan 5 yıla çıkarılan fakültede lisans eğitimini tamamlayan her öğrenci bu fakülteden ""eczacı"" unvanıyla mezun olur. Fakülte tarafından yayınlanan Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dergisi, Farmasötik Bilimlerin tüm alanlarındaki önemli gelişmeleri içeren orijinal araştırmalar, kısa bildiriler ve derlemelerin yayınlanması için uluslararası bir ortamdır. Anadolu sığla ağacı Anadolu sığla ağacı ("Liquidambar orientalis"), Altingiaceae familyasındandır. Türkiye'de Fethiye ve Muğla civarında yetişir. Köyceğiz-Fethiye arasında "Günlük ağacı" olarak bilinir. Ağaç, 20 metreye kadar boylanabilir, görünüş olarak çınara benzer. Ege Bölgesi ile Akdeniz Bölgelerinin doğal sınırı olan Dalaman Çayı boyunca yayılışı ile bilinir. Dalaman Çayını takip ederek Denizli-Acıpayam-Alcı'ya kadar yayılışı bulunur. Kızılçamın da yayılış gösterdiği dere boylarında, bilhassa Köyceğiz civarında taban arazilerde korulukları vardır. Köyceğiz'de bulunan doğal yayılış alanlarının, portakal bahçelerine dönüşmesi ile daraldığı belirtilir. Orman Genel Müdürlüğü tarafından korunan alanlarda yeni korulukları tesis edilmektedir. Türkiye dışında sadece Rodos Adasında bulunur. Subtropikal iklim özellikleri görülen sıcak, nemli ve suyu bol yerlerde yetişir. Orman fakültelerinde ve ormancılık araştırma enstitülerinde doktora düzeyinde çalışmalara konu edilmiştir. Uzun ömürlü bir ağaçtır. Kabuk gençken çatlaksız yaşlıyken çatlaklıdır. Kabuklar gençken rengi grimsi, yaşlanınca grimsi kahverengi veya kahverengiye döner. Kabuk ve odunundaki kokuya "Buhur" adı verilir. "Buhurcular" adlı Yörük Obasına da adını vermiştir. Genç sürgünler önce yeşilimtrak, sonra kırmızımsı-kahverengi olup, incedir. Çıplak ve parlak olan sürgünler üzerindeki lentiseller küçüktür ve çıplak gözle görülebilir. Yan tomurcuklar sürgünlere çok sıralı sarmal dizilmiştir ve sürgüne az çok yatıktır. Tepe tomurcuğu yan tomurcuklardan biraz daha büyüktür. Yumurta şeklinde, elipsoid ve sivri uçlu olan tomurcuklar parlak olup pulların kenarı hafif kirpikli, kahverengi sürmeli ve çıplaktır. Pulların rengi elma yeşili-kahverengidir. Ovuşturuldukları zaman aromatik olup, üzerinde 3 adet iletim demeti izi taşır. Beş loplu ve ışınsal damarlı olan yapraklarda her bir lop genellikle ikincil olarak loplara ayrılır. Ucu küt veya sivri olan lopların sayısı ender olarak 3 veya 7'dir. Yaprakların kenarı ince ve muntazam dişlidir. Yaprak ayasının tabanında, ana damarların birleştiği yerde tüy demetleri saplanmış olup, bazı yapraklarda söz konusu tüyler yok denecek kadar azdır. Üst yüzleri tamamen çıplak ve parlak yeşildir. Yaprağın sapı ince ve oldukça uzundur. Erkek çiçekler kurul şeklinde ve tomurcukların üst ekseninde bulunanlar sık ve sapsız, alt tarafında bulunanlar ise daha seyrek olarak yerleşmiştir. Çiçekler küre şeklinde, üzerleri küçük kırmızımsı çiçeklerle bezenmiştir. Çiçek olgunlaşınca dikenli kozalağa dönüşür ve grimsi-yeşil renk alır. Dişi çiçekler ilk oluştukları zaman renkleri yeşil olup daha sonraları kırmızımsı renk alır. Üzerleri hafif tüylü olup, meyve içinde dökülmeden kalırlar ve sertleşip odunsu bir yapı kazanırlar. Meyve uzun bir sapın ucunda, aşağıya doğru sarkık olarak durur. Olgunlaştıkları zaman sertleşir, kapsüller açılır ve tohumlar dökülür. Çok küçük kanatlı olan tohumun rengi koyu kahverengidir, basık, dip tarafı yuvarlak, uç kısmı sivridir. Tohum kabuğu parlak, ince ve serttir. Sığla yağı iyi bir antiseptiktir. Eczacılıkta, parfümeride ve ayrıca buhur olarak kilise vb. yerlerde kullanılır. Kuru yongaları çeşitli ayinlerinde tütsü olarak kullanıldığından ağaca "günlük ağacı" denir. Ağacın kabuğunun yaralanmasıyla, özünden elde edilen bir çeşit balsam olan ""Sığla yağı"" özellikle parfüm sanayinde kullanılan önemli bir hammaddedir. Ağacın önemi, elde edilen bu yağdan kaynaklanmaktadır. Eskiden Türkiye'de 20 ton dolaylarında sığla yağı elde edilirken, günümüzde ormanların azalmasıyla yılda ancak 3-4 ton sığla yağı elde edilebilmektedir. Yağa, yurtiçinden ve yurtdışından yoğun talep olmakla berbaber, yeterli miktarda üretim olmadığı için bu talep karşılanamamaktadır. 2000'li yıllarla birlikte artık parfümeri sanayinde sentetik fiksatörler kullanıldığından eskiden olan talepler azalmış ve sığla yağı üretimi 1 tona kadar düşmüştür. Geçmişte Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın "aşk iksiri" ve parfüm olarak kullandığı sığla yağı, Hipokrat döneminden beri ilaç olarak da kullanılmıştır. Eski Mısırlılar sığla yağını mumyalama işlemleri sırasında da kullanmışlardır. Batmış Fenike gemilerinden çıkarılan içi sığala yağı dolu amforalar geçmişte sığla yağının Akdeniz ticaretinde önemli bir yer tuttuğunu göstermektedirler. Sığla yağı elde etmek için bahar aylarında ağacın gövdesine çizikler çizilir. Temmuz ayından itibaren gövde üzerinde biriken salgı ve kabuklar özel bıçaklar ile kazınarak toplanır. Bu salgı ve kabuklar sıcak su ile kaynatıldıktan sonra özel preslerde sıkılarak sığla yağı elde edilir. Sığla yağının bileşiminde kokusunu veren sinnamik asit, uçucu yağlar ve reçine bulunur. Yağ, antiseptik özelliğe sahiptir. Parazitlere karşı etkilir. Ciltte yumuşatıcı, rahatlatıcı, iltihap giderici ve yara iyi edici etkileri bulunmaktadır. Halk tarafından özellikle mide rahatsızlıklarında ve yaraların iyileştirilmesinde kullanılmaktadır. Aynı zamanda temizleyici ve ter kokularını giderici olarak da kullanılır. Bu yağ, parfümeride sabitleyici olarak kullanılmaktadır. Yani parfüm içerisindeki güzel kokuların uçmamasını sağlar. Bu nedenle sığla yağı parfüm sanayinde önemli bir hammaddedir. Bunun yanı sıra sığla yağıyla yapılan sabunlar cilt yumuşatıcı etkiye ve güzel kokuya sahiptir. Türkiye'de doğal olarak bulunan Anadolu sığla ağacı, özellikle Marmaris çevresi,Fethiye, Köyceğiz ve Dalaman Çayı dolaylarında endemik olarak bulunur. Denizli-Acıpayam-Alcı Orman İşletme Şefliği sınırları içinde, Dalaman Çayı boyunca yayılışı görülür. Isparta ve Burdur arasında da dar bir yayılışı bulunmaktadır. Türkiye'de iki alt türü bulunmaktadır. Bu bölgelerde eskiden ormanlar oluşturan ağaçlar, günümüzde küçük korular halinde bulunmaktadır. Matafora Matafora veya Davit gemilerde ya da sahilde can kurtarma filikalarının asıldığı,ve filikaları indirip kaldırmaya yarayan vinç sistemlerine verilen addır. Jar Jar Binks Jar Jar Binks, Yıldız Savaşları serisinde geçen George Lucas'ın yarattığı kurgusal karakterlerden biridir. Önbölümsel üçlemenin tüm filmlerinde (, , ) ve televizyon dizisi 'nda yer almıştır. Rolünün öncelikli amacı 1. Bölüm için bir komedi unsuru oluşturmaktı fakat hem eleştirmenlerden hem de izleyicilerden genellikle olumsuz yorumlar aldı. "Jar Jar Binks", filmlerde Ahmed Best tarafından seslendirilmiştir. Görüntüsü tamamıyla bilgisayar tabanlı olarak oluşturulmuş bir karakterdir. Buna karşın çekimlerde kostüm giymiş olan "Best" tarafından diğer oyuncularla beraber oynanmış ve daha sonradan animasyonla canlandırılmış karakter ile yer değiştirilmiştir. Jar Jar Binks ilk olarak karşımıza 'de sakar, sinir bozucu ve ahmak Gungan olarak çıkmıştır. Sakarlığı yüzünden kabileden Patron Rugor Nass tarafından kovulduğu sırada, az daha bir Federasyon nakliye gemisi tarafından öldürülüyordu ki son anda Jedi şövalyesi Qui-Gon Jinn sayesinde kurtulur. Qui-Gon Jinn ve onun padawan'ı Obi-Wan Kenobi, Jar Jar'ın kabilesini, gezegenden ayrılmada rehberlik etmek için Jar Jar'ın serbest bırakılması konusunda ikna eder. Sonradan Qui-Gon ve Kraliçe Padmé Amidala ile birlikte Anakin Skywalker'la tanıştığı ve arkadaş olduğu Tatooine gezegenine giderler. Jar Jar daha sonra, Gungan ordusunda generallik yaptığı ve Ticaret Federasyonu'nun yenilgiye uğratıldığı, 1. bölümde heyecanı doruğa çıkaran savaş sahnesinde ortaya çıkar. İtalya amblemi İtalya Cumhuriyeti Amblemi, 5 Mayıs 1948'den beri İtalya Cumhuriyeti'nin resmi amblemidir. Amblem, 1946'da açılan bir yarışma sonucunda seçilmiştir. Teknik olarak, bu bir armadan ziyade bir amblemdir, çünkü uluslararası standartlara göre çizilmemiştir. Amblemde, kırmızı sınırları olan beş kollu beyaz bir yıldız, onun izdüşümünde yine beş kollu bir dişli, bir yanında bir zeytin dalı, diğerinde meşe dalı, bu dalları birbirine bağlayan kırmızı bir kurdele ve kurdeleye yazılı "" (İtalyanca "İtalyan Cumhuriyeti") bulunur. Düzeltme işareti Düzeltme imi ya da düzeltme işareti (ˆ) ya da şapka işareti harflerin üzerine gelerek ses değerlerini incelten bir diyakritik işarettir. Yerine getirdiği işlev nedeniyle uzatma işareti adıyla, karıştırılan bir kavram olarak inceltme işareti olarak da adlandırılır. Üzerinde bulunduğu ünlüden önce gelen ünsüz harfi inceltir. Kural oluşturulurken kabul edilen bu durum genel geçer olarak Türkçe diline yerleşmiştir. İnceltme işareti Türkçe, Sırpça, Hırvatça, Esperanto, Fransızca, Norveççe, Rumence, Slovakça, Vietnamca, İskoçça, Portekizce, İtalyanca, Afrikaanca gibi dillerde ve Farsça ve Japonca'nın Latin harflerine aktarılmasında kullanılan diyakritik işaretlerden biridir. Alfabetik sıralamalarda kısa ünlüler önce gelir. Örneğin "alem" kelimesi "âlem" kelimesinden önce yazılır. Karet (İngilizce'de "Caret") adını alan Düzeltme işareti (^)
, bir metin gözden geçirilirken metnin herhangi bir yerinde düzeltme yapılmasını gerektiğini ortaya koyar. Genellikle bir noktalama işaretinin yokluğuna, kelime eksikliğine ya da yarım bırakılmış cümlelere işaret eder. Daha çok kitap, gazete, dergi vs. editörlerince kullanılır. Kesinlikle herhangi bir harfin üzerine eklenmez. İnceltme işaretinin bir türevi olarak görülür ve biribirleriyle bu nedenle karıştırılır. Özetle: Uzatma İmi (ˉ): Üzerine geldiği sesli harfin (inceltilmeden) uzatılmasını sağlayan kısa düz bir çizgidir. Bu harfler özellikle Letoncada kullanılır. Türkçedeki sesli harflerle örnek verilecek olursa: "Tārih, Hākan, İşāret" Ragıp Savaş Ragıp Savaş (d. 24 Ekim 1966, İzmit), Türk tiyatrocusu ve dizi oyuncusu. 1972-1977 yıllarında İsmet İnönü İlkokulu’nda okudu. 1977-1980 yıllarında Merkez Ortaokulu’na gitti. 1980-1983’de İzmit Lisesi’nde öğrenim gördü ve İzmit Lisesi’nden mezun oldu. 1983 yılında İzmit’te amatör olarak sürdürdüğü voleybol hayatını, Eczacıbaşı SK’ne transfer olarak profesyonel olarak sürdürmeye başladı. 1986 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne girdi. 1990 yılında yüksek dereceyle mezun oldu ve aynı yıl kurulan Türkiye’nin 3. Ödenekli Tiyatrosu olan Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda profesyonel sanat yaşamına başladı ve genç yaşta bu tiyatronun kurucularından biri olma şansına sahip oldu. Sanatçının ilk oyunu 1990 yılında Aziz Nesin’in yazdığı Ahmet Gülhan’ın yönettiği “Demokrasi Gemisi”dir. Aynı sezon Nâzım Hikmet’in yazıp Kenan Işık’ın yönettiği “İvan İvanoviç Var mıydı yok muydu?” adlı oyunda başrol alarak Petrof’u oynamış ve oyun Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde 5 ödüle layık görülmüştür. Ragıp Savaş, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda birçok tiyatro oyunu ve müzikalde rol almıştır. Dünyanın en önemli tiyatrolarından biri olan Gürcistan Rustaveli Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni ve dünya çapında üne ve başarıya sahip yönetmen Robert Sturua ile Sofoklers’in Antigonesi’nde Kreon rolünü oynamış ve oyun Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde birçok ödül almıştır. Sanatçı aynı zamanda 1998-2002 yılları arasında Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda Genel Sanat Yönetmeni (Müşfik Kenter) Yardımcılığı ve Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır. 2004 yılında Kocaeli Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosu’nun Genel Sanat Yönetmenliği’ne vekaleten atanmıştır, halen bu görevini sürdürmektedir. 2004 yılında sinema kariyerine “Neredesin Firuze” adlı filmle adım atmıştır. Özel televizyon kanallarında da çeşitli dizilerde rol almaktadır. Doğu felsefesi Doğu felsefesi denildiğinde genel olarak Hindistan ve Çin'de başlayan felsefe geleneği kastedilmektedir. Ancak buna Afrika felsefesi, Japon felsefesi, İslam felsefesi, İran felsefesi gibi gelenekleri de eklemek gerekir. Oryantalist düşünceyle (bkz. Oryantalizm) Batı felsefesi, kendi tarihini Antik Yunan felsefesi dönemiyle birlikte başlatmakta, rasyonel ve sistematik düşünce geleneğini kendisine ait kılarak kendisini bu eksende tanımlamaktadır. Bu anlamda doğu felsefesi, batı felsefe tarihinin dışında kalan felsefe geleneklerini adlandırmaktadır. Doğu düşüncesi bu anlamda felsefe-dışı olarak görülmektedir. Doğu felsefesi mitolojik ve mistik ya da gizemci ve simgesel yanları olan bir felsefe geleneği olarak değerlendirilir. Bu etki ve köken söz konusu olmakla birlikte, doğu felsefesinin felsefe-dışı sayılması ancak felsefenin belirli bir şekilde anlaşılması ve kategorize edilmesiyle olanaklı olmaktadır. Bu anlayış ve kategorizasyon ise Batı düşüncesinin kendini tanımlamasıyla bağlantılıdır. Oysa Doğu ve Batı felsefeleri olarak adlandırılan felsefe gelenekleri, farklılıklarıyla birlikte, karşılıklı etkileşim ve süreklilik halinde gelişim göstermiş felsefelerdir. "Doğu" bu anlamda, hem daha Batı felsefesi mevcut değilken felsefi içerimli zengin bir düşünce tarihine sahiptir, hem de örneğin Orta Çağ döneminde Batı felsefesi denilen felsefenin taşınması ve geliştirilmesi doğu sayesinde gercekleştirilmiştir. Cumhuriyetçi Güven Partisi Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP), Millî Güven Partisi (MGP) ile Cumhuriyetçi Parti'nin birleşmesinden doğan (Mart 1973) ve 12 Eylül Darbesi'ne (1980) kadar faaliyetini sürdürmüş siyasi parti. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinde 1965 başlarında Genel Sekreter Bülent Ecevit'in öncülük ettiği ve Genel Başkan İsmet İnönü'nün de desteklediği ortanın solu hareketi, parti yönetiminde anlaşmazlıklara yol açtı. Turhan Feyzioğlu'nun ve Av. Turgut Turhan Arun'un başını çektiği bir grup, 1965 genel seçimleri sonrasındaki tartışmalar sırasında, yeni parti yönetimine ve politikasına açıkça karşı çıktı. CHP Parti Meclisi'nde sekiz üyeyle temsil edildiğinden "Sekizler" olarak anılan muhalefet, parlamentoda 63 üyeden destek görüyordu. Bu mücadele, partinin 28 Nisan 1967'de toplanan IV. Olağanüstü Kurultayı'nın gündemini oluşturdu. Kurultay'da Sekizler'in azınlıkta kalması üzerine 47 milletvekili ve senatörden oluşan bir grup 30 Nisan 1967'de CHP'den ayrılarak 12 Mayıs 1967'de Güven Partisi'ni kurdu. Parti genel başkanlığına Feyzioğlu getirildi; Parti başkanı Turhan Feyzioğlu; yöneticileri A.Turgut Turhan Arun, Ferit Melen, Yılmaz Adıgüzel, Orhan Öztrak, Cüneyt Yaşar, Alper Akarca, Deniz Hızal, Emin Paksüt, Hayri Başar, Vefa Tanır, Şevket Raşit Hatipoğlu, Hilmi İncesulu, Coşkun Kırca, Kemal Demir, Ali İhsan Göğüş, Nermin Neftçi idi. Parti bildirisinde ""Yolumuz Atatürk'ün gösterdiği yoldur"" deniyordu. Partinin 19. yy liberalizmi ve sosyalizme karşı olunduğunu belirten programında; devletin, ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunacağı, sosyal adalet ve sosyal güvenliğin gerçekleştirileceği, Türkiye'nin totaliter rejimlerin ve Atatürkçülüğe aykırı akımların tehdidinden kurtarılacağı gibi ilkeler benimsenmişti. Güven Partisi, 1969 genel seçimlerinde oyların yüzde 6.58'ini aldı; 15 milletvekili çıkararak üçüncü büyük parti oldu ve TBMM'de grup oluşturdu. Daha sonra Millet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi gibi gücünü yitiren partilerden milletvekillerinin toplu katılmalarıyla daha da güçlendi, partinin adı 29 Ocak 1971'de Millî Güven Partisi olarak değiştirildi. 12 Mart döneminde (1971-73) kurulan I. ve II. Nihat Erim hükümetlerinde MGP genel başkan yardımcısı Ferit Melen millî savunma bakanı olarak görev aldı. 16 Mayıs 1972'de de başbakanlığa atanarak yeni hükümeti kurdu (22 Mayıs 1972). Bülent Ecevit'in 14 Mayıs 1972'de CHP genel başkanı seçilmesinden sonra, Kemal Satır önderliğinde 58 milletvekili ve senatörden oluşan bir grup ("Bağımsız Halkçılar"), CHP'den ayrılarak 4 Eylül 1972'de Cumhuriyetçi Parti'yi (CP) kurdu. Partinin genel başkanlığına Kemal Satır getirildi. Kısa süre sonra MGP ile CP, Cumhuriyetçi Güven Partisi adı altında birleşti (3 Mart 1973). Feyzioğlu partinin genel başkanlığına seçilirken, Kemal Satır da genel başkan yardımcısı oldu. 15 Nisan 1973'te kurulan Naim Talu hükümetine altı bakan vererek katılan CGP, 12 Mart döneminin olağanüstü koşulları altında kurulan "partiler-üstü hükümet" formülü ile meclisteki üye sayısıyla kıyaslanamayacak siyasi bir ağırlık kazandı. 14 Ekim 1973 genel seçimlerinde yüzde 5.3 oranında oy alarak 13 milletvekili çıkaran CGP, Mart 1975'te Süleyman Demirel'in başkanlığında kurulan I. Milliyetçi Cephe hükümeti içinde yer aldı. Parti başkanı Feyzioğlu başbakan yardımcılığını üstlendi (1975-1977). 1975 Senato üçte bir yenileme ve milletvekili ara seçimlerine katılmayan parti, bu seçimlerde Adalet Partisi'ni (AP) destekledi. AP de buna karşılık, TBMM'de milletvekili sayısı 9'a düşerek grup kurma hakkını yitiren partiye bir milletvekili ödünç verdi ve grup kurmasını sağladı (Kasım 1975). Bu seçimlerde iki partili, AP listesinden seçime katılarak Senato'ya girdiler. 5 Haziran 1977'de yapılan erken genel seçimlerde büyük bir oy kaybına uğradı ve aldığı yüzde 1.9 oranındaki oyla ancak üç milletvekili çıkarabildi. Aynı yıl Ağrı milletvekili Mikail Aydemir'in partiden istifa edip AP'ye katılması üzerine TBMM'deki üye sayısı ikiye düştü. CGP, Demirel'in II. Milliyetçi Cephe hükümetine katılmadı. CGP 5 Ocak 1978'de Ecevit başkanlığında kurulan koalisyon hükümetine katıldı. Turhan Feyzioğlu başbakan yardımcısı, Salih Yıldız da devlet bakanı oldu. Feyzioğlu Eylül 1978'de hükümetten çekildi. 1970'lerin sonlarına gelindiğinde toplumsal tabanını tümüyle kaybetmiş olan CGP, 10 Ekim 1979 milletvekili ara ve senato üçte bir yenileme seçimlerinde hiçbir varlık gösteremedi. 19 Kasım 1979'da kurulan Demirel başkanlığındaki azınlık hükümetini dışarıdan destekledi. CGP, 1980'de "Atatürkçülüğe Çağrı" olağanüstü kongresini topladı. 12 Eylül Darbesinden sonra öteki siyasi partilerle birlikte CGP'nin de faaliyetleri durduruldu, 16 Ekim 1981'de de, yine öteki siyasi partilerle birlikte, Millî Güvenlik Konseyi'nin kararıyla feshedildi. CGP, ortanın soluna kayan CHP'yi Atatürkçülükten uzaklaşmakla suçladı ve kendisinin sağda bir merkez partisi olduğunu açıklayarak Atatürk'ün sol yorumuna karşı sağ bir Atatürkçülük anlayışı geliştirmeye çalıştı. Partinin, "Atayolu" adlı bir aylık dergisi de vardı. Tommi Evilä Tommi Evilä (d. 6 Nisan 1980, Tampere, Finlandiya) Uzun atlama dalında yarışan Fin atlet. 1,94 metre boyunda ve 83 kilogramdır. Dünya Atletizm Şampiyonası tarihinde Finlandiya'ya uzun atlama dalında madalya getiren ilk atlet oldu. Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından birliğini disiplin, eğitim, atış lojistik ve idari hizmet yönlerinden tümü ile üstün bir seviyeye getiren ve birliğinin harekata hazırlık derecesini tespit edilen en üstün standarda ulaştırmış birlik komutanlarına, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları (Kara, Deniz, Hava ) ve Jandarma Komutanlığı'nca verilir. 6 mm kabartmalı metaldir. Şan ve şeref anlamındadır. Niki Bakoyianni Niki Bakoyianni (, d. 9 Haziran 1968) eski Yunan yüksek atlamacıdır. 1996 Yaz Olimpiyatları'nda Stefka Kostadinova'nın ardından gümüş madalya almasıyla tanınır. Bu Bakoyianni'nin o yılki ikinc
i gümüş madalyasıydı; diğerini Avrupa Salon Şampiyonası'nda kazandı. En iyi dereceleri 2,03 m (açık hava), 1,96 metredir (salon). Gayrinizami harp Gayrinizami harp; düzenli ve büyük birlikler yerine küçük ve işlevsel birliklerle düşmanı yıpratmak, moralini bozmak, kayıplar verdirmek için yapılan savaş şeklidir. Psikolojik harp, istikrar harekatı ve gayrınizami harp olarak üçe ayrılan "özel harbin" son parçasıdır. Askeri terminolojide "Düşük Yoğunluklu Çatışma" olarak da geçer. Eskiden nizami harpten faklı olarak düşünülen ve sadece gerillaların yaptığı bu çarpışma şekli artık tüm dünya ordularında nizami harpin bir parçası olarak düşünülmeye başlanmıştır. Amerika, özellikle Vietnam Savaşı yenilgisinden sonra yeni bir savaş biçimi geliştirdi. Milli ve devrimci hareketlere karşı girişilen bastırma kampanyalarında derinleştirilen yeni savaş doktrini ve bu doktrinin pratiği "Özel harp" adını aldı. ABD Savunma Bakanlığı da yapan General McNamara; Dimítrios Régas Dimítrios Régas, (d. 17 Eylül 1986) Yunan kısa mesafe koşucusu. Göteborg, İsveç'te düzenlenen 2006 Avrupa Atletizm Şampiyonası'nda 200 metre finalini sekizinci bitirdi. Spiridon Belokas Spiridon Belokas Yunan atlet. Atina'da gerçekleşen 1896 Yaz Olimpiyatları'nda yarıştı. Maraton yarışına başlayan 17 atletten biriydi. Bitiş çizgisini Spiridon Louis ve Kharilaos Vasilakos'un arkasından üçüncü bitirdi ama daha sonra yarışın hepsini ayakla değil, at arabasıyla gittiği ortaya çıktı. Belokas diskalifiye edilip üçüncülük Gyula Kellner'e verildi. Hrisopiyi Deveci Hrisopiyi Deveci (Yunan: Χρυσοπηγή Δεβετζή, d. 2 Ocak 1976, Dedeağaç), atletizmin üç adım atlama ve uzun atlama kategorilerinde yarışan eski Yunan atlettir. Üç adım atlamada gerçekleştirdiği 15,32 metrelik en iyi derecesiyle 2004 Yaz Olimpiyatları'nda gümüş madalyanın sahibi oldu. Ahmet Özdemir Ahmet Özdemir ile şu kişiler kastedilmiş olabilir: Altın madalya Altın madalya, genellikle askeri başarılar hariç diğer alanlarda en yüksek başarıyı temsil eder. İlk olarak askeri rütbenin belirlenmesi gibi basit bir amaçla askeri amaçlı kullanılmıştır. 18inci yüzyıldan bu yana altın madalyalar ödüllendirme amaçlı olarak toplum içerisinde de kullanılmaktadır. Günümüzde UNESCO ve çeşitli akademik topluluklar gibi pek çok organizasyon altın madalyaları yıllık olarak ya da sıradışı durumlarda vermektedir. Altın madalya modern Olimpiyat Oyunlarında kazananın ödülünü temsil eder (madalyalar tarihi olimpiyatlarda verilmemekteydi). 1896 da kazananların madalyaları gümüştendi. İlk üç sıra için altın-gümüş-bronz uygulaması 1904 oyunlarında kullanılmıştır ve günümüzde pek çok sportif organizasyon tarafından kopyalanmıştır. Madalyaların basılması ev sahibi şehrin sorumluluğundadır. 1928-1968 arasında dizayn sürekli aynı idi: önyüzünde ev sahibi şehir hakkında bir yazıyı içeren dizayn Fiorentina'lı sanatçı Giuseppe Cassioli tarafından dizayn edilmişti; arka yüzünde bir Olimpik şampiyonun dizaynı vardı. 1972-2000 yılları arasında, Cassioli'nin dizaynı önyüzde korunurken arka yüzde ev sahibi şehrin kendi dizaynı yer aldı. Cassioli'nin dizaynı bir Roma amfitiyatrosunu orijinal Yunan oyunlarındaki gibi göstermektedir, yeni bir önyüz dizaynı Atina 2004 oyunları için komisyon tarafından belirlenmiştir. Kış Olimpiyatları madalyaları çok daha çeşitlilik gösterir. Mehmet Akgün Mehmet Akgün (d. 6 Ağustos 1986, Bielefeld), orta saha mevkiinde forma giyen Türk futbolcudur. 31 Ağustos 2016'da Kastamonuspor 1966'ya transfer oldu. Gümüşhane'nin Kürtün ilçesine bağlı Tilkicek köyünden Almanya'nın Bielefeld kentine işçi ailesi olarak göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mehmet burada futbola yöresel bir amatör ekibi olan SUK Bielefeld altyapısında başladı. Burada altyapı karşılaşmalarında gösterdiği performans sayesinde birçok yetenek scoutlarının dikkatini çekti. Neticesinde Bielefeld'in Bundesliga ekiplerinden DSC Arminia Bielefeld altyapısına transfer oldu. Burada 2001 yılına kadar oynadıktan sonra Borussia Dortmund'a transfer oldu. 2003-04 sezonunda Dortmund'un U-19 ve 3. Lig'de mücadele eden ikinci takımında forma giymeye başladı. Dortmund'un ikinci takımında ünlü antrenör Horst Köppel ile çalışma fırsatı buldu. Sonraki sezon teknik direktör Bert van Marwijk tarafından A takım ile çalıştırıldı. 17 Temmuz 2004'te UEFA Intertoto Kupası'nda KRC Genk karşısında 90. dakikada Ewerthon'un yerine oyuna girerek ilk kez resmi bir maçta Dortmund forması giydi. Bundesliga'nın 6. ve 7. haftalarında ilk 18'e alınan futbolcu, 8. hafta VfB Stuttgart karşısında 67. dakikada David Odonkor'un yerine oyuna girerek ilk kez lig maçına çıkmış oldu. Ancak daha sonra A takımda tercih edilmeyerek sezona ikinci takımda devam etti. Sezon sonunda Borussia Dortmund II, küme düştü. Akgün, sonraki iki sezonu ikinci takımda geçirdi ve A takımda ancak bir maç kadroya girse de forma şansı bulamadı. 2005-06 sezonunda 4. Lig şampiyonu oldular. İkinci takımda Nuri Şahin ve Yasin Öztekin gibi çift pasaportlu futbolcularla beraber oynadı. 2007-08 sezonu Borussia Dortmund'la son sezonu oldu. Sezonun ilk yarısını yine ikinci takımda geçiren futbolcu, teknik direktör Thomas Doll tarafından uzun bir aradan sonra tekrar A takıma alındı. Hamburger SV karşısında ilk kez ilk 11 çıkıp, 90 dakika şans buldu ancak rakiplerine 3-0 yenildiler. Sonraki iki maçta da kadroda yer alsa da forma giyemedi. Devre arasında takımdan ayrıldı. Dortmund sonrası, VfL Wolfsburg, Galatasaray, Trabzonspor, Kasımpaşa, Antalyaspor takımlarıyla görüşmüş fakat Hollanda takımı olan Willem II'ye transfer olmuştur. Feyenoord'lu Nuri Şahin'den sonra Almanya'dan Hollanda'ya giden ikinci futbolcu oldu. Willem II'de ilk sezonunda 6 maça çıkan futbolcu, 2008-09 sezonuna ise AFC Ajax'ı 2-1 yendikleri maçta gol atarak başladı. 2009-10 sezonunda geçirdiği sakatlık nedeniyle sadece 4 maç forma giydi. Takıma son haftalarda katılan futbolcu, küme düşme play-off'una kalan takımın son maçlarına yardım etti. Final maçında 66. dakikada oyuna giren futbolcu, uzatmalara giden maçın uzatma dakikalarında 2 gol kaydederek takımı ligde tutan futbolcu oldu 2010-2011 sezonunun başında Gençlerbirliği SK'ya transfer olmuştur. Böylece Dortmund'daki hocası Thomas Doll ile tekrar bir araya geldi. Ancak geçirdiği sakatlık nüks edince kasım ayına kadar futbol oynayamadı ve Doll'un istifası nedeniyle kendisiyle çalışamadı. Sezonun ikinci yarısında takımın önemli isimlerinden olan Akgün, Türkiye Kupası'nda yarı final gördü. 2011-12 sezonunda ise 27 maçta forma giyse de zaman zaman ilk 11'de yer aldı. 1 Haziran 2012 tarihinde Beşiktaş'a transfer olduğu açıklandı. Beşiktaş forması ile ilk kez Türkiye Kupası'nda 25 Eylül 2012 tarihinde Niğde Belediyespor karşılaşmasında giydi. Beşiktaş'tan ayrıldıktan sonra Kayseri Erciyesspor'a transfer olan Akgün, burada bir yıl forma giymiştir. 2015-2016 sezonu öncesinde Karşıyaka forması giyen Akgün, Nisan 2016 tarihinde var olan sözleşme feshedilerek kulüpten ayrılmıştır. 2016-2017 sezonu öncesinde 2. Lig temsilcisi Kastamonuspor 1966 ile sözleşme imzalamıştır. 2 kez Türkiye U-17 millî takımana davet edilen Mehmet Akgün, 1 kez Türkiye U-17 millî takım formasını giymiştir. Dudaktan Kalbe Dudaktan Kalbe, Reşat Nuri Güntekin'in 1925'te yazdığı romanı. Örf tanımını yapmada ve kişilik canlandırmada başarılı, duygusal, ve sevgi dolu bir roman olarak kabul edilir. Şarkıları, filmlere, nostaljik romantizminize bolca konu olmuş aşkların unutulmaz romanlarından biridir. Çektiği aşk acısı nedeniyle tekrar aşık olmayacağını, aşkın bir daha dudaktan kalbe inmeyeceğini felsefe edinmiş bir gencin öyküsü. Hüseyin Kenan gençliğini mutsuz geçirmiş bir çocuktur. Babası olmadığı için dayısı tarafından büyütülmüş ve büyütülüşünde bir disiplin hakim olmuştur. Ancak daha sonra annesinin dükkânını satarak Avrupa'ya müzik eğitimi almaya gitmiş ve çok başarılı bir kemancı olmuştur. Lamia kimsesiz bir çocuktur. Kenan'ı daha görmeden müziğine aşık olmuştur. Kenan dayısının ısrarlarına dayanamayıp Türkiye'ye gelir ve bir şekilde Lamia'yla tanışırlar. Başlarda Lamia ya çocuk gözüyle bakan ve hatta surantındaki çillerden dolayı ona 'kınalı yapıncak' adını koyan Kenan daha sonra küçük Lamia ya aşık olur. Lamia onun aşkına inanmaz ve bu bir imkânsız aşk haline gelir. Lamia Kenan'dan hamile kalır ve başka biriyle evlilik kararı alır. Bunu duyan Kenan intihar eder. Bu roman sinema film ve TV-dizini olarak birkaç kere uyarlanmıştır. All Over the Guy All Over the Guy 2001 ABD yapımı 95 dakikalık bir filmdir. Yönetmenliğini Julie Davis'in üstlendiği filmin başrollerini Dan Bucatinsky ve Richard Ruccolo paylaşmaktadır. Türü romantik komedidir. Temelde, Eli (Bucantinsky) ve Tom'un (Ruccolo) hikâyesi anlatılmaktadır. Filmde yaşanılanların anlatımı genelde flashback şeklinde.Eli Tom'la başından geçenleri HIV kliniğinde görevli Esther (Doris Roberts) ile paylaşır;Tom ise alkolikler toplantısında tanıştığı bir arkadaşına olanları anlatmaktadır.Tom alkolik, Eli ise psikolog bir çiftin oğludur.Ailesi Eli'ı duygularını saklamaması gerektiğini vurgulayarak büyütmüştür fakat onu nevrotik biri haline getirmişlerdir. Onların harika bir çift olacağını düşünen,en iyi arkadaşları Jackie (Sasha Alexander) ve Brett (Adam Goldberg),Tom ve Eli'ın tanışmalarını sağlarlar.Her ikisi de doğru kişiyi aramaktadır fakat bulduklarının farkında değillerdir.İlk randevu, Tom'un In&Out filmine olan eleştirisi ve ikilinin bazı konularda anlaşamaması üzerine hezimetle sonuçlanır.Birkaç gün sonra Tom ve Eli bit pazarında karşılaşırlar ve o günün gecesini birlikte evde geçirirler.Tom ertesi sabah ilişkilerinin bu kadar hızlı ilerlemesinin doğru olmadığını ve dün gecenin bir hata olduğunu söyleyerek evden ayrılır. Jackie ve Brett;Tom ve Eli'ın barışıp yeni bir ilişkiye doğru yol almalarını sağlar.Eli'ın özgüvensizliği,Tom'u,onunla duygusal bir ilişki kurma aşamalarında korkutur ve ilişkinin devamlılığını tehlikeye atar.Jackie ve Brett'in nişanlanması Tom ve Eli'ı bir arada bulunmaya zorlar.Çift iç
huzursuzluklarını önemsiz tartışmaların ve anlamsız konuşmaların ardına saklar ama en sonunda tüm bunları bir kenara itip birlikte olurlar.Fakat sonraki gün Eli'ın brunch ta Tom'un anne ve babasıyla tanışmasından sonra aralarında çıkan tartışma sonucu tekrar ilişkileri büyük bir yara alır. Fallout (video oyunu) Fallout, Interplay tarafından 30 Eylül 1997 tarihinde piyasaya çıkartılmış ve oyuncular tarafından büyük bir ilgi ile karşılanmış bilgisayar oyunudur. "A Post Nuclear Role Playing Game" (Nükleer Savaş Sonrası Rol Yapma Oyunu) olarak da tanıtımı yapılmış ve bir nükleer savaş sonrasını konu almıştır. Tur bazlı strateji kategorisinde de yer alsa sadece savaş kısmı tur bazlı olup, diğer kısımlar gerçek zamanlı oynanabilmektedir. Oyuncu, bulunduğu sığınağın su üretici yongası bozulan ve yeni bir yonga aramak için yaşadığı vaulttan (sığınaktan) yer yüzüne çıkan bir karakteri canlandırmaktadır. Oyun resmi olmayan Wasteland oyununun devamı olarak da sayılmaktadır. Ancak Electronic Arts şirketinin oyunun isim haklarını elinde bulundurması nedeni ile oyun farklı bir isim altında çıkarılmıştır. Oyunun içinde Wasteland dünyasına bazı göndermeler bulunması ile beraber farklı bir Fallout evreninde geçmektedir. Fallout'da, esas olarak Steve Jackson Games'in yarattığı "Generic Universal RolePlaying System" (GURPS) sistemini kullanması öngörülmüştü. Ancak, bir iddiaya göre, oyununun fazla şiddet öğeleri içerdiğini düşünen Steve Jackson Games şirketi Fallout'da kendi sisteminin kullanılmasına izin vermedi. Oyun 22. yüzyılda geçmektedir. Oyunun ilginç yanlarından bir tanesi 1950 yıllarında baş gösteren paranoya ve (Retro-futurism) bilim kurgu öykülerinden etkilenmesidir. Öyle ki oyundaki 22. yüzyıl günümüz insanın hayal ürünü değil de 1950'de yaşayan birinin hayal gücünden çıkmışa benzemektedir. Oyun 2161 yılında geçmektedir. 23 Ekim 2077'de meydana gelen ve sadece 2 saat süren "Büyük Savaş" tan sonra dünya karanlık bir çağa girmiştir. Savaşın en önemli sebebi dünyanın kaynakların gittikçe tükenmesi ve hızla azalan kaynaklardan daha fazla pay almak isteyen ülkelerin, bunun için birbirleri ile çatışmaya başlamalarıdır. Savaştan önce meydana gelen önemli olaylar arasında, Amerika Birleşik Devletleri'nin Kanada'yı ilhak etmesi, Alaska'da Çinliler ile Amerikalıların çatışmaları ve Birleşmiş Milletler'in varlığına son verilmesi gösterilebilir. Savaşın yaklaştığını fark eden Amerika, Vault-Tec isimli bir kuruluşa kaynak sağlayarak, Vault isimli büyük yeraltı sığınakları inşa etmesini sağlamıştır. Ancak savaş başladığı zaman beklenmedik bir şekilde, ABD'nin yaptığı Vault'lar arasında bağlantı kopar. Bunun üzerine, bu sığınaklar dış dünya ile iletişimden yoksun olarak yerin altında yaşarlar. Buna karşın bazı sığınaklar planları doğrultusunda yıllar sonra açılır. Bir tanesi de deneyin bir parçası olarak asla kapanmaz. Fallout Bible'ları (Fallout İncilleri) sayesinde Amerika'da toplam 122 Vault olduğu bilinmektedir. Buna rağmen 2077'de 400 milyon insanı bulunan Amerika'daki 122 Vault toplamda sadece 400.000 insan kapasitelidir. Vault'ların hepsi kendine özel bir kod numarasına sahip olup hepsinin kendi üniforması ve farklı ekipmanları vardır. Vault Experiment (Vault Deneyleri) planına göre Vault 0 diğer tüm Vault'ların kontrolünü elinde tutar, ama en önemlisi Vault'ların kontrolünün kısmen Amerika'nın gölge hükümeti olan Enclave'in elinde olmasıdır. Amerika Hükümeti savaştan hemen önce Çinlilerin onları öldürmek için bir tür virüs keşfettiği paranoyasına kapılır. Bunun üzerine Power Armor'ları da keşfeden West-Tec, F.E.V (Forced Evolutionary Virus) adı verilen bir virüs geliştirmeye başlar. Ama virüs tam olarak bitirilmeden savaş başlar ve virüsün geliştirildiği Mariposa Üssü bombalanır. Yıllar sonra Harold, Richard Grey ve bir grup insan karavanlara zor anlar yaşatan Raider'ları etkisiz hale getirmek için yola çıkar ve izleri takip ederek Mariposa'ya ulaşırlar. Kısa süre sonra sadece Harold üsten canlı çıkar. Richard Grey yüksek dozda radyasyon ve F.E.V'e mağruz kalır ve mutasyon geçirerek oyundaki baş düşmanınız The Master haline gelir. Oyun Güney Kaliforniya bölgesindeki yeraltı sığınaklarından biri olan Vault 13'te başlamaktadır. Vault 13'de Water Chip adı (Su Çipi) verilen ve Vault'un su ihtiyacını gidermesini sağlayan parça bozulunca, yer yüzüne yedek parça bulmak için seçilen kişi gönderilir. İlk olarak 150 gün içerisinde sığınağınızın su sorunu çözmek için görevler üstleniyorsunuz. Su sorununu çözmek için tamamladığınız görevlerden sonra, insanlığı tehdit eden mutant sorunu ile uğraşmak üzere görevler yapmaya çalışıyorsunuz. Amacınız 500 gün dolmadan mutantların lideri, "Efendi" (Master) olarak da adlandırılan, Richard Grey'i öldürmek. İkinci hedefiniz ise, Richard Grey'in insanları mutantlara çevirmek üzere tasarladığı Zorunlu Evrim Virüsü'nün depolandığı tesisleri imha etmek. Seksoloji Seksoloji, diğer adıyla cinsellikbilim; insan türünün cinsellikle ilgili yönünü sistematik şekilde araştıran bilim dalıdır. Seksoloji Aydınlanma Çağı etkisi sonrasında Almanya'da ortaya çıkan bir bilim dalıdır. Sosyoloji ve antropoloji gibi bilimler ile çağdaştır. Antik dönemde seks üzerine yazılmış birçok el kitabı vardır. Hindistan'da "Kama Sutra" bunların önde gelenleridir. Mutmain Mutmain, İslam dini terimi. Tatmin olmuş, doyuma ulaşmış. İnsan'ın kalbi Rad suresinin 28 inci ayeti kerimesine göre ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur, tatmin olur , doyuma ulaşır. Rad 28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb. Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi? Akif Poroy Akif Poroy, Türk kadın doğum uzmanı doktor ve seksologdur.İstanbul'da doğdu. İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra Almanya'da Kadın Hastalıkları ve Doğum İhtisası, Sitoloji Sertifikası yaptı. Tıbbi Seksoloji konusunda özellikle kadında cinsel fonksiyon bozuklukları ve cinsel sorunlar ile ilgili araştırmalar yaptı. 1980'de Alman Sitoloji Derneği üyeliğine alındı. Tıbbi seksoloji araştırma ve yayınları sonucu 1986'da San Francisco'da yayınlanan "Who's Who in Sexology" adlı kitapta yayınlanan tek Türk oldu. Kadın Doğum Uzmanı Haydar Dümen Haydar Dümen, (d. 1931, Uşak) Türk psikiyatrist ve seksoloji uzmanı. Uşak'ın İkisaray köyünde doğmuştur. Lise'den 1948 yılında mezun olan Dümen, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Şubat 1955 yılında mezun olmuş, 1958'de nöropsikiyatri uzmanı olmuştur. 25 yıl kamuda çalıştıktan sonra emekli olmuş ve yazın çalışmalarına ağırlık vermiştir. Dümen, Türkiye'nin Güzin Abla'dan sonra en tanınmış dert dinleyen gazete köşe yazarıdır. Özellikle cinsel yaşam konusundaki problemleri değişik bir mizah anlayışı ile kaleme alarak cevapladığından geniş bir okuyucu kitlesine sahiptir. 29 Mart 2010'da Cihangir’deki bürosu silahlı bir saldırgan tarafından basılmış; ancak Dümen, tutukluk yapan silah ve korumaların müdahalesi sayesinde kurtulmuştur. Best of Haydar Dümen- 2010: Gülerek Öğrenelim Soğumayan Ölüler Nazik Adında Bir Kadın Sağlık Ve Beslenme Ölmüş Bir Hasta İle Söyleşi Ya Da Hekimler Üstüne Otuz Günde Oldu Bitti Cinsel Yaşam–1 Cinsel Yaşam–2 Cinsel Kültür Cinsel Sorunlarınız Cinsel Dünyamız Evlilik Gebelikten Korunma Soğumayan Ölüler Ölmüş Bir Hasta İle Söyleşi Ya Da Hekimler Üstüne Otuz Günde Oldu Bitti (Sexodrama) Gözlerinin Karası Merhaba Yurttaş Anahtar Kilide Uymadı(Tiyatro Oyunu) Cennet Şeytana Kaldı(Tiyatro Oyunu) Üç Ressam Sağlık Ve Yaşam Çocuğun Cinsel Eğitimi Evet Nalan Barbarosoğlu Nalan Barbarosoğlu, (d. 1961, Adapazarı), Türk öykü yazarı. İlk ve ortaöğrenimini devlet okullarında tamamladı. 1982'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sistematik Felsefe ve Mantık bölümünü bitirdi. Meslek yaşamını metin yazarı ve editör olarak sürdürmektedir. Thomas Kuhn'un paradigma kavramını tartışan kitabını tanıtan ilk yazısı Yazko Felsefe Yazıları'nda yayımlandı. "Yazko Somut"'ta yazdı. Öykü yazmaya 1980'li yıllarda başladı. İlk öyküsü Argos'ta yayınlandı. Nar ve Adam Öykü dergilerinde yayınlanan öykülerinden sonra on öykünün yer aldığı ilk kitabı çıktı ("Ne Kadar da Güzeldir Gitmek", Oğlak Yayıncılık, 1996). Adam Öykü dergisi ve Radikal gazetesinde öykü kitapları üzerine yazılar yazdı. Halen Eşik Cini öykü kültürü dergisinin genel yayın yönetmenliğini sürdürmektedir. 4 tane yayınlanmış öykü kitabı bulunmaktadır. Barbarosoğlu, ilk öykü kitabı Ne Kadar da Güzeldir Gitmek'te, herhangi bir zamanda, bir yerinden yaralanmış yaşamların kırılma noktasına eğiliyor. Küçük kırgınlıkların, sevinçlerin, yıkım ve düşlerin, yüzeyin altındaki, alt yaşantılardaki dönüşümlerini anlatıyor. Ayrıntıların, sözcüklerin ötesinde o yaşamlardan kalan tortuyu derinlemesine sezdiyor okura ve kitap boyunca bir hüzün iklimi yaratıyor. Yazar için 'gitmek, özgürlüktür'. Gidebilmek, özgürlüğe açılan kapıdır. Onun öykü kişileri -kadınları- hep bir yerlere giden, gidecek olan kişilerdir. İnci Aral kitap için şöyle demişti: "Bu ilk kitabındaki öykülerinin olgunlukları, taşıdıkları duygu yükü, yapısal sağlamlıkları ve imgelerle zenginleşmiş bir dili kullanmadaki üstün başarısı ile ustalık çizgisinde duruyor ve bize doğuştan öykücü olduğunu kanıtlıyor." Farklılıklarını sindirememiş bir kültürün insanları... Kendinden başkasını tanımak istemeyen, kaygılı, gergin, huzursuz.. Her şeyi aynılaştırmaya çalışan, kendinden olmayanı, kendine benzemeyeni anlatmaktansa dışlamayı yeğleyen bir yaşama biçiminin kuklaları.. Bireysel yüz ölçümünü genişletmek isteyen, hoşgörü ve anlayıştan uzak yaşama alışkanlıklarıyla pencerelerini sıkı sıkıya kapatanlar.. Arka odalarda, açıkta ya da kuytuda varlığını duyuran şiddet.. Savrulan, kopan yaşamlar... Ayçiçekleri'ndeki öyküler, saygısız, sevgisiz ve unutulmuş yaşamların içinden çıkıp var olmaya çalışanları anlatıyor. Beton kentlerde yaşayan yalnızlıklar, içlerindeki sesleri dinleyen insanlar, çoğu öykünün ortak öğesi olan içsel kon
uşmalar, kendilerini arayan insanlar. Yazarın ikinci kitabı Her Ses Bir Ezgi'de de İnci Aral'ın övgülerini hak ettiğini kanıtlıyor. Gecedir. Fısıltılarla konuşulur, alınyazıları kırılgan harflerle dökülür hayata. Kuytularda günün sesleri ve renkleri çoğalarak büyür. Gün ay ışığını saklar; tül gibi örter üstümüzü. Biçilmiş hayatlara gecede karşı konur; kaderler gecede değiştirilir. Başlangıçlar, sonlar gecede yeniden biçimlenir. Gecenin aynasında hayat farklı okunur: Gümüştür. Eider Nehri Eider Irmağı (Latince: "Egdor"; Danca: "Ejder") , Almanya'nın kuzeyinde, Schleswig-Holstein eyâletinde nehir. Kiel'in güneyindeki tepelerden doğar ve Westensee'yi izleyerek kuzey yönünde akar. Kiel'in kuzeybatısından batıya döner; kıvrımlar yapan 188 km'lik çığırında akarak alçak yarımadayı geçer ve Kuzey Denizi’ne dökülür. Denizle birleştiği uzun ve sığ halicin başında Tönning yer alır. Irmak Rendsburg'a kadar ulaşıma elverişlidir; aşağı çığırının kıyıları setlerle desteklenmiştir. Eider, Frank kralı Şarlman döneminden (768-814) başlayarak „Romani terminus imperii“ (Roma İmparatorluğu'nun sınırı) olarak nitelendi; İmparator II. Konrad tarafından 1027'de Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun sınırı olarak tanındı ve Schleswig ile Holstein arasındaki geleneksel sınırı oluşturdu. Eider Kanalı (1777-84), Rendsburg'dan daha uzak bölgelere ulaşım yapılmasını sağlar ve kenti, Holtenau'da Kiel Körfezi’ne bağlar. Kanaldaki altı savak ulaşımı zorlaştırır; ama Kuzey ve Baltık denizleri arasındaki tek doğrudan bağlantı olması nedeniyle çok yoğun kullanılır. 1887-95 arasında Kaiser-Wilhelm Kanalı; daha sonra ise "Kuzey Denizi-Baltık Denizi" ya da Kiel Kanalı olarak adlandırıldı. Coğrafyacı Kai Helge Wirth, 88 takımyıldızdan biri olarak tanınan Eridanus’un "(Irmak takımyıldızı)" Eider Irmağı baz alınarak çizildiği tezini ileri sürmüştür. Amerikan (sözcük) Dünya üzerindeki değişik dillerde ama özellikle Amerika kıtasında çoğunlukla konuşulan İngilizce, İspanyolca ve Portekizce dillerinde “Amerikan” sözcüğünün kullanımı konusunda çeşitli ve değişik görüşler bulunmaktadır. Türkçede Türk Dil Kurumu’na göre “Amerikan” sözünün iki anlamı bulunmaktadır: “Amerikalı” sözcüğüne baktığımızda da “Amerika Birleşik Devletleri halkından olan kimse” olarak tanımlandığını görürüz. İngilizce’de "American" sözcüğü genel olarak “Amerika Birleşik Devletleri ile ilgili olan” anlamında kullanılmaktadır. Örneğin: “Elvis Presley was an American singer” yani “Elvis Presley Amerikalı bir şarkıcıydı.” Özellikle Amerika kıtasındaki İngilizce konuşmayan ülkelerde “Amerikan” sözcüğünün anlamının doğru olarak kullanılmadığını öne süren bazı karşı çıkmalar bulunmaktadır. Sözcüğün bu kullanılışı Latince Totum pro parte olarak değerlendirilir. Yine de günlük kullanım dışında Amerika Birleşik Devletleri’nde bile “American" sözcüğü “Amerika kıtası ile ilgili” anlamında da kullanılmaktadır. Örneğin : “The ancient American civilizations of the pre-Columbian period were advanced in Mathematics and Astronomy” yani “Kolomb öncesi dönemin eski Amerikan medeniyetleri matematik ve astronomi alanlarında ileriydiler.” İspanyolca’da da "americano/americana" sözcüğü iki anlamda kullanılmaktadır: Bu farklı iki kullanım nedeniyle ve "totum pro parte" kullanımın doğal sonucu olarak şu noktalar karşıt görüşlerin çatışmasına neden olmaktadır: Bu konuda Amerika Birleşik Devletleri’nden olanların, Avrupalıların ve Amerika kıtasında İspanyolca ile Portekizce konuşulan ülkeden olanların hepsi tarihsel, coğrafî ve politik nedenlerden ötürü farklı görüşlere sahiptir. “Amerika”, Avrupalılar tarafından keşfedildikten sonra “Yeni Dünya” diye adlandırılan kıtaya yine Avrupalılar tarafından verilen, ve Amerika kıtasındaki, özellikle Avrupa kıtasından gelen ve Avrupa kültürü ile etnik yapısını taşıyan çoğunluk tarafından kabul edilmiş isimdir. Öte yandan, bu kıtanın en az “Eski Dünya”daki kıtalar kadar eski olduğunu ileri süren yerli halklar, milliyetçi bazı gruplar ve Amerika kıtasındaki solcular tarafından da kabul edilmeyen bir isimdir. Tarih boyunca birçok değişik şekilde adlandırılan kıtanın adlandırılması üzerine hâlâ farklı gruplar tarafından farklı görüşler öne sürülmektedir. 1500'lü yıllardan başlayarak "Amerikan" ("American") sözcüğü Avrupalılar tarafından Yeni Dünya'nın yerli halklarını anlatmak için kullanıldı. Bu kullanım giderek o kıtaya yeni yerleşen Avrupalıları ve onların soyundan gelenleri de anlatmak için kullanılmaya başlandı. 1776 yılında Bağımsızlık Bildirgesiyle birlikte "Amerika Birleşik Devletleri" ("The United States of America") adı altında yeni bir devlet kuruldu. Bu bildirgede yalnızca "America" ("Amerika") sözcüğü kullanılmış ve "United States" ("Birleşik Devletler") sözcüğü kullanılmamıştır. 18. yüzyılının sonlarından itibaren "American" ("Amerikan") sözcüğü hem tarihsel olan kıta ile ilgili anlamında hem de Amerika Birleşik Devletleri ile ilgili anlamında kullanılmıştır. "American" ("Amerikan") sözcüğünün Amerika Birleşik Devletleri yurttaşlarını tanımlamak için kullanılmasına özellikle Latin Amerikalılar karşı çıkmaktadır.. 1700'lü yılların sonunda İngilizce'de, ilk olarak Yeni Dünya'yı oluşturan topraklara verilen bu ad, anlam kaymasına uğrayarak Amerika Birleşik Devletleri için kullanılmaya başlanmıştır. İspanya'da Batı yarımkürede yaşamış olan ve artık İspanya'da yaşayanlara "americanos" denmektedir. Real Academia Española (İspanyol Kraliyet Akademisi) tarafından basılan ""Diccionario de la Lengua Española"" (İspanyolca Dili'nin Sözlüğü) "americano" sözcüğünün anlamlarından birisi olarak ""estadounidense"" (""Birleşik Devletli"") sözcüğünü vererek bunu "Birleşik Devletler'den gelen ya da Birleşik Devletler ile ilgili" olarak tanımlamaktadır. Günümüzde Güney Amerika'daki ülkelerden gelenler için daha çok "sudamericanos" ("Güney Amerikalı") sözcüğünün kullanılmasında ısrar edilmektedir. Yüzölçümlerine göre ülkeler listesi Yüzölçümlerine göre ülkeler listesi, dünya üzerinde egemen devletler ile bağımlı bölgelerin toplum yüzölçümlerine göre sıralandığı listedir. Bu listedeki egemen devletler ile bağımlı bölgeler, ISO 3166-1 standartları doğrultusunda eklenmiştir. Genellikle pek tanınmayan devletler de, listede bulunmasına karşın; bu devletlere sıralamada numara verilmemiştir. Listede üzerinde bireysel hak iddiaları bulunan Antarktika ve belirli bir derece egemenliği olan ancak kendi içinde egemen ülkeler veya bağımlı bölgeler bulunan Avrupa Birliği (4.324.782 km² toplam yüzölçümü) dahil değildir. Ayrıca ISO standartında yer almayan ve ISO 3166-1'de yer almayan Tanınmayan veya sınırlı şekilde tanınan devletler dahil değildir. Ancak bu bölgeler ve devletler bir parçası olarak belirtildiği ülkelere dahil edilmişlerdir. Bu liste toplam üç alan ölçümüne dayanmaktadır: Aksi belirtilmediği sürece veriler, Birleşmiş Milletler İstatistik Bölümünden alınmıştır. Kuzey Almanya Konfederasyonu Kuzey Almanya Konfederasyonu (Almanca: "Norddeutscher Bund"), Prusya'nın Avusturya karşısında kazandığı zaferin ardından, Main Nehri’nın kuzeyindeki Alman devletlerinin, Prusya önderliğinde 1867'de kurdukları birlik. Başkenti Berlin, devlet başkanı Prusya kralı, başbakanı ise Prusya şansölyesiydi. 1871’de Alman İmparatorluğu'na katılan konfederasyonun anayasası imparatorluk anayasasına örnek alındı. Kuzey Almanya Konfederasyonu’nu meydana getiren krallık ve düklükler şöyle sıralanıyordu: Sancakbeyi Sancak beyi, Osmanlı Devleti'nde yönetici. Osmanlı idaresinde bulunan idari ve askeri yapılanmada beylerbeyliklerden sonra gelen sancakları yöneten kişidir. Sancak beyi savaş zamanı emri altındaki tımarlı sipahiler ile beylerbeyinin emri altına girerdi. İmparatorluğun sınır bölgelerinde üst düzeyde yönetici. Osman ve Orhan Bey döneminde en önemli yönetim birimi sancak idi. Sancakların başında Sancak beyi bulunurdu. I. Murat döneminde Rumeli Beylerbeyliği kuruldu. Beyliğin ilk merkezi Edirne idi. Daha sonra merkez Manastır oldu. Bayezid döneminde Anadolu Beylerbeyliği kuruldu. Beyliğin ilk merkezi önce Ankara iken daha sonra Kütahya oldu. Osmanlı Devleti'nde fetihlerle toprakların genişlemesi üzerine yönetimi kolaylaştırmak amacıyla ülke eyaletlere bölünmüştür. Pamukçuk Pamukçuk ya da oral kandidiyaz, "Candida albicans" mantarının ağız mukozasında yaptığı enfeksiyondur. "Pamukçuk" adı genelde bebeklerin ağzında görülen enfeksiyon için kullanılmakla beraber yetişkinlerin ağzında veya boğazında meydana gelen kandida enfeksiyonları için de kullanılır. Ağızda beyaz, krem rengi veya sarı benekler. Benekler biraz yükseltilidir. Genelde beneklerin altında ağrı olmaz. Benekler kazındığı zaman altları biraz kanama olur. Yetişkinlerde pamukçuk ağız ve boğazda rahatsızlık verici bir yanma duygusu verir. İlerlemiş vakalarda yutkunma zorluğu gürülür, enfeksiyon yemek borusuna (özofagus) yayılır. Pamukçuk olan bebekler süt emerken enfeksiyonu annelerine geçirebilirler. Ve mantarlar sayesinde oluşurlar. Antimantar ilaçlar, örneğin nistatin, Fluconazole (Diflucan) , itraconazole veya amphotericin B ile tedavi edilebilir. HSBC HSBC Holdings plc (ya da bilinen adıyla HSBC, the Hong Kong and Shanghai Banking Corporation) 1865 yılında Hong Kong'da kurulan bankadır. Avrupa, Asya-Pasifik bölgesi, Kuzey ve Güney Amerika, Orta Doğu ve Afrika’da faaliyet gösteren HSBC Grubu, dünyanın en büyük bankacılık ve finansal hizmetler kuruluşlarından biridir. İngiltere'de kayıtlı olan HSBC Holdings PLC’nin genel merkezi Londra'dadır. HSBC'nin 1999 yılında Grup şirketleri için uluslararası tek bir marka olarak belirlenmesi, grubun altıgen ambleminin dünya çapında giderek tanınan bir sembol olmasını sağladı. HSBC 2002 yılında markasını rakiplerinden ayırmak ve özelliklerini vurgulamak üzere ‘Dünyanın yerel bankası’ sloganıyla bir kampanya başlattı. HSBC Holdings hisseleri, Londra, Hong Kong, New York, Paris ve Bermuda borsalarında işlem görmektedir. Şirketin 0,50 Amerikan Dolar’lık hisse senetleri, Londra, Hong Kong, Paris ve Bermuda borsalarında, ve her biri 5 hisse sen
edini temsil eden ADS’ler (American Depository Shares) New York borsasında işlem görmektedir. 100 kadar ülke ve bölgede yaklaşık 200.000 hissedar HSBC Holdings hisse senetlerine sahiptir. HSBC, dünyanın en gelişmiş bilgi teknolojilerini kullanmaktadır. HSBC’nin yılda 13 milyardan fazla müşteri işleminin gerçekleştiği ve her geçen gün hızla gelişen e-ticaret fonksiyonu, internet, PC bankacılığı, interaktif TV, telefon bankacılığı ve cep telefonu bankacılığını içermektedir. HSBC, bilgi teknolojleri hizmetlerini tüm dünyadaki müşterilerine ve personeline sunmak için kendi özel iletişim ağını -dünyanın en geniş ağlarından biri- kullanmaktadır. 1839 yılında Çin ile İngiltere arasındaki Afyon Savaşı’nın Çin’in mağlubiyeti ile sonuç­lanması üzerine Hong Kong, İngilizlere bırakıldı Şirketin merkezi Londra, Canary Wharf'taki HSBC Kulesi'nde bulunmaktadır. Mart 2014'te ABD Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC), HCBC'nin de aralarında bulunduğu 16 bankaya Libor faizlerinin belirlenmesinde manipülasyon yaptıkları gerekçesiyle dava açtı. Kandidiyaz Kandidiyaz, herhangi bir "Candida" türüne bağlı olarak gelişen herhangi bir mantar enfeksiyonu için kullanılan genel addır. Kandidiyaz başka adlarla da anılabilmektedir ve bunlar şöyle sıralanabilir: Kandidiyaz etkeni olan "Candida" türleri içinde en önemlisi, en sık saptanan etken olduğu için, "Candida albicans"'tır "(kandida albikans okunur)". Bağışıklık sistemi normal çalışan kişilerde, kandidiyaza genellikle yalnızca bedenin dışarıya açık ve nemli bölgelerinde rastlanır: Kandidiyaz, vajina iritasyonunun (vajinit) ikinci başlıca nedenidir. Peniste de özellikle sünnet olmamış erkeklerde görülebilir. Bağışıklık yetmezliğinde kandida enfeksiyonu ağızdan yemek borusuna (özofagus) yayılıp sistemik hale gelebilir, bunun sonucu çok daha ciddi bir durum olan fungemidir. Sistemik enfeksiyon, sindirim sistemiyle ilgili ameliyatlarda, yanık vakalarında ve damardan beslenme amacıyla takılmış kateterler yoluyla da olabilir. "Candida" kan yoluyla vucuda yayılır, kalp kapakçıklarında yerleşirse ateş, kalpte üfürüm olur, dalakta şişme olur; gözde enfeksiyon körlüğe yol açar; kan veya böbrek enfeksiyonu ateş, çok düşük tansiyon (şok) ve düşük idrar üretimine neden olur. Üç ilâ dokuz yaş arası çocuklarda ağızda kronik mantar enfeksiyonları olabilir. Ağzın etrafında beyaz benekler şeklinde görünür. Ancak bu ender bir durumdur. Maya tipi mantarlar herkeste bulunur ama vücutta doğal olarak bulunan diğer mikroorganizmalar (normal flora) bunların çoğalmasını sınırlar. Diğer mikroorganizmalarla "Candida" türleri arasındaki dengenin bozulması durumlarında, "Candida" vücutta ileri derecede çoğalır. Kadınların dörtte üçü hayatlarının bir noktasında kandidiyaza yakalanır. Her kadının vajinasında "Candida albicans" bulunur ve bu normalde bir sorun yaratmaz. Ancak normal florada bulunan "laktobasiller" ile olan dengesi bozulursa, aşırı çoğalma olur ve enfeksiyon belirtileri ortaya çıkar. Hamilelik, doğum kontrol hapı kullanımı, bazı antibiyotikler ve diyabet de bu dengeyi bozup mantar enfeksiyonuna yol açabilir. Kandida enfeksiyonu, süt emen bebeğin ağzından annesinin meme ucuna (ve ters yönde de), cinsel ilişkide bir cinsel organdan öbürüne bulaşabilir. Belirtiler arasında kaşınma, yanma, ağrı, vajina veya vulvanın iritasyonu bulunur. Ayrıca vajinadan beyaz veya gri renkli, bira veya ekmek gibi "mayamsı" kokan, süzme peynir kıvamında bir akıntı olabilir. Çoğu kadın daha sık rastlanan bakteriyel vajinozu mantar enfeksiyonu ile karıştırlar. Bakteriyle vajinozun tanısı ancak doktor tarafından konabilir. 2002 yılında "Journal of Obstetrics and Gynecology" yapılan bir araştırmaya göre kendini mantar enfeksiyonunu için tedavi etmekte olan kadınların yalnızca %33'ünde gerçekten mantar enfeksiyonu vardı. Diğerlerinde bakteriyel veya karışık enfeksiyon vardı. Potasyum hidroksit (KOH) çözeltisi kullanılır. Enfekte olmuş bölgeye bez sürterek veya hafifçe kazıyarak alınan bir örnek bir mikroskop lamı üzerine konur. Üzerine bir damla %10'luk KOH çözeltisi konur. KOH, deri hücrelerini çözer ama Candida etkilenmez. Mikroskop altında bakılınca Candida'nın hifleri ve psödosporları görünür. Yüksek sayıda varlıkları mantar enfeksiyonunun işaretidir. Tanının teyidi için steril bir bez önce enfekte olmuş deriye sonra da bir kültür ortamının yüzeyine sürülür. Ortamın birkaç gün enkübasyonundan sonra mantar ve/veya bakteri kolonileri belirir. Kolonilerin özellikleri organizmaya muhtemel bir tanı getirir. Ev tedavi yöntemleri arasında bulunan yoğurt sürmek, içinde faydalı (probiyotik) laktobasiller içerdiği için mantarın büyümesine engel olur. Keza, sindirimi kolaylaştıran bakteriler içeren acidophilus tabletleri de aynı etkiyi gösterir. Hatta, içinde antimantar bir madde olan allisin bulunduran sarımsak başları iri parçalar halinde kıyılarak da kullanılabilir. Jel kapsüllerinin içine borik asit tozu doldurup bunların birkaç gece boyunca yatmadan vajinaya sokmak da mantar enfeksiyonlarını tedavi etmek amacıyla kullanılan bir tedavi yöntemidir. Kandidiyazın ilaç kullanmadan, geleneksel yöntemlerle tedavisi hafif vakalarda fayda gösterebilirse de hasta enfeksiyonun ciddiyetini her zaman kendi değerlendiremediği için tibbî muayene gerekli olabilir. Çoğu zaman reçeteli ilaçlar enfeksiyon tedavisinin tek yoludur. Kandididiyaz eğer ağızda, vajinada veya deride ise yüzeysel (topikal) antimantar ilaçlar (örneğin klotrimazol veya nistatin) veya ağızdan flukonazol kullanılır. Antimantar ilaçlar daha sık rastlanan bakteriyel vajinozlara karşı etkin değillerdir. Vücuda yayılmış kandidiyaz, ki genelde hastaneye kaldırılmış hastalarda görülür, potansiyel olarak ölümcüldür. Amfoterisin B, flukonazol, caspofungin veya vorikonazol gerektirir. Süt veren anneler durumunda annenin meme ucunda ve/veya bebekte kandidiyazis olması durumunda hem annenin hem bebeğin beraber tedavi olmasi gerekir, aksi halde enfeksiyon birinden öbürüne geri gelebilir. Bu tür vakalarda Gentian violet boya çözeltisi Candida enfeksiyonlarının üzerine sürülerek onu öldürmeye yarar. Candida'nın çoğalma nedenini anlamak hastalığın kontrolüne yardımcı olur. Örneğin oral kandidiyaz genelde astım tedavisi için nefes (inhalasyon) yoluyla kortikosteroid alan hastalarda görülür. Bu hastaların her steroid dozundan sonra ağızlarını suyla çalkalamaları gerekir. Dudak kenarlarında meydana gelen enfeksiyon genelde akne tedavisi için izotretinoin alındığında görülür. Kandidiyaz, AIDS gibi çok daha önemli başka bir sorunun belirtisi de olabilir. Diyabetli hastalarda mantar hastalığına daha sık rastlanır çünkü şeker mantarın büyümesine yardımcı olur. Sık tekrarlanan mantar enfeksiyonlarında şekerden şüphelenilir ve ondan kaçınılması salık verilir. Bu durumda beslenme uzmanları bir dönem için şeker ve bazı nişastalı yiyeceklerden yoksun diyetler önerirler. Antibiyotik kullanımı vücuttaki doğal bakterilerin azalmasına neden olduğu için kandidiyaza yol açabilir, bu durumda probiyotik katkı tavsiye edilir. Bebeklerde pişik enfeksiyonunun tekrarlanmaması için alt bezi bölgesinin temiz, kuru ve mümkün olduğunca havaya açık olmasına çalışılmalıdır. Kadınların vulvovajinal sağlıkla ilgili önlemlere dikkat etmeleri vajinal kandidiyaza engel olabilir. Lokal tedavi için vajinal tablet veya ilaçlı vajinal duş kullanılabilir. Alman B. Lagenbeck 1839'da pamukçukta maya benzeri bir mantarın varlığını göstermiş olan ilk kişidir. 1923'te Christine Marie Berkhout, Utrecht Universitesi'ndeki doktora çalışmasında "Candida" cinsi ve "albicans" türünü tanımlamıştır. Yıllar boyunca bu cinsin ve türün tanımlanması evrim geçirmiştir: cins için "Mycotorula" ve "Torulopsis", tür için ise "Monilia albicans" ve "Oidium albicans" artık kullanılmayan isimlerdir. Şu anda kullanılan isim, Uluslararası Botanik Kongresi "(International Botanical Congress)" tarafından "korunmaya alınmış isim" (Lat., "nomen conservandum") tanımı altındadır. Sınıflandırmanın ayrıntıları "Candida albicans" maddesinde bulunabilir. "Candida" cinsi yaklaşık 150 tür içermektedir. Bunların sadece altısının insanda enfeksiyona yol açtığı düşünülmektedir. "Candida albicans" bunların en başında gelir. İnsanda hastalığa yol açan diğer türler "Candida tropicalis", "Candida glabrata", "Candida krusei", "Candida parapsilosis" ve "Candida lusitaniae"'dır. Burkhard Christoph von Münnich Burkhard Christoph von Münnich (1683 - 1767) 1735-1739 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rus ordularına komutanlık etmiş bir generaldir. Ayakkabı boyası Ayakkabı boyası, genellikle cilalı pasta veya krem şeklindeki, deri ayakkabı veya botları parlatmak, suyun zararlı etkilerinden korumak ve görünüşü yenilemek için kullanılan, bu sayede de ayakkabının ömrünü uzatan, tüketicilere yönelik bir üründür.Sanayi tipi büyük ebatlı boyalar ayakkabı fabrikalarında kullanılır parlaklık da verdiği için genelde krem boyalar tercih edilir Petro Lassi Petro Petroviç Lassi (Rusça: Пётр Петрович Ласси) (1678-1751), 1735-1739 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rus ordularına komutanlık etmiş bir generaldir. Baileys Irish Cream Baileys Irish Cream (tescilli marka üstten virgül içermemektedir) likör tabanlı bir İrlanda viskisi ve kremasıdır. "R. J. Bailey & Co." tarafından İrlanda, Dublin'de üretilmekte olup, hacmen %17 alkol içermektedir. Baileys, "Uluslararası Damıtıcı ve Şarap Tüccarları" (İngilizce: International Distillers and Vintners) ve bir yeni ürün geliştirme firması olan I&D mensubu bir topluluk tarafından yaratılmıştır. Baileys'in arkasındaki esas isimler, Tom Jago ve David Gluckman, halen Jago's Cream Liqueur gibi başarılı içecekler yaratmaktadır. Baileys İrlanda viskisinin, krema ve kahve aromaları ile harmanlanmasıyla üretilmektedir. İçkinin badem ve fındık aromasıyla, zengin, pürüzsüz ve tatlı bir tadı vardır. Baileys'in isim hakkı günümüzde Diageo firmasına aittir. 26 Kasım 1974'de piyasaya sürülen Baileys'in, ilk kremalı likör olduğu iddia edilmektedir. Bu iddiaya karşı çıkanların sayısı çoktur, ama içki piyasaya çıkar çıkmaz birçok taklidinin ya
pıldığı da bir gerçektir. 2003'te, Bailey & Co., Baileys Glide adlı daha az tatlı ve hacmen %4 alkol içeren bir ürünü, sıkılıkla içki tüketen kişiler pazarını hedefleyerek, piyasaya sürdü. 2005'te, orijinalindeki gibi hacmen %17 alkol içeren çikolata aromalı Baileys çeşidi piyasaya sürüldü. 2006'de, krem karamel aromalı Baileys çeşidi piyasaya sürüldü. Huayna Picchu Huayna Picchu veya Wayna Pikchu (Quechua dilinde "Genç Zirve"), ortalarında Machu Picchu İnka harabelerinin bulunduğu iki zirveden biri. Zirve, harabelerin klasik kartpostal deseni olarak, arka planda yükselen görüntüsü ile ün yapmıştır. Huayna Picchu, 2701 metre yükseklikte olup, Andlar 'ın Peru kısmındaki Urubamba Vadisi üzerinde yükselir. En yakın yerleşim yeri "Aguas Calientes", en yakın büyük şahir ise Cusco 'dur. Zirve kabaca 3 bölüme ayrılabilir. En büyük (aşağısı) bölüm sık bitki örtüsü ve kayaçdan, orta bölüm sarp kaya-kayaç ve tek tek bitkilerden, üçüncü ve en üst bölüm sırf kayadan oluşur. İkinci bölümde Macchu Picchu sakinlerinin yapmış olduğu birkaç teras bulunur. Huayna Picchu 'nun yatan bir İnka yüzünün burnuna benzetilir. Zirveye geçiş turistlere serbesttir. Bu kişiler çıkış öncesi bir kontrol noktasında adlarını yazdırmak zorundadırlar. Kendilerine burada yaklaşık dönüş zamanı bildirilir. Çıkış, çok çetin olmayan koşullarda yaklaşık 1 saat sürer. En dik yerler çelik halatlara tutunmak suretiyle aşılır. Kısmen, kaya dehlizlerden geçen patikadan ilerlenir. Çıkış sırasında bir kaya çıkıntısından eğilerek geçilir. Tırmanışlara 07.00 ile 13.00 zaman dilimi içinde başlanır. Macchu Picchu İnka harabelerine geçerken de kontrol noktasından geçilir. Zirvenin az aşağısında, inka harabelerine inşa edilmiş olan teraslar bulunur. Burada birkaç barınak da mevcuttur. zirvenin düz eteğinde, harabelere bakan tarafında Ay Tapınağı bulunur. Nihayetinde tırmanışın ödülü olarak, İnka harabeleri ve Urubamba Vadisi eşsiz manzarası sayılabilir. Kim Cattrall Kim Cattrall (d. 21 Ağustos 1956), İngiliz asıllı Kanadalı oyuncu. Sex and the City dizisindeki "Samantha Jones" rolü ile tanınır. Bu rol ona bir Emmy Ödülü adaylığı,bir de Altın Küre kazandırmıştır. Sabit Noyan Mehmet Sabit Noyan (30 Mart 1877, İstanbul - 1967), Türk asker. Ömer Faik Bey'in oğludur. 14 Aralık 1902 tarihinde Harp Okulu'na girdi. 27 Mayıs 1905 tarihinde Teğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. 26 Eylül 1905 tarihinde Üsteğmen oldu. 1 Eylül 1908 tarihinde Harp Akademisi'ni Mümtaz Yüzbaşı olarak bitirdi. Balkan ve I. Dünya Savaşlarına katıldı. 19 Ağustos 1914 tarihinde Binbaşı rütbesine terfi etti. 8 Ocak 1914 tarihinde Müstakil 22. Hicaz Tümeni Kurmaylığı, 8 Temmuz 1915 tarihinde 22. Hicaz Tümeni Kurmay Başkanlığı yaptı. 23 Eylül 1916 tarihinde Taif'te esir düştü ve Mısır'a götürüldü. 21 Temmuz 1919 tarihinde esaretten döndü. 6 Ağustos 1919'da İstanbul'da Genelkurmay 4. Şube Müdürü oldu. 8 Aralık 1920 tarihinde Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1 Mart 1921 tarihinde Yarbay rütbesine terfi etti. 10 Şubat 1921 tarihinde Ankara Subay Adayları Talimgâh Müdürü, 4 Haziran 1921 tarihinde Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi emrinde 61. Tümen, 190. Alay Komutanı, 19 Ekim 1921 tarihinde Askeri Okullar Müfettiş Muavini, 1 Şubat 1922 tarihinde 6. Tümen Piyade Komutanı, 9 Ağustos 1922 tarihinde 1. Ordu Kurmay Başkan Yardımcısı görevlerinde bulundu. 31 Ağustos 1922 tarihinde Albay rütbesine terfi etti. 4 Eylül 1922 tarihinde Büyük Taarruz sırasında savaş için önemli bir tepeyi söz verdiği saatte alamayınca intihar eden Reşat Bey'in yerine 57. Tümen Komutanı olarak atandı. Savaştan sonra Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. 10 Kasım 1924 tarihinde Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı oldu. 30 Ağustos 1927 tarihinde Tümgeneral rütbesine terfi etti. 8 Kasım 1927 tarihinde 5. Kafkas Tümen Komutanı, 26 Ekim 1928 tarihinde 5. Kolordu Komutan Vekili, 13 Nisan 1931 tarihinde 3. Ordu Kurmay Başkanı, 1 Ocak 1933 tarihinde MSB Kara Müsteşarı, 2 Haziran 1934 tarihinde 20. Tümen Komutanı, Nisan 1935 tarihinde 2. Kolordu Komutanı oldu. 30 Ağustos 1935 tarihinde Korgeneral rütbesine terfi etti. 27 Temmuz 1938 tarihinde Genelkurmay Eğitim Başkan Muavini, 13 Haziran 1940 tarihinde 1. Kolordu Komutanı, 25 Kasım 1941 tarihinde Sıkıyönetim Komutanı, 29 Şubat 1944 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı uhdesinde kalmak üzere İstanbul Komutanı, 29 Ağustos 1945 tarihinde 3. Ordu Komutanı oldu. 30 Ağustos 1945 tarihinde Orgeneral rütbesine terfi etti. 31 Ocak 1946 tarihinde Yüksek Askerî Şûra Üyesi, 18 Mayıs 1948 tarihinde emekli oldu. 1967 yılında vefat etti. İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki naaşı, 29 Kasım 1988 tarihinde Devlet Mezarlığı'na nakledildi. Tempo (albüm) Grup Hepsi ile Pepsi tanıtımı için hazırlanmış bir müzik çalışmasıdır. Batı felsefesi Batı felsefesi, Antik Yunan'dan başlayıp günümüze kadar gelen Batılı felsefe tarihi anlayışıdır. Özellikle Avrupa'nin ve batı olarak adlandırılan dünyanın 19. yüzyıl'da felsefe tarihini yazarken kategorize ettikleri düşünce geleneği Batı felsefesi olarak adlandrılır. Platon'dan başlayıp modern zamanlara uzanan belirli bir "felsefe yapma tarzı" batı felsefesinin ayırıcı özelliği, daha ayrıcalıklı özelliği olarak anlaşılır. Bu eğilim genel bir yaklaşımla "Doğu'da felsefe yoktur" savını ileri sürer. Antik Mısır, Mezopotamya, İran, Çin, ve Hint kültürleri tarih olarak çok daha eski olmalarına ve buralarda yaşayan insanların belirli düşünce geleneklerine sahip olmalarına rağmen, Batı felsefesi Antik Yunan dönemiyle birlikte başlatılır ve bunlar dışta bırakılır. Doğu felsefesi, Hint ve Çin felsefeleri dahil olmak üzere çok önceleri başlamıştır, bu gelenekler etkileşimlerle sürekli varlıklarını devam ettirmişlerdir, ancak Batı felsefesi bu gelenekleri felsefe-dışı sayma yönelimindedir. Felsefe tarihi kitapları, genel bir eğilim olarak, MÖ 500'lerden başlayarak bugüne kadar, batı olarak addedilen bölgelerde ve batılı düşürlerce ortaya konulan felsefe yapma geleneği Batı felsefesi olarak görülür. Batı felsefe geleneğini oluşturan filozoflar belirgin ana çizgilerle verilecek olursa şöyle sıralanabilir; Heraklitos, Pisagor, Anaksagoras, Cicero, Parmanides, Demokritos, Epikuros, Sokrates, Platon, Aristoteles, Thomas Aquinas, Augustinus, Montaigne, Dekart, Francis Bacon, George Berkeley, David Hume, John Locke, Spinoza, Jean-Jacques Rousseau, Kant, Hegel, Marx, Arthur Schopenhauer, Friedrich Nietzsche, Henri Bergson, Bertrand Russell, Edmund Husserl, Ludwig Wittgenstein, Martin Heidegger, Hannah Arendt, Albert Camus, Maurice Merleau-Ponty, Jean-Paul Sartre, Simone de Bovaire, Theodor W. Adorno, Jacques Derrida, Willard Von Orman Quine, Karl Popper. Batı felsefesi olarak kabul tanımlanan felsefenin bazı alt bölümleri: Bossa nova Bossa nova, Brezilya kökenli bir müzik ve dans türüdür. Brezilyalı müzisyenler Antonio Carlos Jobim ve Joao Gilberto tarafından ilk kez 1958 yılında "Chega de Saudade" adlı parçada kullanılmıştır. Bu ilk parçanın müziği Antonio Carlos Jobim'e, sözleri Vinicius de Moraes'e aittir. Parça Joao Gilberto tarafından düzenlenmiştir. Bossa nova örnekleri olan; Garota de Ipanema (İng.: The Girl From İpanema), Desafinado, Samba De Uma Nota So (İng.: One Note Samba) gibi yapıtlar müzik tarihinin klasikleri arasında yer almaktadırlar. 1999 Eurovision Şarkı Yarışması 1999 Eurovision Şarkı Yarışması 29 Mayıs 1999 tarihinde İsrail'de düzenlenen 44. Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Sunuculuğunu Yigal Ravid, Dafna Dekel ve Sigal Shahamon yaptı. Avrupa dışında yapılan ikinci Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Yarışmayı İsveç'i temsil eden Charlotte Nilsson, "Take Me to Your Heaven" adlı şarkıyla kazandı. Bu sonuçla İsveç 90'ların 2. toplamda ise 4. zaferini kazandı. Bu yıldan itibaren ulusal dilde katılma kuralı kaldırılmış ve yarışmaya en çok parayı ödeyen Almanya, Birleşik Krallık, Fransa ve İspanya her yıl doğrudan kazanma hakkını kazandı. Pepsi Pepsi, 1903 yılında ABD'de yaratılmış, PepsiCo tarafından üretilen dünyada en popüler alkolsüz içecek markalarından biridir. Pepsi, 1867 yılında ABD'nin bir eyaleti olan Kuzey Karolina'da doğan ve yine burada yaşayan Caleb Bradham tarafından icat edilmiştir. Önceleri doktor olmak isteyen Bradham, doğduğu eyalette başladığı tıp eğitimine Maryland'de devam etti. Fakat tıp eğitiminin zorlaşması ve pahalılaşmasının yanı sıra babasının da iflas etmesi üzerine Bradham, eğitimini yarıda bırakarak memleketine dönüp çalışmaya başladı. Bununla beraber, tıp alanına ilgisini kaybetmeyen Bradham bir süre sonra Maryland Üniversitesi'nde eczacılık alanında eğitimine devam etti. Üniversiteyi bitirip Kuzey Karolina'ya döndü. New Bern kentinde kendi eczanesini işletmeye başladı. Bradham, 1893 ilk denemelerini yaptığı içeceği bir yandan da geliştirmeye çalıştı. 1898 yılında yine bu eczanede içeceği üretti ve New Bern şehrinde "Brad's Drink" ("Brad'in İçeceği") olarak piyasaya sürdü. Karbonatlı su, şeker, vanilya, nadir yağlar ve kola fındığından oluşan içecek piyasaya mide ilacı olarak tanıtıldı. Bradham, 1898 yılında rakibinden 100 dolar karşılığında "Pep Cola" ticari ismini satın alarak kullanmaya başlamıştır [1]. Kimyacı olan Caleb Bradham, Pepsi'yi sindirime yardımcı olması ve enerji vermesi amacıyla geliştirmiştir [2] [3]. Böylece 1903 yılında Bradham, sindirim enzimi olan pepsinden esinlenerek yarattığı ürünün adını değiştirip "Pepsi-Cola" yaptı ve içkinin resmi kaydını yaptırdı. Aynı yıl mucit kimyager 7.968 galon içecek satmayı başardı. Sonraki yıl "Pepsi" 6 unsiyalıq şişelerde satılmaya başlatıldı. Satışlar 19,848 gallona kadar arttı. 1905 yılında Bradham, Pepsi'nin logosunu 1898 yılındaki orijinal tasarımından sonra ilk kez değiştirdi. 1906 yılında ABD Gıda Enstitüsü'nün içecek içerisinde zararlı bir madde olmadığına kanaat getirmesi üzerine ürünün satışı serbest bırakılmıştır. Artan talebin de etkisiyle ilk şişeleme fabrikaları Kuzey Karolina eyaletinin Durham ve Charlotte kentlerinde kurulmuştur. 1923 yılında I. Dünya Savaşı'nın etkileri yüzünden şekerin fiyatında yükselme oldu. B
radham'ın tüm çabalarına rağmen şirket iflas etti. İflas işlemleri sırasında Caleb Bradham içeceğin tarifini federal mahkemeye sunması üzerine kim olduğu bilinmeyen bir milyarder tarafından tarif satın alındı. Bazı kaynaklarda bu kişinin Roy C. Megargel adlı bir iş adamı olduğu geçer. Bu olaydan sekiz yıl sonra, 1931 yılında şirket tekrar iflas etti. Bu kez işletmeyi “Loft Inc” şirketinin sahibi olab Charles Guth satın aldı.1922 ve 1933 yıllarında arasında üç kez, Coca-Cola Şirketi Pepsi-Cola şirketini satın almak için teklifte bulunsa da, türlü bahanelerle bu talepler reddedildi. Büyük Buhran yıllarında "Pepsi" başarılı pazar politikası sürdürerek rakiplerini ve özellikle Coca-Cola'yı sıkıştırmayı başardı. 12 onsluk "Pepsi-Cola" camları 5 sente satılıyorken, aynı dönemde "Coca-Cola" nın 6 onsluk şişesi 5 sentti. Böylece, "Pepsi-Cola" rakibinin müşterilerini kendine çekmeyi başardı. 1934 yılında markanın yaratıcısı Caleb Bradham öldü. 1936 ile 1938 yılları arası şirketin gelirleri iki kat artarak 2 milyon dolara yükseldi. 1939 yılında "The Pepsi Cola Company" yeniden satılması gündeme geldi ve şirket, "Phoenix Securities" in başkan yardımcısı olan Walter Staunton Mack Jr. tarafından satın aldı. Pazarlama konusunda mükemmel bir zekaya sahip olan Mack eski İngiliz balladının müziğini kullanarak reklamlar hazırladı. Bu reklam Pepsi'nin başarısına büyük katkı verdi ve 55 dilde yayımlandı. Mack'in olağanüstü çabaları sayesinde Pepsi hem ABD hem de ABD dışında Coca-Cola'nın en büyük rakibi haline geldi. İkinci Dünya Savaşı döneminde ise Pepsi, rakipleri olan Royal Crown ve Dr. Pepper'i geride bırakarak, pazar konumuna göre Coca-Cola'dan sonra ikinci içecek olarak bilinir hale geldi. Ayrıca, Amerikan askerlerine destek olmak amacıyla camlarının tasarımını kırmızı-mavi-beyaz renginde tasarladı. 1956 yılında artık dünyanın 61 ülkesinde Pepsi-Cola'nın 149 fabrikası faaliyet gösteriyordu. 1963 yılında şirketin başkanı olan Donald M. Kendall ve Frito-Lay'in başkanı Herman Lay 1965 yılında şirketlerini bir çatı altında birleştirerek PepsiCo şirketini kurdular. Bugün dünyanın birçok ülkesinde şişeleme ve üretim fabrikası bulunan Pepsi, hemen hemen tüm ülkelerde satılmaktadır ve dolayısıyla büyük bir pazar payına sahiptir. Rakibi Coca-Cola'dan farklı olarak Bradham, Pepsi'nin tarifini gizli saklamayı başaramamıştı. Şirketin iflası sürecinde, ürünün tarifini mahkemeye sunması sonucunda bu gizlilik bozulmuştu. 1923 yılında Bradham'ın mahkemeye verdiği belgeye göre Pepsi'nin içeriği şöyledir: 7500 libre şeker, 1200 galon su,12 galon karamel,12 galon misket limonu suyu, 58 libre fosforik asit, 0.5 galon Etanol, 6 ons limon yağı, 5 ons portakal yağı, 4 ons tarçın yağı, 2 ons hindistan cevizi yağı, 2 ons kişniş yağı bulunuyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde Pepsi, karbonatlı su, yüksek fruktozlu mısır şurubu, karamel, şeker, fosforik asit, kafein, sitrik asit ve doğal tatlar ile yapılıyor. 12 ons Pepsi'nin içinde 41 gram karbonhidrat, 30 mg sodyum, 0 gram yağ, 0 gram protein, 38 mg kafein, 150 kalori bulunmaktadır. Ağustos 2010'da, Pepsi yapay yüksek potansiyelli tatlandırıcıların geliştirilmesi için Senomyx ile 4 yıllık anlaşma imzaladı. Sözleşme kapsamında, PepsiCo 30 milyon dolar karşılığında Senomyx teknolojisini kendi ürünlerinde kullanacaktır. Bu işbirliği ile Pepsi'nin tatlı arttırıcılara ilişkin keşfi, bunun geliştirilmesi ve ticarileştirilmesi sağlanarak daha düşük kalorili içecekler piyasaya sürülmesi hedeflenmiştir. Eylül 2012'de Pepsi % 30 daha az şeker içeren Pepsi Next adında yeni bir ürün ve sıfır kalorili tatlandırıcı olarak Stevia ürününü piyasaya sürdü. 2012 yılında Coca-Cola ve Pepsi şirketleri ABD yasaları uyarınca ürünlerinin üzerine kanser uyarı etiketi konulmaması için içeceğin ayırdedici rengi olan karamel rengini veren 4 - metilimidazol maddesini azaltmışlardır. Şirketler ürünlerinde herhangi bir kanser riski olmamasına rağmen bunun yine de bir önlem olarak gerekli olduğunu ifade ederken bu değişimin, ürünlerin tatlarında herhangi bir yansıması olmadığını belirttiler. 1996 Eurovision Şarkı Yarışması 1996 Eurovision Şarkı Yarışması 18 Mayıs 1996 tarihinde düzenlenmiş 41. Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Yarışmayı Eimear Quinn'in seslendirdiği "The Voice" adlı şarkıyla İrlanda kazanmıştır. 2002 Eurovision Şarkı Yarışması 2002 Eurovision Şarkı Yarışması TRT'nin Almanya'dan puan alınamamasına şüphelenip itiraz etmesiyle 2003 Eurovision Şarkı Yarışması'na doğrudan katılma hakkını kazandığı yarışmadır. Bu itiraz, Eurovision tarihini değiştirmiş, Türkiye ilk birinciliğini 2003 yılında yaşamış, ve etnik/oryantal parçaların temsil egemenliğinin, Doğu Avrupa ülkelerinden Birleşik Krallık'a uzanmasına vesile olmuştur. Öte yandan EBU, katılan ülke sayısını daha da fazlalaştırmak için, elenmiş olmalarına rağmen İsrail ve Portekiz'i de yarışmaya davet etmiştir. Fakat Portekiz katılmamış, bu Letonya'nın katılmasını sağlamıştır. Letonya, şampiyonluğunu bu anlamda Portekiz'e borçludur. Celaliye, Lüleburgaz Celaliye, eski ismi Yuvanköy, Kırklareli ilinin Lüleburgaz ilçesine bağlı bir köydür. Yuvan adlı bir Yunan şahsın çiftliği olduğu ve ismini de buradan aldığı söylenmektedir. ilk demircilik mesleki okul (bugünkü meslek lisesi ayarındaki okul) yuvan çifliği yakınlarında eğitim vermiştir. Kurutulmuş zeytinyağıyla yapılmış takır takır biber dolması, kurufasülye, bayram çorbası, yoğurt (göbek) tatlısı, baklava. Kırklareli il merkezine 47 km, Lüleburgaz ilçesine 13 km uzaklıktadır. Köyün iklimi, Trakya Karasal iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ancak sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. 1686-1700 Osmanlı-Rus Savaşı 1686-1700 Osmanlı-Rus Savaşı, 1683-1699 Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşı'nın bir parçasıdır. II. Viyana Kuşatması sonrasında çok sayıda Avrupa ülkesi Osmanlı İmparatorluğu'na karşı birleşerek saldırıya geçti. 1686 yılında Rusya da Kutsal İttifak ülkelerine katıldı. 1687 ve 1689 yıllarında Kırım'a, 1695 ve 1696 yıllarında ise Osmanlılara ait Azak'a saldırıya geçtiler. Kırım'da başarılı olamayan Rusya, Azak'ı ele geçirmeyi başardı. Savaş 1700 yılında İstanbul'da imzalanan bir antlaşmayla sona erdi. 2 Mayıs 1687 tarihinde Çar Vasili Golitsin komutasındaki 132.000 kişilik bir Rus ordusu Kırım'a karşı sefere çıktı. 30 Mayıs'ta bu orduya sol kıyı Kazaklarının atamanı İvan Samoyloviç'in komutasındaki 50.000 kişilik bir Kazak ordusu katıldı. Yaz sıcağında ilerleyen bu büyük ordu yiyecek ve su sıkıntısına uğradı. 17 Haziran'da ulaşmaya çalıştıkları Perekop Kıstağı'ndan 6 hafta uzaklığındayken geri dönmeye karar verdiler. 1689 yılında Ruslar bir kez daha aynı sefere çıktılar. Bu sefer Şubat ayında yola çıkarak yaz sıcağından sakınmak istiyorlardı. 20 Mayıs'ta Perekop Kıstağı'na ulaştılar ama Kırım Hanlığı'nın saldırısına uğradılar. Su sıkıntısı baş gösterdi. Golitsin yine geri çekilme emri verdi. Her iki Kırım seferi de başarısız olmuştu. Yine de bu savaş, Kırım Hanlığı'nı meşgul ederek Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları'nda Osmanlıların yardımına koşmalarına engel olmuşlardı. Rusların ilk Azak seferi 1695 yılının baharında başladı. 27 Haziran'da Ruslar Azak Kalesi'ni kuşattılar. Ancak Osmanlıların nehir yoluyla kaleye erzak ve cephane getirmelerini engelleyemediler. Ruslar 5 Ağustos ve 25 Eylül'de iki defa saldırıya geçtiler. Ancak başarısızlığa uğradılar. 1 Ekim'de kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Bu kuşatmanın başarısız olması üzerine Rus Çarı I. Petro hemen bir donanma inşa edilmesini emretti. 1696 yılının Nisan ayında Aleksei Shein komutasındaki 75.000 kişilik bir ordu kara yoluyla Azak Kalesi'ne doğru yola çıktı. Aynı zamanda yeni inşa edilmiş Rus donanması Voronej Nehri ve Don Nehri yoluyla Azak Kalesi'ne doğru yelken açtı. 27 Mayıs'ta bu donanma Azak Kalesi'ni kuşattı. 14 Haziran'da 4.000 asker ve 23 gemiden oluşan Osmanlı donanması Azak Kalesi'nin yardımına yetişti. Ancak Rus Donanması 2 Osmanlı gemisini batırmayı başardı. 19 Temmuz'da Azak Kalesi Rusların eline geçti. Kırım'da fazla bir başarı elde edemeyen Rusya bu savaşta Azak Kalesi'ni ele geçirmeyi başarmıştı. Bu savaş ayrıca Rus donanmasının ilk büyük başarısıydı. 14 Temmuz 1700 tarihinde Osmanlı Devleti Rusya'yla İstanbul Antlaşması'nı imzalayarak Azak Kalesi'ni Ruslara bıraktı. Ayrıca Rusların Taganrog'da inşa ettikleri kaleyi kabullenmek zorunda kaldı. 1676-1681 Osmanlı-Rus Savaşı 1676-1681 Osmanlı-Rus Savaşı veya Moskof Seferi, Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı arasında yapılan ilk büyük savaştır. Bu savaş, sırasında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazam olmuştur. 5 yıllık savaş sonucunda henüz güçlenemeyen Rus Çarlığı yenilgi aldı ve 31 Ocak 1681 tarihinde Bahçesaray Anlaşması ile günümüzde Çigirin olarak adlandırılan yerde bulunan Çehrin Kalesi'ni ve Ukrayna'nın geri kalan kısmını Osmanlılara bıraktı. Rus Çarlığı, güçlenmekte olan bir hükümdarlıktı. Rus Çarı I. Aleksey (1645-1676) güneye açılma stratejisine uygun olarak önce Lehistan-Litvanya Birliği idaresinden serbest kalan Ukrayna'da bulunan Kazakların ellerindeki topraklara gözünü dikmişti. Ancak Osmanlı Devleti'nden çekiniyorlardı. 1667de Rusya Çarlığı ve Lehistan-Litvanya Birliği, Kazaklara hiç danışmadan, Andrusovo Antlaşması'nı imzaladılar ve "Sol-Ukrayna Kıyıları (Livoberezhna Ukrayina)" Kazaklarını Rusya Çarlığı idaresine bağladılar. Çehrin merkezli "Sağ-Ukrayna Kıyıları (Pravoberezhna Ukrayina)" Kazakları Atamanı Petro Doroşenko ise 1669'dan beri Osmanlı koruması altında girmeyi tercih etti. Osmanlılar, 1672-1676 Osmanlı-Lehistan Savaşı sonucu olarak 27 Ekim 1676'da İzvança Antlaşması ile Podolya bölgesinin idaresini ele aldılar ve Osmanlı koruması altında yarı-özerk Kazak Atamanı Doroşenko idaresinde olan "Sağ-Ukrayna Kıyıları (Pravoberezhna Ukrayina)" ile komşu oldular. Rusya Ç
arlığı, bazı Osmanlı aleyhtarı huzursuz Ukrayna Batısı Kazaklarının eylemleriyle, doğudaki "Sol-Ukrayna Kıyıları (Livoberezhna Ukrayina)" Kazakları Atamanı olan ve 1667'den beri Rusya Çarlığı hükümdarlığı altında bulunan Ivan Samoiloviç, güya, 1672'de tüm Ukrayna'nın atamanı seçildiğini açıkladı. Petro Doroşenko ve bağlı olduğu Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığı bunu kabul etmedi. Haziran 1674'de Rusya Çarlığı generali Prens Grigory Romodanovski ve İvan Samoiloviç emri altında bir ordu Doroşenko'yu kendine başkent olan Çehrin kalesinde kuşatmaya aldılarsa da Osmanlı ordularının yaklaşması üzerine bu kuşatma kaldırıldı. Fakat 1676 yazında Çehrin kalesi (Romodanovski ve Samoiloviç komutanlığında) bir birleşik Rusya Çarlığı ile müttefiki Ukraynalılar ordusu hücumu karşında teslim olmak zorunda kaldı. Kendine bağlı olan birçok Kazakların kendine ihaneti ve bu başarısızlığı dolayısıyla Doroşenko Ruslarla anlaşıp 19 Eylül 1676'da "Sağ Ukrayna Kıyıları (Pravoberezhna Ukrayina)" Kazakları atamanlığını bıraktığını ilan etti ve Rusya'ya sürgüne çekildi. Bunun üzerine Osmanlı Sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Doroşenko'nun azledildiğini bildirdi; yerine "Sağ Ukrayna Kıyıları (Pravoberezhna Ukrayina)" Kazakları atamanlığına İstanbul'da eğitilen "Yuri Hmelnitski"yi atandı. Temmuz 1677'de İbrahim Paşa serdarlığı altında bir Osmanlı-Kırım Tatar Hanı ordusu I. Çehrin Seferine başladı ve bu ordu Ağustos'da Çehrin kalesini kuşatma altına aldı. Fakat kuşatma başarısız kaldı; [[29 Ağustos'ta İbrahim Paşa Çehrin kuşatmasını bırakarak geri dönmeye başladı. İbrahim Paşa İstanbul'a donünce vezirlikte atılıp hapis edildi. Ertesi yıl [[1678]]'de yapılan, Sadrazam [[Merzifonlu Kara Mustafa Paşa]] serdarlığında başlayan yeni bir sefere Sultan [[Avcı Mehmet]] de [[Silistre]]'ye kadar katıldı. Sonunda Çehrin, 21 Ağustos 1678 tarihinde Osmanlıların eline geçti. Bu yenilgi, Ruslar için kötü oldu. Çünkü; önemli bir bölgeyi kaybetmişlerdi. Rus Çarı Aleksey yeni bir Rus stratejisi uygulamaya başladı. Bu stratejinin hedefi "Sağ Ukrayna Kıyıları" arazilerinde yaşayan Kazakları zorlayıp bu [[Dinyeper Nehri]] batısındaki bölgelerin nüfusunun çok küçülmesi idi. Bir taraftan Çehrin'i tekrar fethetmek için hazırlığa başladılar söylentilerini yaydılar. Rus Ordusunun hazırlığı söylentilerini duyan Osmanlı Ordusu [[Edirne]]'de toplanmaya başladı. Yeni bir savaş başlayabilirdi. Zaten Rusya, [[Lehistan]] ile dostluk antlaşması imzalamış ve bu Osmanlı'nın aleyhindeydi. Bu sebeplerle, Osmanlı Devleti, yeni bir sefere başlayacaktı. Ancak, Rusya Çarlığı, güçlü değildi. Böyle bir savaş ile daha çok toprak kaybedebilirlerdi. Böyle bir savaşı göze alamazlardı. Bunun üzerine Rusya Çarlığı, işin zorluğunu anladı ve barış istedi. Padişah, barışı kabul etti. Savaş, son anda önlendi. 31 Ocak 1681'de Rusya Çarlığı ve Osmanlı Devleti ile Kırım Hanlığı arasında [[Bahçesaray Antlaşması]] imzalandı. Bu anlaşmaya göre [[Dinyeper]] Irmağı Osmanlı Devleti ile Rusya Çarlığı arasında sınır oldu. Dinyeper Irmağı'nın sağ yakası (batısı) Osmanlı Devletinin elinde kaldı ve Çehrin kalesi Osmanlılara ait olduğu kabul edildi. Dinyeper Irmağı'nın sol yakasının ise, yani Ukrayna'nin doğusu ve Zaporizya Kazaklar bölgelerinin, Rusya Çarlığı idaresinde olduğu Osmanlılar tarafından onaylandı. [[Kategori:Kırım Hanlığı]] [[Kategori:Osmanlı-Rus savaşları]] [[Kategori:1670'lerde Osmanlı İmparatorluğu]] [[Kategori:1680'lerde Osmanlı İmparatorluğu]] [[Kategori:17. yüzyılda Ukrayna]] [[Kategori:1676'da çatışmalar|Osmanlı-Rus savaşı]] [[Kategori:1670'lerde çatışmalar|Osmanlı-Rus savaşı]] [[Kategori:1680'lerde çatışmalar|Osmanlı-Rus savaşı]] Serdar Akinan Serdar Akinan, (d. 1968 - İstanbul) gazeteci, yazar, televizyoncu ve iş adamı. Ayrıca SKY Türk adlı haber kanalında Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. 1987’de Milliyet Gazetesi'nde daha 17 yaşında gazeteciliğe başladı. Cumhuriyet Gazetesinde çalıştı. İlk özel televizyon Star'da televizyon haberciliğine adım attı. 1992 yılında görüntülü haber dalında iki ayrı birincilik ödülü aldı. Haber programı 32. Gün'ün görsel yönetmenlik, muhabirlik, kameramanlık yaptı. Daha sonra ABD'ye gitti. Star TV'nin Washington temsilcisi oldu. Türkiye'ye döndüğünde ilk olarak Number One TV'nin başında görev aldı. Haber kanalları CNN Türk, NTV ve Habertürk'ün kuruluşlarında kanalların başındaydı. SkyTurk kanalının kuruluşunda rol aldıktan sonra bu kanalın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Akşam gazetesinde köşe yazarıydı. İşten çıkarıldıktan sonra Vagus.tv adında bir haber portalı açtı. Giorgio Napolitano Giorgio Napolitano (d. 29 Temmuz 1925, Napoli), Mayıs 2006 - Ocak 2015 arasında görev yapan İtalya Cumhuriyeti'nin 11. cumhurbaşkanıdır. Bu görevinden istifa ederek ayrılmıştır. 10 Mayıs 2006'da, dördüncü turda, 1009 oydan 543'ünü alarak seçilmiştir. Kendisinden önceki başkan Carlo Azeglio Ciampi'nin görev süresinin bittiği 15 Mayıs'ta görevi devralmıştır. Kendisine en çok oyu, başbakan Romano Prodi'nin önderliğindeki sol kanat vermiştir. Napolitano,1925 yılında İtalya'nın Napoli kentinde dünyaya geldi.Napoli 2.Frederik Üniversitesi'nde okudu. İtalya'daki Faşist rejime karşı mücadele etti. İtalyan Direniş Hareketi'nde görev alarak dönemin dergilerinde makaleler yazdı. 1945 yılı sonunda İtalyan Komünist Partisi'ne üye oldu. 1947 yılında hukuk fakültesinden bitirme tezini vererek mezun oldu. 1953 yılı seçimlerinde Napoli'den milletvekili seçildi. 1956 yılında partisinin millî komitesine genel sekreterin desteğiyle üye olarak seçildi. Daha sonra bunu Napoli'den sorumlu genel sekreterlik izledi. 1970'li yıllarda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü tarafından misafir öğretim görevlisi olarak ders vermesi isteminde bulunuldu ancak dönemin ABD büyükelçisi komünist parti ile ilişiği gerekçesiyle vize talebini reddetti. Daha sonraki büyükelçi ile gizli görüşmeler yapan Napolitano, bu sayede 1980'li yıllarda ABD'nin bazı üniversitelerinde ders verme fırsatı buldu. 1992 yılında Komünist Partisi'nin kendini feshetmesi sonrası Sol Demokrat Parti'ye katılan Napolitano 1992-1994 yılları arasında Temsilciler Meclisi Başkanlığı görevinde bulundu. 1.Romano Prodi Hükümeti'nde 1996-1998 yılları arasında İçişleri Bakanlığı görevini üstlenen Napolitano bu göreve gelen ilk komünistti. 1999 yılında Avrupa Parlamentosu'na seçilen Napolitano 2004 yılında bu görevi bitince ülkesine döndü ve 2005 yılının Ekim ayında Cumhurbaşkanı Ciampi tarafından tabii senatör seçildi. 7 Mayıs 2006 tarihinde Sol Koalisyon Hükümeti tarafından Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterilen Napolitano 10 Mayıs 2006 tarihinde 4. turda cumhurbaşkanı seçildi. Napolitano,bu göreve seçilen ilk komünist olmakla beraber Enrico De Nicola ve Giovanni Leone'den sonra seçilen 3. Napolitan oldu. Cumhurbaşkanlığının ilk üç yılında sol hükümetin istikrarsızlığı ile uğraşan ve parlamentoyu feshederek seçimlere götüren Napolitano iktidara gelen sağ koalisyon ile zaman zaman görüş ayrılıkları yaşamıştır. 2011 yılında Berlusconi'nin istifasıyla boşalan başbakanlığa tabii senatör olarak atamış olduğu Mario Monti'yi getiren Napolitano, 2013 yılında yapılan genel seçimler sonrası ortaya çıkan siyasi kriz nedeniyle bir çalışma grubu kurmuş ve bu grup birçok konu için bir reform paketi hazırlamıştır. 15 Nisan'da başlayan Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk beş turda adayların yeterli oy alamaması yüzünden derinleşen kriz sonucu parti liderlerinin yoğun ısrarı üzerine aday olan Napolitano, altıncı turda 738 oyla ikinci defa olmak üzere cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Giorgio Napolitano, 14 Ocak 2015 tarihinde, 89 yaşında, İtalya'nın en uzun hizmet veren Cumhurbaşkanı olarak, 2020 yılında bitmesi gereken görevinden, ilerleyen yaşı nedeniyle istifa etti. Eski cumhurbaşkanı olduğu için tabii senatör olarak görevine devam etmektedir. Ersen Martin Ersen Martin (d. 23 Mayıs 1979; Marktredwitz), forvet mevkiinde görev alan Türk eski millî futbolcudur. Futbola Almanya'da Nurnberg altyapısında başlayarak Beşiktaş'a transfer olan Ersen Martin, siyah beyazlı ekipte as kadroya girmekte zorlandı ve Beşiktaş'tan ayrıldı. 2000-01 sezonunda Siirtspor forması giydi. Futbolculuk kariyerinin en parlak dönemlerini yaşadığı ve Süper Lig gol kralı olduğu Denizlispor' a transfer oldu. 2002-2003 sezonunda Denizlispor'la UEFA Kupası'nda mücadele etti. Denizlispor; Sparta Prag, Lorient ve Olympique Lyonnais'la oynanıp turun geçildiği maçlarda forma giydi. Ersen'in golüyle 4. Tur'da 27 Şubat 2003'te oynanan Porto maçı 2-2 bitse de bu sonuç Denizlispor için yeterli olmadı ve Ersen takımıyla beraber UEFA Kupası'ndan elendi. Ancak bu gol onun kaydettiği ilk ve tek UEFA Kupası golü olarak kaldı. 2007-2008 sezonunda Trabzonspor'un ilk on birinde kendine pek fazla yer bulamayan Ersen, devre arasında Recreativo'ya transfer oldu. 2 Ocak 2010'da Manisaspor'a transfer oldu. 10 Haziran 2010'da Kasımpaşa'ya giden Ersen, serbest kalınca 2011-12 sezonunun ara transfer döneminde Gençlerbirliği ile anlaştı. Udinese Calcio Udinese Calcio, İtalya'nın Udine şehrinde kurulan futbol kulübü. Serie A'da mücadele etmektedir. 1896'da kurulan kulüp, Genoa'nın ardından Serie A'daki en eski kulüp olma özelliğini taşır. Maçlarını 41.705 kişilik Stadio Friuli stadında oynayan kulübün renkleri siyah-beyazdır. Kulübün transfer politikası genel olarak geleceğin yıldız oyuncularını genç yaşta keşfetme üzerinedir. Serie A'ya ilk kez 1913-14 sezonunda yükselen Udinese, 1954-55 sezonunda Milan'ın gerisinde ligi 2. sırada tamamlayarak ligdeki en yüksek derecesini elde etti. Giampaolo Pozzo 1986 yılında kulübü satın aldığında, Udinese bahis skandalından dolayı Serie B'ye düşürüldü. Ancak, puan silme cezası almayarak bu skandaldan fazla zarar görmeden çıktı. Giampaolo Pozzo'nun 1990 yılındaki bir telefon skandalına adı karışıncaya dek başkanlığını sürdürdüğü kulüp, birçok teknik direktör değişikliğine rağmen Serie A'da istikrarlı bir konuma geldi. 2000 yılında UEFA Intertoto Kupası'nı kazanan Udinese, aynı sezon ligi 8. sırada tamamladı. UEFA Kupası'nda bir kez dördüncü tur, bir k
ez de çeyrek final gördü. "31 Ocak 2016 itibarıyla" Sierra Nevada de Lagunas Bravas Sierra Nevada veya tam adıyla Sierra Nevada de Lagunas Bravas, 225 km alana yayılan Şili ve Arjantin'de sönmüş volkanlardan oluşan bir dağ grubu. Sierra Nevada Grubu, en az on iki volkan kraterinden oluşur. Bunlardan ikisi strato tipli volkandır. En yüksek nokta deniz seviyesinden 6.127 metre yüksekliktedir. Leeds United FC Leeds United Football Club ya da kısaca Leeds United, İngiltere'nin Leeds şehrinde 1919 yılında kurulan futbol kulübü. İç saha maçlarını 37,890 seyirci kapasiteli Elland Road'da oynamaktadır. Leeds United, "beyazlar" lakabıyla tanınmakta ve sarı-lacivert renkleri taşımaktadır. 2001 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale kadar yükselen ekip, Avrupa'daki başarısını birkaç yıl sürdürmüş, girdiği ekonomik sıkıntı yüzünden oyuncularını satmak zorunda kalmıştır. 2003-04 sezonunda Premier League'den EFL Championship'e düşen Leeds United mücadelesini bu ligde sürdürdü. 2005-06 sezonunda Premier Lig'e yükselmek için oynadığı baraj maçı finalinde Watford'a 3-0 kaybetti. Bir sonraki sezon mali sıkıntılar yaşayan kulüp, bu sebeple lige -10 puan ile başladı ve 24 takımlı Championship'i 36 puanla sonuncu bitirerek tarihinde ilk kez İngiltere Ligi'nin 3. kademesi olan League One'a düştü. 2009-10 sezonunda League One'ı 2. sırada tamamlayarak Championship'e terfi etti. Kulüp mücadelesini hala bu ligde sürdürmektedir. Emin Gevelioğlu Emin Gevelioğlu (d. 1886, Bafra, Samsun) - (ö. 29 Temmuz 1934) Türk siyaset adamı. İstanbul Hukuk Mektebi mezunudur. Bağdat Hukuk Mektebi Öğretmenliği, Kavala Müddeî-i Umûmîliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü 2.Şube Müdürlüğü, Serbest Avukatlık, Rehber Gazetesi sahipliği, Samsun Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtı Kuruculuğu ve Başkanlığı, Osmanlı Meclisi Mebusan IV. Dönem Canik Mebusluğu, TBMM I. Dönem Canik ve IV. Dönem Samsun Milletvekilliği, Samsun İstiklal Mahkemesi Üyeliği ve Başkanlığı, I. Dönem Adliye Encümeni Reisliği yapmıştır. Evli ve üç çocuk babasıdır. Meclis içindeki muhalefet grubu olan İkinci Grup'da yer aldı. 1922'de TBMM üyelerinin Misak-ı Milli sınırları içerisinde doğanlardan seçilmesine yönelik bir yasa tasarısı hazırlayarak Mustafa Kemal'in milletvekilliğini düşürmeye çalıştı. 1923 seçimlerinde meclis dışında kaldı. Yanardağ krateri Yanardağ krateri, konik şekilde, hatta sıkça baca biçiminde olan, içinden magmanın çıktığı yanardağ ağzı, çöküntüsü. Genelde yanardağın zirvesinde bulunur. Bir yanardağ patladığında sadece sıcak sıvı ortaya çıkmaz aynı zamanda katı ya da gaz halindeki maddeler de kraterden dışarı salınır. US Città di Palermo Unione Sportiva Città di Palermo, İtalya'nın, Palermo şehrinin futbol takımıdır. Pembe-Siyah renklere sahip olan takım, maçlarını 37,000 kişilik Stadio Renzo Barbera'da oynamaktadır. Kulüp, 2006 FIFA Dünya Kupası'nı kazanan İtalya millî futbol takımına 4 oyuncu (Fabio Grosso, Simone Barone, Cristian Zaccardo, Andrea Barzagli) göndererek kupanın kazanılmasında önemli rol oynamıştır. "4 Şubat 2015 itibarıyla" Kristof Beyens Kristof Beyens (d. 13 Temmuz 1983, Herentals, Belçika) Belçikalı kısa mesafe koşucusu. Göteborg, İsveç'te düzenlenen 2006 Avrupa Atletizm Şampiyonası'nda 200 metre finalini 4. tamamladı. 2005 Dünya Atletizm Şampiyonası'nın aynı yarışındaysa ancak 2. tura kadar yükselebildi. Beyens, son olarak, Temmuz 2005'te 200 metredeki en iyi derecesi olan 20,45 saniyeyi Brüksel'de gerçekleştirmiştir. Zara, Sivas Zara Sivas ilinin bir ilçesidir. Anadolu Selçuklularının Moğollar tarafından yıkılmasını kesinleştiren Kösedağ Savaşı Zara'da olmuştur (1243). Moğol hakimiyetinden sonra Zara, Eretna ve Türkmen Kadı Burhanettin devletlerinin idaresinde kalmıştır. Yapılan son araştırmalara göre ilçe ve çevresine ilk olarak Neolitik Dönemi'nde yerleşildiği sanılmaktadır. Zara-Hafik arasındaki höyükte yapılan kazıda Neolitik Dönemi özellikleri gösteren çakmak taşından minik uçlar, el değirmeni taşları ve hayvan kemikleri gibi buluntular çıkmıştır. Türkçenin Zara ilçesinde kullanılan şivesinin Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın "Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması" (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre : Sivas, Tokat yöresi ile aynıdır. Tamamı Türkiye sınırları içinde olan en uzun nehir Kızılırmak, komşu ilçe İmranlı'da doğup, Zara'yı doğudan batıya keser. Fakat, ancak ilçe merkezinden sonra genişlemeye başlar. Sivas istikametinde olan Tödürge Gölü Sivas ilinin en büyük gölüdür. Bol tuzlu ve kireçli sularında gümüş ve yayın balığı vardır. Ayrıca İmranlı ilçesi sınırından doğan Acısu ırmağı Zara'da Tekke Köyü yakınlarında Kızılırmak'a karışır. Suşehri tarafında Kösedağ 2815 metre irtifa ile en yüksek dağıdır. Diğer yüksek dağlar Beydağ (2.802 m) ve Yılanlı'dır (2200 m). Şerefiye yolu üzerinde Kurbağa yaylası Sarıpınar gözesi ile bilinir. Kösedağ'da çok sayıda yayla vardır, bazıları Karapınar, Yağlıyurt, Ağmaşat, Paşaçayırı (Nasır), Ortayurt (Nasır), Çukuryurt (Nasır) ve Boyatası yaylalarıdır. Kösedağ'la Zara arasında Çataltepe yaylası vardır. Ayrıca Beydağında da Koççukuru, Kırdo, Sırımlı gibi birçok yayla bulunur. İlçede tipik karasal iklimin hakim olmasının yanında kuzeyde karadeniz iklimi hakimdir. Canova, Zara Canova, Sivas ilinin Zara ilçesine bağlı bir köydür. Sivas il merkezine 53 km, Zara ilçesine 17 km uzaklıktadır. Köyün içinden Kızılırmak Nehri geçmektedir. Tödürge Gölü kıyısındadır ve Köroğlu Mağaraları ve Kızılçan Gölü bulunmaktadır. Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ancak sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. ayrıca, sivas üzerinden zaraya giderken yol mükemmel derecede yapılmış, neredeyse uçak inecek kadar geniş ve düzdür. Tigerland (film) Tigerland, (Türkçe, Kaplanlar Diyarı olarak gösterildi) yönetmenliğini Gizli Ortak (Bad Company), Telefon Kulübesi(Phone Booth), Öldürme Zamanı(A Time to Kill), Çizgi Ötesi(Flatlienrs), (Veronica Guerin), Kusursuz (Flawless) gibi filmleri olan Joel Schumacher'in yaptığı; oyuncu kadrosunda Colin Farrell, Matthew Davis, Clifton Collins Jr.'ın yeraldığı, "Savaş", "Macera" ve "Drama" kategorilerinde yer almış olan film.Film 2000 yılı yapımıdır. Filmin hikâyesi birçok yönden Stanley Kubrick'in Full Metal Jacket'ını anımsatmaktadır. Collin Farrell bu filmdeki performansıyla "The Boston Society of Film Critics"in En İyi aktör Ödülü'nü kazanmıştır. Colin Farrell, Roland Bozz karakteriyle cesur ve sözdinlemez bir askeri canlandırmaktadır. Başına buyruk ve umursamaz bir asker olan Bozz, hem askerlik kurumuyla hem de askerlik mantığıyla sık sık çatışmaktadır. Amirleri ve arkadaşları arasında bu nedenle sürekli gerilim konusu olmaktadır. Müfreze bu gerilimlerle birlikte Vietnam'dan önceki son eğitim kampı olan Tigerland'a gönderilir. Michael Bublé Michael Bublé, (d. 9 Eylül 1975) Kanadalı müzisyen, pop-caz sanatçısı; aktör. ABD'de büyük başarılar elde ediyor iken, 2003 yılında çıkarttığı aynı adlı albümü ile Kanada'da, Avustralya'da ve İngiltere'de müzik listelerinde ilk 10'a girdi. Özellikle It's Time albümü ile büyük yankı uyandırdı. Aslen İtalyan asıllıdır. Büyükbabasının caz koleksiyonunda yer alan albümleri dinleyerek büyüdü. Bu olayı da, kendi resmi internet sitesinde, "Büyükbabam benim gerçek arkadaşımdı. Müzik dünyasının kapılarını bana açan kişi odur. Rock & roll ve modern altyapılı eserleri de beğeniyorum; büyükbabam Mills Brothers'ı ilk kez çaldığında büyülü bir şeyler oldu. Sözler çok romantik ve gerçekçiydi... Bu da benim bir parçada aradığım özellikti. Kendi geleceğim gözlerimin önüne geldi. Bir şarkıcı olmak istiyordum ve bu şarkı da benim söyleyeceğim şarkı olmalıydı." şeklinde anlattı. Bublé'in büyükbabası, kendisinin sevdiği standartları, Bublé'in öğrenmesi konusunda kendisini destekledi ve Vancouver'daki yetenek yarışmasına katılmasını sağladı. Bublé, bu yarışmayı kazandıysa da, küçük yaşta olması nedeniyle; diskalifiye edildi. Ancak bu kendisine engel olamadı ve 17 yaşında iken, Kanada'da düzenlenen bir "Yetenek Yarışması"nda birinci oldu. Ardından, 2000 yılında ise, iki adet Genie Ödülü kazanmayı bildi. Bublé'in gerçek müzik kariyeri, bir düğün esnasında söylediği "Mack The Knife" adlı eser ile başladı. Düğün sahiplerinden biri olan Brian Mulroney, Bublé'i David Foster ile tanıştırdı ve yaptıkları anlaşma ile, Bublé müzik hayatına başlamış oldu. İlk albümü adıyla aynı adı taşıyan Michael Bublé oldu ve bu albümde "Fever", "The Way You Look Tonight" ve "For Once In My Life" gibi birçok dönemden 2001 yılına kadar gelmiş birçok standart yer aldı. Albüm, Kanada, İngiltere ve Avustralya müzik listelerinde fırtına gibi eserek, ilk 10'a girdi ve 2004 Juno Ödülleri'nde "En iyi yeni yetenek" ödülünü kazandı. Aynı adlı albümü "Yılın Albümü" kategorisinde de aday olmasına rağmen, bu kategorideki ödüle layık görülmedi. Bublé, müzik kariyer dışında sinema ile de ilgilenmeye başladı ve geçen birkaç yıl içerisinde birçok filmde rol aldı. "Duets/Düetler" adlı filmde, Gwyneth Paltrow ve Huey Lewis ile aynı sahneyi paylaştı. Ayrıca, "Totally Blonde" ve "The Snow Walker" adlı yapımlarda da yer alarak adından söz ettirdi. Örümcek Adam 2 filmi için, "Spiderman Theme"i seslendirdi. Bublé'in ikinci stüdyo albümü It's Time, "tam zamanı"nda piyasaya sürülerek; çok büyük bir liste başarısı yakaladı. "Billboard" müzik listelerinde 7 numaraya kadar yükselen albüm, Avustralya müzik listelerinde 2 numaraya yerleşti. Albümde Beatles ve Ray Charles şarkılarının yeniden yorumlamaları ile beraber Home parçası da yer aldı. Birçok caz sanatçısı tarafından baştacı edilen birçok parçayı da yeniden yorumlayan Bublé, caz severlerden bü
yük destek gördü ve "It's time" albümü sayesinde, "yeni Frank Sinatra" olarak anıldı. Michael Bublé, albümleri ile, bugüne kadar 10 milyondan fazla kopya sattı ve özellikle Avrupa, Güney Afrika, Brezilya, ABD, Avustralya ve Kanada gibi ülkelerde büyük ilgi gördü. 2006 Juno Ödülleri'nde "Yılın Pop Albümü (It's Time)", "Yılın Single'ı (Home)", "Yılın Albümü (Michael Bublé)" ve "Yılın Sanatçısı" ödüllerine layık görüldü. Özellikle caz müzisyeni Chris Botti ve yine Kanadalı şarkıcı Nelly Furtado ile yaptıkları parçalar ile de adından söz ettirdi. ! style="background:#efefef;" | Yıl ! style="background:#efefef;" | Albüm adı It's Time (Michael Bublé albümü) It's Time Kanadalı caz ve pop şarkıcısı Michael Bublé'in bir albümüdür. 15 Şubat 2005 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Ancak, iTunes ve benzeri programların sunduğu müzik mağazalarında, bu tarihten önce satışa sunulmaya başlanmıştır. A Song for You A Song for You, 1970 tarihli bir klasik pop şarkıdır ve ilk olarak rock şarkıcısı/söz yazarı Leon Russell tarafından seslendirilmiştir. "A Song For You", genel gidişat olarak; tutkulu ancak bitmiş olan bir aşkı anlatmaktadır. Bugüne dek birçok caz/pop şarkıcısı tarafından seslendirilen şarkı, özellikle parça aralarında, bir tırmanan, bir inişe geçen vokallerle diğer klasiklerden ayrılmaktadır. Boba Fett Boba Fett, Yıldız Savaşları (Star Wars) serisinde geçen kurgusal karakterlerden biridir. Seride, İmparatorluk ve Jabba the Hutt için çalışan bir kelle avcısı olan "Boba Fett", Han Solo ve Chewbacca'nın izini sürüp, tutsak almıştır. "Boba Fett", seride , ve filmlerinde yer almıştır. Ayrıca 'un özel yayınlanmış verisyonunda da yer almıştır. Jango Fett'in klonu (genetik kopyası) olan "Boba", Kamino gezegeninde yaratılmış fakat "Klon Ordusu" saflarına girmeden, Jango'nun normal oğluymuş gibi yetiştirilmiştir. Mandalorian tarzı ile eğitilmiş, galaksi boyunca korkulan ve dehşet saçan bir kelle avcısı olarak yetişmiştir. Avını zekası ve kurnazlığı ile takip edip, yakalaması ile bilinir. "Fett", genelde suç örgütü lideri Jabba the Hutt için çalışmış ve Darth Vader ile işbirliğinde olmuştur. Boba Fett ROTJ'da Luke'un Han'ı kurtarması sırasında Sarlacc adı verilen yaratık tarafından yutulmuştur.Herkes tarafından öldü sanılmasına rağmen jet packini ve termal patlayıcılarını kullanarak yaratığı içinden havaya uçurmuş ve son anda ölümden kurtulmuştur.Yaratığın içinden çıktığında perişan bir halde olan Boba Fett başka bir ödül avcısı olan Dengar tarafından bulunarak kurtarılmıştır.Birçok kereler ölümle burun buruna gelmiş, ilişkileri olmuştur. Yuuzhan Vong istilasında önemli bir yeri vardır. Hem yuuzhan Vonglar ile karşılaşan ilk gruptan olan Fett hem de bir mandalorian ordusu kurarak savaşın sonlamasında pay sahibi olmuştur. Savaş sonrasında ne olduğu bilinmeyen Fett daha sonra sağlık durumunun bozulması nedeniyle (Clone olması nedeniyle) Kaminolu bilim adamlarının peşinde düşmüştür. Bu sırada bir kızı ve torunu olduğunu öğrenir. Galaktik İç Savaşta Thrackan Sal-Solo tarafından kiralanır fakat Han Solo'ya yardım ederek Sal-Solo'nun öldürülmesini sağlar. Bu sırada kızının Han Solo'nun oğlu Jacen Solo tarafından öldürüldüğünü öğrenir fakat Han Solo'dan intikam almamayı seçer. Marmara FM Marmara FM, 1993 yılında bir grup iş adamı tarafından kurulan ulusal bir radyo istasyonudur. İstanbul'un Üsküdar ilçesinden yayın yapmaktadır. 2011 yılında satılmasının ardından yayınları sona ermiş ve aynı frekanslardan Radyo Cihan adında yeni bir radyo istasyonu yayına başlamıştır. 2012 yılında yeniden yayına başlamıştır. MTV Film Ödülleri MTV Film Ödülleri (MTV Movie Awards), MTV (Music Television) tarafından her yıl geleneksel olarak verilen film ödülleridir. Dünayada MTV aracılığıyla yayınlanmaktadır. Ödül töreni sırasında çeşitli şarkıcıların performanslarına yer verilmekte ve o yıl hit olmuş filmlerin parodileri yayınlanmaktadır. Adaylar "Tenth Planet Productions" isimli yapım şirketine bağlı bir kurul tarafından belirlenmektedir. Bu yapım şirketi MTV Film Ödülleri'nin de yaratıcısıdır. Kazananlar halk tarafından belirlenmektedir. Halihazırda, MTV'nin resmi internet sitesindeki "Movie Awards" linkine tıklanılarak oy kullanılmaktadır. Canlı yayınlanan MTV Video Müzik Ödülleri'nin aksine MTV Film Ödülleri kayda alınmakta ve ödül töreninin yapılmasını takiben birkaç gün içinde banttan yayınlanmaktadır. MTV Film Ödülleri töreni zaman zaman canlı olarak bazı paralı özel kanallardan yayınlanmaktadır. MTV Film Ödülleri çeşitli kategorilerde verilmektedir. Yıldan yıla, bu kategorilerden bir kısmı birleştirilebilmekte veya bir kısmı elimine edilebilmektedir. Kategoriler şunlardır: 1988 Eurovision Şarkı Yarışması 1988 Eurovision Şarkı Yarışması, 30 Nisan 1988 tarihinde İrlanda'nın başkenti Dublin'de gerçekleştirilen 33. Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Yarışmada İsviçre'yi Celine Dion, Lüksemburg'u Lara Fabian, Fransa'yı Gerard Lenorman gibi dünyaca ünlü isimler temsil etmiştir. Yarışmayı "Ne Partez Pas Sans Moi" şarkısını söyleyen Celine Dion'un temsil ettiği İsviçre kazanmıştır. Türkiye, Yunanistan'ı ilk kez puanlamıştır. MFÖ, 8 ülkeden puan toplamıştır: 1980 Eurovision Şarkı Yarışması 1980 Eurovision Şarkı Yarışması, 19 Nisan 1980 tarihinde Hollanda-Den Haag, Congresgebouw'da gerçekleştirilmiştir.Yarışmayı Marlous Fluistima sunmuştur. Aslında 1979 yılındaki yarışmayı İsrail kazanmıştı fakat o zamanlar IBA kanalının ekonomik bir sorunu vardı ve yarışmaya İsrail ev sahipliği yapamayacaktı. Ayrıca 19 Nisan İsrail'de anma günü olduğu için İsrail yarışmaya da katılamamıştır. Fas, yarışmaya ilk ve son kez katılmıştır. Katılmasının nedeni, İsrail'in yarışmaya katılamamasıdır. Yarışmada İrlanda; Türkiye ve Fas'ın puan vermemesine rağmen açık ara bir birincilik elde etmiştir. Ajda Pekkan'ın " Aman Petrol" şarkısı ile temsil ettiği Türkiye sadece Avusturya, Fas ve İtalya'dan puan alabilmiştir. 1979 Eurovision Şarkı Yarışması 1979 Eurovision Şarkı Yarışması 31 Mart 1979'de İsrail'in Binyaney Ha'ouma Centre-Kudüs adlı stadında yapılmıştır. 1979 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye'nin, o yıl İsrail'in başkentini Kudüs'te yapıldığı için şarkısını seçtiği halde katılmadığı müzik yarışmasıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin 1979'da yarışmaya katılmaması İsrail'le alakalı değil, Kudüs'le alakalıdır. Bu gerçek, Türkiye'nin tek Eurovision dergisi "Dinle"'nin 5. sayısında Bülent Özveren'in bizzat açıklamasıyla ortaya çıkmıştır. Eğer temsil edebilseydi o yıl Türkiye'yi Maria Rita Epik & 21. Peron "Seviyorum" adlı hoş şarkıyla temsil edecekti. Anne-Marie David'in 1973 Eurovision Şarkı Yarışması'nda olduğu gibi Lüksemburg'u değil Fransa'yı, dönemin popüler alman grubu Dschinghis Khan'ın ( Cengiz Han ) Almanya'yı temsil ettiği yarışmadır. 1991 Eurovision Şarkı Yarışması 1991 Eurovision Şarkı Yarışması düzenlenen 36. Eurovision Şarkı Yarışması'dır. 4 Mayıs 1991 tarihinde Roma'da düzenlenmiştir. Puanları eşit olan Fransa ve İsveç'in -ikisi de 4 ülkeden 12 tam puan almıştır- 10 puan aldıkları ülke sayısına bakıldığında 5'e 2 üstünlük sağladığı için İsveç yarışma sonunda birinci ilan edilmiştir. İtalya'yı sevilen şarkıcı Peppino di Capri temsil etmiş ama sıralamada ancak yedinci olabilmiştir: Türkiye'yi İzel, Can Uğurluer ve Reyhan Karaca; İki dakika adlı şarkıyla temsil etmiştir. Meryem Namazi Meryem Namazi (Farsça : مریم نمازی) İran Komünist-İşçi Partisi Siyasal Bürosu üyesidir. Ortadoğu, Güney Batı Asya, ve Avrupa'dan da izlenebilen İKİP uydu televizyon kanalı New Channel'de haftalık International TV programının yapımcısı ve sunucusudur. Worker-communist Quarterly'nin ve İKİP İngilizce haftalık yayın organı "WPI Briefing"in editörüdür. Aynı zamanda İran Kadın Özgürlüğü Örgütü (SAZ) üyesi ve Dayanışma Grupları Koordinatörü'dür. Namazi ABD'de büyüdü. Yirmili yaşlarında özellikle Kuzey Afrika'da etkinlikte bulunan NGO'larda çalıştı. Sudan'da bulundu. O dönemde yaptığı insancıl çalışmalarından dolayı uluslararası ödül aldı. Daha sonra Marksizm ve İşçi-komünizmi hareketiyle tanışan Namazi İKİP'e katıldı. Bir dönem, Türkiye'de de insan hakları aktivistlerince tanınan, Uluslararası İranlı Mülteciler Federasyonu (IFIR) başkanlığını yürüttü. Özellikle kültür göreciliği ve çok-kültürcülük kavramları çerçevesinde yürütülen recm (taşlayarak öldürme), kadın sünneti, töre cinayetlerini vb. "ötekinin kültürüne saygı" adı altında olumlayan gerici ve dinci hareketleri ve yaklaşımları eleştiren çalışmalarıyla tanınıyor. Namazi aynı zamanda sıkı bir kadın hakları savunucusu ve tavizsiz Marksist bir militandır.Halen İngiltere'de yaşıyor ve bir çocuk annesi. National Secular Society 2005 yılı Sekülerist Ödülünü aldı. Klasik pop Klasik pop, bir Amerikalı şarkı yazma, söyleme ve düzenleme stilidir. En parlak çağları, 1930'lar ve sonrasıdır ve o zamanlarda, "Popüler müziğin ta kendisi" olarak ifade edilmiştir. Rock and roll'un keşfine kadar da "popüler müzik" olarak kalmıştır. Bir janr olarak da, kendisini kanıtlamış birçok şarkıcı ve müzik grubu tarafından somutlaştırılmıştır. Pop'dan çok önce popülerleşen caz yüzünden, pop standartları, caz standartları ile çokça karıştırılmıştır. Bunun sebebi ise caz müzisyenlerinin, pop standartlarına ilgi duyması ve birçoğunu kendi yorumlarıyla seslendirmeleri olmuştur.Michael Jackson, Ray Charles, Louis Armstrong, Cole Porter, Frank Sinatra, Ella Fitzgerald, Anita O'Day, Billie Holiday, Sarah Vaughan, Dinah Shore ve Britney Spears gibi yaşadığı dönemin en büyük isimleri arasında kabul edilen sanatçılar tarafından da dikkate değer görülmeleri ve seslendirilmeleri, pop standartlarının önünü açmıştır. Günümüzde pop müziğin öncüleri Lady Gaga, Adele, Katy Perry, Rihanna, Beyoncé gibi sanatçılardır. Günümüzdeki çoğu sanatçı geçmişten ilham alarak yeni türler ortaya koymaktadır.Birçok önemli isim tarafından dikkate değer bulunmasıyla adından söz ettirmiş "pop standartları", akılda kolay kalan şarkı sözleri ve etkili ritimleriyle müzik piyasasında sarsılmaz bir yere çabucak sahip olabilmiş
tir. Bu bağlamda, bir takım terimleri de beraberinde getirmiştir: Bugün, "klasik pop", birçok popüler sanatçı (Diana Krall, Michael Bublé, Natalie Cole...) tarafından el üstünde tutulan bir terim olmuştur. Try a Little Tenderness "Try a Little Tenderness" 1933 yılında kaydedilmiş bir R&B/soul parçasıdır. Frank Sinatra ve Percy Sledge gibi yaşadığı dönemin en ünlü isimlerinden biri olan sanatçılar tarafından seslendirilmiş olan "Try a Little Tenderness", Otis Redding tarafından meşhur edilmiştir. Rolling Stone tarafından, "Tüm zamanların en iyi şarkıları"ndan biri olarak kabul edilmiş "Try a Little Tenderness"; sayısız kere yorumlanmış bir parçadır. Özellikle caz ve pop şarkıcıları tarafından yorumlanmasıyla; kimi zaman bir caz, kimi zaman da bir pop standardı olarak da kabul görmüştür. Cry Me a River "Cry Me a River", klasik pop tarzında bir şarkı. 1953 yılında Arthur Hamilton tarafından yazılmıştır. Tıpkı diğer klasik pop şarkılarında olduğu gibi, bir klasik caz şarkısı sanılmaktadır. Birçok caz müzisyeni tarafından, üzerinde çalışılmış olması bunun en büyük sebebidir. Filmografisi zengindir, pek çok filmde romantik sahnelerin vazgeçilmez müziği olmuştur. "Cry Me a River"ı en son V for Vendetta filminde, Evey Hammond (Natalie Portman) Gölge Galerisi'ni gezerken arka planda V'nin juke-boxında çalan şarkı olarak dinledik. Köprü (bilgisayar) Köprü(Bridge) (İngilizce: "bridge"), iki TCP/IP ağını birbirine bağlayan bir donanımdır. İki veya daha fazla aynı protokolü kullanan ağları bağlamak için kullanılan bir cihazdır. Bağlama işlemi, iki ağdaki her mesajı birbirine tekrarlanarak sağlanır. Köprü, Veri bağı katmanı'nda çalışan bir standarta sahiptir. Bu cihaz içinde erişim yapabileceği cihazların adres tablosunu barındırır. Bu tablo sayesinde verinin hangi ağdan hangi ağa gittiğini belirler ve veriyi yönlendirir. Köprü, bir ağda filtre gibi çalışarak yönlendirilen veri paketi karşı ağı adreslemiyorsa o ağın trafiği aşırı yüklenmesin diye paketleri diğer ağa geçirmez. Köprüler, hangi veri paketlerini kabul edip hangi paketleri kabul edemeyeceklerine karar vermek için ethernet adreslerini kullanır. Bu adresleri de üzerinde bulunan tablodan seçer. Kullanılan köprüye bağlı olarak, ağ yöneticisinin bu tablolara giriş yapması gerekli olabilir ya da köprünün kendisi tabloları dinamik olarak oluşturabilir. Köprü türü cihazlar, genel olarak benzer teknolojiye sahip LAN’ları birbirine bağlamak için kullanılır. Köprüler benzer teknolojiye sahip Yerel alan ağı'larının birbirlerine bağlanmasında kullanılır. Bağlantı sonucu yerel alan ağları mantıksal açıdan yine tek bir LAN olur. Büyük aglar daha küçük aglara bölünerek köprü üzerinden birbirlerine baglanırlar. Bunun şöyle yararları vardır: Köprüler, OSI'nin 1. ve 2. katmanında çalışır. İletişim hataları bu katmanlarada denetlenir. Ayrıca fiziki adreslemeler ve fiziki adres erişimleri bu katmanlarda yapılır. Köprü cihazı en çok Ethernet protokolünü kullanmaktadır. Autumn Leaves Autumn Leaves, defalarca kere yorumlanmış bir klasik pop ve caz şarkıdır. Orijinal hali, 1945 yılında yazılmış "Les Feuilles Mortes" (Türkçe: Ölü Yapraklar) adlı Fransızca bir şarkıdır. Fransızcadan İngilizceye çevirisini Johnny Mercer yapmıştır. Hem caz, hem de pop sanatçılarının ilgisini çekmesinin nedeni; parçanın her iki türe de uyum sağlayacak bir altyapıya sahip olmasındandır. Enstrümantal bir havada ilerlemesi ve sözlerinin derin anlamlar içermesi, parçayı birçok sanatçının gözünde değerli bir yere taşımıştır. Bestesini Joseph Kosma'nın yaptığı parçanın Fransızca sözlerini ünlü şair Jacques Prévert yazmıştır. Amerikalı şarkı sözü yazarı Johnny Mercer de 1947 yılında şarkıya İngilizce sözler yazmıştı. Şarkı ilk kez 1946 yılında Marcel Carné'nin çektiği Les Portes de la Nuit filminde Yves Montand tarafından söylenince ünlü oldu. 1956 yılında ise ABD'de Robert Aldrich şarkı ile aynı adı taşıyan filmi çekti. Joan Crawford'un başrolünü oynadığı filmde ise şarkıyı Nat King Cole seslendiriyordu. Joe Pass Technobesk Technobesk. Tekno müzik ve arabeskin karışımı müzik. Cankan, İsmail YK, Kadir Tapucu, Nadide Sultan ve Hatice bu tarzı yapanlara örnek olarak verilebilir. Hatice bint Hüveylid Hatice bint Hüveylid veya Hatice'tül Kübra (, yaklaşık 555 - 619), İslâm peygamberi Muhammed bin Abdullah'ın ilk eşidir. Müslüman olmadan önceki lakabı Tâhire idi. Hatice Muhammed ile evlendiğinde 40 yaşında idi. Babasının adı Hüveylid, annesininki Fatıma'dır. Hatice'nin amcasının oğlu ise Varaka Bin Nevfel'dir. Muhammed'in soyu baba tarafından Kusay, anne tarafından Lüey sülâlesiyle birleşmektedir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak milâdi 555 olabileceği tahmin edilmektedir. Kureyş kabilesindendir. Daha önce iki kez evlenmiş ve ikinci kocasının ölümünden sonra kendi adına ticaret yapacak bir adam görevlendirmeyi adet edinmişti. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam'a ticaret kervanları düzenlerdi. Ticaretle uğraştığı için kendisi Tacire denilirdi. Ayrıca ilk çocuğu Hind olduğu için künyesi de Ümmü Hind'tir. Şam'a gönderdiği kervanların birine başkan olarak Muhammed'i tayin etmiştir. Normalde bir Kureyşliye ödenen miktarın iki katını vermiştir. Hatice bir gün rüyasında gökteki ayın hanesine girdiğini ve daha sonra koynuna girdiğini görmüş rüyasını kuzeni Varaka'yla paylaşmış ve kuzeni gelecek olan son peygamberin eşi olacağını müjdelemiştir. Kervanın dönüşünde Muhammed'in yanında bulunan Hatice'ye ait köle, Muhammed'in iki tarafında iki melek gördüğünü söylemiş Hatice de bu olaydan önce gördüğü rüyayı hatırlamış, Muhammed'in gelecek olan son peygamber olduğunu anlayıp evlenme teklif etmiştir. Muhammed'in bu teklifi kabul etmesiyle evlenmişlerdir. Mehir olarak 20 dişi deve Hatice'ye verilmiştir. Hatice'nin Muhammed'den iki oğlu ve dört kızı toplam 6 çocuğu olmuş fakat erkek çocukları küçük yaşta vefat etmiştir. Erkek çocukları Kasım ve Abdullah, kız çocukları ise sırasıyla; Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma’dır. Hatice, Muhammed'e hem eş hem iyi bir arkadaş hem de danışman olmuştur. İlk Müslüman kadın olmuş ve eşini hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır. 619 yılında vefat ettiğinde yaklaşık 64 yaşındaydı, Muhammed onu hiçbir zaman unutmadı daima ondan ve onun âhlakından bahsetti. Hatice’nin vefat ettiği sene hüzün yılı ilan edilmiş, Muhammed onu ölümünden sonra daima hayırla anarak, vefa göstermiştir. Mısırlı Ahmet Mısırlı Ahmet (Ahmet Yıldırım), 1963'te Ankara'da doğmuş Türk müzisyen. Türk darbukası çalarak başlamış, kendini geliştirmek üzere "bu müziğin en iyi icra edildiği yere", Mısır'a gitmiş, Omar Khayrat, Mohammad Fuad, Fethi Seleme, Amr Diab gibi Mısır'ın en ünlü ve usta müzisyenleriyle çalışmış ve kendine özgü bir teknik yaratmıştır. Bu teknik özellikle imkân verdiği hızla çok ilgi çekmiştir. Mısırlı Ahmet 1963 yılında Ankara'da doğdu. 17 yaşında iken darbukaya başladı, daha önce ailesinde müzisyen olmadığından, darbukayı çalmayı kendi kendine öğrendi. 1987 yılına kadar Ankara’da müzik yaşantısını devam ettirdi. Bir süre sonra Fransa’ya giderek bireysel çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarda, şimdi kullandığı tekniği keşfetti ve geliştirdi. Daha sonra gittiği Mısır’da dönemin en önemli sanatçıları ile çalıştı ve ilk albümünü (Oriental and Percussion) Mısır’da kaydetti. Daha sonra geldiği İstanbul’da bulduğu yeni teknik, ritim anlayışı, soloları ve felsefesi ile kısa zamanda ünlendi ve birçok sanatçıya albümlerinde eşlik etti. Yıllar sonra Mısır’a dönerek, Sina Çölü’nde “Deholla” (darbukanın büyük boyutlusu) üzerine çalışmalar yaptı ve ilk defa Dehollo çalma tekniğini yarattı. Sina’dan sonra gittiği İspanya’da flemenko üzerine çalıştı ve ardından bir sene arayla iki albüm çıkardı. “Mel de Cabra” ve “The Search” adını taşıyan bu albümlerinde İspanyol, İsrailli ve Türk müzisyenlerle çalıştı. Mısırlı Ahmet dünyanın birçok ülkesinde ve hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde konserler verdi. 2003 yılında sponsorluğunu Avrupa Birliği’nin yaptığı Euro Med Medimusses projesi kapsamında, Tunus’ta yapılan ve Akdeniz ülkeleri perkisyonistlerinin katıldığı festivalde Türkiye’yi temsil ederek büyük bir ilgi gördü. Ardından, Akdenizli Büyük Müzik Üstadları onuruna yapılan albüm serisinde, percussion dalında sadece Mısırlı Ahmet’e onursal albüm yapıldı ve bu albümden (Natural Moments) sonra kendisine “üstad” makamı verildi. Ayrıca nadiren de olsa çıktığı programlarda diğer sanatçılardan farklı olarak mısıra özgü ve hayranlık uyandıran işlemeli giysiler giymesi Ahmet Yıldırım'ın "Mısırlı Ahmet" olarak akıllarda kalmasını sağlamaktadır. Eduplus tarafından her yıl geleneksel olarak verilen Liderlik Zirvesi Ödülü, 2006 yılında müzik dalında Mısırlı Ahmet’e verildi. Şu an İstanbul'da dünyanın ilk darbuka okulu olan MISIRLI AHMET RİTİMHANESİ 'nde kendi tekniğini ve darbukayı bu enstrümanı öğrenmek isteyenlere özel kurs olarak vermektedir. Mısır'dan dönüşünde "Mısırlı" lakabını almıştır ve dünyada da böyle tanınmaktadır. Mısır'da ise "Ahmed-i Türki" adıyla anılmaktadır. Mısır'dan sonra gittiği İspanya'da flamenko müziğini de tarzına dahil etmiştir. Mısırlı Ahmet'in teknik ve ritimleri caz, flamenko, Latin Amerika, Hint ve Arap müziğine pek çok müzik türünden izler taşımaktadır. Mısırlı Ahmet, müziğe bakışını ve Mısır tecrübesini 14 Aralık 2005 tarihli Milliyet Pazar'a şöyle özetlemiş; Çölde o sessizlikte çok ilginç tonlar duydum. Orada kalbinizin sesini duyabiliyorsunuz çünkü. 90'lardan sonra darbukada bana feyz verebilecek bir şey kalmamıştı. Doholle çalmaya başladım. Dohollede çıkan sound'ları ben de şaşkınlıkla seyrediyorum. "Allahım vakit yetecek mi? Ben ölmeden bu mevzuyu toparlayabilecek miyim?" diyorum. O kadar kısa bir ömrümüz var ki. Hiç zamanım yok. En büyük idealim ölmeden önce muhteşem bir solo yapmak. Yani "Daha iki saat önce acayip çaldı, rahmetli oldu. Buyrun atleti de burada, hâlâ kurumamış" demeleri. Mısırlı Ahmet aşağıdaki albümlerde perküsyon icracısı olarak yer almıştır. 2005 MTV Film Ödülleri 2005 MTV Film Ödülleri MTV kanalı tarafından
2005 yılında verilmiş olan film ödülleridir. Ödül töreninin sunuculuğunu Jimmy Fallon yapmıştır ve Mariah Carey, Eminem, Foo Fighters ve Yellowcard tören sırasında sahne alan şarkıcılardır. 1985 yapımı "The Breakfast Club" isimli filme "The Silver Bucket of Excellencex" ödülü verilirken Tom Cruise MTV tarafından 2005 yılında ilk kez verilen MTV Jenerasyon Ödülü'ne (MTV Generation Award) sahip olmuştur. Diğer ödüllerin aksine bu ödüller halk tarafından verilmemiştir. 2005 MTV Film Ödüllerinin bir özelliği de Nine Inch Nails adlı müzik grubunun törenlerde sahne almaktan son anda vazgeçmesidir. MTV'nin George W. Bush'un fotoğrafı önünde performans sergilemesine izin vermemesi üzerine adıgeçen grup çekilme kararı almıştır. MTV yetkilisi Trent Reznor konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada "Başkanımızın imgesi bana olduğu kadar MTV için de ofansif bir niteliğe haizdir" demiştir. Bahse konu grubun çekilmesi üzerine yerini Foo Fighters almıştır. Gaspar Noé Gaspar Noé (d. 27 Aralık 1963, Buenos Aires), Arjantin'li Fransız yönetmen, film yapımcısı ve senarist. Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te dünyaya gelen Gaspar Noé, çocukluğunu Buenos Aires ve New York'ta geçirdikten sonra 12 yaşlarında iken ailesiyle Fransa'ya göç etti. Lise eğitiminden sonra Paris'te felsefe ve sinema eğitimi aldı. Üniversite sonrası, 1985 yılında Arjantinli yönetmen Fernando Solanas'ın yönettiği "El exilio de Gardel (Tangos)" adlı filmde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. İlk yönetmenlik deneyimini yine 1985 yılında, "Tintarella di luna" filmi ile kazandı. 18 dakikalık bu kısa filmde Noé, bir kasabada yaşayan, kocasını terk edip nehrin öbür yakasındaki sevgilisine giden bir kadının hikâyesini anlatmıştı. Bu çalışmasını 1987'de, yine bir başka kısa film olan "Pulpe amère" takip etti. 1988 yılında Noé, yeniden Arjantinli yönetmen Fernando Solanas'ın "Sur" adlı filminde yardımcı yönetmenlik yaptı. 1991 yılında üçüncü kısa film çalışması "Carne" ile ilk defa uluslararası arenada kendisinden söz ettirmeye başladı. 40 dakikalık bu çalışma, 1991 Cannes Film Festivali'nde ödül kazandı. 1998 yılında ilk uzun metrajlı filmi olan "Seul contre tous"yu (Herkese Karşı Tek Başına) çekti. Bu film başta Cannes olmak üzere pek çok film festivalinden ödülle dönmeyi başardı. 4 yıllık aradan sonra 2002 yılında ikinci uzun metrajlı filmi "Dönüş Yok" ("Irréversible") ile 2002 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'ye aday oldu. 2009 yılında gösterime giren, "Enter the Void(Boşluk)" adlı filmi de, yine aynı şekilde 2009 Cannes Film Festivali'nden Altın Palmiye'ye aday olmayı başardı. II. Charles (İngiltere kralı) II. Charles (26 Mayıs 1630 - 6 Şubat 1685), İngiltere, İskoçya ve İrlanda kralı. I. Charles ve Fransa kralı IV. Henri ile Marie de Médicis'in kızı Henrietta Maria'nın ikinci oğludur. Londra'da Saint James Sarayı'nda doğdu. Eğitimi, 1642'de İngiliz İç Savaşı başlayınca yarıda kaldı. İç Savaş sırasında İngiltere'nin batısında savaştı, ama Kralcıların uğradığı bozgun üzerine Fransa'ya annesinin yanına kaçtı. Bu sırada annesinin ve kız kardeşinin bütün ısrarlarına karşın Katolik olmayı reddederek Protestan mezhebine bağlı kaldı. I. Charles'ın 1649'da idam edilmesinden sonra Oliver Cromwell'e karşı çıkan İskoçlar, Charles'ı yeni kral ilan ettiler;İskoçya'ya giden Charles, karşılığında İskoçların mezhebi Presbiteryen'i korumaya söz verdi. Ancak İskoç ordusu Eylül 1650'de Dunbar'da Cromwell'e yenildi. Ardından 1651'de Worcester'da kesin yenilgiye uğrayan Charles yeniden Fransa'ya kaçtı. Zor koşullar altında Fransa'da yaşayan Charles'ın durumu, Cromwell öldükten sonra da değişmedi. Ancak Cromwell'in ardıllarının ülkeyi parçalayacağını düşünen İskoçya'da vali olan İngiliz general George Monck, ordusuyla yönetimi devirdi ve Charles'ı tahta çıkardı (1660). Charles 1661'de Kralcıların ağırlıkta olduğu bir Parlamento topladı. 1679'a değin var olan bu Parlamento, birçok baskıcı yasa çıkardı. Ordunun denetimini krala veren, muhalif yöneticilerin başında bulunduğu ilçeleri feshetme hakkı tanınan yasalar çıkarıldı; basına sansür uygulandı, eğitim denetim altına alındı. Yine de kralın Katoliklere hoşgörü gösterilmesi yönündeki çabaları başarısızlığa uğradı ve kralın bu politikası Avam Kamarası'nca engellendi. Mali yönden de serbest davranamayan kral, parasızlık sorununun üzerinden gelemedi. II. İngiltere-Hollanda Savaşı'nın (1665-1667) başarısızlıkla sonuçlanması, saygınlığını zedeledi. Ayrıca bu dönemde Londra'da büyük bir veba salgını (1665-1666) ve Büyük Londra Yangını (2 Eylül 1666) meydana geldi. Kral,Büyük Londra Yangınında Londra'yı kurtarmak için büyük çaba gösterdi. Charles, kayınbiraderi Orléans dükü Philippe'in ağabeyi Fransa kralı XIV. Louis ile gizli bir anlaşma imzaladı (1670). Hollanda'ya karşı Fransa'nın İngiltere'yi destekleyeceğini öngören anlaşmaya göre Charles Katolik olacaktı. Ancak gizli maddenin koyu Protestan olan İngiliz halkına duyurulacağı korkusuyla Charles Fransa'ya bağlı duruma geldi ve bu yüzden halkın güvenini iyice yitirdi. 1678'de Titus Oates adlı eski bir Anglikan rahip, Katoliklerin kralı öldürerek yerine Katolik kardeşi II. James (İngiltere)'i getireceğini iddia etmesi üzerine Parlamento ikiye bölündü. James'in tahta çıkmasını istemeyenler "Tory" isteyenler ise "Whig" olarak ikiye ayrıldılar. "Tory"lerin baskıları üzerine Charles, kardeşini İngiltere'den uzaklaştırmak zorunda kaldı.Sonunda Parlamentoyu dağıtan (1681) kral, Fransa'yla anlaşarak yüklü mali destek sağladı. II.Charles 1679 yazında ağır olarak hastalandı ve hastalığının ağırlaşması üzerine 6 Şubat 1685'te 54 yaşında öldü. Öldüğünde meşru çocuğu olmadığı için yerine kardeşi James geçti. Charles öldüğünde, ardında 14 tane gayrımeşru çocuk bırakmıştı. Oğullarından en büyüğü olan Monmouth Dükü James, daha babasının sağlığında Toryler tarafından ardıl olarak gösterilmişti. Charles ölünce yerine geçen II. James, Monmouth Dükünü isyan ettiği için idam ettirdi. Bilime onem verenbir kral olan II. Charles döneminde ana bilim kurumu olan Royal Society kurulmuş, İngiltere'de bilimde büyük gelişmeler olmuştu. Charles ayrıca deniz taşımacılığı ve gemi tasarımını da geliştirdi. II. Charles doneminde Ingilizce edebiyatinda onemli şiir ve tiyatro oyunları alanında gelişmeler olmuştur. Kral II. Charles sanat ssver olarak ve ozellikle edebiyatta "Restorasyon Komedisi" alanında tiyatro sever olarak isim yapmıştır. Ankara kedisi Ankara kedisi, dünyaca tanınan bir kedi ırkı. Anayurdu Ankara olan Ankara kedisi, en eski uzun tüylü kedi soylarından birisidir. İlk kez 17'nci yüzyılda denizciler tarafından Avrupa'ya da götürülen Ankara kedisi 18'nci yüzyılda Avrupa soyluların sevgilisi haline gelmiştir. Eski zamanlarda Fransız krallarının saraylarında dahil her yerde mevcuttu. Diğer uzun tüylü bir kedi soyu olan Fars kedisinin ortaya çıkması ile Ankara kedisinin yıldızı solmaya başlamıştır. Ancak 1950'li yıllarda Amerikalı kedi yetiştiricileri tarafından tekrar bir Ankara kedisi çifti Anadolu'dan götürülerek yetiştirilmesi sonrasında tekrar sevilen bir ev kedisi olarak popülerliğine kavuşmuştur. Bugünkü Ankara kedileri güçlü, enerji dolu ama nazik, orta uzun ipekimsi tüylü bir kedi olarak tanınır. Çok hareketli olup, atlamayı severler, ilgi ve şefkat beklerler. Ankara kedisi saf ve doğal bir kedi türü olmasının yanı sıra Türkiye'nin ulusal hazinelerinden biri olarak görülür. Ankara kedisi pek çok kişi tarafından orijinal uzun tüylü kedi olarak kabul edilir. Eski adı Angora olan Ankara; ipeksi, zarif desenli ve uzun postlu hayvanların evi olarak bilinir. Ankara kedileri; hâlâ Türkiye'nin köylerinde ve kırsal yerlerinde, yüzyıllardır neredeyse hiç değişikliğe uğramadan dolaşmaktadır. Bu kadar zaman boyunca hayatta kalmasını sağlayan özellikleri; içgüdülerine oldukça bağlı ve son derece zeki olmasıdır. Günümüzde, özgür yaşamak yerine insanlarla yaşamaya alışmış olsa da kendine özgü güçlü kişilik özelliklerini korur. Ankara kedisi, Avrupa'da görülen ilk uzun tüylü kedi olarak bilinir. 10. yy.ın başlarında Vikingler tarafından Avrupa'ya getirildiği ve bu yüzden günümüz uzun tüylü kedilerinin atası oldukları bilinmektedir. Bugünkü Ankara kedisi; varlığını 1960'lı yıllarda Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi gibi kuruluşlara borçludur. Ankara Kedisi, 16. yüzyılın sonlarında bilim insanı Claude Fabri de Peirese ile birlikte Fransa'ya varmıştır. Vücudunun güzel ve oryantal yapısı, kısa zamanda popüler olmasını sağlamıştır. 1868 yılında bir İngiliz yazar tarafından "genellikle boyun kısmında uzun, gümüşe çalan muhteşem ve farklı tüylere sahip güzel bir kedi" olarak tanımlanmıştır. Bu türün beyaz rengi, türünün gerçek temsilcisi olarak görüldüğünden, beyaz kediler için Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi tarafından bir üreme programı başlatılmıştır. Ankara kedisi; çok zeki, cesaretli ve sahibine bağlı bir kedidir. Evde çıkılmamış hiçbir dolap, açılmamış hiçbir kapı bırakmayan, kendilerine ait atletik bir zarafetleri vardır. Sosyal ve oyuncudur. Oldukça yaramaz (hırçın) olan kuzenleriyle kıyaslandığında genellikle iyi huyludur. Yaşadığı coğrafî konum dolayısıyla sudan pek hoşlanmaz ki bu durum Van kedisinde tam tersidir. Ankara kedisi, sahibiyle hayatının ve evinin her yerinde birlikte olmak ister. Birlikte yaşadığı kişiye derin bir sevgi duyar ve karşılığında da aynı sevgiyi almaktan hoşlanır. Sahibi nerede olursa olsun ve ne yaparsa yapsın, yaptıklarından haberdar olmak için yanında olur. Sahibini oldukça abartılı sevgi gösterileriyle ödüllendirir fakat birşeyi yapmaya niyetlendiği zaman, en akıllı insan bile onu yolundan geri çeviremez. Yaptığı her şeyi ustalık ve çeviklik ile yapar. Hem erkeği, hem de dişisi harika ve sorunsuz üreyen bir kedidir. Sağlıklı, yapılı kedi yavrularına çok az zorlukla sahip olur ve onları yetiştirirken sevgi ve kur yapar. Zeki ve çevik olmasının yanı sıra bazen de çabuk sinirlenen bir kedidir. Sahiplerine istediklerini yaptırmak için onları beceriyle kullanabilecek kadar akıllıdır. Bir Ankara kedisine sahibi susad
ığı zaman musluğu açmasını ya da bir dolabı kapatmayı öğretebilir. Ankara kedisinin vücudu uzundur. Uzun bacaklara, uzun bir kuyruğa ve yine uzun ve kaslı, narince yapılanmış bir gövdeye sahiptir. Çok düzgün bir kemik yapısına sahiptir ve zarif bir görüntüsü vardır. Erkek kediler, dişilerden büyük olabilir. Uzun bacaklarının arka tarafları, önlerinden daha uzun olur. Parmaklarının arasında küçük tüyler bulunan, küçük ve yuvarlak patileri vardır. Mevsime göre uzunluğu değişen tüyleri vardır. Günümüzde pek çok değişik renk tüylü Ankara kedisi vardır. En iyi tüylere sahip Ankara kedileri, genellikle üç yaşını geçmiş kedilerdir. Bakılıp tarandıklarında daha da etkileyici tüylere kavuşurlar. Geniş ve badem şekilli gözlere sahiptir ve renkleri bakır, mavi, altın, yeşil ve ela olabilir. Geniş ve sivri uçlu, dik kulakları vardır. Orta boyda bir buruna sahiptir. Kuyruklarını yürürken vücut hizasında tuttukları görülür. Ankara kedileri genel olarak farklı göz rengine sahip kabul edilse de, bal rengi ve mavi gözlü Ankara kedileri de yaygındır. Gözleri farklı renkte olan Ankara kedileri arasında sağırlık yaygınken, tek renkli gözlere sahip Ankara kedileri normal bir şekilde duyabilirler. Ankara kedisinde ırsî bir hastalık olan ve bazen yüzeye çıkan Ataxi'ye karşı henüz bir ilâç geliştirilememiştir. Ankara kedileri ayrıca kas koordinasyon bozukluğuna ve hipertrofik kardiyomiyopati hastalığına genetik olarak yatkındirlar. Jane Fonda Jane Fonda (d. 21 Aralık 1937, New York), iki Akademi Ödülü sahibi ABD'li sinema ve dizi oyuncusu. Henry Fonda'nın kızı olan Jane Fonda, Actor's Studio'da öğrenim görüp, kısa bir süre sahneye çıktıktan sonra, 1960'ta sinemaya geçti. Peşpeşe oynadığı filmlerle, "Cat Ballou", (1965), "Son Gerçek" ya da "Atları da Vururlar" (They Shoot Horses, Don't They, 1969) gibi, kısa sürede dönemin en iyi kadın oyuncuları arasında sayılmaya başlanıp, 1971'de "Fahişe" (Klute), 1978'de "Eve Dönüş" (Coming Home) adlı filmlerle iki kez Akademi Ödülleri'ne adını En İyi Kadın Oyuncu sıfatıyla yazdırmayı başarmıştır. Kadın hakları için çalışıp, Vietnam Savaşı'na karşı çıkarak ve azınlık topluluklarının haklarının korunması için çalışarak toplumsal alanda da etkili olup, bir yandan da sinema oyunculuğunu sürdürdü: "Agnes of God" (1982), "Stanley ve Iris" (Stanley and Iris, 1990) filmlerinden bazıları. Stanley ve Iris filminden sonra Fonda, sinema filmi çekmeme kararı almış, ancak 2005 yılında sinemaya "Vay Kaynanam Vay" filmiyle dönüş yapmıştır. Filmin gişe açısından elde ettiği başarı Fonda'yı rahatlatmıştır. Filmden sonra Fonda pek çok reklam filmi teklifi almış ve aralarından L'Oréal firmasını seçmiştir. 2007 yılında "Georgia Yasası" filminde rol almıştır. Fonda'nın son projesi, Broadway'a 46 yıl aradan sonra dönüş projesi olan " 33 Varyasyon" adlı oyundur. Oyunda besteci Ludwig Van Beethoven'ın 33 Varyasyon adlı eseri üzerine araştırma yapan müzikolog Katharine Brandt rolünü canlandırmıştır. Portulaca Portulaca, kültürü de yetiştirilmiş, ekşimsi tadı olan bir bitkidir. Yabanileri daha küçük yarmudi yapraklı, kültür olanı daha büyük daha açık yeşil ve yuvarlak yapraklıdır. Yemekte saplar da kullanılırken, salata ve yoğurtlu karışımlarda yapraklar ile çok taze ve ince olan saplar kullanılır. Henry Fonda Henry Fonda (16 Mayıs 1905, Omaha, Nebraska - 12 Ağustos 1982, Los Angeles) Oscar ödüllü Amerikalı sinema ve tiyatro oyuncusu. Jane Fonda ile Peter Fonda'nın babası ve Bridget Fonda'nın dedesi olan ve meslek yaşamına tiyatro oyuncusu olarak başlayan Henry Fonda, sinemaya geçip; Kuramsal içerikli filmler; "The Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri)", 1940 vb. Tarihsel filmler; "Young Mr. Lincoln" (Lincoln'ün Gençliği), 1939 vb. Hafif komediler; "The Lady Eve" (Bayan Eve), 1939 vb. Savaş filmleri; "Mr. Roberts" (Bay Roberts), 1955 Siyasal filmler; "The Best Man" (En İyi Adam), 1964 gibi hemen her tür filmde oynadı. Meslek yaşamı boyunca 21 tiyatro oyunu ve 57 filmde rol alıp, 1978'de, sinemaya katkılarından ötürü Amerika Film Enstitüsü ödülü verildi. 1981'de "On Golden Pond" (Altın Gol) adlı filmiyle Oscar Ödülü'nü aldı. Henry Fonda Los Angeles'da 12 Ağustos 1982'de prostat kanseri sebebiyle yaşamını yitirdi. Cenazesi yakılmıştır. İstanbul Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Eğitim-öğretim faaliyetlerine 1989-1990 öğretim yılında başlayan İstanbul Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü, Mühendislik Fakültesi’nin 14 bölümünden biridir. 1989-1990 öğretim yılında Bilgisayar Mühendisliği, Makine Mühendisliği ve Çevre Mühendisliği ile birlikte açılmıştır. Yeni Bulunmuş Hikayeler Yeni Bulunmuş Hikayeler, Rus öykü yazarı Anton Çehov'un gençlik döneminde yazdığı 38 hikâyeyi bir araya getiren eseridir. Bu derlemeyi hazırlayan Peter Constantine New York halk kütüphanesinde yapmış olduğu çalışmalarda bir rastlantı sonucu bu hikâyeleri 1880'lerin Rus dergilerinden edinmiştir. Halkbank Türkiye Halk Bankası A.Ş., kısaca Halkbank, 1933 yılında 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sandıkları Kanunu kapsamında küçük ve orta büyüklükteki esnaf ve sanayiciye kolay ve ucuz kredi vermek amacıyla kurulan ve 1938'de faaliyete geçen bir kamu bankasıdır. ₺128.480 milyon aktif büyüklüğü ile dünyanın en büyük 159. bankasıdır. 24 Şubat 2017 tarihinde yayımlanan kararname ile devlete ait %51,11 hissenin Türkiye Varlık Fonu'na devredilmesi kararlaştırılmıştır. Sermaye Piyasası Kurulu'nun Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarına ilişkin düzenlemelerinde yazılı amaç ve konularla iştigal etmek ve esas olarak gayrimenkullere, gayrimenkul projelerine, gayrimenkule dayalı haklara ve sermaye piyasası araçlarına yatırım yapmak üzere 2010 yılında Halkbank bünyesinde kurulmuş şirkettir. VakıfBank Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı ya da kısaca VakıfBank, 1954 yılında kurulmuş, Türkiye Bankalar Birliği'nin 2014 yılı raporuna göre Türkiye'nin aktif büyüklük açısından en büyük 7. bankasıdır. VakıfBank, dönemin başbakanı Adnan Menderes'in özel talimatıyla 11 Ocak 1954 tarihinde 6219 sayılı özel kanunla ve 50.000.000 TL sermaye ile anonim ortaklık olarak kurulmuş ve 11 Ocak 1954 tarihinde faaliyete geçmiştir. VakıfBank sermayesinin %25,18'i, Kasım 2005 tarihinde halka arz edilmiş olup kalan sermayenin %43'ü Vakıflar Genel Müdürlüğü nezdindeki mazbut vakıflara, %15,64'ü mülhak vakıflara, %16,10'u mensuplarının üyesi olduğu T. Vakıflar Bankası Emekli Sandığı'na ve kalanı ise diğer hakiki ve hükmi şahıslara aittir. Amerika Birleşik Devletleri'nde New York'ta bir, Bahreyn'de Off-Shore ve Erbil'de olmak üzere toplam üç adet şubesi olan VakıfBank’ın ayrıca yurt dışında üç bankada da iştiraki bulunmaktadır. Bu bankalar Avusturya'da VakıfBank International AG (Viyana şubesi ve Almanya'da Frankfurt ve Köln şubeleri), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde World Vakıf Off-Shore Banking Ltd. ve Kıbrıs Vakıflar Bank. Ltd.’dir. Edmund Burke Edmund Burke (Türkçe: "Edmund Börk" okunur) (d. 12 Ocak 1729 Dublin, ö. 9 Temmuz 1797 Beaconsfield), İngiltere Avam Kamarası'nda uzun yıllar milletvekilliği yapmış İrlandalı-İngiliz siyaset adamı, yazar, hatip, siyaset kuramcısı, filozof. Burke Protestan bir baba ve Katolik bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Özellikle Fransız İhtilali'ne karşı olmasıyla ve Kuzey Amerika'daki İngiliz sömürgelerinin bağımsızlık hareketine verdiği destekle hatırlanır. Fransız İhtilali karşıtlığı, tarihteki en ünlü muhafazakâr siyasetçilerden biri haline gelmesini sağlamış, Anglo-Amerikan muhafazakârlığının babası olarak anılmasına neden olmuştur. Burke estetik üzerine felsefi çalışmalar da yaptı ve "Annual Register" adlı siyasi dergiyi çıkardı. "Fransız İhtilali Üzerine Düşünceler" adlı eserinde bu ihtilale ciddi eleştiriler getirdi. Önceleri şüpheyle karşılansa da, ihtilal sonrası Fransa'da Burke'ün öngördüğü şekilde karışıklıklar olması ve şiddet kullanılması üzerine, eser yaygınlaşan bir kabul gördü. Burke 'liberal' bir muhafazakardı. Toplumsal reformların evrimsel bir süreçte yapılması gerektiğini söylüyor, ancak devrimsel, topyekün değişim planlarına karşı çıkıyordu. Bu açıdan, Joseph de Maistre gibi statik bir düzen savunan otokratik kıta Avrupası düşünürlerinden farklıdır. Adam Smith, iktisat konusunda Burke ile tamamen aynı görüşte olduklarını yazdı. Burke'ün fikirleri, Friedrich Hayek ve Karl Popper gibi 20. yüzyılın önemli liberal - muhafazakâr düşünürleri üzerinde etkili oldu. Winston Churchill, onu tiranlığa karşı savaşan ve toplumu farklı uçlardan gelen aşırı eğilimlere karşı savunan bir düşünür olarak tasvir etti. Öte yandan, Burke, Karl Marx gibi devrimci sol siyasetçiler tarafından kıyasıya eleştirildi. Ag Valle de la Luna Valle de la Luna (ispanyolca "Ay Vadisi"), Şili 'nin Antofagasta Bölgesi'nde bir çöl doğası, vadi. Vadi, Atacama Çölü'nde uzanır ve Salar de Atacama ile Licancabur Volkan'ı yakınlarında bulunur. 1990 yılında kurulan Los Flamencos Milli Parkı'nın altıncı etabını oluşturur. San Pedro de Atacama şehrine yaklaşık 17 km mesafededir. Çevrenin diğer görülmeye değer yerleri gibi Valle de la Luna'da görece çok sayıda turist tarafından ziyaret edilir. Sadece birkaç kilometre kuzeyinde kalan "Valle de la Muerte" 'ye (Ölüm Vadisi) benzer. Bitki örtüsü fakir olan bölge, Ay'ın yüzeyine benzer. Adını da bu yüzden almıştır. Akşama doğru, güneş kavuşurken kırmızı ışıldayan kaya ve kumları seyredebilecekleri ya da fotoğrafını çekebilecekleri bir kumul ararlar. Valle de la Luna 'nın bazı yerleri tuz arz eder. Vadinin görülmeye değer en ünlü yeri tuz oluşumu "Las Tres Marías" 'dır (ispanyolca Üç Maria). Bitki oluşumları tek tek görülür. Bunlara karanfilgiller de dahildir. Kuraklık, gündüz sıcak, gece ise soğuk hava ısısıyla bölge, bitki örtüsünün gelişimine çok elevrişli değildir. Hayvan alemi, And çakalı ile beraber birkaç kuş cinsinden oluşur. Kosova'daki Osmanlı mimari eserleri listesi Liste, 453 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Kosova'da Priştine, Prizren, İpek, Yakova, Gilan, Vıçıtırın, Mitroviça, Ferizovik, Kaçanik, Dragaş, İstok, Deçan, Nobırda
şehir ve köylerinde yapılan 229 Osmanlı mimari eserini kapsar. Listede günümüze kadar gelebilen esereler sıralanmıştır ve liste, eserlerin tamamını değil derlenebildiği kadarını ifade eder. Debbağhane eskeri ğestenesi Dünya Ticaret Merkezi Dünya Ticaret Merkezi (İngilizce: World Trade Center), Amerika Birleşik Devletleri'nin New York kentinde Manhattan semtinde bulunan ve 11 Eylül 2001 terör saldırılarında yıkılan ticaret merkezi. İkiz Kuleler olarak adlandırılan merkezin yapımına 1960 yılında başlanmış ve ilk kiracısı 1970 yılında Kuzey kuleye taşınmış, bundan iki yıl sonra ikinci kiracı Güney kuleye taşınmıştır. New York'taki Dünya Ticaret Merkezi 1973'te inşa edildikten sonra Manhattan'ın çehresini değiştiren dünyanın en yüksek ikiz kuleleri oldu. Kulelerden birinin 107. katında bulunan "The Windows on the World" isimli restoran, müşterilerine akşam yemeklerinde New York ve Hudson Nehri'ni izletme fırsatını veren dünyanın en büyük restoranıydı. 2015 te tamamlanan yeni Dünya Ticaret Merkezi ve Kulesi yerini aldı. Sohum Sohum (Abhazca: Аҟəа / "Akva"; Gürcüce: სოხუმი / "Sohumi"; Rusça: Сухум / "Suhum"), Abhazya Cumhuriyeti'nde Karadeniz kıyısında bulunan şehir. Abhazya Cumhuriyeti'nin başkentidir. Osmanlı dönemindeki adı Sohumkaleydi. Sohum, liman ve tatil kenti olarak bilinirdi. Ayrıca Sohum Dranda Havalimanı hava ulaşımı için mevcuttur. Plajları, otelleri, kaplıcalarıyla ünlüydü. Tarihsel botanik bahçesi 1840’ta kurulmuştur. 1945-1954 arasında, Sovyet nükleer programlarının geliştirildiği bir fizik laboratuvarı bulunuyordu. Kışları ılık bir ılıman iklimi vardır. Sohum, M.Ö 6. yüzyılda "Dioskurias" adıyla Milet'li bir Yunan kolonisi olarak kuruldu. Şehrin bu adı, Yunan mitolojisi'deki Argonot efsanesindeki Dioskouri olarak da adlandırılan ikiz kardeşler "Castor" ve "Polluks"'tan gelmiştir. Bu dönemde yerli kabilelerle Yunan kolonilerine ticaret yapılan önemli bir liman konumuna gelen yerleşim uzun süre refah içerisinde yaşadı. Yerleşimin olduğu bölge M.Ö 2. yüzyılda VI. Mithridates tarafından Pontus topraklarına katıldı. Roma hakimiyetinde Augustus tarafından şehrin adı "Sebastopolis" olarak değiştirildi. Plinius ve Arrianus kentten "Sebastopolis" olarak söz ederken yerleşimin eski görkemli günlerinde olmadığını belirtmişlerdir. 542 yılında Sasanileri'in eline geçmesinden önce kent tahliye edilirken kalesi de yıkıldı. 565 yılında Bizans imparatoru I. Justinianus tarafından restore edilen kale ve şehir, Arap ordularının komutanı Mervan tarafından 736 yılında ele geçirilmesine kadar Bizans'ın Kolhis bölgesindeki önemli kalelerinden biri olmuştur. Daha sonra "Tskhumi" adıyla anılan yerleşim, Abhazya Krallığı döneminde yeniden restore edilmiştir. Cenevizliler sayesinde Avrupa ile ticaretin sağlanmasıyla 12. ve 13. yüzyıllarda gelişim gösteren kentin önemi daha da arttı. 15. yüzyılda bu krallığın yıkılmasından sonra Sohumkale, Abhazya Prensliği’nin başta gelen kentiydi. 1454 yılında Ceneviz kolonisi bulunan yerleşim Osmanlı kuvvetlerinin saldırısına uğramış, şehir ele geçirilememekle birlikte bazı Cenevizli tüccarlar esir alınmıştır. Daha sonra Abhazya Prensliği ile Megrelya Prensliği arasında çekişmelere sahne olan yerleşim 1570 senesinde Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı döneminde "Sohumkale" olarak adlandırılan yerleşim tahkim edilerek önemli bir kent oldu. Rus yanlısı Abhaz prenslerinin talebi üzerine baskına uğrayan şehir 1810 tarihine Rus donanması tarafından ele geçirildi. Bir süre Rus denetimindeki Abhazya Prensliğinden Shervashidze hanedanı tarafından idare edilen yerleşim, 1847 yılında liman şehri olarak tescil edildi. Shervashidze hanedanlığının Ruslar tarafından kaldırılmasıyla 1864 yılında kesin olarak Rus İmparatorluğu topraklarına katıldı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında geçici olarak Osmanlı kuvvetleri ile Abhaz ve Adige savaşçılar tarafından ele geçirildi. 1917 yılında gerçekleşen Rus Devrimi sonrasında kaosun hakim olduğu bölgede 1918 yılında kısa süreli Bolşevik egemenliği görüldü. Daha sonra Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti bağlı Abhazya Halk Konseyi özerk yönetimine girdi. Yerleşim, 4 Mart 1921'de Kızıl Ordu tarafından ele geçirilerek Sovyet hakimiyetine katıldı. Daha sonra kurulan Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin 1921-1931 yılları arasında başkentliğini yaptı. Bu cumhuriyetin kaldırılmasından sonra, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti bağlı Abhazya Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne başkentlik yapmıştır. 1989 yılında Abhaz ve Gürcü topluluklar arasında yaşanan etnik gerilim nedeniyle toplumsal kargaşa ve sokak çatışmalarına sahne oldu. Gürcistan-Abhazya çatışması ve sonrasında 1992-93 yıllarında yaşanan savaşta şehir büyük ölçüde yıkıma sahne oldu. Gürcü ordusu tarafından pek çok yapı, Ulusal Kütüphane ve Devlet arşivleri yakıldı. Kent, savaşın izlerini hâlâ taşımaktadır. Karadeniz kıyısında bulunan şehir, deniz seviyesinden 5–140 m rakımlarda kuruludur. Yerleşim nemli Subtropikal iklim (Ilıman dönencealtı iklimi) özelliklerine sahiptir. Kışları ılık, yazları ise sıcaktır. Tiflis'e demiryolu ile 405 km uzaklıktadır. Soçi şehrine demiryolu ile günlük seferler düzenlenmektedir. Şehirden 20 km uzaklıkta, günümüzde yerel uçuşların yapılabildiği Sohum Dranda Havaalanı bulunmaktadır. Salar de Atacama Salar de Atacama, Şili'deki en büyük tuz gölü. Salar de Atacama, Antofagasta Bölgesi'de Bolivya sınırının çok yakınında yer alır. San Pedro de Atacama şehri yaklaşık 50 km kuzeyinde kalır. Göl Andlar 'ın arasında yerleşmiştir. Göl sıcak termal kaynaklara ve gayzerlere sahip olup, yakınında volkanlar bulunur. Bunlardan en ünlüsü 5.920 metrelik Licancabur'dur. Salar de Atacama dünyadaki lityum rezervlerinin %40'ını barındırır. Aynı şekilde boraks ve potasyuma da sahiptir. Bunların yanında turizm de önemli rol oynar. Tuz gölünün kuzey ve batı kesimi boyunca Los Flamencos doğal koruma bölgesi uzanır. Bu bölge ismini büyük sayıda bulunan Flamingo nüfusuna borçludur. Flamingoların yanı sıra nandu, kaz, ördek gibi kuş türkeri de gölde yaşarlar. Bunlarla birlikte lama guanako, vikunya ve alpakalara büyük sayıda rastlanır. Salar de Atacama alanında 11.000 yıl öncesine kadar uzanan "prekolombiyano" devrinden kalma yerleşimler vardır. Pokémon kart oyunu Pokémon Kart Oyunu, pokémon yan ürünlerinden birisidir. İlk pokemon kartı 1997 yılında Japonya'da basılmıştır. Pokémon Kart Oyununun basım ve satış hakkını alan Wizards of the Coast şirketi 9 Ocak 1999 tarihinde ilk İngilizce pokemon kartlarını satışa çıkarmıştır. Daha sonra Wizards'ın bu hakkını kaybetmesinin ardından Nintendo İngilizce pokemon kartlarının üretimi ve satışını sürdürmeye başlamıştır. Günümüzde Nintendo yeni kartların basımı ve satışına hâlâ devam etmektedir. Pokemon kart oyunu, 60 kartlık desteler ile oynanır. Bu oyunda başarılı olmak için yüksek miktarda strateji becerisine sahip olmak gereklidir. Oyunun amacı rakibin pokemonlarından 6 tanesini devirmektir. Pokemon kartı, eğitimci kartı ve enerji kartı olmak üzere 3 çeşit kart vardır. Kaliteli bir deste bu kart türlerinin dengeli bir karışımından oluşur. Cezmi Baskın Cezmi Baskın (d. 11 Mart 1949, İstanbul), Türk oyuncu ve yönetmen. Cezmi Baskın, tiyatroya Bakırköy Halk Evi'nde amatör olarak başladı. Daha sonra aynı tiyatroda stajyer oyuncu olarak çalıştı. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde tahsilini tamamlayan Cezmi Baskın, Ayla Algan ve Beklan Algan'ın eğitmenliğini üstlendiği LCC Language and Culture Center'da tiyatro eğitimi aldı. Bir süre Grup Oyuncuları'nda çalışan sanatçı, Ankara Sanat Tiyatrosu ve Devlet Tiyatroları'nda da çalıştı. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda zorunlu şehir değiştirmeler ve askerlik süresi hariç uzun yıllar hizmet verdi. Bu tiyatronun genç oyuncular yetiştirme çabalarına eğitmen olarak katıldı. İzmir Devlet Tiyatrosu'nda iki sezon oynadı fakat daha sonra tekrar Ankara Sanat Tiyatrosu'na geri döndü. TRT'de dramalarda oynadı, az da olsa dublaj çalışmaları yaptı. Sinema filmleri, TV dizileri ve tiyatroyu yan yana yürütmeye çalışan Baskın, Ankara Sanat Tiyatrosu ve Gökkuşağı Oyuncuları'nda çok sayıda oyun yönetti ve gençlik oyunları sahneledi. Yurt dışında gözlem ve inceleme gezileri yaptı. Oradaki Türk ve yabancılara eğitmen olarak deneyimlerini aktarmaya çalıştı. Yurt dışında Türklerin yaptığı oyunlarda oynadı. Avusturya'da Afro - Asiatische Institut'da workshop çalışmaları yapan Cezmi Baskın, kendi projelerini de Avrupa'nın çeşitli kentlerinde uyguladı ve oynadı. Robert Schneider'in "Pislik" isimli oyunu ile İsviçre, Avusturya ve Almanya'ya turne düzenledi. Bugüne kadar hiçbir reklam filminde rol almayan Cezmi Baskın, ÇASOD (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) ve FIA (Uluslararası Aktörler Federasyonu) üyesidir. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin geleneksel Nazım Günleri'nde, Yılmaz Onay tarafından, okuma tiyatrosu olarak sahnelenen Nâzım Hikmet oyunlarında, 2004 yılından bu yana gönüllü olarak rol almaktadır. Kalabalıktan uzak, sakin ve özel ortam olarak değerlendirdiği Bozcaada'da evi olan Cezmi Baskın oyunculuktan arda kalan zamanlarda İstanbul'dan kaçıp, özenle uğraştığı üzüm bağlarıyla ilgilenmektedir. Bursa Tofaş Fen Lisesi Bursa Tofaş Fen Lisesi, 1989 yılında Bursa'nın Demirtaş beldesinde Bursa Ali Osman Sönmez Fen Lisesi adıyla eğitim-öğretime başlamıştır. Tek bina ile eğitime başlayan bu okula daha sonraları ek bir yatakhane binası yapılmıştır (1990). Kendine komşu olan ortaokul 1997 yılında alınıp yatakhane yapılmıştır. Okula 1989 yılından 1992 yılına kadar "Muzaffer KAMADAN" müdürlük yapmıştır. O yıl itibarı ile müdürlüğü müdür başyardımcısı olan "Hakkı ALTUN" (Hakkı Baba) devralmıştır 1992-2010. 2010 yılı itibarıyla okul müdürlüğünü Özer AKTEPE devralmıştır. 2011 yılı itibarıyla okul müdürlüğünü Gülistan Ağırman devralmıştır.Fakat yeni atamalar sonucu 8 Haziran 2012 tarihinde yönetimi Remzi Ataman devralmıştır. 2013-2014 eğitim öğretim döneminde ise görevi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olan F
atih Türk devralmış ve görevine halen devam etmektedir. Okul, İTÜ ,ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi, Hacettepe Üniversitesi gibi yüksek puanlı öğrenci alan üniversitelere birçok mezun vermiştir. Bu mezunlar bugün birçok önemli kurumlarda görev yapmaktadır. Okul 2014-2015 eğitim öğretim yılında Bursa'nın Nilüfer ilçesinin Özlüce semtine taşınmış ve ismi Bursa Tofaş Fen Lisesi olarak değişmiştir. Limp Bizkit Limp Bizkit bir ABD'li nu-metal müzik grubudur. Southern rock'ın doğum yeri olarak da bilinen Florida'nın içlerinden Jacksonville'de kurulan grup üç kez Grammy'ye aday gösterilmiş ve kayıtları dünya çapında 50 milyonu aşkın satmıştır. Limp Bizkit, 1994 yılında solist Fred Durst, gitarist Rob Waters, basçı Sam Rivers ve baterist John Otto tarafından Jacksonville, Florida da kurulmuştur. Kısa bir süre sonra gitarist Waters gruptan ayrılmış ve onun yerine Terry Balsamo kadroya dahil edilmiş olmasına rağmen, Balsamo sadece 4 ay grupla çalmıştır ve onun yerine ise çılgınlığıyla dikkat çeken gitarist Wes Borland gruba katılmıştır. Dövmeci olan Fred, dövme yapabilme yeteneğini nu metal grubu Korn'un üyeleri üzerinde uygularken bir dostluk başlar. Daha sonra Korn elemanlarından Fieldy ve Head, Fred'in verdiği Limp Bizkit demo kasetini kendi yapımcılarına iletirler. Bu onların House of Pain ve Deftones turlarında yer almasını sağlar. Grup daha sonra House of Pain den disc jockey DJ Lethal i kadroya katmıştır. Limp Bizkit ilk olarak RCA Records ile anlaşmış olmasona rağmen daha sonra çıkan anlaşmazlıkla grup, RCA'dan ayrılıp Interscope Records ile anlaşmıştır. 1997'de çıkardıkları ilk albümleri olan "Three Dollar Bill, Y'all'$" albümü dev bir tuvalet kabininden çıkmaları gibi ilginç sahneleri içeren şovlarının yer aldığı turlarla birlikte 2 milyonun üzerinde bir satış rakamına ulaştı ve 2 platin plak kazandı.George Michael'ın Faith'ini kendi tarzlarında yorumlamaları daha çok duyulmalarını sağladı. Aynı yıl Korn’un ‘Family Values Turnesi’ne katılarak popülerliğini arttıran Limp Bizkit, 1999 yazında, beklenilen 2. albüm “Significant Other”ı piyasaya sürdü ve Billboard 200 listesinde bir numaraya tırmanarak, “Nookie” adlı şarkıları sayesinde tüm Dünya’da tanındı. “Nookie,” hem rock hem rap listelerini altüst ederken, albümden üç single daha aynı anda piyasaya sürüldü; “Break Stuff,” “Re-Arranged,” ve “N 2 Gether Now”. İkinci albümleri "Significant Other" ilk haftasında yarım milyona yakın sattı. Grubun singlelarından Break Stuff, gruba büyük bir başarı kazandırıp, grubu tüm kitlelere tanıtmıştır ve 2000 MTV Video Müzik Ödülleri'nde Best Rock Video ödülünü almıştır. 1999 yılında düzenlenen Woodstock 99’da sahneye çıkan Limp Bizkit, olaylı geçen konserde, seyircileri kışkırtmakla suçlandı. Significant Other, Amerika'da 7 milyon, tüm dünyada ise 15 milyon kopya satmıştır. Ayrıca albüm RIAA tarafından 7 kez platin sertifika aldı. 2000 yılı sonundaysa, 3. albüm “Chocolate Starfish and the Hot Dog Flavored Water” piyasaya çıktı.Albümün ilk iki single’ı “My Generation” ve “Rollin’” aylarca listelerde kaldı. Bir diğer single "My Way", U.S. Alternative Songs ve Mainstrean Rock Tracks listelerinde 3 ve 4 numaraya kadar yükselmiştir. Adı pek kolay okunmayan bu albüm ilk haftasında 1 milyondan fazla satarak listelere birinci sıradan girdi ve birçok ülkede 1 numara oldu. Grup bu albümle müzik tarihinin bir hafta içerisinde en fazla satan grubu rekorunu kırdı. Albüm, Amerika'da 8 milyon adet satmış ve 8 kez Platin sertifika almıştır. 2000 yazında Limp Bizkit'i Napster tartışmalarının ortasında gördük. Müziğin internet üzerinden paylaşımını sağlayan Napster'ın sponsorluğunda ücretsiz bir konser veren grup Metallica'nın yer aldığı tarafın karşısında yer aldı. 2000 yılında Limp Bizkit'i öne çıkaran bir diğer önemli olay da en çok satanlar arasında yer alan Mission: Impossible 2 soundtrack'inin ana parçasını kendilerine has yorumlamarıydı. "Rollin"", 2001 MTV Video Müzik Ödüllerinde Best Rock Video ödülünü aldı. 2001 yılında, gitarist Wes Borland, kendi grubu “Big Dump Face”e daha fazla vakit ayırabilmek için Limp Bizkit’ten ayrıldığını açıkladı. Geçici gitaristlerle çalan grup, 2002 yılında, yoluna Snot’un gitaristi Mike Smith ile devam etme kararı aldı. 2003 yılında “Results May Wary” adlı 4. albüm yayınlandı ve 3. albümden çok daha düşük bir satış rakamına ulaştı ve birçok eleştirmenden olumsuz yorumlar aldı. Bunun nedeni ise şarkı sözlerinde ve bestelerinde sadece Fred Durst'ün bestelerinin bulunması ve Wes Borland'ın bestelerinden yoksun olunmasıydı. Buna rağmen, albüm Billboard 200 listesinde 3 numaraya kadar çıktı ve Amerikada 1 milyon kopya sattı. The Who’nun “Behind Blue Eyes” cover’ı “Gothika” adlı filmin soundtrack’inde kullanıldı ve albümün en popüler şarkısı bu cover oldu. 2004 yılında Wes Borland gruba geri dönerken, Limp Bizkit, 2005 yılında, 5. albüm “The Unquestionable Truth (Part 1)”i yayınladı. Billboard’da 24. sıraya yükseldi. Bu albümden sonra grup 2006 yılında araya girmiştir. 12 Şubat 2009 da eski Grup Üyelerinden Wes Borland gruba geri dönerek bunu resmi sitesinde açıkladı. 2009 yılında yeniden bir araya gelen Limp Bizkit, 6 yıl aradan sonra 2011 yılında altıncı albümü Gold Cobra yı piyasaya sürmüştür ve eleştirmenlerden olumlu yorumlar almıştır. 2012 yılında ise Limp Bizkit için şok bir olay yaşandı. Albümün turnesi sırasında grubun disc jockeyi DJ Lethal, sarhoş halde Sam Rivers ile kavga etmişlerdir. Bu olaydan sonra DJ Lethal, gruptan kovulmuştur. Grup şu anda yedinci albümleri olan Stampede of The Disco Elephants ın kayıtlarına devam etmektedir. Limp Bizkit, ilk kez 16 Temmuz 2011 tarihinde Rock'n Coke 2011 kapsamında İstanbul'da bir konser vermiştir. Konser performansı hayranlar tarafından çok beğenilmiştir. Grup solisti Fred Durst ayrıca Twitter hesabından 'I am now in Istanbul. Are you ready to rock this Turkey? Merhaba!' şeklinde bir mesaj yayınlamıştır. Bu mesaj Limp Bizkit'in resmi Facebook sayfasında da yayınlanmıştır. Limp Bizkit Rock'n Coke ana sahnesinde yaklaşık 2.5 saat kalmış ve konser büyük beğeni almıştır. Ayrıca solist Fred Durst, Eat You Alive şarkısını söylerken seyircilerin yanına gelip seyircilerle beraber söylemiştir. Eski Üyeler Half-Life: Opposing Force Half-Life: Opposing Force, Gearbox Software tarafından geliştirilen, Sierra Studios tarafından 1 Kasım 1999'da dağıtılan, "Half-Life"ın ilk resmi eklentisidir. Black Mesa çalışanlarını ve uzaylıları susturmakla görevlendirilmiş Onbaşı Adrian Shephard'ın macerasını konu almaktadır. Opposing Force, Half-Life ile aynı zaman diliminde geçmektedir. Bilim adamlarının gerçekleştirdiği deneyin ters gitmesi sonucu, Xen gezegenindeki yaratıklar ışınlanarak tesise gelir ve tüm düzeni altüst ederler. Tanıkları yok etmek amacıyla, içinde Adrian Shephard'ın da bulunduğu geniş çaplı bir operasyon düzenlenir ve HECU (Hazardous Environment Combat Unit : Tehlikeli Çevre Savaş Birimi) isimli özel askeri güçler bölgeye gönderilir. Bunlar, Black Mesa'nın yüzeyindeki önemli konumlara büyük kamplar kurarlar ve birlikler halinde tesisin derinliklerine inerler. Fakat uzaylı yaratıklara karşı fazla direnemezler ve işi ellerine yüzlerine bulaştırırlar. Alınan raporları göz önünde bulunduran hükümet, HECU'nun geri çekilmesini ister. Kalan askeri personel geldiği gibi giderken, onların yerine profesyonel suikastçılar gönderilir. Bu suikastçıların amacı Black Mesa'nın ana bölümlerini ele geçirmek ve durumu bir nebze olsun kontrol altına almaktır. Bunun yanı sıra önlerine çıkan canlıları yok etmek de görevleri arasındadır. Adrian Shephard ise tüm bunlardan habersizdir, çünkü içinde bulunduğu hava aracı düşürüldükten sonra baygın bir halde saatler geçirir. Ayıldıktan sonra karşılaştığı bir bilim adamından son durumları öğrenir ve Black Mesa'dan kaçmanın yollarını arar. Tesiste mahsur kalan HECU askerleriyle iş birliği yapar, yalnız devam etmesi gereken yerlerde dev yaratıklarla savaşır. Black Mesa'dan ayrılmak bir yana, fark etmeden daha da derinlere iner ve kendini çıkmaza sokar. Orada Xen'in önemli yaratıklarından birini öldürdükten sonra, kendini bir anda G-Man ile bulur. Black Mesa faciasını kısaca özetleyen G-Man, onda büyük bir potansiyel keşfettiğini söyler ve Gordon Freeman'a yaptığı gibi Adrian Shephard'ı da zaman boşluğuna hapseder. Half-Life: Opposing Force Steam Alpaka Alpaka ("Vicugna pacos"), devegiller (Camelidae) familyasından ağırlıklı olarak yünleri için beslenen, Güney Amerika'nın And Dağları'nda yaygın evcilleştirilmiş bir deve türü. Kökeninin guanakolardan mı yoksa vikunyalardan mı geldiği ya da kendine özgü bir cins mi olduğu ya da her iki türün bir melezi olup olmadığı tartışma konusudur. Tüm deve türlerinde olduğu gibi alpakalar da görece uzun vücuda sahip olup, ince bacaklar, uzun ve ince boyun, küçük bir kafa karakteristik özellikleridir. Bütün Yeni Dünya develeri gibi hörgücü bulunmaz. Lamalardan biraz daha küçük olmakla birlikte 55 ile 65 kg ağırlıklarıyla onlardan belirgin şekilde daha hafiftirler. Renk, genelde tek renkli kahverengi, siyah ya da mavi-gri olup, ender olarak lekelidir. Dikkat çekici olan, 50 cm'ye kadar ulaşabilen uzun tüylerdir. Alpakalar, tüm deve türleri gibi sosyal hayvanlardır ve grup içinde rahattırlar. Bitki yiyici hayvanlar olup, neredeyse sadece otlarla beslenirler. Tüm develer gibi sindirimde onlara yardımcı olan çok odalı mideye sahiptirler. Hamilelikleri 240 ile 345 gün arasında değişir ve dişi, Güney Amerika'da Cria adı verilen yavru dünyaya getirir. Bu yavru yaklaşık altı ile sekiz aya kadar emzirilir ve 12 ile 24 ay arasında cinsel olgunluğa ulaşır. Alpakaların evcilleştirilmesi lamalar gibi yaklaşık MÖ 3000 yıllarına uzanır. Lama, Güney Amerika'da yük hayvanı olarak hizmet ederken, alpakalar yünleri için üretilmişlerdir. Alpaka mantosu İnka kültüründe bir refah işareti olarak kabul edilmiş, İnkaların ileri gelenleri, büyük alpaka sürülerini güçlerinin bir gösterisi olarak kabul etmişlerdir. Bu durum Peru'nun İspanyollar tarafından fethedilmesiyle değişir. İşgalciler, berabe
rinde koyunları getirir ve yerel evcil hayvanların incelenmesine ilgi göstermezler. Böylelikle alpakalar neredeyse nesli tükenen bir hayvan olarak fakir kızılderi halkının hayvanı haline gelir. Bugün Avrupa'da alpakaların önemi sürekli artmaktadır. Örneğin Almanya, ülkedeki alpaka lifleri gereken kaliteye ulaşmadığından bu hayvanları ithal etmektedir. Şu an sadece Almanya'da 2000 alpaka bulunmaktadır. Alyx Vance Alyx Vance, Valve firmasının geliştirdiği Half-Life 2 ve devamında gelen ile 2007 senesinin üçüncü çeyreğinde çıkan oyunlarında yer alan hayali bir oyun kahramanıdır. İlk oyunda karşılaşılan Dr. Eli Vance'in kızıdır. Oyunun bir kısmında ve 'ın tamamında oyuncuya yardım eder. Alyx yirmili yaşlarının ortalarında, Combine denen bir yaratık ırkının saldırısına direnen birisi olarak oyunda geçer. Alyx Vance karakterinin görüntü ve sesi için Merle Dandridge isimli bir sinema oyuncusu ve şarkıcı kullanılmaktadır. Alyx Dr. Eli Vance'in kızı olarak tanıtılır. Alyx'in annesi, Azian, Black Mesa East bölümünde bir fotoğrafta görünür. Azian Half-Life'da geçen Black Mesa kazasından önce Alyx ile beraber Black Mesa'nın sosyal tesislerinde yaşamaktadır ancak, Black Mesa kazası ile yaşamını yitirmiştir. Alyx oyunda Combine bilgisayar sistemlerine rahatlıkla girebilen ve onları yeniden programlayabilen bir bilgisayar korsanı olarak göze çarpar. Bilgisayarlara giremediği zaman ise yanında taşıdığı elektronik bir aletle kapıları açabilir. Ayrıca "Episode One"'da "rollermine"ları da bu cihazla yeniden programlayarak Combine'lara saldırtmıştır. Alyx oyunda daha çok arkadaş canlısı bir tavır sergilemesine rağmen, Dr. Mossman'a karşı hep ters davranır. Bunun Dr. Mossman'ın Alyx'nin babasına duyduğu oyunun bazı bölümlerinde geçen diyaloglardan anlaşılabilir. Ancak Half-Life 2 oyunun sonunda Dr. Mossman'ın Alyx, babası ve Dr.Freeman'ı Dr.Breen'den kurtarması sayesinde Alyx'nin Dr. Mossman'a olan davranışı tamamen değişir. "Half-Life 2"nin bazı bölümlerinde Gordon Freeman ve Alyx arasında duygusal bir bağ başlayacakmış gibi bir izlenim verilir. "Episode One"da bu devam etmektedir. Ayrıca Alyx Vance'nin şakacı ve espritüel bir kişiliğe sahip olması da oyunda iyice vurgulanır. Zombi sesleri çıkartarak oyuncuyu korkutmaya çalışması buna iyi bir örnektir. Hayvan Dedektifi Hayvan Dedektifi (Özgün adı: Ace Ventura: Pet Detective) Jim Carrey'nin 1994 yılında sinemada oynadığı ilk film. Jim Carrey bu film ile çok büyük bir hasılat geliri elde etmiştir. Gerçek dedektiflere taş çıkaracak bir dedektif olan Ace Ventura (Jim Carrey) kaçırılmış hayvanların peşine düşer. Çalıştığı polis departmanlığında da hiç sevilmeyen ve hiçbir işe yaramayan biri olarak görülen hayvan düşkünü bir insandır. Evi kiradır. Ev sahibinin evde hayvan beslemesini istememesine rağmen evinde papağan, kedi, köpek, penguen, rakun, kokarca ve Spike isimli bir maymunuyla yetim kalmış hayvanlarını beslemesiyle de tanılan bir tiptir. Bazen hayvanlarıyla hayvan yemi de yer. Bir gün bir futbol takımının maskotu olan bir yunusun kaçırılması üzerine işe başlar ve maceradan maceraya atılır. Gastrit Gastrit veya mide iltihabı (Gastroenteritis), mide (""gastro""-) ve ince bağırsak’ı (""entero""-) içeren mide bağırsak kanalı’nın iltihabı (""-itis"") ile karakterize olan ve ishal, kusma , karın ağrısı ile krampa sebep olan bir tıbbi durumdur. Mide iltihabından gastro, mide mikrobu ve mide virüsü olarak da bahsedilmiştir. Grip ile ilgisi olmamasına rağmen mide gribi ve gastrik grip olarak da adlandırılmıştır. Küresel olarak, çocuklardaki çoğu vaka, rota virüs’ten kaynaklanır. Yetişkinlerde, noro virüs ve kampilobakter daha yaygındır. Diğer bakteriler (ya da onların toksinleri) ve parazitler de daha az görülen sebepler arasındadır. Bulaşma, uygun olmayan bir şekilde hazırlanmış yiyecek ya da kirli su tüketimi veya bulaşıcı hastalık taşıyan bireylerle yakın temas nedeniyle gerçekleşebilir. Hastalığı yönetmenin temeli, yeterli sıvı alımında yatmaktadır. Hafif ya da orta derecedeki vakalar için bu genellikle oral rehidratasyon çözeltisi ile gerçekleştirilebilir. Daha ciddi vakalarda damar içinden sıvı verilmesi gerekebilir. Mide iltihabı öncelikle çocukları ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayanları etkilemektedir. Mide iltihabında genellikle hem ishal hem kusma görülür, ya da daha az yaygın olarak sadece birisi kendini gösterir. Mide krampı da görülebilir. Belirtiler ve semptomlar, çoğunlukla bulaşıcı ajana yakalandıktan sonraki 12-72  saat içinde başlar. Eğer sebebi viral bir ajansa, durum çoğunlukla bir hafta içinde ortadan kalkar. Ayrıca bazı viral vakalar ateş, yorgunluk, baş ağrısı, ve adale ağrısı ile ilişkilendirilebilir. Eğer dışkı kanlı ise, sebebinin bakteri olma ihtimali virüs olma ihtimalinden fazladır. Bazı bakteriyel enfeksiyonlar, şiddetli karın ağrısıyla ilişkili olabilir ve birkaç hafta sürebilir. Rota virüs bulaşan çocukların tamamen iyileşmesi, genellikle üç ila sekiz gün sürer. Ancak, fakir ülkelerde, şiddetli enfeksiyonlar için tedavi erişilemez bir durumdadır ve inatçı ishal yaygındır. Sıvı kaybı, ishal‘in yaygın bir komplikasyonudur]], ve önemli ölçüde sıvı kaybı olan çocukta uzun süreli kılcal yenilenme, zayıf şekilde ciltte şişkinlik ve düzensiz nefes alma görülebilir. Tekrarlayan enfeksiyonlar, genellikle sıhhi temizliği zayıf olan bölgelerde görülür ve kötü beslenme, bodur büyüme ve uzun süreli bilişsel gecikmeye neden olabilir. Reaktif artrit, "Kampilobakter" türleri ile enfekte olan kişilerin %1’inde görülür ve %0,1’inde Guillain-Barre sendromu meydana gelir. Hemolitik üremik sendrom (HUS), Shiga toksinüreten "Escherichia coli" ya da "Şigella" türleriyle enfekte olunması sonucu oluşabilir, bu da düşük trombosit sayısı, kötü böbrek fonksiyonu ve düşük alyuvar sayısı (bozulmaları sonucu) ile sonuçlanır. Çocuklar, hemolitik üreme sendromuna yakalanmaya yetişkinlerden daha yatkındır. Bazı viral enfeksiyonlar iyi huylu çocuk nöbetlerine neden olabilir. Virüsler (özellikle rota virüs) ve "Escherichia coli" bakterisi ve "Kampilobakter" türleri mide iltihabının başlıca sebepleridir. Ancak, bu sendroma sebep olabilen başka birçok bulaşıcı ajan mevcuttur. Bulaşıcı olmayan sebepler zaman zaman görülür, fakat bunlar viral ya da bakteriyel kadar yaygın değildir etiyoloji. Enfeksiyon riski, bağışıklık eksikliği ve nispeten düşük hijyen nedeniyle dolayı çocuklarda daha yüksektir. Mide iltihabına neden olan virüsler arasında rota virüs, noro virüs, adeno virüs, ve astro virüs bulunmaktadır. Rota virüs, çocuklarda görülen mide iltihabının en yaygın sebebidir ve hem gelişmiş’de hem de gelişmekte olan ülkeler’de benzer vaka oranlarına yol açar. Virüsler, çocuk yaş grubundaki bulaşıcı ishal olaylarının yaklaşık %70’inin sebebidir. Rota virüs, bağışıklık kazanmış olmaları nedeniyle yetişkinlerde daha az görülür. Noro virüs, Amerika’daki yetişkinlerde mide iltihabının en önemli sebebidir ve salgınların %90’ından fazlasından sorumludur. Bu yerelleşmiş salgınlar genellikle insan gruplarının, yolcu gemileri, hastaneler ya da restoranlarda olduğu gibi, birbirlerine fiziksel olarak yakın bulundukları yerlerde zaman geçirdikleri zaman vuku bulur. Kişilerin bulaşıcılığı, ishal bittikten sonra bile devam edebilir. Noro virüs, çocuklarda görülen vakaların %10’unun sebebidir. Gelişmiş ülkelerde, "Campylobacter jejuni" bakteriyel mide iltihabının başlıca sebebidir, bu vakaların yarısı kümes hayvanlarına maruz kalınması ile ilişkilidir]]. Çocuklarda vakaların yaklaşık %15’inin sebebi bakterilerdir, en yaygın tipleri "Escherichia coli","Salmonella", "Şigella" ve "Kampilobakter" türleridir. Gıdaya bakteri bulaşır ve gıda birkaç saat oda sıcaklığında kalır ise bakteri çoğalır ve gıdayı tüketen kişilerde enfeksiyon riskini arttırır. Çiğ ya da az pişmiş et, kümes hayvanları, deniz ürünleri ve yumurtalar; çiğ tomurcuklar; pastörize edilmemiş süt ve yumuşak peynir; meyve ve sebze suları gibi bazı yiyecekler, yaygın olarak hastalıkla ilişkilendirilir. Gelişmekte olan ülkelerde, özellikle Sahra Altı Afrika’da ve Asya’da, kolera mide iltihabının yaygın bir sebebidir. Bu enfeksiyon çoğunlukla kirlenmiş su ya da gıda ile bulaşır. Toksijenik"Clostridium difficile" yaşlılarda daha sık görülen ishalin önemli bir nedenidir. Yeni doğmuş bebekler, bu bakterileri semptom geliştirmeden taşıyabilirler. Bu, yatan hastalarda görülen ishalin yaygın bir sebebidir ve genellikle antibiyotik kullanımıyla ilişkilendirilir"Staphylococcus aureus" bulaşıcı ishali, antibiyotik kullanan kişilerde de görülebilir "Turist ishali" genellikle bakteriyel mide iltihabının bir türüdür. Asit baskılayıcı ilacın, 'Clostridium difficile", "Salmonella" ve "Kampilobakter" türleri dahil birtakım organizmalara maruz kalındıktan sonra önemli enfeksiyon riskini artırdığı görülmektedir. Risk, proton pompa inhibitör alan kişilerde, H2 antagonisti kullananlara göre daha fazladır. Birtakım birgözeli hayvanlar mide iltihabına sebep olabilir – en yaygını "Giardia lamblia"dır – ancak "Entamoeba histolytica" ve "Kriptosporidyum" türlerini de içine almaktadır. Grup olarak, bu ajanlar çocuklardaki vakaların yaklaşık %10’unu kapsar. "Giardia" gelişmekte olan ülkelerde daha fazla görülür, ancak bu etiyolojik ajan, bu tip bir hastalığa bir dereceye kadar neredeyse her yerde sebep olmaktadır. Yaygın olarak görülen yerlere seyahat eden kişilerde, kreşe giden çocuklarda, erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkeklerde ve felaketlerin ardından daha fazla görülür.ref name=Giar2010/> Kirlenmiş su tüketimi ya da bireylerin kişisel eşyalarının ortak kullanılması sonucu bulaşabilir. Yağmurlu ve kurak mevsimli yerlerde, su kalitesi genellikle yağmurlu mevsimde kötüleşir ve bu durum salgınların baş gösterdiği zamanla ilişkilidir. mevsimleri yaşayan bölgelerde, enfeksiyonlar kış mevsiminde daha yaygındır. Bebeklerin uygun şekilde temizlenmemiş şişelerle Biberonla beslenmeleri, küresel ölçekte önemli bir sebeptir. Bulaşma oranları, özellikle kalabalık hanelerde yaşayan ve halihazırda kötü beslenme durumundaki çocuklar başta olmak üzere, k
ötü hijyenle de ilişkilendirilir. Tolerans geliştirdikten sonra, yetişkinler bazı organizmaları, belirti veya semptom göstermeden taşıyabilirler, bu sebeple bulaşıcı hastalığın doğal rezervuarları gibi hareket edebilirler. Bazı ajanlar ("Şigella" gibi) sadece primatlarda görülürken, diğerleri geniş çeşitlilikteki hayvanlarda ("Giardia" gibi) görülebilir. Mide bağırsak kanalının iltihaplanmasına sebep bulaşıcı olmayan birtakım sebepler mevcuttur. Daha yaygın olanlardan bazıları (Non steroidal antienflamatuar ilaçlar) gibi ilaçlar, laktoz gibi belirli gıdalar (laktoza duyarlı olanlarda) ve glutendir ( çölyak hastalığı olanlarda). Crohn hastalığı da mide iltihabının bulaşıcı olmayan (sık sık şiddetli) bir kaynağıdır. Toksine ikincil derecede olan hastalık da görülebilir. Mide bulantısı, kusma ve ishalle ilişkisi olan gıdayla ilgili bazı durumlar arasında şunlar yer alır: bozulmuş yırtıcı balık tüketimine bağlı ciguatera zehirlenmesi, belirli tipteki bozulmuş balık tüketimine bağlı scombroid, diğerleri arasında kirpi balığı tüketimine bağlı Tetrodoksin zehirlenmesi ve genellikle uygun biçimde korunmamış gıdadan kaynaklananbotülizm Mide iltihabı, küçük ya da kalın bağırsaktaki enfeksiyon sonucu oluşan kusma veya ishal olarak tanımlanır. İnce bağırsaktaki değişiklikler genellikle iltihaplı değilken kalın bağırsaktaki değişiklikler iltihaplıdır. Bir enfeksiyona neden olmak için gereken hastalık mikrobu sayısı birden (" kriptosporidyum" için) 10’a ("Vibrio cholerae" için) kadar değişkenlik gösterir. Mide iltihabı, genellikle kişinin gösterdiği semptom ve belirtilere dayanarak klinik olarak teşhis edilir. Sebebini tam olarak belirlemeye, durumun kontrolünü değiştirmeyeceği için çoğunlukla ihtiyaç yoktur. Ancak, dışkısında kan olanlarda, gıda zehirlenmesine maruz kalanlarda ve son zamanlarda gelişmekte olan ülkeleri ziyaret edenlerde dışkı kültürü uygulanmalıdır. Ayrıca, takip için tanısal test yapılabilir. Hipoglisemi, yeni doğanların ve çocukların %10’unda görüldüğü için, bu nüfusta serum glikoz ölçümü önerilir. Şiddetli bir sıvı kaybı endişesi olduğunda, elektrolitler ve böbrek fonksiyonu da kontrol edilmelidir. Kişide sıvı kaybı olup olmadığının belirlenmesi, durum tespitinin önemli bir parçasıdır, sıvı kaybı genellikle hafif (%3–5), orta (%6–9) ve ağır (≥%10) vakalar olarak ayrılır. Çocuklarda, orta ya da ağır derecede sıvı kaybının en doğru belirtileri sürekli kılcal yenilenme, zayıf şekilde ciltte şişkinlik ve normal olmayan nefes almadır. Diğer faydalı bulgular (birlikte kullanıldığında) arasında çökmüş gözler, azalmış aktivite, gözyaşı eksikliği ve ağız kuruluğu yer alır. Normal idrar çıkışı ve ağızdan sıvı alımı rahatlatıcıdır. Laboratuvar testi, sıvı kaybının derecesini belirlemek açısından az bir klinik öneme sahiptir. Mide iltihabındaki belirti ve semptomları taklit eden, elenmesi gereken diğer potansiyel sebepler arasında apandisit, bağırsak düğümlenmesi, iltihabi bağırsak hastalığı, idrar yolu enfeksiyonu ve şeker hastalığı yer almaktadır. Pankreas yetersizliği, kısa bağırsak sendromu, Whipple hastalığı, çölyak hastalığı ve yersiz laksatif kullanımı da göz önünde bulundurulmalıdır. Kişide eğer "sadece" kusma ya da ishal görülüyorsa (ikisinden ziyade), ayırıcı tanı koymak zor olabilir. Apandisit vakalarının %33’ünde, kusma, karın ağrısı ve az miktarda ishal görülebilir. Bu, mide iltihabındaki oldukça çok miktarda görülen ishale tezat teşkil eder. Çocuklarda görülen akciğer veya idrar yolun enfeksiyonları da kusmaya veya ishale sebep olabilir. Klasik diyabetik ketoasidoz (DKA)’da karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma görülebilir; fakat ishal görülmez. Yapılan bir çalışmada, diyabetik ketoasidozlu çocukların %17’sine ilk başta mide iltihabı teşhisi konulduğu ortaya çıkarılmıştır. Kolay erişilebilir temiz suyun ve iyi sıhhi uygulamaların sağlanması, enfeksiyon ve klinik olarak anlamlı mide iltihabı oranlarının azaltılmasında öneme sahiptir. Kişisel önlemlerin el yıkama gibi), hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerde, mide iltihabı insidansını ve yaygınlık oranlarını %30’a kadar azalttığı bulunmuştur. Alkol bazlı jeller de etkili olabilir. Anne sütü ile beslenme, özellikle kötü hijyene sahip yerlerde, hijyenin iyileştirilmesi kadar önemlidir. Anne sütü, hem enfeksiyon sıklığını hem de süresini azaltır. Bozulmuş gıda ve içecekten kaçınmak da etkili olabilir. Etkili ve güvenli olması nedeniyle, 2009 yılında, Dünya Sağlık Örgütü rota virüs aşısı’nın dünyadaki tüm çocuklara uygulanmasını önermiştir. Halihazırda iki adet ticari rota virüs aşısı mevcuttur ve birkaç tanesi daha geliştirme aşamasındadır. Afrika ve Asya’da bu aşılar, yeni doğanlarda şiddetli hastalığı azaltmıştır ve ulusal bağışıklık programlarını devreye sokan ülkelerde hastalığın oranlarında ve şiddetinde azalma görülmüştür. Ayrıca bu aşı, dolaşımdaki enfeksiyonların sayısını azaltarak aşılanmayan çocuklarda da hastalığı önleyebilir. 2000 yılından beri, ABD’de rota virüs aşısı programının uygulanması sayesinde ishal vakalarının sayısı yüzde seksen kadar azaltmıştır. Aşının ilk dozu, 6 ila 15 haftalık yeni doğan bebeklere verilmelidir. oral kolera aşısı’nın 2  yıl boyunca %50-60 etkili olduğu bulunmuştur. Mide iltihabı, genellikle ilaç gerektirmeyen akut ve kendi kendini sınırlayan bir hastalıktır. Hafif ve orta dereceli sıvı kaybında tercih edilen tedavi oral rehidratasyon tedavisi (ORT)’dir.Metoklopramid ve/veya ondansetron da bazı çocuklarda işe yarayabilir, ve butylscopolamine, karın ağrısı tedavisinde faydalıdır]]. Hem çocuklarda hem de yetişkinlerde mide iltihabının en önemli tedavisi su kaybını gidermedir. Bu, tercihen oral rehidratasyon tedavisi ile gerçekleştirilir, eğer şuur seviyesinde azalma varsa ya da sıvı kaybı şiddetliyse, damar içi gerekebilir. Kompleks karbonhidratlar ile yapılan oral replasman tedavi ürünleri (örneğin buğday veya pirinçten yapılanlar), basit şeker bazlı olanlardan daha üstün olabilir. Özellikle basit şekeri yüksek olan içecekler, meşrubatlar ve meyve suları gibi, "ishal"i arttırabilecekleri için 5 yaşın altındaki çocuklara tavsiye edilmemektedir. Daha açık ve etkili oral rehidratasyon preparatları mevcut değilse ya da içilemiyorsa, sade içme suyu kullanılabilir. Genç çocuklarda sıvı vermek için, uygun görülmesi halinde, nazogastrik tüp kullanılabilir. Anne sütü ile beslenen bebeklerin her zamanki şekilde beslenmeye devam etmeleri tavsiye edilir, mama ile beslenen bebeklerin ise, oral rehidratasyon tedavisi ile su kaybı giderildikten sonra mamaya devam etmeleri önerilir. Laktozsuz ya da laktozu azalmış mamalar genellikle zorunlu değildir. Çocuklar ishal sırasında, basit şekeri yüksek olan gıdalardan kaçınarak, olağan diyetlerine devam etmelidir. BRAT diyeti (muz, pirinç, elma püresi, kızarmış ekmek ve çay), yetersiz besinler içerdiği ve normal beslenme üzerinde hiçbir yararı olmadığı için, artık tavsiye edilmemektedir. Probiyotiklerin hem hastalığın süresini hem de dışkıların sıklığını azaltmada yararlı olduğu görülmüştür. Antibiyotik kaynaklı ishalin önlenmesi ve tedavisinde de faydalı olabilirler. Mayalanmış süt ürünleri (yoğurt gibi) de aynı şekilde yararlıdır. Çinko takviyesinin, gelişmekte olan ülkelerdeki çocuklarda ishalin hem tedavisinde hem de önlenmesinde etkili olduğu görülmektedir. Mide bulantısı ilaçları çocuklarda kusma tedavisinde faydalı olabilir. Ondansetron'un, tek doz olmasına bağlı olarak damar yolundan sıvı verilmesine daha az ihtiyaç duyulması, hastaneye yatışları azaltması ve kusmayı azaltması gibi bazı faydaları bulunmaktadır.Metoklopramid de faydalı olabilir. Bununla birlikte, ondansetron kullanımı, çocuklarda hastaneye dönüş oranda artış ile ilişkilendirilebilir. Damar yolundan vermek üzere hazırlanan ondansetron, klinik olarak uygun görüldüğü takdirde, ağızdan verilebilir.Dimenhidrinat kusmayı azaltır ancak önemli bir klinik faydası yok gibi görülmektedir. Özellikle belirtilerin şiddetli olması veya duyarlı bakteriden kaynaklanan bir nedenin ayrıştırılması veya bundan şüphe edilmesi durumunda, bazen tavsiye edilmekle birlikte antibiyotikler genellikle mide iltihabında kullanılmazlar. Antibiyotik kullanılacaksa, yüksek direnç oranına sahip olmasından dolayı florokinolon yerine bir makrolid (örneğin azitromisin) tercih edilmektedir. Genellikle antibiyotik kullanımının yol açtığı Psödomembranöz kolit durumunda, bu hastalığa neden olan ilaç kesilir ve hasta metronidazol veya vankomisin ile tedavi edilir. Tedaviye yanıt verebilen bakteri ve protozoalar "Shigella" "Salmonella typhi", ve "Giardia" türleridir. "Giardia" türleri veya "Entamoeba histolytica" ile meydana gelen hastalık durumlarında, tinidazol tedavisi tavsiye edilir ve metronidazol tedavisine göre üstün yönleri vardır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), kanlı ishal ve ateş görülen genç çocuklarda antibiyotiklerin kullanılmasını tavsiye etmektedir. Bağırsak hareketliliğini azaltan ilaç tedavisinin teorik olarak komplikasyonlara yol açma riski vardır ve klinik deneyimlerle bu durumun olasılık dışı olduğunun gösterilmesine rağmen bu ilaçların kanlı ishal veya ateşle birlikte ishal görülen kişilerde kullanılması tavsiye edilmez. İshal belirtilerine yönelik tedavide yaygın olarak bir opioid analogu olan Loperamid kullanılır. Bununla birlikte, gelişmemiş kan-beyin bariyerini geçip zehirliliğe yol açabildiğinden loperamidin çocuklarda kullanılması tavsiye edilmez. Hafif ila orta derecede şiddetli vakalarda, üç değerli bizmut ile salisilatın oluşturduğu çözünmeyen bir bileşik olan Bizmut subsalisilat kullanılabilir ancak teorik olarak salisilat zehirliliği görülme olasılığı vardır. Her yıl dünya çapında üç ila beş milyar mide iltihabı vakasının meydana geldiği tahmin edilmektedir ve bu hastalık en çok çocukları ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanları etkilemektedir. 2008 itibarıyla beş yaş altı çocuklarda yaklaşık olarak 1.3 milyon ölüme yol açmıştır ve bu ölüm vakalarının çoğu dünyanın en fakir uluslarında meydana gelmiştir. Bu ölüm vakalarının 450.000'den çoğu 5 yaş altı çocuklarda görülen rota virüse bağlıdır. Kolera her
yıl üç ila beş milyon hastalık vakasına yol açmakta ve yaklaşık olarak 100.000 kişinin ölümüne neden olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde iki yaş altı çocuklar yılda altı veya daha fazla kez enfeksiyona yakalanmakta ve bu enfeksiyonlar klinik olarak anlamlı mide iltihabına neden olmaktadır. Kısmen, edinilmiş bağışıklık dolayısıyla bu durum yetişkinlerde daha az görülmektedir. 1980'de, tüm nedenlere bağlı mide iltihabı sebebiyle, çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere çocuklarda 4,6 milyon ölüm vakası meydana gelmiştir. Büyük ölçüde oral rehidratasyon tedavisinin kullanılmaya başlanması ve yaygın biçimde kullanılmasına bağlı olarak 2000 yılı sonunda ölüm oranları önemli bir biçimde azalmıştır (yıllık yaklaşık 1,5 milyon ölüm vakasına gerilemiştir). ABD'de, mide iltihabına yol açan enfeksiyonlar en yaygın ikinci enfeksiyondur (soğuk algınlığından sonra) ve yılda 200 ila 375 milyon akut ishal vakasına ve yaklaşık on bin ölüm vakasına yol açarlar, bu ölüm vakalarının 150 ila 300 tanesi beş yaş altı çocuklarda meydana gelir. "Gastroenteritis" terimi ilk defa 1825 yılında kullanılmıştır. Bu zamandan önce, diğerlerinin yanı sıra daha yaygın biçimde karahumma veya "kolera morbus" olarak veya daha az yaygın biçimde "bağırsak gribi", "şişkinlik", "akıntı", "kolik", "bağırsak şikayeti" veya akut ishalin artık kullanılmayan diğer birkaç isminden herhangi biri olarak bilinmekteydi. Mide iltihabı dünya çapında günlük konuşma dilinde birçok farklı şekilde adlandırılır; örneğin Meksika'da "Montezuma'nın intikamı", Hint yemeklerine bağlı olarak ABD'de "Delhi karnı" ve "arka kapıdan hızla kaçma", Fransa ve İspanya'da "turist", Türkiye'de "Turist hastalığı", vb. Birçok askeri kampanyada rol oynamıştır ve "başarı cesaret gerektirir" (orijinali "no guts no glory") sözünün kaynağı olduğuna inanılır. Mide iltihabı, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yıllık 3,7 milyon ve Fransa'daki yıllık 3 milyon hekim ziyaretinin ana sebebidir. Mide iltihabının, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir bütün olarak yılda 23 milyar USD masrafa neden olduğu düşünülmektedir ve bu masrafın tahminen 1 milyar USD’lik kısmı yalnızca rota virüsten kaynaklanmaktadır. Mide iltihabına geliştirilme aşamasında olan birkaç aşı mevcuttur; örneğin, mide iltihabının dünya genelinde en önemli iki nedeni olan Şigella ve enterotoksijenik "Escherichia coli" (ETEC) için aşılar. İnsanlarda mide iltihabına neden olan ajanların birçoğu, kedi ve köpeklerde görülen mide iltihabına da neden olmaktadır. En yaygın görülen organizmalar: "Kampilobakter", "Clostridium difficile", "Clostridium perfringens" ve "Salmonella"dır. Çok sayıda zehirli bitki de belirtilere yol açabilir. Bazı ajanlar belirli türlere özgüdür. Bulaşıcı gastroenterit koronavirüs (TGEV) domuzlarda ortaya çıkar ve kusma, ishal ve su kaybına neden olur. Domuzlara yabani kuşlardan geçtiği düşünülmektedir ve mevcut özel bir tedavisi yoktur. İnsanlara bulaşmaz. Gaz maskesi Gaz maskesi, zehirli gazlardan korunmak amacıyla kullanılan kişisel aygıt. Kanadalı Garrett Morgan tarafından 1914 yılında icat edilmiştir. I. Dünya Savaşı'nda askerlerin gözlerini ve akciğerlerini zehirli gazlardan koruması için kullanılan gaz maskeleri, günümüzde havadaki çeşitli maddelere (toz, asbest lifleri, buharlaşmış boyalar, vb.) ve kimya sanayiinde çeşitli gazlara karşı da kullanılmaktadır. En yaygın kullanılan çeşitlerinden birinde, solunan hava soğurucu bir yatağın (genellikle mangal kömürü) üstündeki elyaf türlerinden oluşan bir filtre yardımıyla süzülerek temizlenir. Ayrıca bir soluk verme borusu ile bir gözlük bölümü vardır. Bazı maskelerin filtrelerinde de temizleyici kimyasal bileşikler kullanılır. Muharrem Ergin Muharrem Ergin (d. 1923 - ö. 6 Ocak 1995), Türk dilbilimci ve Türkolog. Ahıska'da dünyaya geldi. Ailesi Türkiye'e göç ederek Bulanık'a yerleşti. Bulanık'ta başladığı tahsilini 1943 yılında Balıkesir Lisesi'nde yatılı okuyarak sürdürdü. 1947 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Reşit Rahmeti Arat'ın asistanı olarak üniversiteye intisap etti. 1971'de profesör oldu. Bölüm başkanlığı yaptı. Orhun Yazıtları'nın günümüz Türkçesine birebir çevirisini yazdı. 1990'da emekli oldu. 6 Ocak 1995 tarihinde öldü. Antonis Remos Antonis Remos (Yunanca: "Αντώνης Ρέμος", d. 19 Haziran 1970) Yunan şarkıcı. Müzikle uğraşmanın yanı sıra, Iraklis futbol kulübünün başkanlığını yapmaktadır. Aşağıdaki tabloda, sanatçının stüdyo albümleri, Yunanistan'da satışa sunulma yılları ve Yunanistan'da aldığı ödüller gösterilmiştir. Habil ve Kabil Kabil (Musevi kaynaklarında Kain, Kayn, Kayin) ile Habil (Musevi kaynaklarında Hevel), Tanah'ta, Eski Ahit'te, Kur'an'da ve hadislerde bahsi geçen dini şahsiyetler. Kabil, Âdem ve Havva'nın büyük, Habil ise küçük oğludur. Kabil'in, kardeşi Habil'i öldürdüğüne ve tarihteki ilk katil olduğuna inanılır. Sümer mitolojisinde Emeş-Enten ve Lahar - Aşnan hikâyesi Habil ve Kabil hikâyesine benzer anlatımlar içermekte, daha sonra bu anlatımların musevi kaynaklarına aktarıldığı ifade edilmektedir. Eski Ahit'te Habil ve Kayin ikisi de Âdem'in oğlu olup Tanrı’ya ikisi de kurban sunar; 1. “Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu. "RAB'bin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim" dedi. 2. Daha sonra Kayin'in kardeşi Habil'i doğurdu. Habil çoban oldu, Kayin ise çiftçi. 3. Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın ürünlerinden RAB'be sunu getirdi. 4. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. RAB Habil'i ve sunusunu kabul etti. 5. Kayin'le sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı.” Kabil buna çok kızar ve kıskançlık içinde Habil'i öldürür. Tanrı Kabil'e kardeşinin nerede olduğunu sorunca ""Ben kardeşimin bekçisi miyim?"" diye cevap verir. Habil'in kanı yerden bağırır. Bunu duyan Rab, Kabil'i lanetler ve durmadan yeryüzünü dolaşmaya mahkûm eder. Kabil, Tanrıya yalvarır ve diğer insanların kendini öldüreceklerini söyler. Bunun üzerine Tanrı, Kabil'e diğer insanların onu öldürmesine engel olacak bir iz yapar ve şöyle der: "Her kim Kabil'i öldürürse, intikam yedi kat fazlasıyla onun üzerine olsun." Bunun üzerine Kabil dünyayı dolaşmak üzere yola çıkar. Çocukları olur ve bir şehir kurarak oğlu Hanok'un adını verir (Tekvin, 5:17). Bazı kaynaklara göre bahsi geçen bu şehir Urfa'dır. Bazı yorumculara göre Habil'in adağı sürüsünün ilk doğan kuzularından ve en besililerinden olduğu halde, Kabil'in adağı olan meyve ve tahıl, özenle seçilip hazırlanmış değildi. Tevrat yorumcusu Rashi'ye göre Tanrının Kabil'in adağını geri çevirmesinin nedeni, Kabil'i bütünüyle reddetmesi değil, bir dahaki sefere daha dikkatli olması için uyarmaktı. Diğer yandan Yeni Ahit'te Habil adağını inancının göstergesi olarak sunarken (İbraniler, 11:4), Kabil'inkinin, onda zaten var olan kötülüğün yansıması olduğu ima edilir (Yuhanna I, 3:12). Tevrat'ın Tekvin kısmında cinayetin nedeni, "Habil'in Tanrı'nın favorisi olduğunu düşünen Kabil'in kıskançlığı" olarak anlatılsa da bazı yorumculara göre durum bundan ibaret değildir. Eski Ahit'in Aramice çevirilerine göre Habil ve Kabil'in birer ikiz kız kardeşi vardı ve birbirlerinin kardeşiyle evlenmeleri istenmişti. Kabil'in ikizi, Habil'inkinden daha güzel olduğu için Kabil bu değiştirmeyi kabul etmedi. Mormonlara ve İsa Toplumu'na göre ise Kabil'i kardeşini öldürmeye iten güdü Musa'nın Kitabı'nda belirtildiği üzere yine kıskançlıktır ancak bu kıskançlığın nedeni Habil'in sahip olduğu hayvan sürüsüdür. Tevrat'ta sadece Kabil'in Habil'i öldürdüğü söylenir. Eski Ahit'in Aramice tefsirlerinde ise kardeşlerin dövüştüğü, daha güçlü olan Habil'in yendiği ancak ağabeyinin hayatını bağışladığı belirtilir. Buna rağmen Kabil, Habil farkında değilken saldırmış ve onu öldürmüştür. Kaynaklarda cinayet yöntemi farklılık göstermekle beraber, yaygın inanış Kabil'in cinayeti taşla, sopayla veya boğarak işlediği yönündedir. Ortaçağda ortaya atılan bazı iddialara göre ise cinayet sabanla işlenmiştir. Hıristiyanlıkta zaman zaman İsa ve Habil'in ölümleri karşılaştırılmıştır. Matta İncili'ne göre (23:35) İsa, Habil için salih sıfatını kullanır. Bununla birlikte İsa'nın havarileri tarafından yazılan mektupta "(İsa'nın) akan kanının Habil'inkinden daha iyi şeyler söylediği" belirtilmektedir (İbraniler, 12:24), zira İsa'nın kanı merhamet dilerken Habil'inki intikam dilemiş ve Kabil'in lanetlenerek işaretlenmesine neden olmuştur. Eski Ahit'in Aramice tefsirlerine göre mezar yeri "sonsuza kadar ıssız kalmakla" lanetlenmiş olsa da daha sonraki dönemlere ait Musevi kaynaklarında mezarın Şam'da olduğu iddia edilir. Kur'an'da Kabil ve Habil'den Maide suresinde bahsedilir. Kur'an'da isimleri geçmez ancak diğer İslami kaynaklarda Kabil ve Habil olarak adlandırılır. Âdem'in çocuklarından Habil bir ava çıktı ve bir Ceylan görünce birden avını unuttu ama sonra Ceylan'ın peşinden koşarak girdi sonradan Ceylan kaçmıyordu ve oğlunu bularak Habil birden mutluluğu bozmadı ve diğer fertler geldi ve Habil'in eve gitme vakti gelmişti ve Habil diğer fertlerin pek de masum olmadığını düşündü ve koşarak eve gitti. Habil avdan eli boş döndü ve Kabil birden Habil arasında bir yarışa girmişti sanki. Dedi ki: Demek elin boş döndün, Habil'den ise iyi cevaplar geldi, babasının kızacağı hakkında Kabil'e soru sordu ve hayır dedi, ben olsam kızardım diye yanıt verdi. Habil bu sözlerin çok yanlış olduğunu söyledi ve babasının bu sözlerden üzüleceğini söyledi. Habil ve ağabeyi Allah'a birer kurban sunmuşlardı. Kabil, kendi kurbanı Allah tarafından kabul edilmediği için kardeşini öldürmeye karar verdi (Maide Suresi, 27-32). İbn-i İshak tarafından rivayet edilen ve sahih olmayan bir hadise göre Habil ve Kabil'in birer ikiz kız kardeşleri vardı ve birbirlerinin kardeşiyle evlenmeleri istenmişti. Kabil'in ikizi Aklimâ, Habil'in ikizi Lebudâ'an daha güzel olduğu için Kabil bu değiştirmeyi kabul etmedi. Bir gün ikisi de Ava gitti ve Habil ile Kabil bir Leopar gördüler ve Kabil kibirlenerek Leopar'a sald
ırmak istedi ama Leopar Kabil'e eziyet etti ve Habil Leopar'ı öldürüp Kabil'i kurtardı. Sonra Habil uyuyarak bir rüya görüp Kabil'in Cehennem'de yandığını gördü. Kabil Habil'e onu öldüreceğini söylediğinde, Habil, "Allah'tan korktuğunu" söyleyerek karşı koymadı ve ağabeyine el kaldırmadı. Ancak Kabil'in cehennem ateşinde yanmasını diledi. Bazı liberal İslami akımlara göre Habil pasifizmin ve şiddet karşıtlığının ilk savunucusudur. Daha sonra ağabeyi, Habil'i öldürdü ve yeryüzündeki ilk cinayeti işlemiş oldu. Kur'an'da cinayetin ne şekilde işlendiğine dair bir açıklama yoktur. Allah Habil'in cesedini nasıl gömeceğini göstermek üzere bir karga gönderdi. Yeri eşeleyen kargayı gören Kabil, kargadan bile aciz olduğunun farkına vararak yaptığından pişmanlık duydu (Maide Suresi, 27-32). Kabil artık hem kardeşini hem de ailesini kaybetmişti ve babasına hiçbir yalan uyduramayarak çok uzaklarda hayatını sürdürdü ve soyu ilerledi. Habil öldükten sonra Allah Adem ve Havva'ya Şit adında bir çocuk verdi ve ikinci peygamber dünyaya geldi. Kabil ve Habil ile ilgili tek sahih hadiste, olayla ilgili isim verilmemiştir: "Zulümle öldürülmüş hiç kimse yoktur ki, onun kanında Âdem'in ilk oğluna bir pay düşmesin. Çünkü adam öldürenlerin ilki odur." Tefsir ve siyer kitapları ile sahih olmayan hadislerde konuyla ilgili daha çok ayrıntı ile birlikte Âdem'in ilk oğlu olarak Kabil'in adı verilmektedir. 2001 yılında Anatolia Film tarafından Habil ve Kabil adı ile çizgi filmi yapılmıştır. Çizgi filmde olaylar tasvir edilmiştir. Minos Minos, Yunan mitolojisinde Zeus ile Europa'nın oğlu ve sertliği ile adalete saygısıyla ünlü Girit monarşisinin efsane kralıdır. Adından ötürü bu monarşiye Minoyen denmiştir. "Mutluluk" demek olan Minos adı, Firavun ya da Ceasar gibi, belki de sadece hanedan unvanıdır. Dante Alighieri'nin İlahi Komedya'sında ("Divina Commedia") cehennemde yargıçlık yapan şeytana verdiği addır. Efsane Kraldır. Efsaneye göre Girit adasının kralı Minos, Poseidon'un onu sınamak için armağan ettiği güzel bir boğayı kurban etmediği için Poseidon'un laneti sonucu karısı Pasiphae, boğalara ilgi duymaya başlamış ve bir boğa ile ilişkiye girdikten sonra yarı boğa yarı insan bir erkek dünyaya getirmiştir. Durumu öğrenen Minos, çocuğu hem cezalandırmak hem de saklamak için Girit adasının altına dönemin en iyi mimarlarından biri olan Daidalus'u görevlendirerek büyük bir hapishane olan bir labirent inşa ettirmiş, çocuğu da buraya hapsetmiştir. Minotaur'un anlamı da "Minos + Taurus"dan gelmektedir Minos'un boğası gibi. Ayrıca Dionysos'un eşi olan Ariadne'nin ve Theseus ile evlenen Phaedra'nın da babasıdır. Michael Bublé (albüm) Michael Bublé, Kanadalı pop ve caz şarkıcısı Michael Bublé'in, ilk albümüdür. 2003 yılında piyasaya sürülmüştür. Diğer birçok "yeni" şarkıcının aksine, Bublé; pop ve caz türünde eserler icra etmeyi seçtiğini bu albüm vasıtasıyla duyurmuş ve müzik dünyasındaki ilk ciddi eserlerini yine bu albüm ile vermiştir. Albüm, ilk olarak, Bublé'in kendi ülkesi Kanada'da piyasaya sürüldüğü için; müzik listelerindeki ilk ciddi başarısını da yine burada elde etmiştir. Önemli birçok caz ve pop standardını bünyesinde barındırıyor olmasıyla, kısa sürede; birçok ülkenin müzik listelerinde ilk 10'a girme başarısı göstermiştir. Kanada'daki başarının ardından, Bublé, bu albümü sayesinde; kısa sürede Avustralya, İngiltere ve ABD gibi ülkelerin müzik listelerinde de üst sıralara tırmanmayı başarmıştır. Juno Ödülleri'nde Bublé'e, "En İyi Yeni Yetenek" ödülünü kazandırmış "Michael Bublé"; "Yılın Albümü" ödülüne de aday gösterilmesine rağmen, bu dalda ödüle layık görülememiştir. !align="left"|Şarkı Adı !align="left"|Uzunluk Kınık, Seydikemer Kınık, Muğla ilinin Seydikemer ilçesine bağlı bir mahalledir. oğuzların kınık boyundan ismini alır Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Muğla iline 210 km, Fethiye ilçesine 70 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Alkmene Alkmene, mitolojik Yunan kahramanı, Roma mitolojisindeki güçlü Herakles'in annesi. Kahraman Perseus'un soyundan gelen Alkmene güzelliği ve faziletiyle de tanınır. Bir savaş yüzünden yola çıkmak zorunda kalan Amphitryon'la yeni evlenmiştir. Zeus Alkmene'yi baştan çıkarmak için onun kocasının biçimine girerek bu yokluktan yararlanır. Söylentilere göre, Zeus'un emriyle Hermes, Helios'a güneş ışığını söndürmesini, saatlere dinlenmelerini ve daha sonra Ay'a çok yavaş ilerlemesini, Uyku'ya da olan bitenden kimsenin haberdar olmaması için bütün insanları uyku mahmurluğunda tutmasını emreder. Zeus güneşe bu süre dolmadan görünmemesini buyurduğu için bu sevişme üç tam gün sürer. Zeus, şehrin üzerine altın yağmuru yağdırırken Alkmene, Herakles'e hamile kalır. Ayrıca Zeus Alkmene'ye Karkhesia kasesini de hediye eder. Seferden dönen Amphitryon da sabahleyin dönerek karısıyla yatar ve Alkmene ondan da ikinci bir çocuğa, İphikles'e gebe kalır. Tanrı, Perseus'un soyundan dünyaya gelecek olan bu çocuğun insanlar üzerinde çok büyük bir güce sahip olacağını da söyler. Ancak Hera'nın oyunuyla Perseus soyundan doğacak ilk çocuğun tahta çıkacağını da söyler. Bunun hemen ardına kıskançlıktan kudurmuşçasına Zeus'un karısı Hera hemen Mykenai'ye gelir. Perseus'un oğlu Kral Sthenolos orada hüküm sürmektedir. Hera onun karısı Nikippe'ye Alkmene'ninkinden önce doğacak bir erkek çocuk sözü verir; o çocuk Eurystheus'tur. Bu amaçla doğum tanrıçası İlithya'ya ve kader tanrıçaları Moiralara Alkmene'nin doğurmasını engelleme emrini verir. Bunlar dokuz gün, dokuz gece sarayın kapısı önünde elleri kolları bağlı bir vaziyette, hiç kıpırdamadan oldukları gibi otururlar. Zavallı anne ancak dostlarından Galanthis'in kurnazlığı sayesinde kurtulur: Bu dostu tanrıçalara, kendilerine rağmen Alkmene'nin bir oğlan doğurmuş olduğunu bildirir. Ayrıca Teiresias'ın kızı Historis'in, çocuğun dünyaya gelmesi için onların uzaklaştırmak amacıyla doğum odasından sahte bir sevinç çığlığı atarak aldatır. Tanrıçalar bir an için ürküntü ve öfke ile kalkınca Alkmene gerçekten doğurmak için bundan yararlanır, ancak tanrıçalar kendileri aldattığını anlayınca Galanthis'i gelincik denen hayvana dönüştürürler. Zeus da Alkmene'nin üzerine bir daha hiçbir ölümlü kadınla birlikte olmaz. Bebeğe Herakles, Hera'nın zaferi adı verilir. Bu, onun hak ettiği bir unvandır, çünkü tanrıça onu, yaşadığı sürece hep insafsızca izleyecek, özellikle de kuzeni Eurystheus'un hizmetine girmesi için zorlayacaktır. Mephistopheles Mephistopheles (ya da Mephisto, Mephistophilus, Mephist, Mephistophilis, Mephostophiles, Mephostophiel, Mephisophilus), Rönesans dönemi Avrupa yazınında Hristiyan mitolojisinin lider-şeytanlarından biri olarak belirir. Önceleri de kullanılmakla beraber Rönesansta yaygın olarak kullanılmış ve geliştirilmiştir. Bir Hıristiyan miti olmasına rağmen İncil'de adına rastlanmamaktadır. Kelimenin menşei Christopher Marlowe'un "Dr.Faustus" adlı oyunundan alıntı olan, Goethe'nin "Faust" adlı oyunu ile özdeşleşmiştir. Klaus Mann'ın 1936 yılında yayınlanan Mephisto isimli bir romanı vardır. Ayrıca Diablo II adlı oyuna da uyarlanarak Şeytan'ın kıdemli askeri olarak geçmektedir. Ayrıca Ao No Exorcist adlı animede bulunan bir karakterdir.Geçmişi ve esas amacı hakkında pek bir bilgi yoktur. Calama Calama, Şili'nin Antofagasta Bölgesi'nde bir şehir. Nüfusu 140.700 kişidir (2004). Bir çöl şehri olana Calama, Arica'nın 600 km güneyinde Atacama Çölü'nün bir ara platosunda yer alır. Şehrin, yıllık 0 mm yağış ortalamasıyla dünyanın en kurak yeri olduğu belirtilir. Buna uygun olarak pratikte, şehrin çevresinde hiçbir bitki örtüsü gelişmemiştir. Şehrin daha önce "Chiu-Chiu" olan adı 1840'ta Calama olarak değiştirilir. O zamanlar Bolivya'ya ait olan şehir, Güherçile Savaşı'nda 23 Mart 1879 tarihindeki Şili birliklerince fethinden itibaren Şili'ye ait olur. 1886 yılında şehir demiryolu bağlantısına kavuşur. Yakınlarındaki Chuquicamata bakır madeninde oluşan çevre problemleri nedeniyle 1 Ocak 2003 tarihi itibarıyla Chuquicamata'da kimsenin yaşamasına izin verilmediğinden, Calama çok hızlı bir büyüme yaşamaktadır. Nüfusunun büyük çoğunluğu ekonomik bakımdan, Yeryüzü'nün en büyük bakır madeni olan Chuquicamata'ya bağlıdır. Bolivya'ya haftalık tren seferi vardır. Bunun dışında şehir bir havaalanına sahiptir. Ülkenin diğer bölgelerine sayısız otobüs seferi ile ulaşılabilir. Stay-behind Stay-behind, (bu terimin İngilizce kelime anlamı “"geride kal"” olarak tercüme edilebilir) NATO bünyesindeki ülkelerde sol örgütlenmeye karşı oluşturulan yasa dışı silahlı kuvvetler. Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliğinin işgal ihtimali bahane edilerek oluşturulan gizli örgütlenmeler kuruldukları ülkelerde siyasi hayatı şekillendirmek için kullanılmıştır. Türkiye'deki 12 Eylül Darbesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Stay-behind operasyonunda, bir ülke başka bir ülke tarafından işgal edilme tehlikesine karşı kendi topraklarında gizli örgütlenmeler ve planlar gerçekleştirir. Eğer işgal gerçekleşirse, yapılan hazırlıklar yerel direnişin başlangıcı için kullanılacak, düşman cephe gerisinde casuslar faaliyet gösterebilecektir. Küçük çaplı operasyonlar olduğu gibi bütün ülkeyi içeren operasyonlar da planlanmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında birçok ülke buna göre planlama yapmış, İngiltere'de Auxiliary Units ve Nazi Almanyası'nda Werwolf bu planları yürürlüğe koymuştur. Soğuk Savaş sırasında NATO ve CIA birçok Avrupa ülkesinde stay-behind kuvvetleri oluşturmuştur. Bu kuvvetlerin olası bir Varşova Paktı ülkesinin işgali durumunda veya ülkedeki komünist partilerin demokratik şekilde seçilmesi durumunda aktif olacağı planlanmıştır. Bu gizli orduların kulla
nması için saklanmış şekilde gizli silah depoları İtalya, Avusturya, Almanya, Hollanda ve diğer ülkelerde ortaya çıkartılmıştır. Bu tip NATO operasyonlarından en bilineni "Gladio Operasyonu"dur ve 24 Ekim 1991 tarihinde İtalyan Başbakanı Giulio Andreotti tarafından açıklanmıştır. Çoğu örnekte stay-behind kuvvetleri gerçek amacının dışına çıkmış, işgali önlemek yerine iç siyasette aktif yer almışlardır. Ülkenin yarı-işgal altında öne süren bu güçler özellikle sol siyasete karşı tavır alarak silahlı eylemlerde bulunmuş hatta darbelerde yer almışlardır. İtalya örneğinde olduğu gibi bazı ülkelerde terör ortamı yaratılmış, Yunanistan örneğinde olduğu gibi aşırı-sağ askeri cunta yönetimleri kurulmuş veya Türkiye’deki 12 Eylül 1980 örneğinde olduğu gibi askeri darbeler yapılmıştır. İstihbarat İstihbarat, siyasi makamlara sunulmak üzere toplanmış ve çözümlenmiş izlemsel veya taktik içerikli işlenmiş bilgilere denir. Her türlü kaynaktan elde edilen ham bilgi ilişkisiz gibi görünen parçalardan oluşan, çelişkili, güvenilmez, yanıltıcı veya yanlış olabilir. İstihbarat ise birleştirilmiş, değerlendirilmiş, çözümlenmiş, yorumlanmış ve ayıklanmış bilgidir. Tamamlanmış bir istihbarat, istihbarat çevriminin sonuç ürünü olan ve siyasi belirleyicilere sunulmaya hazır olan işlenmiş bilgidir. Her devlet için, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve ulusal gücünü oluşturan bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan gelecek mevcut ve olası tehditler hakkında bilgi toplamak ve istihbarat oluşturmak için vazgeçilmez bir gereksinimdir. İstihbarat devlet için, hasım veya hasım olması olası kişi, kurum-kuruluş, devletler ve diğer organizasyonlar hakkında açık veya kapalı kaynaklardan bilgi toplayıp, çözümleme ve değerlendirmelere tabi tutarak sonuca ulaşılması anlamına gelmektedir. İstihbarat (إستخبارات) yani anlık yahut geniş zamana ait bilgi anlamına gelen kökten gelir. İstihbar etmek, haber almak anlamına gelir. İstihbarat sözcüğü haline geldiğinde ise, kavramsallaşmış hale gelir ve haber alma anlamını belirtir. Sözcük anlamı olarak geniş anlamda bakıldığında, kişinin gideceği okulu, yahut babanın müstakbel damadını araştırması da istihbarattır. İstihbarat,kelime anlamı olarak haber alma anlamına gelse de, kavramın ifade ettiği anlam, biraz daha geniştir ve haber alma kavramı istihbarat kavramının kapsadığı sürecin sadece bir adımıdır. istihbarat kavramı, ülke güvenliğinin sağlanması için karar mekanizmalarına gerekli bilginin toplanması, analiz ve tasnif edilmesi, raporlandırılması ve ilgili karar vericilere iletilmesi sürecidir. Bu anlamda, ingilizcedeki intelligence kelimesi, istihbarat kavramını daha iyi kapsamaktadır. Mehmet Emin Aga Mehmet Emin Aga (1932 - 9 Eylül 2006), İskeçe müftüsü. Babası Mustafa Hilmi'nin 1990 yılında vefatından sonra İskeçe Müftülüğü'nde naiplik görevi yaptı. Aga, aynı yıl Atina'nın İskeçe Müftülüğü'ne Mehmet Şinikoğlu'nu atamasının ardından, 18 Ağustos 1990 tarihinde İskeçe Türk halkı tarafından yapılan oylamayla müftü seçildi. Ancak Yunan hükümeti, Aga'yı "resmi makamı gasp etme" suçlamasıyla aleyhinde davalar açıldı . Defalarca fanatik grupların saldırısına uğrayan Aga, yüzlerce ay hapis cezasına mahkûm edildi. Larisa cezaevinde 6 ay kaldıktan sonra Aga, sağlık sorunları nedeniyle salıverildi. Karaciğer yetmezliği nedeniyle Türkiye’de ve Yunanistan’da bir süre tedavi gören Mehmet Emin Aga 9 Eylül 2006 günü sabah saat 06.00'da evinde hayatını kaybetti. Kaplumbağa Terbiyecisi Kaplumbağa Terbiyecisi, Osman Hamdi Bey'in 1906 ve 1907 yıllarında iki farklı versiyonunu çizdiği tablosudur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti tarafından çıkartılan gazetenin on yedinci sayısında tablonun adı Kaplumbağalar ve Adam olarak geçer, ancak tabloya daha sonra yaygın olarak bilinen "Kaplumbağa Terbiyecisi" adı verilmiştir. Belinde sıkı bir kemerle bağlanmış kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı bir adam, mavi çinilerle kaplı eşyasız ve bakımsız bir odada, izleyiciye arkası yarı dönük biçimde dikilmektedir. Başına, etrafına gelişigüzel bir yemeni sarılmış arakiye takmıştır. Adamın ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar vardır. Bursa'daki Yeşil Camii'nin üst katındaki odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüştür. Tablonun tek ışık kaynağı adamın önündeki alçak penceredir. Ellerini arkasında kavuşturmuş olan adam bir ney tutmaktadır. Sırtında bir nakkare asılıdır ve buna bağlı bir mızrap boynundan aşağıya sarkar. Bazılarına göre adamın sırtında asılı olan şey, eskiden dervişler ve dilenciler tarafından kullanılan, hindistan cevizinden ya da abanozdan yapılma dilenci çanağı olan keşkülüfukaradır. Osman Hamdi Bey'in bu tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Kaplumbağaların esin kaynağının, Lâle Devri'ndeki Sadabad eğlenceleri sırasında, hava karardıktan sonra sırtlarına mum dikilerek serbest bırakılan kaplumbağalar olduğu öne sürülmüştür. Bu yoruma göre, Sanayi-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Duyun-u Umumiye gibi birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey, tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvetmektedir. Başka yorumlara göre, düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır. Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey'in kendisidir. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey'in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular. Terbiyecinin, kaplumbağaları eğitmekte kullanacağı neyi üfleyemeyip arkasında tutması, Osman Hamdi Bey’in neyi üfleme, yani kaplumbağalar ile temsil edilen halkı eğitme kaygısından artık vazgeçtiği, çünkü derviş sabrının bile bir sonu olduğu şeklinde de yorumlanmıştır. Ayrıca tablodaki kablumbağaların ilham kaynağının, Osman Hamdi Bey'in Paris'teyken sokaklarda dolaştıklarını gördüğü, Charles Baudelaire'in "Modern Hayatın Ressamı" kitabında da bahsi geçen kaplumbağalar olduğu da öne sürülmüştür. Tablonun ikinci versiyonunun, 2009 yılında Sakıp Sabancı Müzesindeki bir sergide sergilenmesi sırasında, tablonun ilham kaynağına dair yeni bir iddia öne sürülmüştür. Buna göre Osman Hamdi Bey, "Tour du Monde" isimli Fransızca bir derginin 1869 tarihli sayılarından birinde gördüğü bir gravürden esinlenerek bu tabloyu çizmiştir. L. Crépon tarafından, Japon millî gravüründen esinle çizilmiş olan bu resim, dergide "Charmeur de tortues (Kaplumbağa Terbiyecisi)" adıyla basılmıştır. Resimde, Osman Hamdi Bey'in tablosundaki terbiyeciye benzer şekilde giyinmiş yaşlı bir terbiyeci, elindeki ufak davulu çalarak bir grup kaplumbağanın bir masanın üzerine çıkmasını sağlamaya çalışmaktadır. Osman Hamdi Bey, 13 Temmuz 1869'da Bağdat'tan babasına gönderdiği mektupta, ""bana yollamış olduğunuz Tour du Monde'u okudum"" demektedir. Osman Hamdi Bey muhtemelen 1869 yılının ilk cildini okumuştur ve "Kaplumbağa Terbiyecisi"'ni çizerken bu gravürden etkilenmiş olabilir. İş adamı Erol Aksoy'un 1 milyon dolar karşılığında satın alarak İktisat Bankası koleksiyonuna dahil ettiği tablo uzun süre bu koleksiyonda kaldı. Erol Aksoy'un varlıklarına İktisat Bankası kaynaklı borçları sebebiyle TMSF'nin el koymasıyla geçici süre devlete geçti. Eser Aralık 2004'te 1,95 trilyon lira muhammen bedelle açık arttırmaya çıkarıldı. Pera Müzesi ile İstanbul Modern'in rekabeti ile geçen açık artırma sonucunda Pera Müzesi resmi, Türk resim sanatında bir esere verilen en yüksek fiyat olan 5 trilyon lira (yaklaşık 3,5 milyon dolar, sıfır atılmış lira ile 5 milyon TL) karşılığında satın aldı. Tablo halen Pera Müzesi'nde sergilenmektedir. Nisan 2009 itibarıyla tablonun değerinin yaklaşık 10 - 15 milyon TL (6,2 - 9,3 milyon dolar) olduğu tahmin edilmektedir. Daha önce İstanbullu Levanten bir aileye ait olan tablonun 1907 versiyonu, 1984 - 1986 yılları arasında Londra'daki bir müzayedede Erol Simavi tarafından 100 bin dolar karşılığında satın alındı. Halen Belma Simavi koleksiyonunda bulunan tablo, Sakıp Sabancı Müzesinde 2009'da düzenlenen "Batıya Yolculuk - Türk Resminin 70 Yıllık Serüveni" isimli sergide halka açık biçimde sergilendi. Nisan 2009 itibarıyla tablonun değerinin yaklaşık 4 - 6 milyon TL (1,5 - 2 milyon dolar) olduğu tahmin edilmektedir. Diğer Oryantalist ressamlar gibi Osman Hamdi Bey'in de herhangi bir tablosunu birden fazla defa çizmiş olması normal görülmektedir. Bir yıl arayla çizilen tabloların genel kompozisyonu oldukça benzerdir. İkinci versiyonda ilkinden farklı olarak beş yerine altı kaplumbağa bulunur. Ayrıca terbiyecinin sağındaki duvarda çerçeveli bir hat ile cam kenarında bir testi durmaktadır. Bu versiyonda ayrıca, resmin Ahmet Muhtar Paşa'ya ithaf edildiğine dair, ressamın el yazısıyla yazılmış bir not da vardır. Osman Hamdi Bey'in kardeşi İsmail Galib’in 4. kuşaktan torunu Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Edhem Eldem'in ""Making Sense of Osman Hamdi Bey and his Paintings", in: "Muqarnas: An Annual on the Visual Culture of the Islamic World" adlı" eserini inceleyebilirsiniz. Mustafa Cezar'ın "Sanatta Batı'ya Açılış ve Osman Hamdi" adlı kitabını inceleyebilirsiniz. CeBIT Bilişim Eurasia CeBIT Bilişim Eurasia, 2000 yılından itibaren, İstanbul'da düzenlenmekte olan bir bilişim fuarıdır. Fuar, CeBIT fuarlarını düzenleyen Deutsche Messe AG firması ile İnterpro A.Ş. 'nin ortaklığında kurulmuş HİF A.Ş tarafından düzenlenmektedir. Fuar 2012 yılında Büyükçekmece'deki TÜYAP Büyükçekmece Fuar ve Kongre Merkezi yerine Yeşilköy'e taşınarak CNR Expo Fuar Merkezi'nde düzenlendi. CeBIT (anlam ayrımı) CeBIT dünyanın en tanınmış ve en başarılı ticaret fuarı
markasıdır. Uluslararası bir markaya sahip olma, Deutsche Messe'yi yeni pazarlara taşımaktadır. Sonuç olarak, CeBIT etkinlikleri artık sadece Hannover'de değil, Türkiye, Avustralya, ABD ve Çin'de de gerçekleştirilmektedir. Bu sayede global katılımcılar yeni ticaret fuarından ve beraberinde getirdiği artan talepten faydalanabilir. CeBIT gibi fuarlar "made in Hannover" (Hannover çıkışlı) olmaya devam edecektir ve büyüyen dünya pazarlarında eşit yapıya sahiptir. Binghamton, New York Binghamton, Amerika Birleşik Devletleri, New York eyaletinde Pensilvanya sınırına yakın, Susquehanna ve Chenango nehirlerinin yatağı olan vadide kurulmuş bir şehirdir.  Triple Cities olarak bilinen, Binghamton, Endicott ve Johnson City’den oluşan üçlü şehirlerin oluşturduğu metropoliten alanın (Greater Binghamton metropolitan area) da merkezidir (Broome County). Şehrin nüfusu 2010 sayımına göre 47.376’dır. New York şehrine karayolu ile yaklaşık 3 saatlik mesafede bulunan Binghamton’da yerel bir de havaalanı (Binghamton Regional Airport) bulunmaktadır. Bir dönem önemli bir sanayi merkezi ve ulaşım kavşağı olan kentte, 1990’lara kadar tütün, ayakkabı ve ileri teknoloji endüstrisi kalkınmanın motorları olmuşlardır. 1950’de 85.000’i bulan nüfus, 20. Yüzyılın ikinci yarısında dereceli olarak azalmış, üretim endüstrilerinin bölgeden çekilmesiyle kent önemini ve canlılığını yitirmiştir. Son dönemde kenti hizmet ve eğitim sektörü ayakta tutmaktadır. Binghamton üniversitesi, "Broome Community College" (iki yıllık yüksek okul) ve New York Eyalet üniversitesine bağlı tıp fakültesi uygulama hastanesi ("Clinical Campus of Upstate Medical University") kentte bulunan üç yüksek öğrenim kurumudur. Şehrin coğrafi konumunun bir sonucu oldukça sert geçen kışları, diğeri de içinden geçen iki nehrin yol açtığı sel baskınlarıdır. Yazlar ılık ve yağışlı, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Kar yağışı yıllık ortalama 196 cm’yi bulur. Ocak ayı ortalaması en yüksek -1,5 °C, yılın en sıcak ayı temmuz ortalaması ise 25,8 °C’dir. Bahar aylarında nehirlerin taşması şehirde alışılagelen bir durumdur. Buna yönelik alınan tedbirlerin (sel duvarları) yetersiz kaldığı 2006 ve 2011 yılında yaşanan sel felaketleri önemli maddi hasara yol açmıştır.   Binghamton adını, 1792’de çevre arazilerin neredeyse tamamını satın alan Philadelphia’nın varlıklı iş adamı ve kongre üyesi William Bingham’dan (1752– 1804) alır. Kente ilk yerleşim 1802 tarihlidir. Binghamton 1834’de kasabaya, 1867’de bir şehre dönüşür. Şehrin ilk belediye başkanı Pennsylvania Kömür şirketi sekreteri  Abel Bennett olur. Alkolizm tedavisi üzerine uzmanlaşmış ilk merkez olan  New York State Inebriate Asylum 1858’de Binghamton'da kurulur. Merkez 1879’da genel bir akıl hastanesine dönüşür. Isaac Perry tarafından tasarlanan ilk binası tarihi eserler kapsamında koruma altında bulunan akıl hastanesi hizmetine Upstate Medical University’ye bağlı olarak devam etmektedir.  Başlangıçta tarım ürünleri pazarı niteliğindeki küçük bir şehir olan Binghamton’un kaderi demiryolunun gelmesiyle değişir. 20. yüzyıl başlarında Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük ikinci puro üreticisi konumuna yükselir. 1920’lerde çalışanlarının sosyal refahına verdiği önemle bilinen Endicott Johnson ayakkabı fabrikası özellikle Avrupa'dan göç edenlerin şehre olan talebini daha da arttırır. İkinci Dünya Savaşı sırasında yükselişe geçen ve kısa sürede önde giden teknoloji şirketlerinden birine dönüşen IBM bölgenin teknoloji ve savunma sanayii merkezi konumuna gelmesinin kapısını açar. IBM dışında önemli bir firma da 1929’da ilk uçuş simülatörünü geliştiren Link Aviation Devices’tır. General Electric ve Ansco bir dönem şehirde fabrikaları bulunan diğer tanınmış kuruluşlardır. 1950’lerde en parlak dönemini yaşayan kent, otomobil kullanımının yaygınlaşmasıyla yeni oluşan yerleşimler ve banliyölere kayan işletmeler yüzünden canlılığını yitirmeye başlar. Karayolu taşımacılığı Binghamton’u bölgenin demiryolu merkezi konumundan eder. Kentin ekonomisine asıl darbe 1990’larda soğuk savaş sonrası savunma ve ileri teknoloji yatırımlarının yavaşlamasıyla gelir. 1989’da IBM’in toplam 6 araştırma laboratuvarı ve 12 fabrikasından birer tanesi Endicott’da bulunmaktayken, 90'lar boyunca şirket yatırımlarını başka bölgelere kaydırmış, gerek çalışan sayısı gerekse üretim kapasitesi azalmış, nihayet 2001’de üretim birimi tamamen kapanmıştır. Bazı üretim ve araştırma yapıları yerel firmalara satılmıştır. IBM öncesiyle kıyaslanamasa da halen bölgede varlığını hissettirmekte, Endicott’da kalan birkaç merkezde 800 kişiye iş olanağı sağlamaktadır. Binghamton üniversitesinin kent kalkınmasına potansiyel katkısı ancak son yıllarda ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu doğrultuda üniversite Kamu ilişkileri fakültesini şehir merkezindeki yeni binaya taşımış, bu bölgede öğrenci yurtları tesis etmeye başlamıştır. Binghamton'un aşağıdaki şehirler ile kardeş şehir antlaşmaları vardı: Şu şehirle ise yerel bir kardeş şehir projesi bulunmaktadır: İrlanda millî futbol takımı İrlanda millî futbol takımı, İrlanda'yı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. 1 Haziran 1921 günü kurulan İrlanda Futbol Federasyonu, İrlanda'nın Serbest olan devletinin futbol federasyonu olarak kuruldu. Mart 1926'da İrlanda takımı ilk uluslararası karşılaşmasını İtalya'nın Torino kentinde oynadı. 1930'lara kadar hiçbir uluslararası yarışmaya katılmayan İrlanda, yine Almanya'daki 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası'na kadar da hiçbir uluslararası yarışmanın elemelerini geçemedi. Ancak Avrupa Şampiyonasını izleyen 1990 FIFA Dünya Kupası'nda çeyrek finallere kadar uzanmayı başardı. İrlanda bundan başka 1994 ve 2002 Dünya Kupalarında ise ikinci tura çıkabildiler. 31 Mayıs 2016 tarihinde açıklanan 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için son 23 kişilik kadro. Japon mazısı Japon mazısı ("Thuja standishii "), servigiller (Cupressaceae) familyasından Japonya'ya özgü bir mazı türü. Japon mazısı, 110 metreye kadar uzar ve kozalakları 3–4 cm kadardır. 5 yılda olgunlaşır ve tohum verir. Bulunan en eski Japon mazısı 1450 yaşında, 115 metre yüksekliğinde ve dipte 68 metre genişliğindedir. Oldukça esmerdir; yaprakları siyahımsı ve ömürleri ortalama 26 yıldır. İrlanda Futbol Federasyonu İrlanda Futbol Federasyonu "(İngilizce: Football Association of Ireland)", İrlanda'da futbol faaliyetlerini yürütmek, futbolun gelişmesini ve yurt sathına yayılmasını sağlamak, bu konularda her türlü düzenlemeyi yapmak, kararlar almak ve uygulamakla yetkili kurumdur. League of Ireland, FAI Cup ve İrlanda millî futbol takımını organize eden kurumun merkezi Dublin'deyken, Kuzey İrlanda'nın hiçbir sportif etkinliklerine karışmamaktadır. Fonda Idanha-a-Nova Belediyede 17 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. SS Kurtuluş SS Kurtuluş, II. Dünya Savaşı'nda Yunanistan'ın Nazi Almanyası'nın işgali altında bulunduğu dönemde bu ülkeye Türkiye'den insani yardım taşınmasında oynadığı rol ile tarihe geçmiş Türk kuru yük gemisi. Kızılay adına Atina'nın Pire limanına beşinci seferini yaparken 20 Şubat 1942 sabahı Marmara Adası'nda kayalıklara çarparak battı. Geminin hikâyesini ve dönemin genel tarihsel çerçevesini konu eden Erhan Cerrahoğlu yapımı belgesel film "Kurtuluş Vapuru Belgeseli" 2006 yılında vizyona girdi. Gemi 1883'te İngiltere'de 76,5 m.lik ve 2.735 groston kapasiteli bir kuru yük gemisi olarak inşa edildi. Çeşitli isimler ve bandıralar altında hizmet ettikten sonra 1924'te Kalkavan kardeşlerin deniz taşımacılığı şirketi tarafından satın alınarak Türkiye bandıralı ilk gemilerinden biri oldu. Kalkavanlar, gemiyi 1934'te bir başka armatör firma olan Tavilzade kardeşlere sattı ve "Kurtuluş" ismi bu dönemde verildi. Kurtuluş vapuru 1941'de işgal altında büyük açlık yaşayan Yunanistan'a sevkedilecek insani yardımın taşınması için Türk hükümeti tarafından kiralandı. Yunanistan, Nisan 1941'de Nazi Almanyası tarafından işgal edilip Britanya Deniz Kuvvetlerince ablukaya alınmasından sonra büyük bir açlık yaşamaktaydı. Bu dönem Yunan tarihinde "Büyük Açlık" (Yunanca'da μεγάλος λιμός) olarak geçer. Bu açlık felaketi, dönemin Yunan kaynaklarına göre 70.000 kişinin, çağdaş tarihçi Mark Mazower'e göre ise 300.000 kişinin ölümüne neden oldu. Balık tutmanın dahi yasaklandığı bir ortamda açlıktan ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalmış ada Yunanlarının küçük motorlarla Türkiye'ye geldikleri ve kendilerine yiyecek verildiği Türkiye'nin Batı Anadolu sahil şeridinde yaşlılar tarafından günümüzde de anlatılır. Bu süreçte Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, daha 19 yıl önce bizzat savaştığı Yunanlara her türlü insani yardımın yapılması talimatını veren kararnameyi imzaladı. Britanya hükümetinin başlangıçta ablukadan geçiş izni vermekte isteksiz davranmasına rağmen, Türkiye'nin de abluka bölgesi içinde olduğu ve dolayısıyla aynı abluka alanının içinde gıda sevkiyatı yapılabileceği mantığına dayalı bir ara formül bulundu ve nihayet alınan izinle gerekli organizasyon üç ay gibi kısa bir sürede tesis edildi. Türkiye böylece Yunanistan'a yardım eli uzatan ilk ülke oldu. Kızılay tarafından organize edilen ülke çapında bir kampanya ile toplanan gıdalar İstanbul'a sevkedildi ve büyük Kızılay işaretleri ile boyanmış SS Kurtuluş gemisi tehlikeli sefere hazırlandı. SS Kurtuluş ilk seferine çıkmak için 6 Ekim 1941 tarihinde Karaköy iskelesinden demir aldı. Gıda malzemeleri Pire limanında Kızılhaç'a teslim edildi. Sonraki aylarda Yunanistan'a üç sefer daha yapan SS Kurtuluş, toplam 6.735 ton gıda yardımı taşıdı . SS Kurtuluş beşinci seferinde, Marmara Adası kuzey sahilinde, Saraylar köyü açığında fırtınaya yakalanarak kayalıklara çarptı ve 21 Şubat 1942 sabahı battı. 34 kişilik mürettebat karaya çıkarak kurtuldu. Batığın bulunduğu noktanın karşısındaki burun günümüzde, SS Kurtuluş'un hatırasına, Kurtuluş Burnu olarak adlandırılmaktadır. SS Kurtuluş'un kaybına rağmen, savaş ilerledikçe zorluklarını bizzat yaşamaya başlayan Türkiye yardımlarını sürdürdü. SS Dumlupınar, SS Tunç, SS Konya, SS Güneysu, SS Aksu gemileri 1946'ya kadar Y
unanistan'a insani yardım taşıdı. Bunlardan SS Dumlupınar, 13-16 yaşları arasında 1.000 kadar hasta Yunan çocuğu İstanbul'a getirdi ve bu çocuklara savaşın sonuna kadar Türkiye'de bakıldı. Araştırmacı yazar ve film yönetmeni Erhan Cerrahoğlu SS Kurtuluş gemisinin belgeselini hazırlamaya 2005 yazında başladı ve enkazın yeri uzman dalgıç Prof. Erdoğan Okuş ve ekibi tarafından tespit edildi. Sponsorları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Ticaret Odası ve Olympic Airlines'ın bulunduğu, Çetin Tekindor'un seslendirdiği "Kurtuluş Vapuru Belgeseli" ilk kez vizyona giren görüntüler, İstanbul, Atina ve Marmara Adası'nda, vatandaşlar, Kurtuluş'un kaptanının yakınları ve bu arada Yunan tarihçi Georgeos Margaritis ile yapılmış röportajları içermektedir. Film, deniz kirliliği ile ilgili bir araştırma esnasında teknesinin Karadeniz'de alabora olması ile 2006 Nisan'ında vefat eden Prof. Erdoğan Okuş'a ithaf edilmiştir. Kurtuluş filminin müziği İzmir Marşıdır. Penamacor Belediyede 12 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. 1189 yılında kurulan Penamacor 1199 yılında köy (Por.: "Vila") statüsüne geçti. Penamacor tarihi ancak I. Sancho zamanından itibaren izlenebilmektedir. Bazılarına göre, 672 yılından 682 yılına kadar İber Yarımadası'nı yöneten Gotların ünlü kralı Vamba'nın doğum yeridir. I. Sancho köyü Endülüslüler'den aldıktan sonra yeniden yapılandırmıştır. 1189 yılında kralın buyruğuyla kurulan köy Templar üstadı Dom Gualdim Parents tarafından yapılandırılmıştır. Bazı efsanelere göre köyün ismi burada yerleşen ünlü eşkiya Macôr'un adından gelmektedir. Bu eşkiya "Penha" adını verdiği bir mağarada yaşamıştı. Zamanla bu isim "Pena"ya dönüşmüş ve köy "Penha de Macôr" ya da "Pena de Macôr" olarak anılmaya başlanmıştır. Bir başka efsaneye göre köyde yaşayanlar haydutlarla öyle zorlu bir çatışmaya girmişlerdir ki çok fazla kan dökülmüş ve dökülen kan kötü bir renk oluşturmuş. Bu nedenle "Penha de má cor" (kötü renkli Penha) adı verilmiştir. Yine bir başka efsane bu bölgede Pena de Garcia ve Pena Maior adlı tepelerde iki farklı topluluk yaşamaktaydı. Maior sözcüğünün İspanyolca telaffuzunun değişikliğe uğramasıyla önce Magor sonra Macor olan isim Pena Macor ismini doğurmuştur. 11. yüzyılın sonlarında köyün gelişmesi Portekiz sınırını koruma gereksinimi nedeniyle günümüzde hâlâ kalıntıları olan ve ulusal bir anıt sayılan "Penamacor Kalesi'nin" yapılmasıyla olmuştur. Vila Velha de Ródão Belediyede 4 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Ali Özen Ali Özen (d. 16 Mayıs 1981, Malatya), Türk taekwondocu. Kendisi gibi taekwondocu Filiz Nur Özen ile evlidir. İlk, orta ve lise eğitimini Malatya'da tamamladı. İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü'nden mezun oldu. 2002 yılı Kasım ayında Kara Kuvvetleri Gücü Tekvando Takımı'nda askerliğini yaptı. Şu an aktif olarak spor yaşantısı sürmektedir. Tekvandoya 1994 yılında Taipen Spor Merkezi'nde Celal Kurhan nezaretinde başladı. Total Request Live TRL ("Total Request Live"), MTV müzik kanalında popüler müzikleri yayınlayan programdır. Program, günün en çok istek alan on videosunu göstermektedir. Bu videolar internet üzerinden oylanmaktadır. Program genellikle hafta içi her gün yayınlanır ancak yılın bazı dönemlerinde yayın akışı değişikliğe uğrayabilir. Sudak Amares Belediyede 24 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Barcelos, Portekiz Belediyede 89 bucak (Por.: "freguesia") yer almaktadır. Portekiz'de en çok bucağa sahip olan belediyedir. Stamatis Spanudakis Stamatis Spanudakis Atina'da doğdu. Yunan bestecidir. Altan (müzik grubu) Altan, geleneksel İrlanda müziğiyle uğraşan County Donegal'den İrlandalı grup. Bu isimle ilk albümlerini 1989 'da çıkardılar. 2003 yılında BBC Radyo 2 Folk Ödülleri'nde en iyi grup seçildiler. Grup şu anda "Mairéad Ní Mhaonaigh" (keman, vokal), "Dermot Byrne" (akordeon), "Ciarán Tourish" (keman), "Ciarán Curran" (buzuki), "Mark Kelly" (buzuki, gitar) ve "Dáithí Sproule" (gitar)'den oluşmaktadır. Glikeria Glikeria Kotsula (1953, Serez), Yunan şarkıcı. Lúnasa Lúnasa, uluslararası ölçekte tanınmış İrlandalı bir müzik topluluğudur. Kelt müziği ile uğraşmaktadırlar. Grubun ismi, Keltlerde ekin festivali olan ve ayrıca Gaelce'de Ağustos anlamına gelen "Lughnasadh" kelimesinden gelmektedir. Grubun kurucu üyelerinden olan Seán Smyth (keman, düdük) ve Trevor Hutchinson (bas) halen Lúnasa'dadır. Ayrıca gruba sonradan katılmış olan Kevin Crawford (flüt, düdük) ve Cillian Vallely (gayda, düdük) de şu anda Lúnasa'da çalmaktadır. Nikos Portokaloglou Νίκος Πορτοκάλογλου, (d. 30 Aralık 1957, Volos) Yunan şarkıcı Volos Volos (Yunanca: Βόλος, Osmanlıca: "Golos"). Yunanistan'ın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Antik Magnesia bölgesinde yer alan bir liman şehridir. Atina'ya 327 km, Selanik'e 207 km uzaklıkta olan Volos, bölgenin başkenti konumundadır. Bilinen ilk tarih öncesi yerleşimleri MÖ 7. yüzyıla kadar uzanır. Antik Magnesia bölgesi, Yunan mitolojisinin en özgün sayfalarından bazılarına ev sahipliği yapmaktadır. İsmini, Pelion'da ikamet eden rüzgarların kralı Aeolus'un oğlu Magnus'tan almıştır. Melhame-i Kübra Melhame-i Kübra (Büyük Kıyım), kelime manası olarak "çok büyük ve çok kanlı" anlamına denktir İbranicede har-megido, Megido dağıdır. Burası Yahudiler ve Evanjeliklerin kıyamet savaşının kopacağına inandıkları yerdir. Akdeniz'den 15 mil içeride, Tel Aviv'den 55 mil kuzeydedir. Kitab-ı Mukaddes'te (16:16): "ve o, onları hep birlikte İbranicede Armagedon denilen bir yerde topladı" denilmektedir Vahiy'de. Bu savaşı nükleer savaş şeklinde yorumlayanlar vardır, Ezekiel 38 ve 39. bölümleri temel alarak: "Çok şiddetli yağmurlar ve dolu, yangınlar ve kükürdün kaynaması, dağların düşmesi ve yüksek kayaların çöktüğü depremler.." Hıristiyan inanışında bu savaşa Armagedon adı verilmektedir. İslam eskatolojisinde ise ahir zamanda gerçekleşeceğine inanılan, Mehdi'nin ilk zuhurunun olacağı, Amik Ovasında başlayacak, çok büyük ve çok kanlı geçecek olan ve "Büyük Kıyım" anlamına gelen savaştır. Ahir zaman savaşlarının ilki ve en büyüğüdür. Muhammed şöyle demiştir: "Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta müslümanlar Yahudileri öldürürler. Hatta bir Yahudi taşın, ağacın arkasına gizlenir. Bunun üzerine o taş, o ağaç, "Ey müslüman, Ey Allah'ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi. Gel, onu öldür" der. Yalnızca garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır." İslam'da Deccal denilen büyük fitneden bahsedilirken, Muhammed'den önceki bütün peygamberlerin ümmetlerine bundan bahsettiğini bildirmiştir. Deccal dünyaya şerri hakim kılmak için savaşacak ve "Rablık" iddiasında bulunacaktır. İslam kaynakları 70.000 Yahudinin Deccal'e tabi olacağını yazar. Deccal'in çıkışı ve İsa'nın ikinci defa yeryüzüne inmesinden önce Mehdi'nin çıkışı olacaktır. Bu çıkışın hemen öncesinde çok büyük ve çok kanlı bir savaş olacaktır. Bu savaşın gerçekleşeceği yer "atların diz kapaklarına kadar kana gömüleceği" haber verilen Amik Ovası'dır. Burada 80 tümen İslam ordusu ile 80 tümen küfür ordusunun yani bir milyona bir milyonluk iki ordunun birbirleriyle savaşacağı inanılmaktadır. bu ordunun komutanlığını Mehdi yapacak ancak kendisinden çok az kişi haberdar olacak; herkesçe bilinmeyecektir. Amik Ovası Torosların eteklerinde yer almaktadır. Türk Kurtuluş Savaşı'ndaki Sakarya Meydan Muharebesi Mustafa Kemal Paşa tarafından bu isimle anılmıştır. ABD başkanı Ronald Reagan, 1980 ve 1983'deki konuşmalarında Armageddon'u telaffuz etmiş, "Armageddon'u yaşayacak nesil biz olabiliriz" demiştir. Ünlü Nakşibendi şeyhi Muhammed Nazım Kıbrısi ise Armageddon'un Hicri 1433 yılından sonra olacağının beklendiğini açıklamıştır. İslam'da Melhame-i Kübra olarak bilinen savaş ile Hristiyanlık ve Musevilik'te Armageddon olarak bilinen savaş terminolojide aynı şeyi ifade etmektedir. Aralarındaki temel fark beklenen bu savaşın genel içeriği ile ilgili üç farklı dinin yaklaşımıdır. İslam'da bu savaşın Amik ovasında; Hristiyanlık ve Musevilik'te ise Megiddo dağının eteklerinde olacağına inanılmaktadır. "Megiddo dağının etekleri"nden Amik ovasının kastedilip kastedilmediği ise net değildir. Ancak net olan husus İslam'da savaşın gerçekleşeceği yer Amik ovası ile referans verilirken; Hristiyanlık ve Musevilik'te Megiddo dağı ile referans verilir. İslam inancında bu savaşın Mehdi'nin ilk zuhurunun olacağına ve Mesih'in bu savaşta yer almayacağına inanılırken; Hristiyanlık ve Musevilik'te savaşın Mesih'in önderliğinde yapılacağına inanılmaktadır. Hint fakiri Hint fakiri, Hindistan'da yaşayan sadu ve yogilere verilen isim. Tam olarak belli bir topluluğu anlatmasa da, daha çok yılan oynatma ve çivili yatakta yatma gibi göstergelerle anılır. Koloni Koloni şu anlamlara gelebilir: Antik Çağ felsefesi Antik Çağ felsefesi ya da Antik Çağ Yunan Felsefesi, MÖ 700'lü yıllardan başlayıp M.S. 500'lü yıllara, yani Orta Çağ'a kadar uzanan tarihsel dönemdeki felsefe tarihini kapsar. Antik Yunan ve Roma kültürlerinde süregelen felsefe eğilimleri ve öğretilerinden oluşur. "Klasik İlkçağ felsefesi" olarak adlandırılması da sözkonusudur. Bu dönem İlk Çağ felsefesinden, Yunan ve Roma kültürlerine bağlı olmalarıyla ayrıştırılır. Böylece "bilgi için bilgi" gibi bir felsefe geleneğine geçilmiş olduğu varsayılır; bilgi burada gündelik yaşamdaki kullanılabilirliğinin ötesinde kendi başına bir değer ya da sorundur. Bu nedenle Batı felsefesi olarak adlandırılan felsefe geleneği kendisini Antik Çağ felsefesine dayandırır. Çağdaş ya da modern denilen düşünce biçiminin ve felsefe tarzının embriyon halinde bu dönem felsefe geleneğinde ortaya konulduğu varsayılmaktadır. Antik Çağ filozofları, bilginin anlamını, doğruluğun ne olduğunu, erdemin ne anlama geldiğini, evrenin ve yaşamın anlamını sorgulamışlar ve felsefi soruları şekillendirmişlerdir. Sokrates'in kendisinden sonra gelen filozoflar üzerindeki etkisinin çok büyük olduğu düşünüldüğünden Sokrates'ten önceki filozofları Sokrates öncesi düşünürl
er olarak sınıflandırmak yaygın bir eğilimdir. Sokrates öncesi düşünürlerin önemi tüm evrenin mitolojik ögeler ile açıklanmasının karşısına us'a dayalı açıklamalar getirmeye çalışmalarıdır. Cevabını bulmaya çalıştıkları ve üzerinde düşündükleri başlıca soru "Her şeyin kökeninin ne olduğu" idi. Kendilerine doğa filozofları da denen Sokrates öncesi düşünürlerin görüşleri çok çeşitlilik göstermekle birlikte onların sordukları soruların ve verdikleri cevapların kendilerinden sonra gelen düşünürler üzerinde etkileri büyük olmuştur. Antik Çağ Felsefesinde bu döneme Sokrates öncesi felsefe denmektedir. Bu dönemden sonra gelen ve Sokrates'ten Büyük İskender'in Savaşlarına (MÖ 335-323) kadar geçen dönem Klasik Yunan Felsefesi olarak nitelendirilebilir. Bu devirden sonra ise Hellenistik felsefe dönemi gelir. Bu dönem Aristoteles ile başlayıp Yeni Platonculuk'un başlarına kadar devam eder. Antik Çağ Yunan felsefesinde yer alan felsefe eğilimleri için kullanılan sınıflandırma ve adlandırmalar, felsefe tarihiinde nasıl bir ölçü kullanıldığına bağlı olarak çeşitlilik göstermekle birlikte dönemde etkili olan belli başlı eğilimleri (her ne kadar bazı kaynaklarda bu sınıflandırmalar farklılık gösterse de) şu şekilde sınıflandırabiliriz. Sakız Adası Sakız Adası (Eski Yunanca, Hios) Yunanistan'da, Ege Denizi'nde, Karaburun Yarımadası'nın karşısında yer alan bir adanın; Yunanistan'ın Kuzey Ege Periferisinde (περιφέρειες) bu adayı ve yakınındaki birkaç küçük adayı içeren ve yine Khios adını taşıyan ilin (nomos); ve adanın en büyük yerleşimi ve idari bölgenin merkezi olan şehrin ismidir. Şehir için Hora adı da kullanılır. Sakız ağaçları bu adada çok olduğu için ismi Sakız'dır. İzmir / Çeşme'ye oldukça yakındır (yaklaşık 8 km) ve iki bölge arasındaki ulaşım oldukça rahat ve kısa zamanlıdır. Çeşme'den kalkan bir feribotla Sakız Adası'na gitmek aşağı yukarı 45 dakika sürmektedir. Aynı zamanda Sakız Adası'nda havayolu ulaşımı da sağlanmaktadır.1822'den önce ada nüfusu 43.000 ile 110.000 arasında tahmin ediliyordu. Sakız Adası, Osmanlı egemenliğine girdiği 1566 yılından, Yunanistan'ın eline geçtiği 1913 yılına dek yaklaşık 347 yıl Osmanlı Devleti egemenliğinde kalmıştır. Fatih Sultan Mehmed dönemimden başlayarak Osmanılara vergi vermeleri nedeniyle Cenovalıların yönetimde bağımsızlığını korumuştur. Kanuni Sultan Süleyman'ın vefatından çok kısa bir süre önce, 15 Nisan 1566'da Kaptan-ı derya Piyale Paşa tarafından fethedilmiştir. 1681'de bir Fransız filonun saldırısına uğrayan kent büyük hasar gördü. Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları'nın bir parçası olan Mora Savaşı'nda (1684-1699) Venediklilerin eline geçti (1694). Sonrasında Mezomorta Hüseyin Paşa, Koyun Adaları Muharbesi'nde Venediklileri yenilgiye uğratınca ada, yeniden Osmanlı topraklarına katıldı (1695). Ada, Yunan İsyanı sırasında da zarar gördü. 1822'de adaya çıkan Sisamlı milisler, kaleye sığınan Türkleri kuşattılar. Kaptan-ı derya Nasuhzade Ali Paşa komutasındaki donanmanın müdahalesi sonucu katliam yaşandı ve Sisamlı milisler adadan çıkarıldı. Balkan Savaşları sırasında Yunan deniz kuvvetleri tarafından işgal edildi ve 1913'de Londra Konferansı ve Antlaşması ile Yunanistan'a bırakıldı. Otomatik ses seviyesi sınırlandırma sistemi Otomatik Ses Seviyesi Sınırlandırma Sistemi, AVLS (İngilizce:Automatic Volume Limiter System), kulaklık ses seviyesinin çok yükselmesini engelleyerek işitme bozukluklarını ve yakındaki kişilerin rahatsız olmasını engelleyen bir sistemdir. 1997 Eurovision Şarkı Yarışması 1997 Eurovision Şarkı Yarışması, 3 Mayıs 1997 tarihinde İrlanda'da yapılan yarışmayı Birleşik Krallık ""Love Shine a Light"" adlı parçası ile 227 puan alarak kazandı. Yarışmanın ikinciliğini 157 puan alan ""Mysterious Woman"" adlı parça ile ev sahibi İrlanda, üçüncülüğünü ise 121 puan alan Şebnem Paker'in seslendirdiği ""Dinle"" adlı parça ile Türkiye kazandı. İngiltere, İsveç, Avusturya, Almanya ve İsviçre'de "televote" sisteminin uygulandığı yarışmadır. İtalya politik oylamaları protesto etmeden önce Eurovision Şarkı Yarışması'na son katılımıdır. Portekiz ve Norveç de puansız kalmıştır. 2001 Eurovision Şarkı Yarışması 2001 Eurovision Şarkı Yarışması, 12 Mayıs 2001 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag şehrindeki Parken Stadyumu'nda gerçekleştirilen 46. Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Bir önceki yıl Stockholm'de Olsen Brothers grubunun "Fly on the Wings of Love" şarkısıyla yarışmayı kazanan Danimarka, 37 yıl sonra bir Eurovision Şarkı Yarışması'na ev sahipliği yapmıştır. Açılış gösterisinde Olsen Brothers grubu hem birinci oldukları "Fly on the Wings of Love" şarkısını hem de "Walk Right Back" adlı şarkılarını sunmuşlardır. Yarışmayı Estonya; Tanel Padar, Arubalı Dave Benton ve 2XL grubunun seslendirdiği ""Everybody" şarkısıyla kazanmıştır. Atacameño Atacameño, Şili'nin kuzeyinde Atacama Çölü bölgesinde bir yerli halk ve bu halktan olan kimseye verilen ad. Yaklaşık 11.000 yıl öncesinde, Şili'nin kuzeyindeki "Puna" bölgesinde ilk yerleşimlerin oluştuğu tahmin edilir. Atacameñolar "San Pedro-Kültürü" diye adlandırılan kültürün kurucuları olup, Atacama Çölü'nün vahalarında yerleşimler kurmuşlardır. MÖ 800 yıllarında bugünkü San Pedro de Atacama şehri yakınlarında "Tulor" yerleşimini kurarlar. Bu yer, yaklaşık 1300 yıl yerleşik olarak kalır. MS 900 yılında kale şehir "Quitor" kurulur. 12. yüzyılda İnkalar Atacameño bölgelerini işgal ederler ve onları kendi kültür bünyelerine katmaya çalışırlar. "Pukará de Quitor" şehrini daha da genişletirler. "Valle de Jerez", İnkaların ana kervan yolu olarak hizmet eder. Burada o zamandan kalma kaya çizimleri bulunur. 16. yüzyıl ortalarında, ispanyol Diego de Almagro ve Pedro de Valdivia, keşif gezileri sırasında ihtiyaçlarını ikmal etmek için San Pedro de Atacama köyüne gelirler. Atacameñolar, ülkenin ilk çiftçileri olup böylece yine ilk yerleşik gruplarıdır. Tarımsal işlenebilir alan çok küçük olduğundan, suni olarak sulanan ve lama gübresi ile gübrelenen teraslar inşa etmişlerdir. Buralarda mısır çeşitleri, pirinç, fasulye, incir, pamuk, balkabağı ve patates yetiştirilmiştir. Etlerinden ve kürklerinden faydalanmak için lama ve alpakalar yetiştirilmiştir. Bu hayvanlar aynı zamanda, sahil şehirleri ile ticaretin yürütülmesinde taşıma vasıtası olarak kullanılmıştır. Atacameñoların el ve sanat işçilikleri, kendini kil topraktan ürünler, dokuma, örme ve ahşap işlemeciliği olarak gösterir. Bunların dışında metalurjiye erken egemen olmuşlar, bakır ve bronz üretmişlerdir. Ölümden sonra bir hayata inanan Atacameñolar, bu yüzden gelecekteki yaşama uğurladıkları ölülerini giysi ve yiyeceklerle gömmüşlerdir. Doğa güçlerine tapmışlar ancak tapınak ya da dua edecekleri yapı kullanmamışlardır. Bugün de hala, örneğin "Caspana" gibi küçük Atacameño köyleri mevcuttur. 1985 Eurovision Şarkı Yarışması 1985 Eurovision Şarkı Yarışması düzenlenen 30. Eurovision Şarkı Yarışması'dır.4 Mayıs 1985 tarihinde İsveç'in Göteborg şehrinde düzenlenen yarışmadır. Norveç ilk birinciliğini almıştır. Ayrıca, Al Bano ve Romina Power'ın temsil ettiği İtalya, 7. gelebilmiş; Türkiye, İspanya ile birlikte 14.lüğü paylaşmıştır: İsveçli sunucunun anons sırasında uzun uzun Mazhar-Fuat-Özkan demekten kaçıp kısaca MFÖ demesiyle grubun adı işte tam o anda 3 harfe inivermiştir. MFÖ, 1988 Eurovision Şarkı Yarışması'nda da Türkiye'yi temsil etmiştir. Bayan sunucu şarkıyı anons ederken salonda hafif gülüşmeler yaşanmış, MFÖ seyircilerden en fazla alkışı alan ekip olmuş, Türkiye, 1980 yılında Fas'ın verdiği 12 puandan sonraki ilk tam puanını İsviçre'den almıştır. 1990 Eurovision Şarkı Yarışması 1990 Eurovision Şarkı Yarışması 35. Eurovision şarkı yarışmasıdır.5 Mayıs 1990 günü Zagreb,Yugoslavya'da (şimdi Hırvatistan) gerçekleşmiştir.Yarışmayı Helga Vlahović ve Oliver Mlakar sunmuştur.Insieme:1992 adlı şarkısıyla İtalyan Toto Cutugno yarışmayı kazanmıştır.Bu,İtalya'nın ikinci Eurovision şampiyonluğudur.İlk birinciliklerini 1964 yılında Gigliola Cinquetti'nin Non ho l'età adlı şarkısıyla elde etmişlerdi. 16 yaş kuralı bu yarışmada ilk kez geçerli olmuştur. Yarışmaya katılan çoğu şarkının sözleri,Kasım 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla doğu Avrupa'da yola giren demokrasi ile ilgilidir ki yarışmanın birincisi olan şarkı Avrupa Birliği'nin 1992'de yürülüğe girecek olmasıyla ilgilidir. Bu yarışmada ilk kez Eurocat maskotu kullanılmıştır. 1986 Eurovision Şarkı Yarışması 1986 Eurovision Şarkı Yarışması düzenlenen 31. Eurovision Şarkı Yarışması'dır.3 Mayıs 1986 tarihinde Norveç'in Bergen-Grieghalle şehrinde yapılan yarışmadır. Hollanda ve Yugoslavya SFC o yıl tekrar yarışmaya katılmışlardı. Yunanistan ve İtalya o seneki Eurovision Şarkı Yarışması'na katılmamıştır. Türkiye için Klips ve Onlar yarışmıştır ve o yıl Türkiye Eurovision tarihinde en iyi sıralamadaki yerini bulmuştur. Türkiye 53 puanla dokuzuncu sıraya yerleşmiştir. Belçika'nın birinci olduğu, İzlanda'nın ilk kez katıldığı yarışmadır. 31. Eurovision Şarkı Yarışmasında kendine göre bir rekoru vardır. Sandra Kim adlı şarkıcı, o seneye kadar Eurovison Yarışmasının en genç kazanan ismi olmuştur. Kendisini 15 yaşında olarak göstermiştir ama aslen 13 yaşındaydı. İkinci sıraya yerleşmiş olan İsviçre bunun üzerine ne kadar itiraz ettiyse de, bir sonuca varılmamıştır. 2000 Eurovision Şarkı Yarışması 2000 Eurovision Şarkı Yarışması ya da 45. Eurovision Şarkı Yarışması. İsveç'in başkenti Stokholm'de yapılan Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Danimarka adına yarışan Olsen Brothers kazanmıştır. 1983 Eurovision Şarkı Yarışması 1983 Eurovision Şarkı Yarışması 23 Nisan 1983 tarihinde Münih Rudi-Sedlmayer-Halle 'te yapılmıştır. Corinne Hermes'i şarkısı si "La vie est cadeau", Lüksemburg 'u birinciliğe taşısa da, Ofra Haza ile İsrail ikinci ve yarışmanın favori solisti Daniel Popovich ile Yugoslavya SFC dördüncü gelerek 80'li yıllara damgalarını vurmuşlardır. 27. Eurovision Şarkı Yarışması'na katılmayan Fransa, İtalya ve Yunanistan bu seneki Eurovision Şarkı Yarışmasına tekrar katılmıştır. Malta i
se 1991'de tekrar katılmıştır. O sene ilk defa İrlanda yarışmaya katılmamıştır. Sonunculuğu Türkiye ile paylaşan İspanya'nın solisti Remedios Amaya sahneye yalın ayak çıkıp ilginç bir flamenko tarzındaki şarkısını söylemiş, ülkesine döndüğünde Türkiye ile sonunculuğu paylaşmanın utanç verici olduğuna dair gazete yorumları ile çok yıpranmıştır. Bu yarışmada Türkiye'yi Çetin Alp, Opera adlı şarkıyla temsil etmiştir. Tofaş (basketbol takımı) Tofaş (basketbol takımı), Tofaş SK'nın Bursa'da yer alan profesyonel basketbol kulübüdür. Spor Toto Basketbol Süper Ligi'nde mücadele etmektedir. Kulübün ana sponsoru Fiat'tır. 1990-91 sezonunda TBL'deki şampiyonluk serisinde Efe Aydan, Tolga Öngören ve Murat Konuk'lu kadrosuyla Fenerbahçe'ye 4-3 yenilmiştir. Ayrıca 1996-97 sezonunda Koraç Kupası'nda finale kadar yükselen takım, finalde Aris BK'nın rakibi olmuştur. Deplasmanda rakibini 77-66 yenen Tofaş SAS, Bursa'da oynadığı maçı 70-88 kaybederek Koraç Kupası'nı kazanamamıştır. Bir dönem maddi sıkıntılar nedeniyle kapandıktan sonra altyapıdaki oyuncularlarla yeniden zirveye oynayan bir takım haline gelmiştir. 1999 ve 2000 yıllarında TBL play-off final serisinde ligin güçlü takımı Efes Pilsen'i mağlup ederek şampiyonluklar yaşamıştır. Aynı dönemde 1999 Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinde yine Efes Pilsen ile eşleşmiş ve rakinini mağlup ederek, tarihindeki ilk ve tek Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı müzesine götürmüştür. Bir dönemin TBL'deki en güçlü takımları arasında yer alan Tofaş, Türkiye Kupası'nda da 1993, 1999 ve 2000 yıllarında olmak üzere üç kez şampiyon olma başarısı göstermiştir. 2003-04 sezonunda ligi son sırada bitirerek TB2L'ye düşmüştür. 2005-06 sezonunda TB2L'deki final serisinde TED Ankara Kolejliler'nü mağlup ederek, yeniden Türkiye Basketbol Ligi'ne yükselmiştir. 2006-07 sezonunda Türkiye Basketbol Ligi'ne tekrar veda ederek TB2L'ye düşmüştür. 2008-09 sezonunda Türkiye Basketbol 2. Ligi'n şampiyon olarak tamamlayıp Beko Basketbol Ligi'ne yükselmeyi başarmıştır. 2011-12 sezonuna kadar ligde tutunma ve play-off hakkı elde edebilmek için ilk sekiz takım arasına girme mücadelesi vermiştir. 2011-12 sezonunda normal sezonu 8. sırada tamamlayarak, play-off'lara katılan son takım olmuştur. Play-off çeyrek finalinde Galatasaray Medical Park ile eşleşmiştir. Ancak seride rakibine 2-0 ile kaybederek elenmiştir. 2012-13 sezonunda bir önceki sezon elde ettiği netice sebebiyle Avrupa kupalarında EuroChallenge'ta mücadele etme hakkı kazanmıştır. Bu kupada 2. tur grup maçlarına kadar yükselmiş, ancak 2. tur grubunu BC Krasnye Krylya ve BC Khimik'in ardından 3. sırada noktalayarak kupaya veda etmiştir. Ligde ise bir önceki sezon olduğu gibi yine normal sezonu 8. sırada tamamlamış ve play-off'a katılmıştır. Play-off çeyrek finalinde yine Galatasaray'la eşleşen Tofaş, rakibine yine 2-0 ile elenerek ligi bitirmiştir. 2013-14 sezonunda yine EuroChallenge'ta mücadele etme hakkı kazanmıştır. Ancak 2014-2015 sezonuna istediği gibi başlayamayan takım lig sonunda Basketbol Süper Lig'ine veda etmek zorunda kalmıştır. Ancak 2015-2016 sezonuna Koç Orhun Ene önderliğinde iddialı bir kadro ile başlayan takım normal sezonu lider tamamlamış ve oynadığı play off maçları sonucunda 1 yıl aradan sonra tekrar şampiyon olarak Spor Toto Basketbol Ligi'ne yükselme başarısı göstermiştir. 12 Şubat 2015 tarihinde Tofaş Spor Kulübünün yeni tesislerinin temeli atılmıştır. Kaynak: 1984 Eurovision Şarkı Yarışması 1984 Eurovision Şarkı Yarışması 5 Mayıs 1984'de Lüksemburg-Théâtre Municipal 'da yapılmıştır. Herreys'in temsil ettiği İsveç birinci olurken ikincilikle yetinen İrlanda'lı solist Linda Martin, 8 yıl sonra 1992 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Johnny Logan'ın bestesi ile şampiyonluğu tadacaktır. Türkiye'yi Beş 5 Yıl Önce 10 Yıl Sonra adlı grup, hala "Esc" fanları tarafından pek sevilen şarkıları "Halay" adlı şarkıyla temsil etmişlerdir bu şarkı o ana kadar Türkiye'nin aldığı en iyi dereceyi almıştır.Désirée Nosbusch 19 yaşıyla Eurovisionun en genç sunucusu olmuştur.Yarışmaya İsrail ve Yunanistan katılmamıştır. İsrail yarışmanın yapılacağı gün yarışmadan çekilmiştir çünkü,o gün ulusal anma günüydü.Eğer yarışmaya katılsaydı Ilanit'in Balalaika adlı şarkısıyla katılacaktı. 1998 Eurovision Şarkı Yarışması 1998 Eurovision Şarkı Yarışması, 43. Eurovision Şarkı Yarışması'dır. 9 Mayıs 1998'de Birleşik Krallık'ın Birmingham şehrinde yapılmıştır. Ulrika Jonsson ve Terry Wogan'ın sunduğu yarışmayı Dana International'ın "Diva" adlı şarkısıyla İsrail kazanmıştır. Dana International, bu birinciliği İsrail'in kuruluşunun 50. yılına ithaf etmiştir. Şarkıların orkestrayla canlı seslendirildiği son Eurovision Şarkı Yarışması'dır. Dave Bautista David Michael "Dave" Bautista, Jr. (d. 18 Ocak 1969), Amerikan aktör, eski profesyonel karma dövüş sanatçısı ve eski profesyonel güreşçi. Daha çok bilinen adıyla Batista, WWE'de yer aldığı zamanlar ile oldukça tanınmıştır. Batista, WWE'de güreştiği zaman içerisinde dört kez Dünya Ağırsıklet Şampiyonluğu, iki kez de WWE Şampiyonluk unvanına sahip olmuştur. Bu şampiyonalara ek olarak, World Tag Team Championship ödülünü iki kez Ric Flair ile birlikte ve bir kez de John Cena ile birlikte toplamda 3 kez kazanmıştır. WWE Tag Team Championship'i, Rey Mysterio ile birlikte bir kez kazanmıştır. Batista aynı zamanda iki kez Royal Rumble maçının kazanını olmayı başarmıştır. (2005 ve 2014) Ağustos 2012'de, Batista, MMA'da dövüşmek için Classic Entertainment & Sports (CES) ile sözleşme imzaladı. 6 Ekim 2012 tarihinde MMA debutunu gerçekleştirdi ve Vince Lucero'yu yenerek ilk galibiyetini kazandı. Aktör olarak, 2012 yılında Demir Yumruklu Adam, 2013 yılında Riddick, ve 2014 yılında Galaksinin Koruyucuları filmlerinde rol aldı. Bautista, son olarak da 2015 yılında çıkan Spectre filminde rol aldı. Peremeci Peremeci, Osmanlı Dönemi'nden günümüze gelmiş bir meslek adıdır. Peremecilik Türkçe sözlüklerde "Pereme kullanan veya yapan kimse" olarak tanımlanmaktadır. Pereme ise "Gondola benzeyen bir kayık" olarak ifade edilmiştir. Osmanlı kayıtlarında bu kayıkların ismi pereme olarak geçmektedir.BOA. A.DVNS.MHM. d.5/169 Pereme ve Peremeci ifadeleri hakkında henüz netlik kazanmamış tanımlamalar mevcuttur. Kelimenin aslının "pereme" mi yoksa "peremeci" mi olduğu tartışma konusudur. Çünkü bir kısım araştırmacı ve dil bilimcilere göre Peremeci, tanımda ifade edilen kayığı kullanan, yapan veya idare eden kişi değil, doğrudan bu kayığın kendisidir. Naci Lûgati de ise, Pereme (Perama, Rumca) "iki kürekli yani bir çifteli ağır kayık" olarak ifade edilmiştir. 20. yüzyıl Larousse’un da ise "perame" kelimesinde iki yelkenli, Türk bayrağı taşıyan iri boy bir gemi resmi bulunmaktadı ve tarif olarak da "Bordası çok kavisli, ön ve kıç tarafları yüksek, yakın sahillerde işlemeğe mahsus bir Türk teknesi” yazmaktadır. Rumca'daki "Pereme ya da Peremeci"nin ise "şeytan kadar/şeytan gibi korkunç" gibi bir ifadeye sahip olduğu söylenmektedir. Bilinen haliyle Peremeci, Osmanlı Dönemi'nde İzmir'de inşa edilen ve genel olarak yük ve hayvan taşımacılığında kullanılan ve 13 metre boyunda olan bir taşıma aracıdır. Çok eskilere, Bizans dönemine kadar indiği tahmin ediliyor. (Eski vergi kayıtlarında bir de peremeciyan (peremeciler) sözü geçmektedir). Osmanlı Bahriye Teşkilâtı'nın 17. Yüzyılda Tersâne-i Âmire adlı kitabında, “pereme-i esb-i Üsküdar” olarak ifade edilip şu şekilde tanımlanıyor. “Peremeciler: İstanbul’da iskeleler arası nakliyatını temin eden vasıtalar pereme, kayık ve mavnalar olup işletmeleri peremeci, kayıkçı ve mavnacı esnafına ait idi" Pereme veya Peremeci kelimesini tam olarak tanımlayan yetersiz kaynak olduğu için, bu konuda konuyla ilgili kitap ve yazılardan alıntılar yapılarak kelimenin tam anlamı tespit edilmeye çalışılmaktadır. Perama aynı zamanda Yunanistan'da bir bölge adı olmakla birlikte, Yunanca veya Rumca kaynaklarda yanında Gondola benzer bir kayık illustrasyonunun bulunması kelimenin bu dilde de eş anlamlı olabileceğini düşündürmektedir. Şenay Gürler Şenay Gürler (d. 28 Haziran 1966, İzmir), Türk sinema, televizyon ve tiyatro oyuncusu ve sunucu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü'nden mezundur. 2014-2015 yılları arasında yayınlanan Kaçak Gelinler adlı dizide Seniha Sultan Karakterini canlandırmıştır. Kuzey Osetya-Alanya Kuzey Osetya-Alanya (Rusça: Республика Северная Осетия — Алания "Respublika Severnaya Osetiya"), (Osetçe:Республикæ Цæгат Ирыстон — Алани "Respublikæ Tsægat Iryston-Alani",) Kuzey Kafkasya'da Rusya üyesi bir Cumhuriyet'tir. Yüzölçümü 8.000 km², nüfusu 710.275 (2002), başkenti Vladikavkaz'dır. Nüfusun %62,7'si Oset (445.310), %23,2'si Rus (164.754), %3'ü İnguş (21.442), kalanı Ermenidir. Osetlerin çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan, bir bölümü Sünnî/Hanefî Müslümandır (%30). Bölge dağlıktır, Güneyde Cimara Dağında yükseklik 4.780 m'yi aşar. Çok sayıda akarsu derin vadiler içinden geçerek kuzeye doğru akar, Terek ve Sunja ırmaklarına dökülür. Dağların hemen kuzeyinde başlayan düzlükler kuzeydeki Rus yoğun nüfuslu Mozdok rayonunda ovaya dönüşür ve Orta Terek Ovası içinde yer alır. En güneyde ve en yüksek yerlerde çıplak kayalar ve buzullar bulunur. Daha aşağıya doğru Alp tipi çayırlar, ladin, göknar ve çam ormanları, daha aşağıda yaprak döken meşe ve kayın ormanları, en aşağıda da çayır ve step bitkileri görülür. Düzlüklerdeki verimli topraklarda sulama ile tarım ve meyvecilik yapılır. Küçük ve büyük baş sürüler yazın yüksek çayırlara götürülür. Arıcılık ve berrak akarsu ve göllerde alabalık avcılığı yapılır. Yaban hayatı, koruma alanları oluşturularak koruma altına alınmıştır. Yükseltiye göre yağış miktarı artar ve iklim sertleşir. Osetler İran dil grupuna giren bir dil konuşurlar, ancak komşu Kafkas halklarıyla gerçekleşen ortak yaşam sonucu, Osetçe bazı sözcükler ve ses düzeni yönünden Kafkas etkileri gösterir. Osetlerin İskit ve Sarmatlar ile onların ardılı Alanların soyundan geldiği sanılmaktadır. Bu nedenle Kuzey Osetya'nın bir adı da "Alani
a" yapılmıştır. Osetler 6. yüzyılda bugünkü İnguşya Cumhuriyetinin Magas civarı ve Kuzey Osetya'nın kuzeydoğu bölgesine yerleşmişlerdir. 1222'de başlayan Moğol istilası Kuzey Kafkasya ile birlikte Kuzey Osetya'yı da etkilemiştir. 14. yüzyılda Cuci'nin torunların kurdukları Altın Orda'nın baskısıyla güneye inerek dağlık alanlara yerleşmek zorunda kalmışlardır. 1557'de batı komşuları Kabartayların bir dostluk anlaşmasıyla Rus koruması altına girmesiyle, Osetler arasında da Rus nüfuzu yayılmaya başlamış, 1774'te Osmanlı Devletini yenen Rus İmparatorluğu, Kabardiya ile birlikte Osetya'da tam bir denetim kurmuşlardır. Ruslar, 1774 sonrasında Osetler arasında Hıristiyanlığı yayarak ve 1860'larda Müslüman Osetlerin çoğunu da Anadolu'ya göndererek dengeyi Hıristiyan Osetlerin lehine çevirmişlerdir. Yarı feodal bir yapısı bulunan Osetya'da kölelik ve feodal ayrıcalıklar 1868-69'da kaldırılmıştır. 1921'de oluşturulan ve Rus SFSC'ne bağlı Dağlı Özerk SSC içinde bir ulusal okrug olarak yer alan Kuzey Osetya, daha sonra bir özerk oblast, 1936'da da özerk cumhuriyet yapıldı. Aralık 1991 sonunda Sovyetler Birliği'nin dağılması üzerine oluşan RF içinde bir üye cumhuriyet olarak kaldı. 1944'te Stalin döneminde doğu komşuları İnguşların Orta Asya'ya sürgüne gönderilmesiyle Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti dağılmıştır. Ve 1944 öncesinde İnguşların yaşadıkları Prigorodni rayonu Kuzey Osetya'ya eklenmiştir. 1957'de sürgünden dönmüş olan İnguşlar eski topraklarını Osetler'den geri almak istemişlerdir. Bu yüzden anlaşmazlık ve çatışmalar da yaşanmıştır. Ayrıca Gürcistan'dan tek yanlı ayrılıp bağımsızlık ilan eden Güney Osetya'dan da bir Oset sığınmacı akınına uğramıştır. 2008 yılında Rusya-Gürcistan savaşı sırasında Gürcistan ve Güney Osetya'dan kaçanların barınağı oldu. Beslan Beslan (Osetçe: , Rusça: Беслан), Kuzey Osetya'daki önemli şehirlerden biri. 2004'te, bir okulda çocukların esir tutulması ve ardından gelişen olaylar sonrasında bu şehir tüm ülkeler tarafından bilinmeye başlanmıştır. Bu trajediden sonra kaybettiği 13 yaşındaki oğlu Zaur'un resminin yanında duran Susana Dudiyeva Beslan Anneleri organizasyonunun başkanı, Beslan'ın Sesi Komitesi'nin başkanı da Ella Kesayeva olmuştur. Koordinat sistemi Koordinat sistemi geometride herhangi bir düzlemdeki (çokkatlıdaki) bir nokta veya başka bir geometrik elemanın konumunu tam olarak belirlemek için bir veya daha çok sayı ya da koordinat kullanılan bir sistemdir. Koordinatlar basit matematikteki reel sayılardan oluşur. Fakat soyut cebir gibi bazı alanlarda karmaşık sayılar veya elemanlardan oluşabilir. Koordinat sisteminin kullanılması, geometrik problemlerin sayısal problemlere "ve tersine" dönüştürülmesini sağlar. Bu analitik geometrinin temelidir. Bir koordinat sistemine en basit örnek, "sayı doğrusu"nu kullanarak bir çizgi üzerinde bulunan noktaları tanımlanmasıdır. Bu sistemde çizgi üzerinde keyfi bir "O" ("orjin") noktası seçilir. Bir "P" noktasının koordinatı, "O'"dan "P'"ye kadar olan işaretli mesafe ile belirtilir. Buradaki işaretli mesafe, "P'"nin doğru üzerinde bulunduğu tarafa göre pozitif veya negatif olabilir. Her bir nokta eşsiz koordinata sahiptir ve her bir reel sayı eşsiz bir noktanın koordinatıdır Koordinat sisteminin prototipsel örneği, kartezyen koordinat sistemidir. Düzlemde iki dik çizgi verilsin. Bu düzlemdeki bir noktanın koordinatları bu çizgilere göre işaretli mesafesi ile belirtilir. Üç boyutlu uzaydaki üç dik düzlemde, bir noktanın her bir düzleme göre üç koordinatı vardır. Bu, "n" boyutlu Öklid uzayındaki bir noktanın "n" tane koordinatını hesaplamak için genelleştirilebilir. Kutupsal koordinat sistemi düzlem için ortak koordinat sistemidir. "Kutup" olarak bir merkez noktasına "ışın" kadar bir mesafedeki noktaya "kutupsal eksen" denir. Örneğin kutupsal eksenden "θ" açı "r" mesafesi kadar (aksi belirtilmediği müddetçe saat yönünün tersinde) uzaklıktaki bir noktanın koordinatlarından ("r", θ)'dir. Bu sadece tek bir noktanın koordinatlardır. Fakat herhangi bir nokta birçok koordinat ile belirtilebilir. Örneğin ("r", θ), ("r", θ+2π) ve (−"r", θ+π), aynı noktaya ait kutupsal koordinatlardır. Kutupsal koordinat sistemini genişletip üç boyuta çıkarmanın ortak iki yöntemi vardır. Silindirik koordinat sistemi, kartezyen koordinat sistemi ile benzerdir, yalnızca "r" ve θ kutupsal koordinatlara "z" koordinatı ilave edilmiştir. Küresel koordinatlar bunu bir adım daha ileri götürür ve ("r", "z") silindirik koordinat çiftleri, (ρ, φ) kutupsal koordinatlarına dönüştürür ve ("ρ", "θ", "φ") biçiminde üç kat olur. Düzlemdeki bir nokta homojen koordinat sisteminde ("x", "y", "z") katlarıyla ifade edilebilir. Burada "x"/"z" ve "y"/"z" noktanın kartezyen kooordinatlarıdır. Bu, düzlemdeki bir noktayı ifade etmek için gereken "ek" bir koordinat ilavesidir. Fakat bu sistem sonsuzda olmayan izdüşümsel düzlemdeki herhangi bir noktayı ifade etmek için kullanılır. Genellikle bir homojen koordinat sistemi, yalnızca anlamlı olan, fakat gerçek değeri olmayan koordinatlardan oluşur. Geometriksel şekli ifade eden çok farklı koordinat sistemi olduğundan dolayı, aralarındaki bağlantıyı anlamak önem arz eder. Bir sistemdeki koordinatların formülü, koordinat dönüşümleri vasıtasıyla başka bir sisteme dönüştürülerek aralarındaki bağlantı açığa çıkar. Örneğin düzlemde, ("x", "y") kartezyen koordinatları ile ("r", "θ") kutupsal koordinatları aynı orjinde ve kutupsal eksen, pozitif "x" ekseni olsun. Bu durumda kutupsal koordinatların kartezyen koordinatlarına dönüşümü "x" = "r" cos"θ" ve "y" = "r" sin"θ"'dir. FIFA Dünya Sıralaması Ekim 2012'de, FIFA hangi maçların "A" millî takım maçı sayılacağı konusunda açıklama yayınlamıştır. Sıralama hesaplaması yapılabilmesi için oynanan bir maçın FIFA üyesi iki federasyonun en üst seviye futbol takımları (A millî takım) arasında oynanması gerekir. FIFA/Coca-Cola Dünya sıralaması sadece FIFA tarafından tanınmış "A" millî takım maçlarına göre yapılır. Uluslararası "A" millî takım maçları, FIFA Dünya Kupası elemeleri ve finalleri, FIFA Konfederasyonlar Kupası, kıtasal kupa elemeleri ve finalleri ile dostluk maçlarını kapsar. İki maçlı eliminasyon sistemi ile oynanan maçların penaltı atışları ile sonuçlanması durumunda ikinci maçın sonucu konusunda ortaya çıkan boşluğu FIFA Kasım 2012 tarihinde düzeltti. Maçın önemine göre katsayı çarpanı aşağıdaki gibidir: Daha düşük sırada bulunan bir rakibe karşı alınan galibiyet ile daha üst sıralarda yer alan bir rakibe karşı alınan galibiyet arasındaki farkı ortaya koyan formüldür. Notlar: Örnekler: Hesaplamada rakip takımın gücü ile birlikte, rakiplerin bağlı olduğu konfederasyonların gücünü gösteren aşağıdaki tabloda yer alan katsayılar da kullanılmaktadır. 0,85 ile 1,00 arasında değişen konfederasyon katsayısı, son 3 FIFA Dünya Kupası'nda oynanan konfederasyonlar arası maçlara göre hesaplanmaktadır. Aynı konfederasyona üye iki ülke arasındaki maçlar dikkate alınmamaktadır. İlan edilen katsayılar bir sonraki FIFA Dünya Kupası'nın sonuna kadar geçerlidir. Bir maçın konfederasyon katsayısı her iki takım için de aşağıdaki formülle hesaplanır: FIFA Dünya Sıralaması'nın açıklanacağı tarih itibarıyla son 4 yıl (48 ay) içinde oynanan maçlar dikkate alınır ve her yıl için ayrı ayrı maç başına puan ortalaması hesaplanır. Maç başına ortalamaların yıllara göre katsayı çarpanları aşağıdaki gibidir: Not: Yukarıdaki hesaplama 1 yıl içerisinde en az 5 maç oynanması durumunda geçerlidir. 5 maçtan daha az oynanırsa; örneğin 4 maç oynanırsa ortalama puanın %80'i, 3 maç oynanırsa %60'ı şeklinde alınır. Aşağıdaki örneklerde çeşitli tarihlerde oynanmış gerçek maç sonuçlarına göre bazı hesaplamalar görülebilir. FIFA Dünya Sıralaması, aylık olarak genelde Perşembe günleri açıklanır. Şafak Türküsü (albüm) Şafak Türküsü, Ahmet Kaya'nın 1986 yılında çıkardığı üçüncü albümüdür. Albüm ismini, 1986'da idamla yargılanan Nevzat Çelik'in Şafak Türküsü isimli şiirinden alır. Orkestra: Cogito (dergi) cogito, Yapı Kredi Yayınları tarafından üç ayda bir mevsimlik olarak yayımlanan felsefe, kültür ve düşünce dergisidir. 1994 yılından beri bazen iki sayı bir arada olmak üzere düzenli olarak çıkmaktadır. Tematik olarak her sayıda bir konu/kavram incelenmektedir. Margaret Thatcher Margaret Hilda Thatcher (d. 13 Ekim 1925, Grantham, Lincolnshire - ö. 8 Nisan 2013, Londra) Britanyalı siyasetçi. Birleşik Krallık'ta en uzun süre başbakanlık yapan kişi ve ülkenin ilk kadın başbakanı. Yakın tarihte ülkeyi en çok etkileyen kişilerden oldu. Uyguladığı politikalar nedeniyle hem büyük destek gördü, hem de ciddi bir muhalefetle karşılaştı. İngiltere'de küçük bir şehirde yaşayan inançlı bir Protestan esnaf ailesinden geliyordu. Gençliğinde parlak bir öğrenci olduğu gibi muhafazakâr bir öğrenci derneğinde siyasi etkinlikte de bulundu. Muhafazakâr Parti'ye genç yaşta üye oldu. Zengin bir iş adamıyla evlendi. Thatcher 1975-1990 arasında Muhafazakâr Parti başkanlığı, 1979-1990 arasında da başbakanlık yaptı. Genel siyasi çizgisi liberal-muhafazakâr doğrultudaydı. 1980'li yıllarda batılı ülkelerinde devletin iktisadi yatırımlardan çekilmesi, özelleştirme, serbest pazar ekonomisinin desteklenmesi ve işçi haklarının törpülenmesi ile kendisini gösteren neoliberal siyasetin Birleşik Krallık'taki uygulayıcısı oldu. Ülkesi içinde sol muhalefetle, uluslararası alanda ise Soğuk Savaş kapsamında Doğu Bloğu ülkeleriyle mücadele yürüttü. O dönem için radikal sayılabilecek sağ politikaları taviz vermeden uygulaması nedeniyle kendisine takılan Demir Leydi lakabını severek benimsedi. Thatcher, partisi içindeki bölünmeler nedeniyle başbakanlığı ve aktif siyaseti bırakmak zorunda kaldı. Ancak etkisi öyle güçlüydü ki, başbakanlığı sonrasında devam etmekle kalmadı, İşçi Partisi'ni de etkileyecek şekilde İngiliz siyasetini temelden dönüştürdü. Margaret Hilda Roberts, Doğu İngiltere Lincolnshire'daki Grantham kasabasında doğdu. Annesi Lincolnshire'lı Beatrice Ethel'di. Babası Alfred Roberts bakkaldı, aynı zamanda yerel siya
sette aktifti ve Metodist kiliselerinde vaaz veriyordu. Margaret da inançlı bir Metodist Hıristiyan olarak yetişti. Çocukluğu babasının bakkal dükkanının üzerindeki evlerinde geçti. Huntingtower Road İlkokulu'na gitti, ilerleyen yıllarda Kesteven and Grantham Kız Okulu'na burs kazandı. Okul kayıtlarına göre çalışkan ve sürekli kendisini geliştiren bir öğrenci idi. Dersler dışında piyano, hokey, şiir okuma, yüzme ve yürüyüşle ilgilendi. 1942-1943 arasında öğrenci başı oldu. Altıncı sınıfta Oxford Üniversitesi'ne bağlı Somerville Koleji'nde kimya okumak için burs başvurusu yaptı. Önce reddedildi, ancak başka bir adayın çekilmesi üzerine kabul edildi. Oxford'a 1943'te geldi, 1947'de ikinci sınıf onur derecesiyle kimya bölümünden mezun oldu. 1946'da Oxford Üniversitesi Muhafazakârlar Derneği Başkanı seçildi. Üniversitede Friedrich von Hayek'i okudu, onun devletin iktisada karışmasının otoriter rejimlere yol açtığı görüşünden etkilendi. Mezun olduktan sonra kimya sektöründe çalışmak üzere Essex'te Colchester'e yerleşti. Burada yerel Muhafazakârlar Derneği'ne katıldı, Llundadno'daki Muhafazakâr Parti kongresinde derneği temsil etti. Oxford'daki arkadaşlarından biri onu Kent'teki Dartford Muhafazakârlar Derneği başkanıyla tanıştırdı. Dernek yöneticileri o sırada milletvekili aday adayları arıyorlardı, ondan o kadar etkilendiler ki, Muhafazakâr Parti'nin onayladığı listede bulunmamasına rağmen Ocak 1951'de onu aday seçtiler. Resmen Muhafazakâr Parti Dartford adayı ilan edilmesinin ardından verilen bir akşam yemeğinde eşinden boşanmış varlıklı bir iş adamı olan müstakbel eşi Denis Thatcher ile tanıştı. Seçimlere daha iyi hazırlanmak için evini Dartford'a taşıdı. Burada kimya sektöründe çalışmayı sürdürdü, Dondurmanın erimeden saklanmasını sağlayan teknolojiyi geliştiren ekibin üyesiydi. 1950 ve 1951 seçimlerine Muhafazakâr Parti'nin en genç adayı olarak katıldı, İşçi Partisi'ne karşı bu partinin kalelerinden Dartford'da mücadele etti. Siyasi çalışmaları sırasında tanıştığı Denis Thatcher ile 1951'de evlendi. Zengin bir iş adamı olan Denis Thatcher, eşinin çalışmalarını mali olarak destekledi. 1953 yılında ikiz çocukları oldu, aynı yıl Thatcher vergi hukuku uzmanı olarak baroya girdi. Thatcher, Muhafazakâr Parti'nin kalelerinden birinde aday olmak için çaba gösterdi. Birkaç kez reddedilmesinin ardından, 1959 seçimlerinde Finchley'den aday oldu ve Avam Kamarası'na seçildi. Parlamentodaki ilk konuşmasında sıradışı olarak yerel meclislerin toplantılarını halka açık yapması için çağrıda bulundu, bu teklif daha sonra kanunlaştı. 1961'de Partisine karşı çıkarak sopanın bir ceza aracı olarak kullanılmasının kaldırılması için oy verdi. Erkek eşcinselliğinin suç olmaktan çıkarılmasını savunan az sayıdaki Muhafazakâr Parti milletvekilinden biriydi. Kürtaja izin verilmesi yönünde oy kullandı. Öte yandan, idam cezasının kaldırılmasına karşıydı ve boşanmanın kolaylaştırılması için getirilen teklife karşı oy verdi. 1966'da İşçi Partisi'nin vergi siyasetine karşı yaptığı başarılı konuşmada, bu siyasetin ""sadece sosyalizme değil, komünizme doğru atılan adımlar"" olduğunu öne sürdü. 1967'deki gölge hükümette yakıttan, ulaştırmadan ve nihayet eğitimden sorumlu bakan oldu. Muhafazakâr Parti 1970 seçimlerini kazanınca, Thatcher, Heath kabinesinde Eğitim ve Bilim Bakanı oldu. Bakanlığının ilk aylarında, bütçe kısıntısı yapmak zorunda kaldı ve yedi ila on bir yaşındaki çocuklara verilen bedava süt dağıtımını kaldırdı. Bu nedenle halk arasında "süt hırsızı" ("Thatcher Thatcher, Milk Snatcher") olarak anılmaya başlandı ve protestolarla karşılaştı. 2001'de açıklanan Bakanlar Kurulu tutanaklarına göre, Thatcher kamuoyu tepkisinden korktuğu için anaokullarını süt kesintisi dışında bırakmış, okul yemeği fiyatlarındaki zamları da muhtemel tepkilere göre ayarlamayı önermişti. Thatcher, okul ve kütüphane ücretlerine de zam yapmayı, böylece Hazine'nin kendisinden beklediğinden fazla bir tasarruf sağlamayı önermişti. Kütüphane ücretleri hariç bu öneriler kabinede kabul edilecekti. Thatcher, bakanlığı döneminde "solcu" olarak nitelenebilecek bir kararla sınavlı ortaokulların kaldırılması, eşit eğitim veren liselerin yaygınlaşması için çalıştı. Ayrıca Birleşik Krallık'ta açık öğretim yapan ve tasarruf amacıyla kapatılması düşünülen Open University'i ("Açık Üniversite") kapanmaktan kurtardı. Thatcher, bunun genç yaşta üniversite eğitimi fırsatını kaçırmış fakat kendisini geliştimek isteyen yetişkinler için ucuz bir imkân olduğunu düşünüyordu. Muhafazakâr Parti'nin 1974 Şubatı seçimlerindeki yenilgisinden sonra yine gölge kabineye atandı, bu kez Çevre ve İskân Bakanı oldu. Bu konumdayken, yerel yönetimlere gelir sağlayan oransal vergi sistemini kaldırıp kelle vergisine geçişi savunan siyasetini oluşturmaya başladı. Bu siyaset, üst düzey Muhafazakâr Partililer arasında yandaş toplayacaktı. Heath hükümetinin mali politikalarda ipin ucunu kaçırdığını savunan Keith Joseph'i destekledi. Heath'in 1974'te ikinci kez seçim kaybetmesi üzerine, Joseph ona karşı aday olmaya karar verdi, fakat sonra vazgeçti. Bunun üzerine Thatcher, Heath'a rakip olmaya karar verdi ve Muhafazakâr Parti Başkanlığına adaylığını koydu. İlk turda beklenmedik şekilde Heath'tan fazla oy alan Thatcher, 11 Şubat 1975'te yapılan ikinci turda gerekli oy çoğunluğunu sağlayarak başkan oldu. Heath'ın kendisine selef olarak seçtiği William Whitelaw'ı başkan yardımcılığına getirdi. 19 Ocak 1976'daki bir konuşmasında Sovyetler Birliği'ne ağır eleştiriler getirdi: Buna cevap olarak Sovyet Savunma Bakanlığı gazetesi "Krasnaya Zvezda" ("Kızıl Yıldız"), Thatcher'a "Demir Leydi" lakabını taktı. Lakap, kısa zamanda Moskova Radyosu tarafından tüm dünyaya yayıldı. Thatcher bu lakabı sevdi ve boyun eğmez - kararından dönmez kişiliğinin simgesi olarak benimsedi. Kurduğu gölge kabinede Heath taraftarlarına da yer verdi ve Muhafazakâr Parti içindeki farklı görüşlerin temsil edilmesine gayret etti. Monetarist maliye görüşlerini Parti'ye kabul ettirmek için dikkatli davranmak zorundaydı. Heath hükümetinin adem-i merkeziyetçi İskoçya siyasetine son verdi. Ocak 1978'de Granada Televizyonu'na verdiği bir mülakatta ""İnsanlar bu ülkenin başka bir kültürün insanları tarafından işgal edileceğinden ciddi endişe duyuyor."" demesi, kamuoyunda tartışma başlattı. %43 seviyesindeki Muhafazakâr Parti halk desteği, mülakattan hemen sonra %49'a fırladı. Bazı yorumcular, Thatcher'ın bu konuşmayla aşırı sağcı Britanya Ulusal Cephesi ("British National Front") yandaşlarını Muhafazakâr Parti saflarına çektiğini öne sürdüler. 1979 genel seçimlerinden önce yapılan anketler, çoğunluğun Muhafazakâr Parti'yi desteklemekle birlikte, İşçi Partisi başkanı James Callaghan'ın başbakan olmasını tercih ettiğini gösteriyordu. İşçi Partisi, 1978-79 kışında sanayi kesimindeki anlaşmazlıklar, grevler, yüksek işsizlik oranı ve kamu hizmetlerindeki gerilemeler nedeniyle yıprandı. Muhafazakârlar, "İşçi Partisi çalışmıyor" gibi sloganlarla rekor düzeydeki işsizliği ve hükümetin işgücü pazarına aşırı müdahalesini eleştirdiler. Callaghan hükümeti, güvenoyu alamaması üzerine 1979 ilkbaharında düştü. Genel seçimler sonucunda Muhafazakâr Parti Avam Kamarası'nda 43 sandalyelik çoğunluk yakaladı ve Margaret Thatcher başbakan seçildi. Thatcher, Birleşik Krallık 'ın ekonomik çöküşünü önleme ve devletin iktisattaki rolünü küçültme vaatleriyle 4 Mayıs 1979'da hükümeti kurdu. Britanya bürokrasisinde hâkim olan görüşten etkilenerek, Birleşik Krallık'ın İmparatorluk günlerinden beri gerilemekte olan etkisini artırarak uluslararası ilişkilerde daha etkin olmasını ve liderliğe oynamasını istiyordu. 1980'de ABD başkanı olan Ronald Reagan ve (daha az ölçüde) 1984'te Kanada Başbakanı olan Brian Mulroney ile pek çok noktada benzeşiyordu. Muhafazakârlık sadece anglosakson ülkelerinde baskın siyasi ideoloji haline gelmekle kalmıyor, diğer ülkelerde de yayılıyordu. 1983'te başbakan olan Turgut Özal da liberal muhafazakârlığı Türkiye'de uyguladı ve Thatcher'a benzer bir iktisadi siyaset yürüttü. 20 Mayıs 1980'de İrlanda Başbakanı Charles Haughey ile Kuzey İrlanda sorunu hakkında görüşmeden bir gün önce Avam Kamarası'nda ""Kuzey İrlanda'nın anayasal sorunları sadece Kuzey İrlanda halkını, bu hükümeti, bu parlamentoyu ilgilendirir ve başka hiç kimseyi ilgilendirmez!"" dedi. 1981'de Kuzey İrlanda'daki Maze Hapishanesi'nde bulunan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ve İrlanda Ulusal Özgürlük Ordusu mahkûmları, beş yıl önce ellerinden alınan "siyasi mahkûm" konumunu tekrar kazanmak için açlık grevine başladılar. Thatcher önceleri ""Suç suçtur, siyaset değil"" diyerek mahkûmlarla uzlaşmayı reddetti. Ancak on mahkûmun ölümüyle grevin sona ermesinin ve kamuoyundaki huzursuzluğun giderek artmasının ardından siyasi mahkûmlara verilen bazı haklar yeniden tanındı. Thatcher, diğer yandan önceki İşçi Partisi hükümetinin Kuzey İrlanda'nın güvenlik işlerini yerel güçlere bırakma anlamına gelen "Ulsterleştirme" siyasetini sürdürdü. Thatcher'a göre, Birleşik Krallık'la birliği savunan Kuzey İrlanda, IRA'ya karşı kendini savunmalıydı. Bu durum, Britanyalı askerlerin Kuzey İrlanda'da ölmesi sonucu kamuoyunda meydana gelen tepkileri ve ordunun üzerindeki yükü azaltacaktı. İktisat alanında, Thatcher, öncelikli sorun olarak özel sektör yatırımları önündeki en büyük engel olarak değerlendirdiği ve 1980'de %21'e ulaşan enflasyonu görüyordu. Ona göre enflasyonu artıran başlıca etkenler aşırı kamu harcamaları ve borçlanmaydı. Bu sorunu çözmek için para arzını kontrol altına aldı; borçlanmayı azaltmak için faizleri arttırdı. Thatcher iktidara geldiğinde %14 olan faiz oranları 6 ay içinde %17'ye yükselmişti. Gelir üzerinden vergi almaktansa dolaylı vergiyi tercih ettiğinden, KDV oranlarını aniden %15'e çıkarttı, bunun sonucu olarak enflasyon da hızla arttı. Bu siyasetin neden olduğu iktisadi durgunluk yüzünden işsizlik 1979'da İşçi Partisi iktidarının son günlerindeki 1,3 milyon kişiden 1981'de iki buçuk milyon kişiye yükseldi. Hızla artan işsizliğin bir diğer nedeni, sanayi sektörünün
yeniden yapılanmasıydı. Thatcher, İşçi Partisi'nin aksine, gerilemekte olan sektörleri sübvanse etmiyordu. İşsizlik, Thatcher dönemi iktisadının en önemli sorunlarından biri olacaktı. Siyasetçiler Thatcher'ın bu siyasetten "U dönüşü" yapmasını beklerken, o 1980 parti kongresinde siyasetini savundu:""Nefesini tutup medyatik deyimiyle U dönüşü yapmamı bekleyenlere tek bir sözüm var: İsterseniz siz dönün, Leydi dönmeyecek."" Bu sözler 1981 bütçesiyle teyit edildi: 364 ünlü iktisatçıdan gelen açık mektupta dile getirilen endişelere rağmen, hükümet, durgunluğun tam ortasında vergi oranlarını artırıyordu. Ocak 1982'de enflasyon yeniden tek haneli rakamlara düştü ve faizler de düşürülmeye serbest bırakıldı. İşsizlik artmaya devam etti ve Ocak 1982'de 3 milyonu geçti. İşsizlik tanımında yapılan değişiklik yüzünden resmi rakamların düşük olduğunu söyleyen yorumcular ise gerçek işsizliğin beş milyona ulaştığını tahmin ediyordu. Ancak Thatcher hükümeti önce işsizlik sigortası hakkı kazanmayı zorlaştırdı, sonra Çalışma Bakanı Norman Tebbit işsiz sayısının belirlenmesi kurallarını değiştirip sadece işsizlik sigortası alanların sayılmasını sağladı. Böylece işsiz sayısı yapay bir şekilde düşürülmüş oluyordu. 1983'te Birleşik Krallık'ın sanayi üretimi, 1978'deki düzeye göre %30 gerilemişti. Bu esnada, Arjantin'de işbaşına gelen cunta yönetimi, ekonomik alanda yaşadığı sıkıntılar nedeniyle kaybettiği halk desteğini tekrar kazanmanın yollarını arıyordu. 2 Nisan 1982'de Arjantin, 1830'dan beri hak iddia ettiği Falkland (İspanyolca: Malvinas) adalarını işgal etti. Bu, II. Dünya Savaşı'ndan beri bir Birleşik Krallık toprağının ilk işgal edilişiydi. Birkaç gün içinde Thatcher, bir deniz filosunu adaları geri almak için gönderdi. Falkland Savaşı'nda Birleşik Krallık'ın başarılı olması, Thatcher'ın halk desteğini arttırdı. Falkland Savaşı ve muhalefetin bölünmüşlüğü sayesinde, Muhafazakâr Parti Haziran 1983 genel seçimlerinden önemli çoğunluk sağlayarak çıktı. 1983 başlarında iktisatta görülen düzelme emareleri de Muhafazakârların başarısında rol oynadı. Bu başarı Thatcher'ın kariyerinde bir zirveydi. Thatcher, sendikaların gücünü kırmaya kararlıydı, ama Heath hükümetinin aksine, bunu tek bir kanunla zorlamak yerine yavaş yavaş gerçekleştirmeyi tercih etti. Çeşitli sendikalar, Thatcher'ı yıpratmayı hedefleyen grevler düzenledi. Bunlardan en önemlisi, 1984-85'te Millî Madenciler Sendikası'nın düzenlediği grevdi. Thatcher, önceden kömür stoklayarak greve hazırlanmıştı, böylece 1972'dekinin aksine hiç elektrik kesintisi olmadı. Grev sırasında polisin uyguladığı yöntemler, insan hakları savunucularının tepkisini çekse de, grevci işçilerin greve katılmayanların çalışmasını önlemek için şiddet kullandığını gösteren fotoğrafların basında yer alması, kamuoyunun grevcilere karşı dönmesini sağladı. Madencilerin grevi bir yıl sürdü ve sendikalar herhangi bir kazanım elde etmeden grevi sona erdirmek zorunda kaldılar. Thatcher, bunun üzerine 15'i hariç tüm ocakları kapattı ve kalanlar da 1994'te özelleştirildi. Kaçakçıların, Birleşmiş Milletler'in silah ambargosu altındaki Güney Afrika Cumhuriyeti apartheid yönetimine Birleşik Krallık'tan silah kaçırdığının ortaya çıkması üzerine, Thatcher, Birleşik Krallık'ın önemli yatırımları bulunan ve gitgide Birleşmiş Milletler'in iktisadi yaptırımlarıyla karşılaşma ihtimali artan bu ülkenin Başkanı P.W. Botha ve Dışişleri Bakanı Pik Botha'yı Birleşik Krallık'a çağırdı. Thatcher, Botha'yı apartheid siyasetini sona erdirmesi, Nelson Mandela'yı serbest bırakması, siyahların özgürlüğünü savunanları kovuşturmaktan vazgeçmesi, komşu ülkelerdeki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) üslerini bombalamaktan vazgeçmesi, Namibya'dan çekilmesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uyması konusunda uyardı. Ancak Botha bu uyarıları dikkate almadı. Haziran 1986'da "Guardian" gazetesine verdiği bir mülakatta Thatcher, Güney Afrika Cumhuriyeti'ne iktisadi yaptırım uygulamanın ahlaki olmadığını, zira bu yaptırımların milyonlarca siyahın işsiz kalmasına neden olacağını söyledi. 12 Ekim 1984 sabahı, 59. yaşgününden bir gün önce, Thatcher, Muhafazakâr Parti kongresi için kalmakta olduğu Brighton Oteli'ne IRA tarafından konulan bombanın patlamasından kıl payı kurtuldu. Patlamada beş kişi öldü. Thatcher, eğer banyoya girmesi biraz gecikmiş olmasaydı, patlamadan etkilenecekti. Thatcher'ın kongrenin ertesi gün programa uygun olarak toplanmasını istemesi ve bombacılara rağmen konuşmasını yapması, siyasi çevrelerde takdir topladı. 15 Kasım 1985'te Thatcher, İrlanda Başbakanı Garret FitzGerald ile bu ülkeye ilk defa (tavsiye mahiyetinde de olsa) Kuzey İrlanda yönetiminde söz hakkı tanıyan Hillsborough Antlaşması'nı imzaladı. Antlaşma, Kuzey İrlanda'daki birlik taraftarlarınca öfkeyle karşılandı. Birlik yanlısı partiler parlamentodan toplu halde istifa ederek büyük çoğunluk sağladıkları erken seçimler yoluyla bir tür referandum yaptılar. Buna karşın, antlaşmayı iptal ettiremediler. Thatcher'ın siyasi ve iktisadi felsefesi, serbest pazar ve girişimcilik üzerine kuruluydu. İktidara geldiğinde, deneysel mahiyette, küçük bir kamu işletmesini işçilerine satmış ve çok olumlu tepkiler almıştı. 1983 seçimlerinden sonra hükümet daha cesur hareket etti ve British Telecom'dan başlayarak 1940'lardan beri kamu mülkiyetinde olan pek çok büyük işletmeyi elden çıkarttı. Halkın yaygın bir kesimi satılan hisseleri aldı, ne var ki çoğu kişi kısa sürede kâr gerçekleştirmek için hisselerini sattı. Sol siyasetçilerin şiddetle karşı çıktığı özelleştirme politikası, Thatcherizm'le birlikte anılır oldu. Hisse senetlerinin tabana yayılması, bu politikaya destek verenler tarafından "halk kapitalizmi" olarak adlandırıldı. Soğuk Savaşta Thatcher, Reagan'ın "caydırma" siyasetini destekledi. Bu, 1970'lerde Batı'nın yürüttüğü yumuşama siyasetine karşıttı ve "yumuşama"ya bağlı müttefiklerle sürtüşmeye neden oldu. Thatcher, ABD'nin nükleer seyir (cruise) füzelerinin Birleşik Krallık adalarında konuşlanmasına izin vererek Nükleer Silahsızlanma Hareketi'nin tepkisini çekti. Bununla birlikte, reformist Sovyet lider Gorbaçov'un iktidara gelmesini olumlu karşılayan ilk Batılı lider de o oldu. Gorbaçov'un iktidara gelmesinden üç ay önce yapılan bir buluşma sonrasında, Thatcher, onun için ""Bay Gorbaçov'u sevdim. Birlikte iş yapabileceğimiz birisi."" şeklinde yorum yaptı. Bu yorumu izleyen yıllarda Batılı güçler Sovyetler ile 1991'de bu ülkenin yıkılışına kadar tekrar bir yumuşama dönemine girecekti. Thatcher'ı destekleyenler, hem "caydırma" hem de "yumuşama" siyasetleriyle, Batı'nın kazandığı zaferde rolü olduğunu savundular. 1985'te Oxford Üniversitesi, eğitim bütçesinde kısıntı yapması nedeniyle, Oxford mezunu başbakanlara geleneksel olarak verilen fahri doktora unvanını kendisine vermeyi reddetti. 1986'da diğer NATO müttefiklerinin protestolarına karşın, ABD'nin Birleşik Krallık'taki üslerden Libya'yı bombalamasına destek verdi. Savunma alanında ABD ile işbirliği yapmayı tercih ettiğinden, Britanyalı helikopter üreticisi Westland'ın İtalyan Augusta şirketi yerine Amerikalı Sikorsky şirketiyle ortak olmasını sağladı. Augusta ile çoktan anlaşmış olan Savunma Bakanı Michael Heseltine, Thatcher'ın bu kararını ve yönetim tarzını protesto etmek için istifa etti. Heseltine, daha sonra da parti içinde Thatcher'la rekabet etti ve 1990'da iktidardan düşmesini sağlayanlardan biri oldu. İkinci iktidarında Thatcher, iki önemli dış siyaset başarısına imza attı: İktisadi patlama ve İşçi Partisi'nin tek taraflı nükleer silahsızlanmayı savunması sonucu 1987 seçimlerini 102 sandalye farkla kazanan Thatcher, Lord Liverpool'dan beri en uzun süre görevde kalan ve Lord Palmerstone'dan beri ilk defa üç seçimi üst üste kazanan başbakan oldu. "Daily Mirror", "Guardian" ve "Independent" dışındaki tüm Britanya gazeteleri onu destekliyor, buna karşılık basın sekreterinden düzenli brifingler alıyordu. Tabloid gazeteler ona sevimli bir lakap takmıştı: "Maggie". Rakipleriyse bu lakabı ""Maggie dışarı!"" şeklinde aleyhine bir slogana dönüştürdü. Sol çevrelerde kendisine duyulan tepki, dönemin bazı şarkılarına yansımıştı: "Stand Down Margaret" (Otur Aşağı Margaret, The Beat), "Tramp the Dirt Down" (Pisliği Ez, Elvis Costello), "Margaret On The Guillotine" (Margeret Giyotinde, Morrissey), "Mother Knows Best" (Anne En İyisini Bilir, Richard Thompson). Erkek eşcinselliğini önceleri desteklemiş olmasına karşın (bkz. 1950-1970 arası siyasi kariyer), Thatcher 1987'deki parti kongresinde ""Geleneksel ahlaki değerlere saygı göstermeyi öğrenmesi gereken çocuklarımıza, eşcinsel olmanın temel bir hak olduğu öğretiliyor."" dedi. Bazı Muhafazakâr milletveklilleri eşcinselliğin "teşvik edilmesine" karşı çoktan bir hareket başlatmıştı. Aralık 1987'de çıkarılan tartışmalı bir kanunla okullarda eşcinselliğin "meşru bir ilişki türü" olabileceğinin öğretilmesi yasaklandı. Bu kanun sonraki yıllarda iptal edildi. Sosyal reformlar sonucu yetişkinler için ABD'dekine benzer bir İş Bulma Eğitimi sistemi kuruldu. 1980'lerin sonunda, aslında bir kimyacı olan Thatcher, çevre sorunlarıyla ilgilenmeye başladı. 1988'de, küresel ısınma, ozon deliği ve asit yağmuru sorunlarını kabul eden önemli bir konuşma yaptı. 1990'da meteorolojik tahmin ve araştırmalar için Hadley Merkezi'ni kurdu. 2002'de yayımlanan kitabı "Devlet Sanatı"'nda ("Statecraft"), küresel ısınmaya insanların neden olduğu fikrine destek verdiği için pişmanlık duyduğunu anlatır: 1988'de Belçika, Bruges'de yaptığı bir konuşmada, Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) federal bir yapıya dönüştürülmesi önerilerine ve karar alma mekanizmasının merkezileşmesine karşı görüşlerini açıkladı. Birleşik Krallık'ın üyeliğini desteklese de, Thatcher AT'nin rolünün serbest pazar ve etkin rekabet koşullarını yerine getirmek olduğuna inanıyor, yeni AT düzenlemelerinin Birleşik Krallık'ta yaptığı reformları geriye döndürmesinden korkuyordu: AT'nin hazırlanmakta olduğu İktisadi ve Parasal Birliğe, tek bir para biriminin millî paraların yerine geçmesine özellikle karş
ıydı. Bu konuşma diğer Avrupalı liderlerin protestolarına neden oldu ve Muhafazakâr Parti içinde Avrupa siyaseti konusunda derin bir çatlağın olduğunu ortaya çıkardı. 6-8 Nisan 1988'de Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulundu. Yapılan görüşmelerde ele alınan başlıca konular, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik başvurusu, yeni Türkiye iktisadı ve Birleşik Krallık'tan yatırım talepleri, Kıbrıs sorunu, İran-Irak Savaşı ve Filistin sorunu oldu. Thatcher, Turgut Özal ile birlikte yaptığı basın toplantısında ""Bildiğiniz üzere Birleşik Krallık , Türkiye'nin ve Avrupa'nın büyük bir dostu olmuştur ve Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki Birlik Anlaşması'nın daha etkin çalışmasını görmeyi istemektedir"" dedi. 1989'da, sürdürülemez haldeki iktisadi patlamayı durdurmak için faiz oranlarını arttırması üzerine Thatcher'ın kamuoyu desteği bir kez daha düştü. Thatcher, Avrupa para birliğine hazırlanma siyaseti izleyen Hazine Bakanı Nigel Lawson'u suçladı. Kasım 1987'de "Financial Times" gazetesine verdiği bir demeçte, Thatcher, bu siyasetten haberdar olmadığını ve tasvip etmediğini söyledi. Haziran 1988'de Madrid'deki Avrupa Ekonomik Topluluğu zirvesi öncesi yapılan bir toplantıda, Lawson ve Dışişleri Bakanı Geoffrey Howe, Thatcher'ı parasal birliğin hazırlık aşaması olan Döviz Kuru Mekanizması'na katılmak için gerekli koşulları kabul etmeye zorladı. Toplantıda ikisi de Thatcher'ın koşulları kabul etmemesi halinde istifa edeceklerini söylediler. Thatcher, buna Howe'u azlederek ve iktisadi konularda daha çok danışmanı Alan Waters'a danışarak karşılık verdi. Lawson, Thatcher'ın kariyerinin altını oyduğunu düşünerek Ekim 1989'da istifa etti. Ancak Howe ve Lawson gibi tecrübeli siyasetçilerin ayrılmaları, Thatcher'ın ekibini zayıflattı. Bu durum, ayrıca, Thatcher'ın farklı görüşlere müsamaha gösteremeyen bir başbakan olduğu imajını güçlendirdi. Aynı yılın Kasımında, Thatcher, Muhafazakâr Parti liderliği için Anthony Meyer'in rekabetiyle karşılaştı. Thatcher Meyer'i kolayca yense de, altmış kişi Meyer'e oy verdi veya seçime katılmadı - ki bu iktidardaki bir başbakan için yüksek bir sayıydı. Öte yandan, partideki taraftarları, Thatcher'ın on yıldır başbakanlık koltuğunda yıprandığını ve toplam oy sayısının 370 olduğunu vurgulayarak bu sonucun başarlı olduğunu öne sürdüler. Thatcher'ın yerel yönetim vergilerini kaldırmak üzere önerdiği 1987 seçimlerinde Muhafazakâr Parti programında da yer alan yeni vergi sistemi, İskoçya'da 1989'da, İngiltere ve Galler'de 1990'da uygulamaya alındı. Mal varlığına dayalı hesaplanan yerel vergilerin yerine "kelle vergisi" olarak bilinen ve herkes için genelde eşit olan (düşük gelirlilere bazı indirimler vardı) vergi tepkilere ve sokak gösterilerine yol açtı. Thatcher'ın başbakanlıktaki son icraatlarından biri, ABD Başkanı George H. W. Bush'a Saddam Hüseyin'i Kuveyt'ten çıkarmak için Orta Doğu'ya asker göndermesi yönünde baskı yapmak oldu. Bush'un bu plan hakkında bazı çekinceleri vardı, ama Thatcher ona ""tereddüt edecek vaktimiz yok!"" diye karşılık verdi. Ekim 1990'daki Muhafazakâr Parti kongresinden önceki Cuma günü, yeni Hazine Bakanı John Major'a faiz oranlarını %1 indirmesi talimatını verdi. Major, onu, parasal istikrarı korumak için tek yöntemin "Madrid koşulları"na uymasalar bile aynı zaman zarfında Döviz Kuru Mekanizması'na katılmak olduğuna ikna etti. Thatcher'ın siyasetten uzaklaştırılması, Alan Clark'a göre Britanya siyasi tarihinin en dramatik olaylarından biridir. Uzun süre iktidarda kalan, seçimlerde mağlup edilemeyen bir başbakanın parti içi oylamayla azledilmesi ilk bakışta inanılmaz gözükmektedir. Mamafih, 1990'a gelindiğinde, Thatcher'ın yerel yönetim vergi politikası, hükümetinin iktisadı kötü yönettiğine ilişkin kamuoyunda yayılan görüş (özellikle %15 mertebesine ulaşan yüksek faiz oranları, ev sahipleri ve işadamlarının desteğinin aşınmasına yol açtı) ve Avrupa ile bütünleşme konusunda Muhafazakâr Parti içinde ortaya çıkan bölünmeler, hem kendisinin hem de partisinin siyasi alanda giderek zayıfladığını gösteriyordu. 1 Kasım 1990'da, Thatcher'ın en eski ve sadık müttefiklerinden Geoffrey Howe, Thatcher'ın Avrupa siyasetini protesto etmek için Başbakan Yardımcılığı görevinden istifa etti. Eski rakibi Michael Heseltine, parti liderliği için kendisine meydan okudu ve ilk turda oylamayı ikinci tura taşıyacak kadar fazla oy elde etti. Önceleri ikinci turda da yarışmak istediğini söylemekle birlikte, Thatcher, kabine üyelerine danıştıktan sonra seçimden çekilmeye karar verdi. 22 Kasım günü saat sabah 09:30'da Kabine'ye ikinci turda aday olmayacağını açıkladı. Hemen ardından, kamuoyuna istifasıyla ilgili bir açıklama yapıldı: Mağlup Thatcher, Avam Kamarası'nda hükümetine karşı yapılan bir güven oylaması sırasında, etkileyici konuşmalarından birini yapma fırsatını yakaladı: Selefi olarak John Major'ı destekledi ve o da liderlik yarışını kazandı. İstifasının ardından yapılan bir ankette, Britanya halkının %52'si "son kertede Thatcher'ın ülkeye yararlı olduğunu" söylerken, %48'i "kötü" olduğunu söyledi. 1991'de Parti'nin yıllık kongresine girdiğinde daha önce görülmemiş şekilde dakikalarca ayakta alkışlanarak karşılandı, ancak konuşma yapması için yapılan çağrıları reddetti. Mamafih, Başbakanlıktan istifa ettikten sonra zaman zaman Avam Kamarası'nda konuştu. 1992 seçimlerinden sonra parlamentodan ayrıldı. 1992'de barones unvanı aldı. Bu sayede Lordlar Kamarası'na girme imkânı elde etti. Kamara'da Maastricht Antlaşması'nı eleştiren bir dizi konuşma yaptı. ""Fazla ileri giden bir antlaşma"" olarak niteledi, Haziran 1993'te ise ""Ben bu antlaşmayı asla imzalamazdım."" dedi. Antlaşmanın referanduma sunulmasını talep etti, üç büyük parti de onay verdiğine göre halkın görüşünün sorulması gerektiğini savundu. Ağustos 1992'de NATO'ya Gorajde ve Saraybosna'daki Sırp saldırısını durdurması ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti'ni koruması için çağrıda bulundu. Bosna'daki olayların "Nazilerin en kötü azgınlıklarını hatırlattığını" söyledi. Aynı yılın Aralık ayında Bosna'da bir soykırım olabileceğini söyledi. Nisan 1993'te, Srebrenica'daki ilk katliamın ardından Thatcher bunun "Avrupa'da bir daha asla görmeyeceğimizi düşündüğü türden bir ölüm tarlası" olduğunu söyledi. 1990'da Başbakanlıktan istifa ettikten kısa süre sonra Kraliçe tarafından Birleşik Krallık 'nin en büyük nişanlarından Liyakat Nişanı ile ödüllendilmişti. Ayrıca, eşi Denis Thatcher'a 1991'de baronetlik verildi (böylece oğulları Mark, bir soyluluk unvanı devralabilecekti). Bu, 1965'ten beri baronetlik unvanının ilk verilişiydi. Haziran 1992'de tütün devi Philip Morris şirketine yılda 250.000$ maaş ve vakfına yıllık 250.000$ bağış karşılığı, "jeopolitik danışman" oldu. 1993'ten 2000'e kadar, 1693 kraliyet beratıyla kurulan Virjinya, ABD'deki William ve Mary Koleji'nde rektörlük yaptı. Ayrıca Birleşik Krallık'ın tek özel üniversitesi olan Buckingham Üniversitesi'nin rektörlüğünü yürüttü. Bu işinden 1998'de emekliye ayrıldı. 1995'te Thatcher'a, Birleşik Krallık 'ın en yüksek şövalyelik örgütü olan Garter Örgütü üyeliği verildi. 1997'de ise Ronald Reagan Özgürlük Ödülü'nü eski ABD first lady'si Nancy Reagan'dan aldı. Hatıralarını "Güce Giden Yol" ve "Downing Street Yılları" adında iki cilt halinde kaleme aldı. 1993'te BBC televizyonunda yayımlanan "Downing Street Yılları"'nda Thatcher, başbakanlıktan istifa etmesine neden olan bakanlar kurulu isyanını ""yüzü gülen ihanet"" olarak tasvir etti. Kamuoyu nezdindeki desteğini sürdürmekle birlikte, özel konuşmalarında Thatcher, John Major'a siyasetinden duyduğu rahatsızlığı belli etti. Bu görüşleri basına da sızdı ve yayımlandı. Major hükümetinin kamu harcamalarını artırmasını, vergi artırımlarını ve Avrupa bütünleşmesine verdiği desteği eleştirdi. 1994'te Tony Blair'in İşçi Partisi lideri seçilmesinin ardından Mayıs 1995'te verdiği bir mülakatta, Blair'i ""Muhtemelen Hugh Gaitskell'den beri en müthiş İşçi Partisi lideri. Onların ön saflarında çok sosyalist görüyorum ama Bay Blair bunlardan biri değil. Gerçekten değiştiğine inanıyorum."" diye övdü. Muhafazakâr Parti'nin İşçi Partisi tarafından hezimete uğratıldığı seçimlerin ardından yapılan parti başkanlığı seçiminde, Thatcher, "devlet hakkında modası geçmiş fikirlere sahip ve Avrupa'nın bütünleşmesini savunan" Kenneth Clarke'tan "sonsuz kere daha iyi bir başkan olabilecek" dediği Iain Duncan Smith'i destekledi. 2002'de yayımladığı "Devlet Sanatı: Değişen Dünya İçin Stratejiler" adlı kitabında, 1990'daki istifasından beri uluslararası ilişkiler konusunda geliştirdiği düşünceleri dile getirdi. Kitabın özellikle Avrupa Birliği konusundaki bölümleri tartışma yaratıcı mahiyetteydi: Birleşik Krallık 'nin millî egemenliğini koruması için üyelik koşullarının gözden geçirilmesini, bunun başarısız olması halinde, Avrupa Birliği'nden ayrılarak NAFTA'ya katılmayı öneriyordu. Bu bölümler, "The Times" gazetesinde yazı dizisi halinde yayımlanmaya başladığı 18 Mart Pazartesiden, sağlık sebepleriyle demeç vermesinin doktorları tarafından yasaklandığının açıklandığı 22 Mart Cumaya kadar siyasi alanda öfkeye neden oldu. Thatcher, bir dizi küçük felç geçirmiş, sağlık durumu çok hassas bir duruma gelmişti. Denis Thatcher, 26 Haziran 2003'te vefat etti, 3 Temmuz'da naaşı yakıldı. Thatcher, "Downing Street Yılları" kitabında eşini andı: "Başbakanlık yalnız olduğunuz bir görevdir. Bir bakıma da öyle olmalıdır: Kalabalığın içinden yönetemezsiniz. Ama Denis sayesinde asla yalnız kalmadım. Ne adam. Ne koca. Ne arkadaş.". 11 Haziran 2004'te, Thatcher, eski ABD Başkanı ve dostu Ronald Reagan'ın Washington Ulusal Katedralindeki cenaze töreninde video kaydıyla gösterilen dokunaklı bir veda konuşması yaptı. Art arda geçirdiği felç nöbetleri nedeniyle zihni melekelerinin gerilemekte olduğu göz önüne alınarak, konuşma birkaç ay önce kaydedilmişti. Aralık 2004'te Muhafazakâr milletvekilleriyle yaptığı özel bir toplantıda, Britanya Hükümeti'nin nüfus kağıdı çıkarma projesine karşı olduğunu açıkladığı söylenir. Thatcher'ın nüfus kâğıtları için ""bu
ülkeye tamamen yabancı, Cermenik bir kavram"" dediği iddia edilir. 13 Ekim 2005'te, Thatcher, Hyde Park'daki Mandarin Oriental Oteli'nde, Kraliçe ve Edinburgh Dükü'nün de katıldığı bir partiyle 80. doğumgününü kutladı. Orada, artık Aberavon Lordu unvanını almış olan Geoffrey Howe, Thatcher'ın siyasi kariyeri için ""Onun gerçek zaferi sadece bir değil iki partiyi değiştirmiş olmasıdır, öyle ki İşçi Partisi tekrar iktidara geldiğinde, Thatcherizmin ana gövdesinin artık değiştirilemez olduğu kabul edilmişti."" dedi. Eylül 2006'da, Thatcher, Washington'da 11 Eylül saldırılarının 5. yıldönümü için düzenlenen resmî anma toplantısına ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in misafiri olarak katıldı. Ziyareti sırasında ABD Devlet Bakanı Condoleezza Rice ile de görüştü. 2008'de Lordlar Kamarası tarafından verilen bir akşam yemeğinde fenalaşan Thatcher, hastaneye kaldırıldı. Kızı Carol, hafıza kaybı sorunu olduğunu belirtti. 2010 yılında Muhafazakâr Parti kongresinde yeni Başbakan David Cameron, Thatcher'ı 85. doğumgününü kutlamak için başbakanlık konutu Downing Street 10 Numara'ya çağırdığını açıkladı. Thatcher sağlık sorunları nedeniyle bunu geri çevirdi. Prens William ile Kate Middleton'un düğününe de davet edildi ama yine sağlık sorunları yüzünden kabul etmedi. 2011'de Amerika Bağımsızlık Günü'nde (4 Temmuz) Thatcher'ın Ronald Reagan'ın Londra'daki ABD Büyükelçiliği önünde 3,5 metrelik bir heykelinin açılışına katılması bekleniyordu, ancak sağlık durumunun hassasiyeti nedeniyle katılamadı. 31 Temmuz 2011'de Thatcher'ın Lordlar Kamarası'ndaki ofisinin kapatıldığı açıklandı. Yine Temmuz 2011'de Ipsos Mori kamuoyu araştırma şirketi tarafından yapılan ankette geçmiş 30 yılın en başarılı Birleşik Krallık Başbakanı seçildi. Margaret Thatcher, 8 Nisan 2013 sabahı Londra'daki evinde felç geçirdi, ardından son nefesini verdi. Cenazesi Chelsea, Londra'daki Royal Hastanesi'nin bahçesinde eşinin yanında defnedildi. Thatcher, kutuplaşmalara neden olan bir isimdi, siyaset yaptığı çağın ideolojik iklimi nedeniyle, siyasi yelpazenin farklı yönlerinden tepkilerle karşılaştı. Kendisine yöneltilen en önemli eleştirilerden biri, refah toplumunu yok ettiği iddiasıdır. Nitekim Thatcher'in en hatırlanan sözlerinden biri ""toplum diye bir şey yoktur"", bu iddiayı destekler niteliktedir. Thatcher, bu sözü gazeteci Douglas Keay'ın "Womens' Own" dergisi için yaptığı röportajda söylemiştir: Bazı yorumcular, Thatcher'ın Britanya ekonomisini durgunluktan kurtardığını söyleyerek onu överler. New Statesman dergisinin 2006'da düzenlediği bir ankette, Thatcher "Zamanımızın kahramanları" arasında beşinci seçilmiştir. Reason dergisi ise onu "Özgürlük kahramanı" ilan etmiştir. 1970'lerde Birleşik Krallık , pek çok kişi tarafından 20.yüzyılın başındaki Türkiye gibi "Avrupa'nın hasta adamı" kabul ediliyordu, öyle ki bazı yorumcular bir devlet olarak varlığını sürdüremeyeceğini iddia ediyordu. Buna karşın, Birleşik Krallık, modern Avrupa'daki en gelişkin ekonomilerinden biri haline geldi. Tenkitçiler, 1970'lerdeki iktisadi sorunların abartıldığını, bunların petrol krizi sonucu benzin fiyatlarının artması gibi Britanya hükümetlerinin kontrolü dışındaki etkenlerden ortaya çıktığını, aynı etkenlerin hemen tüm gelişmiş iktisatları vurduğunu söylerler . Sonuç olarak, Thatcher yanlılarının iddialarının aksine, iktisadi durgunluğun sosyalizm veya sendikalar nedeniyle oluşmadığını söylerler. Tenkitçiler, ayrıca, Thatcher döneminde iktisatta görülen düzelmenin aynı dönemde dünya ekonomisinde yaşanan canlanmadan ve Kuzey Denizi petrol yataklarından alınan vergilerden kaynaklandığını iddia eder. Britanya kamuoyunun Thatcher hakkındaki görüşleri değişkenlik gösterir. Thatcher yönetimi hakkındaki görüşlerin farklılığı, televizyon anketlerinde ortaya çıkmaktadır: Thatcher, 2002'de yapılan "En Büyük 100 Britanyalı" listesinde, hayattaki kişiler arasında ulaşılan en yüksek derece olan on altıncılığı almıştır. 2003'te yapılan ve sadece hayattaki kişileri içeren "En Kötü 100 Britanyalı" listesinde ise üçüncü olmuştur. Ancak, neticede, Thatcher'ın 20. yüzyılda dünya çapında en etkin rol oynayan kadın olduğuna da pek kimse itiraz etmez. Belki de en içten takdir, İşçi Partisi lideri ve üç kez başbakan seçilen Tony Blair'in Thatcher'ın iktisadi siyasetini sürdürmesi olmuştur. Thatcher da Mayıs 1995'teki bir röportajda Blair'i takdir etmiştir: Bir diğer görüşe göre, iktisadi etkileri ikiye ayrılır: Pazar etkinliği ve uzun vadeli büyüme. Bunların ilki oldukça tartışmalıdır. İşsizlik oranı nihai olarak azalsa dahi, bu önemli ölçüde iş kaybı ve işgücü pazarında radikal reformlardan sonra meydana geldi. Bu reformlar sendikaların güçsüzleşmesine neden olan kanunları ve mali piyasaları düzenleyen kuralların kaldırılmasını kapsamaktaydı. Bu sayede, Londra bir iş merkezine, şehrin the City bölgesi Avrupa'nın mali başkenti konumuna geri döndü. Haberleşme ve diğer kamu hizmetlerinin rekabete açılması da önemli reformlar arasındaydı. Uzun vadeli büyüme ise yeni veriler ışığında başarısız görülmektedir zira araştırma-geliştirme yatırımları ve eğitim kalitesi düşmüştür. Halkın Thatcher hakkındaki görüşleri değişkenlik gösterir. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda'nın büyük bölümünde, Kuzey İngiltere şehirlerinde ve eski madencilik yörelerinde hâlâ hakkında kötü konuşulmaktadır. Pek çok kişi, pek çok madenci ailesinin çökmesi ve ağır sanayinin yok olmasıyla sonuçlanan madenciler grevi dönemindeki güçlükleri hatırlar. Madencilik ve sanayi kesimlerinin Thatcher hakkındaki olumsuz görüşleri, güney İngiltere'de ve kırsal kuzey yörelerinde aldığı oylar sayesinde büyük farkla kazandığı 1987 seçimlerine yansımıştır. Thatcher, ülkenin diğer kesimlerinden çok az oy alabilmiştir. Ortak Tarım Siyaseti sayesinde Britanya tarımı hâlâ ciddi ölçüde sübvanse edilmektedir, öte yandan iktisadın gerileyen diğer kesimleri kendi kaderine bırakılmıştır. Thatcher'a verilen desteğin coğrafi olarak bu denli değişmesi, ülkenin İskoçya ve Galler gibi bazı bölgelerinin giderek yabancılaşmasına ve özerklik isteklerinin artmasına yol açmıştır. Yurtdışındaki görüşler de bunlara paraleldir. Sol kesimde Thatcher, halk hareketlerini ezmek için güç kullanan, işçi sınıfının çıkarlarına karşı sosyal reformlar yapan ve orta sınıflarla işadamları gibi varlıklı kesimleri destekleyen bir lider olarak görülür. Satiristler tarafından karikatürize edilmiştir. Örneğin Fransız şarkıcı Renauld, "Miss Maggie" adındaki şarkısında, kadınları erkeklerin çeşitli salaklıklarını yapmayan bir cins olarak anlatır - Thatcher bu kadınların tek istisnasıdır. Merkez sağda ise Thatcher, güçlü sendikalara karşı çıkabilen, iktisattaki darboğazları ortadan kaldıran bir muhafazakâr olarak sempatiyle hatırlanır. Ancak çoğu kişi Thatcherizm kelimesinin yarattığı olumsuz tepkiler nedeniyle onu izlediğini açıkça itiraf etmez. İrlanda milliyetçileri arasında Thatcher, IRA ile müzakereye oturmaktan kaçınan, katı bir siyasetçi olarak hatırlanır. Tenkitçileri, bu durumun Kuzey İrlanda'daki huzursuzlukların yatışmasını geciktirdiğini savunur. Thatcher hükümetinin Kuzey İrlanda sorununu hafifletmek için İrlanda Cumhuriyeti ile antlaşma imzalaması durumu pek değiştirmemiştir. 1996'da yapılan Scott soruşturmasında, İran-Irak Savaşı sırasında Thatcher hükümetinin Irak'a yüksek teknolojili silah satışına göz yumduğu, hatta desteklediği ortaya çıktı. Sol ve sağ görüşlü yorumcuların fikir birliğinde olduğu bir konu, Thatcher'ın Britanya siyaset sahnesini ciddi ölçüde değiştirdiği, önemli partilerin sağa kaymasına neden olduğudur. Yeni İşçi hareketi ve Blairism, Thatcherizmin siyasi ve ekonomik ilkelerinden çoğunu kabul eder. Bu durum, 1950'lerden Edward Heath hükümetine kadar Muhafazakâr Parti'nin İşçi Partisi hükümetleri tarafından ortaya konan "refah devleti" ilkelerini kabul etmesine benzemektedir. Thatcher'ın yok ettiği "refah devleti" uygulamaları, Thatcher sonrası dönemde geri gelmemiştir. Yine Thatcher tarafından başlatılan özelleştirme siyaseti de devam etmiştir. Aslında müteakip İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti hükümetleri devletin iktisat üzerindeki etkisini daha da azaltmış, kamu sektörünün rolünü daha da küçültmüştür. Thatcher'ın Britanya sendikaları üzerindeki etkisi de sürmektedir. 1984-1985'teki madenci grevleri, bir eşik noktası olarak kabul edilir. Bu grevlerden sonra sendikalar 1970'lerdeki gücüne asla kavuşamadı. Sendikalılık oranı düştü ve grevlerin etkisini azaltmak için yapılan hukuki düzenlemeler kalıcı hale geldi. Hatta İşçi Partisi bile sendika hareketiyle bağlarını gevşetme çabasına girdi. Thatcher'ın etkisi Muhafazakâr Parti üzerinde kuvvetle devam etmektedir. İktidarda John Major, muhalefette William Hague, Iain Duncan Smith ve Michael Howard, Thatcher'ın hangi etkilerinin sona erdirilmesi, hangilerinin sürdürülmesi gerektiği konusunda mecliste ve parti içinde çeşitli hiziplerle mücadele ettiler. 2006'da başlayan David Cameron yönetimi, parti içindeki bu takıntıyı sona erdirmeyi hedeflemektedir. Şubat 2007'de Thatcher, sağlığında Avam Kamarası'na heykeli dikilen ilk Birleşik Krallık başbakanı oldu. Heykel bronzdan yapılmıştır ve hayranı olduğu Winston Churchill'in heykelinin karşısında durur. Antony Dufort tarafından yapılan heykel, Thatcher'i meclise konuşma yapıyormuş gibi, sağ kolu havada göstermektedir. Thatcher, heykele hayran olduğunu belirtmiş, "demirden yapılsaydı daha iyi olurdu." demiştir. Margaret Thatcher birçok tiyatro oyunu, televizyon programı, belgesel, TV ve sinema filmine konu oldu. Michael Samuels tarafından yönetilen "" (2002) filminde Patricia Hodge Thatcher'ı canlandırdı. Doğrudan Thatcher'ı konu eden üç önemli film bulunmaktadır. Niall MacCormick tarafından yönetilen "" (2008) adlı TV filminde Andrea Riseborough, James Kent tarafından yönetilen "" (2009) filminde Lindsay Duncan ve Phyllida Lloyd tarafından yönetilen ve Alzheimer hastalığına da değinen "Demir Leydi" (2011) filminde Meryl Streep Thatcher'ı canlandırdı. Marinella Kiriaki Papadopulu (Yunan: Κυριακή Παπαδοπούλου, 20 Mayıs 1938, Selanik
) ya da sahne adıyla Marinella (Μαρινέλλα), Yunan şarkıcı.Yunanistan'ı 1974 Eurovision Şarkı Yarışması'nda "Krasi, Thalassa Ke T' Agori Mu" adlı şarkıyla temsil etmiş ve 11. olmuştur. Pan Pan - Bütün , tüm anlamı veren Yunanca önek'tir Family Guy Family Guy, Seth MacFarlane tarafından yaratılan FOX'da yayınlanan ABD animasyon televizyon dizisidir. Dizi genel olarak kurgusal şehir Quahog, Rhode Island'da yaşayan Peter ve Lois, çocukları Meg, Chris ve Stewie ve antropomorfik köpekleri Brian'dan oluşan Griffin ailesini konu alır. Dizi Amerikan kültürü, toplum, televizyon ve farklı insanlık hâllerini hicvetmektedir. MacFarlane, Griffin ailesini The Life of Larry ve Larry & Steve adlı iki animasyon filminden sonra tasarladı. MacFarlane bu filmlerdeki ana karakterler Larry ve köpeği Steve'i yeniden dizayn edip Peter ve Brian olarak isimlendirdi. MacFarlane'nin Fox TV için hazırladığı 15 dakikalık ilk pilot bölüm 20 Aralık 1998 tarihinde yayınlandı. Pilot bölümün yayınlanmasının ardından yeşil ışık verildi ve dizinin yapımına başlandı. 2001 yılında yayınlanan üçüncü sezondan kısa bir süre sonra dizi yayından kaldırıldı, ancak yüksek DVD satışları dizinin 2004'te tekrar yayına girmesini sağladı. Dizi Türkiye'de 12 Eylül 2006`da CNBC-e tarafından gösterime başlamıştır ve gösterimin tekrarı E2'dir. Family Guy 12 Primetime Emmy ve 11 Annie ödüllerine aday gösterildi ve her ikisinden üçer ödül kazandı. Üç kez aday gösterildiği Golden Reel ödüllerinden birini kazandı. 2009 yılında 61. Primetime Emmy Ödülleri için aday gösterilerek; 1961'de animasyon dalında aday gösterilen Taş Devri'nden sonra ikinci çizgi film unvanını aldı. Family Guy, The Simpsons'lara olan benzerliği de dahil olmak üzere çeşitli olumsuz tepkiler de aldı. Diziyle alakalı pek çok bağlantılı ürünler çıkarıldı. 2005 yılında filmi gösterime girdi. Family Guy: Live in Vegas film müziği DVD halinde satışa çıkarıldı. 2006 yılında bir video oyunu çıkarıldı. 2005'ten bu yana Harper Adult tarafından altı adet Family Guy kitabı yayınlandı. 2008'de, MacFarlane yeni bir film hazırlığı içinde olduğunu doğruladı. 2009 yılında The Cleveland Show gösterime girdi. MacFarlane Family Guy fikrini 1995 yılında Rhode Island School of Design'da animasyon çalışırken geliştirmeye başladı. Üniversite tezi The Life of Larry isimli filmdi. MacFarlane'nin profesörünün bu filmi Hanna-Barbera animasyon stüdyosuna göndermesinin ardından MacFarlane'e şirket tarafından iş teklif edildi. 1996 yılında MacFarlane Larry and Steve ismiyle Larry adında ortayaş karakterle onun Steve isimli entelektüel köpeğini konu alan bir dizi üretti. Bu dizi daha sonra 1997 yılında Cartoon Network'te World Premiere Toons'da yayınlandı. Şovun yaratıcısı Seth MacFarlane şovun yönetici yapımcısı ve yaratıcı danışmanı konumundadır. Dizinin ilk yönetici yapımcıları David Zuckerman, Lolee Aries, David Pritchard ve Mike Wolf'tur. Family Guy tarihinde Daniel Palladino, Kara Vallow ve Danny Smith de dahil olmak üzere pek çok yönetici yapımcı görev almıştır. David A. Goodman üçüncü sezonda yardımcı yönetici yapımcı olarak göreve başladı ve daha sonra yönetici yapımcı oldu. Lois karakterini seslendiren Alex Borstein de dört ve beşinci sezonda hem yönetici yapımcı hem de yapım şefi olarak görev yaptı. Şovun ilk senarist ekibi; Chris Sheridan, Danny Smith, Gary Janetti, Ricky Blitt, Neil Goldman, Garrett Donovan, Matt Weitzman ve Mike Barker'dan oluşuyordu. Family Guy'ın senaryoları 14 farklı senarist tarafından sırayla yazılır. Daha sonra senaristler birbirlerinin senaryolarını okur. Seth MacFarlane bir bölümün elle çizim tekniği kullanıldığından dolayı 10 ayda tamamlandığını söylemiştir. Bundan dolayı dizi yakın tarihlerde yaşanan olaylara referanslar pek fazla içermez. 2007-2008 yılında Writers Guild of America grevi nedeniyle şovun Aralık 2007 ve sonrasındaki bölümlerinin yapımı durdu. Fox TV Seth MacFarlane'in onayı olmaksızın dizinin bölümlerini üretmeye devam etti. MacFarlane Fox TV'nin bu tavrını eleştirdi ve dizi için çalışmayı reddetti. Grevin bitişiyle birlikte Şubat 2008'de dizi kaldığı yerden düzenli olarak yayınlanmaya devam etti. Seth MacFarlane dizide Peter Griffin, Brian Griffin, Stewie Griffin ve Glen Quagmire gibi dört ana karakteri seslendirir. MacFarlane Rhode Island School of Design'da okurken duyduğu güvenlik görevlisinin sesinden ilham alarak Peter'i seslendirdi. Stewie'nin sesi İngiliz aktör Rex Harrison'ın özellikle 1964'teki My Fair Lady filmindeki sesinden uyarlanmıştır. MacFarlane Brian'ı günlük hayatta kullandığı ses ile seslendirmiştir. MacFarlane bu ana karakterlerin yanı sıra Griffin'lerin komşusu Glenn Quagmire, sunucu Tom Tucker ve Lois'in babası Carter Pewterschmidt'i de seslendirmektedir. Alex Borstein dizi karakterlerinden Lois Griffin, Asya'lı muhabir Tricia Takanawa, Loretta Brown ve Lois'in annesi Barbara Pewterschmidt'i seslendirmektedir. Seth Green, Chris Griffin ve Neil Goldman'ı seslendirmektedir. Mila Kunis ve Lacey Chabert Meg Griffin karakterini seslendirdiler. Chabert daha sonra şovdan ayrıldı. Cleveland Brown, Herbert ve The Greased-up Deaf Guy karakterlerini Mike Henry seslendirmektedir. Mart 2007 tarihinde komedyen Carol Burnett Fox TV'ye dizide canlandırılan temizlikçi kadın karakterinden dolayı dava açtı. Burnett şovda gösterilen bu karakterin kendisinin tescilli markası olduğunu iddia etti ve 6 milyon dolar zarar tazminatı talep etti. Fakat Haziran 2007 tarihinde mahkeme bu davayı reddeti ve dava kapandı. Dizinin içeriği ailenin yaşamı ve Stewie Griffin adındaki bir yaşındaki bebeğin planları çerçevesinde geçer. Bu planlar; annesi Lois Griffin'i öldürmek ve dünyayı ele geçirmektir. Peter karakteri alkole, yemeğe ve karısı Lois'e düşkün anlayışsız, saf, biraz bencil bir karakterdir. Lois ailesini düşünen iyi bir anne ve eş olmaya çalışmaktadır. Chris şişman, kendine güvensiz ve dolabındaki maymundan korkan bir çocuktur. Meg çirkin olduğunu düşünen, erkek arkadaş isteyen bir ergendir. Brian ailenin en entelektüel karakteridir. Bir köpek olmasına karşın oldukça akıllıdır. Küçük çocukları Stewie ise İngiliz aksanlı, dünyayı ele geçirme planları yapan bir bebektir. Mando Adamantia Stamatopulu (Yunan: Αδαμαντία Σταματοπουλου) ya da sahne adıyla Mando (Yunan: Μαντώ, d. 13 Nisan 1966, Pire), Yunan şarkıcı. Yunanistan'ı 2003 Eurovision Şarkı Yarışması'nda "Never Let You Go" adlı şarkıyla temsil etmiş ve 17. olmuştur. Babası caz piyanisti annesi sopranodur. Sertab Erener ile "Aşk/Fos(Φως, "ışık")" adlı düeti yaptı. İltizam İltizam, Osmanlı devlet gelirlerinin (vergilerin) bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek toplanması yöntemi. Vergiyi toplamayı üstlenen kişiye "mültezim" denirdi. Mültezimler bir tür müteahitti. Arttırma sonucu iltizamı üstlenen mültezim, böylece devlete karşı belli bir ödeme yapmayı taahhüd ederdi. Orta Çağ'da Fransa ve Almanya'da da uygulanan iltizam sistemi, Osmanlı İmparatorluğu'nda yıllıklı eyaletlerde uygulanırdı. 16. yüzyılın sonlarından itibaren, uzun süren savaşlar ve ticaret yollarının değişmesi Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisini bozarak hazinede nakit para açığına sebep oldu. Bu nedenle Tımar sisteminin uygulandığı eyaletlerde de iltizam uygulanmaya başlandı ve Tımar sistemi bozuldu. İltizam yönteminde vergi daha çok ürün olarak toplanırdı; nitekim Osmanlılar'da da âşar, iltizam yöntemiyle toplanırdı. Bu yöntemde, mültezim devlete yaptığı ödemeyi karşılamak ve kendine kâr sağlamak için köylüler üzerinde büyük baskı uygulamak durumundaydı. Vergi toplamada büyük keyfiliklere yol açan bu yöntem zamanla yerini çağdaş vergilere bıraktı. İltizam usulü diye bilinen bu özel girişim niteliğindeki mali birim mukataalarda uygulanıyordu. Mukataa: Osmanlı Devleti'nde miri arazinin alt kollarından biridir. Geliri doğrudan devlet hazinesine giderdi. Bu toprakların geliri iltizam yoluyla toplanırdı. Mültezimler açık arttırmayla çıkarılan mukataayı bırakacağı kâr hakkındaki tahminlere göre kıymetlendirdikten sonra devlete tekliflerini yapardı. Hazine teklif verenler arasından en yüksek teklifi yapan mültezime Tahvil adı verilen ve genellikle 1 ila 3 yıl arasında değişen bir devre için, o mukataayı vergilendirme hakkını devrederdi. (Hazine mültezimden senet ve kefil isterdi. Sorumluluğu yerine getiremez ise malları müsadere edilirdi.) Viki Leandros Vassiliki, Baroness von Ruffin (doğum Vassiliki Papathanasiou, Yunanca: Βασιλική Παπαθανασίου; 23 Ağustos 1949, Palaiokastritsa, Korfu) ya da bilinen sahne adıyla Vicky Leandros, Yunan şarkıcı. 1967 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Lüksemburg'u temsil ederek 4. olmuş, 1972 yıllında yine Lüksemburg adına yarıştığı yarışmada 1. olmuştur. Sabetaycılık Sabetaycılık, (eskiden Dönmeler ya da Avdetiler) 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabetay Sevi'nin kurucusu olduğu, onu Mesih kabul eden mistisizme ve Kabbala'ya dayanan inanç. 1920'lerin başından itibaren Sabetayist kökenli insanların çoğunun sekülerleşmesi ve büyük çoğunluğunun geleneklerini yeni kuşaklara aktarmaması nedeniyle Sabetaycılık yok olmaya başlamıştır. Ancak bazı yazar ve araştırmacılar Sabetaycılığın günümüze kadar devam ettiğini iddia etmektedir. İspanya'dan kovulma ve doğu Avrupa'da yaşadıkları sıkıntılar üzerine baş gösteren bunalımlar sebebiyle Yahudiler kendilerine kucak açan Osmanlı topraklarına göç etmiş, aralarında Tevrat'ta bahsi geçen kurtarıcı son peygamber Mesih'in geleceği beklentisi yaygın bir hal almıştı. Bu yüzden 1626 doğumlu Sabetay Sevi 1648 yılında Mesihliğini ilan ettiğinde dünyadaki tüm Yahudiler arasında büyük bir yankı uyandırmıştı. 1,5 milyon kişiye ulaşan inananları onu sadece öğretmen, peygamber olarak görmüyor, belki bir tür tanrısal enkernasyona da inanıyorlardı. Yahudi din adamlarının büyük bir kısmı Sabetay Sevi'ye karşı çıkmıştır. Sabetaycılığın dünyadaki Yahudiler yanında Hristiyanlar arasında da bu kadar büyük bir yankı uyandırmasının ana nedeni 1666 yılıdır. İnanca göre şeytanın sayısı olan yılda önce Deccal orta
ya çıkacak ve sonrasında beklenen mesih dünyaya gelerek Deccal'ı öldürecektir. Bu nedenle Sabetay'ın mesihliği, 1665 yılında başka Yahudi bilginler tarafından da onaylanınca büyük gürültüler kopmuştur. Hristiyanlar beklenen Deccal'ın Sabetay olduğunu iddia ederek İsa'nın 1666'da gökten ineceğini ve Sabetay'ı öldüreceğini düşünerek büyük bir beklenti içine girmişlerdir. Sabetay'a inanan Yahudiler ise İsa'yı son Mesih olarak kabul etmediklerinden Kıyamet öncesi beklenen son Mesih'in Sabetay olduğunu düşünmüşlerdi. İzmirli hahamlar Sabetay Sevi'nin dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verdiler, ama bu kararı uygulayamadılar ve onu Osmanlı sarayına şikayet ettiler. Osmanlı yönetimi en başta olaya ilgisizdi. Daha sonra Yahudi din adamlarının artan şikayetleri üzerine Sevi tutuklanarak Sultan IV. Mehmet'in huzuruna çıkarıldı. Sevi, Sultandan Mesih olarak tanınma talep etti, ayrıca İsrail toprağının kendisine vermesini de istedi. Sultan onu Çanakkale'de bir kaleye hapsetti. Faaliyetleri burada da devam eden Sevi'yi yine yahudi hahamlar Saray'a şikayet edince, Osmanlı bu talepler karşısında kayıtsız kalamadı. Ortaya çıkan kargaşayı gidermek ve işin esasını öğrenmek için Fazıl Ahmet Paşa, Sevi'nin derhal İstanbul'a gönderilmesini istedi. Edirne sarayında, Sadaret Kaymakamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padişah'in imamı meşhur Vani Efendi'den oluşan bir divan kuruldu. Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı 'Kafes'ten' izledi. Divanda, Türkçe konuşamayan Sabetay için Padişah'ın hekimbaşısı, Yahudilikten dönme, asıl adı Moses Ben Raphael Abrabanel olan Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık etti. Divan reisi: – Karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabetay Efendi. Haydi bakalım şimdi göster mucizeni! Deyince Sabatay Sevi afallar. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır. Mucize göstermesi beklenmektedir. Tercüman, mucizenin şeklini de anlatır: Sabatay soyunacak, vücudunu en maharetli okçular nişangâh yapacaklardır. Attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı Padişahı da onun mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler, ona kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, hatta onu ateş yakmaz, suda boğulmaz diye itikat etmektedirler. Divan heyetinin teklifi karşısında Sabetay Sevi “Adiyo santo!” diye titremeye başlar. Teklifin dehşetinden beti benzi atar, artık her şey bitmiştir. Can havliyle son bir hamle yapar. Her şeyi inkâr eder. Ayrıca Mesihlik davasının bazı Yahudiler tarafından ortaya atıldığını, kendisinin asla böyle bir iddiada bulunmadığına dair yemin üstüne yemin çeker, teminat üstüne teminat verir. Dökmedik dil bırakmaz. Ancak, ulema ve padişah bu cevaplardan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabetay'a Müslüman olma teklifi götürür. Önce Sabetay bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle öldürüleceğini Ladino diliyle uzunca anlatır. Sevi, dönme Hayatizade'nin tavsiyesi üzerine "can bedenden çıkmadıkça" diyerek kendisine söylenen kelime-i şehâdeti tekrarlar. Divan huzurunda Müslüman olan Sabetay Veled-i Mordehay veya Sabetay Sevi, üzerine içoğlanlarına mahsus hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve kendisine Müslüman kisvesi kürk ve hil’at giydirilir. Aziz Mehmet Efendi adını alarak 150 akçelik bir maaşla sarayda üst düzey memur Kapıcıbaşı olarak göreve getirildi. Söylentiye göre divandan çıkan Sevi, elbisesi içerisinde sakladığı "Can" adlı beyaz güvercini serbest bırakarak "can bedenden çıktı" dedi ve çevresindekilere ettiği yeminin geçerli olmadığını söyledi. "Can bedenden çıktığı" için artık bu söze sadık kalması gerekmez. Yine de bu rivayetin doğruluğu çok azdır. Sabatay'ın abdest sonrasında eski kıyafetleri çıkartılıp değiştirildiğinden güvercini kıyafeti içinde saklayabilmesi veya divan'ın huzuruna yakın yerde kendisine güvercin verilmesi pek mümkün değildir. Sevi'nin Müslüman olması bütün Yahudi dünyasında şok etkisi yarattı. Hahambaşılık olayı sevinçle karşıladı ve Müslüman olan Sevi'yi dinden çıkmış saydı. Büyük çoğunluk onun Mesih olmadığına inanarak Ortodoks Yahudi inancına geri döndü, iki yüz ailelik bir topluluk ise İslamiyete geçerek onun yolundan gitti. Bunlar onun büyük bir hikmete binaen zahiren Müslüman olduğunu, Mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar. Polonyalı karısı Sara, Sara'nın kardeşi Jacob Kerido'da bu kervana katılır. Sara Fatma adını, Kerido'da Yakub adını alır. Sevi, bu olayla taraftarlarına "Karanlık bir" dönemin başladığını ve bunu "Aydınlık günlerin" takip edeceğini söyleyip, aydınlık dönemin başlaması için karanlığın şart olduğunu dile getirir. Sabetaycılar "Aydınlık Günler" gelinceye kadar gizlenmeye devem edeceklerdir. Sevi dinden döndükten sonra bir süre Edirne/Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam etmiş. Bu tekke 1641-1642 yıllarında "şüpheli" bulunarak yetkililerce kapatılmış ancak IV. Mehmet tarafından zaviye olarak tekrar açılmıştır. Musevi kaynakları Sevi'nin Sûfîlik ve Bektâşîlikten etkilendiğini ve bu öğretileri Kabbala öğretisi ile harmanlayarak kendi öğretisine şekil verdiğini dile getirirler. Bir süre Kapıcıbaşı olarak sarayda üst düzey memuriyette bulunsa da mesihî Yahudî inancına bağlılığının fark edilmesi üzerine Batı Trakya'ya sürülür. İbrahim Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasında olayı anlatıyor: Sabatay Sevi'nin (Mehmet Efendi adı ve Müslüman kıyafeti ile) İstanbul’da yine eski müritlerinden bir kısmini toplayarak ayinler yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrâzam Köprülü Fâzıl Ahmet Paşa'ya haber verdiler. Sadrâzam, kendisini çağırtır:- «Bu ne iştir? Sen hâlâ uslanmadın mı?» diye tembih ettiği zaman Sabatay, ağız kalabalığına başladı ve meşhur olan kurnazlığı ile,- «Aman Sultânım! Ben birtakım akrabâmı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dîn-i celîl İslâm’a celp ve dâvet etmeğe uğraşıyorum» yolunda cevaplar verir. Sadrazâm ona ihtar eder:– Aklını başına topla. Müslümanım dedikten sonra yine çıfıtlığa başlarsan belânı bulursun.Yine de bu sözlerle bir müddet takipten kurtulur.Fakat aradan uzun bir süre geçmeden sadrâzamın adamları; Boğaziçi’nde Kuruçeşme’deki havrada Sabatay Sevi’yi müridleriyle beraber İbrânice duâ okurken yakalarlar. Artık hiçbir şeyi inkâr edecek gücü kalmaz, bütün foyası meydana çıkar. Bu hâdise üzerine İzmirli Sevi; kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme’yi bırakarak Kâğıthane civarında ıssız bir köşeye çekilir. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp âyinler yapmaya devam ettikleri görülür. İş, tekrar Sadrâzam'a haber verilince Fâzıl Ahmet Paşa kızdı ve onun, tek bir Yahudînin yaşamadığı Arnavutluk’un Ülgün kenti, Berat kasabasına sürülmesini emretti. Burada beş yıl yaşadıktan sonra ölür. Avram Galante'ye göre Berat'ta Müslümanlar tarafından, şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında halen yeri bilinmeyen bir noktada toprağa verilir.Sabetay'a inananlar; Mesih'lerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup yeniden geleceğine dâir inançlarını sürdürürler. İnançlı Sabetaycılar, hâlâ belli zamanlarda deniz ve ırmak kenarlarına gelerek "Sabetay Sevi, seni bekliyoruz!" diye bağırma geleneğini sürdürmektedirler. "Kayıp Mesih" kitabının yazarı John Freely; bu kitabı yazdıktan sonra bazı Sabetaycılardan, hâlâ Sabetay'ın Mesih olduğuna inandıklarını ifade eden mesajlar aldığını belirtmiştir.Sevi, dînî tefekküre ve teorik çalışmalarına Arnavutluk’ta devam etmektedir. Bu sıralarda Sabetaycılığın ana kaynağı olan kitaplar yazılacaktır. Olaylardan sonra Sevi, enerjisininin önemli bir kısmını İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık için harcar. Nathan Levi ise dîn değiştirmeden onu takip eder. Daha sonraları dîn değiştiren bir kısım Sabetaycıların, tekrar Yahudî dînine döndükleri bilinmektedir. Şahsının isteği üzere Selanik şehri, kutsiyete kavuşur ve inananlar (maminim) buraya yerleşirler. İki yüz ailelik ilk Sabetaycı çekirdek toplum, işte burada kurulur. Sabetay Sevi'nin İslam'ı kabul etmesi üzerine takipçilerinin büyük bir kısmı geleneksel Yahudiliğe geri döner. Sevi, kendisi gibi Müslümanlığı kabul eden takipçisi 200 aileden oluşan bir grup bağlılığını korur ve Selanik'e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam etti. Bu topluluk pratikte Zohar'a dayanan mistik bir yaşamı benimser, Yahudi inancını sürdürür, fakat resmen Müslüman milletine dahil olarak yaşarlar. Tarihte dinden dönenler anlamında 'Dönmeler' olarak adlandırılan cemaat böylece doğmuş olur. Bunların başında Gazze’li meşhur haham Nathan gelmektedir. Genç Nathan, yeni din yorumu ve Sabetay’ın fikirlerinin tanıtılmasında etkin bir rol oynamıştır. Sabetaycılara göre Yahudiler kendi aleyhlerinde bir çifte standart içindedirler. Halbuki Yahudiler, Halaha’ya (Yahudi şeriatına) göre Müslümanlığı seçen Sabetaycıları dinden çıkararak doğru bir karar verdiklerine inanmaktadırlar. Gizli Yahudi olarak Sabetaycıların İspanyol konversolarından, marranolardan ve moriskolardan çok farkı var. 1391-1492 yılları arasında Katolik İspanya’sında zorla Hıristiyanlaştırılan yüzbinlerce Yahudi vardı. Ölüm tehdidiyle dinlerini değiştirmek zorunda kalmışlardı. Ama içlerinden pek azı - birkaç bin - bugüne kadar geleneklerini devam ettirip, inançlarını korumuşlardır. Daha sonra gizli Sabetaycılar olarak adlandırılabilecek bir grup Yahudi de din değiştirmeden Sevi'ye inanacaktır. Sabetayist, Dönme, vesaire adlar ile anılan topluluğun Müslüman görünen bir kısmı Selanik'in Yunanistan'da kalması ile, 1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi sonucu Türkiye'ye göç etti. Yirmibeşbin kişilik bir cemaattiler. Selanikliler diye anılıyorlardı. Tarikat üyelerinin gizli kalmayı tercih etmesi haklarındaki pek çok bilginin spekülatif olmasına yol açmaktadır. Bugün gerçek sayıları ile ilgili resmi herhangi bir sayı bulunmamaktadır. Sayı konusundaki bilgiler spekülatif sayılmalıdır. Türkiye Musevî cemaati ileri gelenlerinden Harry Ojalvo'nun, 23-29 Mayis 1998 Tarihli Aksiyo
n dergisi'ne "Ülkemizde bir buçuk milyon Yahudi kökenli Türk vardır" demesi ile sayının 1,5 milyon civarında olduğu tahmin edilmiştir. Sabetaycılar 19. yüzyıl'a kadar oldukça depolitik olarak varlıklarını sürdürdüler. Ancak bu yıllarda Osmanlı toplum yapısındaki değişiklikler kendilerini oldukça aktif kılmıştır. Özellikle İmparatorluğun geleceğinin tayini konusunda ortaya çıkan İttihat Terakki'de siyasi roller üslendiler. Nitekim bu dönemdeki çok önemli siyasi aktörlerin Sabetaycı kökenli olduğu söylenir. İbadethane'lerinin ayrı, mezarlıklarının ayrı olmasının yanı sıra bu cemaat mensubu ailelerin zengin ve farklı bir mutfak kültürleri söz konusu. Esin Eden, Yunanistan’da İngilizce olarak yayınlanan "Bir Ailenin Yemek Kitabı" isimli eserinde, kendilerine özgü yemeklerden bahsediyor. Ritüellerin pek çoğu yemekle ilgili. Özellikle ilkbaharda yemek faaliyetleri düzenleniyor. Selanik yemekleri yeniyor. Burada temel nokta sofranın bereketi ve yemeklerin çeşitliliği. Bazı yemeklerin dinsel göndermeleri oluyor. Örneğin normalde et ve balık bir arada yenmez iken yılın sadece bir günü birlikte yeniliyor. Bu özel günlerden bir takvim sayesinde haberdar olunuyor. Toplulukta din işleriyle uğraşan kişilerce hazırlanıp ilgililere yollanan bu takvim, Yahudi takvimine benzemekle birlikte bazı değişiklikler gösteren bir çeşit ay takvimi. Bir eğitim bir de mutfaktan hiç kesinti yapılmıyor. Mutfakta muhakkak bolluk olması esas! 'Yok' demek adeta yasak. Mesela evde pirinç azalmışsa 'Pirinç azaldı.' yerine 'pirinç bereket.' demeyi tercih ediyorlar. Cemaat dışından izinsiz evlenenler aforoz edilir, böyleleri “Kararmış” diye anılır. Sabetaycıların kendi aralarında evlenmeleri, onlara has resesif özellikte genetik problemlerin doğmasına yol açmıştır. Sabetaycılar'in Şemseddinzâde Osman Efendi taifesine mensup Ali Efendi'nin 18-20 yaşlarındakı kizi Râbia, Manastır'lı Hacı Feyzullah Efendi'ye kaçmış, dönmeligi bırakarak Müslüman olmak ve onunla evlenmek istediğini bildirmiştır. Israrlı girişimlere rağmen kızın babası Ali Efendi bu evliliğe razı olmamış, bunun üzerine durum Selanik Valiliği tarafından Babiâli'ye bildirilmiştir. Osmanlı Bakanlar Kurulu, 29 Aralık 1891 tarihinde yaptığı toplantıda, kız babasının, bu izdivaca muvafakat vermemesine rağmen, kızın reşid ve kendi evliliğine karar verebilecek yaşta olduğunu gerekçe göstererek, bu evliliği onaylamış; ancak Selanik'te olaylar çıkmaması için genç çiftin ilk vapurla ve gizlice İstanbul'a getirilerek, evliliğin Selanik'ten uzakta yapılmasını istemiştir. Çocuklara evlenme çağına kadar gizli hiçbir şeyden bahsedilmez. Bunun dışında sünnetler topluluktan bir doktora yaptırılıyor çünkü operasyon normalden biraz farklı oluyor. Toplulukta eğitime de büyük önem verildiği edinilen bilgiler arasında. Hareketin mensupları arasında eğitime çok ağırlık verildiği biliniyor. Bütün çocuklara çok iyi eğitim verilmeye çalışılıyor. Bu durum geleneksel aile yapısının bir sonucu. Sevi’nin ölmesi/kayboluşu sonrasında Selanik’te yerleşen dini cemaat, çeşitli olaylar sonucunda farklı dini pratikleri benimseyen üç ana gruba/mezhebe/fraksiyona ayrıldı. Bu üç ayrı grup, mezhep taassubuyla, farklı yerlerde ibadet ediyor, kolay kolay kız alıp vermiyor ve hatta ölülerini bile aynı mezarlığa gömmüyorlar. Aralarındaki gizli rekabet ve husumet hala sürmektedir. Değişik adlar alan bu grupların nesl-i şerîf denilen en yüksek asil ailelere mensup birer reisi var. Bunlar, cemaat ihtiyarlarının reyleriyle seçilirler, ölünceye kadar bu mevkide kalırlar. Sevi’nin kayınbiraderi olan Yakov Qerido’yu onun halifesi kabul eden Yakubiler, daha sonraları ortaya çıkan ve Mesihi ruha sahip olduğunu iddia eden Baruhya Ruso‘nun (Osman Baba, Osman Ağa, Osman Bevvap) hilafetine inanan Karakaşlar ve sadece Sevi’ye inanan Kapancılardır. Osman Baba, Bektaşi tarikatında Dedelik derecesine kadar yükselmiş olup mezarı, Bulgaristan'ın Hasköy şehrinin güneybatısında bulunmaktadır "(Google Earth: 41.8500 25.4667)". Kapan'ın İbranicede "İzmir’im" anlamına geldiği söylenmektedir. Kapancılar sakallarını, Yakubiler başlarını tıraş ederler. Fanatik Karakaşlar ise, sakallarını da saçlarını da tıraş etmezler. Jacob Frank’ın 1726-1791 (Jacob Leibowicz) kurduğu Frankistler de sabetaycı harekete olan benzerliklerinden dolayı not edilmelidir. Jakob Frank adındaki haham, 1759'da Polonya'lı Yahudilerin kitlesel vaftizini yaptırarak Hristiyanlığa döndürmüş. Bunların dış görünümü Hristiyan, gerçekte Yahudidirler. Frankistler, “günahın kurtarıcı gücü” olduğuna inanır. Bir vaazında, “Sizi gelmiş geçmiş tüm yasalardan, tüm töre, anane ve inançlardan kurtarmaya geldim,” diyor. Sabetaycı olduğu söylenen kişiler bu bilgileri hiçbir zaman doğrulamamıştır. Türkiye'de Sabetaycı olduğunu söyleyerek resmi makamlara Musevi olmak üzere başvuran Ilgaz Zorlu 1969 adında tek bir kişi bulunmaktadır. Resmi rakam bu nedenle bir kişidir. Yayınlanan listerin güvenirliği her zaman sorgulanmıştır. Bu listeler soyadı benzerliği, kişinin memleketi veya ecdadının memleketi, gömülen mezarlıklar, kişinin çevresi ve arkadaşlıkları, gittiği okullar, evlilikleri, Yalçın Küçük tarafından ortaya atılan isim kuralları onomastik gibi doğruluğu kolayca sorgulanabilecek ölçütlere göre hazırlanmaktadır. İsim kuralları teorisine göre Türkiye’de Sabetaycılar isimlerini belli kurallara göre seçmişlerdir: Sabetaycılar gerek ilk dönemde yoğun olarak yaşadıkları Selanik’te, gerek daha sonraları Türkiye’nin basta İstanbul olmak üzere İzmir ve Bursa gibi şehirlerine yerleştikten sonra ölülerini ayrı mezarlıklara defnetmeyi tercih etmişlerdir. Selanik’te mahalle olarak da diğer dinlere mensup insanlardan ayrı bir yerleşim düzeni kurmuşlardır. 1924 ahali mübadelesi gereği geldikleri Türkiye’de de belli merkezlere yoğun olarak ilgi göstermiş ve içe kapanık bütünlüklerini böylece korumaya çalışmışlardır. Ancak zamanla farklı mahalle ve şehirlere yerleşerek bir nevi fiziki asimilasyona uğramakla birlikte, cemaat yapılarını korudukları görülmektedir. İstanbul’da, Karakaşlar cemaatinin mezarlığı, Üsküdar Bülbül Deresi’nde yer alıyor. Sabetaycılığı sürdürme konusunda diğer cemaatlerden daha aktif olduğu belirtilen bu cemaatin mezarlık konusunda da hassas davrandığı görülmektedir. Bülbül Deresi Mezarlığı'nda az sayıda da olsa bazı Kapancıların yer aldığı belirtiliyor. Yakubiler ise Maçka’daki mezarlığa ölülerini defnetmektedirler. Yakubiler'in yoğun olarak İzmir’de yaşadıkları belirtiliyor. Kapancılar cemaatinin ise Feriköy Mezarlığı'nda satın almış oldukları ayrı bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor. Sabataycıların mezar şekli ve taşlarının işlemesi tamamen farklı. Genellikle seramik üzerine çıkartma resim, bu mezar taşlarında yer alır. Yazıların üslubu da farklılık arz ediyor. Dikkat çeken nokta ise "Ey zair..." diye başlaması. Araştırmacı Salim Meriç'e göre bu mezarlar şekil olarak da dönem dönem farklılık arz etse de, kendilerine özgü Yahudi sembolleri, Jakin & Boaz sembolleri, Kabalistik semboller, akasya çiçek işlemeleri ve Müslüman mezarlarından farklı geometrik şekil vermeler dikkat çekmektedir. 'Sakladım söylemedim derdimi, gizli tuttum, uyuttum...' İstanbul'un Üsküdar, Bülbül Deresi'nde dik bir yokuşun başında yer alan, büyükçe bir mezarlığın içindeki mezar taşlarından birinin üzerinde yazılı bu sözler... Üzerleri fotoğraflı, kıbleye göre yerleştirilmemiş, ziyaretçilerinden dua veya fatiha istemediklerini yazı ile belirten mezarlardan sadece biri. Belki de Tevrat'daki "Mesih, bülbüllerin en çok öttüğü yere gelecek." ibaresinden seçtiler burayı kendilerine kabristan olarak. Sabetaycılığın temel dini inanç kaideleri; Yahudiliğin mistik ekollerinden Kabbalistik metodun Levi yorumundan oluşmaktadır. Selanik günlerinde bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradının evlerinden birinde, yeşil abajurlu lambaların zayıf ışığıyla aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardı. "Kahal" denilen bu yerlerde "Payyetan" adı verilen din uluları tarafından dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler tarafından vaaz edilirdi. Bu vaazlarda daima Sabetay'in adı yüceltilirdi. Hem bu mesihin hem Yakup Querido'nun günün birinde ümmetlerini kurtaracakları inanışı üzerinde israr edilirdi. Gerek ayinler ve gerekse ritüeller tamamen gizli tutulduğundan bilimsel araştırmalara kaynaklık edebilecek bilgileri elde etmek oldukça zordur. Selanikli bir Dönme yeleğini tamir ettirmek için bir terziye bırakır. Yeleğin cebinde İspanyol Yahudicesi ile yazılmış bir belgenin unutulmuş olduğunu gören terzi belgeyi Journal de Salanique'in yayın yönetmeni Sadi Levy'e gösterir. O da belgenin bir kopyasını hemen kaydeder. Belge, çok kapalı bir cemaat olan Dönmeler'le ilgili ele geçen ilk yazılı belgelerden biridir. Ve bu belge 1897 yılında Paris'te Şarkiyat Kongresi'nde tebliğ olarak sunulmuştur. (Bu tebliğin Türkçe metni için Tarih ve Toplum dergisinin 168. sayısında M. Dannon imzasıyla yayınlanan çevirisine bakılabilir) Bu belgede maddeler halinde 'Sabetaycılık'ın gizli esasları ve gizli ritüelleri ile ilgili son derece açıklayıcı bilgiler bulunuyor. Selanikli Dönme'nin cebinden çıkan belge üç bölümden oluşuyor. Bunlar oruçla ilgili dualar, inançla ilgili esaslar, üçüncüsü ise Sabetaycı bayramlarına ilişkin esasları belirliyor. Sabetayizm, "tikun (onarım) felsefesi" adını verdikleri bir felsefeye dayanırlar. Tikun felsefesine göre, âlemin yaratılışında bir miktar tanrısal ışık (nur) kaynağına geri dönememiştir. Hatta, fizik dünyanın varlık sebebi de budur. Bu hapis kalan tanrısal ışıkların kaynağına dönmek ister ancak bunun için sıkışıp kaldığı 'vazonun' kırılması gerekmektedir. Bu felsefenin sahipleri, bu ışığın kurtarılması görevinin son kurtarıcıya verildiğini düşünmektedirler. Konunun uzmanları fuhuş yaptığı bilinen bir kadınla Sevi'nin evliliğini de tikun felsefesine bağlarlar. Yazar Ilgaz Zorlu da eserinde 'serbest seks' dediği gelenekleri bu felsefeyle ilişkilendirir. Sabetay Sevi zamanında Yahudi yasalarının bazı temel kurallarının kaldırıldığını