article
stringlengths
7.34k
10k
l nevralji ve kore hastalığı gibi rahatsızlıkların sağaltımında kullanılabilir. "Baldıran" denildiğinde, üç farklı cins içinde yer alan bitki türlerinden herhangi biri ifade ediliyor olabilir. Bahsi geçen cins ve türler şunlardır: Legendre sabiti Legendre sabiti, "asal sayılar teoremi" keşfedilmeden önce, bir yanılgı neticesinde kabul edilmiş bir matematiksel sabittir. Adrien-Marie Legendre kendi zamanında bilinen asal sayılardan yola çıkarak bulduğu "asal sayı sayma fonksiyonu"nu şu şekilde formülize etmişti: "Asal sayı sayma fonksiyonu", n bir gerçel sayı olmak üzere, n'den küçük ya da n'ye eşit olan asal sayıların kaç tane olduğu sonucunu veren fonksiyondur. Dolayısı ile n sonsuza giderken yukarıdaki denklemin sonucu toplam kaç tane asal sayı olduğunu verecektir. Denklemdeki A(n) ifadesi, n sonsuza giderken, Legendre'nin "ispatına" göre yaklaşık olarak, 1,08366 değerine yakınsıyordu ki bu değer matematikte Legendre sabiti olarak anılır. Daha sonra Johann Carl Friedrich Gauss bu limitin daha düşük olması gerektiği sonucuna vardı. Şu anda biliniyor ki bu değer 1'e eşittir, yani Legendre sabiti bir yanılsamadan ibarettir. Takva (anlam ayrımı) Takva, şu anlamlara geliyor olabilir; Beyin kanaması Beyin kanaması, beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçından dışarı kan sızması sonucu, kanla beslenen bölgenin çalışamaz duruma gelmesidir. Bu durum aniden oluşabilmektedir ve genellikle yüksek tansiyon hastalarında görülebilmektedir. Beyin kanaması sonucu hastada felç, inme meydana gelebilmektedir. Beyni besleyen damarların cidarının yırtılması sonucu, kanın beyin içine sızması ve beyin dokusunu tahrip etmesidir. Beyin damarları yaş ilerledikçe yıpranırlar ve elastik özelliklerini kaybederler. Bu nedenle özellikle tansiyon yüksekliği olan yaşlı insanlarda sıklıkla yırtılarak beyin kanamaları oluştururlar. Hastaların bir tarafları felç olur. Ayak ve el (tutulan tarafda) tamamen veya kısmen felç olur. Ayrıca konuşma merkezinin tutulduğu durumlarda hasta konuşamaz. Genç yaşlarda beyin damarlarının civarının zayıflaması sonucunda balonlaşması ve bu balonlaşan kısmın yırtılması neticesinde beyin kanaması oluşabilir. Damarlarda oluşan bu balonlara "anevrizma" adı verilir. Anevrizma rüptürü, yani anevrizma yırtılması her yaşta görülebilir. Önceden tespit edilmeleri mümkündür. Kasıktan girilerek yapılan beyin anjiyosu sayesinde beyin damalarında oluşmuş ve henüz patlamamış durumda olan Anevrizmalar tespit edilebilir. Tıpkı kalp anjiyosunda olduğu gibi beyin anjiyosunda da bazı riskler söz konusudur. Anjiyo esnasında beyin damarlarında bulunan Anevrizmaların patlama riski bulunmaktadır. Patlamadan tespit edilmiş Anevrizmaların tedavisi mümkündür. Tedavide "Endovascular coiling" (baloncuk içinine yerleştirilen platin sarmal)dediğimiz yöntem kullanılmaktadır. Hastanın kasığından sokularak damar boyunca ilerleyen plastik bir tüp, Anevrizmaya kadar iletilir. Baloncuğun merkezine ulaşıldığında platin kıl, tüp içerisinden baloncuğun içinde bükülüp sarmal bir top oluşuncaya kadar söz konusu sarmal büyütülür. Top şeklini alan platin sarmal baloncuğu tamamen kaplayınca "electrolytic ayırma" dediğimiz bir süreçle tüpün içinde bulunan kıl (micron ebatlarındaki tel) ile bağı kopartılır. Buradaki temel amaç baloncuğun içini doldurarak, damar içinde akan kanın baloncukla olan irtibatını kesip bypass etmesini sağlamaktır. Sarmalın platin tel ile yapılmasının sebebi, operasyon sırasında kullanılan ve bu tip operasyonları mümkün kılan eş zamanlı x-ray cihazı tarafından sarmalın izlenebilmesi sağlamaktır. Söz konusu teknolojiye verilen isim ise "Detachable Platinum Coil Technology"'dir. Hastaların ölüm veya hasar riski bir senelik döneme bakıldığında %22,6'nin altındadır ki bu risk açık beyin ameliyatı ile baloncuğa metal klips takılmış hastalarınkinden daha azdır. Söz konusu tedavi dünya çapında 125.000 den fazla hasta üzerinde büyük bir başarı oranı ile uygulanmıştır. İyileşme dönemi açık ameliyat geçirmiş hastalarda 1 seneyi bulmasına rağmen, bu yöntemle tedavi görmüş kişilerde bu sürenin 27-30 gün gibi kısa sürdüğü gözlenmiştir. Genelde travmalar sonucunda oluşurlar. Beynin üzerinde duramater denen bir zar vardır. Bu zarın üstünde bulunan damarlar travma neticesinde kırılan veya çatlayan kafatası kemiklerinin zedelemesi ile kanama yapabilirler. Oluşan kanama beyin zarı duramater ile kafatası kemikleri arasında birikir ve beyinin sıkışmasına neden olur. Ameliyat edilmezse beyin ölümü husule gelir ve hasta ölür. Bu kanamalara epidural hematom adı verilir. Şiddetli travmalarda beynin üzerindeki damarlarda zedelenebilir. Bu damarlardan sızan kan duramater (Beyin zarı) altında birikerek yine beyinin sıkışmasına neden olur. Bu kanamalara subdural hematom adı verilir. Ayrıca beynin üzerini örten çok ince bir zar olan araknoid zarın altına doğru da kanama olabilir. Bu tür kanamalara da subaraknoid kanama adı verildir. Kafa travmalarından sonra özellikle hastalar 24 saat müşahede altında tutulurlar. Bunun sebebi; beyin içinde başlayan bir kanama ilk başlarda belirti vermeyebilir. Ancak ilerleyen saatlerde kanamanın artması ve beyine baskı yapması sonucunda hasta komaya girebilir. Bu nedenle kafa darbelerinden sonra 24 saat hastanede gözlem altında tutulurlar. Hasta kazadan sonra ilerleyen saatlerde kusmaya başlarsa ve dalgınlaşırsa vakit geçirmeden hastaneye yetiştirilir. İnsan beyninde dil işlevleri için özel alanlar mevcuttur. Bu alanlar; sağ elini kullanan kişilerin hemen tamamında sol beyin yarısında, sol elini kullananlarda ise en az %75 oranında yine soldadır. Konuşma merkezi sol beynin ön lobunda, anlama merkezi yan lobunda bulunur. Yazma ve okumayla ilgili merkez ise yan-üst lobdadır. Genelde beyin kanamasında, beynin sol tarafında meydana gelen bir hasar sonucu; Kişi konuşma, konuşulanı anlama, okuma veya yazma gibi lisan kabiliyetlerini kaybeder. Kişinin beyin kanamasını ihtimalini teşhisi ederken; Karantina Karantina, bulaşıcı bir hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insan ve hayvanları, hastalığın en uzun kuluçka devresine eşit bir süre kimse ile temas ettirmemek suretiyle alınan tedbirsel faaliyetlerin tümü, sağlık yalıtımı. Kelimenin kökeni İtalyancadır. Ekonomisi ticarete dayanan Venedik Cumhuriyetinde, başkent Venedik'e salgın hastalık bulaşmasın diye kentte gelen gemiler 40 gün şehir açıklarında denizde beklermiş. Karantina kelimesi buradan gelir. Radar ufku Radar ufku, bir radar anteninden çıkan yayınların yeryüzünün sathına teğet geçtiği noktaların oluşturduğu hat. Açık denizde bu hat yataydır, ancak karada bölgenin topografik özelliklerine göre değişir. Radar ufkunu aşan ve "gölgeli bölge" olarak adlandırılan konumları denetleyebilen radar sistemleri de mevcuttur. Radyasyon dozu Radyasyon dozu, malzeme veya dokular tarafından emilmiş toplam iyonlaştırıcı radyasyon miktarı. Radyasyon dozu terimi genellikle röntgen olarak ifade edilen maruz kalma dozu anlamında kullanılır ve bu da radyasyon miktarının havada oluşturabileceği iyonlaşma toplam miktarının ölçüsüdür. Bu yine "rad" olarak verilen ve belirli vücut dokusunca gram başına emilen enerjiyi temsil eden emilmiş dozdan ayırt edilebilir. İlaveten "rems" olarak ifade edilen biyolojik doz radyasyona maruz kalmanın biyolojik etkinlik ölçüsüdür. Psikolojik savaş Psikolojik savaş, açıklanan bir olağanüstü durum veya savaşta, iletişim araçları ve diğer psikolojik vasıtaların düşman üzerinde psikolojik baskı yaratmak ve düşman kontrolü altındaki bölgelerdeki düşman gruplarının ve diğer hedef alınan toplulukların tutum ve davranışlarını olumlu yönde etkilemek amacıyla kullanılması tekniğidir. Bunun temel işlevi, düşmanın savaş veya çatışmaya devam isteğini zayıflatmak ve savaşı sürdürmekteki kapasitesini azaltmak amacı güden bütün çabaları desteklemektir. Çarşı, Yenipazar Çarşı, Aydın'ın Yenipazar ilçesine bağlı bir mahalle. Mors (hayvan) Mors veya deniz aygırı ("Odobenus rosmarus"), Kuzey Kutbu denizlerinde yaşayan yarı sucul bir memeli türü. Deniz filleri ile karıştırılmaması gereken morsların iki alt türü bulunur: Bu iki alt türden Pasifik morsu, diğer alt türe göre biraz daha büyük olur ve erkek bireylerin 1800 kilograma ulaşabildikleri gözlenmiştir. Erkeği, dünya üzerinde en büyük cinsel organa sahip 2. memelidir. Mors kelimesi Slav kökenlidir ve birçok dilde yaygın olarak kullanılır. Bazı Batılı dillerdeki "walrus, walross" vb. karşılıkları Nors kökenlidir ve "balina atı" anlamına gelir. Yatma çukuru Yatma Çukuru yatmış bir insanı hafif silah ateşlerine ve yerde infilak eden bomba ve topçu mermilerine karşı koruyacak derinlikte (0.60 x 0.60 x bir insan boyu) açık bir siperdir. Böyle bir siper havada infilak eden mermilere veya tanklar tarafından çiğnenmeye karşı pek az koruma sağlar veya hiç korumaz. Programlı dönüş Balistik bir füzenin, rampadan ayrıldıktan sonra, dikey bir uçuştan, güdüm başlamadan önceki arzu edilen ortalama gazlı uçuş yolu olan kavisli bir uçuş yoluna dönüşü. Kontrol işaretleri, normal olarak, çekiş, yakıt kitle akımı, özgül itiş (impulse), aerodinamik ağırlıklar, rüzgar ve uçuş yolunu değiştirici diğer etkilere ait nominal değerlerin, mekanik olarak hesaplandığı füze için bir cihaz tarafından verilir. Nominal dışı performans düzeltmesi yapılmaz. Kürklü Venüs Mazoşizmin baş eserinden sayılan, isim babası Leopold von Sacher-Masoch’un mazoşist edebiyatın kilometre taşı “Kürklü Venüs” romanını (1870) Çivi Yazıları yayınevinden Murat Çakir çevirisi ile 2001'de yayınlandı. Eserin ilk Türkiye baskısı 1974'te Tahsin Yaşamak çevirisi ile Bilgi Yayınevi (ISBN 975494687X) tarafından yapılmıştır. Kürklü Venüs gerçekten son derece kişisel bir roman ve yazarın (Leopold von Sacher-Masoch) sevdiği kadınlar ile olan ilişkilerini oldukça açık bir şekilde sergiliyor. Roman Severin karakterinin Wanda adlı genç bir dul ile arasındaki aşk ilişkisi üzerine kurulu. Severin sevdiği kadına adeta tapıyor. Aynı zamanda muhtemelen küçükken hayran olduğu teyzesinin kendisini kırbaçla dövmesini de bir ta
kıntı haline getirmiş ve sevdiği kadın tarafından eziyet görmekten, daha doğrusu onun kölesi olmaktan zevk alıyor. Severin adeta bir tanrıça olarak gördüğü Wanda’nın kölesi olmak için adeta yalvarıyor. Her ne kadar Wanda ilk etapta Severin’in bu isteklerine soğuk baksa da Severin’e olan sevgisi nedeniyle isteklerini yerine getiriyor ve böylece tehlikeli bir yolculuk da başlamış oluyor. Severin Wanda’nın gerçek anlamda kölesi olmayı kabul ediyor ve kâğıt üzerinde bir anlaşma imzalıyor. Roman boyunca Severin’in yaşadığı ikileme tanık oluyoruz; sevdiği kadın tarafından aşağılanmaktan, onun başka erkeklerle beraber olmasından derin bir acı duysa da aynı zamanda önüne geçemediği bir zevk de alıyor. Wanda ise Severin’in bu kırılgan tavırları nedeniyle ondan nefret etmekle onu sevmek arasında bir ikilem yaşıyor, zira Wanda’nın istediği dediğim dedik, kıskanç bir eş ve ancak böyle bir erkeğe sonsuza dek sadık kalabileceğini biliyor. Ve işin acı tarafı kendini rolüne öylesine kaptırıyor ki Severin’e acı çektirmekten o da zevk almaya başlıyor, ve sevgisi de gitgide yok oluyor. Bu şiddetli sürecin sonunda hem Wanda hem de Severin önemli şeyler öğreniyorlar. Severin Wanda’yı despot bir erkeğe kaptırıyor, ama aynı zamanda mazoşist eğilimleri sonucunda kendini köle gibi teslim ettiği kadının kendine çektirdiklerinden ders alıyor ve romanın sonunda kadın-erkek ilişkileri konusunda oldukça değişen bakış açısını şu cümleler ile özetliyor: “Doğanın yarattığı gibi olan ve erkeği şimdi olduğu gibi kendine çeken kadın, erkeğin düşmanı ve sadece erkeğin kölesi ya da erkeğin despotu olabilir, ama hiçbir zaman yol arkadaşı olamaz. Yol arkadaşı, ancak erkeğe hakları ile eşit olduğunda, eğitimde ve işte erkek gibi olduğunda, olabilir.” “Kürklü Venüs” oldukça sofistike bir dille yazılmış. Eski bir Alman baskısından birebir çevrilmiş ve orijinalindeki birçok hata da olduğu gibi bırakılmış. Prizmatik Pusula Bir nişan tertibatı ile birleştirilen ve istikamet açılarını ölçmek için kullanılan manyetik pusula. Bu alet; nişan sırasında ıskalanın okunmasını temin edecek bir mercek ile teçhiz edilmiştir. Dikey açıların ölçülmesi için bir klinometre ile de teçhiz edilebilir. Korkuteli Meslek Yüksekokulu Korkuteli Meslek Yüksekokulu, 29 Eylül 2000 tarihli YÖK kararıyla kurulmuş, 17.09.2001 tarihinde fiili olarak eğitim-öğretime başlamıştır. Yüksekokulda aktif 6 programla ön lisans eğitimi sürdürülmektedir. Bu programlar; Bilgisayar Programcılığı, Bahçe Tarımı, Mantarcılık, Maliye, Muhasebe ve Vergi Uygulamaları, Pazarlama’dır. Mevcut üç programda (Bilgisayar Programcılığı, Maliye ve Muhasebe ve Vergi Uygulamaları) ikinci öğretim imkânı da bulunmaktadır.' Yüksekokulda Tekniker unvanı ile eğitim ve öğrenimini tamamlayan öğrenciler, sektörlerin iş organizasyonu içinde ara insan iş gücü olarak yer almaktadır. Öğrenciler aldıkları eğitimin uygulamalarını yerinde görmek ve pratik bilgilerini geliştirmek için 4.yarıyılın sonunda staj yapmaktadır. Eğitim-öğretim içerisinde tüm programlarda temel ve mesleki bilgisayar eğitimi teorik ve uygulamalı olarak verilmektedir. Korkuteli Meslek Yüksekokulu ayrıca bölgenin gereksinimlerine yönelik kongre, kurs, danışmanlık ve sertifikalı eğitim ile okul dışı çalışmalara da katılmaktadır. Yüksekokulda 2014-2015 eğitim-öğretim dönemi itibarı ile yaklaşık 750 öğrenci öğrenim görmektedir. Öğrenciler Kredi Yurtlar kurumuna bağlı olan erkek ve kız öğrenci yurdu başta olmak üzere ve bazı özel pansiyonların yanı sıra Korkuteli’nde ev kiralamak suretiyle barınma ihtiyaçlarını gidermektedir. Özellikle yayla turizminin gelişmiş olduğu ilçede kiralık ev konusunda oldukça fazla alternatif bulunmaktadır. Antalya-Korkuteli arası yaklaşık 35-40 dakika olup ulaşım konusunda da herhangi bir sıkıntı yaşanmamaktadır. İskenderiyeli Hypatia Hypatia (Yunanca: "Υπατία"; 370–415) Yunan filozof, matematikçi ve astronomdur. İskenderiye Kütüphanesi'nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiştir. Yeni Platonculuk öğretisine bağlı olan Hypatia, Atina Akademisi'nin Eudoxus'ün başını çektiği Matematik geleneğine üye idi. Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştı. Hypatia, günümüze kadar ulaşmış olan sayılı kaynaktan biri olan Yunan tarihçi Socrates Scholasticus'un "Historia Ecclesiastica" adlı eserine göre; İskenderiye'nin en önemli iki figürü olan, İskenderiye Valisi Orestes ile İskenderiye piskoposu Cyril arasında anlaşmazlıklara sebebiyet verdiği ve politik işlere karıştığı gerekçesi ile 415 yılında kıptî Hristiyan bir çete tarafından taşlanarak öldürülür. Hypatia'nın devrin en güzel kadınlarından biri olduğu ve Vali Orestes'in bizzat Hypatia'dan ders aldığı sıralarda Hypatia'ya aşık olduğu bilinmektedir. Anlaşmazlıklara ise Vali Orestes'in, İskenderiye'de Piskopos Cyril'in kışkırtmaları ile Hypatia'ya karşı hızla büyüyen nefretin önüne geçmeye çalışması olmuştur. Hypatia, İskenderiye'ye Hristiyanlığın hakim olduğu son yıllarında Piskopos Cyril, Hypatia'yı hedef göstererek İncil'den yaptığı alıntılar ile halkı kışkırtmış ve Hypatia, halk tarafından "dinsiz" ve "şeytan" olarak nitelendirilmiştir. Kısa bir süre içerisinde de Kıptî bir Hristiyan çetesi tarafından taşlanarak öldürülmüştür. Eserlerinden günümüze ulaşabileni yoktur; fakat Sinesius ile yazıştığı mektupların bir bölümü mevcuttur. Bir matematikçi, astronom ve filozof olan Hypatia, dönemin ünlü matematikçisi Theon'un kızıydı. Hypatia'nın annesi hakkında günümüze herhangi bir kaynak ulaşmamıştır. Hypatia Atina'da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye'ye döner ve İskenderiye Kütüphanesi'ndeki Platon Okulu'nda dersler vermeye başlar. Hypatia bu okulda, içerisinde Hristiyanlık, Paganizm ve Musevilik gibi birçok inanca sahip öğrencisine Platon ve Aristo'nun öğretilerini kazandırdı. Bu öğrencileri arasında ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais'in piskoposu olacak olan Synesius da vardı. Günümüze ulaşabilmiş 5. yy'dan kalma kaynaklar Hypatia'yı; Platon, Aristo ve Plotinus'un felsefelerinin öğreticisi olarak tanımlar. Fakat kıptî Piskopos John Nikiû'nün yazdığı 7. yy'dan kalan "Chronicle" adlı eserde Hypatia için şunlar söylenmiştir: "Hypatia helenistik bir pagan idi. Her zaman büyüye, usturlaba ve müzik enstrümanlarına bağlı kalmıştı. Ayrıca insanları şeytanî hileler ile kandırmıştı." Fakat bütün Hristiyanlar John Nikiû veya Hypatia'yı öldüren çete gibi Hypatia'ya karşı düşman değildiler. Hatta bazı Hristiyanlar Hypatia'yı, erdem ve iffetin sembolü saymıştır. Hypatia'yı ölene kadar savunmuş olan İskenderiye Valisi Orestes ile Hypatia'yı "dinsizlik" ve "şeytanlık" ile suçlayan İskenderiye piskoposu Cyril arasındaki kavga şehir çapında bir provokasyona dönüşür ve olaylar Hypatia'nın 415'de taşlanarak öldürülmesine kadar varır. Hypatia'nın ölümü hakkında bugün en güvenilir kaynak, bir Hristiyan olan Socrates Scholasticus'un 439'da yazmayı tamamladığı "Historia Ecclesiastica" adlı yapıtıdır. Bu yapıta göre olaylar Socrates Scholasticus'un anlatımı ile şöyle gelişir: Hypatia'nın bilime katkıları; gök cisimlerinin sınıflandırılmasında, hidrometre'nin bulunmasında, sıvıların yoğunluk derecesinin belirlenmesinde ve daha birçok konuda etkili olmuştur. Mevzi savunması Mevzi savunması. Savunma kuvveti büyük kısmının; kati neticeli muharebenin cereyanı düşünülen seçilmiş mevkilere yerleştirildiği savunma şekli. Bu savunmada başarı; savunulan mevkilerdeki kuvvetlerin bulundukları mevzileri ellerinde tutma ve oradaki araziyi kontrol etme kabiliyetlerine dayanır. İhtiyattan; derinliği arttırmak, muharebe mevziini karşı taarruzla tıkamak veya eski durumuna getirmek için faydalanılır. Poseidon (füze) Poseidon, satıhta veya dalmış durumda seyir halinde iken, özel şekilde tasarımı yapılmış bir denizaltıdan fırlatılabilecek kapasitedeki iki kademeli, katı yakıtlı balistik bir füze, UGM-73 olarak adlandırılır. Bu füze; atalet güdüm tertibatlı, nükleer harp başlıklı olup, 14 değişik hedefe yönlendirilebilen 14 tane başlığı taşıyabilecek kapasiteye sahip manevra yapabilen bir araca haizdir. Tombaz Tombaz, geçici bir askeri köprünün yüzücü ayaklarından biri veya birçok şeyleri su üstünde karşıya geçirmek için bir sal olarak kullanılan hafif kayık veya yüzücü araç. Polaris (füze) Polaris, nükleer başlıklı, atalet güdüm tertibatlı, su altından/satıhtan atılabilen, satıhtan satha, katı yakıtlı bir füze. UGM-27 olarak adlandırılır. Şu çeşitleri vardır. UGM-27 A - menzili: 1200 deniz mili, UGM-27 B - menzili: 1500 deniz mili, UGM-27 C - menzili: 2500 deniz mili, Plançete Plançete, üç ayak üzerinde durabilen ve yatay bir duruma getirilebilen bir resim tahtasından ibaret ölçme vasıtası. Plançete, arazi üzerinde işaretlenmiş olan hat ve noktalara doğrudan doğruya bakmaya ve bunları bir kanave üzerine çizmeye yarar. Manevra planı Bir taarruzda tatbik edilecek manevra ve hareketlere ait teferruatlı plan. Manevra planı; hedeflere nerede, ne zaman ve nasıl taarruz edileceğini; kıtaların düzeni, ast ve destek kuvvetlerine ait vazifeler vesaire gibi teferruatı ihtiva eder. Bu plan ile topçu ateş planı, taarruz planının esasını teşkil eder. Topçu ateş planı Topçu ateş planı; harekat emrine ek ateş destek planının bir lahikası olup, kuvvet ateş destek planını tamamlamak için diğer ateş planları ile birleştirilir. Topçu ateş planı, genellikle beş kısımdır. Bunlar; grafik kısmı, hedef listesi, ateş zaman cetveli, kenar bilgisi ve icabında, ateş grubu cetvelidir. Ateş destek planı Ateş destek planı, belirli bir vazifede kıtaları desteklemek üzere tatbik edilecek topçu ateşi, baraj ateşleri, hava bombardımanları vesairenin sınırlarını gösterir ateş planı. Savunma planı Savunma planı, bir mevzii veya bölgenin düşman taarruzu karşısında savunmasını temin etmek için gerekli teferruatı da içine alacak şekilde planlanmış tertibat ve manevralardır. Komutan tarafından yapılan bu planlar, kıtaların muhtelif mıntıkalara taksimi, emniyetin tesisi, ateşlerin koordine edilmesi, karşı taarruz
ların teferruatı vesaire gibi hususları içine alır. Sefer planı Düşman kuvvetleri, harekat alanları, mevcut dost kuvvetler, siyasi ve askeri hedefler vesaire hakkında elde edilebilen bilgilere dayanılarak hazırlanan etraflı ve genel mahiyette stratejik plan. Bu terimi, bir seferberliğin hazırlanmasına ait esasları hazardan itibaren düzenlemek maksadıyla yapılan ve ancak harp tehlikesinin katileşmesi halinde tatbik mevkiine konulan seferberlik planı (mobilization plan) ile karıştırmamak gerekir. Buna (campaign plan) da denir. FK Crvena Zvezda FK Kızılyıldız ya da tam adıyla Kızılyıldız Futbol Kulübü (Sırpça: "Фудбалски клуб Црвена звезда"), Sırbistan'ın başkenti Belgrad'ın futbol takımı. Kızılyıldız, Belgrad Üniversitesi öğrencileri tarafından 1945'te kuruldu. 1979'da UEFA Kupası finali oynadılar. 1991'de Bari, İtalya'da Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı ve aynı yıl Tokyo'da Kıtalararası Kupa'yı kazandılar, UEFA Süper Kupası'nı kaybettiler. 1991 tarihlerinin altın yılı oldu ve Kızılyıldız bir daha bu kadar başarılı olamadı. Yapılan istatistiklere göre Sırbistan'ın ve Yugoslavya'nın en popüler takımı olan Kızılyıldız Dejan Savićević, Vladimir Jugović, Siniša Mihajlović, Dejan Stanković, ve Dragan Stojković gibi birçok yıldızı da uzun süre kadrosunda barındırdı. Ama bu istikrarını sürdüremedi. Stadion Crvena Zvezda 57.328 kişilik kapasiteye sahiptir. Önceleri 100.000 kişilik kapasiteye sahip olduğundan ünlü Brezilya stadı Maracanã Stadyumu ismiyle de anılırdı. II. Dünya Savaşı'nda Hitler'in Alman ordularına karşı bütünleşen Yugoslav toplumlarının sembolü haline gelen Kızılyıldız, savaş bitiminde 1945 yılında Partizan ile birlikte kurulan birçok takımdan biriydi. Halk tarafından daha fazla sevilmesinin nedeni ise, Partizan'ın ordu kökenli, Kızılyıdız'ın ise halk takımı olması ve üst üste başarılarla Yugoslavya'nın 1 numaralı takımı olmasıydı. 7 yıl aradan sonra yeniden başlayan Yugoslavya liginde ilk başlarda başarılı olamasa da, Yugoslavya kupasını üst üste üç kez (1948, 1949 ve 1950) kazandı. Ligdeki ilk şampiyonluklarını 1951 ve 1953 yıllarında kazanan Kızılyıldız'ın ilk dönemdeki meşhur futbolcuları; orta saha ve forvetin yetenekli ismi Rajko Mitic, kaleci Vladimir Beara, sağbek Branko Stankovic, orta sahada Branko Zebec ve daha sonra forvette yer alan Dragoslav Sekularac'tı. 1950'lerin ikinci yarısı ile birlikte Kızılyıldız'ın büyük tırmanışı başladı.Partizan ve Hırvat takımları Dinamo Zagreb ve Hajduk Split'i gölgede bırakan Kızılyıdız, bu dönemde 5 yılda 4 şampiyonluk, 1 ikincilik yaşarken; ilk kez katıldığı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda 1956-57'de yarı finali, ertesi yıl da çeyrek final oynadı. 1960'larda parlayan ve Yugoslav Futbolu'nun en büyük ismi Dragan Djazic, 1978'e kadar Yugoslavya Millî formasını tam 85 kez giydi. 1968'de Orta Avrupa Kupası şampiyonu olan Kızılyıldız, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda ve UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda 1'er yarı final ve 1'er çeyrek final yaşadıktan sonra 1978-79 sezonunda UEFA Kupası'nda finale kadar yükseldi. Dinamo Berlin, Sporting Gijon, Arsenal, West Bromwich Albion ve Hertha Berlin'i eleyen Kızılyıldız, finalin ilk ayağında Belgrad'da Mönchengladbach ile kendi kalesine attığı golle 1-1 berabere kaldı, rövanşı ise Simonsen'in golüyle 1-0 kaybetti. O yılki kadrosu; Stojanovic, Jovanovic, Miletovic, Jurisic, Jovin-Muslin (Krmpotic), Petrovic, Blagojevic, Miloslavijevic (Milovanovic)-Savic, Setic şeklindeydi. 1980'li yılarda da Şampiyon Kulüpler Kupası'nda 3, Kupa Galipleri Kupası'nda 1 kez çeyrek finalist olan Kızılyıdız, Kostic, Petrovic ve Acimovic gibi yıldızları yetiştirdi. 1990-91'de ise Kırmızı-Beyaz'lı takım Avrupa'nın en büyüğü oldu. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda Grasshopper, Rangers, Dinamo Dresden ve Bayern Münih'i eleyen Kızılyıldız finalde Marsilya ile karşı karşıya geldi. Bari'nin San Nicola Stadı'nda oynanan maçta 120 dakika golsüz sona erdi ve penaltılarda 5-3 üstünlük sağlayan Kızılyıdız Avrupa şampiyonluğuna ulaştı. 1991 Avrupa Süper Kupası tek maç olarak Manchester'da oynandı ve Manchester United'a 1-0 yenildiyse de, Tokyo'da oynanan Dünya Kulüpler Kupası maçında Şili'nin Colo Colo takımını Jugovic ve Pancev'in (2) golleriyle 3-0 yenerek Dünya Şampiyonu oldu. 1991'de Yugoslavya'da başlayan iç savaş sonucunda Kızılyıldız, önce uluslararası maçlarını dış ülkelerde oynamak zorunda kaldı, sonra da ambargo nedeniyle 1995'e kadar kupalara katılamadı. Ayrıca kadrosundaki Boşnak ve Hırvat oyuncuları, daha sonra da ekonomik nedenlerle kaliteli Sırp oyuncuları büyük Avrupa kulüplerine kaptıran Kızılyıldız gerileme dönemine girdi. Kızılyıldız, Eski Yugoslavya ve Sırbistan'ın Avrupa kupalarındaki en başarılı kulübüdür. UEFA Şampiyonlar Ligi ve Kıtalararası Kupa'yı Doğu Avrupa'dan kazanan tek kulüptür. Taarruz planı Bir taarruzda varılacak hedefleri, asıl taarruzun istikametini, birliklerin cephe boyunca bölümünü, ateş destek unsurlarının kullanılmasını ve emniyet ve keşif tedbirlerini de ihtiva etmek üzere hazırlanan teferruatlı plan. Bir taarruz planı, bir topçu ateş planı ile bir manevra planını ihtiva eder. Heceleme alfabesi Heceleme alfabesi, deniz ve hava taşımacılığı ile askeri birimlerce telsiz ve telefonla verilen bilgilerin doğru anlaşılması için kullanılan bir harf kodlama sistemidir. Bu sistemde her harfe karşılık gelen ve o harf ile başlayan bir kelime, harfin karşı tarafa bildirilmesinde kullanılır. Değişik diller için ülkeler veya organizasyonlarca standartlaşmış heceleme alfabeleri vardır. Bunlardan biri uluslararası havacılıkta kullanılan ve NATO tarafından kabul edilmiş heceleme alfabesidir. Bunun dışında millî maksatlar için de heceleme tabloları mevcuttur. Özellikle kötü bir bağlantı üzerinden iletişim kurarken iki tarafın da aynı sistemi kullanması, anlaşılabilirliği arttırmak açısından önemlidir. Örneğin çağrı adı G-FLIP olan bir hava aracının pilotu, yer veya hava istasyonları ile temas kurarken uçağını GOLF-FOXTROT-LIMA-INDIA-PAPA şeklinde tanıtır. Böylece uçağın başka bir hava aracı ile karıştırılması önlenmiş olur. Nicolas Joseph Cugnot Nicolas Joseph Cugnot ("Nikola Jozef Künyo")(d. 26 Şubat 1725 – ö. 2 Ekim 1804), Fransız bilim insanı. İlk otomobil sayılabilecek buharlı araç Fardier'i Fransız ordusu için tasarlamış kişi. 1765 yılında başladığı çalışmalarını 1769 yılında tamamlayarak buhar türbinini geliştirmiş böylece saatte 3.6 km hızla 15 dakika boyunca ilerleyebilen bir taşıt ortaya çıkarmıştır. Günümüzdeki modern taşıtların ve taşımacılığın temellerini atmıştır. Perelotok Aktif toprak tabakasının çözülmüş kısmı ile talik arasında bulunan, tevcit edilmiş vaziyette, donmuş toprak tabakası. Bu tabaka, şiddetli kış veya normal altı yaz sıcaklığı yüzünden yaz çözülmesinin aktif toprak tabakasını tamamen eritmediği yerlerde teşekkül eder ve genel olarak, bir veya iki mevsim arası devam eder. RIM-8 RIM-8 ya da Talos Füzesi, katı roket yakıtlı ve ram-jet motorlu, gemide taşınır, satıhtan havaya füze. Bu füze; nükleer veya nükleer olmayan harp başlığı ve komutalı hüzme üzerinde güdüm tertibatı ile teçhiz edilmiştir. Teodolit Teodolit, hassas bir ölçüm aletidir. Mesafe ölçme teodoliteleri; sine-teodolit ve foto teodolit olmak üzere iki tip halinde geliştirilmiştir. Foto-teodolitlerin sine-teodolitlerden farkı bu sonuçlara geniş bir görüş sahası sağlayan gayet hassas, sabit cam levha kameranın konmuş olması ve müteaddit ışıklamaların yapılabilmesidir. Sine-teodolitin bir takip aleti olmasına mukabil foto-teodolit fotoğraf çekme sırasında yerine sabit olarak kalmaktadır. Teodolit ayar vidaları bulunan üç ayrı ayak üzerine oturtulmuştur. Teodolitin ayaklar üzerine oturan gövde kısmında yatay ve düşey açıları gösteren kadranlar, alidat denilen dürbün ve hareketleri sağlayan verniyerleri, kadranları okumaya yarayan optik aletleri taşıyan parçaları bulunur. Teodolit üzerinde yatay ve dikey düzlemdeki konumunu ayarlamakta yardımcı olan yatay ve dikey tesviye ayeti göstergeleri de vardır. Ayar vidaları ve bu tesviye aletleri yardımıyla alet yatay ve dikey düzlemde hassas bir şekilde konup ayarlanabilir. Teodolit hassas ayara eriştikten sonra, yeryüzünde koordinatları ve ölçü değerleri hesaplanması gereken yatay ve düşey mesafeler ile bulunan konumun deniz seviyesinden yüksekliği (kot farkı) hesaplanabilir. Teodolitler hassas araçlar oldukları için hesapladıkları ölçü değerlerinin de hassas olması gerekir. Bu nedenle günümüzde eski model teodolitlerin yanı sıra elektronik devreler ve aygıtlarla geliştirilmiş modeller de sıkça kullanılmaktadır. Bunların başında elektronik tabanlı teodolitler (total station) ve uydu destekli teodolitler (GPS) bulunur. Günümüzde sıkça kullanılan ve neredeyse tüm ölçümlerde karşımıza çıkan ölçüm aracı ise " Total Station " ismi ile adlandırdığımız elektronik tabanlı teodolitlerdir. Teodolitlerle ölçüm yapmak için yardımcı bir takım elemanlar gerekir. Bunlar mira, şakül, teodolit sehpası, gibi araçlardır. Total Station için mira yerine reflektör dediğimiz topuzunda ayna bulunan ve total stationdan gönderilen lazer ışınını tekrar ölçüm cihazına yansıtmayı sağlayan araç kullanılır. GPS ise uydu sinyallerini esas alarak ölçüm yaptığı için herhangi bir yardımcı araca gereksinim yoktur. Termit (anlam ayrımı) Termit şu anlamlara gelebilir: PGM-17 PGM-17 ya da Tor Füzesi, nükleer harp başlığı ile teçhiz edilmiş roket motorlu, orta menzilli, tek kademeli ve sıvı yakıtlı balistik füze. Bu füze, ayrıca ataletli güdüm sistemi ile teçhiz edilmiş ve her birinde üç füze rampası bulunan dağınık atış grupları halinde tertiplenmiştir. Tor füzeleri Amerikan kuvvetlerinde kullanılmamaktadır. LGM LGM ya da Titan II, otomatik güdüm ve kontrol sistemiyle hedefine yönlendirilen sıvı yakıtlı, iki kademeli, roket motorlu, kıtalararası, balistik füze. Bu füze nükleer başlığa sahip olup, yer altında roketlere karşı dayanıklı olarak inşa edilmiş ve dağıtılmış silolara yerleştirilmek üzere tasarlanmıştır. Vigenere tablosu Vigenere tablosu, k
riptografide "Vigenere şifrelemesi" için kullanılan ve Fransız şifrecisi Blaise de Vigenere'e atfedilen bir tablodur. Bu tablo şifre için gerekli her harfin hangi harf ile değiştireleceğini gösterir. Harflerin değiştirilmesi için birçok alfabe kullanılır. Her harfin kelimedeki sırasına göre şifreleme alfabesi de değişir. Böylece aynı harflerin aynı harfler ile değiştirilmesi engellenmiş olur. Çoklu alfabe kullanma yöntemiyle şifrenin frekans analizi ile çözülmesi zorlaştırılmış olur. Vigenere şifrelemesi Sezar şifrelemesinin geliştirlmiş halidir. Sezar şifrelemesi için harflerin değiştirilmesi için bir tek alfabe kullanılırken Vigenere şifrelemesinde birden fazla alfabe kullanılır. Şifreleme için bir anahtar seçilir ve bu anahtara göre her harf kelime içindeki sırasına göre değişik bir alfabeyle şifrelenir. Anahtarla bu şifreleme Sezar şifrelemesine göre aynı kolaylıkla yine deşifre edilebilinir. Vigenère şifrelemesi uzun zaman güvenilir bir şifreleme algoritması olarak biliniyordu („"Le Chiffre indéchiffrable"“, Türkçede: „deşifre edilemeyen şifre“). Seçilen bir anahtar kelime şifreleme için kullanılacak alfabe sayısını belirliyor. Her kullanılan alfabede harfler Sezar şifrelemesinde olduğu gibi alfabedeki sırasından bir sonraki harf ile değiştiriliyor. İlk olarak 1854 yılında İngiliz matematikçi Charles Babbage Vigenère şifrelemesi çözmeyi başardı. Bu buluşunu hiç açıklamaması üzerine Prus albay Friedrich Kasiski 1863 yılında kendi deşifreleme yöntemini açıklayarak bu yöntemin tanınmasını sağladı. Vigenère şifrelemesi için bir anahtar kelime seçilir. Bu anahtar kelime "ANAHTAR" olabilir, şifrelenecek yazı ise "vikipedi". Şifreleme için Latin alfabesi kullanabilinir. Anahtar kelime "ANAHTAR" yedi harften oluştuğu için şifrelemeye de yedi alfabe kullanılır. İlk şifreleme, anahtar harfi "A" olan bir Sezar şifrelemesi olarak başlar. "A" alfabenin birinci harfi olduğu için şifrelenecek yazının ilk harfi olan "v"'yi alfabede bir atlamayla değiştirir. Şifrelemede "v" harfinden saymaya başlanır. Bu şekilde "v" birinci harf olduğu için aynı kalır. Anahtar kelimenin ikinci harfi "N". "N" Latin alfabesinin 14. harfi. Böylece şifrelenecek yazının ikinci harfi "i" öndört atlamayla değiştirilir. "i" harf birnci harf olarak sayılmak üzere ondördüncü harf seçilir. Birinci harf "i" olduğundan ondördüncü harfte "v" olur. Böylece "i" harfi "v" olarak değiştirilir. Şifrelenecek yazının üçüncü harfi "k" da aynı şekilde değiştirilir. Anahtar kelimenin üçüncü harfi "A" olduğu için "k" olduğu gibi kalır. Anahtar kelimenin dördüncü harfi "H" Latin alfabesinin 8. harfi. Şifrelenecek yazının dördüncü harfi "i" yine ilk harf olarak 8. harf belirlenir. Latin alfabesinde ilk harf "i" olarak sayıldığında 8. harf "p" olur. İlk dört harfin şifrelemesi böylece "vvkp" olur. Aynı yöntemle bütün kelime şifrelenir. Vigenere tablosu harflerin Latin alfabesindeki sıralarına göre rakamları gösterir. Böylece tabloya bakılarak rakamlar ve rakamlara ait olan harfler tespit edilebilinir. Bu şekilde şifrelemek kolaylaşır. Vigenere şifresi ile şifrelenmiş metinlere saldırı için kullanılan bir tekniktir. Şifreleme sırasında kullanılmış olan anahtar boyutunu tespit etmeye çalışır. Vigenere yöntemi ile şifrelenmiş metinlerde tekrar eden örüntüler içermektedirler. Şifreli metinde tekrar eden bu örüntüler arasındaki uzaklık anahtar boyutu ile ilişkilidir. Tekrar eden örüntülerin uzaklığının en büyük ortak böleni anahtar boyutu ile ilgili bir ipucu verecektir. Şark Ekspresi Şark Ekspresi, 1883 ile 1977 yılları arasında Paris İstanbul arasında sefer yapan tren. Vagon-Li Şirketi'ne ait olan Şark Ekspresi, Orient-Express orijinal ismi ile 1883 yılında Paris'ten ilk seferine başladı. Şark Ekspresinin bu ilk seferine Fransız, Alman, Avusturyalı ve Osmanlı asıllı memur ve diplomatlar da katıldı. Ayrıca katılanlar arasında The Times gazetesi muhabiri ile romancı ve seyyah Edmond About da bulunuyordu. Edmond About bu gezi ile ilgili hatıralarını 1884 yılında De Ponteise à Stamboul isimli kitabında yayınladı. The Times muhabiri de II. Abdülhamit ile görüşmek amacıyla bir süre İstanbul'da kaldı. Şark Ekspresinin seferlerinin başlamasından sonra İstanbul'a gelenler şehirdeki çeşitli otellerde kalıyordu. 1895 yılından itibaren ise İstanbul'a gelen yolcular treni işleten Vagon-Li Şirketi'nin satın aldığı Pera Palas'ta kalmaya başladılar. 4 yıl süren (1914-1918) I. Dünya Savaşı sırasında Şark Ekspresi seferleri yapılamadı. Tren savaş sırasında istasyonda kaldı. I. Dünya Savaşını sona erdiren mütareke İtilaf Devletleri ile Almanya arasında Paris yakınlarında Şark Ekspresinin 2419 numaralı vagonunda imzalandı. Daha sonra bu vagon tarihi öneminden dolayı Fransızlar tarafından müzeye kondu. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya, Fransa'yı işgal edince Hitler Almanların I. Dünya Savaşında teslim anlaşmasını imzaladığı tarihi vagonda bu defa Fransızların teslim anlaşmasını imzalamasını istedi. Şark Ekspresinin 2419 numaralı vagonu müzeden çıkarıldı. Bu tarihi vagonda bu defa Fransa'nın teslim anlaşması imzalandı. Bu vagon daha sonra Almanya'ya götürüldü. 1945 yılında Almanya'nın teslim olmasından kısa bir süre önce bu vagon bir SS birliği tarafından imha edildi. Böylece Almanya ikinci defa bu tarihi vagonda anlaşma imzalama ihtimalinden kurtuldu. 1919'da yeniden seferlerine başlayan Şark Ekspresi 1905 yılında açılan simplon tünelinin ismiyle 'Simplon Orient Express' olarak anılmaya başlandı. Şark Ekspresinin yeni sefer güzergahından I. Dünya Savaşının mağlupları olan Almanya ve Avusturya'nın istasyonları çıkarıldı. Böylece Şark Ekspresi, Paris Lozan Milano ve Venedik üzerinden 58 saatte İstanbul'a ulaşmaya başladı. 1929'daki büyük ekonomik bunalım trenin yolcularının azalmasına yol açtı. Şark Ekpresi çeşitli roman ve filmlere konu oldu. Ünlü İngiliz polisiye roman yazarı Agatha Christie 'Şark Ekspresinde Cinayet' isimli romanını 1934 yılında yayınladı. Şark Ekspresi sadece yolcu treni değildi. Tren, çeşitli ticaret eşyalarını karşılıklı olarak İstanbul'a ve Paris'e taşıyordu. İstanbul'da Fransızca olarak yayınlanan La Patrie gazetesinde yayınlalanan haberlere göre 1925 Şapka İnkılabından sonra binlerce şapka ve kasket Şark Ekspresiyle İstanbul'a getirildi. II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında Şark Ekspresinin seferleri tekrar kesintiye uğradı. II. Dünya Savaşından sonra Trenin güzergahı üzerindeki ülkelerin bir kısmında sosyalist rejimler kuruldu. Soğuk savaş sebebiyle çeşitli kısıtlamalarla karşı karşıya kalan ve gittikçe önemini kaybeden Şark Ekspresi son seferini 27 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleştirdi. Trenin vagonları Montecarlo'da satıldı. Agatha Christie'nin 'Şark Ekspresinde Cinayet' isimli romanına konu olan trenin iki vagonu bir İngiliz tarafından satın alındı. Vagonlardan bazıları Fas Kraliyet Sarayı Müzesi tarafından satın alındı. Society Expeditions isminde bir kuruluş tarafından düzenlenen ve sembolik bir anlam taşıyan, Şark Ekspresinin 100. yıl seferine dünyanın değişik ülkelerinden gelen 100 kadar ünlü katıldı. Günümüzde senede bir kez eylül ayında olmak üzere seferlerine devam etmektedir. Sırlara, entrika ve gizli aşk maceralarına buluşma yeri olarak hizmet eder. Graham Greene'in İstanbul treni adlı kitabı diğer Şark Expresi servisinde yer alırken; Agatha Christie'nin Şark Expresinde Cinayet adlı romanı Simplon Şark Expresinde geçer. Şark Expresi filmi ilk defa 1934 de gösterilir. Alman filmi Şark Expres 1944 de yapıldı ve 8 Mart 1945 de arz edildi. Muhtemelen son gün bir yeni film Nazi Almanyası'nda gösterildi. Ayni zamanda bir 2000 filmi vardır. Ölüm, aldatma ve alın yazısı Şark Expresinde seyahat ve 2004 versiyonunda Dünya Etrafında 80 Günde Devri Alem, Mr.Fogg İstanbul trenine biner. James Bond'un problemli kaçışı Rusya'dan Sevgilerle trende yer alır. Sir Henry Paget Flasman trenin ilk seyahatinde misafir bir gazeteci Henri Blowitz olarak Geoerge Mac Donald Fraser'in Flaş adam ve Kaplan kitabında yer alır. 1982'de Venice-Simplon Orient Express (Özel demir yolu şirketi-Lüks tren hizmeti veren şirketler bu adı alır) kuruldu. Londra ve New York dan aldığı yolcuları Venedik'e taşıyordu. Bu hizmet bugün Orient Express günlerinde yılda bir defa verilir. Ve kesinlikle zamanı bol olan seyahatçileri hedefler. Londra'dan Venedik'e bir yolcunun bilet maliyeti 1,200 Pound un üzerindedir. Amerikan Express Birleşik Devletler'in batısında çalışır. Lüks seyahat gemisi ve 5 yıldızlı bir otel kombinasyonu şeklinde reklamını yapar. Geçenlerde ismini Grand Luxe Rail Journey (çok lüks demir yolu seyahati) olarak değiştirdi. T.C. Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü Gelirler Genel Müdürlüğü, Maliye Bakanlığı'na bağlı bir kurum idi. 5345 sayılı "Gelir İdaresi Başkanlığının Kuruluş Kanunu" ile yeniden teşkilatlandırılmıştır. Gelirler Genel Müdürlüğü'nün görevleri şu idi: Gelir bütçesini hazırlamak, bütçe yorumu, gelir politikalarını tespit, vergi toplama faaliyeti, vergi denetimleri. Bölge müdürlükleri, vergi dairesi başkanlıkları ve müdürlükleri buraya bağlı idi. Bugüne kadar Gelirler Genel Müdürlüğü görevini yürütenler: Gelirler Genel Müdürleri Gelir İdaresi Başkanları Sina Yarımadası Sinâ Yarımadası (Arapça سيناء Sina'a; İbranice סיני Sinai) Mısır'da bir yarımada. Sina yarımadası, kuzeyde Akdeniz, batıda Süveyş Kanalı ve körfezi, doğuda İsrail-Mısır sınırı ve Akabe Körfezi ile çevrilidir. Yarımadanın Yüzölçümü yaklaşık olarak 61.000 km²'dir. Sina yarımadası, Afrika kıtası ile Arap Yarımadası arasında bir platodur. Coğrafi olarak Asya kıtasına dahildir. Sina yarımadası, genelde çöllerle ve yüksek dağlarla kaplıdır. Yarımadanın güney sahillerinde Nüveybe ve Şarm el-Şeyh yer alır. Yarımadanın doğu sınırları Büyük Rift Vadisi olarak bilinen jeolojik çatlak bölgesindedir. Sina yarımadası, 1260'dan 1518'e kadar Memlukler'in kontrolundeydi. Mercidâbık Savaşı ve Ridaniye Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğine geçti. Uzun süre Osmanlı kontrolünde kalan bölge, 1805 yılında kurulan Mısır Hidivliği'ne bağlandı. 1859 ile 1869 arasında inşa
edilen Süveyş Kanalı'nın hizmete girmesinden sonra bölge İngiltere'nin dikkatini çekti. İngiltere'nin Mısır ve çevresini kontrol altına almasıyla bölge, 1914 yılında İngiltere'nin eline geçti. Bir süre İngiltere'de kalan ve 1952'de İngiltere'den bağımsızlığını ilan eden Mısır'a bağlanan yarımada, 1967'de Altı Gün Savaşı ile İsrail'in eline geçti. 1979'da Menachem Begin ile Enver Sedat arasında imzalanan İsrail-Mısır Barış Antlaşması uyarınca yarımada, Mısır'a iâde edildi. Sinâ yarım adası jeolojik çatlak bölgesinde, fay hattı üzerinde bulunduğu için volkanik oluşumlar bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Bu doğal sebebe bağlı olarak dağlık ve kayalık bir bölgedir. Özellikle Süveyş Körfezi ve yarımadanın güneyi zengin jeolojik yapısı sebebiyle sualtı sporlarının gözdelerinden biridir. Bölgenin en önemli geçim kaynağı turizmdir. Bunun yanında az miktarda madencilikte yapılmaktadır. Bölge volkanik bir kaya cinsi olan kuvars bakımından zengin sayılabilir. Kömür, manganez ve uranyum da bölgede bulunan diğer kayda değer madenlerdir. Doğu Ekspresi Doğu Ekspresi, Ankara-Kırıkkale-Kayseri-Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars anahattında sefer yapan ve 1310 km'lik yolu 24.5 saatte (1 gün 30 dakika) tamamlayan TCDD'ye ait ekspres. Daha önceleri İstanbul - Kars arasında sefer yapmaktaydı fakat Ankara - İstanbul yüksek hızlı tren projesi sebebiyle hat kısaltılmış ve seyahat başlangıç noktası Ankara olmuştur. İsmaililik İsmâilîlik (Arapça: "İsmailiyye" ya da الإسماعيليون al-Ismā'īliyyūn; Farsça: اسماعیلیان Esmā'īliyān; Urduca: اسماعیلی Ismā'īlī), Adını İsmail bin Cafer es-Sâdık'tan alan Şii mezhebi. Şiîlik'te Cafer es-Sadık öldüğünde, yedinci Şiî İmâmı olarak Musa bin Cafer el Kâzım'ın yerine Cafer-i Sadık'tan önce ölmüş olan oğlu İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'in oğlu Muhammed bin İsmâ‘îl eş-Şâkir'i Yedinci imâm olarak kabul eden mezhep. İlk İsmailî topluluk tarihte Hicrî 148 / Milâdî 765 yılında İmâm Câ’fer es-Sâdık'ın vefatından sonra ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Abbâsîler, Emevî Hanedanı'nı yıkıp kendi halifelerini tahta geçirmiş ve İmamiye Şiası ilk dönem İsmailîlerini de içine alan farklı gruplara bölünmüştü. İsmailîler kurdukları gizli topluluklarla kendi gözlerinde Ali ve soyuna ait halifelik hakkını gaspettiklerini düşündükleri Abbâsîler'e karşı mücadele vermeye yine bu dönemde başlamışlardır. İlk dönem İsmailîleri tarafından Dâvah "(el-Dava)" veya ""al-dawa al-hadiya"" yani hak olarak yönlendirilen dava adlandırılan bu hareket yaklaşık olarak Hicrî 3/Milâdî 9. yüzyılda başlamış ve Dava'nın propaganda veya misyonunu sürdüren Dâ’îler eylemlerini Irak, Pers, doğu Arabistan ve Yemen topraklarına yaymaya başlamışlardı. Dâ’îler Müslümanları onları kurulu düzenin adaletsizliklerinden kurtaracak ve Ehl-i Beyte yeniden hilafeti kazandıracağını söyledikleri İsmailî İmam Mehdi ile dayanışma yapmaya davet ediyorlardı. İlk defa ortaya çıktığında mensupları içinde sadece Yedi imama inanan bir grup "(Yediciler/Yedi İmamcılık)" olarak adlandırılmıştı. Daha sonraları ise Yediden daha fazla imâmlara sahip olan İsmâilîyye mensuplarının da bazen Yediciler olarak adlandırıldığı olmaktadır. Ayrıca, İsmâilîyye İmâmet (İsmâilî i'tikadı) içerisinde bir de ""Yedili-Döngü Nazâriyesi"" bulunmasından dolayıdır ki, İsmâilîyye i'tikadı ""Yedicilik"" olarak adlandırılmaktadır. Bu mezhebin i'tikadî temelleri yedinci "“Nâtık–Sâmet”" olan Muhammed bin İsmâ‘îl eş-Şâkir ile "“ʿAbd Allâh İbn-i Meymûn ve Oğulları”" tarafından tesis edilmiştir. “Dünya” hiçbir zaman imâmsız kalamaz ve de kalmayacaktır. Cenâb-ı Hakk her peygamber arasında tamamlayıcı olarak yedi imâm gönderilmiştir. Peygamber Muhammed Mustafa'dan sonra birincisi Ali el-Mûrtezâ olmak üzere yedi imâm daha gönderilmiştir. İsmâ‘îl bin Câ’fer el-Mûbarek’in yedinci imâm olduğu söylenir. Yedi imâmın birer de yardımcısı olduğu ve bunların dini yaymakla ve yüceltmekle görevlendirildikleri anlatılır. Peygamberlere “Nâtık” ve yardımcılarına da “Sâmet İmâm” unvanı verildiği söylenir. Her yedi “Sâmet” silsilesinin sonunda bir “Nâtık” gönderildiği ve böylece dinin sürekli olarak geliştirildiği söylenir. Âdem’den ve oğlu Şit’ten itibaren altı "“Nâtık–Sâmet”" silsilesinden sonra (Nûh–Sam), (İbrahim–İsmâ‘il), (Mûsâ–Hârun), (İsâ–Şem’ûn), (Muhammed bin ʿAbd Allâh–Ali bin Ebâ Tâlib), (Muhammed bin İsmâ‘il (Meymun el-Kaddah)–ʿAbd Allâh İbn-i Meymûn ve Oğulları) ile hitam bulan "“Nâtıklar ve Sâmetler silsilesi”" ile sürmektedir. Gözle görülen eşyanın tasavvufî mânalarını kaldıran İbn-i Meymûn’dur ve herkes ona itaatle yükümlüdür. İsmail'i Dâîlerin bu daveti başarıya ulaşmış ve Hicri 2. yüzyılda ilk Şiî devleti olan Fatımi Devletini kurmuşlar ve Nizarî ve Mustâlî kollarına ayrıldıktan ve Fatımîler yıkıldıktan sonra Nizarî önderleri İran'ın doğusundan Suriye'ye kadar olan çeşitli bölgelere dağılmış, birbirlerine sıkı bağlarla bağlı toplulukları yönetmeye devam etmişlerdir. 1830'ların sonunda İran'daki politik gelişmelerden ötürü Nizarîlerin 46. İmâmı ve ilk Ağa Han unvanını taşıyan Ağa Hasan Ali Şah, İran'dan Hindistan'a göç etmiş ve 1848'de Bombay'a yerleşerek mezhebin yönetim yerini buraya taşımıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarında İsmailîler önemlice bir kısmı Hint alt kıtasından Doğu Afrika'ya göç etmiştir. Fatımî Devleti döneminde genişleyecek olan İsmailiğin temelleri devletin kuruluşundan çok daha önce ilk dönem İsmaililer tarafından atılmıştı. İsmaililer kutsal metin ve dini emirlerde zahir "(dışrak/exoteric)" ve bâtın "(içrek/ezoterik)" şeklinde iki temel yapı olduğunu ve literal (sözcüğü sözcüğüne) anlamın batıni yani gizli ve içsel gerçekliğe işaret ettiğini kabul etmişler ve Kur'an'da bulunan bu söz konusu değişmez ve içrek hakikatleri ortaya çıkarmak için agnostik bir düşünce sistemi geliştirmişlerdi. Bu ilk dönem İsmailîler aynı zamanda peygamberler veya söz sahipleri ("Nutaqa") tarafından izah edilen dini yasaların dönem dönem değişiklik geçirmesine karşın hakikatin sonsuza kadar baki kaldığını ifade etmekteydiler. Peygamberlerin halifeleri olan Evliya veya İmamlar ise her devirde tevil veya ezoterik yorum yoluyla vahiylerdeki gizli anlamları açıklamaktaydılar. İsmaililer On iki İmam Şiîliği olan Caferiye mezhebinin İmam silsilesinden farklı olarak Cafer-i Sadık'ın oğlu Musa (745–799), (Musa el Kazım olarak da bilinir) yerine İsmail'e tabi olmuşlardır. Cafer-i Sadık'a kadar olan İmamları ise Şiiliğin her iki mezhebi de kabul etmektedir. İsmailik içinde de Mustaali ve Nizari kollarının İmam listesinde bazı farklılıklar bulunmaktadır. Aşağıda İsmailiğin kabul ettiği İmam silsilesi Mustâ'li ve Nizârî kolları da dahil olmak üzere yer almaktadır. 0/1. Ali "(Mustâlî İmâm olarak sıralandırır fakat numaralandırmaz; Nizarîlik'te Birinci'dir.)" 1/-. Hasan bin Ali "(Mustâlî Birinci İmâm olarak sıralandırır, Nizarîlik'te ise İmâm değildir, çünkü İmâmet (Nizârî i'tikadı)'na göre İmâmet babadan oğula geçer, bu nedenle de onun imâmlığı kabul değildir.)" 2. Hüseyin bin Ali 3. Zeynelâbidîn 4. Muhammed el-Bakır 5. Ca'fer es-Sâdık 6. İsmail bin Ca‘fer es-Sâdık 7. Muhammed bin İsmâ‘îl eş-Şâkir 8. Vâfî Ahmed (Daftari'ye göre) / Wafī Ahmad (Nizari kolunun resmi listesine göre) 9. Muhammed et-Taki (Daftari'ye göre) / Takī Muhammad (Nizari kolunun resmi listesine göre) 10. Razî ʿAbd Allâh "(Hüseyin bin ʿAhmed)" (Daftari'ye göre) / Radiyu-d-Dīn Abdullāh (Nizari kolunun resmi listesine göre) 11. Birinci Fâtımî Hâlife/İmâmı Ebû Muhammed ‘Ubayd Allâh ibn el-Huseyn el-Medhî 12. İkinci Fâtımî Hâlife/İmâmı Kaim "(Muhammed el-Kaim bi-Emrillah)" 13. Üçüncü Fâtımî Hâlife/İmâmı Mansur "(İsmail Mansur bi-Nasrillah)" 14. Dördüncü Fâtımî Hâlife/İmâmı Mu‘izz "(Ebu Tamim el-Mu‘izz Li-Dinillah)" 15. Beşinci Fâtımî Hâlife/İmâmı Ebu Mansur Nizar el-Aziz Billah 16. Altıncı Fâtımî Hâlife/İmâmı EbûʿAlî el-Mansûr el-Hâkim bi-EmrʿAllâh "(Dürzîler'in ortaya çıkışı)" 17. Yedinci Fâtımî Hâlife/İmâmı ʿAlī az-Zāhir li-Iʿzāz Dīnillāh 18. Sekizinci Fâtımî Hâlife/İmâmı Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh İsmâilîliğin Mustâlî Kolunun İmâmları: 19. Dokuzuncu Fâtımî Hâlife/İmâmı ʿAhmed el-Mustâ‘lî 20. Onuncu Fâtımî Hâlife/İmâmı El-Âmir bi'Ahkâmi’l-Lâh "(Hâfızîlik kolu oluştu)" 21. Et-Tâyyîb Ebû’l-Kâsım "(Mustâlî Gayba halinde Gizlenen-İmâmı)" İsmâilîliğin Nizârîyye Kolunun İmâmları: 19. Ebû Mansûr Nizâr el-Mustafâ li-Dîn’il-Lâh ibn el-Mûstensir bil-Lâh 20. Elemûtlar "Birinci Gizlenen-İmâmı" El-Hâdî bin el-Nizâr "(Ebû Mansûr Nizâr el-Mustafâ li-Dîn’il-Lâh'ın öz oğlu olarak tanıtılan)" 21. Elemûtlar "İkinci Gizlenen-İmâmı" El-Môhtadî bin el-Hâdî "(Ebû Mansûr Nizâr el-Mustafâ li-Dîn’il-Lâh'ın öz torunu olduğu iddia edilen - I. Muhammed)" 22. Elemûtlar "Üçüncü Gizlenen-İmâmı" El-Kahir bin el-Môhtadî bi-Kuvvet’ûl-Lâh / bi-Ahkâmî’l-Lâh bin el-Hâdî bin el-Nizâr "( I. Hasan - Hasan bin el-Muhammed bin Ali )" 23. Elemûtlar "Birinci Gözüken-İmâmı" Hasan-ı Sâni Alâ Zikrihi’s-Selâm "(II. Hasan - Nasıl ki İslâm inancına göre Muhammed'in adı her zikredildiğinde veya işitildiğinde sallallahu aleyhi ve sellem ibâresinin söylenmesi dînî bir mükellefiyyet hâlini almışsa, Nizâr’îyye Mezhebi'nin âkidesine göre de Alâ Zikrihi’s-Selâm Hasan Sâni'nin adının duyulması veya söylenmesi hâlinde sâmimî bir Nizârî'nin ""Alâ Zikrihi’s-Selâm"" ibâresini onun peygamberliğini kalben ikrâr etmek maksadıyla tekrarlaması şarttır.)" 24. Elemûtlar "İkinci Gözüken-İmâmı" Nûr’ûd-Dîn Muhammed Sâni 25. Elemûtlar "Üçüncü Gözüken-İmâmı" Celâl’ed-Dîn Hasan-ı Sâlis" 26. Elemûtlar "Dördüncü Gözüken-İmâmı" Alâ’ed-Dîn Muhammed bin Hasan-ı Sâlis 27. Elemûtlar "Beşinci ve Son Gözüken-İmâmı" Rûkn’ed-Dîn Hûr-Şâh "(Bağımsız Elemût Nizârî Devleti 1256 yılında Hülagû tarafından sona erdirildi. 1256 yılından sonra Nizârîler inançlarını Sûfilik şemsiyesi altında devam ettirdiler.)" 28. Şems’ed-Dîn Muhammed 29. Kâsım Şâh 30. İslâm Şâh 31. Muhammad ibn İslâm Şâh 32. II. Mûstensir bil-Lâh 33. Abd’ûs-Selâm Şâh 34. Gârib Mîrzâ / III. Mûstensir bil-Lâh 35. Ebû Zer ʿAli Nûr’ûd-Dîn 36. Murâd Mîrzâ 37. Z’ûl-Fikâr ʿAli I. Halîl’ûl-Lâh 38. Nûr’ûd-Dahr (Nûr’ûd-Dîn) ʿAli
39. ʿAli II. Halîl’ûl-Lâh 40. Şâh II. Nizâr 41. Seyyid ʿAli 42. Hasan ʿAli 43. Kâsım ʿAli "(Seyyid Câʿfer)" 44. Ebû’l-Hasan ʿAli "(Bekir Şâh)" 45. Şâh II. Halîl’ûl-Lâh 46. Hasan ʿAli Şâh Mahallâtî "(I. Ağa Han)" 47. ʿAli Şâh Ni'metullâhî "(II. Ağa Han)" (Şâh ʿAli Şâh resmi Nizârî listesine göre) 48. Sultân Muhammad Şâh "(III. Ağa Han)" 49. Şâh Kerîm’ûl-Hûseynî "(VI. Ağa Han)" İsmailîliğin alt şubleri: Nikomedia Nikomedya (Yunanca: Νικομήδεια, günümüz Türkiye'sinde İzmit) Marmara Denizi'ne açılan İzmit Körfezi'nin ucunda Bitinya kralı I. Nikomedes tarafından kuruldu. Şehir, ilk olarak MÖ 712/11'de bir Megara kolonisi olarak oluşturuldu ve erken Antik dönemde Astakos adıyla bilindi. (İzmit körfezinde eskiden çokça yakalanan Istakoz nedeniyle bu adı aldığı düşünülmektedir. Antik dönemde İzmit Körfezi'nin adı "Istakoz Körfezi"ydi.). Astakos, Trakya kralı Lysimakhos tarafından yıkıldıktan sonra Bithynia kralı I. Nikomedes tarafından MÖ 264'te Nikomedia adıyla yeniden kuruldu ve Anadolu'nun kuzeybatısında o günden beri her zaman en önemli şehirlerden biri oldu. Hannibal, hayatının son yıllarında Nikomedia'ya geldi ve Diliskelesi, Gebze yakınlarında intihar etti. Tarihçi Arrian da burada doğmuştur. Diocletianus, tetrarşi sistemini uygulamaya soktuğunda 286 yılında Nikomedia'yı Roma İmparatorluğunun doğudaki başkenti yaptı. Nikomedia, 324'te eş imparator Licinius, I. Konstantin tarafından Hrisopolis Muharebesi'nde (Modern Üsküdar) yenilene kadar Roma İmparatorluğunun doğu başkenti (ve en önemli kenti) olarak kaldı. I. Konstantin bu savaştan sonraki altı yıl boyunca, 330'da yakınlardaki Bizans (daha sonra Konstantinopolis (günümüzde İstanbul) olarak adlandırılan şehri yeni başkent olarak ilan edene kadar burada ikamet etti. I. Konstantin 337 yılında Nikomedia yakınlarında bir kraliyet villasında öldü. Yeni başkente Asya'dan ulaşan yolların kavşağında bulunması nedeniyle Nikomedia Konstantinopolis'in başkent olmasından sonra da önemini korumaya devam etti. Ancak 24 Ağustos 358'de meydana gelen büyük bir deprem Nikomedia'da çok büyük bir yıkıma yol açtı ve bu felaket depremi takip eden bir yangınla tamamlandı. Nikomedia depremden sonra daha küçük ölçekli olarak yeniden kuruldu. Altıncı yüzyılda İmparator I. Justinianus döneminde şehir yeni kamu binalarıyla daha da büyüdü. Başkente giden yol üstünde olması ve Hilâfet devletine karşı Bizans'ın düzenlediği seferlerde önemli rol oynaması nedeniyle şehir büyük bir askeri şehir olarak önemini korudu. 840'lardan itibaren Nikomedia Optimaton theması'nın başkenti oldu. Romanın ilk metropol kentlerinden biridir. Bir zamanlar, İskenderiye, Roma ve Antakya ile birlikte Roma İmparatorluğu'nun en önemli 4 şehrinden biri idi. Roma İmparatorluğu bölündükten sonra ise Doğu Roma yönetimine geçen Nikomedia, 11. yüzyılın son çeyreğinde Selçuklular tarafından rahatsız edilir. I. Haçlı Seferine güzergah olan Nikomedia, 1204'te bir süre Latinlerin işgalinde kaldıktan sonra tekrar Doğu Romaya geçer. Ardından, 1337'de Osmanlı Devleti'ne dahil olmuştur. Kocaeli Üniversitesi bünyesinde açılan Arkeoloji bölümü ile İzmit'in bu pek bilinmeyen tarihi Körfez'in karanlık sularından yavaş yavaş su yüzüne çıkmaktadır. Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı (), Fuat Bey tarafından 14 Kasım 1914'te çekilen ve Türk sinema tarihinin başlangıcı kabul edilen Osmanlı kısa belgesel filmi. Ayastefanos (günümüzde Yeşilköy) yakınlarındaki Kalitarya'da (günümüzde Şenlikköy) 93 Harbi'nin anısına Ruslar tarafından inşa edilen Ayastefanos Rus Abidesi'nin yıkılışının konu edildiği film Avusturya-Macaristan şirketi Sascha-Meßter-Film'in yapımcılığında Osmanlı ordusu adına 150 metrelik filme siyah-beyaz olarak çekilmiştir. Öte yandan bazı kaynaklarda filmin gerçekten çekilip çekilmediği tartışma konusu olmuştur. 1953 yılında Nurullah Tilgen tarafından ilk Türk filmi olduğu ortaya atılmış, filmin hiçbir kopyasının bulunamaması ve varlığına dair somut bir delilin olmaması nedenleriyle bu iddiaya karşılık ilk şüphe de 1970 yılında Nijat Özön tarafından dile getirilmiştir. Filmi izlediğini iddia eden tanıkların ortaya çıkmasına rağmen sinema tarihçileri halen filmin gerçekten çekilip çekilmediği konusunda hemfikir değillerdir. Ayrıca, belgesel filmin "ilk Türk filmi" olma iddiası da tartışmalı olup farklı kesimlerce çekilen ilk Türk filminin "İp Eğiren Kadınlar" ya da "Büyükanne Despina" olduğu ileri sürülmektedir. Ayastefanos Rus Abidesi, 1877 ve 1878 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu arasında yaşanan 93 Harbi'nin kazanan tarafı olan Rusya tarafından savaş sırasında ölen askerlerinin anısına ve zaferlerinin hatırasına dikilmiştir. İlk olarak 1883 yılında 93 Harbi'ni sonlandıran antlaşmanın imzalandığı yer olan Neriman Şah Köşkü'nün yerinde dikilmesi planlanan ve yapımı için 1890 yılında Osmanlı tarafına başvurulan abidenin inşası Osmanlı halkı üzerinde kötü bir etki bırakacağının öngörülmesi nedeniyle uzun süre engellenmiştir. Tarafların uzun süren anlaşmazlıkları sonucunda II. Abdülhamid'in girişimi ve Rus tarafının kendi askerlerinin defnedildiği mevcut mezarlıkların metruk halde olması nedenleriyle salt bir abide değil mezar, din ve hayır kurumu olarak inşa edilmesi konusunda anlaşılmıştır. Ayrıca inşa yeri de Rusların ilk planladığı şekilde 93 Harbi sırasında ulaştıkları en uç nokta olan Ayastefanos (günümüzde Yeşilköy) değil Kalitarya (günümüzde Şenlikköy) olarak belirlenmiştir. 24 Nisan 1892 tarihinde Meclis-i Vükelâ tarafından onaylanan yapı inşasının ne zaman başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte 20 Ocak 1893 ile 25 Haziran 1893 tarihleri arasında başlamış olduğu düşünülmektedir. Kasım 1898'de tamamlanarak 18 Aralık 1898 tarihinde resmî açılış töreni yapılan yapı anıtsal bir üslupla inşa edilmekle birlikte Rus askerlerin kemiklerinin muhafaza edildiği bir mezar-kilise olarak hizmet vermekteydi. Osmanlı belgelerinde Rus mezarlığı ve teferruatı, Rus kilisesi, Rus manastırı gibi adlarla anılan yapıdan özellikle yıkılışının ardından "abide" olarak bahsedilmiştir. 93 Harbi'nin sonlanmasından I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar geçen süre içerisinde 19. yüzyıl başlarına görece durgun geçen Osmanlı-Rus ilişkileri bu süreç sonunda tekrar gerginleşmeye başlamıştır. Boğazları olası Rus tehdidine karşı güvenceye almak isteyen Osmanlı tarafının Dahiliye Nazırı Talat Paşa kanalıyla Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Dmitriyeviç Sazonov'a ittifak teklif etmelerine karşın olumlu cevap alamamaları, Britanya İmparatorluğu'nun Osmanlı Donanması'na teslim etmesi gereken "Reşadiye" ve "Sultan Osman" zırhlılarına el koyması gibi etmenler Osmanlı'yı Alman İmparatorluğu ile ittifak yapmaya itmiştir. Avrupa'daki kutuplaşmalar sonunda İttifak Devletleri içerisinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri içerisinde yer alan Rusya I. Dünya Savaşı'nın farklı taraflarında bulunmuş ve ilişkiler tamamen kopmuştur. I. Dünya Savaşı'na giden süreçte iki ülke ilişkilerinin bozulmasıyla birlikte basında Rus zafer anıtı niteliği taşıyan bu yapının yıkılmasının gerekliliğine dair yazılar yer almaya başlamıştır. "İstanbul Ansiklopedisi"nde, bu konudaki ilk yazının Aka Gündüz tarafından yazıldığı aktarılmaktadır. Ayrıca "Tanin", "Turan" gibi yüksek tirajlı yayınlarda da abidenin yıkılması yönünde yazılar kaleme alınmıştır. 11 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı'nın Rusya ve müttefiklerine savaş ilan etmesini takiben iktidardaki İttihat ve Terakki Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın deyimiyle "harbi popüler hale getirmek" amacıyla propagandaya girişilmiştir. Basındaki propagandanın yanı sıra bunun bir parçası olarak 14 Kasım 1914'te Britanya, Fransa ve Rusya'ya cihat ilan edilmiş; cihat hutbesinin Fatih Camii'nde okunmasını takiben galeyena gelen halk tarafından İstanbul sokaklarında Fransız, İngiliz ve Ruslara ait yerler yağmalanarak harap edilmiş, Rusların 93 Harbi'ndeki üstünlüğünün simgesi olan ve dönem Osmanlı gazeteleri tarafından utanç kaynağı olarak gösterilen Ayastefanos Rus Abidesi de tahrip edilen yapılardan olmuştur. Gazeteler, yıkımı izleyenlerin hatıratları ve resmî kaynaklar arasında abidenin yıkım aşamasına dair farklı anlatımlar olmakla beraber yıkımın nihai olarak 27. Süvari Alayı tarafından çan kulesinin dinamitlenerek gerçekleştirildiği konusunda kaynaklar hemfikirdir. Abidenin kaidesi dahil tüm kompleksin yıkılması ise üç ay kadar sürmüştür. Abidenin yıkılması konusu aylar öncesinden konuşulmaya başlanmış, yıkımın devlet adına propaganda aracı olarak kullanılmak niyetiyle fotoğraflanması ve filme alınması planlanmıştır. Ordu adına Sadi Bey, "Tanin" gazetesi adına Ali Enis Bey, Photographie Resna adına Rahmizâde Bâhâeddin ve "Tasvir-i Efkâr" gazetesi adına ismi bilinmeyen bir fotoğrafçı abidenin yıkımını fotoğraflarla belgelemişlerdir. Ayrıca yıkılışın filme alınması için müttefik Avusturya-Macaristan menşeili Sascha-Meßter-Film ile anlaşılmış ancak savaş ilanı sonrası halk arasında yükselen ulusal duygular dikkate alınarak son anda filmi çekecek kişinin Müslüman Türk olması şartı getirilmiştir. Orduya katılmadan önce film göstericisi olarak çalışan, 11 Ağustos 1914'te askere alınan ve yedek subay olarak görev yapan Fuat Bey filmi çekmeye en uygun kişi olarak görülmüştür. Göstericiyi kullanmayı bilmesine karşın daha önce hiç alıcı kullanmamış olan Fuat Bey'e şirketin itiraz etmesine karşın birkaç saat boyunca makineyi nasıl kullanacağı öğretilmiş, gerçekleştirilen kısa bir deneme çekiminde başarılı olunca şirketin de onay vermesiyle abidenin yıkılışı Fuat Bey tarafından çekilmiştir. 14 Kasım 1914 Cumartesi günü saat 8.30'da 150 metrelik filme siyah-beyaz olarak çekilen ve "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" olarak adlandırılan bu belgesel film günümüzde Türk sinemasının başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir. "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı", halen ortaya çıkmamış olması ve varlığına dair somut verilerin olmaması nedenleriyle günümüzde Türk sinemasının ilk filmi olarak kabul edilmesine karşın gerçekten çekilip çekilme
diği sinema tarihçilerince tartışma konusu olmaktadır. Abidenin yıkımını gerçekleştiren Bahri Doğanay'ın da 30 Haziran 1950 tarihli "Tarih Dünyası" dergisinde yayınlanan yazısında yıkımın fotoğraflandığını belirtmesine rağmen film çekiminden söz etmemesi de kuşkuları derinleştirmekle birlikte Doğanay'ın yazısının gerçeklerle ne kadar uyuştuğu da tartışmalıdır. Filmin Türk sinema tarihindeki önemi Nurullah Tilgen'in 18 Temmuz 1953 tarihli "Yıldız" dergisinde yayınlanan "Türk Filmciliği: Dünden Bugüne 1914-1953" başlıklı çalışmasıyla ilk kez gündeme gelmiştir. Tilgen filmin ne zaman, kim tarafından, nerede çekildiğine dair bilgilere yer verdiği makalesinin ardından 10 Haziran 1954 tarihli "Yirminci Asır" dergisinde Fuat Bey ile röportaj gerçekleştirerek filmin nasıl çekildiğine dair detayları yayınlamıştır. Tilgen'in bu çalışmaları daha sonra Nijat Özön tarafından 1962'de yayınlanan "Türk Sineması Tarihi" ve 1970'te yayınlanan "Fuat Uzkınay" kitaplarının temel kaynağını teşkil etmiştir. Günümüzde de filme dair bilgilerin ve varsayımların çoğu Tilgen ve Özön'ün çalışmalarına dayanmaktadır. Film üzerine araştırmalar yapan Özön, "Fuat Uzkınay" adlı kitabında Tilgen'i kaynak alarak aktardığı bilgilerin ardından verdiği dipnot ile filmin henüz bulunamadığını ve Fuat Bey'in bu konu hakkında hiç konuşmadığını aktararak filmin henüz Fuat Bey hayattayken kaybolmuş olabileceği çıkarımını yapmıştır. Sinema yazarı Burçak Evren de Kasım 1984 tarihli "Gelişim Sinema" dergisindeki "İlk Türk Filmi Üstündeki Kuşkular" başlıklı yazısında Tilgen'in 1951'de "Film ve Öğretim" dergisinde yazdığı "Türk Filmciliğinin Tarihi" başlıklı yazısında "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı"ndan bahsetmemesini ve o tarihte hayatta olan Fuat Bey'in de kendisinden bahsedilmeyen bu çalışmayı tenkit etmemesini kuşku uyandırıcı bulduğunu yazmıştır. Ayrıca yine Tilgen'in "Türk Filmciliği: Dünden Bugüne 1914-1953" adlı makalesinde alıcının abidenin birkaç metre yakınına yerleştirildiği bilgisinin yer almasına karşın daha uzak mesafelerden çekilen fotoğraflarda alıcının görünmemesi ile iki farklı makalesinde filmin uzunluğu hakkında 150 metre ile 300 metre olarak iki farklı bilginin yer almasını eleştirerek yazının ne ölçüde gerçeklere dayandığını sorgulamıştır. Filmin varlığına dair olasılıkları dört başlıkta toplayan Evren ilk olasılığı daha önce Burhan Arpad'ın "Cumhuriyet" gazetesinde yazdığı bir yazıya dayandırmaktadır. Buna göre Fuat Bey kendisine verilen kısa süre içerisinde film çekmeyi öğrenememiş, oldukça verimsiz geçen çekim sonrası film yanmış, gösterilecek tepkilerden çekinmesi nedeniyle de bu başarısız denemeden hiç bahsetmemiştir. İkinci olasılık abidenin yıkılışının gazetelere birçok kez haber olmasına karşın böyle bir filmden hiç bahsedilmemesinden ve hiçbir kayıtta yer almadığından dolayı filmin hiç çekilmemiş olabileceğidir. Üçüncü olasılık aslen böyle bir film çekme planının hiçbir zaman olmamış olması ve bunu Nurullah Tilgen'in ortaya attığıdır. Evren, bu noktada Tilgen'in 1951'deki makalesinde filmden hiç bahsetmemesine karşın 1953'teki makalesinde geniş yer vermesini şüphe uyandırıcı bulmaktadır. Son iddia da filmin çekilmiş ancak zaman içerisinde kaybolmuş, başka kayıtlar ile karışmış ya da başka bir yere gönderilerek unutulmuş olabileceğidir. Ayrıca Fuat Bey'in kızları Mualla Uzkınay ve Mutena Uzkınay ile de röportaj yapan Burçak Evren filme dair hiçbir belgenin olmadığı ve filmi kendilerinin de izlemedikleri cevabını almıştır. Evren, olumsuz görüşlere karşın dürüst bir kişi olarak tanımladığı Fuat Bey'in filmi nasıl çektiğine dair verdiği röportajı ve cumhuriyet döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri Foto Film Merkezi Komutanlığı adını alacak olan Merkez Ordu Sinema Dairesinde her ne kadar içi boş olsa da üzerinde filmin adı ile kayıt kodunun bulunduğu bir kutunun bulunmasını göz önüne alarak filmin çekildiği ancak çeşitli nedenlerle günümüze kadar ulaşamadığı değerlendirmesinde bulunmaktadır. Filmin varlığına kuşkuyla yaklaşanların yanı sıra filmin kesin olarak çekildiğini savunan görüşler de mevcuttur. Sinema tarihçisi Rekin Teksoy, "Sinema Tarihi" adlı yapıtında filmin muhafaza edildiği Merkez Ordu Sinema Dairesinde bulunduğu sırada birkaç kez komutanlara gösteriminin yapıldığını ancak dairenin ve arşivinin 1941 yılında İstanbul'dan Ankara'ya taşınması sırasında diğer filmler arasında karıştığını savunmaktadır. Merkez Ordu Sinema Dairesinde yirmi yıl müdürlük yapmış olan Nusret Eraslan da filmin varlığından emin olduklarını, taşınma sırasında diğer filmler ile karışma ihtimali nedeniyle filmi arşivde defalarca aradıklarını ancak bulamadıklarını ve filmin arşivde olmadığından emin olduğunu açıklamıştır. Ayrıca filmlerin fazla ısındığı takdirde alev alabilen bir malzemeden üretildiğini ekleyerek arşivin Yıldız Sarayı'nda bulunduğu dönemde sarayı yangın tehdidinden korumak adına diğer birçok filmle birlikte denize atılmış olabileceğini ya da yurt dışına kaçırılmış olabileceğini belirtmiştir. Bunlara ek olarak Fuat Bey ile Merkez Ordu Sinema Dairesinde çalışan Gafuri Akçakın 1930 yılında 150 metre uzunluğundaki filmi izlediğini ve komutanlarına izlettiğini iddia ederek Nijat Özön'ün "Fuat Uzkınay" kitabında editörlük yaptığını açıklamıştır. Kunt Tulgar da 20 Temmuz 1959 tarihinde İstanbul Belediyesi Film Deposu'nda çıkan yangın sonrası sağlam kalan filmleri ayırdıkları sırada bu filmin bir kopyasının da karşılarına çıktığını ancak hasarlı olması ve tarihî önemini bilmemeleri nedeniyle çöpe attıklarını iddia etmiştir. "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı", ilk Türk filmi olarak kabul edilip çekildiği yıl Türk sinemasının doğum yılı, çekildiği gün de Türk Sineması Günü olarak kutlansa da bu konu son yıllarda tartışılmaktadır. Burçak Evren, "Hayal Perdesi" dergisinin Kasım-Aralık 2013 tarihli sayısında Türklük anlayışını etnik köken değil vatandaşlık tabanlı olarak ele alarak Osmanlı tebaası olan Manaki Kardeşleri ilk Türk sinemacılar, 1905'te çektikleri filmleri "İp Eğiren Kadınlar"ı da ilk Türk filmi olarak değerlendirmenin doğru olduğunu savunmaktadır. Manaki Kardeşler üzerine çalışmalar yürüten Makedonya Sinematek Kurumu Film Arşivi Direktörü İgor Stardelov da aynı yaklaşımı sürdürmekle birlikte "İp Eğiren Kadınlar"dan önce çekildiğini belirttiği "Büyükanne Despina"nın ilk Türk filmi olarak kabul edilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Dilek Kaya Mutlu ise Donanma Cemiyetinin 1910'ların başında çektiği filmlerin "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı"ndan daha önce çekilmiş olabileceği üzerinde durmaktadır. Kadri Yamaç Kadri Yamaç, (d. 1958, Ankara, Türkiye), Türk doktor. TED Ankara Koleji mezunudur. 1982 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. 1989 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde İç hastalıkları uzmanı, 1993 yılında Hematoloji uzmanı oldu. 1993-1994 yıllarında ABD'de Arkansas Tıp Merkezinde eğitimini sürdürdü. 1995 yılında doçent, 2002 yılında profesör oldu. 1996-1999 yıllarında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Gazi Hastanesi'inde Başhekim yardımcılığı yaptı. Yayınlanmış iki tıp kitabı ve çeşitli kitaplarda bölümleri bulunan Prof. Dr. Yamaç, daha çok Hodgkin ve Non-Hodgkin lenfoma hastalığı ile ilgilenmektedir. Üniversite ve Toplum Dergisinin kurucusudur. Nisan 2009'da Sözcü gazetesinde haftada bir köşe yazısı yazmaya başlamıştır. 2004-2008 yılları arasında Gazi Üniversitesi Rektörü olarak çalışmıştır. 2004 yılındaki Rektör seçimlerinde rakibi eski rektör Rıza Ayhan'a oranla düşük oy almasına karşın, Cumhurbaşkanı' Ahmet Necdet Sezer'e YÖK tarfından sunulan adaylar arasından dört yıl için Rektör atandı. Kastamonu, Çorum Hitit ve Çankırı Karatekin Üniversitelerinin de tedviren kurucu rektörlüğünü yaptı. Bu üniversiteler Gazi Üniversitesi bünyesinde bulunan fakültelerden meydana gelmiştir. 2008 yılındaki seçimlerde eski rektör Rıza Ayhan'a oranla yüksek oy almıştır. Bu seçimlerde birinci olmasına karşın YÖK tarafından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e sunulan listede adaylar arasında yer almadı ve seçimde ikinci olan eski rektör Prof. Dr. Rıza Ayhan rektörlüğe atandı. Yamaç aynı yıl emekli olarak üniversiteden ayrıldı. Hematoloji uzmanı olarak serbest hekimlik yapmaktadır. Şeytantersi Şeytantersi ("Ferula assafoetida"), maydanozgillerden anavatanı İran olan bir "Ferula" türüdür. Şeytantersinin çiğ halde iken sarımsağa benzer kuvvetli bir kokusu vardır ancak pişirildiğinde pırasayı andıran yumuşak bir tadı vardır. İsmi çok kötü kokusu yüzünden verilmiştir. Halk arasında "şeytanboku" olarak da anılır. Diğer pek çok dilde de Türkçedekine yakın manalara gelen isimleri vardır. Kokusu o kadar kuvvetlidir ki hava almayan kaplarda saklanması gerekir yoksa kokusu diğer baharatlara geçer. Hazmı kolaylaştırıcı ve gaz giderici etkisi dolayısıyla hazmı zor veya gaz yaptığı bilinen bazı yiyeceklerle yapılan yemeklere tad ve koku verici bir baharat olarak kullanılır. Pişirildiğinde tadı soğan ve sarımsağı andırır. Bu sebepten çoğu zaman hazım sorunları yüzünden soğan yemenin sakıncalı olduğu durumlarda bir alternatif olarak kullanılır. Ayrıca soğan ve sarımsak yemenin yasak olduğu bazı Hindu tarikatlarında ve özellikle tüccar Hint kastları tarafından kullanılır. Hazmı kolaylaştırıcı ve gaz giderici etkisi vardır. Astım ve bronşit tedavisinde kullanılır. Ayrıca gebelik önleyici ve çocuk düşürücü etkisi olduğu da bildirilmiştir ve etkisi daha güçlü olan ancak şu an nesli tükenmiş olan, akrabası "Ferula silphium" bitkisinin yerine kullanılır. Ayrıca Unani tıbbına ait yazılarda epilepsiyi önlediği söylenir. Wong Kar-wai Wong Kar-Wai (王家衛; mandarin dilinde Wáng Jiāwèi), (d. 17 Temmuz 1958, Şanghay), daha çok Hong Kong'da çalışan Çinli sinemacı, yönetmen, senaryo yazarı. Beş yaşındayken ailesi Şanghay'dan Hong-Kong'a taşındı. Hong-Kong Politeknik okulunda okudu ve 1980'de grafik bölümünden mezun oldu. Hong Kong TV'sinde önce yapım yardımcısı oldu, daha sonra senaryo yazmaya başladı. Senaryosunu yazdığı, 1981 yapımı pembe dizi "Don't Look Now" başarı kazandı. 1982'de TV'den ayrıldıktan sonra,
romantik komediden melodrama değişik türlerde onlarca senaryo yazdı. 1988'de çektiği ilk uzun metrajlı filmi As tears Go By eleştirmenlerden büyük övgü aldı. 1997'de Happy Together ile Cannes Film Festivali en iyi yönetmen ödülüne değer bulundu. 2000 yapımı In the Mood for Love sinema seyircisi ve eleştirmenlerce beğenildi. 2001'de BMW markası için "The Hire: The Follow" adlı kısa metrajı çekti. 2004'te, "El" adlı bölümünü çektiği, diğer bölümlerinde Michelangelo Antonioni ve Steven Soderbergh'in imzası olan Eros 61. Venedik Film Festivali'nde ilk gösterimini yaptı. 2006'da 59. Cannes Film Festivali'nde jüri başkanlığı yaptı ve bu görevi üstlenen ilk Çinli oldu. Belediye Belediye, bir şehir veya ilçenin temizlik, aydınlatma, su ve elektrik gibi ortak ihtiyaçlarını ve hizmetlerini gören örgüt. Nüfusu belli bir sayının üstünde olan yerlerde kurulan yerel yönetimlerdir. Beldenin sorunlarını çözmek ve bazı hizmetleri karşılamak amacıyla, belde halkının oylarıyla seçilen yöneticilerin görev yaptığı, tüzel kişiliği olan örgütlerdir. İlk olarak Ortaçağ'da Avrupa'da ortaya çıkmıştır. Derebeyin baskılarına karşı haklarını ve çıkarlarını korumak isteyen kent halkı (esnaf, zanaatkar ve tüccarlar) kurduğu Lonca örgütleri aracılığıyla kendilerinin ve kentlerinin özgürlüklerini senyörlerden satın aldılar. Ortaya çıkan özgür kentlerin yönetim sorununu çözebilmek için, belediyeler oluşturuldu. Bernard Aşağıdaki kişiler ve nesneler Bernard ismini paylaşırlar. Mezozom Mezozom, bakteri sitoplazmik zarının hücre içine doğru katlantılar yapmasıyla oluşan yapıdır. Oksijenli solunum yapan bakterilerde ve Fakültatif bakterilerde görülür. Mezozom üzerinde solunum enzimleri bulunur. Mitokondrinin görevini yapar (yani analogdur). İki çeşit mezozom tanımlanmıştır. Septal mezozom bakteri DNA'sının tutunduğu ve hücre bölünmesinin başladığı yapıdır. Lateral mezozom ise bakteri içindeki plazmidlerin eşletilmesinde, spor oluşumunda ve beta laktamaz enziminin sentezinde görev alır. Abdera okulu Abdera Okulu, İlkçağ felsefesinde, Atomcu Milet'li Leukippos ile Seferihisar'lı (Teos) Demokritos tarafından kurulmuş olan, ünlü temsilcileri arasında Kioslu Metrodoros ve Anaxarkhos'un bulunduğu adını Trakya'da iskeçe yakınlarındaki bir kentten alan okul. Leukippos Miletli ve Demokritos Teoslu olduğu halde, Abdera'da yaşamış ve çalışmış olmaları nedeni ile bu adla anılmaktadırlar. Sofist Protagaros'ın da doğduğu Abdera'da kurulmuş olan felsefe tarihindeki önemini, kurucusu Leukippos ile Demokritos tarafından savunulmuş olan atomcu görüşten almaktadır. Okulun söz konusu materyalist varlık görüşü, empirist bir bilgi anlayışıyla tamamlamış ve Abdera Okulu bu çerçeve içinde, tarihte ilk kez birinci ve ikincil nitelikler arasında bir ayrım yapılmıştır. Anaksagoras'ın çağdaşı olan Leukippos, Abdera'ya gelerek bir okul kurmuş ve kendisi gibi oraya göçen genç Demokritos'u yetiştirmiştir. Her iki düşünür de bölünemezcilik (Atomculuk) düşüncesinin kurucusudur. Leukippos'un yaşamı ve düşünceleri üstüne çok az şey bilindiğinden felsefe tarihçileri bu iki düşünürün öğretilerini birbirinden ayırmadan inceler. Kimi felsefe tarihçileri, Leukippos ve Demokritos'la birlikte Anaksagoras ve Empedokles'i de Abdera Okulu'ndan sayar. Empedokles Sicilyalı ve Anaksagoras İzmirli oldukları halde maddeci ve atomcu düşünceleri, onları Leukippos ve Demekritos'la birleştirmektedir. Empedokles, Anaksagoras ve Abdera düşünürleri antik çağ Yunan atomculuğunun üç önemli basamağını oluşturmaktadır; ancak maddeci atomculuk, Leukippos ve Demokritos'un düşüncelerinde olgunluğa erişmiştir. Abdera Okulu'nun düşünce yapısı İyonya Okulu temeline dayanır ve tümüyle Elea Okulu'na karşıttır. Arsin gazı Arsin (AsH), parlayıcı, renksiz ve zehirli bir gazdır. Bu gazın kokusu sarımsağa benzer, mide bulandırıcı bir kokusu vardır. Arsin gazı; deri, akciğer ve burun içi zarından çok böbreklere ve kandaki alyuvarlara tesir eder. Kurbağa Kuyruksuz kurbağalar (), Yunanca'daki "yokluk" ön eki olan ἀ(ν)- "an-" ile yine Yunancada "kuyruk" anlamına gelen οὐρά "ourá" sözcüklerinden sahte türetilmiş bir terimdir ve "kuyruksuz" demektir. Erişkinlerinin uzun arka bacaklar, tıknaz gövde, araları zarlı parmaklar, çıkık gözler ve kuyruksuzluk gibi özellikleri bulunan kurbağaların büyük çoğunluğu yarı sucul bir yaşam sürer ama tırmanarak ya da zıplayarak karada da rahatça hareket edebilirler. Her memeli canlı gibi yumurta ile çoğalamazlar. Özellikle çiftleşme döneminde belirginleşen ve halk arasında "vıraklama" olarak anılan seslenişleriyle dikkat çeken kurbağalar, ekvatordan subarktik bölgelere kadar olan, geniş bir yayılım alanında bulunurlar. Çoğunluğu tropik yağmur ormanlarında olmak üzere, toplam 33 familyaya dağılmış yaklaşık 5250 türü bulunan bu canlılar, çeşitliliği en fazla olan omurgalılardandır. Ancak, kimi kurbağa türlerinin giderek azalan sayıları da dikkat çekmektedir. Kurbağalar yazın toprağın altında kurur. Türkiye'de kurbağaların 6 familyada (Bombinatoridae, Pelobatidae, Pelodytidae, Bufonidae, Hylidae, Ranidae) toplanan 17 türü bulunur. Bröve Bröve, bir askerin çok önemli bir askeri uzmanlık alanında, üstün bir ehliyet derecesi elde etmiş olduğunu göstermek üzere verilen bir çeşit mükâfat. Kara, deniz ve hava kuvvetlerine ait bröveler ile uzmanlık brövelerini içine alır. Aynı zamanda brövenin üzerinde yer alan MÖ 209 tarihi askeriyenin ilk temelinin atılış tarihidir. O tarihte Asya Hun Devleti'nin en ünlü hükümdarı Mete,onluk sistemi bulmuştur. Ayrıca brövelerin üstünde yer alan Atatürk resminin bulunma sebebi de Atatürk'ün ""Hatt-ı müdafa yoktur, sath-ı müdafa vardır"" sözüdür. Dört çeşit bröve vardır: Seçimbilim Seçimbilim ya da "Psefoloji", siyasi seçimler, oy kullanma, seçmen davranışları, seçim sonuçlarının tahmini konularını anketlerle ve yeni tekniklerle araştırıp sunan bilim dalıdır. Kamuoyu yoklamaları ("opinion polls") ve bu temelde seçim sonuçları analizi yapar. Baraj ateşi Baraj ateşi ya da baraj atışı, özel surette ve belirli bir hedefe nişan alınarak yapılan atıştan farklı olarak, bir boşluğu veya sahayı doldurmak maksadıyla yapılan atış türüdür. Genellikle hava saldırılarına karşı bir grup asker yere sırtüstü yatarak hava taşıtının tahmini hızını hesapladıktan sonra, taşıtın kendisine değil de uçuş yoluna doğru aynı anda ateş açması şeklinde tezahür eder. Amaç, taşıtın bu biriktirilen baraj ateşiyle tahribidir. Mors Mors kelimesinin farklı anlamları: Ulufe Ulufe, Kapıkulu Ocağı askerlerine, Acemi Ocağı mensuplarına ve bazı saray ve devlet görevlilerine üç ayda bir verilen maaş. Günlük olarak hesaplanırdı. Ulufe, Yeniçerilere verilen maaştı. Törenle dağıtılan Ulufe için Adalet Meydanı kullanılırdı ve törenler için mutfak revaklarının önünde Yeniçeriler, Has Ahırlar tarafına Sipahiler sıralanırdı. Ulufe dağıtımından sonra, Yeniçerilerin önlerindeki çayıra kapaklı sahanlar içinde pilav, zerde veya çorba konurdu. Yeniçerilerin ulufelerden memnuniyeti, yemek yemelerinden belli olurdu, şayet yiyorlarsa memnun oldukları anlaşılırdı. I. Abdülhamit döneminde ulufe alım-satımı yasaklandı. İşletme mühendisliği İşletme mühendisliği, işletme ve mühendislik derslerinin beraber alındığı bir programdır. Mühendislik bakış açısına sahip işletmeciler yetiştirmeyi amaç edinir. İşletme mühendisliği, işletmelerin bir bütün olarak tasarımına ve geliştirilmesine odaklanan bir mühendislik disiplinidir. Mevcut işletmelerin sahip oldukları sistemlere ilişkin problemlerin çözümü, sistemlerin tasarımı ve geliştirilmesi üzerine uzmanlaşır. Basit bir tanımla İşletme ile Endüstri Mühendisliği programının ortasındaki program kabul edilebilir. Türkiye'de şu an İTÜde İşletme Fakültesi bünyesinde bulunmaktadır ve Beykent Üniversitesi'nde 2011 yılında Mühendislik-Mimarlık Fakültesinde açılmış olan program 1977 yılında İTÜ bünyesinde İşletme Mühendisliği adı altında başlanan program 1982 yılından beri mezun vermektedir. Ayrıca 2012 yılından itibaren Bahçeşehir Üniversitesi tarafından Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesinde eğitim verilmeye başlamıştır. Programında temel mühendislik derslerinin yanında işletme dersleri olan Üretim Yönetimi, Pazarlama, İnsan Kaynakları, Muhasebe, Finans vb. dersleri ile İktisat ve Sayısal Yöntemler gibi dersler bulunmaktadır. Ahmet Emin Yalman Ahmet Emin Yalman (d. 1888, Selanik - ö. 19 Aralık 1972, İstanbul), Türk gazeteci ve yazar. 1888 yılında Selanik'te doğdu. 1907 yılında Alman Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl, İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrenciyken "Sabah" gazetesinde çalışmaya başlayarak gazeteciliğe ilk adımını attı. 1910 yılında Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu ve ABD'ye giderek New York'ta Columbia Üniversitesi'nde gazetecilik ve felsefe dallarında doktora yaptı. 1914 yılında İstanbul'a dönerek İstanbul Üniversitesi'nde Ziya Gökalp'in yanında sosyoloji asistanlığı yaptı ve 1916-1920 yılları arasında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde ders verdi. 1917 yılında Mehmet Asım Us'la birlikte "Vakit" gazetesini çıkarmaya başladı. Ancak Mart 1920 tarihinde İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından yazılarından dolayı Malta'ya sürüldü. Cumhuriyet'in ilanından sonra 1923 yılında "Vatan" gazetesini çıkardı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yanlısı yazılarından dolayı 1925 yılında İstiklal Mahkemeleri'nde yargılandı ve Çorum'a sürgüne gönderildi. Gazetesi "Vatan" ise kapatıldı. 1925-1935 yılları arasında diğer Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yanlıları gibi siyasetten uzaklaştı. 1936 yılında Zekeriya Sertel'le birlikte "Tan" gazetesini satın alarak bir süre çalıştırdı. Diğer "Tan" gazetesi sahipleriyle olan görüş ayrılığından dolayı gazeteden ayrıldı. 1940 yılında tekrar "Vatan" gazetesini çıkarmaya başladı. II. Dünya Savaşı sırasında Müttefikler'i öven ve Nazileri yeren yazılar yazdı. "Vatan"ın tirajı 100.000'e kadar ulaştı. Ahmet Emin Yalman 1952 yılında bir suikast girişimine hedef oldu. Henüz bir lise öğrencisi olan Hüseyin Üzmez Malatya'yı ziyaret etmekte olan Ahmet Emin Yalman'ı ateş ederek ağır yarala
dı. Üzmez, suikast girişiminden sonra teslim oldu ve 20 yıl hapse mahkûm edildi. Ölümden dönen Yalman, Hüseyin Üzmez'i cezaevinde ziyaret etti. Ahmet Emin Yalman Demokrat Parti'nin ilk yıllarında bu parti yanlısıydı. Ancak sonraki yıllarda Demokrat Parti'yi eleştiren yazılar yazmaya başladı. Bundan dolayı 1959 yılında 15 ay hapse mahkûm oldu. 27 Mayıs Darbesi'nden sonra serbest bırakıldığında ABD'deki Kaliforniya ve Georgia Üniversitesi'nden "Great Courage Award" (Büyük Cesaret) ödülü aldı. Darbeden sonra "Vatan"ın tirajı azaldı. 1961'de bir süre "Hür Vatan" gazetesini çıkarmayı denedi. Ama yeterince okuyucu bulamayınca 1 yıl sonra bu gazeteyi de kapattı. 1961'den sonra çeşitli gazetelerde köşe yazıları yazmakla yetindi. 1967 yılında devlet kültür ödülünü aldı. Yaşamının son yıllarında hatıralarını 4 ciltlik bir kitapta toplayarak "Yakın Tarihimizde Gördüklerim ve Geçirdiklerim" adıyla yayınladı. 19 Aralık 1972 tarihinde İstanbul'da öldü. Mark Lambert Bristol Mark Lambert Bristol (d. 17 Nisan 1868 - ö. 13 Mayıs 1939) ABD Deniz Kuvvetleri'nde tuğamiral (Rear Admiral) rütbesine yükselmiş ve bu sıfatla aktif ve muharip görevlerde bulunmuş bir subaydır. Aynı zamanda, 1919-1927 arasındaki kritik geçiş döneminde ABD ile Türkiye (Osmanlı Devleti - Ankara TBMM hükümetleri - Türkiye) arasındaki ilişkilerde ülkesini Yüksek Komiser (High Commissioner) sıfatıyla temsil görevini üstlenmiştir. 1868'de New Jersey eyaletinin Glasboro kentinde doğmuştur. ABD Deniz Kuvvetleri Akademisinden (United States Naval Academy) 1887'de mezun olmuş, Amerikan-İspanyol Savaşı'nda USS Texas gemisinde görev yapmış ve Santiago de Cuba Savaşı'na katılmıştır. 1901-1903 arasında ABD Kuzey Atlantik Filosu başkomutanının yaverliği görevini yürütmüştür. I. Dünya Savaşı'nda USS Oklahoma (BB-37) savaş gemisinin komutanlığını yapmıştır. 1919-1927 yıllarında önce Osmanlı Devleti ve Ankara'daki TBMM hükümetleri nezdinde, Cumhuriyet'in ilanından sonra da Türkiye Cumhuriyeti nezdinde, ABD Yüksek Komiseri sıfatıyla büyükelçilik vazifesi yürütmüştür. Önyargılardan arınmış ve ciddi kişiliği ve yaklaşımı çevresinde takdir toplamış, titizlikle muhafaza ettiği yazışmaları ve topladığı diğer dokümanlar görev yürüttüğü kritik dönemin tarihinin yazılmasında önemli katkı sağlamıştır. ABD Kongre Kütüphanesi'ne devrettiği Bristol Belgeleri ("Bristol Papers") bu nedenle Osmanlı Devleti son yılları ve Türkiye Cumhuriyeti ilk yıllarına ışık tutan bir kaynak kabul edilir. 1927'de ABD Asya Filosunun komutanlığına getirilmiş, 1939 yılında vefat etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Donanmasının iki faal gemisi ismini taşımaktadır. Ayrıca, 1920'de kuruluşuna büyük katkıda bulunduğu Nişantaşı Amerikan Hastanesi'ne bağlı hemşirelik okulu olan Amiral Bristol Hemşirelik Okulu da ismini Türkiye'de de yaşatmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Deniz Harp Okulu ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi (İngilizce: United States Naval Academy kısaca USNA), Maryland eyaletinin Annapolis şehrinde bulunan daimi deniz harp okulu. Bu okulda, öğrenciler, ABD Deniz Kuvvetlerinde subay olarak hizmet etmek için lüzumlu denizcilik eğitimi ve yüksek tahsil görürler. Buna, kısaca (naval academy) de denir. Akşehir Gölü Akşehir Gölü, Eber Gölü gibi, Sultan dağları ile Emir dağı arasındaki çöküntü alanında yer alır. Akşehir ilçesinin yanında İç Anadolu Bölgesi'nde bulunan bir göldür. İdari olarak Konya ve Afyonkarahisar illeri sınırları içerisinde yer almaktadır. Kapalı bir havzada bulunduğundan dışarıya akıntısı yoktur. Buna karşın suları çok az tuzludur. Kıyılardan göle karışan tatlı su kaynaklarının bolluğu, kıyılarda suyun tatlılaşmasını sağlar. Tuzluluk orta kesimlerde ve kuzeydoğuda daha belirginleşir. Akşehir Gölü Kap, Şimşek, Aynacı, Cevizli, Evliya, Nadir, Akşehir ("Tekke"), Engilli, Adıyan Çayları, Sorkunlu kaynakları ve ayrıca Sultan Dağlarından inen mevsimlik ve sürekli küçük dereler, göl çevresindeki akiferlerin yer altı suyu akımı ile göl alanına düşen yağışlarla beslenmektedir. Boşalımı ise, göl yüzeyinden buharlaşma ve sulama amacıyla alınan sularla olmaktadır. Gölün geçmişte Taşköprü çayı vasıtasıyla Eber Gölü ile olan bağlantısı, Eber gölü çıkışına DSİ'nce inşa edilen regülatör ve sulama kanalları ile kesilmiştir. Göldeki su seviyesi ve göl alanı, yıllara ve mevsimlere göre büyük değişiklikler göstermektedir. 1961-1991 rasat periyodunda en düşük su seviyesi Kasım 1963'de tespit edilmiştir. Buna göre su kodu 955.01 metre, göl alanı 25 500 hektar ve su hacmi 460 milyon m3 olmuştur. En yüksek su seviyesi ise Mayıs 1970'de tespit edilmiş, bu seviyedeki su kodu 959.76 metre, göl alanı 39 000 hektar ve su hacmi 2.1 milyar m³ olmuştur. Sığ bir göl olup, derinliği 2 ile 4 m arasında değişmektedir. Gölün güneydoğusundaki yaklaşık 10 kilometrelik kıyı şeridi dışında kalan tüm kıyıları seyrek fakat geniş sazlıklarla kaplıdır. Akarsu deltalarında söğüt toplulukları mevcuttur. Gölün flora ve faunası, Eber gölüyle benzerlik göstermektedir. Eber gölü seviyesinde olmasa bile, yine de ekolojik olarak bol gıdalı (eutrophic) göl sınıfına girmektedir. Sazan ve turna gibi ticari önemi olan balıkların yanı sıra beş balık türü daha bulunmaktadır. Akşehir Gölü de ornitolojik önemi büyük olan göllerimizden biridir. Eber gölünde üreyen, beslenen ve konaklayan bütün kuş türlerine burada da rastlanır. Göl aynasını çevreleyen geniş sazlıklar, su kuşları için kuluçka alanı, beslenme yeri, sığınma, barınma ve toplanma mekanı olarak son derece uygun bir ortam oluşturmaktadır. Sazlıklar, burada Eber gölüne nazaran daha seyrek olmasına rağmen geniş alanlara yayılması; kuşlara avcılardan korunmak için geniş bir hareket olanağı sağlamaktadır. Yine geniş su aynası, avcılar tarafından taciz edilen kuşların sığınmaları yönünden büyük önem taşımaktadır. Gölde, sonbahar ve kış başlarında başta yaban kazları ve yaban ördekleri olmak üzere, pelikanlar, dalgıçlar, balıkçıllar, yağmurcunlar ve martı türlerinden oluşan 60-80 bin civarında kuş görülmektedir. Özellikle yaban kazları, kış mevsiminde geceyi çok kalabalık gruplar halinde gölde geçirmektedirler. Türkiye'de görülen yaban kazı populasyonunun en büyüğü (107.000) Aralık 1977'de Tansu GÜRPINAR tarafından Akşehir Gölünde kaydedilmiştir. Ancak kışın şiddetli dönemlerinde göl yüzeyinin donması sebebiyle, 1-2 ayda olsa göl bu işlevini kaybetmektedir. son yıllarda gölü besleyen dereler üzerine yapılan baraj ve göletler,ayrıca dsi;nin açtığı kuyular yüzünden akşehir gölü 1997 yılında kurumaya yüz tutmuş fakat 2009 yılı itibarı ile yağışların iyi olması sebebiyle göl tekrar büyüme göstermiştir.* Nasreddin Hoca'nın Ya Tutarsa! deyip maya çaldığı göldür Akşehir Belediyesi - Akşehir Gölü İle İlgili Ayrıntılı Bilgi... Amerika Birleşik Devletleri Kara Harp Okulu Birleşik Devletler Askerî Akademisi, (İngilizce: United States Military Academy) ABD Kara Kuvvetleri'ne subay yetiştiren Amerika Birleşik Devletleri Askeri Akademisi, dünyanın en eski askeri akademilerinden biridir. 16 Mart 1802'de kurulan akademi New York'a bağlı Orange ilinde yer alan West Point'te 6,000 hektarlık bir alanı kaplar. General George Washington 1779'da burada karargâh kurmuştur. Önceleri istihkâm okulu olarak kullanılan Akademi, 29 Nisan 1812'de kabul edilen bir yasayla yeniden düzenlendi; öğretim kadrosu genişletildi ve dört yıllık bir eğitim programı oluşturuldu. 1817-33 arasında okul komutanlığı yapan ve "askeri akademinin babası" olarak bilinen Albay Sylvanus Thayer yasanın öngördüğü hedefleri gerçekleştirdi. Bu dönemde Akademi, ABD'nin batıya doğru genişlemesiyle birlikte yürüyen ulusal kalkınma programı için gerekli sivil mühendislik hizmetlerini karşılayabilecek askeri teknisyenler yetiştirdi. Kara Kuvvetleri Dairesi'nin doğrudan denetimi ve gözetimi altında olan Askeri Akademi'nin başında öğrencilerin ve askeri personelin yönetiminden sorumlu olan bir komutan bulunur. Yüksekokul düzeyindeki dört yıllık eğitimin ardından mezunlar asteğmen rütbesiyle Kara Kuvvetleri'ne katılırlar. Okula girecek öğrenciler 17-22 yaşları arasında, bekâr ve lise ya da dengi bir öğrenim görmüş olmalıdırlar. Akademik yıl eylülden mayıs sonuna değin sürer. İkinci sınıf öğrencileri Akademi alanı içinde yoğun muharebe eğitimi görürler. Üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri öteki Kara Kuvvetleri merkezlerinde ek eğitimden geçerler. Dördüncü sınıf öğrencileri Akademi'ye temmuz ayında giren yeni birinci sınıf öğrencilerine eğitmenlik yaparlar. Joseph Goebbels Dr. Paul Joseph Goebbels (d. 29 Ekim 1897, Rheydt (Mönchengladbach) - ö. 1 Mayıs 1945, Berlin), 1933 ilâ 1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmış Alman politikacıdır. Adolf Hitler'in en yakın arkadaşlarından biri ve en sadık yandaşıydı. Kendisi coşkulu ve enerjik hitabet yeteneği, sert anti-semitik görüşleri ve kitlesel propagandanın "Büyük Yalan" olarak bilinen tekniğini kullanmadaki ustalığıyla bilinirdi. Goebbels, 1917'de liseden mezun oldu. Bedensel engelli oluşu nedeniyle savaş hizmetine uygun bulunmadı ve kısa süreliğine "Vaterlandisches Hilfswerk"'te büro askeri oldu. Alman filolojisi, tarih ve antik filoloji okudu. 1921 yılında Heidelberg Üniversitesi'nde 18. yüzyıl romantik draması üzerine yazdığı tezle felsefe doktorasını tamamladıktan sonra, 1922'de "Dr. Phil." unvanını aldı ve "Westdeutsche Landeszeitung" gazetesinde gönüllü olarak çalıştı. 1923'te banka memuru ve borsacı olarak çalıştı. Sonra işsiz kaldı. Ayrıca roman ve oyunlar da yazdı ancak yazdıkları yayınevleri tarafından beğenilmedi. Goebbels Nazi Partisi'yle ilk defa 1923 yılında tanıştı. 1924'te Rheinland'da Nasyonal Sosyalist Özgürlük Partisi'nin kurucularından olarak "Völkische Freiheit" gazetesinin yayın yönetmeni oldu. 1925'te Nazi Partisi'ne girdi (No: 876, resmî olarak 1926'da kabul edildi, 22. üyelik numarası verildi). Kısa zamanda yeteneği ve zekâsıyla parti içinde hızla yükselen biri oldu. Partinin Berlin bölge liderliğine atandı. NSDAP'nin Rheinland-Kuzey bölgesinden sorumlu idari amiri oldu. Bu görevi sırasında propaganda yeten
eklerini sonuna kadar kullandı. Nazi gazeteleri ve SA'nın yardımlarıyla yerel sosyalist ve komünist partilerle mücadele etti. "Nationalsozialistische Briefe" gazetesinin yazı işleri müdürü oldu. 28 Ekim 1926'dan itibaren NSDAP'nin Berlin Brandenburg Gau Yöneticisi ve "Der Angriff" gazetesinin yayın yönetmeni oldu. Joseph Goebbels 9 Kasım 1926'da NSDAP'nin Büyük Berlin Bölgesi Gau Yöneticisi olup partide hızla yükselerek 20 Mart 1928'de Parlamento'ya (Reichstag) girdi, böylelikle en göze çarpan üyelerden biri oldu. 1930'dan itibaren NSDAP'nin Reich Yöneticisi rütbesinde Reich Propaganda Sorumlusu olmuştur. 1933 yılında Nazilerin iktidara gelmelerinin ardından 13 Mart 1933'te Propaganda Bakanı oldu. İlk işlerinden biri Yahudiler ve Nazi karşıtı yazarlar tarafından yazılmış tüm kitapları Berlin'in Bebel Meydanı'nda yaktırmak oldu. Sonrasında giderek Almanya'daki bütün haber kaynakları üzerinde tam kontrol sağladı. Savaşın ilk ve en istekli savunucularından olan Goebbels Alman halkını büyük ölçekli bir askeri çatışmaya hazırlamak için elinden gelen her şeyi yaptı. II. Dünya Savaşı sırasında diğer Nazi liderleri ile değişen ittifaklar kurarak gücünü ve nüfuzunu artırdı. Reich Kültür Odası ve Reich Kültür Senatosu başkanlığını yürüttü. 1942'den itibaren Büyük Berlin bölgesi Reich Savunma Komiseri görevini aldı. 1943'te Hava Savaşı Sivil Savunma Önlemleri Reich Müfettişi oldu. 1943 yılı sonlarında savaşın Almanya aleyhine dönmesinden sonra propagandalarını artırdı. Goebbels savaşın son yıllarında ilan edilen topyekün savaş projesinin de mimarıdır. 25 Eylül 1944'te Büyük Berlin bölgesinde "Deutscher Volkssturm" komutanı oldu. Goebbels son ana kadar Hitler ile Berlin'de kaldı. Hitler'in intihar etmesinin ardından 1 günlüğüne Üçüncü Reich'ın Şansölyeliğini yaptı. Son saatlerinde karısı Magda Goebbels önce altı çocuğunu zehirleyerek öldürdü. Kısa süre sonra Goebbels önce karısını sonra da kendisini vurdu. Karısının ve kendisinin cesetleri vasiyeti üzerine yakıldı. WikiHow wikiHow, "nasıl yapılır" (How-To) içerikli wiki-tabanlı bir internet sayfasıdır. Sayfaların içerikleri Creative Commons ile lisanslıdır ve MediaWiki 1.6'nin modifiye edilmiş sürümünü kullanmaktadır. Sayfa daha önceki eHow sayfasının bir uzantısı olarak başlamış ve 10 bin'in üzerinde madde elde etmiştir. Temmuz 2006'daki kayıtlı kullanıcı sayısı yaklaşık 26 bindir. wikiHow dünyanın en büyük "Nasıl yapılır" (How-To) içeriğine sahip olmak ve geliştirmek amacındadır. Akıllı tasarım Akıllı tasarım, evrenin ve içerisindeki canlıların doğal seçilim gibi modern bilimin kabul ettiği süreçlerle oluşabileceğini, fakat bu süreçlerin zeki ve bilinçli bir varlık tarafından tasarlandığını iddia eden bir görüş. Akıllı tasarım iddiası, bilim çevreleri tarafından yeni yaratılışçılık (İng: "New creationism") olarak anılmaktadır. AT destekçilerine göre ise akıllı tasarım evrimin gayesel bir içerik taşıdığını iddia eden “evrimsel” bir yaklaşımdır. Canlı genomlarındaki bilginin kökeninin ancak tasarımla açıklanabileceğini iddia eder. İlk canlı organizmadaki temel tasarımın, tanık olduğumuz tüm canlılığı ortaya çıkaran kaynak kodu içerdiğine, evrimin de bu kaynak kodu kullanarak ve onun çevresinde bir öğrenme süreci olarak belirli bir amaç doğrultusunda, genomun içerisinden, gene genomun çevre koşullarına uymasını sağlayacak şekilde gerekli verileri ürettiğini, seçtiğini, derlediğini iddia eder. Doğal seçilim, mutasyon ve diğer evrimsel mekanizmaların kendilerinin de aslında temel tasarımı şekillendiren süreç mekanizmasındaki parçalar olduğunu savunur. Akıllı tasarım argümanı, tüm canlı organizmaların "aşağı yukarı günümüzdeki halleri ile" bir "akıllı tasarımcı" tarafından tasarlandığını görüşünü benimser. Akıllı tasarım kuramını benimseyenler, çoğunlukla bu tasarımın "kimin" tarafından yapıldığını açıklamaktan özenle kaçınır, herhangi bir tek tanrılı dinin tanrısının ismini telaffuz etmezler (Allah, Yehova vs). Bunun nedeni kısmen, akıllı tasarımın okullarda evrim teorisine "bilimsel" bir alternatif olarak okutulmasını sağlamaktır. Akıllı tasarımın önderliğinin yapıldığı ABD'de din reklamının yapılması ve dinin yaygınlaştırılmaya çalışılması anayasaya aykırıdır. Akıllı tasarım kuramını benimseyenler arasında genel olarak iki kol olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki yaratılışçılığa yakın olan ve türlerin ortak bir atadan gelişini anlatan evrimi reddeden kısımdır. Akıllı tasarım kuramını benimseyenlerin büyük kısmını bunlar oluşturur. Diğeri ise evrimin var olduğunu ve ortak atayı kabul eden fakat yaratılıştan sonraki bu süreçlerin ve evrendeki diğer tüm süreçlerin belirlenmiş bir şekilde bir tasarımcı tarafından yönlendirildiğini savunan gruptur. Önden yüklemeli evrim bu tür bir görüştür. Akıllı tasarım kuramcıları içinde çeşitli görüşler olsa da genel olarak akıllı tasarım kuramının neyi savunduğu konusunda yapılan açıklamalarda türlerin değişmediği iddiası yer almaz. Bu yüzden hem türlerin ortak atadan geldiğine inanan hem de inanmayanlar akıllı tasarımı savunabilmektedir. Evrim teorisine alternatif olarak ortaya atılan akıllı tasarımın liderliğini merkezi Amerika'da bulunan Discovery Institute yapmaktadır. Tasarım kuramının temelleri ilk olarak 1802 yılında İngiliz Anglikan din adamı William Paley tarafından ortaya atılmıştır. Paley, "Yerde bir cep saati bulursanız, daha önce hiç böyle bir şey görmemiş olsanız bile onun zeki bir varlık tarafından yapıldığını hemen anlardınız." diyordu.. Paley aynı şeyin doğa için de geçerli olduğunu düşünüyordu. Ona göre doğanın karmaşıklığı tasarımının kanıtıydı. Akıllı tasarım kuramı, 1990'larda Darwinci biyolojik evrim teorisinin bir reddi olarak başlıca ABD'de ortaya çıktı. Biyokimyacı Michael Behe'nin Darwin'in Kara Kutusu kitabı bu kuramın ilk büyük çıkışı olmuştur. Akıllı tasarım argümanı, 1743-1805 yılları arasında yaşamış Anglikan din adamı William Paley'in temellerini attığı "indirgenemez karmaşıklık" iddiaları ekseninde şekillendi. Yaratılışçılar ve akıllı tasarım fikrini savunanlar Evren'in, Dünya'nın ve canlıların mükemmelliği, karmaşıklığı ve sanatsallığı ile bu özelliklerin, evrimin temeli olarak gördükleri rastlantısallık ile açıklanamayacağı varsayımları üzerinden hareket etmektedirler. Akıllı tasarımın en yaygın kullanılan kavramlarından biri indirgenemez karmaşıklıktır. Bu kavram AT'nin önde gelen isimlerinden Michael J. Behe tarafından ""her biri temel işleve katkıda bulunan, birbiriyle etkileşim halinde olan, iyi eşleşmiş çeşitli parçalardan oluşan ve bu parçalardan herhangi birinin çıkarılmasıyla işlevini gerçekleştiremez hale gelecek tek bir sistemi"" ifade etmek için icat edilmiştir. Akıllı tasarım doğada bu tür sistemler bulunduğunu ve bu sistemlerin kademe kademe doğal süreçlerle oluşamayacağını çünkü daha basit bir sisteme indirgenemeyeceğini iddia eder. Fakat bu güne kadar öne sürülen tüm örneklerin indirgenebilir olduğu bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. Richard Dawkins'in "Kör Saatçi" kitabı tamamen bu konuya odaklanmıştır ve karmaşıklığın nasıl daha basite indirgenebileceğini gösteren pek çok örnek içermektedir. İndiregenebildiği gözlenenen bazı örnekler şunlardır: Akıllı tasarım genel hatlarıyla Evren'deki anlaşılabilirlik gibi somut ve gözlenebilir kaynakları kendisinin bilimselliğine kanıt olarak gösterir. Bu konuda bazı fizikçilerin tespitleri üzerinden yorumlamalar yapılması fikrin bilimselliğini ispatlanabilir nitelikte olduğunun iddia edilebilmesini mümkün kıldığına inanılır. Bu açıdan akıllı tasarımın bilimsel çalışmalar ya da daha spesifik anlamda evrim ile çürütülmesinin söz konusu olmadığı ifade edilir. Tasarım fikrinin evrim ile bir çatışması olmadığının evrimsel biyologlar tarafından anlaşılmadığına akıllı tasarımcılar tarafından dikkat çekilir. Bilim camiasının bir kısmına göre ise akıllı tasarım, doğal seçilim konusundaki temel bir yanlış anlamaya dayanır ve birçok canlının evrimsel tarihindeki öncül sistemlerin varlığını inkar ettiğini savunur. Hiçbir şekilde deneysel bulgulara dayanmaz ve dolayısıyla bilimsel değildir. Bilimsel camianın büyük çoğunluğu akıllı tasarımın bilimsel olmadığını düşünür. Bir kısım ise sözdebilim veya çöp bilim olarak görmektedir. Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi gibi bilimsel birlikler, hayatın kökenine dair akıllı tasarım ve diğer tüm ilahi müdahele iddialarının, deneysel olarak test edilecemeyecekleri, hiçbir tahminde bulunamayacakları ve kendi yeni hipotezlerini yaratamayacakları için bilim olmadığını belirtmiştir. Buna karşın tartışmalar hala devam etmektedir. Wishbone Ash Wishbone Ash, Rock müzik tarihine "twin guitars" konseptini sokan ünlü rock grubudur. Wishbone Ash (Lades-kemiği Külü) grubunun temeli 1966'da Devon, İngiltere'de atıldı. Davulcu Steve Upton, bas gitarist/vokalist Martin Turner ve gitarist Glen Turner ile birleşip "Empty Vessels" adlı grubu kurdular. Grup, sonradan "Tanglewood" adını aldı ve Londra'ya taşındı. Burada bir kulüpte çalarken, grubun caz ve progressive rock etkileri, sonradan Police ve Sting'in manajeri olarak ün kazanacak olan Miles Copeland'in dikkatini çekti. Bu arada Glen Turner gruptan ayrıldı ve yapılan yeni gitarist elemeleri sonucunda, Ted Turner ve Andy Powell arasında bir karara varılamadı ve her ikisi de grubun solo gitaristleri olarak seçildiler. İletişim Yayınları İletişim Yayınları, 12 Eylül 1980 darbesi askeri yönetimi yerini sivil partilere bıraktığı süreçte oluşmuş olan bir yayınevidir. Kolektif bir ürün olarak şekillenmiş olsa da kurucusu ve mimarı Murat Belge olarak bilinir. Kuruluş sürecinin de etkileri sonucu, yayınevi muhalif isimler tarafından "demokratikleşme sorunu"na yönelik bir ilgiyle kuruldu. Bu nedenle, gazetecilik eksenli faaliyetlerle yayınevi hayatına başlamış ve bir dergi ekseninde (IMBA Ekonomi Bülteni) faaliyet yürütmüştür. Daha sonra, 1984 yılında önce onbeşgünlük ardından da haftalık yayınlanan bir dergi (Yeni Gündem) olarak faaliyet yürütülmüştür. Yayınevi faaliyeti birçok dergi ile (Tarih ve Toplum'un da aralarında bulunduğu) devam ettiri
ldi. 1988 yılından itibaren daha çok ansiklopedilere ve kitaplara yöneldi. Ansiklopediler arasında; 1990'dan itibaren ""Cep üniversitesi"" adıyla bir dizi kaynak kitap çıkarıldı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun tüm yapıtlarının yayınlanmasının yanı sıra, Cemil Meriç, Şerif Mardin ve Oğuz Atay gibi isimlerin seri halinde kitapları yayınlandı. İnceleme-Araştırma dizisi hem içerden hem dışarıdan birçok önemli ismin kitaplarını yayınlandı. Jürgen Habermas, Cornellius Castoriadis, Hannah Arendt ve Çağdaş Dünya Edebiyatı başlığında Virginia Woolf, William Faulkner, Jorge Luis Borges, Nabokov gibi isimler; Klasikler'den Dostoyevski ve Tolstoy gibi isimlerin kitapları basıldı. Orhan Pamuk ve İhsan Oktay Anar gibi Türk yazarların da yayıncısıdır. Basılacak kitapların "editoryal bir çalışmayla" değerlendirildiği belirtilmektedir. Yayınevi 1990 sonrası iyice oturan yayın anlayışıyla Kürt Sorunu, Milliyetçilik, Popüler Kültür, Modernleşme, Şehirler/Geziler, Edebiyat eleştirisi ve Kuramlar, Futbol, Çocuk kütüphanesi gibi birçok alt kategoride kitap basmakta ve yayınlamaktadır. Yayınevi, 2005 yılında uzun süredir tüm kitaplarını yayınlamakta olduğu yazar Nihat Genç'in Bilgi, Sabancı ve Boğaziçi üniversiteleri tarafından organize edilen ‘İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri' başlıklı konferansı eleştiren bir yazı yazması üzerine yazar ile ilişkilerini kesme ve kitaplarını yayınlamama kararı alması ile gündeme gelmiş ve bu durum eleştirilere sebep olmuştur., Franz Beckenbauer Franz Beckenbauer, (d. 11 Eylül 1945), Alman eski futbolcu, teknik direktör ve yönetici. Bayern Münih kulübünün eski başkanı, lakabı der Kaiser (imparator) dur. Liderlik özellikleri, baskın oyun karakteri ve ilk isminin Franz (Avusturya imparatorlarını hatırlatması) olması bu lakabı almasını sağlamıştır. Kariyerinin büyük bir bölümünde 5 numaralı formayı giydi, Cosmos takımında ise 6 numarayı aldı. Dünyanın en ünlü savunma oyuncularından biridir ve çağdaş libero kavramının da yaratıcısı olarak kabul edilir.Bütün futbol otoriteleri tarafından defanstan topla çıkışları,attığı çalımlarla en iyi ve en saygın oyuncular listesine girmiştir. Topa falsolu vuruşları da ünlüdür. Bu takımın formasıyla sergilediği oyunlarla Alman millî takımına seçilirken, Avrupa'nın en iyi futbolcuları arasında gösterildi. Futbola modern libero kavramını getirdi. 103 kez ulusal takımda yer aldı, 50 kez Alman millî takımının başında kaptan olarak sahaya çıktı. 1966 ve 1968'de Almanya'da, 1976'da Avrupa'da Yılın Futbolcusu seçildi. Bayern Münih formasıyla 4 kez Bundesliga, 4 kez DFB-Pokal, 3 Avrupa Şampiyon Kulüpler (1974, 1975 ve 1976), 1 kez de Avrupa Kupa Galipleri (1969) kupaları kazandı. 1972'de Avrupa Şampiyonu olan, 1974'te de FIFA Dünya Kupası sahibi olan Alman millî takımındaki başarılı futboluyla alkış topladı. Alman millî takımıyla 1966 FIFA Dünya Kupası ve 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda final oynadı. 1977-1980 yılları arasında futbol hayatını ABD'de, New York Cosmos kulübünde sürdürdü. Jübile maçında kendi kalesine gol attı. Franz Beckenbauer, 1945'te postahanede sekreterlik yapan Franz Beckenbauer (d. 1905, ö. 1977) ve eşi Antonia'nın (d. 23 Haziran 1913, ö. 11 Ocak 2006) çocuğu olarak Münih, Giessing'te dünyaya geldi. İlk evliliğini 1966'da yaptı ve bu birliktelik 1990'a kadar devam etti. Bu evlilikten iki oğlu oldu. Bunlardan Stephan, daha önceki ilişkilerinden birinden dünyaya gelmiştir. 1977-1988 arasında fotoğrafçı Diana Sandmann ile birlikteydi. 1980lerin sonunda ise Bayern Münihkulübü sekreterlerinden birinden birçok daha dünyaya getirdi. 1990'da ikinci eşi olan Sybille ile evlendi ve bu evlilik 2004'te bitti. 2006 FIFA Dünya Kupası ilk turu son maçlarının tarihi olan 23 Haziran 2006'da üçüncü kez evlendi. Çiftin bu evlilikten doğan iki çocuğu vardır. 1963'te, 18 yaşındaki Beckenbauer, o dönemki kız arkadaşının hamile olması ve çiftin evlenmeyeceğini açıklaması nedeniyle medyada yer bulmuştu. Dönemin bakış açısı nedeniyle, Almanya Futbol Federasyonu tarafından Almanya'nın gençlik millî takımlarına katılması yasaklanmıştı. Bu karar, takımın başına Dettmar Cramer'in gelmesiyle değiştirildi. Beckenbauer, Almanya'da futbola devam ettiği 1982'den beri Avusturya'da Obendorf'ta yaşamaktadır. 12 Nisan 2006'da, Beckenbauer için Avusturya Postası 75 centlik pul bastığını açıkladı. Pulun üstüne Beckenbauer'ın New York Cosmos döneminden Andy Warhol tarafından yaratılmış bir çalışma vardı. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Münih'te bir posta çalışanının ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Futbola 1954 yılında SC 1906 München takımında başladı. Futbola santrafor olarak başlayıp 1954 FIFA Dünya Kupası yıldızı Fritz Walter'ı örnek alıyordu. Beckenbauer, ayrıca o yıllarda TSV 1860 München takımını desteklemekteydi. 1959'da Nuebiberg şehrinde düzenlenen bir 14 yaş altı futbol turnuvasına katıldı. Beckenbauer ve SC Münih 06 takımındaki arkadaşları, takımın ekonomik nedenlerden ötürü altyapısını kapatacağı haberi ile birlikte, bu turnuva sonunda 1860 Münih'e geçmeyi planlıyorlardı. Ancak turnuva sonunda SC Münih ve 1860 Münih takımları karşı karşıya geldiler. Gergin geçen maç sırasında Beckenbauer ve karşı takımdan bir futbolcu kavgaya tutuştular. Bu kavgadan sonra Beckenbauer karırını değiştirip, Münih'in başka bir takımı olan Bayern Münih altyapısına geçme kararı aldı. 1959'da Bayern Münih'e transfer oldu. 1963'te A takıma yükseldi. O sezon Bayern Münih, Almanya ikinci ligi olan Regionalliga'nın Güney grubunda mücadele ediyordu. Bundesliga'ya çıkma gruplarına kalan takımın teknik direktörü Zlatko Cajkovski, Beckenbauer'ı kadroya aldı. Beckenbauer ilk resmi maçına 6 Haziran 1964'te FC St. Pauli karşısında çıktı ve ilk golünü de bu maç kaydetti. 6 maçta da oynayan futbolcu, St. Pauli ile oynanan ikinci maçta da golle tanıştı ancak Bundesliga'ya yükselemediler. 1964-65 sezonunda Bayern Münih'in efsanevi üçlüsü kaleci Sepp Maier, forvet Gerd Müller ve libero Beckenbauer ilk kez bir araya geldi. Bu birliktelik meyvesini hemen verdi. Bayern, güney grubunu birinci olarak bitirirken, Beckenbauer 31 maçta 16 gol atarak takımın en golcü ortasahası oluyordu. Yükselme grubunda da zorlanmaya ekip, 1963'te kurulan Bundesliga'ya yükseliyordu. 1965-66 sezonu Beckenbauer'in ilk Bundesliga sezonu oldu. Ligin ilk maçında kapısından döndüğü 1860 Münih karşısında forma giydi ancak maçı 1-0 kaybettiler. Kötü başladıkları sezonda kısa sürede toparlanıp ligi üçüncü bitirdiler. Beckenbauer ilk kupasına da sezonun sonunda Almanya Kupası şampiyonluğu ile ulaştı. 6 maçta forma giyen futbolcu finalde Meidericher SV'yi 4-2 yenerlerken maçın skorunu belirleyen gole imza attı. 1966-67 sezonunda Beckenbauer takımın yine en önemli defans oyuncusu olsa da ligde yine hüsran vardı. Ancak Beckenbauer, ilk kez Avrupa sahnesine çıkmıştı. UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda da defansta görev yapan Beckenbauer, ilk Avrupa maçını Tatran Presov karşısında oynadı. Bayern Münih, turnuva sonunda kupayı kazanan takım oldu ve tarihinde ilk kez bir Avrupa kupasını müzesine götürdü. O sezon bir kez daha Almanya Kupası'nın sahibiydiler. 1967-68 sezonu Beckenbauer'in ilk kez kupasız geçirdiği bir sezon oldu. Kariyerinde ilk kez 30'un altında lig maçı yapan Beckenbauer, 4 gol 9 asist ile defans olmasına rağmen ofansif yeteneğini gösterdi.Hem Kupa Galipleri Kupasında hem de Almanya Kupası'nda yarı finalde elendiler. Kupasız geçen bir sezondan sonra 1968'de takımın başına Branko Zebec geçti. Zebec yönetimindeki takımın kaptanlığına ise Beckenbauer getirildi. Beckenbauer muhteşem bir performans göstererek 34 maçın biri hariç hepsinde oynadı. Bayern ilk hafta üçüncü, ikinci hafta ikinci, üçüncü hafta ve sonrasında ise ligi lider olarak sürdürdü. Sezon sonunda Bayern Münih tarihinin ilk şampiyonluğu kazanıldı. Ayrıca Almanya Kupası da müzeye götürüldü. O dönemler modern futbolda bulunmayan ön libero kavramını başarı ile uygulamıştı. 1969-70 sezonunda Beckenbauer ilk kez Şampiyon Kulüpler Kupası'nda mücadele etti. 34 maçın hepsinde forma giyen futbolcu 6 gollük yüksek bir gol grafiği de yakalamıştı. 1970-71 sezonu Münih için üzücü bir sezon oldu. 33. hafta mücadelesinde Bayern Münih, ilk golü Beckenbauer'in attığı maçta Eintracht Braunschweig'ı 4-1 yenerek averaj ile birinciliğe yükselmişti. Son hafta MSV Duisburg'a 2-0 yenilince şampiyonluğu kaybettiler. Sezonun tesellisi Almanya Kupası oldu. Bayern'in 1. FC Köln'ü uzatmalarda 2-1 yenerek kazandığı kupada Münih'in ilk golünü Beckenbauer kaydetmişti. 1971-72 sezonu ile birlikte Bayern Münih'in altın yılları başlıyordu. İlk sezon 6 gol 8 asist ile etkili bir performans göstererek Almanya şampiyonluğunu takıma kazandıran isimlerin en önemlilerinden oldu. İkinci sezon da 6 gol kaydeden Beckenbauer, bir kez daha lig şampiyonluğu gördü. O sezon Münih, daha ilk hafta ligin liderliğini alıp sezon sonuna dek geri vermemişti. 1973-74 sezonunda bir kez daha lig şampiyonluğu kazanılıyor, böylece 3 sezon üst üste şampiyon olan ilk Alman takımı olarak tarihe geçiyorlardı. Beckenbauer, üç sezon da bütün maçlarda forma giymişti. 1973-74 sezonunda ayrıca UEFA turnuvalarının en prestijlisi olan Şampiyon Kulüpler Kupası kazanıldı. 1974-75 sezonunda Bayern uzun yıllardan sonra ilk kez ligde iddiasız bir görüntü çizerek sezonu 10. olarak tamamladı. 33 maçta forma giyen Beckenbauer, uzun süre sonra sezonun en çok forma giyen defans oyuncusu unvanını Georg Schwarzenbeck'e bırakmıştı. Ancak bu sefer de Şampiyon Kulüpler Kupası'nı bir kez daha müzelerine götürdüler. Beckenbauer, yarı finalde bir gol kaydederek takımının finale çıkmasına doğrudan etkide bulunmuştu. 1975-76 sezonunda bir kez daha Avrupa'nın en büyüğü olan Bayern Münih, bu kupayı da üst üste üç kez kazanma başarısını gösteriyordu. Münih'ten sonra bir takım halen bir Avrupa kupasını üç kez üst üste kazanamamıştır. 1976-77 sezonu Beckenbauer'in Bayern Münih'te geçirdiği son sezon oldu. Son sezonunda 33 maç 3 gol 7 asist istatistiklerine sahip oldu. Son kupası o sezon kazandıkları Kıtalararası Kupa oldu. 21 Mayıs
1977'de Münih'te oynanan Borussia Mönchengladbach maçı ile Bayern'e veda etti. 2-2 biten maçta, 90. dakikada Münih'in ikinci golünün asistini yapmıştı. 1977'de özel sebeplerden ötürü Amerikan ekibi New York Cosmos'a transfer olduğunu açıkladı. Bu nedenler arasında eşinden ayrıldıktan sonra, Alman BILD gazetesi yazarlarından biri ile beraber olması bulunuyordu. Ünlü futbolcu Pele'nin futbolcu bırakmasından sonra, Carlos Alberto Torres ile birlikte takıma transfer edildi. İlk sezonunda 15 maçta forma giydi ve 4 gol 5 asistlik performans gösterdi. Cosmos, sezonu 5 sene sonra şampiyonlukla kapadı. Beckenbauer ligin en değerli futbolcusu ödülünü kazandı. Cosmos aynı başarıyı 1978'de tekrarladı. 1979'da doğu konferansı şampiyonu olsalar da play-off'larda elendiler. 1980'de bir kez daha şampiyonluğa uzandılar. 1983'te Cosmos'a geri dönen Beckenbauer, 25 maçta 2 gol 10 asist ile oynayıp doğu konferansı liderliğine yardım etti ancak çeyrek finalde elendiler. Bu turnuvadan sonra aktif futbolu bıraktı. 1980-81 sezonu öncesinde Beckenbauer, Bundesliga'ya dönme kararı aldı ve Kasım ayında Hamburg'a transfer oldu. Bu transferde Bayern'de beraber çalıştığı Branko Zebec'in Hamburg'un başında olmasının büyük etkisi vardı. Hamburg ile Beckenbauer'in eksi takımı Bayern Münih arasında geçen şampiyonluk yarışında gülen taraf Bayern olmuştu. 1981-82, Beckenbauer'in son Bundesliga sezonu oldu. 10 lig maçında forma giyen futbolcu kariyerinde son kez Bundesliga şampiyonluğu yaşadı. Ayrıca UEFA Kupası'nda da 5 maçta mücadele edip Hamburg'un ikinci olmasına yardım etti. Beckenbauer, ilk kez millî takım formasını 8 Mart 1964 tarihinde Lörrach'ta İsviçre karşısında Almanya genç millî takımda giydi. Almanya maçı 2-1 kazanırken 2 gol kaydetti. UEFA Gençler Turnuvası'nda iki grup maçında da forma giyip bir gol kaydetti. 10 Mart 1965'te ise ilk kez Almanya B millî takımı forması giydi. 1 Eylül 1965'te ise ikinci ve son kez Sovyetler Birliği karşısında forma giydi. 26 Eylül 1965'te İsveç ile oynanan FIFA Dünya Kupası eleme maçında ilk kez Almanya millî futbol takımı forması giydi. İlk maçına çıkarken sadece 6 Bundesliga maçı oynamıştı. 2-1'lik galibiyet ile İngiltere'de düzenlenen FIFA Dünya Kupası'na katılma biletini kazandılar. 23 Mart 1966'da Hollanda ile oynanan beşinci millî maçında ilk gollerini attı. İngiltere'de düzenlenen 1966 FIFA Dünya Kupası'nda Beckenbauer, defansif orta saha olarak oynamasına rağmen turnuvada yıldızlaştı. İsviçre ile oynanan ve 5-0 kazandıkları ilk kupa maçında iki gol kaydetti. Turnuvada ise dört gol ile, gol krallığında üçüncü olan dört futbolcudan biri oldu. İngiltere ile oynanan final maçında, İngilizlerin efsanevi ismi Bobby Charlton ile birebir mücadele etti ve bu nedenle final maçında çok etkili bir mücadele gösteremedi. Aslında Arjantin ve SSCB maçlarında aldığı sarı kartlar nedeniyle finalde oynamaması gerekiyordu, ancak FIFA'nın o dönem uyguladığı karar neticesinde kartların finallere yansımaması sağlanmıştı. 1 Haziran 1968'de Almanya, tarihinde ilk kez İngiltere'yi yendi. 1-0 biten maçın tek golünü Beckenbauer kaydetmişti. Meksika'da düzenlenen 1970 FIFA Dünya Kupası'nda Beckenbauer, her zaman oynadığı libero pozisyonunda oynayamadı çünkü yerinde Willi Schulz ve Karl-Heinz Schnellinger oynuyordu. Çeyrek finalde İngiltere karşısında 2-0 geriye düşen Almanya'nın ilk golünü kaydetti ve maçı uzatmalarda 3-2 kazandılar. Yarı finalde İtalya ile karşılaştılar. Uzatmalara giden maçta Beckenbauer 111. dakikada omzundan sakatlandı. Ancak Almanya'nın oyuncu değiştirme hakkı bitmişti, bu nedenle omzu sarılı bir şekilde oyuna devam etti. Almanya, İtalya'ya 4-3 yenilerek elendi. Beckenbauer, sakatlığı nedeniyle üçüncülük maçında oynatılmadı. Almanya turnuvayı Dünya üçüncüsü olarak bitirdi. 1971'de teknik adam Helmut Schön tarafından tekrar libero pozisyonuna geçti. 25 Nisan 1971'de İstanbul'da Türkiye ile oynanan maçta ilk kez Almanya kaptanı olarak sahaya çıktı. Aslında Uwe Seeler'ın ardından Wolfgang Overath kaptanlığı devam ettirecekti ancak, Overath'ın sakatlığı nedeniyle Beckenbauer kaptanlığı aldı ve Overath'ın dönüşünden sonra da bu görevi devam ettirdi. 1972 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Almanya liberosu ve kaptanı Beckenbauer'in takımı SSCB'yi finalde 3-0 yenip Avrupa Şampiyonluğunu kazandı. Bu turnuva sonrası Avrupa'nın en iyi futbolcusu ödülünü kazandı. 1970'te Gerd Müller'den sonra bu ödülü kazanan ikinci Alman futbolcu oldu. 24 Kasım 1973'te Stuttgart'ta oynanan ve İspanya'yı 2-1 yendikleri maç ile, 73 maç ile Almanya millî takımının en çok forma giyen ismi oldu. Uwe Seeler'in rekorunu kıran Beckenbauer'in rekoru 20 yıl sonra Lothar Matthaus tarafından kırıldı. 1974'te Beckenbauer, üçüncü kez FIFA Dünya Kupası'na katıldı. 1974 FIFA Dünya Kupası grup maçları çok parlak geçmemiş, Doğu Almanya'ya 1-0 yenilmişlerdi. Ancak daha sonra performanslarını ikinci turda arttırıp sırasıyla Yugoslavya, Polonya ve İsveç'i yenip finale çıktılar. Finalde Hollanda'yı 2-1 yenerek FIFA Dünya Kupası'nı müzelerine götürdüler. Beckenbauer'in son uluslararası turnuvası 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası oldu. Beckenbauer, bir kez daha takımını şampiyona finallerine taşımıştı. Beckenbauer'in 100. millî maçı olan Çekoslovakya karşısında oynanan final maçında penaltılarla şampiyonluğu kaybettiler. Buna rağmen Beckenbauer, turnuva sonrası Avrupa'nın en iyi futbolcusu ödülünü bir kez daha kazandı. Beckenbauer, millî takımlar ile birlikte dördüncü kez bir uluslararası turnuva finalinde mücadele etmişti. Beckenbauer, iki Avrupa şampiyonası ve iki FIFA Dünya Kupası finalinde oynayan tek Avrupalı futbolcudur. (Fransız millî futbolcular Fabien Barthez, Marcel Desailly, Bixente Lizarazu, Lilian Thuram ve Sylvain Wiltord da dört finalde mücadele etmiş ancak bunların içinde bir ya da iki tane FIFA Konfederasyonlar Kupası finali bulunmaktadır.) 1977'de ABD ekibi New York Cosmos'a transferi millî takım macerasının sonu anlamına geliyordu. 1974 FIFA Dünya Kupası'nda Real Madrid'de oynayan Günter Netzer'in performansından sonra, yurt dışında oynayan futbolcuların iyi çalıştırılmadığı düşünülüyordu. Amerika Ligi'nin de imajı bu yargıyı destekliyordu. Ayrıca Cosmos, Beckenbauer'ı 1978 FIFA Dünya Kupası kadrosuna yollamayacağını açıklamıştı. Bu nedenle 23 Şubat 1977'de Fransa'ya 1-0 yenildikleri 103. millî maçı Beckenbauer'ın son maçı oldu. 17 Kasım 1993'e kadar en çok forma giyen millî futbolcu unvanını korudu. 12 yıllık millî takım hayatında 103 maçta forma giyip 14 gol kaydetti. 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Almanya'nın başarısızlığı üzerine, şampiyona sonrasında görevden alınan Jupp Derwall'ın yerine Bild gazetesi ve menajeri Robert Schwan'ın tezgahladığı Beckenbauer gazeteye "Hazırım" mesajı verdiği asparagas haberden sonra kamuoyu baskısıyla, antrenörlük lisansı bulunmamasına karşın "Teamchef" yani "Takım Şefi" unvanıyla millî takımın teknik direktörlüğüne getirildi. "Takim Şefi"'ne, bir Bundesliga takımını yönetmekte olan bir yardımcı antrenör eşlik etmek zorundaydı. Bu görevi önce Horst Köppel, sonra da Holger Osieck üstlenmiştir. Beckenbauer'in millî takım başındaki ilk maçı 12 Eylül 1984'te Düsseldorf'ta oynanan ve Arjantin'e 1-3 yenildikleri maç oldu. Ancak 1986 FIFA Dünya Kupası eleme maçlarında Portekiz, İsveç, Çekoslovakya ve Malta'lı grupta birinci olarak turnvuaya katılma hakkı kazandı. Tek mağlubiyetini, gruptan çıkmayı garantiledikten sonra Portekiz'e karşı aldı. 1986 FIFA Dünya Kupası'na Beckenbauer ile katılan Almanya'dan büyük beklentiler bulunmamaktaydı. İlk turda Danimarka'ya 2-0 yenilen ve iyi maçlar oynamayan takım yine de FIFA Dünya Kupası finaline yükseldi. Finalde Arjantin ile karşılaşan takım, turnuvadaki en iyi maçlarından birini oynayıp, 2-0 geriden durumu 2-2'ye getirse de maçı 3-2 kaybedip Dünya ikincisi oldular. FIFA Dünya Kupası sırasında, Beckenbauer ile kaleci Uli Stein arasında yaşanan sorunlar da turnuvaya damga vurmuştu. Beckenbauer, turnuvada birinci kaleci olarak Harald Schumacher'i kullanmaya karar vermişti. Stein ise Beckenbauer'in rol aldığı bir çorba reklamına gönderme yaparak "çorbadaki palyaço" yorumunu yaptı. Beckenbauer, Stein'ı açıklamalarından ötürü turnuva devam ederken kadro dışı bırakıp, evine gönderdi. Almanya'da düzenlenen 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ev sahibi takım, turnuvanın favorilerinden biri olarak gösteriliyordu. Ancak, Almanya turnuvayı kazanacak olan Hollanda'ya 2-1 yenilerek yarı finalde elendiler. Bu galibiyet, Beckenbauer'in de mücadele ettiği 1974 FIFA Dünya Kupası finalinin rövanşı olarak görülüyordu. Beckenbauer, 1990 FIFA Dünya Kupası elemelerinde zor anlar yaşayıp, turnuvaya katılmayı son maçta Galler'i 2-1 yenerek başarmıştı. Almanya, grupta Hollanda'nın ardından ikinci olmuştu. İtalya'da düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nda iki takım turnuvanın ikinci turunda tekrar karşı karşıya geldi. Almanya, bu sefer Euro 1988'in rövanşını alıp, rakiplerini yendi. Turnuva kadrosuna Beckenbauer, İtalya'da forma giyen Alman futbolcuları tercih edip, Inter futbolcusu Lothar Matthäus'u kaptan yapmıştı. Önceki turnuvalara hep kötü başlayan Almanya, bu sefer Yugoslavya'yı 4-1 yenerek turnuvaya başladı. Beckenbauer, dört sene önceki turnuva gibi takımı yine finale taşıdı ve yine rakip Arjantin'di. Beckenbauer, Arjantin'in yıldızı Diego Maradona'yı tutma görevini Guido Buchwald'a verdi ve başarılı oldu. Almanya'nın tek kale oynadığı maçı, 85. dakikada penaltı ile Andreas Brehme'nin bulduğu golle kazanıp FIFA Dünya Kupası'nın üçüncü kez sahibi oldular. Franz Beckenbauer, Brezilyalı Mario Zagallo'dan sonra FIFA Dünya Kupası'nı hem oyuncu hem de teknik direktör olarak kazanan ikinci ve son kişi oldu. Turnuvadan sonra Almanya Futbol Federasyonu, Beckenbauer'a onursal bir teknik direktörlük lisansı verdi. Turnuva sonrası, kulüp kariyerine başlamak için millî takımı bıraktı. 1990-91 sezonunda Beckenbauer, Fransız ekip Olympique de Marseille'da önce koç, sonra da teknik direktör olarak çalışmaya başladı. Sezona Gérard Gili ile başlayan takıma ligin 10. haftası dahil
oldu. Takımı 11 hafta çalıştırdı ancak ligde ve Avrupa'da bazı kötü sonuçlar alınınca Marsilya başkanı, Beckenbauer'ı Futbol Direktörlüğü görevine getirip, yerine Raymond Goethals'ı aldı. Sezon sonunda Marsilya, Fransa Ligi şampiyonluğunu kazandı. Ayrıca takım Şampiyon Kulüpler Kupası finaline çıktı. Uzatmaların 0-0 bittiği Kızılyıldız maçını penaltılarla 3-5 kaybedip Avrupa ikincisi oldular. 1993-1996 arasında çok kısa süren dönemler için Bayern Münih'i çalıştırdı. 1991'de kulübüne başkan yardımcısı olarak geri dönmüştü. İki kez Erich Ribbeck ve Otto Rehhagel'in kovulmasından sonra teknik direktörlüğe geçti. Bu kısa dönemlerin ilki olan 1994'te lig üçüncüsü olarak aldığı Bayern ile Bundesliga şampiyonu oldu. İkincisi olan 1996'da ise Dortmund ile 3 puan farkı olan Bayern'i lig şampiyonu yapamasa da UEFA Kupası'nın sahibi oldu. 25 Kasım 1991'de, Beckenbauer, FC Bayern Münih'in başkan yardımcılığına seçildi. 1994-2009 yılları arasında ise kulüp başkanlığı yaptı. 2006 FIFA Dünya Kupası'nın Almanya'ya getirilmesi konusunda büyük çaba gösterdi ve Organizasyon Komitesi'nde görev yaptı. 1998-2010 arasında ise Almanya Futbol Federasyonu'nda da başkan yardımcılığı yaptı. 2005 yılı başında Beckenbauer, UEFA başkanlığı için aday olacağını açıkladı. 21 Nisan 2005'te Estonya, Tallinn'de toplanan UEFA Komisyonu seçimleri 2006'dan 2007'ye ertelediğini açıkladı. Ancak Beckenbauer, 2006'da Organizasyon Komitesi'nde göreve başladığı için adaylıktan vazgeçtiğini açıkladı. Ayrıca başkan Lennart Johansson aday olduğu sürece, onun karşısında aday olmayacağını belirtti. 26 Ocak 2007 seçimlerinde Johansson aday olduğu için Beckenbauer adaylığını koymadı. Düsseldorf'ta yapılan oylamada Michel Platini seçimleri 27'ye 23 oyla kazanıp başkan oldu. Ocak 2007-Haziran 2011 arasında Beckenbauer, FIFA Yönetim Kurulu'nda çalıştı. Nisan 2011'de ise FIFA Futbol 2014 adı verilen, futbolun gelişimi ve geleceği konulu proje grubunun başına getirildi. Pele ve Bobby Charlton da bu projenin üyelerindendir. 1966'da futbolcu olarak kazandığı şöhretin yanında "Gute Freunde kann niemand trennen" (Kimse iyi arkadaşları ayıramaz) adlı bir şarkı kaydetti. Bu single ile 1966 yılının sonlarında müzik listelerine 31. sıradan girdi. Hazır çorba üreticisi Knorr'un reklam yüzü oldu. „Kraft in den Teller - Knorr auf den Tisch“ (Tabakta güç - Sofrada Knorr) sloganlı reklamlardan 12,000 DM kazandı. 1971'de Kurt Wilhelm tarafından yönetilen televizyon için çekilen komedi filmi Olympia Olympia'da oynadı. Futbolculuk yıllarından sonra popülerliğini televizyon yorumculuğu, Bild gazetesinde köşe yazarlığı ve çeşitli reklam oyunculuklarıyla devam ettirdi. Telefon firması O2'nin reklamlarında söylediği "Ja ist denn heut' scho' Weihnachten?" (Bugün Noel gecesi miydi?) sloganı bir deyime dönüşüp, 3 yıl boyunca reklam televizyonlarda döndü. 1968'den itibaren Beckenbauer'a medya ve futbolseverler tarafından "İmparator" lakabını taktı. Bir rivayete göre Viyana'da hazırlık maçı yapmak için bulunan Bayern Münih kampında, Beckenbauer eski Avusturya imparatoru I. Franz'ın büstünün yanında bir fotoğraf çektirdi. Sepp Graf tarafından yazılan makalede, resmin yanında Beckenbauer "futbol imparatoru" olarak betimlenmişti. "İmparator" lakabı kısa sürede yaygınlaştı. Genel olarak bu hikâyenin doğruluğuna inanılsa da Welt am Sonntag gazetesi bu hikâyenin doğru olmadığını iddia etmektedir. Gazeteye göre, 10 Haziran 1969'da Bild gazetesi Gerd Müller'i attığı goller nedeniyle "Bombacı" lakabı takılırken, Beckenbauer'e "Halkın İmparatoru" demişti. 14 Haziran 1969'da FC Schalke 04 ile oynanan maçta, "Vestfalya'nın Kralı" lakaplı Reinhard Libuda'ya yaptığı faul sonrası Schalke taraftarları tarafından yuhalandı. Taraftarı provoke etmek içinse Schalke taraftarının bulunduğu bölümün önünde 40 saniye top sürdü. Maçtan sonra "Vestfalya'nın Kralı" lakabına karşılık, "İmparator" lakabını daha çok kullanmaya başladı. Bazı gazeteciler, Beckenbauer'in kariyerini Almanya'da sürdürürken, yaşantısını Avusturya'da devam ettirmesini, Avusturya'nın vergi sistemine bağlamaktadır. Şubat 2008'de Alman Ekonomi Bakanı Peer Steinbrück, Beckenbauer ve Michael Schumacher gibi Alman sporcuların paralarını Almanya sayesinde kazandıklarını, bu nedenle Almanya'ya vergilerini ödemeleri gerektiğini konusunda bir açıklama yaptı. Engellilere ve muhtaç durumdaki insanlara yardım etmek için Franz Beckenbauer Derneği'ni kurdu. Franz Beckenbauer ayrıca Ausburg şehrinde bulunan ve sosyal konularda bağış toplamak için kurulup maç yapan Datschiburger Kickers takımına destek olup, formasını giydi. 467||47||66||5||70||6||603||58 105||19||colspan="2"|-||colspan="2"|-||105||19 572||66||66||5||70||6||708||77 !Toplam||103||14 Creative Commons Creative Commons (kısaca CC) ("Türkçe: Yaratıcı Beraberlikler") kâr amacı gütmeyen, telif hakları alanında esneklik ve paylaşımı yaygınlaştırmak amacıyla kurulmuş bir düşünce hareketi ve organizasyonudur. Creative Commons, 2001 yılında Center for the Public Domain kuruluşunun desteğiyle başlayan ve aralarında fikri mülkiyet konusunda uzman James Boyle, Michael Carroll, Molly Shaffer Van Houweling ve Lawrence Lessig, MIT’de bilgisayar bilimleri profesörü Hal Abelson, hukuk kökenli belgesel filmci ve siber hukuk uzmanı Eric Saltzman gibi sanatçı ve entelektüellerin bulunduğu bir grup tarafından kurulmuştur. Creative Commons amacına ulaşmak için sanatçılara ve genel olarak tüm eser sahiplerine, yasanın kendilerine tanıdığı kimi hakları kamuyla paylaşabilmelerine imkân verecek, özel olarak hazırlanmış telif lisansı sözleşmeleri önermektedir. Özgür Yazılım Vakfı tarafından daha önce meydana getirilen GNU Genel Kamu Lisansı (GNU GPL) metinlerini temel alan bu sözleşmelerin özelliği, yaratıcı kişilere, telif hakkından tamamen feragat etmeksizin eserlerini paylaşıma açmalarına imkân tanımasıdır. Sahibi tarafından Creative Commons lisans sözleşmesi altında kamuya sunulan eserler, ticaret dışı amaçlar için kullanımını destekleyerek (nc ile işaretlenmiş modellerde), internetin alışveriş kanalı yerine gerçek bir bilgiye erişim platformu haline gelebilmesi yönünde tamamen bağımsız ve gönüllü katkı anlamına gelmektedir. iCommons (Uluslararası Commons) Creative Commons projelerinden biridir. Creative Commons tarafından hazırlanıp, üye ülkelerdeki temsilci kuruluşlarca ilgili hukuka göre uyarlanan bu sözleşmeler, özellikle sayısal platformda eserlerin izinsiz kopyalanması konusunda yaşanan hukuki kaosa değişik bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. 21. yüzyıla kadar telif haklarında alışılagelmiş "tüm hakları saklıdır" yerine, "bazı hakları saklıdır" sloganıyla yola çıkan Creative Commons, gelişmiş batı ülkelerinin yanı sıra Ürdün, Malta, Meksika ve İsrail’in de bulunduğu 40’a yakın ülkede faaliyettedir. Creative Commons'un eser sahibinin isteğine uygun olabilecek değişik lisansları mevcuttur. Creative commons araçları sadece lisanslardan ibaret olmayıp buna kimi işaret, etiket ve diğer belgeler de eklenebilir. Bundan başka, CC lisanslı eserlerin Internet tarayıcı programlar tarafından algılanmasını sağlayan elektronik etiket de mevcuttur. Yukarıdaki etiketin bir eserle ilgili olarak kullanılması, eser sahibinin bazı haklarını elde tutarken, kimi bazı haklarını da kamuyla paylastığı anlamını taşır. Aşağıda açıklanacak 6 tip lisans için de aynı etiket kullanılır. Bir başka araç olan “commons deed”, kısaca kamuya ilgili lisans tipiyle ilgili bilinmesi gerekenleri açıklar. Aynı zamanda her bir lisans için kullanım kapsamını açıklayan basit semboller de bulunmaktadır. Bütün lisans türleri kullanıcıya dünya genelinde bedelsiz, münhasır olmayan (non-exclusive ) ve sürekli kullanım hakkı vermektedir. Buna göre her lisans, eserin re-prodüksiyonuna, derleme eserler içine alınmasına, dağıtılmasına, kamuya sunumuna ve icrasına izin vermektedir. İşlemeye izin veren lisanslar, aynı zamanda ortaya çıkan işlemenin kopyalarının dağıtılmasına ve icrasına da izin verir. Karanlık madde Karanlık madde, astrofizikte, elektromanyetik dalgalarla (radyo dalgaları, gözle görülebilen ışık, x-ışınları, vb.) etkileşime girmeyen, varlığı yalnız diğer maddeler üzerindeki kütle çekimsel etkisi ile belirlenebilen maddelere denir. Karanlık maddelerin varlığını belirlemek için gök adaların döngüsel hızlarından, gök adaların diğer gök adalar içerisindeki yörüngesel hızlarından, geri planda yer alan maddelere uyguladığı kütle çekimsel mercekleme özelliğinden ve gök adaların içerisindeki sıcak gazların sıcaklık dağılımından yararlanılır. İncelemeler, gök adalarda, gök ada gruplarında ve Evren'de, görülebilen maddelerden çok daha fazla karanlık madde olduğunu göstermektedir. Karanlık maddelerin bileşenleri tamamen bilinmemekle birlikte, WIMP'ler, aksiyonlar, sıradan ve ağır nötrinolar, gezegenler ve sönmüş yıldızlara birlikte verilen isim MACHO'lar ile ışıma yapmayan gaz bulutlarından oluşur. Evrendeki kütleçekimsel enerjinin incelenmesi sonucu, varsayılan toplam enerji yoğunluğunun sadece %4'ünün doğrudan gözlemlenebilir maddelerden oluştuğu gözlemlenmiştir. Yine bu toplamın %22'sinin karanlık maddeden oluştuğu hesaplanmaktadır. Kalan %74'ünün ise evrene dengeli bir şekilde yayılmış olan karanlık enerjiden oluştuğu kabul edilir. "Karanlık madde" kavramı, ilk olarak 1932'de Jan Hendrik Oort ve 1933 yılında, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsünden İsviçreli astrofizikçi Fritz Zwicky tarafından öne sürülmüştür. Fritz Zwicky'nin gözlemi ve iddiası kırk yıl boyunca hiçbir ortamda ciddiye alınmamıştır. Karanlık maddenin varolduğuna dair en güçlü kanıt olan Sarmal Gök ada eğilimleri, 1970 yılında Washington Carnegie Enstitüsü'nde Vera Rubin ve arkadaşları tarafından ileri sürülmüştür. Vera Rubin de Fritz Zwicky ile benzer bir kaderi paylaşarak, uzun yıllar ciddiye alınmamış, hiçbir ciddi yayın organı çalışmalarına yer vermemiştir. Master ve doktora tezleri de daha önce reddedilmiş olan Vera Rubin için bu durum pek şaşırtıcı olmamıştır. Onlarca yıl sonra, bugün hemen hemen tüm astrofizikçiler karanlık maddenin varlığını kabul ede
rler. Ağustos 2006'da yayınlanan, 150 milyon yıl önce gerçekleşmiş olan iki gök ada kümesinin çarpışmasına dair gözlem, karanlık maddelerin varlığına dair daha somut bir kanıt oluşturmuştur. Çarpışma sırasında sıcak gazlar arasında bir etkileşim olmuş ve daha sonra merkeze yaklaşmışlardır. Gök adalar ve karanlık madde etkileşime girmemiş ve merkezden uzak kalmışlardır. İki şekilde karanlık maddenin ortaya çıktığı sanılmaktadır: Baryonik karanlık madde ve Baryonik olmayan karanlık madde. Evrenin kütlesinin yüzde 90'ını oluşturduğu varsayılmakla birlikte, karanlık maddenin henüz astronomlar için sırrı çözülmüş değildir. 1970'ler Evren'deki maddenin yüzde doksanının görünmez olduğunun keşfedilmesiyle karanlık madde iddialarının güçlendiği yıllar olmuştur. Karanlık maddenin varolduğu varsayılmakta, ancak ne olduğu konusunda çok az açık bilgi vardır. Karanlık maddenin varlığına ilişkin en önemli kanıt, 1970'li yıllarda Washington Carnegie Enstitüsü'nden Vera Rubin ve arkadaşları tarafından ortaya konulmuştur. Bu grup gök ada dönme eğrileri adı verdikleri, gök adadaki yıldız ve gazların gök ada merkezi etrafındaki yörünge hızları ile bunların merkeze olan uzaklıklarını bir grafik üzerinde gösterdi. Eğer bir sarmal gök adada, Samanyolu gök adasında olduğu gibi, kütle; galaktik maddenin görünen durumuna göre dağılmışsa, Güneş sistemindekine benzer, hızlı bir hız azalmasının görülmesi gerekir. Çünkü kütlenin büyük bir yüzdesi merkezdeki şişkin bölgede toplandığından, haloda çekim çok zayıf olacaktır. Bunun sonucu olarak merkezden uzaklaştıkça, yıldız hızları azalacak ve gök ada dönme eğrisi hızlı bir düşme gösterecektir. Fakat Samanyolu, Andromeda ve diğer sarmal gök adalarda durumun böyle olmadığı görülmektedir. Bu gök adaların gök ada dönme eğrilerinde, hız düşmesi yerine, düz bir gidiş kendini göstermektedir. Başka bir ifade ile, yıldızların hızları halo boyunca sabit kalmaktadır. Böyle bir durumun anlamı şudur: Bu gök adaların her birinde kütlenin büyük bir yüzdesi merkezdeki şişkin bölgede toplanmış olmayıp, gök ada içinde baştan sona düzgün bir şekilde yayılmıştır. Bu ise ancak gök ada halesinde önemli miktarda karanlık maddenin var olması ile mümkündür. En büyük ölçeklerde artık kütle çekimine bağımlı cisimler yoktur. Ama galaksilerin dağılımı da tam anlamıyla düzgün değildir. Evrenin ilk dönemlerinden beri küçük de olsa birtakım yoğunluk dalgalanmaları varlıklarını sürdürmüştür. Kritik yoğunluğa neden olan karanlık madde, galaksi kümeleri ve süperkümelerinin üzerindeki ölçeklerde pekâlâ düzgün dağılmış olabilir. Bununla birlikte, en azından karanlık maddenin bazı türlerinin, daha büyük ölçeklerdeki yoğunluk dalgalanmalarında bir rolü olmalıdır. Yalnızca galaksileri sayarak ışıma gücü yoğunluğunu ölçmek karanlık maddenin katkısını göz ardı etmek demektir. Oysa 10 ya da 100 megaparsekten daha büyük ölçeklerde Evren'deki karanlık maddeyi ölçmenin yöntemleri vardır. Minik dalgalanmalar nedeniyle yoğunluğun fazlalık gösterdiği yerlerde çevredeki madde üzerinde hafıf bir çekme etkisi, yoğunluğun az olduğu bölgelerde ise çevredeki madde üzerinde hafif bir itme etkisi olur. Bu etki, kendisini çevremizdeki galaksiler üzerinde düzgün Hubble genişlemesinden küçük sapmalar şeklinde gösterir. Eğer galaksilerin normal Hubble akışından farklı olan bu "özel" hızları ölçülebilir ise, karanlık maddenin dalgalanan bileşeninin izi bulunmuş demektir. Bu anlamda TullyFisher bağıntısının özel bir önemi vardır. L α vrot4 olarak ifade edilen, galaksinin ışıma gücü ve dönme hızı arasındaki bu bağıntı, galaksinin uzaklığının bir ölçüsünü verir. Hubble yasasına göre kırmızıya kaymadan da bir uzaklık bulunur. Bununla birlikte, kırmızıya kayma yoluyla hesaplanan uzaklık, galaksinin özel hızının Hubble hızına eklendiğine mi yoksa çıkarıldığına mı dayanarak gerçek uzaklıktan büyük ya da küçük olabilir. Binlerce galaksi için bu iki uzaklık karşılaştırılarak, 100 megaparsek uzaklığa kadar özel hız dağılımının bir haritası çıkarılabilir. Bu hareketlere var olan tüm madde neden olduğundan, ışıyan ya da karanlık tüm maddeyi ortaya çıkarmak mümkün oluyor. İlk sonuçlar, gözlenen hızda kütle hareketleri için yaklaşık olarak kritik yoğunluğa eşit miktarda bir karanlık madde olması gerektiğini gösteriyor. Bu hareketlerden sorumlu dev madde yoğunlaşmaları olduğu için, bu kütle akışlarının kaynakları, oldukça duyarlı bir biçimde bulunabilir. Bizden yaklaşık 40 megaparsek uzaklıkta bulunan en yakın yoğunlaşmaya 'Büyük Çekici' adıverilmiştir. Eğer gerçekse, Büyük Çekici'nin bir düzine zengin galaksi kümesinin içerdiğinden daha fazla sayıda galaksi içermesi gerekir. Galaksi düzlemimiz Büyük Çekici'nin büyük bir bölümünü görmemizi engellediğinden galaksileri doğrudan doğruya sayamıyoruz. Kütle akışlarına yol açan başka galaksi komplekslerinin bulunma olasılığı da oldukça yüksektir. Halolarda yer alan olası astrofiziksel cisimler arasında yıldız enkazları, nötron yıldızları, beyaz cüce gibi sönük yıldızlar, hatta kara delikler ve küçük kütlelerinden dolayı hiçbir zaman yıldız olmayı başaramamış cisimler bulunur. Bu cisimler hemen hemen ya da tümüyle görünmez olduklarından karanlık madde için mükemmel adaylardır. Dahası, varlıkları kesin olarak bilindiğinden, MACHO'lar halodaki karanlık madde adayı olarak WIMP'lerden daha uygundurlar. 1993 yılında yapılan iki deneyde MACHO 'ların varlığı konusunda güçlü kanıtlar elde edilmiştir. Bu deneylerde kullanılan yöntem, çekimsel mercek etkisidir. Eğer bir MACHO, Dünya ile uzak bir yıldızı birleştiren doğrultuya çok yaklaşırsa, başka türlü görünmez olan MACHO 'nun kütle çekimi, yıldızın ışığını büken bir mercek gibi davranır. Yıldızın, birbirinden bir açı saniyesinin binde biri kadar uzaklıkta olan birçok görüntüsü oluşur ki bunu yeryüzünden gözlemek hemen hemen olanaksızdır. Bununla birlikte, Samanyolu halosu çevresinde yörüngesindeki hareketi sırasında MACHO bu doğrultuyu keserken arkadaki yıldız geçici olarak parlaklaşır. Buradaki düşünce arka plandaki yıldızlardaki parlaklaşma etkilerini ölçmektir. Burada iki temel güçlük söz konusudur. Çekimsel mercek olayını düşük gözlenme olasılığını aşabilmek için Büyük Macellan Bulutu'ndaki birkaç milyon yıldızı gözlemek üzere deneyler tasarlandı. Her yıldız bir yıl boyunca yüzlerce kez gözlendi. Kırmızı ve mavi filtre kullanılarak alınan verilerin ön incelemesi sırasında birçok karakteristik çekimsel mercek olayına rastlandı. Olay süreleri 30 ile 50 gün arasındaydı. Her ne kadar bilinmeyen uzaklık ve MACHO'nun bakış doğrultusuna yaklaşırken sahip olduğu hız gibi konularda belirsizlikler varsa da çekimsel mercek olayının süresi MACHO'nun kütlesinin bir ölçüsüdür. Olayın süresi, MACHO'nun Einstein halka yarıçapı adı verilen çekimsel merceğin etkili boyutunu katetmesi için gereken zamandır. Einstein halkasının yarıçapı, yaklaşık olarak MACHO'nun Schwarzschild yarıçapı ile uzaklığının geometrik ortalamasıdır. Büyük Macellan Bulutu 'nun yarı uzaklığında olan bir MACHO için bu uzaklık 55 kiloparseklik değerin yarısıdır. Einstein halka yarı çapıda yaklaşık olarak Dünya-Güneş uzaklığı kadar, yani 1 astronomi birimine eşittir. Mercek etkisi yaratabilmek için MACHO'ların mercekten daha küçük boyutlu olmaları gerekir, yani MACHO'ların boyutları 1 astronomi birimi ya da kabaca bir kırmızı devin yarıçapı kadar olmalıdır. Gözlenen olaylar, yüzde birkaçlık yanılma payı ile karanlık maddenin MACHO modelinin öngördüğü kadardır. Olay süreleri tipik kütle olarak 0,1 M değerini vermekle birlikte bunun üç katı kadar bir belirsizlik de söz konusudur. Çekimsel mercek çalışmaları sürüyor ve doğruysa, MACHO yorumları belli sonuçları öngörüyor. Daha kısa süreli çok daha fazla sayıda olay meydana gelmeli ve daha zayıf olaylarda gözlenmelidir. Çekimsel mercek olayı gösteren yıldızlar rastgele seçilmektedir, bu nedenle de yapısal olarak değişken olan özel yıldızlar tercihli olarak gözlenip astronomların kafalarının karışmasına yol açmamış olmalıdır. Daha fazla veri toplandıkça bunların tümü açıklığa kavuşacaktır. Karanlık maddenin yapısı hakkında dikkate değer bir ipucu olarak, büyük patlama sırasında yaratılan, hidrojenin iki katı kütleye sahip olan ve döteryum adı verilen hidrojen izotopunun bolluğuna bakarız. Helyumun tersine, döteryum çok kırılgan bir elementtir. Güneş'in içindeki sıcaklığın çok altında olan bir milyon derece kelvinde yanar. Şimdiye kadar, galaksinin oluşumundan arta kalan ilkel döteryumun önemli bir kısmı yıldızların içinde başka elementlere dönüşmüştür. Bu, gözlemle de doğrulanmaktadır: yıldızlar arası bulutlar ve nükleer yanmayı başlatacak kadar sıcak bir çekirdekleri olmayıp güçlerini kütle çekiminden alan yıldızlarda döteryum vardır, ama evrimlerinin ileri evrelerindeki yıldızlarda hiç döteryum bulunmaz. Büyük patlamada ne kadar döteryum yaratıldığını hesaplayabilmek için, o zamandan günümüze kadar ne kadar döteryumun yok olduğunu tahmin etmek gerekir. Büyük patlamadan beri izotopun yüzde kaçının yok olduğunu hesaplayabilmek için Jüpiter'in atmosferinde bulunan döterlenmiş moleküllerin bolluğuyla yıldızlar arası bulutlarda bulunan döteryum bolluğunu karşılaştırarak izotopun yok olma hızı bulunur. Döterlenmiş molekül, bir hidrojen atomunun döteryum atomuyla yer değiştirdiği moleküle verilen addır. Örneğin, döterlenmiş ya da ağır su HDO biçiminde yazılabilir. Jü-piter'de saptanan dötereyum, 4.6 milyar yıl önce, Güneş sisteminin oluşumu sırasındaki yıldızlararası gazın yapısını örneklemektedir. Jüpiter'de %0.002 olarak saptanan döteryum bolluğu, galaksinin geçmişteki yaşamı boyunca doğan ve ölen yıldızların için-de işlenen gazlardan oluşan yıldızlararası bulutlardaki bolluğunun yaklaşık iki katıdır. Hubble Uzay Teleskobu ile yapılan gözlemler ve geçmişteki uydu deneyleri, yıldızlararası bulutlarda bulunan atom halindeki döteryum bolluğunun Jüpiter'de saptanandan, bir başka deyişle 6.6 milyar yıl önce galaksimizde bulunandan daha düşük olduğunu gösteriyor. Döteryumun net eğilimi konusunda yanılmamız olanaksız: döteryum zamanla azalıyor. Yıldızlar yeni enerji kaynağı ü
retmeyip döteryum yaktıklarından, bu beklenen bir şey. Ama yıldızlar arası gazların tümü yıldızların sıcak çekirdeklerinden geçmedikleri için büyük patlamada yaratılan döteryumun bir bölümü hâlâ varlığını sürdürüyor. Döteryumun yıldızlar tarafından yok edildiği göz önüne alındığında, galaksi öncesi döteryumun hidrojene göre bolluğu %0.01 olarak bulunuyor. Büyük patlamada üretilen hafif elementler yalnızca helyum ve döteryum değildir. Lityum çok daha enderdir ve döteryum gibi o da yıldızlar tarafından yok edilir. Lityum aslında T Tauri yıldızlarında ölçülür. Adını Taurus (Boğa) Takımyıldızı'ndaki bir ilk ör-nekten alan bu yıldızlar çok genç, enerjisini kütle çekiminden alan ve genellikle yoğun yıldızlararası gaz bulutları içine gömülü olarak bulunan yıldızlardır. Böyle yıldızların gaz hareketlerinin yoğun olduğu çalkantılı atmosferlerinde lityum bolluğu yüksektir. Yalnızca yıldızlar tarafından yok edilen bu element yıldızların gençliğinin kesin bir göstergesidir. Yıldız yaşlandıkça lityum yok olur. Evrimin erken dönemlerinde atmosferdeki kütlesel gaz hareketleri sonucunda yıldızın daha sıcak iç bölgelerine taşınan lityum, burada sistematik olarak yanar. Güneş gibi orta yaşlı bir yıldızın atmosferinde saptanabilecek ölçüde lityum bulunmaz. Lityum hem büyük patlama, hem de yıldızlararası bulutlara giren kozmik ışınlarca üretilmiştir. Kozmik ışınlar, yıldızlararası karbon, azot ve oksijen molekülleri ile rastgele çarpıştıklarında nükleer reaksiyon başlatan yüksek enerjili parçacıklardır. Bu ağır atomlar parçalanır ve çevreye lityum çekirdekleri saçılır. Bu sürecin habercisi, yaratılan iki lityum izotopudur. Bunlardan birinin kütlesi 6, normal lityum izotopu olan diğerinin kütlesi ise 7'dir. Popülasyon II'deki en yaşlı yıldızlar, hidrojene göre on milyonda bir oranında lityum bolluğu gösterirler. Bu bolluk, demir gibi diğer elementlerin bolluklarından bağımsız gibi gözüküyor. Dahası, lityumun çoğunluğu 7 kütleli izotoptur. 6 kütleli lityum çok enderdir. Bunun tersine, genç Popülasyon I yıldızlarında 10 kat daha fazla lityum ölçülüyor. Bu genç yıldızlardaki lityumun kozmik ışın kaynaklı olduğuna inanılıyor. En büyük olasılık, lityumun, bu yıldızların içinden doğduğu yıldızlar arası bulutta kozmik ışınlar tarafından üretilmiş olması. Lityumun yaratılışı ve yok oluşu ile ilgili olarak tutarlı bir tablo oluşmuştur. Oldukça güvenli bir biçimde, halo yıldızlarında gördüğümüz lityumun büyük patlama sırasında üretilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Büyük bir olasılıkla baryon dışı kökenli karanlık maddenin üstün olduğu sonucunu çıkarabiliyor olmamıza karşın, lityum, döteryum ve helyum bollukları minimum bir miktar baryon kökenli maddenin varlığını gerektirmektedir. Bu miktar, gökadlarda doğrudan ölçülenden çoktur. Buradan da, kritik yoğunluğun yüzde birkaçlık bölümünün baryon kökenli olması gerektiği sonucunu çıkarıyoruz. Baryonik olmayan karanlık madde iki ana kategoriye ayrılır; Soğuk karanlık madde parçacıkları, aynı zamanda WIMP olarak da bilinirler, tipik olarak HDM parçacıklarıyla karşılaştırıldıklarında daha fazla madde miktarı içerirler ve daha düşük hızlarla hareket ederler. Kilit farklar, yapı oluşumu ile ilgilidir. Soğuk karanlık madde parçacıklarından çok daha hafif olan sıcak karanlık madde parçacıkları rölativistik (ışık hızına yakın) hızlarda seyahat ederler. Bilinen üç tip nötrinolar ve onların karşılığı olan antinötrinolar HDM’ler için bilinen adaylardır. n ve n HDM olarak bilinirler, ancak deneysel açıdan n’nin kütlesi yeterince küçük değildir. İlkel Evren'in olası kalıntıları kararsız, zayıf etkileşimli parçacıklardır. Bir örnek, eğer varsa bile çok küçük bir kütleye sahip olan nötrinodur. Normal olarak nötrinonun kütlesiz olduğu varsayılsa bile sınırlı bir kütleye sahip olması da akla yakındır. Büyük patlamadan arta kalan o kadar çok sayıda nötrino vardır ki, 50 eV'lik, yani elektronun on binde biri kadar bir kütle Evren'in kapalı olmasını sağlamaya yeter. Birçok ülkede nötrinonun kütlesini saptamaya yarayan deneyler yürütülmekteyse de şu anda bu deneyler sonuçsuzdur. Trityum bozunma deneylerinden elde edilen elektron nötrinosunun kütlesinin üst sınırı için şu anki değer yaklaşık 10 eV civarındadır. Diğer nötrino türlerinin kütleleri daha büyük olabilir. Soğuk karanlık maddenin tam kütlesi parçacıkların diğer maddelerle etkileşim gücüne ve parçacıkların birbirlerinin çiftlerinden ayrıldıkları zamanki Evren'in sıcaklık ve zamanına bağlıdır. CDM parçacıkları birbirleri ile kütlesel çekim yoluyla etkileşirler ve diğer maddelerle zayıf normal bir etkileşimde bulunurlar. Kütle ortalaması 1GeV/c civarındadır. Güneş civarındaki madde yoğunluğu, diskin oldukça dışına taşan, ışıma gücü yüksek yıldızların düzgün bir biçimde örneklenmesi yoluyla ölçülür. Bu yıldızların ortalama hızları ve bunların diskten dik olarak kat ettikleri uzaklıklar, bu yıldızları diskin içinde tutan kütle çekimi kuvvetinin bir ölçüsüdür. Bu kuvvetin büyüklüğünden bu kadar kütle çekimi uygulayan maddenin yoğunluğu hesaplanabilir. Bu yoğunluk gözlenen yıldız sayısıyla karşılaştırıldığında, yıldızların sayısının, hemen hemen olması gerekenin yarısı olduğu bulunur. İşte bu, Güneş çevresindeki karanlık maddenin varlığı konusundaki ilk ipucudur. Önümüzdeki yıllarda, sıcak gazların yaydığı X-ışınları kullanılarak, karanlık maddenin bir dağılım haritası çıkarılacaktır. Büyük gök ada kümelerinin içinde ve bazı gök ada kümelerinin merkezinden 5-10 milyon ışık yılı uzaklıklara kadar yayılan çok sıcak gaz bulutları saptanmıştır. Aşırı sıcaktan dolayı dağılıp gitmesi gereken gazın, görünmeyen maddenin çekim kuvveti tarafından bir arada tutulduğu açıktır. Gökbilimciler gazın dağılımından geriye doğru giderek bu gazı bir arada tutan kütle çekim kuvvetini ve bu çekim kuvvetini yaratan karanlık maddenin dağılımını ortaya çıkarabiliyorlar. Önümüzdeki yıllarda Alman X-ışın uydusu ROSAT, Japon X-ışın uydusu Astro-D ve Amerikan uydusu AXAF, gök ada kümelerindeki sıcak gaz dağılımının gittikçe daha iyi haritalarını yapacaklardır. Son iki uydu, gazın aynı zamanda sıcaklığını da ölçebilecektir. Karanlık maddeyi ölçümlemenin yeni yöntemlerinden biri de çekimsel mercek olgusunu kullanır. Kütle çekimi maddeyi olduğu gibi ışık ışınlarını da çeker. Bu nedenle kuasar gibi uzak bir kaynaktan yayılan ışık, Dünya'ya doğru yolculuğu sırasında yolu üzerindeki madde tarafından bükülür. Aradaki bu madde, kuasarın görüntüsünü dağıtabilir veya yeniden biçimlendirebilir. Kuasar görüntülerindeki bozulmaları incelemek yoluyla gökbilimciler, bu bozulmaya neden olan maddenin dağılımını, karanlık madde gibi görünmez olsa bile anlayabiliyorlar. Çekimsel merceklerin ilk kez keşfedildiği 1979 yılından bu yana on kadar çekimsel mercek bulundu. Önümüzdeki yıllarda ise çekimsel mercek olgusu, karanlık maddenin doğasını anlamak ve haritasını çıkarmaya yönelik güçlü bir araç olarak kullanılacak. Şimdiden böyle bir program AT&T Bell Laboratuvarları'ndan Anthony Tyson ve başkaları tarafından başlatılmış durumdadır. Bazı gökbilimciler karanlık maddenin büyük gezegenlerden oluştuğunu ileri sürüyorlar. Büyük gezegenler, tam anlamıyla görünmez değildir; düşük şiddette kızılötesi ışınım yayarlar. SIRTF, karanlık maddenin gizlenmiş olabileceği, gök adamızın uzak noktalarındaki kızılötesi yayan gezegenleri bulabilecek ölçüde duyarlı olacaktır. Karanlık madde, parçacıklardan oluşmuş topaklar olan gezegenler yerine bu parçacıkların kendilerinden oluşmakta olabilir. Bu olasılıklar, parçacık fizikçilerinin hayal güçlerini harekete geçirmiştir. Düzinelerce parçacık, hatta laboratuvarda hiç gözlenmemiş parçacıklar öne sürülmüştür. Aksiyon veya fotino gibi adlar alan bu hayal ürünü parçacıklar atom-altı fiziğin yeni teorilerine dayanılarak öngörülmektedir. Bununla birlikte, bu yeni parçacıkların özellikleri belirsizdir. Tüm bilinen, hiçbir zaman görülemediğinden, bu parçacıkların diğer maddeler üzerindeki etkilerinin çok zayıf olduğudur. Eğer karanlık madde gerçekten bu egzotik parçacıklardan oluşuyorsa, o zaman bu parçacıklar uzaydan daha çok laboratuvarlarda tanımlanabilir. Son birkaç yıl içinde bu varsayılan parçacıkların bazılarını aramak üzere ilk detektörler yapıldı. Parçacıkların utangaç olmasından dolayı deneyler son derece zorludur. Eğer bu parçacıklar gerçekten varsa, onları bulabilmek için gelecekte yapılacak detektörlerin duyarlılığının günümüzdekilerden yaklaşık yüz kat daha fazla olması gerektiği hesaplanmaktadır. Eric Cantona Éric Daniel Pierre Cantona (d. 24 Mayıs 1966 Marsilya), Santrafor mevkinde forma giymiş Fransız eski futbolcudur. Éric Cantona, 1987-1995 yılları arasında Fransa millî futbol takımı formasını 43 kez giymiş ve 20 gol atmıştır. 2011 sezonunda New York Cosmos'un futbol idaresi efsane ismi Eric Cantona'ya emanet edildi. Manchester United'da yıldızlaşan Cantona, uzun bir aradan sonra futbola yönetici olarak geri dönmüş oldu. Futbol sahası dışında da farklı bir stili olan Éric Cantona, futbol oynadığı dönemde dahi kendine ait tiyatro grubunda oyunlara çıkardı. Futbolu bıraktıktan sonra pek çok reklamda ve sinema filmlerinde rol almaya başladı. 2006 FIFA Dünya Kupası öncesi spor markası Nike'in öncülüğünü yaptığı "Joga Bonito" (Portekizce: Güzel oyna) kampanyasının reklamlarında sözcü olarak görev aldı. Nike'ın 2006 yılında başlattığı reklam kampanyasında Ronaldo, Ronaldinho, Thierry Henry, Cristiano Ronaldo, Zlatan Ibrahimovic ve Wayne Rooney, gibi yıldız isimlerin yanı sıra Cantona da yer almıştır. Akımın amacı dünyanın her yerinden yetenekleri bir noktada buluşturmaktır. cantona saha içinde agresif futboluyla tanılır ve mac öncesi forma yakasını yukarı dogru her zaman katlar bu horozlar icin özgü birsey olup fransayı temsil etmektedir dünyada çok hayranı bu tarzını beğenip yapmıştır. Muhalif kişiliğiyle tanınan sporcu Fransa çapında emeklilik yaşının artırılmasını isteyen reforma karşı yapılan eylemlerle ilgili olarak 22 Kasım 2010 tarihinde yaptığı açıklamada sokak gösterilerinin yerine tüm eylemcilerin banka hesaplarındaki paralarını çekmelerini salı
k vermiş, bu şekilde tüm ekonomik sistemin çökertilebileceğini iddia etmiştir. İsmail Soyberk İsmail Soyberk (d. 1954, İstanbul), Türk müzisyen, basgitarist. 1977 yılında müzik çalışmalarına başladı. Kocaeli Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldu. 1982 yılından itibaren stüdyo müzisyenliği yapmaya başladı. Sezen Aksu, Joan Baez, Aziza Mustafa Zadeh, Erkan Oğur, Hasan Cihat Örter, Eşref Ziya ve daha birçok sanatçıyla Türkiye ve dünya turneleri yaptı. 1978'li yıllarda Edip Akbayram ve Dostlar Orkestrası'nın kurucuları arasında yer aldı. 2006 yılında, gitarda Barış Bölükbaşı, syntesizerda Mert Topel ve davulda Bülent Ay'dan oluşan kendi müzik grubu Fenomen ile aynı adı taşıyan ilk albümünü çıkarttı.1973-1974 yıllarında İhsan Seyfi Özulu (Keman-Gitar), İlhan Sami Özulu (Viola-Gitar), Rahmi Akgün (Davul) ve Hüseyin Haklı (Akustik Gitar-Flüt) yeraldığı EVRİM 5 grubunda Bass Gitarist olarak yer aldı. Ortaokul ve liseden sinif arkadasi olan İlhan Sami Özulu ile birlikte kurdugu Grup Evrim'de 1978-1990 yılları arasında basgitar çaldı ve şarkı söyledi. 80'li ve 90'lı yıllarda binlerce albümde stüdyo bascılığı yapmış olan Soyberk,2000'li yıllarda müzik camiasının krize girmesi ile önemli ölçüde piyasa albümlerinden uzaklaşmıştır. Uzun yıllar Ken Smith 5 telli bas kullanmış müzisyen daha sonraları,2007 senesinden beri Musicman 5 tel bir bas ile çalışmalarına devam etmektedir. Lapta Lapta (Yunanca: Λάπηθος / Lapithos), "de jure" olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Girne Bölgesi'nde ve "de facto" olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne İlçesi'nde yer alan bir kasabadır. 2006 için nüfus tahminleri 5.500'dir. Bu kent Girne'nin batısında, Selvili tepesinin (Beşparmak Dağları'nın en büyük dağı) kuzeyinde, Girne-Güzelyurt yolu üzerinde yer almakatadır. Kasaba bir turizm bölgesidir. Oteller bölgesinde Hotel Sempati Chateau Lambousa, La siesta Hotel, Celebrity Hotel L.A. Hotel & Resort, Club Lapethos, Club Alda, ve Manolya Hotel'dir. Lapta bölgesinde restoranlar, süpermarketler, posta ofisi, barlar ve eğlence mekânları bulunmaktadır. Bölgede yaklaşık 1000 civarinda Alman ve İngiliz uyruklu nüfus yaşamaktadır. Lapta bölgesinde 12 ay turizm yapılmaktadır. Dalgıclık, yürüyüş turları, at gezi turları mevcuttur. Sadece Kıbrıs'ta yetişen bir tür lale olan Medoş Lalesi (Kıbrıs Lalesi)'ni korumak adına her yıl mart ayında Medoş Lalesi Festivali düzenlenir. Erenköy, Kıbrıs Erenköy (Yunanca: Κόκκινα / Kokkina), "de jure" olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Lefkoşa Bölgesi'nde ve "de facto" olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Dillirga yöresinde bir kasabasıdır. Erenköy ile KKTC toprakları arasında kara bağlantısı bulunmamaktadır. Bunun sebebi Erenköy Direnişi'dir. Kasaba Birleşmiş Milletler sınırı ile çevrilidir. Erenköy'ün halkı Türk'tür. Bu yerleşim biriminde 13 asker mezarı bulunmaktadır. Bu 13 asker Türkiye ve Kıbrıs Türkleri her sene bir kez bir tören ile anılmaktadır. Erenköy'de sivil halk yaşamamakta ancak Türk askerleri bulunmaktadır. İskele, Kıbrıs İskele (Yunanca: Τρίκωμο / Trikomo) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İskele İlçesi'nin yönetim merkezi. 2006 nüfus verilerine göre burada 21.978 kişi yaşamaktadır. 1975'de yerli Türk halkı Larnaka kentinin İskele semtinden göç ederek buraya yerleştiler. Panagía Theotókos, 'Agios Iakovos'-Kilisesi. Yeni Erenköy Yeni Erenköy (Yunanca: Γιαλούσα / Yialusa), "de jure" olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Mağusa Bölgesi'nde ve "de facto" olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İskele İlçesi'nde yer alan bir kasabadır. 2006 nüfus verilerine göre burada 1640 kişi yaşamaktadır. Buradaki halk plajı kasabanın turistik açıdan görebilecek bir yeridir. Burada yaşayan halk, el sanatları ve küçük sanayinin yanı sıra, tütün, zeytin ve keçiboynuzu üretim ve ticaretiyle geçinmektedir. Geçitkale, Mağusa Geçitkale (Yunanca: Λευκόνοικο / Lefkoniko), "de jure" olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Mağusa Bölgesi'nde ve "de facto" olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Gazimağusa İlçesi'nde yer alan bir kasabadır. Belediye ile yönetilmekte olup belediye başkanı Hasan Öztaş'tır. Toplam nüfusu "2006" itibarıyla 1269'dur. Ziyamet, Kıbrıs Ziyamet (Yunanca: Λεονάρισσο / Leonarisso), "de jure" olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Mağusa Bölgesi'nde ve "de facto" olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İskele İlçesi'nde Mehmetçik ile İskele arasında yer alan yaklaşık 1.700 nüfuslu bir beldedir. Bölgenin büyük telefon santralı burada bulunmaktadır. Karpaz yönüne giden tek otoyolun kesişme noktasındadır. Bölgenin eski Türk yerleşim yerleri olan köylere geçişte bir köprü durumundadır. Ayrıca, eşsiz güzellikte deniz ve kumsalı da bulunmaktadır. KKTC'de Antepfıstığı sadece bu bölgede yetişir. Bunun yanı sıra, zengin üzüm bağları vardır. Köyde, Barış Gücü'ne ait bir gözleme postası bulunmaktadır. Belediyesi olmayan yaklaşık 7 köyün çocuklarının birleştiği büyük bir ilkokula sahip olan köyün nüfusunda her geçen gün azalma yaşanmaktadır. Köy, geçen yıllarda Yenierenköy belediyesine bağlanmış olup gerekli bakım ve onarımlar Yenierenkoy belediyesince karşılanmaktadır. Kredi Kredi, bir kimseye belirli bir süre sonra geri almak kaydıyla satın alma gücü sağlanması veya bu gücün devredilmesi olarak tanımlanır. Bu sözü edilen nakdi kredi tanımıdır. Ancak bankalar bir tüzel ya da gerçek kişi lehine garanti ve kefalet vererek de kredilendirme yapabilir. Buna da gayrinakdi kredi denir. Latince'de inanma, güven anlamına gelen "credere" sözcüğünden gelir. Bankalar nakdi kredilerden faiz ve komisyon gelirleri, gayrinakdi kredilerden de verilen garanti ve kefaletin belirli oranlarında komisyon geliri alarak gelir kaydederler. Nakdi krediler banka bilançosunun aktif kaleminde yer alırken, gayrinakdi krediler ise teminat ve taahhütten ibaret olduğundan bilanço dışında, nazım hesaplar olarak takip edilir. Diğer yandan kredi iki taraf arasında gerçekleşen bir hukuki sözleşme olarak da açıklanabilir. Bu sözleşmede taraflar, kredi açan taraf ve kredi açılan taraftır. Kredi sözleşmeleri, konu itibarıyla çok yönlü sözleşmelerdir. farklı biçimlerde olabilir. Kredi hesaplama, kredi arayan herkesin öncelikle yapması gereken işlemdir. İnternet üzerinden kredi hesaplamasına imkan veren online hesaplama araçları, sizin konut kredisi hesaplama ya da ihtiyaç kredisi hesaplama gibi ihtiyaçlarınızı en hızlı ve kolay şekilde yapmanızı sağlar. Gerçekleştirdiğiniz kredi hesaplama işlemleri, kredi başvurusu yapmadan önce faiz, masraf gibi detaylar konusunda da ayrıntılı bilgi sahibi olmanızı sağlamaktalar. Turgut Cansever Turgut Cansever (12 Eylül 1921, Antalya - 22 Şubat 2009, İstanbul) Türk mimar, şehir plancısı, düşünür. Dünyada üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü almış tek mimardır. ""Bilge Mimar"" da olarak anılır. Kent, imar, koruma alanlarında pek çok görev almış, Beyazıt Meydanı'nı tasarlamıştır. Türkiye'deki ilk sanat tarihi doktora tezinin sahibidir. 1920 yılında Antalya'da doğdu. Doktor Hasan Ferit Bey ile eşi Saime Hanım'ın beş çocuğundan en büyüğüdür. Babası Doktor Hasan Ferit Bey, Kasımpaşa Turabi Tekkesi şeyhi ve Bab-ı Ali'nin üst düzey bürokratlarından birisi olan Şeyh Ali Efendi'nin oğlu idi. Bürokrat olmak yerine tıp okumayı seçen, savaş yıllarında Sina Cephesinde Sahra Başhekimliği yapan, Türk Ocakları'nın kurucuları arasında yer alan Hasan Ferid Bey; devlet ideolojisine muhalif kalmış, Ankara'da üst düzey görev tekliflerini reddederek Antalya'da, Adana'da sıtma mücadelesinde görev almayı tercih etmiş, Tavşanlı'da Bursa'da sürgün hayatı yaşamış bir fikir adamı ve doktordur. Annesi Saime Hanım ise Filibe kökenli bir öğretmendir. Halide Edip Adıvar'ın öğrencisi olarak yetişmiş, 19 yaşına geldiğinde gönüllü olarak Kudüs'te öğretmen olmayı kabul etmiş bir hanımdır. Turgut Canserver, ilkokulu Ankara ve Bursa'da okudu. İlkokul yıllarından sonra ailesi İstanbul'a taşınmıştı. Lise öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı. Okul ve sınıf arkadaşlarından bazıları Turan Güneş, Turhan Feyzioğlu, İlhan Usmanbaş, Avni Arbaş, Cihat Burak'tır. Ressam olmak düşüncesiyle girdiği İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde Halil Dikmen’le, Mazhar Şevket İpşiroğlu’yla, Sedad Hakkı Eldem’le tanıştı. Mimarlık öğrenimi görmeye karar verdi. Sedad Hakkı Bey'in yardımcısı oldu. Mimarlık öğreniminden sonra sanat tarihi doktorası yapmaya yöneldi. 1946 yılında derslere başladı ve İslam Sanatı tarihi hocası Ernst Diez onu çok etkiledi. 1949’da yazdığı “"Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları"” adlı doktora tezi, Türkiye’de yapılan sanat tarihi doktora tezlerinin ilkidir. Tezi için 14 Anadolu şehrini ve 111 yapıyı ziyaret etti. Eser, 2010 yılında ""Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları"" adıyla yayımlandı. Fransa'ya giderek bir süre Avrupa'yı dolaştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden “"Modern Mimarinin Sorunları"” adlı 1960 tarihli tezi ile doçent unvanını aldı. 1949 yılında Sadullah Paşa Yalısı’nın restorasyonu gerçekleştirdi. Bu, meslek yaşamının ilk önemli deneyimi oldu. 1951'de ortağı Abdurrahman Hancı ile birlikte ilk mimarlık bürosunu kurdu. Birlikte tasarladıkları Anadolu Kulübü Oteli, önemli eserlerindendir. Karatepe Açık Hava Müzesi, Diyarbakır Koleji, ODTÜ Kampüsü yarışma projesi, Türk Tarih Kurumu binası 1950'li yıllarda tasarlanmış çalışmalardandır. 1952 yılında Nilüfer Hanım ile evlendi çiftin Hasan, Emine ve Feyza (1961) isminde çocukları oldu ve mimarlık mesleğini seçtiler. Cansever 1958'de Beyazit Meydanı tasarımına başladı. Bu çalışma, onu kent, imar, koruma alanında mücadele vermeye yönlendirdi. Bu alanlarda kısa süreli pek çok görev aldı. Aldığı görevlerin bazıları şunlardır: 1959-1960’ta kuruluşunda bulunduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı ve 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü; 1974-1975’te Dünya Bankası İstanbul Metropol Planlama Projesi’ne başkanlık; 1974-1976 arasında Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Üyeliği; 1975-1980 arasında İstanbul Belediyesi’nde, 1979’da Ankara Beledi
yesi metropol planlama, yeni yerleşmeler, kent merkezleri ve koruma danışmanlığı. 1960'lı yıllar, Cansever'in Bodrum'la tanıştığı dönemdir. Kendisine 1980'de aldığı iki Ağa Han Mimarlık Ödülü'nden birisini getirecek olan Ertegün Evi restorasyonu Bodrum'la tanışmasının sonucudur. Türk Tarih Kurumu binası (1951-1967, Ankara, Ertur Yener ile birlikte gerçekleştirdiği) ve Ahmet Ertegün evi yenilemesi (1971-1973, Bodrum) ona 1980 yılında iki Ağa Han ödülü getirdi. Üçüncü ödülü ise 1992 yılında aldı. Bodrum'un 9 km. kuzeyindeki Mandalya Koyu'nda toplam 3 otel ve 500 evden oluşan; Emine Öğün, Mehmet Öğün ve Feyza Cansever ile gerçekleştirdiği Demir Evleri Projesi kendisine üçüncü Ağa Han Ödülü'nü getirdi. Üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü almış dünyadaki tek mimar oldu. 1983'te Mekke Üniversitesi'nde eğitim programı hazırlık danışmanı olarak çalıştı. Aynı yıl, Ağa Han Mimarlık Ödülü Master Jürisi'nde görev aldı. Cansever, doksanlı yıllarda yayım etkinliklerini sürdürdü. Pek çok makale yayımladı, yazı derlemelerini kitap haline getirdi. Anıtsal bir yapıt olan Mimar Sinan kitabını 2005 yılında yayımladı. 2007 yılında İstanbul'da, hakkında “"Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı"” başlıklı sergi açıldı. Küratörlüğünü Uğur Tanyeli ile Atilla Yücel'in yaptığı sergi, Türkiye'de arşiv belgesi niteliğinde malzemeye dayanarak yapılmış ilk retrospektif mimar sergisidir. 2000 yılında kalbine pil takılan ve 2008 temmuzundan itibaren yatağa bağlı tedavi gören Turgut Cansever, 22 Şubat 2009 günü İstanbul Kadıköy Çiftehavuzlar'daki evinde vefat etti. Turgut Cansever'in cenazesi 23 Şubat 2009 günü Fatih Camii'nde ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı'da toprağa verildi. Mimarlar Odası Mimarlar Odası 1954 yılında çıkarılan 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği yasası ile kurulmuştur. Yasa, Mimarlar Odasına şu görevleri vermektedir: 1980’li yıllara kadar çalışmalarını ülkenin üç büyük kenti İstanbul, Ankara ve İzmir’de kurulan şubeler ile yürüten Mimarlar Odası'nın bugün 21 ilde şubesi 79 kentte temsilciliği ve 145 kentte oda temsilcisi bulunmaktadır. FIBA Uluslararası Basketbol Federasyonu ya da yaygın adıyla FIBA (Fransızca: "Fédération Internationale de Basketball" Association), dünya basketbolunun en üst düzey yönetim organıdır. Uluslararası basketbol yarışmalarını yönetim sorumluluğu FIBA’dadır. Daha önce bilindiği haliyle "Fédération Internationale de Basketball Amateur", 1989 yılında resmi isminden "Amatör" kelimesini çıkartmış ancak kısaltmasını aynen korumuştur. FIBA, uluslararası basketbol kurallarını, kullanılacak ekipman ve mekanların özelliklerini belirler, sporcuların ülkeler arası transferlerini denetler ve uluslararası hakemlerin programlarını kontrol eder. 213 ulusal basketbol federasyonu FIBA üyesidir. 1989 yılından itibaren FIBA Afrika, Amerika, Asya, Avrupa ve Okyanusya olmak üzere beş bölgeye ayrılmıştır. FIBA, 1932 yılında Cenevre’de kurucu üyeler olan Arjantin, Çekoslovakya, Yunanistan, İtalya, Letonya, Portekiz, Romanya ve İsviçre öncülüğünde kurulmuştur. İki yıl sonra Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından tanınmıştır. Berlin’de yapılan 1936 Yaz Olimpiyatları sırasında federasyon, basketbolun kurucusu olan James Naismith’i, "Onursal Başkan" olarak duyurmuştur. FIBA, 1950 yılından bu yana erkekler Dünya Şampiyonası’nı, 1953’ten bu yana da Kadınlar Dünya Şampiyonası’nı düzenlemektedir. Her iki etkinlik de Yaz Olimpiyatları ile dönüşümlü olarak dört yılda bir gerçekleştirilmektedir. 1989 yılında FIBA kapısını ABD’nin NBA oyuncuları gibi profesyonellerin katılımına da açmıştır. Bu kararla birlikte "Fédération Internationale de Basketball Amateur" adını "Fédération Internationale de Basketball" olarak değiştirmiş, ancak "FIBA" kısaltmasını korumuştur. Federasyon merkezini 1956 yılında Münih’e taşımış, 2002 yılında tekrar Cenevre’ye dönmüştür. Çimen Çimen üzerinde otların büyüdüğü ve ziraat amaçlı kullanılmayan bir alan. Çoğunlukla bahçelerde ve parklarda hoş görünüşünden dolayı ya da üzerinde spor yapma amaçı ile stadyumlarda ve golf alanlarında yapılır. Çimenin en önemli özelliği kısa kesilmiş olmasıdır. Genelde 5–10 cm uzunluğunda bırakılır (Golf kortlarında 4-5 milimetre). 10 cm'den daha uzun otları olan alanlara kır denir. Avrupa'da tüketicilere belli bir kalite standardı garanti edebilmek için çimen için kullanılacak ot-tohumları karışımi Devlet kuruluşları tarafından kategorize edilip belirlenirler. Çimen için kullanıma en uygun olan -soğuk iklime sahip olan yerler için- çim türleri "Lolium", "Poa", "Festuca", "Agrostis" çimidir. Yersizyurtsuzluk Yersizyurtsuzluk, kavram olarak postmodernizmle birlikte öne çıkmış ve Postmodern felsefe'ler tarafından kuramsal alanda kavramsal statüye kavuşturulmuştur. En genel kullanımı "köksüzlük" anlamındadır, ve düşünce tarihindeki temelci, otantik, merkezci düşünce geleneğine karşı bir düşünce tarzının ifadesidir. Yersizyurtsuzluk bu anlamda göçebelik ve göçebe düşünce kavramlarıyla birlikte değerlendirilir. Belirgin olarak Gilles Deleuze ve Fellix Guatari'nin çalışmalarında bu kavramların kullanıldığı ve değerlendirildiği görülür.Onlara göre kapitalizm, yeni bir toplumsal düzenleme yoluyla mevcut yapıyı dağıtmakta, yurtsuzlaştırmaktadır. Kendi varlığını sürdürebilmek içinse yeniden yeryurt sahibi yapmaktadır; bütün kültürler bir yandan köksüzleştirilmekte ve öte yandan kapitalizmin varoluşu için yeniden yerleştirilmektedir. Ancak yersizyurtsuzluk kavramının bundan öte felsefe-içi anlam katmanları, düşüncenin kendisine dair anlamları vardır. Buna göre düşünmek bir kendini yerinde hissetmemek hali olarak gerçekleşir.Buna göre hiçbir teorinin nihai ve vazgeçilmez olması söz konusu olamaz. Düşüncelere, fikirlere, öğretilere yurt edinmek anlamında bağlanılmamak gerekir.Yersizyurtsuzluk "artık" bir yer ve yurt sahibi olamamak değil düşünmenin daha en başından itibaren "zaten" köksüz olması, yersiz ve yurtsuz olaması anlamındadır.Dahası, yersizyurtsuz düşünme yönelimi, belirli bir hakim düşüncenin kapanımına karşı direnir; cünkü o merkezsizdir ve gövdesizdir, belirli bir paradigma taraffından doğrudan kodlanıp merkezlenemez.Kök halinde bulunmakla birlikte hiçbir zaman köksalıp dalanıp budaklanmayı hedeflemez, yatay düzlemde yayılımıyla iktidar konumlarından sakınır. Yersizyurtsuzluk kavramının Friedrich Nietzsche, Theodor W. Adorno, Heidegger gibi düşünürlerde öncülleri; Foucault, Jacques Derrida, Deleuze ve Guattari gibi düşünürlerde kullanımı ve geliştirilmesi söz konusudur. Deleuze ve Guattari'nin Kök-sap ve organsız beden kavramları yersizyurtsuz düşüncenin bir önermesidir. Foucault, kendi kuramsal çalışmalarını ve geliştirdigi kavram ve kategorileri bir "alet-edevat kutusu" (tool-box) olarak tanımladığında yeryizyurtsuz düşüncenin bir örneğini vermektedir.Öte yandan Adorno'nun değişik bağlamlarda da (dil, düşünce) değerlendirilebilecek önermesi, "bugün insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur" (Minima Moralia) değişi, yersizyurtsuzluk fikrinin açılımlarından birini göstermektedir. Çeşitli açılımlar için bkz: Rastlantı Rastlantı, determinizmi ve nedensellik kuralını kabul etmeyen görüşe göre, yani her olayın muhakkak bir nedeni olmadığını ya da olayların bir neden-sonuç zinciriyle meydana gelmediğini varsayan görüşe göre, olayların nedensiz, gelişigüzel bir şekilde meydana gelişine verilen addır. Buna karşılık, nedensellik kuralını benimsemiş tüm fikri akım ve sistemler evrende “rastlantı “ diye bir fenomenin var olmadığı konusunda görüş birliğindedir. Ortak görüşe göre, her olay, determinizm (“her olayın birtakım nedenlerin sonucu olduğunu kabul eden felsefi görüş”) çerçevesinde,”nedensellik kuralı”nın (“her olayın birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olması kuralı”) işleyişiyle yani bir neden-sonuç ilişkisiyle meydana gelir. “Rastlantı” insanların nedenlerini bilemediği veya anlayamadığı olaylara yaptığı bir yakıştırmadır. Konuyla ilgili olarak Albert Einstein şu ünlü sözünü söylemiştir: "Tanrı zar atmaz" Rastlantı, iki veya daha fazla olayın aynı anda herhangi bir bilgiye, isteğe, kurala ya da kararlaştırılmış belirli bir sebebe dayanmaksızın gerçekleşmesidir. Bu olaylar beklenmedik ve birbirinden bağımsız paralellerde gelişirler, örneğin birini düşünüyorken o kişiden telefon gelmesi gibi, iki olay konuşulmadan, tesadüfi olarak gerçekleşmiştir. Rastlantı ve zorunluluğun ne olduğu felsefeci ve dilbilimcilerin bir hayli uğraştığı konulardan biridir. Genellikle rastlantının gelişen bütün olayların zorunlu sonucu olduğu, sadece bu sonuçların aynı anda gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğu söylenir.Garip diye tabir edilen rastlantılar kimi zaman parapsikoloji tezlerini ve komplo teorilerini ortaya çıkarır. Çi Çi veya Japoncadaki söylenişiyle Ki ; geleneksel Çin kültürü ve tıbbının temel kavramlarından biridir. Çi'nin mevcut olan her şeyde yer alan "hayat gücü" veya "spiritüel enerji" olduğuna inanılmaktadır. Genellikle "hava" veya "nefes" olarak yabancı dillere aktarılan bu terimin aslında tam bir karşılığı yoktur. Çince'de Çi'yi gösteren ideogram formu 氣 şeklindedir. Metafizik bir enerji tipi olarak Çi ve benzeri felsefi kavramlara dair ilki referanslar özellikle Asya'da pek çok inanç sisteminde yer almaktadır. Çin düşüncesinin en eski kayıtlarında çi kavramı ile ilgili ifadeler geçmektedir. Çin mitolojisinin önemli ilk dönem figürlerinden biri olan Huang Di veya Sarı İmparator, geleneksel Çin tıbbı olarak bilinen bu kültürü bir araya getirip, formalize eden kişidir. Çi, Çince'de pişirildiğinde pirinçten yükselen "buhar" şeklindeki bir ideogram ile gösterilir. Çi'nin Çince'deki ilk yazılışı kişinin soğuk bir günde görülen nefesini temsil eden üç dalgalı çizgi ile gösterilmekteydi. Daha sonraki ve günümüzdeki karaktere benzer şekildeki versiyonlarında ise aynı üç çizgi stilize edilmiştir. Değişik kültürlerde de Çinlilerin Çi diye tanımladıkları enerji şeklini tanımlamakta o kültürlerin dillerinden çeşitli kavramlar kullanılmıştır. Hatta Çi'
nin etimolojik kökeni ile diğer kültürlerdeki benzer ifadelerin etimolojik kökenleri arasında benzerlik de bulunmaktadır, örneğin Çi'nin nefesle ilişkilendirilmesine benzer şekilde Ruh kelimesi de nefesle ilişkilendirilmiştir. Ortadoğu dinlerinde Ruh,Hint dinlerinde Prana, Kelt ve Druid mitolojisinde Awen, beşeri düzeyde ifadesini bulan Tanrısal/İlahi "nefes"tir ve hemen hemen dünyadaki her şeyin bir ruhu vardır, tıpkı evrenin her yerinde ve farklı düzeylerde çi'nin bulunuşu gibi. Also related are the philosophical concepts of: Geleneksel Çin tıbbı teorilerine göre bedende batı dillerinde meridyen olarak çevirilen kanallar boyunca akan, Çi denilen bir hayat enerjisinden söz ederler. Farklı rahatsızlık belirtilerinin Çi'nin bu hareketinin engellenmesi, dengesizleşmesi ve bozulmasının bir sonucu olduğuna inanılır. Geleneksel Çin tıbbı farklı terapi teknikleri uygulayarak çi'nin eğer az ise miktarını yükseltmek, dengesiz ise dengeye oturtmak veya bozulduysa canlandırmakta ve böylelikle hastalıkları tedavi etmektedir. Bu teknikler arasında şifalı otlar, özel diyetler, egzersizler (Çigong, Tai Chi Chuan ve savaş sanatları eğitimleri gibi), yakı, blokajları temizlemek için masaj ve akupunktur yer almaktadır. Çi'nin organlarda aktif olduğu saat dilimleri Feng Shui denilen geleneksel Çin mekân düzenleme sanatı çi'nin akışı, beş elementin, yin ve yang'ın ve diğer faktörlerin birbirleriyle ilişkisi üzerine kuruludur. Mekânlardaki insan, hayvan, bitki ve eşyaların arasında bir çi akışının olduğu ve bu akışın engellenmesiyle, sağlık, enerji düzeyi, talih gibi alanlarda negatif etkilerin ortaya çıkacağı kabul edilir. Eşyaların rengi, biçimleri ve mekândaki konumları uygulayıcının enerji düzeyini doğrudan etkileyecek şekilde bu akışın yavaşlaması, yönlendirilmesinde kullanılır. Çi pek çok Çin, Kore ve Japonya kökenli savaş sanatlarında kullanılan merkezi bir unsurdur. Çi'nin geliştirilmesi savaş sanatçısına hem güç hem de uyguladığı sanatta doğal bir akış kazanmasını sağlar. Japon savaş sanatlarından Aikido'da Ki (Japonca'da Çi'ye verilen ad)özellikle önemlidir. Çi'nin Dan tien denilen alt karın bölgesindeki özel bir noktada depo edildiği kabul edilir. Savaş sanatçısı özel nefes teknikleri ve meditasyon yöntemleriyle bu enerjiyi sanatını icra ederken kullanır. Geleneksel kabulde savaş sanatlarındaki ustalık sadece teknik detaylardaki kusursuzlukla değil aynı zamanda ustanın kendi çi'sini kullanma derecesine de bağlı kabul edilir. Çi'nin günümüzde farklı şekillerde ifade edilen biyolojik işlevlere antik Çinlilerin verdiği bir adlandırma olduğuna inananlar vardır. Kendisi de bir Çigong ve Tai Chi eğitmeni olan Dr. Yang, Jwing-Ming'e göre Çi günümüzde biyoelektrik adıyla bilinen şeye Çinlilerin verdiğin isimdir. Çİ Biyoelektrik ten farklıdır Çi: metafizik geriliminin dışa yansımasıdır. Biyoelektrik ise vücudun kendi iç dengesinin bir sonucu olarak oluşan; temelinde minerallerin iyonize değişimleri vardır. Sağlıklı bir organizmanın biyoelektrik haritasını çıkarıp; hasta bir organizmanın biyoelektrik haritasını çıkarıp karşılaştırabilir sek tüm hastalıkların tedavisini bulabiliriz. Tüm hastalıkları tedavi edebiliriz. Elbe Nehri Elbe Nehri, Orta Avrupa'nın en büyük nehirlerinden biri. Çek Cumhuriyeti'nin kuzeyinde Polonya sınırına yakın 1400 m yüksekliğindeki Krkonoše (Giant) Dağı'nın zirveye yakın bir noktasından doğan nehir Almanya topraklarından geçtikten sonra Kuzey Denizi'ne dökülür. Hamburg'u yüzlerce parçaya ayırarak denize dökülen Elbe sayesinde Hamburg, "dünyada en çok köprüye sahip şehir" unvanını kazanmıştır (2500'den fazla). Elbe Nehri üzerinde yapılan birkaç köprüde nehir gibi suyla doldurularak turizme kazandırılmak için yeni ulaşım yolları yapılmıştır. Sevginin Gücü Sevginin Gücü (orijinal adı: Léon: The Professional), Luc Besson tarafından yazılan ve yönetilen 1994 yılı Fransa yapımı bir filmdir. Filmin başrollerinde ise, bir mafya tetikçisini canlandıran Jean Rêno, ailesi öldürüldükten sonra bir tetikçi tarafından himayeye alınan 12 yaşındaki bir genç kızı canlandıran Natalie Portman (onun ilk filmidir), yolsuz bir DEA ajanını canlandıran Gary Oldman ve tetikçilik işleri yaptıran bir mafyayı canlandıran Danny Aiello yer almaktadır. Léon, ABD'nin New York şehrinde ikamet eden, patronu Tony'den aldığı işleri yapan bir tetikçidir. Hayatını kurallardan oluşturmuş, sert ve tam anlamıyla bir profesyoneldir. Ancak Mathilda adında küçük bir kızla yolları kesişince hiç alışık olmadığı bir dünyaya kapısını aralar. Film, birtakım çevrelerce yaş farkı olan iki kişi arasında aşk olduğu iddiasıyla eleştirilmesine rağmen, Mathilda'nın Léon'a karşı olan hisleri normal aşktan ziyade, kendisine ilk defa iyi davranan birisi karşısında duymuş olduğu sevgidir. Her ne kadar filmin ilerleyen bölümlerinde aşık olduğundan bahsetse de, buradaki aşk ifadesi küçük bir çocuğun duygularını basitçe belirtme şeklidir. Léon'un da Mathilda'ya karşı duyduğu hislerde benzer şekilde hayatında o zamana kadar görmediği bir sıcaklığa duyulan özlem ve buna karşı verilen duygusal tepkidir. Film IMDB'den 10 üzerinden 8.6 almıştır. En iyi 250 film arasında 27. sıradadır. Greenwich Gözlemevi Greenwich Gözlemevi, İngiltere Kraliyet Rasathanesi adıyla 1675 yılında, İngiltere Kralı II. Charles tarafından kurdurulmuştur. Londra'nın Greenwich kasabasında Thames Nehri kenarındadır. Greenwich’te çalışan ilk astronom John Feamsteed’dir. Esas vazifesi yıldızların ve diğer gök cisimlerinin yerlerini tespit etmek ve bu suretle denizcilerin yerlerini daha kesin bulabilmelerine yardımcı olmaktı. 1884 yılından beri başlangıç meridyeneninin bu gözlemevinin üzerinden geçtiği kabul edilmektedir. Meridyen olarak tabir edilen kurgusal çizgilerin merkezi olarak kabul edilen Gözlemevi 0 noktası olarak kabul edilmektedir. Uluslararası Gün Değişim Yeri de denmektedir. İttihat ve Terakki İttihat ve Terakki Cemiyeti, sonraları İttihat ve Terakki Fırkası (Osmanlı Türkçesi: اتحاد و ترقى, Güncel Türkçe: Birlik ve İlerleme), Osmanlı İmparatorluğu'nda İkinci Meşrutiyet'in ilânına önayak olup 1908-1918 yılları arasında kısa kesintilerle devlet yönetimine egemen olan, 1889 yılında kurulmuş bir siyasal hareket ve iktidar partisidir. Triumvira sistemi ile yönetilen bir meclis yapısında egemenlik sürmüştür. Başlangıçta devletin anayasal bir düzene kavuşmasını amaçlayan gizli bir dernek olarak kurulan örgüt; anayasanın kabul edilip İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra iktidarı denetleyen bir siyasi parti (İttihat ve Terakki Fırkası) halini almış; 1912 yılında ise iktidar partisi olmuştur. Üyeleri "İttihatçılar" olarak anılır. Cemiyetin 1918 yılında kendini feshetmesinden sonra üyelerinin çoğu Millî Mücadele'de yer almıştır. İttihat ve Terakki, bir siyâsî hareket olduğu kadar bir devrin ve bir kuşağın adı olarak olarak kabûl edilir. İttihatçılar, kendilerinden önce gelen Genç Osmanlılar kuşağının devamıdır; kendilerinden "Jön Türkler" diye de bahsedilir. Ancak "Jön Türkler" ifadesi yalnızca ittihatçıları değil, dönemin diğer muhalif kesimlerini de kapsar. İttihat ve Terakki, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu bunalımdan kurtulması için Kanun-ı Esasî'nin yeniden yürürlüğe konmasını isteyen öğrenciler tarafından 1889'da Askeri Tıbbiye Mektebi'nde "İttihad-ı Osmanî Cemiyeti" adlı gizli bir örgüt olarak kuruldu. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak örgüt, aynı devirde kurulmuş irili ufaklı diğer pek çok örgütle birleşerek Osmanlı coğrafyasının en güçlü teşkilatı haline geldi. İttihad-ı Osmanî Cemiyeti, 2 Haziran 1889 tarihinde Askeri Tıbbiye'nin bahçesinde toplanan İshak Sükûti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Çerkez Mehmed Reşid adındaki dört öğrenci ile ve sonradan onlara katılan Hüseyinzade Ali Bey, Konyalı Hikmet Emin Bey, Cevdet Osman, Kerim Sebatî, Mekkeli Sabri Bey, Selanikli Nazım Bey, Şerafettin Mağmumi, Giritli Şefik tarafından kurulmuştu. Genç öğrencileri bir araya getiren, devletin içinde bulunduğu bunalım ve II. Abdülhamid yönetimine duyulan hoşnutsuzluktu. Kurtuluş için acilen Meşrutiyet yönetiminin kurulması, Abdülhamid yönetiminin yıkılması gerektiği düşüncesindeki gençler, bu konuda propaganda yapmak üzere örgütlendiler. Cemiyet, Haziran 1889'da Edirnekapı dışındaki bir bağda, bağ bekçisi Aluş Ağa'nın başkanlığında, 12 kişinin katılımı ile gerçekleşen bir toplantısında başkanlığa en yaşlı üye olan Ali Rüşdî'yi, sekreterliğe Şerefeddîn Mağmûmî'yi, saymanlığa Âsaf Derviş'i seçti. Bir piknik görüntüsü verilerek gerçekleştirilen bu toplantıya, "İnciraltı Toplantısı" veya "On İkiler Toplantısı" denilir. Cemiyetin İtalyan Karbonari Mason Teşkilatı'nı örnek alarak hücreler halinde yapılanması, her üyeye bir sıra numarası verilmesi bu toplantıda kararlaştırıldı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası yetkililerinden George Kidston'un 21 Aralık 1918 tarihli raporunda "...bu gizli yapının Masonluğu İtalya'dan getiren ve Selanik Locasının başlıca kurucusu bulunan Carrasco (Karasu) ile çok sıkı ilişkisi olduğunu" bildiriyordu. Birinci hücrenin birinci üyesi İbrahim Temo oldu. Cemiyet toplantılarını her Cuma farklı yerlerde sürdürdü. Tıbbiyelilerin kurduğu İttihad-ı Osmanî, İstanbul'daki sivil ve askeri diğer yüksekokul öğrencileri arasında taraftar kazanarak hızla büyüdü. Ancak propagandaya geçmek için acele etmeyen örgüt, 1895 yılına kadar daha çok iç eğitim sayılabilecek toplantıları yapmakla yetindi. Toplantılarda Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Genç Osmanlılar’ın yapıtlarını; İranlı hürriyetperverlerin ve Ali Şefkati’nin yapıtlarını okudular. Sultan II. Abdülhamid, cemiyetin varlığından ve faaliyetlerinden 1892 yılında haberdar oldu. Bu tarihten itibaren cemiyet üyeleri hafiyeler tarafından takip edildiler. Tıbbiye Mektebi komutanlığına Mehmet Zeki Paşa atandı ve disiplinli bir idare sağladı. Yeni disiplinli idarenin uygulamaları sonucu Cemiyetin önde gelen üyeleri çeşitli defalar tutuklandılarsa da kısa sürede serbest bırakılıyorlardı. Başkentte Ermeni eylemlerinin gerçekleştiği 1895 yılı, İttiha
tçıların daha sert eylemlere yöneldiği yıl oldu. 30 Eylül 1895 tarihinde başkentte düzenlenen büyük Ermeni yürüyüşünde Müslüman halkın Ermenilerin karşısına çıkmasıyla 3 gün kanlı çatışmalar yaşanmıştı. Bu gelişme karşısında eyleme geçen cemiyet üyeleri olanların yönetimin basiretsizliğinden kaynaklandığına, halkın yönetime karşı harekete geçmesi gerektiğine dair bildirgeleri dağıttılar, duvarlara yapıştırdılar. Eylemleri, pek çok tıbbiyeli üyenin hapse düşmesi veya sürgüne gönderilmesine neden oldu. Kimi cemiyet üyeleri karşılaştıkları sert uygulamalar nedeniyle cemiyetin yardımı ile Avrupa ülkeleri veya Mısır'a kaçtılar; kimileri cemiyet tarafından Avrupa'ya gönderilip eğitimlerini orada tamamladılar. Yurt dışına giden üyeler, gittikleri yerlerde cemiyetin eylem merkezlerini oluşturdular. Tıbbiye'nin üçüncü sınıfındaki Selanikli Nâzım, öğrenimini tamamlaması ve bir yandan da örgüt için faaliyet göstermesi için 1894 yılında cemiyet tarafından Paris'e gönderildi, Paris Tıp Fakültesi'ne kaydoldu. Kendisinden, o sırada Paris'te bulunan ve Jön Türkler arasında etkin bir isim olan Ahmet Rıza Bey’i cemiyete üye yapması istenmişti. Ahmet Rıza Bey, 1889 yılında Bursa Maarif Müdürü iken bir görevle Paris’e gitmiş ancak geri dönmeyip Paris'e yerleşmiş bir Osmanlı aydını idi. Ülkeyi ve halkı kurtarmanın ancak pozitif bilimleri ve eğitimi yaymakla mümkün olacağını düşünüyor; düşüncelerini padişaha layihalar halinde sunmanın yanı sıra bastırıp dağıtıyor ve "La Jeune Turque" gazetesinde siyasi yazılar yazıyordu. Yazıları Paris’e kaçan öğrenciler arasında yankı uyandıran Ahmet Rıza, Selanikli Nazım’ın teklifini kabul etti ve cemiyetin Avrupa teşkilatı kuruldu. Avrupa’da faaliyet gösteren muhalifler "Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti" adı altında birleşti. Avrupa teşkilatının başkanı Ahmet Rıza, üyeleri Selanikli Nazım, Şerafettin Mağmumi ve Milaslı Halil Bey (Menteşe) idi Terakki ve İttihat, Aralık 1895’ten itibaren Türkçe “"Meşveret"" gazetesini ve onun eki olan Fransızca "Mechevéret Supplément" adlı yayınları çıkardı. Mülkiye Mektebi'nde tarih hocası olarak ünlenmiş Murat Bey de 1895 sonunda İstanbul'dan kaçarak Paris'e gitti. İstanbul'da çıkardığı Mizan gazetesinde yönetime yönelttiği eleştiriler sonucu gazetesi 1890’da kapatılmış; hazırladığı reform teklifi padişahtan ilgi görmemişti. İstanbul’dan kaçıp geldiği Paris'te Ahmet Rıza Bey’den beklediği ilgiyi göremeyince Londra'ya ve ardından Kahire'ye giden Mizancı Murat Bey, düşüncelerini yaymak üzere Ocak 1896’dan itibaren gazetesi “Mizan”’ı Kahire’de yayımladı. Anayasanın yürürlüğe konulmasını, İslam dünyasını birleştiren bir meşruti yönetim kurulmasını istiyordu. Yazıları nedeniyle idama mahkum edildi; İngiliz yönetimi tarafından Mısır’dan çıkarıldı ve tekrar Paris’e geldi. Faaliyetleri ile Jön Türk düşüncesinde ve gruplaşmasında önemli rol oynadı. 1895 yılından itibaren tıbbiyelilerin hapis ve sürgün gibi nedenlerle dağılmasından sonra cemiyetin içinde memur, subay, ulema gibi başka çevrelerden üyeler etkin oldular. 1896 yılında cemiyetin yurt içindeki örgütlenmesinin başında Harbiye Nezareti Levazımatı muhasebe müdürlerinden "Hacı Ahmet Bey" vardı. Kendisi, darbe yanlısı bir kimseydi. Onun önderliğinde yurt içindeki üyeler, II. Abdülhamid'i devirip yerine V. Murad'ı tahta geçirmeyi planladılar ancak bu plan uygulanamadan ortaya çıktı. Cemiyetin ileri gelenleri Fizan, Trablus, Akka, Bingazi gibi uzak yerlere sürgün edildiler. Bu olaydan sonra Harp Mektebi cemiyetin yeni merkezi olarak ortaya çıktı. Harp Mektebi öğrencileri, Askeri Mektepler Nazırı Zeki Paşa'ya bir suikast planlamışken aralarından Giritli Halim'in ele vermesi sonucu yakalandılar. Sultan II. Abdülhamid, bir sene önceki darbe girişiminden sonra kendisini garanti altına almak istiyordu bu nedenle büyük bir tutuklama operasyonu yapıldı. 630 kişi tutuklandı; içlerinden 78 kişi Şeref Vapuru'na bindirilip Fizan'a gönderildi. 15 Eylül 1897 tarihinde Trablusgarp'a indiklerinde valinin de yardımıyla Fizan'a gitmek yerine orada hapsedildiler. Bu sürgün olayı, tarihe "Şeref Kurbanları" olarak geçmiştir ve II. Abdülhamid'in saltanatındaki en büyük sürgün olayıdır. II. Abdülhamid'e darbe girişiminden sonra cemiyetin İstanbul merkez teşkilatı çalışamaz hale geldi. İttihatçılar Avrupa'da toplandılar. Merkezleri Paris idi; ancak Osmanlı sarayının baskısıyla cemiyet Paris'ten çıkarıldı ve yayın organları Meşveret kapatıldı. Cemiyet önce Brüksel'e taşındı ancak oradan da çıkarıldı. 1896 yılında Paris'te gerçekleşen olağanüstü toplantısında Mizancı Murat Bey cemiyet başkanlığına getirildi. Ahmet Rıza, Paris şubesinin başkanı olarak siyasi faaliyetlerini Dr. Nazım Bey ile birlikte Paris'te sürdürdü. Cemiyetin merkezi ise Cenevre'ye taşındı; Mizancı Murat, Mizan dergisini Cenevre'de çıkarmaya başladı. Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti de Cenevre'ye gelerek Osmanlı gazetesini çıkardılar. Padişah, Avrupa'daki İttihatçıları mücadeleden vazgeçirmek için Serhafiye Ahmed Celaleddin Paşa'yı görevlendirdi. Paşa, 1897 yılı Haziran ayında Paris'e gitti. 10-22 Temmuz 1897 tarihinde Paris'te yayımlanan bir hükümet bildirisi ile İttihatçılara yurda dönmeleri halinde affedilecekleri, memuriyet verileceği, Avrupa’da eğitimlerine devam etmek isterlerse maaş bağlanacağı ama yayınlarına devam ederlerse vatandaşlıktan çıkarılacakları, yurda dönmelerine izin verilmeyeceği bildirildi. İlk olarak Mizancı Murad, Ahmed Celaleddin Paşa ile anlaştı ve yurda döndü. Onu diğer bazı ittihatçılar izledi. Bir kısmı öğrenimlerini sürdürdüler; bir kısmı ise elçiliklerde görev kabul ettiler. Cemiyetin Cenevre merkez komitesi dağıldı. Ahmet Rıza, Dr. Nazım ve Halil Ganem ise Ahmet Paşa ile hiçbir teması kabul etmedi.. Onların tutumundan etkilenen Dr. Bahattin Şakir, Samipaşazade Sezai gibi gençler cemiyete katıldı. 1899 yılında II. Abdülhamid'in eniştesi ve eski adliye nazırı olan Damat Mahmud Celaleddin Paşa'nın oğulları Lütfullah ve Sabahattin'in birlikte Avrupa'daki İttihatçılara katılması cemiyete güç verdi. Paşa, Osmanlı gazetesini İshak Sükûti'den devralıp Londra'da çıkarmaya başladı. Cemiyetin Cenevre şubesinin kurucusu Tunalı Hilmi, 1898 yılında Mısır'a giderek Kahire merkezini yeniden kurmuştu. Bir kongre düzenleme düşüncesini öne atarak 20 Ekim 1899’da gerçekleşmesini düşündüğü kongreye İttihatçıları davet etti ama olumlu tepkilere rağmen bu planı zamanında gerçekleşmedi. Damat Mahmut Paşa ve oğulları da İstanbul hükümetinin baskıları sonucu Londra'dan ayrılmak zorunda kalınca Mısır'a gitmişlerdi. Mısır'da Prens Lütfullah ve Sabahattin, "Umum Osmanlı Vatandaşlara" hitaplı iki beyanname ile Jön Türkler'in bir kongre düzenlemesini önerdiler. Bu çağrı sonucu 4-9 Şubat 1902 tarihleri arasında Paris'te "Birinci Osmanlı Liberaller Kongresi" adıyla bir kongre toplandı. Sonradan "I. Jön Türk Kongresi" diye anılan kongre, Fransız senatosu üyesi Lefévre-Pontalis'in evinde 47 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Bu kongrede cemiyet, adem-i merkeziyet fikrini savunan Prens Sabahaddin öncülüğündeki grupla, merkeziyetçi Ahmet Rıza öncülüğündeki grup arasında ikiye bölündü. Düzenlenecek bir ihtilal için başka devletler ile işbirliği yapmak düşüncesine Ahmet Rıza grubunun katılmaması üzerine kongre bir karar alamadan dağıldı. Kongreden sonra Ahmet Rıza Bey'in temsilcisi olduğu grup, Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında faaliyetlerini sürdürdü; Mısır’da Şura-yı Ümmet dergisi çıkarıldı. Prens Sabahattin’in temsil ettiği görüşleri savunanlar ise onun liderliğinde kurulan Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısı altında faaliyetlerini sürdürdü; yeni cemiyetin yayın organı olarak Terakki gazetesini çıkardılar. 1906 yılının Eylül ayında Selanik'te istibdat yönetimini yıkmayı amaçlayan ihtilalci bir cemiyet olan "Osmanlı Hürriyet Cemiyeti" kuruldu. Yönetimi Mehmet Talat, İsmail Canbulat ve Rahmi Bey üstlenmişti. Aynı günlerde Mustafa Kemal, Şam'da Beşinci Ordu subayları arasında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve hemen ardından kısa bir süre için Selanik'e gidip orada bir şube açmıştı. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti önce Vatan ve Hürriyet ile birleşti. Makedonya’da hızlı yayılıp genç subaylar arasında taraftar bulan dernek, gizlice Selanik'e gidip görüşmeler yapan Doktor Nazım’ın çabaları sonucu merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile 27 Eylül 1907 tarihinde resmen birleşti. Birleşme sırasında cemiyetin adı da değişti ve Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) oldu. Paris, cemiyetin dış merkezi; Selanik ise iç merkezi olarak kabul edildi. Bu birleşme ile İttihat ve Terakki siyasi niteliğinin yanı sıra askeri bir nitelik de kazandı. 29 Ekim 1907 tarihinde Mustafa Kemal de arkadaşı Ali Fethi Okyar'in ısrarı ile 322 numaralı üye olarak derneğe girdi. 1907 yılı sonunda Paris'te tüm muhalif gruplar ve Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun)'un katılımı ile Ahmet Rıza, Prens Sabahaddin ve Malumyan'ın ortak başkanlığında II. Jön Türk Kongresi düzenlendi. Bu sefer dış müdahale konusu ortaya atılmadı ve üç gün süren kongre çalışmalarını 29 Aralık’ta tamamlayarak bir bildirge yayımladı. Bu beyanname ile katılımcıların II. Abdülhamid’i tahttan inmeye zorlamak ve parlamenter bir yönetimin kurulması etrafında birleştikleri duyuruldu. Merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu'nun gerçekleştirdiği 1908 Devrimi'ni Selanik'te bulunan İttihat ve Terakki merkez komitesi organize etti. Bir iddiaya göre ihtilalin, Abdülhamid’in tahta çıkış günü olan 1 Eylül’de yapılması planlanmıştı. 3 Mart 1908’de İngiltere’nin Makedonya sorunu hakkında yayımladığı genelge, yöreye olası bir müdahaleyi engellemek isteyen cemiyet üyesi subayları harekete geçirdi. 3 Temmuz 1908 tarihinde Resne'de Kolağası Resneli Niyazi Bey'in 200 asker ve 200 sivilden oluşan bir çete ile dağa çıkması ile ihtilal fiilen başladı. II. Abdülhamid'in dağa çıkanlara karşı aldığı tedbirler, subayların genellikle cemiyet üyesi olması nedeniyle işe yaramadı. Cemiyetin Manastır merkezi, padişaha, Kanun-ı Esasî'yi yürürlüğe koymasını ve 26 Temmuz'a kadar Meclis-i Mebusa
n'ın açılmasına izin vermesini isteyen bir telgraf çekti. Eyüp Sabri kumandasındaki Ohri Taburu ile Niyazi Bey komutasındaki Resne taburu 22 Temmuz gecesi Manastır'da birleşti ve Manastır Fevkalade Kumandanı olarak görevli bulunan Müşir Fevzi Paşa'yı dağa kaldırdılar. 23 Temmuz günü atılan 21 pare top atışı ile Manastır'da Meşrutiyet yönetimi İttihat ve Terakki tarafından ilan edildi. Durum, Yıldız Sarayı'na telgraflarla bildirildi. 23 Temmuz'u 24 Temmuza bağlayan gece Kanun-ı Esasî'nin yürürlüğe konmasına karar verildi ve resmi ilan ertesi sabah gazetelerde yayımlandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hareketi, çetecilik yoluyla yönetimi ele geçiren ilk hareket olarak tarihe geçti. 24 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet'in ilanından sonra İTC doğrudan hükümet kurmaya kalkışmadı, hükümetleri dışarıdan kontrol etmeyi tercih etti. 1908 yılında Selanik'te toplanan gizli kongrede cemiyetin siyasi fırkaya dönüşmesine karar verildi. Bir süre hem cemiyet, hem fırka olarak anıldı. Aralık 1908'de seçilen Mebusan Meclisi'nde üyelerin büyük çoğunluğu İTC tarafından desteklenen kişilerdi. Şubat 1909'da Kamil Paşa hükümeti mecliste İTC grubunun verdiği güvensizlik oyuyla düşürüldü. Bu, Osmanlı Devleti tarihinde mecliste güvensizlik oyuyla düşürülen ilk ve son hükümet olmuştu. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti, cemiyetin izni ile kuruldu. İktidar, 1909 başlarından itibaren sert eleştirilerle karşılaştı. Kongrelerini gizli yapması ve Merkez Komite üyelerini kamuya açıklamaması nedeniyle ""Rical-i gayb"" (görünmez kişiler) deyimi siyasi hiciv diline girdi. Cemiyet 22 Eylül 1909 tarihinde Selanik'te bir gizli kongre daha düzenledi. Mustafa Kemal kongreye Trablus delegesi olarak katıldı. Kongrede yaptığı konuşmasında partiyi tenkit etti. Cemiyet içinde zabitlerin (subayların) bulunmaması gerektiğini, siyasetle uğraşanların ise askerlik görevini bırakması gerektiğini söyledi. Aksi halde askerî emir-komuta zincirinin, cemiyetin hiyerarşisi ile karışacağını ve askerî disiplinin sekteye uğrayacağını öne sürdü. Ona göre cemiyet, komita hüviyetinden çıkmalı ve partileşmeliydi. Birçok parti yöneticisi Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadı. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal siyaseti 1919 yılına kadar bırakmış, sadece askerlikle ilgilenmeye başlamıştır. Nisan 1909'da cemiyete muhalif gazeteci Hasan Fehmi Bey'in Galata Köprüsü üzerinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından öldürülmesi üzerine çıkan olaylar, İTC iktidarına karşı "31 Mart Vakası" olarak bilinen ayaklanmaya yol açtı. Bu ayaklanma Selanik'ten gelen askerî birlikler tarafından bastırıldı ve cemiyet eskisinden daha güçlü bir şekilde iktidara yerleşti. 31 Mart'ın sorumlusu olarak gösterilen II. Abdülhamid tahttan indirildi. Yerine getirilen V. Mehmed Reşad, iktidarın elinde bir kukla olmaktan ileri gidemedi. Ağustos 1909'da yapılan Kanun-ı Esasi değişikliğiyle siyasi güç, meclisin tekeline alındı. Cemiyet zamanla içinde birliği sağlamakta güçlük çekmeye başladı ve 1911 yılında meclis içinde yeni muhalif partiler ortaya çıktı. Eylül 1911’deki kongreden sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası, en büyük rakipti. Şubat 1912'de yapılan meclis seçimleri, yaşanan şiddet olayları ve yolsuzluklar nedeniyle tarihe Sopalı seçim olarak geçti ve hemen her yerde İTC adayları kazandı. Bunun üzerine muhalefet seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan ederken; ordu içinde Halâskâr Zâbitân adıyla, İTC iktidarına son vermeyi hedefleyen bir örgüt ortaya çıktı. 16 Temmuz 1912'de, Halâskâr Zâbitân grubunun muhtırası üzerine Sait Paşa başkanlığındaki İTC kabinesi istifa etmek zorunda kaldı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın kurduğu Büyük Kabine, İTC egemenliğine son vermeyi hedefliyordu. Bu amaçla öncelikle Şubat 1912'de yapılan seçim iptal edilerek meclis feshedildi. Ekim 1912'de çıkan Balkan Savaşı'nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi üzerine şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen cemiyet; yenilginin suçunu hükümete yükledi. 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Bey öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli'de toplantı halindeki hükûmeti basması, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa'yı öldürmesi ve sadrazam Kâmil Paşa'nın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, askeri darbe ile iktidarı ele geçirdi. Cemiyet iktidarı ele geçirdikten sonra yine kendi hükümetini kurmadı ve Mahmud Şevket Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Ancak 11 Haziran 1913 tarihinde Mahmut Şevket Paşa'nın bir suikasta kurban gitmesi üzerine cemiyet iktidarda ağırlığını koydu. Düzenlenen kongrede artık hükümeti denetleyen bir örgüt değil, iktidar partisine dönüşmeye karar verildi. Fırka reisi Said Halim Paşa sadrazamlığında kapsamlı bir diktatörlük yönetimi kuruldu. Mahmud Şevket Paşa suikastı ile ilgili görülen 24 kişi idam edildi, cemiyete muhalif 250 dolayında kişi Sinop'a sürüldü; muhalif gazeteler kapatıldı. Cemiyetin ileri gelenlerinden Enver Bey'in I. Balkan Savaşı'nda kaybedilen Edirne'yi geri alması ile cemiyetin saygınlığı yeniden arttı. Harbiye Nazırı olarak atanan Enver Paşa, Talat ve Cemal Paşa ile birlikte partinin önderi oldu. İttihat ve Terakki Fırkası bir iktidar partisi olarak yönetimde bulunduğu dönemde milliyetçi ve batı yanlısı bir siyaset izledi. Eğitimin çağdaşlaşması, hukukun laikleşmesi için çalışıldı. Türk Ocağı gibi milliyetçi kültür derneklerinin kurulması ve girişimcilik, kooperatifçilik desteklendi. 1914 seçimlerini ezici bir şekilde kazanan parti, Almanya ile askeri bir yakınlaşma başlattı. Enver Paşa'nın Alman yanlı siyaseti fırkanın siyasetini de doğrudan etkiledi. Cemiyetin üst yönetimi ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914 tarihinde hükümete ve padişaha haber vermeden imzalanan ittifak antlaşması sonucunda Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na Almanya safında katıldı. Bu olay cemiyet içinde eleştirilere ve bölünmeye yol açtı. Cavit Bey, Ahmed İzzet Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi önemli İttihatçılar hükümetten ve askeri görevlerinden ayrıldılar. Fethi Bey, Rauf Bey, Mustafa Kemal gibi bazıları da görevde kalmakla birlikte Enver Paşa başkanlığındaki cemiyet yönetimine karşı çeşitli derecelerde tavır aldılar. Savaş sırasında Talat Paşa sadrazamlığa getirildi. Harbiye nazırı ve başkomutan Enver Paşa'nın komutasındaki ordunun savaşın ilk aylarında Sarıkamış'ta, daha sonra ise Süveyş'te ve Irak'ta ağır yenilgiler alması ve Enver Paşa'ya yakınlığıyla tanınan İaşe Nazırı Topal İsmail Hakkı Paşa'ya atfedilen büyük mali yolsuzluklar rejimi yıprattı. I. Dünya Savaşı'ndaki yenilginin kesinleşmesinden sonra Talat Paşa hükümeti 8 Ekim 1918 tarihinde istifa etti. 1 Kasım'da yapılan olağanüstü kongrede İTC kendini feshederek Teceddüd Fırkası adıyla yeni bir parti kurulmasına karar verdi. Enver, Talat ve Cemal Paşa, 1 Kasım'ı 2 Kasım 1918 tarihine bağlayan gece Alman torpidobotu R-1 ile İstanbul'dan ayrılarak 3 Kasım 1918 tarihinde Sivastopol'a ulaştı. İttihat ve Terakki’nin kendini hukuken feshetmesi, siyasetten çekilmesi anlamına gelmiyordu çünkü halen güçlü bir örgütü vardı. Örgüt üyeleri değişik adlarla çalışmayı sürdürdüler, Müdafaa-i Hukuk ve benzer oluşumlara dönüşerek Kurtuluş Savaşı’na katıldılar. İstanbul’un işgalinden sonra Talat Paşa'nın direktifiyle kurulan Karakol Cemiyeti'nin çekirdeğini de İttihatçılar meydana getirdi. Cemiyet, milli mücadele kadrosunun büyük bölümünü İstanbul'dan Ankara'ya kaçırdı, milli mücadelenin Anadolu kolu olarak faaliyet gösterdi ve silah kaçırdı. İngiliz işgal güçleri hükümetin işbirliği ile İttihatçıları tutuklamaya, sürgüne göndermeye başlaması üzerine pek çok İttihatçı Anadolu'ya kaçarak savaşa katıldı. Milli Mücadele kadrolarının büyük bölümü eski İttihatçılardan oluştu. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Rauf, Fethi, Kâzım Karabekir, İsmet (İnönü), Celal (Bayar), Adnan (Adıvar), Şükrü, Rahmi, Çerkes Reşit, Çerkez Ethem, Bekir Sami, Yusuf Kemal, Celaleddin Arif, Ağaoğlu Ahmet, Recep (Peker), Şemsettin (Günaltay), Hüseyin Avni, Ziya Hurşit Beyler gibi milliyetçi liderlerin tümü eski İTC kadroları ve hatta Teşkilat-ı Mahsusa görevlileri idiler. İttihatçı hareketin basın ve propaganda sözcülerinden Ziya Gökalp, Mehmet Emin (Yurdakul), Mehmet Akif (Ersoy), Celal Nuri (İleri), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Falih Rıfkı (Atay), Velid Ebüzziya ve diğerleri Milli Mücadele'nin de savunuculuğunu üstlendiler. Bu durum işgal kuvvetleri ve İstanbul hükümetinin milli hareketin İttihatçı bir hareket olduğu yönünde propaganda yapmasına yol açmış; Mustafa Kemal Paşa, milli davaya zarar vermeme adına ittihatçı olmadıklarını her fırsatta belirtmiştir. Hadhafang Hadhafang, (Tr. "kalabalık baltası") Peter Jackson tarafından çevirilen Yüzüklerin Efendisi adlı filmde Arwen'in kullandığı kılıcın adıdır. Filmin temel aldığı kitapta Arwen herhangi bir savaşa katılırken gösterilmemesine rağmen, filmde Arwen Frodo'yu yüzük tayflarının elinden kurtarırken görülmektedir. Bundan dolayı Arwen'e bir savaş aleti vermek ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç Hadhafang adlı, kitapta çoğu savaş aletinin olduğu gibi kendi tarihi olan bir kılıç ile birlikte karşılanmıştır. Kılıçta şunlar yazılıdır; "Aen estar Hadhafang i chathol hen, thand arod dan i thang an i arwen." (Anlamı; "bu kılıç Hadhafang olarak bilinir, düşman kalabalığına karşı asil bir hanımın asil savunma silahı"). Jim Jones James Warren “Jim” Jones (13 Mayıs 1931 –18 Kasım 1978), Amerikalı bir kült lideri idi. Jones, Halkın Tapınağı ("People’s Temple") adlı kült hareketinin kurucusu ve lideri olup bu hareket, 1978 Kasım’ında Guyana’nın Jonestown şehrinde 918 mensubunun ölümüne neden olan toplu intihar eylemiyle, ABD Kongre üyesi Leo Ryan’ın öldürülmesiyle, Guyana'nın başkenti Georgetown’da başka dört Tapınak üyesinin öldürülmesiyle tanınmaktadır. Jonestown şehrinde yaklaşık 300 çocuk öldürülmüş, bu çocukların hemen hepsi siyanür zehirlenmesi nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Jim Jones ise başına aldığı kurşun yarasıyla ölmüş olup ölüm nedeninin intihar olduğu düşünülmektedir. Indiana'da doğan Jones, Halkın Tapınağı hareketini 1950’lerde başlatmıştır. Daha sonra 1960’
ların ortalarında Tapınağı Kaliforniya’ya taşımış ve 1970’lerin başında Tapınak merkezinin San Francisco’ya taşınmasıyla birlikte kamuoyunda kötü şöhret kazanmıştır. Jim Jones, Indiana'nın Crete bölgesi kırsalında doğmuştur. Babası I. Dünya Savaşı gazisi olan James Thurman Jones (1887–1951), annesi ise Lynetta Putnam’dı (1902–1977). İddiaya göre Lynetta bir “kurtarıcı” doğurduğunu inanıyordu. Jones'un soyu İrlanda ve Galler’e dayanıyordu. Daha sonradan Jones, anne tarafından soyunun Cherokee’lere dayandığını iddia etmiştir; ancak anne tarafından kardeş torunu Barbara Shaffer’a göre bunun doğru olma ihtimali yoktur. Büyük Buhran yıllarında yaşadıkları ekonomik sıkıntılardan dolayı Jones’un ailesi 1934 yılında İndiana’nın Lynn şehrine taşınmış ve burada tesisatı olmayan bir barakada yaşamıştır. Jones çocukluğunda tam bir kitap kurduydu ve İosip Stalin, Karl Marx, Mao Zedong, Mahatma Gandhi ve Adolf Hitler gibi liderleri dikkatle okumuş, her birinin güçlü ve zayıf yanlarını öğrenmişti. Bilhassa arkadaş edinmekte zorlandığı için dine karşı yoğun bir ilgisi olmuştu. Jones’u çocukluğundan tanıyanlar, sonradan onu “din ve ölümle saplantısı olan….çok garip bir çocuk” olarak tanımlayacaktı. Bu kimseler, Jones’un evinde küçük hayvanlar için sık sık cenaze törenleri düzenlediğini ve bir kediyi bıçaklayarak öldürdüğünü iddia ediyordu. Hem Jones’un kendisi hem de bir çocukluk arkadaşı, babasının Ku Klux Klan üyesi bir alkolik olduğunu iddia etmiştir. Ancak Jones, sosyal olarak dışlanmış biri olması nedeniyle ülkenin siyahilerine sempati duymaya başlamıştır. Sonradan Jones, ırk konusunda babası ile nasıl zıtlaştığını ve siyahi arkadaşlarından birinin eve gelmesine izin vermemesinin ardından onunla “çok uzun yıllar” konuşmadığını anlatmıştır. Anne babasının ayrılmasının ardından Jones, annesiyle Indiana’nın Richmond kentine taşınmıştır. 1948 Aralık ayında Richmond Lisesi’nden vaktinden önce ve yüksek başarıyla mezun olmuştur. Hemşire olarak çalışan Marceline Baldwin ile 12 Haziran 1949’da evlenen Jones, yine Indiana’daki Bloomington kentine taşındı. Bloomington Indiana Üniversitesi’nde okuduğu dönemde University, Eleanor Roosevelt’in siyahi Amerikalıların zor durumuyla ilgili bir konuşmasından çok etkilenmişti. 1951 yılında İndianapolis’e taşınan Jones, burada Butler Üniversitesi’nde ikinci öğretim okumuş ve lise öğretmenliğini bitirmiştir. 1951 yılında Jones, ABD Komünist Partisi’nin Indianapolis'teki toplantı ve mitinglerine katılmaya başladı. McCarthy Duruşmaları sırasında maruz kaldığı tacizler, özellikle de annesiyle birlikte Paul Robeson’a yönelik katıldığı bir etkinliğin ardından annesinin iş arkadaşlarının önünde FBI tarafından sorgulanması onu çok sinirlendirmişti. Yine ABD’de açıktan açığa komünist olduğu bilinen kimselerin toplum dışı ilan edilmesine (özellikle Julius ve Ethel Rosenberg’in yargılanması) çok kızmıştı. Başka birçok etkenle birlikte bu kızgınlık, Jones’un hayatında çok kritik bir an olmuş ve kendine şu soruyu sormuştu: “Kendi Marksistliğimi nasıl gösterebilirim? Kiliseye sızmayı düşündüm.” Komünist olduğunu bilen ve Komünist Parti’de de tanışmadığı Metodist bir kilise yöneticisi kendisine kiliseye katılma izni verdiğinde Jones çok şaşıracaktı. 1952 yılında Jones, Sommerset Southside Metodist Kilisesi’nde öğrenci vaizi oldu. Ancak anlattığına göre kilise yöneticileri siyahilerin cemaate katılmasına izin vermeyince bu kiliseden ayrıldı. Bu dönemde Jones, geçimisi sağlamak için kapı kapı dolaşarak maymun satıyordu. Maymunların çoğunun yolda hastalanması ya da ölmesi nedeniyle havayoluyla sevkiyatını reddettiğinde, "The Indiana Star" gazetesinde birinci sayfa haberi olarak epey dikkat çekmişti. Yine bu dönemde Jones, Yedinci Gün Vaftiz Kiliselerinden ("Seventh Day Baptist Church") birinde inançla tedavi ("faith healing") ayinine şahit olmuştu. Bu ayinin çok sayıda insanı ve parasını çektiğini görmüş ve bu gibi tedavi seanslarından gelecek kaynaklarla sosyal hedeflerine ulaşabileceği sonucuna varmıştı. Bu amaçla İndianapolis’te bir bina kiralayan Jones, buraya Cemaat Birliği ("Community Unity") adını verdi. 11-15 Haziran 1956 tarihlerinde Jones, İndianapolis’te Cadle Tabernacle adlı bir salonda devasa bir dini toplantı düzenledi. Kalabalıkları çekebilmek için Jones’un dini bir mesaja ihtiyacı vardı ve inançla tedavi sunan bir evangelist ve dönemin Oral Roberts kadar saygı gören bir din yazarı olan Papaz William M. Branham ile beraber aynı kürsüden seslenmeyi öngördü. Toplantının ardından Jones artık kendi kilisesini kurabilirdi. İlk olarak Kurtuluşun Kanatları ("Wings of Deliverance") adıyla kurulan kilise, birkaç defa ad değiştirdikten sonra “Halkın Tapınağı Pentakostal Hıristiyan Kilisesi” ("Peoples Temple Christian Church Full Gospel") adını alacaktı. Halkın Tapınağı ilk başta kısmen ırklar arası bir hareket, kısmen de bir sosyal hizmet ağı olarak ortaya çıkmıştı. 1960 yılında düşkünler için çorba dağıtmaya başlayan Tapınak, sonraları sosyal yardım programlarını genişletmiştir. Yine bu dönemde Tapınak, İsa’nın Havarileri ("Disciples of Christ") tarikatınca kabul görmüştür. Bu dönemde Jones, vaiz unvanını almış ve Butler Üniversitesi’nden mezun olmuştur. Aynı sene Jones ailesi bir huzurevi açmış ve Tapınağın faaliyetlerine destek olmak üzere Marceline’in anne-babası da (Walter ve Charlotte Baldwin) Richmond’dan İndianapolis’e gelmiştir. Üyelerinin Stalin’in bazı politikalarını eleştirmesinin ardından Jones, ABD Komünist Partisi’yle de ayrı düşmüştür. 1960 yılında Indianapolis'in Demokrat Partili belediye başkanı Charles Boswell, Jim Jones’u İnsan Hakları Komisyonu başkanı olarak görevlendirdi. Jones, Boswell’in çok fazla göz önünde olmama tavsiyesini dinlemeyerek, görüşlerini dillendirebilmek için yerel radyo ve televizyon programlarını değerlendirmeye başladı. Belediye başkanı ve diğer görevliler kamuya yönelik faaliyetlerini azaltmasını istediğinde Jones, buna direndi: NAACP and Şehir Birliği’nin ("Urban League") düzenlediği toplantıda, “Halkımı rahat bırakın!” sözleriyle dinleyicilere daha militan olmalarını söylediğinde ise katılımcılar tarafından coşkuyla alkışlandı. Bu dönemde Jones; kiliseler, telefon şirketi, emniyet müdürlüğü, tiyatro, lunapark ve Metodist Hastanede entegrasyon çalışmalarına da yardımcı oluyordu. İki siyahi ailenin kapısına gamalı haç çizilmesinin ardından Jones, bu mahalleye giderek siyahi halkı yatıştırmış ve beyazların ayrılmasını engellemek için beyaz ailelere taşınmamalarını tavsiye etmişti. Siyahi müşterilere hizmet vermeyi reddeden restoranları hedef gösteriyor ve Amerikalı Nazi liderlerine mektuplar yazıp verdikleri cevapları medyaya sızdırıyordu. 1961 yılında yakalandığı ülser nedeniyle bir hafta kaldığı hastanenin siyahi doktoru kendisin yanlışlıkla siyahiler koğuşuna yatırdığında Jones, beyazların koğuşuna geçmeyi reddetmiş ve siyahi hastaların yataklarını yapmaya ve lazımlıklarını boşaltmaya başlamıştı. Jones’un giriştiği eylemlerden kaynaklanan siyasi sonuçlar, hastane yetkililerinin koğuşları ayırmasına neden olmuştu. Entegrasyon yanlısı görüşlerinden dolayı Jones, İndiana’da ciddi eleştirilere maruz kalmıştı. Beyazlara ait iş yerleri ve bölgedeki beyazlar onu eleştiriyordu. Tapınağın kapısına bir gamalı haç çizilmiş, Tapınaktaki bir kömür yığınına bir dinamit bırakılmış ve bir tehdit telefonunun ardından Jones’un evine ölü bir kedi atılmıştı. Bunun gibi başka bazı olaylar da yaşanmış olmakla birlikte bazı kimseler, bunların en azından bazılarında bizzat Jones’un rol oynamış olabileceğini düşünmektedir. Jim ve Marceline Jones, ırken beyaz olmayan çok sayıda çocuğu evlat edinmişti. Jim Jones ailesine “gökkuşağı ailesi” adını veriyor ve onlarla ilgili şöyle diyordu: “Entegrasyon artık benim için çok daha şahsi bir mesele. Bu artık oğlumun geleceği meselesi.” Jones ayrıca Tapınak mensuplarının da tamamını “gökkuşağı ailesi” üyesi olarak adlandırıyordu. Jones çifti, Kore-Amerika kökenli üç çocuğu evlat edinmişti: Lew, Suzanne ve Stephanie. Jones, savaştan harap olmuş Kore’den yetimleri evlat edinmeleri konusunda Tapınak mensuplarını teşvik ediyordu. Jones, Kim İl-sung'un 1950’deki Güney Kore işgaline karşı ABD’nin tavrını uzun süredir eleştiriyordu: Bu savaşa “özgürlük savaşı” adını veriyor ve “güneyin, kuzeydeki sosyalizmin alt ettiği şeylerin canlı bir örneği olduğunu” söylüyordu. 1954 yılında Jones ve eşi, kısmen Kızılderili soyundan gelen Agnes Jones’u da evlat edindi. Evlat edinildiği zaman Agnes 11 yaşındaydı. 1959 yılı Haziran ayında Jones çiftinin tek biyolojik çocuğu olan Stephan Gandhi Jones dünyaya geldi. İki yıl sonra, 1961 yılında Jones ailesi, Indiana'da siyahi bir çocuğu (James Warren Jones, Jr.) evlat edinen ilk aile oldu. Jones çifti Tim adında beyaz bir çocuğu da evlat edindi. Öz annesi Halkın Tapınağı mensubu olan Tim Jones’un esas adı, Timothy Glen Tupper idi. 1961 yılında Tapınakta nükleer kıyametle ilgili yaptığı bir konuşmanın ve 1962 yılında "Esquire" dergisindeki bir makalede Brezilya’nın Belo Horizonte kentini nükleer bir savaşta güvenli yer olarak gösterilmesinin ardından Jones, Tapınak için yeni bir yer bulma düşüncesiyle ailesi ile birlikte buraya gitti. Brezilya yolunda Jones, o sırada İngiliz sömürgesi olan Guyana’ya ilk seyahatini yaptı. Belo Horizonte’ye vardıklarında Jones ailesi, üç odalı mütevazı bir ev kiraladı. Her ne kadar dil meselesi bir engel olarak kalsa da Jones burada yerel ekonomi ve farklı ırklardan azınlıkların mesajlarını anlayıp anlayamayacağı üzerinde çalıştı. Jones kendisini yabancı bir ülkede komünist olarak lanse etmemeye dikkat ediyor ve Castro veya Marx’tan ziyade havari tarzı bir komün hayat tarzından bahsediyordu. En sonunda buradaki maddi kaynakların yetersizliği nedeniyle Jones ailesi 1963 yılı ortasında Rio de Janeiro’ya taşınmak zorunda kaldı. Burada Rio’nun gecekondu mahallelerinde fakirlerle birlikte çalıştılar. Burada bir üniversitede yarı zamanlı olarak İngilizce dersleri de veren Jones, ayrıca Brezilya'nın senkretik dinlerini de keşfetme imkânı buldu. Bu sırada Jones, Indiana'daki in
san hakları mücadelesini geride bırakmanın suçluluğunu sürekli hissediyor ve orada kurmaya çalıştığı şeyi kaybetmenin korkusunu yaşıyordu. İndiana’da beraber çalıştığı vaizler Tapınağın o yokken biteceğini söyleyince, Jones geri dönmeye karar verdi. 1963 yılı Aralık ayında Brezilya’dan geri döndüğünde Jones, İndiana’daki cemaatine 15 Temmuz 1967’de dünyanın nükleer bir savaşla yok olacağını, ardından sosyalist bir cennetin doğacağını ve güvenlikleri için Tapınağın Kuzey Kaliforniya’ya taşınması gerektiğini söyledi. Böylelikle Tapınak, faaliyetlerini Kaliforniya’nın Ukiah şehri yakınlarında Redwood Vadisi’ne nakletmeye başladı. Burada kendi ibadethanesi, hatta bir havuzu olan Tapınağa, Hoosier Kilisesi mensubu 140 kişi katılmış ve hareketin üye sayısı 1969 yılında 300’e ulaşmıştı. Din çalışmaları uzmanı Catherine Wessinger’a göre, sosyal incilin erdemlerinden bahseden Jones, 1960'ların sonlarından önce asıl incilinin komünizm olduğunu gizlemeyi tercih etmiştir. 1960’ların sonuna gelindiğinde ise Jones, Tapınaktaki vaazlarında “Apostolik Sosyalizm” konseptini kısmen de olsa açıklamaya başladı. Yine Jones, “din afyonuyla uyuşmuş kimselerin aydınlanma (sosyalizm) ile tanışması gerektiğini” söylüyordu. Jones bu fikirleri çoğu kez karıştırıyordu. Bunun örneği, şu sözleri söylediği vaazıdır: “Kapitalist Amerika’da, ırkçı Amerika’da, faşist Amerika’da doğduysanız, günahkâr doğmuşsunuz demektir. Ama sosyalizmde doğduysanız günahkâr doğmamışsınızdır." 1971 yılına gelindiğinde Halkın Tapınağı, eyalet genelinde yeni üye toplamak için otobüs turlarına ve ülke çapındaki dinî radyo istasyonlarından yayınlara başladı. Artık hareket, aynı zamanda siyasi gücünü de kullanıyordu. 1972’de Los Angeles ve San Francisco’da bir cemaat oluştu. Otobüsler dolusu Halkın Tapınağı mensubu ülkeyi dolaşıyor ve yeni müritleri bünyesine katmaya çalışıyordu. 1973 yılına gelindiğinde, ayrılan 8 üyeye rağmen toplam üye sayısı 2.570’e ulaşmıştı. 1970'lerin ilk yıllarında Jones, artık “havâî bir din” diyerek geleneksel Hristiyanlıkla alay etmeye başlamıştı. İncil’i kadınlara ve beyaz olmayanlara zulmetmek için kullanılan bir araç olarak görerek reddediyor ve tanrılığı falan olmayan “Gök Tanrısı”nı açıkça eleştiriyordu. Kral James İncili’ni ("King James Bible") eleştirmek üzere “"The Letter Killeth"” (Harf Öldürür) adlı bir kitapçık yazmıştı. Ayrıca kendisinin Mahatma Gandhi, Father Divine, İsa, Gotama Buda ve Vladimir Lenin’in reenkarnasyonu olduğunu söylemeye başlamıştı. Eski Tapınak üyesi Hue Fortson Jr., Jones’un söylediği şu sözleri aktarmaktadır: “İnanmanız gereken, görebildiğiniz şeydir... Beni dostunuz olarak görürseniz dostunuz olurum. Babası olmayanlar beni babası olarak görürseniz babanız olurum... Beni kurtarıcınız olarak görürseniz kurtarıcınız olurum. Beni Tanrınız olarak görürseniz Tanrınız olurum.” 1976 yılında John Maher ile yaptığı bir telefon görüşmesinde Jones, önce agnostik, sonra ateist olduğunu söylemiştir. Amerikan Gelir İdaresi’nin (IRS) dini vergi muafiyetini soruşturduğuna dair Tapınak mensuplarının korkularına rağmen, sonradan 1977 yılında "New York Times" gazetesine verdiği bir röportajda Marceline Jones, Jones’un ABD’de din yoluyla insanları harekete geçirerek Marksizm’i yaymaya çalıştığını ve ilham kaynağı olarak Mao Zedong’u gördüğünü anlatmıştır. Marceline Jones şöyle demişti: “Jim, insanları din afyonundan kurtarmak için dini kullanıyor”, ve İncili masaya çarparak “Bu kâğıttan putu yok etmeliyim!” diye haykırıyordu.” Başka bir vaazında Jones şöyle diyordu: “Önce kendi kendinize yardım etmeniz lazım, yoksa yardım falan gelmeyecek! Mutluluk için tek bir umut var: O da sizin içinizde! Yukarıdan kimsenin geleceği yok! Yukarıda cennet falan yok! Cenneti burada kurmamız lazım!” Kaliforniya’ya taşınmasını takip eden beş yıl zarfında Tapınak, çok hızlı bir büyüme yaşayarak San Fernando, San Francisco ve Los Angeles gibi şehirlerde şubeler kurdu. 1970'lerin başına gelindiğinde Jones, Ukiah'ta büyüme imkânlarının sınırlı olması nedeniyle büyük şehirlere odaklanmaya başlamıştı. En sonunda Tapınak merkezini, o sırada önemli protest hareketlerin merkezi olan San Franscisco’ya taşıdı. Taşınma ile birlikte Jones ve Tapınak, San Francisco siyasetinde etkili hale geldi. Bu etki, George Moscone’un 1975 yılında belediye başkanlığı seçimini kazanmasında Tapınağın oynadığı önemli rol ile zirveye ulaşacaktı. Bunun ardından Moscone, Jones’u San Francisco Toplu Konut İdaresi’nin başkanı olarak görevlendirdi. Birçok kült liderinden farklı olarak Jones, yerel ve ulusal düzeyde kamuoyu desteği elde etmeyi başarmış; birçok önemli siyasetçi ile de irtibat kurmuştur. Örneğin Jones ve Moscone, 1976 seçimleri öncesinde yürüttüğü kampanya sırasında başkan yardımcısı adayı Walter Mondale ile özel olarak görüşmüş; bu görüşme sonrasında Mondale, kamuoyu açıklamasında Tapınaktan övgüyle söz etmişti. First Lady Rosalynn Carter da Jones ile birçok defa görüşmüş, Küba hakkında kendisiyle yazışmış ve Demokrat Parti’nin San Francisco Merkezi’nin açılışında kendisiyle konuşmuş; bu açılış töreninde Jones, Bayan Carter’dan daha fazla alkış almıştı. İngiliz yazar Richard Dawkins’in 2003 yılında yayımlanan Bir Şeytan'ın Papazı ("A Devil’s Chaplain") adlı eserinde Jim Jones şu sözlerle anlatılmaktadır: "“Peder Jones müritlerini bir araya toplamış ve onlara artık cennete doğru yola çıkmanın zamanı geldiğini bildirmiş. ‘Başka bir yerde,’ diye söz verdi ‘buluşacağız.’ Kelimeler kampın hoparlörlerinden dökülmeye devam ediyordu. ‘Ölümde büyük bir şeref var. Bu ölecek olan herkes için büyük bir gösteri.’" "Jones’in mezhebi içinde ilk günlerde ‘seks yapmasına izin verilen tek insanın kendisinin olduğunu bildirdiği (muhtemelen partnerlerine de izin verilmişti)’ eğitimli sosyobiyologların dikkatinden kaçmamıştı. Jones’un ilişkilerini bir sekreter düzenleyecekti. Telefon açıp ‘Peder bunu yapmaktan nefret ediyor fakat bunu yapmak için çok zorlanıyor, siz lütfedip…’ diyecekti. Kurbanları sadece kadınlar değildi. Jones’un tarikatının hala San Francisco’da olduğu günlerde, 17 yaşındaki bir erkek müridi bu kirli hafta sonlarında, Papaz olduğu için Jones’a indirim yapılan bir otel odasına nasıl götürüldüğünü anlattı. Otel odası Jim Jones ve oğlu için kiralanıyordu. Aynı çocuk şöyle anlatıyor:" "Gerçekten de ona karşı saygı, korku ve şaşkınlık hisleri taşıyordum. Bir babadan öteydi. Anne ve babamı onun için öldürebilirdim." "Muhterem Jim Jones hakkında dikkat çekici olan şey kendi kendine hizmet ettiren davranışından çok müritlerinin insanüstü ahmaklıklarıydı. Böylesi olağanüstü ahmaklıklar göz önüne alındığında, herhangi birisinin insan zihinlerinin zararlı enfeksiyonlar için tam kıvamında olduğuna kim şüphe edebilir?”" Jim Jones'u ve Halkın Tapınağı adlı kült hareketini popüler kültürde işleyen başlıca eserler şu şekildedir: Frank Zappa ve Pierre Boulez’in "Boulez Conducts Zappa: The Perfect Stranger" adlı CD’sindeki “Jonestown” adlı şarkı, bu katliamla ilgili akıllarda kalan enstrümantal bir bestedir. Ayrıca Amerikalı Heavy Metal grubu Manowar'ın Guyana-Cult of the Damned şarkısı Jonestown katliamını konu almktadır. Dünya atmosferi Atmosfer veya havaküre, Dünya'nın kütleçekimi ile gezegenin çevresini sarmalayan gaz tabakası. Yaklaşık %78'i azot, %21'i oksijen, %0.93 argon, %1 su buharı ve kalan kısmı diğer bazı gazların karışımından oluşmuştur. Bu gaz karışımına genel olarak "hava" adı verilir. Atmosfer Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüşü nedeniyle kutuplarda ince (alçak), ekvatorda geniştir. Atmosfer morötesi güneş ışınımını emmek ve gece ve gündüz sıcaklıklarını dengelemek suretiyle Dünya'daki yaşamı korur. Atmosfer ve dış Uzay ile kesin bir sınır yoktur. Yavaşça incelir ve gözden kaybolur. Atmosfer kütlesinin üç çeyreği gezegen yüzeyinin 11 km içerisindedir. Amerika'da 80,5 km üstünde seyahat eden insanlar astronot olarak gösterilirler. Bir irtifa 120 km (400.000 ft) sınırını gösterir ki orada atmosferik etkiler tekrar giriş esnasında fark edilir. "Karman line" 100 km'de (328.000 ft) sık sık atmosfer ve dış uzay arasında sınır olarak kullanılır. Dünya atmosferinin sıcaklığı yükseklikle değişir. Atmosferin elektromanyetik dalgaları yansıtacak miktarda iyon'ların ve serbest elektronların bulunduğu 70 km ile 500 km lik kısmı. 2. Arz atmosferinin dış bir kuşağı. Güneşten veya yıldızlar arası uzaydan gelen ışımalar, burada atmosfer gazlarının atom ve moleküllerini iyonlar veya elektrikle harekete getirir. İyonosferin yüksekliği zamana ve mevsime göre değişir fakat sınırının 25 ila 50 mil arasında olduğu kabul edilir. Işıma ve yansıtma özelliklerine göre çeşitli tabakalara ayrılır. Karakteristik bir olay, bazı radyo dalgalarını yansıtmasıdır. Bu katmanda gazlar iyon halinde bulunur. Bu yüzden radyo dalgaları çok iyi iletilir. Sıcaklık yüksektir, ancak gazlar çok seyrek olduğu için sıradan bir termometreyle ölçülen sıcaklık düşüktür. Bu katmana “mıknatısküre” ya da “çekimküre” de denilmektedir. Yeryüzü yoğun bir radyasyon alanıyla kaplı olup, bu radyasyon alanına Van Allen Alanı adı verilmektedir. Van Allen alanı iki kuşağa bölünmüştür ve dünyayı tümüyle çevrelemez. Atmosferin en üst katıdır. Az miktarda hidrojen ve helyum atomlarından oluşur. Kesin sınırı bilinmemekle birlikte üst sınırının yerden yaklaşık 10.000 km yükseklikte olduğu kabul edilmiştir. Bu katmandan sonra artık bir sınır olmadığı için boşluğa geçiş başlar. Yapay uydular bu katmanda bulunurlar, yerçekimi çok düşüktür ve gazlar çok seyrektir. Mezosferden itibaren 640 km yüksekliğe kadar uzanan katmandır. Bu katmanda güneş ışınları yoğun olarak hissedilir. Sıcaklığı güneşin etkisine göre 200 ile 1600 °C’dir. Bu katmanda gazlar iyon halinde bulunur ve iyonlar arasında elektron alışverişi oldukça fazladır. Bu nedenle haberleşme sinyalleri ve radyo dalgaları çok iyi iletilir. Stratosferden itibaren 80 km. yüksekliğe kadar uzanır. Küçük boyutlu gök taşları bu katmanda sürtünmenin etkisiyle buharlaşarak kaybolur. Ozonosfer ve Kemosfer olarak iki kısımdan oluşmaktadır. Troposferden iti
baren 50 km yüksekliğe kadar uzanır. Yatay hava hareketleri (rüzgarlar) görülür. Su buharı bulunmadığı için dikey hava hareketleri oluşmaz. Yalnızca yatay hareketlerin oluşması da diğer tabakalar ile stratosfer arasında bu katmandan kaynaklanan bir taşınım olmamasına sebep olur. Bu durum çok tehlikeli olabilir çünkü diyelim ki bir yanardağın patlamasından ortaya çıkan küller troposferi aşıp stratosfere ulaşırsa burada birikir ve kalıcı bir kirlilik oluşturur. Sıcaklık değişimi olmayan yer 11–25 km arasıdır. Stratosferin sıcaklığı -55 °C ile -3 °C derece arasında değişir. Stratosferde yerçekimi azaldığı için cisimler gerçek ağırlıklarını kaybederler. Bu katmanın üst kısımlarında ozon gazları bulunur ve güneş ışınlarını çeken bu gazlar katmanın ısınmasına nedendir. Atmosferin yere temas eden en alt katmanıdır. Gazların en yoğun olduğu katmandır. Ekvator üzerindeki kalınlığı 16–17 km, 45° enlemlerinde 12 km, kutuplardaki kalınlığı ise 9–10 km’dir. Katman kalınlığının ekvatorda ve kutuplarda farklılık göstermesinin nedeni, ekvatorda ısınan havanın hafifleyerek yükselmesi ve merkezkaç kuvvetinin bulunması, kutuplarda ise havanın soğuyarak çökmesi ve merkezkaç kuvvetinin bulunmamasıdır. Yani bu değişikliklerin sebebi sıcaklık farklılıkları ve merkezkaç kuvvetinin etkisidir.Troposfer atmosferin en önemli katmanıdır diyebiliriz çünkü gazların %75′i su buharının ise tamamı bu katmanda bulunur. Buna bağlı olarak hava akımları, bulutluluk, nem, yağışlar, basınç değişiklikleri gibi bilinen bütün meteorolojik olaylar bu katmanda meydana gelir, güçlü yatay ve dikey hava hareketleri de bu katmanda oluşur. Troposfer genellikle yerden yansıyan güneş ışınlarıyla ısınır bu nedenle alt kısmı daha sıcaktır ve yerden yükseldikçe sıcaklık 100 metrede 0.65 °C azalır ve tabakanın sonunda -56.5 °C'ye kadar düşer. Kutup ışıkları Kutup ışıkları ya da Kutup aurorası, Kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen, yeryüzünün manyetik alanı ile Güneş'ten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımalardır. Kuzey enlemlerde bu etki Aurora Borealis ya da kuzey ışıkları olarak adlandırılır. Güney enlemlerindeki oluşum, Aurora Australis (güney kutup ışıkları), benzer özelliklere sahiptir. Ancak Antarktika’da, Güney Amerika’da ve Avustralya’da daha yüksek enlemlerden görülebilir. Bu ışımalar, genellikle geceleri gözlemlenir, ağırlıklı olarak iyonosferde meydana gelir. Bu olgu yaygın olarak 60 ve 72 derece kuzey ve güney enlemleri arasında görünür, bu da arktik ve antarktik kutup dairelerinin içine düşer. Aurora borealis'in görünme olasılığı, kuzey manyetik kutbuna yaklaştıkça artar. Manyetik kutbun yakınlarında oluşan auroralar tam 90 derece, ancak uzaktan kuzey ufkunu yeşilimsi bir parlaklıkla, bazen de güneş alışılmamış bir yönden doğuyormuş gibi soluk bir kırmızıyla aydınlatırlar. Aurora borealis sıklıkla gündönümlerinde oluşur. Auroralar bütün yeryüzünden ve diğer gezegenlerde de gözlemlenebilir. Daha uzun süreli karanlık ve manyetik alan dolayısıyla, kutuplara yakınlaştıkça daha çok görünür olurlar. Aurora sözcüğü Roma Şafak Tanrıçası’nın adından gelmektedir. Boreas’da Yunancada kuzey rüzgârına Pierre Gassendi tarafından 1621'de verilen addır. Cree (kri) halkı bu ilginç olaya Ruhların Dansı adını vermişler. Avrupa'da orta çağlarda auroraların Tanrıdan işaretler olduğuna inanılırmış. (Wilfried Schröder, Das Phänomen des Polarlichts, Darmstadt 1984). Auroralar atmosferin üst katmanlarında, (80 km (50 mil) yükseklikten yukarısı), iyonize azot atomlarının elektron kazanması; ve uyarılmış (yüksek enerjili düzey) oksijen ve azot atomlarının temel enerji düzeyine dönmesi sonucu foton salınımı oluşmasıyla ortaya çıkar. Bunlar, solar rüzgâr partiküllerinin çarpışması ve yeryüzünün manyetik alan çizgileri boyunca hızlanmasıyla iyonize olmuşlardır. Bir ışık fotonunun emisyonu ya da başka bir atom ya da molekülle çarpışması sonucu yüksek enerji düzeyi düşer: Oksijenin temel düzeye geri dönmesi, pek alışılmış değildir. Yeşil ışık yayması bir saniyenin dörtte üçü, kırmızı ışık yayması iki dakikaya kadar bir süre alır. Başka bir atom ya da molekülle çarpışmalar yüksek enerjisini emecek, ve emisyonu engelleyecektir. Atmosferin en üstünde hem yüksek oranda oksijen bulunur, hem de bu tür çarpışmalar o kadar seyrektir ki, oksijene kırmızı yaymak için süre kalır. Giderek atmosferden aşağıya indikçe, çarpışmalar sıklaşır, böylece kırmızı emisyon oluşmasına süre kalmaz, ve sonunda yeşil ışık emisyonu da engellenir. İşte, yüksekliğe bağlı olarak renklerin değişmesinin nedeni budur; yükseklerde oksijen kırmızısı ağır basarken, sonra oksijen yeşili ve sonunda çarpışmalar oksijenin herhangi bir şey yaymasını engellediğinde nitrojen mavi/kırmızısı egemen olur. Yeşil tüm auroraların en yaygınıdır, ardından pembe, (açık yeşil ve kırmızı karışımı), saf kırmızı izler, sarı ( kırmızı ve yeşil karışımı), ve son olarak saf mavi. Auroralar güneşten sürekli dışarıya doğru iyon akışı olan solar rüzgârlarla ilişkilendirilmektedir. Yeryüzünün manyetik alanı, çoğu kutuplara yol alan, ve orada yeryüzüne doğru hızlanacak olan doğru bu partikülleri yakalar. Bu iyonlar ve atmosferik atomlar ve moleküller arasındaki çarpışmalar, kutup çevresinde büyük daireler şeklinde görünen aurora formunda enerji salınımına neden olurlar. Auroralar, koronal kütle enjeksiyonlarının, solar rüzgârın yoğunluğunu arttırdığı solar döngünün yoğun fazı sırasında, daha sık ve parlaktır. Genellikle aurora ya dağınık parıltı olarak ya da "perde" şeklinde doğu-batı doğrultusunda uzanmış bir halde görünür. Bazen, "durgun ark" (dinamik aurora) meydana gelir; aslında sürekli gelişir ve değişir. Her perde, her biri manyetik alan çizgilerinin doğrultusunda sıralanmış, paralel ışınlardan oluşur. Bu durum, yeryüzünün manyetik alanı tarafından auroranın biçimlendirildiği düşüncesini verir. Aslında, uydular elektronlara manyetik alan çizgileri ile yol çizerler. Yeryüzüne doğru yaklaştıkça elektronlar helezonik hareket eder. Perde yapısı biçimi "şeritli yapı" adı verilen dizilimle artırılır. Manyetik alan çizgileri ile yolu çizilen parlak aurora parçası dosdoğru gözlemcinin üstünde oluştuğunda, perspektif etki ile ve ışınların birbirinden uzaklaşmasıyla aurora bir "taç" olarak gözükebilir. İlk defa Eski Yunan kaşif/coğrafyacı Pytheas, Hiorter bu olayı gündeme getirdi ve Celsius 1741’de, ne zaman tam üstte aurora gözlemlendiğinde büyük bir manyetik akımın oluştuğunu, manyetik kontrolün kanıtı olarak tanımladı. Bu, büyük elektrik akımının aurora ışığının kaynaklandığı yere doğru aktığını, aurora ile birleştiğini gösterdi. Kristian Birkeland [3] 1908’de manyetik akımın aurora arkı boyunca, bu tür partikül hareketlerinin genellikle günışığından karanlığa doğru, doğu-batı doğrultusunda hareket ettiğini savundu. Bu yönlenmenin ismi daha sonra "aurorasal elektron hareketi" ismini aldı (ayrıca Birkeland akımı). 29 Temmuz 1998’de, THEMIS sondaları ilk kez auroraya[4] sebep olan manyetosferik fırtınanın başlangıcını görüntülemeyi başardı. Aya üçte bir uzaklığa yerleştirilen beş sondadan ikisi Aurorasal yoğunlaşma başlamadan 96 saniye önce manyetik temas düşüncesini kullanarak ölçüm yaptı. Angelopoulos[6] "Verilerimiz ilk kez açıkça gösteriyor ki manyetik temas bu olayın tetikleyicisidir." dedi Elias Loomis (1860)’in ardından Hermann Fritz (1881)[7] ‘in katkılarıyla da auroranın çoğunlukla "aurorasal bölge"de görüldüğü saptandı. Aurorasal bölge yeryüzünün manyetik kutbunun çevresinde yaklaşık 2500 km çapında halka şeklinde bir bölgedir. Manyetik kutba 2000 km uzaklıkta olan cografi kutupta görünmesi neredeyse olanaksızdır. Auroranın anlık dağılımı ("aurorasal oval", Yasha/Jakob Feldstein 1963[8]) biraz değişiktir. (3-5 derece manyetik kutbun karanlık tarafına doğru) Böylece aurorasal ark geceyarısı dolayında ekvatora en fazla yaklaşmış olur. Aurora en iyi bu zamanlarda görülebilir. Yeryüzü sürekli güneş rüzgârının etkisi altındadır. Güneş rüzgârı güneşin en son katmanındaki milyon dereceye ulaşan korona katmanından her yönde yayılan ve yoğun olmayan sıcak plazmadır. Plazma gaz haline serbest elektronlar ve pozitif iyonlardır. Güneş rüzgârı genellikle yeryüzüne 400 km/saniye hızında ulaşır, özgül kütlesi 5 iyon/cm³ ve manyetik alan yoğunluğu 2–5 nT (nanoteslas, yeryüzünün yüzey alanı kabaca 30,000–50,000 nT arasındadır). Bunlar dolaylı değerlerdir. Özellikle manyetik fırtına sırasında akımlar birkaç kat daha fazla olabilir; gezegenlerarası manyetik alan (literatürde kısaca IMF) ise çok daha kuvvetli olabilir. IMF güneşlekeleri’nin alanına bağlı olarak Güneş’te meydana gelir ve alan çizgileri (kuvvet çizgileri) güneş rüzgârı tarafından uzatılır. Bu, tek başına alan çizgilerini Güneş-Dünya doğrultusuna getirir, ancak Güneş’in dönmesi alan çizgilerinin yaklaşık 45 derece yeryüzünde yön değiştirmesine neden olur ve yeryüzünden geçen alan çizgileri görünür güneş ışığının yaklaşık batı ucundan ("çıkıntı") başlar.[9] Manyetosfer, Dünya’nın kendi manyetik etkisi tarafından tutulan uzayda küre biçimindeki bir alandır. Manyetosfer güneş rüzgârının yolu üzerinde bir engel oluşturur ve güneş rüzgârının yeryüzünün yaklaşık 70,000 km dışından dolaşmasına neden olur (genellikle 12,000–15,000 km uzaklığa ulaşmadan önce eğilim baskısı oluşur). Manyetosferik engelin genişliği hemen hemen 190,000 kilometreyi bulur. Dünya’nın karanlık tarafında ise çapı devasa boyutlara ulaşan manyetosfer artık uzun bir "manyetik kuyruk" olur. Güneş rüzgârı ortamı bozduğunda, enerjiyi ve materyali kolayca manyetosfere taşır. Manyetosferdeki enerji yüklü elektronlar ve iyonlar manyetik alan çizgilerini izleyerek atmosferin kutup bölgelerine doğru hareket eder. Aurora çoğunlukla kutuplarda oluşan bir olaydır. Güçlü bir manyetik fırtına geçici olarak aurorasal ovali genişlettiğinde, nadiren ılıman enlemlerde de görülür. Büyük manyetik fırtınalar yaklaşık olarak 11 yılda bir gerçekleşen güneşlekesi döngüsü ile en yoğun fırtına ortaya çıkar ya da patlamada sonraki üç yıllık dönemde. Ancak, aurorasal bölgenin içinde auroranın oluşma ol
asılığı, genel itibarıyla IMF çizgilerinin eğimine (literatürde Bz ), özellikle güney yönlü olmasına, bağlıdır. Aurora olayını başlatan jeomanyetik fırtınalar aslında ekinoks aylarında daha belirginleşir. Kutupsal aktiviteler ile bir ilgisi olmazken, neden jeomanyetik fırtınaların yeryüzünün mevsimlerine bağlı olduğu net olarak açıklığa kavuşmamıştır. Manyetopozda, yeryüzünün manyetik alanı kuzeyi gösterir. Bz büyük ve negatif olduğunda (IMF güneye doğru), yeryüzünün manyetik alanını temas noktasında kısmen engeller. Güney yönlü Bz, güneş rüzgârının yeryüzünün daha içerideki manyetosferine ulaşabileceği bir kapı açar. Geometrik açının bir sonucu olarak Bz bu zamanlarda en çok etkisini gösterir. Gezegenlerarası manyetik alan (IMF) Güneş’ten gelir ve güneş rüzgârı ile dışa doğru taşır. Güneş’in hareketinden sebebiyle IMF sarmal biçimdedir. Nisan ve Ekim’de yeryüzünün manyetik kutup ekseni Parker sarmalı ile aynı hizada, en yakın konumuna gelir. Sonuç olarak, Bz ‘nin güney yönlü ve kuzey yönlü hareketi en büyük olur. Fakat, Bz sadece jeomanyetik aktiviteyi etkilemez. Güneş’in dönme ekseni yeryüzünün yörüngesine göre 8 derece eğiktir. Güneş rüzgârı, güneşin ekvatoruna oranla, çok hızlı bir biçimde Güneş’in kutuplarından estiği için, her altı ayda yeryüzünün manyetosferini bastıran parçacıkların ortalama hızı artar ve azalır. Dünya heliographic enleminin en yüksek olduğu 5 Eylül ve 5 Mart günlerinde, güneş rüzgârının hızı en yüksek değerine, ortalama, 50 km/sn hızına ulaşır. Hâlâ, ne Bz ne de güneş rüzgârı geometrik fırtınanın mevsimsel davranışını tam olarak açıklayamıyor. Bu etkenlerin hepsi ancak bir oranında gözlenen yarıdönemsel değişimlere veri sağlıyor. 28 Ağustos ve 2 Eylül 1859 tarihinde "büyük manyetik fırtına" nedeniyle meydana gelen auroralar yakın geçmişte tanık olunan en inanılmaz gösterisini yaptı. Balfour Stewart, Kew Gözlemevi’nden Kraliyet Akademisi’ne 21 Kasım 1861’de gönderdiği metinde[10][11] manyetograf aygıtı ile iki aurorasal olayı belgelediğini yazdı ve gözlediği 2 Eylül 1859 tarihli olay ile Carrington-Hodgson ışıma olayı arasında bağlantı olduğunu kaydetti. 2 Eylül 1859’daki ikinci aurorasal olayda ise gökyüzü o kadar geniş ve parlaktı ki; bu olay bilimsel yayınlarda, gemilerin seyir defterlerinde, Birleşik Devletler`deki nerdeyse tüm gazetelerde, Japonya`da ve Avustralya`da da geniş yer buldu. New York Times [12] [13] [14] 2 Eylül 1859 Cuma günü Boston’da Aurorayı "o kadar parlak ki saat 01’de normal bir yazı bile bu ışık sayesinde okunabilir."[13][15][16] diye yazdı. Boston yerel saati ile 2 Eylül 1859 Cuma günü, GMT ye göre 6:00 olmalıydı ve bir saat geriden takip eden Kew Gozlemevi’ndeki manyetograf aygıtı yoğun olan jeomanyetik fırtınayı kaydediyordu. 1859 ve 1862 arasında Elias Loomis 1859’daki Büyük Aurorasal Gösteri üzerine yeryüzündeki aurorasal haberleri topladığı 9 parçalı bir seriyi Amerikan Bilim Dergisi’nde yayınladı. Auroranın geçmişte çok yoğun olan koronal kütle püskürmesi (Güneş’in üretebileceği maksimum yoğunluğa çok yakın) sonucu oluştuğu düşünülürdü. Ayrıca, ilk defa aurorasal aktivitenin gerçeklestiği yer ve elektrik arasındaki ilişki net olarak fark edildi. Anlaşılan bu durum o dönemde bilimsel manyetometre ölçümlerini olası hale getirdi. Ayrıca o tarihlerde kullanılan 201,000 kilometrelik (125,000 mil) telgraf tellerinin kayda değer kısmının fırtına süresince saatlerce bozulduğunun da anlaşılması sağladı. Fakat aurorasal akım bazı telgraf tellerini uygun hale getirerek akımın (yerçekimsel indüklenmiş akım) geçmesine uyum sağladığı (yeryüzünün şiddetli dalgalanan manyetosferinden dolayı) anlaşıldı ve haberleşme için kullanıldı. Aşağıdaki sohbet 2 Eylül 1859 gecesi Amerikan Telgraf Hattı’nın iki operatörü Boston ve Portland, Maine arasında gerçekleşti, daha sonra Boston Traveler’da yayınlandı: Görüşme hiç pil kullanmadan aurora tarafından oluşturulan akımla iki saat civarı sürdü. Bu şekilde en uzun iletişimin gerçekleştiği olaydı.[15] Auroranın esas enerji kaynağı yeryüzünden geçen güneş fırtınalarıdır. Manyetosfer ve güneş rüzgârı elektriği ileten plazmadan (iyonlaşmış gaz) oluşmaktadır. Akım miktarı akımın yönüne göre hareketin doğrultusuna bağlı olarak a)bağıl hareketin derecesine b)manyetik alanın kuvvetine c)bir birine bağlı iletkenin sayısına ve d)manyetik alan ile iletkenin uzaklığına bağlıdır. Güneş rüzgârı ve manyetosfer bir tür bağıl hız ile elektrik ileten iki akışkandır, ve (kural olarak) ``dinamo etkisi`` tarafından elektrik akımı üretebilir, ayrıca da güneş rüzgârından enerji ortaya çıkar. Plazmalar kolayca manyetik alan boyunca temas kurabildiğinden bu yöntem işe yaramayabilir. Manyetik temas sonucu güneş rüzgârının alan çizgileri ile manyetosfer arasında geçici manyetik temas gerçekleşmesi çok önemlidir. Jüpiter ve Satürn her ikisi de Dünya’dakinden çok daha kuvvetli manyetik alanlara sahiptirler (Jüpiter’in ekvatoral alan kuvveti 4.3 gauss, Dünya’da ise 0.3 gauss) ve her ikisinde de büyük radyasyon kemerleri Hubble Uzay Teleskopu ile aurora iki gezegende de açık olarak gözlendi. Uranüs ve Neptün’de de gözlenen auroralar var.[20] Devasa gaz kütlesindeki auroralar, yeryüzündeki gibi, güneş rüzgârı tarafından güçlendirilmiş gibi gözüküyor. Ayrıca, Jüpiter'in ayları, özellikle Io, Jüpiter’deki auroranın çok güçlü kaynaklarıdır. Bunlar Io ile Jüpiter arasındaki bağıl hareket nedeniyle dinamo mekanizması tarafından meydana gelen elektrik alan çizgileri ("sıralanmış alan çizgileri") boyunca ortaya çıkar. Aktif volkanlara ve iyonesfere sahip Io güçlü bir kaynaktır, ayrıca akımları radyo dalgaları oluşturur. Io`da Europa`da ve Ganymede`de de Hubble Uzay Teleskopu ile aurora gözlendi. Bunlar Jüpiter‘in manyetik plazma patlaması sonucu uydularının çok ince atmosferinde gerçekleşir. Mars ve Venüs aurora oluşumunun gerçekleştiği gezegenlerdendir. Venüs'ün tam bir gezegensel manyetik alanı olmadığı için, Venüs aurorası değişken şekil ve yoğunlukta parça parça dağılır, parlak gözükür. Bazen kutuplardaki aurora tüm yüzeyi kaplayabilir. Nedeni, diğer gezegenlerde olduğu gibi güneşten gelen parçacıklardır ve gezegenin karanlık tarafına yönelirler. SPICAM Mars Express tarafından14 Ağustos 2004`de Mars`ta da auroraya rastlanmıştır. Aurora 177° Doğu, 52° Güney koordinatlarında Terra Cimmeria’da görüldü. Genişliği 30 km, yerden yüksekliği 8 km idi. Mars Küresel Kaşifi’nin derlediği yüzey manyetik anomali değerlerine göre, bilim adamları en fazla ışık yayılımının olduğu yerin en yoğun manyetik alanın bulunduğu bölgede ortaya çıktığını anladılar. Olaylar arasındaki ilişki yayılan ışık kaynağının aslında manyetik çizgiler boyunca hareket eden elektron akı olduğunu doğrular. [21][20] Altın çağ döneminden yazar Robert W. Service’in en ünlü şiiri Sam McGee’nin Cesedini Yakmak şöyle başlar: "Garip göründü Kuzey ışıkları, ama şimdiye kadar gördükleri en garibiydi, gece Lebarge gölünün kenarındaki, yaktım Sam McGee’nin cesedini." Kuzey Işıkları Şarkısı’nda, parlaklığın kaynağının kutup bölgesindeki muazzam radyum yataklarının olduğuna inanılır. Aurora, belirgin olarak Philip Pullman'nın Kuzey Işıkları ve Altın Pusula filmlerinde kullanılmıştır. Filmdeki oyuncuları izlerken bir an için sanki başka bir evrenin ışıkları arasından geçiyormuş hissini veriyor. Kuzey Işıkları dünyadaki değişimin sebebi olarak Kutup Ayısı filminde kullanıldı. Aurora, yaşayan tüm canlıların atalarının ruhları olarak tasvir edildi. Kuzey Işıkları Universal Pictures’ın Alaska kızak köpeğini anlatan Balto filminde de yer aldı. Aurora Stephen King'in Gece Yarısını 4 Geçe kitabından alınan, zamanda yırtılma hikâyesi olan The Langoliers’de de geçti. Aurora 2000’deki film Frekans’ta da yer aldı. Kuzey Işıkları Local Hero [28] filmi süresince Kuzey İskoçya ile Burt Lancaster'in karakterinin etkili olmasını sağladı. Bill Bryson'ın kitabında, Ne Orada Ne Burada, yazar aurorayı görmek için birkaç hafta Kuzey Norveç’in Hammerfest kasabasında kaldı. Deoxys Kaderi’inde, Deoxys diğer Deoxysler ile temas kurmak için auroralar meydana getirdi. Karayip Korsanları 3'te de korsanların boyut değiştirdiği sahnede görüldü. Kara delik Kara delik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir. Kara delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler. Kara deliklerin, "tekillik"leri dolayısıyla, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir. Karadeliklerin içinde zamanın ise yavaş aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir. Kara delikler Einstein'ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmışlardır. Doğrudan gözlemlenememekle birlikte, çeşitli dalga boylarını kullanan dolaylı gözlem teknikleri sayesinde keşfedilmişlerdir. Bu teknikler aynı zamanda çevrelerinde sürüklenen oluşumların da incelenme olanağını sağlamıştır. Örneğin, bir kara deliğin potansiyel kuyusunun çok derin olması nedeniyle yakın çevresinde oluşacak yığılma diskinin üzerine düşen maddeler diskin çok yüksek sıcaklıklara erişmesine neden olacak, bu da diskin (ve dolaylı olarak kara deliğin) yayılan x-ışınları sayesinde saptanmasını sağlayacaktır. Günümüzde, kara deliklerin varlığı, ilgili bilimsel topluluğun (astrofizikçiler ve kuramsal fizikçilerden oluşan) hemen hemen tüm bireyleri tarafından onaylanarak kesinlik kazanmış durumdadır. Kara delik “çekimsel tekillik” denilen bir noktaya konsantre olmuş bir kütleye sahiptir. Bu kütle "kara deliğin olay ufku" denilen ve söz konusu tekilliği merkez alan bir küreyi oluşturur. Bu küre, kara deliğin uzayda kapladığı yer olarak da düşünülebilir. Kütlesi Güneş'in kütlesine eşit olan bir kara deliğin yarıçapı yalnızca yaklaşık 3 km'dir. Yıldızlar arası (milyonlarca km) uzaklıklar söz konusu olduğunda, bir kara delik, herhangi bir kozmik cisim üzerinde, kendisiyle aynı kütleye sahip bir kozmik cisminkinden daha fazla bir çekim kuvveti uygulamaz; yani, kara deli
kleri karşı konulamaz bir kozmik “aspiratör” olarak düşünmemek gerekir. Örneğin Güneş’in yerinde onunla aynı kütleye sahip bir kara delik bulunsaydı, Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin yörüngelerinde herhangi bir değişim olmayacaktı. Birçok kara delik türü mevcuttur. Bir yıldızın çekimsel içe (kendi üzerine) çökmesiyle oluşan kara delik türüne "yıldızsal kara delik" denir. Bu kara delikler galaksilerin merkezinde bulundukları takdirde birkaç milyarlık “güneş kütlesi”ne kadar çıkabilen devasa bir kütleye sahip olabilirler ve bu durumda “dev kara delik” (veya galaktik kara delik) adını alırlar. Kütle bakımından kara deliklerin iki uç noktasını oluşturan bu iki tür arasında bir de, kütlesi birkaç bin "güneş kütlesi" olan üçüncü bir türün bulunduğu düşünülür ve bu türe “orta kara delik”ler denilir. En düşük kütleli kara deliklerin ise kozmos tarihinin başlangıcındaki Büyük Patlama’da oluştukları düşünülür ve bunlara da "ilksel kara delik" adı verilir. Bununla birlikte ilksel kara deliklerin varlığı halihazırda doğrulanmış değildir. Bir kara deliği doğrudan gözlemlemek imkânsızdır. Bilindiği gibi bir nesnenin görülebilmesi için, kendisinden ışık çıkması veya kendisine gelen ışığı yansıtması gerekir; oysa kara delikler çok yakınından geçen ışıkları bile yutmaktadırlar. Bununla birlikte varlığı, çevresi üzerindeki çekim icraatinden, özellikle mikrokuasarlarda ve aktif galaksi çekirdeklerinde kara delik üzerine düşen yakınlardaki maddenin son derece ısınmış olmasından ve güçlü bir şekilde X ışını yaymasından anlaşılmaktadır. Böylece, gözlemler dev veya ufak boyutlardaki bu tür cisimlerin varlığını ortaya koymaktadır. Bu gözlemlerin kapsadığı ve genel görelilik kuramına uyan cisimler yalnızca kara deliklerdir. Kara delik kavramı ilk olarak 18. yüzyıl sonunda, Newton'un evrensel çekim kanunu kapsamında doğmuştur denebilir. Fakat o dönemde mesele yalnızca “kaçış hızı” ışık hızından daha büyük olmasını sağlayacak derecede kütleli cisimlerin var olup olmadığını bilmekti. Dolayısıyla kara delik kavramı ancak 20. yüzyılın başlarında ve özellikle Albert Einstein'ın genel görelilik kuramının ortaya atılmasıyla fantastik bir kavram olmaktan çıkmıştır. Einstein'ın çalışmalarının yayımlanmasından kısa süre sonra, Karl Schwarzschild tarafından, “Einstein alan denklemleri”nin merkezî bir kara deliğin varlığını içeren bir çözümü yayımlanmıştı. Bununla birlikte kara delikler üzerine ilk temel çalışmalar, varlıkları hakkındaki ilk sağlam belirtilerin gözlemlerini izleyen 1960'lı yıllara dayanır. Kara delik içeren bir cismin ilk gözlemi, 1971'de Uhuru uydusu tarafından yapıldı.Uydu Kuğu takımyıldızının en parlak yıldızı olan Cygnus X-1 çift yıldızında bir X ışınları kaynağı olduğunu saptamıştı. Fakat "kara delik" terimi daha önceden, 1960'lı yıllarda Amerikalı fizikçi Kip Thorne vasıtasıyla ortaya atılmıştı. Bu terimin terminolojiye yerleşmesinden önce ise kara delikler için “Schwarzschild cismi” ve “kapalı yıldız” terimleri kullanıldı. Kara delik diğer astrofizik cisimleri gibi bir astrofizik cisimdir. Doğrudan gözlemlenmesinin çok güç olmasıyla ve merkezî bölgesinin fizik kuramlarıyla tatminkâr biçimde tanımlanamaz oluşuyla nitelenir. Merkezî bölgesinin tanımlanamayışındaki en önemli etken, merkezinde bir "çekimsel tekilliği" içeriyor olmasıdır. Bu çekimsel tekillik, ancak bir “kuantum çekimi” kuramıyla tanımlanabilir ki, günümüzde böyle bir kuram bulunmamaktadır. Buna karşılık, uygulanan çeşitli dolaylı yöntemler sayesinde, yakın çevresinde hüküm süren fiziksel koşullar ve çevresi üzerindeki etkisi mükemmel biçimde tanımlanabilmektedir. Öte yandan kara delikler çok az sayıdaki parametrelerle tanımlanmaları bakımından şaşkınlık verici nesnelerdir. Yaşadığımız evrendeki tanımları yalnızca üç parametreye bağlıdır: Kütle, elektriksel yük ve açısal momentum. Kara deliklerin tüm diğer parametreleri (boyu, biçimi vs.) bunlarla belirlenir. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, örneğin bir gezegenin tanımlanmasında yüzlerce parametre söz konusudur (kimyasal bileşim,elementlerin farklılaşması, taşınım, atmosfer vs.) Bu yüzden 1967’den beri kara delikler yalnızca bu üç parametreyle tanımlanırlar ki, bunu da 1967’de Werner Israel tarafından ortaya atılan "saçsızlık kuramı"na borçluyuz. Bu, uzun mesafeli temel kuvvetlerinin yalnızca kütleçekim ve elektromanyetizm oluşunu da açıklamaktadır; kara deliklerin ölçülebilir özellikleri yalnızca, bu kuvvetleri tanımlayan parametrelerle, yani kütle, elektriksel yük ve açısal momentumla verilir. Bir kara deliğin kütle ve elektriksel yükle ilgili özellikleri "klasik" (genel göreliliğin olmadığı) fiziğin uygulanabileceği olağan özelliklerdir: Kara deliğin kütlesine oranla bir "kütleçekim alanı" ve elektriksel yüküne oranla bir elektrik alanı vardır. Buna karşılık açısal momentum etkisi genel görelilik kuramına özgü bir özellik taşır: Kendi ekseni etrafında dönen kimi kozmik cisimler, yakın çevrelerindeki uzayzamanı da “sürüklemek” (eğmek) eğilimindedirler. "Lense-Thirring etkisi" denen bu fenomen şimdilik Güneş Sistemi’mizde gözlemlenmemektedir. Kendi ekseni etrafında “dönen karadelik” türü çevresindeki yakın uzayda bu fenomen inanılmaz ölçülerde gerçekleşmektedir ki, bu alana “güç bölgesi” (ergorégion) veya “güç küresi” adı verilmektedir. Bir karadeliğin bütün özelliklerini belirleyen üç unsuru vardır: kütlesi, açısal momentumu ve elektriksel yükü. Bir kara deliğin kütlesi her zaman sıfırdan büyüktür. Diğer unsurların sıfır ya da sıfırdan büyük olmasına göre, kara delikleri dört sınıfa ayırmak mümkündür. Açısal momentum ve elektriksel yükü sıfır olan kara deliklere "Schwarzschild kara deliği" denilir. Bu ad 1916’da bu tür nesnelerin varlığı fikrini Einstein alan denklemlerinin çözümleri olarak ortaya atmış Karl Schwarzschild’a ithafen verilmiştir. Kara deliğin elektriksel yükü sıfır olmayıp açısal momentumu sıfır olduğu takdirde "Reissner-Nordström kara deliği" türü söz konusu olur. Bilinen hiçbir süreç böyle sürekli bir elektriksel yük içeren sıkışmış bir cisim üretmek olanağı vermediğinden, bu tür kara delikler varsa bile, astrofizikte pek ilgi odağı olmamaktalar. Bu elektriksel yük, karadeliğin çevresinden alacağı zıt elektrik yüklerinin emilmesiyle zamanla dağılabilir. Sonuç olarak, "Reissner-Nordström kara deliği" doğada mevcut olma olasılığı pek bulunmayan teorik bir cisimdir. Kara deliğin bir açısal momentumu olup (kendi ekseni etrafında dönüyorsa) elektriksel yükü olmadığı takdirde "Kerr kara deliği" türü söz konusu olur. Bu ad, 1963’te bu tür cisimleri tanımlayan formülü bulmuş olan Yeni Zelanda’lı matematikçi Roy Kerr’in adına ithafen verilmiştir. Reissner-Nordström ve Schwarzschild kara delik türlerinin aksine, Kerr kara deliği türü astrofizikçiler için önemli bir ilgi odağı olmuştur; çünkü kara deliklerin oluşum ve evrim örnekleri onların çevrelerindeki maddeyi bir yığılım diski aracılığıyla emme eğiliminde olduklarını ve maddelerin yığılım diskine kara deliğin dönüş yönünde spiral çizerek düştüklerini göstermektedir. Böylece madde, kendisini yutan kara deliğin açısal momentumuyla bir ilişki halinde olmaktadır. Bu durumda, astronominin ilgilenebileceği kara delikler yalnızca Kerr kara delikleridir. Bununla birlikte, bu kara deliklerin, açısal momentumlarının iyice zayıfladığı hallerde, doğal olarak, Schwarzschild kara deliklerini andırmaları mümkündür. Dördüncü tür, Kerr kara deliğinin elektriksel yüke sahip olduğu türdür. Buna Kerr-Newman kara deliği türü denir. Bu türe de var olma olasılığı çok zayıf olduğundan pek ilgi gösterilmemektedir. Kara deliklerin varlığı John Michell ve Pierre-Simon Laplace tarafından, birbirlerinden habersiz olarak, daha 18. yüzyılda gözönünde bulundurulmuştur. O zamanlar düşünülen, "kaçış hızı" ışık hızından daha fazla olabilecek, yani ışığın çekimlerinin etkisinden kaçamayacağı kozmik cisimlerin varlığıydı. Işığın kara delikçe çekilmesi olgusunda, bir güçten ziyade, "Einstein dengelenmesi", "kızıla kayma" veya "çekimsel kızıla kayma" gibi adlarla belirtilen, ışığın (fotonların) çekim alanları etkisiyle maruz kaldığı bir değişim söz konusudur. Çekim alanı etkisiyle oluşan bu dengelenme veya değişimde ışık, bir karadeliğin "potansiyel kuyular"ından çıkmaya çalışırken enerji bütünlüğünü kaybeder. Burada, "evrenin genişlemesi"nden, yani uzak galaksilerde gözlemlenen ve çok derin "potansiyel kuyu"ların olmadığı bir uzay genişlemesinden kaynaklananınkine oranla biraz farklı tabiatta bir kızıllaşma değişimi söz konusudur. Bu özellik de kara deliğin "kara" sıfatına çok uygun gelmektedir, çünkü bir kara delik ışık yayamamaktadır. Bu yüzden "kara delik" cisimlerinin adına "kara" sıfatı eklenmiştir. Bu, ışık için olduğu kadar, madde için de geçerlidir ; çünkü bir kez kara delikçe çekilmeye başladıktan sonra hiçbir partikül o kara delikten kaçamamaktadır. Bu da kara deliğe "delik" adının verilmesini sağlamıştır. Işık ve maddenin artık kaçamadığı bölgeyi sınırlayan kuşağa “olay ufku” adı verilir. Olay ufku, herhangi bir fiziksel incelemede bulunamadığımız bir uzay parçasıdır. Ne olay ufkundan ötesini bilinen yasalarla açıklama olanağı vardır, ne de orada ne olup bittiğini bilmenin bir yolu vardır. Bir yıldızın olay ufku, yıldızın çökmeden önceki kütlesiyle orantılıdır. Örneğin kütlesi 10 güneş kütlesi olan bir yıldız içe çöküp kara delik haline geldiğinde çapı 60 km. olan bir olay ufkuna sahip olur. Bir kara delik madde yuttukça olay ufkunu genişletir, olay ufku genişledikçe de daha güçlü çekim alanına sahip olur. Kara deliğin olay ufkunda teorik olarak zaman tümüyle durmaktadır. Kimi kara deliklerde iki olay ufku vardır. Kimileri "olay ufku" terimi yerine kara deliğe pek uygun olmamakla birlikte “kara deliğin yüzeyi” terimini kullanırlar. (Terimin uygun olmamasının nedeni, bir gezegen veya yıldızdaki gibi katı ve gazlardan oluşan bir yüzeyinin olmamasıdır.) Fakat burada birtakım özel nitelikler gösteren bir bölge söz konusu değildir; bir gözlemci kara deliğe ufku aşacak kadar yaklaşmış olabilseydi, kendisine yüzey izlenimi sağlayacak hiçbir özellik veya değişim hissede
meyecekti. Buna karşılık geri dönme girişiminde bulunduğunda, artık bu bölgeden kaçamayacağının farkına varmış bulunacaktı. Bu, adeta "dönüşü olmayan nokta"dır. Bu durum, akıntısı güçlü bir denizde, akıntıdan habersiz bir yüzücünün durumuna benzetilebilir. Öte yandan olay ufkunun sınırına yaklaşmış bir gözlemci, kara delikten yeterince uzaktaki bir gözlemciye kıyasla, zamanın farklı bir şekilde aktığının farkına varacaktır. Kara delikten uzakta olan gözlemcinin diğerine düzenli aralıklarla (örneğin birer saniye arayla) ışık işaretleri yolladığını varsayalım: Kara deliğe yakın gözlemci bu işaretleri hem daha enerjetik (ışığın kara deliğe düşmek üzere yaklaştıkça “maviye kayma”sı sonucuyla bu ışık işaretlerinin frekansı daha yüksek olacaktır) hem de ardışık işaretlerin aralarındaki zaman aralığı daha kısalmış (birer saniyeden daha az) olarak alacaktır. Yakın gözlemci, uzaktakine oranla zamanın daha hızlı aktığı izleminde olacaktır. Uzaktaki gözlemci de aksine, diğerinde meydana gelen şeylerin gitgide daha yavaş seyrettiğini görecek, zamanın daha yavaş aktığı izleniminde olacaktır. Uzaktaki bir gözlemcinin bir nesnenin kara deliğe doğru düşüşünü gözlemesi halinde, gözlemciye göre "çekimsel kızıla kayma" ve "zamanın genleşmesi" etkileri birleşecektir: Nesneden çıkan işaretler gitgide kızıl, gitgide sönük (uzak gözlemciye varmadan önce gitgide artan enerji kaybıyla çıkarılan ışık) ve gitgide aralıklı olacaktır. Yani pratikte, gözlemciye varan ışık fotonlarının sayısı, gitgide hızla azalacaktır ve nesnenin kara deliğe gömülüp görünmez olmasının ardından tükenecektir. Nesnenin henüz olay ufku sınırında hareketsiz durduğunu gören uzaktaki gözlemcinin onun düşmesini engellemek üzere olay ufkuna yaklaşması boşuna olacaktır. Kara deliğin "tekilliği"ne yaklaşan bir gözlemciyi etkilemeye başlayan etkilere “gelgit etkileri” denir. Bu etkiler kütleçekim alanının homojen olmayan bir yapıya sahip olması nedeniyle nesnenin biçimsizleşmesine (doğal biçimini kaybetmesine) yol açarlar. Bu “gelgit etkileri bölgesi” dev kara deliklerde tümüyle olay ufkunda yer alır; fakat özellikle "yıldızsal kara delik"lerde olay ufkunun sınırını da aşarak etkide bulunur. Dolayısıyla yıldızsal kara deliğe yaklaşan bir astronot daha olay ufkuna geçmeden parçalanacakken, dev kara deliğe yaklaşan bir astronot, daha sonra “gelgit etkileri” ile yok edilecek olmakla birlikte, olay ufkuna bir güçlükle karşılaşmadan giriş yapacaktır. Bir kara deliğin merkezinde kütleçekim alanının ve uzay bükülmelerinin ("eğim") sonsuz hale geldikleri bir bölge yer alır. Bu bölge "çekimsel tekillik" olarak adlandırılır. Bu bölge, genel görelilik kuramı uzay-zaman eğiminin sonsuz olduğu bölgeleri tanımlayamadığı için, genel görelilik kuramı çerçevesinde pek iyi tanımlanamamıştır. Zaten genel görelilik kuramı, kuantum kaynaklı kütleçekim etkilerini genel olarak göz önünde bulunduran bir kuram değildir. Uzay-zaman eğimi, sonsuza doğru eğrildiğinde, zorunlu olarak kuantum tabiatlı etkilere tâbi olmaktadır. Sonuç olarak, kütleçekimsel tekillikleri doğru bir biçimde tanımlayabilecek durumdaki tek kuram, tüm kuantum etkilerini göz önünde bulunduran bir kütleçekim kuramı olabilir. Dolayısıyla halihazırda kütleçekimsel tekilliğin tanımı yapılamamış durumdadır. Bununla birlikte, şu biliniyor ki, nasıl kara deliğe girip içine yerleşmiş madde dışarı çıkamıyorsa, kütleçekimsel tekillik de kara deliğin içine yerleştikçe kara deliğin dışını etkileyememektedir. Kütleçekimsel tekillikler onları tanımlamakta aciz kalışımızdan dolayı gizemlerini korumayı sürdürseler de ve genel görelilik kuramı tüm kütleçekimsel fenomenleri tanımlamada yeterli olmasa da, bütün bunlar, kara deliğin bizim tarafımızda bulunan olay ufkundan hareketle onları tanımlamamıza bir engel oluşturmamaktadır. Kara deliklerin var olma olasılığı yalnızca genel görelilik kuramına ait bir sonuç değildir; kütleçekimi konu alan hemen hemen tüm diğer gerçekçi fizik kuramları da onların varlığını muhtemel görmektedir. Diğer kütleçekim kuramları gibi genel görelilik kuramı da kara deliklerin varlığını öngörmekle kalmayıp, onların uzayın bir bölgesinde sıkışmış maddeden oluşmuş olacağını öngörmektedir. Örneğin Güneş’imiz yarıçapı yaklaşık üç kilometre olan bir küre içine (yani ebatlarının dört milyonda biri kadar bir hacme) sıkıştırılmış olsaydı, bir kara delik haline gelirdi. Hatta Güneş’imizi 1cm³(santimetreküp) hacmine sıkıştırabilseydik, bu kez 1cm³'lük bir karadelik yapmış olurduk. Fakat bu durumda sistemimizdeki gezegenlerin yörünge hareketlerinde bir değişiklik olmayacaktı; yani Güneş Sistemi’mizdeki gezegenler bu 1cm³'lük kara deliğin Güneş'inkine eş çekim kuvvetinde, yörüngelerinde dönmeye devam edeceklerdi. Bir başka örnekle, Dünya’mız birkaç santimetre küplük bir hacim içine sıkıştırılmış olsaydı, o da bir kara delik haline gelecekti. Astrofizikte kara delik bir çekimsel içe çökmenin son aşaması olarak ele alınır. Yıldızların evrim süreçlerinin sonları, sahip oldukları kütleye göre belirlenir. Evrim sürecinin son aşamasına yaklaşmış yıldızlarda, maddenin sıkışması sonunda, kütlelerine göre, iki hal söz konusu olur; bunlar ya ak cüce haline dönüşürler veya sonradan kara deliğe dönüşebilecek nötron yıldızı haline dönüşürler. Ak cüce halinde, ak cüceyi kütleçekime karşı denge halinde tutan elektronların yozlaşma basıncıdır. Nötron yıldızı halinde ise nükleonların yozlaşma basıncı söz konusu değildir, denge halini sağlayan "güçlü etkileşim"dir. Kara delik ak cücelere ilişkin içe çökmeyle oluşamaz; bu çökme sırasında yıldızı oluşturan çok ağır nükleonlar oluşur. Açığa çıkan enerji yıldızı dağıtmaya yeterlidir. Fakat evrim sürecinde dönüşme eşiğindeki yıldız, belirli bir kritik kütleyi aştığında (kütlesi yeterince büyük olduğunda), eğer kütleçekim gücü basınç etkisini aşabilmeye yetecek derecede büyükse bir kara delik oluşabilir. Bu durumda bilinen hiçbir kuvvet, dengeyi sağlamaya yetmez ve söz konusu cisim tümüyle içe çöker. Pratikte bu, birçok şekilde oluşabilir: 1980’li yıllarda nötron yıldızlarındakinden de daha sıkışmış bir madde halinin varlığı konusunda bir hipotez ortaya atılmıştır. Bu, "tuhaf yıldızlar" da denilen “kuark yıldızları”ndaki sıkışmış madde haliydi. Bu konuda 1990’lı yıllardan itibaren net bulgular elde edilebilmiştir; fakat bu bulgular, yıldız türündeki belirli bir kütlenin, evrimini kara delik halinde içe çökmesiyle tamamlaması konusunda önceden bilinenleri değiştirmemiştir. Değiştirdiği şey yalnızca, kütlenin miktarı konusundaki sınır olmuştur. 2006 yılında, kütlelerine bağlı olarak dört kara delik sınıfı ayırt edilmiştir : Yıldızsal kara delikler, dev kara delikler, orta kara delikler ve ilksel (ya da mikro) kara delikler. Yıldızsal kara delikler birkaç güneş kütlesi kadar bir kütleye sahiptirler. Ölmekte olan bir yıldız, eğer Güneş’imizin üç mislinden daha ağırsa, nötron yıldızı düzeyinde kalamaz, çekirdeğindeki tepkime ve yoğunluk artması devam eder ve "kara delik" haline gelir. Yıldızsal kara delik büyük (başlangıç olarak yaklaşık 10 güneş kütlesi kadar kütleli veya daha fazla kütleli) bir yıldızın kalıntısının (artık maddesinin) çekimsel içe çökmesinin ardından doğarlar. Yıldızın kalbinde termonükleer tepkimelerle yanma tamamlandığı zaman, yakıt kalmadığı için, bir süpernova oluşur. Bu süpernova da ardında hızla içe çökecek bir öz kısım bırakabilir. 1939’da Robert Oppenheimer, bu öz kısmın belirli bir sınırdan daha yüksek bir kütleye sahip olması durumunda kütleçekim gücünün kendisini kesinlikle tüm diğer güçlerin üzerine taşıyacağını ve bir kara delik oluşacağını ortaya koymuştur. Bir kara delik oluşturmak üzere içe çöküş “kütleçekim dalgaları” yaymaya elverişli bir durumdur ki, bu dalgaların yakın bir gelecekte Cascina’daki (İtalya) Virgo veya Amerikan LIGO “girişim aracı” gibi bazı dedektör aygıtlarıyla saptanabileceği sanılmaktadır. Yıldızsal kara delikler günümüzde "X çift yıldızları"nda ve "mikrokuasar"larda gözlemlenmektedir ve bazı “aktif galaksi çekirdekleri”nde “akış”ların (Fr.jet) oluşmasına neden olurlar. Dev kara delikler birkaç milyon ile birkaç milyar güneş kütlesi arasında değişen bir kütleye sahiptir. Galaksilerin merkezinde bulunurlar ve varlıkları bazen “akış”ların ve X ışınımının oluşmasına yol açar. Bu yüzden bu galaksi çekirdekleri, yıldızların üst üste yer almasından oluşan normal parlaklığa kıyasla daha parlak hale gelirler ve “aktif galaksi çekirdekleri” adını alırlar. Galaksimiz Samanyolu da böyle bir kara delik içerir ve bu kara deliğe yakın yıldızların son derece hızlı hareket ettiklerinin gözlemlenmesi bu bulguyu doğrular. Örneğin bu yıldızlardan biri olan S2 adlı yıldızın gözlemlenemeyen karanlık bir nesnenin çevresinde en az 11 yıllık bir dolanım hareketinde bulunduğu gözlemlenmiştir. Bu yıldızın eliptik yörüngesi söz konusu karanlık cisimden 20 astronomik birim uzaklığındadır ve karanlık cisim sınırlı hacmine karşın 2,3 milyon güneş kütlesi kadar bir kütleye sahiptir. Kara delikten başka, sınırlı hacmine karşın böyle yoğun madde içeren bir cisim örneğine şimdiye dek rastlanmamıştır. Chandra teleskopu ile NGC 6240 galaksisi üzerinde yapılan gözlemler de bu galaksinin merkezinde birbirleri çevresinde dönen iki dev kara deliğin gözlemlenmesini sağlanmıştır. Böyle devlerin oluşumu hakkındaki tartışmalar halen sürmektedir, kimilerine göre de kozmosun başlangıcında çok hızlı bir şekilde oluşmuşlardır. Orta kara delikler yakın zamanlarda keşfedilmiş olup, kütleleri 100 güneş kütlesi ile 10.000 güneş kütlesi aralığında değişir. 1970’li yıllarda orta kütleli kara deliklerin küresel yıldız kümelerinde oluştuğu hipotezi ortaya atılmış, fakat bu hipotezi destekleyecek hiçbir gözlem elde edilememişti. 2000’li yılların gözlemleri parlaklık-ötesi veya “ aşırı parlak X ışını kaynakları”nın varlığını ortaya koydu. Bu kaynaklar hiç de dev kara deliklerin bulunduğu galaksi çekirdeklerine bağlı görünmüyorladı. Ayrıca gözlemlenen X ışınları miktarı, “Eddington limiti”ne (yıldızsal kara delik için maksimum limit) eşit bir oranla madde katılımı göz önünde bulunduruldu
ğunda, 20 güneş kütleli bir kara delik tarafından üretilemeyecek kadar çoktu... Mikro kara delikler veya kuantum kara delikleri de denilen "ilksel kara delikler" çok küçük boyutlarda olan kara deliklerdir. Bunlara “ilksel” adının verilme nedeni, Büyük Patlama sırasında oluştuklarının sanılmasındandır. "İlksel kozmos"da küçük ölçekli aşırı yoğunlaşmaların çekimsel içe çökmesiyle oluştukları sanılmaktadır. 1970’li yıllarda ünlü fizikçilerden Stephen Hawking ve Bernard Carr kara deliklerin ilksel kozmosdaki oluşum mekanizması üzerine araştırmalarda bulundular ve kara delik kavramını geliştirerek "mini kara delik" adı verilen, yıldızsal kara deliklere nazaran son derece küçük kara deliklerin bol miktarda bulunduğu sonucuna vardılar. Bu kara deliklerin kütleleri bakımından yoğunlukları ve dağılımları henüz bilinmemekteyse de, bunları belirleyen etkenlerin ilksel kozmosdaki yani "kozmik şişkinlik"teki hızlı genişleme evresine ilişkin koşullarla ilgili olduğu sanılmaktadır. Bu küçük kütleli kara deliklerin –eğer var iseler- bir gama ışınımı yaymaları gerekir. Işınımları muhtemelen INTEGRAL gibi uydular tarafından keşfedilecektir. Yüksek enerjili fiziksel örnekler üzerinde çalışan bazı fizikçilere göre bu kara deliklerin daha küçük benzer örnekleri Cenevre yakınlarındaki LHC gibi "parçacık hızlandırıcı” kullanılarak laboratuvarda da oluşturulabilir. Kara deliklerin yalnızca iki türü için birçok gözlem donanımları düzenlenmektedir (doğrudan değil, dolaylı gözlem olmakla birlikte, aşağıdaki bölümde görüleceği gibi, gitgide daha açık ve seçik gözlemlere doğru ilerleme kaydedilmektedir): Bunlar yıldızsal kara delikler ve dev kara deliklerdir. Bize en yakın dev kara delik, galaksimizin merkezinde, yaklaşık 8 kilo-parsek uzaklıkta bulunmaktadır. Bir kara deliği bulma konusundaki ilk yöntemlerden biri, yörünge parametrelerine başvurarak bir çift yıldızın iki bileşeninin (iki yoldaşının) kütlelerinin belirlenmesiydi. Böylece çift yıldızlardan diğer bileşeni görünmez olan, kütlesi az olan bileşenler, yörüngelerindeki hızlarına da dikkat edilerek araştırıldı. Bileşenlerden, kütlesi büyük ve görünmez olanı, -normalde böyle kütledeki bir yıldızın kolaylıkla görülebilmesi gerektiğine göre- genellikle bir nötron yıldızı olarak veya bir kara delik olarak yorumlanabilir. O zaman, yörünge eğikliği açısı da bilinmiyorsa, yoldaşının kütlesinin nötron yıldızlarının maksimum kütle sınırını (yaklaşık 3,3 güneş kütlesi) geçip geçmediğine bakılır. Eğer sınırı geçiyorsa bu bir kara deliktir, geçmiyorsa bir ak cüce olabilir. Bunun yanı sıra, bazı yıldızsal kara deliklerin "gama ışınları dalgalarının yayını" sırasında belirdikleri bilgisi göz önünde bulundurulur. Zaten böyle kara delikler süpernova halindeki (Wolf-Rayetyıldızı gibi) büyük bir yıldızın patlaması yoluyla oluşabilirler ve ""collapsar"" örneğiyle tanımlanan bazı hallerde kara delik bir gama ışınları dalgası üretildiği an oluşur. Böylece, bir "gama ışınları dalga yayını" (GRB) bir kara deliğin doğumunun işareti olabilir. Süpernovalar vasıtasıyla daha küçük kütleli kara delikler de oluşabilir. Örneğin 1987A süpernovasından kalan artıkların bir kara deliğe dönüştüğü düşünülmektedir. Bir kara deliğin varlığını gösteren bir başka fenomen de esas olarak radyo dalgaları alanında gözlemlenen "akış"ların varlığıdır ki, bu akışlar hem yıldızsal kara deliklerce, hem de dev kara deliklerce yaratılabilmektedir. Bu akışlar kara deliğin "yığılım diski”nde oluşan büyük ölçekli manyetik alan değişimlerinden kaynaklanırlar. Bir kara deliğin küçüklüğü doğrudan gözlemini zorlaştırır, örneğin birkaç kilometrelik kara deliklerin doğrudan gözlemlenmesi imkânsızdır. Açısal çapı bundan biraz daha büyük bir kara deliği ele alalım; 1 “güneş kütlesi” kadar kütlesi olan ve bir parsek (yaklaşık 3,26 ışık yılı) uzaklıkta bulunan bir kara deliğin açısal çapı ancak 0,1 mikrosaniye olacaktır ki, bu, gözleminin olanaksızlığı hakkında yeterince bir fikir vermektedir. Buna karşılık, dev kara deliklerin konumu doğrudan gözlem bakımından daha elverişli görünmektedir. Bir kara deliğin ebatları kütlesiyle orantılıdır. Bir galaksinin merkezindeki kara deliğin kütlesi ortalama 2,6 milyon güneş kütlesidir. Onun "Schwarzschild yarıçapı" da yaklaşık 7 milyon km. olur. Bu kara deliğin 8,5 kilo-parsek uzaklıkta bulunduğunu farzedersek, açısal çapı 30 mikrosaniye olur. Bu sonuç, söz konusu cismin, “gözle görülür ışık alanı”nda gözlemlenmesinin yine son derece zor olduğunu ortaya koymaktaysa da, günümüzde “radyo girişim aracı” saptama sınırlarına hiç de uzak değildir. Günümüzde, milimetrik alandaki frekanslara dayalı radyo girişim araçlarının duyarlılıkları gitgide geliştirilmektedir. Kara deliğin açısal çapının büyüklüğü yerine, frekans alanındaki büyüklüğe ilişkin herhangi bir kazanım, bize karadeliğin gözlemlenebilmesi konusunda çok daha elverişli bir olanak sağlayacaktır. Şu halde bir galaksi merkezindeki kara deliğin bu teknikle imajlarının elde edilmesi pek uzak bir hayal olmasa gerek. M87 galaksisinin merkezinde yer alan kara delik üstte sözü edilen kara deliğe kıyasla 2000 kez daha uzak olmakla birlikte, ondan 1300 kez daha büyüktür. Belki de bu kara delik, gelecekte, galaksimiz Samanyolu’ndaki kara delikten sonra imajı elde edilmiş ikinci kara delik olacaktır. 1965’te bulunan Cygnus X-1, bir kara delik içerdiği bilinen ilk astrofizik cismidir. Bu, dönen bir kara delikten ve bir kızıl devden oluşan bir çift yıldız sistemiydi. Eğer kara delik bir çift yıldız sisteminin parçasıysa, o zaman normal yıldızdan kara deliğe doğru bir madde akışı olur. Madde akışı, açısal momentumun korunması prensibine bağlı olarak kara delik çevresinde "yığılım diski" denilen bir disk oluşturur. Bu disk maddesi kara deliğin yakınında, büyük kütleçekim potansiyeli altında müthiş sıcaklıklara ulaşmakta ve kara deliğin tarafımızdan fark edilebilmesini sağlayan X-ışınları yaymaktadır. “Yığılım diski”yle “akış”lar oluşturan bir kara deliğin veya bir nötron yıldızının bulunduğu çift yıldız sistemlerine, galaksimiz ötesindeki (ekstragalaktik) ebeveynleri denilebilecek kuasarlara ithafen mikrokuasar adı verilmiştir. Aslında her iki sınıftaki cisimler de aynı fiziksel süreçleri izlerler. Mikrokuasarlar içinde en fazla incelenmiş olanlarından biri 1994’de keşfedilmiş, "ışıktan hızlı" “akış”ları olan GRS 1915+105’tir. Böyle akışların bulunduğu bir başka sistem de GRO J1655-40’tir. Fakat bu ikincisinin mesafesi halen tartışmalı olduğundan, akışlarının ışıktan hızlı olmama olasılığı da bulunmaktadır. Bir başkası da çok özel bir mikrokuasar olan SS 433’tür. Bunun öyle sürekli akışları vardır ki, orada madde ışık hızının beşte biri civarındaki hızlarla yığın yığın yer değiştirmektedir. Dev kara delik adayları öncelikle "aktif galaksi çekirdekleri" ve radyoastronomlar tarafından 1960’lı yıllarda keşfedilen kuasarlardır. Dev kara deliklerin varlığına en büyük kanıt oluşturan gözlemler Sagitarius A adlı galaktik merkezin çevresindeki yıldızların yörüngeleri üzerinde yapılan gözlemlerdi. Bu yıldızların yörünge ve hızları hakkındaki gözlemler, bu "galaktik merkez"in o bölgesinde dev kara delikten başka hiçbir kozmik cismin söz konusu olamayacağını göstermekteydi. Bu keşfin ardından başka galaksilerde başka kara deliklerin bulunduğu saptandı. Şubat 2005’de SDSS J090745.0+24507 adlı dev bir mavi yıldızın galaksimizin kaçış hızının iki katı bir hızla, yani ışık hızının 0,0022’si kadar bir hızla Samanyolu galaksimizden çıkacak şekilde yol aldığı gözlemlendi. Hızı ve çizdiği yörünge incelendiğinde dev bir kara deliğin çekimsel etkisiyle fırlatılmış olduğu anlaşıldı. Kasım 2004’de astronomlardan oluşan bir grup, galaksimizde orta kütleli ilk kara deliğin keşfedilmiş olduğunu açıklamışlardı. Yörüngesi galaksimizin merkezinden yalnızca üç ışık yılı uzaklıkta olan bu kara delik 1300 güneş kütlesi kadar bir kütleye sahipti ve yalnızca yedi yıldızdan oluşan bir yıldız kümesinde bulunuyordu. Bu yıldız kümesi, muhtemelen, vaktiyle büyük yıldızlardan oluşan ve merkezî kara delik tarafından yutularak ufalan bir yıldız kümesinin kalıntısıydı. Bu gözlem, dev kara deliklerin, çevresindeki yıldızları ve diğer kara delikleri yuttukça büyüdükleri görüşünü desteklemektedir. Bütün bunlar, muhtemelen yakın bir zamanda, LISA adlı “uzay girişim aracı” vasıtasıyla yapılacak, söz konusu sürecin çekimsel dalgalarının doğrudan gözlemiyle doğrulanabilecektir. Haziran 2004’de astronomlar 12,7 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksinin merkezinde Q0906+6930 adı verilen bir dev kara delik keşfettiler. Büyük Patlama göz önüne alındığında, bu gözlem, galaksilerdeki dev kara deliklerin oluşum hızlılığının göreli bir fenomen olduğunu göstermektedir. Kara delikler hakkındaki temel meselelerden biri hangi koşullar altında oluştukları meselesidir. İlk zamanlar, kara deliklerin oluşum koşullarının son derece özel olmasından dolayı, pek çok olma şanslarının çok az olduğu düşünülüyordu. Fakat, Stephen Hawking ve Roger Penrose’a borçlu olduğumuz bir dizi matematik teoremleri hiç de öyle olmadığını gösterdi. Kara deliklerin meydana gelmesi son derece farklı koşullarda oluşabilmekte olup, bir çeşitlilik gösteriyordu. Bu iki bilim adamının söz konusu alandaki kuşkuya yer bırakmayan çalışma ve kuramları "tekillik kuramları" olarak adlandırılmıştır. Bu kuramlar, 1970’li yılların başlarında, yani henüz kara deliklerin varlığını doğrulayan hiçbir gözlemin yapılmamış olduğu bir dönemde ortaya konulmuştur. Sonraki gözlemler, kara deliklerin evrende gerçekten çok sık bulunan cisimler olduğunu doğrulamış bulunmaktadır. Bir kara deliğin merkezinde "çekimsel tekillik" yer alır. Tüm kara delik türlerinde de bu tekillik dış alemden "olay ufku"yla "saklı"dır. Bugünkü fizik, çekimsel tekilliği tanımlamayı bilememektedir. Fakat bu pek fazla önem de taşımamaktadır ; çünkü bu tekillik, "olay ufku"yla sınırlanmış kuşağın içinde kalmakta ve dış alemin olayları üzerine etkide bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bir ufukla çevrelenmiş olmaksızın mevcut olan bir tekilliğin bulunduğu "genel görelilik" denklemleri
ne matematik çözümler vardır, kinetik yük veya "kinetik moment"in belirli bir değeri aşması halinde Kerr veya Reissner-Nordström çözümlerinde söz konusu olduğu gibi... Böyle bir durumda artık kara delikten söz edilemez (artık ufuk da, "delik" de yoktur), ancak "çıplak tekillik"ten söz edilebilir. Parametrelerce belirlenen bu tür durumların incelenmesi pratikte son derece zordur; çünkü tekillik ortamını tahmin edebilmemiz imkânsızdır. Bugünkü evren bilgilerimizle çıplak tekillik meselesi hakkında fazla bir şey söylememiz mümkün değildir veya en azından, 1990’lı yıllara kadar bu konuda fazla bir şey söylemek mümkün değildi. O yıllara kadar Kerr veya Reissner-Nordström kara deliklerinin kinetik momentin veya elektriksel yükün dış katkısı yoluyla söz konusu kritik değerlere ulaşamayacakları düşünülüyordu. Çünkü, özetle, kara deliğin yük/kütle ilişkisinin hep, tam kritik değere ulaşmadan önce "doygunluğa" ulaşacağı ve böylece hiçbir zaman kritik değere ulaşamayacağı düşünülüyordu. Bu temel kavram ve düşünceler İngiliz matematikçi Roger Penrose’u 1969’da, "kozmik sansür" denilen hipotezi ortaya atmaya yöneltmiştir. Bu hipotez hiçbir fiziksel sürecin kozmosda çıplak tekillerin doğmasına imkân vermeyeceğini ileri sürmekteydi. Mümkün birkaç açıklama/formül içeren bu hipotez, Stephen Hawking’in evrende çıplak tekilliklerin oluşabileceğini savunan Kip Thorne ve John Preskill ile iddialaşmasına konu oldu. Nihayet 1991’de Stuart L. Shapiro ve Saul A. Teukolsky evrende çıplak tekilliklerin oluşabileceğini sayısal simülasyon yoluyla ortaya koydular. Birkaç yıl sonra da Matthew Choptuik çıplak tekilliklerin oluşabileceğini başka yollarla ortaya koydu. Bununla birlikte, bu kanıtlama çalışmaları, gözlem eksikliği olduğundan, evrende çıplak tekilliklerin oluşumuna ilişkin olarak emin olunması konusunda tam anlamıyla yeterli sayılamazlar. Bu durumda, mesele şöyle de özetlenebilir: Evet, evrende çıplak tekilliklerin olması mümkündür, fakat pratikte var oldukları şüphelidir. Sonunda Stephen Hawking, 1997 yılında, vaktiyle Kip Thorne ve John Preskill karşısında girmiş olduğu iddiayı kaybetmiş bulunduğunu itiraf etti. 1971’de İngiliz fizikçi Stephen Hawking, hangi tür kara delikte olursa olsun, "olay ufku"nun yüzeyinin asla küçülmediğini gösterdi. Bu özellik, entropi (çözülüm, dağılım,yok oluş) rolünü oynayan yüzey bakımından, tümüyle “termodinamiğin ikinci yasası”nı andırmaktadır. Klasik fizik çerçevesinde, termodinamiğin bu yasası bir kara deliğe madde göndererek ve böylece onun kozmozumuzda yok olmasını sağlayarak ihlal edilebilir. Fizikçi Jacob Bekenstein kara deliğin (doğada doğrulanmamakla birlikte) ufuk yüzeyiyle orantılı olan bir entropiye sahip olduğunu öne sürmüştür. Bekenstein kara deliğin ışınım yaymamasından ve termodinamikle olan ilişkisinin, yalnızca bir benzerlik olup, özelliklerinin fiziksel bir tanımı olmamasından yola çıkıyordu. Bununla birlikte kısa bir süre sonra Hawking, “kuantum alan teorisi”ne dayalı bir hesaplamayla, kara deliklerin entropisi hakkındaki sonucun, basit bir benzerlikten ibaret olmayıp, "kara deliklerin ışınımı"na (Hawking ışınımı) bağlı bir ısıyı tanımlamasının mümkün olduğunu gösterdi. Kara deliklerin termodinamik denklemleri kullanıldığında, öyle görünüyor ki, kara deliğin entropisi ufkunun yüzeyiyle orantılı bulunmaktadır. Bu, "de Sitter evreni" gibi bir ufuk içeren "kozmolojik örnekler" bağlamında da uygulanabilecek evrensel bir sonuçtur. Buna karşılık, bu entropinin "mikrokanonik topluluk" bakımından açıklanması çözülememiş bir problem olarak kalmaktadır, her ne kadar "string kuramı" kısmi yanıtlar getirmeyi başardıysa da… Daha sonra kara deliklerin azami entropi cisimleri olduğunu, yani belirli bir yüzeyle sınırlı bir uzay bölgesinin azami entropisinin aynı yüzeye sahip bir kara deliğin entropisine eşit olduğunu gösterdi. Bu saptama fizikçilerden önce Gerard ’t Hooft’u ve daha sonra Leonard Susskind’ı “holografi ilkesi” kavramını ortaya atmaya yöneltti. Bu kavramın dayandığı esas şöyle açıklanabilir: Nasıl bir hologram bir hacimle ilgili enformasyonları basit bir yüzey üzerinde kodlayabiliyor ve böylece o yüzden hareketle üç boyutlu bir kabartma etkisi sağlayabiliyorsa, aynı şekilde, uzaydaki bir bölgenin yüzeyinin tanımı da o bölgenin içeriğiyle ilgili tüm enformasyonu yeniden oluşturmaya imkân sağlamaktadır. Kara deliklerin entropisinin keşfi, böylece, kara delikler ile termodinamiğin ve “kara delikler termodinamiği”nin arasında son derece derin benzeşim ilişkilerinin kurulmasına olanak sağlamıştır ki, bu da “kuantum çekimi” kuramının anlaşılmasına yardımcı olabilecektir. Kara delikler evrendeki en kararlı ve en uzun ömürlü cisimler olmalarına rağmen, sonsuza dek yaşayamazlar, Hawking ışınımı yaparak çok yavaşça enerjilerini kaybederler. Hawking ışınımı elimizdeki teknoloji ile saptanabilecek bir ışınım değildir. 1974’de Stephen Hawking “kuantum alan teorisini” “genel görelilik”teki “eğrilmiş” uzayzamana uyguladı ve klasik mekanik tarafından öngörülenin aksine, kara deliklerin aslında, günümüzde “Hawking radyasyonu” adıyla bilinen bir ışınım (termik ışınıma yakın bir ışınım) yaymakta olduğunu keşfetti. Şu halde kara delikler tümüyle “kara” değildi, yani yaydıkları bir şeyler de vardı.Fakat kara delikler, bugünkü bilgilerimize göre, özellikleri gereği, başka ışıma yapamazlar, çünkü yüzeylerindeki kaçış hızı ışık hızından yüksektir. Kara deliğin yüzeyinde bir fener yakabilseydik, fenerin ışığı çekiminin etkisi ile kara delik yüzeyine geri bükülecekti. Hawking radyasyonu bir “kara cisim”in spektroskopisine denk düşmektedir. Bu durumda, kara deliğin boyuyla ters orantılı olan ısısı bunla ilişkilendirilebilecekti. Bu bakımdan, kara delik nicelik olarak büyüdükçe, ısısı düşmektedir. Merkür gezegeni kadar kütleli bir kara delik CMB ışınımınkine (bir elektromanyetik ışınım türü) eşit bir ısıya (yaklaşık 2,73 kelvin) sahiptir. Kara deliğin kütlesi, ısısı, enerji kaybı ve Hawking radyasyonu arasındaki ilişki kara deliğin kütlesi arttıkça ısısının giderek düşmesine neden olmaktadır. Böylece, bir yıldızsal kara deliğin ısısı birkaç mikrokelvine kadar düşmektedir ki bu da “buharlaşma”sının (yok olma, Hawking radyasyonu) doğrudan saptanmasını gitgide olanaksız kılmaktadır. Bununla birlikte kütlesi pek büyük olmayan kara deliklerde ısı daha yüksek olmakta ve buna bağlı enerji kaybı, kütlesinin kozmolojik basamaklardaki değişimlerinin anlaşılmasına olanak vermektedir. Böylece, birkaç milyon tonluk bir kara delik "kozmosun şu anki yaşı"ndan daha az bir sürede buharlaşacaktır. Kara delik “buharlaşırken” de daha küçük hale gelecek ve dolayısıyla ısısı daha artacaktır. Bazı astrofizikçiler kara deliklerin tümüyle “buharlaşma”sının bir gama ışınları dalgası üreteceğini düşünmektedirler. Bu düşünce, küçük kütleli kara deliklerin varlığının onaylanması anlamına gelmektedir. Bu durumda "ilksel kara delik"lerin varlığı söz konusu olmaktadır. Günümüzde bu olasılık, INTEGRAL adlı Avrupa uydusunun sağladığı veriler üzerinde araştırılmaktadır. 21. yüzyılın başından beri henüz çözülememiş temel fizik meselelerinden biri, ünlü enformasyon paradoksudur. "Saçsızlık kuramı” nedeniyle, kara deliklerin içine girmiş olanları a posteriori olarak saptamak mümkün değildir. Bununla birlikte kara delikten uzaktaki bir gözlemcinin bakış açısından düşünülürse, enformasyon tümüyle yok olmuş da sayılamaz; çünkü vaktiyle kara deliğe düşmüş durumda bulunan madde, ışık yılı uzaklıklar göz önünde bulundurulursa, gözlemci tarafından henüz görülebilmektedir. Şu halde kara deliği oluşturan enformasyon kayıp mıdır, değil midir? Bir "kuantum çekimi kuramı"nın olmasını gerekli kılan bu konudaki düşünceler, kara deliğin sadece ufkuna yakın uzaya bağlı entropiyle sınırlı ve bitmiş bir niceliğin var olabileceğini öne sürmektedir. Kara deliğe düşen madde ve enerjinin her türlü entropisi göz önünde bulundurulurken "Hawking ışınımı" değişkenliğinden ziyade, ufuk entropisi değişkenliği daha tatminkar görünmektedir. Yine de pek çok mesele açıklığa kavuşmamış durumda ortada durmaktadır, özellikle kuantum konusunda. Genel görelilik evrendeki kara deliklerin birbirleriyle bir şekilde irtibat halinde olduklarını göstermektedir. Bu yapıda kara delikleri birbirlerine bağlayan koridorlar alışılmış adıyla “kurt delikleri” (meyve kurdu), solucan delikleri veya nadir kullanımıyla Einstein-Rosen delikleri olarak belirtilmektedir. Bu konudaki düşünceye göre, kara delikler bir başka evrene açılmaktadır veya bu ikinci evrene geçiş kapılarıdır. Kara delikleri birbirine bağlayan söz konusu koridorlar bir elmanın içindeki kurdun yolunu andırır biçimde düşünüldüğünden, söz konusu koridorlara “kurt deliği” adı verilmiştir. Evrende pek çok kara deliğin var olduğu göz önünde bulundurulduğunda, uzayın birbiri içine geçmiş sayısız tünellerden oluştuğu sonucuna varılır. Zaman ve ışık-yılı uzaklıkları hiçe sayarak kozmozda “zıplama”lara olanak veren bu kurt delikleri ister istemez bilim-kurgu yazarlarına esin kaynağı olmuştur. Kozmosun tünellerle dolu bu yapısı genel görelilik tarafından doğrulanmakla birlikte, astrofizik bağlamda, pratikte bu tünellerdeki yolculuklar şimdilik imkânsız gibi görünmektedir; çünkü bilinen hiçbir süreç bu yolculukları yapabilecek nesnelerin oluşumunu ayabilir gibi görünmemektedir. Kurul Kurul, heyet veya konsey; bir işi yapmak, yönetmek ve o işle ilgilenmekle veya bir kurumu temsil etmekle görevli topluluğa verilen isim. Beckenbauer Beckenbauer şu anlamlara gelebilir: Bocurgat Bocurgat, sabit iki levhanın arasından geçirilmiş bir mil ve milin üzerindeki kuvvet kolundan oluşan alet, çıkrık. İlk olarak, İzmir - Urla yakınlarındaki kazılarda ortaya çıkan Klazomenai antik kentinde kullanıldığı sanılmaktadır. Mekanizma; bucurgat, ip ve makaralar yardımıyla kurularak, temelde ağır bir presin kaldırılması amacını taşır. Army of Lovers Army of Lovers, 1987 yılında kurulan İsveçli müzik grubudur. Grubun müzik videoları, şarkıları, bazı popüler müzik kanallarında yasaklanmıştır. Grubun özellikle klipler
indeki görüntüleri, şarkı sözleri dini kesimlerde tartışmalara yol açmıştır. La Camilla grubu 1991 solo kariyeri ve tartışmalar yüzünden terk etti yerine Michaela geçti. Dominika 1992 yılında gruba dahil oldu. 1996 yılında Michaela grubu terk etti ve La Camilla geri döndü. Grup 1996 yılında dağıldı. 2000 yılında geri döndü ve 2001 yılında tekrar dağıldı. Kemal Reis Kemal Reis (1451 – 1511), II. Bayezid devrinde yaşayan Türk denizci. Kemal Reis’i tanımış olan İbn-i Kemal, bu büyük denizcinin Gelibolu’lu olduğunu kaydetmektedir. Bazı eserlerde Kemal Reis’in Karamanlı olduğu yazılıyorsa da çağdaşı İbn-i Kemal’in değerlendirmesi daha uygundur. Kitab-ı Bahriye’de adının Ahmed Kemal, babasının isminin Ali olduğu belirtilmektedir. Kemal Reis’in Hacı Mehmed isminde kardeşi olup bu da, Kitab-ı Bahriye eserinin sahibi Piri Reis’in amcasıdır. Piri Reis'in de amcası olan Kemal Reis ilk defa Mahmud Paşa ile birlikte Eğriboz seferine katıldı. Eğriboz’da azaplar reisi olarak görev yapmıştır. 15. yy sonlarında Akdeniz'in en tanınmış Türk denizcisiydi. Emri altındaki gemilerle İspanya ve Afrika sahillerinde, Septe boğazı ve Balear Adaları çevrelerinde dolaşmış, Hristiyan korsanlarla başarılı çarpışmalarda bulunmuş ve Avrupa sahillerine akınlar yapmıştır. 1494 senesinde II. Bayezid’in davetine uyarak İstanbul’a geldi ve Osmanlı donanmasının hizmetine girdi. Donanmada tadilat ve ıslahat çalışmaları yapmıştır. 1498 yılında Adana ve Tarsus’taki Mekke ve Medine’ye ait gelirler İskenderiye’ye Kemal Reis’in kumandası altındaki donanma nakledildi. Bu gidiş ve dönüşte Kemal Reis Rodos şövalyelerinin gemileriyle çarpışmış, bunlara galip gelerek bazı gemilerini ele geçirmiş ve çok sayıda esir almıştır. 1499 yılında Kaptan-ı Derya Küçük Davut Paşa komutasındaki donanmayla İnebahtı seferine katıldı ve Sapienza Deniz Muharebesi (1499)’nin kazanılmasında yararlılıklar gösterdi. Modon Deniz Muharebesi (1500)’nde Venedik donanmasına üstünlük sağlamıştır. 1504 senesinde Türk ve Müslüman gemilerini saldırarak seyahat ve ticareti sekteye uğratan Rodos şövalyeleri üzerine akın yapmış, Rodos’a asker çıkarıp çok yerine saldırmıştır. 1505'te Kemal Reis komutasında Osmanlı donanması İspanya seferi düzenlenmiş, bir kısım Müslüman ve Yahudi kurtarılarak ilk kafilesi Osmanlı topraklarına getirilmiştir. Kemal Reis 1507’de Kahire’ye gitti ve burada Memluk sultanı tarafından kendisine ikramlarda bulunuldu ve bir süre Mısır’da kalarak geri döndü. 1511 yılında Rodos şövalyelerinin yaptığı saldırıların intikamını almak üzere denize açılmış, ancak yolda yakalandığı şiddetli fırtınada gemisinin batması sonucu hayatını kaybetmiştir. Balkan Antantı Balkan Antantı, 9 Şubat 1934 tarihinde Atina'da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan anlaşmadır. 1933’ten sonra Almanya’da Nazi Partisi’nin iktidara gelmesi, İtalya’nın Akdeniz’de ve Balkanlar’da genişleme çabası ve Avrupa devletlerinin silahlanma yarışına girmesi dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda Balkan devletleri arasında bir yakınlaşma meydana geldi. 14 Eylül 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Yunanistan Arasında İçten Anlaşma Yasası, 17 Ekim 1933 tarihinde Ankara'da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaştırma Antlaşması, 27 Kasım 1933 tarihinde Belgrad'da Türkiye - Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Yargısal Çözüm, Hakemlik ve Uzlaştırma Antlaşması imzalandı. Balkanlar'ı ele geçirmek isteyen İtalya ve Almanya tehlikesi karşısında dört Balkan devleti Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye 9 Şubat 1934’te Atina’da Balkan Anlaşma Yasası imzaladılar. Bu Antanta göre; Balkan ülkeleri birbirinin varlığına saygı gösterecekti. Böylece Balkan ülkeleri sınırlarını karşılıklı olarak güvenceye almış oldular. Arnavutluk İtalya'nın etkisinde olduğu için Bulgaristan ise komşu ülkelerin topraklarında hak iddia ettiği için Balkan Antantına katılmadı. Ancak 31 Temmuz 1938 tarihinde Selanik'te Bulgaristan ile Balkan Antantı arasında iyi komşuluk ve içtenlikle ilişkilerini sürdürmek isteğini dile getiren bir anlaşma imzalanmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni dengelerin kurulması ile Balkan Antantı geçerliliğini kaybetti. İntegral tablosu İntegral, Matematikteki temel işlemlerden biridir. Aşağıdaki tabloda en çok bilinen integrallerin hesaplanışını bulacaksınız. "C" harfi integral sabiti'ni belirtmek için kullanılmıştır. Aşağıdaki formüller i niteliğindedir. Bazı fonksiyonların kapalı formda ters türevleri [integralleri] alınamazlar. Buna karşın, belirli integral şeklinde bazı fonksiyonların integral değerleri hesaplanabilir. Bunlardan en çok bilinen ve kullanılanlar şunlardır: Gürcan Dağdaş Gürcan Dağdaş (d. 20 Mayıs 1960, Kars), Türk siyasetçidir. İlk, orta ve lise öğrenimini Kars'ta tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden mezun oldu. Kısa bir süre kamu kuruluşlarında görev aldı. 24 Aralık Genel Seçimlerinde, RP'den İstanbul milletvekili seçilerek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 20. Dönem üyesi oldu. 22 Temmuz Genel Seçimlerinde, Kars milletvekili seçilerek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 23. Dönem üyesi oldu. Erbakan'ın Başbakan olduğu 54. Cumhuriyet Hükümeti'nde Devlet Bakanı olarak görev yaptı. Daha sonra Demokrat Türkiye Partisine katıldı. 1999 Genel Seçimlerinde aday olmadı. 2002 yılında yapılan Genel Seçimlerde Kars’tan bağımsız aday oldu. “Toplumsal Çözülme”, “Kağıda Düşenler” ve “Düşünceye Davet” isimlerinde üç eseri yayınlandı. Bir süre Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. 10 Şubat 2005 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi'ne katılan Gürcan Dağdaş, bu tarihten beri Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve genel başkan başdanışmanı olarak görev yapmaktadır. Halen yazılarına Ortadoğu gazetesinde devam etmektedir. Evli ve bir çocuk babasıdır. 30 Eylül 2014 tarihinde MHP'den istifa etmiştir. 2.(XIII), 3.(XIV), 4.(XV) Dönem Konya, 5.(XVI) Dönem Kars Milletvekilliği ile Tarım Bakanlığı yapan Bahri Dağdaş'ın yeğenidir. Mağrip Mağrip (Arapça: المغرب العربي, el Mağrib el Arabi), kuzeybatı Afrika bölgesi. Tarihte, Müslüman idaresi sırasında İber Yarımadası, Malta ve Sicilya'yı da içerirdi. Günümüzde Mağrip, dar manada Tunus, Cezayir, Fas ve Batı Sahra'yı içerir. Libya ve Moritanya'nın da bunlara eklenmesiyle "Geniş Mağrip" diye adlandırılabilecek bölge ortaya çıkar. Afrika'nın geri kalanından Atlas Dağları ve Sahra Çölü ile ayrılan Mağrip ülkeleri, Akdeniz coğrafi ve kültürel olarak Akdeniz havzasının bir parçası sayılabilir. Bölge Araplar tarafından fethedilmesinin ardından 8. yüzyılda merkezi bir siyasi idareye kavuştu. Muvahhidler döneminde (1159-1229) tekrar birleşen bölge ardından tekrar birleşmemek üzere parçalandı. Osmanlı idaresi, doğu Mağrip ülkeleri olan Cezayir, Tunus ve Libya üzerinde hüküm sürdü. Bu dönemde, Türk kültürü ve etnik Türkler de bölgeye yerleştiler. 19. yüzyıldan itibaren Mağrip ülkelerinin büyük bölümü Fransız idaresine girdiler. Batı Sahra ve Fas'ın bazı şehirleri ise İspanya tarafından ilhak edildi. Buna karşılık Libya, İtalya kontrolüne girdi. 20. yüzyılda Fas'taki İspanyol şehirleri Ceuta ve Mellila hariç bu bölgeler bağımsızlıklarına kavuştular. Fas, Cezayir, Tunus, Libya ve Moritanya, 1989'da Arap Mağrip Birliği'ni kurdular. Muammer Kaddafi tarafından bir Arap üst-devleti fikri olarak ortaya çıkan bu birlik, zamanla bir ortak pazara dönüşmeyi hedeflemektedir. Ancak üye ülkelerde, özellikle Cezayir'daki toplumsal ve iktisadi karışıklıklar bu hedefe ulaşmayı engellemektedir. Mağrip, Berberilerin en yoğun olarak yaşadığı ve Berberi kültürünün en yoğun şekilde görüldüğü bir bölgedir. Bölge aynı zamanda, Arap kültürünün bir alt bölgesi özelliği gösterir. Örneğin Mağrip ülkelerinin kuskusa dayanan ortak bir mutfak kültürü vardır. Buna karşın Mısır ve doğu Arap mutfakları prince dayanır. Habib Burgiba da Mağrip ülkelerini tanımlarken kuskusun ortak özellik olmasına değinir. Ortak kültürün özellikleri Malta gibi çevre ülkelerde de hissedilir. Mesela modern Malta dili, Arapça'nın Mağrip ülkelerinde konuşulan aksanından bir dildir. Bölgedeki önemli etnik azınlıklar Yahudiler ve sömürgecilik döneminde yerleşen, Pied-noir olarak anılan Fransızlardır. Megalomani Megalomani, büyüklük hezeyanı ya da büyüklük kuruntusu, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Megalomani, kendi başına bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir psikolojik durumdur. Büyüklük hezeyanları kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayanır. Megalomani, kendini önemseme duygusunun gerçekliğe dayanıp abartılı bir biçim alan, aşırı bir özgüven değildir. Mekanik tesisat Mekanik tesisat, inşaat işlerinde makine mühendisliğinin etkinlik alanına giren işlerin tümüne verilen addır. Bu işler mekanik işler veya tesisat işleri olarak da adlandırılır. Bir mekanik tesisat genellikle aşağıdaki bileşenlerden oluşur. Mekanik tesisatın ana bileşenleri mekanik oda veya makine dairesi olarak adlandırılan mekanlarda yerleşik bulunur. Taksi Şoförü (Amerika Birleşik Devletleri filmi, 1976) Taxi Driver, 1976 yapımını, yönetmenliğini Martin Scorsese'nin yaptığı film. Başrolünü Robert de Niro, Cybill Shepherd, Jodie Foster ve Harvey Keitel paylaşmıştır. Film 4 dalda Oscar'a aday olmuş ve Cannes Film Festivali'nde en iyi filme verilen Altın Palmiye ödülünü kazanmıştır. Amerikan Film Enstitüsü'nün hazırladığı, tüm zamanların en iyi 100 Amerikan filminin yer aldığı AFI's 100 Years... 100 Movies listesinde 52. sıradadır. Internet Movie Database'in Top 250 listesinde 01 ocak 2012 tarihi itibarıyla 43. sıradadır. "Time" dergisinin hazırladığı Tüm Zamanların En İyi 100 Filmi listesinde, 52. sırada yer almaktadır. "Taksi Şoförü", 1994 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Dinçer Sümer Dinçer Sümer, (d. 19 Mart 1938, İzmir), Türk t
iyatro yazarı, yönetmeni, oyuncusu ve seslendirme sanatçısı. Öğrenim yıllarında gazetecilik yaptı. Bu sırada tiyatrolarda çalıştı, sinema filmlerinde rol aldı. Şiir ve radyo oyunlarıyla edebiyata girdi. Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Yüksek Bölümü'nü bitirdi. Tiyatro üzerine Polonya, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde araştırmalar yaptı. Dinçer Sümer, 1961'den bu yana Devlet Tiyatroları'nda oyuncu ve yönetmen olarak çalışıyor. Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu'nda ve Tiyatro Yazarları Derneği yönetiminde bulundu. Anadolu Üniversitesi'nde dramaturg dersi öğretim görevlisi olarak görev yaptı. Dinçer Sümer'e Türk Dil Kurumu, TRT ve TBMM gibi pek çok kurumdan sanata yaptığı katkılardan dolayı verilen ödüllerin yanı sıra, 1998 yılında da Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Sanat Danışmanlığı da yapan Dinçer Sümer'in ‘‘"Eski Fotoğraflar"’’ adlı tiyatro oyunu 2008 yılında sinemaya aktarıldı. Necef Uğurlu ve Jülide Övür'ün yönetmenliğini yaptıkları filmde, Ahmet Uğurlu ve Bennu Yıldırımlar rol aldı. İlk olarak 1976 yılında sahnelendiğinden beri Türk Tiyatrosu'nun en çok izlenen oyunlarından olan ‘‘"Eski Fotoğraflar"’’ı, ilk izlediğinde 20 yaşında olan Ahmet Uğurlu, bu rolü oynama hayalini 26 yıl sonra 46 yaşında gerçekleştirdiğini söyleyerek, heyecanını farklı bir bakış açısıyla ifade etmişti. Sıradan insanların trajedilerinin anlatıldığı filmde, zıt dünyaların altını çizmek istediklerini belirten Necef Uğurlu, filmin temasını; ‘‘Her iyinin bir kötü yanı, her kötünün de bir iyi yanı vardır. Her insanın bir masum hikayesi vardır. İnsanların hayatları yanlış kişilerle kesişebilir’’ sözleriyle anlatmıştı. Turnusol Turnusol kağıdı kimyada kullanılan ayıraçlardan bir tanesidir. Çözeltilerdeki asit ve bazları ayırt etmekte kullanılır. Turnusol, asitle temas ettiğinde kırmızı, bazla temas ettiğinde mavi renk verir. Turnusol belirli likenlerden (kuzukulağı) elde edilen içeriğinde orsein bulunan ve suda çözünen bir boyadır. Çözelti olarak veya bir filtre kağıdına emdirilerek kullanılır. Bu kağıda pH belirteci denir ve maddelerin asitliğini ölçmek için kullanılır. Mavi turnusol kağıdı asidik ortamlarda kırmızıya ve kırmızı turnusol kağıdı bazik ortamlarda (ör. Alkali) maviye döner. Renk değişimi 4,5-8,3 pH aralığında menekşe tonlarında olur (25 °C'de). Turnusolün aktif maddesi erythrolitmindir. Düşük pH değerli maddeler asit olarak ve yüksek değerliler alkali olarak adlandırılır. Sadece asit ve bazlar değil, bazı çözünen tuzlar da turnusol kağıdını mavi veya kırmızıya dönüştürür. Kuvvetli asit ve zayıf bazdan oluşan tuzlar asidik, zayıf asit ve kuvvetli bazdan oluşan tuzlar bazik özellik gösterdiğinden turnusolü boyarlar (hidroliz). Turnusol kağıdı ile bir gazın pH derecesini ölçmek için, turnusol kağıdını ıslatmak gerekir. Gaz suda çözünür ve bu sayede tepkime olur. En sık olan turnusol tepkimeleri kırmızı turnusolün maviye veya mavi turnusolün kırmızıya dönüşmesidir. Ancak, bunların dışında da tepkimeler vardır. Örneğin, klor gazı mavi turnusol kağıdını beyaza döndürür (kimyasal deyimiyle, turnusol kağıdı ağarmıştır). Pancar Pancar ("Beta vulgaris"), bir çiçekli bitkiler ailesinden olan Amaranthaceae (ıspanakgiller) içinde bulunan "Beta" cinsinin en bilinen türüdür. Güney İsveç ve Britanya Adaları'ndan başlayarak Avrupa'nın batı ve oradan da tüm Akdeniz kıyılarınca uzanan bir bölgeye has olan pancar, yumru kökleri ve yaprakları ve şeker pancarı gibi çeşitleriyle, ekonomik olarak önemli bir bitkidir. Türkiye'nin bazı yörelerinde pazı (yaban pancarı) bitkisi de pancar olarak bilinir. Doğu Karadeniz bölgesinin birçok yerinde de kara lahana, "pancar" olarak adlandırılır. İç Anadolu bölgesinde oldukça fazla yetişir Montreale Katedrali Montreale Katedrali; Palermo'nun kuzeyinde, Montreale kasabasında bulunan bir katedral. Bizans mozaik sanatının bir örneği olarak kabul edilen yapının sahneleri, canlı renkleri ve detaylı öykücülüğü öne çıkmaktadır. Yapımına 1174'te II. William döneminde başlanan katedral 1182'de tamamlanmıştır. ThunderCats ThunderCats, Tobin "Ted" Wolf'un 1983 yılında yarattığı karakterler temel alınarak Rankin/Bass tarafından üretilmiş ve Lorimar-Telepictures tarafından dağıtılmış olan Amerikan çizgi dizisidir. Animasyon daha sonra Studio Ghibli'yi kuracak olan Japon grubu Topcraft tarafından yapılmıştır. 1. Sezon 1985 yılında (65 bölüm), ardından 1986 yılında TV filmi ThunderCats - HO! gösterilmiştir. 2., 3. ve 4. sezonlar yirmişer bölümlük yeni bir formatta, 5 parçalı bir hikâye ile başlamıştır. 1987-1988, 1988-1989 ve 1989-1990 yıllarında gösterilmişlerdir. 17 Mart 1997'de ThunderCats Cartoon Network'ün gösterdiği ilk öğle sonrası serisidir. Seri farklı saatlerde ve tarihlerde, pazar sabahları ve gece geç saatlerde olmak üzere 2002 yılına kadar gösterilmiştir. Hatta bir oyun yapılmıştır, Cartoon Network'ün resmi web sitesi, oyunda oyuncular Lion-O karakteri ile diğer ThunderCat'leri Mumm-Ra'nın mezarından kurtarmaya çalışmaktdırlar. Ayrıca çeşitli çizgi roman serileri üretilmiştir: Marvel Comics'in ürettiği, 1985 ve 1988 yılları arasında; ve Wildstorm tarafından üretilmiş iki seri, DC Comics'in 2003 yılında başlattığı bir baskısı. Wildstorm'un ürettiği çizgiromanlar eski serilerde gösterilen olayların öncesini anlatmaktadır. Gama fonksiyonu Gama fonksiyonu matematikte faktöriyel fonksiyonunun karmaşık sayılar ve tam sayı olmayan reel sayılar için genellenmesi olan bir fonksiyondur. Г simgesiyle gösterilir. Kompleks düzlemde Analitik devamlılık için n negatif tam sayı olmamalıdır,pozitif tam sayı olmalıdır. Öncelikle; Bu durumda "Aynı işlem kesirli sayılarla da yapılabilir mi?" diye bir soru akla gelir. Bu da Bu çift formula_19 gösterim Legendre tarafından yapılmıştır. Kompleks sayı "z"'nin gerçel kısmı (Re["z"] > 0) şeklindedir. integral'i Burada kısmi integrasyon kullanarak, mutlak yakınsaklık gösterilebilir.  "n" ! = "n" · ("n" − 1) ! faktoriyel fonksiyonunun genel kimliği/tanımı Bu fonksiyonel denklemdir. Bu iki sonuç bize faktöriyel fonksiyonun gama fonksiyonun özel bir durumu olduğunu gösteriyor. Bütün "n" Doğal sayılar'ı için . formula_19 genellemesi analitik devamlılık için gereklidir. "z" böylece 0 ve negatif değerler hariç bütün kompleks sayıları meromorfik fonksiyon olarak tanımlar. ( "z". = −"n"basit kutbu ile rezidü (−1)/"n" !). 0 ve negatif tam sayılar dışında bütün kompleks sayılar "z" için tanım sonsuz sayıda Gama fonksiyonu için, sırasıyla Euler ve Weierstrass çifti tarafından burada γ, Euler-Mascheroni sabiti'dir. yukarıdaki "z" nin 0,-1,-2,-3..dışındaki değerleri için Euler tanımı fonksiyonel denklemi basitleştirilmiş şekli, değişik bir gösterim... Bazen Gamma fonksiyonu'nun parametrik şekli Laguerre polinomları'nın terimleri içinde verilir; Bir alternatif gösterimde Gauss tarafından girilmişti. ve bazen Pi fonksiyonu deniyor,gama fonksiyonu terimleri yardımıyla böylece her negatif olmayan "n" için. Pi fonksiyonunu kullanarak yansıma formülü formunu alır burada sinc normalize sinc fonksiyonudur, eğer çarpım teoremi formu alınırsa ayrıca bazen bulunur. yukardaki bir Tam fonksiyon'dur,çünkü karmaşık sayılar içinde tanımlıdır. Burada π("z") hiçbir kutuba sahip değildir, Π("z")de, Γ("z") gibi,sıfır yok idi. ilgilenenler için, yarıçap formula_35 ile bir n-ellipsoidin hacmi gösterilebilir. 1840 yılnda Raabe şunu kanıtladı, Eşek hıyarı Eşek hıyarı ("Ecballium elaterium"), bir çiçekli bitkiler familyası olan Cucurbitaceae (kabakgiller) içinde bulunan Ecballium cinsinin bilinen tek türü. Acı hıyar olarak da bilinir. Bu bitkinin taze meyvesi sıkıldığında, bitkinin tohumlarını da içeren mukus benzeri bir salgı fışkırtır. Bu özelliği nedeniyle, örneğin İngilizce'de ""squirting cucumber"" (fışkırtan hıyar) olarak anılır. Meyvenin içindeki basınç 6 bar'a ulaşarak, içindeki tohumların kapsül patladığında 36 km/h ulaşmasını sağlar. Sinüzit tedavisinde kullanılabildiğine dair yorumlar olmasına karşın ciddi zararlara yol açabilir. Bu zararlar arasında mukoza tabakasında hasar, boğazda yanma, nefes almada güçlük sayılabilir. Uzman hekime danışılmadan kullanılması son derece tehlikelidir. Meyvesi zehirli olan ve antik çağlarda hamilelikte düşük yapmak için kullanılan bu bitkinin taze sıkılmış suyu, Türkiye'de bitkisel kocakarı ilacı olarak sinüzit tedavisi için doğrudan burun deliklerine uygulandığı belirtilmiştir. Gönüllü hastalar üzerinde uygulanan klinik testler, çift yüksek dozda uygulanan iyileşme oranının tek düşük doza göre daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur (iyileşme oranı sırasıyla %71.0 ve %56.6). Sinüslerin tamamen röntgen muayenesinde tahliye edilmemiş olmasına rağmen ek olarak, görülen tüm sendromlardan tamamıyla kurtulma oranı ise hastaların %20'sinde görülmüştür. 2 gramdan fazla alınan bitki dojazı, ciddi alerjik reaksiyonlardan dolayı ani nefes durmasına yol açabileceğinden öldürücü etkiye sahip olup sinüzit için doğru kullanımı en iyisi bir doktor eşliğinde yapılmasını gerektirir. Bu bitkinin 1 tatlı kaşığı meyve suyu bir çay bardağı suyla seyreltilerek sadece 2 - 3 damla buruna damlatılır. Marmara Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü Marmara Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümü 1993 yılında kurulmuş ve ilk lisans üstü öğrencilerinin eğitimine 1994 yılında başlamıştır. Bir hazırlık döneminin ardından 1997-1998 akademik yılında da ilk lisans öğrencilerini kabul etmiştir. Orhan Şaik Gökyay Orhan Şaik Gökyay (d. 16 Temmuz 1902, İnebolu - ö. 2 Aralık 1994), edebiyat tarihi ve dil araştırmacısı, şair, öğretmen. “"Bu Vatan Kimin"” şiiri ile hafızalarda yer etmiş vatansever bir şairdir. Edebiyat alanında şairliğinden çok eleştirmenliği ve araştırmacılığı ile öne çıktı. Dil konusunda yaptığı en önemli çalışma Dede Korkut hikâyeleri’ni sadeleştirmesidir. Yetmiş yıl boyunca öğretmenlik yaptı, binlerce öğrenci yetiştirdi. Bestesi Arif Sami Toker’e ait olan ve Türk Müziği’nin klasikleri arasında sayılan “"Çıksam Şu Dağların Yücelerine"” şarkısının güftesinin
yazarıdır. 16 Temmuz 1902 tarihinde babasının edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı İnebolu'da dünyaya geldi. 93 Harbi’nden sonra Filibe’den Anadolu’ya göç eden bir ailenin yedi çocuğundan birisidir. Babası Mehmet Cevdet Efendi, annesi Şefika Hanım’dır. Asıl adı Hüseyin Vehbi’dir. Rıza Nur’un Milli Eğitim Bakanlığı sırasında ‘"her öğrencinin bir Türk adı alması’"yla ilgili genelgesi uyarınca adını ""Orhan"" olarak değiştirmişti. İlk öğretimine Kastamonu'da başladı. İdadi’nin dokuzuncu sınıfında okurken, ailesinin maddi sıkıntıya düşmesi sebebiyle öğrenimine ara verdi. Katip olarak özel idarede çalışmaya başladıktan sonra edebiyatla ilgilendi. İlk şiiri Kastamonu'daki Açıksöz gazetesinde 1922 yılında yayımlandı. “"Annemin Mezarında"” adını taşıyan bu şiiri, kardeşi Kenan’a atfetmişti. İzmir’in işgaline duyduğu üzüntü ile yazdığı “"İzmir Rüyası"” adlı ikinci şiirini edebiyat öğretmeni Vasfi Bey’e ithaf etti . Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’dan Ankara’ya geçen pek çok kişinin yol üzerinde uğradığı bir yer olan Kastamonu’dan geçtiği sırada ünlü şair Mehmet Akif ile de görüşme fırsatı bulmuş, ilk şiirlerini göstermiş ve beğenisini kazanmıştı Aynı yıl öğrenimini tamamlamak üzere Ankara'ya gitti. Ankara Darülmuallimi’nin (öğretmen okulu) son sınıfına kaydoldu. Ankara Darülmuallimi'ni çok iyi derece ile bitirdikten sonra 1923 yılından itibaren Piraziz, Samsun ve Balıkesir'de öğretmenlik yaptı. Balıkesir'de görev yaptığı sırada şair Edremitli Ruhi Naci’nin (Sağdıç) desteğiyle Çağlayan isminde bir edebiyat dergisi çıkardı ve takma isimle yazı ve şiirlerini yayımladı. 1924-1926 yılları arasında çıkan 15 günlük bu dergide Mehmet Akif, Tokadizade Şekip ve Hasan Basri (Çantay) gibi devrin önemli şair ve yazarlarının da eserlerini yayınladı. 1927 tarihinde önce Kastamonu İdadisi’nin son sınıfına kaydolarak bu okuldan kaydoldu, ardından hem İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’ne hem Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydoldu; öğrenimini her iki okulda birden sürdürdü Edebiyat Fakültesi’nde hocası Fuat Köprülü'den etkilendi. Almancasını ilerletti. Yüksek öğrenimini 1930’da tamamladıktan sonra tekrar öğretmenliğe başladı. Kastamonu, Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa'da edebiyat öğretmenliği yaptı. ""Bu Vatan Kimin"" şiirini Bursa'da iken yazdı. Edirne'de görev yaptığı sırada kendisi gibi öğremenlik yapan Ferhunde Sarıoğlu ile evlendi. Çiftin çocukları olmadı. 1938 yılında Dede Korkut hikâyelerini yayınladı. Bu eser ile “Dede Korkut’un torunu” unvanını aldı. Öğretmenlik yaşamına 1939’dan itibaren Ankara’da, yeni kurulan Musiki Muallim Mektebi’nde (Ankara Devlet Konservatuvarı) öğretmen ve müdür olarak devam etti. Bestesini Necil Kazım Akses ile Ulvi Cemal Erkin'in müştereken yaptıkları "Konservatuvar Marşı"’nın güftesini yazdı. En önemli araştırmalarından birisi olan “"Kabusname"” ilk defa 1944’te yayımlandı. Bu kitap, Emir Unsurü'I-Meali Keykavus'un 1082 yılında, oğlu Giylanşah için ""Nasihat-name"" türünde yazılmış bir eserdir. 1944 yılında konservatuvar müdürü iken okul arkadaşı Nihal Atsız’ı evinde misafir etmesi üzerine “Irkçılık-Turancılık davası" nedeniyle görevine son verildi, tutuklanarak İstanbul’a gönderildi, işkence gördü. Onbir ay süren tutukluluk ve yargınlanma sürecinin ardından beraat etti ve öğretmenlik mesleğine geri iade edildi; Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik (1947-1951), Londra kültür ateşeliği ve öğrenci müfettişliği (1951-1954), İstanbul (Çapa) Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik (1954-1959) görevlerinde bulundu. 1957’de “"Katip Çelebi Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri"” adlı kitabını yayımlayan Gökyay, büyük önem verdiği Katip Çelebi’nin eserleri üzerinde çalışmalarını onun ""Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar"" ile ""Mizanü'l-Hakk fi ihtiyari'l-Ahakk"" adlı eserlerini bugünün Türkçe’si ile yayınlayarak sürdürdü. 1959-1962 yılları arasında Londra’da bir okulda Türk Dili ve Edebiyatı okutmanı olarak çalıştı. 1962'de Türkiye'ye döndükten sonra Çapa Eğitim Enstitüsündeki görevine tekrar başladı. 1967 yılında yaş haddinden emekli oldu. Gökyay, emekli olduktan sonra da eğitimcilikten kopmadı. 81 yaşında tekrar mesleğine döndü; eski görev yeri olan Çapa Eğitim Enstitüsü’nde, Marmara ve Mimar Sinan Üniversitelerinde ders verdi. Hayatı boyunca Türk Dili, Nesil, Türk Folklor Araştırmaları, Çağrı, Oluş, Ülkü, Türk Folkloru, Musiki Mecmuası, Türk Dili, Tarih ve Toplum, gibi dergilerde eleştiriler yayınladı, eleştirilerini 1982’de “Destursuz Bağa Girenler” adlı bir kitapta topladı. ABD’deki Princeton Üniversitesi, 1984’te iki ciltlik bir eser hazırlayarak ona ilk bilim armağanını sundu. 1988’de Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi’nin 6. ve 7. sayıları ‘Gökyay' a Armağan’ olarak çıktı. 1989’da İstanbul Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktorluk diploması verdi. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanı ile ödüllendirildi. Değerli kitaplardan oluşan kütüphanesini 1984’te kurulan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Kütüphanesi’ne bağışladı. Prof. Dr. Günay Kut, onun eserlerini “şiirleri, makaleleri, telif kitapları ve çevrileri” olarak dört bölümde inceledi. Bu çalışma, 1989’da yayımlandı. Yetmiş yılık öğretmenlik hayatında binlerce öğrenci yetiştiren Orhan Şaik Gökyay, 2 Aralık 1994 tarihinde vefat etti ve cenazesi ertesi gün Üsküdar'daki Nakkaştepe Mezarlığı'nda toprağa verildi. Yaşamı boyunca yalnızca beş şiirini Türkçe ve İngilizce olarak 1976’da yayımlamış olan şairin şiirleri ölümünden sonra “"Bu Vatan Kimin"” adı altında kitaplaştırıldı (1994). 2001 yılından bu yana eşi Ferhunde Gökyay ve öğrencisi Kudret Ünal tarafından “"Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü"” verilmektedir 2002 yılında Rıdvan Çongur ile Nail Tan’ın hazırladığı ""‘Bu Vatan Kimin?’ şairi, yazar Orhan Şaik Gökyay"” adlı kitap yayımlandı. Doğum yeri olan İnebolu’da ismi bir sokağa verilmiş ve büstü yerleştirilmiştir. Feldspat Feldspat ya da Feldispat, yerkabuğunun %60-65’ini oluşturan bir mineral grubudur. Sodyum, potasyum, kalsiyum, lityum ve kimi zaman baryum ve sezyum içeren alümina silikatlardır. Ana minerallerden ortoklaz KAlSiO (KO•AlO•6SiO), albit NaAlSiO (NaO•AlO•6SiO) ve anortitten CaAlSiO (CaO•AlO•2SiO) başlayarak feldspatlar iki ana grupa ayrılabilirler: Alkali felspatlar ve Plajiyoklaz feldspatlar. Feldspatlar fiziksel yapıları bakımından benzerlik gösterirler. Çoğunlukla triklinikdirler. Feldspat cam, seramik, kaynak elektrotları ve boya sanayisinde kullanılan önemli bir endüstriyel hammaddedir. Feldispatlar genellikle açık renkli minerallerdir; renkleri beyaz ya da bej ile gri arasında değişir. "Mikroklin" adı verilen feldispat türü, açık kiremit renginde de olabilir; hattâ, rengi yeşil ile mavi arasında değişen "amazonit" adlı bir çeşidi de vardır. Feldispatlar hafif yarısaydam özelliktedirler; sırlı seramiğe benzeyen camsı bir parlaklıkları vardır. Atom çatılarında zayıf düzlemler bulunduğu için, iyi dilimlenir, kolayca düzgün yüzlü blok parçalara bölünürler. Mohs mineral sertliği ölçeğinde, feldispatların derecesi 6'dır (yani feldispatların sertliği çelik bıçak ağzından biraz fazla ve aşağı yukarı porselen kadardır). Sertlikleri 6'dır ve özgül ağırlıkları 2,5 - 2,6 civarındadır. Özellikle sodyum ve potasyumlu feldspatlar olmak üzere, dünya feldspat üretiminin % 60'ı cam, % 35'i seramik sanayiinde, % 5'i kauçuk, plastik ve boya sanayilerinde dolgu malzemesi olarak kullanılır. Doğada karışım kristaller halinde bulunmaları, doğadaki yaygınlıklarına karşın, az sayıda oluşumun cam ve seramik sanayiine uygun oluşuna yol açmıştır. Türkiye 130 milyon tonluk rezervle dünya toplam rezervleri içinde % 10 luk paya sahiptir. Simav, Demirci, Milas ve Çine'de bulunur. British Geological Survey raporuna göre Türkiye, dünyanın en büyük feldspat üreticisidir. Feldspatoidler feldispatlara benzer ama farklı yapı ve çok daha düşük bir silika muhtevasına sahip tektosilikat mineral grubudur. David Boreanaz David Boreanaz (d. 16 Mayıs 1969, Buffalo), Amerikalı oyuncu. İlk olarak "Married... with Children" adlı dizide oynamıştır. Dido'nun "White Flag" şarkısına çekilen klibinde de oynamıştır. 5 sezon süren başrol oyuncusudur. "Buffy the Vampire Slayer"'da Angel rolüyle büyük bir beğeni topladı ve dizinin 3.sezon finalinden sonra yine Angel rolüyle "Angel" dizisinde başrol olarak oynadı. Şu anda "Bones" adlı televizyon dizisinde Emily Deschanel ile başrolde oynamaktadır. İki kız kardeşi bulunmaktadır, biri evli ve çocuk sahibidir. Diş fırçalama Diş fırçalama ve diş fırçası M.S 500 yıllarında Çin'de ortaya çıkmıştır. Diş fırçasının günümüzde kullanılan yapısı ile, ilk defa 1857 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde patenti alınmıştır. Ağız ve diş sağlığının bozulması kalp, böbrek ve romatizma gibi rahatsızlıkların önemli nedenlerindendir. Bakımlı bir ağız, dişlerin düzenli şekilde fırçalanması ile kazanılır. Bebeklik çağında başlayan diş bakımı, doğru ve düzenli fırçalama, diş çürümeleri ve diş eti hastalıkları oluşum riskini çok azaltır. Diş fırçaları günümüzde çok gelişmiştir. Dil temizleyici olanlar da bulunmaktadır. Ayrıca ışıklı, lazerli olanlar da vardır. En az 2-3 dakika sürecek şekilde günde en az 2 kere diş fırçalamak diş temizliği için yeterlidir. Dişleri fırçalamakdaki amaç; diş etlerine ve diş minelerine zarar vermeden dişlerin üzerindeki ve aralarındaki yemek artıklarını ve bakteri plaklarını etkin ve doğru bir şekilde temizlemektir. Ağzın içindeki fırçalanması gereken yüzeyler şu şekilde sıralanır: Diş temizliği için ilk çağlarda hayvan kemiği, kuş tüyü, kıl, dokuma parçaları, ağaç dalları ve kök lifleri kullanılırdı. M.S 500'lü yıllarda ilk kez Çin'de hayvan kıllarından yapılmış diş fırçası icat edildi. Dilin üzerinin fırçalanması ya da dile özel aparatlarla temizlenmesi unutulmamalıdır. Diş fırçasının kılları orta-sert, yumuşak gibi farklı sertliktedir. Yumuşak fırça kılı, plak kaldırmada etkin olup dişin minesi de zarar vermez. Sert fırçalama erişkin dönemde minenin aşınmasına neden olabilir. Bunun sonucunda dişte hassasiyet görülebilir. Ağız ve dişler hakkında genel bilgi Rad
yo Mega Radyo Mega. Türkiye'nin ilk özel radyo kanallarından biri olan Radyo Mega, 1994 yılından günümüze kadar yayın hayatına devam etmektedir. 2007 yılında Avrupa Müzik bünyesine katılarak yeniden yapılanan ve "Ünlülerin Radyosu" formatı ile Türkiye'nin ilk celebrity radyosu oldu. İstanbul frekansı 105.4 olan radyo, internet verilerinde Türkiye'nin %75'inde en çok tercih edilen radyolar arasında bulunuyor. Çok yakında bütün illerde yayın yapması bekleniyor. Aleyna Horasan Pınarating Meltem Sezenler Aykut Işıklar Çağatay Can Saka Damga (işaret) Damga ("Eski Türkçe; "tamga) - bir şeyin üzerine bir işaret basmaya yarayan alet, mühür demektir. Ayrıca herhangi bir şeyin üzerine bu aletle bırakılmış olan işaret, iz anlamına da gelir. Eski Türkçede "Tamga" olarak söylenirken, günümüz Türkçesinde "Damga" biçimiyle yer alır. Ayrıca; Azerice "Damğa", Tatarca "Tamga", Başkurtça, Özbekçe, Kırgızca ve Uygurca da ise Tamğa olarak söylenir. Türkmenler ise (ğ-m değişmesiyle) "Tağma" biçiminde ifade ederler. Hatta Rusçaya dahi Tamga biçimiyle geçmiştir. Türk kökenli olmayan Kafkas halklarında da damga geleneği görülür: Batı Çerkesçe "tamığe" (тамыгъэ), Doğu Çerkesçe "damığe" (дамыгъэ), Abazaca "adamğ" (адамгъ) Tamga (Göktürkçe: "tamga") Türklerin çeşitli boylarının çeşitli amaçlarla oluşturup kullandıkları simgelerdir. Tarihsel kökeni çok eskilere dayanan tamgalar ("damgalar") bir iletişim gereksinimi olarak türemiştir. Bu sebeple hayvan, eşya ve hatta silahların damgalanması gibi harmanda elde edilmiş olan hububat da damgalanırdı. Erken Türkler, Kuzey Avrasya kıtasında yaygın olarak yaşamışlar, geçimlerini çobanlık ve avcılıkla sağlamaya başlamışlardı. Yazın yaylakta, kışın kışlakta yarı göçebe hayat sürdürmüşlerdi. Mevsim göçleri sırasında, sürülerin birbirlerine karışmaması için her boy, sürülerine kendi tamgasını vuruyordu. Harzemşahlar çağında yazılmış olan Mukaddimetü’l-Edeb’de ""Mühür bastı, bugdayga"" şeklinde bir cümle görülmektedir. Daha sonraki çağlara ait olan Moğolca karşılığında ise yarı Türkçe yarı Moğolca olarak ""Tamga daruba bugdayda"" denmektedir. Aileler ("oguşlar") birleşerek urug ("oymak")ları, uruglar birleşerek boyları, boylar birleşerek bodunları, bodunlar da birleşerek elleri ("illeri") oluşturur. Bu kelimenin baş harfi ""i"" ile ""e"" karışımı bir sesle okunmaktadır. Bozkırda en yüksek siyasal örgütlenme biçimi eldir. Bodun yöneticisine "han", el yöneticisine "kağan" denilmektedir. Kayığ, Afşar, Bayat, Yazgır dört Oğuz boyları Reşideddin Fazlullah'a göre Bozoq boy ("sağ kolu") birliğine, diğer on ikisi de Üčoq boy ("sol kolu") birliğine uygundur. Cami’üt-Tevarih adlı kitabında iki grubun her biri on iki boyların Ordu'nun sağ ve sol kolundan oluştuğu aktarılmıştır. Kaşgarlı Mahmud'a göre Divânu Lügati't-Türk'teki yirmi iki Oğuz bölüğünün tamga ları: Kaşgarlı bu tamgaların davarlara, yılkı lara vurulduğunu söyler. Yazıcızāde ʿÂlì'nin, "Tevārih-i Āl-i Selçuḳ" adındaki eserinde Oğuz boyları; "Ḵayı, Bayat, Yazur, Döger, Ușar (Avşar), Ḳayzıḳ (Kızık), Alḳaövli, Ḳaraövlü, Davdarḡa (Dodurğa), Yaparlu, Bigdeli, Ḳarḳın". "Payındur (Bayındur), Becene (Biçene), Salur, İgdür, Bügdüz, Çavundur, Cibini (Çepni), Alayundlu, Evdagir (Üregir), Yıva, Ḳınuḳ". Anadolu’da bugünkü söylenişe göre Oğuz boylarının adları: Damga-sembol ("ongun") olarak sıkça kullanılan kartal, kudret ve kuvvetin temsilcisidir. Göksel hâkimiyeti, yükseklerde uçabildiği için yaratıcı’ya yakın oluşu ve insanlar arasında olan hadiseleri yaratıcı’ya haber verdiğine inanılması dolayısıyla kutsal sayılmıştır. Eski Oğuzca'da "Ongun" kelimesi ""Totem"" anlamındadır. L. Rásonyi'de Ongun'un Türkçe bir kelime olduğunu, Abdülkadir İnan, ise bu kelimenin moğolca kökenli olduğunu ifade eder. Bahaeddin Ögel'de, aslında Ongun sözü moğolcadır. Bunun Türkçesi ""Töz""dür. Töz Türkçede ""kök-menşe"" anlamına geldiğini söyler. Oğuz destanlarına göre, her boyun bir kuş sembolü vardır. Bu kuşlar da genel olarak yırtıcı kuşlardan seçilmiştir. Moğol tarihçisi Reşideddin Fazlullah, bu kuşlara Ongon deyimini kullanmış ve bu suretle deyim günümüze kadar ulaşmıştır. Ebulgazi Bahadır Han'ın "Şecere-i Türk" eserine göre: Salur boyunun ki kartal, Dodurğa boyunun kızıl kartal, ve Kınık boyunun da ak kartal'dır. Kartal, Altay mitolojisinde en büyük Tanrı sayılan Ülgen'in yedi oğlundan biridir. Albit Albit, sodyum ağırlıklı bir feldispat minerali. Kimyasal formülü NaAlSiO'dir. Molekül ağırlığı yaklaşık olarak 263'tür. Beyaz, gri, yeşilimsi gri, mavimsi gri renklerde bulunabilir. Iyi dilinimlidir. kristal sistemi trikliniktir. Sertligi 6 dir. Türkiye, cam ve seramik sanayisinde kullanılan Albit'in üretiminde, yılda 3 milyon ton ile 1. sırada yer alır. Yurdumuzdaki Albit yatakları, Batı Anadolu’da, Çine-Milas-Yatağan-Bozdoğan yöresinde, Güneydoğu'da Bitlis ve Kuzeydoğu'da Artvin-Şavşat yöresindedir. Bitlis yöresindeki rezervlerde henüz üretim yapılmamaktadır. Feng Şui Feng Şui, "rüzgâr" ve "su" anlamına gelen, doğada var olan yaşam enerjisini, yaşanılan mekânlarda harekete geçirme yöntemlerini gösteren eski bir Çin öğretisidir. Feng şui, eski bir Çin yerleşim uygulaması olup, çevreyle uyumunu sağlamaya yönelik, uzayda mekânın ayarını yapmaya yönelik bir uygulamadır. Bu terimin kaynağının "Rüzgârlar vahşi/ Güneş ılık/ Su berrak/ Ağaçlar gür" şiirinden geldiğine inanılır. Beş bin yıllık geçmişi olan Feng Şui öğretisinin, insanın varoluş özelliklerine uygun yaşam alanlarını düzenleme yöntemi olduğuna ve böylece daha sağlıklı yaşanılıp, mutlu ilişkiler kurulacağına, kişisel gelişimden kariyerimizi geliştirip kazanç artırımı sağlanabileceğine inanılır. Feng şui coğrafî, dinî, felsefî, matematiksel, estetiksel ve ideolojik fikirlerin bir karışımını içeren ayrı bir Çin inanç sistemidir. Ancak bir din ya da tarikat değildir. Bir yerin "iyi bir feng şui"ye sahip olması oranın doğayla uyum içinde olması, "kötü bir feng şui"ye sahip olması ise oranın doğayla uyumsuz olmasıdır. Feng şui bir dekorasyon stili değildir. Daha çok ana hatları birçok dekorasyon stili ile uyumlu bir disiplindir. İnsanlar genel olarak iyi bir feng şuiye sahip veya sahip değil diye tanımlanmazlar. Feng Shui bilimi evrensel ve gezegen üzerindeki her insan ile uyumlu olduğuna inanılır. Akdeniz servisi Akdeniz servisi ("Cupressus sempervirens"), Akdeniz'in doğusundaki kuzeydoğu Libya, güneydoğu Yunanistan (Girit ve Rodos), Türkiye'nin güneyi, Kıbrıs, Suriye ve Ürdün'ün batısı ve Lübnan gibi bölgelere özgü bir servi ("Cupressus") türüdür ama ayrı bir nüfus olarak İran'da da bulunur. Tür adı olan "sempervirens", Latincede "her dem yeşil" anlamındaki bir kelimeden gelmektedir. Önceleri, bu tür iki varyeteye ayrılırdı: Bugün için ise ikinci varyete, herhangi bir botanik önemi olmayan bir kültivar olarak kabul edilmektedir. Servi mezarlık ağacı olarak da bilinir. Bunun nedeni mezarlıklara bol miktarda dikilmesidir. Batıl bir inanışa göre ölenlerin ruhları bu ağaç sayesinde göklere yükselir. Ayrıca rüzgarı önleyici set etkisi de vardır. Astrud Gilberto Astrud Gilberto (29 Mart 1940) samba ve bossa nova müziğiyle tanınan Brezilyalı şarkıcı. En çok João Gilberto ve Stan Getz ile birlikte söylediği "The Girl from Ipanema" isimli şarkıyla hatırlanır. Astrud Gilberto, Brezilyalı bir anne ve Alman bir babanın kızı olarak Bahia`da dünyaya geldi, Rio de Janeiro`da büyüdü. 1959`da João Gilberto ile evlendi, 4 yıl sonra ABD`ye gittiler. 1964`te karı koca ve Stan Getz ile birlikte Getz/Gilberto albümünü çıkardılar Astrud bu kayda onun sesinin güzel olduğunu fark eden kocasının ısrarıyla katılmıştı. The Girl from Ipanema isimli parçadaki başarısı Astrud`ù popüler yaptı. Albüm çıkarmaya devam etti ve "The Shadow of your Smile", "It might as Well be Spring", "Love Story", "Fly me to the Moon", "Day by Day", "Here's that Rainy Day" ve "Look to the Rainbow" gibi ünlü parçaları söyledi. Ana dili Portekizce dışında, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Fransızca ve Almanca parçalar söyledi ve kaydetti. Uzun süre kapalı gece kulüplerinde şarkı söylemedi, büyük alanları tercih etti. 1982`de bu korkusunu yenerek gece kulüplerinde çıkmaya başladı ve çıktığı yerler dolup taştı. 1982`de oğlu Marcelo Gilberto gruba basçı olarak katıldı. "Live in New York" (1996) ve "Temperance" (1997) albümlerinin prodüksiyonuna katıldı. Resmen emekli olmasa da 2002 yılında süresiz olarak sahnelerden uzak kalacağını açıkladı. Astrud aynı zamanda sıkı bir hayvan hakları savunucusudur. Wikia Wikia, kâr amacı gütmeyen kuruluş olan Wikimedia Vakfı'nın kurucusu ve başkanı olan Jimmy Wales'in kâr amaçlı şirketi. Wikicities projesi 2004 yılında kurulan bu şirkette hayata geçirilmiştir. Site, çeşitli oyun, film, TV dizi vikilerini MediaWiki altyapısı kullanarak ücretsiz olarak depolar. Eşek Eşek ("Equus asinus"), atgiller (Equidae) familyasının evcilleştirilmiş türlerinden biridir. Eşeklerin inatçı olduklarına dair oluşan fikir, kimi zaman sahiplerinin bu hayvanların oldukça gelişmiş "kendini koruma dürtülerini" yanlış algılamalarından kaynaklanmaktadır. Bir eşeğe, onu zorlayarak ya da korkutarak, kendi yararına olmadığına güdülendiği bir işi yaptırmaya çalışmak oldukça zordur. Eşeklerin davranış ve bilişleri üzerine yapılan ciddi çalışmalar sonucunda, bu hayvanların oldukça zeki, dikkatli, arkadaş canlısı, oyuncu ve öğrenmeye meraklı gibi görülmektedir. 2006 yılında Fransa'da yapılan araştırmalara göre eşek sütünün protein bakımından en zengin süt olduğu kanıtlanmıştır. Özellikleri: Kulakları uzun, yelesi dik ve kısa tüylü, kuyruğu kısa, ince püsküllüdür. Ömrü : 25-35 yıldır. Çeşitleri: Evcil eşek, Afrika yaban eşeği, Asya yaban eşeği, Somali yaban eşeği, çizgili yaban eşeği (zebra), Moğol yaban eşeği (kulan) Reign in Blood Reign in Blood, Amerikan thrash metal grubu Slayer'in 1986 yılında piyasaya sürdüğü albümdür. Slayer kaydettiği ilk iki albümü"Show No Mercy" ve "Hell Awaits" ile büyük ses getirdi.Ve Slayer'a bir sürü firmalardan teklif geldi.Bunlardan en garibi şimdiye kadar sadece "Publi
c Enemy" , "LL Cool J" , "Run DMC" ve "Eminem" gibi rap yapan isimlerle çalışan prodüktör "Rick Rubin"'in ortağı olduğu Def Jam Records'tan geldi."Rick Rubin" bir arkadaşının tavsiyesi ile bir Slayer konserine gitmiş ve gruptan etkilenmişti.Müzik tarzlarına ön yargısız yaklaşımıyla bilinen Jeff Hanneman bu teklifi kabul etti ve Rick Rubin'le çalışmaya başladı.Ama o zamanlarda albüm dağıtımında sorunlar çıktı.O günlerde Def Jam'ın Amerika'daki dağıtımcısı Sony Music kuruluşu olan CBS'ti.CBS yetkililerinden biri albünde SS subayı Dr.Josef Mengele'yi anlatan bir şarkı(Angel Of Death) olduğunu öğrendi ve albümü dağıtamayacağını açıkladı.Albüm birkaç sorundan sonra nihayet 7 Ekim 1986 tarihinde piyasaya sürüldü.Plak,CD ve kaset formatında yayınlandı.Albüm "Billboard Listeleri" ne 127 numaradan girdi,6 hafta sonunda 94 numaraya kadar yükselebildi.Bu aynı zamanda Slayer'ın listelere giren ilk albümüydü.Albüm 500.000 binlik satışıyla 1992 yılında Altın Plak ödülünü kazandı.Grup yanına "Overkill" i alarak "Reign in Pain" turnesine çıktı.1987 yılında W.A.S.P.nin açılış grubu oldular.Bu turnenin 1.ayında Dave Lombardo para mevzularından dolayı gruptan ayrıldı.Bu Slayer tarihinin ilk ayrılığıydı.Geri kalan turda ise Whiplash grubunun bateristi Tony Scaglione geçti.Rick Rubin Lombardo'yu gruba dönmesi için çok uğraştı.1987'nin sonlarına doğru saçlarını kestirmiş şekilde gruba döndü.Reign In Blood klasik bir albüm oldu ve birçok müzisyene ilham verdi.İngiliz Kerrang dergisi tarafından "tüm zamanların en heavy albümü"olarak nitelendirdi."En iyi 100 metal albümü listesine 27 numaradan girdi.Metal Hammer albüm için son 20 yılın en iyi albümü olarak nitelendirdi.Spin dergisi yazarı Chad Bowar ise "şimdiye kadar kaydedilmiş en iyi thrash metal albümü" dedi.Bu albümdeki tüm şarkılar Jeff Hanneman ve Kerry King tarafından yazılmıştır. Window Paine Window Paine, The Smashing Pumpkins grubunun 1991 yılında çıkardığı Gish adlı albümde yer alan parçalardan biridir. Altı dakikaya yakın uzunlukta olan parçada, genelde D-Majör ölçüsü kullanılmıştır. Şarkının türü "alternatif rock"dır. Ulama Ulama, ünsüz ile biten bir kelimeyi ünlü ile başlayan bir kelime takip ettiğinde birinci kelimenin ikinci kelimeye bağlanarak söylenmesidir. İmlâda gösterilmeyen bu durum, konuşma dilindeki söyleyiş kolaylığı sebebiyle ortaya çıkar. Aşağıdaki cümlelerde altı çizili kısımlar birbirlerine ulanarak söylenir: Yazımda aralarında noktalama işareti bulunan kelimeler ulanarak okunmaz: Levan Varşalomidze Levan Varşalomidze (d. 17 Ocak 1972), Gürcü siyasetçi. 1972 yılında Batum'da doğmuş olan Varşalomidze Acaristan Özerk Cumhuriyeti Başkanlığını yapmaktadır. 2004 yılının Mayıs ayında Aslan Abaşidze'nin devrilmesiyle güneybatı Gürcistan'daki Acaristan özerk cumhuriyetinin lideri oldu. Levan Varşalomidze, 1990'ların ortalarında Acara Yüksek Konseyi başkanı ve Gürcistan Milli Petrol Şirketi Genel Müdürü Guram Varşalomidze'nin oğludur. Levan Varşalomidze 1994 yılında Kiev Üniversitesi'nde Dış İlişkiler Enstitüsü Yasalar mastırı yaptı. Aynı enstitüde 1999 yılında aile hukuku, uluslararası özel hukuk, medeni hukuk ve sivil uygulamada hukuk uzmanlığını alanında Doktora aldı. Varşalomidze 1998'den 2000'e kadar Gürcistan Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Hukuk Bölümü İkili İlişkiler Ofisi Başkanı oldu. 2000 ile 2002 yılları arasında Adalet Gürcistan Bakanlığı İcra Dairesi Başkanı oldu. Varşalomidze 2002 yılında Maliye Gürcistan Bakanlığı Hukuk Bölümü Müdürü oldu ve Gürcistan Devlet ve Hukuk Enstitüsünde bilimsel bir araştırmacıydı. Mayıs 2004 yılında Acara Özerk Cumhuriyeti Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili'nin elçiliğini aldı. Levan Varşalomidze 20 Temmuz 2004 tarihinde Acara Özerk Cumhuriyeti Yüksek Kurulu tarafından Acara Özerk Cumhuriyeti Hükümet Başkanı olarak atandı. Varşalomidze'nin görev süresi 30 Ekim 2012'de bitmiş olup şimdi muhalefet Birleşik Ulusal Hareket partisinin bölgesel lideri olmuştur. İtalya başbakanları listesi İtalya başbakanları İtalya'nın Hükümet Başkanı ve Bakanlar Kurulunun başıdırlar (İtalyanca: Presidente del Consiglio dei Ministri). Harf Harf, yazı yazmak için kullanılan işarettir. Harfler, Seslerin yazı sistemlerindeki karşılığıdır. Harflerin hepsi birleşerek alfabeyi oluştururlar. Yazı harfler dışında rakam, noktalama işaretleri ya da başka semboller içerebilir ama harfler yazının en temel öğesidir. Saf fonemik bir alfabede, her bir fonem bir harfle ifade edilir. Fakat geçmişte ve pratikte, harflerin birden çok fonemi bir temsil ettiği görülür. Bazen tek bir sesi birden fazla harf ile göstermek gerekebilir. Örneğin "ş" sesini vermek için İngilizcede "sh", Almancada "sch" kullanılmaktadır. Aynı şekilde "x" sesini vermek için, Türkçede "iks" kullanılır. Harfler alfabe içerisinde belli bir sıraya sahiptirler. Buna alfabetik sıra denir. Aynı harfin alfabedeki yeri değişik dillerde farklı yerlerde olabilir. Harflerin alfadeki yerleri bilimsel çalışmalar ile saptanır. Harfler; seslerin iki boyutlu cisimleri ve ses tonlarının isimleridirler. Sesler insan çerçevesinde adette sınırlı bir sayıda olabilir. Harfler ise insan sayısıyla sınırlı olmayıp, herkes kendisine göre aynı iki boyut içinde (örnek: kâğıt kalem boyutu) istediği gibi şekledebilir. Harf bir şekil, bir biçim ise ses onu kapsayan bir şeydir. İkisi de bir tarif/üslup yöntemi olup, kör/sağır ihtilafında mağluptur. Sesler için bir tanımlama biçimi olan harfler, esasında bir kanıtlama aleti olduğu için de dünyanın kayda değer yerlerinde bir şekilde kullanılmıştır. Harfler sayısal değerlere de sahip olabilir. Roma rakamları buna en iyi örnektir. Harflerin kullanımı Bronz Çağı'na kadar uzanır. Antik Mısır'da dildeki sesi veren 23 hiyeroglif kullanıldığı görülür. Çivi yazıları MÖ 2700 yıllarında kullanılmıştır. Harflerin ilk gerçek anlamda kullanımı Sami dilleri alfabelerinde, MÖ 2000 yıllarında Antik Mısır bölgesinde görülür. Daha sonra bu sistem ilk Kanaan dil yapısına evrimleşti. MÖ 9. yüzyılda, ilk sesli harf Yunan alfabesinde görüldü. Bazı alfabelerdeki harfler: Lamberto Dini Lamberto Dini (d. 1 Mart 1931, Floransa), İtalyan siyasetçi ve ekonomist, 1994-1996 yıllarında Hazine Bakanı, 1996-2001 yılları arasında Dışişleri Bakanı ve 1995-1996 yılları arasında İtalya Başbakanı. Meclis Senato Hükümet Evciler, Çine Evciler, Aydın'ın Çine ilçesine bağlı bir mahalle. Derviş Eroğlu Dr. Derviş Eroğlu (d. 7 Mart 1938, Mağusa) eski Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, 1985-1993, 1996-2004 ve 2009-2010 yılları arası başbakanlık yapmış Kayseri kökenli Kıbrıs Türkü siyasetçi. 1938 yılında Mağusa ilçesinin Ergazi Köyü'nde dünyaya geldi. Orta ve lise tahsilini Mağusa'da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitiren Eroğlu, 5 yıl Mağusa'da hekimlik yaptı. Daha sonra Ankara'da üroloji ihtisası yaparak 1972 yılında Mağusa Devlet Hastanesi'inde ürolog olarak görev yaptı. 1976 yılında Cumhuriyet Meclisi'ne milletvekili olarak seçildi. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanı olarak kabinede görev aldı. 10 yıl boyunca Mağusa Kooperatif Bankası başkanı olarak görevde bulundu. 1983 yılında oluşturulan Kurucu Meclis üyeliğine tayin edildi. Aralık 1983 tarihinde UBP genel başkanı seçildi. 06 Haziran 2014'te Sivas Cumhuriyet Üniversitesi tarafından Uluslararası İlişkiler alanında yapmış olduğu hizmetlerden dolayı Fahri Doktor Unvanı verildi. KKTC'nin ilan edilmesinin ardından 1985-1994 yılları arasında 4 kez hükümet kuran Derviş Eroğlu, 1994 yılında Cumhurbaşkanı Denktaş'la ters düşünce parti içinde ayrılıkçı bir grup oluştu. Daha sonra 9'lar hareketi olarak isimlendirilen bu grubun Demokrat Parti adıyla siyasi partiye dönüşmesi süreci yaşandı. Aynı yıl 12 Aralık'ta yapılan seçimleri yüzde 1 oy farkla kazanan UBP, Cumhurbaşkanı Denktaş'tan hükümeti kurma görevini alamayınca DP-CTP koalisyonunun oluşturulmasıyla ilk kez muhalefet görevini üstlendi. 2,5 yıl ana muhalefet liderliğinden sonra Eroğlu, 1996'da yeniden birinci parti olan partisi UBP'nin yanına DP'yi alarak Başbakan oldu. 1998 yılı seçimlerinden de birinci çıkan Eroğlu, 2004 seçimlerine kadar başbakan olarak kaldı. 13 Ocak 2004'te görevini Mehmet Ali Talat'a devreden Eroğlu, 2005 yılında yapılan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci parti konumuna düşünce yıllarca sürdürdüğü genel başkanlıktan ayrıldı. Eroğlu'nun yokluğunda UBP milletvekilleri Hüseyin Özgürgün ve Tahsin Ertuğruloğlu UBP Genel Başkanlığı'na seçildi. 29 Kasım 2008 tarihinde yapılan kurultayda yeniden genel başkan seçilen Eroğlu, 18 Nisan 2009 seçimlerini farklı kazanarak yıllar sonra tekrar tek başına 8. Eroğlu hükümetini kurdu. 2010 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan Eroğlu, %50.4 oyla ilk turda KKTC'nin 3. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Dr. Derviş Eroğlu, Meral Eroğlu ile evli ve dört çocuk, beş torun sahibidir. Hollandaca Hollandaca, Felemenkçenin Hollanda'da konuşulan lehçesi. Hollandaca, Belçika'nın Flaman (Vlaanderen, Vlaams Gewest) bölgesi ile Hollanda'nın güneyinde konuşulan Flamancaya çok benzer. Arasındaki fark İngiliz İngilizcesi ile ABD İngilizcesi arasındaki fark kadardır. Çeşitli lehçeleri bulunmakta olup Almancanın Plattdeutsch lehçesine ve ayrıca Frizceye benzemektedir. Hollandaca, Hollanda dışında sömürgelerinde (St. Martin, Surinam, Aruba, Guyana, Hollanda Antilleri, Virgin Adaları) kullanılmaktadır. Tarihteki en büyük Hollanda sömürgesi olan Endonezya'da da yaygınlığını sürdürmekte olup yerel diller üzerinde büyük tesiri olmuştur. Son olarak 17. yüzyıldan itibaren Güney Afrika'ya göçmüş olan Hollanda asıllı Güney Afrikalılar (Boerler), Hollandacanın ana dile mesafe, coğrafi ayrılık ve kopukluklar nedeniyle farklılaşmış bir lehçesi olan Afrikaans dilini konuşmaktadır. Dünyada yaklaşık 24 milyon insanın anadil olarak Hollandaca konuştuğu tahmin edilmektedir. İtalya başbakanı İtalya Başbakanı veya İtalya Bakanlar Kurulu Başkanı, İtalya Cumhurbaşkanı'ndan sonra ülkedeki en yüksek 2. siyasi makamdır. Başbakan, her genel seçimden sonra Cu
mhurbaşkanı tarafından atanır. Bakanlar Kurulu, Başbakan'ın Cumhurbaşkanı'na önerdiği isimler arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır. İtalya anayasasının 95. maddesine göre başbakan, bakanların faaliyetlerini koordine etmekle görevlidir. Yetkileri, bakanlar arasında dağıtılmıştır. Mevcut başbakan, 1 Haziran 2018 tarihinden beri Giuseppe Conte'dir. Carlo Azeglio Ciampi Carlo Azeglio Ciampi (d. 9 Aralık 1920, Livorno - ö. 16 Eylül 2016, Roma) İtalyan siyasetçi ve bankacı, 1993–1994 yılları arasında İtalya Başbakanı ve 1999 - 2006 yılları arasında İtalya Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü. 2006 dan itibaren İtalyan Senatosu'nda 7 tabii senatörden biridir. Livorno'da doğan 1941 yılında Pisa Üniversitesi'nin edebiyat bölümünden mezun oldu. Yarbay rütbesiyle Arnavutluk'ta görev yapması için çağrıldı. İtalyan Direniş Hareketi'ne katıldı. 1946 'da Franca Pila ile evlendi. Aynı yıl Pisa Üniversitesi hukuk bölümünden mezun olup İtalyan Bankasında işe başladı. 2005 Mart ayında Oxford Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktora verildi. 1960 yılında bankanın merkez yönetimine seçilen Ciampi 1973'te genel sekreter, 1976'da genel müdür yardımcısı, 1978'de Genel Müdür oldu. 1979 Ekim ayında Guvernör atanan bu görevini 1993 yılında Başbakan olana kadar sürdürdü. 1993 yılının Nisan ayında teknokratlar hükümetinin başbakanı olarak atandı. 1994 yılındaki erken seçime kadar bu görevi yürüten Ciampi 1996-1999 yılları arasında Prodi ve D'Alema hükümetlerinde Hazine Bakanlığı yaptı. Bu dönemde Euro'ya geçiş çalışmalarıyla ilgilendi. Hazine Bakanlığı görevinde iken Mayıs 1999 da yapılan seçimle İtalyan tarihine geçecek bir şekilde ilk turda Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanlığı devrinde güncel politik konulara karışmamış ve herkesin anayasaya saygılı olması gerektiğini sık sık dile getirmiştir. Döneminde tüm partiler tarafından saygı görmüş olan Cumhurbaşkanı Ciampi görev süresinin dolmasına kısa bir süre yapılan ikinci dönem cumhurbaşkanı olması yönündeki teklifleri reddetmiştir. Cumhurbaşkanı olarak Vatikan ile ilişkilerde pek yakınlık göstermemiş tüm İtalyan ulusu ideali yerine bölgesel milliyetçilik fikrini desteklemiştir. Ciampi 2005'te Charlemagne Ödülü ve École Normale Supérieure tarafından kendisine verilen Fahri doktora ile taltif edilmiştir. Siyatik Siyatik hastalığı Siyatik hastalığı, siyatik sinirinin ağrılı hastalığıdır. Büyük siyatik siniri salgı bölgesindeki sinir ağından çıkar ve dikey olarak kalçanın arkasından, dizin arka bölümüne dek iner. Dizin arkasında iç ve dış siyatik siniri olarak ikiye ayrılır ve ayaklara uzanır. Hem duyarlılık, hem de hareket siniridir. Küçük siyatik kuyruksokumu sinir ağının alt dalıdır. Büyük siyatik sinirinin yangılanması, omurganın biçim bozukluklarına neden olan eklem yangısı ya da bir omurun yer değiştirmesi nedeniyle sinir üzerine ya da köküne yapılan basınç, metabolizmaya ilişkin zehirli ya da bulaşıcı hastalıklar sonucu siyatik hastalığı oluşabilir. Hastalık, kalçaya doğru yayılan bel ağrılarıyla başlar. Ağrı, sinir boyunca, bacağın arkasını izleyerek kasıktan ayağa dek yayılır. Ağır durumlarda bacak güçsüzleşir, diz ve bilek refleksleri azalır. Sağaltımında dinlenme, sıcak ve fizik sağaltımı yapılır; ağrı kesici ilaçlarla birlikte özellikle B vitamini ve kortizonlu ilaçlar verilir. Hastalık genelde hapishane hastalığı olarak da bilinir. Thick as a Brick Thick as a Brick. Jethro Tull'ın 1972 yılında yayınlanan ve yaklaşık 43 dakika uzunluğundaki tek bir parçadan oluşan konsept albümü. Söz konusu parça sözlerini Gerald Bostock, namıdiğer "küçük Milton" (Ian Anderson'ın kendisi), adındaki hayali bir çocuğun büyümenin zorluklarına ilişkin yazdığı şiirden almaktadır. Hem grubun hem de progresif rock türünün en önemli albümlerinden olup ABD müzik listelerinde bir numaraya kadar yükselmiştir. Albüm kapağı yerel bir gazetenin ön sayfasına benzetilmiş olup şarkının tüm sözlerini içermektedir. Refleks Refleks, dıştan gelen bir uyarı sonucunda refleks yayı aracılığıyla doğan ve devinim, iç salgı gibi iç tepkilere yol açan istem dışı sinir etkinliğidir. Vücudumuzun dışarıdan gelen ışık ses gibi bir uyarıda ani ve hızlı bir hareketle tepki göstermesine refleks denir. Refleks sözcüğü, Latince ""yansımak"" anlamına gelen ""reflectere"" sözcüğünden türetilmiştir. Belirli bir uyarı etkisiyle düşünme sürecinden önce oluşan refleks, sinir sisteminin bir olayıdır. Merkezi sinir sisteminin işleyiş yasalarına göre refleksin ana özelliği aynı türden uyarılara hep aynı tepkinin verilmesidir ancak uyarının şiddetine göre refleksin oluşma süresinde ve sürmesinde farklılıklar olur. Refleks, sinir sisteminin işleyişinde büyük öneme sahip bir etkinliktir. Refleksleri olmayan canlı organizmaların, dış etkilere karşı yeterince hızlı tepki verememeleri nedeniyle, yaşamlarını sürdürme olanakları azalır. Refleks mekanizması omurilik tarafından yönetilir. Omurilik refleksleri kalıtsaldır ve ikiye ayrılır: Doğuştan (Kalıtsal) Refleks Öksürme, hapşırma, göz kapağının kırpılması, çocuktaki emme davranışı, hapşırınca gözün kapanması. Sonradan (Şartlı) Refleks Araba sürme, örgü örme, limon görüldüğünde ağzın sulanması, yutkunmak, bisiklet sürme, Pavlov'un köpeğinin zil çalınca ağzının sulanması, yüzmek, kar topu oynamak. Pavlov'un köpekler üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneyleri ünlüdür; Köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır. Köpek buna tepki vermez. Sonradan zil çalınır ve et verilir. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin salya salgıladığı görülür. Şartlı ya da şartlandırılmış refleks denen olay da budur. Yürümek, yüzmek, bisiklete binmek, enstruman çalmak vb. refleks davranışlar olmayıp motor davranış veya beceridir. Kaba motor becerileri, yürümek, dengede durmak, emeklemek gibi bir iş yapmak için büyük kas gruplarını kullanmak gerekir. İnce motor becerileri, piyano çalmak, video oyunları oynamak gibi bir iş yapmak için küçük kas gruplarını kullanmak gerekir. Manuel Puig Manuel Puig (d. 28 Aralık 1932, General Villegas, Buenos Aires - ö. 22 Temmuz 1990, Cuernavaca, Meksika), Arjantinli yazar. "La traición de Rita Ha"yworth (1968) (Rita Hayworth`un İhaneti), "Boquitas pintadas" (1973), "El beso de la mujer araña" (1976) (Örümcek Kadının Öpücüğü) romanlarıyla tanındı. Örümcek Kadının Öpücüğü daha sonra sinemaya ve Broadway müzikaline uyarlandı. Buenos Aires vilayetinde doğdu, Buenos Aires Üniversitesi felsefe bölümünden mezun olduktan sonra film arşivcisi ve editör olarak çalışmaya başladı. Burs alarak İtalya`ya gitti. Puig TV şovları ve filmler için senaryo yazarı olmak istiyordu. Bu asla gerçekleşmedi ve 1960`larda Arjantin`e geri döndü. İlk romanı Rita Hayworth`un İhaneti`u yayımladı. Daha sonra New York`a yerleşti ve diğer kitaplarını yazmaya başladı. Manuel Puig`in eserleri pop art olarak kabul edilir. Büyük olasılıkla televizyon ve sinema üzerine çalışmasından dolayı eserlerinde film tekniği ve sinematografik anlatımın etkileri görülür. ""Bu sayfaları okuyana sonsuz lanet"" ve "Örümcek Kadının Öpücüğü" eserlerinde de bu etki açıkça görülmektedir. Hayatının büyük bir bölümünü ülkesinden uzakta geçiren Puig, 1989`da Meksika şehri Cuernavaca`ya gitti, burada 1990 yılında hayatını kaybetti. Kirpi otu Kirpi otu ya da Ekinezya ("Echinacea"), papatyagiller (Asteraceae) familyasına ait bir bitki cinsi. Eski çağlardan beri ilaç olarak kullanılan şifalı bitkilerdir. Kirpi otunun Arthur John Cronquist'e göre eski sınıflandırılmasında her birisinin iki alt türü olan dört tür vardır: "E. pallida" (alt türleri "E. pallida" subsp. "angustifolia" ve "E. pallida" subsp. "pallida"), "E. atrorubens" (alt türleri "E. atrorubens" subsp. "atrorubens" ve "E. atrorubens" subsp. "paradoxa"), "E. laevigata" ve "E. purpurea". Ronald McGregor tarafından yapılmış olan daha modern bir sınıflandırmada, dokuz "Echinacea" türü ikişer alt türe ayrılır: Bütün türlerin arasında tıp için en çok değeri olan 3 "Echinacea" türü vardır: Kirpi otu çok eski bir şifa otu olarak tanınır ve birçok eski kültürde ilaç olarak kullanılmış oldukları bilinir. Özellikle Kuzey Amerika'nın yerlileri kirpi otunu öksürüğe, boğaz ağrılarına ve iltihaplanmalara karşı ilaç olarak kullanmışlardır. Geleneksel tıpta solunum ve idrar yolları iltihaplanmalarında ve zor kapanan dış yaralarda kullanılır; bunlar genelde "Echinacea purpurea", "E. pallida" ve E. "angustifolia" türleridir. Soğuk algınlığında kullanımı yaygın olan ekinezyanın 3099 gönüllü denekle yapılan çalışmada soğuk algınlığını önlediğine veya tedavi ettiğine dair hiçbir bulgu saptanamamıştır. Marco Polo Marco Polo (d. 15 Eylül 1254, Venedik, Venedik Cumhuriyeti - ö. 8 Ocak 1324 Venedik Cumhuriyeti) İtalyan gezgin. Ünlü kaşif ve tüccar Niccolo Polo'nun oğludur. Bazı kaynaklar Marco Polo'nun aslında Macar olduğunu ve Dalmaçya'nın Korcula adasında doğduğunu bu ada o zaman Venedik protektorası olduğu için Venedikli ve İtalyan bilindiğini söyler. Çocukluğunda, Karadeniz ve Akdeniz'deki ticaret merkezlerine uğrayan babasıyla yolculuk yapmıştır. Ticareti Asya'ya seyahat ederek Kubilay Han ile tanışan babası Niccole ve amcası Maffeo'dan öğrenmiştir. Babası ve amcası 1269 yılından Venedik'e dönerek ilk defa Marco ile tanışmıştır. Daha sonra üçü birlikte Asya'ya 24 yıl sürecek bir seyahate çıkmışlardır. Bu zaman dilimde Uzak Doğu ile ticaret yolları geliştirmeye çalışan Marco Polo parası olan insanların mallarını satmak üzere anlaşmalar yapmıştır. Bu olay günümüz “risk sermayesi”nin ilk örneğidir. O zamandaki genel anlaşma sigorta bedeli dahil % 25 ’e yakın bir faiz oranı ile maceraperest tüccara sermaye sağlamak şeklindeydi. Geri döndüklerinde Venedik'i Cenevizliler ile savaşırken bulmuşlardır. Cenevizlilere esir düşmüş ve hikâyelerini hücre arkadaşına yazdırmıştır. 1299 yılında serbest bırakıldıktan sonra zengin bir tüccar olmuş, evlenmiş ve üç çocuğu olmuştur. 1324 yılında ölmüş ve Venedik'te bulunan San Lorenzo kilisesine gömülmüştür. Marco Polo Çin'e ulaşan ilk İtalyan tüccar değildir ancak tecrübelerine iliş
kin detaylı bir kitap bırakması dünya çapında tanınmasını sağlamıştır. Bu kitap Kristof Kolomb ve birçok diğer gezgine ilham vermiştir. Papa IX. Gregorius, babası ile amcasını Kubilay Han'a mektup göndermekle görevlendirdi (1271). Marco Polo, onlarla birlikte Hanbalık'a (Pekin) gitti. Anadolu'yu, Mezopotamya'yı, İran'ı, Türkistan'ı, Pamir Dağları'nı, Gobi Çölü'nü ve Çin'i dolaştı. 2,5 yıl kadar süren bu yolculuklarından sonra Kubilay Han'ın verdiği görevle 17 yıl Doğu ülkelerini dolaştı. Tarih, etnografya ve coğrafya incelemeleri yaptı. 1292'de babası ve amcasıyla birlikte, İran Şahı ile evlenecek bir prensesi götürmekle görevlendirildi. Deniz yolunu seçerek, 14 gemi ve 600 kişiyle yola çıktılar; Koromandel kıyıları ve Dekkan yarımadasını dolaşarak Hürmüz limanına vardılar. 18 ay süren bu zorlu yolculuk sonunda geriye 20 kişi kaldı. 1295'te Venedik'e dönen Marco Polo, yeniden ticarete atıldı. Ancak Cuzzolo Savaşı'ndan sonra Cenevizlilere esir düştü (1298). Cezaevinde kaldığı süre içinde, arkadaşı Rusticheollo do Pisa'ya yolculuk anılarını yazdırdı. Çeşitli halkların toplumsal hayatlarını, törelerini ince ayrıntılarıyla anlatan bu kitap, coğrafya bilgilerinin yanı sıra etnolojik ve sosyolojik değer taşımaktadır. "Il Milione" adıyla birçok kez yayımlanan eser Uzak Doğu ve Afrika'nın Avrupa'da tanınmasına katkıda bulundu. Aynı zamanda Italo Calvino'nun Görünmez Kentler adlı kitabının da başkahramanıdır. Kubilay Han, Marco Polo'ya şehirleri görüp anlaması için görev verir. Marco Polo da kendi gözüyle gezdiği şehirleri anlatır. Ancak bu bilgiler yeni yerler fethetmek için yeterli bilgiler değildir. Kitap babası ve amcasının Prens Berke Han'ın yaşadığı Bolghar'a seyahatinin anlatılması ile başlar. Bir yıl sonra Ukek'e gitmişler ve Buhara'ya devam etmişlerdir. Burada doğu akdeniz'den bir elçi daha önce Avrupalı'lar ile tanışmamış olan Kubilay Han'ın kendilerini davet ettiğini bildirir. 1266 yılında günümüzde Pekin olan Dadu'da bulunan Kubilay'ın karargahına ulaşırlar. Kubilay Han konuklarını misafirperver bir şekilde ağırlar ve Avrupa'nın hukuk ve siyasi yapısına ilişkin birçok soru sorar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni temsil eden, beyaz fon üzerine üstte ve altta olmak üzere iki, kırmızı, boydan boya şerit ile, ortada kırmızı renkli ay yıldızdan oluşan bayraktır. Bugünkü hali 7 Mart 1984 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi tarafından onaylanmıştır. Beşparmak Dağları'nın Lefkoşa'ya bakan tarafında, Taşkent köyü yakınlarında dağa çizilmiş bir KKTC bayrağı bulunur. Bayrak 12 futbol sahası büyüklüğündedir. Bayrak 1987 yılında çizilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulduktan iki gün sonra, 17 Kasım 1983 günü KKTC Bakanlar Kurulu devletin bayrağını tartıştı. Alınan karara göre bayrak Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı zemini üzerinde, sol üst köşede bir Türk bayrağından oluşacaktı. Bu bayrak ileride kurulması umulan federasyonun Türk kesimini temsil edecekti. Buna rağmen devletin ilk dört ayı boyunca Türk bayrağı kullanılmaya devam etti. KKTC bayrağının simgelediklerine ilişkin resmi bir açıklama yoktur. Bazı kaynaklara göre ay yıldız Türklüğü, kırmızı renk Kıbrıslı Rumlarla meydana gelen çatışmalarda dökülen Kıbrıslı Türk kanını, beyaz barışı, üstteki kırmızı şerit Türkiye'yi, alttaki kırmızı şerit Kuzey Kıbrıs'ı ve şeritlerin düz ve paralel olması "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin sonsuza kadar süreceğini" simgelemektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinin 3. fıkrası, bayrağın yasayla belirlendiğini belirtir. Bayrakla ilgili ayrıntılar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Bayrak Yasası'nda belirtilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arması Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin resmî armasıdır. 2005 yılında Cumhuriyet Meclisi’nde yasalaşan yeni amblem, "Kıbrıs Türk tarafının duruşunun göstergesi" olarak da niteleniyor. 2005 yılında Resmi Amblem Yasası ile resmi statüye kavuşmuştur. Bu yasa ile güvercinin duruşunda değişiklik yapılırken; ağzındaki zeytin dalı da belirginleştirildi. Zeytin dalının üzerine de KKTC’nin ilçelerini temsilen beş adet zeytin yerleştirildi. Amblemde kanatlatı açık, uçuş pozisyonunda ve başı yukarı bakan bir güvercin bulunmaktadır. Bu güvercin Kıbrıs Türk halkının dünyaya açık olduğunu ve amacının ilerleme ve yükselme olduğunu belirtmektedir. Bakır rengi (cengari) kalkan, Kıbrıs'ın tarih boyunca bakır zengini bir ülke olduğunun simgesidir. Zeytin dalı, “Kıbrıslı Türklerin tarih boyunca barış yönündeki çabalarının göstergesi” olarak niteleniyor. Taç veya çelenk biçiminde, defne yapraklarının diziniyle biçimlendirilmiş olan defne demeti ise, geleneksel ritüellerinde kullanıla gelmiş ve efsanelerinde yer almış defne yaprakları yerleşik kültürünün simgesi olarak niteleniyor. Suşi Suşi, bir Japon mutfağı yemeğidir; pirinç sirkesi ve şeker ile tatlandırılmış haşlanmış pirinç (şari) üstüne veya içine balık, diğer deniz ürünleri veya sebze gibi malzemeler (neta) konarak servis edilir. Tek başına dilimlenerek servis edilen çiğ balığa saşimi denir. Suşi’nin telaffuzunda, eğer bir ön ek var ise (nigirizuşi örneğinde olduğu gibi) ilk s harfi z olarak okunur; bu, Japoncada rendaku olarak adlandırılan sessiz harf yumuşamasının bir örneğidir. Dolayısıyla, ilgili isimlerin Türkiye'deki suşi lokantalarının menülerinde dahi türlerin İngilizce yazım kurallarına göre yer almasına karşın (örneğin suşi yerine sushi ve saşimi yerine sashimi gibi), bu maddede Türkçe okunuş esas alınmıştır. Suşi’nin özgün biçimi, bugün nare-zuşi olarak bilinen türüdür; ilk olarak Güneydoğu Asya’da ortaya çıkmış ve Japonya’ya yaygınlaşmasından önce Çin’de görülmüştür. "Suşi" Japoncada artık kullanılmayan eski dil bilgisi formunda bir terimdir ve eski, mayalanma kökenine dayalı olan “ekşi” anlamına gelir. Japonya’daki en eski suşi tipi, narezuşi, bu mayalanma işlemine en yakın türdür. Hazırlanışında, balık mayalanan pirinç içine sarılarak mayalanır. Mayalanma ile balıktaki proteinler yapıtaşları olan amino grup asitlere indirgenir. Bu işlem yoğun tuz kullanımı gerektirir ve balık etindeki yüksek asitlik ile uygulanan basınç sonucu hem pirinç hem de balık, ekşi bir tada sahip olur. Japonya’da narezuşi önce oshizuşi’ye, sonra da bugün dünyanın suşi olarak bildiği yiyecek olan Edomae Nigirizuşi’ye dönüşmüştür. Çağdaş Japon suşi’si yukarıda anılan geleneksel laktik asit fermantasyonu ile mayalanmış pirinç temelli yemeğe az benzerlik gösterir. Özgün olarak mayalanmış balık pirinçten alınarak sadece balık yenir ve pirinç atılır. Biwa Gölü bölgesinde yapılan ve narezuşi’nin bir türü olan keskin tat ve kokulu funazuşi, tat olarak geleneksel yöntem ile yapılan yemeğe en çok benzeyendir. Japon Muromachi Dönemi’nin (MS 1336 – 1573) başından itibaren daha iyi lezzet ve koruma için sirke kullanımına başlanmıştır. Sirkenin, pirincin ekşiliğini ortaya çıkarttığı, tüketim süresini uzattığı ve mayalanma işlemini kısalttığı gözlemlenmiştir ve zaman içerisinde mayalanma süreci bırakılmıştır. Takip eden yüzyıllarda, Osaka bölgesinde suşi, oşi-zuşi’ye dönüşmüştür. Deniz mahsulleri ve pirinç, ahşap (genellikle bambu) kalıplarla bastırılarak hazırlanmıştır. 18.yy ‘ın ortalarından itibaren, suşi’nin bu biçimi Edo bölgesine (günümüzde Tokyo) ulaşmıştır. Günümüzde sadece suşi olarak bilinen bu çağdaş versiyon, Hanaya Yohei (1799 – 1858) tarafından Edo’da, Edo Döneminin (MS 1603 – 1868) sonunda yaratılmıştır. Hanaya tarafından yaratılan suşi, mayalanmadan hızlı şekilde hazırlanan bir tür hazır deniz ürünleri yemeğidir. O dönemde Edo veya Tokyo Körfezinden yakalanan taze balıklarla hazırlandığı için Edomae Zuşi adı verilmiştir. Günümüzde deniz mahsullerinin çoğu bu körfezler dışından gelmesine karşın, hala Edomae Nigirizuşi olarak isimlendirilir. Oxford Sözlüğü‘ne göre, suşi’den batı kültüründe ile defa 1893 tarihinde yayınlanan “A Japanese Interior” isimli kitapta bahsedilir; “yosun ve diğer malzemeler ile balığa sarılmış soğuk pilav” tanımı yazılmıştır. Ancak 1873 tarihli bir Japonca-İngilizce sözlüğünde ve 1879 tarihinde yayınlanan “Notes and Questies” isimli yemek yazısında da suşi’den bahsedilmiştir. İngiltere’de suşi tüketimi Prens Akihito’nun (d. 1933) 2. Elizabeth’i ziyareti sırasında Mayıs 1953 ‘de belgelenmiştir. Yine Prens Akhito’nun 1953 Eylül’ünde Amerika ziyaretinde Washington’daki Japonya Büyükelçiliğinde verilen davette suşi servis edilmiştir. Suşi türleri içerisinde tek ortak malzeme suşi pirincidir. Türlerdeki çeşitlilik iç ile üst malzemeler ve pişirme ile hazırlama yönteminden gelir. Geleneksel veya çağdaş yöntemler aynı bileşenler kullanılmasına karşın farklı sonuçları ortaya çıkartmıştır. Çiraşizuşi (dağınık suşi); bir kase içerisinde alttaki pilav üzerine dağınık olarak çeşitli saşimi ve garnitür konarak yapılır. Edomae Çiraşizuşi (Edo-stili dağınık suşi)’de üstteki saşimi’ler güzel şekil verilerek yerleştirilir. Gomokuzuşi'de (Kansai-stili suşi) ise çiğ veya pişirilmiş malzemeler kase içerisindeki pilavın içine konur ve karıştırılır. Bu türde belirli bir tarif yoktur; aşçının veya yiyecek olan kişinin seçimine göre çeşitlilik gösterir. Sıklıkla tüketiminin nedeni bileşenlerin çeşitliliği ile yapımındaki hız ve kolaylıktır. Çiraşizuşi bölgeden bölgeye de değişiklik gösterir. İnarizuşi, genellikle sadece suşi pilavı ile doldurulan kızartılmış soya torbasıdır. İsmini kızartılmış soya’ya olan düşkünlüğü nedeniyle bir Shinto tanrısı olan Inari’den alır. Torbanın dışını oluşturan genellikle kızartılmış soya olmasına karşın, çeşitli bölgelerde ince omlet de kullanılır (fukusa-zuşi veya çakin-zuşi.) Ancak bu içi kızartılmış soya ile doldurulmuş inari maki ile karıştırılmamalıdır. İnarizuşi‘nin içine pilavın yanında yeşil fasulye, havuç ve gobo‘nun (Dulavratotu, kökleri yenen bir bitki) ve üçgen biçimli kızartılmış soya içine konan bir türü Havai mutfağına hastır, ancak Japonya’da gurme dükkanlarında (okazu-ya) satılır ve bento kutularında da sıklıkla kullanılır. Mak
izuşi (yuvarlanmış suşi) (ayrıca Norimaki – “yuvarlanmış nori” veya Makimono – “çeşitli yuvarlaklar” olarak da isimlendirilir), küçük bir bambu hasır (makisu) yardımı ile yapılan silindirik şekilli suşi’dir. Batı kültürlerinde nigiri ile beraber suşi ile özellikle görsel olarak ilişkilendirilen türüdür. Makizuşi genellikle yosun yapraklarına (nori) sarılır, ancak nadiren sarım için ince omlet, soya yaprağı, salatalık veya maydanoz da kullanılır. Makizuşi tek bir büyük silindir şeklinden genellikle altı ya da sekiz parça kesilmesiyle yapılır. Aşağıda makizuşi örnekleri listelenmiştir, ancak tüm çeşitleri bunlarla sınırlı değildir. Futomaki (kalın, geniş veya iri yuvarlaklar) çevresi nori ile sarılı geniş silindirik şekillidir. Tipik bir futomaki beş – altı santimetre çapındadır. Birbirini gerek lezzet gerekse de renk olarak tamamlayan iki ya da üç bileşen ile yapılır. Daha önceki tarihlerde Setsubun festivalinde Kansai’de kesilmemiş büyük silindirik halini (ehou-maki) yemek bir gelenek olmasına karşın, 2000 yılından sonra bu geleneğin tüm Japonya’ya yayıldığı gözlemlenmiştir. Futomaki genellikle vejetaryendir, ancak bazen balık yumurtası veya kıyılmış ton balığı eti de kullanılır. Hosomaki (ince yuvarlaklar) çevresi nori ile sarılarak yapılır, küçük silindirik şekillidir. Tipik bir hosomaki’nin çevresi yaklaşık iki buçuk santimetredir. İçlerinde genellikle tek bir bileşen vardır; tuna balığı, salatalık, su kabağı (kanpyo), havuç veya son yıllarda batı tarzında kullanılan avokado da kullanılmaktadır. Kappamaki ince salatalık dilimlerinin kullanıldığı bir tür hosomaki‘dir; ismini salatalığa çok düşkün efsanevi bir su yaratığı olan Kappa’dan alır. Geleneksel olarak Kappamaki, çiğ balık içeren tabaklar ile diğer tabaklar arasında, lezzetlerin birbirine karışmaması için arada yenir. Tekkemaki içinde çiğ ton balığı olan hosomaki’nin bir türüdür. Tekka’nın kelime anlamının “kor demir” olmasının nedenini kullanılan balıkların taze et rengi değil, dönemin kumarhanelerinde (Tekkaba) günümüzün sandviç’i gibi hızla hazırlandığı ve yendiği için kumarhanelerin isminden gelir. Negitoromaki taze soğan ve kıyılmış ton balığı eti ile hazırlanır. Yağlı ton eti bu stilde sıklıkla kullanılır. Tsunamayomaki kıyılmış ton ile beraber mayonez ile hazırlanan bir başka çeşididir. Temaki (el sarması), nori ile sarılmış konik şekillidir. Pilavın üstündeki malzemeler, geniş olan uçtadır. Tipik bir temaki yaklaşık on santimetre uzunluğundadır ve çubuklar ile değil, elle yenir. En iyi lezzet ve şekil için yapılır yapılmaz yenmesi gerekir, çünkü dışarıdaki nori içine konan malzemelerin nemini hızlıca emer ve gevrekliği azaltarak ısırmayı güçleştirir. Bu nedenler, önceden hazırlanmış temaki’ler plastik film ile kaplıdır ve yenmeden hemen önce açılmalıdır. Uramaki (içi-dışında yuvarlak) orta büyüklükte, iki ya da üç bileşenden oluşan silindirik şekillidir. Uramaki diğer makimono’lardan pirinci dışarıda, nori içeride olduğu için özellikle görsel olarak ayrılır. Silindirin merkezindeki bileşenler nori ile çevrilidir; bunun dışındaki kaplamada ise bu nori’ye yapışık ikinci katman vardır. Bu dış katman sadece pirinç olabileceği gibi balık yumurtası veya kavrulmuş susam da olabilir. İç bileşenler balıklar, avokado, mayonez, salatalık veya havuç gibi çok çeşitli olabilir. Uramaki Japonya’da çok popüler değildir. Makimono’nun büyük çeşitliliğinde uramaki yaygın olarak yer almaz; makimono’yu dışarıda yosun varken parmaklarla tutmak kolaydır. Narezuşi (olgun suşi) mayalanmış, geleneksel tarzda bir suşi’dir. Derisi yüzülmüş ve içi temizlenmiş balıklar tuz ile doldurulur ve ahşap bir fıçıya konarak üstü yine tuz ile kaplanır ve üste ağırlık konur (tsukemonoişi). Zaman içerisinde süzülen su alınır ve balıklar altı ay sonra yenmeye hazır hale gelir. Bu özelliğini de altı ay boyunca koruyabilir. Narezuşi’nin çok bilinen bir türü Biwa Gölü’nde yaşayan Havuz Balığı (süs balıkları ile karıştırılmamalıdır) ile hazırlanan funa-zuşi‘dir. Nigirizuşi (el ile yapılmış suşi) el ile dikdörtgen şeklinde birleştirilmiş suşi pilavının üstüne konan ince dilim malzeme (neta) ile yapılır. İçeriğinde genellikle vasabi de bulunur. Neta genellikle yüzgeçli balıklar ve diğer deniz ürünleridir. Pilav üstünde kendi başlarına düşmeden duramayabilecek bazı malzemeler, genellikle ahtapot, yılan balığı, kalamar, yumurta (tamago) pilava ince bir dilim nori ile sarılarak tutturulur. Bir suşi setinde, her nigiri’de değişik malzeme vardır. Gunkanmaki (savaş gemisi yuvarlaması) oval şeklinde elle biçimlendirilen, alta pirinç ve üstte çeşitli bileşenler olan, nori’nin yan tarafa sarıldığı bir suşi’dir. Balık yumurtası, mayalanmış soya, istiridye, mısır gibi üst bileşenler genelde yumuşaktır. Gunkan-maki 1941 yılında Ginza Kyubey lokantasında bulunmuş ve keşfi suşi’de yumuşak üst malzeme kullanımını genişletmiştir. Temarizuşi (top suşi) plastik bir kalıp veya poşet yardımı ile pirinç ve bileşenlerin top şeklinde hazırlanmasıdır. Yapımı çok kolay olduğu için suşi yapımına başlayanlar için güzel bir başlangıçtır. Oşizuşi (basılmış suşi), hako-suşi olarak da bilinir (kutu suşi). Ahşap bir kalıp (oşinako) içinde en alta suşi pilavı üste bileşenler konarak kalıp kapatılır ve bastırılarak sıkı bir form oluşturulur. Daha sonra kalıp kesilerek küçük lokmalar haline getirilir. Suşi’nin dünya çapında artan popülaritesi, özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa mutfaklarında yeni çeşitlerin doğmasına neden olmuştur. Bu çeşitliliğin artışı, 1980'ki yılların başında yıllarında California Roll ‘ün yaratılmasıyla beraber ivme kazanmıştır. İsimleri lokantalarda çeşitlilik göstermekle beraber, bu yeni çeşitlere birkaç örnek verilebilir: California roll: avacado, imitasyon yengeç (kani kama), salatalık ve balık yumurtası kullandır. Bazı özel türlerinde gerçek yengeç eti de kullanılmaktadır. Alaska roll: California Roll’ün bir türüdür ve yengeç yerine çiğ somon kullanılır. Dynamite roll: Sarıkuyruk (hamachi) ve/veya karides ile fasulye filizi, havuç, avokado, salatalık, acı biber, baharatlı mayonez ve balık yumurtası ile hazırlanır. B.C. Roll (British Columbia Roll): Kızartılmış veya ızgara edilmiş somon derisi, salatalık, çeşitli tatlı soslar ve bazen balık yumurtası kullanılarak hazırlanır. Philadelphia Roll: Kızartılmış veya ızgara edilmiş somon derisi,krem peynir, salatalık veya avokado ve/veya soğan ile hazırlanır. Spider roll: Kızartılmış yumuşak kabuklu yengeç, salatalık, avokado, daikon filizleri (bir çeşit turp) veya marul, balık yumurtası ve bazen baharatlı mayonez kullanılarak hazırlanır. Deniz tarağı, baharatlı ton, teriyeki yöntemi ile pişirilmiş kırmızı veya beyaz et, bamya’nın da kullanıldığı çeşitli “yuvarlak” türleri de mevcuttur. Nadiren de olsa suşi türleri Japon mutfağında da kendine yer etmiş kahverengi veya siyah pirinç ile de hazırlanır. Ancak yukarıda anılan batı stilindeki bu türler içerisinde California Roll hariç diğer türler, Japonya ‘da rağbet görmemektedir. Tüm suşi türleri özel bir pirinç pilavı ile hazırlanır, diğer bileşenler çeşitlilik gösterir. Şari, (gohan, suşi-meşi veya su-meşi olarak da adlandırılır) kısa boylu Japon pirincinin pirinç sirkesi, şeker, tuz (bazen kombu ve sake de konulur) ile yapılan bir pilav türüdür. Suşi için kullanımdan önce oda sıcaklığında bekletilerek soğuması gereklidir; sıcak hali yapışkandır. Geleneksel olarak yapısı sırasında silindirik ve düz tabanlı ahşap bir tüp olan hangiri ve tahta bir kaşık (şamoji) kullanılır. Suşi pilavı, kısa boylu Japon pirinci kullanarak hazırlanır. Temel kalite için yapışkanlığına bakılır. Taze hasat edilmiş pirinç (şinmai) tipik olarak çok fazla su içerir ve yıkanmasından sonra pirinci kurutulması için daha çok süreye ihtiyaç duyulur. Bazı moda mutfağı lokantalarında kısa boylu kahverengi pirinç veya yaban pirinci de kullanıldığı görülür. Pilav türünde bölgeden bölgeye veya şefin seçiminde değişiklik görülebilir. Örneğin doğu Japonya’daki Kanto bölgesinde daha fazla tuz, batı Bölgesindeki Kansai bölgesinde daha fazla şeker kullanılır. Makimono yapımında kullanılan koyu yeşil renkli yapraklar, orijinalde Japon limanlarında yetişen bir tür su yosunudur. Temelde nori iskele ayaklarından toplanır ve ince yapraklar halinde güneşte kurutulmaya bırakılır. Japonya’da yiyecek olarak kullanımında geleneksel olarak kurutmak için ayrıca ısı işlemine tabi tutulmaz, ancak Amerika’daki şirketler bu kurutma işlemini 42 derecelik sıcaklıkta yapar. Günümüzde ticari bir ürün olarak çiftliklerde yetiştirilmekte işlenmekte ve preslenerek standart boyutları olan 28 cm ‘e 21 cm ölçülerinde üretilmektedir. Kaliteli nori kalın, pürüzsüz, parlak yeşil renkte ve deliksizdir. Birkaç ay içerisinde kullanılmadığı takdirde rengi koyu yeşil-kahverengiye döner. Nori’nin standart boyutları suşi yapımı için tasarlanmıştır; yukarıda verilen tam boyutlardan futomaki, yarısından ise hosomaki ve temaki yapılır. Gunkan veya bazı diğer makimono yapımlarında ise uygun boyutta maki, standart ölçüdeki boyuttan kesilir. Nori’nin kendisi de yenebilen bir yiyecektir ve genellikle tuz ve teriyaki sosuyla tüketilir. Bu ve buna benzer tat katımı kalitesini düşürür ve suşi yapımı için uygun değildir. Suşi yapımında tatlandırılmış değil, ham Nori kullanılır. Fukusazuşi yapımı için ise, kağıt kalınlığında omlet, Nori yerine kullanır. Bu omlet, Makiyakinabe denilen geleneksel dikdörtgen şeklinde tavalarda hazırlanır. Neta, pilav ve sarım haricinde suşi yapımında kullanılan diğer malzemelerin genel ismidir. Aşçılık, sıhhi ve estetik nedenlerden dolayı çiğ yenilecek balığın kalitesi pişmiş balığın kalitesiyle aynı olmalıdır. FDA, balığın çiğ tüketilmesinden önce zararlı mikroorganizmaların tamamını yok etmese bile, parazitlerin tamamının yok edilmesi için dondurulması gerektiğini önermektedir. Profesyonel suşi şefleri ticari denetimlerde gözden kaçabilecek olan malzemelerin koku, renk, tazelik ve parazit içermemesi gibi çok önemli konularda eğitilmektedir. Çoğunlukla kullanılan balıkları ton (maguro, şiro-maguro), sarıkuyruk, "snapper", uskumru v
e somon ‘dur. En değerli suşi bileşeni ise o-toro adı verilen ton balığının yağlı etidir. Aburi stili nigiri’de normalde çiğ olarak eklenen bileşenler sadece bir taraflarından hafifçe ızgara yapılır ve bundan dolayı kısmen çiğdir. Yaygın olarak kullanılan diğer deniz mahsulleri kalamar (ika), tuzlu ve tatlı su yılan balıkları (anago ve unagi), pike cogner (hamo), ahtapot (tako), karides (ebi ve amaebi), istiridye (mirugai, aoyagi ve akagai), balık yumurtası (ikura, masago, kazunoko ve tobiko), deniz kestanesi (uni), yengeç (kani) ve diğer kabuklu deniz mahsulleridir. İstiridye ise çok geniş olarak kullanımda değildir; bunun nedeni tadının pirinçle olan uyumsuzluğudur. Kani kama, diğer adıyla surimi veya yapay imitasyon yengeç eti, özellikle California Roll’da gerçek yengeç eti yerine sıklıkla kullanılır. Et harici malzemeler salamura edilmiş beyaz turp, salamura sebze, mayalanmış soya, avokado, salatalık, kuşkonmaz, yer elması ve mısır’a kadar büyük çeşitlilik gösterir. Soya, ve tavuk yumurtası (şekerli, özel bir tarifle hazırlanmış bir omlet türü olarak) ve çiğ bıldırcın yumurtası (gunkan-maki üst malzemesi olarak) da yaygın olarak kullanılır. Suşi çeşniler ile yenir. Genellikle soya sosuna bandırılarak ve küçük bir parça vasabi eklenerek de yenebilir. Vasabi, kendi adındaki bir bitkinin (Wasabia japonica) köklerinden elde edilen çok acı ve macunumsu bir çeşnidir. Ancak bu gibi çeşnilerin kullanımının, şefin yemeğindeki lezzet değişimine yol açtığı için uygun olmadığı görüşü de vardır. Japon stili mayonezin, somon ve domuz başta olmak üzere diğer suşi çeşitlerinde de kullanımı yaygındır. Gerçek vasabi’nin anti-mikrobiyal özellikleri vardır ve besin zehirlenmesi olasılığını da düşürür. Yapay vasabi, yabanturpu (acırga), hardal ve yeşil gıda boyası ile yapılır. Gari (tatlı zencefil turşusu) suşi le birlikte yenir, ancak asıl işlevi suşi türleri arasında ağız tadını temizlemektir; sindirimde de faydası vardır. Japonya’da yeşil çay (oça) daima suşi le birlikte servis edilir. Yüksek kalitede suşi lokantalarında ise meça olarak bilinen üst kalitede çay ikram edilmektedir. Suşi jargonunda, yeşil çay’a agari denilir. Geleneksel Japon Suşi’sinin ana bileşenleri olan balık ve pirinçte yağ seviyesi düşük, protein, karbonhidrat,vitamin ve mineral seviyeleri yüksektir. Ancak Batı-Stili suşi için benzer söylem kullanılmayabilir; geleneksel olmayan mayonez, avokado ve krem peynir kullanımı özellikle yağ seviyesini arttırmaktadır. Pek çok deniz ürünü doğal olarak düşük yağ seviyesine sahiptir, doğal olarak doymamış yağ oranları ve dolayısıyla Omega3 miktarı da fazladır. Sadece balık değil, diğer bileşenleri de genellikle çiğ olarak servis edildiğinden, suşi pişirme yağı içermemektedir. Ancak imitasyon et kullanımı (California Roll’deki surimi gibi) protein değerlerini düşürebilir. Beslenme değerleri, bileşenlere göre değişir. Örneğin karides kalsiyum yönünden zengindir, somonda ise D Vitamini yüksektir. Ayrıca kullanılan sebzelere göre de vitamin de mineral değerleri değişkenlik gösterir. Karbonhidratlar pirinçte ve sebzelerde bulunur. Geleneksel olmayan bileşenler ise yağ oranında olduğu gibi, karbonhidrat oranını da yükseltebilir. Bazı büyük balıklar (özellikle mavi yüzgeçli ton balığı), yüksek seviyede cıva içerebilir. Bunun nedeni, deniz canlıları arasında ton balığının besin zincirinin üst bölümlerinde yer almasıdır. Dolayısı ile yüksek miktarlarda tüketildiğinde cıva zehirlenmesine yol açabilir. FDA, belli gruplar için (hamile kalacaklar, hamileler, emziren kadınlar ve küçük çocuklar) haftada en fazla 340 gram ağırlığında deniz mahsulü tüketilmesini tavsiye etmektedir. Çiğ balık ile üç tip parazit bulaşabilir: Clonorchis sinensis (bir çeşit karaciğer kelebeği), Anisakis (bir çeşit yuvarlak solucan) ve Diphyllobothrium (bir çeşit şerit). Anisakis’in bulaşma riski, nehir balıklarında daha fazladır. Bu tür parazit bulaşma riski, kaynatma, kızartma, tuz veya sirkede bekletme veya dondurma ile engellenebilir. Yukarıdaki nedenler dolayısıyla, Avrupa Birliği kuralları uyarınca taze çiğ balık kullanımı yasaklanmıştır. Çiğ balık kullanımı için koşul, kullanımdan önce balığın -20 derecede en az 24 saat bekletilmesidir. Bazı suşi bileşenleri, çok bilinen fugu ve bazı kabuklu deniz canlıları gerekli özenle hazırlanmaması ciddi zehirlenmelere neden olabilir. Özellikle, fugu iç organlarında ölümcül dozda tetrodotoxin içerir ve Japonya’da ilgili sınavdan geçmiş lisanslı bir fugu şefi tarafından hazırlanmalıdır. Nadir de olsa, ölümle sonuçlanabilir. Japon İmparatoru fugu tüketimini çok riskli olması nedeni ile yasaklamıştır. Gelenksel olarak, suşi klasik Japon minimalist çizgisinde, geometrik, tek veya çift tonlu ahşap tabaklarda, Japon mutfağının estetik kalitesinde sunulur. Pek çok suşi lokantası, günün mevcut balığına göre şef tarafından hazırlanan fiks menüler sunar. Bu menüler genelde kendi aralarında fiyata göre şo-çiku-bai, şo/matsu, çiku/take ve bai/ume ve matsu olarak isimlendirilir; matsu en pahalısı ve ume en ucuzudur. Gerek Japonya’da ve gerekse de diğer ülkelerde kaiten zuşi (suşi treni) stilinde sunum artmaktadır. Renk ile kodlanmış tabaklar bir taşıyıcı kuşağın üstünde dizilir; müşteri önüne gelen kuşaktan dilediği tabağı alır. Yemek sonrasında hesap tabak sayısına göre kolaylıkla hesaplanır. Daha modern kaiten zuşi lokantalarında ise barkod veya RFID kulanımı hem hesabı otomatik olarak hesaplar hem de tabağın hazırlandıktan sonra geçen süreyi yönetim olanağı tanır. Suşi kültüründe kullanılagelen bazı özel veya argo deyimler bulunur. Bu terimlerin pek çoğu sadece suşi lokantalarında kullanılır. Hemen her zaman çubuklarla yenen saşimi’den farklı olarak, resmi yemeklerde bile nigirizuşi elle yenir. Genellikle yanında soslar ve çeşniler (soya sosu ve turşu gibi) için daha da küçüğü olan küçük bir tabakla servis edilir. Ancak içinde çeşitli türlerin olduğu ahşap bento denilen tabaklarla servis edildiği de olur. Soya sosu kullanımında geleneksel etik, soya sosuna, tadını bozacak ve pirinç yumağını dağıtabilecek kadar çok hızlı olarak emmesi yüzünden pilavın değil, neta'nın bandırılmasıdır. Eğer suşi ‘yi bu şekilde çevirmek zor ise, çubuklarla tutulan gari soya sosuna bandırılır ve bir fırça gibi suşi’ye sürülür. Kendi sosu olan malzemelerle (yılan balığı gibi) yapılan suşi’ler soya sosuna bandırılmamalıdır. Suşi şefi hazırlık aşamasında suşi’nin içine uygun miktarda vsabi ekler ve geleneksel olarak şefin hazırladığı tabaktaki miktar vasabi’nin yeterli olacağıdır. Ancak günümüzde acı kullanımı kişisel bir tercih haline gelmiştir ve Japonya’daki lokantalarda bile suşi tabağının yanında ayrıca vasabi servisi de yapılır. vasabi kullanımında önce vasabi çubuklar ile alınarak malzemelerin üstüne sürülmeli, suşi saha sonra, eğer istenirse, soya sosuna batırılmalıdır. Tadını donuklaştırdığı için, vasabi soya sosuna batırılmamalıdır. Ancak saşimi ‘de yapılabilir, çünkü saşimi’ye vasabi sürmek zordur. Ricardinho Ricardinho, (tam adı Ricardo Luiz Pozzi Rodrigues) (d. 23 Mayıs 1976, Sao Paulo, Brezilya) Brezilyalı eski futbolcudur. Futbola ülkesinde başlayıp Avrupa'da iki takımda oynayan Ricardinho lakaplı oyuncu, Fransız Bordeaux ve İngiltere Premier Lig takımlarından Middlesbrough FC'de aradığını bulamadı ve tekrar ülkesine döndü. Brezilya'da Parana, Santos, Corinthians ve Sao Paulo´da forma giyen tecrübeli isim, Brezilya millî futbol takımında görev yapan teknik direktörlerin her zaman ilk tercihlerinden birisi oldu. Brezilyalı oyuncu, 2002 ve 2006 FIFA Dünya Kupası organizasyonlarındaki çoğu maçta oynadığı futbolla izleyenleri kendisine hayran bıraktı. Son derece teknik bir oyuncu olan Ricardinho, ülke futbolunda beğenilen oyuncuların başında gelir. Bu nedenle birçok kez gümüş top ödülüne layık görülmüştür. 67 kez Brezilya millî takımında oynadı. 2006-2007 sezonunda Beşikaş takımına gelmesinin ardından millî takım Copa America 2007 kadrosuna çağrılmıştır. Ricardinho kabul etmeyip millî takımı bıraktığını açıklamıştır. Millî takımda 67 kez görev yapmıştır. 1999 ve 2002 yillarında Brezilya'da yılın futbolcusu seçilmiştir. Beşiktaş JK ile sözleşmesi bulunan Brezilyalı millî futbolcu kulüp tarafından süresiz kadro dışı bırakıldıktan sonra sezon sonu için Katar'ın zengin kulübü Al-Rayyan takımıyla anlaşma sağlamıştır. Şu anda Atlético Mineiro takımında oynamaktadır. 27 Mayıs 2011 tarihinde 2011/2012 futbol sezonu için Brezilya'nın Bahia kulübüne transfer olmuştur. Mezhep Mezhep, (Arapça: مذهب ) bir dinin çeşitli görüş ayrılıkları nedeniyle ortaya çıkan kollarından her birine verilen isimdir. "Düşünce ekolü" olarak da bilinir. Dini terimlerde "doktrin" ise akide altına girer. Mezhepler aynı zamanda dini kişilik ve toplumların din algısıdır. Algı algılayan kişinin kendisine bağlı sebeplerle objenin kendisinden farklılıklar arz edebilir. İslam dininde mezhepler Fıkhi mezhepler ve İtikadi mezhepler olarak iki ana gruba ayrılır. Grigori Perelman Grigori Yakovlevich Perelman (Rusça: Григорий Яковлевич Перельман; doğumu: 13 Haziran 1966), Matematikte çözülemeyen en büyük problemlerden biri olan Poincaré sanısını çözen Rus matematikçi. Yüz yıldır çözülemeyen ve dünyanın en büyük 7 probleminden biri sayılan Poincaré önermesini 2002 yılında çözen Rus matematikçi, çözümünün 4 yıl sonra 2006 yılında kabul görmesinden ve de bu fazla gecikmeye neden olan ABD'deki bazı meslektaşı matematikçilerden gerekli saygıyı görmediğiden onuru kırıldığı için 1 milyon dolar para ödülünü ve matematiğin Nobel'i olarak kabul edilen Fields Ödülü'nü reddetmiştir. St. Petersburg'daki Steklov Enstitüsü'ndeki görevinden istifa ederek kayıplara karışan Perelman'ın, psikolojik olarak zor bir dönemde olduğu matematikle ilişkisini kestiği belirtiliyordu. Perelman'ın, uzmanlar tarafından bile zor anlaşılan, Poincaré önermesine çözümü resmen 2006'da kabul edilmiştir. 2010'da düzenlenen bir yarışmada dünyanın en zor matematik problemlerinden birini çözdüğü için milenyum ödülü verilmiş, ödülü almayacağını açıklamıştır. En son 1 milyon
doları alabileceğini, bunu matematik eğitiminin gelişimi için harcayabileceğini söylemiştir. John LeCompt John Charles LeCompt (d. 10 Mart 1973, Arkansas) Evanescence eski solo gitaristi olan Amerikalı müzisyen Sanatçılığa 90'larda Little Rock sahnelerinde heavy metal müziğiyle başladı. En ünlü gruplardan birini kurdu. Hiç kimse tarafından bilinmiyor iken en ünlü sanatçı gruplarından birinin solisti oldu. Kendisiyle uzun zaman iş yaptığı Rocky Gray zaman zaman John'un grubunda bulunurdu. 2007 yılında The Open Door turnesi sırasında gruptan ayrıldı. John LeCompt'un gruptan çıkmasıyla beraber, Rocky Gray de uzun süredir grupta mutlu olmadığı için Evanescence'den ayrıldı. İkili ayrıldıktan hemen sonra Machina adlı oluşuma dahil oldular.Turne sırasında John LeCompt'tan boşalan yerini "Dark New Day isimli" gruptan Troy McLawhorn doldurdu. Evanescence'tan ayrıldıktan sonra "Machina" grubuyla çalışmaya başlayan LeCompt, şu anda "We are the Fallen" adlı grubun gitaristi olarak görev yapıyor. Terry Balsamo Terry Balsamo (d. 9 Ekim 1973, Florida) Grammy Ödüllü Alternative Metal grubu Evanescence'te ritim gitar çalan ABD'li müzisyen. Cold grubunda ritim ve solo gitaristlikte yapmıştır. 2000'lerin "13 Ways to Bleed Onstage" kaydını yapmadan önce kısa bir süre kaldığı bu gruptan 2003 yılında ayrıldı ve Evanescence grubuna katıldı. 7 Ağustos 2015 yılında sağlık sorunları nedeniyle Evanescence grubundan ayrıldı. Gitar çalmaya 13 yaşında başlamıştır. Limp Bizkit'te çalmıştır. Elektrikçi olarak da eğitim almıştır. Medeni hali bekardır. Kâsım bin Muhammed Kâsım bin Muhammed el-Kûdeyd (653 - 721/725 civarı), dört büyük halifeden ilki olan Ebu Bekr-i Sıddık’ın torunudur. 653 yılında doğan Kâsım bin Muhammed’in doğum tarihi Râşid Halifeler’den Osman’ın dönemine denk gelir. Döneminin ünlü hukukçularından olan Kâsım bin Muhammed, Fukahâ-i Seb'a'dan yani dönemin ünlü yedi hukukçusundan biri olarak sayılır. Kâsım bin Muhammed el-Kudeyd olarak anılan ve Mekke ile Medine arasında bulunan bir yerde ölmüştür. Ünlü tabiinlerden olan Kâsım bin Muhammed, Ali Zeyn el-Âb-î-Dîn’in kuzenidir. Ölüm tarihinin 721-725 yılları civarı olduğu düşünülmektedir. Açık toplum Açık toplum fikri ilk defa Henri Bergson tarafından oluşturulmuş bir fikirdir. Açık toplumlarda devlet toleranslı ve bürokrasiden uzaktır, politik sistemler şeffaf ve esnektir. Devlet hiçbir sırrı halkından gizleyemez, bu toplum modeli tamamen otoriterlik karşıtıdır ve herkes gene kendi bilgisine "emanet edilmiştir". Siyasi hürriyet ve insan hakları açık toplum yapısının temel taşlarıdır. Karl Popper'in iki ciltlik "Açık Toplum ve Düşmanları"ndaki tanımına göre açık toplum, siyasilerin kan dökülmeden devrilebileceği, liderlerin ancak askeri darbe veya kanlı devrimler sonucu devrilebildiği kapalı toplumun tam tersi olan bir toplum yapısıdır. Baskıcı diktatörlükler ve otokratik mutlakiyetler kapalı toplum yapısının gözlenebileceği devletlerdir. Poppercı açık toplum yapısı temelini kendi bilim felsefesinden alır. Kimsenin mükemmel devlet hakkında mükemmel bilgisi olmadığına göre, bundan sonraki en iyi şey, yürüttüğü politikayı değiştirmeye hazır bir devlet yapısıdır. Açık bir toplum aynı zamanda çoğulcu ve kozmopolit olmalıdır ki, eldeki problemlere en fazla bakış açısıyla bakılabilsin. Bilim ve insan tarihinin belirsiz ve akışkan olduğunu ileri süren Popper; Platon, Hegel ve Marx gibi, tarihsel gelişimin bilinebilir olduğunu ileri süren düşünürlere karşı çıkar. Üstelik Popper bu düşünürlerin görüşlerini politik olarak da tehlikeli bulur. Ona göre bu yaklaşımlar normal değişim süreçlerine kapalıdırlar ve dolayısıyla otoriteryen rejimlere, yani "kapalı toplumlara" yol açarlar. Açık toplum yapısı sivil toplumun açık topluma geçişte itici güç olduğunu savunur. SATA SATA yani Seri ATA, bilgisayar donanımı içerisinde bir veri taşıma teknolojisidir. Özellikle sabit diskten ya da sabit diske veri aktarımı işlevini yerine getirir. ATA teknolojisinin üstüne üretilmiştir. İsim karışıklığı olmaması için eski ATA ismi PATA (Paralel ATA) olarak değiştirilmiştir. Hem SATA hem de PATA sürücüsü IDE sürücüsüdür. SATA I, SATA II ve SATA III olarak üç ayrı versiyonu bulunmaktadır. SATA I (ya da sadece SATA) ilk çıkmıştır ve teorik limit hızı 1.5 GBit/s olarak belirtilir. Ardından SATA II biraz daha geliştirilmiş ve standartlar daha uyumlu olarak piyasaya sürülmüştür. SATA II'nin teorik hızı 3.0 GBit/s çıkması planlanmaktadır. Sata III. yeni cıkmıştır.Teorik hızı 6.0 GBit/s olarak belirtilmiştir. SATA sürücülere geçilmeden önce mevcut olan en son Parallel ATA sürücü ile Seri ATA arasındaki hız farkı fazla değildi. En son PATA versiyonu olan Ultra ATA II ile 1.3 GBit/s data transfer hızına ulaşılıyordu. Ancak sonradan çıkan SATA II ve SATA III sürücülerin hızları daha yüksektir... İlk kuşak SATA arayüzleri, SATA/150 veya SATA 1 olarak da bilinir, 1.5 Gb/s hızla calışırlar. Seri ATA fiziksel katmanda (physical layer) 8B/10B kodlama (encoding) kullanır. Bu kodlama şeması %80 oranında etkilidir, fiili olarak 1.2 Gbits/s veya 150 MB/s veri transfer oranı sağlar. Seri bağlantının (serial link) kolaylığı ve LVDS kullanımıyla,uzun sürücü kabloları ve yüksek hızlarda geçiş yolları kullanılabilir oldu. SATA'nın tanıtımından kısa bir süre sonra, gelişmeler standartlaştı. 3 Gb/s sinyal oranı PHY katmanına eklenmesiyle veri işlem hacmi iki katına çıktı. SATA 3.0 Gb/s, SATA 1.5 Gb/s gibi 8B/10B kodlama kullanır ve fiili olarak 2.4 Gb/s veya 300 MB/s veri transfer oranı sağlar. SATA 3.0 Gb/s aygıtlarıyla SATA 1.5 Gb/s denetleyicileri arasındaki uyumluluğu sağlamak için, sonra çıkarılan aygıtlar orijinal 1.5 Gb/s oranını desteklemeleri gerekti. Pratikte, bazı eski SATA denetleyicileri SATA hız ölçütlerini desteklemediler ve SATA 3.0 Gb/s çevre aygıtları elle yapılandırılarak 1.5 Gb/s oranına bir atlayıcı(jumper) kullanılarak çekildi. VIA VT8237 ve VT8237R güney köprüleri, VIA VT6420 ve VT6421L bağımsız SATA denetleyicileri bu problemin oluştuğu chipset lerdendir. SİS 760 ve 964 chipsetleride bu problemi göstermesine rağmen güncellenmiş SATA denetleyici ROM'u ile düzeltilmiştir. 3,0 Gb/s özelleştirmesi genel olarak “Serial ATA II” (“SATA II”) olarak bilinse de bu kullanım yanlıştır. Doğrusu, SATA Revizyon 2.0'dır. SATA-IO 6.0 GB/s oranını standart hale getirmeyi planlamaktadır. Teorik olarak işlem hacminin iki katına çıkmasına rağmen, geleneksel sabit diskler bu hıza ulaşamadı. Bununla birlikte 6.0 GB/s standardı geçit çoklayıcılarıyla (port multipliers) birleştirmede kullanışlı olacak böylece bir Seri ATA geçidine birçok sürücü bağlanabilecek. Ayrıca RAM diskleri gibi katı hal sürücüleri de (solid-state drives) bağlanabilir. Normal kullanımda çağdaş kişisel bilgisayarlarda hem SATA hem de SATA 1.5 GB/s sabit disk sürücülerinin çalışma hızları önceki IDE arayüzleri (50 MB/s altında çalışan) ile karşılaştırılabilir. Her cihaza ayrı kablo ve ayrı bant genişliği verilerek , SATA , PATA ile ortak kullanılan yoldan çıkarıldı. Aynı miktarda SATA aygıtlarını desteklemek için iki kat daha fazla sunucu denetleyicisi gerekir. SATA'nın tanıtımı sırasında bu önemli bir sorun değildi. Denetleyici ASIC içine başka bir denetleyici eklenebilir. Fazladan yedi sinyal hattı ve PCB için kablo ucunda yer açılması maliyette ufak bir artış yaratır. SATA'nın sağladığı fakat PATA'nın içermediği belirleyici özellikler : hot-swapping ve native command queueing. SATA'ya geçişi kolaylaştırmak için , birçok üretici PATA sürücülerindeki denetleyicileri hemen hemen aynı olan ve mantık kartı üstünde köprü chipi içeren sürücüler üretti. SATA bağlayıcıları bulunan köprü sürücüleri, güç bağlayıcılarının bir türünü veya her ikisini de içerebilir ve genelde yerel sürücülerle aynı işleyişi gösterir. Fakat SATA'nın bazı belirleyici özelliklerini desteklemeyebilir. 2004 yılından itibaren, başlıca sabit disk üreticileri köprülü veya yerel SATA sürücülerini üretiyor. Seri tutturulmuş SCSI (SAS) denetleyicisine SATA sürücüleri bağlanabilir ve aynı fiziksel kablo üzerinden iletişim kurulabilir. Fakat SAS diskleri SATA denetleyicilerine bağlanmayadabilir. SATA'nın paralel ATA'dan en belirgin farkı güç ve veri kablolarıdır. SATA standartları yedi iletken kullanan bir veri kablosu ve her iki başında 8-mm genişliğinde wafer bağlayıcıları olduğunu belirtir.SATA kabloları 1 m (39 inc) uzunluğuna kadar olabilir. Karşılaştıracak olursak PATA ribbon kabloları 40 ya da 80 iletken kabloları içerir ve en fazla 46 cm (18 in) olabilir. SATAdaki iletkenlerin azaltılması, SATA kablolarını, PATA kablolarından daha dar yapar. Sonuçta daha dar alanlarda kullanımı kolaylaşır ve hava dolaşımınıda kolaylaştırır (fakat bu tür kablolarda bollaşma daha sık görülebilir). PATA sürücüleri tarafından kullanılan 4 pinli Molex bağlayıcısı ve birçok bilgisayar bileşeni, SATA standartlarının belirttiği güç bağlayıcısından çok farklı bağlayıcılar kullanır. Veri kablosu gibi, wafer bazlı, fakat 15 pinli şekli ikisinin arasındaki karışıklığı engeller. Güç bağlayıcılarının tepesindeki plastik birleştiriciler ince olduğu için takarken en ufak bir zorlamayla kırılır, sonuçta birleştiriciyi kullanışsız hale getirir. Çok sayıdaki pin 3 farklı gerilim değeri sağlamak için kullanılır : 3.3 V, 5 V, 12 V. Her gerilim 3 pinin bir araya gelmesiyle sağlanır. Kalan 5 pin GND, yani 0 volttur. Pin11, son pin, yeni sürücülerdeki staggered spinup için kullanılır. Kaynak pinleri bir araya gelir çünkü pinler bir araya gelmezlerse aygıtlar için gerekli akımı sağlayamazlar. Her 3 gerilimden birer pin hotplugging için kullanılır. Bu fiziksel bağlantı (3.5-in (90 mm) ve 2.5-in (70 mm)) dizüstü bilgisayarların sabit diskleri için kullanılır. SATA güç bağlayıcısını desteklemeyen güç kaynaklarının kullanımı için bazı SATA sürücüleri PATA tarzında 4 pinli Molex bağlayıcı içerir. 4 pinli Molex bağlayıcısını SATA güç bağlayıcısına çevirmek için adaptörler kullanılabilir. Fakat 4 pinli Molex bağlayıcıları 3.3V sağlamadığı için, bu adaptörler 5 V ve 12 V güç sağlarlar, 3.3 V hattı bağla
nmaz. 3.3 V güç isteyen sürücüler bu adaptörle kullanılmaz. Sürücü üreticileri 3.3 V güç hatlarının çoğunu kullanım dışı bırakmıştır. Buna rağmen 3.3 V güç olmadan, SATA aygıtları hotplugging'i gerçekleştiremez. Harici SATA sürücüleri için özellikle belirtilmiş kablolar, bağlayıcılar ve sinyal ihtiyaçları 2004'ün ortalarında standartlaştırıldı. eSATA'nın Özellikleri: USB ve Firewire'ın harici disk ile olan iletişimi için çeviriye ihtiyacı vardır. Bundan dolayı harici USB/Firewire çevirici ATA protokolünü USB veya Firewire'a çeviren PATA veya SATA köprü chipi içerir. S.M.A.R.T. gibi sürücü özellikleri olanlar bu şekilde etkili kullanılamaz ve USB/Firewire ile ulaşılan transfer hızı, tüm geçit veri oranının yarısı kadardır(50 Mb veri transfer oranı 70 Mb/s üzerine çıkar. Şu anda çoğu bilgisayarın anakartlarının eSATA bağlantıları yoktur. eSATA sunucusu geçit adaptörü (HBA) kullanılarak aktif hale getirilebilir. Masaüstü sistemler için grup bağlayıcı veya dizüstü bilgisayarlar için cardbus veya expresscard kullanılır. eSATA ve SATA arasındaki arayüze geçmek için blerinin geri uyumluluğu ismen olmasa da fiilen var, SATA yerel sürücülerinin belirleyici özelliklerinden olan güç ve veri bağlayıcıları PATA, SCSI veya diğer sabit disk biçimlerinin kullandığı bağlayıcılarla uyuşmaz. Yine de SATA disklere bağlanıp onların PATA gibi çalışmalarını sağlayan dönüştürücüler var. Bazı sürücüler hem SATA hem de MOLEX güç bağlantılarıyla gelirler. Yukarıda anlatılan kurallar içerisinde SATA sürücülerini harici USB gibi davranmasını sağlayan güç çeviricileri vardır. Ekim 2006 itibarıyla piyasadaki yeni ürünler geri uyumluluğu mümkün kılıyor. Anakart üzerindeki PATA bağlantısına takılarak SATA’yı bağlamayı sağlayan küçük kartlar vardır. SATA sürücüsünü SATA bağlantısı bulunmayan sistemlere bağlayan SATA bağlantılı PCI kartları vardır. Diğer arayüzlerle geri uyumluluğuna rağmen kendisiyle hem geçmiş hem de gelecek uyumludur. Bu genelde hangi teknik özelliklerin uyum göstereceğinden endişelenmeden bir SATA sürücüsünü SATA denetleyicisine bağlayabileceğiniz anlamına gelir. Burada dikkat edilecek nokta ise bazı eski denetleyicilerin hızını düzgün ayarlayamaması ve böylece sabit diskin hızının bir atlayıcı üzerinden zorlanması gerekitiğidir. mSATA; Yeni nesil desktop ve notebook anakartlar üzerinde bulunabilen özellikle ultrabooklarda tercih sebebi olan ve mini-SSD belleğin direkt olarak anakarta baglanmasini sağlayan iletişim yoludur. SATA3 (6G b/s) hızına sahiptir. mSATA baglantı yoluna direkt olarak bağlanabilen mini-SSD bellekler 1.8" boyutlarında olup 2.5" ve 3.5" SSD belleklere göre daha düşük maliyetlidir. Günümüzde 500/600 Mb/s okuma ve 500/600 Mb/s yazma hızlarına ulaşmışlardır. 2.5" ve 3.5" SSD bellekler gibi; gibi Intel teknolojilerini desteklemekle birklikte, SSD belleklerin sahip olduğu TRIM özelliğine de sahiptirler. SCSI SATA'dan daha yüksek transfer oranı sağlar, fakat üretim maliyeti daha fazla olan daha karmaşık bir geçit yapısı vardır. Sürücü üreticileri SCSI aygıtları için daha uzun garanti verir yine de PATA/SATA aygıtlarıyla, SCSI aygıtlarının üretiminde belirtilen kaliteli kontrol karşılaştırılır. SCSI geçitleri birkaç sürücüyle bağlantıya olanak verirken SATA kablo başına bir taneye olanak verir. SATA 3.0 Gb/s her aygıt başına 300 Mb/s azami bant genişliği verirken, SCSI her geçit başına 320 Mb/s verir. Geçitin azami hızı haricinde 3 özelliği performansı çok ciddi etkiler : devamlı transfer oranı ; platter rotation speed ; head seak time. Bu bilgiler sabit diskin modeline özgüdür ve sabit diskin üretici tarafından verilen veri föyünden bulunabilir. Bu bilgiler Aralık 2006’nın en performanslı sürücülerindendir. Tablodan da görüldüğü gibi SCSI’lar için arama süresi çok kısadır ve devamlı transfer oranı çok yüksektir. Geçit bant genişliği ile sınırlandırılmamış disk performansları yaklaşık olarak 0.5*(bir revolution süresi+full stroke seek time) dır. SCSI için bu değer 6 ms ve SATA 3 için ise 12.7 ms dir. Bilgisayarda SCSI kullanan herhangi bir sabit bellek aktivitesi SATA 3 kullanana göre çok daha hızlıdır. İster SATA teknolojisi kullanılsın ister PATA, sabit disklerin hızlarının, bu teknolojilerin veri aktarma hızına göre çok düşük olmasından (50Mb/s'in altında), büyük bir performans farkı kazanılmamaktadır. Fakat SATA kabloları çok ince olduğundan, daha az yer kaplamaktadır. Bunun yanı sıra PATA'lardaki gibi master/slave düzenlemesi yoktur. Her disk ayrı olarak, kendi başına tanımlıdır. SATA her ne olur ise olsun geciktirilmiş ve çok daha önceden geçilmesi gereken bir teknoloji idi. PATA'nın problemi asıl olarak çift sürücü ile performansının çok kötü seviyede düşük kalması. Sürücülerin susması, cevap vermemesi gibi problemler SATA'nın yaygınlaşması ile sona ermiştir. Bu bilgiler sitesinden alıntıdır. Mantra Mantra, genellikle Sanskritçe olan dini hece veya şiirdir. Kullanımı mantra ile ilişkili ve okul ve felsefesine göre değişiklik gösterir. Esasen ruhani kanallar olarak kullanılırlar, kelimeler ve oluşan titreşimlerden faydalanarak kişinin daha yüksek bir bilince ulaşmasını amaçlar. Diğer amaçları, dini törenlerde bolluğa sahip olmak, tehlikeden uzak olmak veya düşmanları elemek içindir. Mantralar Hindistan'da Vedic Hinduizmi ile çıkmıştır ve daha sonra Budistler, Sikhler ve Jainler tarafından benimsenmiştir. Mantraların genel kabul görmüş bir tanımı bulunmamaktadır. Sanskritçe "mantra-" kelimesi (m. मन्त्रः, ayrıca n. मन्त्रं) "man" "düşünmek" (ayrıca "manas" "akıl") ve araç anlamındaki "-tra" sonekinden oluşur, sözcüğü sözcüğüne çevirisi "fikir aracı" olur. Aklı hayallerden ve maddi isteklerden serbest bırakmayı amaçlar. Mantra nağmelerle tekrar edilir. Araştırmacılar mantraların MÖ 1000'li yıllardan daha eski olduğunu kabul etmektedirler. Araştırmacı Frits Staal'e göre mantralar MÖ 1000-MÖ 500 arasında -Orta Vedik dönem- sanat ile bilimin karışımı sonucu geliştirilmiştir. Hinduizmde mantralar (dhyana) meditasyon sürecine yardımcı olarak kullanılır. Orta Vedik döneme kadar mantralar Rig Veda, Samaveda, Yajurveda gibi Vedalar'da geçen kısa veya uzun ifadelerden oluşmaktaydı. Epik dönemde ise mantralar Hinduizmin farklı okullarında farklı ihtiyaçları karşılamak üzere çeşitlenmiştir. Bijas denilen ve her biri bir Tanrı ile ilişkili olan mantralar Tantrik okullarda merkezi bir konuma geçmiştir. Aynı mantranın belirli sayıda tekrarıyla oluşan pratiktir. Bir mala yani hint tespihlerinde tane sayısı 108 olduğundan çoğunlukla 108 kez tekrar edilmekle birlikte zaman yokluğundan veya daha yoğun, belirli bir etki oluşturabilmek adına 125 bin gibi tekrar rakamları bulunur. Zaman kısa olduğunda mantralar 1,3, 5, 10,28 gibi rakamlarla da tekrar edilebilmektedir. Mantra uygulamasında mala'nın Türkçede 'İmame' Sanskritçe'de 'Meru' denilen bitiş yerine gelindiğinde durulur ve Meru aşılmadan tekrar gerisin geriye mantra tekrarı yapılır. 108'lik tespih ya da mala çekiminde işaret parmağı kullanılmaz, baş ve orta parmaklar tespihin çekilmesinde kullanılan parmaklardır. Tüm Hindu mantraları içinde en evrenseli olarak kabul edilir. İlksel (primordial) Güneş'in bilgi ve aydınlatma prensibi olarak tezahür eden evrensel Brahman'ın zikridir. Rig Veda'nın II.Kitabında 62. ilahinin 10.ayetinden alıntıdır. Mahamrityunjaya Mantra (Sanskrit: महामृत्युंजय मंत्र, mahāmṛtyuṃjaya mantra "Yüce Ölüm fatihi Mantra"), diğer bir adı Tryambakam Mantra'dır. Rigveda (RV 7.59.12) ve Yajurveda (TS 1.8.6.i; VS 3.60) geçmektedir. Rudya ya da Şiva ile ilişkili bir mantradır. Mantralar, psikolojik ve enerjik etki sağlayan sanatsal, kalıplaşmış hecelerdir. Ayrıca Tibet Budizmi'nde ruhun gelişimini sağlayan bir araç olarak kabul edilir. Çin ve Vietnam Budizminde Şunzi İmparatorunun öğretmeni olan rahip Yulin tarafından nihai biçimi verilen on kısa mantra kullanılır. On mantranın yanı sıra Yüce Rahmet Mantrası, Şurangama Mantra, Kalp Sutra ve nianfonun çeşitli formları makamlı şekilde söylenir. Önde gelen Budist rahip Kukai (774-835) Budist ritüel dilini "dharani" ve "mantra" şeklinde iki form olarak analiz eden genel bir teori ortaya koydu. Mantra ezoterik Budist uygulaması ile tanımlanıp sınırlandırılırken dharani ezoterik ve egzoterik ritüelde yer almaktadır. Şingon terimi ("hakiki kelime") mantra terimi için kullanılan Çince "chen yen" teriminin Japonca seslendirilmesidir. Dharani terimi Sanskritçe tutmak, sürdürmek anlamlarına gelen dh.r kökünden türemedir. Ryuici Abe kelimeyi bir sutranın bölümü veya bir parçasının anlamını içeren hatırlatıcı bir araç olarak anlaşıldığı öne sürmüştür. Dharanilerin kendilerini zikreden kişileri kötü etkiler ve felaketlerden koruduğu kabul edilir. Mantra terimi ise düşünmek anlamına gelen "man" ile eylem yönelimli "tra" ekinden oluşur. Bu yüzden mantra kişinin düşüncelerini değiştirmek için kullanılan dilbilimsel (linguistik) bir araç olabilmektedir. Mantralar aynı zamanda zenginlik, uzun ömür ve düşmanların yok edilmesini sağlayan büyüsel bir araç olarak da kullanılmıştır. Gündelik yaşamda bazı mantraların kimi durumlarda değişken olmayan-sabit karma veya çözüm için ortaya çıkabilecek başka yollar sebebiyle etki göstermeyebilecekleri düşünülmektedir. Dharani ve mantra arasında ayırım yapmak güçtür. Tüm mantraların dharani oldukları ama tüm dharanilerin mantra olmadıklarını söyleyebiliriz. Mantralar daha kısa ifadeler iken her ikisi de görünürde bir anlamı olmayan Om veya Hu.m gibi ses parçaları olabilir, Om Mani Padme Hum Om mani padme hum, Budistler’in kullandığı Sanskritçe bir mantradır. Tibet’te kral Lha Thathari Nyantsen’in egemen olduğu 5. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Tibet Budizmi'nde en eski, fakat günümüzde çok kullanılan bir mantradır. “Om” belirli bir anlamı olmayan bir hecedir, fakat Hinduizm’de bağımsız bir mantra olduğu için çok sevilir. Manipadme’nin anlamı “Lotus çiçeğindeki mücevher” olarak yanlış verilir. Doğrusu “mücevher Lotus çiçeği” olarak nitelendirilir. Hindistan’da mani ve padma’nın birleşmesinden oluşan ses dişi kişi adı yerine kullanılır. Mantranın son hecesi
“Hum” günahlardan arınma olarak çevrilir. Yedi heceden oluşan bu mantra, Tibet Budizm’inde duyguların, davranışların ifadesidir. Ezberden okunmasıyla mükemmellik gerçekleşir, yeniden doğum döngüsünden sıyrılır ve Nirvana’ya ulaşılır. Çeşitli mantraların hiçbiri Mani mantrasından üstün olamaz. “Om” bilinen ve kullanılan en eski ifadedir ve meditasyon yaparken söylenmektedir. “Hum” evrenin yok olmasıyla ilgili bir hecedir. “Mani” taş ya da mücevher anlamına gelmektedir. Tibet Budizm’inde erkekler için cinsel bir sembol olarak da anlaşılmaktadır. “Padme” ise dişilerin saflığını ifade eden Lotus çiçeği anlamına gelmektedir. Bu hecelerin birlikte okunmasıyla oluşan “Om Mani Padme Hum” acılardan kurtulmaya, ruhun rahatlamasına yarayan bir mantradır. Yukarıda bahsedilen dişilik ifadesi çoğu Budist kültürde Tanrıça için kullanılmaktadır. Tamamen kültürel bir olgudur ve çoğu Lamaizm’de (Tibet Budizm’i) usta bilgelerce de kullanılmaktadır. Ayrıca, mantra "motto" anlamınada gelmektedir. Taoizm'de Dafan yinyu wuliang yin (大梵隱語無量音) ve Tibet Budizmindeki Om (唵) gibi mantralar kullanılmaktadır. İbrahimî de denilen üç monoteistik dinde (Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet) ve tek tanrılı olmakla birlikte İbrahimî olmayan Zerdüştlükte Doğu ve Uzak Doğu ruhsal geleneklerindeki mantralara benzeyen kısa veya uzun dinsel ifadeler, dini metinlerden alınma parçalar kullanılmaktadır. Her ne kadar bu ifadeler doğu dillerindeki mantra kelimesiyle tanımlanmamış olsalar da gördükleri işlevler mantraların gördükleri işlevlerle birebir aynılık sergilemektedir. Ortadoğu bölgesinde doğan üç monoteistik din ve Zerdüştlükte kullanılan mantra benzeri dua formülleri tıpkı mantralarda olduğu gibi bilgeliğe erişmek veya sağlık, huzur, düşmanların yok edilmesi gibi amaçlarla da işlev gösterirler. Musevi mistik geleneği Kabala'da Tanrı'nın isimleri mantra olarak kullanılmaktadır. Tanrı'nın üç harften oluşma 72 isminin her birinin ayrı bir titreşim seviyesiyle etki ettiğine inanılır. Sağlık, korunma, bereket, neşe vb. doğurmak için isimler kullanılmaktadır. Musa'nın dahi bu kelimeleri kullanarak Kızıldeniz'in yarılmasını sağladığına inanılır. Hristiyanlıkta İsa Duası veya Kurtarıcı İsa duası mantra olarak kullanılmaktadır. İsa Duası (Yunanca: Η Προσευχή του Ιησού, "i prosefchí tou iisoú"; Suriyece: ܨܠܘܬܐ ܕܝܫܘܥ , "Slotho d-Yeshu"' ) veya "Dua" (Yunanca: Η Ευχή, "i efchí̱" – kelime anlamı "Dilek") Doğu Ortodoksluğu ve Doğulu Ortodoks kiliselerinde kullanılan kısaca formüle edilen bir duadır. Anlamı: "Tanrı'nın Oğlu Rab Mesih İsa, ben günahkara merhamet et" Ortodokslukta "İsihazm" (Antik Yunanca'da: ἡσυχάζω, "hesychazo", "sükuneti korumak") denilen mistik gelenekte ruhsal pratiğin tamamlayıcı parçası olarak kullanılır. İsihazm geleneğinin manevi önderleri Kalp Duası  (Καρδιακή Προσευχή) da dedikleri bu duayı manevi bilinç anlamına gelen kalbin (kardia) açılması için bir metot olarak kullanmışlardır. Kalp Duası Yeni Ahit'de (İncil) Sürekli Dua olarak tanımlanmıştır. Aziz Münzevi Theophan İsa Duası'nı içeriğindeki İsa'nın kutsal adı sebebiyle diğer dualardan daha güçlü görmüştür. İslamiyetin tasavvuf denilen mistik yönünde çeşitli dua formülleri ve tanrısal isimler seyr-i süluk denilen ruhsal erginleştirme yolunda anma, tekrarlama anlamına gelen Zikir şekliyle sıkça kullanmıştır. Yaratıcının zât ismi veya Lafza-ı Celal (Celal sıfatı içeren lafız) de denilen Allah kelimesi veya 99 isim (Esma-ül Hüsna) veya "La İlahe İllallah" (Allah'tan başka tanrı yoktur) en sık kullanılan dini ifadelerdir. Tasavvufun sistemleşmesi, kurumlaşması anlamına gelen tarikatlarda kullanılan zikir formülleri mürit ya da sâlik denilen bağlıların ruhsal durumlarına, kurucuların yaklaşımlarına uygun olarak farklılıklar gösterir. Örneğin kimi tarikatlarda Kelime-i Tevhid denilen "La İlahe İllallah" tümcesi ile kişinin uygulamaya başlaması istenilirken kimilerinde de doğrudan Allah kelimesi ile zikre başlatılır. Ancak her durumda kişinin ruhsal bir rehber olmadan zikre başlamaması aksi durumlarda önüne geçilemeyecek ruhsal kargaşa veya tehlikelere maruz kalınabileceğine inanılır. Ingrid Bergman Ingrid Bergman (d. 29 Ağustos 1915, Stokholm - ö. 29 Ağustos 1982, Londra), İsveçli sinema ve tiyatro oyuncusu. 29 Ağustos 1915 tarihinde İsveç'in Stokholm şehrinde doğdu. 1934'te sinemaya başladı, (1939) filmiyle ilgiyi çekti. Daha sonra ABD'ye giderek birçok filmde oynadı. Özellikle İngiliz yönetmen Hitchcock'un filmlerindeki rolleriyle unutulmaz oldu. Gaslight / Işıklar Sönerken (1944) ile Oscar kazanan sanatçı, 1950 yılında, İtalyan yönetmen Rosselini'nin çağrısıyla İtalya'ya giderek oraya yerleşti. 1956 yılında, Paris'te Çay ve Sempati oyunuyla tiyatroya döndü. Anastasia (1956)'daki rolüyle ikinci Oscar'ını kazandı. Üçüncü ve son Oscar'ını da Doğu Ekspresinde Cinayet (1974) filmindeki rolüyle kazanan Bergman, 1978 yılında ülkesi İsveç'e dönerek anılarını yayımladı. Yine 1978 yılında ünlü İsveçli yönetmen Ingmar Bergman ile uzun zamandır beklediği film yapma projesini gerçekleştirdi. Ve Höstsonaten / Gün Sonatı (1978) adlı filmde rol aldı. 29 Ağustos 1982 tarihinde İngiltere'nin Londra şehrinde hayata gözlerini yumdu. Bergman'ın cenazesi yakılarak külleri ülkesi İsveç'e götürülmüştür. Karın (anlam ayrımı) Karın sözcüğü çok anlamlıdır: FIBA Basketbol Dünya Kupası FIBA Dünya Şampiyonası (ya da Basketbol Dünya Şampiyonası), ulusal erkek basketbol takımlarının dört yılda bir katıldığı dünya turnuvasıdır. FIBA tarafından düzenlenir. 2014 yılından itibaren FIBA Basketbol Dünya Kupası adıyla düzenlenecektir. Bayan takımları için paralel bir etkinlik, Bayanlar Dünya Şampiyonası da dört yılda bir düzenlenir. Erkek takımların etkinliği ile aynı yıl, fakat başka bir ülkede düzenlenir. Benzerlik göstermesine karşın, FIFA Dünya Kupası’ndan yapısal olarak farklıdır. Kent sosyolojisi Kent sosyolojisi, tanım olarak Batı'da 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış olan disiplinin adıdır. Sosyoloji disiplinleriyle aynı zemini paylaşmakla birlikte büyük ölçüde bu disiplinlerden ayrılan yönlere sahip olarak şekillendi. Kent sosyolojisinin ana sorunu ya da meselesi, modern kent toplumlarının yapısal özelliklerini ve sorunlarını anlamaya çalışmak olarak şekillenmiştir. Buna göre, kent sosyolojisi alanı içinde, belirli bir yöntemsel tercihle araştırmacılar, kentte meydana gelen sosyal gruplaşmaları, bu grupların birbirleriyle olan ilişkilerini, etkileşim ve çatışmalarını, kentsel kurumlaşmaları ve örgütlenme biçimlerini, demografik dağılımın sosyal bağlantılarını ve söz konusu grupların kent sosyal yaşamına uyum problemlerini vb. ele alıp irdeleyebilirler. Toplumbilimsel düşünce tarihi içinde kent, geleneksel toplumdan modern topluma geçişin bir parçası olarak ele alınmıştır. Marx, Weber, Durkheim Simmel gibi düşünürlerin endüstriyel toplum analizleri daha sonra gelişen kent teorilerini etkilemiştir. Kentin ayrı bir çalışma konusu olarak ele alınması 1920'li yıllarda Chicago okulu ile birlikte başlamıştır. 1960'lı yıllardan sonra ise kent, ekonomi politik bir yaklaşımla analiz edilmiştir. 1920'li yıllarda hızla göç alan Chicago kenti, ticaret, finans ve taşımacılık olarak önemli bir kentleşme deneyimi yaşadı. Chicago'nun kentleşme deneyimi üzerine yapılan araştırmalardan oluşan yaklaşım "sosyal ekolojik yaklaşım" olarak nitelendirilmektedir. Bu okul içinde kent araştırmaları yapan en önemli isimler Robert Park, Roderick D. McKenzie, Ernest Burgess, Louis Wirth olarak sayılabilir. Sosyal ekolojik yaklaşımın kurucusu Robert Park'tır. Chicago'nun kentsel büyüme şekli ve şehrin farklı bölgelerinde farklı Altkültür'lerin oluşması Park'ın ilgisini çekmiştir. Park kentte oluşan mekansal yapılarla sosyal yapılar arasında nasıl bir bağlantı olabileceğini düşünmüş ve Darwin'in türlerin gelişimi ile ilgili geliştirdiği yaklaşımı kentlerin gelişimine uyarlamaya çalışmıştır. Buna göre, doğadaki canlılar nasıl kendi yaşamları için en uygun çevre koşullarını seçiyor ve varlıklarını sürdürmek için rekabet ve mücadele içine giriyorlarsa, kentlerde de benzer bir süreç yaşanmaktadır. Doğadaki bitki ve hayvan türleri için geçerli olan istila, yerine geçme ve egemenlik kurma biçimleri kentlerde de yaşanır. Park'a göre kent hayatı "biyotik" ve "kültürel" olmak üzere iki düzeyde örgütlenir. Biyotik düzey, yaşamak için gerekli olan kentin kıt kaynaklarını ve bu kaynaklara ulaşmak için yaşayanların en uygun çevresel koşulları seçmek için verdikleri mücadeleyi içerir. Örneğin kente yeni gelen bir aile için en temel ihtiyaç bir konuta ulaşmaktır. Kentlerde konut ve toprağın kıt olması beraberinde rekabeti de getirir. İş merkezlerine yakın yerlere yerleşmeye çalışmak ya da ucuz konut ve arsaları ele geçirmek biyotik örgütlenme düzeyinde gerçekleşir. Konut, iş ve ticaret alanları insanların kıt kaynaklar için yaptıkları rekabet ve çatışma ile oluşur. Kentsel yerleşimde oluşan bu bölgelere "doğal alan" adı verilir. Bu alanlar temelinde kentin bir haritası çıkartılabilir. İş bölgelerinin genişlemesi sonucunda, konutlarda yaşayan insanlar alanlarını koruyamaz hale gelir ve yerlerini ticaret alanlarına bırakırlar. "Biyotik alan" sert bir rekabet alanıdır. Konut, mahalle, alışveriş merkezleri, iş ve ticaret alanları gibi biyotik düzeyler oluştuktan sonra bunun üzerine kentin kültürel düzeyi inşa edilir. Kültürel düzey, o biyotik alanda yerleşen insanların değer yargılarını, okullarını, cami ve kiliselerini, aile ve akrabalık ilişki ve örgütlerini belirtir. Kültürel düzey kent yaşamının ortak duygulara göre düzenlenmesini ve sembolik/psikolojik uyum süreçlerini ifade eder. "Kültürel düzey" biyotik alanın tersine bir iş birliği alanıdır. Park'ın öğrencilerinden McKenzie ve Burgess, sosyal ekolojik yaklaşımı kentin merkezden dış bölgeleri doğru genişleme sürecini açıklamak için kullandılar ve büyümeyi ortak merkezleri olan ve dışa doğru halkalar şeklinde oluşan bir şey kabul ettiler. McKenzie'ye göre bireyler, gruplar, firmalar kentte yer edinmek için rekabet ederler. Bu rekabette başarılı olanlar kentin en i
yi yerlerini tutarken, diğerleri istenmeyen, daha kötü bölgelerle yetinmek zorunda kalırlar.Örneğin bir firma kendisi için gereken mekanı elde etmeye çalışır ve o bölgede bulunan konutları kentin dışına atmayı başarır. Kentin büyümesi istila ve yerinden etme süreçlerinden oluşur. Burgess, kentler için halkalardan oluşan bir büyüme modeli oluşturdu. Buna göre "birinci daire"de iş ve ticaret bölgeleri yer alır. İş merkezleri, satış mağazaları, bankalar, oteller, tiyatro ve müzeler bu bölgeyi kuşatır. Nüfus gün içinde artar, geceleri azalır. "İkinci daire" nüfus ve arazi kullanımının kaygan ve değişken olduğu geçiş bölgesidir. Bu bölge daha kötü oturma bölgelerini içerir. Amerikaya gelen göçmenlerin ilk yerleştikleri yer bu bölgedir ve iş gücü pazarını oluşturur. Ticaret bölgesi geliştikçe bu bölgelere kayarak burada yaşayanları başka bölgelere taşınmak zorunda bırakır. "Üçüncü daire" işçilerin oturduğu bölgedir. Özellikle daha iyi durumdaki sanayi işçilerini ve ikinci kuşak göçmenleri barındırır. "Dördüncü daire" üst sınıfların yaşadığı bölgedir. Zenginlerin mülkleri ve orta sınıf konutlar burada bulunur. Beşinci bölgede ise banliyöler yer alır. Burgess'in modeli günümüzdeki kentlerin ekolojik büyümesini açıklamakta sınırlı kaldığı için Birden Fazla Merkez Modeli ("Multiple nuclei model") ve Dilimler Yaklaşımı ("Sector model") ile aşılmaya çalışılmıştır. Park ve öğrencileri McKenzie ve Burgess, kentin oluşumuna yoğunlaşırken, Wirth kentli insanın davranış özelliklerini ve bir kent kültürünün nasıl oluştuğunu analiz etmeye çalışır. Bunun için 3 bağımsız değişken kullanır. Bunlar şunlardır: Bu 3 değişken, kent kültürünü, kente özgü davranış ve yaşam biçimini belirler. Kentte yaşayan insan sayısı arttıkça kişisel farklılıklar da artar.Kentte yaşayan insanların meslekleri, düşünceleri, yaşam biçimleri kırsal bölgelerde yaşayanlara göre daha çok kutuplaşmaktadır. Nüfusun büyüklüğü komşuluk ilişkilerini, akrabalık bağlarını, etnik kökene dayalı ilişkileri ve bunlardan doğan paylaşım duygularını zayıflatır. Kırsal yaşamda görülen dayanışma yerini rekabet ve resmi denetim mekanizmalarına bırakır. Her gün daha çok insanla etkileşimde olunsa bile bu insanlar hakkında daha az bilgiye sahip olunur. İnsan ilişkileri yapay, geçici ve parçalıdır. Çıkara dayalı ilişkiler kurma eğilimi artar. Bireyler parçası olduğu grubun denetiminden uzaklaşarak daha fazla özgürlük ortamı içine girseler de, toplumla bütünleşmeleri zayıfladığı için ortaklık duygusundan mahrum kalmaya ve yalnızlaşmaya başlarlar. Çıkarlar temsil yoluyla sağlanır ve bireylere temsil ettikleri insanların sayısına orantılı şekilde değer verilir. Kentte nüfusun yoğun olması fiziksel ilişkilerin daha yakın olmasını sağlar, ancak buna karşın toplumsal ilişkiler daha mesafeli hale gelir. Kent insanı görsel algılamaya eğilimlidir. Örneğin bir görevliyi üzerindeki üniforma ile değerlendirir, arkasındaki nasıl bir kişi olduğundan haberi olmaz. Kentli biray düzen ve karmaşa, zenginlik ve yoksulluk, entelektüellik ve cehalet arasındaki karşıtlıkların etkisinde kalır. Kentsel mekan üzerinde rekabet büyüktür ve sanayi, ticaret, alışveriş ve dinlenme yerleri birbirinden ayrılmıştır. Aynı konumda ve benzer ihtiyaçları olan insanlar aynı bölgelerde yaşamayı tercih ederler ve kentin farklı bölgeleri uzmanlaşmış işlevler kazanır. Saat ve trafik ışıkları toplumsal düzenin simgeleri haline gelir. Kent yaşamının temposu ve karmaşık teknoloji anlaşmazlıklara, gerilimlere yolaçar ve kişisek öfkeleri artırır. Kentte nüfusun çeşitliliğinin ve etkileşimin artması sınıf yapıların etkiler. Katı sınıf yapılarını kırar ve toplumsal tabakalaşma içinde hareketliliği artırır. Aile ve koşuluk ilişkileri zayıflar ancak yeni grup bağlılıkları ortaya çıkar. Bireyler kent yaşamı içinde ortaya çıkan farklı ilgi alanlarına göre kendilerini farklı gruplarda tanımlarlar. Bireylerin grup üyeliği içinde aldığı roller birbirinden farklı ve ilişkisiz, hatta çatışmalı ve çelişik olabilir. Kentlilik, insanların kendini sürekli yeniden tanımladığı bir süreçtir. Kentin kişilik yapısı, toplumsal yapılar arasındaki hareketlilik ve grup aidiyetlerinin sürekli değişmesi yüzünden, parçalı, bütünleşmemiş ve dışlanmış bir özelliktedir. 1960'lı yıllarda kenti ekonomi politik bir bakış açısıyla analiz eden yaklaşımın içinde yer alan Henri Lefebvre, Manuel Castells ve David Harvey, Marx'ın toplum teorisinden etkilenmişlerdir. Marx, kentleri sınıf mücadelesinin yaşandığı alanlar olarak kabul eder ancak kentler için özel bir analiz çabasına girmez. Marx'ın kapitalist toplum teorisi, bu düşünürler tarafından kentleşme dinamiklerini açıklayabilmek için yeniden yorumlanmıştır. Bu yaklaşım, kentleşme olgusunu sanayi birikim süreçleri çerçevesinde analiz eder. Henri Lefebvre sermaye yatırımı, kar, rant, ücret, sınıf sömürüsü ve eşitsiz gelişim gibi kavramları kent analizinde kullanır. Kentleşmeyi beş boyutta ele alır. Castells, emek gücünün yeniden üretimi üzerinde durmuştur. Yeniden üretim, yani emeğin ertesi gün tekrar çalışabilmesi için gerekli olan gıda, barınma ve diğer mal ve hizmetlerden oluşan ihtiyaçlarının karşılanması toplumsal koşullar değiştikçe genişlemektedir. Tatil, dinlenme, eğitim, sağlık gibi unsurlar da yeniden üretim için gerekli unsurlardır. Mac Pro Mac Pro Apple tarafından 7 Ağustos 2006 tarihinde duyurulan bilgisayardır. Apple'ın ürettiği bilgisayar serisinin en üstünde yer alır. Seride yerine geçtiği bilgisayar Power Mac Pro (Intel 2012 modelıne kadar) dır. Mac Pro'nun Apple'ın 2005 yılında başlattığı Intel'e geçişi tamamlayan bilgisayar olması açısından tarihi önemi vardır. PowerMac G5 PowerMac G5 Apple tarafından üretilen PowerPC mimarili bilgisayardır. WWDC 2006'da Mac Pro'nun duyurulmasıyla birlikte seri sonlanmıştır. PowerMac G5, Apple'ın ürettiği PowerPC serisinin son parçasıdır. Üretimi PowerPC bazlı Xservelerle birlikte bitmesine rağmen Xserve serisi Intel işlemcilerle yoluna devam etmiş, PowerMac serisi ise sonlanmıştır. Argumentum ad populum Argumentum ad populum, ya da Ortak Tutuma Başvurma Safsatası. Genel kanıya bağlı olarak bir fikrin doğru veya yanlış olduğunu ileri sürme durumudur. Mantıksal bir safsata olarak kabul edilir. Otoriteye başvurma safsataları içinde sınıflandırılır. Aynı safsata grubu içinde yer alan diğer safsatalar: Bir Bilen Safsatası ile aynı grup içinde yer alan diğer safsata türleri: Safsata Afşar Afşar aşağıdaki anlamlara gelebilir: Salur Petitio principii Petitio principii, kalıplaşmış Latince bir terimdir. Döngüsel nedensellikten doğan safsatayı (Logical Fallacy) tanımlar (İngilizce: begging the question). Bir sonuca neden olan şeyi, o sonucu ispatlamakta kullanma safsatasıdır. Köprülü Kütüphanesi Köprülü Kütüphanesi, Çemberlitaş'ta Divanyolu üzerinde, Sultan II. Mahmut türbesinin karşısındadır. 1667'de Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından kurulmuştur. Kütüphane, Köprülü Mehmed Paşa Külliyesi'ne dahil yapılardan biridir. İstanbul'da kütüphane olarak tasarlanan ilk yapıdır. Köprülü ailesi tarafından bağışlanan koleksiyonlarla zenginleşen kütüphanede bugün Türkçe, Farsça ve Arapça dillerinde çok sayıda değerli basma ve yazma eserler ile suyolları haritaları bulunmaktadır. Dewey Onlu Sistemi'ne göre düzenlenmiş katalog ve Arapça baskılar kataloğu okuyucuların hizmetindedir. Mikrofilm, fotoğraf gibi istekler ve bilgisayar hizmetleri bağlı bulunduğu Süleymaniye Kütüphanesi tarafından karşılanır. Mustafa Fırat Mustafa Fırat (d. İzmir, 1978) Ortaöğrenimi, Özel Antalya Lisesi'nde; yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümünde tamamladı. Halen İstanbul'da Yeşilköy 50.Yıl Anadolu Lisesi'nde M.E.B. kadrosunda edebiyat öğretmeni olarak çalışıyor. Şiir, düzyazı ve söyleşileri: Agora, Akatalpa, Bahçe, B(aşk)a, Budala, Cumhuriyet Kitap Eki, Dize, Eski, Hürriyet Gösteri, Öteki-siz, Şiir Ülkesi, Şiirli Çıkın, Şiiri Özlüyorum, Şair Çıkmazı, Yaratım, Uç, Le Poête Travaille [Şair Çalışıyor], Mor Taka, Ada, Yom Sanat,No Edebiyat, E, Özgür Edebiyat, Mühür ve Varlık gibi dergilerde yayımlandı. Mühür Şiir ve Edebiyat Dergisi'ni Mart 2005'den beri iki aylık periyotlarda yayına hazırlıyor. 2009'dan bu yana düzenli olarak dergilerden seçtiği şiirlerden derlediği şiir seçkisi Şair Dağın Doruğunda'yı hazırlıyor. Ayrıca Mühür Kitaplığı'nın yayın danışmanlığına devam ediyor. Zeynep Uzunbay Zeynep Uzunbay, 1961'de Karaözü kasabasında doğdu. O yıllarda Sivas'a bağlı olan Karaözü, daha sonra Kayseri ilinin Sarıoğlan ilçesine bağlandı. İlkokulu, ortaokulu ve Sağlık Meslek Lisesi'ni Kayseri'de okudu. Turhal ve Tokat'ta iki yıl hemşirelik yaptı. 1985'te Ankara'da Gazi Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölümü'nü bitirdi. Çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra, 2006 yılında emekli oldu. İzmir'de yaşamaktadır. Uzunbay şiirlerinin yanı sıra, şiir yazıları, şiir çözümlemeleri de yazmaktadır. Şiirleri İtalyanca ve İngilizce'ye çevrilmiştir. Hüseyin Alemdar Hüseyin Alemdar Araklı, Trabzon (d. 1 Mart 1962) Türk şair, film yapımcısı. Ortaöğrenimini Araklı Lisesi'nde tamamladı. Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’ndeki öğrenimini yarıda bıraktı. Babası ile birlikte film yapımcılığında çalıştı. Yönetmen yardımcılığı, senaryo yazarlığı, Varlık ve Tasarım dergilerinde düzeltmenlik yaptı. Reklam ajanslarında çalıştı. Yeni kuşak şairlerden Hüseyin Alemdar; Oluşum, Varlık, Gösteri, Milliyet-Sanat, Adam Sanat, Broy, Yeni Düşüm dergilerinde çıkan şiirleiryle adını duyurdu. Sinema ve fotoğraf dallarında düzenli olarak verilen Orhon Murat Arıburnu ödüllerinin kurucusu; Hera Şiir Kitaplığı Yayınları’nın kurucusu ve editörüdür. Hüseyin Avni Cinozoğlu Hüseyin Avni Cinozoğlu (d. 1955, Karabük - ö. 4 Eylül 2015, Zonguldak) Türk Şair ve yazar 1955 yılında Karabük Mehterler’de doğdu. 1972 yılında Safranbolu Lisesi’ni, 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre aynı fakültede doktora, İktisat Fakültesi Gazetecilik Ve Halkla İlişkiler Enstitüsü’nde yü
ksek lisans programlarına devam etti. Avukat. Şiirleri başta olmak üzere, yazıları ve hikâyeleri1978 yılından başlayarak; Hâkimiyet Sanat- Saçak- Sesimiz-Mavera-Varlık-Oluşum-Türk Dili-Çağdaş Türk Dili-Damar-Karşı Edebiyat-Kıyı-Sanat Olayı-Bakış-Uğraş-Yaklaşım- Kaşgar-Yaşasın Edebiyat-Şiir Ülkesi-Yeni Biçem-Akatalpa-Dönemeç- Hürriyet Gösteri- Ünlem-Dize-Mor Taka-Mühür- Kitap-Lık - Bizim Şehir- Şiiri Özlüyorum- İnsancıl- Yeni Binyıl- Islık- İle-Edebiyat ve Eleştiri-Kum- Deliler Teknesi- - Mavi Liman- Sonra Edebiyat- Akademi Gökyüzü- Hece Öykü- Hece Dergi - Hayal - Sincan İstasyonu- Zalifre Yazıları, dergilerinde yayınlandı. Cumhuriyet Gazetesi Kitap eki’nde kitap tanıtma yazıları, söyleşileri, şiir ve edebiyat üzerine makaleleri yayımlandı. Zokev’in Zonguldak Tabip Odası ile birlikte gerçekleştirdiği Dr. Arslan Ebiri deneme yarışmasında; “ O.Günay’ın Kibriya Şiir Kitabı Ana Ekseninde Madenci- Şairin Şiir Serüveni; Devrim; Psikopatoloji Ve Mistizm İzlekleri Üzerine Bir Deneme” başlıklı denemesiyle birincilik, Albatroslar yüksekten uçar adlı şiir kitabıyla 1996 İbrahim Yıldız şiir ödülü’nde birincilik Arasta’da Son Seda adlı belgesel senaryosuyla 1994 Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Yarışmasında ikincilik; ödüllerine değer görüldü Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla “Paflogonya’da Eski Bir Güneş Saati” adlı belgesel filmi çekti. .Yayımlanmış 18 şiir kitabı var. Şiir ve edebiyat üzerine düşüncelerini içeren “Lirika’ya Akan Irmak” 2007 Ocak ayında Yalınses Yayınları”ndan çıktı. İlk romanı “ Sol Kapak Takımında Çatlaklar” ve 18. Şiir kitabı “ Sınır Ötesi” Haziran 2008 de Hayal yayınlarınca yayınlandı. Şiir serüveninin ilk döneminde, anılara, hayatın görünümlerine yaslı, zaman zaman lirik-romantik edadaki şiirlerle. özellikle İstanbul’u izlek edinen, şehir şiirleriyle dikkati çekti. Safranbolu’da Tek Deniz Feneri ( 1991. ) ve İstanbul Unutkan Yosma ( 1994. Karşı. Y.) adlı kitaplarında da yer alan şiirler, eleştirme Tuncer Uçarol: “ İstanbul şiirleri çok daha güzel Cinozoğlu’nun. İstanbul’un kendinden bile güzel” olarak nitelendirdi Yeni Biçem dergisinde yayımladığı” İki Kentin Yakışıklısı” başlıklı denemede. Sonraları bireyin içsel karmaşasını, ontolojik endişe, varoluşçu kaygıları, ağırlıklı olarak, psiko patolojik halleri serimlediği şiirler yeni bir damar olarak belirdi. Bu damar genişleyerek bir misti- metafizik izleklerle egzistansiyalist bir derinlik kazandı. 2001 Yılında yayımlanan.” Gölgesiz Kandil”( Hera Y ) kitabıyla başlayan bu dönem “ Kör Sahaf” ( Mühür Y. 2007 ) Sınır Ötesi ( Hayal Y. 2008) mistik- metafizik imkânlarla zenginleşerek, nadiren toplumsallığı da içeren tutarlı bir Modernite eleştirisiyle dikkat çekiyor. “ Masallar Sebiller Güvercinler” adlı üçüncü şiir kitabı, gelecekteki Hüseyin Avni Cinozoğlu’na işaret etmesi bakımından önemlidir. “ Serçe Umudu “ ( 1996 Suteni Y ) şairin şiirlerindeki iki dönemin arasındaki eşik eserlerden biridir. Şair Hüsrev Hatemi, bu şiirlerdeki image zenginliğine dikkati çekti. 2011 de Hayal Yayınlarınca Yayımlanan şiir eseri MAKAM - I IŞK HER DEM ÂLİ usta bir şairin doruk eseri olarak değerlendirilebilir. Edebiyat Sanat Üzerine Deneme ve Eleştirilerini içeren PARA ŞİİRİ PUL EDEMEZ adlı eseri Ekim 2011 de ARTSHOP Yayınevince yayımlandı. 4 Eylül 2015'te hayatını kaybetti. MAKAM-I IŞK HER DEM ÂLİ HAYAL y.2011 PARA ŞİİRİ PUL EDEMEZ ARTSHOP Y.2011 Şenköy Orak Orak, özellikle tarımda kullanılan yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir saptan oluşan ekin biçme aracıdır. Aynı zamanda komünizmin simgesinde de yer alan orak, bu simge için köylü (çiftçi) sınıfını temsil eden bir figür olarak kullanılır. Çoğu ülkede köylüyü temsil eden siyasi amblem olarak da kullanılmış olan orak eski Sovyetler Birliği'nin bayrağında da kullanılmıştır. Afalina Afalina ("Tursiops truncatus"), yunusgiller (Delphinidae) familyasından dünyanın bütün okyanuslarında yaygın olan bir yunus türü. "Flipper" adlı dizi ile meşhur olan bu yunus türü, zekası yüzünden Delfinaryumlarda en çok tutulan ve eğitilen yunus türüdür. Bu yüzden bütün dünyada "Yunus" denilince ilk başta bu türün görüntüsü gelir insanların aklına. Oysa Yunus familyasının asıl örnek türü tırtak ("Delphinus delphis") dır. Afalinanın rengi gri renktir, ve karın kısmı daha açık renktir. Boyu 190 cm 400 cm ve ağırlığı 650 kiloya kadar varabilir. Yeni doğan bir yavru afalina 65–105 cm boy ve 15–30 kg ağırlık ile dünyaya gelir. Koyu renkli ve orak şeklinde olan sırt yüzgeci sayesinde kolayca tanılır. Afalina, bütün diğer yunuslar gibi her iki saatte bir bütün en üst seviyede olan cilt hücrelerini kaybeder ve böylece vücudunun suda direncini daima düşük tutar. Afalinalar küçük gruplar oluşturarak yaşarlar. Bu grubun içindeki yunuslar birbirlerine çok bağlılardır. Bir gün içinde 60–100 km yüzerler, ve 500 metre derinliğe kadar dalarlar. Bir grup 2 ila 15 yunusdan oluşur, ortalama grup büyüklüğü Atlantik Okyanusu'nda 5 yunusdan, Büyük Okyanus ve Hint Okyanuslarında daha fazla yunuslardan oluşur. Denizin açıklarındaki gruplar kıyılara yakın gruplardan daha büyüklerdir. Her grubun başında olgun bir erkek yunus bulunur. Grubun gerisi dişilerden ve yavrulardan oluşur. Genç erkek yunuslar ayrı gruplar oluştururlar. Bu grublara "Bekar-grupları" denilir. Afalinalar birbirleri ile yüksek frekanslı sesler ile anlaşırlar; her yunusun kendine özel kimliğini belirten bir sesi (isimi) vardır. Afalinaların dili yıllardır bilimciler tarafından araştırılmaktadır. Bazı idealist bilimciler, afalinaların dili çözüldükten sonra, insanların afalinalar ile konuşabileceklerine inanırlar. Ama diğer bilimcilerin genel görüşüne göre, afalinaların bu dili sadece birbirlerine kimliklerini ve keyiflerini belirtmek için yetmektedir ve bundan daha fazla bir şey konuşamazlar. Afalinalarda diğer balinalar ve yunuslar gibi yüksek frekanslı sesleri avlanırken kullanırlar. Bu seslerin yankılarını belli bir organları ile yakalıyarak sesin yankısını görüntü olarak algılarlar. Yavru yunuslar bir yıl süren bir gebelik sonunda 120 cm uzunluk ile dünyaya gelirler. Doğarken ilk önce kuyrukları ile doğarlar çünkü böylece 2 saate kadar sürebilen doğumda boğulma tehlikesi yaşamazlar. Hemen doğumdan sonra anne yavrusunu su yüzüne doğru iter ve ilk kez nefes almasını sağlar. Bütün doğum boyunca doğuran anne grubun diğer yunusları tarafından çembere alınır ve olası köpek balığı saldırılarına karşı korunur. Anne yunus yeni doğan yavrusu için ilk 2 hafta hiç uyumaz ve hatta bundan sonrasındada normal uyku süresine dönmesi haftalarca sürer. Afalinalar ortalama 25 yaşına varırlar ama tutsak tutulan afalinalarda 35 yaşına ulaşmış olanlarıda vardır. Sydney kentindeki New South Wales Üniversitesinin batı Avustralya açıklarında yaptıkları bir araştırmada afalinaların aletler kullandıkları tespit edilmiştir. "Shark Bay"'deki Afalinalar deniz tabanından süngerler koparıp bunları gagalarına takarlar ve böylece kumun içinde saklanmış kabuklu hayvanlar ararken gagalarının yaralanmasını önlerler; Yani süngerleri eldiven olarak kullanırlar. Toplam 3.000 Afalinadan sadece 30'unun böyle yaptığını gözetleyen bilimciler, bu yunuslardan DNA örnekleri alıp bu davranışa sahip olan afalinaların birbirleri ile akrabalığı olduğunu tespit etmişlerdir. Araştırmanın sonucu olarak dişi bir afalinanın kısa süre önce bu davranışı keşif edip daima dişi yavrularına öğrettiğini ve bu yavrular anne olduklarında kendi yavrularına öğrettikleri açıklamışlardır. Böylece deniz memelilerinde ilk kez "maddi kültür" kanıtlanmıştır. Afalinanın tek bir tür mü, yoksa birkaç türe ayrılması mı gerektiği konusunda bilimciler arasında farklı görüşler vardır. Bazı zoologlar 3 türden bahsederler ve onları şöyle adlandırırlar: Son zamanlarda bu ayrım genel olarak kabul edilmemiş olsa da, Dale W. Rice adlı zoolog yazdığı yeni bir kitabında "Tursiops aduncus" 'u ayrı bir tür oldugunu, ama "Tursiops gillii" 'nin sadece "Tursiops truncatus" 'un bir alt türü olduğunu savunmuştur. Ayrıca Karadenizin afalinaları Atlantik afalinasının bir alt türü olarak görülür ve "Tursiops truncatus ponticus" diye adlandırılır. Balık yağı Balık yağı, omega-3 yağ asidi, D vitamini ve DHA açısından zengin bir besindir. Artrit, yüksek kolesterol ve kalp hastalıklarına iyi gelir. Derin deniz balıklarında diğerlerine oranla daha çok bulunur. Suşi gibi balığın çiğ tüketilmesi, balıktaki yağ asidi kaybını en aza indirger. Yağlı balık yiyerek veya eczanelerden kapsül şeklinde alarak tüketilebilir. Pamela (roman) Pamela, 16. yüzyıl İngiliz şairi Sir Philip Sidney'in konusu eski Yunan'da geçen manzum bir hikâyesi için uydurduğu, 17. yüzyılda bir başka İngiliz yazarı olan Samuel Richardson'ın "Pamela" romanının yayınlanmasından itibaren (1741), herhangi bir anlamı olmamasına rağmen uluslararası rağbet kazanmış bir kadın ismidir. İngiltere ve ABD'de özellikle yaygındır. Barit Barit (BaSO) baryum sülfattan oluşan bir mineraldir. Genellikle beyaz ya da renksizdir , bazen de sarı ve gri olabilir. Baryumun ana kaynağıdır. Işıma yapan şekline bazen Bologna Taşı da denir. Barit genellikle kireçtaşlarındaki kurşun - çinko damarlarında, sıcak kaynak yataklarında ve hematit cevheriyle birlikte oluşur. Sıklıkla anglesit ve selestit mineralleriyle birlikte bulunur. Barit ismi Yunanca "βαρύς" (ağır) sözcüğünden türetilmiştir. Mohs sertliği 3. Kırılma indeksi 1,63. Özgül ağırlığı 4,3-5. Kristal yapısı ortorombiktir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 19. yüzyılda çıkarılmaya başlanan barit ilk olarak 1845 yılında boya üretiminde kullanılmış ancak 1908 yılından sonra sondaj çamurlarında katkı maddesi olarak kullanılmaya başlanmasıyla hem üretimi hem de tüketimi artış göstermiştir. Türkiye'de ise 1964 yılından sonra barit üretimi gelişmiş ve yayılmıştır Barit kullanımı genel olarak üçe ayrılarak incelenir: Sondajlık (%90), kimyasal (%7) ve dolgu malzemesi (%3). Kaba haliyle ya da sadece yıkama, sudan geçirme, eleme, yüzdürme ve manyetik ayırma gibi basit işlemlerden geçirilen barit ilk ürün olarak
alıcı bulur. Kaba hâldeki baritin çoğunluğu minimum bir saflığa ve yoğunluğa ulaşana kadar işlemden geçirilir. Ağır çimento olarak kullanılan barit ezildikten sonra elenerek aynı büyüklüğe getirilir. Baritin çoğu öğütülerek sanayi ürünlerinde katkı malzemesi olarak ya da petrol veya doğalgaz kuyularını açarken ağırlık yapan katkı malzemesi olarak kullanılır. Dünya üzerinde sondajda kullanılan barit, API 13A uluslararası standardına göre, Türkiye'de ise TS 919 standardına göre üretilmektedir. Barit boya ve kâğıt yapımında da kullanılır. Her ne kadar baritin içinde ağır metal olan baryum bulunsa da , baryumun düşük çözünürlüğü nedeniyle birçok hükümet tarafında toksik maddeler arasında sayılmaz. Dünya'da şu anda tanımlanmış ve bilinen barit rezerv miktarının 550 milyon ton olduğu, ancak tüm dünya rezervinin ise 2 milyar ton olduğu tahmin edilmektedir. 1997' dünya barit üretimi 6,826 milyon ton, 1999'da ise 5,660 milyon ton olmuştur. Petrol üretimindeki azalmalar barit talebini doğrudan düşürmektedir. Türkiye'de [Adana] Feke ilçesi Belenköy Mahallesınde, Konya İlmen Mahallesinde,Antalya iline bağlı Alanya - Gazipaşa ilçeleri çevresinde, Giresun ilinde, Muş ilinde, Çanakkale ilinde, Kocaeli ilinde, Karaman ilinde, Gümüşhane ilinde, Bayburt ilinde, Isparta ilinde, Sivas ili Koyulhisar ilçesi Yenice Köyü'nde, Ereğli ilçesinde barit yatakları bulunmaktadır. Son Olarak da Batman'ın Sason ilçesin de 288.000 Ton Rezerv bulunmuştur. Armada Alışveriş ve İş Merkezi Armada 28 Eylül 2002 tarihinde Yenimahalle İlçesi Beştepe Mahallesi'nde açılmış, Ankara - Eskişehir yolu üzerinde bulunan alışveriş merkezidir. Sinema, birçok restorant ve mağaza içerir. 2003'te Avrupa'nın en iyi alışveriş merkezi seçilmiştir. Önden görünüşü gemi şeklindedir.. Konya yoluyla Eskişehir yolunun kesiştiği yerde Eskişehir yolu kenarındadır. Ağustos 2011 itibarıyla Genişleme çalışmaları başlatılarak "Armada Büyüyor" sloganı ile yeni bir alışveriş merkezi inşaasına başlanmıştır. 2011 Yılında başlatılan genişleme çalışması, 2013 yılının Ekim ayında tamamlanmıştır. "2014 yılının Alışveriş Merkezi Genişleme - Büyüme Projesi" Ödülünü Kazanmıştır. Halk eğitimi Halk eğitimi, toplumun eğitimini kapsayan politaların tümüne verilen ad. Yaygın eğitim; örgün eğitim sistemine hiç girmemiş ya da herhangi bir kademesinde bulunan veya bu kademelerden çıkmış bireylere, gerekli bilgi, beceri ve davranışları kazandırmak için örgün eğitimin yanında veya dışında, onların; ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini sağlayıcı nitelikte, çeşitli süre ve düzeylerde yaşam boyu yapılan eğitim, öğretim, üretim, rehberlik ve uygulama etkinlikleri çerçevesinde açılan kurslar aşağıya çıkarılmış olup, istek ve talepler doğrultusunda bu kursların çeşitleri ve sayıları çoğaltılmaya çalışılmaktadır. Halk Eğitimi Merkezlerindeki kurslar; mesleki, teknik ve sosyal-kültürel amaçlı olmak üzere iki ana bölümde açılır. Düzenlenecek kurslarda tür sınırlaması yoktur. İhtiyaç duyulan her alanda kurslar düzenlenir. Sovyetler Birliği'nde halk eğitimi sosyalist ilkelerin tüm sovyet halklarına ulaştırılması esasına dayanmıştır. Sovyetler Birliği'nin kurucusu Vladimir Lenin'in eşi Nadejda Krupskaya "Lenin ve Halk Eğitimi" adlı eserinde; halk eğitiminin batıdaki kapitalist toplumlarda zorunlu olarak herkese ulaşamadığından bahsetmekte ve Karl Marx ve Friedrich Engels'in eserlerinde bahsettiği "işçi ve emekçilerin aydınlatılması" esasına dayandığından bahseder. Buna göre kapitalist ve sosyalist okullar birbirinden farklıdır ve verdikleri eğitim büyük farklılıklar gösterir. Krupskaya bu durumu kapitalist ülkelerdeki okullardaki eğitimin yalnızca belli bir toplumsal sınıfa yönelik olduğu, sosyalist okullardaki eğitimin ise Marksist-Leninist ilkelere sadık olacak şekilde tüm halka ulaştığı savıyla açıklar. Sovyetler Birliği'ndeki halk eğitimi üretim ilişkilerini içerisinde barındırması açısından diğer halk eğitim örneklerinden farklılık arz eder. Bartu Bartu, varlık, servet, menzil anlamlarına gelmektedir. Ayrıca kişi ad ve soyadı olarak kullanılmaktadır. Giulio Andreotti Giulio Andreotti (14 Ocak 1919, Roma - 6 Mayıs 2013, Roma) İtalyan politikacı. Üç kez İtalya Başbakanı ve başta Dışişleri olmak üzere birçok Bakanlık görevinde bulunmuştur. İtalyan Mafyası ile çeşitli ilişkileri kurduğu ve onlardan çoğu kez mali anlamda destek sağladığı iddia edilmektedir. 1946'da İtalyan parlamentosuna seçilen Giulio Andreotti, Hristiyan Demokrat lider Alcide De Gasperi'nin savaş sonrası kurduğu hükümetlerde Bakanlık görevi üstlendi. 1983-1989 yılları arasında İtalya Dışişleri Bakanlığı görevinde kaldı. 1989-1992 yılları arasında, Hristiyan Demokratların lideri olarak üçüncü kez İtalya Başbakanı oldu. 1991 yılında Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga tarafından hayat boyu senatör ilan edildi ve öldüğü 2013 yılına dek senatörlük görevini sürdürdü. Andreotti döneminin en önemli olayı, o yıllara kadar gizli kalmış olan Gladio teşkilatının açığa çıkmasıydı. Gladio, NATO ülkelerinin Komünizm ile mücadele etmek amacıyla İtalyada kurdukları gizli bir paramiliter örgüttü. Gladio, Gerginlik stratejisi uygulayarak halk üzerinde baskı ve sürekli bir tehdit içgüdüsü yaratarak, hem halkı manipüle etmek hem de Komünist oluşumları baltalamak amacıyla kurulmuştu. Gladio aynı zamanda yerel birçok iş adamı ve Mafya üyesiyle de ilişki kurmuştu. Andreotti, sonraki yıllarda Mafya ile ilişkilerinin ortaya çıkması nedeniyle gözden düştü. 1992 İtalya genel seçimlerinde başarısız olarak politika sahnesinden kısa süre içinde silindi. Hükümetler Kimono Kimono (Japonca: 着物 -(きもの), "kiru" ve "mono", (birebir çevirisi "giyilen şey") Japonya'nın geleneksel giysisidir. "Ki" (giymek) ve "mono" (şey) sözcüklerinden türetilmiştir. Japoncada aslen tüm kıyafetler için kullanılan "kimono" sözcüğü, sonradan hem kadınlar hem de erkekler tarafından giyilen uzun giysiyi tanımlamak için kullanılmaya başlamıştır. Kimono T şeklinde, ayak bileğine kadar uzanan düz hatlı, yakalı ve uzun kollu bir giysidir. Kollar özellikle bileklerde çok geniştir, genişliği yaklaşık olarak yarım metreye kadar varır. Geleneksel olarak, özel günlerde evlenmemiş kadınlar hemen hemen yere kadar uzanan çok geniş kollu kimonolar giyer. Giysi gövde etrafına sarılır ve her zaman sol taraf sağın üstüne gelir. "Obi" adı verilen geniş bir kuşak ile arkadan bağlanır. Kimonolar genellikle "geta" veya "zori" adı verilen geleneksel tahta sandallar ve "tabi" adı verilen çoraplarla giyilir. Kimononun içine, "nagajuban" denilen daha kısa bir kimono içlik olarak giyilir. Kimono 5. yy.dan itibaren Çin ile Japonya arasında başlayan yoğun kültürel ilişkiler sırasında Çin hanfusundan etkilenme yoluyla ortaya çıkmıştır. Kimono, "kosode" adı verilen ve iç çamaşırı niyetine kullanılan giysiden türemiştir. Modern kimono Japonya'nın Heian döneminde (794–1192) günümüzdeki şeklini almaya başlamıştır. O dönemden beri hem erkek hem de kadın kimonosunun temel biçimi değişikliğe uğramadan kalmıştır. Geleneksel olarak tüm kadın kimonoları tek bedendir. Kimono giyenler, kumaşı kendi bedenlerine uydurabilmek için katlayarak vücutlarına sarar. Kimono tek bir kimono kumaşı topundan üretilir. Kumaş topları standart boyutlarda üretilir ve kumaşın tamamı tek bir kimono yapmak için kullanılır. Tüm geleneksel kimonolar elde dikilir, hatta kimono kumaşları da genellikle elde dokunup bezenir. Kimono kumaşı üretilirken, pirinç kolası ile yapılan "Yuzen" boya koruma tekniği, "shibori" ve el ile boyama teknikleri kullanılır. Geçmişte, kimonolar yıkanmak için tamamen sökülür, sonra tekrar dikilirdi. Modern kumaşlar ve temizleme yöntemleri buna gerek bırakmasa da, geleneksel kimono temizliği hâlâ uygulanmaktadır. Kimonoyu saklamak amacıyla bazen dış hatlara teyelleme yapılır, böylece buruşup kırışması önlenir ve kimononun katları düzgün şekilde korunur. Renk, kumaş ve stil ile "obi" gibi aksesuarlar zamanla çeşitlilik göstermiştir. Değişik kullanım yerleri için çok resmîden gündelik kullanıma çeşitli kimonolar vardır. Bir kadın kimonosunun resmiyet derecesini genellikle kumaşın cinsi, deseni ve rengi belirler. Genç kadınların kimonosu daha uzun kollu olur ve daha yaşlı kadınların oldukça resmî kimonolarından daha fazla işlemelidir. Erkek kimonoları genellikle tek bir temel biçimdedir ve genellikle aşırıya kaçmayan renklerde olur. Resmiyet derecesi aynı zamanda aksesuarların tipi ve rengiyle, kumaşın cinsi, "kamonun" (aile arması) sayısı ya da olmamasıyla da belirlenir. İpek en çok arzulanan ve en resmî kumaştır. Pamuklu gündelik kimonolarda kullanılır. Günümüzde polyester kimonolar da gündelik amaçlı kullanılmaktadır. Günümüzde artık hem erkek hem de kadın kimonoları değişik boy ve bedenlerde bulunmaktadır. Tek bir kumaş topundan kimono yapılma geleneği nedeniyle büyük bedenleri bulmak çok zordur ve ısmarlama yaptırmak da çok pahalıdır. Sumo güreşçileri gibi çok uzun boylu ya da iri yarı kişiler kimonolarını ısmarlama yaptırmak zorundadır. Kimonolar pahalı olabilir. Bir kadın kimonosu kolaylıkla 10.000 ABD dolarının üzerine çıkabilir. Kimono ile birlikte, içlikler, obi, bağlar, çorap, sandal ve diğer aksesuarların tamamı 20.000 ABD dolarının üzerinde satılabilir. Bir tek obi birkaç bin dolara satılabilir. Tipik kimonolar ya da geleneksel sanatları icra edenlerin giydiği kimonolar çok daha ucuzdur. Bazıları kimonosunu kendisi yapar ve eski kimonolarını tekrar tekrar kullanır. Daha ucuz ve makine ile dokunan kumaşlar el ile boyanan geleneksel ipek kumaşların yerini almaktadır. Japonya'daki kullanılmış kimono pazarında ikinci el kimonolar 500 yene satılmaktadır. Kadınlar için yapılan obi genelde pahalıdır. Basit desenli veya düz renklileri 1.500 yen kadar düşük fiyata olsa da yüzlerce dolara da satılırlar ve üstelik deneyimsizler için obi yapmak kolay değildir. Erkekler için yapılan obiler ise ipek bile olsa daha ucuzdur çünkü erkekler kadınlardan daha dar ve kısa obi kullanırlar. Kimonolar hiçbir zaman israf edilmez. Eski kimonolar değişik
şekillerde tekrar kullanılır. Değiştirilerek "haori", "hiyoku" ya da çocuklar için kimono yapılabilir. Kumaşı, benzer kimonoları yamamak için, el çantası ya da benzeri kimono aksesuarları yapmak için kullanılır. Daha küçük parçalardan değişik örtü, çanta ya da çay seremonisinde kullanılan peçeteler yapılır. Bel bölgesinden aşağısı zarar görmüş kimonolor hakamanın altına giyilerek zarar görmüş bölge saklanır. Hatta eski kimonolardaki ipek ipliği çözüp, erkek kimonoları için heku obi genişliğinde kumaş dokuyanlar bile vardır. Bu çözme-yeniden dokuma tekniğine "Saki-Ori" denir. Günümüzde kimono genellikle özel günlerde ve kadınlar tarafından giyilir. Az sayıda yaşlı adam ve daha da az sayıda erkek günlük olarak kimono giymektedir. Erkekler kimonoyu daha çok evlilik törenlerinde ve çay seremonisinde giyer. Kimono hem erkek hem de kadınlar tarafından kendo gibi bazı sporlarda giysi olarak kullanılır. Profesyonel sumo güreşçileri de, ring dışında toplum önüne çıktıklarında geleneksel Japon giysileri giymeleri gerektiği için genellikle kimono giyerler. Japonya'da kimono ile hobi olarak ilgilenen birçok kişi vardır, hatta yalnızca kimononun nasıl giyildiğini öğreten kurslar bile bulunmaktadır. Bu sınıflarda mevsime ve özel günlere uygun desenlerin ve kumaşların seçilmesi, kimono içliklerinin ve aksesuarlarının uyumu, gizli anlamlarına dikkat ederek kimono ve hiyokuların giyilmesi, obi seçimi ve kuşanması ve diğer konular öğretilmektedir. Kimono de Ginza gibi yalnızca kimono kültürü ile ilgilenen kulüpler de bulunmaktadır. Modern kimono, geleneksel kimono kadar karmaşık değildir. Festivaller ve diğer resmî olmayan durumlarda giyilen kimonolar yalnızca iki kattan ya da bir kat ve gizli ikinci yakadan oluşur. Resmî olmayan bu kimonolar basit desenli veya tek renkli obiler ile giyilir. Tam takım resmî kimonolar genellikle gelinler, geyşalar, hostesler tarafından veya çok resmî olaylarda giyilir. Tipik bir kadın kimonosu on iki ya da daha fazla parçanın kuşanılmasıyla giyildiği için, Japon kadınların çoğu yardım almadan geleneksel kimonoyu giyemeyebilir. Her birinin kendine özgü giyinme ve kuşanma şekli vardır. Özel günlerde profesyonel kimono giyme uzmanları kadınların kimono giymelerine yardım eder. Kimono giydiricileri lisanslı olarak kuaför salonlarında çalışırlar ve evlere de giderler. Kimono seçimi sembolizm ve ince sosyal mesajlarla yüklüdür. Yapılan seçim kadının yaşına, medeni hâline ve olayın resmiyet derecesine bağlıdır. Azalan resmiyet derecesiyle kimonolar şöyle sınıflanır: Kimononun deseni hangi mevsimde giyilmesi gerektiğini de belirleyebilir. Örneğin kelebekler ve kiraz çiçeği tomurcukları içeren desenli bir kimono ilkbaharda ya da yazın giyilmelidir. Sık kullanılan bir sonbahar deseni de Japon akçaağacının kızıl yaprağıdır. Kış için ise bambu, çam ve ume (japon kayısısı) tomurcukları gibi değişik desenler kullanılır. Kadınların giydiği kimonolarla kıyaslanınca erkeklerin giydikleri daha basittir ve çoraplarla sandallar sayılmazsa genellikle beş parçadan oluşur. Erkek ve kadın kimonoları arasındaki en dikkat çekici fark kollardadır. Erkek kimonolarında kollar ya tamamen ya da alttan 3 ila 8 cm'den fazla ayrık olmamak kaydıyla büyük oranda gövdeye bağlıdır, kadın kimonolarının kolları ise hem geniş hem de gövdeye bağlı değildir. Hemen altından obi geçeceği için erkek kimonolarının kolları daha az geniştir. Halbuki kadın kimonolarının kollarının büyük kısmı gövdeye dikili olmadığı için obiye bir engel teşkil etmez ve geniş kollar obinin üzerinden aşağıya sarkar. Günümüzde erkek kimonolarının başlıca farklılığı kumaşındadır. Tipik bir kimono koyu renk olur: Siyah, lacivert ve koyu yeşil, bazen de kahverengi çok kullanılan renklerdir. Kumaşlar genellikle mattır. Bazılarında belli belirsiz bir desen bulunur ve kendinden desenli kumaşlar günlük kimonolarda çok yaygındır. Daha da gündelik olarak kullanılan kimonolar açık mor, yeşil ve mavi gibi kısmen parlak renklerde de olabilir. Sumo güreşçileri ise "küpeçiçeği" ("fuşya") rengi gibi oldukça parlak renklerde kimonolar giyer. En resmî kimono, göğüste, omuzlarda ve arkada beş "kamon" içeren sade siyah kimonodur. Biraz daha az resmîsi üç kamon içeren kimonodur. Bunlarda genellikle beyaz içlik ve aksesuarlar kullanılır. Hemen hemen her kimono, hakama ve haori eklenerek daha resmî hâle getirilebilir. Kadın kimonosunda bulunan erkek kimonosunda yoktur. Kimono üzerinde beş, üç ya da tek kamon bulunabilir ya da hiç bulunmayabilir. En resmî olan beş kamonlu kimonodan itibaren kamon sayısı azaldıkça resmîyet azalır. Tek kamon yalnızca sırtın üst kısmında, üç kamon arkada sırtın üst ortası ve kollarda, beş kamon arkada üç ve önde sağlı sollu göğüste yer alır. Beşten fazla kamon kullanılmaz. Türkçe İngilizce Pil Pil, kimyasal enerjinin depolanabilmesi ve elektriksel bir forma dönüştürülebilmesi için kullanılan bir aygıttır. Piller, bir veya daha fazla elektrokimyasal hücre, yakıt hücreleri veya akış hücreleri gibi, elektrokimyasal aygıtlardan oluşur. Bilinen en eski insan yapısı piller, "Bağdat Pilleri"dir. MÖ 250 ve M.S. 640 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Pillerin gelişimi, 1800 yılında İtalyan fizikçi Alessandro Volta tarafından geliştirilen "Voltaik (Voltaic) pil" ile başlamıştır. Dünya çapında pil endüstrisi (2005 yılı yaklaşık değeri) 48 milyar A.B.D doları ciroya sahiptir. Günümüzde kullanılan en önemli araçlardan biri olan pil, 1800 yılında tesadüf sonucu bulunmuştur. Elektriğe ilişkin bilgiler, MÖ 6. yüzyıl yıllarına kadar gitmekle birlikte bilimsel olarak ilk defa 17. yüzyılda ele alınmıştır. Ancak 19. yüzyıla kadar bilinen elektrik türü, bir kumaşa sürterek elde edilen ya da yıldırım elektriği olarak bilinen statik elektriktir. 19. yüzyılda buna elektrik akımı eklenmiş ve sürekli elektrik akımını mümkün kılan pil icat edilmiştir. Elektriğin bu dalındaki çalışmaları başlatan kişi, ünlü kurbağa deneyi ile tanınan Luigi Galvani (1737–1798)’dir. 1780 yılında yaptığı deneylerin sonuçlarını 1791’de açıklayan Galvani, "hayvansal elektrik" teorisini ortaya attı. Bu teorisini, rastlantı sonucu ölü bir kurbağanın bacağındaki sinirlerin neşter ile kesildiğinde kasıldığını gözleyerek oluşturmuştu. Buna göre, canlıları oluşturan hücreler elektrik içermekteydi. 1793'de Galvani'nin deneylerine devam eden Alessandro Volta (1745–1827) kurbağa bacağı kasılmalarının farklı iki metalden kaynaklandığını bulur. Bacağın uyarılması, birbirine benzemeyen iki farklı metalden ve hücrelerin sıvı içermesinden kaynaklanıyordu. O hâlde elektrik elde edebilmek için iki farklı metale ve sıvıya ihtiyaç olmalıydı. Bundan yararlanarak bakır ve çinko madenleri alarak aralarına tuzlu suya batırılmış süngerler yerleştiren Volta, elektrik akımını elde etmeyi başardı. Böylece Volta Pili adı verilen pili buldu (1800). Böylece Volta, Galvani'nin biyolojik deneylerinin sonucu olan Hayvansal Elektrik Teorisi’ni ortadan kaldırdı. Galvani’nin deneyleri bilim tarihinin en ilginç olaylarından birisidir. Galvani ve Volta arkadaştılar ve Galvani asla Volta’ya kuramını ortadan kaldırdığı için kin duymadı. Volta da Galvani’nin deneylerinin güzel ve şaşırtıcı deneyler olduğunu yazmaktaydı. Çalışmalarından ötürü Napolyon onu ödüllendirdi ve Avusturya İmparatoru, onu Padua Üniversitesinde Felsefe Fakültesi Başkanlığına getirdi. Ölümünden 54 yıl sonra 1881’de Volt adı, elektrik gücü birimi olarak onun anısına ithafen kullanılmaya başlandı. Genel olarak piller, kullanıldıktan sonra atılan (Non-rechargeable) ve tekrar şarj edilebilen (Rechargeable) piller olarak ikiye ayrılır. Pillerin bir araya gelerek oluşturdukları pil gruplarına "Batarya" denmektedir. 1960'lardan önceki lambalı radyo alıcılarında yaygın olarak kullanılmakta idi. Günümüzde ise taşınabilir bilgisayarda yaygın olarak bataryalar kullanılır. Cep telefonlarında ise, yeni çıktıklarında 3 hücreli bataryalar kullanılmakta idi. Ancak şu anda neredeyse tüm telefon modellerinde tek hücreli Lityum iyon piller kullanılıyorsa da, alışkanlık sebebi ile bunlar da hatalı olarak "batarya" diye adlandırılmaktadır. Limondan ya da asit içerikli başka meyvelerden basit piller yapmak mümkündür. Bu tip pillere, kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürmeleri nedeniyle “voltaik piller” adı veriliyor. Piller, asidik bir çözelti içerisine iki farklı metalin yerleştirilmesi mantığıyla yapılır. Buna göre, limona örneğin çinkoyla kaplanmış bir çivi ve bakır bir madeni para batırıldığında, limon suyu gerekli asit çözeltisini oluşturur ve elektrik üretebilir. Ancak elde edilen elektrik akımı oldukça zayıf olup, LED’de hafif bir ışıma sağlamaya yetecek kadardır. 250 yıllık gelişiminden beri piller en pahalı enerji kaynakları arasında yer almaktadır, ayrıca bünyesinde çok pahalı ürünler hatta bazen cıva, kurşun, nikel gibi riskli kimyasallar bulundurmaktadır. Bu yüzden günümüzde kimyasal madde içeriği olduğu için insan metobolizmasını etkilemekte ölümcül sebeblere neden olmaktadır. Piller yutulduğunda tehlikeli ve ölümcül olabilirler.Artık çoğu bölgelerde kullanılmış pillerdeki toksit maddelerin geri kazanımı için geri dönüşüm merkezleri kurulmuştur.Çevreye atılan atık piller çevre kirliliğine sebep olduğu gibi güneş ısısının etkisiyle patlama olasılığı kaçınılmaz olduğu için patlama sonucu içindeki kimyasal maddelerin dışarı çıkması sonucu insan sağlığı için risk taşımaktadır. Özellikle pil, batarya üretimi ve ithalatında bazı zararlı maddelerin kullanımının sınırlandırılması amacıyla pil ve batarya atıklarının çevreyle uyumlu olduğunu gösteren belge. Bu belgeye sahip olmadan hiçbir ithalatçı ya da üretici imalat ve ithalat yapamaz. Rohs Belgesi ile batarya ve pillerde aşağıda yazılı maddeler test ile aranır. Bunlar; Kurşun (Pb) Civa (Hg) Kadmiyum (Cd) Hexavalent krom (VI) (Cr (VI) Certain brominated flame retardants (BFR’s) Polybrominated biphenyls (PBB’s) Polybrominated diphenyl ethers (PBDE’s) Bu testler akredite laboraturlar tarafından yapılır. ANSYS ANSYS, mühendislik alanında kullanılan bir simulasyon yazılımıd
ır.Ürünlerin tasarım aşamasından sonra kullanılır ve prototip üretilmeden önce, sanal ortamda test imkânı verir. Parçaların ve parça montajlarının 3 boyutlu simulasyonları yardımıyla, ürünün mukavemet, mekanik, titreşim gibi yönlerden incelenmesini sağlayarak tasarımı geliştirmeye yardımcı olur. ANSYS sonlu elemanlar yöntemini kullanan bir yazılımdır. İncelenecek olan parçayı birçok küçük elemana bölerek işlemlerini sürdürür. Yiğit Özgür Mehmet Yiğit Özgür (d. 1977, İstanbul), Türk karikatürist. Ankara'da Hacettepe Üniversitesi Grafik Bölümü’nü bitirdi. Daha sonra karikatür çizebilmek için İstanbul'a yerleşti. Leman ve L-Manyak dergilerinde çalıştığı dönemde kendini pek gösteremeyen ve fazla tanınmayan karikatürist, Penguen dergisine geçtikten sonra, kendine özgü uzun konuşma balonları ile dikkat çekmeye başlamış, geniş kitlelerce tanınarak dönemin en popüler karikatüristi olmuştur. 2007 yılında aralarında Ersin Karabulut ve Memo Tembelçizer'in de bulunduğu bir grup çizerle birlikte Penguen'den ayrılarak Uykusuz isimli yeni mizah dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Mizah dergileri dışında 2002 ile 2008 yılları arasında Bilim Çocuk dergisi için "Buket Anlatıyor" isimli öyküleri çizmiştir. Görkem İldaş ile evli ve bir kız çocuk babasıdır. Karaçulha, Fethiye Karaçulha, Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı bir mahalledir. Muğla iline 140 km, Fethiye ilçesine 5 km uzaklıktadır. Fethiye ilçesinin en büyük beldesidir. Nüfusu, 2000 yılı verilerine göre 8.574 kişidir. 1970 yılında belde olmuştur. Karaçulha’ya 1400’lü yıllarda yerleşilmeye başlandığı bilinmektedir. Karaçulha, Gökben ve Esenköy (Dont) ile birlikte Fethiye’den sonra gelen en eski yerleşim yerlerinden biridir. İlk yerleşim yerleri dağ etekleri olan şimdiki beldenin üst kısımlarıdır. Buraya yerleşenlerin Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında diğer beyliklerle işbirliği yapmak ve kaynaşmak amacıyla Anadolu’nun her tarafına gönderilen Kayı boyundan aileler olduğu söylenmektedir. 13. yüzyılın ortalarında büyük bir aile (o zamanki adıyla Meğri), bu bölgeye gelir. Daha sonra çobanlık yapan aile bölünür ve bir kısmı Gökben civarına, bir kısmı Esenköy civarına göç ederken, bir kısmı da Karaçulha’ya gelir. Ahmetpaşa Duvarı'nın etrafına yerleşen bu aileler, daha sonra Avdan mevkiine, 18. yüzyılda da bugünkü Osman Efendi Camii'nin etrafına yerleşirler. Bir başka anlatıma göre de; Menteşe Beyliği'ne bağlı olan Meğri, merkeze uzak olduğu için buraya baş kadılık verilir. Menteşe Beyliği, Osmanlı Devleti'ne katılınca çevrede küçük küçük yerleşim yerleri kurulmaya başlar. Baş kadılığa bağlı Karakeçili boyunun Yörük kabilesinin bir yiğidi haksızlığa uğrayarak kadı tarafından öldürülür. Dul kalan eşi de oradan ayrılarak çocuklarını ve hayvanlarını alıp uzakta sakin bir yer aramaya başlar. Sonunda Meğri’nin 8 km kuzeyinde bulunan bugünkü Kösebükü yokuşunun olduğu yere gelir. Burada hayvancılık yapan kadın, keçi kılından kara çul dokumaya başlar. Zamanla, çevre bölgelerden de kara çul almak için Karaçulha’ya gelinmeye başlanır. Buraya gelip gidenler, "kara çulcuya gidiyoruz, kara çulcudan geliyoruz" derler. Daha sonra da bu bölge Karaçulha olarak anılmaya başlanır. Ailelerin artmasıyla köy olan Karaçulha, Çamköy, Kınık, Boğalar ve sınırlarını da kapsamıştır. Köy olmasıyla birlikte Teke Yöresi'nden, Dalaman’dan ve Muğla'dan birçok aile buraya göç etmiştir. Böylece Karaçulha büyümeye devam etmiştir. Zamanla nüfusun artması ve çevrenin geniş olması nedeniyle, Kınık, Boğalar ve Çamköy Karaçulha’dan ayrılmıştır. 24 Mayıs 1970 yılından itibaren Karaçulha, yapılan halk oylaması sonucunda belde olmuştur. Karaçulha’nın ilk belediye başkanı, o dönemde memur olan Mustafa Severoğlu’dur. Mustafa Severoğlu’nun istifasıyla boşalan belediye başkanlığına "Kadir Özdemir" gelmiştir. Daha sonra; "Mehmet Kocatepe", 12 Eylül’den sonra görevlendirilen "Ali Aldan", yeniden seçilen "Mehmet Kocatepe", "Mustafa Kiremitli", "Yusuf Çaylı", tekrar seçilen "Mustafa Kiremitli" ardından "Turan Kovancı" belediye başkanlığı yapmıştır. 2009 yerel seçim sonucuna göre de, "Yusuf Çaylı" belediye başkanlığı yapmaktadır. not: bu içeriği yazan arkadaş biraz daha araştırırsanız karaçulhanın aslında karaçuha olduğunu karaçuhanın ise kayı boyunun karakeçili aşiretinin bir oymağı olduğunu ve osmanlının da bu aşiretten geldiğini aşiretin hanedanlıkta hak iddiasında bulunmaması için aşireti anadolunun her yerine dağıttığını öğrenebilirsiniz. Önceleri Fethiye ve Karaçulha arasında yerleşim yeri bulunmazken bugün yerleşim durumuna bakarak sınırları belirlemek mümkün değildir. Karaçulha’nın doğusunda Yakacık, kuzeyinde Eldirek, batısında Çamköy, güneyinde ise Fethiye ve Mendos Dağı vardır. Karaçulha, zirvesine yağan kara bakılarak hava tahmini yapılan Mendos Dağı'nın kuzeyinde 25 km'lik bir alan üzerine yayılmıştır. "Çalıca, Cumhuriyet ve Boğalar" olmak üzere üç mahallesi vardır. Nüfusu on bine yaklaşan Karaçulha hızla gelişmektedir.2009 itibarıyla 16 bin civarında nüfusu vardır. Çok eski bir geçmişe sahip "Karaçulha İlköğretim Okulu" ile birlikte, Karaçulha’da iki ilköğretim okulu daha bulunmaktadır. 1920’li yıllarda, iki odalı bir okulda eğitim yapılan Karaçulha İlköğretim Okulu, 1934 yılında bugünkü yerine gelmiştir. 1970’li yıllarda Çalıca Mahallesi'ndeki "Çalıca İlköğretim Okulu" yapılmıştır. 1991 yılında ortaokul olarak Boğalar Mahallesi'nde yapılan binada, "Şehit Mustafa Gökdal İlköğretim Okulu" eğitime devam etmektedir. 1992 yılında "Fethiye Mehmet Erdoğan Anadolu Lisesi" yapılmış ve hizmete girmiştir. 2001-2002 Eğitim Öğretim Yılı'nda açılan "Karaçulha Çok Programlı Lisesi" ve 2002-2003 yılında açılan Muğla Üniversitesi'ne bağlı "Sağlık Yüksek Okulu" eğitim ve öğretimi sürdürmektedir. Ulusal Birlik Partisi (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) Ulusal Birlik Partisi, genel başkanı Hüseyin Özgürgün olan, 11 Ekim 1975 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş tarafından kurulan siyasî partidir. Parti, kuruluşundan 2003 seçimlerine kadar 1994-1996 yılları dışında iktidardaydı. 2013 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti genel seçimlerinde %27,33'lik oy alan Ulusal Birlik Partisi, CTP-DP koalisyonuna karşı ana muhalefet partisi oldu. 2014 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yerel seçimleri'nde 5 bölge kazanan UBP, Gazimağusa ve Girne'de, Demokrat Parti ile beraber bağımsız aday çıkararak kazandı. 2015 yılında CTP-DP koalisyonunun düşmesinin ardından CTP-UBP koalisyon hükümeti kuruldu. Fersah "Fersah", 12.000 adıma veya 1 saatlik yola denk geldiği kabul edilen eski ölçü birimidir. Denizcilikte kullanılan eski Türk gemicilerinin kullandığı fakat günümüzde kullanılmayan 3 deniz miline eşit uzaklık birimi. Yaklaşık olarak 5685 metreye eşittir. Bir Arap fersahı ~5.76 km'dir ve bir Fars fersahı ise ~6.23 km'dir. De Stijl De Stijl, (Felemenkçe okunuşu: IPA /də stɛil/) 1917, Hollanda doğumlu sanat akımı. Aslında "De Stijl" terimi 1917 ve 1931 arası etkisini göstermiş bir grup Hollandalı sanatçının çalışmalarını belirtmek için kullanılır. "De Stijl" aynı zamanda ressam ve eleştirmen Theo van Doesburg`un yayımladığı grubun teorilerini destekleyen bir derginin de adıdır. Van Doesburg ile birlikte grubun önemli üyeleri arasında ressam Piet Mondrian ve Bart van der Leck, mimar Gerrit Rietveld ve Jacobus Oud sayılır. Grubun çalışmalarının temelini oluşturan sanatsal felsefe neoplastisizme dayanır. De Stijl taraftarları tinsel harmoninin ve düzenin yeni bir ütopik idealinin uğraşındadırlar. Saf bir çalışma ve evrenselliğin savunucuları olarak form ve renkleri basite indirgemişlerdir, eserleri sadece yatay ve dikey çizgiler, siyah ve beyazla birlikte ana renklerden oluşmaktadır. Pıngıdık Pıngıdık, Alevi inançlarında genellikle tahtacı olarak yaşam sürmekte olan kişilerin birlik, beraberlik ve dost sohbetlerini yaşamak üzere Antalya ilinin Çatallar ve Gökbük Köyü'nde hala sürdürülmekte olan bir çeşit geleneksel oyundur. Gp120 Gp120 HIV virüsünün primer reseptörüne bağlanmasına, revers transkriptans aktivitesini yapmasına yardım eder. Gp41 ile uyum içinde çalışır.Gp120 ve gp41 bir glikoproteindir.Gp41 HIV'in RNA sentezlemesini sağlar. Gp120 ile uyum içinde çalışır. Uyumları şöyledir: Gp120 Revers Transkriptans aktivitesini gerçekleştirip CD-4'ün genetik merkezine girdiğinde gp41 RNA sentezler. DNA polimeraz HIV+ RNA sentezleyerek HIV'in yaşamasını ve çoğalmasını sağlar. Bir diğeri olmadan biri bir işe yaramaz. 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası 19 Ağustos ile 3 Eylül 2006 tarihleri arasında Japonya'da düzenlenmiş basketbol organizasyonudur. Turnuva Uluslararası Basketbol Federasyonu (FIBA) ile Japonya Basketbol Kurumu (JABBA)'nın ve 2006 Organizasyonu Komitesi'nin ortaklığı ile gerçekleşmiştir. Bu turnuvada, 1986'dan bu yana ilk defa Dünya Şampiyonası'nda 24 ülke yer aldı; bu sayı eskiden 16 idi. Turnuvayı finalde Yunanistan'ı 70-47 yenen İspanya kazandı. İspanya oynadığı 9 maçın hepsini kazandı. Bronz madalyayı, Arjantin'i 96-81 yenen ABD kazandı. Şampiyonaya katılan ulusal basketbol takımları: Japonya ev sahibi takım statüsündedir; İtalya, Porto Riko, Sırbistan Karadağ ve Türkiye FIBA’nın davetiyle katıldılar. Arjantin 2004 Olimpiyatları Basketbol şampiyonu olarak seçilmişti. Geri kalan 18 ülke ise, kendi kıtalarında düzenlenen yarışmalarda aldıkları galibiyetler sonucunda hak kazandılar (Avrupa’dan 6, Amerika’dan 4, Asya ve Afrika’dan 3’er, ve Okyanusya’dan 2). 2006 Dünya Şampiyonası kuraları 15 Ocak 2006’da Tokyo’da çekildi. Ön turlarda Grup A Sendai’de, Grup B Hiroşima’da, Grup C Hamamatsu’da ve Grup D Sapporo’da oynandı. 24 ülkenin ulusal takımının her birinin en fazla 12 oyuncu ile katıldığı turnuvada toplam 288 oyuncu görev aldı. 19 Ağustos 2006 20 Ağustos 2006 21 Ağustos 2006 23 Ağustos 2006 24 Ağustos 2006 19 Ağustos 2006 20 Ağustos 2006 21 Ağustos 2006 23 Ağustos 2006 24 Ağustos 2006 19 Ağustos 2006 20 Ağustos 2006 22 Ağustos 2006 23 Ağustos 2006 24 Ağustos 2006 19 Ağustos 2006 20 Ağustos 2006 22 Ağustos 2006 23
Ağustos 2006 24 Ağustos 2006 Dünya Şampiyonası için FIBA 40 profesyonel hakem seçti. Gerland Stadyumu Stade de Gerland, Fransa'nın Lyon şehrindeki ana spor sahasıdır. Gerland semtinde yer alır, Olympique Lyonnais`ın stadıdır. Tony Garnier'in tasarladığı stad, 1913`de inşa edilmeye başlandı. Çalışma I. Dünya Savaşı sebebiyle durmuş, savaş bittikten sonra 1919'da Alman savaş esirlerinin de yardımıyla inşa edilmeye devam edilmiş ve 1920 yılında tamamlanmıştır. İlk zamanlarında oturulacak fazla yeri bulunmamaktaydı ve uzun yıllar boyunca yenilenmesine gerek görülmedi. 1960`larda stadın büyütülmesiyle kapasite 50.000`in üzerine çıktı. 1984`te Avrupa Şampiyonlar Ligi maçları için kapasitesi 51.680`e ulaştı. 1998 FIFA Dünya Kupası için statta değişikliklere gidildi, bazı tarafları yıkıldı ve kapasite 42.000`e düştü. Karşılıklı iki tarafına Jean Bouin tribünü ve Jean Jaurès tribünü ismi verildi. 1967`den beri tarihi eser statüsündedir. Tribün rekoru 1982'de oynanan bir maçta 48.552 olarak belirlenmiştir. 1998 Dünya Kupası Almanya ve Hırvatistan arasındaki çeyrek final maçı bu stadda oynanmıştır. 2003'de Konfederasyon Kupası yarı final maçında Kamerunlu oyuncu Marc-Vivien Foé burada hayatını kaybetmiştir. 2007 Rugby Dünya Kupası'na ev sahipliği de yapmıştır. Alt ünite aşı Alt ünite (veya subunit) aşılar, son yıllarda araştırma ve geliştirme çalışmalarına hız verilmiş umut vadeden aşı tiplerindendir. Geleneksel tip aşılarda enfeksiyona neden olan patojen (virüs veya bakteri) bütün haliyle, ya canlı ama düşük dozda ya da öldürülmüş (inaktive edilmiş) olarak aşının içinde bulunmaktadır. Dolayısıyla, patojenin vücut içinde aktivite göstermesi mümkündür. Bu yüzden de, bu tip aşıların yan etkileri fazla olmakta, hatta aşılanan kimsenin düşük ihtimalle de olsa aşısı yapılan patojenle enfeksiyonu mümkün olmaktadır. Alt ünite aşılarda ise, patojenin genomunun veya proteomunun, vücudun söz konusu patojene bağışıklık geliştirmesini sağlayacak parçalarının aşı olarak kullanılması söz konusudur. Başka deyişle, patojen (virüs veya bakteri) bütün haliyle değil seçilmiş bazı kısımları ile alt ünite aşıda bulunmaktadır. Bu sayede üretilen aşı, geleneksel aşı tiplerinin yan etkilerini ve risklerini taşımamaktadır. Son yıllarda, birçok hastalığa karşı alt ünite aşı geliştirilmesi çalışmaları devam etmekle birlikte bu çalışmaların en önemlilerinden biri AIDS için olandır. AIDS hastalığının dünya genelinde gittikçe yaygınlaşmasına rağmen, hali hazırda geleneksel tip bir aşısı mevcut olmadığından bu çalışmalar daha da önem kazanmaktadır. Alt ünite AIDS aşılarında genellikle AIDS virüsünün (HIV) kapsülünde yerleşik bulunan Gp120 proteininden yararlanılmaktadır. 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası kadroları 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası kadroları. 24 ülkenin 12 oyuncu ile katıldığı turnuvada toplam 288 basketbolcu görev aldı. Başantrenör : Sergio Hernández Başantrenör: Claude Bergeaud Not: Diarra, açıklamadan 24 saat önce parmağı kırılan Tony Parker ile yer değiştirmiştir. Başantrenör: Paul Coughter Başantrenör: Sanni Ahmed Başantrenör: Dragan Šakota Başantrenör: Néstor Salazar Başantrnör: Antonio Carvalho Başantrenör: Dirk Bauermann Başantrenör: Željko Pavličević Başantrenör: Tab Baldwin NB: Dickel'in Temmuz ayında Avustralya'ya karşı oynadığı maçta doping kabul edilen bir ilacı almış olduğu tespit edildiği için, akıya alınabilir ve yerine Ben Hill oynatılabilir. Başantrenör: Guillermo Vecchio Başantrenör: Pepu Hernández Başantrenör: Brian Goorjian Başantrenör: Lula Ferreira Başantrenör: Panagiotis Giannakis Başantrenör: Antanas Sireika Başantrenör: Joseph Stiebing Başantrenör: Bogdan Tanjević Başantrenör: Jonas Kazlauskas Başantrenör: Carlo Recalcati Başantrenör: Julio Toro Başantrenör: Moustapha Gaye Başantrenör: Ales Pipan Başantrenör: Mike Krzyzewski Pancar, Torbalı Pancar, İzmir'in Torbalı ilçesinin bir semti. Eski adı Kayas olan semtin daha sonra yöredeki bir pancar çiftliğinden dolayı Pancar ismini aldığı bilinmektedir. 2000 yılındaki nüfusu 4.500 kişiydi. Semt, Atatürk Mahallesi ile Fevzi Çakmak Mahallesi'ni kapsar. Bölgenin geçim kaynağı öncelerde çiftçilikti fakat günümüzde Torbalı'nın sanayileşmesiyle birlikte, Pancar'da da halkın çoğunluğu sanayi kuruluşlarında çalışarak geçimini sağlamaktadır. Semtte tarihî bir tren istasyonu vardır ve günümüzde İZBAN istasyonu olarak da hizmet vermektedir. Nakkaşlık Nakkaşlık, belli bir resmin veya yazının kesici aletle çeşitli materyaller üzerine çizilmesidir. İranlılar tarafından geliştirilen nakkaşlığın başı üstadı Behzad olarak bilinmektedir. Demokrat Parti (anlam ayrımı) Benzofenon Benzofenon, ayrıca difenylmetanon, fenil keton, difenil keton veya benzoylbenzen olarak da bilinir. Kimyasal formülü (CH)CO veya PhCO şeklindedir. Benzofenon fotokimyada en sık kullanılan ışık duyarlandırıcılardandır ("photosensitizer"). Üçlü ("triplet") yapısı oksijen tarafından kolayca bastırılır, ayrıca uygun bir hidrojen vericisiyle tepkimeye girerek ketil radikali oluşturur. Benzofenon ve sodyum metali, tetrahidrofuran (THF) damıtımında su göstergesi olarak da kullanılırlar. Bezofenon sodyumla kompleksleşince oluşan ketil türevi koyu mavi renktedir. Sodyum metali öncelikle suyla reaksiyona girdiğinden, eğer sodyum tükenmişse benzefon mavi renk gider. Rengin yok olması daha çok soyum metali katılması gerektiğine işarettir. Renk damıtılan THF'nin niteliği ile ilişkilidir; yeşil kuruluğunu, açık mavi çok nemli olmasını ve koyu mor ise çok kuru olduğunu gösterir. Pierre Curie Pierre Curie (15 Mayıs 1859, Paris - 19 Nisan 1906, Paris), Fransız fizikçi; kristalbilim, manyetizma, piezoelektrik ve ışınetki biliminin öncülerinden. Kimyager eşi Marie Curie ile beraber 1898 yılında radyum elementini buldu. 1903 yılında Henri Becquerel tarafından bulunan radyasyon olgusu üzerine yaptıkları ortak çalışmalarla sağladıkları üstün hizmetler için eşi Marie Curie ile beraber Nobel Fizik Ödülü aldı. Çocukluk döneminin en mutlu olanına sahipti, fakat geleneklere uymayan eğitiminin anlamı ;Fransız Bilim Kurulu tarafından, Pierre Curie hiç sessiz kabul görmedi. Babası, bir hekim, oğlunun akıl sahibi ve kişiliğinin özel öğretim yolunda en iyi yetiştirici olabilirliğine inandı. Pierre 14 yaşında iken, matematik için hırs ve yeteneği ispatlamıştı. 16’sında üniversite çalışmalarına başladı ve 18’inde Amerikan Master Derecesinin eşdeğeri ile ödüllendirildi. Fakat parasızlık onu doktora çalışmasından kesin olmayan bir ertelemeye sürükledi. Kötü ücretli bir laboratuvar asistanı haline geldi. Onun ilk önemli bilim iş birliği büyük kardeşi Jacques ileydi. Pierre 21 ve Jacques 24 yaşlarında iken, kardeşler piezoelektrik (yunancadan gelen “to press” den ) etkisini keşfetmişti. Curie Kardeşler katı kristallere basınç uygulandığı zaman, kristallerden elektrik enerjisi üretildiğinin bulmuştu. Aynı kristaller sıkıştırılmış olduğunda orada bir elektrik alan varlığı karşılıklıdır. İki tane doğaüstü olay arasındaki bağlantının gerçeğini anlamak, Pierre’e fiziğin kanunlarından simetrinin asıl rolü hakkında öncü bilgi geliştirmek için yardım etti. Kardeşler, yeri gelmişken belirtelim, piezoelektrik, kuvars elektrometre (zayıf akım ölçme) ile buluşlarını acil pratik kullanıma koydular. Yaklaşık 20 yıl sonra cihaz Marie Cuire’e başlangıç araştırmalarında yardım etti. Keşfi takip eden yüzyılın içinde piezoelektrik; mikrofon, kuvars saatler ve elektronik elemanlarda etkin kullanıma konuldu. 26 Temmuz 1895' te Marie Cuire ile evlenen Piere Curie; bu evlilikten 1897 ve 1904 yıllarında iki kız çocuğu sahibi oldu. 1904'te Sorbonne' da profesörlük görevi aldı ve aynı yıl Fransız Bilimler Akademisi' ne seçildi. Laboratuvarda fazlaca çalışmasının sonucunda çok fazla radyasyona maruz kalan Piere Curie, 19 Nisan 1906'da geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetti. İlk olarak Sceaux'a annesinin yanına gömülen Piere Curie'nin mezarı daha sonra 1995 yılında ünlü Fransızların gömüldüğü Paris'teki Panthéon mezarlığına taşındı. Birigüi Birigüi Brezilya'nın São Paulo eyaletinin bir belediyesidir. 2003 yılında nüfusu 104.138 ve alanı 532,13 km²'dir. Yükseltisi ise 406 metredir. West Point Loose Change Loose Change, Dylan Avery tarafından yazıp yönetilmiş olan ve 11 Eylül 2001 saldırıları sırasındaki olaylara alternatif açıklamalar getiren bir belgeseldir. Film, ABD hükümetinin yetersiz hükümet soruşturmaları ve 9/11 Komisyon Raporu konularında sert eleştiriler içeriyor. Ayrıca saldırıların herhangi bir terörist saldırının sonucu değil, tamamen Amerikan hükümeti tarafından planlanmış zeki bir planın ürünü olduğunu ispatladığını düşündüğü çeşitli kanıtları öne sürüyor. İddialarının tamamını mevcut popüler haber kaynaklarına dayandıran belgeselde; Newsweek, CBS News, CNN, Associated Press, Fox News'de yayımlanan malzemeler ve bilgiler kullanılmış. Belgesel "Louder than Words" adlı şirketin kaydı serbest bırakması (tüm yayın haklarından vazgeçmesi) ve yerel FOX üyesi WICZ-TV'de yayınlandıktan sonra büyük ilgi çekti. Tevfik Taş Tevfik Taş, 1962 Erzincan, Çayırlı Ördekhacı Köyü. Türk şair ve yazar. 1992 Truva Folklor Araştırmaları Şiir Ödülü'nü aldı ve bu ödülünü aynı günlerde hapse girmek üzere olan Haluk Gerger'e verdi. 2003 yılında Türk Tabibler Birliği'nin 2 Temmuz'da Sivas Madımak Otelinde yakılarak öldürülen doktor ve şair Behçet Aysan adına verdiği şiir ödülünü aldı. Kuruluşunda bulunduğu Evrensel Kültür dergisi, Evrensel Kültür Merkezi, Gerçek dergisi, Evrensel Gazetesi'nde yazarlık ve yöneticilik yaptı. 2004 yılında Homeros Şiir Ödülü'nde jüri Özel Ödülü'nü aldı. Atlas dergisinin yazarı ve editörüdür. Halen aylık yayınlanan Kaldıraç Dergisi'nde de makaleleri yayınlanmaktır. Anakin Skywalker Anakin Skywalker, Yıldız Savaşları evreninde yer alan kurgusal bir karakterdir. Yıldız Savaşları hikâyesinin ana karakterlerinden biridir. İlk taslaklarda ismi "Annikin Starkiller" olarak geçmektedir. Anakin'in serinin ilk filmindeki çocukluk halini
Jake Lloyd, ikinci ve üçüncü filmlerdeki halini ise Hayden Christensen canlandırmıştır. Altıncı filmin sonunda ise çok kısa bir süreliğine Sebastian Shaw karakteri oynamıştır. Fakat daha sonra orijinal üçleme için yapılan düzenlemelerde bu rolü Hayden Christensen oynamıştır. Sonradan çekilen üçlemede, yani I. II. ve III. bölümde Anakin'in Jedi ustası Obi-Wan Kenobi tarafından eğitilmesi, Jedi şövalyesi oluşu ve daha sonra Güç'ün kötü tarafına yönlenmesi anlatılmaktadır. Anakin, Padme Amidala'nın kocası, Luke Skywalker ve Leia Organa'nın babasıdır. Kendisi Grand Jedi Master Yoda'dan sonraki en büyük ışın kılıcı kullanıcısıdır. Fakat Darth Vader olduktan sonra üzerindeki yaşam destek ünitesi ve zırh sebebiyle eskisi gibi ışın kılıcı kullanamamıştır. Darth Vader, dövüşlerinde daha çok Güç kullanımına önem vermiş ve sık sık meditasyon yaparak Güç'ün derinliklerine ulaşmaya çalışmıştır. Anakin, bir çöl gezegeni olan Tatooine'de annesi Shmi ile birlikte Watto'nun kölesidir. Babası yoktur. Güç'e denge getirmesi için doğmuştur. Anakin çok akıllı bir çocuktur ve teknik yetenekleri çok gelişmiştir. Daha 9 yaşındayken annesine yardım etsin diye protokol droidi C-3PO'yu yaratmıştır. Kraliçe Padme Amidala'nın gemisi Ticaret Federasyonu'ndan kaçarken hasar görür ve onu korumakla görevli olan Qui-Gon Jinn ve Padawan'ı Obi-Wan Kenobi Tatooine gezegenine inmek zorunda kalırlar. Burada Qui-Gon Jinn, Anakin ile tanışır. Anakin'in en büyük hayali yaptığı Podracer ile Pod yarışına katılmaktır. Bu yarışa Qui-Gon Jinn yardımıyla katılır. Anakin Skywalker, Güç ile bağlantılı insanüstü refleksleri sayesinde Pod yarışlarına katılabilen tek insandır. Yarıştan önce Watto ile iddiaya giren Qui-Gon Jinn onu köle olmaktan kurtarır. Anakin’in kan testleri, rekor sayıda midi-kloryan barındırdığını göstermektedir. Bu, Usta Yoda'nın midi-kloryan seviyesinden bile fazladır. Qui-Gon Jinn ona güvendiği için onu Jedi Konseyi'ne götürür. Anakin, bir Jedi yapmak için konseyden izin ister. Konsey izin vermez ve onu bir göreve gönderir. Görev sırasında Sith Lord'unun çırağı Darth Maul tarafından öldürülürür. Ölürken öğrencisi Obi-Wan Kenobi'den Anakin'i yetiştirmesini ister. Bunun üzerine Obi-Wan Kenobi konseyden Anakin'in yetiştirilmesi için izin ister. Çünkü ustası Qui-Gon Jinn, onun kehanetteki karanlık tarafı yenebilecek kişi olduğunu düşünmekteydi. Anakin Obi-Wan Kenobi'nin Padawan'ı olur. 10 yıl sonra Anakin, Obi-Wan Kenobi'nin Padawan seviyedeki öğrencisidir. Kendilerine Naboo Senatörü unvanını taşıyan eski kraliçe Amidala'yı koruma görevine veririlir. Aradan geçen zamanla Anakin genç bir adama dönüşürken Padme'ye karşı içinde büyüttüğü sevgi de her geçen gün artmaya devam etmiştir. Düzenlenen ikinci suikast girişimi sonrası can güvenliği için endişe edilen Senatör Amidala'ya Naboo'ya giderken eşlik etmesi istenir. Anakin, Naboo'da kaldıkları sırada Amidala'ya hislerini belli eder. Bunu yaparken fazlasıyla cesur, toy ama beceriksizdir. Bir süre sonra da aşkını açıkça itiraf eder. Padme de aslında benzer duygular beslemesine karşın mantığını dinler, ve içinde bulundukları koşulda onun hislerine karşılık veremeyeceğini dile getirir. Zaten Anakin, Jedi Yemini etmiştir ve birine bağlanması ve aşık olması yasaktır. Anakin, aynı günlerde annesi ile ilgili kabuslar görmektedir. Padme'ye annesini kurtarmak için doğduğu gezegen olan Tatooine'e geri dönmesi gerektiğini söyler. Tatooine’de annesinin "Cliegg Lars" adındaki bir çiftçi tarafından satın alınıp serbest bırakıldığını, sonra da bu kişi ile evlendiğini öğrenir. Lars'ın çiftliğini ziyaret ettiğinde ise, annesinin Tusken Akıncıları tarafından saldırıya uğradığı ve bir aydır kayıp olduğu haberini alır. Anakin, annesinin yerini bulduğunda ne yazık ki çok geç kalmıştır. Annesi kollarında öldüğünde büyük bir öfkeye kapılır ve "Kum Adamları"'nın kampına saldırır, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere herkesi katleder. Annesi için yapılan küçük cenaze töreninin ardından Padme ile beraber ayrılıkçılar tarafından esir alınan Obi-Wan’ı kurtarmak için Geonosis'e doğru yola çıkarlar. Ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanır ve yakalanırlar. Padme, infaz edilmek için Obi-Wan ile birlikte bir arenaya çıkartılmadan hemen önce Anakin'e aşkını itiraf eder. Obi-Wan ve Anakin, Jedi güçlerini kullanarak arenadaki yaratıkları öldürmeyi başarırlar. Bunun üzerine Kont Dooku infazın tamamlanması için droidleri harekete geçirir. O sırada Usta Windu bir grup Jedi ile yardıma gelir. Anakin ve Obi-Wan Kont Dooku'yu takip ederler ve onunla dövüşürler. Anakin bir kolunu kaybeder. İkisini ölümden Yoda'nın gelişi kurtarır. Böylece Klon Savaşları başlar. Anakin, çatışma sonrası Naboo'ya dönüş yolunda Padme Amidala'ya eşlik eder. Ve burada gizlice evlenirler. Şansölye Palpatine, General Grievous tarafından kaçırılır. Anakin ve Obi-Wan bunun tuzak olduğunu hissettikleri halde ilerlemeye devam edeler ve Kont Dooku ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Obi-Wan'ı yaralayan Kont Dooku'yla Anakin mücadele eder ve Anakin, rakibinin iki elini birden kesmeyi başarır. Jedi yoluna uymadığını kabul etse de Palpatine'nin sözleri ve ısrarı ile onu öldürür. Palpatine'i kurtarmış, ancak Grievous bir kez daha elinden kaçırmıştır. Coruscant’a döndüklerinde Jedi Konseyi'nde Usta Windu ve beraberindekiler tarafından karşılanırlar. Padme, burada gözden uzak bir noktada Anakin'i bekler. Anakin uzun süredir uzayın dış halkalarında görevdedir. Özlemle sarılırlar. Padme'nin heyecanını hisseden Anakin, onun hamile olduğu öğrenir. Gizli evlilikleri ve geldikleri nokta onları içinden çıkamayacakları bir hale getirmiştir. Padme'nin tüm kaygılarına karşın Anakin, bu haberle fazlasıyla mutlu olur ve hayatının en mutlu anında başka bir şey için endişelenmek istemez. Klon Savaşları sırasında sınırsız yetkiler kazanan Palpatine'nin artan yetkileri ve bunu bırakmaya gönüllü olmayan cüretkar tavırları Jedi Konseyi'ni rahatsız etmektedir. Jedi Konseyi'nin kendi üyelerini seçmesi prensibini hiçe sayan Palpatine, Anakin'i konseye temsilci sıfatıyla atar. Konsey, Anakin'in konseye girişini onaylar, ancak ona "Usta" sıfatını vermeyi reddeder. Jedi tarihinde bir Padavan'ın konseye girmesinin görülmemiş olmasına rağmen Anakin'de sınırsız gücü elde etme tutkusu ağır basmaktadır ve Usta sıfatı verilmeyişini hakaret sayarak bunu sorgular. Aslında gizliden gizliye konseyin Palpatine'e yakınlığı dolayısıyla kendisine güvenmediğini hissetmektedir. Palpatine'in onu gözeten ve güvenen tavrı, bağlı olduğu Jedi düzeninde bulamayan Anakin, ona sempati duymaktadır. Oysa Jedi Konseyi, ondan karşı casusluk yapmasını istemektedir ki kayıtlara geçmeyecek bu görev Jedi düzeninin doğasına da uygun değildir. Anakin, Padme'nin doğum sırasında öldüğüne dair kabuslar görmekte ve annesini kaybettiği zaman yaşadığı sürece benzerliği dolayısıyla bu kabuslardan fazlasıyla rahatsız olmaktadır. Kafası karışmıştır ve Darth Sidious, onun zayıf noktasından çoktan haberdardır. Bir gün Palpatine, ona "Darth Plegueis"’in hikâyesini anlatır. Plegueis, midi-kloryanlardan hayat enerjisi alarak yaşam yaratabiliyor veya başkalarını ölümden kurtarabiliyordu. Annesinin öldüğünü gördüğü gibi Padme'nin ölümünü de rüyasında gören Anakin ise can kulağı ile onu dinliyordu. Anakin'in Jedi olmasını sağlayan parlamento başkanı Palpatine aslında Darth Sidious'dur. Anakin'in karanlık tarafa geçmesi için onu ikna etmeye çalışır ve Anakin, Palpatine'nin Sith Lordu olduğunu anlar. Anakin, durumu hemen Usta Windu'ya anlatır. Windu, ona Jedi Tapınağı'ndan ayrılmama emri verir, ancak Anakin buna uymaz. Palpatine ile Usta Windu'nun düellosunda Palpatine'i kurtararak Usta Windu'nun ölmesini sağlar. Anakin, artık karanlık tarafa geçerek Darth Sidious'un çırağı olan bir Sith olmuştur ve Darth Vader adını almıştır. Bundan sonraki ilk görevini gerçekleştirmek için Jedi Tapınağına gider ve bütün Jedi öğrencilerini, Jedi savaşçılarını ve Padawanları Klon Askerleriyle beraber öldürür. 2. görevi olan yere, yani Mustafar Sistemine gider. Orada olan Nute Gunray ve yardımcılarını da yok eder. Anakin dışarı çıkar ve Padme'nin geleceğini hisseder. Dışarıda Padme'yi bekler. Sonunda Padme'nin gemisi gezegene iner. Bir süre konuşurlar. Anakin, Obi-Wan'ı görür ve ikisini kıskanır. Öfkesine yenilir, gücü kullanarak Padme'nin boğazını sıkar. Padme yere düşer ve kısa bir tartışmadan sonra Anakin, Obi-Wan ile dövüşür. Dövüşün sonlarına doğru Anakin iyice kibirlenir ve Obi-Wan'ın üstüne atlarken Obi-Wan, Anakin'in sol elinden dirseğine kadar olan kısmı ve iki bacağını keser. Anakin, kardeşi gibi bildiği kişiye "Senden nefret ediyorum" der, bir anda Anakin'in kalan vücuduna lavlar sıçrar, Anakin yanmaya başlar ve Obi-Wan; onu sevdiğini söyleyip "Kardeşimdin, seçilmiş kişiydin, güce denge getirecek kişiydin." diyerek Anakin'in ışın kılıcını alarak gezegeni terkeder. Anakin çok ölümcül bir yara alır. Kısa süre sonra Darth, Sidious tarafından bulunur ve Corucant'a götürülür. Hastanede tedavi edilir ama yaşamına devam edebilmesi için için yarı biyonik yarı mekanik bir giysi giydirilir. Bu sırada karısı Padme Amidala ise Polis Massa'da ikiz çocukları Leia ve Luke'u doğurur. Ardından Obi-Wan Kenobi'ye: "Anakin'in içinde hala iyilik var." diyerek ölür. Yoda, çocukların yaşamasını sağlamak için Luke ve Leia'yı ayırır. Yoda, Leia'yı Padme'nin yakın arkadaşı Senatör Bail Organ Alderaan'a götürür. Obi-Wan-Kenobi ise Luke'u gizli gözetimiyle Anakin'in Tatooine gezegenindeki üvey kardeşi Owen Lars'a teslim eder. VakıfBank SK VakıfBank SK, 1986'da kurulan ve İstanbul'da faaliyetlerini sürdüren profesyonel voleybol takımı. 2013 yılında toplam beş kupa (Türkiye Bayanlar Voleybol 1. Ligi, Voleybol Bayanlar Türkiye Kupası, Voleybol Bayanlar Süper Kupası, Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi ve FIVB Dünya Kulüpler Şampiyonası) kazanan Vakıfbank SK, 23 Ocak 2014 itibarıyla, ulusal ve uluslararası seviyede oynadığı üst üste 73 resmî maçı kazanarak kırılması zor bir rekorun sahibi olmuş ve Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeyi başarmıştır. Vakıfbank SK, 2
012-13 sezonunda, Türkiye Bayanlar Voleybol Ligi'nde 29 (22 lig, 7 play-off), Voleybol Bayanlar Türkiye Kupası'nda 6, Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi'nde 12, Voleybol Bayanlar Süper Kupası'nda 1 ve FIVB Dünya Kulüpler Şampiyonası'nda 4 maç kazanarak oynadığı 52 resmî maçın tümünü kazanmıştır. Vakıfbank SK, 2013-14 sezonunda, Türkiye Bayanlar Voleybol Ligi'ne 13 ve Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi'ne 8 galibiyetle başlayarak, hem 2013 yılı boyunca oynadığı 51 resmî maçın tamamını kazanmış, hem de 2012 yılından beri sürdürdüğü galibiyet serisini 2014 yılında 73 maça yükseltmiştir. Kulüp 1986 yılında Güneş Sigorta Spor Kulübü Derneği adı altında faaliyetlerine başladı. Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O'nun federe bir spor kulübü kurma veya böyle bir spor kulübüne ismini verme fikri 1988 yılı başlarında oluşmuş ve o günün koşulları içerisinde hangi spor dallarında faaliyet gösterilirse kamuoyunda daha olumlu bir etki yapacağı araştırıldıktan sonra Bayan Voleybol Branşı ağırlıklı olmak üzere bir Spor Kulübü kurulmasına karar verilmiştir. Yeni kurulan bir takımın Mahalli Küme’den başlaması zorunluluğu nedeni ve Türkiye Bayanlar Voleybol Ligi'ne yükselmenin zaman alacağı düşüncesi ile o tarihlerde Türkiye Bayanlar Voleybol Ligi'nde yer alan Ankara kulüplerinden Rutospor’a isim verilmesi ve bu kulübün daha sonra devir alınması daha uygun bulunmuştur. Böylece 1988 Eylül ayında VakıfBank – Rutospor Kulübü faaliyetine başlamıştır. İlk defa Vakıfbank ismi altında mücadele ettiği 1988-89 sezonunu 8. sırada tamamlamıştır. İlk Başkanlığını İsmet Alver’in (Eylül 1988 – Aralık 1991) yaptığı VakıfBank – Rutospor Kulübünün ismi, 1989 Eylül ayında yapılan Olağanüstü Genel Kurul ile VakıfBank Spor Kulübü olarak değiştirilmiştir. Kulüp, 1 Haziran 2000 tarihinde Ankara ekibi "VakıfBank SK" ile İstanbul ekibi "Güneş Sigorta SK" 'nın birleşmesi sonucu, "VakıfBank Güneş Sigorta Spor Kulübü" adını aldı. 2004 yılında Bursa'da düzenlenen Avrupa Kadınlar Top Teams Kupası'nda şampiyon olarak tarihindeki ilk Avrupa başarısını elde etti. Kazandığı bu şampiyonlukla Eczacıbaşı'ndan sonra Türkiye'ye Avrupa şampiyonluğu kazandıran ikinci Türk takımı oldu. Aynı sezon Türkiye Kadınlar Voleybol Ligi'ni de zirvede tamamlayarak şampiyon oldu. 2007-08 sezonunda Final-Four'u Bursa'da düzenlenen ve Top Teams Kupası yerine o sezon ilk kez oynanan Challenge Kupası'nda da şampiyon olarak, Avrupa'daki ikinci kupasını kazandı. 2010-11 sezonunda Final-four'u İstanbul'da yapılan CEV Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalde Fenerbahçe Acıbadem'i, finalde ise Rabita Bakü'yü 3-0 mağlup etti ve 51 yıllık organizasyon tarihinde namağlup şampiyon olarak bu kupayı kazanan ilk Türk takımı oldu. Sponsor firmalardan VakıfBank'ın, Güneş Sigorta'yı satma kararı almasından dolayı, 2011-12 sezonu için kulüp "VakıfBank Türk Telekom" adıyla yoluna devam edeceğini bildirdi. 2012-13 sezonunda VakıfBank SK adı altında lanse edildi. 2012-13 sezonunda Teledünya Türkiye Kupası finallerinde Eczacıbaşı Vitra'yı 3-0 yenerek kupanın sahibi oldu. Böylelikle 15 yıllık kupa hasretine de son verdi. 2012-13 sezonunda Galatasaray Daikin'in ev sahipliğinde yapılan CEV Şampiyonlar Ligi dörtlü finallerinde, finalde Azerbaycan temsilcisi Rabita Bakü'yü 3-0 yenerek, bu kupayı tarihinde ikinci kez müzesine götürdü. 2012-13 Acıbadem Bayanlar Voleybol Ligi finallerinde Eczacıbaşı Vitra'yı seride 3-0 geçerek, 7 yıl sonra şampiyonluk kupasının sahibi olmayı başardı. Böylelikle 2012-13 sezonunu üç kulvarda da şampiyon olarak noktaladı. 2013 Süper Kupa mücadelesinde karşılaştığı Eczacıbaşı Vitra'yı 3-2 yenerek bu kupayı ilk kez kazandı. Vakıfbank SK, İsviçre'nin Zürih kentinde düzenlenen 2013 FIVB Bayanlar Dünya Kulüpler Şampiyonası'nda finalde Brezilya temsilcisi Unilever Vôlei'yi 25-23, 27-25 ve 25-16'lık setlerle 3-0 mağlup ederek tarihinde ilk kez Dünya şampiyonu olmuştur. 2016 senesinde Filipinler'in Manila kentinde yapılan FIVB Bayanlar Dünya Kulüpler Şampiyonası'nda yarı finalde Türkiye temsilcisi Eczacıbaşı'na 25-23, 19-25, 25-17 ve 25-23'lük setlerle 3-1 yenilmiş, üçüncülük maçında İsviçre temsilcisi Volero Zürich takımını 25-14, 21-25, 25-22 ve 25-11'lik setlerle 3-1 yenerek üçüncü olmuştur. 2018 yılında VakıfBank Bayan Voleybol Takımı, Bükreş'te düzenlenen CEV Şampiyonlar Ligi Finali'nde ev sahibi CSM Volei Alba Blaj'ı 3-0 mağlup ederek (25-17, 25-11 ve 25-17), 4. kez Avrupa'nın en büyük kupasını kazandı. "Not: 2000-01 sezonuna kadar VakıfBank SK ve Güneş Sigorta SK adı altında iki ayrı kulüp bulunmaktaydı." Son güncelleme: 10 Eylül 2016 Son güncelleme: 17 Ağustos 2013 Eczacıbaşı SK Eczacıbaşı Spor, 1966 yılında İstanbul'da kurulmuş müessese kulübüdür. Önceki yıllarda Erkek basketbol, Erkek voleybol takımlarıyla defalarca lig şampiyonluğu kazanmıştır. Günümüzde sadece kadın voleybol takımıyla faaliyetini sürdürmektedir. Dr. Nejat F.Eczacıbaşı. talimatıyla 1966 yılında kurulmuştur. Kulüp, yıllar boyunca basketbol, voleybol ve masa tenisi branşlarında faaliyetini sürdürmüştür. Futbol dışında kurduğu takımlarla katıldığı liglerde pek çok şampiyonluk ve başarı elde etmiştir.Deplasmanlı ulusal liglerde ilk şampiyonluğunu 1975-76 sezonunda erkek basketbol takımıyla kazanmıştır. İlk Avrupa kupasını ise kadın voleybol takımıyla 1999 yılında CEV Kupa Galipleri Kupası'nı kazanarak ile elde etmiştir. 1992 yılında erkek basketbol takımını, 1996 yılında ise erkek voleybol takımını kapatmıştır.Kulüp, günümüzde sadece kadın voleybol takımı ile çalışmalarını sürdürmektedir. Eczacıbaşı Erkek Basketbol Takımı, 1968 yılında kuruldu ve akabinde Türkiye Basketbol Ligi'ne katıldı. Bu yıldan sonra iki kez Türkiye İkinci Ligini ve sekiz kez de Türkiye Birinci Ligini şampiyon olarak tamamladı. 1988 yılında Cumhurbaşkanlığı Kupasını müzesine götürdü. Bu başarılara rağmen holding yönetimi, ekonomik nedenlerden dolayı 1992-1993 sezonunu başlamadan ligden çekildiğini açıkladı. 1967-1968 spor sezonunda kurulan Eczacıbaşı (erkek voleybol takımı), kısa zamanda üçüncü ligden birinci lige geçti. 1976 yılında Lig Şampiyonluğunu kazanan Eczacıbaşı (erkek voleybol takımı), 12 kez Türkiye Şampiyonluğu elde etti ve üç kez de Avrupa finallerine katıldı. Bu finallerde 1978 ve 1992'de dördüncü, 1980 yılında ise üçüncülük kazandı. Türkiye Kupası'nı üç kez kazanan Takım, 1990-1991 sezonunda Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Türkiye Kupası ve Türkiye Şampiyonluğu Kupasını kazandıktan sonra Eczacıbaşı Spor Kulübü tarihinde başarıları ile anılmak üzere 1995-1996 sezonu sonunda ligden çekildi. 1968’de İstanbul ligine katılan Eczacıbaşı (kadın voleybol takımı), 1970’de İstanbul Şampiyonu, 1972-1973 voleybol sezonundan başlayarak 17 kez üst üste olmak üzere toplamda 27 kez Türkiye Şampiyonu oldu. Kadın voleybol takımı, 17 kez arka arkaya Türkiye Şampiyonu olarak bir rekor kırdı. Toplam 27 Türkiye Şampiyonluğu elde etti. Avrupa Kupaları'nda sekiz kez final oynayan Takım iki kez Avrupa ikincisi oldu. 1967-1968 yılında faaliyete geçen takım 1988-89 sezonuna kadar faaliyetini sürdürmüştür. Aktif olduğu dönemlerde birçok İstanbul ve Türkiye birinciliği elde etmiştir. Takım son Türkiye şampiyonluğunu Osman Karagülle antrenörlüğünde 1987 yılında kazanmıştır. Eczacıbaşı Topluluğu çalışanlarının yanı sıra Topluluk dışından oyuncuların da yer aldığı bir takımla, mücadelesine Temmuz 2002’de İkinci Satranç Ligi’nden başlayan Eczacıbaşı, Denizli’de oynanan finallerde üçüncü olarak, Türkiye Birinci Satranç Ligi’ne çıktı. Türkiye Satranç Birinci Ligi’ndeki ilk üç senesinde (2003, 2004 ve 2005) Türkiye Şampiyon'luğunu elde etti. 2006'da Türkiye ikincisi oldu. 2007 yılında faaliyetini durdurma kararı alınmıştır. Ana Madde : Eczacıbaşı Spor Salonu 24 Temmuz 2001 tarihinde Ayazağa'da açılmıştır. 1.700 metrekarelik alana kurulu kapalı spor tesisinde; Türkiye Ligi, Türkiye Kupası ve Avrupa Ligi maçları oynanmaktadır. İyonya İyonya (Yunanca: "Ιωνία" / "Ionia"), Anadolu'da bugünkü İzmir ve Aydın illerinin sahil şeridine Antik Çağ'da verilen addır.Dor istilası sonucu Yunanistan'dan kaçan Akalar tarafından Milet, Efes, Foça ve İzmir çevresinde kurulmuşlardır . Dünyanın yedi harikası arasında gösterilen Efes Artemis Tapınağı İyonlar döneminde inşa edilmiştir . İyonyalılar dönemlerindeki özgür ve halkın haklarını koruyan yönetimleri sayesinde baskı altında kalmadan bilim, ticaret vb. şeylere yönelmişlerdir. Bu yaptıkları şeylerle dönemlerinde gelişmiş bir devlet olmuş ve gelecekteki çoğu özgür devletin kurucusu olmuşlardır. İyonya dönemlerinde halkı baskı altına almayan çok az sayıdaki ülkeden biridir. Ayrıca devletin dini yoktu. Bu sayede çoğu bilim insanını getirerek büyük ilerlemeler sağlamışlardır. İlk Çağda, Anadolu’nun batı kıyılarına Yunanistan bölgesinden gelen Aiol ve Dorlar gibi yerleşen İyonlar, yaşadıkları bölgeye adlarını vermişlerdir. İyonya, batıda Ege Denizi; doğuda Lidya ve güneyde Karya ile Dor şehir devletleriyle çevrelenmiştir. Strabon bölgenin kuzey ve güney sınırlarını Hermos(Gediz Nehri) ile Maiandros(Büyük Menderes Nehri) Irmakları olarak belirlemiştir. Ayrıca Sakız Adası ve Sisam Adası gibi adalar da, İyonya içinde sayılır. Bugün Yunanistan’ın bulunduğu bölgeden gelen İyon kavimleri burada yerleşmişler. Yüksek bir uygarlık kurmuşlardı. Kıyı şehirleriyle Ege Denizi’ndeki adaların bir kısmı İyonlara aitti. İyonlar 12 şehir devleti kurmuşlardır ve bu 12 İyon şehrinin MÖ.1000 yılında kurulduğu tahmin ediliyor. Bu şehirler kısa bir süre içinde gelişmiş, batının birer uygarlık merkezi hâline gelmişti. Bu şehirler Efes, Kolofon, Milet, Mydnos, Priene, Teos, Erythrae, Klazomenai, Phokaia (Foça), Smyrna (İzmir), Samos (Sisam) ile Khios (Sakız) şehirleridir. Bu şehirler içinde Efes ve Milet, devrin bir kültür ve uygarlık merkezi olmuştur. MÖ.700 yılında Lidya Kralı Giges, İzmir ve Milet şehirlerini istilâ etti, diğer şehirler ise ekonomik açıdan Lidya’ya bağlandı. MÖ.560-545′te Lidya kralı Kresus, İyonya’yı Lidya Krallığı’nın egemenliği altına aldı. Lidya Krallığı’nın Persler tarafından yıkı
lması ile Perslerin egemenliğini kabul ettiler. İyon nizamı, Grek mimarisinde Dor nizamından sonra ortaya çıkmış yapı nizamıdır. İyon nizamında da karakteristik özellik sütunlarda toplanmıştır. Bu nizamla yapılmış tapınak sütunları ince uzun sütunlardır. Bir kaide üzerinde yükselmekte ve kıvrımlı başlık taşımaktadır. Sütunlar, taştan basamaklar üzerinde yer alır. Frizler ince uzun bir şerit halinde olup, üzerleri kabartma resimlerle süslenmiştir. İyonlar denizci insanlardı. Birçok Akdeniz limanlarına mal taşıyarak hayatlarını kazanıyorlardı. MÖ. VIII.-VII. ve VI. yüzyıllarda en parlak devrini yaşayan İyon uygarlığı, V. yüzyılda Atina uygarlığının doğmasında önemli rol oynamıştır. İyonya, İyon felsefesinin beşiğidir. İyonya’da filozoflar, kendi aralarında bir İyon felsefesi kurmuşlardı. Bu filozofların başında Thales gelir. Thales doğada en üstün kuvvetin su olduğuna inanmıştır. Thales’ten sonra Anaksimander ile Anaksimenes de her şeyin belirli bir kudrete bağlı olduğunu söylemişlerdir. Anaksimenes en üstün kuvvetin hava olduğunu söylemiştir. İyonlar heykelcilikte, mimarlıkta da çok ilerlemişlerdi. Efes’teki Artemis Tapınağı, Samos’taki Hera Tapınağı İyonya mimarlığının şaheserleridir. Bölgede bulunan 12 bağımsız sahil kenti (Kuzeyden Güneye) Phokaia (Foça), Klazomenai, Erythrae, Teos, Kolophon, Lebedos, Ephesos (Efes), Priene, Mydnos ve Miletos (Milet) ile birlikte Khios (Sakız) ve Samos (Sisam) ada kentleri idi. Bu kentler MÖ. 1000 dolayında Dorlardan kaçan Akalar tarafından kurulmuş 12 bağımsız şehir devletidir. MÖ 7. 8. ve 6. yüzyıllarda İyon kentleri (özellikle bunların en önemlileri olan Ephesos, Miletos ve Samos) tüm Akdeniz havzası üzerinde güçlü bir ticari egemenlik kurdular; bilim, sanat ve felsefe alanında, daha sonra gelişen Yunan ve Roma uygarlıklarının temeli olarak kabul edilen büyük başarılara imza attılar. İyonya MÖ. 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu egemenliğine girdi. MÖ. 502-496 yıllarındaki İyonya İsyanı'nın yenilgisinden sonra yıkıma uğrayarak önemini ve gücünü kaybetti. MÖ. 133'ten sonra Efes ve Milet, Roma İmparatorluğu’nun “Asia” eyaletinin önemli kentleri olarak yeniden kalkındılarsa da, MÖ. 6. yüzyıldaki kültürel ve siyasi önemlerine tekrar kavuşamadılar. Eski Farsça "İonan" adı, Perslerin İyonyalılara vediği isimdi. Farsça ve Arapçadan Türkçeye Yunan biçiminde geçen bu ad, daha sonra Helen ulusunun tümü için İslam kültürel dairesindeki ulusların kullandığı ad oldu. Siyasi yapılanmaları bağımsız şehir devleti şeklinde idi. Şehir devletlerinin temsilcileri "Panionion" adlı kutsal alanda dinî ve siyasi amaçlar için dönemsel olarak toplanmakla birlikte, hiçbir zaman ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmediler. Hiçbir zaman bir araya gelmedikleri için ortak karar aldıkları bir yerde yoktur. Tüm Karadeniz, Kuzey Ege, Güney İtalya ve Sicilya sahillerinde çok sayıda koloni kurarak Akdeniz havzasındaki ticari üstünlüklerini geliştirdiler. Amasra, Sinop, Trabzon, Batum, Kefe, Varna, Enez, Napoli, Sirakuza, Marsilya, Nis gibi birçok kent ilk kez İyonyalılar tarafından kolonize edildi. İyon şehir devletlerinin başında en eski dönemde krallar bulunuyordu. MÖ. 7. yüzyılda halkın seçtiği kişiler, meclislerin yardımı ile şehirleri yönetmeye başladılar. 6. yüzyılda seçim yoluyla iktidarı ele geçiren güçlü yöneticiler tiranlık düzenini kurdular. Ön Asya ve Akdeniz ticaret yollarının kavşak noktasında bir ülke olmaları bilim ve kültür alanında ileri gitmelerinin en önemli nedenidir. Bunun yanı sıra merkezi otoriteye bağlı olmayan bağımsız kentler olarak örgütlenmeleri, özgür düşünce geleneğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Milet'li Thales, Batı felsefesinin ve matematiğinin kurucusu olarak anılır. Thales'in öğrencisi olan Anaksimandros, insanlık tarihinde (resmî kayıtlar ve kutsal kitaplar dışında) ilk kez bağımsız bir kitap yazan kişidir. Milet'li Hekataios eleştirel tarih anlatımının ve ampirik coğrafyanın ilk önemli eserlerini verdi; bilinen ilk dünya haritasını yayımladı. Efes'li Herakleitos "bir insan aynı nehirde iki kez yüzemez" deyimiyle özetlenen değişim felsefesini geliştirdi. Samos'lu Pythagoras üçgenin açıları arasındaki ilişkiyi hesapladı; günümüze dek Batı ve Doğu müziğinin temelini oluşturan ses dizilerini tanımladı. Milet'li Anaksagoras İyonya felsefe ekolünü Atina'ya taşıyarak, Eflatun ve Aristoteles'in öncüsü olmuştur. Eski Yunan halkı arasında yaygın olan tanrılara ilişkin çeşitli inanç ve efsaneler ilk kez M.Ö. 9. yüzyılda İyonyalı destan şairi (muhtemelen Sakızlı veya İzmirli) Homeros tarafından derlenerek sistemleştirildi. Homeros'un sistemleştirdiği mitoloji, Atina'nın egemenliği döneminde (MÖ 5. yüzyıl) tüm Helen dünyasının dinî referans kaynağı olarak benimsendi. Yunan tanrıları insanlara benzerdi. Tanrılarla insanlar arasındaki en önemli fark da insanların ölümlü, tanrıların ise ölümsüz olmalarıydı. İyonyalılar birden fazla tanrıya inanıyorlardı. Grek geleneğindeki ilk anıtsal taş yapılar olan Samos'taki Hera Tapınağı, Efes'teki Artemis Tapınağı ve Didim'deki Apollon Tapınağı, M.Ö. 560 dolayında inşa edildiler. Daha sonra yeniden inşa edilerek erken döneme ait izlerini kaybeden bu üç yapı, Batı mimarisinin başlangıç noktası olarak kabul edilir. Fenike Alfabesi'nden uyarlanan çeşitli Yunan Alfabeleri MÖ. 9. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazandı. Bunlar arasında soldan sağa yazılan İyon Alfabesi zamanla diğerlerini tasfiye ederek tüm Helenler tarafından benimsendi. Hâlen Yunan Alfabesi olarak bilinen alfabe, İyon Alfabesidir. Latin ve Kiril (Slav) alfabeleri Yunan alfabesinden türemiştir. Diyalektik Diyalektik kavramı, kelime kökü diyalog ve etik kurallı bir şekilde tez ve antitezin ortaya konulmasıyla belli bir konu üzerinden ortak değerlerin inşası anlamına gelir, yani tartışılmış bir şekilde tezden senteze geçmiş, farkında olunmadan tekrar tartışılmasında gene aynı soru ve olası varsayımsal cevaplara ulaşılacak kavram değerlerine verilen genel adlandırmadır. Başlangıçta tartışma sanatı ya da çelişkili yollardan muhataplarını ikna etme sanatı anlamına gelmektedir. Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimidir, diyalektik ve Sokratik yöntem, tartışma ve düşünme sanatı olarak diyalektiğin Antik Çağ'daki en yetkin halidir. Değişimin ve hareketin sürekliliği düşüncesi bu aşamada diyalektik olarak ifade edilmiştir. Bir fikirden ya da ilkeden içerdiği olumlu ve olumsuz bütün düşünceleri çıkarma yöntemine diyalektik denilmekteydi. Platoncu anlayışta fikirler, gerçek anlamına geldiklerinden diyalektik, fikirlerin diyalektiğidir. Ama başka yönlerde, duyulur olandan nesnelerin fikirlerine ulaşma ve giderek bu nesnelerin ve bilgilerin saf değişmez ilkelerini ya da yasalarını bulgulama anlayışı olarak da ortaya çıktığı görülür. Heraklitos'un "aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz" sözü diyalektiğin başlangıç halindeki açık tanımını göstermektedir. Diyalektik üzerine bütün çalışmaların başlangıç noktası burasıdır. Oluş ve değişim kavramları bu noktada diyalektik anlayışın temel kavramları olarak belirirler. İlk Çağ filozoflarının birbirine zıt yönlerde de olsalar diyalektikçi oldukları söylenebilir. Sokrates'te ve Sofistler'de diyalektik yöntemin belirli şekillerde kullanıldığı bilinmektedir. Aristoteles, diyalektiğin babası olarak Heraklitos'u değil Elealı Zenon'u gösterir. Zenon'un diyalektiği bir tür özdeşlik düşüncesine dayanır. Zenon, diyalektik yöntemi kullanarak hareketin olanaksızlığını gösterir bir dizi paradoksla. Ona göre evrende görülen çokluk ve çeşitlilik yanıltıcıdır, tıpkı hareketin yanıltıcı bir görünüm olması gibi. Hegel'e gelindiğinde ise tam bir felsefi çalışmayla ortaya konulur diyalektik. Bir yöntem olarak içerimleri kuramsal bir açıklamayla ortaya konur. Buna göre diyalektik, Mutlak Fikir'in tez-antitez-sentez diyalektik üçlü hareketiyle gerçekleşmesi ve bunun bu şekilde anlaşılması yöntemi olarak değerlendirilir. Hegel, düşüncenin hareketinden sezinlediği diyalektiği, evrenin hareketine yöneltmiştir; çünkü Hegel evreni "maddeleşmiş bir fikir" olarak görürdü. Başka bir açıdan Hegel'e göre "düşünce ve varlık özdeştirler" aslında. Burada diyalektik, bütün düşüncenin ve varlığın gelişim sürecidir. Marx, bu düşünüş sürecini tersine çevirir, Hegel'in yolundan giderek diyalektiği maddeci bir temelde değerlendirir. Diyalektikte hareket başlangıcından itibaren, çelişki kavramıyla ve dolayısıyla karşıtlık kavramıyla bağlantılı olarak açıklanmaktadır; Marx maddenin hareketinin diyalektik iç çelişkilerinin ürünü olduğunu ileri sürer ve düşüncenin diyalektiği de bu noktada maddenin hareketinin bilince yansıması olarak değerlendirilir. Bu nedenle Marksist felsefe diyalektik materyalizm olarak ifade edilecektir. Böyle algılandığı için de diyalektik yöntem, giderek diyalektik hareketin bilimi haline gelmiştir. Marx ve Engels ile diyalektik artık tamamen neredeyse bugünkü anlamına kavuşur. Bunun en doğru ve akılcı tarifini Engels vermiştir: Diyalektik, 'dış dünyada ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarını inceleyen bilimdir'. Bu tarif ile diyalektiğin gelişmesinin tamamen bilimlerin gelişmesine bağlı olduğu söylenebilir. Felsefe tarihi Felsefe Tarihi, felsefenin mantık, epistemoloji, ontoloji, etik, estetik gibi alt bölümlerinden birisidir. Genel olarak felsefe derslerinin başlangıcında verilir. Bunun temel nedeni, felsefe tarihinin içeriğiyle ilintilidir. Felsefe tarihi, felsefenin ne olduğunun tanımlanmasından, çeşitli felsefe ögretilerinin tarihsel yerlerinin ve öğretisel ayrımlarının belirlenmesine, ve bu öğretilerin felsefenin alt bölümleri açısından değerlendirilip ortaya konulmasına kadar çok yönlü ve çok boyutlu bir içeriğe sahiptir. Felsefe tarihi bu anlamda sadece bir mevcut felsefelerin ansiklopedik bir araya getirilmesi meselesi değildir; felsefenin ne olduğunun tanımlanmasından neyin felsefe-içi neyin felsefe-dışı sayılacağına değin bir dizi kuramsal/felsefi sorunla yüzyüzedir. Bu anlamda, felsefenin bir altbölümü olarak felsefe tarihi, hem felsefi çalışmanın başlangıcı hem de en önemli alanıdır. Genelde
felsefe tarihi kitapları, bu bakımdan öğretilerin ve bunların felsefi sorunları çözme denemelerinin art arda etkileşimlerle gelişen tarihini ele alır. Bu tarihin hazırlanmasında hem düşünürlerin metinleri hem de bu metinlerin tarihsel toplumsal koşulları içbağlantıları açısından değerlendirilir, öğretilerin birbirine etkileri ve karşıtlıkları, benzerlikleri ve ayrımları serimlenir. Dolayısıyla, genel anlamda felsefe tarihinin varlık, bilgi ve değerlerle ilgili soruları ve sorunları belirli özgül yöntemlerle değerlendiren ya da inceleyen ve bu incelemeyi sonuçları bakımından da sistemaktikleştirmeye yönelik çalışan bütün düşünce girişimlerini ortaya koymayı hedeflediği söylenebilir. Bodo alfabesi Bodo Alfabesi, özellikle, telemprimör vasıtasıyla telgraf ve telsiz telgraf muhaberelerinde kullanılmak üzere tertip edilmiş, 32 harfli alfabe. Bu alfabe, gönderilecek her muhabere işareti, aynı uzunlukta beş işaretin kendine mahsus terkibiyle bildirilir. Bu işaretler iki türlüdür ve genel olarak, bunlara işaret (akım) ve aralama (sıfır akım) palsları denir. Hava embolisi Hava ambolisi, düşük hava basıncına maruz kalma sonucu vücut dokusu ve sıvı kısımlarında, diğer gazlarla birlikte, azot kabarcıklarının teşekkülünden ileri gelen şiddetli, kol, bacak ve eklem ağrıları. Böyle bir halin yüksek irtifada meydana gelmesi, yükselişe geçmeden, yer seviyesinde iken saf oksijen teneffüs edilmekle büyük ölçüde azaltılabilir. İstihbarat çarkı Bilginin istihbarata çevrildiği ve kullananların istifadesine sunulduğu safhalardır. Çarktaki 5 aşama şunlardır: Uluslararası Lojistik Uluslararası Lojistik, milletler, bu milletlere mensup kuvvetler ve makamlar arasında destekleyici lojistik anlaşmalarının müzakere planlama ve uygulaması. Milletlerarası lojistik bir veya daha çok yabancı hükümete, milletlerarası teşkilata veya askeri kuvvete ödemeli veya ödemesiz lojistik destek (komple malzeme, malzeme ve/veya hizmet) sağlamak veya bunlardan lojistik destek almak hususunu içine alır. Ayrıca; Amerika'nın askeri lojistik sistem usullerinden önemli bir unsur, faaliyet veya asli unsurun bir veya daha çok yabancı hükümet, milletlerarası teşkilat veya askeri kuvvete ait sistem ve usullerle daimi veya geçici olarak birleştirilmesi ile ilgili planlama ve çalışmaları da kapsar. Amerikan lojistik prensip, sistem ve usullerinin bir veya daha çok yabancı hükümet milletlerarası teşkilat veya kuvvetin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılması ile ilgili planlama ve çalışmalar da bu lojistiğin şümulü içine girer. Grumman A-6 Intruder Uçak gemilerinden faaliyet göstermek üzere planlanmış iki turbojet motorlu, iki mürettebatlı, her hava şartında faaliyet gösterir orta menzilli taarruz uçağı. Alçak irtifada iken küçük hedefleri tespit için entegre taarruz/seyrüsefer sistemi vardır ve nükleer ve/veya konvansiyonel çok çeşitli silah ve gelişmiş havadan karaya füze sistemleri taşıyabilir. A-6 da denir. Havada yakıt ikmali için tanker tipine KA-6 denir. Elektronik karşı tedbirler tipi EA-6A diye adlandırılır. İyonosfer İyonosfer, atmosferin elektromanyetik dalgaları yansıtacak miktarda iyonların ve serbest elektronların bulunduğu 70 km ile 400 km lik kısmı. Termosferi tamamen kapsarken, mezosfer ve ekzosferin bir kısmını kapsar. Güneş'ten ya da yıldızlararası uzaydan gelen ışımalar, burada atmosfer gazlarının atom ve moleküllerini iyonlar ya da elektrikle harekete getirir. İyonosferin yüksekliği zamana ve mevsime göre değişir yalnız sınırının 25-50 mil arasında olduğu var sayılır. Işıma ve yansıtma özelliklerine göre çeşitli katmanlara ayrılır. Karakteristik bir olay, bazı radyo dalgalarını yansıtmasıdır. Bu katmanda gazlar iyon halinde bulunur. Bu yüzden radyo dalgaları çok iyi iletilir. Sıcaklık yüksektir, ancak gazlar çok seyrek olduğu için sıradan bir termometreyle ölçülen sıcaklık düşüktür. Bir radyo dalgası iyonosfere ulaştığında, elektromanyetik dalganın elektrik alan birleşeni iyonosferdeki elektronları radyo frekansı ile aynı frekansta titreşime zorlar. Titreşim enerjisi, elektronların yeniden düzenlenmesini ya da elektronların orijinal radyo frekansını yeniden oluşturmasını sağlar. İyonosferin çarpışma frekansı radyo frekansından düşük ve elektron yoğunluğu yeterli ise tam yansıma gerçekleşir. Eğer gönderilen radyo dalgasının frekansı iyonosferin plazma frekansından büyük ise elektronlar yeterince hızlı dönüt veremez ve sinyal geri yansımaz. Bu durum şu şekilde formülize edilir: formula_1 Burada N = cm³ teki elektron yoğunluğudur. Jan gridi Jan gridi, Müşterek Kara, Deniz Kuvvetleri grid sistemi; coğrafi mevkilerin emniyetle tespitini mümkün kılmak için kabul edilen ve bütün yer yüzünü kaplayan grid sistemi. Bu grid; enlem ve boylam bakımından karelerin başlangıç yerlerini ve boyutunu tayin suretiyle tesis edilir. Belli başlı 12 bölge mevcuttur. Mahalli makamlar, yukarıdaki esaslara dayanarak, özel JAN gridleri çıkarabilirler. JAN gridleri, genellikle, Merkatör projeksiyonlarında kullanılır. Jan gridleri çıkarıldığı gibi geri takılabilir Ulucak Camili Bayırköy Belde isimleri: Köy isimleri: Çalı kuşu Çalı kuşu veya çalıkuşu, çalı kuşugiller (Regulidae) familyasını oluşturan kuşların ortak adı. Familyanın bütün üyeleri, 9-15.5 santimetredir. Bu kuşların, superciliumunda bir göz-halkası veya çizgisi vardır. Erkekler, rengarenk bir taç yamasına sahiptir. Mevlevîlik Mevlevîlik (Osmanlı Türkçesi: مولويه - Mevleviyye), 13. yüzyılda yaşamış Mevlana Celaleddin Rumi'nin görüşleri ve tasavvufî düşünceleri üzerine, kendisinin ölümünün ardından gelişen tarikattır. Mevlana bir tarikat kurmamış olsa da bunun temellerini attı. Dostlarıyla birlikte sohbet toplantıları düzenler, bu toplantılarda dini konuşmalar yapılır, müzik dinlenir, sema yapılır ve zikredilirdi. Zamanla Mevlana'nın fikirleri yayıldı ve toplantılarına katılmak isteyenlerin sayısı arttı. Bu kişilerin bazıları İran ve Arabistan gibi yabancı ülkelerden geliyorlardı. Mevlana, toplantılara düzen vermek için bazı kurallar koydu. Bu düzen, Mevlevilik tarikatı ritüellerinin kökenini oluşturacaktı. Gönül dostu Şems'i kaybettikten sonra Mesnevi'yi yazdırır. Oğlu Sultan Veled, talebesi Hüsamettin Çelebi ve ardından gelenler bunu geliştirip önce Anadolu'ya daha sonra da diğer yörelere yaymışlardır. Mevlana'nın torunlarından biri de Kütahya'da Dönenler Camii'nde yatmaktadır. Mevlana'nın oğlu Sultan Veled postnişin (şeyh) olduktan sonra bir tarikat merkezi (tekke) inşa edildi. Bu tekkede Kur'an ve Mesnevi okunuyordu. Böylece mevlevilik, sufi tarikatlardan biri haline geldi. Mevlana'nın, yakınları ve dostlarının defnedilmiş olduğu Konya'daki Yeşil Kubbe (Kubbe-i Hadra), tarikatın manevi merkezi halini aldı. Bugün de pek çok müslüman bu türbeyi ve yanındaki tekkeyi ziyaret etmektedir. Mevleviliğinin başlangıcında sema ayini, dervişlerin vecde gelmesiyle başlıyordu. Ulu Arif Çelebi zamanında semadan önce Kur'an ve gazeller okunmaya başladı. Sema ayini Mukabele denilen günümüzdeki şeklini 15. yüzyılda Pir Adil Çelebi zamanında aldı. Mevleviliğin gelişmiş bir adap ve kural sistemi vardır. Misal, ortak tabaktan yemek yeniyorsa kaşığın bir tarafı ile yemek alınır, diğer tarafı ile yemek yenir. Kaşığın ağza değen kısmının yemeğe değmemesine özen gösterilir. Ayrıca alemdeki tüm varlıkların Allah'ın birer parçaları olduğu varsayılarak onlara değer verilirdi. Örneğin; kaşık öpülerek yemeğe başlanır, sırtlarına giydikleri yelekler öpülerek giyilirdi. Mevlevilikte de diğer tarikatlarda olduğu gibi yün giyilir, bu da maddi ve özellikle manevi fakirliğin bir gösteriliş şeklidir. Mevlânâ’nın tasavvufu, sırf mistik ve idealist bir tasavvuf olmayıp mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan tamamiyle sıyrılmak ve halka, topluluğa yayılmak sûretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta sınırsız bir sevgi, insanî bir görüş ve mutlak bir birlik halinde, moral sahadaysa herkesin kendisini, bir kâmile uymak suretiyle ıslâhı ve umumî olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insanî bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede amelî karaktere sahip olan bir tasavvuftur. İslam felsefesi olarak da bilinen tasavvufta mevlana ve mevleviliğin önemi büyüktür. Mevlevilik insan odaklı olup hoşgörüye, güzele ve ihlasa yöneliktir, pes etme yoktur pişman olma ve affetme vardır. Vladivostok Vladivostok (), Rusya'nın Primorski Krayı'nın merkezi olan şehir. Şehir Altın Boynuz'un ucunda Çin ve Kuzey Kore sınırları yakınlarında yer almaktadır. Yüzölçümü 560 km² olan şehrin nüfusu 2010 itibarı ile 592.034'tür. Vladivostok, Rus Uzak Doğusu'nun en büyük kentidir. Şehir Rus Donanması'nın Pasifik Filosu'nun ana üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Şehir altı üniversitesiyle bir eğitim merkezidir. Vladivostok 2 Temmuz 1860 tarihinde kurulmuştur. 22 Nisan 1880 tarihinde şehir statüsü almıştır. Vladivostok'un en büyük ekonomik faaliyetleri nakliyat, balıkçılık ve donanma üssüyle ilgili faaliyetlerdir. Şehrin bir diğer önemli ekonomik faaliyeti ise çok önemli bir işveren ve şehrin önemli bir gelir kaynağı olan ikinci el Japon otomobil ithalatıdır. Vladivostok'a Moskova'ya bağlayan Transsibirya demiryolu ile Vladivostok Uluslararası Havalimanı hizmet vermektedir. Şehirde ayrıca tramvay ve troleybüs hizmeti bulunmaktadır. Vladivostok'un aşağıdaki şehirler ile kardeş şehir anlaşması bulunmaktadır. Pirinç Han (İstanbul) Pirinç Han, Sultan II. Bayezid tarafından İstanbul'daki vakıflarına gelir sağlamak amacıyla 1508 yılında yaptırılan han. Pirinç Hanın mimarları Yakup Şah bin Sultan Şah ve Ali bin Abdullah'dır. Bina emini Ecebey bin Abdullah ve Nazır Muhiddin'dir. Alt katta 38, üst katta 48 oda bulunur. Orijinalinde avlusunda 16 gen şadırvanın bugün hala izleri görülmektedir. Bugün alt kat kafe olarak kullanılmaktadır, ust kat ise boştur. Çıban Çıban veya fronkül, bakteriyel enfeksiyon; deride oluşan ağrılı, şiş apseye verilen isimdir. Genellikle, bir kıl keseciğine ya da yağ bezi kanalına giren "Staphylococcus aureus" bakterisinden kaynaklanır. Doku
nulduğu zaman ele çok sert gelse de, gerçekte irinle doludur. İrinin birikmesi komşu sinirler üzerine baskı yapar ve iltihaba yol açar. Çıbanlar genel olarak, bir yere sürtünen bölgelerde, sözgelimi boyun, yüz, kulak, kol ve bacaklarda oluşur; ama bedenin her yerinde de görülebilir. Ortasında kıl ostiumuna uyan bir yerde beyaz veya gri bir tıkaç gösteren fındık veya ceviz iriliğinde akut inflamasyon gösterir. Küçük fronküllerde nemli ısı drenajı artırır ve yeterli görünmektedir. Zamanla tıkacı atılır ve içindeki cerahat boşalır. Büyük fronküllerde ise drenaj gerekir. Gerek lokal gerekse sistemik nedenler ile çok sayıda fronkül gelişmesine veya sık sık nüksetmesine fronküloz denir. Fronkül her bölgede bulunabilir. Dış kulak yolunun kıkırdak kısmındaki kıl köklerinde stafilokoklarla meydana gelir. Başlangıçta ağrı ile başlar, sonra ateş ve kırgınlık meydana gelir. Dış kulak yolunun hareket ettirilmesi ile (çiğneme v.s.) ağrı artar. Başlangıçta kızarıklık, daha sonra şişlik ve fronkül gözlenir. Tedavide, antibiyotik verilir, ileri vakalarda drene edilir. Küçük çıbanların tedavisi, bulunduğu bölgenin temiz tutulmasına, tahriş edilmesinin önlenmesine ve antibiyotik merhemler uygulanmasına dayanır. Özellikle yüzde çıkan büyük çıbanlar kan zehirlenmesine (septisemi) yol açabilir. Eğer hastalık ıle ilgili önlemler alınmazsa 'sepsis'e kadar vücudumuzdaki zehirli kan gider. Kavga Kavga veya dövüş, anlaşmazlığa düşen iki tarafın çoğunlukla fiziksel şiddet kullanarak birbirini alt etmeye çalışması. Kavgalar kişiler arasındaki iletişimde yaşanan kopukluk, yanlış anlama, süregelen husumet gibi çok çeşitli nedenlerden patlak veren bir olaydır. Bir kavga patlak verdiğinde, kişiler içgüdüsel olarak baskın taraf olmaya çalışırlar. Bu durum kişilerin kavga esnasında bağırmasına, çığlık atmasına ve/veya kaba kuvvet kullanmalarına neden olur. Bir kavga sırasında karşıdakini incitmek ya da haksız duruma düşürebilmek için karşı tarafların açıkları, geçmişte yaşanan olumsuzluklar, gizli kırgınlıklar ortaya atılabilir. Bu durum dostlukların zedelenmesine, hatta bitmesine neden olur. Bir kavga bittikten sonra, genelde taraflar arasındaki iletişim tamamen ya da kısmen kopar. Çaylak Çaylak, gündüz yırtıcı kuşları (Falconiformes) takımından atmacagiller (Accipitridae) familyasının Milvinae, Elaninae alt familyaları ile Perninae alt familyasından bazı türleri kapsayan yırtıcı kuşlara verilen ortak ismidir. Bunlar uzun kanatlı, uzun çatalkuyruklu, çengel gagalı olup küçük kuşları ve fare gibi hayvanları avlarlar. Yaklaşık 60 cm boyunda, yavaş ve yumuşak uçuşlu, çengel gagalı kuşlar olan çaylak cinsi üyeleri, daha çok açık alanlarda yaşar, zaman zaman avlanırlarsa da, çoğunlukla leş yerler. Cinsin örnek türü çaylak ya da Kızıl çaylak ("Milvus milvus"), Orta Çağ'da Avrupa kentlerinde leşleri ortadan kaldırdığı için korunmuş, günümüzde kırsal kesime çekilmiştir. Kara çaylak ("Milvus nigrans"), Afrika, Avustralya ve Avrasya'da hala çok yaygındır. Perninae alt familyası içindeki bazı türler de çaylak olarak isimlendirilir: El Hüseyn Köprüsü Eskiden Kral Faruk'un yazlık sarayının bahçesi olan, kamulaştırmadan sonra halka açılan parktaki köprüdür. Kötü bir kopyası kent içinde 2-3 misli büyütülerek yapılmıştır. Gizli mürekkep Yazı veya basım işlerinde kullanılan ve ilk bakışta veya yazılışta kısa bir zaman sonra gözle görülmez hale gelen çeşitli kimyasal maddelerden herhangi biri. Tel üstüvane Tel üstüvane, taşımak için katlanabilen veya iç içe sokulabilen ve kullanılacağı zaman açılan, silindir şeklinde, portatif dikenli tel engeli. Tel üstüvaneler, genel olarak, diğer engellerin kuvvet ve tesirini artırmak için kullanılır. Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesi Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesi eski adıyla Ankara Hasan Âli Yücel Anadolu Öğretmen Lisesi, Türkiye'nin başkenti Ankara'da yer alıp, temel amacı öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarına öğrenci hazırlamaktır. Okul ismini Türkiye'nin ilk Milli Eğitim Bakanı ve Köy Enstitüleri'nin kurucusu Hasan Âli Yücel'den almıştır. Yakın bir tarihte faaliyete geçmesine rağmen bugüne kadar ÖSS ortalamasında Türkiye'nin sayılı okulları arasında yer almaktadır. İlk ÖSS birincisini 2005 yılında Yabancı Dil İngilizce ek puan türünde çıkarmıştır. Ayrıca 2007 ÖSS'de Eşit Ağırlık-2 puan türünde Türkiye 2.ciliğide bulunmaktadır. 2010 LYS'de Dil 1 puan ve Dil 2 türünde Türkiye 2.ve Dil 3 puan türünde Türkiye 3.,Dil 1 puan türünde 17.,21.,27.,50.,90.,144.,177.,204,244 ve 288 Dil 2puan türünde Türkiye 90. ve 111.Bu dönemde 14 öğrenciden 7'si Boğaziçi üniversitesinden teklif almış bunu sadece iki öğrenci değerlendirmiştir. Böylece, 2 öğrenci Boğaziçi İngilizce Öğretmenliği,2 öğrenci Bilkent Mütercim Tercumanlık,8 öğrenci ODTÜ İngilizce öğretmenliği , 1 öğrencisi Hacettepe İngilizce Öğretmenliği ve 1 öğrencisini Gazi İngilizce Öğretmenliğine kazandırmıştır. 2003 yılında ise Kerim Yiğit adlı öğrencimiz Gazi üniversitesini kazanmıştır. 2011 LYS' de Dil-3 puan türünde Türkiye 2.si, Türkiye 7.si, Türkiye 19.su, Türkiye 119.su, Türkiye 129.su, Dil 1 puan Türünde Türkiye 251.si çıkmıştır. Kültürel-Sportif: HAYAL öğrencileri her yıl çeşitli sportif ve kültürel yarışmalara katılmaktadır. Ayrıca katıldıkları bu yarışmalardan elde etmiş oldukları dereceleri vardır. Okulun sosyal hayatı geçtikçe gelişmekte, tüm imkanlarını sosyal hayat için kullanmaktadır. Okul ek olarak düzenlenen yarışma ve olimpiyatlara her yıl öğrenci göndermektedir. Okul çevre kulübü ve okul çevre gönüllüleri öğretmen ve öğrencileriyle, ağaçlandırma ,çevre güzelleştirme ve temiz çevre gibi çalışmalar yapmaktadır. Yoğunlaşma bulutu Nispeten nemli bir atmosferdeki nükleer (veya atomik) patlamayı takiben ateş topunu geçişi olarak çevreleyen çok ince su damlacıklarından duman veya sis. Patlamanın negatif safhasındaki hava genişlemesi ısının azaldığı patlama sonuçlarında dalgalanmakta, bu nedenle havadaki mevcut su buharının yoğunlaşması oluşmakta ve bir bulut teşkil etmektedir. Bulut, basıncın normale döndüğü ve hava sıcaklığının tekrar yükseldiği zaman hemen ortadan kalkmaktadır. Bu olgu, Wilson bulut kümesinde Fizikçiler tarafından kullanılana benzerdir ve bazen bulut küme etkisi olarak anılmaktadır. Jacques-Yves Cousteau Jacques-Yves Cousteau (d. 11 Haziran 1910 - ö. 25 Haziran 1997), Fransız okyanus uzmanı, deniz subayı ve sinema yönetmeni. Avukat oğlu ve noter torunu olan Cousteau, denizi ailesinin yerleştiği Marsilya civarlarındaki küçük koylar sayesinde keşfetti. 1930'da saygın bir okul olan Stanislas Okulunu bitirdikten sonra Brest'in Deniz Harp Okuluna girdi ve topçu eri oldu. 12 Temmuz 1937'de Simone Melchior ile hayatını birleştirdi. İki tane çocukları oldu, Jean-Michel Cousteau (1938) ve Philippe Cousteau (1940). İkisi de Calypso macerasına katılacaklardı. İlk deniz altı deneyimlerini, Fransız Deniz Kuvvetlerinde yaptı. 1936 'da, belki de modern dalgıç maskelerinin ataları olan deniz gözlüklerini denedi. II. Dünya Savaşına katılan Cousteau, birçok askeri ödül aldı. Ateşkesin ardından Simone ve Jacques Cousteau'nun ailesi Megeve şehrine sığındılar. Orada Ichac ailesi ile arkadaş oldular. Jacques-Yves Cousteau'nun ve Marcel Ichac'in hedefi aynıydı: herkese ulaşılmaz ve bilinmeyen yerleri tanıtmak. Cousteau bunu denizaltında yapmayı hedeflerken Ichac dağları tercih ediyor. İki komşu 1943 'te Belgesel Filmi Kongresinde berabere birinci oldular. O dönemde Jacques-Yves Cousteau, kardeşi Pierre-Antoine'den uzaklaşıyor. Yahudi düşmanı bir gazeteci olan kardeşi 1946 'da idam cezası aldıysa da 1954 'te serbest bırakıldı. Savaş yılları dalış için önemli yıllar oldu. 1943 'te, Cousteau Émile Gagnan ile birlikte modern otonom dalgıç giysisi icat etti. Cousteau 19. yüzyılın (Rouquayrol ve Denayrouze) ve 20. yüzyılın başlangıcındaki (Le Prieur) icatları geliştirip yenileştirdi. Bu icadın patenti onu ömür boyu para sıkıntısından korudu. Savaştan sonra (1946), Cousteau Toulon'da "Groupe d'Etudes et de Recherches Sous-marines'i", yani GERS'i (Deniz altı Araştırma ve Çalışma Grubunu) kurdu. 1948'de, Cousteau Akdeniz'e ilk seferi düzenliyor. GERS'in toplandığı yer olan "Elie Monnier" eski bir römorkördü. Bu seferde Philippe Tailliez, Frédéric Dumas, Jean Alinat ve bulgunun film yapımcısı Marcel Ichac vardı. Küçük bulgu ekibi Mahia'da (Tunus) bulunan ve Romalılar zamanından kalan bir kalıntıyı inceledi. Otonom dalışı kullanan ilk arkeolojik denizaltı operasyonuydu. Böylece bilimsel denizaltı arkeolojisi için ilk adım atılmış oldu. 1949 'da Cousteau ordudan ayrılıp Fransız Oşinografik Seferleri'ni kuruyor. Ünlü gemisi Calypso'yu satın alıp dünyanın en ilgi çekici denizlerini ve ırmaklarını gezdi. Gezileri sırasında birçok filme imza attı. Louis Malle ile 1956 'da hazırladığı "le Monde du silence" yani "Sessiz Dünya" filmi Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ile ödülendirildi. Denizaltı biyolojisini yazdığı kitaplarla tanıtmaya çalıştı. Jean Mollard'ın yardımıyla SP-350'yi inşa etti. Bu 2 kişilik denizaltı 350 metrelik derinliğe inebildi. Başarılı denemeden sonra, bunu 1965'te 2 taşıt ile tekrarladılar ve böylece 500 metre derinliğe ulaştılar. 1957'de Monako Okyanus Araştırmaları Müzesi'ni yönetti. Precontinent projelerini idare ediyordu. Bu projelerde su altında uzun süre kalınıyordu ve bir "sualtı evi" sayesinde incelemeler yapılıyordu. ABD'nin Bilimler Akademisine kabul edilen ender yabancılardan biriydi. Jacques-Yves Cousteau ünü giderek yükseliyordu. 1960 yılının Ekim ayında bir yığın radyoaktif madde CEA tarafından Akdeniz'e atılacaktı. "Komutan Cousteau" basın kampanyası düzenledi ve 2 hafta geçmeden halk ayaklandı. Radyoaktif maddeler treni büyük bir kalabalık tarafından durduruldu ve geldiği yere dönmek zorunda kaldı. 1960'ta Monako'da, Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'un resmi ziyareti ve Ekim ayındaki nükleer denemeler üzerindeki tartışmaları sayesinde ünlü oldu. Fransa elçisi, Prens Rainier'ye görüşmelerinin engellenmesinin daha iyi olacağını söylemesine rağme
n prens Cousteau'nun müze ziyareti sırasında orada olmasını sağladı. Cumhurbaşkanı dostça "kumandana", "atom bilginlerine karşı iyi davranmalarını" istedi. Cousteau şu şekilde cevap verdi: «"Sizin atom bilginleriniz bize iyi davranmalı"». Devam eden tartışmada, Jacques-Yves Cousteau nükleer sırların Fransa ile paylaşılmamasının Amerikan bir karar olduğu için üzüldüğünü belirti. Çünkü bu yüzden Fransa nükleer araştırmalara ve denemelere başlamıştı. 1974'te ABD'de "The Cousteau Society" 'i kurdu. Günümüzde bu vakfın 100.000 üyesi var ve amaçları şimdiki ve gelecek nesillerin yaşam kalitesini korumak. 1977'de Peter Scott ile birlikte, Birleşmiş Milletler tarafından çevre için yaptıklarından dolayı ödüllendirildiler. "Presidential Medal of Freedom" yani "Özgürlük Madalyası" ona Ronald Reagan, dönemin ABD Cumhurbaşkanı tarafından takdim edildi. 28 Haziran 1979'da, Calypso ile Portekize doğru bir seferde, oğlu Philippe bir kaza sonucu hayatını kaybediyor. Bu durumdan çok etkilenen Cousteau, yanına öbür oğlunu çağırıyor. 24 Kasım 1988'de, Fransız Akademisi'ne seçildi. Kabul töreni 22 Haziran 1989'da gerçekleşti. Kabul törenindeki konuşmasına cevap Bertrand Poirot-Delpech tarafından söylendi. 2 Aralık 1990 eşi Simone Cousteau kanser yüzünden hayatını kaybediyor. Bu güçlü karakterli kadın, Calypsoda eşinden fazla vakit geçiriyordu. 1991 yılının Haziran ayında Cousteau Francine Triplet ile yeni bir evlilik yaptı. Evlenmeden önce yeni eşinden iki tane çocuğu olmuştu, Dianne ve Pierre-Yves. Şu anda Francine Cousteau eşinin eserini sürdürüyor. Bu andan itibaren, Cousteau ile büyük oğlu arasında ipler gerildi ve beraber çalışmayı bıraktılar. 1996'da Jacques-Yves Cousteau oğlunu Fiji Adaları'nda "Cousteau" isminde bir tatil köyü açmayı planladığı için mahkemeye verdi. 1992'de Birleşmiş Milletlerin Rio de Janeiro'da (Brezilya) düzenledikleri çevre ve gelişme hakkındaki konferansa davet edildi. BM'nin ve daha sonra Dünya Bankasının sürekli danışmanı oldu. Aynı sene "Gelecek Nesillerin Hakkı Konseyinde" başkan seçildi.. Jacques-Yves Cousteau 25 Haziran 1997'de vefat etti. Ölümü en popüler Fransızlardan biri olduğu ABD'de çok hissedildi. Doğduğu şehirde onun anısına "Komutan Cousteau Sokağı" yapıldı. Cousteau kendine "oşinografik teknisyen" demeyi seviyordu. Çoğu kişi Onun doğaya, özellikle denize aşık olduğunu düşünüyordu. Kendine has gülüşüyle ve televizyon sayesinde, tüm dünyanın insalarına denizaltı zenginliklerini tanıttı. Cousteau tarafından yapılanlar ortaya yeni bir tür bilimsel iletişim çıkardı. Bu konuda akademisyenler tarafından eleştirildi. Çünkü televizyonda sunulan işlerle bilimsel çalışmadan uzaklaştığı söyleniyordu. Ama en azından, bilim dalları daha çok kişiye ulaşmış oldu. Jacques-Yves Cousteau 20. yüzyılın ikinci yarısında, denizaltının keşfi konusunda tartışmasız en önemli insanlardan biriydi. Birçok nesile hiç tanınmamış diyarları tanıttı. Kıtasal Amerika Birleşik Devletleri Kıta ABD'si ya da Conus, Amerika Birleşik Devletleri 'nin Kuzey Amerika kıtası üzerinde yer alan 48 eyaleti ve başkent Washington D.C.'i kapsayan bölümüne verilen addır (7.825.268 km²). Alaska eyaleti diğer 48 eyalete bitişik olmadığı için bazen bu tanıma dahil edilir, bazen de bu tanımın dışında bırakılır. Hawaii eyaleti Büyük Okyanusu üzerinde bulunan bir ada olduğu için her zaman Kıta ABD'si tanımının dışında kalır. Sokotra Sokotra (Arapça سقطرى Suquṭrā) dört adadan ve Arap Yarımadası'nın 350 km kadar güneyinde Hint Okyanusu'ndaki Yemen' e bağlı adacıklardan oluşur. Uzun yıllar Aden ili' ne bağlı olan ada, 2004 yılında Hadramut ili'nin bir parçası oldu. 2013 yılında yapılan düzenleme ile müstakil Sokotra ili oldu. Sokotra Dünya'nın kıtasal kökenli bölgeleri içerisinde en izole durumdaki yerlerinden bir tanesidir (ör. volkanik kökenliler değil). Takımadalar büyük ihtimalle Afrika'dan fay kırılması ile Orta Pliyosen devrinde ayrılmıştır, aynı çatlak olayı kuzeybatısındaki Aden Körfezi'nin açılmasını sağlamıştır. Takımada ana ada Sokotra (3625 km² veya 1400 mi²) ve "Erkek Kardeşler" olarak bilinen üç küçük adadan; Abd Al Kuri, Samha, Darsa — ve diğer insan yaşamayan kaya çıkıntılarından oluşur. Ana ada üç coğrafi araziye sahiptir: dar sahil düzlüğü, karstik mağaraların içine işlemiş bir kireçtaşı yaylası ve Haghier Dağları. Dağlar 1525 metre (5000 fit) yüksekliğindedir. İklim genellikle tropikal çöl iklimi ve step iklimidir; az, mevsimsel (kış) ve iç yüksek kısımlarda daha çok olmak üzere yağmur yağışı olur. Muson sezonu sert rüzgarlar ve yüksek denizleri getirir. Sokotra takımadasının uzun coğrafi izolasyonu, şiddetli sıcağı ve kuraklığı birleşerek benzersiz ve harikulade endemik bitki örtüsünü yaratmıştır. Araştırmalar Sokotra'da bulunan 800 veya daha fazla bitki türünün üçte birinden daha fazlasının Sokotra dışında bulunmadığını göstermiştir. Takımada biyoçeşitlilik ve muhtemel ekoturizm merkezi olması açısından evsensel öneme sahiptir. Sokotra'nın en göze çarpan bitkilerinden bir tanesi, garip görünüşlü ve şemsiye şekilli bir ağaç olan ejderin kanı ağacıdır ("Dracaena cinnabari"). Kırmızı özsuyu eskilerin ejderin kanı olarak adlandırdığı, ilaç ve boya olarak kullandıkları bir maddedir. Diğer sıradışı bitki ise "Dorstenia gigas" bitkisidir. Ada grubu ayrıca zengin bir kuş faunasına sahiptir, bunların içinde birkaç endemik kuş türü bulunmaktadır, Sokotra Sığırcığı "Onychognathus frater", Sokotra Güneşkuşu "Chalcomitra balfouri", Sokotra Serçesi "Passer insularis" ve Sokotra Altın-kanatlı İspinozu "Rhynchostruthus socotranus". Birçok izole ada sisteminde olduğu gibi, yarasalar Sokotra'nın tek yerli memelileridir. Tersine, Sokotra çevresinde deniz biyoçeşitliliği zengindir, çok yaygın biyoçeşitliliğe sahip bölgelerden türemiş türlerin karışımından oluşur: batı Hint Okyanusu, Kızıl Deniz, Arabistan, Doğu Afrika ve geniş Hint-Pasifik. Sokotra'daki insanların neredeyse hepsi ana adada yaşamaktadır. En önemli şehir Hadiboh'dur (2004 tahmini nüfusu 43.000). Abd Al Kuri'nin ve Samha'nın birkaç yüz kişiden oluşan nüfusu vardır, Darsa'da ise insan yaşamamaktadır. Geleneksel olarak, takımada Muson rüzgarları nedeniyle Haziran ile Eylül ayları arasından ulaşılmazdır. Temmuz 1999'da yeni bir hava alanı açılmıştır. Çoğu Sokotralı hâlâ elektriksiz, akan su olmadan veya asfaltsız yollar ile yaşamaktadır. Sokotra'da sadece Semitik Sokotri dili konuşulur, dil Mehri dili gibi Arap anakarasında konuşulan diğer Modern Güney Arabistan dilleri ile ilişkilidir. Adanın başlıca ürünleri, hurma, hint hayvansal yağı, tütün ve balıktır. Ayrıca, sığır ve keçi yetiştirilmektedir. 1990'ların sonunda Birleşmiş Milletler Geliştirme Programı Sokotra adasını yakından incelemek için başlatılmıştır. Sokotra MS 1. yüzyıl Yunan gemici yardımcısı Eritre Denizi'nin Periplus'una ait notlarda "Dioskouridou" ("Dioscurides'in") olarak geçmektedir. "Periplus" ait notların çevirisinde, G.W.B. Huntingford "Sokotra" isminin kökeninin Yunanca olmadığını fakat Sanskritçe "dvipa sukhadhara" ("mutluluk adası") kelimesinden türediğine dikkat çekmektedir. Yerel bir geleneğe göre, adanın yerlileri Thomas tarafından MS 52'de Hristiyanlığa çevrilmişlerdir. 10. yüzyıl Arap coğrafyacısı Abu Mohammed Al-Hassan Al-Hamdani kendi zamanında ada sakinlerinin çoğunun Hristiyan olduğunu belirtmiştir. 1507'de Portekiz adadaki Hristiyanları Arap İslami yönetimden kurtararak özgürleştirme nedenini göstererek işgalci kuvveti başkent Suk'a yerleştirmiştir. Ancak bekledikleri kadar hoş karşılanmamışlardır ve dört yıl sonra adayı terk etmişlerdir. Adalar 1511'de Mahra sultanlarının kontrolüne geçmiştir. 1700'lerin sonunda Sokotra kısa bir süre için Avusturya İmparatorluğu'nun bir parçası olmuştur. Daha sonra 1886'de Kiş ve Sokotra Mahra Eyaleti'nin geri kalanıyla beraber Britanya hamiliğine girmiştir. Britanyalılar için önemli stratejik bir yerdi. P&O gemisi 1897'de 'Aden' Sokotra yakınındaki bir kayalığa çarptıktan sonra batmıştır ve 78 kişi ölmüştür. 1967'de Mahra sultanlığı kaldırılmıştır. Bağımsızlığının ardından, Sokotra Güney Yemen Halk Cumhuriyeti'nin (daha sonra Yemen Halk Demokratik Cumhuriyeti olmuştur) bir parçası olmuştur. Günümüzde Yemen topraklarının içindedir. __DEĞİŞTİRYOK__ Yeni İskenderiye Kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesi, Akdeniz'de Mısır'ın İskenderiye sahil limanında yer alan büyük bir kütüphane ve kültür merkezidir. Kadim İskenderiye Kütüphanesi'nin varolduğu sanılan alana 1995-2002 yılları arasında inşa edilmiştir. Ağa Han Mimarlık Ödülleri programında 2000-2004 dönemi ödülünü kazanan yapının mimarisi Snøhetta/Hamza Consortium şirketine aittir. Proje boyutu çok büyüktür: Kütüphane rafları sekiz milyon kitabı alacak büyüklüktedir. Ana okuma odası on bir şelale seviyesi üzerinde 70.000 m²'lik alanı kaplar. Kompleks ayrıca bir konferans salonu, üç müze, dört sanat galerisi, bir planetaryum ve bir elyazısı restorasyon laboratuvarı içerir. Kütüphane kör, geç kişiler ve çocuklar için ihtisaslaşmıştır. İskenderiye Kütüphanesi'ne dünyanın her yerinden koleksiyonlar hediye edilmiştir. İspanyonlar, Mağribiler'in yönetimini açıklayan dokümanlar hediye etmişler, Fransızlar ise ayrıca Süveyş Kanalı'nın yapısına ilişkin dokümanı bağışlamışlardır. Kütüphane ayrıca internet arşiv fotokopisi muhafaza eder. Günümüzdeki müdürü İsmail Serageldin'dir. Kendisi ayrıca Hollanda'da Wageningen Üniversitesi'nde profesördür. Akustik savaş Akustik savaş, "düşmanın sualtı akustik tayfının kullanımını" saptamak, bundan istifade etmek, bunu azaltmak veya önlemek için sualtı akustik enerjisinin kullanılmasını da içine alan, ve sualtı akustik tayfının dostça kullanılmasını sağlayan faaliyetlerdir. Akustik harbin üç bölümü vardır: Aktif karbon Aktif karbon veya amorf karbon, karbon elementinin bir allotropudur. Eriyiklerde renk ve koku yapan bileşikleri tutması ve yakalaması için, ısı ve rutubet etkisine maruz bırakılan, çok ince toz halinde, siyah renkli organik bir maddedir. Odun, kömür, hindistancevizi gibi maddelerin çeşitli işlemlerden geçiri
lmesiyle elde edilir. Hazırlanma işlemi sırasında organik madde yaklaşık olarak 2000 F°'a kadar ısıtılır ve maddeye yüksek basınç uygulanır. Böylece karbon gözenekli yapıya bürünür, yüzeyi artar. Öyle ki 1 gramında "-kullanım alanına bağlı olarak-" 200m² ile 1500m² arasında bir yüzey elde edilir. Gaz halindeki maddelerin adsorpisyonu için mümkün olduğunca küçük gözenekli karbonlar tercih edilir, hindistan cevizi gibi. Eriyik haldeki maddeler için ise daha çok torf ve bitümlü kömür kullanılır. Mayın Mayın, kara taşıtlarını, gemileri veya hava araçlarını tahrip ya da hasar vermek, personeli yaralamak, öldürmek veya diğer şekillerde tesirsiz kılmak için tasarlanan, normal olarak koruyucu bir kaplama malzeme içinde bulunan patlayıcı ve onu harekete geçiren düzeneğe verilen addır. Mayın üzerinden geçilmesi halinde, zaman ayarlı olarak veya uzaktan kontrol araçları ile patlatılabilir. Deniz mayını da, gemilere hasar verme ya da batırma niyeti ile veya bir giriş bölgesine gemilerin yaklaşmasını önlemek amacıyla denize dökülen bir patlayıcı aygıttır. Terim gemilerin veya liman tesislerinin altlarına, dalgıçlar tarafından iliştirilen aygıtları ve yerleştirilmesinden belirli bir süre sonra patlayacağı tahmin edilen aygıtları içermez. Toprak üstüne veya biraz gömülen, içi infilak maddesi veya kimyasal maddelerle dolu mayınlara verilen genel addır. Kara mayını, genel olarak üzerinden geçen araçların veya kıtaların ağırlığı ile infilak eder. Tanksavar mayını, (kısaltması "AT mayını"), bir tür kara mayını olup tank ve zırhlı savaş araçlarına hasar vermek veya imha etmek amacıyla geliştirilmiştir. Anti personel mayınlarına nazaran tanksavar mayınları çok daha fazla patlayıcıya sahiptir. Başlıca türleri şunlardır: Anti-personel mayını kara mayını sınıfı içerisinde tanksavar mayını gibi taşıtlara karşı kullanılan türün dışındaki canlı insan hedeflerine karşı geliştirilmiş bir mayın türüdür. Başlıca türleri şunlardır: Kara, Deniz ve Hava araçlarını imha etmek veya hasara uğratmak; personeli yaralamak, öldürmek veya başka bir şekilde iş göremez hale getirmek maksadıyla hazırlanmış ve normal olarak, bir kap içine yerleştirilmiş infilak maddesi veya diğer malzeme. Mayın; cisim veya şahsın üzerinde yaptığı etkiyle, zamanla veya kontrollü vasıtalarla, kendiliğinden patlar. Kefren Piramidi Kefren Piramidi ya da Kafre Piramidi, Mısır'ın başkenti Kahire'de, Giza bölgesinde yer alan bir piramit. Piramidin boyu 143,5 metre, eğimi 53,2 derecedir. Firavun Kefren'in oğlu Mikerinos’un yaptırdığı sanılmaktadır. En önemli özelliği piramidin en üst bölümündeki koruyucu kaplamalarının bozulmadan günümüze kadar gelmesidir. En üstündeki taş 36 tondur ve bu taşın oraya nasıl konduğu hala çözülememiştir. Keops'a göre daha ufak olmasına rağmen yüksek bir zemine oturtulduğundan daha büyük durur.Yerin en altında kral odası vardır.En üstte ise kraliçe odası vardır. LGM-30 Minuteman LGM-30 Minuteman, ABD yapımı kıtalararası balistik füze. Dağınık tertipteki sabit beton mevzilerde ve demiryolu trenlerinde seyyar olarak kullanılan, nükleer harp başlığı ile teçhiz edilmiş, üç kademeli, katı yakıtlı, benzer balistik füzelerden daha basit, daha küçük ve hafiftir ve yüksek derecede otomatik, uzak harekatta bulunacak şekilde imal edilmiştir. LGM-30 Minuteman III sürümü çok sayıda bağımsız olarak hedeflerine yöneltilebilen dönüş bölmeleri bırakabilir ve bunların nüfuz etme gücü hedeflere etkili olur. Amerika'da karada üslenmiş tek kıtalararası balistik füzesidir. El-Uksur El-Uksur, Güney Mısır'da El-Uksur valiliğinin başkenti olan şehir. Nüfusu yaklaşık 200.000 kadar olan şehir, antik Mısır şehri Thebes'in harabelerinin üstüne kurulmuş olduğundan dolayı dünyanın en büyük açık müzesi olarak da adlandırılır. Bu sebepten dolayı her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilir. Şehir aslında eski El-Uksur şehri (Waset), şimdiki El-Uksur ve Karnak kasabasından oluşmaktadır. Yeni Krallık döneminde Tanrı Amon'un şehri olan Waset en güçlü zamanlarını yaşamıştır. Karnak, Hatçepsut ve Luksor tapınakları, Krallar Vadisi'ndeki mezarlar bu döneme aittir. MÖ 1070'teki bir istilanın ardından zayıflayan şehir son olarak MÖ 665'te Mezopotamyalılar tarafından yıkılır ve 639 yılında Arapların şehre gelmesine kadar harabe halinde kalır. Araplar bu harabelerin güzelliği ile karşılaşınca şehre El-Uksur (mücevher) adını takarlar. Circulus in demonstrando Circulus in demonstrando, kalıplaşmış bir Latince terimdir. Türkçesi 'Döngüsel nedenselleştirme' ya da 'kapalı döngü' olarak bilinir. Ulaşılmak istenen sonuç dayanak noktası olarak ileri sürüldüğünde oluşan safsata olarak tanımlanır. Porvoo Porvoo (), Finlandiya'nın Uusimaa bölgesinde bulunan bir şehirdir. Şehir, başkent Helsinki'nin 50 km doğusunda Finlandiya Körfezi'nin kıyısında yer almaktadır. Yüzölçümü 664.53 km² olan şehrin nüfusu 31 Ağustos 2017 tarihi itibari ile 50,203'tür. Porvoo, adını kasabadan akan Porvoonjoki Nehri'nin yanında bulunan büyük bir İsveç kalesinden almaktadır (İsveççede "Borgå", "borg" kale ve "å" nehir anlamına gelmektedir). Porvoo, Finlandiya'daki altı Orta Çağ kentinden biri olup adı ilk olarak 14. yüzyıl metinlerinde geçmektedir. Porvoo, İsveççe konuşan Porvoo Piskoposluk Bölgesi'nin makamıdır. İsveç, 1721'de Vıborg şehrini Rusya'ya kaybettiğinde, piskoposluk makamı Porvoo'ya taşınmıştı. O dönemde Porvoo Finlandiya'nın ikinci büyük şehriydi. Finlandiya Savaşı sırasında Finlandiya'nın Rus ordusu tarafından 1808'de fethedilmesinden sonra, İsveç Finlandiya'yı Rusya'ya teslim etmek zorunda kalmıştır. 1809'daki Porvoo Meclisi Finlandiya tarihinin bir dönüm noktasıdır. Çar I. Aleksandr yeni Finlandiya Anayasası'nı onaylamış (aslında 1772 İsveç Anayasası'ydı) ve Finlandiya'yı otonom Grandüklük yapmıştır. Kasaba ahşap yapıları ve ismini Porvoo Mezhebi'ne vermiş olan ortaçağa ait Porvoo Katedrali ile ünlüdür. Katedral 29 Mayıs 2006'daki yangın ile hasar görmüştür, fakat iç kısmı büyük oranda sağlam kalmıştır. Nehir kıyısındaki ahşap depo yapıları UNESCO Dünya Miras Listesi için önerilmiştir. Suomenkylä Porvoo'nun merkezinin kuzeyinde ve Porvoonjoki kıyısında bulunan bir köydür. Suomenkylä'da Linnankoski tarafından 1898'de kurulmuş eski bir okul bulunmaktadır. Köyde ayrıca Tunç devrinden kalma iki gömü yeri bulunmaktadır. Porvoo'nun aşağıdaki şehirler ile kardeş şehir anlaşması bulunmaktadır: Sabri Kiraz Sabri Kiraz (1918, İstanbul - 12 Ocak 1985), Türk futbolcu ve teknik direktör. Fenerbahçe genç takımında yetişti. Sarı-Lacivertlilerin kalesini koruduktan sonra çalıştırıcılık yaptı. 1966-1968 arası Bursaspor, 1971-1972 arası Fenerbahçe'de teknik direktörlük yaptı. Ayrıca Zonguldakspor ve Göztepe'yi de çalıştırmıştır. Bu kulüplerin dışında bir kez A Millî Takım Teknik Direktörlüğü görevinde bulundu (1978-1980). Türkiye Futbol Federasyonu Eğitim Dairesi'nde görev yaptı. Ferrara Ferrara (Ferrara lehçesi: "Fràra") İtalya'nın Emilia-Romagna bölgesinde aynı ismi taşıyan Ferrara İli merkezi olan ve Adriyatik kıyısına 1 saatlik uzaklıktaki tarihi kenttir. Şehir 14. ve 15. yüzyılda Este Hanedanının idaresindeyken bu yüzyıllardan kalma sokaklar ve çok sayıda konaklar ve saraylar halen şehirde bulunmaktadır. Şehir karayolu ile, dahil olduğu bölge olan Emilia-Romanga merkezi Bolonya'nın 50 km kuzey-kuzeybatısında ve İtalya başşehri olan Roma'dan 448 km kuzeyindedir. Po Nehri ana akımından 5 km kuzeyinde bu nehrin bir değişik dalı olan Po di Volonte adlı akarsu kıyısında konumlanmıştır. Ferrara kenti Orta Çağ ve Rönesans devrinden kalma kentin planının korunması ve Po Deltası’nın korunan doğal yapısı nedeni ile 1995’den bu yana UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi'nde yer almaktadır. Ferrara şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur: Turkuaz (mineral) Turkuaz, türkuvaz, turkuvaz (Fransızca: "pierre turquoise"/"Türk taşı") ya da firuze, saydam olmayan (opak) turkuaz (mavi-yeşil) renkte yarı değerli bir taş. Antik Mısır'da dahi mücevher yapımında kullanılmıştır. Günümüzde suni üretilen turkuaz taşları gerçek turkuazın önemini azaltmıştır. Uzmanlar bile gerçek Turkuazları sunilerinden ayrıt etmekte zorlanırlar. Ebu Simbel Ebu Simbel (Arapça: أبو سنبل ya da أبو سمبل), Güney Mısır'da bulunan antik tapınak. Ramses-II, Nubya'daki isyancıları bastırmak için yaptığı sefer sırasında bir fili takip ederek Ebu Simbel'e ulaşır. Ramses, buraya iki tapınak yapmaya karar verir. Büyük tapınak dağın içi oyularak, 20 yılda yapılır. Kapısında 4 dev boy Ramses heykeli vardır. Küçük tapınak kraliçe Nefertari ve tanrıça Hathor a adanmıştır. Ebu arapça 'baba' anlamına gelmektedir. Tapınağın girişini açıp, içindekileri götüren Giovanni Belzoni ye yol gösteren çocuğun adı ile anılır. Asvan Barajı yapımında Tapınak bulunduğu yerden şimdi olduğu yere taşınarak günümüzde adeta yeniden yapılmıştır. Tapınak'ın şu anda olduğu yere taşınması, yekpare kayaların kesilip, sonra tekrar bir araya getirilmesiyle mümkün olmuştur. Kayaların kesilmesinin heykellerin görünüşlerine zarar vermemesi için estetik cerrahlarından bilgi alınmış, yüzlerde iz kalmaması için kesilecek yerler hassasiyetle belirlenmiştir. Yapılma gerekçesi ise Ramses'in karısına duyduğu aşkın ifadesi olmasının yanı sıra, ülkesi Mısır'ın düşmanlarına (Sudan) ne kadar güçlü olduğunu göstermek istemesidir. İçersinde bulunan tapınma taşına senede bir gün, Ramses'in doğum gününde(21 haziran) günışığı doğrudan gelmekteyken, Asvan Barajı'nın yapımı sırasında şimdi olduğu yere taşınmasından sonra 20 Haziranda tapınma odasına günışığı doğrudan gelmekte. Baraj yapımı sırasında daha birçok tarihi eserin taşınması gerektiğinden, Mısır hükümeti yardım eden ülkelere eserlerin bir kısmını hediye etmişti. İspanya'ya hediye edilen Debod Tapınağı bunlardan birisidir. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardır. Bey Dağları Toros Dağları'nın batı uzantılarından Bey Dağları, Antalya sınırları içindedir. Bey Dağları grubu, Antalya Körfezi'nin batısında, kuzey-güney doğrultusunda körfeze paralel olarak uzanır. 600–308
6 m. rakımlar arasında yer alan dağlar jeolog ve coğrafya bilimciler için çok değişik olanaklar sunar. Tekedoruğu, Bakirli Dağı, Tahtalı Dağı ve Kızlar Sivrisi önemli doruklarıdır. En yüksek doruğu 3086 m. ile Kızlar Sivrisi'dir. Dağcılar bu doruğa sedir ormanlarıyla kaplı Çamçukuru Vadisi’nden ulaşır. Vadiye en kolay ulaşım Antalya- Elmalı yolu iledir. Dağa tırmanış bir gün içerisinde tamamlanabilir. Kemer'in batısındaki Tahtalı Dağı ilginç yamaçlarla süslüdür. Yükseltileri 2360 m'ye uzanır. Çam ve karışık ağaçlı ormanlar 2000 m'ye kadar uzanır. Tahtalı Dağı'na tırmanış Soğukpınar'dan başlar ve Akdeniz'i gören sırtlar üzerinden yapıldığında eşsiz manzaralar sunar. Soğukpınar’dan kısa bir yürüyüş ve tırmanış ile kamp alanına ulaşılır. Yıl boyu Bey Dağları'na gezi düzenlemek olanaklıdır. Ancak nisan, mayıs, haziran ayları iklimin uygunluğu ve yörenin flora zenginliğinin belirdiği dönem olması nedeniyle daha uygundur. Alanya'dan son zamanlarda, dağ turizmi, trekking ve amatör dağcılığa elverişli gelişme başta Akdağ (2451m kuzey-doğu) ve Cebelireis Dağı (1649m Dim yöresi) olmak üzere göstermeye başlamıştır. Akdağ bakanlığımızca "Kış Sporları Turizm Merkezi" ilan edilmiştir. En tanınmış dorukları şunlardır: Kızlar Sivrisi 3086 m. ile en yüksek doruğudur. Bu doruğa tırmanmak isteyen dağcılar Antalya- Elmalı yolu üzerinden Sedir ormanlarıyla kaplı Çamçukuru Vadisine ve oradanda doruğa doğru yol alırlar. Dağa tırmanış bir günde başarılabilir. Yüksekliği 2360m varan Tahtalı Dağı Kemerin batısında bulunur ve ilginç yamaçlarla süslüdür. 2000m yüksekliğine kadar Çam ve karışık ağaçlı ormanlar ile kaplıdır. Tahtalı Dağı'na tırmanmak isteyen dağcılar Soğukpınar'dan başlarlar ve Akdeniz'i gören sırtlar üzerinden tırmanarak eşsiz manzaralara tanık olurlar. Ayrıca, zirveye teleferik ile çıkılabilir. BEYDAĞLARI MİYOSEN STRATİGRAFİSİ Bölgenin stratigrafisi, Uluslararası Stratigrafi Kilavuzu'ndaki Hedbers ve diğerleri (1976) tarafından belirtilmiş ilkelere uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. Her formasyon tanımlanmış bir tip kesiti ile haritalanabilir bir birimdir (1:50.000 ölçekte). Daha önce kullanılmış adlamalara (Pisoni, 1967; Poisson, 1977; Önalan, 1980; Şenel, 1980; Tolun, 1965 ve Zaralıoğlu, 1967) olabildiğince sadık kalınmıştır. Yeni adlamalar uluslararası kurallara uyulması gereken yerlerde ve ayrıntılı çalışmaların ortaya çıkardığı yeni birimler için kullanılmıştır. Bazı durumlarda formasyonlar, grup ya da üye mertebesine çevrilmiştir. Poisson (1977)'un araştırmasından önce birçok resmi olmayan stratigrafik adlamalar, Bey Dağları ve Susuz Dağı gibi değişik bölgelerde yeralan Miyosen istifi ile ilişkili olarak, ileri sürülmüştür (Pisoni, 1967; Tolun, 1965; Zaralıoğlu, 1967). Daha yakın dönemlerde Önalan (1980) ve Şenel (1980) Miyosen istifinin değişik kısımları için çoğunlukla tip kesitleri tanımlanmayan stratigrafik adlamalar önermişlerdir. Bu çalışma sırasında yersel ve resmi olmayan stratigrafilerin deneştirilmesinin güç olacağı ortaya çıktığından, tüm Miyosen istifini kapsayan yeni bir stratigrafinin önerilmesi zorunlu olmuştur. Bu çalışmada Karakustepe Grubu adı altında toplanan tüm Miyosen istifleri içerisinde 3 formasyon ve 5 üye ayırt edilmiştir. Bu tür bir ayırım stratigrafi birimlerin sayısını azalttığı gibi, birimlerin yanal geçişlerini de göz önüne almaktadır. Bey Dağları'nda bulunan arkeolojik kalıntıların keşfi 1997'den 2006 yılına dek Akdeniz Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nevzat Çevik, Yrd. Doç. Dr. İsa Kızgut ve Öğrt. Gör. Süleyman Bulut'un organize ettiği uluslararası bir ekiple araştırılmıştır. 2007 yılından itibaren Yrd. Doç. Dr. İsa Kızgut başkanlığında çalışmalara devam edilmiş ve Trebenna, Neapolis, Kelbessos, Onobara, Typallia, Kithanaura, Mnara gibi pek çok antik kent ve yüzlerce antik çiftlik ve garnizon tespit edilmiş ve sırasıyla yayınlanmaktadır. Bey Dağları kalıntıları doğu Likya ve GB Pisidia kültür bölgelerini kapsar. Omar Sívori Enrique Omar Sivori (d. 2 Ekim 1935 - ö. 17 Şubat 2005) Arjantin asıllı İtalyan millî futbolcudur. 1957-1965 yılları arasında Juventus FC'de oynadı. İtalya'ya transfer olmadan ve İtalya vatandaşlığına geçmeden önce River Plate'te oynadığı dönemde Arjantin millî futbol takımı forması giydi. Ancak ülkesinin yönetii yüzüden millî formayı giymesi yasaklanınca 1961 yılında ilk kez İtalya millî futbol takımı takımı formasını giydi. Omar Sivori, 1961 yılında Avrupa'da yılın futbolcusu ("Ballon d'or") ödülünü kazandı. Ayrıca Mart 2004'te FIFA tarafından verilen ve Pelé'nin seçtiği yaşayan en büyük 125 futbolcusu ödülü olan FIFA 100'e seçildi. Sivori, 2005 yılında 69 yaşında iken kanser sonucu öldü. Kilim Kilim, iki iplik sistemine dayanılarak yapılan, tersi ve düzü bulunmayan havsız bir dokuma. Bilinen en eski dokuma türlerinden biridir. Yün veya kıl ipliğinden, dikey veya yatay yer tezgahlarında dokunur. Halıdan farkı havsız ve düğümsüz olması, diğer düz dokuma yaygılardan ayrılan yönü ise, iki iplik sistemiyle yapılması ve desenlerinin kabarık olmamasıdır. Düz dokuma yaygıların geçmişi düğümlü halılardan daha eski olmasına rağmen daha dayanıksız malzemeden üretildikleri için günümüze kalan eski örnekleri azdır. Günümüze ulaşan kilim tekniği ile dokunmuş en eski parça Eski Mısır'ın 18. hanedan dönemine aittir ve IV. Tuthmosis'in mezarından çıkmıştır. Anadolu'da dokunmuş en eski kilim örneği, M.Ö. 2300 yıllarına tarihlenen, Truva kazılarında bulunmuş olan, ""kraliçenin örtüsü"" diye bilinen ancak bugün nerede olduğu bilinmeyen kilimdir. Ayrıca Gordion kazılarında Frigler'e (M.Ö 7. yüzyıla) ait kilime benzer parçalar ele geçirilmiştir. Güney Sibirya'daki Pazırık'ta milattan önce 5.-4. yüzyıllara tarihlenen ünlü Hun halısıyla birlikte bulunan keçe ve düz dokuma yaygılar, Peru'da milattan önce 8-.2. yüzyıllara tarihlenen parçalar tüm kıtalarda bu tür dokumaların çok eski tarihlerden beri bilindiğini gösterir. Kilim kelimesinin kökeni tartışmalıdır. Genelde aslının Farsça olduğu ve bu dilden Urduca ile Türkçe'ye, Türkçe'den de Moğolca, Rusça ve Arapça ile Kafkas ve Balkan dillerine geçtiği kabul edilmektedir. Düğümlü halı dışında kalan tüm dokumalar, Türkiye'de ve Türkiye dışında dokum tekniğine bakılmaksızın halk arasında "kilim" olarak adlandırılmıştır. Orta Asya'da göçebe Türkler'in, çadırlarının toprak zeminindeki rutubetten kendilerini korumak için düz dokuma tekniğinin aynısını kullanarak keçi yününden "kilim" adını verdikleri zemin kaplamalarını ürettikleri düşünülür. Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Orta Asya’daki dokuma geleneğine dayanan dokuma kültürlerini de beraber getirdiler. Konya, Kayseri, Sivas, Aksaray gibi birçok merkez halılarıyla ün kazandı. Ayrı ayrı gruplar halinde farklı zamanlarda Anadolu'ya gelen, değişik yerlerde değişik zamanlarda konaklayan Türkmen boy ve oymaklarının bazıları kilimlerinde değişmeyen arkaik Türkmen desenlerini dokurken, bazıları ek motif ve kompozisyonlarla sürekli zenginleşen desenler oluşturdular. Her yörenin kendine has yünü ve elde edilebilen değişik boya maddeleri, dokuyucuların kişisel ustalık ve yaratıcılıkları büyük bir çeşitlilik doğmasını sağladı. 14. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu kilimleri Avrupa evlerine, kiliselerine ve şatolarına girmeye başladı. Bugün Washington Dokuma Müzesi'nde bulunan ve 15.-16. yüzyıla tarihlendirilen atkılı sumak tekniğinde dokunmuş bir yaygı, Türk düz dokuma yaygıları içinde tarihlendirilebilen en eski örnektir. Anadolu kilimleri Türkmen, Yörük, Kürt kilimi gibi genel; Eşme (Manisa), Kayabaşı (Silifke), Emirdağ, Dazkırı (Afyon), Pınarbaşı, Bünyan, Avşar (Kayseri), Şarkışla (Sivas) kilimi gibi dokundukları yerlere ve Dirişan (Malatya), Kirkitli (Gaziantep), Şavak (Çemişkezek), Beritan (Van) kilimi gibi dokuyan aşiretlere göre değişik adlar almıştır. Filografi Filografi, tasarlanmış bir motif ya da desenin, ahşap malzeme üzerine çiviyle çakılması ve arasından çeşitli renklerde iplik veya teller geçirilmesi ile oluşturulan, farklı motif ve desenlerin ortaya çıkarılmasını sağlayan bir el sanatıdır. Orta Doğu'da doğmuş ve Avrupa'dan Uzak Doğu'ya kadar yayılmış ancak yapımının zor olduğu düşüncesiyle yok olmaya yüz tutmuştur. Filografide, belirli örgü teknikleri kullanılarak hat yazıları, simetrik desenler, amblemler, çiçekler ve çizgi film karakterleri panolar hâlinde meydana getirilebilmektedir. Primera División (Arjantin) Primera División (Arjantin Birinci Ligi) Arjantin futbolunun ulusal liglerinin en üst düzeyindir. Arjantin Futbol Federasyonu'nun organizasyonunda düzenlenen ligde, şu anda 20 takım mücadele etmektedir. Lig, "Apertura" (açılış) ve "Clausura" (kapanış) olmak üzere ikiye ayrılan bir futbol sezonuna sahiptir. Ligdeki bir yılda 19'ar maçlık 2 sezon oynanmaktadır. Böylece bir yılda 2 şampiyon çıkabilmektedir. Apertura Ligi eylül-aralık ayları arasında düzenlenirken Clausura Ligi şubat-haziran aylarını kapsamaktadır. Takımlar her iki ligde de birbirleriyle biri deplasmanda olmak üzere toplamda 2 kez karşılaşmaktadırlar. Küme düşmenin hesaplanması ise farklı bir sisteme dayalıdır. Küme düşecek takımlar belirlenirken son 3 yılın, yani 6 sezonun, sonuçlarına bakılır. Takımların bu 6 sezonda topladığı puan, oynadıkları maç sayısına bölünerek, ekiplerin ortalama puanları belirlenir. Bu sistemde, Apertura ya da Clausura'yı şampiyon bitiren takım bile hesaplamaya dahil edilen diğer 5 sezonda çok kötü sonuçlar alması halinde küme düşebilir. ALigde son 3 yıldaki puan ortalamalarına göre 19. ve 20. sırada yer alan 2 takım doğrudan küme düşmektedir. Sıralamada 17. ve 18. sıradaki takımlar ise ikinci ligi 3. ve 4. sırada bitiren takımlarla baraj maçı oynamaktadır. Baraj maçlarının ardından, müsabakalara katılan 4 takımdan ikisi birinci ligde yer alırken, kaybeden ikisi yoluna bir alt ligde devam etmektedir. Pirsing Pirsing ve Hızma (), bir takı türüdür. Cildin ve altındaki yağ tabakasının ya da kıkırdağın delinmesi ve takı ya da iğne takılması usulü ile gerçekleştirilen vücut süsleme sanatıdır. Bu şekilde takılan takılara da pirsing denir. Pirsi
ng çoğunlukla kişisel bir kendini ifade yöntemi olarak kullanılır. Yöresel ve geleneksel olup, daha çok burna ya da üst dudak üzerine takılır. Halkalı veya iğne şekilli olabilir. Bölgesel anlamda Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgeleri'nde kadınların taktığı bir takıdır. Altın, gümüş, pırlanta gibi değeri yüksek taşlardan imal edilenleri, özellikle düğünlerde yöresel kıyafetleri tamamlamaktadır. Ayrıca Türkiye'de güvercin yetiştiriciliği ile uğraşıp bunu bir hobi olarak yapan güvercin sahipleri de, kuşlarının daha güzel ve alımlı görünmesi için güvercinlerin başlarına hızma, küpe ve ayaklarına boncuk takmaktadırlar. Piercing sözcüğü, İngilizce "piercing" (sivri bir şeyle delmek) sözcüğünden gelir. Pirsing yapımı için 750'lik altın, Platin, Niyob, Polytetrafluorethylen (PTFE) ya da "tıbbi çelik" gibi metaller kullanılır. Diğer metaller alerji-tehlikesi yüzünden kullanılmazlar. Tecrübeli pirsing stüdyoları ilk kez pirsing isteyen birisi için G23-Titanyum ya da 316L-Implantat-Çeliğinden yapılmış pirsingler kullanırlar. Pirsing için farklı delik açma aletleri vardır. Bu aletlerin çok titiz bir şekilde dezenfekte olmasına çok önem verilir. Yeterince dezenfekte olmamış aletler iltihaplanmalar meydana getirir. Pirsing deliği deşildikten sonra haftalarca çıkarılmaması gerekir, yoksa iltihaplanma tehlikesi artar. Pirsing deliği açılmadan evvel alkol, Uyuşturucu ya da Kafein gibi maddelerin alınmaması gerekir. Çünkü bu maddeler kan pelteleşmesini etkileyebilirler. İntim pirsingler bayanlarda ve erkeklerde cinsel organlara ve bunların yakınlarındaki bölgelere takılan pirsinglerdir. Daha 1975 yılında Los Angeles'ta çoktan çağdaş bir pirsing stüdyosu bulunmuş olsa da, günümüzde tanıdığımız asıl çağdaş pirsingin tarihi 1980'li yıllarda Kaliforniyada, "çağdaş ilkeller" (modern primitives) harekati ile başlar. Bu harekatda bilinçli olarak ilkel kültürlerden ("ilkel halklardan") gelenekler alınmıştır. Bu geleneklerin bazıları vücudu şekillendirmektir (Body modification); Vücuda dövmeler yapmak, pirsing ve yara izleri bırakmak, ve hatta kızgın demirlerle dağlamak. 1990'li yılların başlarında bu harekatin izleri neredeyse sadece Sado-Maso kültüründe kalmıştı. Bundan sonra, buradan beri daha medeni bir şekilde genel genç kültüre katılmaya başladı. Pirsing takma işlemi uzman olmayan kimseler tarafından uygulanırsa birçok riskler ile karşı karşıya kalınılabilir. Örneğin Kulak kıkırdağı iltihaplanabilir, kaş ya da kulak gibi bölgelerde sinirler bölünebilir. Bütün piercinglerde, bölgesel şişiklikler oluşabilir. Bu şişiklikler belli bir zaman sonra tekrar yok olurlar. Özellikle bayanların tercih ettiği Göbekdeliği piercingi'nin yarattığı şişikliğin tekrar inmesi bazen yarım yıl sürebilir. Anüs bölgesinde yapılan piercing'ler bazen kronik iltihaplanmalar yaratabilir. Ağza takılan pirsinglerde uzun vadeli hasarlara yol açabilecek bir potansiyel vardır. Örneğin Dil piercing'i belli surat ifadelerinde damağa, diş etine ve bunun altında bulunan Alveolar-kemiğine bastırılır. Bu kemik basınç oluştukça yıpranıp azaldığı için, bunun sonunda dişler dökülmeye başlıyabilir. Penisin başına takılan Prenz Albert pirsingi, eğer 2mm'den daha ince ise deriyi kesebilir. Bunun gibi diğer Pirsinglerde zorlanınca, deriyi kesebilirler. Iltihaplanması hala geçmemiş olan Intim-piercingler cinsel ilişkide, Hepatitis-B ve AIDS gibi cinsel hastalıkların daha kolay yayılmasına yol açabilirler. Ayrıca -10 dereceden daha büyük soğuklarda, piercing bölgesel donmalara yol acabilir. Durgunsu kano Durgunsu kano, akıcı olmayan su kaynaklarında yapılan kano disiplini. Bu sporun yapılabilmesi için derinliği 80 cm'yi geçen ve rüzgar almayan göl ve gölcükler ideal ortamdır. Rüzgar almayan, dalgasız, kuytu deniz koyları ve çok yavaş akan nehirler de kullanılabilir. Ancak hangi su ortamı kullanılırsa kullanılsın dalga yaratacak rüzgar veya başka bir neden bulunmamalı ve su temiz olmalıdır. Durgunsu yarışları bir sürat (sprint) yarışmasıdır. Yarışmada hedef belirli kulvarlar içinde kalarak yarışma mesafesini en kısa sürede tamamlamaktır. Kadın ve erkeklerde 200, 500, 1000 m gibi çeşitli mesafelerde yapılan yarışlarda kullanılan K-1, K-2, K-4, C-1, C-2, C-4 gibi farklı tekne tipleri vardır. My Best Friend's Birthday My Best Friend's Birthday, (1987) Quentin Tarantino'nun sinema yaşamındaki ilk yönetmenlik denemesidir. Filmde Tarantino'yla beraber Craig Hamann ve Linda Kaye de rol almıştır.Filmin orijinali 70 dakika olup henüz çoğaltılmadan bir yangında yanmış ve sadece 35 dakikalık lık bölümü kurtarılabilmiştir. Zaten Tarantino'nun 1. filmi Rezervuar Köpekleri olarak geçer. Filmin konusunun daha sonra Tarantino'nun senaryosunu yazdığı ve Tony Scott'ın yönettiği True Romance filmine de esin kaynağı olduğu söylenir.Filmin tahmini maliyeti 5.000$'dır ve dört yılda çekilmiştir. Filmin konusu kısaca şöyledir: Mickey sevgilisi tarafından yeni terkedilmiş biridir. En iyi arkadaşı Clarence (Tarantino) ise onun için unutamayacağı bir doğum günü hazırlamayı düşünmektedir. Alonzo Church Alonzo Church, teorik bilgisayar bilimine büyük katkıları olan ABD'li matematikçi ve mantıkçıdır. Özellikle lambda yüksek matematiği (calculus) yaratmasıyla tanınır. Alonzo Church 14 Haziran 1903'te Vaşington'da, ABD'de dünyaya geldi. Babası Samuel Robbins Church'tür. 1925'te Mary Julia Kuczinski ile evlendi. 1995'te ölmüştür. Princeton Mezarlığı'na gömülmüştür. Öğrencileri arasında C. Anthony Anderson, Peter Andrews, Martin Davis, Leon Henkin, John George Kemeny, Stephen Kleene, Gary Mar, Michael O. Rabin, Hartley Rogers, Jr, J. Barkley Rosser, Dana Scott, Raymond Smullyan ve Alan Turing de vardır. Mayflower Mayflower, 1620 yılında İngiltere'nin Plymouth limanından yerleşme amacıyla ABD’ye gelen Pilgrimleri taşıyan gemidir. Bu geminin yolcuları sonradan bugünkü ABD'nin çekirdeğini oluşturmuşlardr. Calypso (gemi) Calypso, okyanus inceleme ve araştırma gemisidir. Jacques-Yves Cousteau'nun yönettiği "Calypso", ilk araştırma gezisini 1951 ile 1952 yıllarında Kızıldeniz'de gerçekleştirdi. Jacques-Yves Cousteau ve arkadaşları, deniz ve denizaltı yaşamıyla ilgili çok sayıdaki bilimsel çalışmayı ve deneyi "Calypso" ile gerçekleştirdi. Disborizm Disborizm, çevre barometrik basıncındaki değişikliğin vücutta sebep olduğu çok değişik hastalık belirtilerinden kompleks bir grubu içine alan geniş terim. 25.000 ila 30.000 fit üstündeki irtifalarda, barometrik basıncın azalmasından (hipoksiya dışında) ileri gelen karakteristik belirtiler kramp ve karın gazı ağrılarıdır. Yüksek irtifadan inişte görülen artan barometrik basıncın gösterdiği özellik ise timpan boşluğunda şiddetli ağrı yapan aşırı gerilme ve sinüzit iltihaplarıdır Dünya polikonik gridi Dünya yüzeyinde 72 derece güney ve kuzey enlemler arasında uzanan ve 9 boylam genişliğinde (bölgeler bir derece üst üste binecek Şekilde) olan bölgelerin polikonik projeksiyonlarına tatbik edilen askeri grid sistemi. Erol Parlak Erol Parlak, (d. 10 Temmuz 1964; Eleşkirt, Ağrı), Türk halk müziği sanatçısı ve akademisyen. Erol Parlak, 10 Temmuz 1964 tarihinde Ağrı'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara'da tamamladı. 1982 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet konservatuvarı'na girdi. 1985-1986 öğretim yılında öğrenimini tamamladıktan sonra aynı kurumda dört yıl süreyle öğretim görevlisi olarak çalıştı. İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 1987 yılında başladığı Yüksek Lisans eğitimini 1990'da "Bozlaklar" konulu tezi ile tamamladı. 1988 de TRT İstanbul Radyosu'na sınavla "yetişmiş sanatçı" olarak girdi. On yıl sürdürdüğü bu görevinden 1998 de istifa ederek ayrıldı. İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 1992 yılında başlamaya hak kazandığı "sanatta Yeterlik (sanat doktorası)" eğitimini 1998 de" Türkiye'de El İle (Tezenesiz) Bağlama Çalma Geleneği ve Çalış Teknikleri" adlı tez çalışması ile tamamladı. Yaklaşık on yıl boyunca Anadolu'nun çeşitli yörelerinde özellikle "bağlama çalış teknikleri, saz ve ses tavırları" konusunda araştırma, incelemeler yaptı. 1000'e yakın halk ezgisi derledi. 1995 yılında Arif Sağ ve Erdal Erzincan ile birlikte bağlama üçlüsü oluşturarak dünyanın çeşitli yerlerinde konserler verdi. 1996 yılında Alman cumhurbaşkanı Roman Herzog himayesinde Köln Filarmoni Orkestrası eşliğinde Köln Filarmoni salonunda, daha sonra Berlin ve Strazburg flarmoni salonlarında verilen ve büyük ilgi gören konserler bunlardan bazılarıdır. Aynı dönemde Erdal Erzincan'la ikili olarak Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, "mızraplı sazlar festivali" kapsamında Hollanda ve Belçika'da sahne aldı. 10 Haziran 2003'te Fransa Amiens ulusal sahnede, 12 Haziran 2003'te dünyanın en önemli etnik müzik konser salonlarından olan Paris "Theatre de la Ville"de bir solo konser verdi. 2000 yılı başlarında öğrencileriyle oluşturduğu "Erol Parlak Bağlama Beşlisi" ile Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda konser verdi, TV ve radyo programına katıldı. 2004 yılında grubun "Eşik" adlı albüm çalışması yayımlandı. 1990'lı yıllardan itibaren başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde, gerek özel okullar gerekse resmi üniversite, akademi ve konservatuvarlarda halen devam etmekte olan çok sayıda konser, konferans, seminer, workshop vb etkinliklere katıldı. 2006 yılında Müzikoloji Bölümüne Yardımcı Doçent olarak atandı. Arif Sağ ve Erdal Erzincan'la ve bağlama beşlisi ile birer adet, üç adet sözlü bir solo enstrümantal olmak üzere altı albümü bulunmaktadır. "Türkiye'de El İle (tezenesiz) Bağlama Çalma Geleneği ve Çalış Teknikleri" adlı kitabı 2000 yılında T.C. Kültür Bakanlığı, "Şelpe Tekniği Metodu 1" adlı kitabı 2001 yılında Ekin Yayımları ve "Şelpe Tekniği Metodu 2" adlı kitabı 2004 yılında Alfa yayımları tarafından yayımlandı. Dört yeni çalışması devam etmekte olan sanatçının "Bozlaklar" adlı yayıma hazır bir kitabı da bulunmaktadır. Erol Parlak, çalışmalarında hep Anadolu'nun kültürel zenginliğini vurgulamış, insanı evrensel bir olgu olarak temel alan ve kültürel çeşitlilikleri ifade etmeye yönelik bir tutum sergilemiştir.
Bu gün ulusal ve uluslararası birçok projede yer alan ve aynı doğrultuda üreten bir sanatçı olarak, Anadolu ruhunu ve kültür zenginliğini yorulmadan, usanmadan dünya insanlarına aktarmaya devam etmektedir. Halen İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarında Ses Eğitimi Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır. 16 Ekim 2017 tarihinde, yeni kurulan, Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörü olarak atanmıştır. Güzellik Güzellik, bir canlının, somut bir nesnenin veya soyut bir kavramın algısal bir haz duyumsatan; hoşnutluk veren hususiyetidir. Güzellik, estetiğin, toplumbilimin, toplumsal ruhbiliminin ve kültürün bir parçası olarak incelenir ve kültürel yapılanmada son derece ticarileşmiştir. Gözle görülen nesneler (güzel bir yüz, güzel bir bina gibi), kulakla işitilen bir müzik, dil ile tadılan bir yemek, koklanan bir çiçeğin kokusu gibi beş duyu ile algılananlar yanında "güzel ahlak" gibi soyut kavramlar da güzellikle ilgilidir. Felsefedeki estetik yaklaşımda ruhbilimsel güzellik tanımı tarihte felsefenin incelediği bir konu ve felsefenin temel dallarından bir oldu. Değişik çağlarda filozoflar güzelliğe farklı tanımlar getirdiler. Eski Yunan filozoflarından Plotinus güzelliğin "ilahi aklın eşya alemindeki ışıltısı" olarak tanımladı. 19. yüzyılda Alman filozof Hegel'e göre güzellik, tabiatın kendisinin bütünündeki "Mutlak Ruhun" görüntüsüydü. Kant güzelliğin subjektifliğini vurguladı, ancak onun sadece duyumsama ile ilgili değil kişinin güzel ve çirkin ile ilgili yargılarının sonucu olduğunu ortaya koydu. Güzel olanın bakılana değil bakana göre belirlendiğini, öznel olduğunu yaklaşıma karşılık; bir başka yaklaşım, güzelliğin tanımını, bakana değil bakılana özgü olan ve simetri, oran gibi tartışılmaz matematik formüllere bağlanmış bir kurallar dizgesi olduğunu savunan, fenomenik güzellik tanımıyla açıklar. Toplumların beğenileri kültürlere ve zamana göre değişim gösterdiğinden mutlak ve ideal güzellikten bahsedilebilmenin mümkün olmadığı öznel güzellik tanımını destekleyen örneklerdir. Felsefe disiplininde güzelliği onun ve tabiatını anlamanın anahtar temalarından biri "estetiktir". Yunanca duygu, duyum ve algı anlamlarına gelir. Felsefede doğruluğu temel alan mantığın ve iyiliği temel alan ahlakın yanında üçüncü inceleme alanı güzelliği temel alan estetiktir. Besteci ve eleştirmen Robert Schuman iki çeşit güzellik ayırt etmiştir, "tabii" ve "şiirsel". İlki tabiatın tefekküründe görünür, hâlbuki ikincisi insanın bilincinde ve tabiata yaratıcı müdahalesinde yatar. Schuman, müzikte veya başka bir sanatta her iki türlü güzelliğin de ortaya çıktığını ama tabii güzelliğin duyumsanan zevkler olduğuna işaret eder. Şiirsel güzellik tabii güzellğin bittiği yerde başlar. Güzellik meselesi üzerine Alman felsefesi ve özellikle Alman Romantizmi ile birlikte belirgin bir teorik gelişme döneminin başladığı söylenebilir. Estetik termini ilk olarak Alman Filozof Alexander Gottlieb Baumgarten aynı isimli kitabında kullanmıştır. Estetik kuramıyla bu konuda söz sahibi olan filozof Immanuel Kant, güzelliğin hem "öznel" hem de "nesnel" niteliklere sahip olduğunu kaydetmiştir. Buna göre "güzellik, sonsuzun sonlu olarak kendini göstermesidir". Kant, güzellik deneyimini vurgular; burada özne ya da nesneden öte, deneyimin kendisi önemsenir. Çünkü Kant için güzellik, farklı bir felsefi kategori olarak, nesnelerin duyusal görünümleridir ve duyusallık bu anlamda deneyimle ilintilidir. Hegel'de güzelliği bir idea olarak değerlendirmiştir. Bu düşüncede güzellik-doğruluk ilişkisi bir özdeşlik olarak ele alınmaktadır. Güzellik, idea'nın bir sanat yapıtı olarak gerçekleşmesidir. Hegel'e göre tabiatın kendisi mutlak ruhun bir yansımasıdır ve duyular ile algılanan aslında maddeden ayrılmış olan mutlak ruhun kendisidir. Bakan kişide beğeni ve hoşlanma etkileri bırakan, haz duyumlarını uyaran nesnelerin niteliği ya da özelliği olarak tanımlanması genel olarak fenomenolojik estetik (estetik gerçekcilik) olarak adlandırılır. Öte yandan güzellik duyumunun, nesnenin bir niteliği olmaktansa, öznenin duyumsayış şeklinin yapılanmışlığıyla ilintili olduğu varsayımı vardır. Buna göre güzellik, "bakılan" ile ilgili değil asıl olarak "bakış" ile ilgilidir. Bu eğilimse psikolojik estetik (estetik öznelcilik) olarak adlandırılır. Güzellik kavramının nesnel mi yoksa öznel temelli mi olduğu süregiden bir tartışma konusudur. Estetik gerçekçiliğin güzelliği belirleridiğini ve nesnel olduğunu savunanlar objedeki simetrinin, altın oran'a uygunluğun ve Fibonacci serisine göre dizilişin tabiatta varlığını savunurlar. Estetik öznelciliğin ağır bastığını vurgulayanlar ise tarih boyunca güzel diye tantılan insanların vasıflarının zaman içinde ne kadar farklılaştığını ortaya koyarlar. Güzel denilenin dış etkenlere göre nasıl değişiklik gösterdiğini irdelerler. Buna göre 1800'lü yıllarda yapılmış bir Goya tablosundaki tombul görünüşlü güzel kadın tasviri ile günümüz süpermodel'leri arasında çok büyük farklar vardır. Toplumların beğenileri estetik öznelciliğe göre zaman içinde farklılaşmıştır. Güzelliğin varlık alanı ile bakışın bununla ilişkisi sorunu, estetik kuramların önemle üzerinde durdukları temel meselerden biridir. Güzellik ve Doğruluk, Güzellik ve İyi, Güzellik ve Yücelik güzel ile ilişkili olarak değerlendirilen öteki konu başlıklarının bazılarıdır. Güzel, güzel olan, ve güzellik gibi kavramlar üzerine Platon'dan beri süregelen birtakım tartışma ve değerlendirmeler söz konusu olmakla birlikte, felsefe-içinde güzellik kuramı gibi çok geliştirilmiş bir alan yoktur. Platon, güzelliğin mutlak olduğunu ideal bir güzelliğin var olması gerektiğini açıklar. Güzellik, güzel kadın duyumunun ideal formudur. Buna göre, güzellik, duyumların ötesinde varolan ve tek tek güzellik duyumlarını şekillendiren bir idea'dır. Plotinus'a göre güzellik, ilahi akıl'ın dünyadaki yansımasıdır. Aristoteles, "güzel olan, salt kendisi için arzulanabilir olandır" demektedir. Ayrıca ona göre, güzellik matematiksel bir orantı gibi ele alınır.Güzel olan kavranabilir olmalıdır ve bu da oran ve ölçü ile ilgilidir. Güzelliğin batı teorisindeki en erken tanımı Socrates (Sokrat) öncesi dönemden İyonyalı Pythagoras (Pisagor) gibi düşünürlerin çalışmalarında yer bulur. Pisagor'cu okul, matematik ve güzellik arasında güçlü bir bağ olduğunu keşfetmişti. Bilhassa, nesnelerin altın oran'a göre oranlandığında daha çekici göründüğünü kaydettiler. Antik Batı Anadolu ve Atina mimarisi, bu simetri ve oran görüşüne dayanmaktaydı. Modern araştırmacılar altın orana göre ölçülendirilmiş ve simetrik olan insan yüzlerinin olmayanlarınkinden daha çekici olduğunu belirtirler. Simetri de güzellikte çok önemlidir çünkü kalıtsal veya edinilmiş bir "kusurun" olmamasına işaret eder. Biçem ve modanın çok geniş ölçüde farklılık göstermesine rağmen, kültürler arası araştırmalar, insanların güzelliği algılamalarında çeşitli ortak noktalar bulmuştur. Örneğin, büyük gözler ve açık ten rengi bütün kültürlerde güzel bulunmuştur. Bebek özellikleri bütün kültürlerde tabiatından gelen bir çekiciliktedir ve gençlik, güzellik ile ilişkilidir. Güzel yüz tercihinin insanların bebeklik devirlerinden edinilmiş bir duyum olduğu ve değişik cinsiyet ve kültürlerde benzer çekicilik taşıdığı görüşü mevcuttur. Batı uygarlığında erkek güzelliği standardı için Yunan ve Roma sanatçıları temeller koyarlar. Bu tanım hala erkeklerde yakışıklılık ve etkileyici iyi görünme tasviri olarak kabul görür. Bir kişinin "güzel" olarak vasıflandırılması , ister şahsi görüş olsun ister toplumun ortak değer yargısı olsun sıklıkla, kişilik, zeka, zerafet, cazibe gibi ""iç güzelliğinin"" ve sağlık, gençlik, ortalamaya yakınlık ve yaygınlık, cilt gibi ""dış güzelliğin"" bir birleşimine dayanır. Araştırmalar insanlarda beğenilerin ortaya çıkmasında, hayvanlarda olduğu gibi eş seçimi kriterlerinin en etkili fenomen olduğu olduğunu ortaya koymuştur. Dış güzelliği ölçmenin ortak bir yolu toplumun ortak kararı veya genel kanısı Güzellik yarışması gibi törenlerde ortaya konur. Ancak iç güzelliğin ölçülebilmesi, her ne kadar güzellik yarışmaları sıklıkla bunu dikkate aldığını iddia etse de daha zor olan bir konudur. Fizikî güzelliğin kuvvetli bir göstergesi, yaygınlık ve eş arama davranışıdır. Bir karma görüntü oluşturmak maksadıyla insan yüzleri görüntülerinin bir ortalaması alındığında "ideal" görüntüye tedricen daha yakın olur ve daha çekici olarak algılanır. Bu durum ilk olarak 1883 yılında Charles Darwin'in kuzeni Francis Galton tarafından vejetaryenlerin yüzleri ve et tüketenlerin yüzleri fotoğrafik olarak üst üste bindirilip birleştirildiğinde her birinde tipik bir yüz görüntsü olup olmadığının araştırılması sırasında fark edildi. Bunu yaptığı zaman fark etti ki, birleştirilmiş yüz görüntüleri herhangi bir tek fotoğraftaki yüzden çok daha çekiciydi. Araştırmacılar sonuçları daha kontrollü deney koşullarında takrarladıklarında ve bilgisayar ortamında elde edilmiş, matematik olarak ortallaması alınmış bir dizi yüz resminin tek bir resimden daha güzel olduğunu buldular. Evrimsel olarak eşeyli canlıların kendilerini baskın olan yaygın ve ortalama şekle sokarak çekmeleri gerektiği bir anlam ifade eder. Doğal seçilim sonuçları, nesillerin değişiminde faydalı niteliklerin mahzurlu yanları ile yer değiştirir. Bu durum evrimi açıklayan temel kuvvettir ve Darwin'i biyolojide unutulmaz kılan ana kavramdır. Böylece tabî seçilim, faydalı özelliklerin gittikçe bir sonraki nesilde yaygınlaşır öte yandan mahzurlu özelliklerin gittikçe azalır. Eşeyli bir canlı bu yüzden uygun bir partneri ile eşleşmek isterken tuhaf, sıradışı görünüşlü özellikleri olan bireylerden kaçınması gerekirken ortalamaya yakın ve baskın yaygınlıkta olan bireyleri bilhassa tercih etmesi gerekirdi. Bu durum eş seçimi olarak tanımlanır. Genel olarak beğenilen bir kadının araştırmalar sonucunda belirlenmiş bir diğer dış özelliği bel/kalça ölçüsü oranının 0.7 civarında olmasıdır. Bel/kalça oranı kavramı, Austin, Texas Üniversitesi fizyolojistlerinden Devendra Singh tarafından geliştirilmiştir. Fizy
olojist, bu orantının tam olarak kadının doğurganlığına işaret etmekte olduğunu göstermiştir. Geleneksel olarak modern çağ öncesinde yiyecek daha kıt olduğu zamanlarda kilolu insanlar zayıflara göre daha çekici bulunuyordu. Öte yandan güzellik ideali ırkî birliği güçlendirir. Karışık ırktan çocuklar genellikle ebeveynlerinden daha çekici görünürler çünkü kalıtsal çeşitlilik kendi ebeveynlerinde bulunan genetik miraslarındaki hatalardan korur. "İç güzelliği"' fizîkî olarak gözlemlenemeyen bir şeyin olumlu yönlerini tanımlamada kullanılan mefhumdur. Çoğu canlılar fizikî husûsîyetlerini ve feromonlarını eşlerini çekmek için kullandıkları halde insanlar, tercihlerinde iç güzelliğine itimat ettiklerini iddia ederler. Sevecenlik, hassasiyet, şefkat, acıma, yaratıcılık ve zekanın antik çağlardan beri arzu edilen nitelikler olduğu söylenmektedir. Hâlbuki, son araştırmaların insanların eş bulmadaki gerçek alışkanlıklarında iç güzelliğe önem verdikleri iddiası ile ilgili karşılaştırmaları iç güzelliğin sathi ve önemsiz olduğunun, eş seçmede diğer hayvanlarda olduğu gibi fizîkî husûsîyetlere ve feromonlara itimadının varlığının altını çizerler. "İç güzelliğin" insanların eş bulma davranışlarına ölçülebilir bir etkisinin olup olmadığı kesin olarak belirlenememiş bir inceleme konusudur. Güzellik Karşılaştırma kuramının standardını temsil eder ve üstesinden gelinemediği zaman gücenme ve tatminsizliğe sebep olabilir. İdeal güzelliğe yakın olmayan insanlar cemiyetlerinden dışlanabilir. Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu romanında çirkin görünümlü Quasimodo ortalamadan farklıdır ve bu nedenle toplumdan dışlanmıştır. Araştırmacılara göre hoş görünümlü öğrenciler öğretmenlerinden sıradan öğrencilere göre daha yüksek notlar almaktadırlar. Ayrıca çekici hastalar doktorlarından daha iyi bakım alırlar. Çalışmalar, yakışıklı suçlular, kendilerinden daha az çekici özellikteki suçlananlara göre daha hafif cezalar almaktadırlar. ABD'deki CNN internet sitesinde bahsedilen, London Guildhall Universitesi'nin 11,000 33 yaşındaki denek üzerinde yaptığı araştırmaya göre normalden daha az çekici sayılan erkekler çekici olanlardan %15 daha az kazanırken ortalama bir kadın çalışan, çekici olan rakibeisnden %11 daha az kazanmaktadır. Güzellik ideallerinin ırkî baskıların görülmesindeki olumsuz etkileri ortaya konur. Mesela, Amerikan Kültürüne hakim fikre göre siyah çehreli insanlar beyazlardan daha az çekici veya daha az arzu edilendir. Kendisini davranışsal ırkçılık olarak gösteren, siyahîliğin çirkinlik olduğu fikri Afrikalı Amerikalıların hissiyatına zarar verir. Yesari Asım Arsoy Yesârî Asım Arsoy ("Mustafa Âsım"), (d. 6 Ağustos 1900, Drama – ö. 19 Ocak, 1992 İstanbul); Cumhuriyet dönemi Klasik Türk müziği bestekârı, söz yazarı ve yorumcu. Konya'dan göç edip Drama'ya yerleşen bir ailenin çocuğu olarak orada doğdu. Babası Bergofçalı Ömer Lütfi Efendi ve annesi Zübeyde Hanım'ın sekiz çocuğundan altıncısıdır. Ağabeylerinden Remzi Aksoy'un oğlu sinema oyuncusu Göksel Arsoy'dur. Babasının dedesi Şeyh Ömer Efendi sol eli ile yazan tanınmış bir hattat idi. Asım ve ablası da sol ellerini kullandıkları için Yesari (solak) adını aldılar. Yesari Asım orta öğrenimini tamamladıktan sonra aile İstanbul'a göç etmiş, 1917 yılında ise Adapazarı’na yerleşmiştir. İlk müzik derslerini Adapazarı'nda aldı. Önce bağlama, sonra ud çalıştı; okuldaki hocalarından ve komşu müzisyenlerden eski eserleri öğrenerek kendini geliştirdi. Dindar babanın baskılarına rağmen hafız olmak istemedi, ancak zaman zaman camilerde ezan okudu. 1920'de Antalya'daki bir gemi acentesinde çalışmaya başlayarak iş hayatına atıldı, daha sonra İstanbul ve İzmit'te değişik işlerde çalıştı. İzmit'te yaşarken, Fehmi Tokay ve Zeki Arif Ataergin'den yardımlar gördü, müzik çevrelerine girerek çok sayıda müzisyenle tanışma ve çalışma fırsatı buldu. 1930'larda beste yapmaya başlayan Arsoy, güftelerini de genellikle kendisi yazdı. 1954 yılında kısa süre İstanbul Radyosu’nda da çalışmaya başlayan bestecinin günümüze ulaşan eserleri, yaklaşık 250 adettir. 1992 yılında hayata veda eden bestekarın, unutulan ya da gün ışığına çıkmayan çok sayıda eserinin olduğu tahmin edilmektedir. Karacaahmet Mezarlığı'a defnedildi. Not: Eserlerin güfteleri, aksi belirtilmedikçe Yesârî Asım Arsoy'a aittir. Çin kayını Çin kayını ("Fagus engleriana"), kayıngiller (Fagaceae) familyasından Çin'e endemik bir kayın türü. 25 m'ye kadar boylanır. Yaprak sapı tüysüz 0,5-1,5 cm dir; yaprak, yumurta, eliptik yumurta veya nadiren dikdörgenimsi-yumurta şeklinde 5-9-11 cm'dir, üst yüzeyi mavimsi yeşil ve tüysüz, damarlar boyunca uzun ipeksi tüyler bulunur, dip kısmı kama şeklinde bazen yuvarlak veya kalp şeklindedir. Kenarları dalgalı, ucu uzun ve sivridir. İkincil damarlar orta damarların her iki yanında yukarıya doğru devam ederek yaprak kenarı ile son bulur. Kupula 1.5-1.8 cm'dir. Brahte yaprağa benzeyen tüysüz yeşilimsi damarlıdır. Apikal brahteler kahverengi iplikli tüylüdür. Nuks biraz dışarı çıkık ucu üç küçük kanatlıdır. Geniş yapraklı ve karışık ormanların bulunduğu dağlarda 1500–2000 m yükseltilerde görülür ve Çin'de yayılış yapar. Hayvan Çiftliği Hayvan Çiftliği, (orijinal adıyla Animal Farm) George Orwell'in mecazi bir dille yazılmış, fabl tarzındaki siyasi hiciv romanı. Roman ilk olarak 1945'te yayınlandıysa da asıl ününe 1950'lerde kavuştu. 1996'da ise geçmiş tarihler için verilen Retro Hugo Ödülü'nü 1946 senesi için aldı. Roman, Stalinizmin eleştirisidir. Totaliter rejimlere karşıt bir solcu olan Orwell, romanında SSCB'nin kuruluşundan itibaren meydana gelen önemli olayları kara mizah yoluyla ve mecazi bir dille anlatır. Hayvan Çiftliği çok yankı uyandırmış ve olumlu eleştiriler almıştır. Bir Stalinizm eleştirisi olmakla birlikte, II. Dünya Savaşı yıllarında müttefiklerini kızdırmak istemeyen İngiltere'de sansüre uğramıştır. Romanın çizgi filmi çekilirken konusunun CIA tarafından değiştirildiği iddia edilmektedir. Roman 1999'da bu kez konusuna daha sadık bir senaryoyla filme çekilmiştir. Hayvan Çiftliği, Pink Floyd'un Animals albümüne ilham kaynağı olmuştur. "Hayvan Çiftliği" Türkiye'de ilk kez 1954 yılında o zamanki adı "Maarif Vekâleti" olan Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Halide Edib Adıvar'ın Türkçe çevirisiyle bastırtılmıştır. 1966 yılında da kitabın ikinci baskısı yapılmıştır. Romanın İngilizce versiyonu 1970'li yıllarda Türkiye'de yabancı dille eğitim yapan devlet okullarında (Maarif Kolejleri) İngilizce derslerinde okutulmuştur. George Orwell'in "Animal Farm" adlı eseri iki kez sinemaya uyarlanmıştır. Bunlar: Hurşid Mahmud Kesuri Hurşid Mahmud Kesuri (d. 1941), Pakistanlı diplomat ve politikacı. 2002-2007 yılları arasında Pakistan dışişleri bakanlığı görevinde bulunmuştur. Pencaplı, tanınan bir aileden geliyor. Dedesi Mevlana Abdulkadir Kesuri Milli Hint Meclisi'nin lideri. Sergey Sobolev Sergey Lvoviç Sobolev (d. 6 Ekim 1908, Sankt-Peterburg - ö. 3 Ocak 1989, Moskova), Rus matematikçidir. Matematiksel analiz ve kısmi türevli diferansiyel denklemler üzerine çalışmalarıyla tanındı. Babası Lev Aleksandrovich Sobolev önemli bir hukukçu ve avukattı. 14 yaşında babasını kaybetti daha sonra yetişmesinde annesi Nataliya Georgievna'nın önemli katkıları oldu. Babasını kaybettiği sıralarda Harkov Teknik İşçi Okulunda kayıtlı iken , giriş sınavlarına hazırlandığı Leningrad 190. Lisesine kayıt olmaya hak kazandı. 1925'deki mezuniyetinden sonra girdiği Leningrad Üniversitesi Matematik ve Fizik Fakültesinde Smirnov'un dikkatini çekti. Sobolev tüm mesleki yaşamınca üzerinde çalışacağı diferansiyel denklemlere bu sırada ilgi duydu ve kariyerinin bu aşamasında bile yayınlayacağı sonuçlara ulaştı. 1929'da üniversite eğitimini bitirdikten sonra birkaç farklı kurumda çalıştı. Bunlar arasında SSCB Bilimler Akademisi Sismoloji Enstitüsü Teorik Bölümü ve 1930-31'de çalıştığu Leningrad Elektroteknik Enstitüsü de vardı. 1932'de Steklov Matematik ve Fizik Enstitüsü Steklov Matematik ve Lebedev Fizik Enstitüleri olarak iki ayrı bölüme ayrıldığında, matematik bölümünün başına geçen Vinogradov, Sobolev'i beraber çalışmaya davet etti. Bu zamana kadar Sobolev kısmi türevli diferansiyel denklemlerin önemli bir sınıfının çözümü için yeni bir yöntem getiren derin çalışmalar yayınlamıştı. Bunlar Smirnov'la beraber çalıştığı dalga denkleminin fonksiyonel invariant çözümleri üzerineydi. Bu yöntemler elastik ortamların titreşimlerini tasvir eden dalga denkleminin kapalı çözümlerini sağladı. Bu çalışması için SSCB Bilimler Akademisine de korrespondan üye seçilmişti. Enstitünün Moskova'ya taşınması üzerine oraya yerleşen Sobolev'in 30'lu yıllardaki çalışmaları matematikte birkaç dalın gelişimi üzerinde etkili oldu. 1930'larda ortaya attığı Sobolev Fonksiyon Uzayları kısa zamanda fonksiyonel analizin tüm bir alanını oluşturdu. Sobolev'in genelleştirilmiş fonksiyon (distribution,generalized function) kavramı Fransız Schwartz ve Rus Gelfand'ın katkılarıyla matematiğin merkez kavram ve alanlarından birini oluşturdu. 1939'da 31 yaşında Bilimler Akademisine asil üye seçilmesi ile, o zamana kadar bu unvanı alan en genç üye oldu. II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Enstitü Kazan'a taşındı. 1941'de Enstitünün başına getirilen Sobolev 1944'de bu görevinden ayrıldı. 1941'de daha sonra Devlet ödülü adını alacak Stalin ödülünü ilk alan kişi oldu. 1950'de nümerik matematiğe yöneldi ve Moskova Üniversitesi bünyesinde kurulan bu alandaki ilk bölümün başına geçti. 1956'da birkaç meslekdaşıyla birlikte ülkenin doğusunda iyi eğitim kurumları oluşturulması ve araştırma faaliyetlerinin dengelenmesini önerdi. Planın kabul edilmesi sonrası kendi elemanlarını belirleyip doğuya gitti. 1960-1978 arasında Bilimler Akademisi Sibirya bölümü Matemetik Enstitüsü ve Novosibirsk Üniversitesinde profesörlük görevlerini yürüttü. Zorluklarla dolu kuruluş döneminde , kendi mükemmel örneğiyle genç meslekdaşlarına bilimsel çalışmanın en iyi alışkanlıklarını aşıladı. Hayvan Çiftliği (anlam ayrımı) Sinyora Planı Sinyora Planı, 20
06 Lübnan Savaşı'nı sona erdirmek için Lübnan başbakanı Fuad Sinyora tarafından 27 Temmuz 2006'da Roma Konferansı'nda toplanan devletlere önerilen plandır. Sinyora Planı'nda; İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaların derhal durması, İsrail'in Lübnan'da işgal ettiği topraklardan çekilmesi, tartışmalı olan Sheeba Çiftlikleri bölgesinin Birleşmiş Milletler kontrolüne bırakılması, İsrail ve Lübnan'ın ellerindeki bütün tutsakları serbest bırakması, Lübnan Ordusu'nun Güney Lübnan'a yerleşmesi ve bölgeye Birleşmiş Milletler Barış Gücü konuşlandırılarak barışın korunması isteniyordu. Roma'daki Konferans sırasında plan kabul edilmedi. 4 Ağustos 2006'da ise Fransa ile Amerika Birleşik Devletleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne Sinyora Planı ile birçok noktada çelişen bir tasarı sundular. Bu tasarıda İsrail'in uluslararası barış gücü gelmeden bölgeden çekilmesi istenmediği gibi İsrail'in sadece saldırı niteliğindeki operasyonlarını durdurması isteniyordu. Bu tasarıya göre İsrail, savunma operasyonları yaptığını öne sürerek Lübnan'a operasyon yapmayı sürdürebilecekti. Lübnan tarafından hoş karşılanmayan bu taslak, Avrupa Birliği ve Arap Birliği devletlerinin de desteğiyle, Sinyora Planı'ndaki noktalar da dikkate alınarak değiştirildi. 11 Ağustos'ta değiştirilmiş tasarı 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olarak kabul edildi. 12 Ağustos'da Lübnan ile Hizbullah'ın, 13 Ağustos'da ise İsrail'in kabul etmesiyle yürürlüğe girdi. Sinyora Planı'nın Lübnan Hükümetince açıklanan 7 ana maddesi (İngilizce) Sigmoid işlevi Sigmoid işlevi, "S" harfine benzer bir çizgeye sahip matematiksel işlevdir: formula_1 formula_2 değeri aracılığı ile denetlenebilen eğimi nedeniyle, eşik işlevine göre daha esnek bir çözüm sunmaktadır. Bu özelliği sayesinde, yapay sinir ağları gibi, birçok özdevimli düzeneğin tasarımında sıkça rastlanır. Wesleyan Sigmoid Sigmoid genel anlamda "S" harfi biçiminde olmayı ifade eder. Kullanımına : Simple Plan Simple Plan 1999 yılında Montreal, Kanada`da kurulan bir punk rock grubudur. Beş elemanın hepsi de Quebec bölgesinde büyüyen Fransız asıllı Kanadalı`lardır. Grup dört albüm yayımlamıştır "No Pads, No Helmets... Just Balls" (2002) ve "Still Not Getting Any" (2004)Simple Plan(2008) Get your heart on! (2011); bunun yanında iki tane de canlı CD`si vardır "Live in Japan" (2002) ve "MTV Hard Rock Live" (2005). Grubun kökenleri aslında 1995 çıkışlı Reset grubuna dayanır. Reset 1997`de ilk albümünü çıkardığı zaman MxPx, Ten Foot Pole ve Face to Face gibi gruplarla turneye çıkıyordu. Pierre Bouvier ve Charles-André (Chuck) Comeau da bu gruptaydı o sıralarda. 1999`un sonuna doğru ise Simple Plan grubunu oluşturmak için buradan ayrıldılar. Grubun adının nereden geldiği tam olarak bilinmemektedir. Elemanlar farklı cevaplar vermekle birlikte gerçek bir "iş"ten kurtulmak için bir grup kurmanın kolay bir yol olacağını düşündüklerinden akıllarına bu ismin geldiğini söylemektedirler. Bouvier ise yakın bir zamanda "bir grup kurmak zengin olmak için en basit plandır" diyerek grubun adıyla ilgili yeni bir şey söylemiştir. HCC HCC aşağıdaki anlamlara gelebilir Lostprophets Lostprophets 1997 yılında Galler`de kurulan rock grubu. Birçok demo (şu anda hiçbiri ticari olarak üretilmemektedir), 3 stüdyo albümü ve sekiz single yayımladılar. İlk albümleri thefakesoundofprogress £6000 gibi az bir parayla üretildi, bunun bir demo olması düşünülmüştü fakat büyük şirketlerin ilgisini fark edince bu albümü daha iyi şartlarda kaydedip ABD piyasasına Columbia Records aracılığıyla dağıttılar (Britanya`da ise hala Visible Noise ile anlaşmalıdırlar). İlk albümlerinden sonra ikinci albümlerine kadar aradan 4 yıl geçti. Sonunda ikinci albüm Start Something yayımlandı ve grup başarıya ulaşarak özellikle dünya çapında daha da tanınır hale geldi. Üçüncü albüm Liberation Transmission 26 Haziran ve 27 Haziran 2006 tarihlerinde ABD ve Britanya`da piyasaya sürüldü. Last Train Home ve Rooftops (A Liberation Broadcast) şimdilik önce çıkan parçalardır. Ian David Carslick Watkins (*30. Temmuz 1997 Merthyr, Galler) Grubun Vocali ve kurucu üyelerindendir. 14 yaşında bateri çalmaya başladı. Grup arkadaşı Mike Lewis ile beraber Public Disturbance da çalmışlardır. Kendisi daha fazla grupta baterist olmayı istediğini fakat kimsenin vocal olmak istemediğini söylemiştir. Mike Richard Lewis (*17 Ağustos 1977 Pontypridd, Galler) Grup kurulmadan önce bir yıl inşaat mühendisliği okumuştur. 1999 yılında bas dan ritim gitara geçmiştir. Lee James Gaze (*21 Mayıs 1979 Pontypridd, Galler) Grubun Gitaristi ve kurucu üyelerindendir. Watkins ve Lewis gibi Straight Edge yaşam tarzını benimser. Stuart Richardson III (*15 Şubat 1979 Ferndale, Galler) 1999 yılında Mike Lewis in yerine basgitara geçmiştir. James Richard Oliver (*16 Temmuz 1977) Lostprophets den önce Bristol Üniversitesinde sanat okumuştur. Finlandiya'da İslam Finlandiya'da 1999 resmi verilerine göre 20,000 Müslüman yaşamaktadır. Ülkenin yerli Müslümanlarını Baltik Tatarları oluşturmaktadır, etnik grup dağılımına göre Müslümanlar şu milletlerden oluşmaktadır; 1925'te Finlandiya İslam Cemiyeti kurulmuştur, 1935'te ise dil kurslarına başlamıştır. Kulob Kulob ya da Kulâb, Tacikistan'ın Hatlon Bölgesinde bulunan bir şehirdir. 2000 sayımına göre 78.000 kişilik nufusuyla ülkenin en büyük 3. şehridir. Tacikistan'ın şimdiki başkanı Emomali Rahmonov'un ve Kanadalı medya kralı Moses Znaimer'in doğum yeridir. Manasının göl suyu olarak söylenir, çünkü eski zamanlarda buralar göl yatağı imiş. Daha sonraki yıllarda buralardaki sular çekilmiş ve insanlar bu bölgeye yerleşmişler. Tacikistan'ın Hatlon eyaletinin içerisinde ikinci büyük ilidir. Afganistan sınırına 30 km yakında olan bu şehirde Mir Said Ali Hamedani'nin türbesi bulunmaktadır. Bulgaristan'da İslam Bulgaristan'a İslam'ın girişi Anadolu'dan, henüz daha Osmanlı Devleti kurulmadan önce Sarı Saltuk Baba önderliğinde göç eden, göçebe Alevi-Türkmenlerin ülkeye girişiyle başlamıştır.Osmanlı Devletinin son dönemlerine kadar Alevi inancı yoğundur,2.Mahmud ile birlikte Bektaşilik ve diğer Alevi tarikatler yasaklanmış,Anadolu'da olduğu gibi Balkanlarda da Sünni İslam ve Sünni tarikatler yayılmaya başlamıştır,Günümüzde Sünni Müslümanlar sayıca üstündür.Aleviler toplam Müslümanların yaklaşık %15'ini oluşturmaktadırlar. Ülkedeki en büyük Müslüman grubu Türkler oluşturmaktadır, etnik dağılıma göre Müslüman milletler şunlardır; Komünist dönemde İslam'a yasak konmuştur fakat 1989 yılı milad olmak üzere büyük özgürlükler verilmiştir yine de İslam'ın Bulgaristan'da tamamiyle özgür olduğu söylenemez, son dönemlerde ATAKA Partisi Sofya'daki Banyabaşı Camii'sinde ezanın susturulması için kampanya başlatmıştır. Global dünya görüşüne sahip olmayan ırkçı ve din özgürlüğüne karşı eylemlerini devam ettirmeyi amaçlayan partiler maalesef modern dünyada Bulgaristan'da prim kazanmaktadır. Partenon Partenon (Antik Yunanca: Παρθενώνας, Partenonas), Athena'nın tapınağıdır, MÖ 5. yüzyılda Atina Akropol'ünde inşa edilmiştir. Antik Yunan'dan günümüze kalan yapılar arasında en iyi bilinenidir ve Yunan mimarisinin en büyük eseri olarak kabul edilir. Dış cephesinde kullanılan heykeltıraşlığın Yunan sanatının en yüksek noktası olduğu düşünülür. Dünyanın en büyük kültürel abidelerinden biri olarak Partenon, Antik Yunan`ın ve Atina demokrasisinin de sembolüdür. Tapınak Dor üslubu ile inşa edilmiştir. Partenon isminin Athena Parthenos`un kült heykelinden geldiği sanılmaktadır. Bu heykel Fidias tarafından fildişi ve altın kullanılarak yapılmıştır, Athena`nın sıfatı "partenos" (παρθένος, bakire) tanrıçanın bekaretini simgelemektedir. Altın oran 'ın insanoğlu tarafından ilk uygulamalarından biridir. cepheden bakıldığında, genişliğinin yüksekliğine oranı, neredeyse tam olarak altın oran 'a eşittir. Partenon, Perslerin MÖ 480'de eski Athena tapınağını yok etmesinden sonra yapılmıştır. Birçok Yunan tapınağı gibi Partenon da hazine olarak kullanılmıştır. 6. yüzyılda Partenon Bakire Meryem`e adanan bir kiliseye çevrilmiştir. Osmanlı Devleti`nin fethinden sonra 1456 yılında ise cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1687'de Türkler burayı cephanelik olarak kullanırken, bina Venedik tarafından bombardımana tutulmuştur. Patlamalar, tapınağa ciddi biçimde zarar vermiştir. Yunan isyanı sırasında Yunanlar tarafından savunma amaçlı olarak da kullanılmıştır. 19. yüzyılda heykel parçaları Lord Elgin tarafından İngiltere`ye taşınmıştır ve şu anda Britanya Müzesi`nde sergilenmektedir. Bu eserlerin Yunanistan`a gönderilip gönderilmeyeceği halen tartışılmaktadır. Aare Aare (ya da Aar) İsviçre'de ırmak, Ren'in kolu: 295 km. Havzası 17600 km², rejimi Alp tipidir. Grimsel'in eteğinde 1879 m yükseklikte doğar. İsviçre'nin başlıca ırmağı olan Aar, Bern'e kadar çok turistik (Miringen, İnterlaken, Thun) bir Alp vadisine akar. Aşağı kesiminde Mitteland'ın büyük bölümünü akaçlayarak Biel gölünü geçer ve Jura'nın eteğini boylar. Irmağın bu kesiminde yapılan hidro elektrik santrallar, Biel, Oltan, Solothurn, Aarau kentlerinde sanayi tesisleri kurulmasını kolaştırmıştır. Daha sonra başlıca kolları Reuss ve Limmat'ı alan Aar, Waldshut'un karşısında Ren'le buluşur. Aare, "Grimsel" bölgesindeki Aar buzullarından doğar. "Meiringen"'de derin ve dar bir vadi olan "Aareschlucht" boğazından geçerek Brienz'de Brienzer gölüne dökülür. Brienz gölünden 7 km.lik yol boyunca "Bödeli" adındaki bir kanal aracılığıyla Thun gölüne akar. Kander buzulundan doğan Kander deresi de Thun gölüne bağlanır. Aare Thun'da Thun gölünden ayrılır ve geniş Aare vadisi boyunca Bern'e doğru akar. Bern'e ulaşmadan önce Gürbe ve Giesse dereleri de Aare'ye bağlanır. Aare Bern'de, şehrin kurulduğu mahmuzun etrafında dar bir yay çizer. Ardından çeşitli büklümlerle bir menderes oluşturur. Bu sayede oluşturduğu Enge yarımadasının etrafından akar ve Wohlen gölüne dökülür. "Radelfingen"'de Saane/Sarine nehrini içine aldıktan sonra kuzeye doğru akmaya başlar. "Aarberg" ile "Hag
neck" arasındaki yapay bir kanal olan "Hagneck kanalı" ile Biel gölü'ne dökülür. Nidau'da Biel gölünden ayrılarak yine yapay bir kanal olan Nidau-Büren kanalından akarak Büren'den hemen önce eski yatağına geri döner. Aarberg ile Büren arasındaki orijinal nehir yatağına "Alte Aare" ("Eski Aare") denir. Nehir'in Biel gölüne yapay şekilde akıtılması sayesinde, Aare'nin alplerden taşıyıp getirdiği büyük miktarda alüvyon, çakıl ve kar suyu Biel gölü tarafından emilir. Böylece bir zamanlar bataklık olan alanlar "İsviçre'nin sebze bahçeleri" haline gelmiştir. Bu noktadan sonra Aare uzun bir yol boyunca kuzeydoğu yönünde akar. Önce Solothurn'dan geçer. Ardından sırayla Emme ve Wigger nehrilerini kendisine katar. Olten ve Aarau şehirlerinden geçer. Suhre, Bünz ve Wildegg derelerini de içine alır. Brugg'u geçtikten hemen sonra önce Reuss, sonra Limmat nehirleri Aare'ye dökülür. Ardından kuzeye doğru akmaya başlar ve Koblenz 'de Ren ile birleşir. Ren nehri de Almanya ve Hollanda'yı geçerek sularını Kuzey Denizi'ne boşaltır. Antik çağlardan beri Aare ve yan kollarında gemi ile yolculuk yapılmaktaydı. Ortaçağda Aare önemli bir sınır nehri olarak işlev gördü. Hıristiyan Burgundililer ile daha kuzeyde yaşayan putperest Alemanca konuşan Alemanni kavimi arasında bir sınır oldu. Karolenjler ve Roma-Germen imparatorluğu zamanında da aynı işlevi sürdürdü. Bern şehrinin kurulması ile 12. ve 13. yüzyılda nehrin kaderi değişti, nehrin üzerine köprüler yapılmaya başladı ve nehrin iki tarafındaki hakimiyet alanları giderek gelişti. Aare'de önceleri nehir üzerinden kereste taşımacılığı yapılıyordu. Ancak 19. yüzyılda demiryolunun inşa edilmesinden sonra nehir üzerine ilk enerji santrali yapıldı. Bugün Aare üzerinde 30'a yakın enerji santrali bulunmaktadır. (9'u Innertkirchen'de) Ayrıca Mühleberg, Gösgen ve Beznau'da bulunan nükleer enerji santralleri soğutma sistemleri için Aare'nin suyunu kullanmaktadr. Günümüzde Aare boş zaman aktiviteleri için sevilen bir nehirdir. Geniş bir bölgede şişirme botlarla gezinti yapmak mümkündür. Sahlleri fazla kayalık değildir, zaman zaman akıntı olsa da yüzmek için kullanılabilir. Türkiye kadın millî basketbol takımı Türkiye kadın millî basketbol takımı, Türkiye'yi uluslararası turnuva ve maçlarda temsil eden kadın basketbol takımıdır. Millî takım ilk kez 2005 yılında İzmir'de düzenlenen Universiade oyunları öncesi kullanılan ifade ile "Potanın Perileri" unvanıyla anılmaktadır. İletki İletki ya da açıölçer, açıları ölçmeye yarayan alet. Tipik bir iletki genellikle 1°lik aralıklarla ölçeklendirilir ve her 5 veya 10°lik aralık uzun bir çizgi ile belirtilir. Bununla birlikte, daha karmaşık işlerde kullanılan iletkiler daha hassas şekilde ölçeklendirilmiş olabilir. Açıların 0,1 yay saniyesi (1°/3600) hassaslığında ölçülmesini sağlayan optik açıölçer ("gonyometre"), döner bir çember ile bu çembere dik bir eksen üstündeki bir nişanlama dürbünü ve bağlı olduğu bir verniyeli dürbünden oluşur. Kristalografide, prizma ve optik bileşenlerin yapımında kullanılır. Afgan Tazısı Afgan Tazısı, av köpeği ve süs köpeği olarak yetiştirilen köpek ırkı. Afganistan kökenli olan Afgan Tazısı, kayalık arazide güçlü sıçrayışlar ve apansız dönüşler yapmaya elverişli bedeniyle kolayca hareket edebilen, görerek iz süren tazılar grubundaki birkaç av köpeği ırkından biridir. Boyu 61–71 cm'yi, ağırlığı 22–27 kg'ı bulur. Çeşitli renklerde olabilen uzun ipek gibi tüyleri başının üstüne kadar uzanır. Bedeninin geri kalan kesimine oranla çok daha az tüylü olan kuyruğunun ucu yukarı kıvrıktır. Çekingen ama sevimli, sadık, hassas diğer köpeklere karşı dominant davranmayı seven bir ırktır. Çok cesur, asil ve zariftir ancak çok şüphecidir ama yabancılara dahil düşmanca tavır sergilemez. Afgan tazısı geçmişte güvenilmez olarak tabir edilse de günümüzde bu inanç değişmiştir. Afgan tazısı kolay öğrenir ama kolay boyun eğmez. Komutlar ciddi ve tutarlı olmazsa Afgan Tazısı başına buyruk olabilir. Ama eğitmeni bazı zamanlar söz dinlememesine şaşırmamalıdır. Bahçesiz bir evde beslenmesi neredeyse mümkün değildir. Açık havayı ve koşmayı çok sever. Karakteristik özelliklerinin çoğu Saluki (İran Tazısı)'na benzer. Apartmanda beslendiği zaman çoğu zaman bir köşede uyumayı sever. Günde en az yarım saat serbestçe gezip koşmalıdır. Açık arazide koşup oynadığı zaman çok mutlu bir görüntü sergiler. Afgan Tazısı apartman hayatı için pek uygun bir köpek türü değildir. Açık araziye, serbest gezip dolaşmaya ihtiyaç duyar. Evde durduğu zaman ise yatıp uyumayı tercih eder. Uzun tüyleri nedeniyle her gün fırçalanmaya ihtiyaç duyar. Kulakları uzun olduğundan dolayı yemek yerken arkadan bağlanmazsa yemeğin içine girip kirlenecektir. Genetik testler bu ırkın kökeninin en eski çağlara dayandığını ve muhtemelen kurt ve köpeğin farklılaşma çağına kadar dayandığını bildirmektedir. Mısırdan çıkan papirusların üstünde bu ırka ait resimler görülmektedir ancak en az 4000 senedir Afganistan'da varlıkları bilinmektedir. Afganistan'da bu köpek özellikle Av köpeği ve Çoban köpeği olarak kullanılmıştır. Av köpeği olarak o dönem Afganistanında sık bulunan Yaban keçisi ve geyik'in yanı sıra kurt ve Kar parsı avında dahil kullanılmıştır. Bu ırk yüz yıllar boyu iyi korunmuş ve bölge dışına çıkışları yasaklanmıştır. Avrupa'ya çıkarılan ilk köpekler 1920'lerde İngiliz bay ve bayan G. Bell-Murray ve bayan Jean C. Mansontarafından 1920'de İskoçya'ya gizlice götürüldü ve Bell-Murray ırkı olarak anıldılar bunların kürkü daha az tüylüydü. ikinci dalga Bayan Mary Amps tarafından 1925'te İngiltere'ye getirildi. Kocası ve o Afgan Savaşı Savaşı sonrası 1919'da Kabil'e gitmişlerdi. Onların edindikleri köpeğin adı Ghazni idi ve bir önceki ırktan farkı daha uzun tüylerinin olmasıydı. Günümüzde Amerika'da bulunan Afgan Tazılarının çoğunun kökeni bu çiftin getirdikleri köpeklere dayanıyor. Günümüzde bu köpeği Çizgi filmlerde dahil görebilmekteyiz (Balto'da Sylvi Karakteri, Lady and the Tramp II'de Ruby karakteri vb.) En büyük sağlık problemleri Allerji ve Kanser dir. Çoğu tazı türü gibi Anesteziye karşı şiddetli alerjileri vardır. Ayrıca Şilotoraks (chylothorax)geliştirmeye eğilimlidir. Benzer boyuttaki köpekler gibi 12 yıl kadar yaşar ve ölüm sebepleri sıklık sırasına göre kanser (31%), yaşlılık (20%), kardiyak nedenler (10.5%), and urolojik nedenler (5%) olarak araştırmalar sonucu 2004'te açıklanmıştır. "The Intelligence of Dogs": Stanley Coren Aguti Aguti, Dasyproctidae familyasından "Dasyprocta" cinsini oluşturan, kemirici türlerin ortak adı. Aguti cinsi üyeleri, 64 cm kadar uzunlukta, kısa kuyruklu (10–35 mm), 3 kg ağırlığında, kobay iriliğinde kemirici hayvanlardır. Kaba parlak derileri soluk turuncu renginden siyaha yakın lekeli kahverengine kadar çeşitli renklerde olabilir. Karın bölümleriyse beyazımsıdır. Ön ayakları beş kıvrık tırnaklıdır; arka ayaklarında daha kalın üç tırnak vardır. Agutiler, Meksika'nın güneyinden Brezilya'nın güneyine kadar uzanan alanda, ormanlar içindeki bataklıklarda, çalılık alanlarda yaşar, topraklar, meyveler, kabuklu meyveler ve bitki kökleriyle beslenirler. Dişiler, toprağa kazdıkları yuvalarda, iki-dört yavru doğururlar. Darwin, "Beagle" yolculuğu sırasında bir aguti yemiş ve "Hayatımda yediğim en iyi etti." demiştir. Klamidya (hastalık) Klamidya, filum Chlamydiae türü bakterilerin neden olduğu bir hastalık. Klamidya cinsi 3 tür içermektedir: Chlamydia trachomatis, Chlamydia muridarum, ve Chlamydia suis. Hayvan (insan dahil), böcek ya da protoza hücrelerinde yaşayan birçok başka Chlamydiae türleri bulunmaktadır. Bu türlerden ikisi insanlarda akciğer infeksiyonuna neden olabilir Chlamydophila pneumoniae ve Chlamydophila psittaci. Bu iki tür de daha önce Chlamydia cinsine ait idiler. "Chlamydia trachomatis" insan göz ve genital organlarında infesksiyona neden olan sık görülen bir patojendir. Ç. trachomatis sadece insan hücreleri içinde yaşayabilir ve en sık rastlanan cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biridir—her sene ABD'de yaklaşık 4 milyon Klamidya vakası görülür. Klamidya semptopmları her infekte olan kişide görülmeyebilir. Klamidya taşıyan erkeklerin yaklaşık yarısı ve kadınların dörtte üçü belirti vermez ve infekte olduklarını bilmezler. Ciddi sorunlara yol açabilir ancak zamanında teşhis edilirse antibiyotiklerle kolayca tedavi edilebilir. Aynı şekilde, gözde kalmidya infeksiyonu dünya en sık görülen "engellenebilir" körlüğün nedenidir. Korluk, trahom (klamidya konjonktiviti) komplikasyonu sonucu oluşur. fs.html. Klamidya çok sık bulunduğundan ve belirti (semptom) vermediğinden, güvenli seks uygulayarak, tek eşli yaşamak, tek havlu kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı tedbir almak özellikle önemlidir. Klamidya trachomatis enfeksiyonu, antibiyotik kullanımı yoluyla tedavi edilebilir. Klamidya (bakteri) Chlamydia, Eubacteria âleminin Chlamydiaceae familyasında yer alan bir bakteri cinsidir. "Chlamydia" cinsine ait üç bakteri türü bulunmaktadır: "Chlamydia" ("italik" değil; metin içinde baş harfi küçük), örneğin İngilizce'de Chlamydiae şubesine ait herhangi bir bakteriye bağlı enfeksiyonu tanımlamak için kullanılan ortak bir terimdir (bakınız: ). Bu tarz kullanımın Türkçeleşmiş karşılığı ise "klamidya" ya da "klamidya enfeksiyonu" şeklindedir. Airy lekesi Airy lekesi, ışığın teleskop içinden geçerken kırılmasıyla oluşan, küçük, diske benzer görüntüdür. Airy lekesinin boyutlarını İngiliz astronomu Sir George Biddell ilk olarak açıklamış ve büyüklüğünün hem ışığın dalgaboyuna, hem de objektif, mercek ya da aynanın çapına dayandığını ortaya koymuştur. Objektif aralığı (çapı) ne kadar büyürse, Airy lekesi o kadar küçülür. 25 cm çapında bir teleskop, görünen ışık için 1 yay saniye çapında bir Airy lekesi üretir. Galat-ı meşhur Galat-ı meşhur, kelime veya deyimlerin yaygın olarak yanlış bir biçimde kullanılması sonucu, doğrusunun yerini alması halidir. "Herkesin doğru bildiği yanlış" denebilir. Örnek olarak: Türkçede "İngiltere" denilerek kastedilen Birleşik Krallık'tır; İngi
ltere, Birleşik Krallık'ı oluşturan devletlerden birisidir; ancak bu kullanım o kadar yaygındır ki yanlış kabul edilmez. Türkçeye Arapçadan geçen ve aslında birer çoğul ad olan evrak (tekil: varak), evlat (tekil: velet), eşkıya (tekil: şaki) gibi sözcüklere yine çoğul eki getirmek de kabul gören yanlışlardandır. Konuyla ilgili olarak, Osmanlı Türkçesinde "Galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evlâdır." şeklinde bir atasözü de bulunmaktadır. Akita (köpek) Akita, spitz türünde en büyük Japon bekçi köpeği ırkı. Akita, köpek ırklarında Spitz tip dediğimiz en büyük Japon köpek türüdür. Ağırbaşlılığı, biçimli vücudu, güçlü ve kendine has görüntüsü ile diğer ırklardan bir bakışta ayrılır. Güçlü kaslara, büyük bir başa ve kısa bir çeneye sahiptir. Görüntü itibarıyla uzunluğu yüksekliğinden ve eninden biraz daha fazladır. Derin ve geniş bir göğsü vardır. Baş biçimli bir üçgen görüntüsü ile vücuttan ayrılır. Duruşu kolayca seçilebilir ve alnının ortasında yüzlek olan bir çizgi vardır. Küçük ve dik kulaklar boyunla bir uyum sağlamaktadır. Gözler köşeli, küçük ve koyu kahverengidir. Burun siyahtır. Beyaz olanlarında kahverengi burun olabilmesine rağmen siyah tercih edilmektedir. Dudaklar siyah, dil ise pembedir. Kuyruğunu yukarıda ve kıvırarak taşır. Kedi gibi perdeli ayaklara sahip ve onun kadar iyi yüzücüdür. Kalın ve ince olmak üzere iki kat ve yoğun tüylere sahiptir. Bu tüyler onu dış ortamdaki sıcak ve soğuktan aynı zamanda da ıslanmaktan korur. Tüy renkleri beyaz, kırmızı, açık kahve tonları, benekli veya çizgilidir. Renk geçişleri kesin çizgilerle ayrılmamıştır. Soğuk iklim köpeğidir. Çok iyi yüzer. Sakin, akıllı, ve cesurdur. Koruma köpeği olarak görev yapar. Diğer köpek ve ev hayvanlarıyla pek geçinemez. Bu nedenle başka hayvanlarla bir aradaylen onu serbest bırakmak doğru olmaz. Birlikte yaşadığı çocuklara karşı hoşgörülüdür, ama yabancı çocukların kendisine yaklaşmasına izin vermez. Fazla havlamaz, ama ilginç bir ses tonu vardır. Uzun yürüyüşler yapmayı sever. Akita sakin fakat bazen başına buyruktur. Ailesine karşı dikkatli ve sevecendir. Akıllı, cesur ve gözüpektir. Yavru iken zor eğitim alabileceği için bu konuda inatçı olunmalıdır. Akita birinci sınıf bir koruma köpeğidir. Japon anneler çocuklarını ve ailelerini rahatlıkla ona emanet etmektedirler. Akita'lar arkadaşlık açısından son derece güvenilir olmalarına rağmen diğer köpek ve hayvanlara karşı tahammülsüzlerdir. Bu yüzden başka hayvanların bulunduğu ortamlarda asla serbest bırakılmamalı ve tasmasız dolaştırılmamalıdırlar. Diğer kedi-köpeğe ve çocuklara karşı çok dikkatli ve çekingendir. Bununla beraber kendi ailesindeki çocuklara toleranslı, daima iyidir ve diğer çocukların aileye karışmasına oyun oynamasına izin vermek istemez. Bu durumda şakalaşılırsa ısırabilir. Çocuklar sevecenliği bu köpekle öğrenebilir. Yemek konusunda bazen vahşileşebilmektedir. Fakat yavru iken verilecek eğitimle bunun önüne geçilebilir. İtaat eğitimi sırasında çabuk sıkılabilecekleri için bu konuda biraz ısrarcı olmak gereklidir. Akita her zaman ailesi ile birlikte olmak ister. İlginç bir ses tonu olmasına rağmen pek fazla havlamaz. Yaşam Ortamı Eğer yeterince egsersiz yaptırılabiliyorsa apartmanda yaşayabilir. Evin içinde de aktif olabilmesine rağmen onun için en iyisi geniş arazili bir yuvadır. Bakımı Kalın ve kısa tüylerini, tel bir fırça ile sık sık temizlemek gerekir. Çok mecbur kalınmadıkça yıkanılmamalıdır. Çünkü yıkamak üzerinde bulunan su geçirmez tabakaya zarar verir. Yılda 2 kez yoğun olarak tüy değiştirirler. Yüksek, sağlam bedenli, dik kulaklı, kıvrık kuyruklu bir köpek olan akitanın omuzdan yere yüksekliği 61–71 cm, ağırlığı 35–55 kg'dır. Koku alma duyusunun, güçlülüğü ve dayanıklılığıyla tanınır. Dişisi bir doğumda 7-8 yavru doğurur. Yüzyıllar boyunca Japonya'da yalnızca soylularının yetişmesine izin verilen akita günümüzde dünyanın her yerinde bekçi köpeği olarak kullanılmaktadır. Kökeni Akita, Japonya'nın Honshu adasının Akita bölgesinden köken almaktadır. Yüzyıllar boyu değişmeden korunabilmiştir. Bugün Japonya nın saygıdeğer naturel abidesi gibi görülmektedir. İlk başlarda Japon imparatorunun koruma köpeği olarak kullanılmış, sonrasında dövüş, geyik ve ayı avı, kızak köpeği, polis ve askeri iş köpeği olarak kullanılmıştır. Akita çok iyi bir av yeteneğine sahiptir. Hatta yoğun kar altında bile av yapabilmektedir. Su kuşlarını takip edip sudan çıkarma konusunda çok iyidir. Bu köpeğin küçük heykelcikleri sağlığın da sembolü sayılmaktadır. Hasta olanlara bir an önce sağlıklarına kavuşmaları amacıyla hediye olarak verilmekte ve gönderilmektedir. II. dünya savaşı sırasında ilk olarak Amerika'ya götürülmüş ve oradan bütün dünyaya yayılmıştır. 1931'de Japon hükümeti tarafından "ulusal anıt" ve "ulusal hazine"lerden biri ilan edilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası yok olma tehlikesi geçiren tür, sayı olarak 2 düzünenin altına indi. Tür, Türü yetiştirmeye hayatını adayan Morie Sawataishi tarafından korunmuştur. Bu konuda ile ilgili Martha Sherrill tarafından "Dog Man An Uncommon Life on a Faraway Mountain" isimli bir kitap basılmıştır. 2009 yapımı isimli Holywood yapımı film bir akita ve sahibinin gerçeklere dayanan hüzünlü hikâyesini anlatır. Kemikbilim Kemikbilim veya Osteoloji kemikler hakkında olan bilimsel çalışmadır. Anatomi'nin alt dalı olan kemikbilim kemikler, iskelet ögeleri, diş, morfoloji, işlev, hastalık, patoloji, kemikleşme süreci (kıkırdaklı yapılardan itibaren), kemiklerin direnci ve sertliği (biyofizik), gibi konularda detaylı çalışır. Genellikle bilimadamları tarafından insan cesetleri üzerinde biyokültürel bağlamda yaş, ölüm, cinsiyet, gelişme ve olgunlaşma konularında araştırma yaparak cesedin kimliğinin belirlenmesinde kullanılır. Adli tıp, Biyolojik antropoloji ve arkeoloji alanında sıklıkla kullanılır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararı 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı, 2006 Lübnan Savaşı'nı sona erdirmek amacıyla 11 Ağustos 2006'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nce alınmış karardır. Karar, 15 üyenin hepsinin kabul oyu vermesiyle alınmıştır. Kararı 12 Ağustos'da Lübnan ve Hizbullah, 13 Ağustos'da ise İsrail kabul etmiştir. 14 Ağustos 8:00'da (yerel saat) ateşkes başlamıştır. Kararın önemli noktaları şunlardır: Druid Druid, Kelt çoktanrıcılığında genellikle Alplerin kuzeyinde ve Britanya Adaları'nda var olan antik Kelt topluluklarındaki rahip sınıfı. Druid uygulamaları Yunanların "Keltoi" ve "Galatai" Romalıların "Gaul" dedikleri tüm yerli kabilelerin kültürünün bir parçasıydı. Druidler rahiplik, şifacılık, alimlik ve büyü gibi görevleri kendilerinde bir araya getirmişlerdi Druid kelimesinin kökeni muhtemelen Keltler tarafından uygulanan ağaç büyüsüne kadar geri gitmektedir. "Deru" kelimesi "sağlam, katı, sabit olmak" anlamına gelir. Kelime ağaçlar için kullanılır hale gelmiştir. Batı dillerindeki tree, truce, true/truth, troth/betroth, duress, endure, drupe gibi kelimelerin kökeni de "Deru" sözcüğüne kadar geri gitmektedir. "Weid" ise "görmek" kelimesi ve onun uzantısı olan "bilgelik" ve "bilgi" anlamlarına gelir. İngilizce'deki twit, guide, guise, wit, vision gibi kelimelerin kökeni Weid sözcüğüne uzanır. Druidler güneş, ay, yıldızlar gibi tabiatın unsurlarını kutsal kabul eden ve meşe, dağların zirveleri, nehirler hatta bazı bitkilere saygı gösterirlerdi. Ateş bazı uluhiyetlerin bir sembolü addedilirdi ve güneş ve temizlenme ile ilişkiliydi. Druid takvimi ay, güneş ve bitkisel döngülerle işlerdi. Arkeolojik kalıntılar her yıl iki ekinoks ve gün dönümünün kutlandığını göstermektedir. Bu festivaller Güneşin konumu ile yapılmaktaydı. Akordeon Akordeon, akordiyon ya da akordion, bir körüğü harekete geçirmekle yaratılan hava akımının etkilediği serbest metal dillerinin titreşmesiyle ses çıkaran havalı çalgıdır. Bir ya da iki kılavuz ile bir körükten oluşan akordiyonda, serbest metal dillerin titreşmesi, klavyenin tuşlarına basmakla sağlanır. Akordeon'un ilkel şeklinin 1822'de Berlin'de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından icat edildiğine inanılır. Ama yakın zamanda akordeon olarak adlandırılabilecek bir enstrümanın 1816'da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır. Akordeon ismine ilk patent ise 1839'da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akerdeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yenin çalgının üretimine girişti. "Diyatonik akordeon" denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880'de,iki klavyeli kromatik akordeon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordeon, kısa sürede çok tutundu. 1940'da daha da gelişti ve konser akordeon adını aldı. George Auric ve Jean Françaix gibi besteciler bu çalgı için birçok parça besteledi. Alaska akıntısı Alaska akıntısı, Aleut akıntısının kolu olan bir su akıntısıdır. Alaska körfezi'ndeki ters akışın bir parçası olan Alaska akıntısı, yüzeysel bir akıntıdır. 4 °C olan su sıcaklığı, körfezin suyundan yüksektir. Tuzluluk oranı binde 32,6, ortalama hızı 28 cm/saniye'dir. Alaska Körfezi Alaska Körfezi, Büyük Okyanus'un kuzeydoğu kesimine verilen ad. Yaklaşık 1.533.280 km²'lik bir alana yayılan Alaska Körfezi'nin ana akıntısı, körfez sularına oranla daha sıcak olan ve saat ibresinin ters yönüne doğru akan Alaska akıntısıdır. Kıyılarında Anchorage, Vildes ve Seward liman kentleri bulunur. Aleut akıntısı Aleut akıntısı, Aleut adaları ile 42° Kuzey enlemi arasında yüzey su akıntısıdır. Kuroşiyo ve Oyaşiyo akıntıları tarafından oluşturulan Aleut akıntısı, Kuzey Amerika kıyılarına ulaşınca ikiye ayrılır: Alaska akıntısı, Kaliforniya akıntısı. İngiliz bahçesi İngiliz bahçesi, 18. yüzyıl İngiliz bahçecilik tasarım tarz karakteristiğini, özellikle de Lancelot Brown'un peyzaj mimarlığı çalışmalarını tanımlamak için kullanılır. Ancak bu kelime 18. yüzyıl boyunca büyük çapta kulllanılmamışt
ır. Klasik tarzdaki yılankavi kıvrımların ve çalılıkların moda olmaktan çıktığı 19. yüzyılda popüler olmuştur. 20. yüzyılda, 'İngiliz bahçesi' terimi peyzaj mimarları tarafından kullanılmaya başlanmıştır. İngiliz bahçesi veya İngiliz parkı terimleri Birleşik Krallık dışında kullanılır, Birleşik Krallık'da ise manzara bahçesi terimi kullanılmaktadır. Bu tarzın bir örneği Almanya Münih'te yer alan Englischer Garten'dir. Peyzaj mimarlığı Smallville Smallville, 2001 yılında çekimine başlanan, Superman'in gençliğini konu alan Amerikan dizisi. Yapımcılığını Alfred Gough ve Miles Millar yapmıştır. Dizinin çekimleri Kanada'da yapılmıştır. Dizinin ana oyuncuları Tom Welling, Allison Mack, Michael Rosenbaum, Annette O'Toole, John Schneider, Erica Durance, John Glover ve Kristin Kreuk'tur. Superman'ın gençliğini ve güçlerini keşfetmesini konu alan Amerika Kanada ortak yapımı dizi.Dizi 13.05.2011 tarihinde 'Finale' isimli bölümüyle final yapıp ekranlara veda etmiştir. Bilim kurgu ve macera alanında ön plana çıkmış olan Smallville dizisi Süpermen’in hayata başlayış şeklini ve küçüklük zamanlarını anlatan bir yapım olarak karşımıza çıkmakta. Dizinin başkarakteri olan Clark Kent farklı bir gezegenden gelen bir varlığı canlandırmaktadır. Dünyadaki var olan insanlara oranla büyük bir farklılık gösteren bu karakter iyi yönleriyle ön plana çıkarak dünyayı kötü olan olaylardan korumaya çalışmakta. Çocukluğu çok iyi bir şekilde geçen Clark Kent gençlik yıllarını da en iyi şekilde geçirebilmek için büyük çaba sarf etmektedir. Dram ve romantizm konularının işlendiği bu dizide aşk ve hüzün kavramlarının izleri bir hayli görülmektedir. Bir zamanlar Clark Kent’in çok yakın arkadaşı olan Lex Luthor kötülüğe olan yatkınlığından dolayı Clark Kent ile aralarında büyük bir farklılık meydana gelmiştir. Bu iki oyuncunun birbirleri arasındaki rekabeti de konu edinen bu dizide doğaüstü güçler ve karakterlerde yer almaktadır. Lana Lang Clark Kent'in Smallville'de yaşarken aşık olduğu ilk karakter. Smallville dizisinde Kristin Kreuk tarafından canlandırılmaktadır. Dizinin başrol karakterlerinden biri olan Lana Lang ilerleyen sezonlarda Clark Kent'in güçlerini kaybetmesi sonucunda aynı evde yaşamaya başlamışlardır. İleriki bölümlerde güçlerini geri kazanınca Clark Kent'in varlığının ona zarar vermemesi için Lana'yı terketmesinden sonra Lex Luthor ile evlenen fakat Lex'in gerçekte kötü bir insan olmasını anlaması üzerine boşanan Lana, Lex Luthor'a karşı bir takıntı sahibi olmuş ve kurduğu sözde dernek ile aldığı nafakayla oluşturduğu takip sistemi aracılığıyla Lex Luthor'u takip altına almış ve insanlara zarar vermesini engellemeye çalışmıştır. Smallville dizisinde Lana Lang karakteri önemli yerini korumaktadır Ama 8. sezonda ayrılmıştır. Aleut Adaları Aleut Adaları, Kuzey Amerika'nın kuzeybatı kıyısı açığında takımada. Alaska Yarımadası'nın güneybatıya doğru uzantısını oluşturan Aleut Adaları, 1.800 km boyunca uzanır, kuzeyde Bering Denizi'ni güneyde Büyük Okyanus'tan ayırırlar. 150'yi aşkın ada, küçük ada ve kayalıktan adaların ölçümü 17.666 km², nüfusu 11.942'dir. En büyük 5 ada doğudan batıya doğru sıralanırlar: Yanardağ kökenli adalar olan Aleut Adaları'nın en yüksek noktası "Unimak" adasında "Shishaldin" Dağı'dır (2856 m). Hiç ağaç gelişmeyen ve bitki örtüsü sazlar, otlar ve bodur bitkilerden oluşan adalarda, Bering Denizi'nden gelen soğuk hava ile akıntılar, Büyük Okyanus'un yumuşak etkileriyle karşılaşır, yıl boyunca sis, yağmur, şiddetli rüzgarlara ve aşağı yukarı değişmeyen bir sıcaklığa (3 °C) yolaçarlar. 1741'de Vitus Bering ve Aleksey Çirikov tarafından bulunan Aleut Adaları'nda, Ruslar mavi tilki ve fok gibi kürklü hayvanları avlayıp, yerli Aleutları aşağı yukarı bütünüyle ortadan kaldırdılar. Alaska'yla birlikte 1867'de ABD'ye satılan adalarda, en eski yerleşim merkezi Unalaska 1760'a doğru kurulmuştur. Ukraynalılar Ukraynalılar (, "ukrayintsi", ); tarihteki adları: Kiev Rusları, Rusinler, egzoetnonimleri: Rutenler, Kazaklar, Çerkaslar, Maloroslar - Küçük Ruslar), Doğu Slavları grubuna ait, çoğunluğu Ukrayna topraklarında yaşayan bir etnik topluluktur. Dillerine Ukrayna dili adı verilir. 2001'de Ukrayna çapında yapılan sayımda 130'dan fazla millet ve etnik topluluğa mensup Ukraynalılar içinde %77,8 ile etnik Ukraynalılar en büyük topluluk idi. Kısa tüylü Alman puanteri Kısa tüylü Alman puanteri, Almanya kökenli av köpeği. 19. yüzyıl'ın sonlarında Alman avcılarının yetiştirdikleri Alman Kısa Tüylü Puanter, kokusundan yerini belirlediği avını, hem karada, hem suda izleyip, yakalayabilir. Yükseklikleri 62,5 cm dolayında, ağırlıkları 32 kg'ın üstündedir. Açık ya da koyu kahverengi olan pürüzsüz postunda, grimsi beyaz ya da koyu kahverengiden, karaciğer rengine kadar benekler bulunabilir.Alman Kısa Tüylü Puanter çok amaçlı fermalı bir ırktır.Aynı zamanda en zeki fermalı ırklar arasındadır.Alman Kısa Tüylü Puanter iyi huylu olmasına rağmen bir ev köpeği değildir.Bu ırk İtalyan ve İigiliz Puanterlerinden üretilmiştir.Bu ırkın eğitimi oldukça kolaydır ve otoriter bir köpek cinsi değildir.Çocuklarla çok iyi anlaşırlar.Bunun yanı sıra koruyucu bir ırkdır fakat bu cinsden koruma beklenmemelidir.Amerika ve Kanada'da 200 çiftlik bazında yapılan bir araştırma sonucu köpek ırkları çalışma ve itaat zekası yönünden sıralamıştır.Bu sıralamada Alman Kısa Tüylü Puanteri 117 ırkın arasında 16. ırk seçilmiştir. Alman Kısa Tüylü Puanteri Irk Bilgisi Çivi yazısı Tarih yazı ile başlar. İlk yazı türü çivi yazısıdır. Taşların üzerine resimler ya da harfler ile özel bir teknikle yazılır. Bu yazı türü papirüsün bulunması ile son bulmuştur. İfade edilmek istenen kavramlarda, var olan kayıt sisteminin yetersiz kalması, yazının gelişmesinde çok önemli bir adım atılmasına neden oldu. Bu, kullanılan dilin, ilk olarak aktif bir biçimde yazıya geçirilmesi olayıdır. Bu aşamada, Sümer dilinin çoğunlukla tek heceli kelimelerden oluşmasının da büyük payı vardır. Böylece, çizilen her işarette, tasvir edilen nesne değil, bu kelimenin ses değeri ön plana çıkarılmıştır. Daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu somut olarak örnekleyelim. Örneğin, Sümerce "dağ" kelimesi "KUR", "su" "A", "ağız" ise "KA" olarak okunurdu. Şimdi "KUR.A.KA" diye özel bir isim yazılmak istendiğini varsayalım. Bunun için katip, önce bu ismi oluşturan resimleri yan yana çizdi. Sonra bunu gören kişilerin resimsel özelliklerine aldanıp, "Dağın suyu içilir" gibi, yanlış şekilde algılamalarını önlemek için de, kelimenin başına, bunların ses değerleri ile okunması gerektiğini gösteren bir uyarı işareti koydu. Determinatif (belirtici) adını verdiğimiz bu işaretler, daha sonra çivi yazısının ilerleyen evrelerinde, kadın, erkek, nehir, ülke, şehir vb. özel isimlerinin başına , bazen de sonuna konarak, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı, îşte bu gelişmeye, yani kelimelerin içerdikleri ses değerleri ile okunmaya başlanmasına, "fonetizasyon aşaması" veya "ses-leşme evresi" diyoruz. Bu aşama, Uruk III b evresine, yani yaklaşık M.Ö. 3. binin başlarına rastlar. ilk zamanlarda belki de kaçınılmaz bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkan, resimlerin içerdikleri ses değerlerinin kullanılmaya başlanması ile, çok daha kesin mesajlar verilebileceği çabuk kavranmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan, önemli bir özellik de, anlamı göz önünde bulundurulmaksızın, kelimelerin sadece ses değerlerindeki benzerlik veya eşitlik nedeniyle, başka kelimelerin yazımında da kullanılmaya başlanmasıdır. Örneğin, Sümerce "ok" anlamına gelen Tl işareti, aynı ses değerine sahip olduğu için, "hayat" kelimesine de, aynı işaretle yazım olanağı sağlamıştır. Elbette Sümerce okumayı bilen biri, bu iki kelime arasındaki "eş değerli-lik"ten haberdar olduğu için, "ok" işareti ile gösterilmiş bir logogramın, metnin içeriğine göre, "hayat" olarak okunması gerektiğini fark edecektir. Bunu Türkçede birden fazla anlamı olan kelimeler, "at", "yüz", "alay" ile karşılaştırabiliriz. Kelimelerin fonetik olarak ifade edilebilmeleri, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan, hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı. Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki "gitmek" fiilinden öte, "gidiyorum" gibi çekimli formlar da yazılabildi. Bu yenilik gittikçe kuvvet kazanmasına rağmen, eski logogramları, yani tek işaretli kelimeleri, tamamen ortadan kaldıramadı. Kullanışlılığından dolayı, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ve steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu. Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı. Bazı kelimelerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan kelimeler için değişik işaretler de yaratıldı. Örneğin, Sümerce'de GU, hem "boyun", hem de "öküz"anlamına gelen bir kelimedir. Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi. Bu "çok işaretlilik" (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam 14 farklı işaretle yazım olanağı buldu. Bundan başka işaretler, "çok seslilik" (polyphonie) kazandılar. Örneğin, tek başına kullanıldığında, "gün" anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup "beyaz" rengini ifade eden, UD işareti, kelime içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır. Şimdi belki, bu uygulamayla, bir metnin okunuşunun son derece zorlaşabileceği sorusu akla gelebilir. Bu konuda en büyük yardımcı, belirli dönemlerde ve belirli metin gruplarında kısıtlı sayıda işaret kullanılmış olmasıdır. Ayrıca çoğu zaman metnin içeriği ve her işareti izleyen bir diğeri, nasıl doğru okunması gerektiğini kendi gösterir. Böylece M.Ö. 3. binde kullanılan kelime yazısı, yerini daha gelişmiş bir kelime -hece yazısı sistemine bıraktı. O zamana kadar hiçbir işareti olmayan, kelime ve isimler de bu şekilde yazılabildi. Daha önemlisi, aynı yolla, gramere ait özellikler de yaşam buldu. Çivi yazısı hece sistemine dayanan bir yazı sistemi olduğu için, sesli harflerin (vokaller) birer işaretle gösterilebilmelerine karşın, sessiz olanlar, (konsonantlar) bu şek
ilde yazılamaz; bunlar mutlaka bir sesli ile birlikte belirtilmek zorundadırlar. Bu hece işaretleri de 3 grup altında toplanır. 1) Sesli+sessiz = iğ, ud, at vb. 2) Sessiz+sesli = ta, gu, bi vb. 3) Sessiz+sesli+sessiz = tal, pir, kum vb. îlk zamanlar yazı, Çince'de olduğu gibi, yüzleri sağa dönük işaretlerle, sağ üst köşeden başlayarak, aşağıya doğru yazılırdı. Buna inanmamızı sağlayan neden ise, Piktografik dönemde, doğadan alınmış işaretlerin olasılıkla doğal görünümleri yönünde yazılmış olmaları gerektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu, tablet bölümlerinin sağdan sola sıralanması, bölümler içindeki işaretlerin ise, yukardan aşağıya yazılması anlamına gelir. Sonra tam olarak bilemediğimiz, ancak olasılıkla tabletin tutuluş şekli gibi pratik bir nedenle, işaretler öyle bir pozisyonda yazıldılar ve belki de okundular- ki, daha önceki işaret yönlerinden 90° sola döndüler. Böylece, sağdan başlayarak, yukarıdan aşağıya doğru yazılan sütunlar, soldan sağa doğru ve alt alta yazılan satırlar haline geldi. Ancak, bu değişimin ne zaman meydana geldiği, kesin olarak saptanamamaktadır. Bir süre sonra ne olduğunu bilemediğimiz, ancak olasılıkla doğada çabuk tahrip olabilen, ilk yazı malzemesinin yerini kil alınca, bu madde üzerine resimlerin çizilerek değil, baskı yolu ile daha kolay yapıldığı fark edildi. Böylelikle, resim karakterleri için ucu üçgenleştirilmiş bir kamış olan, stylus kullanılmaya başlandı. Kilin topaklanması nedeniyle, yapılması zor olan yuvarlak hatlar ise, düz çizgilerle gösterildi, îlk zamanlarda kâtipler, bu çizgileri türlü şekillerde bir araya getirerek, eski resim formlarını korumaya çalıştılar. Ancak işaretlerin çok karışmasına ve yazının zorlaşmasına neden olan bu uygulamadan kısa sürede vazgeçildi. Sonuçta kalemin kil üzerine bastırılıp, hafifçe geri çekilmesiyle çivi görünümünü andıran işaretler, resim yazısının tahtına oturdu, îlk önce her yöne basılan bu işaretlerin, zamanla, yine pratik nedenlerden dolayı, çivi başı sağa dönük olanlar terkedildi. Böylece yaygın olarak kullanılan yatay, dikey ve eğik çivilere, köşe çengeli denilen bir çeşidin de eklenmesiyle elde edilen işaretler, istenildiği gibi kullanılmaya başlandı. Bu işaretler, zamanla mümkün olduğunca basite indirgendi ve ilk dönemlerde 1000 kadar olan sayıları, giderek 500-600'e kadar azaldı.Çivi yazısı, yaklaşık M.Ö. 2700 yıllarında, gerek biçimsel ve gerekse içerik gelişimini geniş ölçüde tamamladıktan sonra, ilk olarak, hece işaretleri, determinatifler ve logogramlarla yazılan, tam ve gerçek anlamda bir yazı sistemi oluştu. Yazının başlangıcına dair ilk belgelerin Uruk IV ve bunu izleyen Uruk III yapı katlarından geldiğinden daha önce bahsetmiştik. Kuzeyde bir yerleşme merkezi olan Cemdet Nasr ve Susa'da bulunmuş Proto-Elam tabletleri ise Uruk III tab-letleriyle çağdaş diğer yazılı belge gruplarını oluştururlar. Uruk IV-III katları yaklaşık M.Ö. 3300-2900 yılları arasına tarihlenir. Aralarında hem benzerlikler, hem de farklılıklar bulunan bu üçlü tablet grubundan Uruk ve Cemdet Nasr tabletlerinin Sümerce yazıldığı kabul edilirken, Susa tabletleri, hakkında halen çok az şey bilinen, Elam dilinin ilk örnekleri olarak görülmektedir. Uruk, Cemdet Nasr ve Ur şehirlerinden gelen tabletler, herhangi bir tarihi belge içermezler. Tarihi belgelere ilk örnek, Erhanedan Dönemi IHII'e, yani yaklaşık M.Ö. 2600'lere tarihlenir. Bu dönemle aşağı yukarı çağdaş olan belgeler ise, Şuruppak'tan (Fara) gelmektedir. Şuruppak ve onu takip eden Abu Salabih ve Ebla tabletleri, Sümer yazısının gelişimini hem işaretlerdeki form, hem de kullanımdaki esneklikte göstermeleri açısından ilginç örnekler oluştururlar. İnsanoğlu varolduğundan beri, duygu ve düşüncelerini başka kişilerle paylaşabilmek için, çok çeşitli iletişim yolları bulmuştur. Bunların ilk örnekleri arasında, günümüzde dahi pek çok toplum tarafından kullanılan görsel işaretleri, yani ateş, duman ve ışığı ya da akustik işaretler olarak adlandırdığımız, davul ve ıslık çalmayı gösterebiliriz. Ancak bütün bunlar zaman ve alan açısından sınırlanmıştır. Yani mesaj verildikten hemen sonra kaybolurlar ve tekrar edilmedikleri sürece başa alınma olanakları yoktur. Ayrıca, hepsi sadece az ya da çok birbirine yakın bölgede bulunan kişiler arasındaki iletişimde kullanılabilirler. Alan ya da zamanla kısıtlanmamış bir yol arama ihtiyacı, insanları çeşitli nesnelerin belirli bir sıraya göre yan yana dizilmesinden oluşan "nesne yazısı", daha çok hayvancılıkta kullanılan "sayma çubukları", yine belirli aralıklarla düğümlenmiş iplerden meydana gelen "quipu düğüm yazısı", bir mesaj vermek üzere kaya üzerine yazılan veya çizilen resimler anlamına gelen, "petrog-ramlar ve petroglifler" gibi iletişim sistemlerine götürdü. Ancak bunlar da, nispeten kalıcı olmalarına karşın, belirli durumlarda, kısıtlı sayıda mesajı iletebilirler ve daha önemlisi yanlış ya da farklı algılanma olasılıkları çok yüksektir. Genel olarak "fikir yazısı" olarak adlandırdığımız bu sistemler içinde, kendine Eski Önasya Dünyası'nda geniş yayılım alanı bulan, token veya Latince adıyla calculi (hesap taşları) adı verilen küçük kil semboller, yazıya geçiş sürecinde ayrı bir yer tutar. Kilden yapılıp, pişirilerek sertleştirilmiş ve çoğunlukla üzerleri şekillere ayrılmış, çeşitli formlardaki bu calculi veya hesap taşlarının her biri farklı bir nesneye karşılık geliyor ve ticareti yapılan malların türü ve ölçüsü hakkın da bilgi veriyordu. Diyelim ki, Sümer'deki Uruk şehrinden biri, Elam'ın Susa kentindeki başka birine üç testi susam yağı göndermek istiyor. Bunun için Sümerli yağ yerine kullanılan sembollerden üç tane alıp, bunları bir ipe geçirerek bağlıyor, bir başka kil topağı ile de mühürleyip, malının güvenliğini sağlıyordu. Bazen de bu sembolleri yumuşak ve nemli bir kil topağıyla sararak, içi görünmeyen bir top haline getiriyor ve her tarafını mühürlediği bu topun üzerine içindeki sembol sayısı kadar da şekillerini basıyordu. Malı getiren kişi, bu "makbuz"u Susa'daki kişiye iletmek zorundaydı. Böylece oradaki ticaret ortağı, ilk bakışta malın türü, miktarı ve gönderen kişi hakkında bilgi sahibi oluyordu. Şüphelendiği bir durumda ise, topu kırarak, içindeki sembollerle elindeki malı karşılaştırabilirdi. "Hesap taşları", çeşitli diller kullanan toplumlar arasında, uzak mesafelerde anlaşılabilmesi nedeniyle, özellikle ticarette son derece kullanışlıydı. Bu sembollerin, daha sonra yazıya geçildiği dönemlerde de, aynı şekilleriyle kil tabletler üzerine çizilmiş olduğunun saptanması ile, önemleri daha da artmıştır. Koyunlu Destalinizasyon Destalinizasyon (, "Destalinizatsiya"), Sovyetler Birliği'nde Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Jozef Stalin'in ölümünün ardından yeni genel sekreter seçilen Nikita Kruşçev ile başlayan süreci ifade eden terim. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi, Stalin'in ölümünden 3 yıl sonra 14 Şubat-25 Şubat 1956'da yapıldı ve bu tarihten itibaren Stalin dönemine ait uygulamalar, ""kişinin putlaştırılması"" olarak değerlendirildi ve destalinizasyon süreci başlatılmış oldu. Stalin'e ait görüşlerin etki ve gücünün çözülmesi, buna bağlı hiyerarşik yapı ve ideolojik hâkimiyetin geriletilmesi girişimi; destalinizasyon olarak ifade edilir. Sovyetler Birliği'nin kurucusu Vladimir Lenin'in ölümünden bu yana; taraftarları tarafından Marksizm-Leninizm olarak adlandırılan, fakat karşıtları tarafından Stalinizm olarak ifade edilen bu ideolojik yaklaşımın kıyasıya eleştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu politika Soğuk Savaş'ın en önemli olaylarından biri olan Çin-Sovyet ayrılığının da temelini oluşturur. Lenin'in ölümünden sonra Stalin liderliğindeki yeni Sovyet yönetimi; Sovyetler Birliği'ni hızlandırılmış bir sanayileşme ve zorlu bir kollektivizasyon yoluna soktu. Bu politikalara ve gerçekleştirmesine karşı oluşan itirazlar demokratik merkeziyetçilik ilkesi sebebiyle, uzun ortak tartışmalara yol açmıştır. Muhalif kesimlerin görüşleri ve itirazların, görüşmelerden çıkan kesin kararların pratiğe dökülmeleri sırasında da devam etmesi ve ardından parti içinde hizip şeklinde örgütlenmesi üzerine Sovyetler Birliği Komünist Partisi, demokratik merkeziyetçilik ilkesi gereği bu kesimleri bastırma yoluna gidilmiş, bu kişiler bertaraf edilmiştir. Bu kapsamda proletarya diktatörlüğünün bir güç kullanımına dayanan büyük ve merkezî bir devlet aygıtı kuruldu. Parti içinde bu muhalif görüşler yok edildi ya da çoğunlukça ezildi. Katı bir merkezî planlama yürütüldü. Sovyetler Birliği dışındaki tüm komünist hareketler ve partiler de bu süreçte sosyalist anavatanı koruma gerekçesiyle Sovyet politikasına bağımlı kılındı. Stalin önderliğindeki yönetimin politik girişimleri Marksizm-Leninizm tarif edildi bu yapı zamanla totaliter bir devlet ideolojisi haline geldi. Jozef Stalin'in 1953 yılındaki ölümünden sonra Stalin döneminde partide pasivize edilen ve önemli görevlerden uzaklaştırılan bu muhalif kesimler daha önce uygulanan politikalara eleştiriler getirmiş ve bunlara Stalinizm adını vererek Sovyetler Birliği'nde yeni bir dönemi başlatmışlardır. Stalin'den sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri seçilen Nikita Kruşçev; iktidara geldikten sonra Stalin karşıtı bir politika izlemeye başladı ve 1956'daki 20. Kongre'den itibaren "destalinizasyon" sürecini başlatmış oldu. 1985'te Gorbaçov'un glasnost ve perestroyka girişimlerine kadar bu süreç; değişik yoğunluklarla "Stalin rejimi" olarak şekillenmiş yapının sökülmesi ya da çözülmesi olarak gerçekleştirildi. Gorbaçov ile birlikte siyasette çoğulculuk ve demokratikleşme, tek adamın etkisinin kırılması, piyasaya daha çok önem veren yeni bir planlama ve hattâ karma ekonomi denemeleri ile bu süreç devam etmiş ve Doğu Bloku ülkeleriyle birlikte yeniden kapitalistleşmeye geçiş olarak tamamlanmıştır. Bu süreçte Stalin'e ait olan heykeller yıkılmış, ders kitaplarındaki atıflar çıkarılmış, hatta Sovyetler Birliği Marşı'nın sözleri Stalin'e atıflar içerdiği için 1956-1977 arasında sözsüz, sadece enstrümantal çalınmıştır. Ardından 1977 senesinde orijin
al marşın sözlerindeki Stalin'e yapılan göndermeler çıkartılmıştır. Sosyalist ideoloji; II. Dünya Savaşı sonrasında Çin, Vietnam ve Küba gibi ülkelere ve Kızıl Ordu aracılığı ile Doğu Avrupa ülkelerine yayıldı. Yugoslavya'da Josip Tito ve Çin'de Mao Zedung sosyalizm ve komünizm tezlerinde Sovyetler Birliği modelinden farklılaşan yorumlar getirdiler. Bu sırada Batı Avrupa ülkelerinde faaliyette bulunan komünist partiler; Stalin çizgisinden hızla uzaklaşarak daha çok kültürel/kuramsal alanda yoğunlaşan Batı Marksizmi'ni oluşturdular. 1970'lerde bu süreç; Avrupa komünizmi olarak bilinen yeni bir anlayış getirdi. Stalin'in ölümünden sonra parti içerisindeki Stalin taraftarları, Kruşçev ve destekçileri tarafından baskıya uğramış, sürgüne yollanmış hatta partiden uzaklaştırılmıştır. Bu isimlerden en bilinenleri Vyaçeslav Molotov, Georgi Jukov ve Georgi Malenkov'dur. Çin-Sovyet ayrılığı; asıl olarak Marksizm-Leninizm'e dair teorik ve ideolojik tartışmalardan kaynaklanmıştır. Stalin'in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) içinde ortaya çıkan Barış içinde bir arada yaşama teorisi, Çin'de iktidar olan Çin Komünist Partisi lideri Mao Zedong tarafından kıyasıya eleştirilmiştir. Mao'ya göre kapitalist ülkeler ile sosyalist devletlerin bir arada yaşaması imkansızdır, çünkü bu devletler antagonist çelişki kapsamında birbirleriyle daima savaş içerisindedir. Bu nedenle "emperyalizm ile devamlı olarak savaş" düşüncesinden yana olan Mao, emperyalizmin temsilcisi olarak tariflediği Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı sert ve uzlaşmaz bir politika izlenirse bu ülkenin ve temsil ettiği emperyalizm gücünün kolayca ezilebileceğini düşünmekteydi. Nitekim Mao bu görüşünü kâğıttan kaplan terimiyle açıklayarak; "ABD kâğıttan bir kaplandır, ABD emperyalizmi güçlü görünüyor ama halkından ve kitlelerden uzaklaşmıştır." sözleriyle ifade etmiştir. Buna karşın Kruşçev Çin'i bu agresif tutumunun bir nükleer savaşa neden olabileceğini belirterek eleştirmiş ve Mao'nun nükleer silah isteklerini karşılamama kararı almıştır. Karşılık olarak da "Güzel de, kâğıttan kaplan’ın nükleer dişleri var" yanıtını vermiştir. Bunun üzerine Mao, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni (SBKP) revizyonizm ile suçlayacaktır. Akabinde, 1961 yılında Çin Komünist Partisi SBKP'yi "Revizyonist ajan" sıfatı ile resmen itham etmiştir. Mao, kapitalistlere bir nükleer savaş korkusu salmanın, onların emperyalist sistemlerini yıkma korkusu vereceğinden, bu savaş durumunun olumlu bir yaklaşım o olduğunu belirtmiştir. Mao, bu konuda 1957 yılında konu hakkında şu ifadeleri kullanmıştır; Mao, destalinizasyon sürecinde Nikita Kruşçev'i mahkûm etmiş ve onun "Marksizme ihanet içerisinde olduğunu" deklare etmiştir. Ayrıca SBKP yönetimini kapitalist yolcu olarak tanımlamıştır. Bununla paralel olarak Küba Füze Krizi sürecinde Küba'daki sovyet füzelerini Türkiye'de konuşlandırılan "Jüpiter füzeleri" karşılığında geri çekme kararı sonrası, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni "devrimci davaya ihanet" ile itham etmiştir. Buna karşılık SBKP, Mao Zedong'u "serüvencilik" ile sıfatlandırmıştır. Kruşçev konu ile ilgili olarak "Mao ve Çin Komünist Partisi, gerginlik tırmandığı takdirde nükleer silahlar ile kapitalist dünya ile birlikte sosyalist dünyanın da yok olacağını görememektedir" değerlendirmesi yapmıştır. Haziran 1960'da Romanya Komünist Partisi Kongresi'nde Kruşçev, isim vererek Mao'yu açıkça eleştirmiş, onu "aşırı solcu ve aşırı dogmacı" olarak tanımlamıştır. Kruşçev konuşmasını Mao'yu Jozef Stalin'e benzeterek devam ettirmiş, onu "kendi çıkarlarından başka hiçbir şeye aldırmayan, modern dünyanın gerçeklerinden kopuk teoriler geliştiren" kişi olarak tanımlamıştır. Bunun üzerine kongrede Çin'i temsilen bulunan Peng Çen isimli Çin diplomatı söz alarak Kruşçev'e yanıt vermiş, onun marksist olmayan görüşleri zorla kabul ettirmek için "ataerkil, keyfi ve zalimce" davrandığını belirtmiştir. 1964 yılında Çin Komünist Partisi, Sovyetler Birliği'nde gerçekleşen destalinizasyon politikalarının bir karşı devrim olduğunu ve böylelikle kapitalizmin yeniden restore edildiğini iddia etmiştir. Bu açıklamaları takiben Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ülkeleri, Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkileri resmen koparmıştır. 1971 yılında Nikita Kruşçev öldüğünde iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurularak tekrar görüşmeler başlamış, fakat iki ülke arasındaki gerilim yeni genel sekreter Leonid Brejnev'in Kruşçev politikalarını devam ettireceğini söylemesi üzerine devam etmiştir. Mihail Gorbaçov Genel Sekreter olduğunda sorun büyük ölçüde çözülmüştür. Enver Hoca önderliğindeki Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti destalinizasyon sürecini en sert şekilde eleştiren ve onu mahkum eden ülke olmuştur. Fikirleri Hocaizm olarak da anılan Enver Hoca'nın genel sekreterliğini yaptığı Arnavutluk Emek Partisi, parti bayrağına Jozef Stalin'in resmini koymuştur. Arnavutluk Emek Partisi; Çin Komünist Partisi ile birlikte Kruşçev'i "revizyonist" olarak itham edecek ve onu marksizme ihanetle suçlayacaktır. Enver Hoca, Sovyetler Birliği'nin kuruluşundan bu yana olan tezlerin topyekün eleştirilmesi ve proletarya diktatörlüğü tezininin tartışmaya açılması üzerine, destalinizasyon olarak anılan bu sürecin antikomünizm'in bir çeşidi olduğunu savunmuştur. Hoca, bu durumu şu sözlerle anlatmıştır: C-802 C-802,(tam adı:C-802 Nur), Çin yapımı bir gemisavar füzesidir. İran da, teknoloji transferi yoluyla bu füzeye sahip olmuştur. 2006 yılındaki İsrail-Lübnan savaşı sırasında Hizbullah tarafından da kullanılmıştır. İran'dan gizli yollarla temin edildiği sanılan füzeyle, bir İsrail korvetine ciddi hasar verilmiştir. Uçak, denizaltı, gemi ve karadan fırlatma rampalı sistemleri mevcuttur. Radarla uzaktan kumandalı güdüm sistemli olup deniz yüzeyini yalayarak gitmesi saptanmasını zorlaştırmaktadır. Annwn Annwn (Anuun) Gal mitolojisinde öldükten sonra gidildiğine inanılan Diğer Dünya'dır. Arawn (ya da Arthur hikayelerine göre Gwyn ap Nudd ) tarafından yönetilmektedir. Mitolojiye göre bu mekan sonsuz mutluluğun, huzurun ve zevkin olduğu bir yerdir. Hristiyan inancındaki Aden Cennet bahçesine benzerdir. Yeniköy, Bodrum Yeniköy, Muğla ilinin Bodrum ilçesine bağlı bir mahalledir. 2012 yılına kadar Bodrum ilçesine bağlı bir köyken, 2012 yılında Muğla'nın büyükşehir olmasıyla bu ilçeye bağlı bir mahalle statüsünü almıştır. Mumcular'a bağlı olan Yeniköy'ün ana geçim kaynağı zeytincilik ve halıcılıktır. Mumcular'dan Ören'e giden yol üzerinde bulunan Yeniköy, Mumcular'a kuş uçuşu 1500 metre, karayoluyla 4000 metre uzaklıktadır. Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Yeniköy, Muğla il merkezi Menteşe'ye 123 km, Bodrum ilçe merkezine 33 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Emmy Rossum Emmanuelle Grey Rossum (d. 12 Eylül 1986, Newyork), Altın Küre ödülüne aday gösterilmiş Amerikalı oyuncu ve şarkıcıdır. İngiltere de yayınlanan "Shameless" dizisinin Amerikan versiyonunda, 6 kardeşin en büyüğü ve tüm sorumluluğunu alan Fiona karakterini oynamaktadır. Rossum, ailenin tek çocuğu olarak Newyork'un Manhattan bölgesinde doğdu. Babası iş adamı, annesi ise fotoğrafçıdır. Rossum'um annesi yahudi asıllı (Rus yahudisi), babası ise protestandır. Esma Hanım Camii Esma Hanım Camii; Bağdat, Meydan Mahallesi'nde eski İtfaiye Caddesi üzerinde bulunan cami, Vezir-i Azam Koca Yusuf Paşa'nın kızı ve Bağdad Valisi Ali Paşa'nın eşi Esma Hanım tarafından 1831 yılında yaptırılmıştır. Küçük bir yapı olup, bugün Bağdad Belediyesi karşısında bulunmaktadır Düzenli Mektup arkadaşı Mektup arkadaşları, posta servisi aracılığıyla birbirlerine düzenli olarak mektup yazıp yollayan ve karşı taraftan mektup bekleyen insanlardır. Mektup arkadaşlığı genellikle farklı ülkelerin vatandaşları arasında yapılır, bu sayede insan yabancı dilde yazmayı ve okumayı geliştirir, diğer ülkelerin hayat tarzlarına dair yeni şeyler öğrenir. Bunun yanında insan yeni bir arkadaş edinir, bazı mektup arkadaşlıkları kısa sürse de bazıları da uzun yıllar boyunca devam eder. Bir süre sonra yüz yüze görüşenler de vardır. Mektup arkadaşları genelde birbirlerini ortak bir ilgi alanından seçerler. Sadece aynı yaşta olmak, sadece belirli bir ülkenin vatandaşı olmak da mektup arkadaşı seçmek için aranan tek kaide olabilir. İnsanlar genellikle en başta mektuplarını ortak bir dil sayılan İngilizce yazar.Ancak, kişilerin öğrenmek istedikleri dillere göre değişebilir.Dilerlerse öğrenmek ya da öğretmek istediği dili yazabilirler. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte posta servisi yerini elektronik posta servisine bırakmıştır. Bu yöntemle para harcanmamakta, hızlı ve daha güvenli haberleşilmektedir. İnsanlar birbirlerini internet sitelerinden, dergilerdeki mail adreslerinden veya ortak ilgi gruplarından bulabilir. Türkiye`de de mektup arkadaşlığı özellikle Anadolu Liselerinin hazırlık sınıfında okuyan öğrencilere tavsiye edilmekte ve okulların önderliğinde çeşitli organizasyonlar düzenlenmektedir. Son yıllarda, hapishanedeki mahkumların da internet üzerinden mektup arkadaşı edinmelerine olanak sağlanmıştır. Dünya üzerinden binlerce kadın ve erkek mahkûm kar amacı gütmeyen siteler aracılığıyla mektup arkadaşı olabilmektedir. Tom Welling Thomas John Patrick Welling (d. 26 Nisan 1977; Putnam Valley, New York), Amerikalı oyuncu ve eski modeldir. Çeşitli filmlerde oynadıktan sonra "Smallville" adlı diziyle dünyaca üne kavuşmuştur. Tom Putnam Valley, New York'ta doğdu, babası General Motors'un emekli yöneticisi, annesi ise ev hanımıdır. Rebecc
a ve Jamie adında iki ablası ve Mark adında (aynı zamanda oyuncu olan) kendisinden küçük bir kardeşi vardır. Babasının işi nedeniyle sık sık taşınmak zorunda kalmışlardır. 1998 yıllında yetenek avcısı katalog kameranı tarafından keşfedilmiş, modellik yapması önerilmiştir. 2000 yılında Welling, Los Angeles'a yerleşmiş oyunculuk kariyerini takip ettiği yıllarda Tommy Hilfiger ve başka firmalara modellik yapmıştır. İlk büyük rolü 2001 yılında "Judging Amy" adlı televizyon dizisinde oynadığı altı bölümle olmuştur. Burada Amy Brenneman'ı zıddı olan sevgilisini ve bir karete hocasını canlandırdı. Daha sonra "Special Unit 2" ve "Undeclared" gibi televizyon dizilerinde göründü. Ülke çapında seçmeleri yapılan "Smallville" dizisinin Clark Kent rölüne seçildi. TV Guide'a verdiği bir röportaja göre ilk önceleri rolü reddetmiş, senaryoyu okuduktan sonra rolü almayı kabul etmiştir. Aralık 2003'te "Cheaper by the Dozen" adlı filmde Steve Martin'in en büyük oğlunu beyaz perdede canlandırmıştır. Aynı zamanda filmin devamı olan "Cheaper by the Dozen 2" 'de oynamıştır. Bir yeniden uyarlama olan 2005 yapımı "The Fog" filminde yer almıştır. Bir internet dedikodusuna göre 2006 yapımı yeni Superman filmi "Superman Returns" için dikkate alınmamıştır, çünkü The Movie's web sitesinin röportajına göre Bryan Singer yeni bir yüz istemektedir. Welling, çoğu kez isminin Superman rolünün üzerine yapışmasından korkmadığını belirtiyor. O daha çok Superman'i oynamaktansa Clark Kent'i oynamayı tercih ettiğini söylüyor. Welling, Smallville'in 5. sezonunda "Fragile" adlı 18. bölümün yönetmenliğini yapmıştır. Film Film, hareketli resimlerin seri şekilde gösterilmesi ile ortaya çıkan bir yapıttır. Filmler, gerçek insan ve objelerin kamerayla kayıt edilmesiyle veya animasyon teknikleri, özel efektler gibi teknikler ile her iki unsurun yaratılmasıyla ortaya çıkar. Filmlerde bir seri tekil çerçeveler oluşturulur ancak bu çerçeveler ardışık ve hızlıca gösterildiğinde, optik illüzyon oluşur ve bu optik illüzyon izleyicinin, sırayla hızla izlenen ayrı çerçeveler arasındaki sürekli hareketi algılamasına neden olur (Phi fenomeni nedeni ile). Film yapım süreci hem bir sanat hem de bir endüstridir. İki boyutlu imajların hareketli olarak gösterilmesi mekanizmasının varlığı 1860'lı yıllara kadar geri gider. Bu yıllarda zoetrope ve praxinoscope denilen basit optik aygıtların gelişmişi olan aygıtlar kullanılmaktaydı. Fotoğrafçılıkta hâlâ kullanılan selüloit filmin geliştirilmesiyle nesnelerin gerçek zamanlı hareketini yakalamak mümkün olmuştur. İlk versiyonlarda izleyicinin akış halindeki resimleri görmesi için özel bir aygıtın içine bakması gerekiyordu. 1880'lere kadar olan gelişmelerle kameraların gerçek zamanlı görüntüleri yakalaması filme kayıt etmesi ve perde üzerine yansıtarak tüm bir izleyici kitlesine izletilmesi mümkün olmuştur. "Hareketli resimler" (motion pictures) denilen bu gösterilerde görüntüler üzerinde herhangi bir sinema tekniği kullanılarak oynanamamaktaydı. İlk öykülü film 1902 yılında Georges Méliès tarafından " Le Voyage dans la Lune (Aya Seyahat)" adlı filmle gerçekleştirildi. 19. yüzyıla kadar hareketli resimler tamamen görsel bir sanat olmasına karşın ilk sessiz filmlerin kamu tarafından beğenilmişti. 20. yüzyılın başında filmler öyküsel bir yapı geliştirmeye başladı. Kamera hareketleri filmin hikâyesini daha etkili kılacak şekilde uygulanmaya başladı. Filmler sessiz olduğundan seyirciler salon sahipleri filmdeki hikâyenin geçiş şekline göre müzik üretecek bir piyanist veya orkestra kiralamaya başladılar. 1920'lerin başlarında çoğu film için bu amaçla hazır müzik listeleri oluşturuldu. Film kuramı film/sinemaya bir sanat olarak uygulanacak özlü, sistematik kavram arayışıdır. Klasik film kuramı teknik, öyküleme, tür, öznellik, yazarlık gibi klasik konular için uygulanacak yapısal bir çatı sağlamaktadır. Daha yakın dönemde analizler psikoanalitik film kuramı, yapısalcı film kuramı, feminist film kuramı ortaya çıkmıştır. Film eleştirisi filmlerin analiz ve değerlendirmesidir. Genellikle akademisyenlerce yapılan akademik eleştirmenlik ile gazete ve diğer medyalarda görülen gazeteci film eleştirmenliği şeklinde ikiye ayrılır. Gazete, dergi ve kablolu yayıncılıkta görülen film eleştirmenliği temelde yeni yapımlara göz atıştır. Bu alanlarda yer alan eleştirmenlerin filmleri seyredip görüşlerini yayına hazırlamaları için önlerinde kısa bir süre vardır. Bundan dolayı bu tarz eleştiriler, derin bir film analizi olmayıp izleyicileri filmin konusu, türü, yönetmeni hakkında kısaca bilgilendiren ve filme karşı eleştirmenin tavrını (beğeni ya da hoşnutsuzluğunu) gösteren tanıtıcı makalelerden ibarettir. Kitlesel tüketime giren aksiyon, korku ve komedi filmleri için yapılan eleştirilerin bu tarz filmlerin hasılatına yapabileceği etki azımsanamayacak boyuttadır. Kitleleri etkileme gücü nedeniyle gazeteci film eleştirileri, sinema sektöründe önemli bir yere sahiptir. Akademik film eleştirmenleri ise filmlere daha akademik bir bakış açısıyla yaklaşır, filmi gerçek anlamda analiz etmeyi amaçlar. Bu tip çalışmalar film kuram veya film çalışmaları şeklinde bilinir. Bu film eleştirilerinde filmin niçin yapıldığı, nasıl sürdüğü ve insanlar üzerindeki etkileri anlaşılmaya çalışılır. Bu tip eleştiriler bilimsel dergilerde veya kitap olarak yayımlanır. Bağımsız filmler genellikle Hollywood dışında veya diğer büyük stüdyo sistemleri tarafından yapılır. Bağımsız bir film büyük sinema stüdyoları tarafından finansmanı veya dağıtımı yapılmayan filmdir. Alternatif arayışlar, iş dünyası ve teknolojideki gelişmeler 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başlarında bağımsız film yapımının gelişmesine katkıda bulunan unsurlardır. Necrophagist Necrophagist, Almanya'dan teknik death metal grubudur. Grup neo-klasik gitar teknikleri ile tanınmıştır. Necrophagist grubunun çıkış albümü "Onset of Putrefaction" adlı albümdür. Bu albümde davullar yerine davul makinesi kullanılmıştır. Daha sonra Hannes Grossmann tarafından çalınan davul kayıtlarıyla yeni bir kayıt oluşturuldu. Önceki kayıtla bu yeni davul kayıtları birleştirildi. Hem de özellikleri tekrar bırak, Necrophagist'in 1995 kendinden-unvanlı gösteri bandından iki şarkı mıdır. Tüm albüm, uzun zaman Necrophagist mühendisi tarafından hem de mühendisliydi, ve iguana stüdyolarında üretici Christoph damgaları. "Dijital alan"da Bob Katz tarafından hakim olmuş oldu, Orlando, Florida. Tekrar bırak, Amerika Kanada'nda Willowtip kayıtları ile 2004'te çıkarıldı, ve dünyanın kalanında geri dönüş kayıtları. Şubat'ın 10uncusu'nda, Hıristiyan Muenzner'in, 'Çatışmaları programlamak' yüzünden banttan ayrılmış olduğu ilan edildiği 2006. O sonra, teknik ölüm metal bandına Obscura'yı katıldı. Guitaristin, bulunduğu bir değiştirme, Helsinki'den olan Sami Raatikainen, Finlandiya. Sami hem de, "Codeon" bantta oynar. Bant, 2005 Mart'tan 2005 Haziran'a boşluktaydı, Muhammed Suiçmez yüzünden, hasta oluyor. Necrophagist, yeni davulcu Romain Goulon'la onun sonraki albümünde çalışmaya başladı. 2006'da bant, bir Amerikalı'nın (Kanadalı tarihler, iptal edildi), çağırılan "Kuzey Amerika'nın mezar yazıtını kesmek"i gezdiğini yaptı. Necrophagist, Arsis, alarm, Neuraxis, iyon ahenksizliği, büyükbaş hayvan kafa kesmesi tarafından bu turda katılmış oldu, ve senin gözlerin, kanar. Onlar, cenin ölmekle beraber, onların bizde yamyam cesedinin, hem de bazı Kanadalı buluşma yerlerini kapsayan düşüşte gezdiğini destekledi. 2007'de bant, 2007 California Metalfest'ten sonra onun MySpace sayfasında onu ilan etti, davulcu Hannes Grossmann, bandı bırakacaktı. Hannes, onun, bandın tam mesai gezen programına yapamadığını belirtti. Marco Minnemann (Paul Gilbert'le kim oynadı, Bozzio'nun olduğu havlu kumaş, Çad Wackerman), Hannes için resmi sürekli değiştirmeydi.Necrophagist, manşet yapan bir işti, yaz katliamı, kafasını kesilen kapsıyor olan diğer uç noktadaki metal bantlarının geniş bir değişikliğine yer veren 2007'de gezdiği için, Arsis, meçhul, kafayla ilgili kıyım, kanın, siyah koştuğu gibi, büyükbaş hayvan kafa kesmesi ve daha birçoğu. Arsis, yine de, Sacramento'da onun otobüsüyle bir olay yüzünden pek çok gösteriyi iptal etmek zorundaydı. 2008 Nisan'da, Necrophagist, Romain Goulon'un, Minnemann değiştirmek, banda hala kimin yan bir projede Suiçmez'le çalışıyor olacak olduğu onların yeni davulcusu olarak katılıyor olacak olduğunu ilan etti.Necrophagist, yağmada cenin ölüyor olan ölüm metal bantlarıyla 26 Ağustos 2008'den 10 Eylül 2008'e 2008'de köy turunu oynadı, ve katliamın altında. Bazı alanlarda gösteriler hem de, gövde, boğulma, 1349'u kapsadı, ve düşürdü. Bant, bir yeni yazıyor, henüz isimsiz albüm. Suiçmez, bandın, albümde yedi-ip gitarını kullanıyor olacak olduğunu belirtti. [8] Muhammed kendi, 7 iple yeni bir gelenek dükkân Ibanez Xiphos gitarıyla kaydediyor olacak, 27 perdeye ek olarak. Bizim olduğu 2009'da [9], yaz katliam turu, bant, "Ağar, ve ölüm" onların yaklaşan albümünden bir şarkıyı unvanlı önceden gösterdi. Bu şarkı, 7 ip gitarıyla yapıldı. Sami Raatikainen, şimdi endorseenin olduğu bir Ibanez gitarıdır, sahnede bir 7 ip RG-dizi gitarını kullanmak. Birleşik Devletler sınırında yeni belgelemeyi doldurmamak için tutuluyor olan büyük ve güçlü hayvan yüzünden 2009 yaz katliamının Kanadalı bacağının olduğu Necrophagist manşetli. İlk albümlerinde şarkılarının lirikleri, "Onset of Putrefaction" temel olarak ceset kesme, kan ve nekrofili merakı ile ilgilidir. İkinci albümleri Epitaph ise daha şiirsel liriklere sahiptir. Kore sineması Kore Sineması Kuzey Kore ve Güney Kore film endüstrisini kapsamaktadır. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca Kore hayatının tüm yönlerinde olduğu gibi film endüstrisi de çoğunlukla politik olayların insafına bırakılmıştır. Günümüzde her iki ülkenin de güçlü film endüstrileri vardır ancak Güney Kore filmleri daha geniş bir uluslararası yayım imkânına kavuşmuştur. Güney Kore filmleri altın çağını 1950 ve 1960'ların sonlarında yaşamıştır ancak 1970'lere kadar yapılan filmler genellikle düşük kalitede görülme
ktedirler. 2005'lere doğru film endüstrisinin yeniden atağa kalkmış ve halkın üçte biri ithal filmlerden ziyade yerli filmleri izlerken son yıllarda bu durum değişmeye başlamıştır. Güney Kore filmleri Hollywood filmlerinden yerel toplumsal sorunlarla ilgisi ve senaryonun tahmin edilmeyecek şekilde gelişmesiyle ayrılır. Kore'nin sinema ile tanışması hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Japon film tarihçisi Ichikawa'ya göre Kore'de ilk yabancı film 1897 sonbaharında gösterilmiş 1898 yılında ise İngiliz iş adamı Aster House, bir gümüş para veya on boş sigara kutusu karşılığında kısa Fransız filmleri göstermeye başlamıştır. Ancak Ichikawa'nın bu iddiası kesin değildir. Lee Young-il ise 23 Haziran 1903'de Dong-dae-moon Electronic Company'de her gün akşam 8'den 10'a kadar ve Pazar günleri batı filmlerinin gösterildiğini belirtmektedir. Doğrudan kayıtlar olmadığı için bu bilgilerin güvenilirliği konusunda şüphe olmakla birlikte diğer verilerle birlikte her halükarda Kore'de 1903'den önce film gösterimi yapıldığını kabul edebiliriz. İlk sesli çekilen Kore filmi Lee Myeong-woo'nun 1935 tarihli Chunhyang-Jeon (춘향전) adlı filmidir. Filmdeki ses tekniğinin gelişkin olmamakla birlikte seyircinin filme tepkisi iyi olmuştu. Film sayısında önemli bir artışa karşılık sesli sinema dönemi sessiz dönemden çok daha fazla işgalci güçlerin sansürüne maruz kaldı. Sessiz sinema dönemdeki filmi izleyiciye anlatan byeonsa, öyküleyicilerin olmaması otorite karşıtı mesajların da artık sansürü sinsice aşamayacağı anlamına gelmekteydi. Bu dönemde Amerikan ve Avrupa filmlerinin gösteriminde de düşüş oldu ve onların yerini Japon filmleri aldı. Kore yapımı filmler Japon işgal hükümeti için bir propaganda malzemesi haline geldi. 1938'den başlayarak Kore'de tüm film yapımları Japonlar tarafından gerçekleştirildi ve 1942'ye kadar filmlerde Kore dilinin kullanımı yasaklandı. Japonya'nın 1945'de teslim olmasından sonra Kore sinemasında özgürlük temasında anlaşılabilir bir patlama yaşandı. Dönemin en büyük filmi olan Choi In-gyu's Viva Freedom! (자유만세) Japon işgali sırasındaki Kore özgürlük-savaşçıları üzerine yapılmıştı. 1990'ların sonlarından günümüze kadar Güney Kore'de Hollywood filmleri yerli pazardaki hakimiyetini kaybetmiş bulunmaktadır. Şubat 2006'da Kore sinema çalışanları ABD ile yapılan anlaşma sonucu konulan kotaları protesto için kitlesel protesto gösterileri yaptılar. Kim Hyun "Güney Kore film endüstrisi tıpkı diğer pek çok ülke gibi tamamen Hollywood'un gölgesi altındadır. Ulusumuz geçen yıl ABD'ye film ihracatında 2 milyon dolar ABD'den yapılan ithalatta ise 35.9 milyon dolar harcamıştır." demektedir. Kuzey Kore casusları hakkında yapılan 1999 yapımı Shiri Kore tarihinde yalnızca Seul'de 2 milyondan fazla bilet satışına ulaşmış ve gişe rakamlarında Titanik, Matrix ve Star Wars gibi yapımları geride bırakmış ve bu başarısıyla Kore'de daha büyük bütçeli yapımların gerçekleştirilmesi için teşvik edici olmuştur. 2000 yılında JSA (Joint Security Area) büyük bir başarı yakalamış hatta Shiri'yi bile geçme başarısı göstermişti. Bir yıl sonra "Friend" benzer bir başarıyı yakaladı. Romantik komedi My Sassy Girl kendisiyle aynı dönemde gösterime giren The Lord of the Rings ve Harry Potter'i gişede geride bıraktı. 2004'e gelince ise çok Kore yapımının Hollywood filmlerinden daha popüler olduğu görülmektedir. Kore filmlerinin bu başarısı Hollywood'un da dikkatini çekmekte gecikmemiştir. 2001 yılında Miramax Kore yapımı aksiyon komedi "My Wife is a Gangster"in yeniden çekim haklarını satın almış ve son dönemde Il Mare (The Lake House adıyla Hollywood çevrimi yapılmıştır), Oldboy, My Sassy Girl ve JSA da aynı şekilde Hollywood film şirketleri tarafından yeniden çevrimi yapılan filmler sıralamasına katılmıştır. 2003 yapımı gerilim filmi Janghwa, Hongryeon'ın (A Tale of Two Sisters)büyük başarısı Dreamworks şirketinin filmin yeniden çekim haklarını alması için 2 milyon dolar ödemesini sağlamıştı. Dreamworks Japon filmi The Ring için de 1 milyon dolar ödemişti. Çoğu Kore filmi Kore halkının birleşme özlemlerini ve ayrılıktan doğan acıyı yansıtmaktadır. Duygulara verilen hareket Kore filmlerini Fransız filmlerine benzer kılsa da Kore film sanayii tüm türlerde ürün vermeye devam etmektedir. Uluslararası arenada başarı kazanan ilk Kore filmi Venice Film Festivali'nde ikincilik ödülü alan Oasis olmuştur. Film yalnızca geleneksel Kore kültürü hakkında seyirciye bir şeyler söylemekle kalmıyor aynı zamanda engelli Korelilerin durumlarına ve genel kitlenin onların durumlarına yönelik anlayışsızlıklarına ışık tutuyordu. Kore'nin en sembolik ve zengin içerikli filmlerinden olan Oasis Kore sineması için de bir dönüm noktası olmuştur. Oldboy(İhtiyar Delikanlı) ise Cannes Film Festivali'nde ikincilik alarak Kore sinemasına ikinci büyük başarıyı tattırmıştır. Şubat 2004, tartışmalı yönetmen Kim Ki Duk 54.Berlin Film Festivali'nde çocuk fahişeliği hakkındaki filmi Samaria ile en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştır. Kuantum elektrodinamiği Kuantum elektrodinamiği (KED), yüklü atomaltı parçacıklar arasındaki elektromanyetik ilişkiyi inceleyen görelikli bir kuantum kuramıdır. 1940 yıllardan itibaren, kuantum mekaniğinin elektromanyetik alanına girmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Fotonların, kütlesi bulunmayan "ışık parçacıkları" olarak açıklanmasında, kuantum elektrodinamiğinin ortaya çıkışı önemli bir rol oynar. Kuramın genel kabulune ilişkin halen sürmekte olan sorunular olmakla birlikte, kuram pek çok önemli sorunu çözümlemektedir. Richard Feynman kuantum elektrodinamiğinin en önemli isimlerindendir. 1965 yılında Amerikalı uzman Julian Schwinger ve Japon uzman Şin-Içiro Tomonaga ile birlikte kuantum elektrodinamiği alanındaki çalışmalarıyla Nobel Fizik Ödülü aldılar. Joseph Butler Joseph Butler (d. 18 Mayıs 1692  – ö. 16 Haziran 1752), İngiliz ahlak felsefecisi. Ahlak konusuna insan doğasına ilişkin empirik araştırma ve değerlendirmeleri temele alarak yaklaşmıştır. İrredantizm İrredantizm (ya da yayılmacı milliyetçilik), İtalyanca kökenli bir sözcük olup dil, din, soy ve kültür birlikteliği olduğu halde herhangi bir devletin sınırları dışında yer alan halk ile söz konusu devletin birleşmesi fikridir. Ancak köken itibarıyla negatif bir anlam boyutu vardır. Etimoloji sözlüğünde bu kavram , "yabancı ülke topraklarındaki soydaşları gerekçe ederek yayılma siyaseti" olarak belirtilmektedir. Genelde de siyasal alanda bu anlamda kullanılmaktadır. Bir devletin, kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak etme politikası olarak anlaşılması sözkonusudur. Türk Dil Kurumu, bu kavrama Türkçe alternatif olarak ""kurtarımcılık"" şeklinde bir sözcük önermektedir. Ulusal birleşme için 19. yüzyıl İtalyan hareketinden türetilmiş bir terimdir. Bu bağlamda İtalya ile kültürel ve etnik bağları olan ancak yeni İtalyan devletinin fiziki denetimi dışında kalan Trente, Dalmaçya, Trieste ve Fime'ye işaret etmektedir. Bu nedenle bu bölgeler, doğmakta olan ulusal topluluk için "yeniden ele geçirmeyi" ya da "kurtarılmayı" beklemekteydi. Terim genel siyasi söyleme 20. yüzyılda geçmiştir. Mayall irrendantizmi, ulusal kendi kaderini tayin düşüncesinin bir revizyonizmi olarak değerlendirmektedir. Hiç kuşkusuz, bazen de kötüleyici anlamda, belirli bir bölgede hakim olan statükoyu milliyetçi ya da etnik kriterler doğrultusunda değiştirmeye çalışan politikaları nitelendirmek için geniş ölçüde kullanılmaktadır. İrredantizm, özellikle devlet tabanlı sınır bölgelerinin bir etnik grubu ayırdığı ya da böldüğü veya daha önce birleşmiş bir sistem üzerinde dış bir kontrolün (örneğin; sömürgeci) dayatılmaya çalışıldığı durumlarda olasıdır. O zaman "irredantia", "kayıp topraklar" olmaktadır. Bunun bir sonucu olarak irrendantizm, uluslararası aktörler arasında potansiyel veya mevcut bir çatışma kaynağı teşkil eder. Bunun için örnekler çağdaş makropolitik sistemde boldur. Buna göre, Arjantinlilerin, Falkland üzerinde hak iddia ederken İspanyolların da Cebelitarık üzerinde hak iddia etmesi irredantizmin sömürgecilik karşıtı türevlerini temsil etmektedir. Etnik irredantizm, Somali'nin, Etiyopya ve Kenya'daki Somali halklarının Büyük Somali içinde bir araya getirilmesi talepleriyle ya da yeni bağımsızlık döneminde bazı Kıbrıslı Rumlar tarafından öne sürülen Yunanistan ile "enosis" ya da birlik iddiaları ile örneklenebilir. Dupnisa Mağarası Dupnisa Mağarası Kırklareli ilinin Demirköy ilçesinin Sarpdere Köyü sınırları içerisinde, köyün 5 – 6 km güneybatısında yer almaktadır ve Trakya'nın turizme açılmış tek mağarasıdır. Mağara iki kata ve üç girişe sahip bir yeraltı sistemidir. Sistemin toplam uzunluğu 3150 m'dir. Üst bölümde Kız Mağarası ve Kuru Mağara yer alır. Kuru olan bu mağaralar gelişimini tamamlamıştır. Bu mağaraların 50–60 m aşağısında Sulu Mağara bulunur. Sulu Mağara: Girişlerden birincisi Dupnisa Dolin girişidir. 1977 uzunluğundaki mağaranın 1000 m'si suludur. Mağara sonu girişe göre +61 m yukarıdadır. Mağaradan çıkan kaynak Türk-Bulgar sınırı olan Rezve Deresini oluşturmaktadır. Kuru Mağara: İki ayrı girişle başlar. Kollardan biri 456 m, diğeri 363 m'dir. Birinci giriş Dupnisa girişinin 100 m GD yönünde ve 5 m'lik dik bir kuyu şeklindedir.İkinci giriş bu noktadan 12 m aşağıda, 225 m GD yönündedir. Mağaranın kollarından biri bir baca ile yeryüzüne bağlanır. Diğer kol Sulu Mağara ile birleşir. Mağarada duvar taşları ve sarkıt-dikitler yoğundur. Üçüncü giriş Kız Mağarası olup 60 derecelik bir eğimle başlar. Mağaranın yan kolları fosil, ana sistemi aktiftir. İçinde boyutları 150x 60 m çapında bir salon vardır. Yoğun yarasa varlığından dolayı turizme kapalıdır. Kuru Mağaranın 200 m, Sulu mağaranın 250 m'si turiste açıktır. Kız Mağarası 15 Kasım-15 Mayıs arası yarasaların üremesi nedeniyle kullanıma kapalıdır. Kız ve Kuru Mağaralarında daha fazla yarasa bulunur. Mağara kelebeği ve mağara sineğine de rastlanır. 2001 de yapılan sayımda 8 türden 30.000 yarasa sayılmıştır. Dupnisa (Дупница) Bulgarca'da delik anlamına gelmektedir. Yusuf N
alkesen Yusuf Nalkesen, (d. 25 Aralık 1923, Üsküp – ö. 1 Ocak 2003, İzmir), Türk bestekâr. Yedi kardeşin en küçüğü olarak Üsküp'ün İştip kasabasında dünyaya gelen Nalkesen'in ailesi, gördükleri etnik baskılar sebebiyle kısa bir süre önce yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne göç etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu sebeple ailesiyle İzmir'e göç eden Nalkesen, ilkokulun ve üstün bir başarı gösterdiği ortaokulun ardından sınavsız olarak "Necati Bey Erkek Muallim Mektebi"'ne alınır. Bu yıllarda İzmir Radyosu'nun yayınlarını ve sanatçıların uğradığı kahvehanelerde yaptıkları fasılları kaçırmayan Nalkesen, Ağrı'nın Tutak ilçesine öğretmen olarak atanır. O yıllarda (1947-1948) eline geçen eski bir udla çalışmaya başlayan sanatçı, kendi kendine ud çalmayı öğrenir ve 8 saate varan çalışmaları sonucunda en zor saz eserlerini bile icra eder hale gelir. 1952 yılında açılan İzmir Radyosu Saz Sanatçılığı sınavıyla TRT kadrosuna giren Nalkesen; sabahları okula, ardında da programa giderek sanat tutkusunun peşinden koşar. 1970'li yıllara kadar bu tempoda devam eden sanatçı, artık bestelere ağırlık vermeye karar verir. Yıllar önce, 5 Eylül 1951 tarihinde yaptığı "Veda Busesi" bestesi büyük bir patlama yapar ve milyonların diline düşer. “Saymadım Kaç Yıl Oldu”, “İçimdesin”, “Söylemez mi Bestem?”, “Seninle Bir Sonbahar”, “Kimi Dertten İçermiş”, “Yalan Değil”, “Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var”, “Kapın Her Çaldıkça”, “Gitmek mi Zor?”, “Madem Küstün”, “Dargın Ayrılmayalım” ve “O Ağacın Altı” gibi sayısız unutulmaz şarkı besteler. Nisan 1970'te öğretmenlikten emekli olan Nalkesen, bu tarihten sonra sanatçı sendikalarında daha faal bir rol oynamaya başlar. Bu yüzden TRT yönetimiyle de arası bozulur ve 13 Ağustos 1973 tarihinde bir genel müdürlük yazısıyla görevini son verilir. 23 yıl hizmet ettiği TRT'ye tazminat davası açan sanatçı, bu davayı kazanır. Maddi hak ve kıdem tazminatını kazanan Nalkesen, kırgın olduğu TRT'ye dönmez. Hatta yıllarca TRT'nin Fuar binasına ve sonradan taşındığı Kahramanlar binasına gitmez. 1948 yılı ağustos ayında Meliha Nalkesen’le evlenen sanatçı; İnci, Süleyman, Ebru ve Selçuk adlarında dört çocuk sahibi olur. Ancak en büyük çocuğu İnci'yi 21 Şubat 1982 tarihinde kaybeder. Türk sanat dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Nalkesen, vefatından 6 ay önce böbrek yetmezliği tedavisi görmeye başlamıştır. 2003 yılının ilk saatlerinde, böbrek tedavisi için hastaneye gitmeye hazırlanırken kalp kriziyle hayata veda etmiştir. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Bayrak Radyo Televizyon Kurumu Bayrak Radyo Televizyon Kurumu ("BRT"), KKTC'de kamu yayıncılığı yapmakla görevli kuruluşudur. BRT yayın hayatına 1963 yılında, yayın için gerekli elektrik enerjisinin birkaç araba aküsünden sağlandığı bir garajda, 2 mücahit tarafından yapılan Bayrak Radyosu'nun yayını ile başlamıştır. İlk yayın sözü ise 'Bayrak, Bayrak, Bayrak' diye verilmişti. 1996 yılında ilk özel radyo kanalı First FM ve ilk özel TV kanalı Tempo TV'nin kurulmaları sonucu teklik özelliğini yitiren BRTK; hâlen ülkedeki 5 TV kanalından ikisini, 24 radyo kanalından da 5'ini bünyesinde bulundurmaktadır. Özel radyo ve televizyonların kurulmaya başladığı 1996 yılına kadar Kuzey Kıbrıs'ın tek yayın kurumu olan BRTK'nın temelleri 1960'lı yıllara dek uzanmaktadır. 1960 - 1963 yılları arasında Kıbrıs adasının tek yayın kurumu olan CBS (İngilizce:"Cyprus Broadcasting Corporation") (Kıbrıs Yayın Kurumu), 1960 Kıbrıs Anayasası gereğince %70 Kıbrıslı Rumlardan, %30 da Kıbrıslı Türklerden oluşuyordu. 1963'te başlayan ve adayı 1974 Kıbrıs Harekâtı'na götüren çatışmalar yüzünden Kıbrıs Türkleri, CBC'ten ayrıldı. Ülkenin yegâne yayın kurumunda herhangi bir şekilde temsil edilmeyen Türkler, bu ihtiyaçları nedeniyle 1964'te 6 adet radyo istasyonu kurarak yayına soktular. Bayrak Radyosu, Canbulat Radyosu, Lefke Sancak Radyosu, Gazi Bafın Sesi Radyosu, Larnaka Doğanın Sesi Radyosu ve Limasol Radyosu adı verilen bu 6 kanal "Sancak Radyoları" ortak adıyla anılıyorlardı. 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından Bayrak Radyosu dışındaki 5 radyo kapatıldı. Bayrak Radyosu'nun da ismi değiştiridi ve "Bayrak Radyo Televizyon Kurumu" adıyla kamu hizmetine sokuldu.15 Kasım 2014'te BRT'nin HD Stüdyoları Açılmıştır.Ardından 25 Aralık 2014'te HD Yayına Başlamıştır.HD Yayın Türksat 4A Kıbrıs Paketi 12540 H 30000 3/4 Frekansından Verilmektedir. 14 Şubat 2015'te BRT 1,16:9 Geniş Ekran Formatına Geçmiştir. Bayrak Radyo Televizyon 1 veya kısaca BRT1, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde kamu yayıncılığı yapan Bayrak Radyo Televizyon Kurumu'na bağlı televizyon kanalı. Ülkenin ilk televizyon kanalıdır. BRT yayın hayatına 1963 yılında, yayın için gerekli elektrik enerjisinin birkaç araba aküsünden sağlandığı bir garajda, 2 mücahit tarafından yapılan Bayrak Radyosu'nun yayını ile başlamıştır. İlk yayın sözü ise 'Bayrak, Bayrak, Bayrak' diye verilmişti. 1976 yılında Diyarbakır'dan söklerek Kıbrıs'a getirilen, siyah beyaz stüdyo cihazları ile ilk televizyon yayınları başlamıştır. 1 Temmuz 1979'da renkli yayına başlayan BRT, 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından "Bayrak Radyo Televizyon Kurumu" adıyla kamu hizmetine sokuldu. 1996 yılında ilk özel radyo kanalı First FM ve ilk özel TV kanalı Tempo TV'nin kurulmaları sonucu teklik özelliğini yitiren BRTK; hâlen ülkedeki 5 TV kanalından ikisini, 24 radyo kanalından da 5'ini bünyesinde bulundurmaktadır. 15 Kasım 2014'te BRT'nin HD Stüdyoları Açılmıştır. Ardından 25 Aralık 2014'te HD Yayına Başlamıştır .HD Yayın Türksat 4A Kıbrıs Paketi 12540 H 30000 3/4 Frekansından Verilmektedir. 14 Şubat 2015'te BRT 1,16:9 Geniş Ekran Formatına Geçmiştir. Bayrak Radyo Televizyon 2 veya kısaca BRT 2 ya da Bayrak Aile kanalı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Bayrak Radyo Televizyon Kurumuna bağlı olarak açılan ait ikinci radyo ve televizyon kanalı. İlk açıldığında çoğunlukla haber ve belgesel programları ile dikkat çeken kanal daha sonra ilave edilen KKTC süper ligi ve sinema yayınları ile zengin bir içeriğe kavuşturulmuştur. BRT 2 uydu üzerinden doğu Avrupa, orta Avrupa ve Kafkasya'dan izlenebilirken karasal anten vasıtasıyla Kıbrıs Rum Kesimi dahil Kıbrıs adasının tamamından izlenebilmektedir. Cassandra Sendromu Cassandra Sendromu, ileri sürüldüğünde başkaları tarafından inanılmayan, sonrasında gerçekleşerek insanları şaşırtan kötü ve üzücü olaylar için kullanılan bir terimdir. İnsanlardaki kötü haber ve olayları göz ardı etme isteğini ve sonrasında gelen reddetme göz ardı etme eğilimini gösteren sendrom, adını mitolojideki geleceği görme yetisi verilen, ancak hiçbir zaman doğru söylediğine inanılmayan Cassandra'dan almıştır. Bu durumun modern örneği Terry Gilliam tarafından yönetilen 12 Maymun filmidir. Diğer bir örneğe ise James Cameron'un yönettiği filmidir. Su kayağı Su kayağı, suyun üzerinde yapılan bir su sporudur. Bu spor ilk defa Ralph Samuelson tarafından 1922 yılında Pepin Gölü'de Lake City, Minnesota'da gerçekleştirilmiştir. Su kayağı dalgasız deniz, nehir, göl gibi çevre koşullarının uygun olduğu birçok ülkede popüler bir spor dalı haline gelmiştir. Standart su kayakları önceleri ağaçtan yapılırdı, şimdi ise yapımında gelişen teknolojiyle birlikte karmaşık bir süreçten geçirilen cam elyafı kullanılmaktadır. Bu kayaklarda kayakçının ayağını yerleştirebileceği yer olmaktadır. Bir sürat teknesinin arkasındaki ipe tutunarak bu kayak üzerinde gitmeye çalışırlar. Su kayakçıları genelde iki kayağın üstünde kayar, fakat gerek tekniklerini geliştirmek gerek eğlenceyi ve zorluğu artırmak için tek kayağın üstünde de kayabilirler. Acemi su kayakçılarını için motor genelde saatte 25–35 km hızla giderken, tecrübeliler için saatte 45–55 km ye kadar çıkabilir. Deneyim ve güven kazanıldıktan sonra hızlı gitmek yavaş gitmeye oranla daha kolaydır. Sınır motor tarafından konsa da kayakçılar ağırlık verdikleri tarafa göre yönlerini değiştirebilir, ipi kısa süreli olsa da bırakabilir, iple birlikte sıçrayabilir. Bazı sporcular çıplak ayakla, yani kayak kullanmadan da bu sporu yapabilir. Bunu yapmak için motorun en az 60 km de gidiyor olması gereklidir. Bu tip durumlarda eğer kontrol kaybedilir de düşülürse acı çok daha fazla olur. Slalom parkuru 259 metre uzunluğundadır ve her sporcunun geçebileceği 6 duba bulunur. Başlangıç ve bitiş çizgisinde de dubalar vardır ve bunlar, diğer dubalardan farklı renktedir. Çıkış kapısıyla ilk duba arası ve son duba ile bitiş arası 29 metredir. Parkur dubaları arasındaki mesafe ise 47 metredir. Sürat teknelerinin dubalar arasında giderken geçecekleri çizgiyi gösteren dubalar arası ise 2,5 metredir. Başlangıç ve bitişin 140-180 metre gerisinde dönüşlerin yapılacağı dubalar da bulunur. Sporcu, slalom parkuru boyunca çekilir ve 6 dubayı dışarıdan geçip çıkış kapısına ulaşır, geri döner ve aynı şeyi tersten yapar. Sporcular elemelerde 3 hakka sahiptir, finale kalırlarsa 3 hak daha kazanırlar. Her hak için halat boyu biraz daha kıslatılır. Bir dubayı geçmek için kayakçı, dubanın ya tamammının ya da bir bölümünün dışından geçmelidir. Bir parça içeriden geçiş sayılmaz. Her hak, duba kaçırılınca veya kapı kaçırılınca sona erer. Jale Yılmabaşar Jale Yılmabaşar, (d.1939, Samsun) Türk ressam ve seramik sanatçısı. Ayrıca ilk Türk kadın seramik profesörüdür. 1957 yılında AFS bursuyla ABD'ye giderek Albany Union High School'dan mezun olarak seramik çalışmalarına bu ülkede başladı. Jale Yılmabaşar, Türkiye'ye döner dönmez üniversite sınavlarına hazırlanmış. 1958'de Seramik Bölümü ile Bale Bölümünü aynı anda kazanmış iki bölüme aynı anda devam etmiştir. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalıştıktan sonra emekli olmuştur. Yılmabaşar, Paris, Münih, Londra ve Moskova'da sayısız sergi açtı. 1970'li yıllarda Candeğer Furtun, Hamiye Çolakoğlu, Atilla Galatalı, Güngör Güner, İlgi Adalan, Mustafa Tunçalp, Erdinç Bakla gibi sanatçılar ile seramik sanatına canlılık ve yenilik getiren isiml
erden biri oldu. Picasso müzesinde yapılan yarışmalarda jüri üyeliği yapan ve sayısız ödüle sahip sanatçı, 40. sanat yılını İstanbul'da açtığı bir sergiyle kutlamıştır. 1985'de Fatih köprüsünün yapımı nedeniyle atölye olarak kullandığı evi yıkılınca resim yapmaya yönelmiştir. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Atilla Manizade Atilla Manizade, (d. 1934 - ö.10 Temmuz 2016) Türk opera sanatçısı. İstanbul Devlet Operası'nda birinci erkek bas vokalist olarak görev yapan sanatçı, asıl şöhretini yurtdışında oynadığı operalarda yaptı. "Figaro, Kral Philîp, Don Pasquale, Don Basilio" ve "Mephisto" rollerinde seçkinleşmiş bir sanatçıdır. 1984'te İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin genel müdürlüğünü üstlenmiştir. Devlet Sanatçısı unvanına sahiptir. 1934 yılında Kıbrıs'ın Baf kasabasında dünyaya geldi. Ortaokulu Kıbrıs'ta okuduktan sonra ailesi Türkiye'ye göçtü. Ortaöğrenimini Pertevniyal Lisesi'nde yaptı. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünde eğitim görürken bir yanda da İstanbul Devlet Konservatuvarı Şan bölümüne müzik öğrenimine başladı. Üniversiteden ve konservatuvardaki eğitimini tamamladıktan sonra Almanya'ya gitti. Bavyera eyaletinde mimar olarak çalışırken müzik eğitimine devam etti ve Alman operası konusunda uzmanlaştı. Almanya'da çeşitli resital ve konserler veren sanatçı, 1960 yılında İstanbul Devlet Operası'nın ilk temsilinde rol almak üzere Türkiye'ye döndü ve İstanbul Devlet Operası'nın önde gelen bas solistlerinden biri oldu. 1967 yılında konuk sanatçı olarak Üsküp Operası'nda Aşk İksiri'nde sahneye çıktı ve çok başarılı oldu. 1973'te Çekoslovakya'da Dr. Bartolo, Don Pasquale rollerini, 1974'te Figaro ve 1975'te Osmin rollerini oynadı. Özellikle Türkleri konu alan operalarda oynadı. Asıl şöhretini yurtdışında oynadığı operalarda yaptı. Londra, Bonn, Frankfurt, Viyana, Sassari, Prag, Belgrad, Sofya, Plovdiv, Budapeşte, Biikreş, Varşova, Leningrad ve Moskova gibi otuzu aşkın kentte sahneye çıktı. 1984'te bir yıllığına İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin yöneticiliğine atandı. Manizade, solistlik kariyerinin yanı sıra İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda ders vermiştir. Çok sayıda ülkede konser veren sanatçının repertuarında kırktan fazla opera vardır. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Sofya Senfoni Orkestrası ile 1992'de doldurduğu iki opera CD'si, Türkiye'de yayınlanan ilk opera CD'leridir. 1999 yılında emekli olan sanatçı, 10 Temmuz 2016'da hayatını kaybetti. Afyonkarahisarspor Afyonkarahisarspor, son olarak 2005'te kurulan, geçmişte Türkiye 2. ve 3. liglerinde oynayan, 2012-2013 sezonu ortasında Bölgesel Amatör Lig'den çekilince kapanan futbol takımıdır. 1967'de mor-beyaz renklerle Afyonspor adıyla kurulan ve 1975'te amatör lige düşünce kapanan kulüp, 1981'de bordo-beyaz renklerle ve Yeni Afyonspor adıyla tekrar kuruldu. 1983-1997 yılları arasında Yeni Afyonspor adıyla mücadele eden Afyonspor, 2004'te amatör lige düşünce 2. kez kapandı. 2005-2006 sezonu öncesi 3. Lig'e yükselen Afyon Şekerspor'un isim değiştirmesiyle kurulan Afyonkarahisarspor' ise Afyonspor'un devamı niteliğinde mor-beyaz renklerle kurulsa da, 1 Şubat 2013'te Bölgesel Amatör Lig'den çekilip 3. kez kapandı. Maçlarını 10.000 kişilik Afyon Atatürk Stadyumu'nda oynamıştır. Renkleri haşhaş çiçeğinin renkleri de olan "mor-beyaz"'dan gelmektedir. 1967’de, 27 Ağustos ve Afyon Gençlerbirliği’nin birleşmesiyle kurulan Afyonspor, ilin sembolü haşhaş çiçeğinin rengi mor-beyaz formasıyla 1967-1968 sezonunda 2. Lige girmiş ve başarılı bir sezon geçirmiştir. Kulübün ilk başkanı Asım İzmirli’dir. Afyonspor’un ilk antrenörü aynı zamanda futbolcusu olan Zekai Selli’dir. Afyonspor'un Süper Lige en yaklaştığı sezon 1985-1986 sezonudur. Şampiyon olup Süper Lige çıkan Boluspor'un 4 puan gerisinde 48 puanla 3. olmuştur. 3. Lige yeni çıkan Afyon Şekerspor'un isim değiştirmesiyle ve Başkan Mahmut Koçak yönetiminde Afyonkarahisarspor kurulmuş ve tesisleri aynı yıl faaliyete geçmiştir. 2010-2011 sezonunda 3. Lig 2. Grup'ta mücadele etmiş, uzun süre açık ara lider götürdüğü ligi Kırklarelispor'un ardından 2. bitirmiş ve play-off maçında Altınordu'ya 90+5'te yediği golle 2-1 mağlup olarak 2. lige çıkamamıştır. 2013-2014 sezonu başında Afyon Süper Amatör Ligi'ne katılmayacağı kesinleştikten sonra kulüp feshedildi. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü ( WIPO ("World Intellectual Property Organization") ), Birleşmiş Milletlerin özelleşmiş 17 örgütünden birisidir. WIPO, "Dünyada fikri mülkiyet haklarının korunmasını ve yaratıcı etkinliği teşvik etmek amacıyla" 1967 yılında kurulmuştur. Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi tarafından Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü olarak Türkçeleştirilen WIPO (World Intellectual Property Organization), 1883 yılında düzenlenen Paris Fuarı'nda endüstriyel mülkiyet haklarını korumak için 14 ülkenin katılımıyla oluşturuldu. Başlangıçta marka tescili, patentler ve endüstriyel tasarımları içeren anlaşmalar, 1886 yılında sanat eserlerini ve telif hakkı yasalarını da kapsadı. 1960 yılında WIPO ismini alan örgüt, 1974 yılında Birleşmiş Milletlerin tüm üyelerinin tanıdığı bir organizasyona dönüşmüştür. Uluslararası anlamda fikri mülkiyet haklarını korumaya ve düzenlemeye yönelik çalışmalarda bulunan WIPO, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelere bu anlamda finansal ve bilimsel destekte bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler'in tüm üyelerine açılan anlaşmalarla, ulusların kendi içinde fikri mülkiyet hukukunu belirginleştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmaktadır. Bugün 24 anlaşma düzenlemiş olan örgüt, 189 üye ülkeye sahiptir. Fikri mülkiyet ekseninde akademik çalışmalar yapan WIPO, bireysel anlamda da insanların yaratılarını hukuksal bir düzleme oturtup fikri mülkiyete saygıyı güçlendirmeye yönelik bilinçlendirme misyonunu sürdürmektedir. Fahrettin Güven Fahrettin Güven, (d. 1958 - ). Türk balet ve koreograf. Ankara Konservatuarı'nı sınıf atlayarak bitiren ve Ankara Devlet Balesi bünyesinde sayısız yapıtta yer alan Fahrettin Güven'in rol aldığı bazı eserler şunlardır: Budala, Les Patinuers, Giselle, Bahçesaray Çeşmesi, Kuğular Gölü, Bir Aşk Masalı, Fındıkkıran. 1994'te TÖBAV'ın "En Başarılı Erkek Dansçı" ödülüne layık görülmüştür. Altı yıl kaldığı Londra'da öğrendiği Pilates ile ilgili Türkiye'de kurslar açan ve eğitim veren sanatçı, bu sayede medyada da yer bulmuştur. 1998 yılında Ankara Devlet Balesi'nde baş kareograflığına getirilen Güven, aynı yıl Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Halen Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğünde eğitmen olarak çalışmaktadır. Gesamtkunstwerk Gesamtkunstwerk, bütünlüklü sanat eseri manasına gelir. Richard Wagner tarafından ortaya konulup operada devrim niteliğinde gelişmelere sahne olan ve sinemayı da etkileyen teoridir. Bu teori, müziğin, dramanın, şiirin ve sahnede bulunan her şeyin aynı düzlemde estetize edilmesiyle mükemmel ve tamamlanmış sanat eserine ulaşılacağını savunur. İhsan Ketin İhsan Ketin ( d. 1914, Kayseri - ö. 16 Aralık 1995, İstanbul) Türk jeolog. Türkiye'de ""Jeoloji'nin babası"" diye anılan Jeoloji profesörü İhsan Ketin yurtdışında da 1948 yılında Kuzey Anadolu Fay Hattının gerçek yapısını ortaya koymasıyla tanınmaktadır. 1914'te Kayseri'de doğan İhsan Ketin, ortaokulu ve liseyi Kayseri'de yatılı-burslu olarak okudu. Sonrasında Atatürk'ün gelişim için başlattığı yurtdışı bursu için başvuruda bulunan Ketin, bursu kazanıp 1932 yılında Almanya'ya gitti. İki yıllık dil eğitiminden sonra 1934'te Berlin Üniversitesi'nde jeoloji eğitimi almaya başlayan Ketin, Berlin'deki siyasal karmaşa ve hocalarının arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden Bonn Üniversitesi'ne geçti. Ünlü jeolog Hans Cloos'un yanında çalışmalarına devam eden Ketin, 1938 yılında doktora tezini tamamladı ve Türkiye'ye döndü. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Enstitüsü'nde yardımcı doçent doktor olarak göreve başlayan Ketin, o sırada 24 yaşındaydı ve ülkenin doktora yapmış ilk jeoloğuydu. Ülkeye dönüşünün ertesi senesi yaşanan Erzincan deprem felaketi ve 33.000 kişinin ölümü sonucu depremlerle ilgili çalışmalara başlayan Ketin, yurdun çeşitli bölgelerinde irili ufaklı sayısız depremi araştırdı. 1939'da başladığı çalışmalarını 1948 yılında "Anadolu Bloku" adıyla yayınladı ve dünya çapında ses getirmeyi başardı. "Kuzey Anadolu Fay Hattı"'nın varlığını kanıtladığı bu makale, özellikle eğitim gördüğü Almanya'da çok büyük ilgi gördü ve bu sayede Ketin'e, jeoloji konusunda üst düzey bir ödül sayılan ‘‘Gustav Steinmann Madalyası’’ verildi. 1950-51 yılları arasında ABD'ye giden Ketin, dönüşünden kısa bir süre sonra İstanbul Teknik Üniversitesi'ne geçti ve iki üniversite (İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi) arasında uzun sürecek ve halen devam eden bir rekabeti başlattı. 1942 yılında Bedia Hanım'la yaptığı evlilikten olan ilk çocukları Ali'yi (1943) 1.5 yaşındayken kaybeden Ketin, 1946 doğumlu ikinci oğlu Mehmet'i ise 1969'da apandisiti zamanında teşhis edilememesi ve patlaması nedeniyle kaybetti. Üçüncü çocukları Ahmet ise inşaat mühendisliği eğitimi aldı ve ABD'ye yerleşti. Kutlu Payaslı Kutlu Payaslı (d. 27 Haziran 1936 Amasya), Türk Sanat Müziği sanatçısı ve şefi. Haydarpaşa Lisesi'ni bitirdi ve sonrasında 1955'te açılan sınavla Ankara Radyosu'na girdi. 1963'te koro şefliğine atanan sanatçı, sayısız konser yönetti. 1977-1989 yılları arasında TRT Ankara Merkez Repertuar Kurulu üyeliği yapan sanatçı 1979'da İzmir'e yerleşti ve Ege Üniversitesi'nde 6 yıl süreyle öğretim görevliliği yaptı. 1995'ten beri TRT Merkez Denetleme Kurulu üyeliği görevini sürdüren sanatçının, TRT repertuarına girmiş 13 bestesi vardır. Sanatçının kazandığı ödüller arasında 1968'de Ürdün Kralı Hüseyin tarafından verilen Liyakat Madalyası, 1971'de İstanbul Ekspres Gazetesi'nin verdiği "Yılın Erkek Şarkıcısı" ödülü sayılabilir. 1998'de Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Payaslı 2005 yılında 50. sanat yılını kutlamıştır. Merih Çimen
ciler Merih Çimenciler, Türk balerin ve koreograf. 1960-1971 yılları arasında Ankara Devlet Konservatuarı Bale Bölümü'nde eğitim gören Çimenciler, mezun olur olmaz Ankara Devlet Opera ve Balesi'ne katıldı. Birçok başrol oynayan Çimenciler, uzun yıllar baş dansçı olarak hizmet verdi. 1992-1994 yılları arasında aynı kurumda Artistik Direktör konumunda görev yapan sanatçı, 1996 yılında Bale İhtisas Komitesi başkanlığına seçildi. Koreografisini yaptığı oyunlarla yurtiçi ve dışında sayısız ödül alan sanatçı, 2000 yılının ses getiren oyunu "Çanakkale Şehitleri"'nin de koreografıdır. Nedret Güvenç Nedret Güvenç (d. 5 Eylül 1930, İzmir), Türk tiyatro sanatçısı ve sinema oyuncusu. Ankara Devlet Konservatuvarı'nda şan ve piyano eğitim alan sanatçı, tiyatroya ağırlık vermeye karar verdi. 1948'de İzmir'de tiyatroya başlayan Güvenç, İzmir Şehir Tiyatroları 1950 yılında kapatılınca İstanbul'a taşındı ve İstanbul Şehir Tiyatroları'na katıldı. 1959-1960 yılları arasında Ankara Devlet Tiyatrosu'nda da konuk oyuncu olarak sahneye çıkan sanatçı, sonrasında tekrar İstanbul'a döndü. Sayısız tiyatro oyununda başrol oynayan Güvenç'in bu dalda pek çok ödülü vardır. 1974'te "En Büyük Kumar" ile yönetmenliğe başlayan sanatçı, 1995'te emekli olduğu İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan sonra "Tiyatro İstanbul" bünyesine katılmıştır. Halen tiyatro çalışmalarına devam etmektedir. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Ayrıca Türkiye'nin 2009 Dünya Tiyatro Günü bildirisini Güvenç yazmıştır. Okan Demiriş Dr. Okan Demiriş, (d. 9 Şubat 1942, İstanbul- ö. 18 Haziran 2010). Türk besteci, orkestra şefi. Tarihsel konulara eğilen operalarıyla tanınan bestecidir. En çok sahnelenen Türk operaları arasındaki "IV. Murat", "Karyağdı Hatun", "Yusuf ile Züleyha" operalarını bestelemişir. Devlet sanatçısı unvanına sahiptir. Soprano Leyla Demiriş'in eşidir. 1942 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. İstanbul Belediye Konservatuarı'nda keman eğitimi aldı. 1963'te İstanbul Belediye konservatuvarını bitirdikten sonra Ankara Devlet Konservatuarı'na geçti ve sınıf atlayarak 1964’te bu kurumdaki eğitimini tamamladı. Askerlik görevi sırasında Doğu Anadolu halk müziğiyle ilgilendi; Sarıkamış yöresinin etkisinde orkestra süitleri besteledi. Bu eserleri ""Pasinler"", ""Doğu Süiti"", ""Posof-Digor Süiti"" gibi adlar taşır. İstanbul'da operanın varoluşundan bu yana konsertmaister, orkestra şefi, yönetim kurulu üyesi olarak çalışan sanatçı; İstanbul Şehir Orkestrası, Radyo Senfoni Orkestrası ve İstanbul Opera Orkestrası'nda görev yaptı. Konservatuarda keman ve armoni konusunda ders vermeye devam etmiştir. 1979 ve 1992 yılları arasında İstanbul Devlet Opera ve Balesine dört ayrı dönemde Müdür ve Genel Sanat Yönetmeni olarak atandı. 1990 yılında New York Senfoni Orkestrası'nı yönetti. Türk opera sanatına katkılarından dolayı 1986’da Boğaziçi Üniversitesi tarafından fahri doktora verilen Demiriş’e Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1991 yılında Devlet Sanatçısı unvanı veridi. Başlıca eserleri arasında; "Dördüncü Murat, Karyağdı Hatun" ve "Yusuf ile Züleyha" operaları; 1971 tarihli piyano konçertosu; oda orkestraları ve halk müziği üzerine yaptığı eserler ve "Hürrem Sultan" oyununun müziği vardır. Son olarak "Büyük Hakan Alparslan" ve "Deniz Kurdu" operalarını bestelemiştir. En çok sahnelenen yapıtı IV. Murat operasıdır. Opera sanatçısı soprano Leyla Demiriş ile evli olan Okan Demiriş, konser aryalarını ve operalarının baş kadın rollerini eşinin ses rengine göre bestelemiştir. Operalarındaki librettolar Nezihe Araz ve Turan Oflazoğlu gibi yazarlara aittir. Besteci, çoksesli çağdaş Türk müziğinin geleneksel Türk müziğinden ayrı düşünülemeyeceğini savunur. Operalarında, librettonun akışına göre, halk müziğini, divan müziğini, gizemsel İslam ilahilerini ve mehter müziğinden alıntıları da kullanmıştır. 18 Haziran 2010 günü hayatını yitiren Demiriş’in cenazesi 21 Haziran 2010 günü Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası'nda yapılan törenin ardından Teşvikiye Camii'nde kılınan namaz sonrası Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Ruşen Güneş Ruşen Güneş, (d. 17 Mart 1940, Beypazarı, Ankara). Türk viyola sanatçısı, besteci. İlkokulu okuduktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'na girdi. 1961'deki mezuniyetinin sonrasında ise  ilk solo viyola sanatçısı olarak Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na katıldı. Bu görevi sırasında Walton, Hindemith, Bartok gibi bestecilerin viyola konçertolarını ülkemizde ilk kez seslendirmiştir. Bir bursla 1963'te İngiltere'ye giden sanatçı, ertesi sene ülkesine döndü. Ancak askerlik sonrası 1971'te İngiltere'ye göç etti. 1971 yılında İngiltere'ye taşınan sanatçı, İngiliz Oda Orkestrasında 4 yıl solo viyola sanatçılığı görevini üstlendikten sonra bu görevi 1979 – 1987 yılları arası Londra Filarmoni Orkestrası'nda ve 1988 – 2000 arası BBCSO'da sürdürmüştür. Türk bestecileri ile devamlı temasta olan sanatçı Necil Kazım Akses, Ahmet Adnan Saygun, C. Tanc, Y. Tura’nin konçertolarını defalarca çalmış ve Saygun konçertonun London Filarmoni ile CD’sini yapmıştır. Ayrıca Borusan için yaptığı sayısız Türk bestecileri ve viyola adli konserlerde de Usmanbas, Ozdil Altinel ve Ozkalfayan gibi ve diğer birçok bestecimizin eserlerini duyurmuştur Askerligini yaptıktan sonra 1971’de İngiltere’ye yerleşen sanatçı İngiliz Oda Orkestrasında 4 yıl solo viyolacilik yaptıktan sonra 1979-1987 arası Londra Filarmoni’de ve 1988-2000 arası aynı görevi BBCSO’da sürdürmüştür . 15 yıl Londra Yaylı Dörtü’de çalan RG bu grupla Idil Biret, C Franck Piyano Beslisi, Mahler Piyano dörtlüsü, gitarcı John Williams ve Boccherini Beslisi’nin kayıtlarında yer almıştır. Saygun Viyola Konçertosu, Suna Kan ile Mozart Senfoni Koncertant ve Mozart Keman –Viyola duetleri, Hindemith Matem Muzigi, Teleman Viyola Koncertosu , Viyola ve Siir , Turk Bestecileri ve Viyola kaydettiği CD’ler arasındadır. Ve son olarak Sanatçı İzmir Yasar Üniversitesinde Profesör kadrosunda Öğretim görevlisi olarak görev almıştır (2008-2016) 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. Metin Yurdanur Metin Yurdanur, (d. 1950, Sivrihisar). Türk heykeltıraş. Başta Ankara olmak üzere Türkiye’de ve yurtdışı ülkelerde gerçekleştirdiği anıt heykeller ile tanınır. 1998'de Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. 1950'de Sivrihisar’da dünyaya geldi. Çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'daki Frigya kalıntıları, onda heykele karşı ilgi ve merak uyandırdı Lise öğrenimini Eskişehir'de tamamladıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü'nde sanat eğitimi aldı ve heykele başladı. 1972'de mezun olduktan sonra öğretmen olarak Isparta'ya atandı. Ertesi sene Cumhuriyetin 50. yılı kutlamaları şerefine Isparta'ya bir beton döküm Atatürk anıtı yaptı. Öğretmenlik yaşamı 1978’e kadar Eskişehir’in Mihalıççık, Çifteler ilçelerinde devam etti. 1978-1981 arasında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş bölümünde modelaj öğretmenliği yaptı. 1979'da Ankara Belediyesi'nin talebi üzerine kamusal alanlara heykel çalışmaları yapmaya başladı. Abdi İpekçi Parkı, Gar Meydanı, Batı Kent ve Kavaklıdere gibi birçok yer için heykeller tasarladı. 1985 yılında kendi atölyesini açan sanatçının atölyesinde yaptığı ilk eser Sivrihisar'ın girişine dikilen Nasreddin Hoca heykeli oldu. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. 2005 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi yerleşkesinde “"Ben Anadoluyum, Ben Cumhuriyetin, Ben Halkım"” adlı bir yıl süreli ve elliden fazla heykel içeren sergiyi açtı. Sergi, her yıl farklı bir üniversitede tekrarlanmaktadır Sanatçı, genellikle bronz malzeme ile eserler üretmektedir . Yirmisi Ankara'da olmak üzere Türkiye'de 100, Macaristan'da üç, Almanya'da iki, Libya, Türkmenistan ve Japonya'da ise birer heykeli vardır. Mevsim Mevsim, Dünya'nın eksen eğikliğinin etkisiyle beraber, Güneş çevresindeki yıllık hareketi sonucu Dünya üzerinde yaşanan birbirinden farklı, ortalama hava durumu koşullarına verilen isimdir. Eylüle kadar kuzey yarım küre, güneye göre Güneş'e daha dönüktür ve daha çok Güneş tarafından ısıtılır. Bu durum 23 Eylül-21 Mart arasında tersine döner. Böylece kuzey yarım küresindeki mevsimlere 21 Marttan başlayarak aşağıdaki gibi isim verilmiştir: İlkbahar, 21 Mart-22 Haziran; yaz, 22 Haziran-23 Eylül; sonbahar, 23 Eylül-22 Aralık; kış, 22 Aralık-21 Mart. Güney yarım küresinde mevsimlerin sırası tersine olup, ilkbahar 23 Eylül de başlar. Mevsimler Dünya'nın kendi dönüşünün, Güneş'in etrafında döndüğü yörünge ile aynı hizada dönmemesinden kaynaklanırlar. Böylece yeryüzünden göğe bakıldığında Güneş dünyanın her yerinde farklı bir yükseklikte gökyüzünden geçer. "Kuzey-kışı" döneminde dünyanın güney yarım küresi Güneş'e doğru yöneliktir ve Kuzey yarım küresi daha az Güneş ışığı alır. "Güney-kışı" döneminde ise Dünya'nın Kuzey yarım küresi Güneş'e yöneliktir ve kuzeyde sıcak mevsimler başlar. Yani dünyanın Kuzeyküresinde yaz başladığı zaman Güney yarım küresinde (örneğin Güney Afrika ya da Avustralya'da) kış başlar. Ferit Sıdal Ferit Sıdal (1 Mart 1925 - 9 Ağustos 2001), Türk tamburi ve besteci. Sıdal, 1 Mart 1925 tarihinde Ankara'da doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini gördüğü "Gazi Lisesi"'nde tambura ilgi duyan sanatçı, tambur konusunda bir efsane olan Tamburi Cemil Bey'in öğrencisi Tevfik Bey'den 1 yıl kadar tambur dersleri aldı. Sonrasında ise bir diğer ünlü tamburi İzzettin Ökte'yle çalışmalarına devam etti. Nurettin Cemil Bey'le repertuvar, Şerif İçli'yle de nota çalışmıştı. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra bankacılık sektöründe çalışmaya başlasa da, 1950 yılında Ankara Radyosu'na tambur sanatçısı olarak girdi. Aynı yıl Müzeyyen Hanım'la evlenen Sıdal'ın, iki çocuğu vardır. 1956 yılından sonra tambur sanatçılığının yanına koro şefliğini de eklemiş, çeşitli topluluklara şeflik yapmıştır. 1951 yılında da beste yapmaya başlamış, yüzün üzerinde esere imza atmıştır. 1972'de TRT Müzik Dairesi Başkanlığı'nın kurulmasından sonra, Sıdal kurumda Türk Sanat Müziği Müdürlüğü görevine getiri
lmiştir. Sanatçı bu görevi 13 yıl boyunca sürdürmüştür. 1990 yılında TRT'den emekli olan sanatçıya, 1998 yılında Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. Emekliliğinden sonra da TRT'ye farklı pozisyonlarda hizmet vermeye devam eden Sıdal, 9 Ağustos 2001 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Marc Bloch Marc Bloch (d. 6 Temmuz 1886 - ö. 16 Haziran 1944), Fransız tarihçi. Lucien Febvre ile birlikte Fransız sosyal tarihinde son derece etkili olan Annales ekolünün kurucusudur. Ecole Normale Supérieure' de eğitim aldı. Ardından 1908-9 yıllarında Leipzig ve Berlin'de eğitimine devam etti. 1919'da, Strazburg Üniversitesi'nde Orta Çağ tarihi derslerini vermeye başladı. Alman profesörlerinin hepsinin kovulmasından sonra 1936'da Paris Üniversitesi'ne ekonomik tarih profesörü olarak davet edildi. Özellikle iki kitabıyla tanınır: "Tarihin" "Savunusu" "ya da Tarihçilik Mesleği" ve "Feodal Toplum". Karşılaştırmalı tarih anlayışını geliştirmiştir, ona göre bu iki şekilde yapılabilir, ya birbirine uzak toplumlar arasındaki benzerlikler ya da mekansal olarak birbirine yakın toplumlar arasındaki farklar incelenmelidir. Böylece benzerlikler ya da farklar tespit edilerek tarihsel gelişimin ne olduğu ortaya konulabilir. Kendisi kitaplarını yazarken, birçok farklı disiplinden yararlanmış ve bir olayı veya bir dönemi anlatmak yerine her zaman problem odaklı tarihçilik anlayışına sahip olmuştur. O zamanki tarih yaklaşımından farklı olarak, Annales'cılar tarihi anlatmak yerine sorularını sorup bunlara bütün olarak cevap aramışlardır. Febvre ile birlikte kurdukları Annales dergisi, bu yeni ekolün merkezi olmuş ve sosyal ve iktisadi tarih odaklı olarak yola çıkmıştır. Bloch, II. Dünya Savaşı sırasında işgal altında olan Paris'den kaçmayı, bir Yahudi olmasına ve kaçma fırsatı bulunmasına rağmen, reddetmiş ve teorisyenliğini bir tarafa birakarak Fransız yeraltı direniş örgütüne katılmış ve Nazilere karşı çarpışmıştır. 1944 yılında Gestapo tarafından vurularak öldürülmüştür. Lyon'da eski bir tarih profesörü olan Gustave Bloch'un oğlu olarak Yahudi bir ailede doğan Marc, Paris'te École Normale Supérieure ve Fondation Thiers'de, daha sonra Berlin'de ve Leipzig'de öğrenim gördü. Birinci Dünya Savaşı sırasında piyade subaylığı yaptı ve kaptanlık rütbesine yükseldi. Sonrasında Légion d'honneur ödülü aldı. Savaştan sonra Strazburg'da üniversitede, daha sonra 1936'da Sorbonne'da ekonomik tarih profesörü oldu. 1924'te, Orta Çağ'da kralların, acı çeken kişilere basitçe dokunarak basit akciğer hastalıklarını tedavi edebildikleri eski geleneği içeren belgeleri topladığı, tarif ettiği ve incelediği bir kitap olan Les rois thaumaturges: étude sur le caractère surnaturel attribué à la puissance royale particulièrement en France et en Angleterre'i yayımladı. Bu kitap, onun en bilinen çalışmalarından birisidir ve sadece Orta Çağ'ın sosyal tarihi konusunda değil aynı zamanda kültürel antropolojide de büyük etkiye sahipti. Meslektaşı Lucien Febvre ile 1929'da Annales Okulu'nu kurdu. Annales Okulu, Annales d'Histoire Economique et Sociale'yi ( "Ekonomik ve Toplumsal Tarihin Yıllıkları") başlatarak, geleneksel tarih yazımında köklü bir değişimin önünü açtı. Bu ekolde tüm toplum düzeylerini göz önüne alarak zihniyetlerin kolektif doğasını vurgulandı. Bloch, ölümünden hemen önce üzerinde çalışmakta olduğu, The Historian's Craft ile tarihçilik alanında kalıcı bir etkiye sahip olmuştur. Bloch'un kitabı genellikle tarihyazımı konusunda 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Bloch, Paul Vidal de la Blache'ın (1845-1918) coğrafya ve Émile Durkheim'ın (1858-1917) sosyoloji çalışmalarından etkilenerek disiplinlerarası bir yaklaşım izledi. Möthodologie Historique'de (1906'da yazılmış ancak 1988'e kadar yayınlanmamıştır) Bloch, akıl hocalarından Charles-Victor Langlois ve Charles Seignobos'un histoire événementielle'sini (olay tarihi) reddetmiş ve sonuçların belirlenmesinde yapısal ve sosyal fenomenlerin rolü konusunda daha fazla analiz yapmıştır. Tarihi bir sosyal bilim olarak yeniden icat etmeye çalışıyordu ancak Durkheim'la psikolojiyi tarihten ayrı tutma konusunda ayrılırlar. Zira Bloch, bireysel aktörün sosyal güçlerle birlikte düşünülmesi gerektiğini savunuyordu. Bloch'un metodolojisi, antik çağ tarihçisi olan babası Gustave Bloch ve Gabriel Monod, Ernest Renan ve Numa Denis Fustel de Coulanges gibi 19. yüzyıl bilim insanlarından büyük ölçüde etkilenmiştir. Ayrıca, uluslararası akademik işbirliği fikrini destekledi ve sonradan başarısız olsa da Amerikan desteğiyle uluslararası bir derginin kurulması için çalıştı. Alman tarih yazıcılığının da önemini vurgulayıp, bilimsel titizliğini takdir ederken, ulusalcılık ve metodolojik sınırlamalarını eleştiren Bloch, Alman kitapları ve makaleleri hakkında beş yüz kadar inceleme yazdı. Bloch, kırsal tarih hakkındaki fikirlerini Fransız Kırsal Tarihi (1931) ve Feodal Society (1939) isimli kitaplarında açıklamıştır. L'Individualisme Agraire du XVIIIe Siècle'de (1978) 18. yüzyıl Fransa'sındaki tarım reformlarının başarısız olmasının nedenini, bölgedeki gelenekler olarak değerlendirdi. Bloch'un bu konudaki argümanı ise Annales Okulunun tarih anlayışının tipik bir örneği olarak, "insanların bilinçli hareketlerinin tarihin materyalist nedensellik düzeninin nasıl üstesinden geldiğini" göstermek için siyaset, kültür ve ekonomi arasındaki bağlantıları sınıf çatışmalarının zemininde oluşturmasıdır. Fransız köylülerin anti-feodal düşüncelerinin oluşmasında, lordların 18. yüzyılın sonlarına doğru aidatları önemli ölçüde artırması ile bağlantılı olduğunu savundu. Bloch, köylü ayaklanmasını provoke edenin bu yoğunlaştırılmış sömürü olduğunu savundu. Annales'in Kasım 1935 sayısında Febvre'nin teknolojinin tarihine yönelik üç temel yaklaşımı konu alan tanıtımı yer alır: teknolojiyi araştırmak, teknolojinin ilerlemesini anlamak ve teknolojinin diğer insan faaliyetleriyle olan ilişkisini anlamak. Bloch'un "Orta Çağ'da Avrupa'daki Watermill'in Gelişimi ve Zaferi" adlı makalesi, bu yaklaşımları teknoloji ile toplumsal meseleler arasındaki bağlantıları araştırarak birleştiriyor. Bloch, 1942 yılının sonlarında Fransız Direnişine katıldı. Kod adı "Narbonne" idi. Lyon'da Vichy polisi tarafından Mart 1944'te yakalandı ve Gestapo'ya devredildi. Daha sonra Montluc cezaevinde tutuldu ve Gestapo tarafından işkence gördü. Hapishanede sorgulamalardan sorumlu olan Klaus Barbie tarafından sorguya çekildi. Bloch'un biyografi uzmanı Carole Fink'e göre gerçek adından daha başka hiçbir bilgi vermedi. Marc Bloch, yakalanışından on gün sonra 16 Haziran 1944 akşamı saat 18.00 civarında, Alman birliklerince, üstü açık bir kamyonetle 28 direniş tutsağıyla beraber La Rousille adında bir yere götürüldü. Burada, saat 22:00'dan kısa bir süre sonra yedi kişilik mahkum gruplarının ilkiyle beraber makineli tüfekler vasıtasıyla infaz edildi. Bugün öldürüldükleri yerde, orada öldürülenler için bir anıt var. Yirminci yüzyılın en büyük tarihçilerinden biri olan Direniş kahramanı Marc Bloch, elli sekizinci doğum gününden bir ay önce öldürüldü. Savaşın bitimini takiben Fransa'da ulusal bir şehit haline gelmiştir. Tevfik Çavdar Tevfik Çavdar (1931, İzmir - 15 Ekim 2012, Ankara) Türk iktisatçı - yazar. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Mezun olduktan sonra Devlet İstatistik Enstitüsü ve Planlama Teşkilatı'nda çalışmaya başlayan Çavdar, uzun süre bu kuruma hizmet verdi. ABD ve İngiltere'de bölümüyle ilgili araştırmalar yapan yazar, birçok eğitim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalıştı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanan yazarın 20'nin üzerinde kitabı vardır. Tevfik Çavdar, internette yayınlanan SoL (haber portalı)nın sürekli yazarlarındandır. İmge yayınlarından, NK Yayınlarından ve Yazılama Yayınevinden çıkmış kitapları mevcuttur. Tevfik Çavdar, 15 Ekim 2012 günü geçirdiği bir kaza sonucu yaşamını yitirdi. Spambot Spambot, "spam" adıyla da bilinen istekdışı e-postaları göndermek için e-posta listeleri yaratan ve bu amaçla İnternet'ten e-posta adresleri toplayan programlara verilen addır. Spambotlar, web sitelerinden, haber gruplarından ve sohbet odalarındaki konuşmalardan adres bilgisi elde edebilirler. E-posta adresleri belirli bir formata sahip oldukları için, spambot yazmak oldukça kolaydır. Amerika Birleşik Devletleri'nde spambot kullanımını yasalarla sınırlandıracak ve mümkün olduğu ölçüde bitirecek çalışmalar yapılmaktadır. Spambotları şaşırtmak amacıyla da birçok program ve yöntem denenmiştir. Bu tür önlemler, daha komplike spambotlar geliştirilmesine neden olmuş, bu sayede spambot sahipleri bozulmuş karakter setlerinde yazılmış e-posta adreslerini bile elde edebilir hale gelmişlerdir. Spambot terimi bazen bir İnternet Servis Sağlayıcısı'nın (ISP) müşterilerini spamden engellemek için tasarlanan programlar için de kullanılmaktadır. Bu tür programlara genelde e-posta engelleyici veya filtreleyici adı da verilir. Ancak bu tür engelleyicilerin, spam olmayan, normal içerikli e-postaları da engelledikleri görülmüştür. Bu durum, kullanıcıların bir "Beyaz Liste" oluşturmaları ve engelleyicinin denetiminden şartsız olarak geçmesini istedikleri e-posta adreslerini bu listeye eklemeleriyle çözülmektedir. Neredesin Firuze Neredesin Firuze, 2004 yılı yapımı Türk filmi. IFR (İstisnai Filmler ve Reklamlar) tarafından gerçekleştirilen prodüksiyonda Levent Kazak'ın yazdığı senaryo Ezel Akay (Ezop) tarafından yönetilmiştir. Özcan Deniz, Şebnem Dönmez, Haluk Bilginer, Demet Akbağ, Cem Özer, Ata Demirer, Murat Akkoyunlu, gibi geniş bir kadroya sahip olan film, Türkiye'de yapılmış en nitelikli müzikal filmlerden biri olup "Neredesin Firuze" İMÇ (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) plak dünyasına hiciv dolu bir yaklaşımla Türk Toplumu'nun içinde bulunduğu çaresizliklere getirdiği gülünesi veya ağlanası çözümleri komik boyutta sinema perdesine aktarır. Filmde renkler ve müzik başarılı oyuncu seçimiyle sunularak kendi içinde bir dramı ve komediyi barındırır. Hayri ve Orhan piyasaya sürdükleri başarısız kas
etler sonucu borç batağında olan iki prodüktördür. İstanbul Plakçılar Çarşısında borçlu olmadıkları kimse kalmamıştır. O sıralar Almanya'da yaşayan Ferhat ile irtibata geçerler. Telefonda şarkı söylettikleri Ferhat'ın sesini çok beğenirler ve hemen harekete geçerler. Şarkıcı olmak düşüncesine saplantılı bir şekilde bağlı olan Ferhat, Hayri'nin kaset teklifini düşünmeden kabul eder, eşyalarını toplar ve soluğu İstanbul'da alır. Ferhat'ı hemen stüdyoya sokarlar ancak kaset borçlar yüzünden basılamaz. Ferhat son bir çare olarak bir televizyon şovuna çıkıp adını duyurmaya çalışır. Ertesi gün ofise Firuze adında zengin ve gizemli bir kadın gelir. Ferhat'a yatırım yapmak istediğini söyler. Birdenbire Umut Müzik'te ki karabulutlar dağılır. Herkes hayaller kurmaya başlar. Filmin müzikleri oldukça ses getirmiş, Ender Akay ve Sunay Özgür'ün isimlerini duyurmalarını sağlamıştır.Bu yapım gerçeği yansıtan bir yapım olması nedeniyle sanat dünyasından da birçok kişinin tepkisini çekmiştir. Liberal feminizm Liberal feminizm, kadının özel alan ile sınırlı kalmasına karşı çıkarak, birey olarak kendini geliştirecek potansiyele sahip olması gerektiğini savunan Liberal Feminizm, 1970’lerde Amerika’da ortaya çıkmıştır. Liberal feminist teorinin klasik savunucusu olarak Mary Wollstonecraft kabul edilmektedir. Mary Wollstonecraft, 3 Ocak 1792’de feminist teori tarihindeki ilk önemli çalışma olan A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Savunusu) adlı eserini tamamlamış, bu kitap daha sonraları feminist düşünce için başat eser olmuştur. Wollstonecraft’a göre, mademki erkekler ve kadınlar aynı ahlaki ve düşünsel öze sahipler, o zaman aynı zihinsel ve tinsel eğitimi almalıdırlar. Bu noktada temel liberal feminist duruşunu ortaya koymaktadır: akıl, her insanda aynıdır. 19. yüzyıl Amerikan kadın hakları hareketinin önemli iki lideri Elisabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony, selefleri Wollstonecraft tarafından ifade edilen Aydınlanma Teorisini geliştirmiştir. “Cinsler aynıdır” diyen Stanton, sonuç olarak bunların eşit haklar hak ettiklerini iddia etmiştir. Stanton’un temel liberal tezi, birey olan kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için bazı haklara sahip olmaları gerektiğidir. Susan B. Anthony ise bazı önermelerinde doğal haklar doktrini üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur. /dev/null /dev/null Unix benzeri işletim sistemlerinin aygıtlar dizininde (/dev) bulunan bir stream dosyasıdır. Bu belgeye yazılan her tür ve herhangi miktarda olan veriyi sistem yok sayar ve yazan işleme EOF gönderilir. Bu açıdan /dev/null bir kara deliğe benzetilir. Yaygın kullanımlarından biri uygulamaların istenmeyen çıktılarını, yönlendirme aracılığı ile, devre dışı bırakmaktır. Üstteki örnekte, önce codice_1 aracılığı ile olağan çıktı (1) /dev/nulla yönlendirilir. Sonra da codice_2 ile hata çıktıları (2) olağan çıktı ile aynı yöne gönderilir. Aynı görevi yerine getiren aygıtlar diğer işletim sistemlerinde de mevcuttur. Örneğin, DOS'da NUL, Amiga'da NIL, Windows NT ve türevlerinde \Device\Null ve Open VMS'de NL diye adlandırılmışlardır. Fransız feminizmi Fransız devrimi sırasında politikleşen kadınların kendi siyasallaşması sayesinde güçlenip kendi haklarının peşine düşmesiyle başlar ancak kralı giyotine yollayan Jakobenler önde gelen kadın hakları savunucularını da giyotine yollamaktan kaçınmaz. Bu devirde radikal Jakobenler ile ılımlı Jirondenler arasında kadına bakış açısından farklılar da görülür. Ancak Fransa'da "Terör Dönemi" olarak adlandırılan bu en kanlı tarih dönemi Jakobenlerin egemenliğindedir ve onların sözü geçer. Kadın Hakları Beyannamesi'ni, İnsan Hakları Beyannamesi'ne (aslında ingilizcesinde insan yerine adam sözcüğü geçmektedir) nazire olarak kaleme alan Olympe de Gouge da giyotin ile idam cezasına çarptırılır. Jirondenlerin dönemi geldiğindeyse, meclisten ilk kez kadınların lehine işleyen bir boşanma yasası çıkarılır. Bir kere sokaklara dökülen ve devrimin ön saflarında yer alan kadınlar bundan sonra da kendi hakları için savaşmaya devam etmiştir. Fransız felsefesi yetmişli yıllardan sonra önemli ir etkililk gösterir. Hem yapısalcılık hem de postyapısalcılıkta Fransız filozofları belirleyici bir rol oynarlar. Bu rolde Fransız feministleri de yer alır, Fransız feminist kuramları olarak adlandırılan bölüm hem postmodern düşüncelerden etkilenmiş hem de bu düşncelerin gelişimini etkilemiştir. Daha özel olaraksa feminizmin kendi içinde teorik aşama kaydetmesini ve belirli bir anlamda feminist sorunsalda değişiklikler meydana gelmesini sağlamışlardır. Başlıca ve etkili Fransız feminist teorisyenler Julia Kristeva, Luce Irigaray ve Hélène Cixous'tur. Bu üç feminist düşünür feminizmi dil, simgeselleştirme ve söylemsellik bağlamında yeniden değerlendirirler ve eril dünyayı yeniden sorgulamaya alırlar. Temel kavramları genel olarak dil, öznelliğin kuruluşu, cinsellik ve arzu mekanizmaları gibi konulardır. Terör Dönemi (Fransa) Terör Dönemi (5 Eylül 1793 - 28 Temmuz 1794) Fransa'da, Fransız devriminin ardından on ay süreyle iktidarı ele geçiren Jakobenlerin yürüttüğü kanlı dönem. Önde gelen Jakobenler, Robespierre, Mirabeau ve Marat'dır. Devrim mahkemelerinde karşı devrimci olarak görülen ve iç düşman etiketi yapıştırılan halk yığınları giyotine yollanmış ve daha sonra da bu durumu yaratanlar kendi başlarını giyotine vermiş, bu dönem boyunca ülkeye paranoya hâkim olmuştur. Her şey tahtı ele geçirmek isteyen soyluların kilisenin de yardımıyla harekete geçmesi ve İngiltere gibi yabancı ülkelerden yardım istemesiyle başlamıştır. Bundan sonra devrimin karşılaştığı tehlike üzerine, Jakobenler aşırı sert politikalarını yürürlüğe koyar ve kendi içlerinden dahi itiraz edenleri ortadan kaldırır. En sonunda, yaşanılan terörden bıkan ülke, Beyaz Terör'ü devreye sokarak önemli tüm Jakobenleri ortadan kaldırır, ancak Fransa'nın bu kanlı dönemi atlatması ülkeye çok uzun zamana mal olmuştur. Jakobenler Jakobenler veya Jakoben Kulübü, Fransız Devrimi ertesinde Fransa'ya yaklaşık bir yıl süreyle egemen olan ve devrimden çok daha fazla kanın döküldüğü Terör Dönemi'ne sebep olmuş Fransız siyasi partisidir. Gücünün zirvesinde iken 420.000 civarında üyesi olan kulübün siyasi yöntemi Jakobenizm olarak anılır. Önde gelen üyeleri Maximilien Robespierre, Marat ve Mirbau'dur. Karşı devrimci komplolar üzerine harekete geçmişler, ancak muhalif hareketleri bastıralım derken çok daha büyük öfkeye sebep olmuşlar ve ayak üstü yapılan mahkemelerle birçok insanın idamına karar vermişlerdir. Daha sonra yol açtıkları bu kanlı dönem kapanırken kendi başları da giyotine gitmiştir. Önderleri Maximillien Robespierre'in düşüşü ve idamıyla birlikte kulüp de etkisini ve gücünü yitirmiş ve sonunda kapatılmıştır. Grup ayrıca Fransız Devrimi'ndeki Terör Dönemi'nin uygulayıcısı ve öncüsü olarak tanınmıştır. Ayrıca günümüzde "jakoben" aşırı radikal siyasî görüşler ve kişiler için de kullanılmaktadır. Matematiksel morfoloji Matematiksel biçimbilim (İngilizce - Mathematical morphology) kafes kuramına dayalı, sayısal görüntülerin işlenmesi için geliştirilmiş kuramsal bir modeldir. 1960'lı yıllarda Georges Matheron tarafından temelleri atılmış sonra da Jean Serra tarafından geliştirilmiştir. Günümüzde dünya çapında kullanılan başlıca sayısal görüntü işleme modellerinden birini temsil eder. Her ne kadar başlangıçta sadece ikili görüntüler için tasarlanmış olsa da, kısa sürede etki alanı gri ölçekli görüntülere de genişletildi. Renkli ve genel olarak çok kanallı görüntüler için ise birden fazla çözüm önerilmiş olmasına rağmen henüz yaygın olarak herhangi biri kabul edilmemiştir. Yukarıdaki iki temel işlecin farklı birleşimleri ile elde edilen üst düzey işleçler sayesinde matematiksel biçimbilim, görüntü kesimleme gibi karmaşık sayısal görüntü işleme sorunlarına çözümler sunmuştur. Aşk ve Meyhane Şarkıları Aşk ve Meyhane Şarkıları, Neşe Müzik tarafından 2004 yılının Temmuz ayında piyasaya çıkan bir Türk Sanat Müziği albümüdür. Bu albümdeki eserler Çiğdem ve Gökhan Akkanatlı tarafından seslendirilmiştir. Yahşelli, Menemen Yahşelli, İzmir'in Menemen ilçesine bağlı bir mahalle. Âşık Feymani Âşık Feymani, Türk halk şairi. Gerçek adı Osman Taşkaya'dır ve 2 Mayıs 1942'de Osmaniye'nin Kadirli ilçesinin Azaplı köyünde doğmuştur. 1964'e kadar "Çoban Osman" adını kullandı. Altmışlı yıllardan itibaren gelişen "âşıklar" geleneğinde öne çıkmış ve ünlenmiştir. Özelikle Çukurovalı âşıklar arasında büyük saygınlığı bulunmaktadır. Şiir ve atışmalarda etkili olmuştur. Bir otobiyografi kitabındaki kendi açıklaması şöyledir: Karacaoğlan'ın etkisiyle türkülü halk hikâyeleri söylemiş şiirlerinde sevgiden tasavvufa kadar birçok konu işlemiştir. Şiirlerinin büyük bir bölümünü "Ahu Gözlüm" adlı kitapta toplamıştır. Fadeaway Fadeaway, basketbolda oyuncunun geriye doğru çekilerek şut atma stilidir. Stilin Türkçede bir karşılığı bulunmamaktadır. NBA'de bu hareketi en iyi yapan oyuncular arasında 2.13'lük forvet Dirk Nowitzki ve 1.98'lik guard Kobe Bryant gösterilebilir. Bu atış güçlü kollar ve yüksek denge yeteneği istediğinden çok az oyuncu bu atış türünde başarılı olabilir. Batman Petrolspor Batman Petrolspor, 1960 yılında kurulmuştur. Batman Petrolspor, 2005-2006 sezonu 2. Lig B Kategorisi'nden 3. Lig'e düşmüştür. Mücadelesini bu ligde (3. Lig 2. grup) sürdürmektedir. Maçlarını 16 Mayıs Stadyumu'nda oynayan B. Petrolspor'un başkan Aydın Gülmez'dir. Petrolspor bir üst liğe çıkmaktan ziyade daha çok bu yönü ile bilinmektedir. Takımın Simgesi "Yarasa" Lakabı ise: "Yarasalar"dır. Batman Petrolspor 2014 yılında Batmanlı iş adamı Aydın Gülmez tarafından satın alınmıştır. Ve Batman Petrolspor A.Ş olarak 3. Liginde mücadeleye devam etmektedir. Kulüp 1960 yılında kurulmuş olup, yüzme, basketbol, futbol, voleybol, güreş ve atletizm branşlarında faaliyet göstermiştir. 1986 yılında futbol takımının profesyonel üçüncü lige terfi etmesi neticesi, futbolu genç takım seviyesine indirerek faaliyetlerine devam etmiş olup, üçüncü ligden ikin
ci lige yükselme başarısı göstermiştir. Futbol takımının ikinci ligde bulunduğu yıllarda birinci lige (süper lig) yükselme mücadelesi verdiği dönemde yarı final oynama başarısı göstermiştir. Batman Petrolspor'un en büyük başarısı 2. Lig play off yarı finalı oynamak olmuştur. Batman Petrol Spor'un Güreş branşında Türkiye ve Dünya Şampiyonlukları vardır. Ayrıkvadi Ayrıkvadi, J. R. R. Tolkien'in kurgusal Orta Dünya evreninde bir vadi ve bu vadide kurulan aynı isimdeki krallık. Ayrıkvadi, Elrond'un hükümdarlığında varlık gösteren ve Üçüncü Çağ'da Orta Dünya elflerinin hüküm sürdüğü sayılı bölgelerden biriydi. Pek çok tarihi bilginin ve ırksal bilgilerin bulunduğu Ayrıkvadi, barışın ve güzelliğin hat safhada olduğu bir bölgeydi. Tolkien'in eserlerinin orijinal dili İngilizcede Ayrıkvadi, "Rivendell" olarak geçmektedir. "Rivendell", Arkaik İngilizce'de "derince oyulmuş vadi" anlamına gelmektedir. Orta Dünya efsanelerinde bu mekan için "Elrond'un Evi", "Imladris", "İlk Sıcak Yuva", "Kamingul", "Son Sıcak Yuva" olarak da bahsedilir. Vadi, İkinci Çağ 1697'de keşfedildi. Elf beyi Elrond tarafından bulundu. Bilinen Orta Dünya tarihi sürecinde Dördüncü Çağ'ın ilk yüzyıllarına kadar varlığını korudu. Eriador'un doğusunda kuzey-güney doğrultusunda uzanan Dumanlı Dağlar'ın kuzeyinde, dağların batı yakasında saklı bir vadi. 1697'de Ayrıkvadi Elrond tarafından bulundu. 1699'da Sauron'un güçleri Ayrıkvadi'yi kuşattı fakat ele geçiremedi. 3430'da Isildur'un en küçük oğlu Valandil Ayrıkvadi'de dünyaya geldi. 3431'de Son İttifak orduları Mordor'a yürüyüş öncesinde Ayrıkvadi'de bir araya geldi. 3'te Isildur'un silahtarı Ohtar Narsil'in kırık parçalarını Ayrıkvadi'de bulunan Isildur oğlu Valandil'e teslim etti. 1409'da Lothlórienli Elfler, Angmarlı Cadı Kral'na karşı verilecek savaş için Dumanlı Dağlar'ı geçerek Elrond'un kuvvetleriyle birleşti. 1975'te Glorfindel'in komutasındaki Ayrıkvadili elfler Fornost Savaşı'nda Angmarlı Cadı Kral'nı yenilgiye uğrattı. 2851'de Ak Divan Ayrıkvadi'de toplandı. Gandalf Sauron'un Dol Guldur'da bulunduğunu ve yakında saldırı yapabilecek gücü toplayacağını Divan'a beyan etti fakat Saruman bunları yalanladı. 2933'te Aragorn Ayrıkvadi'ye getirildi ve çocukluğunu burada geçirdi. 2941'de Gandalf; Thorin Meşekalkan, Bilbo Baggins ve beraberlerindeki cüce topluluğunu Ayrıkvadi'ye getirdi. 3002'de Bilbo Ayrıkvadi'ye yerleşti. 20 Ekim 3018'de Frodo Yüzüktayfları tarafından takip edilerek Ayrıkvadi'ye ulaştı. 25 Ekim 3018'de Elrond'un Divanı yüzüğün geleceğini belirlemek üzere toplandı. 25 Aralık 3018'de Yüzük Kardeşliği Ayrıkvadi'den ayrıldı. 3021'de Elrond Ayrıkvadi'den ayrıldı ve Ölümsüz Topraklar'a yelken açtı. Celeborn, Elladan ve Elrohir'in de yaşadığı Ayrıkvadi'ye gelerek buraya yerleşti ve Orta Dünya'dan ayrılmadan önce burada bir süre kaldı. Görükle, Nilüfer Görükle, Bursa ilinin Nilüfer ilçesine bağlı bir semttir. Bugün demografik yapısının çoğunluğunu mübâdele göçmenleri ve 1990 sonrası yapılan konutlardaki Bulgaristan göçmenleri(Muhacır) oluşturmaktadır. Bursa şehir merkezine 23 km. uzaklıktadır.Nilüfer ilçesine 14 km uzaklıktadır. 1325 Hicri 1907 tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesinde 219 hane olarak kayıtlıdır. Cumhuriyet döneminde : Nüfusu 40000'i aşmıştır. Köy, Uludağ Üniversitesi yerleşkesinin buraya taşınması ile önemini artırmıştır. Öğrenciler tarafında tercih edilen bir konut bölgesi olmuştur. PubMed PubMed, ücretsiz bir biyomedikal veritabanı. Sitede yer alan başvuru kitapları moleküler biyoloji, genetik ve tıp bilimleriyle ilgili konulara ışık tutmaktadır. Sağlık bilimleri konusunda yapılan uluslararası çalışmalar, yayımlanan makaleler, en son gelişmeler de siteden izlenebilmektedir. PMID, PubMed Identifier (Pubmed tanımlayıcısı) veya daha spesifik olarak PubMed Unique Identifier (PubMed tekil tanımlayıcısı) için bir kısaltmadır, biyoloji ve biyomedikal literatürdeki makalelerin her birine PubMed arama motoru için tayin edilmiş tekil bir numaradır. Kitaplar için kullanılan ISBN'ye (International Standard Book Number = Uluslararası Standart Kitap Numarasına) benzer şekilde kullanılır. 2005 senesi itibarıyla 15-16 milyon PMID numarası vardır, her yıl yaklaşık 1 milyon yeni numara eklenmektedir. PubMed araması yaparken Unique Identifier [UID] etiketi kullanılarak PMID numarası kullanılabilir. Aramada PMID kullanılarak (UID alan adı kullanarak veya değil) ilgili makalenin yayım ayrıntıları ve çoğu durumda makalenin özeti ("abstract"ı) görülebilir. Bir aramada birden fazla PMID vermek tüm makale özetlerini verir. Örneğin: makalesini bulmak için http://www.ncbi.nlm.nih.gov/entrez/query.fcgi?db=PubMed adresine gidin ve arama kutusuna 15496913 girin. Sabri Berkel Sabri Berkel, (d. 1907, Üsküp – ö. 4 Ağustos 1993, İstanbul), Türk ressam. Üsküp'te ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra, Belgrad Güzel Sanatlar Okulu'nun hazırlık bölümünden 1927-1928'de diploma almıştır ve daha sonra Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nin Felice Carena atölyesinde fresk ve gravür konusunda iki yıl eğitim almıştır. 1935 yılında Türkiye'ye gelerek, Akademi salonlarında ilk kişisel sergisini açmıştır. Ankara'da iki yıl resim öğretmenliği yapmıştır. 1939'da ise Akademi resim bölümünde gravür atölyesi asistanlığı yapmıştır. 1949-1974 yıllarında Dekoratif Sanatlar Bölümü'nde galeri öğretmenliği, 1965-1969 yılları arasında Yüksek Resim Bölümü başkanlığı yapmıştır. 1961 yılında ise 22. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde Kompozisyon No I resmiyle birinci olmuştur. 1991 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. 4 Ağustos 1993 tarihinde, yatmakta olduğu Şişlı Etfal Hastanesinde hayata veda etmiştir. Köprü (film) Köprü, başrollerini Kadir İnanır,Necla Nazır ve Fikret Hakan'ın paylaştığı, 1975 yapımı Türk Filmi. Yıllar önce hasta annesini Fırat'ın azgın sularında kaybeden Ahmet günün birinde mühendis olup köyüne döner. Babası bildiği ve çok sevdiği adam ve oğlu ise köyde salcılık yapmaktadırlar ve o küçükken okuması için sallardan birini satmışlardır. Ayrıca evin kızı Zeynep ile birbirlerini sevmektedirler. Annesini alan zalim Fırat’ın üzerine köprü kurmak isteyen Ahmet'e bütün aile karşı çıkar fakat Ahmet idealinden vazgeçmez. Birçok engele karşın köprüyü tamamlar. Episteme Episteme, felsefe tarihindeki genel kullanımıyla, bilgi anlamına gelmektedir. Felsefenin alt disiplerinden biri olan epistemoloji'de episteme kavramından gelir. Episteme ve logos terimlerinin birleşiminden ortaya çıkar epistemoloji. Episteme bilgi anlamına gelmekle birlikte, gündelik yaşamadaki bilgi anlamıyla tam olarak örtüşmez buradaki bilgi anlamı. Özellikle Platon'dan gelen anlamı "doğru bilgi" anlamındadır. Platon, bilgi sorununu değerlendirirken, iki tür bilgiden söz eder; birincisi Doxa, yani yanlış ya da yanılsamalı bilgi, ki bunlar sanılardır ve kesin olmayan bilgilerdir ve ikincisi Episteme, yani doğru bilgi. Buna göre, doksa duyu organlarıyla algılanan dünya, episteme ise dünyanın akılla kavranılmasıdır. Doxa'lar, bir anlamda "eğreti bilgiler" olarak görülür. Çünkü, gözlemlenen dünya (phainomena) sürekli bir akış ve değişkenlik halinde bulunduğundan ve tikelliğinden dolayı, gerçek (ya da doğru) bilginin nesnesi olamaz. Bu bilginin, yani epistemenin nesnesi değişmeyen, genel ve tümel olandır.Platon burada akıl ve duyum ayrımından hareketle, epistemelere ulaşmanın akıl ile olanaklı olduğunu belirtir. Görünenlerin ötesindeki görünmeyen sabit gercekliklere, gözlemlenen dünyanın değişkenliğinin ardındaki değişmeyen ideaların kesin bilgisine ancak akıl yoluyla ulaşılabilir.Epistemeler burada iki başlıkta ele alınır: bilimsel bilgi ve ussal bilgi. Birinciler, bağıntılarla ilgilidir; ikinciler ise idea'yla. Bu anlamda, felsefe konumu epistemelerin, yani tümellerin bilgisinin temel kaynağı olarak belirmiş olmaktadır. Michel Foucault'a gelene kadar episteme az çok genel anlamı olan bilgi tanımlamasına bağlı olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Ancak Foucault ile birlikte kavram başka bir kuramsal statüye geçer. Foucault'nun önemli çalışmalarından bir bölümü bilimler ve düşünceler tarihi ve dolayısıyla da epistemolojinin tarihi üzerinedir. Ancak Foucault bu çalışmalarını yepyeni bir perspektif ve yöntemle ("soykütüğü" ve "arkeoloji") geliştirir ve özellikle 17. yüzyıldan itibaren düşünüşümüzün ya da ussallığımızın "kuruluşunu" değerlendirir.Ona göre bu kuruluş, tek tek düşünürlerin etkileriyle olmamış, bir dizge olarak ortaya çıkmıştır. Foucault'taki "epistemenin" ilk anlamı, burada kullanılan dizge anlamındadır. Buna göre "episteme", verili bir tarihsel dönemdeki tüm kültürel ve düşünsel farkları kendinde belirleyen temel "düzen" ya da ana "kod" olarak açıklanabilir. Belirli bir dönemin temel kodaları ve şifrelerinden meydana gelir episteme. Bir bütün yaşantıya yön ve düzen veren kültürel şifrelerdir bunlar. Anonim düşünceler, genel kanılar, gerekli inanışlar bu kodlarla belirlenir. Bu halleriyle sözkosu şifreler, insanın söylemsel koşullarının sınırlarını belirlemesi bakımından Kant'ın a priorilerine benzerler. Episteme ise daha cok Thomas Kuhn'da görülen paradigma kavramına benzer.Foucault, buradan hareketle, Bilginin arkeolojisi'ni yapar, yani bilimsel söylemi belirleyen ve yapılandıran kurallar bütününü deşifre etmeye yönelir. Tarihsel gelişme içerisinde bir episteme başka bir episteme ile yer değiştirebilir; bu, önceki epistemenin kural ve formüllendirmelerinin gecersiz kılınması şeklinde ortaya çıkar. Bu nedenle Foucault, Kelimeler ve Şeyler adlı çalışmasında, epistemeden, tarih içinde yer almış bir "alan" ve "mekân" olarak da söz eder.Bir dönemin epistemesi, o dönemin düşüncesinin yapısı olarak ortaya çıkar ve bu durum elbette bilimsel düşünce için de böyledir. Episteme, bilincin ve bilinçdışının belirli bir dönemdeki genelliğini kapsar. Nahit Saçlıoğlu Nahit Saçlıoğlu (d. 1919 Gülnar, Mersin - ö. 10 Ağustos 2006) Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararlarına muhalefet şerhi koyan emekli Askeri Yargıtay Başsavcısı ve Emekli Anayasa Mahk
emesi üyesi. 1919 yılında Gülnar'da doğdu, Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nin ardından İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu ve 1941'de bitirdi. 1961'den 1977'ye kadar Askeri Yargıtay'da üyelik, daire başkanlığı ikinci Başkanlık ve Başsavcılık görevlerinde bulundu. Bu süre içinde 21 Mayıs ihtilal girişimiyle Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili davaları karara bağlayan Askeri Yargıtay kurullarında bulundu. 1977 yılında Askeri Yargıtay'dan albay rütbesiyle yaş dolumu nedeniyle emekliye ayrıldı. 1978 yılında Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atandı. 1977'de Prof. Muammer Aksoy'un başkanı olduğu Türk Hukuk Kurumu tarafından, Prof. Seha L. Meray ile birlikte "Yılın Hukukçusu" seçildi. Saçlıoğlu, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılması kararına karşı yazdığı ve Uğur Mumcu, tarafından "Hukuk Şiiri" olarak tanımlanan karşı oy yazısı nedeniyle Cumhuriyet tarihinde generalliğe yükseltilmemiş ilk Askeri Yargıtay Başsavcısı olmuştur. Ayrıca 1987 yılında SHP'ye katılmıştır. Sâdi Yâver Ataman Sâdi Yâver Ataman (23 Nisan 1906, Yanya - 10 Aralık 1994, İstanbul), Türk müzikolog, folklor uzmanı, eğitimci ve sanatçı. 23 Nisan 1906'da babasının görev yaptığı Yanya'da doğmuştur. Babası Kafkasyalı Şeyh Şâmil'in baba soyundan Dr. Ali Yâver Ataman, annesi ise Safranbolu "Cılız" soyundan Habîbe Yektâ Ataman'dır. İptidâî Mekteb ve Rüştiye ve İdâdî'yi Safranbolu'da 1922'de, liseyi ise İstanbul'da İstiklâl Lisesi'nde 1926'da tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği'ne kaydolmuştur fakat müzik tutkusu nedeniyle eğitimini bırakarak, o zamanki ismi Dâru'l-Elhân olan İstanbul Konservatuvarı'na girmiş ve 1930'da mezun olmuştur. Eğitim sürecinde ayrıca Mehmet Fuad Köprülü'den dersler almıştır. 1930-1931 yıllarında müzik öğretmenliği yapmıştır. 1933 yılında askere gitmiş ve 1934 yılında teğmen olarak terhis olmuştur. 1938'e kadar öğretmenlik yapmış ve kendi isteğiyle öğretmenlik mesleğini bırakmıştır. 1938-1940 yıllarında Ankara Radyosu Halk Müziği yayınları yöneticiliği yapmıştır. 1940 yılında bağımsız olarak Karabük belediye başkanlığına seçilmiş ve aynı tarihlerde Karabük halkevi başkanlığını sürdürmüştür. 1940'da başkanlığı döneminde tekrar teğmen olarak askere alınmış ve 1942'de üsteğmen olarak görevine dönmüştür. 1946'da tekrar askere alınmış ve 1947'de terhis olmuştur. 1948'de İstanbul Beyazıt bucak müdürlüğü ve 1950'de İstanbul Radyosu'nda grup şefliği yapmıştır. 1952 yılında Bucak'daki görevinden ayrılmış ve İstanbul Belediye Konservatuvarı içinde Folklor İnceleme ve Derleme Kurulu başına geçirilmiştir. 1953'te Radyo Islah Komisyonu üyeliği ve Raportörlüğü'ne seçilmiştir. 1955-1960 arasında Radyo Halk Müziği Müşâvirliği yapmıştır. 1963'te Folklor İnceleme ve Derleme Kurulu üyeliğine tekrar getirilmiş ve 21 Aralık 1971'de bu görevden emekli olmuştur. 1972-1976 yıllarında Yapı ve Kredi Bankası genel müdürlüğü kültür ve sanat işleri müşâvirliği görevinde bulunmuştur. Sâdi Yâver Ataman'ın bir erkek ve üç kız çocuğu vardır. 1991'de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. 10 Aralık 1994'te İstanbul'da 88 yaşında ölmüş ertesi gün Safranbolu'da gömülmüştür. Eserlerinde bazen Emre Kayaoğlu ismini kullanmıştır. Otomatik şanzıman Otomatik şanzıman motorlu aracı sürerken belli bir motor devir hızı için, tekerleklerin devir hızının kademeli olarak, motor gücünü ileten dişlileri değiştirerek yükseltilmesi ya da alçaltılması işleminde sürücünün işini kolaylaştıran bir mekanizmadır. Otomatik şanzımanda, sürücü genelde sadece 4 olanaktan - boş (N), ileri (D), geri (R) ve park (P) - birini seçer; otomatik şanzıman sarsıntısız geçişleri motorun devir durumu ışığında kendiliğinden sağlar. Bazı otomatik şanzımanlarda 4 seçenekten başka seçenekler de olur; tipik örnekler: Üç kısımdan meydana gelir: Planet dişli mekanizması, yörünge dişli, güneş dişli ve her iki dişli üzerine kavraşmış aynı zamanda planet taşıyıcısı üzerine yataklanmış planet dişlilerden oluşur. Hidrolik kumanda motor tarafından döndürülen bir pompa, bu pompanın itelediği sıvıları yönlendiren vanalar, yine bunların itip çektiği hidrolik debriyajlardan oluşur ve gereken dişlilerin gereken motor devirlerinde devreye girmelerini sağlar. Geleneksel debriyajın yerini alan tork konvertörü sayesinde motorla tekerler arasında düşük hızlarda tam bağlantı yoktur, bu yüzden yokuş yukarı geri kaymadan kalkış, veya çok yavaş ilerleyen araba kuyruğu gibi trafik durumlarına çok uygundur, ama aynı zamanda davranma gecikmesi ve yakıt israfı sebebidir. Çok yüksek hızlarda ya tork konvertörü tam tutunacak kadar sıkı bir bağlantı sağlar ya da otomatik tutundurulan bir gerçek debriyaj balatası devreye sokulur. Yine geleneksel düz vitestekine benzer dişliler ve onları kullanarak otomatik vites değiştirmeyi sağlayan elektromekanik düzen ve bu düzen kontrolünde bir ya da birden fazla debriyajdan oluşur. İnsandan daha hızlı vites degiştirebilmesi, motor-teker bağlantısının sıvısız olması, bu yüzden daha ekonomik kullanım sağlayacağı iddialarıyla pazarlanır (örnek VW DSG). Aşamasız sürat ayarı sağlar, bazı küçük arabalarda, küçük motorsikletlerde ve paletli kar motorsikleti gibi araçlarda kullanılır. Debriyajı merkezkaç kuvvetiyle olabilir. CVT kısa adıyla bilinir (continuously variable transmission). Şanzıman Salem, Massachusetts Salem ABD'nin Massachusetts eyâletine bağlı Boston şehrinin yakınında bulunan kasaba. İlk Püriten Protestan kolonilerinden olan kasaba 1692'de yaşanan Salem cadı mahkemeleri ile ünlüdür. Amerika'nın keşfinden sonra İngilizler Amerika'da birçok koloni kurmuştur Bu kolonilerden biri Salem'dir. Salem iki ayrı bölgeden oluşur Salem kenti ve Salem köyü. Köylüler ve kentliler birbirine düşmanlardı. Köylüler tarımla uğraşırken, kentliler sanayi ve ticaretle uğraşırlardı. Salem köylüleri cadılardan çok korkarlardı ve bundan dolayı cadıların yaptığı şeyleri yapmaktan kaçınırlardı Şarkı söylemek, dans etmek, oyun oynamak yasaktı. Öyle ki çocukların bile oyun oynamalarına izin vermiyorlardı. Erkek çocuklar babasına tarımda yardım ederken, kız çocukları dikiş nakış öğreniyordu Salem Fear of the Dark (albüm) Fear of the Dark, İngiliz heavy metal grubu Iron Maiden'ın dokuzuncu stüdyo albümüdür. 12 Mayıs 1992 tarihinde yayımlanmıştır. Bruce Dickinson'ın 1999 yılında gruba dönmeden önce Iron Maiden ile yaptığı son albümdür. Janick Gers'in şarkı yazarı olarak katkıda bulunduğu ilk albümdür. Ayrıca Martin Birch'ün prodüktörlüğünü yaptığı son Iron Maiden albümüdür. Addaks Addaks ("Addax nasomaculatus"), boynuzlugiller (Bovidae) familyasından Büyük Sahra'da yaşayan bir antilop türü. Tombul, kısa bacaklı bir antilop olan addaksın, boyu 1,80 m'den biraz uzun, omuzdan yere yüksekliği yaklaşık 1 m, ağırlığı 120 kg kadardır. Hem dişisinde, hem de erkeğinde sarmal halkalı vida biçiminde uzun boynuzlar vardır. Kürkü gri ya da beyazdır; başında ve yüzünde siyah benekler yer alır. Geniş toynakları, çöl kumlarında kolayca hareket etmesini sağlar. Addakslar suyu, yedikleri bitkilerden alırlar. Bulduklarında ise hiç içmezler. Öbür antiloplar kadar hızlı koşamadıklarından, aşırı avlanma sonucunda soyları tükenmeye yüz tutmuştur. İtalik diller İtalik diller Hint-Avrupa dil ailesinin bir alt birimidir. Batı ve Güney Avrupa'daki ülkede konuşulan dillerin birçoğunu kapsar. En önemli dil Latince'dir (Latin dilleriyle). Adımlayıcı yarım kanatlılar Adımlayıcı yarım kanatlılar (Reduviidae), yarım kanatlılar takımından bir böcek familyası. Hepsi karada yaşayan adımlayıcı yarım kanatlılar familyası üyeleri, öbür böceklerin kanlarını emerek beslenen, iyi uçucu ve koşucu böceklerdir. Bazı türleri, daha büyük böceklerden ve insanlardan beslenir, ısırırken acı verirler. Bazıları belirli eklembacaklılar için özelleşmişlerdir. Holoptilinae türleri karıncalarla, Ectrichodiinae türleri ise çıyan ve kırkayak gibi çok bacaklılara saldırırlar. Evlerdeki hamam böceği ile tahtakurusuna da saldıran türleri bulunur. Erişkinlerin boyları 1,3-3,8 cm, bedenleri yassı ve yumurta biçiminde, duyargaları uzundur. Küçük ve uzun baş, çıkıntı yapan gözlerin arkasında genellikle dardır. Adımlayıcıyarımkanatlıgiller türlerine dünyanın her yanında rastlanır; Güney Amerika'da yaşayan bazı türleri Chagas hastalığı da denen Tripanosoma hastalığına, Eski Dünya'daki bazı türleri de Kala-azar hastalığına yol açar. Real Academia Galega Galiçyaca: (Royal Galician Academy) Galiçya dilinin gelişimi sağlamak için 1906 yılında kurulmuştur. Merkezi A Coruña şehrindedir. Aranca Aranese (Gaskonca: Aranés; İspanyolca: Aranese; Katalanca: Aranès; Fransızca: Aranais), Katalonya'nın Val d'Aran bölgesinin resmi dilidir. Dili yaklaşık 7000 kişi anadili olarak kullanır. Fransa'da konuşulan Gaskon dilinin bir lehçesidir. 1984 yılından beri okullarda öğretilmektedir. Pasqual Maragall i Mira Pasqual Maragall i Mira (d. 13 Ocak 1941, Barselona), Katalonya Özerk Bölgesi'nin 127 başbakanıdır. 1982-1992 arasında Barselona belediye başkanlığı yapmış ve olimpiyatların şehirde yapılmasını sağlamıştır. Diana Garrigosa ile evlidir. Airedale teriyeri Airedale Teriyeri, İngiliz teriyer köpek ırkı. Teriyerlerin en büyüğü olan Airedale Teriyerinin bedeni kaslı ve tıkız, kısa kuyruğu diktir; kılları kısadır. Omuz başından yere yüksekliği 57–59 cm, ağırlığı 17–22 kg'dır. Çok iyi yüzer ve hızlı koşar. 19. yüzyıl'ın ortalarında İngiltere Airy ırmağının aktığı yüksek vadide çobanlar tarafından yetiştirilen Airedale Teriyeri, II. Dünya Savaşı sonunda birlikler arasında mesaj getirip götürmekte kullanılmış zeki bir köpektir. Günümüzde dünyanın hemen her yerinde süs köpeği, bekçi köpeği ve av köpeği olarak yetiştirilmektedir. Adatepe Adatepe, şu anlamlara gelebilir: Chlamydia trachomatis Chlamydia trachomatis, Eubacteria âleminin Chlamydiaceae familyasında yer alan "Chlamydia" cinsine ait üç bakteri türünden insanda enfeksiyon etkeni olandır. Diğer iki tür şunlardır: Sakkaroz Sakkaroz veya diğer adlarıyla sükroz veya çay
şekeri, CHO formülüyle gösterilen ve bir glukoz ve bir fruktoz molekülünün bir araya gelmesiyle meydana gelen disakkarittir. Sakkarozun sistematik adı "β-D-fruktofuranozil-(2→1)-α-D-glukopiranosit" şeklindedir. İnsan beslenmesinde çok önemli bir yere sahip olan sükroz, sadece bitkiler tarafından üretilir. Sakkarozun dünyadaki toplam yıllık üretim miktarı 150 milyon tonun üzerindedir. Sakkaroz, tatlandırıcı olarak kullanılan bir gıdadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde yüksek fruktoz ihtiva eden mısır şurupları tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır. Yine şeker, amatör bir roket motoru olan "rocket candy"'nin de üretiminde kullanılmaktadır. Bu ürün bir yakıt olup ateşleyici olarak potasyum nitrat kullanılmaktadır. Sakkaroz, bitkilerdeki en önemli şekerdir. Bir bitkide en çok soymuk borularında bulunur. Sakkaroz elde edilirken en çok şeker kamışı ve şeker pancarı kullanılır. Ancak sorgum ve şeker akçaağacından da elde edilebilir. Sakkaroz, yemek hazırlamada her yerde bulunan bir üründür. Bunun başlıca nedeni tatlandırıcı olması ve kıvamda etkin olmasıdır. Bisküvilerde, kurabiyelerde, keklerde, turtalarda, şekerde, şerbette ve birçok katkı maddesinde yoğun olarak sakkaroza rastlanır. Memelilerde sükroz, hazır olarak midede sindirilmeye başlanır. Buradaki asidik ortam sakkarozu monomerlerine ayrıştırır. Bu işlem bir tür glikozit hidrolaz tarafından gerçekleştirilir. Ayrışan glukoz ve fruktoz ince bağırsakta çabucak kana karışır. Sindirilmeyen sakkaroz ise bağırsağı geçerek sükraz adlı enzim tarafından parçalanır. Bu enzim on iki parmak bağırsağındaki mikrovilüslerde bulunan hücre zarlarında yer alır. Sonunda bu ürünler de kana karışır. Bununla beraber şeker, bazı bakteri ve hayvan türlerinde invertaz adlı enzimle ayrışır. Sakkaroz, kolay sindirilebilen bir besindir. Bu da vücut için kolay bir enerji kaynağı anlamına gelir. Mideden sonra ince bağırsakta kısa sürede kana karışmaya başlar. Ancak dengeli beslenmede sadece saf sükrozdan oluşan bir besin alımı yanlıştır. Aşırı sükroz alımı ayrıca bazı rahatsızlıklara neden olmaktadır. Bunların başında diş çürümesi gibi hastalıklar yer almaktadır. Bir karbonhidrat olarak sakkaroz, her gramında 3.94 kilokalori (17 kilojoule) enerji verir. Ayrıca sakkaroz içeren besinler obezite ve şeker hastalığına neden olabilmektedir. Günümüzde buna karşılık çoğu içecek fruktozdan yapılmaktadır. Ancak bu da bu riskleri yok etmemektedir. Kobaylar üzerindeki bir deneyde, sükrozla beslenen kobayların önce kan şekerinin yükseldiği ve trigliseritlerinin artarak insülin direncine neden olduğu gözlemlenmiştir. Sakkarozlar diğer şeker türleri gibi Karbonhidrattır ve yapısında iki farklı şeker çeşidi barındırdıklarından dolayı disakarittirler. Her bir molekül bir α-D-Glukoz ve β-D-Fruktoz ‘dan oluşur. Bu iki molekül α,β-1-2- glikozidik bağlarıyla bir birine bağlıdırlar. Bu iki molekülün birleşip Sakkarozu oluşturması sırasında bir molekül su açığa çıkmaktadır. Diğer karbonhidratlar gibi, sakkaroz da 2:1 oranında hidrojen ve oksijen oranı vardır. Madde iki monosakkarit olan α-glukoz ve fruktozun glikozit bağıyla bir araya gelmesiyle meydana gelir. Birleşmede glukoz bölümünden 1, fruktoz bölümünden 2 karbon atomu arasında bağ yapar. Sakkaroz, diğer disakkaritlerden farklı olarak her iki monomerinden de azalan son bölümlerinden birleşir. Bu durum diğer birçok disakkaritte bir monomerin çoğalan ucuyla, öbür monomerin azalan ucu arasında bağ yapması şeklindedir. Anomerik hidroksil grupları olmadığından ötürü sakkaroz, indirgeyici olmayan bir şeker türüdür. Yine laboratuvar ortamında asidik hidrolizler sayesinde sakkaroz molekülü bileşenlerine ayrışabilmektedir. Sakkarozlar indirgenmemiş disakaritlerdirler. Bu yüzden Benedik ve Tollens çözeltileriyle negativ bir sonuç verirler. Bunun yanı sıra osazon vermez ve mutarasyona uğramaz. Buda sakkarozun yapısında bulunan ne glikozun ne de fruktozen bir yarı-asetal grubuna sahip olduğunu gösterir. Bundan yola çıkarılarak sakkarozun yapısındaki glikozun C1 ve fruktozun C2 Karbonalrı arasında bir glikozid bağ olduğundan bahsedilebir. Buda iki karbonil grubunun tam asetal olmasını mümkün kılmaktadır. Bazı enzimlerle yapılan deneylerin yardımıyla Sakkarozun yapısında içerdiği glikozidik bağların stereokimyası açıklanabilir. Örenek olarak, sakkaroz mayadan elde edilen α-glikozidas enzimiyle parçalnırken β-glikozidaz enzimiyle hidrolize uğramaz. Buda glikozit kısmında bir α-konfigürasyonun olduğunu göstermektedir. Çay şekerinin sülfürik asit ile tepkimesini gösteren şema: Tepkime exotherm bir reaksiyondur. Bu reaksiyon sonucunda siyah bir madde oluşur. Bu Made bildiğimiz Korbondan başkası değildir. Saf sakkaroz, parlak, beyaz, kokusuz ve kristalli yapıda olup, ağza alındığında hoş, tatlı bir bilindik çay şekeri tadı verir. Genel olarak sakkaroz, doğal kaynaklardan yalıtılmış bir maddedir. Ancak sakkarozun ilk yapay üretimi 1953 yılında Raymond Lemieux tarafından gerçekleştirildi. Sakkaroz 185 °C ısıtıldığında erir ve kahve renkli erimiş madde olan Karamel oluşur. Bu durum sakkarozun karbon, karbon dioksit ve su ile karıştırılmasıyla da gerçekleşir. Su, sakkarozu hidrolize uğratır ancak bu işlem aşamalı olup, sulu sakkaroz çözeltisinin uzun yıllar boyunca bekletilmesi gerekmektedir. Üstelik yıllar sonra bile su, sakkarozun çok küçük bir kısmını hidrolize uğratır. Ancak sükraz adlı enzim sayesinde bu işlem çok hızlı gerçekleşir. Bunun yanı sıra eğer yakılırsa, şeker kömürü ve bir takım gazlar olurşur. Bu tur fiziksel özelliklerinin yanı sıra suda çok iyi çözülebilen bir maddedir. Diğer birçok madde gibi çözülen sakkaroz miktarı suyun sıcaklığıyla doğru orantılı artmaktadır. Yani suyun sıcaklığı artıkça çözülen maksimum sakkaroz miktarıda artmakdadır. 19. yüzyılda başlayan endüstri devrimine kadar saf şeker Avrupa'daki halk tarafında çok nadir bir şekilde kullanılmaktaydı. O devirde şeker ancak çeşitli meyvelerin yenilmesiyle vücuda girebiliyordu. İlk olarak 1800 şeker pancarının ekiminin başlanmasıyla ve bunu akabinde fabrikalarda rafineli şeker üretimi başlanmıştır. Böylelikle şekerin halk arasında yayılması ve kullanılması kolaylaşmıştır. Şekerin saf olarak elde edilmesinden sonra şeker tüketiminde de artışa sebep olmuştur. Bunun sonucunda şekerin fazla tüketilmesiyle aşırı kiloluk ve bunu takip eden diyabet hastalığının artmasına yol açmıştır. John Yudkin tarafından yapılan bir çalışma gösteriyor ki, şeker tüketimindeki oran ile kalp krizleri arasında bir bağ bulunmaktadır. Bunun yanı sıra şeker içeren besinlerin tüketilmesinden sonra yetersiz ya da hiç yapılmayan diş bakımı diş çürümelerinin artmasındaki sebeplerin başında yer almaktadır. Ağızda yaşayan bakteriler tarafından birçok şeker çeşidi dişlere zarar veren asitler haline dönüştürebilmektedirler. Dünya Sağlık Örgütü günlük besinin en fazla %10’u geçmemesini tavsiye etmektedirler. Yapılan araştırmalar gelişmiş ülklerde şeker tüketimi bu oranın çok üstünde olduğunu göstermektedir. Ağaçlı Belde adları: Köy adları: Ağcaşar Ağıllı Ağılözü Ahmetbey Ahmetbey aşağıdaki anlamlara gelebilir: Ahmetbeyler Ahmetbeyler aşağıdaki anlamlara gelebilir: Ahmetçe Ahmetler Ahmetler şu anlamlara gelebilir; Akalan Akbayır Akbayır şu anlamlara gelebilir: Akbelen Akbıyık Akbıyık aşağıdaki anlamlara gelebilir: Akbudak Akbudak, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Hanefi Mahçiçek Stadyumu Hanefi Mahçiçek Stadyumu, 2001 yılında Kahramanmaraş'ta inşa edilen stadyumdur. Kapasitesi 9.169'dur. Stadyum ismini Kahramanmaraş'ın eski belediye başkanı ve Kahramanmaraşspor'un eski kulüp başkanı olan Hanefi Mahçiçek'ten almıştır. Stadyum, Kahramanmaraş Belediyesi Sosyal Tesisleri'ndedir. Bu tesislerde 60 sporcuyu barındırabilecek, eğitim-öğretim verebilecek kapasiteye, lojman ve antrenman sahaları bulunmaktadır. Kahramanmaraş'ın güneyinde bulunan bu stadyum, uzun süre Kahramanmaraşspor tarafından kullanılmıştır. Kahramanmaraşspor'un maçları 12 Şubat Stadyumu'nda oynamayı istemesiyle bu stadyum Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyespor'un Bölgesel Amatör Lig'de ev sahipliği yaptığı stadyum haline geldi. Kentte bulunan diğer stadyum ve sahalara göre oldukça daha modern görünüm izlenimi veren Hanefi Mahçiçek Stadyumu'nda zaman zaman diğer amatör küme maçları da oynanmaktadır. Diğer amatör küme maçları Kahramanmaraş merkezinde bulunan Vali Saim Çotur Stadyumu, Batıpark Stadyumu, 12 Şubat Stadyumu ve Kahramanmaraş Belediye Stadyumu'nda oynanmaktadır. İlçe kulüpleri ise ilçelerindeki sahalarında oynamaktadır. Kahramanmaraş'ta futbol sahası bulunan ilçeler şunlardır: Afşin, Andırın, Çağlayancerit, Elbistan (Oruçoğlu Stadyumu ve yeni çim sahası), Göksun, Pazarcık ve Türkoğlu. Beldelerde ise: Beyoğlu, Ferhuş, Kılılı ve Narlı. İlk karşılaşma 14 Ekim 2001 tarihinde Kahramanmaraşspor - Mardinspor arasında oynanmıştır. 2001-02 Sezonu 2. Lig 5. Klasman Grubu 9. haftasında oynanan karşılaşmayı ev sahibi takım Kahramanmaraşspor 3-1 kazanmıştır. Üniteryen Üniversalizm Üniteryen Üniversalizm ya da Üniteryenizm, 1961'de hakikat ve anlam için özgür ve sorumlu arama anlayışı üzerine kurulmuş teolojik özgürlükçü bir dindir. Üniteryen Üniversalistler arasında tüm dünya dinlerinden, birçok farklı kaynaktan ve inanç ve uygulamaların geniş bir yelpazesine rastlanır. Üniteryen Üniversalizm çoğulcu yaklaşım içerir. Üyeleri hümanist, agnostik, deist, ateist, neo-pagan, Hristiyan, Müslüman, Musevi, Budist, monoteist, panteist ya da politeist bir inancın veya burada yer almayan başka inançlar ile inanç sınıflandırmalarının bir mensubu olabilirler. İlkeleri arasında içsel değerlere ve her kişinin onuruna saygı, ruhsal gelişim için teşvik, adalet, eşitlik ve insan ilişkilerinde şefkat, hakikat ve anlam için özgür ve sorumlu arama, barış, özgürlük, dünya toplumu ve bunun gibi fikirlerle inançlar vardır. Kilise bir inanç yoktur. Bunun yerine ÜÜ ruhsal gelişim için onların ortak arama tarafından birleştirilmiştir. Bu nedenle, Uludağ cemaat üyelikleri arasında birçok agnos
tikler, teist ve ateist bulunmaktadır. Yapılan araştırmalara göre dünya genelinde 221.000 cemaat derneği üyesi ve 800.000 civarı Üniteryen Üniversalist 1,070 civarı cemaat derneği bulunmaktadır. = Tarihi = Üniteryen Üniversalizm, Universalist Kilisesi ve Amerikan Unitarian Derneği adlı iki tarihsel Hıristiyan mezhep topluluklarının, Amerika 1961 yılında birleşmesiyle kuruldu. Her ikisi de Amerika Birleşik Devletleri merkezli; Bu birleşme sonucu oluşan yeni organizasyon olan Üniteryen Üniversalizm doğdu. Akçaalan Akçabel Akçabel şu anlamlara gelebilir: Akçabey Akçabey aşağıdaki anlamlara gelebilir: Akçakese Akçakese ile şu maddeler kastedilmiş olabilir Akçaköy Akçaköy, şu anlamlara gelebilir: Akçalı Akçaören Akçaören, şu anlamlara gelebilir: Akçaova Akçapınar Akçaşehir Akçaşehir, şu anlamlara gelebilir: Akçasu Akçasu, şu anlamlara gelebilir: İstanbul Profesyonel Ligi İstanbul Profesyonel Ligi, 1952-1959 yılları arasında Türkiye'nin İstanbul ilinde düzenlenen ve yalnız bu ildeki takımların katılabildiği eski futbol ligidir. Ülkede profesyonel futbola geçilmesinin ardından kurulan ligin ilk sezonu 1952'de gerçekleştirildi. Sekiz takımın mücadele ettiği ligde, ikinci sezondan itibaren on takım yer aldı. 1956-57 sezonunda İstanbul Profesyonel 2. Ligi'nin kurulması sonrasında İstanbul Profesyonel 1. Ligi olarak da anılmaya başlandı. Daha önceleri herhangi bir takımın düşmediği ligde, 1957-58 sezonunu son sırada tamamlayan takım ligden düşerken İstanbul Profesyonel 2. Ligi'ni birinci sırada tamamlayan takım bu lige yükseldi. 1958-59 sezonunda son kez düzenlenen ligde ilk sekiz sırayı alan takımlar, 1959 sezonunda ilki gerçekleştirilen ulusal çaptaki Millî Lig'e katıldı. İstanbul Profesyonel Ligi ise yerini İstanbul Mahallî Ligi'ne bıraktı. Toplamda sekiz sezon düzenlenen ligde Fenerbahçe ve Galatasaray 3'er, Beşiktaş ise 2 şampiyonluk elde etti. İstanbul'daki takımların katıldığı ilk futbol ligi 1904-05 sezonunda düzenlenmişti. Bu tarihten sonra ilde çeşitli futbol ligleri organize edildi. 1923-24 sezonuyla birlikte düzenlenmeye başlanan İstanbul Futbol Ligi 1950-51 sezonuna kadar gerçekleştirildi. Türkiye Futbol Federasyonu tarafından hazırlanan ve 24 Eylül 1951'de yürürlüğe giren talimatname ile ülkede profesyonel futbolun kabul edilmesiyle birlikte İstanbul'da profesyonel bir lig kuruldu. Kurulan bu lige, amatör takımlarının yanında bir de profesyonel futbol takımı oluşturan ve kadrosunda en az altı profesyonel futbolcu bulunduran takımlar katılabilecekti. Talimatname sonrasında yaşanan çeşitli gelişmeler sebebiyle İstanbul Profesyonel Ligi'nin ilk sezonu 1952 Ocak'ında, çift devreli lig usulüyle gerçekleştirilmeye başlandı. Beşiktaş, Beykoz, Emniyet, Fenerbahçe, Galatasaray, İstanbulspor, Kasımpaşa ve Vefa'nın katılımıyla gerçekleştirilen ligin ilk sezonunda Beşiktaş, yenilgi almadan şampiyonluğa ulaştı. Sezon devam ederken profesyonel takım oluşturan Adalet (günümüzdeki adı Alibeyköyspor) ve Beyoğluspor, federasyon tarafından Nisan 1952'de alınan karar doğrultusunda ertesi sezon lige alındı ve 1952-53 sezonu on takımın katılımıyla gerçekleştirildi. Sezonu Fenerbahçe, yenilgi almadan şampiyon olarak tamamladı ve ligdeki ilk şampiyonluğunu elde etti. 1953-54 sezonu başında takım kadrosunda bulunması gereken profesyonel futbolcu sayısı dokuza yükseltildi. Sezon Beşiktaş'ın şampiyonluğuyla sona ererken Türkiye'nin 1954 FIFA Dünya Kupası'na katılması sebebiyle ligin son kısmındaki yedi maç oynanamadı. Federasyon tarafından alınan kararla bu maçların Ağustos ayı sonunda oynanması planlansa da, çeşitli sebeplerden ötürü bu maçlar gerçekleştirilmedi. Maçların oynanmasına itiraz eden kulüplerden olan Fenerbahçe'nin lig ikinciliğinin Galatasaray'a verilmesini kabul etmesiyle birlikte bu maçlar, sıralama değişmeyecek biçimde federasyon tarafından hükmen karara bağlandı. 1954-55 sezonunda lig tarihindeki ilk şampiyonluğunu averaj farkıyla Beşiktaş'ı geçerek elde eden Galatasaray, ertesi sezonu da şampiyon olarak tamamlayarak üst üste iki şampiyonluk elde eden tek takım oldu. 1956-57 sezonu başında federasyon, İstanbul'da ikinci seviyede bir profesyonel lig kurulmasına karar verdi. Ligin son haftasına Fenerbahçe ikinci girse de, son haftada karşılaştığı lider Galatasaray'ı yenerek averaj farkıyla sezonu şampiyon olarak tamamladı. Öte yandan sezon öncesinde federasyon tarafından alınan ligdeki takım sayısının sekize düşürülmesi kararı, sezon sonunda federasyon tarafından bozuldu ve 1957-58 sezonunun aynı takımların katılımıyla gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı. 1957-58 sezonu devam ettiği sırada, sezonu son sırada tamamlayan takımın bir alt lige düşmesine, alt lig şampiyonunun da bu lige yükselmesine karar verildi. Galatasaray'ın üçüncü şampiyonluğunu elde ettiği sezonu son sırada tamamlayan Emniyet ligden düşerken ikinci lig şampiyonu Karagümrük 1958-59 sezonunda lige ilk katılımını gerçekleştirdi. Ulusal çapta bir lig organize edilecek olması sebebiyle son kez düzenlenen ligin son şampiyonu, üçüncü kez bu başarıyı elde eden Fenerbahçe oldu. 1959'da ilk kez düzenlenen Millî Lig'e katılan 16 takımın 8'ini, İstanbul Profesyonel Ligi'ni ilk 8 sırada tamamlayan takımlar oluşturmuştu. Tüm sezonları çift devreli lig usulüyle gerçekleştirilen organizasyon, 8 takımın katıldığı ilk sezonu dışında kalan tüm sezonlarında 10 takımın katılımıyla gerçekleştirildi. Bu nedenle, sonucu hükmen belirlenen maçlar da dahil edildiğinde ilk sezon 56, kalan sezonlarda ise 90 maç oynanmıştı. Bir tarafın galibiyetiyle sona eren maçlarda kazanan takım iki puan alırken kaybeden takıma puan verilmemekteydi. Eğer maç beraberlikle sonuçlanmışsa iki takım da birer puan kazanmaktaydı. Sezon sonunda aldıkları bu puanlara göre sıralan takımlar arasında puan eşitliği varsa, eşitliğin yaşandığı takımların attığı gol sayısının yediği gol sayısına bölünerek elde edilen averajına bakılmakta ve averajı yüksek olan takım üst sırada yer almaktaydı. Ligdeki maçların çoğu Mithatpaşa Stadyumu'nda oynanırken Şeref Stadyumu, Fenerbahçe Stadyumu ve Vefa Stadyumu da bazı maçlara ev sahipliği yapmıştı. Kariyeri boyunca ligde 134 maça çıkan İsmet Yamanoğlu, lig tarihinde en çok maça çıkan futbolcudur. Bu maçların tamamına Vefa formasıyla çıkan Yamanoğlu, aynı zamanda tek bir takım formasıyla ligde en çok maça çıkan oyuncu konumundadır. Lig tarihinin en golcü oyuncusu, kariyeri boyunca ligde oynadığı maçlarda 77 gol kaydeden Metin Oktay'dır. Lig tarihinde 3 farklı kulüpte forma giyen 4 farklı oyuncu gol krallığı yaşamıştır. Dört sezonda gol kralı olan Metin Oktay bu alanda birinci sıradayken, 5 gol kralı çıkaran Galatasaray takımlar bazında lider konumdadır. 1958-59 sezonunda attığı 22 golle gol kralı olan Metin Oktay, lig tarihinde bir sezonda en fazla gol atan oyuncu olup aynı sezon maç başına 1,38'lik gol ortalaması yakalayarak bu kulvarda da lider konumdadır. Radar kestirmesi Radar kestirmesi, Radar ekranında görülen ışıklı lekelerin görüntüsü daha önce pilota fotoğraf olarak verilir. Pilot buna göre hedefi radar görüntüsü ile değerlendirerek bombalar. Bu fotoğraf, hedef bölgesinin özel yapılmış kabartma modeli üzerine karanlık odada uçağın bulunacağı yer olarak kabul edilen noktadan arazi modeli aydınlatılarak, yamaçlara vuran ışıkla aydınlanan kısımların düşey olarak fotoğrafının çekilmesiyle elde edilir. Radiac Radyoaktivite, saptama, gösterme ve hesaplama" anlamına gelen "radioactivity, detection, indication and computation" kelimelerinden elde edilen ve çeşitli tip radyolojik ölçme cihazlarını veya teçhizatını belirtmek için tümünü kapsayan bir terim olarak kullanılan bileşik kısaltma. Termojet Ön kısmında bir hava menfezi bulunan tepkili motor. Bu motorda içeri emilen hava bir kompresör vasıtasıyla yanma hücresine sevkedilir ve burada akaryakıt ile karıştırılarak yakılır; genişleyen hava, yüksek bir süratle, dışarı atılır. İlk uygulama 1910 yılında Henri Coanda tarafıdnan yapılmıştır. 1946 İran krizi İran Krizi, 1946 yılında oluşmuş İran ile alakalı uluslararası bir krizdir. Josef Stalin yönetimindeki SSCB birlikleri İran'ın işgaline devam ediyorlardı. Rıza Şah Pehlevi'nin Hitler'e karşı sempatisini belirtmesinden sonra İngiltere ve SSCB İran'a birliklerini göndermişlerdir. Bunun sonucunda Pehlevi, Mauritius'a gönderilmiştir. Oğlu Muhammed Rıza Pehlevi işgal güçleri tarafından yeni kral seçilmiştir. 1946 yılında İran'ın çeşitli kesimleri İngilizler tarafından işgale uğramış, ayrıca Kızıl Ordu'da İran'ın kuzeyini işgal etmişti. Stalin ise etki alanını yeni bağımsız devletler oluşturarak artırmayı amaçlıyordu. Bu amaca dayanarak, Güney Azerbaycan Cumhuriyeti(Azerbaycan Millî Hükûmeti) ve Kürt Mahabad Cumhuriyeti kuruldu. ABD'den gelen baskı üzerine Sovyetler İran'dan çekilirken İran ordusu İngilizlerin ve komşularının da yardımlarıyla Mahabad'ı ele geçirdi. Başta Kadı Muhammed olmak üzere önde gelen bazı Kürtler 1947'de Mahabad'da bulunan Çarçıra Meydanı'nda (ing: Chwarchira Square)(Kürtçe: Meydana Çiwarçira) asıldılar. Bu kriz ABD ile SSCB arasındaki farklılaşma ve ayrışmanın sebeplerinden biridir. Soğuk Savaş'ın başlangıç aşamalarından biridir. Termonükleer silah Hidrojen bombası veya füzyon bombası, kontrolsüz termonükleer enerji sağlayabilen yıkıcı nükleer silah. Hidrojen bombasının yüksek boyutlardaki patlama gücü, hidrojen atomlarının birleşerek helyum atom yapısına dönüştüğü termonükleer tepkimeden doğar. Bir başka deyişle, hidrojen bombasının patlaması bir çekirdek kaynaşması ya da birleşmesidir (füzyon). Oysa atom bombasınınki bir çekirdek bölünmesidir (fisyon). Atom bombasının aksine fisyon değil füzyon reaksiyonu esasına dayalıdır. Füzyon reaksiyonunu başlatmak için gerekli ateşleme, sıcaklık küçük bir atom bombasını patlatmak suretiyle sağlanır. Ancak reaksiyon çok kısa bir sürede olduğundan, bomba maddesi buharlaştığı için toplam maddenin yalnızca bir kısmı füzyona uğrar. Füzyona uğrayan madde bir uranyum kılıfı içine alınacak olursa, bu iki bakımdan ya
rar sağlar: Küçük atom bombalarına ihtiyaç duyan hidrojen bombalarına "temiz", büyük atom bombalarına ihtiyaç duyanlara ise "kirli bomba" denir. Termonükleer reaksiyonlar için gerekli ısının kimyasal patlayıcı maddeler ile sağlanması düşünülmüştür. Bu durumda deklanşör görevini gören atom bombasına gerek kalmayacak ve radyoaktivitesi de ortadan kalkmış olacaktır. Termonükleer ürünlerden hiçbiri radyoaktif değildir. Sadece trityum zayıf bir radyoaktivite gösterir. O halde hidrojen bombasının radyoaktif etkisi yoktur, ancak bu bombayı ateşlemek için kullanılan atom bombasından gelen etki vardır. Oldukça küçük deklanşör atom bombaları kullanan hidrojen bombalarında bu etki azdır. ABD, 1952'de atom bombasından çok daha etkili ve yıkıcı bir silah olan hidrojen bombasını geliştirdi. İlk hidrojen bombası 1954 yılında Büyük Okyanus’taki Marshall Adaları’na atılarak ABD tarafından denenmiştir. Atılan bomba Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının yaklaşık 1.000 katı gücündedir. Sovyetler 30 Ekim 1961 tarihinde, saatler Greenwich saati ile 8:30'u gösterirken Novaya Zemlya'da Tsar Bomba lakaplı 57 megatonluk bir hidrojen bombası denemesinde bulunmuştur. Bu bomba Hiroşima'ya atılan atom bombasından yaklaşık 3.800 kat daha güçlüdür. Oluşturduğu alev topu 965 km (599.624 mil) öteden gözlenebilmiştir. Klorsülfonik asit Klorosülfonik asit veya klorosülfürik asit cilt üzerinde bir ürperme meydana getiren, gözleri tahriş eden, tütücü, renksiz sıvıdır. Klorsülfonik asit, sis perdesi meydana getirmede kullanılır. Sine teodolit Güdümlü füze deneylerinin balistik aletlerden de faydalanılarak yapılmasında kullanılan çok hassas optik alet. Sineteodolit; uçuş halindeki bir füzenin mevkiini kontrol için çeşitli tertipte çifter çifter kullanılır. Alet istikamet ve yükseklik açılarını, nişan istikametinin bir şemasıyla birlikte kaydeden, böylece takip hatalarını önlemek ve gerçek hedef istikametini tespit etmek imkânı veren, rasat tipi, sıhhatli bir ölçme cihazından ibarettir. İsra Suresi İsra Suresi (Arapça: سورة الإسراء) , Kur'an'ın 17. suresidir. 111 ayettir. Mekke'de indirildiğine, ancak 26., 32., 33. ve 57. ayetler ile 73.-80. ayetlerin Medine'de indirildiğine inanılmaktadır. Adını ilk ayette geçen ve 'gece yürüyüşü' anlamına gelen 'isra' kelimesinden alır. Burada sözü edilen gece yürüyüşü de Muhammed'in Miraç gecesinde Mekke'den Kudüs'e yaptığı yolculuğun bir kısmıdır. İlk ayetlerinde İsrailoğulları'ndan bahsettiği için 'Beni İsrail Suresi' de denmiştir. Telsi tüylü Alman puanteri Alman Telsi Tüylü Puanteri, postu dışında her yönüyle Alman Kısa Tüylü Puanterine benzeyen köpek ırkı. Alman Telsi Tüylü Puanterinin postu iki tabakalıdır: Yumuşak, sık alt tabaka, düz sert ve telsi tüylerden oluşan üst tabaka, Almanya'da 19. yüzyıl'ın ikinci yarısında, Alman Kısa Tüylü Puanteri ile birkaç cinsin melezleştirilmesiyle elde edilmiştir. Alman Telsi Tüylü Puanteri Irk Bilgisi Semiha Berksoy Semiha Berksoy (d. 1910, İstanbul - ö. 15 Ağustos 2004), Türk opera sanatçısı ve ressam. İlk Türk kadın opera sanatçısıdır. İstanbul Konservatuarı'nda ve Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi Resim ve Tiyatro Okulu'nda eğitim almıştır. Daha sonra devlet bursu ile Almanya'da Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera Bölümü'nde eğitim almış ve birinci olarak bitirmiştir. Opera kariyerine 1934'de başlamış olan Semiha Berksoy Türkiye, Almanya ve Portekiz'de sahneye çıkmıştır. 1939'da Richard Strauss'un "Ariadne Auf Naxos" isimli operasındaki Ariadne rolü ile Avrupa'da sahne alan ilk Türk opera sanatçısı olmuştur. 1940'da Türkiye'ye dönen Semiha Berksoy, Carl Ebert'in rejiliğinde "Tosca" ve "Madame Butterfly" operalarında oynamıştır. Ayrıca "Deli Dolu" ve Lüküs Hayat operetlerinde de görev almıştır. 1998'de Devlet Sanatçısı unvanı almıştır. 1999'da New York City Lincoln Center'da Robert Wilson'ın "The Days Before: Death, Destruction and Detroit III" isimli operasında opera söylemiştir. 15 Ağustos 2004'de 94 yaşında ölmüştür, bir gün sonra İstanbul'da gömülmüştür. Meşhed Meşhed (Farsça: مشهد), İran'ın Razavi Horasan Eyaleti'nin yönetim merkezi ve ülkenin ikinci büyük şehridir. Aynı zamanda, eyaletin aynı isimli Meşhed şehristanı'nın yönetim merkezidir. Meşhed, ülkenin doğusunda, başkent Tahran'ın 850 km. doğusunda bulunmaktadır. Tarihi İpek Yolu üzerinde ve 'batı'yı, Merv ile zengin doğu ülkelerine bağlayan kadim bir vaha şehri olan Meşhed Şii dünyasi için kutsal bir ziyaret yeridir. 823 yılında kurulan şehre, İmam Rıza'ya atfen 'şehadet yeri' anlamına gelen 'Meşhed' adı verilmiştir. İslam öncesine ait 25 km. uzaklıktaki eski Tus’un yerini almış ve kaynaklarda onunla karıştırılmıştır. Kendi içindeki Senabaz (Senâbâd) köyü ile karıştırılan Nukan ise Harun Reşid ve İmamiyye’nin sekizinci imamı Ali er-Rıza’nın türbelerinden yaklaşık 1,5-2 km. mesafede ve bugünkü Meşhed’in kuzeydoğusunda yer almaktaydı. Horasan bölgesine sefer düzenleyen Harun Reşid, Senabaz köyündeki kalede hastalanarak vefat etmiş ve kale yakınındaki bahçeye defnedilmiştir. Halife Memun, dokuz yıl sonra İmam Ali er-Rıza ile Merv’den dönerken Senabaz (Senabad)’a uğrayıp birkaç gün kalmış, İmam Ali er-Rıza aniden hastalanıp ölünce Memun onu babası Harun Reşid’ in mezarının yanına defnettirmiştir. O sırada küçük bir köy olan Senabaz, bu olayın ardından bütün Şiiler için önemli bir ziyaret yeri haline gelerek büyük gelişme kaydetmiş ve zamanla “Meşhed” (şehâdet yeri, mübarek mezar, mübarek türbe) diye anılmaya başlanmıştır. Şehrin ismini Meşhed olarak zikreden ilk yazar, 10. yüzyıl İslam coğrafyacılarından Muhammed b. Ahmed el-Makdisî’dir. Makdisî şehrin, içinde evler ve çarşısı olan bir kalesi bulunduğunu, Amîdüddevle Fâik tarafından türbe üzerine yaptırılan caminin Horasan bölgesinin en güzel camisi kabul edildiğini söyler. 25 Mayıs 1116 Meşhed’de Sünniler’le Şiiler arasında çıkan, birçok kişinin ölmesine sebebiyet veren çatışmalar sırasında İmam Ali er-Rıza’nın türbesi tahrip edildi. Şehri muhtemel saldırılardan korumak için 1121’ de etrafına sağlam bir sur yapıldı. 1153 yılında Oğuzlar Tus, İran’a girip her tarafı tahrip ettikleri halde Meşhed’e dokunmadılar. 1161 Tus ve Meşhed’i yağmalayan Oğuzlar, İmam Ali er-Rıza’nın türbesine yine zarar vermediler. Meşhed, 1220 ve 1296 yıllarında Moğollar tarafından yağmalandı. İlhanlılar devrinde sikkeler üzerinde görülen Nakan adının yerini 1330lardan itibaren Meşhed almış, şehir daha sonraları Meşhed-i Ali b. Mûsâ er-Rızâ, Meşhed-i Rızâ, el-Meşhedü’r-Rezavî, Meşhed-i Tûs, Meşhed-i Mukaddes olarak da anılmıştır. 1333’ de Meşhed’i ziyaret eden İbn Battuta buranın meyveleri ve suları bol büyük bir şehir olup Tâhir unvanlı Muhammed Şah tarafından yönetildiğini belirtmiştir. 14. yüzyılın sonlarında şehre hakim olan bir Moğol asilzadesi bağımsız devlet kurmak amacıyla ayaklanınca Timur’un oğullarından Miran Şah babasının emriyle Tus üzerine yürüyerek birkaç aylık kuşatmanın ardından 1389yılında burayı ele geçirdi. Yağmalanıp harabeye çevrilen Tus’tan kaçabilenler İmam Ali er-Rıza’nın türbesinin çevresine yerleştiler. Tus bu tarihten sonra bir daha inşa edilmedi ve Meşhed bölgenin merkezi haline geldi. Şahruh’un devlet idaresinde büyük nüfuza sahip olan hanımı şehirdeki imar faaliyetleriyle yakından ilgilendi, Meşhed’de Mimar Kıvâmüddin’e yaptırdığı camiden başka 1418 bir dârülhuffâz ve dârüssiyâde inşa ettirdi. Timurlu Hükümdarı Uluğ Bey 1448’ de Meşhed’e hâkim oldu. Safeviler’in İran’a hâkim olmasının ardından Meşhed’de büyük bir imar faaliyeti başladı. 16. yüzyılda Sünni Özbekler’in saldırılarından hasar gören Meşhed’i 1507’ de Muhammed Şeybani ele geçirdi; yirmi bir yıl sonra I. Tahmasb tarafından kurtarılmasının ardından daha güçlü surlar ve kalelerle tahkim edildi. Özbekler, 1544 yılında Meşhed’i tekrar ele geçirip birçok kişiyi öldürdüler. 1589 Şeybaniler’den Abdül Mümin dört aylık muhasaradan sonra şehre girdi. Bu sırada kutsal mekanlar dahil her yer yağma edildi. Şah I. Abbas Meşhed’i ancak dokuz yıl sonra geri alabildi. Meşhed 1673’ de meydana gelen depremde zarar gördü. Şah II. Tahmasb devrinde Afgan Abdaliler Meşhed’i bir süre işgal altında tuttuysa da İranlılar 1726’ da şehri tekrar ele geçirdiler. Meşhed, Nadir Şah döneminde (1736-1747) altın çağını yaşadı. Nadir Şah, şehri imparatorluğun merkezi yaptı. Burada kendisi için bir türbe yaptıran Nadir Şah’ın ölümünün ardından İran’ın başşehri olmaktan çıkan Meşhed, taht mücadeleleri yüzünden meydana gelen kargaşa ortamında Afgan Şahı Ahmed Dürrana’nin eline geçti. (1750 veya 1754) Kaçar hanedanından Feth Ali Şah Kaçar Meşhed’de büyük hizmetlerde bulundu. Onun döneminde inşasına başlanan Yeni Saray 1855’te Nasreddin Şah zamanında tamamlandı. Feth Ali Şah ve Nasreddin Şah devrinde yeni medreseler kuruldu, şehir tekrar itibar kazandı ve nüfusu 50.000’e ulaştı. 19. yüzyıl ortalarında Meşhed Valisi Hasan Han Salar’ın iki yıl süren isyanı 1849 yılında kıtlık yüzünden halkın valiye karşı ayaklanması ile sona erdi. 1911’de Heratlı Yusuf adlı bir kişi Meşhed’de kendisini hükümdar ilan edip karışıklıklara yol açınca Rus kuvvetleri 1912’de şehri top ateşine tuttu. Bir müddet sonra Heratlı Yusuf yakalanarak idam edildi ve şehir tekrar İran hakimiyetine geçti. Meşhed bu tarihten itibaren İran’ın Horasan eyaletinin merkezi durumundadır. Özcan Eralp Özcan Eralp (d. 27 Kasım 1935 Akhisar, Manisa) Türk çizgiroman çizeridir ve karikatüristtir. Manisa'nın Akhisar ilçesinde doğdu. 1,5 yaşındayken ailesi İzmir'e taşındı.İlk,orta,lise öğrenimini İzmir'de yaptı.Mühendis olmayı düşlemiş fakat DEMOKRAT İZMİR gazetesinden iş teklifi gelince, eğitimini bırakıp çizerliğe başlamıştır. 1960'da Basın çizerliğine yapmaya başlayan Özcan Eralp İstanbul basınında çeşitli gazete ve dergide çalışırken,ayrıca İstanbul Reklam'da çizgi film yapımında da bulunmuştur. 1967'de İsveç'te yaşayan kardeşini ziyarete gitmiştir, fakat bu ziyaretten geriye dönmemiş ve Semic Press'de ressam olarak çalışmaya başlamıştır. İlk işleri konuşma baloncukları yazımı (kaligrafi)işleri
olmuştur. Bir süre sonra ressam Torsten Bjarre'ye "Lilla Fridolf" çizgi roman serisinin mürekkepleme (çinileme)işlerinde yardımcı olmaya başlamıştır. Bjarre'nin hasta olduğu zamanlarda ,bölümleri hayalet çizer (imzasını kullanmadan çizim yapan yardımcı ressam) olarak yapmaya başlamıştır. Daha sonra çeşitli çalışmalarda bulunmuş olan Özcan Eralp, İsveç üretimi FANTOMENPhantom çizgiromanlarının gerçek ustalarında biridir.1991'de Eralp'in son Fantom hikâyesi basılmıştır. 20 yıldan fazla Fantomen'e (Phantom/Kızıl Maske)emeği geçmiş olan Eralp, İsveç'te Fantomen (Phantom/Kızıl Maske)maceralarına çok önemli katkılarda bulunmuştur.Bir Türk Fantomen(Phantom/Kızıl Maske)çizeri olarak,konusu Türkiye'de geçen: "Fantomen İstanbul'da" macerasını hazırlamıştır.İsveç Fantomen dergisine hazırladığı maceralar,Türkiye'de,orijinal adı PHANTOM olan Fantomen'i,KIZIL MASKE adıyla yayımlayan Tay Yayınları tarafından yayımlanmıştır.Türkiye'ye döndükten sonra çizgi romancılığını sürdüren sanatçı;1982'de Ersin Burak yönetiminde çıkan,"GÜNAYDIN ARKADAŞ" ve aynı yöneticinin yayına hazırladığı "HÜRRİYET ÇOCUK MAGAZİN" dergisine;Ertuğrul Akbay'ın sahibi olduğu "GIRGIR" ve "FIRT" dergilerine çeşitli çalışmalar yaptı. Hasan Âli Yücel Hasan Âli Yücel, (d. 17. Aralık 1897, İstanbul - ö. 26.Şubat 1961, İstanbul) öğretmen, eski millî eğitim bakanı, Köy Enstitüleri'nin kurucusu. Hasan Âli Yücel, 17 Aralık 1897'de İstanbul'da doğdu. Baba tarafından posta nazırı Göreleli Hasan Ali Efendi'nin, anne tarafından ise Japon sularında batan Ertuğrul fırkateyni süvarisi deniz albay Ali Bey'in torunudur. Babası Ali Rıza Bey, annesi Neyyire Hanım' dır. Eğitim yaşamını sırasıyla Mekteb-i Osmânî, Vefâ İdâdîsi, Cağaloğlu Darülmuallimin-i Âli'ye (yüksek öğretmen okulu) okullarında sürdürdü. İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi felsefe bölümünü bitirdi ve 19 Aralık 1922'de öğretmenliğe başladı. 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin (Türk Dil Kurumu) kurulmasıyla Hasan Âli Yücel etimoloji kolu başkanlığına getirildi. 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden, İzmir milletvekili olarak meclise girdi ve art arda dört dönem milletvekilliği yaptı." " Giresun'un Görele ilçesinde adına " Hasan Âli Yücel Kültür Merkezi " kurulmuştur. İstanbul Üniversitesi'nin eğitim fakültesi de "Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi" adıyla kurulmuştur. 28 Aralık 1938'de Hasan Âli Yücel, 2. Celal Bayar hükümetinde millî eğitim bakanlığına getirildi. Üniversite reformu (Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nin kurulması, Yüksek Mühendis Okulu'nun İTÜ'ye dönüştürülmesi ve Ankara Tıp Fakültesi'nin kurulması), Köy Enstitüleri'nin kurulması, dünya klasiklerinin Türkçeye tercüme edilmesi ve ilk resmî ve telifli Türkçe ansiklopedi olan İnönü Ansiklopedisi'nin ön çalışmaları, hep onun bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Devlet Konservatuvarının kurulması (20 Mayıs 1940), Türkiye'nin UNESCO'ya girişi onun çabaları sonucunda olmuştur. Dört yıllık çabaları sonucunda 25 Haziran 1946'da Üniversiteler Yasası çıkartılır. "Bu yasayla, yüksek öğretim kurumlarının Bakanlıkla olan "sıkı bağı" önemli ölçüde gevşetilmiş, mevcut kuruluşlar yapısal bir bütünlüğe kavuşturulmuş, böylece üniversiteye organik bir karakter kazandırılmıştır. Bu yasanın getirdiği bir başka sonuç da, "dışarıdan gerilim" yerine "içeriden denetim"in getirilmiş olmasıdır. Ankara Üniversitesi de bu yasanın sonucu olarak kurulmuştur." Oğlu şâir Can Yücel, babası için "Hayatta ben en çok babamı sevdim" başlıklı bir şiir yazmıştır. 5 Ağustos 1946'da 7 yıl 5 ay sürdürdüğü bakanlık görevinden istifa etti. İstifasından sonra gazetecilik görevine döndü. 26 Şubat 1961 tarihinde konuk olarak kaldığı Prof. Dr. Tevfik Sağlam'ın evinde öldü. 2 Mart 1961 tarihinde Cebeci Asrî Mezarlığı'nda toprağa verildi. Hasan Âli Yücel, şair Can Yücel'in babasıdır. Kum Eyaleti Kum Eyaleti (Farsça: استان قم, ), İran'ın 31 eyaletinden birisidir. Kuzeyinde Tahran ve Save, güneyinde Delijan, Kaşan ve Muhallat, doğusunda Tuz Gölü, Aştiyan ve Teferrüş ile çevrelenmiştir. 11,237 km²'lik yüzölçümü ile İran'ın % 0,89'unu kapsar. Denizden yüksekliği 930 metredir. Eyaletin merkezi Kum şehridir. 2005 sayımına göre nüfusu 2 milyon civarındadır. Dünyanın üçüncü büyük el yazması kütüphanesi de Kum şehrinde bulunmaktadır. Necefi Kütüphanesi'nde 37 bin cilt el yazması eser vardır. Kütüphanenin en eski kitabı, 1300 yıllık bir Kur’an'dır. Kütüphanenin kurucusu Necefi; “Mezarımı kitapseverlerin ayakları altına yapınız” dediğinden mezarı kütüphanenin girişinde yer almaktadır. Ayrıca, Ayetullah Humeyni de bu eyaletin merkezi olan Kum şehrinde yaşamış ve okumuştur. José Mourinho José Mário dos Santos Félix Mourinho (d. 26 Ocak 1963, Setúbal), Portekizli teknik direktör. Portekizli kaleci Félix Mourinho'nun oğlu olan Jose Mourinho, futbol kariyerine oyuncu olarak başladı. Ancak kariyerinden tatmin olmayınca teknik direktör olmaya karar verdi. 1990'larda asistan menajerlik ve genç takımlara teknik direktörlük yaptıktan sonra Bobby Robson'ın tercümanlığını yapmaya başladı. Mourinho, Bobby Robson ile Sporting CP, FC Porto ve FC Barcelona'da birlikte çalıştı. Mourinho, Bobby Robson'ın Katalan ekibinden ayrılmasından sonra Louis van Gaal ile çalıştı. Teknik direktörlüğe odaklanmaya başlayan Mourinho, SL Benfica ve UD Leiria takımlarını çalıştırdı. 2002 yılında Porto'ya teknik direktör olarak geri dönen Mourinho, bu kulüpte kazandığı başarılar ile dikkat çekti. Mourinho, FC Porto'da Primeira Liga, Taça de Portugal ve UEFA Kupası şampiyonluğu kazandı. 2004 yılında, FC Porto ile Primeira Liga'da tekrar şampiyonluk yaşayan Mourinho, aynı yıl avrupa futbolundaki en büyük onur olan UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazandı. 2003 yılında Rus asıllı yahudi iş adamı Roman Abramovich'in İngiliz Premier liginin köklü kulüplerinden Chelsea'yi satın almasıyla kabuk değiştiren kulüp, 2004 yılında, kazandığı başarıların ardından Mourinho'yu transfer etti. Mourinho, ilk yılında 70 milyon €'luk bir bütçe ile birçok transferler yaptı. Portekizli futbolcular, orta saha oyuncusu Tiago (10 milyon €), stoper Ricardo Carvalho (19.8 milyon £) ve Sağ bek Paulo Ferreira (13,3 milyon £) ile Ganalı ön libero Michael Essien (24.4 milyon £), Fildişi Sahilli santrafor Didier Drogba (24 milyon £), Sırp santrafor Mateja Kežman (5.4 milyon £) transferlerini gerçekleştirdi. Chelsea'de üst üste iki kere Premier Lig şampiyonluğu yaşadı. Samimi açıklamaları genellikle tartışmalara yol açsa da Mourinho, Chelsea FC ve FC Porto'da kazandığı başarılar sayesinde basın ve meslektaşları tarafından en büyük teknik direktörlerden biri kabul edildi. Ayrıca 2004-2005 ve 2005-2006 sezonlarında Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu IFFHS tarafından "dünya'da yılın en iyi teknik direktörü" seçildi. 2007-2008 sezonun başında Chelsea FC'den ayrıldı. 2 Haziran 2008 tarihinde İtalyan futbol kulübü FC Internazionale Milano ile üç yıllık anlaşma sağladı. Mourinho ilk yılında Brezilyalı kanat oyuncusu Alessandro Mancini (13 milyon €), Ganalı orta saha oyuncusu Sulley Muntari (14 milyon €) ve Portekizli kanat oyuncusu Ricardo Quaresma (18.6 milyon €) transferlerini yaptı. İtalya'daki ilk başarısını Supercoppa Italiana'yı kazanarak elde etti. Inter, 2008-09 sezonunun Serie A şampiyonu oldu. 2009-10 sezonunda ise FC Internazionale Milano'nun Serie A, Coppa Italia ve UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanmasını sağlayarak çok başarılı bir yılı geride bıraktı. Mourinho, Inter'de 2 adet Serie A, 1 adet Coppa Italia, 1 adet, Supercoppa ve 1 adet de UEFA Şampiyonlar Ligi kupası olmak üzere 5 kupa kazandı. 22 Mayıs 2010'da FC Bayern München'le oynanan ve FC Internazionale Milano'nun 2-0 kazandığı UEFA Şampiyonlar Ligi finalinin ardından misyonunu tamamladığı İtalyan ekibinden ayrılacağını ve yeni takımının Real Madrid olacağını açıkladı. Mourinho, 31 Mayıs 2010 tarihinde Real Madrid ile sözleşme imzaladı. ilk yılında, 2010 FIFA Dünya Kupası bitiminde Almanya millî takımın Türk asıllı oyun kurucu Mesut Özil (15 milyon €) ile Tunus asıllı Alman önlibero Sami Khedira (13 milyon €), Portekiz Stoper Ricardo Carvalho (8 milyon €) ve Arjantinli Kanat oyuncusu Ángel di María (36 milyon €) transferlerini gerçekleştirdi. Real Madrid'in efsaneleşmiş emektar futbolcuları Guti ve Raúl ile yollar ayrıldı. 2010-11 sezonun 2. yarsında Mourinho, Higuaín sakatlığı ve oyun stilini beğenmediği Cezayirli asıllı Fransız santrafor Benzema'nın yerine, Nijerya asıllı Togo'lu santrafor Emmanuel Adebayor'u kiraladı. İlk yılında, La Liga'yı ikinci olarak bitiren Mourinho'nun takımı, İspanya kupası olan Copa del Rey kazanmayı başardı. Mourinho, ikinci yılında, iki Türk futbolcu daha transfer etti. Türk millî takımın iki as oyuncusu olan, oyun kurucu Nuri Şahin (10 milyon €) ve Bayern Münih ile sözleşmesi biten orta saha oyuncusu Hamit Altıntop transfer etti. Diğer transferleri Portekizli Sol Bek Fábio Coentrão (36 milyon €), Fransız stoper Raphaël Varane (10 milyon €) ve İspanyol orta saha oyuncusu José María Callejón (5,5 milyon €) oldu. 2011-2012 sezonunda La Liga'yı şampiyon olarak bitiren Mourinho nun takimi, ayrica FC Barcelonayi yenerek İspanya Süper Kupasını da kazandi 2011-2012 sezonunun ardından Real Madrid, Jose Mourinho ile olan sözleşmesini 2016 yılına kadar uzattı. 20 Mayıs 2013 tarihinde görevinden istifa etmiştir. İki sezon boyunca Real Madrid'i çalıştıran Jose Mourinho, 2013-14 sezonu öncesi Chelsea ile 4 yıllık sözleşme imzaladı. 3 Haziran 2013 günü Chelsea FC, resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada Jose Mourinho ile 4 yıllık sözleşme imzaladığını duyurdu. İkinci sezonunda burada şampiyonluk yaşamasına rağmen üçüncü sezonunda işler yolunda gitmedi ve henüz ligin ilk yarısı tamamlanmadan Chelsea FC yönetimi Mourinho ile yollarını ayırdığını duyurdu. Portekizli çalıştırıcı 27 Mayıs 2016 tarihinde Machester United takımı ile 3 yıllık sözleşme imzaladı. Mourinho yaygın olarak dünyanın en iyi teknik direktörlerinden birisi olarak kabul edilir. Önde gelen futbolcular ve teknik direktörler tarafındanda kab
ul edilmektedir. Bayern Munih teknik direktörü Pep Guardiola Mourinho hakkında "Dünyanın belki de en iyi teknik direktörü" demiştir. Chelsea'nin orta saha futbolcusu Frank Lampard'da bu güne kadar çalıştığı en iyi teknik direktör olduğunu açıklamıştır. Mourinho; Johan Cruyff, Morten Olsen, Arjen Robben, Xavi, Cristiano Ronaldo ve Raymond Domenech dahil olmak üzere birçok futbolcu ve antrenörler tarafından olumsuz yönde eleştirilmiştir. Johan Cruyff Mourinho'yu şöyle ifade etmiştir: "Jose Mourinho negatif bir teknik direktör. Sadece sonucu önemser ve iyi futbol oynayıp oynamadığı umurunda değil." Bir maç sonra Cruyff: ""Mourinho futbol antrenörü değildir." Olsen'de: "Onun kişiliğini ve kötü futbolunu beğenmiyorum."demiştir. Mourinho ise bütün bu söylenenlerin karşısında düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir:""Dünyanın en iyi teknik direktörü ben değilim ama benden daha iyi bir teknik direktör de yok"." "İstatistikler 27 Mayıs 2016'ya kadarki zamanı gösteriyor." Ümit Besen Ümit Besen, (d. 14 Ekim 1956, Osmaniye) Türk müzisyen. 14 Ekim 1956'da Osmaniye'de dünyaya gelen Ümit Besen'in ilk enstrümanı melodika oldu. Lise yıllarında ise klavye çalmaya başladı. Aynı dönemde Tayfunlar Orkestrası'nı kurdu. Müzik ve eğitimini bir arada götüremeyeceğini fark edince lise eğitimini yarım bıraktı. Askerliğini yapmak üzere 1976 yılında Kütahya'ya gitti. Orduevinde onu dinleyen bir general Besen'i Zonguldak Orduevi'ne naklettirdi. Askerliğin ardından Adana'ya döndü ve gece kulüplerinde çalışmaya başladı. Bu kulüplerden birinde onu dinleyen futbolcu Metin Oktay, Besen'i İstanbul'daki gazino sahibi arkadaşlarına tavsiye etti. Sanatçının İstanbul'da çalışmaya başladığı ilk mekân Köşem Bistro oldu. Besen, 1980 yılında Selami Şahin ve Ahmet Selçuk İlkan ile birlikte ilk plak kaydını gerçekleştirdi. 2015 yılında, 80'lerin unutulmaz hiti "Nikah Masası" adlı şarkıya Enbe Orkestrası eşliğinde Ajda Pekkan ile düet yapmıştır. 2016 yılında DMC'den çıkan "Başka" adlı albümünde klasikleşmiş şarkılarını rock tarzında yeniden seslendiren Ümit Besen, bu albümde Feridun Düzağaç, Pamela, Cem Adrian gibi ünlü isimlerle düet yapmıştır. Ümit Besen ayrıca Teoman, Mirkelam, Emre Aydın, Manga, Yüksek Sadakat, Pinhani, Grup Seksendört, Leyla The Band’ den beğeniyle dinlenen rock şarkılara da yer vermiştir. 80'li yıllarda seslendirdiği slov aşk şarkıları ile hafızalara kazanan Ümit Besen Hürriyet'ten Hakan Gence'ye verdiği röportajında "Nikah Masası'nı şimdi yazsam tutmazdı" diyerek o dönemin ruhuna vurgu yapmıştır. Henri Pirenne Henri Pirenne ("Anri Piren" okunur) (d. 23 Aralık 1862, Verviers - ö. 25 Ekim 1935, Uccle) Belçikalı Valon tarihçi. Daha 24 yaşında Gent Üniversitesi'nde profesör oldu. I. Dünya Savaşında Almanlara karşı savaşırken rehin düştü ve sürgüne gönderildi. Belçika Kraliyet Akademisi üyeliğine getirildi. Daha çok iktisadi ve sosyal tarihle ilgilendi. En önemli eseri, yedi ciltlik anıtsal "Belçika Tarihi" ("Histoire de la Belgique"), 1899 ila 1932 yılları arasında yayınlandı. Avrupa'ya ait bir tarihin kökenlerini ortaya koyan "Muhammed ve Charlemagne" ("Mahomet et Charlemagne", 1935) ve Ortaçağ Şehirleri'nin (1926) oluşumunu açıklayan tezleri meşhurdur. Kendisine sık yöneltilen bir eleştiri, aşırı Belçika milliyetçiliği yapmasıydı. Belçika'nın kuruluşunu Verdun Antlaşması'na kadar dayandırır, bu iddiasıyla çelişmemek için Liège Prensliği gibi önemli tarihsel siyasi oluşumları görmezden gelirdi. Buna karşın, Belçika'daki etnik ayrımı asla inkar etmedi, Valonların ve Flamanların etnik kimliklerini yüzyıllar boyu koruduğunu kabul etti. Ressam Maurice Pirenne'in kardeşidir. Oğlu Jacques Pirenne de ünlü bir tarihçidir. Selmi Andak Selmi Andak (1921, İzmir - 15 Temmuz 2010, İstanbul) Türk müzisyen, besteci ve köşe yazarı. Selmi Andak 1921 yılında İzmir’de doğdu. Galatasaray Lisesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenimi ile birlikte, İstanbul Belediye Konservatuvarında müzik eğitimini tamamladıktan sonra, Paris’te “École Normale de Musique”de kompozisyon (beste) bölümünde ihtisas yaptı. Müzik alanındaki çalışmalarının yanı sıra, uzun yıllar gazetecilik mesleğinde sanat ve müzik eleştirmeni olarak görev yaptı. Andak, Sezen Aksu'nun söylediği "Ben Her Bahar Aşık Olurum", Nilufer "Bir mevsim arıyorum", Ajda Pekkan "Yeniden", Neco "O Şarkıyı Henüz Yazmadım", Nil Burak "Güneş Bir Kere Doğdu" gibi şarkılara imza atmıştır. Selmi Andak'ın yaklaşık 800 bestesi bulunmaktadır. Ayrıca Andak, güftesi Mehmet Faruk Gürtunca'ya ait olan Galatasaray Spor Kulübü'nün kulüp marşını da bestelemiştir. 1998'de Devlet Sanatçısı unvanı alan Selmi Andak 15.07.2010 tarihinde Parkinson hastalığı nedeniyle uzun süredir tedavi gördüğü Balat Musevi Hastanesi’nde yaşama veda etmiştir. Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilmiştir. Ayrıca Andak "Cumhuriyet" gazetesinde "Sanata Bakış" adlı köşenin yazarıydı. 1975-1995 yılları arasında Selmi Andak şu bestelerle Eurovision'da yarıştı: Nişabur Nişabur (Farsça: نیشابور), İran'ın Razavi Horasan Eyaleti'nde şehir. Meşhed yakınlarında, Binalud Dağı'nın güney eteklerinde verimli ve düz bir araziye yayılan şehir tarım ve ticaret yoluyla İran ekonomisine büyük katkı sağlar. Tarihi boyunca Horasan bölgesinin kültür ve ticaret merkezi olarak bilinen, İpek Yolu üzerinde bulunan şehrin adı Bişapur gibi Sasani hükümdarı I. Şapur'dan gelmektedir. Bu dönemde altın devrini yaşayan şehir, Horasan bölgesinin Araplarca alınmasından sonra önemini yitirdi. Safeviler devrinde yine önemi artmaya başlayan şehir, Selçuklu sultanlarının ikamet yeri olmuştur. 1221 yılındaki Moğol saldırıları ve 1280 yılındaki büyük bir deprem sonrası şehir büyük yıkıma uğradı. Ömer Hayyam ve Ferîdüddîn-i Attâr-i Neyşaburi iki önemli şair ve arif kişi bu şehirde yaşamışlardır. Kent tarihindeki en büyük olay 18 Şubat 2004'te yaşanmıştır. Kükürt ve benzin yüklü bir tren katarı kent istasyonunda iken, meydana gelen küçük bir deprem dolayısıyla raydan çıkmış ve meydana gelen patlama ile yangında 295 kişi ölmüş, 450 kişi ise yaralanmıştır. - Ömer Hayyam’ın anıt mezarı - Ömer Hayyam müzesi - İmamzade Mahruk Türbesi - Ferüdittin Attar Türbesi Kubbet'üs-Sahra Kubbet-üs Sahra (Arapça: قبة الصخرة "Qubbat As-Sakhrah") Kudüs'te Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kutsal kabul edilen kaya üzerine Emevîler devrinde inşa edilen, ortası kubbeli sekizgen bina. Mescid-i Aksâ'nın yanında aynı tepededir. Kubbet-üs Sahra Kudüs'te Musevilerin Kudüs Tapınağı olarak isimlendirdikleri en kutsal binalarının bulunduğu ve bazen "Tapınak Tepesi" adını verdikleri bir tepenin üzerindedir. Bu tepe üzerinde inşa edilen Birinci Tapınak MÖ 586 yılında Babilliler tarafından tahrip edilmiştir. İkinci Tapınağın yapımına MÖ 535'te başlanmıştır. Bir süre aradan sonra yapıma MÖ 521'de devam edilmiş MÖ 516 yılında yapım tamamlanmış ve MÖ 515 yılında İkinci Tapınak açılmıştır. Yaklaşık 500 yıl sonra İkinci Tapınak, MÖ 20 yılında Kral Herod tarafından yeniden tamir ettirilmiştir. Bu İkinci Tapınak MS 70'te Romalıların bir Musevi isyanının bastırmak için Kudüs Kuşatmasını yapıp şehri ellerine geçirdikten sonra (ileride Roma imparatoru olacak olan) General Titus komutasındaki Roma İmparatorluğu'na bağlı birlikler tarafından yağmalanıp tahrip edilmiştir. Romalılar bu mevkide Jüpiter Tapınağı inşa etmişlerdir. Musevilerin, 132-135 yılları arasında Romalılara karşı giriştikleri son Bar Kohba isyanı sırasında tapınağı yeniden kurmayı denediler. İkinci tapınağın temelleri dahi Romalılarca tahrip edildiğinden dolayı daha büyük ve daha geniş yeni bir tapınak yapılması gerekmekteydi. Bu tepedeki Roma tapınağı yıkıldı. Ancak Romalılara karşı bu isyan da başarısız oldu. Museviler Kudüs'ten çıkartıldılar. Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethine kadar Harem-i Şerif tepesi yıkıntılarla dolu bir mevki olarak kaldı. Hatta Hristiyanlar zamanında taş ocağı ve çöplük olarak kullanılmıştı. Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı resmi din olarak kabul ettikten sonra ve Bizans İmparatorluğu döneminde Filistin ve Kudüs, Hristiyanlığın haç merkezi olarak kabul edilmiştir. Kudüs ve "Tapınak Tepesi" adı verilen Harem-i Şerif İsa'nın gezdiği yerlerden olan İkinci Tapınak yıkıntıları, Hristiyan hacılarının geldiği bir hac merkezi olmuştu. Bu yıkıntılar "Beyt-i Makdis" olarak da anılmaktaydı. Kudüs, 614'te Bizans İmparatorluğu'ndan III.Yezdigirt'in hükümdarı olduğu İranlı Sasaniler Devleti'nin eline geçmiştir. Halife Ömer döneminde Sasaniler Devleti ile yapılan savaşlar sırasında Kudüs 636 yılında ilk kez Müslümanların eline geçmiştir. Halife Ömer, Kudüs'e girdiğinde baş patriğe kendisini Tapınak Tepesine (yıkık olan Süleyman mabedinin yerine) götürmelerini rica etti. Bu mevki yıkıntı döküntülerle doluydu. Musevilikten Müslümanlığa dönüş yapan "Ka'ab al-Ahbar" adındaki bir kişi, dinsel bilgilerinin yardımıyla Musevilerin nerede tapındıklarını gösterdi. Ömer tapınaktan geri kalanları buldu. Halife Ömer ilk olarak Beytü’l Makdıs’ı ve Muallak Taşının (Sahra) bulunduğu Harem-üs Şerif'i yıkıntılardan temizlemiştir. Sonra Sahra üzerinde "Sahra Mescidi" adı ile anılan Medine'de peygamberin mescidine benzer kamıştan namazgah tarzında bir Mescid yaptırmıştır. Ömer, on bin kişi ile birlikte tapınağın 70 yılında yıkılmasından sonra ilk kez bu yerde ibadet etti. Bu Mescid "Sahra Mescidi" adı ile anılmaktaydı Günümüze kadar gelen Kubbet-üs-Sahra binası Emevi Halifesi, Abdülmelik bin Mervan devrinde 687-691 yılları arasında inşa edilmiştir. Bu halife Sahra Mescidini büyütüp yenileyerek Kubbet-üs-Sahra'yı yaptırmıştır. Ayrıca bu mevkiinin hemen yanına Mescid' i Aksa adı verilen Ömer Camisini inşa ettirmeye başlamış ve bu cami halife I. Velid döneminde tamamlanmıştır. Birinci Haçlı seferi sonunda 1099'de Kudüs'ü Müslümanlar'dan aldıktan sonra Frenk Haçlılar tarafından Kubbet-üs Sahra "Augustinler" tarikatı keşişlerine verilmiştir. Bu kesişler Kubbet-üs Sahra binasında çeşitli değişiklikler yapıp binayı bir Augustin tarikatı manastırına ait olan Katolik Kilisesine çevirmişlerdir. Binanın kuzeyine H
ristiyan kesişler için hücreler ilâve edilmiştir. Binanın kubbesine hac yerleştirilmiş ve kubbenin altındaki mağaraya ikonalar konulmuştur. Aynı mevkide bulunan Mescid-i Aksa ise Haçlılar Kudüs Krallığı devlet sarayına dönüştürülmüştür. Bu binanın bir kısmı da Kubbet-üs Sahrayı Tapınak Şövalyeleri'ne merkez olarak verilmiştir. Tapınak Şövalyeleri bu binayı Süleyman Tapınağı olarak kabul edip buna atıfla isimlerini almışlardır. 1187'de Selahaddin Eyyûbî' nin Kudüs'ü fethinden sonra Haçlılar döneminde yapılan değişikliklerin büyük bir kısmı kaldırıldı. Tarih boyunca bölgeye hâkim olan Müslüman hükümdarlar Kubbet-üs Sahra'ya büyük saygı göstermiş, binanın bakımı ve tamiri ile yakından ilgilenmişlerdir. Kubbet-üs Sahra Eyyûbî ve Memluk Sultanları tarafından çeşitli tarihlerde tamir ettirildi. Bölge, Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katıldı. Kanuni Sultan Süleyman, Kubbet-üs Sahra'yı köklü biçimde tamir ettirdi. Binanın dış cephesini çinilerle kaplattı. Kubbet-üs Sahra, Osmanlı padişahlarından III. Murat, I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde de tamir edildi. II. Abdülhamid, binanın zeminini İran halıları ile döşetti. Binanın ortasına büyük bir avize astırdı ve eskiyen çinilerini yeniletti. 11 Temmuz 1927 tarihinde Filistin’de meydana gelen depremde önemli ölçüde hasar gördu. 1955'te Ürdün hükümeti tarafından çok geniş bir retorrasyon, revizyorm ve yenileme programı başlatıldı. Ürdün, diğer Arap ülkeleri ve Türkiye'nin katkıları ile esaslı bir şekilde tamir edildi. Bu yenilemede çoğu yağmur suyu girişi dolayısı ile ziyan görmüş olan Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilen fonlarda yapılmış olan çini karolar restore edildi. Bu programın bir kısmı olarak 1965'te tahtadan yapılmış ve kurşun levha ile kaplanmış olan kubbenin dışı İtalya'da yapılmış olan daha dayanıklı ve su gcirmez aluminyum-bronz levhalarla kaplandı. 1998'de Ürdün Kralı Hüseyin, Kubbet-üs-Sahra'nın kubbesinin bakımı ve tamiri için 8,2 milyon dolar bağışladı. Günümüzde İsrail'deki radikal bir grup Kubbet-üs Sahrâ'nın ve çok kutsal olan Mescid-i Aksâ'nın başka bir yere taşınmasını ve burada Yahudilerin üçüncü tapınağının inşa edilmesini istemektedir. Müslümanlar ise en kutsal ibâdet yerlerinden biri kabul edilen tarihî Kubbet-üs Sahra ve Mescid-i Aksa’da ibâdet ediyor ve İslâm’ın kutsal mekânlarını korumak istiyorlar. Kubbet-üs Sahra İslâm mimârîsinde bilinen ilk kubbeli eserlerdendir. Bu yapı Abdülmelik'in halifelik döneminde 689-691 yılları arasında inşa edilmiştir. Binanın mimarları Kudüs'lü Yezid Bin Salam ve Baysan'lı Raja Bin Hayve'dir. Günün coğrafyacısı olan El-Mukadassi'ye göre, bu kutsal binanın inşası için Mısır eyaletinin gelirlerinin 7 mislinden daha fazla finansal fon sarfedilmiştir. Fakat bu binanin orijinal planalri bulunmamaktadır ve organik olarak geliştirilip yapımladığı kabul edilmektedir. Bu binanin detayli ilk plani 19.yuzyilda bu kutsal binaya gizlice girebilen Hristiyan gezgin harita subay/mimarları tarafından yapılmıştiur. Binanın muhendis/mimaralrinin Kudüs'lü Yezid Bin Salam ve Baysan'lı Raja Bin Hayve olduğu kabul edilmektedir. Günün coğrafyacısı olan El-Mukadassi'ye göre, bu kutsal binanın inşası için zengin Mısır eyaletinin vergi gelirlerinin 7 mislinden daha fazla finansal fon sarfedilmiştir. Bu bina Kudüs'te Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kutsal kabul edilen (Muallak Taşı adı verilen) kaya üzerine olup ortası kubbeli sekizgen bir binadır. Ortasında kutsal kayayı örten yüksek tahtadan iskeletle yapılmış 20m çaplı bir kubbe bulunmaktadır. Bu kubbe altın sarısı renkli metalik levhalarla kaplıdır. Bu metalik levhalar 1964'te kadar kurşundandı ve o yıl tamamlanan renovasyon ile levhalar alümünyum-bronz alaşımdan yapılmışlardır. Bu kubbe 16 pencere boşluğu ve sütün ihtiva eden bir silindirik davulumsu yapı üzerinde bulunmaktadır. Bu silindirik davulumsu yapı zeminden yükselen ve bir daire şekilde yapılmış, aralarından 24 boşluk bulunan sütunlar üzerine dayanmaktadır. Sütünlar arası boşluk 19ar metre eninde olup sütun yüksekliği 11 metredir. Binanın dış duvarlarının yüzeyleri porselen çiniden oluşmaktadır ve binanın sekizgen şeklini aksettirmekdirler. Hem dış duvarlar ve hem de davulumsu silindirik yapıda pencereler bulunmaktadır. Binanın iç yüzeyi ve kubbesi Kur'an süreleri ve çeşitli motiflerle süslenmiştir. Duvarlar Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilmiş olan çini karolarla kaplıdır. Kubbenin altından bulunan zemin satıhı Muallak Taşı denilen kayadan oluşmaktadır. Türk Müslümanlar yaygın olarak yapının içindeki Muallak Taşı'nin havada durduğuna inanırlar. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Muallak Kayasını havada gören hamile kadınların hayretten, şaşkınlıktan ve dehşetten çocuklarını düşürdüğünü söylemiştir. Fakat şimdi Muallak Kayasının Müslümanlar tarafından havada durduğu düşünülse de Harem-üs Şerif'teki yapıların altında kaldığından gözükememekte, içine Kubbet-üs Sahra'dan inilebilmektedir. İslam'da Kubbet-üs Sahra ve Mescid-i Aksa'nın mevkinin istisnai önemleri vardır. Bu mevkinin Muhammed peygamberin isrâ ve miraç mekânı olduğuna inanılmaktadır. Rivayetlere göre Muhammed, Recep ayının 27. gecesinde önce Burak isimli bineğe, bindirilerek Mescid-i Harâm'dan alınmış ve Mescid-i Aksa'ya götürülmüştür (İsrâ). Haminu Dramani Draman Haminu (d. 1 Nisan 1986, Gana), yaşındaki Ganalı millî futbolcudur. 2006 yılında Kızıl Yıldız'dan cüzi bir miktar karşılığı 20 yaşındayken Gençlerbirliği'ne geldi. Geldiğinde Gana millî futbol takımı adına 2006 FIFA Dünya Kupası'nda 22 Haziran 2006 tarihinde ABD takımına bir gol kaydeden ve takımda düzenli forma giyme fırsatı bulan Draman, 2007-2008 sezonuna girilirken takımın başına henüz bir haftadır geçmiş Ersun Yanal'dan habersiz Ruslarla görüşen İlhan Cavcav tarafından kısa bir süre içinde 3 milyon Euro karşılığında Lokomotiv Moskva'ya satıldı. Cavcav'ın bu satışı, futbolcunun gönderilmesine karşı olan Yanal tarafından uygun karşılanmamış ve transferin hemen sonrasında Yanal görevinden istifa etmiştir. Kerec Kerec (Farsça: كرج), İran'da Elburz Eyaleti'nin yönetim merkezi olan şehir. Tahran'ın 20 km batısında Elburz Dağları'nın eteklerindedir. 2005 sayımına göre nüfusu 1.377.450'dir. 2.452 km² yüzölçümüne sahip şehirdeki yapılaşma gün geçtikçe Tahran yönünde ilerleyerek bugün birleşme noktasına gelmiştir. Dilek Türker Dilek Türker, (d. 3 Şubat 1945, İstanbul). Türk tiyatro sanatçısı. 1964-1977 yılları arasında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda çalışmıştır. 1973 ve 1977 yıllarında iki defa en iyi oyuncu seçilmiştir . 1978'de Almanya'ya gitmiştir ve Goethe Enstitüsü'nden mezun olmuştur. "Sevdican" isimli oyunu Türkçe ve Almanca olarak; Almanya, İsviçre, Hollanda ve Avusturya'da oynamıştır. 1990'da Türkiye'ye dönerek Tiyatro AYNA'yı kurmuştur. 1990'dan 2005'e kadar çeşitli oyunlarda oynamıştır. "Kuvayi Miliye Kadınları" isimli oyunu Türkiye'nin birçok yerinde ve yurtdışında oynamıştır. 2005'te "Pir Sultan Abdal" adlı oyunda genel sanat yönetmenliğine başlamıştır. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. 2011 yılında verilen 15. Afife Tiyatro Ödülleri'nde Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü kazanmıştır. Sultan I. Murad Türbesi Sultan 1. Murat Türbesi veya Meşhed-i Hüdavendigâr (Arnavutça: "Tyrbja e Sulltan Muratit"; Sırpça: "Grob Sultana Murata" / "Гроб Султана Мурата"; Türkçe: "Meşhed-i Hüdavendigâr" veya "Sultan 1. Murat Türbesi"), Kosova’nın Priştine-Mitroviça yolu üzerinde Priştine’ye 6 km mesafede yer alır. Koordinatları Kuzey +42° 42' 6.84", Doğu +21° 6' 15.84" (Google maps için Koordinatlar 42.7019, 21.1044). Osmanlı Devleti padişahlarından Sultan I. Murad’ın savaşta yaşamını yitirmesinin sonrasında iç organlarının gömüldüğü yerdir. Yapı, Kosova’daki en eski Osmanlı mimarî eseridir. 14. yüzyılda inşa edilmiştir. Bugünkü bina 14. yüzyılda kurulan binanın aslı değildir. Birçok tahribat ve onarımdan geçmiştir. Yöre halkınca bölgede Türklük ve Müslümanlığın simgesi olarak kabul görür. Belgeler türbenin bugüne kadar birkaç tamir geçirdiğini göstermektedir. 1660 yılında Evliya Çelebi, Melek Ahmed Paşa’nın yanında olarak türbeyi ziyaret ettiklerinde, türbenin bakımsız olduğunu görmüşler. Bu yüzden türbenin tamiri için Ahmed Paşa, oradaki Müslüman halkına 1000 Akçe vermiş, türbenin temizlenmesi için getirttiği ustalarla, bir hafta içinde yüksek bir duvarla bir kapı yaptırmış ve çok sayıda çeşit meyve fidanı diktirmiştir. Ayrıca bir kuyu açarak pınar da yaptırmıştır. Türbeye bakmak için ailesiyle birlikte burada oturacak olan bir türbedar ve yeni kurulan vakfı denetlemek için, o civarda bulunan ileri gelen kişiler de nazır olarak oraya atanmışlardır. Türbe, 1845 yılında Serasker Hurşid Paşa emriyle temelden üste kadar onarım görmüştür. 1866 yılında yapılan bir tamiratta, türbe avlusundaki pınar yerine bir çeşme yaptırılmıştır. 1884 yılında esaslı bir şekilde onarılmış ve Sultan Abdülmecid’in bir beratı ile aslen Buharalı olan Hacı Ali, 300 Kuruş maaşla türbedar olarak atanmıştır. Türbeyi ziyaret edenlere dinlenme ve barınma yeri sağlamak için Sultan II. Abdülhamid’in vermiş olduğu emir üzerine iki katlı bir konak 1896 yılında tamamlanmıştır. Sultan II. Abdülhamid tarafından 1907 yılında türbe ve selamlık onarımdan geçirilmiştir. V. Mehmed Reşad, 16 Haziran 1911 tarihinde Kosova’yı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretten birkaç ay önce türbe onarılmış, avlusuna kesme taş döşenmiş, yeni bir çeşme (bugün mevcut olan) yaptırılmış ve türbenin bugünkü tamir kitabesi konulmuştur. 1912 yılında meydana gelen Balkan Savaşı’ndan sonra türbenin bakımını Sırbistan Hükümeti üzerine almış, dolayısıyla 1-14 Mart 1914 yılında İstanbul’da Türkiye ile Sırbistan arasında imzalanan barış antlaşmasının 10. maddesinde, türbenin bakımı ve bununla ilgili masraflar, Türkiye tarafından karşılanacak, denilmişti. I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle bu antlaşma yürürlükten kaldırılmıştı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, türbe devlet himayesi altına alınmıştır ve 1960-61 yıllarında es
aslı bir şekilde onarılmıştır. 1989 yılında I. Kosova Savaşı’nın 600’üncü yıldönümü kutlamaları nedeniyle, Yugoslavya devleti tarafından türbenin ve selamlığın onarımı da projelendirilmiştir. Ancak, onarım türbenin badanalanması şeklinde uygulanmıştır. 1992 yılında Kosova ziyareti sırasında türbeye gelen dönemin Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, türbenin hasara uğradığını bizzat tespit etmiştir. Ziyaret sonrasında Türkiye’ye döner dönmez, türbenin tamiri için Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Genel Müdür Yardımcısı Vekili Arkeolog Ahmet Ertekin ve Röleve Anıtlar Müdür Yardımcısı Vekili Yüksek Mimar Restorasyon Uzmanı Nurettin Serhad Akcan'ı görevlendirerek maddî destek sağlamıştır. Meşhed-i Hüdavendigâr’ın son onarımı, 2005 yılında yapılmıştır. Bu geniş çaplı onarım ile türbe bugünkü hâlini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı ve Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın işbirliği ile restorasyon Türkiye’nin finansman desteği ile gerçekleştirilmiştir. Çalışma türbe, selamlık ve avlunun esaslı bir onarımı şeklinde olmuştur. Kosova Ovası’nda meydana gelen savaşta Sultan I. Murad’ın öldürülmesi sonrasında ahşasının gömüldüğü bu yere Sultanın oğlu Sultan Yıldırım Bayezid’in emriyle türbenin ilk hâli yaptırılmıştır. Yüzyıllar boyunca araştırmacıların fırtınasına uğrayan türbe, tarihçesiyle, mimarî üslubuyla ve durumuyla bugüne kadar büyük ilgi görmüş ve hakkında çok sayıda yazı yayınlanmıştır. Meşhed-i Hüdavendigâr, Kosova’nın başkenti Priştine’nin kuzeybatısında konumlanır. Burası 1389 yılındaki I. Kosova Savaşı’nın yapıldığı muharebe sahasıdır; Kosova Ovası’dır. Türbenin yakınında Mescit köyü bulunur. Türbe, Priştine ile bir sonraki en büyük şehir olan Vıçıtırın yolu üzerinde, Priştine’nin altıncı kilometresinde yolun solundadır. Yapı, Türbedarlar sülalesinin bugünkü fertleri tarafından korunmaktadır. Türbe kompleksinin avlusunda, türbenin arkasında Türbedar ailesinin konutu vardır. Çok önemli bir ziyaret yeridir. Kosova'nın Balkan Savaşları neticesinde Osmanlı hakimiyetinden çıktıktan sonraki hali üzerine kendisi de aslen bu topraklardan olan Mehmet Akif Ersoy şu şiiri inşâd etmişti: Çanakkale Şehitleri Anıtı Çanakkale Şehitleri Anıtı, Çanakkale il sınırları içindeki Gelibolu Yarımadası'nda, Çanakkale Boğazı'nın ucunda Morto Koyu önündeki Hisarlık Tepe üzerinde yer alan anıt. 1915 yılında I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Savaşları'nda hayatını kaybeden Türk askerlerin anısına yaptırıldı. Dört ayak ve bir kubbeden oluşan 41,7 metre yüksekliğindeki yapı, Feridun Kip, İsmail Utkular ve Doğan Erginbaş tarafından tasarlanmıştır. Temeli 19 Nisan 1954 tarihinde atılmış ve 21 Ağustos 1960 tarihinde ziyarete açılmıştır. Yanında Mehmetçik Anıtı, Türk Bahçesi, Mustafa Kemal Çanakkale'de Anıtı, Yaralı Asker Anıtı, Meçhul Asker Kabri ve Türk Şehitliği bulunur. I. Dünya Savaşı'nda Gelibolu Yarımadası, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan birine sahne oldu. İngilizler’in 205 bin, Fransızlar’ın ise 47 bin zayiat verdiği savaşta Türk tarafının zayiatı konusunda farklı rakamlar ortaya çıkmıştır. 5. Ordu Komutanlığının Başkomutanlık Vekaletine sunduğu zayiat raporlarına göre Türklerin zayiatı toplamda 213.882’idr. Yoğun zayiat nedeniyle ölen askerlerin defnedilmesi her iki taraf adına da ciddi bir soruna dönüşmüştü. Dar bir alanda biriken ölüler, tek kişilik mezarlar yerine toplu mezarlara gömülmek durumunda kaldı. Mondros Mütarekesi'nin ardından İngilizler tarafından itibaren değişik mevkilerde yeni mezarlık ve abideler inşa edildi. Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türk hükümeti, I. Dünya Savaşında değişik nedenlerle ölen İngiltere, Fransa, ve İtalya askerlerinin bulunduğu mezarları ve adlarına dikilmiş abidelerin bulunduğu arazileri ilgili devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmayı kabul etti. İngilizler, işgal döneminden başlattıkları mezarlık ve abide sayısını Lozan Antlaşması sırasında otuza çıkardı. I. Dünya Savaşı sırasında Seddülbahir'de bir mezarlık inşa eden Fransızlar, 1930'a kadar yeni düzenlemeler yaptılar. Yeni Zelandalılar da 1919'dan itibaren kendi şehitlik ve abidelerini oluşturmaya başladı. Türk şehitler için ise uzun süre Gelibolu’da bir abide dikilemedi. Türk şehitler için abide dikilmesi konusunda bu dönemde atılan tek somut adım 1934'te Gelibolu'nun ilk Türk abidesi olma özelliğini taşıyan ve bölgede toplanan taşların üst üste konulmasıyla oluşturulan "Mehmet Çavuş Abidesi"'nin yeniden inşası oldu. Abidenin inşaatını Jandarma Er Okulu gerçekleştirdi. Çanakkale Şehitler Abidesi dikilinceye kadar Türk heyetlerinin bütün resmi törenleri bu anıtın olduğu yerde düzenlendi. 1943 yılında Millî Savunma Bakanlığı tarafından Çanakkale şehitleri için bir abide yarışması düzenlendi. 1944'te yapılan yarışmaya 37 proje katıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde öğrenci olan Feridun Kip, Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular’ın projesi yarışmayı kazandı. Mali imkansızlıklar yüzünden proje uzun süre hayata geçirilemedi. Çeşitli defalar meclis gündemine gelen konu, bir öğrenci kuruluşu olan Millî Türk Talebe Birliği'nin (MTTB) 1952 Nisan’ında Çanakkale Valiliği'ne ve hükümete başvurması sonucunda yeniden Türk kamuoyunun gündemine girdi. Başvuru Bayındırlık Bakanlığı tarafından kabul edildi ve çalışmalar başladı. Daha önce Millî Savunma Bakanlığı tarafından açılan yarışmada birinciliği kazanan projenin yapılması kararlaştırıldı. İnşaatın takibi ve organizasyonu için başkanlığını Emin Nihat Sözeri'nin yaptığı 9 kişilik ""Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi"" adıyla bir komite kuruldu. Abidenin Hisarlık Tepe'de yapılmasına, betonarme olarak inşasına ve üzerinin granit kaplanmasına karar verildi. Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi'nin yaptığı yardım çağrısı, büyük bir yardım kampanyasına dönüştü. İnşaatın temeli 17 Nisan 1954’te atıldı. Abide inşaatı aylar sonra İnşaatta kullanılan malzemelerin bozuk ve kalitesiz olduğunun tespiti üzerine durmuş, ihale feshedilmiştir. Yeniden ihale edilen inşaatın 1958 senesi Temmuz ayında bitmesi kararlaştırılmıştı. Ancak duraklama döneminde personel maaşları ödenmiş ve inşaat malzemelerinin fiyatları artmış olduğundan halktan toplanan yardım paraları 1957’de bitti. İnşaatın temel takviyesi yapılmış ve granit henüz 12 metreye kadar yükselmişti. Milliyet gazetesin muhabiri Necmi Onur’un inşaatın yarım kaldığına dair haberi ve gazetenin yazarı Refi Cevat Ulunay’ın yazıları üzerine kamuoyu konuya büyük ilgi gösterdi. Gazete, Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin bitirilmesi için 18 Ocak 1958 itibarıyla ülke çapında bir yardım kampanyası düzenlediğini duyurdu. Kampanya, Türk basınının diğer yayın organları tarafından da desteklendi. 100 bin liralık bir yardım toplama hedefiyle başlayan kampanya 18 Mart 1958’de son bulduğunda 1 milyon 686 bin 251 liralık hasılata ulaşılmıştı. Abidenin gövde inşaatı, 18 Eylül 1959 tarihinde tam olarak tamamlandı. Abidenin resmi açılışı, Anafartalar Zaferi'nin 45. yıl dönümüne denk gelen 21 Ağustos 1960 tarihinde gerçekleşti. Abidenin açılışını dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay yaptı. Abidenin bakım ve personel işleri, 1962 yılında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na devredildi. Orman Genel Müdürlüğü, Gelibolu yarımadasını 1973't "millî park" ilan etti. 1971 yılında İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth'in de bulunduğu bir törende abidenin altında bir savaş müzesi açıldı. Burada Çanakkale Savaşları'ndan kalma kalıntı ve dokümanlar sergilenmeye başladı. Savaş Eserleri Müzesi daha sonra "Kabatepe Müzesi"'ne taşınmıştır. Ana kaidenin ayaklarındaki rölyefler 2002 yılında tamamlanmış, 2004 yılında tören alanı ve sembolik şehitlikte değişiklikler yapılmıştır. 2005 yılında restorasyondan geçen anıt, 2007 yılında bulunduğu alana yeni şehitlik inşa edilmesiyle son şeklini aldı. Sembolik kabirlerde üzerinde şehitlerin isimleri yazan çift cam şeklindeki kabir taşları değiştirildi. Saydamlık ve yağış nedeniyle okunamaz durumdaki isimleri belirgin hale getirebilmek için camların arasına Türk Bayrağı motifli saydam olmayan plakalar yerleştirildi. Üzerinde 25x25 m kaide yer alan 4 ayak üzerine oturtulmuş olan yapının yüksekliği 41,7 metredir. Ayakların genişliği 7,5 metredir. Anıt tümüyle 62,5 metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Cüssesi ile izleyiciyi etkilemeye isteği görülen anıtın tasarımcısı, Roma döneminden beri kullanılagelen zafer takı formunun farklı bir yorumunu oluşturmaya çalıştığını ifade etmiştir. Uzaktan bakıldığında Mehmetçiğin "M" harfi şeklinde gözükmektedir. Abidenin tavan kısmına mozaikten Türk bayrağı işlenmiştir. Şeref holüne üzerinde Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Şehitlerine şiirinden bir dörtlüğün bulunduğu bir lahit taşı yer alır.Abidenin dört ayağında sekiz rölyef bulunmaktadır. Denize bakan dört tanesi deniz savaşlarını, karaya bakan dört tanesi de kara savaşlarını anlatır. Abidenin girişinin sol tarafında 1992 yılında yaptırılan sembolik şehitlik bulunur. Şehitliğin giriş kapısının hemen sağda Mustafa Kemal'in 1934 yılında yabancı askerlere hitaben yazdığı ve zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından Anzak Günü’nde okunan ünlü sözleri yer almaktadır. Newport, Galler Newport (Galce: Casnewydd-ar-Wysg) Birleşik Krallık'taki Galler ülkesinin şehir statüsünü taşıyan kentlerinden birisidir. Newport, "Usk Nehiri" kıyısında kurulmuş olup yaklaşık olarak Cardiff ile Bristol şehirleri arasında bulunmaktadır. Şehrin Galce ismi "Usk-Üzerindeki-Yeni-Kale"dir; ancak bu "yeni kale" 1840da demiryolu yapılırken yıkılmış olup, şimdi şehirde bulunan bir başka kaleye "Newport Kalesi" adı verilmektedir. 2002'de Kraliçe II. Elizabeth'in saltanatının 50. yıl "Altın Jubilesi" kutlaması dolayısla Birleşik Krallık'taki birkaç kente özel olarak "şehir statüsü" bahşedilmiş ve bunlar arasında Galler ülkesinde tek olarak Newport "şehir" statüsü kazanmıştır. "Newport" ismi şöyle ortaya çıkmıştır: Önceleri Usk Nehri üzerinde bulunan denizden daha uzakta bulunan Carleon Galler ülkesinin önemli eski limanı idi; ama
deniz ticareti için kullanılan gemilerin büyümesi nedeniyle ile Usk Nehrine girip nehirden Carleon'a gelmeleri imkânsizlaşmaya başlamış ve (şu anda Newport'ta "Nehir Sahili Sanat Merkezi" olan mahalde) yeni doklarla "yeni bir liman" (İngilizce "New Port") olan Newport şehri kurulmuştur. Newport özellikle 19. yüzyılda büyümüş ve Galler'de üretilen kömür ve demir cevherinin nakliyatı için en önemli liman olmuştur. Ayrıca Newport'da önemli Demir-Çelik fabrikaları da bulunmaktaydı. Özellikle Galler'de demir cevherinin bitmesi ile Newport'u demir cevher ithalat merkezi olmasına da neden olmuştur. 20. yüzyıl ortasında devletleştirilmiş olan British Steel şirketinin, sonra özellestirilmiş Corus şirketinin, çok büyük ince çekilmiş çelik levha fabrikası doğu Newport'ta "LLanwern Fabrikası" adı ile bulunmaktaydı. Ancak 20. yüzyıl sonlarında ve 21. yüzyılda Birleşik Krallık'ın özellikle otomotiv endüstrisinden ve bu nedenle çelik üretiminden çekilmesi ile "Llanwern"'de çelik üretimi sona ermiş ve ince çekilmiş çelik levha üretimi de azalmıştır. Newport şehri tek-seviyeli-yerel-idare sistemine uygun olarak "Newport Şehri Yerel Idaresi" tarafından idare edilmektedir. Birleşik Krallık 2002 Nüfus Sayımı'na göre Newport şehrinin nüfusu 140.100; fakat yörel idare alanı içinde bulunan kentleşmiş olan bölge nüfusu 116.143'dur ve böylece Galler ülkesinin üçüncü büyük şehridir. Newport şehri sakinlerine "Newportian"lar adi verilmektedir. Yine ayni kaynağa göre nüfusun %71,9'u Hıristiyan, %2,6si Müslüman ve %1 Hindu, Budist ve diğer dindedir; %8'1 ise din hakkındaki sayım sorusuna yanıt vermemişlerdir. Şehirde 50yi aşkın kilise, 7 camii ve 1 havra bulunmaktadır. Şehrin birçok mahallesi ve sanayi bölgeleri genellikle deniz seviyesinin biraz üstünde duz arazide, çok defa kurutulmus batakliklardan kazanilan arazi üzerinde, kurulmuştur; ancak doğuda bazı küçük tepeler de bulunmaktadır. şehrin varoşları sehre gelen yollar etrafında genişlemis ve bu nedenle şehrin haritada belli bir geometrik sekil göstermiyen carpik bir gorunusu bulunmaktadır. Bu gelişip genişleyen varoşlarda büyük otomobil parkları olan alisveris merkezleri kurulmuştur. Birlesik Krallık Ulusal Istatistik ofisinin yeni hazırladığı "Calisma Alanlarina Seyahat" istatistiklerine göre Newport "Monmouthshire" vilayetinin hemen tumu için bir istihdam merkezidir. Newport şehrinde uc değişik çalışma merkezi bulunmaktadır: şehir merkezi, doğuda M4 otoyolunun 24 numarali kavsagi etrafi ve ayni M4 otoyolunun batıda 28 numarali kavsagi etrafi. Newport'un en büyük isvereni devlettir. Cesitli Ingiliz hukumetleri devlet idaresini Londra'dan dağıtma politikasi uygulamışlar ve Birleşik Krallık için önemli devlet daireleri Newport'ta yerleskelenmiştir. Bunlar arasında ulkenin güney ve batısi için "Pasaport Ofisi" kismi, "Hayirlar Komisyonu" merkezi, "Britanya Kizilhac" merkezi, eskiden adi "Patent Ofis" olan "Birlesik Krallik Zihinsel Mulkiyet Ofisi" ve "Majesteler'nin Tutuklama Hizmetleri (HM Prison Service)"'in ortak ikmal merkezi bulunmaktadır. Idari ve üretim merkezleri Newport'ta bulunan büyük özel şirketler olarak "Galler ve Bati Elektrik" Şirketi, "Panasonic" ve "Internatioanal Rectifier" sayılabilir. Şehirdr birçok sayıda orta ve küçük sanayi, perakende satis ve hizmet sektoru şirketleri de bulunmaktadır. Son on yılda Newport önemli üretim merkezlerini de kaybetmiştir. Bunlar arasında "LG Group" için insa edilen sanayi parkında eletronik malzeme üretimi fabrikasi butun yatirim yapıldıktan sonra kismen acilip sonradan kapatilmiştir. Son yüzyılda British Steel (ozellestirilince Corus) tarafından acilip işletilen doğu Newport'ta Llanwern'de bulunan büyük celik üretim ve bundan ince celik levha cekimi fabrikasında 2001de celik üretimi kismi büyük issizlik yaratacak sekilde kapatilmis; fabrika sadece azalmis hacimde ince celik levha üretimine yonelmiştir. Ozellikle büyük sanayilerini kaybetmis olan Newport şehri yörel idaresi yeni bir "tekrar gelişme" ve "rejenerasyon" plani "Newport unlimited" adi altında hazırlamış ve uygulamaya başlamıştır. "Newport unlimited" gelişme ana planin ilk etabında şehrin içindeki yol ve ulasim sistemi, yeni kopruler dahil, geliştirilmiştir. Newport şehri cesitli ulasim sistemleri için merkez olmaktadır. M4 otoyolu şehir merkezinin yaklaşık 1,5 km yakınan gelir ve Newport şehrine (numaraları 24-28 arasında buluna) alti değişik kavsak ile bağlıdır. Diğer önemli karayollar A467, A4045 ve A449 olup güney-kuzey eksenli cift seritli yollardır. Londra'yi Cardiff'e bağlayan özel "Great Western"' demiryolunun ana hatti şehrin ortasından gecmekte Newport Tren Istasyonu önemli bir durak olmaktadır. Newport'u İngiltere'nin güney ve güney-batı sahillerine ve Galler ülkesinin kuzeyine bağlayan demiryollarını diğer özel şirketler işletmektedir. Newport "Nehir Sahili Sanat merkezi" adi verilmis olan yeni ve özel hedefe uygun olma planli ile bir sanat merkezi ve tiyatro'ya sahiptir. Bu merkezde "Dolman Tiyatrosu" faailyet göstermektedir. Şehirde birçok heykel, anit, mozaik, duvar resmi ve halkin görebileceği sanat eserleri bulunmaktadır. İki tane muze ("Newport Muzesi", ve Caerleon'da "Romalı Lejyoner Muzesi") vardir. Her Temmuz'da Carleon'da bir festival ve Romalı'ları anma gösterileri yapılmaktadır. Şehirde popüler müzik konserleri düzenleyen "Newport Şehri Arenası" ve "Newport Boş Zaman Geçirme Merkezi" adlı iki konser salonu vardır. Şehirde bulunan birçok pub, bar ve gece kulübü hareketli bir gece hayatı oluşturmaktadır. Newport şehri içinde cesitli amator spor tesisi bulunmaktadır; ornegin Newport'taki "Newport Uluslararasi Spor Koyu"nde ulkede pek esi bulunmayan kapali bisiklet sporu velodromu bulunmaktadır. Profesyonel spor olarak "Newport Rugbi Futbol Klubu"'nun tarihi galibiyetleri hala konusulmakla beraber son yillarda rugbi oyunu reorganizasyonu dolayisiyla onemini kaybetmistir. Ayni sekilde 49 sezon ana Ingiltere Lig'inde oynayan "Newport County" futbol kulübu ligden atılmış ve bir bölgesel futbol takımı haline girmiştir. "Newport Unlimited" gelişme planına göre yeni bir spor stadı yapılacaktır. Newport'ta Wales Üniversitesi'ne dahil (Caerleon'da ve Allt-yr-yn'da) iki kampüs bulunmaktadır. Şehir merkezinde yeni bir üniversite kampüsü kurma "Newport Unlimited" gelişme planına dahil edilmiştir. Bu kampüslerde en önemli ve iyi bilinen bölüm "Newport Sanat, Medya ve Tasarım Okulu"dur. Halen Newport'un resmen dört şehirle kardeş şehir bağlantısı bulunmaktadır: Dânişmendnâme Dânişmend Gazi Destanı'nın yazılışını üç aşamada incelemek gerekmektedir. Eser, üç ayrı müellif tarafından farklı yüzyıllarda kaleme alınmıştır. İlk olarak, Mevlânâ İbn-i Ala tarafından II. İzzeddin Keykavus zamanında, yine onun emriyle H.642/M.1244-45 tarihinde te'lif edildiği tahmin edilmektedir. Bugün elimizde bulunan Dânişmend Gazi Destanı nüshaları, Tokat Kalesi dizdarı Arif Ali tarafından, Mevlânâ İbn-i Alâ'nın te'lif ettiği eser yeniden kaleme alınarak vücut bulmuştur. İkinci konusunda da kesin bir tarih yoktur. Ancak birçok araştırmacı H.762/M.1360-61 tarihinde, yani I. Murat devrinde kaleme alındığı konusunda birleşir. Eserin üçüncü safhası ise XVI. yüzyıl tarihçilerinden Gelibolu'lu Mustafa Alî'nin Mirkatü'l-cihâd'ı dır. Gelibolulu, adı geçen eserini, Arif Ali'nin kaleme aldığı Dânişmend Gazi Destanı'nın nüshalarından birini esas alarak yazmıştır.. Hem tarihi olayların hem de metinlerin yazıya geçirilişi açısından Dânişmend Gazi Destanı, Battal Gazi Destanı ve Saltık Gazi Destanı zincirinin ikinci halkasını oluşturur. Dânişmend Gazi Destanı, Battal Gazi Destanı'nın tamam olduğunu, Battal Gazi ve gaza arkadaşlarının ebediyete intikal ettiğini bildiren cümlelerle başlar. Eserin şimdiye kadar on dokuz nüshası tespit edilmiştir. Arif Ali'nin kaleme aldığı Dânişmend Gazi Destanı Oğuzcanın Anadolu'da hakim duruma geçtiği yıllarda yazılmıştır ve oldukça sadedir. Dânişmend Gazi Destanı, on yedi meclisten oluşan büyük bir eserdir. Eserde bulunan meclisler müstakil olmakla beraber birbirinin devamı niteliğindedir. Yani konular hep birbirini takip etmektedir ve meclislerin tamamı bir bütünü oluşturmaktadır. Baştan sona kadar nazım-nesir iç içe olan eser, bu yönüyle incelendiğinde türünün diğer örnekleri olan Battal Gazi Destanı ve Saltık Gazi Destanı'ndan farklılık gösterir. Başta Paris olmak üzere, eserin bazı nüshaları Dânişmend Gazi'nin Malatya'dan fetihler yapmak için çıkış tarihini, hicrî 360 yılı, Recep ayının bir Cuma günü olarak gösterir. Bu, miladi takvimde 971 yılına rastlar. Bu tarihte Malatya'dan Türklerin sefere ordu çıkaracak kadar nüfusa sahip olmadığı aşikârdır. Bu yanlışlık Muallim Cevdet ve diğer bazı nüshalarda gün ve ay aynı olmakla beraber hicrî 460 olarak düzeltilmiştir. Bu tarih ise Miladi takvimde 1068 yılına rastlamaktadır. Bu, İbn-i Ala ve Arif Ali'nin yazdığı eserlerde de 460 geçtiğini düşündürmektedir. 1068 tarihi gerçeklere de uymaktadır. Bundan sonra destanda hiç tarih geçmez. Ancak eserde zaman, vak'a ve mekân ilişkileri müellif tarafından ustalıkla gösterilmiştir. Bu ilişkiler iyi bir incelemeye tâbi tutulduğunda zaman ve tarihlerin gerçeğe uyup uymadığı konusunda araştırma yapılabilir. Eserin sonunda, Selçuklular'ın tahtında Sultan Rükneddin'in bulunduğu kaydedilmiştir. Bu da tarih olarak 1262 ile 1266 yılları arasına rastlamaktadır. Dolayısıyla destan yaklaşık 200 yıllık bir dönemi içermektedir. Dânişmend Gazi Destanı'nda olayların geçtiği rivayet edilen mekânların tamamının gerçek olduğu söylenebilir. Diğer Anadolu destanları Battal Gazi Destanı ve Saltık Gazi Destanı'nda olduğu gibi efsane ve masal ülkelerine ya da mekânlarına rastlanmaz. Yer isimleri incelendiğinde olayların tamamının Anadolu'da geçtiği görülür ve büyük bir kısmı da tarihi olaylarla uyumludur. Malatya'dan fetihler yapmak için harekete geçen Türk ordusu; Kayseri, Ankara ve Kastamonu çizgisinin kuzeyinde kalan ve Karadeniz'e kadar olan kısmı fetheder. Destanda bu bölge içerisinde bulunan şehirleri ve diğer bazı yerleri eski ve yeni ismimlerle kaydetmekle ve günümü
ze ulaştırmıştır. Bu coğrafya içinde kalan Sivas, Tokat (Dükiyye), Kayseri (Kayseriyye), Kastamonu (Kastamonuyye vaya İsneboliyye), Bolu (Boliyye), Çorum (Yankoniyye), Gömenek (Sisiyye), Amasya (Amasiyye ve Haraşna), Canik, Osmancık (Eflanus), Ankara (Engüriyye veya Ma'muriyye), Gümüşhacıköy (Gümüş şehri), Niksar (Harsanosiyye), Karahisar, Zile (Karkariyye), Turhal (Kaşan), Malatya (Malatiyye), Çankırı(Mankuriyye), Sinop (Sinobiyye), Samsun (Samiyye), Anadolu (Rum) bizzat hâdiselerin geçtikleri yer veya yerler olarak defalarca zikredilir. Bu coğrafya dışında kalan İstanbul (Kostantiniyye)'un zaman zaman zikredilmesi, buranın Türkler tarafından fethedilmesi hayalinin tarihi seyrinin bir parçasıdır. Zaman zaman daha da ayrıntıya inilerek bu şehirler içinde bulunan ve olayların geçtiği yerlerdeki kale, ve köylerin isimlerini verir. Özellikle Tokat ve Tokat'a yakın olan yerlerde olan olaylar anlatılırken çok ayrıntıya inilir ve mekânların tasvirlerini yapılar. Yalnızca Tokat'a mahsus bu ayrıntıyı müellifin bu bölgeden olmasına veya buraları iyi tanımasına bağlamaktayız. Ayrıca bu bölgede bulunan akarsuları, dolayısıyla Kızılırmak ve Yeşilırmak'ı eski ve yeni isimleriyle zikreder. Horasan, Bağdat, Halep ve Şam ise Türklerin ilişki içerisinde bulunduğu mekânlardır... Fatma Ekenoğlu Fatma Ekenoğlu (d. 1956, Baf), Kıbrıs Türkü politikacı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi eski başkanıdır. 1956 yılında, Baf’ın Altıncık Köyü’nde doğan Ekenoğlu, 1983 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İhtisasını 1988 senesinde aynı fakültenin İç Hastalıkları bölümünde yapan Ekenoğlu, 1994'e kadar kendi muayenehanesinde, o tarihten sonrasında ise Cengiz Topel Hastanesi'nde çalıştı. 1993 yılında politikaya atılmaya karar veren Fatma Ekenoğlu, 1993 erken genel seçimlerinde CTP Lefkoşa bölgesinin son sırasından aday oldu ama meclise giremedi. 6 Aralık 1998 genel seçimlerine yine Cumhuriyetçi Türk Partisi’nden bu kez yeni açılan Güzelyurt bölgesinden seçime girdi ve milletvekili seçilmeyi başardı. Başarısını 14 Aralık 2003 genel seçimlerinde de tekrarlayan Ekenoğlu, 14 Ocak 2004 tarihinden 6 Mayıs 2009 tarihine kadar Cumhuriyet Meclisi Başkanı olarak görev yaptı. Evli ve iki çocuk annesidir. Mordehay Vanunu Mordehay Vanunu (14 Ekim 1954 - ) (vaftiz adı: "John Crossman"). 1986 yılında İngiliz Sunday Times gazetesine İsrail'in gizli nükleer silah programını açıklamasının ardından 30 Eylül 1986 tarihinde Roma'da Mossad ajanlarınca bayıltılarak İsrail'e kaçırılan ve vatana ihânet suçundan yargılanıp 18 yıl hüküm giyen İsrailli nükleer teknisyen. Aşkelon cezaevinde 18 yıl hapis yatan Vanunu, 21 Nisan 2004 tarihinde serbest bırakıldı. Vanunu, 1954 yılında Sefarad Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak Fas'ta doğdu. Vanunu'nun babası bir haham idi. 1963 yılında Vanunu'nun ailesi, Fas'ta Yahudi düşmanlığının yaygın olduğu bir dönemde dönüş yasası sayesinde İsrail'e göç etti. O dönem dokuz yaşında olan Vanunu'nun dört erkek ve bir kız kardeşinin yanı sıra İsrail'de altı kardeşi daha bulunuyordu. Ailesi Beerşeba'ya yerleşen Vanunu, radikal ortodoks bir ilkokula yazıldı. Daha sonra Bnei Akiva Yeshiva lisesine girdiyse de eğitimini orada tamamlamadı. 1971 yılında İsrail Savunma Kuvvetleri'nde göreve çağrıldı. Vanunu, 1973 Arap-İsrail Savaşı'na tanık oldu ve 1974 yılında görevini tamamlandıktan sonra, Tel Aviv Üniversitesi'nde fizik eğitimi almaya başladı. İki sınavında yaşadığı başarısızlığının ardından üniversitedeki ilk yılının bitimiyle üniversiteyi bıraktı. İsrail'in güneyinde dokuz yıl Dimona nükleer santralinde görev yaptı. Vanunu, 1986 yılında İngiliz Sunday Times'la irtibat kurdu ve Dimona'da çalışan bir teknisyen olduğunu ve bazı şeyleri açıklamak istediğini söyledi. İsrail'in Dimona nükleer reaktörüyle ilgili fotoğraf ve bilgileri İngiliz Sunday Times gazetesine sızdıran Vanunu, o sıralar Londra'da tanıştığı ve samimi bir arkadaşlık kurduğu Cheryl Bentov (‘Cindy’ kod adı) adlı istihbarat görevlisi tarafından beraber Roma'ya gitmeye ikna edildi. Cheryl Bentov tarafından ikna edilen Vanunu, Sunday Times'da haberin çıkmasından kısa bir zaman önce aldatılarak götürüldüğü Roma'da İsrail gizli servisi tarafından bayıltılıp kaçırıldı. Gazete haberi 5 Ekim 1986'da ""Revealed: The Secrets of Israel's Nuclear Arsenal"" "("İsrail'in Nükleer Silahları Hakkında Bilinmeyenler Ortaya Serildi")" manşetiyle yayınladı. Vanunu, İngiliz Sunday Times gazetesine İsrail'in güneyinde dokuz yıl görev yaptığı Dimona nükleer santraliyle ilgili bilgi sızdırdığı gerekçesiyle 1986 yılında vatana ihanet ve casusluk suçlarından ötürü 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Vanunu, hapis hayatının uzun bir zamanını diğer mahkûmlardan izole edilerek tek başına bir hücrede geçirdi. Hristiyanlığı seçen Vanunu, 1997'de 42 yaşındayken ABD'li Nick and Mary Eoloff çiftinin yasal himayesine girdi. Mary Eoloff, Vanunu hakkındaki ilk izlenimlerini: ""O kadar yaşlı gibiydi ki, onu gördüğümde, böyle görüşmemizin insanlık dışı olduğunu düşündüm. Akvaryumdaki bir balık gibiydi"" sözüyle aktarmıştır. ""Dimona: The Third Temple? The Story Behind the Vanunu Revelation."" kitabının yazarı Mark Gaffney'in anlattıklarına göre, Vanunu'nun ilk ayları küçük karanlık bir odada geçti. Yerdeki bir şiltenin üzerinde kâh uyuyarak, kâh uyanık; sorgulanarak. Sorgulayanlar Vanunu'nun kimliğini gizlemek istiyordu. Bıyık bırakmaya, akıl hastalarının giydiği tipte bir kep giymeye zorlandı. Adını bile değiştirmeye çalıştılar: "David Enosh". Notlar: Forrest Gump Forrest Gump, 1986 yılında Winston Groom tarafından aynı adla yayımlanan romandan esinlenerek çekilmiş, 1994 yapımı epik, romantik, komedi-drama dalında bir filmdir. Robert Zemeckis tarafından çekilmiş ve Tom Hanks, Robin Wright, Gary Sinise ve Sally Field başrol oyunculuklarını yapmıştır. Film, öğrenme güçlüğü yaşayan ancak atletik olarak inanılmaz yeteneklere sahip Forrest Gump'ın, doğum yılı olan 1944 ve 1982 yılları arasında gerçekleşmiş, bazen sadece gözlemlediği, bazen de başkalarına ilham verdiği 20. yüzyılın dönüm noktası olaylarını betimler. Film, esinlenilerek çekildiği Winston Groom'un romanından, Forrest'ın kişiliği ve ele alınan bazı olaylar yönünden farklıdır. Başta Georgia olmak üzere, Kuzey ve Güney Carolina'da, 1993 yıllının sonlarına doğru çekilmiştir. Filmin kahramanını eski arşiv görüntülerine dahil edebilmek ve bazı sahneleri çekebilmek için, gelişmiş görsel efektler kullanılmıştır. Ele alınan sahneleri daha iyi anlatabilmek için, dönemlerin ruhuna uygun kapsamlı bir müzik arşivi kullanılmıştır. Film müziğinin ticari baskısı, dünya genelinde 12 milyondan fazla satarak en fazla satan albümler sıralamasına girmiştir. Forrest Gump, Amerika Birleşik Devletleri'nde gösterime girdiği 6 Temmuz 1994 tarihinde ciddi ölçüde övgü aldı ve Paramount Yapım’ın o sene başında Viacom'a devrinden itibaren en yüksek başarıyı elde etti ve Kuzey Amerika'da gösterime girdiği yıl en yüksek hasılaya ulaşarak ciddi bir ticari başarıya ulaştı. Film gösterimde kaldığı süre boyunca dünya genelinde 677 milyon dolar hasıla üretti. Yine Akademi Ödüllerinde en iyi görüntü, Robert Zemeckis en iyi yönetmen, Tom Hanks en iyi aktör, en iyi uyarlanmış görüntü, en iyi film efektleri ve en iyi yönetmen dallarında ödül aldı. Film aynı zamanda Altın Küre Ödülü ve People’s Choice Award ve Genç Aktör Ödülleri gibi ödüller aldı veya bunlara aday gösterildi. Filmin gösterime girişiyle birlikte, oyuncular ve betimlediği politik semboller hakkında pek çok yorum yapıldı. 1996 yılında, filmde bahsedilen Bubba Gump Karides Şirketi kuruldu ve dünya genelinde çeşitli şubeler açtı. Ülke genelinde çekilen sahneler gerçek hayattaki kahramanların izlerini taşır. 2011 yılında Kongre Kütüphanesi, Forrest Gump’ın Birleşik Devletler Ulusal Film Kayıtlarında korunması gereken kültürel, tarihi ve estetik bir film olarak seçti. Forrest otobüs durağında beklerken, kendisiyle aynı bankta oturan yabancılara hayat hikâyesini anlatmaya başlar. Hikâyesi, Forrest henüz bir çocukken kambur olan sırtını düzeltmek için taktığı ve diğer çocukların zorbalık yapmalarına neden olan bacak aparatlarını anlatmasıyla başlar. Annesi Alabama’da Greenbow bölgesindeki evlerini pansiyon olarak işletmektedir ve Forrest evlerininde bir müddet konaklayan Elvis Presley(Peter Dobson)’e hip-swinging dansını öğretir. Okul hayatının ilk gününde okul servisinde görür görmez aşık olduğu ve ileride de en iyi arkadaşı olacak olan Jenny’e rastlar. Kendisine zorbalık yapanlardan kurtulmaya çalıştığı bir gün, bacağındaki aparatlar kendiliğinden ayrılır ve orta seviyede ki zekasına rağmen yüksek hızda koşabildiğini görür; bu sayede Alabama Üniversitesi'nden burs kazanır. Üniversite yıllarında, George Wallace’nin Stand in the School House Door(zencilerin okula girmemesi için okul kapısında bekleyerek gerçekleştirdiği eylem)’e tanıklık eder, Amerikan futbolu oynamaya başlayıp ün kazanır ve bu sayede Başkan John F. Kennedy ile tokalaşma imkanı bulur. Forrest, üniversiteden mezun olduktan sonra, daha sonraları birlikte karides işine girmek üzere anlaştıkları Benjamin Buford Blue(Mykelti Williamson), yani “Bubba” ile arkadaş olacakları Birleşik Devletler Ordusuna katılır. Forrest ile Bubba birlikte o esnalarda savaşın hüküm sürdüğü Vietnam’a gönderilirler ve devriye gezdikleri bir gün pusuya düşürülürler. Forrest, müfreze komutanı teğmen Dan Taylor(Gary Sinise) ile birlikte dört kişiyi kurtarır; fakat Bubba ölür. Forrest ise bu esnada kalçasından vurulur ve üstün cesaretinden ötürü Başkan Lyndan B. Johnson’dan şeref madalyası alır. Tedavisi esnasında Forrest, aldığı yaralardan ötürü bacağı diz kapağının altından kesilen teğmen Dan ile tekrar karşılaşır. Teğmen Dan, kendisini kurtararak sakat kalmasına neden olduğu ve kaderinin önüne geçtiğini, kendisinin de ataları gibi savaşta ölmesi gerektiğini düşündüğü için, kendisini kurtaran Forrest’a kızgındır. Forrest, Washington’dayken National Mall’de savaş karşıtı bir gösteriye istemeden katılır ve orda Jenny ile karş
ılaşır. Birlikte tüm gece dolaşırlar fakat Jenny ertesi gün ağzı bozuk erkek arkadaşına geri döner. Forrest bir ara pinpon oynamadaki yeteneğini keşfeder ve Birleşik Devletler Ordu Takımında oynamaya başlar, hatta Çin takımına karşı oynanan bir dostluk maçında görev alır. Ardından Beyaz Saraya tekrar çıkar ve Başkan Richard Nixon ile tekrar bir araya gelir, Başkan Gump’a Watergate Oteli’nde bir oda ayarlar, Gump burda Watergate Skandalının ortaya çıkmasına istem dışı olarak yardımcı olur. Elde ettiği sayısız başarıdan ötürü John Lennon ile birlikte The Dick Cavett Show’a katılır ve burda Lennon’un “Imagine” şarkısına esin kaynağı olur. Forrest hayattan umudunu kesmiş, içki müptelası haline gelen teğmen Dan ile tekrar karşılaşır. Dan, Forrest’ın karides işine girme planlarını küçümser ve bu işe girerse kendisinin ilk elemanı olacağına dair alaycı bir şekilde söz verir. Bu esnada Jenny kendi hayatını mahvedecek bir çizgide ilerlemektedir; sayısız erkekle zaman geçiren bir eroin bağımlısı haline gelmiştir hatta bir seferinde intihar etmeyi düşünür. Forrest ordudan ayrıldıktan sonra pinpon reklamından kazandığı parayla Bubba’ya askerdeyken verdiği sözü tutarak bir karides teknesi alır ve adını Jenny koyar. Komutan Dan de sözünü tutarak Forrest’ın yanına gelir ve ilk çalışanı olur. Başlarda karides işinde şansları pek yaver gitmez; fakat Carmen kasırgasının diğer teknelere zarar verip rekabeti ortadan kadırmasıyla birlikte Bubba Gump Karides Şirketi büyük bir başarı elde eder. Kasırga esnasında Tanrıyla barışan komutan Dan, sonunda Forrest’a hayatını kurtardığı için teşekkür eder. Daha sonra Forrest hastalanan annesi için eve geri döner ve bir süre sonra annesi vefat eder. Forrest şirketi Dan’in yönetimine bırakır ve o da daha sonraları tüm servetini kendilerini milyoner edecek bir meyve şirketine (Apple Company)’e yatırır. Forrest, Bubba’nın annesine, bayılmasına ve düşük ücretle çalıştığı işi bırakmasına neden olacak hatırı sayılır bir miktar içeren çek verir. Jenny, Forrest’ın yanına geri döner ve bir müddet onunla kalır. Forrest Jenny’e evlenme teklif eder fakat Jenny reddeder. Birlikte geçirdikleri gecenin ardından Jenny ertesi gün sessizce evden ayrılır. Forrest bir miktar koşmaya karar verir fakat koşusu batı sahilinden doğu sahiline uzanan bir maratona dönüşür. Koşu esnasında Forrest’ın pek çok takipçisi olur ve iflas etmiş pek çok girişimciye de esin kaynağı olur. Bir gün koşmayı aniden bırakır ve evine döner. Jenny’den kendisini ziyaret etmesini isteyen ve hayatını bankta anlatmasına neden olan bir mektup alır. Buluştuktan kısa süre sonra, kendisi gibi Forrest adında bir oğlu(Haley Joel Osment) olduğunu öğrenir ve Jenny kendisine bilinmeyen bir virüsün bulaştığını söyler. Bu sefer evlenme teklifini Jenny yapar, Forrest kabul eder; Alabama’ya küçük Forrest ile dönerler ve evlenirler. Düğün törenine protez bacak kullanmaya başlayan teğmen Dan de nişanlısı ile birlikte katılır. Jenny kısa bir süre sonra ölür. Forrest, okulun ilk gününde küçük Forrest’ı okul servisine bindirmek için, kendisinin de okula ilk başladığında annesinin oturduğu ağaç kütüğünün üzerine oturarak bekler, bu esnada kitap ayracı olarak kullandığı kuş tüyünün rüzgarda uçuşmasını izler. Film, Winston Groom’un 1986 yılında piyasaya sürülen romanına dayanmaktadır. Gerek filmde gerekse romanda ana karakter Forrest Gump’tır. Ancak film genel olarak kitabın ilk on bir bölümünü içerir ve Bubba Gump Karides Şirketinin kurulması, filmin sonundaki Forrest’ın oğluyla buluşması sahnelerini atlar. Romandaki bazı bölümlerin atlanmasına rağmen, bacak destek aparatlarını kullanması ve Amerika Birleşik Devletleri'ni boydan boya koşarak geçmesi gibi bazı sahneler eklenmiştir. Filmde ayrıca Gump’ın ana karakter ve kişiliği de değiştirilmiştir. Robert Zemeckis yönetmen olarak seçilmeden önce iki yönetmene daha teklifte bulunulmuştur. Terry Gilliam teklifi direkt reddetmiştir. Barry Sonnenfeld başlarda teklifle ilgilenmiş ancak sonradan Addams Family Values filmini çekmek üzere ayrılmıştır. Çekimler 1993 yılı Ağustos ayından, aynı yılın Aralık ayına kadar devam etmiştir. Her ne kadar film setinin çoğu Alabama’da kurulsa da, film çekimleri genelde Beaufort, Güney Carolina ile Virginia ve Kuzey Carolina’nın kıyı kesimlerinde, filmin koşu sahneleri ise Blue Ridge Parkway’de çekilmiştir. Filmdeki Greenbow kasabasının çarşı merkez çekimleri ise Güney Carolina’nın Varville bölgesinde gerçekleştirilmiştir. Forrest’ın çatışma anında koşarken ki görüntüleri ise Güney Carolina’daki Fripp Adasında çekilmiştir. Yine filmin bazı bölümleri Biltmore Estate, Ashaville’de, New York’ta ve New York yakınlarındaki Blue Ridge Parkway’de çekildi. Gump’ın film seti olarak kullanılan iki katlı beyaz evi “Gump House” ise, Güney Carolina’daki Combahee Nehri yakınlarında inşa edilirken, yine yakınlardaki bir alanda ise Curran’ın evi ve Vietnam ile ilgili sahneler çekildi. Savaş sahnelerinde, ortamı Vietnam’a daha çok benzetebilmek amacıyla yirmiden fazla palmiye ağacı kullanıldı. Forrest Gump hayat hikâyesini, Georgia Savannah’taki Chippewa Square’de, bir otobüs durağındaki banka oturarak anlatmaya başladı. Üniversite sahneleri ise Los Angeles’taki Güney Carolina Üniversitesinde çekilmiştir. Ken Ralston ve ekibi Indistrual Light&Magic şirketi, filmin görsel efektlerinden sorumluydu. Bazı sahnelerde CGI tekniğini kullanılarak, Gump’ın o anda hayatta olmayan kimselerle bir araya gelip, el sıkışması sağlandı. Tarihsel figürlerin seslerini kaydedebilmek için, seslendirme sanatçıları istihdam edilmiş ve yeni diyaloglardaki ağız ve yüz mimiklerini oluşturabilmek için özel efektler kullanılmıştır. Eski televizyon görüntülerinin içine Tom Hanks’i yerleştirebilmek için, chrome key, image warping, morphing ve rotoscoping teknikleri kullanılmıştır. Yine sahnelerden birinde, Gump, Bubba’yı arka planda napalm bombaları patlarken taşımaktadır. Bu sahnenin çekiminde önce dublörler kullanılmış, daha sonra Hanks ve Williamson’ın sahnesi çekilmiştir. Hanks’in Williamson’ı taşıyabilmesi için tel üzerinde kayan bir çengelli halat kullanılmıştır. Önce taşıma sahnesi çekilmiş, daha sonra ise patlama sahneleri çekilerek, patlama esnasında koşuyormuş gibi gösterilmiştir. Rol gereği Gary Sinise’nin kesilen bacaklarının görünmemesi için, bacakları mavi bir bezle sarılmış ve sonra Gary Sinise’nin göründüğü her sahnede bacak kısımları CGI tekniğiyle boyanmıştır. Washington DC.’deki Lincoln Anıtı ve Reflecting Pool’da düzenlenen bir barış gösterisinde, Jenny ve Forrest’ın buluşma görüntülerinde ise, kalabalık oluşturabilmek için görsel efektler kullanılmıştır. İki günden fazla süren çekimlerde, 1500’ün üzerinde ekstragörüntü kullanılmış ve her çekimin ardından insanların yerleri değiştirilerek farklı kamera açıları ile tekrar çekim yapılmıştır. Bilgisayarların da yardımıyla bu görüntüler çoğaltıldı ve yüzbinlerce kişiden oluşan bir kalabalık oluşturuldu. Film hakkında genelde pozitif görüş bildirilmiştir. Rotter Tomatoes, 63 kişiden %71’inin film hakkında pozitif geri bildirimde bulunduğunu belirtmiştir.Yine normalleştirilmiş oylama sistemi kullanan Metacritic ise 19 izleyiciden %82’sinin pozitif oy kulladığını söylemiştir. Chicago Sun-Times’dan Roger Ebert, “Filmden önce Forrest Gump gibisiyle hiç karşılaşmadım ve hatta Forrest Gump gibi bir film hiç izlemedim. Aslında filmi açıklamaya çalışmak, onu olduğundan daha bilindik türden gösterebilir; ancak yine de bir şeyler söylemek gerekirse, bence film komedi türünde. Drama da olabilir, sadece bir hayal de. Eric Roth tarafından yazılan senaryo, modern kurgunun karmaşasını barındırıyor. Komedi ve hüzün arasında nefes kesici bir denge; insanı kahkaya boğacak ya da acı gerçeklerle yüzleştirecek bir senaryo…Ne fantastik bir film.” 55 miyon dolarlık bir bütçe ile üretilen film, ülke içinde 1,595 salonda gösterime girdiği ilk hafta, 24,450,602 dolarlık bir hasıla üretti. Senaryo yazarı ve danışman Jeffry Hilton, filmin ilk kopyasını izledikten sonra, filmin tanıtım ve pazarlama bütçesinin iki katına çıkarılmasını önerdi. Bu tavsiye üzerine bütçe hemen iki kat artırıldı. Film ilk hafta sonu hasılatında yer edinerek, dört haftadır gösterimde bulunan The Lion King filmini az farkla geçti. Gösterime girdiği ilk 10 haftada zirvedeki yerini bırakmadı. Film 42 hafta gösterimde kaldı ve Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada’ da 329,7 milyon dolarlık hasılat üreterek zamanının en çok hasıla üreten dördüncü filmi oldu. 250 milyon dolarlık sınır 66 günde geçti ve 100, 200 ve 300 milyon dolar sınırını en kısa zamanda geçen film oldu. Film Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da toplam 329,694,499 dolar, dünya genelinde ise 347,693,217 milyon dolar ile genel toplamda 677,387,716 dolar gelir elde etti. Film bu kadar büyük hasıla üretmesine karşın, Paramount Yapım, dağıtımcılara ve gösterim salonlarına ödenen yüksek paylardan dolayı 62 milyon dolarlık hasıla kaybına uğradı ve bu durum yöneticilere anlaşma yaparken daha dikkatli olunması gerektiğini bir kez daha hatırlatmış oldu. Ancak bu durum masrafları kabartmak suretiyle şirketlerin daha az kar payı dağıtmasını sağlamak amacı güden Hollywood muhasebesinden kaynaklandığı da söylenebilir. Forrest Gump ilk olarak 27 Nisan 1995’te VHS kaset, 28 Nisan 1995’te de iki lazerdiskten oluşan ve “Forrest’ın Gözünden” isimli özel versiyonunu da içeren bir set ve 28 Ağustos 2001’de de iki diskten oluşan DVD seti şeklinde piyasaya sürüldü. Özel versiyon, yönetmen ve yapımcının yorumları, kısa metraj film ve deneme çekimlerini içeriyordu. 2009 yılı Kasım ayında da Blue-Ray versiyonu piyasaya sürüldü. Film; En İyi Görüntü, Aktör, Yönetmen, Görsel Efekt, Uyarlanmış Senaryo ve En İyi Düzenleme dallarında 67. Akademi Ödülleri’ni kazanmıştır. Yine yedi dalda Altın Küre Ödüllerine aday gösterilen film; En İyi Aktör, Yönetmen ve Görüntü dallarında bu ödüllerden üçünü aldı. Film aynı zamanda altı dalda Saturn Ödülleri’ne aday gösterilmiş ve En İyi Fantezi ile En İyi Yardımcı Aktör dallarında ödül almıştır. Aldığı çeşitli ödül ve adaylıklar
ın yanı sıra Amerikan Film Enstitüsünün bazı derecelendirme listelerine de girmeyi başarmıştır. 100 Yıl…100 Alkış listesinde 37’nci, 100 Yıl…100 Film listesinde 71’inci, 100 Yıl…100 Film listesinin 10’uncu yıl yıldönümü özel lisel listesinde 76’ncı oldu. Yanı sıra, “Annem her zaman, hayat her zaman bir kutu çikolata gibidir Forrest; şansına ne çıkacağını asla bilemezsin, derdi.” repliği de; 100 Yıl…100 Replik listesinde 40’ıncı olmuştur. Film aynı zamanda, tüm zamanların En İyi 500 Filmi listesinde 240’ıncı sırada yer almıştır. Yazar Winston Groom’a, film senaryosu romanına dayandığından telif hakları için 350,000 dolar ve filmden elde edilen net kardan yüzde üç pay ödenecekti. Fakat film yapımcıları ve Paramount Yapım, Hollywood muhasebe tekniklerini kullanarak masrafları fazla gösterip gişe rekoru kıran film için zarar gösterdiklerinden, Winston Groom’a kardan ödenmesi gereken payı ödemediler. Tom Hanks ve yönetmen Zemeckis ise sabit ücretle anlaşmak yerine brüt hasılat üzerinden anlaştıklarından, her biri yaklaşık 40 milyon dolar aldılar. Yanı sıra, Oscar Ödülleri'ndeki altı konuşmanın hiçbirinde yazar Groom’un adı yer almadı. Ancak yazarla olan uyuşmazlık sonradan çözüldü. “Bu filmin, ‘içindeki çocuğu’ anlatan filmlerden biri olduğunu söylemek istemiyorum. Fakat hepimizin gözüne çarpan ilk şey, Forrest Gump’ın çocuksu masumiyeti. Gülersin ve ağlarsın, bu filmde diğer filmlerin yapmak istediği şeyi yapıyor: Kendini filmin içinde hisset." Yapımcı Wendy Finerman Filmin başında ve sonunda yer alan kuş tüyü için pek çok açıklama getirildi. Hanks bu kuş tüyünü şu şekilde açıkladı: ”Kaderimiz, hayatta karşılaştığımız şans elementlerini nasıl değerlendirdiğimizdir ve tüyün hayatımıza girerek somutlaşmasıdır. Sizin ayağınıza da düşebilir, başka yerlere de konabilir. Bu bazı İlahi şeylerin oldukça büyük bir göstergesi.” Sally Field ise kuş tüyü ile kaderi karşılaştırarak; ”Havada uçuşuyor ve burada ya da orada yere konuyor. Bu önceden planlanan bir şey mi yoksa sadece şans mı?”. Görsel efekt yönetmeni Ken Ralston ise kuş tüyünü soyut resim ile bağdaştırarak; “Pek çok insan için pek çok anlam barındırıyor.” Kuş tüyünün arasına konduğu ve Forrest’ın en çok sevdiği, annesinin ona okuduğu ve filmi Forrest’ın 1940’lı yıllardaki çocukluğuna bağlayan kitabın adı ise “Curious George”tur. Tüyün arasına konduğu sayfada ise gergin bir ip üzerinde yürüyen maymun yer alıyor. Bunu bilinçli bir şekilde yapıp yapmadıkları bilinmiyor fakat oldukça sembolik olduğu bir gerçek. Kuş tüyü aynı zamanda daha bir çocukken babası tarafından taciz edilen ve bu durum kendisinde takıntı haline dönüşen Jenny’nin bir kuşa dönüşüp uçma dileğini de sembolize ediyor. Jenny filmde Forrest’a; “Köprüden atlarsam, uçabilir miyim?” diye soruyor ve sürekli uzaklara seyahat ediyor. 32 parçadan oluşan fon müziği albümü 6 Temmuz 1994’te piyasaya sürüldü. Alan Silvestri’nin filmin ana fon müziği haricinde olanlar; Elvis Presley, Fleetwood Mac, Creedence Clearwater Revival, Aretha Franklin, Lynyrd Skynyrd, Three Dog Night, The Byrds, The Doors, Jimi Hendrix, The Mamas&the Papas, Aileen Quinn, The Doobie Brothers, Simon & Garfunkel, Bob Seger, Buffalo Springfield, ve Michael McDonald’a ait parçalar daha önce kendi albümlerinde piyasaya sürülmüştü. Iki adet disten oluşan albüm 1950 ve 1960’lı yıllara ait ve Amerikalı sanatçılar tarafından söylenen parçalarından oluşuyor. Yönetmen Robert Zemeckis, filmde kullanılan tüm temaların Amerikan tarzında olmasını istemişti. Fon müziği albümü piyasaya sürüldükten sonra Billboard Album Chart’ta en çok satılanlar listesinde ikinci sıraya yükselmişti. Yine 12 milyondan fazla kopya satarak Amerika’da en çok satılan albümler listesinde yer almıştı. Filmin ana fon müziği Alan Silvestri tarafından bestelendi ve 2 Ağustos 1994’te piyasaya sürüldü. Filmin devamı olması düşünülen senaryo 2001 yılında Eric Roth tarafından yazıldı. Senaryo, orijinal romanın devamı niteliğinde olan ve 1995 yılında Winston Groom tarafından yazılan “Gump and Co.” romanına dayanıyordu. Roth’un senaryosu, Forrest’ın bir bankta oturup oğlunun okuldan dönmesini beklemesiyle başlıyordu. Fakat 11 Eylül 2001 saldırısından sonra, Roth, Zemeckis ve Hanks filmin pek de yerinde olmayacağını düşündüler. 2007 yılı Mart ayında ise Paramount yapım senaryoyla tekrar ilgilenmeye başladı. Devam niteliğindeki romanın ilk sayfasında Forrest Gump okuyuculara “Asla birilerinin sizin hayat hikayenizi filme çevirmesine izin vermeyin, doğru veya yanlış anlamaları önemli değil.” der. Kitabın ilk bölümü, filmde anlatılan gerçekleşmiş olayların, Forrest’ın öyküsüyle örtüştüğünü ve Forrest’ın sinema filmi sayesinde medyanın bayağı ilgisini çektiğini belirtir. Devam romanında Gump, Tom Hanks ile karşılaşır, romanın sonunda film gösterime çıkar ve Gump, The David Letterman Show ile Akademi Ödülleri'ne katılır. Sergey Vitte Kont Sergey Yulyeviç Vitte (Сергей Юльевич Витте) (29 Haziran, 1849 – 13 Mart, 1915), (Sergius Vitte olarak da bilinir) Rus İmparatorluğu üzerinde büyük etkileri bulunan Rus politikacıdır. Ayrıca 1905 tarihli Ekim Manifestosu'nun yazarıdır ve Rusya İmparatorluğu Bakanlar Kurulu Başkanlığı (Başbakanlık) yapmıştır. Vitte ailesinin Felemenk kökenli olduğu düşünülse de, o zamanlar İsveç İmparatorluğu'nun kontrolünde olan Baltık bölgesinde yaşıyorlardı. Sergei Vitte'nin büyükbabası Andrey Mikhayiloviç Fadeyev Saratov valisiydi ve Kafkasya konusunda danışmanlık yapmaktaydı. Vitte'nin büyükannesi bir prenses olan Helena Dolgoruki, babası Julius Vitte, annesi ise Katerina Fadeyev'di. Vitte, Kafkasya bölgesinde büyükannesinin evinde büyüdü. Odessa'da Matematik okudu. Sonrasında ise 1870leri ve 1980leri özel tren yolu hatlarında yöneticilik gibi pozisyonlarda, özel şirketlerde çalışarak geçirdi. Vitte, Finans Bakanlığı bünyesinde Trenyollarından Sorumlu Yönetici olarak göreve başladı. 1889-1891 yılları arasında sürdürdüğü bu görevden sonra, Sonrasında Ulaştırma Bakanlığı'na atandı ve Trans Sibirya Demiryolu inşa projesinin arkasındaki adam oldu. 1892'de Rus Finans Bakanlığı'na atanan Vitte, bu görevi 1902'ye kadar sürdürdü. Finans Bakanlığı sırasında ülke dengesiz bir ekonomik büyüme devresinden geçiyordu. Vitte cesurca yabancı sermayeleri Rusya'da yatırım yapmaya teşvik etti ve 1897'de Rusya'yı Altın sikke sistemine soktu. Rus sanayisinin büyümesi için çalışan Vitte, çabalarının sonucunu aldı ve ülkede hızlı bir büyüme gerçekleşti. Özellikle metal, petrol ve ulaşım sektörlerinde büyük bir canlılık gözlenirken, Vitte 1903'te Bakanlar Komitesi Başkanlığı'na atandı (Bu pozisyon "Genel Sekreterlik" olarak da bilinir) ve bu görevi 1905 yılına dek sürdürdü. 1905'te Çar tarafından çağrılan Vitte'ye Rus - Japon Savaşı'na bir son vermesi için görüşmeler yapma emri verildi. Vitte ABD'ne gitti ve barış görüşmelerine katıldı. Görüşmelerde çok başarılı olan Vitte sayesinde, savaşta ağır bir yenilgiye uğrayan Rusya'nın anlaşma sonundaki kaybı çok az oldu. Bu başarıdan sonra Vitte, savaştan sonraki sivil huzursuzluğa çözüm bulması amacıyla Başbakan olarak atandı. 1905 Rus Devrimi'nde Vitte seçilmiş bir parlamentonun kurulması için sözcülük yaptı. Sözcülüğü sonunda gerçekleştiren reformların işlev kazanamaması ve mecliste sol partilerin gün geçtikçe güç kazanması nedeniyle, Vitte başbakanlık görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Vitte politikayla ilgisini sürdürse de, bir daha herhangi bir idari görev üstlenmedi. I. Dünya Savaşı'nın patlamasından hemen önce Rusya'yı çatışmadan uzak durması yönünde uyarsa da, bu uyarı dikkate alınmadı. Vitte bundan kısa bir süre sonra da öldü. Pyongyang Pyongyang, (Chosŏn'gŭl: 평양 직할시; Hancha: 平壤直轄市; "Pyongyang-chikhalsi"; anlamı: "düz arazi" veya "huzurlu toprak"), Kuzey Kore'nin başkenti ve en büyük şehridir. Şehir Taedong Nehri üzerinde yer almaktadır. Nüfusu 1993 yılında 2.741.260 olarak bildirilmiş olup 2003 yılı tahmini nüfusu 3.500.000'dir. Pyongyang, 1946 yılında Güney Pyongan (Pyongan-namdo) ilinden ayrılmış olup iller ile aynı düzeye sahip doğrudan yönetilen şehir ("chikhalsi", 직할시) statüsü kazanmıştır. Pyongyang'ın kurulduğu tarih hakkında tam bilinmemekte olup şehir bir efsaneye göre MÖ 1122 tarihinde Taegong Nehri kıyısında kurulmuştur. Pyongyang, 1945 yılında Japonya'nın Kore'den çekilmesinin ardından SSCB etkisi altına girdi. Şehir ilk önce geçici olarak Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi'nin daha sonra da 1948 yılında yeni kurulan Kuzey Kore'nin başkenti olmuştur. 1950-1953 Kore Savaşı'nın ardından SSCB'nin yardımı ile yeniden inşa edilmiştir. Pyongyang, 19 semt ("ku-" veya "guyŏk") ve bir ilçeye ("kun" veya "gun") ayrılır. 2010 yılında yabancı medya ajanslarına göre Sungho semti ile Kangnam, Chunghwa ve Sangwon ilçeleri Kuzey Hwanghae iline bağlanmştır. Pyongyang, ülkenin ana ulaşım merkezidir. Pyongyang metrosu, 1973 yılında açılmış olup iki hatta ve 22 kilometre uzunluğa sahiptir. Şehirde ayrıca tramvay, troleybüs ve otobüs hatları bulunmaktadır. Araç sahipliği oldukça az olup binek otomobillerin çoğu devlete ait resmi araçlardır. Sunan Uluslararası Havalimanı, Pyongyang'ın şehir merkezine 24 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Ayrıca Pyongyang'ın Pekin ve Moskova'ya tren seferleri bulunmaktadır. Sonay Adem Sonay Adem (doğumu 1957, Baf) Kıbrıslı Türk politikacı. 2. Soyer Hükûmeti'nde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yaptı. 1975 yılında Güzelyurt Kurtuluş Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ndeki öğrenimini yarım bırakarak Kıbrıs’a döndü. İstanbul’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okurken, politik nedenlerden ötürü öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Ardından, Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi'ndeki öğrenimini tamamlayarak İktisat bölümünden mezun oldu. İstanbul Kıbrıslılar Öğrenim ve Kültür Derneği’nde yöneticilik yaptı. Kıbrıs’a döndükten sonra CTP’nin örgütlenmesinde önemli görevler yaptı. CTP’nin çeşitli kademelerinde çalıştıktan sonra 1980 yılından beri Parti Meclisi üyeliği, 1984-2004 yılları arasında da 20 yıl süre ile Mağusa İlçe Başkanlı
ğı görevini yürüttü. Halen Merkez Yönetim Kurulu üyesidir. 1993'te politikaya meclis çatısı altında devam eden Adem, aynı sene yapılan Erken Genel Seçimlerinde Cumhuriyetçi Türk Partisi’nden milletvekili seçilerek meclise girdi. 6 Aralık 1998 Genel Seçimlerinde de aynı partiden seçime girerek başarısını tekrarlayan Adem, 14 Aralık 2003 Genel Seçimleri'nde de Cumhuriyetçi Türk Partisi- Birleşik Güçler’den Gazimağusa milletvekili seçilmeyi başardı. 20 Şubat 2005 Erken Genel Seçimleri'nde tekrar Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler’den milletvekili seçilen Adem, 28 Nisan 2005 tarihli CTP-Birleşik Güçler - Demokrat Parti Koalisyon hükümetine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı oldu. Evli ve üç çocuk babasıdır. 2017'de CTP'den istifa ederek Toplumcu Kurtuluş Partisi Yeni Güçlere katıldı. İnç İnç (İngilizce tekil: Inch, çoğul: Inches), 2,54 cm uzunluğundaki uzunluk ölçüsü birimidir.( " ) işareti ile ifade edilir. İngiliz birimleri, Emperyal birimler, Birleşik Devletler geleneksel birimleri gibi farklı sistemlerin bir parçasıdır. Uzunluk değeri sistemdem sisteme değişebilir. Alan hesaplamalarında inç kare, hacim hesaplamalarında ise inç küp adını alır. Bir uzunluk ölçüsü olarak inç; ABD, Kanada ve Birleşik Krallık'ta yaygın olarak kullanılır. ABD ve İngiltere'de kişilerin boy uzunlukları foot ve inç cinsinde ifade edilirken; Kanada'da sürücü ehliyeti gibi resmi belgelerde kişilerin boy uzunlukları metrik ölçülerle gösterilir. Türkçesi parmak olarak geçer. 1958 yılında Birleşik Devletler ve İngiliz Milletler Topluluğu'na üye devletler "uluslararası yarda"nın uzunluğunu 0.9144 metre olarak belirlemişlerdir. Buna bağlı olarak "uluslararası inç" de 25,4 milimetre olarak tanımlanmıştır. İnçin standart uluslararası sembolü in'dir. Bazı durumlarda, "fit" tek kesme işareti, inç ise çift kesme işaretiyle gösterilir. Mühendislik ölçülerinde 10'-3" ile gösterildiğinde bunun manası 10 fit 3 inçtir. 1 fit 12 inçe karşılık geldiğinden ölçü toplamda 123 inç eder. Bu ölçünün metrik birimlerle değeri is 123 x 2,54 = 312,42 cm'dir. 1 uluslararası inç; Metrik sistemin kullanıldığı ülkelerde de bazı durumlarda inç kullanılmaktadır. Örneğin, Vivid Entertainment Vivid Entertainment Group; ABD'de kurulu ve yerleşik, dünyanın en büyük pornografik içerikli VHS, DVD ve internet hizmeti veren yapımcı şirketlerinden biridir. İç Savaş (çizgi roman) İç Savaş (İngilizce özgün adıyla "Civil War"), Mark Miller tarafından kaleme alınmış ve Steve McNiven tarafından çizilmiş 2006 yazında sınırlı sayıda tasarlanmış, bir yol kesişimi öyküsüdür. “Avengers Disassembled” ve “House of M” gibi önceki Marvel hikâyelerindeki öyküler üzerine kurulmuştur. Dizinin sloganı ise "“Hangi taraftasınız?"” “The New Warriors” adlı süper grubun bir TV şovunu seri olarak çekmesiyle başlar. Süper kötülerle canlı yayında kapışmaları sırasında Nitro isimli süper kötü, gerçekleştirdiği patlamayla yerel bir ilkokulun havaya uçmasına neden olur. Trajedinin şokunun geçmesiyle Birleşik Devletler hükümeti süperlerin sicil kayıt yasasını tasarlar. Bu yasaya göre artık süperkahramanlar bir gizli kimliğe sahip olamayacaklardır ve bir nevi devlet için çalışan personel sayılacaklardır. Amerikan Hükümeti her eyalete bir süperkahraman atayacaktır. Beri yandan olaylar toplum içerisinde süper kahramanlara olan temkinli bakışı hızla olumsuz yöne çevirmektedir. Olaylar kalabalık bir grubun “Human Torch”a saldırmasıyla başlar. S.H.I.E.L.D başkanı Maria Hill, Kaptan Amerika’ya yasanın yaptırımlarının uygulayıcısı olması direktifini verir. Bunun özel haklara yapılan bir tecavüz olduğunu söyleyen Kaptan Amerika Görevi reddeder ve kendisi gibi düşünen süper kahramanlarla birlikte yeraltına iner. Süperler durum değerlendirmesi için bir araya geldiklerinde Gözcü Uatu belirir. Bunun tarihteki ciddi bir kırılma olduğunun açık bir göstergesidir. Gizli bir toplantıyla bir araya gelen Devlet Başkanı’na Demir Adam, Captain America’ya gün ışığına çıkarana kadar kararlılıkla uygulamasını tavsiye eder. Yasa tasarısı senatodan geçer ve yasalaşır. Bu arada ülkedeki süper kahramanlarda taraflarını belirlerler. Captain Amerika, Luke Cage, Falcon, Danny Rand gibi tasarıya karşı olan karakterler yeraltına inip “Secret Avengers” adlı yeraltı örgütünü kurarlar. Öte yandan Fantastik Dörtlü, Dişi Hulk (She-Hulk) ve Black Panther tasarıyı destekleyen tarafa geçerler. Dr. Strange tasarıya karşı olduğunu şiddetle belirttikten sonra Demir Adam'a ve Reed Richard'a (Mr. Fantastic) bir daha kendisini asla aramamalarını söyler. Başkent Washington’daki bir basın açıklamasında geçmişini değerlendiren Örümcek Adam, basın mensuplarının karşısında maskesini çıkarır ve gizli kimliğini açıklar. X-Men savaşta tarafsız kalacaklarını ilan ederler. Emma Frost ile görüşen Iron Man, Frost’tan olumlu bir yanıt alamaz fakat Frost, yasanın X-Men’a uygulanmaması koşuluyla Kaptan Amerika’nın da yanına katılmayacaklarını söyler. Ancak Demir Adam, Bishop’tan bağlılık yemini alır. Olaylar Thor’un Demir Adam’ın yanında yer alıp Kaptan Amerika’ya saldırmasıyla bir savaşa dönüşür. Daha ilk çatışma sırasında gerçek olmadığı aslında Bay Fantastik tarafından yapılan bir robot olduğu belli olan Thor, Kaptan Amerika'nın tarafındakilerden Bill Foster'ı (Goliath) öldürür. Şaşkına dönen Kaptan ve arkadaşları savaş alanını terk ederler. Kocasının ne tür bir canavar yarattığını görüp, Kaptan'ın mücadelesinin daha onurlu olduğuna karar veren Sue Richards (Görünmez Kadın) ve Human Torch (Johnny Storm) Kaptan'ın tarafına geçerler.Demirr Adam Thor'un DNA'sından onun bir klonunu yaratmayı dener.(Gerçek Thor'sa o sırada Yggdrasill'in parçalanması sonrası olan olaylarla Asgard'ı dünyada yeniden yaratma ve dünyaya düşen Asgardlı ailesi ve arkadaşlarını aramakla meşgul olduğu için İç Savaş olaylarına karışmaz.Ama daha sonra Asgardlıları bir araya getirdikten sonra Demir Adam ve Bay Fantastik'ten bu yaptıklarının hesabını sorar.) Demir Adam, Kaptan ve ekibini yakalamak için eski süper kötüleri de işe almaya başlar. Bu arada Demir Adam ve Bay Fantastik, yakaladıkları tasarı karşıtı süper kahramanları "42" adı verilen Negatif Bölge'de bulunan bir boyutlar arası hapishaneye göndermektedirler. Örümcek Adam, bu hapishaneyi (bazılarının deyişi ile "Marvel'in Guantanamo'su") görünce yanlış tarafta olduğunu anlar ve Kaptan'ın tarafına geçmek ister ama Demir Adam tarafından fark edilir. Örümcek Adam, fikrini değiştirmeyince Demir Adam'ın işe aldığı eski suçlulardan Jester ve Jack O'lantern tarafından yakalanır ve öldüresiye dövülür. Punisher son anda ortaya çıkıp iki kötüyü öldürdükten sonra Örümcek Adam'ı Secret Avengers'ın gizli üssüne götürür. Kaptan Amerika istemeden de olsa Punisher'ın katılma isteğini kabul eder. Punisher, "42"nin planlarını ele geçirmek için Baxter Binasına (Fantastik Dörtlünün New York'taki karargahı) sızarken, Sue Richards'ta Namor'dan yardım istemek üzere Atlantis'e gider. Namor savaşa katılmayı reddederken, Kaptan'ın tarafına geçmek isteyen eski suçlular Goldbug ve Plunderer Secret Avengers üssüne gelirler. Punisherda aynı anda üsse döner ve ikisini saldırmaya geldiklerini sandığı için öldürür. Öfkeden deliye dönen Kaptan Amerika, Punisher'a yumruk atarak ("You murderous piece of Trash!!!")onu katillikle suçlar ve gruptan atar. Son çarpışma New York'ta gerçekleşir. Namor'un önderliğindeki Atlantisliler Secret Avengers'ın tarafına geçerken, Kaptan Marvel, The Order (diğer adlarıyla "The Champions") ve Thor'un kopyası olan robot Demir Adam'ın tarafına geçerler. Demir Adam ile Kaptan Amerika teke tek bir düelloya girişirler. Kaptan Amerika, Demir Adam'dan ardı ardına darbe alır ve tam Demir Adam bitirici darbeyi indirecekken bir EMP (Elektro Manyetik Dalga) cihazı Demir Adam'ın zırhının tüm gücünü kapatır. Kaptan büyük bir öfkeyle Demir Adama saldırır ve tam öldürmek üzereyken, birkaç polis memuru, itfaiyeci ve sağlık teknisyeni onu engellerler. Kaptan Amerika, kendi kişisel haklarını ve özgürlüklerini korurken bilmeden korumaya yemin ettikleri insanlara zarar verdiklerini söyleyerek teslim olur ve arkadaşlarına savaşı bırakmalarını emreder. Luke Cage ve diğerlerinin ısrarlarına rağmen, Kaptan maskesini çıkarır ve Steve Rogers olarak teslim olur. Tasarıya Karşı Kahramanlar Ant-Man, Aegis, American Eagle, Archangel, B.A.D. Girls, Inc. - Asp, Black Mamba, Diamondback, Battlestar, Basri Blackbird A.B.K. (güçlerini kaybetti), Big Wheel, Black Crow, Black Panther, Bloodshed (tutuklandı), Blue Streak, Cable, Captain America (suikasta kurban gitti), Captain Rectitude (tutuklandı), Sharon Carter, Cloak, Coldblood, Neil Crawford, Cybermancer (sınırdışı edildi), Dagger, Daredevil (Matthew Murdock), Demolition Man, Digitek (güvenilmez durumda), Equinox, Ferocia, Firebrand, Firestar (çekildi), Flag-Smasher (tutuklandı), Flame, Sally Floyd, Jane Foster, Nick Fury, Ghost Maker (tutuklandı), Gladiatrix (bağışlandı), Goldbug (öldü), Goliath (öldü), Grindhouse (tutuklandı), Herkül, Howard the Duck, Human Torch (bağışlandı), Invisible Woman (bağışlandı), Iron Maiden (tutuklandı), Jack Flag (tutuklandı), Johnny Justice (tutuklandı), Jessica Jones, King Size, Kruzado (tutuklandı), Lectronn, Lightbright (tutuklandı), Living Mummy, Mandarin's Avatars - Ancestor (tutuklandı), Foundry (tutuklandı), Lich (tutuklandı), Sickle (tutuklandı), Warfist (tutuklandı), Marvel Boy, Mastermind Excello, Ms. Marvel (Sharon Ventura) (tutuklandı), Natural(tutuklandı), Night Nurse (Linda Carter), Night Nurse (açığa vurulmamış), Plunderer (öldü), Prodigy, Prowler (tutuklandı), Punisher, Quicksilver, Monica Rambeau, Celia Ricadonna, Scorecard, Secret Avengers - Luke Cage, Doctor Strange, Iron Fist, Ronin, Spider-Man, Spider-Woman, Wolverine, Shadowoman, Shockwave (tutuklandı), Shroud (tutuklandı), Silhouette, Solo (bağışlandı), Aaron Stack, Staten Island Star (tutuklandı), Steel Spider, Storm, Sub-Mariner, Thor Thunderclap Timeslip, Typeface (öldü), Ben Urich, U.S. Annie (tutuklandı),
Veil, Wildstreak, Winter Soldier, Wong, Yancy Street Gang, X-Factor Investigations - M (Monet St. Croix), Layla Miller, Multiple Man, Rictor, Siryn, Strong Guy, Wolfsbane, X-Force - Caliban, Domino, Shatterstar, Zapster (tutuklandı) Tasarıyı kabul eden kahramanlar Bantam (öldü), Baron Blitzschlag, Beast, Bishop, Blade, George Washington Bridge, Brother Voodoo, Captain Marvel, Champions - Aphrodite (CSA), Herkül (CSA), Hermes (CSA), Poseidon (CSA) Comet Man, Commission - Valerie Cooper, Henry Gyrich, Dallas Riordan, Yellowjacket, Deadpool, Falcon, Force Works - TBC, Gauntlet, Great Lakes Champions - Big Bertha, Doorman, Flatman, Mister Immortal, Squirrel Girl, Hellcat, Heroes For Hire - Black Cat, Humbug, Misty Knight, Orka, Shang-Chi, Tarantula, Colleen Wing, Harold "Happy" Hogan, Initiative Training Program - Araña, Armory, Bengal, Cloud 9, Constrictor, Debrii, Gargoyle, Hardball, Komodo, MVP (öldü), Network, Puma, Rage, Red Wolf, Rocket Racer, Shooting Star, Slapstick, Stingray, Texas Twister, Thor Girl, Trauma, Triathlon, Ultra-Girl, Young Avengers, Zero-G , J. Jonah Jameson, Justice, Living Lightning, Micromax (hastanelik edildi), Mighty Avengers - Ares, Black Widow, Iron Man, Ms. Marvel (Carol Danvers), Sentry, Wasp, Wonder Man, Mister Fantastic, Molten Man, Danielle Moonstar, Morbius, Nighthawk, Omega Flight - Arachne ,Beta Ray Bill, Agent Jeff Brown, Guardian (Michael Pointer), Sasquatch, Talisman, U.S.Agent, Paladin, Phone Ranger, Penance, Rangers - Armadillo, Firebird, Phantom Rider, Red Wolf, Shooting Star, Texas Twister, Yellowjacket, James Rhodes, S.H.I.E.L.D. - Black Widow, Mitch Carson, Doc Samson, Thaddeus Dugan, Maria Hill, Gabriel Jones, Jamie Madrox (kopyalandı), Eric Marshall, Clay Quartermain, She-Hulk, Cape-Killers, Sabra, Scorpion (Carmilla Black), Miriam Sharpe, Silverclaw, Skyhawk, Sprite (öldü), Stargod (John Jameson), Stilt-Man (öldü), Beverly Switzler, Terminizer, Thor (CSA klonu) (yok edildi), Thunderbolts - Atlas (hastanelik edildi), Baron Zemo, Blizzard (güçlerini kaybetti), Fixer, Joystick (tutuklandı), MACH-IV (güçlerini kaybetti), Radioactive Man, Smuggler (güçlerini kaybetti), Songbird, Swordsman, Thunderbolts Army - Ajaxill, Unicorn, Vulture (hastanelik edildi) Civil War, Marvel evreninde o ana kadar görülmemiş sonuçlara sebep olur: Menengiç Menengiç " (Çitlenbik) " ("Pistacia terebinthus"), sakız ağacıgiller (Anacardiaceae) familyasından bir ağaç türü. Türkiye'de 2–3 m boylarında çalı veya 10 m'ye kadar boylanabilen ağaç formlarında görülebilmektedir. Karşılıklı dizilmiş bileşik yapraklar 5-11 parlak yaprakçıktan oluşur ve reçine kokusu verir. Kırmızımsı mor renkli çiçekler Mart ve Nisan aylarında görülür. Mürekkep meyve, küçük ve küre biçiminde olup olgunlaşınca yeşil ve maviye dönüşür. Tohumlar Eylül-Ekim aylarında olgunlaşır. Drenajı iyi, hafif, kuru ve sıcak toprakları tercih eder. En iyi gelişmeyi alkali topraklarda yapar. Fazla boylanmaz ve yavaş büyür. Işık isteği yüksektir. İki evciklidir. Tohum ve çelikle üretilir. Çelikle üretimde henüz olgunlaşmış yarı odunsu çelikler Temmuz ayında alınarak çoğaltılır. Meyveleri çerez veya böreklerde iç malzemesi olarak tüketilir. Ayrıca meyvelerinden menengiç kahvesi, yağından sabun(bıttım sabunu) yapılır. Türkiye'deki sıcak bölgelerde özellikle Ege,Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'nun kırsal kesimlerinde yetişir. Menengiç yörelere göre çitlenbik, çedene, çıtlık, çitemik, bıttım gibi farklı isimlerle anılır. Örneğin Adana'nın Kozan ilçesinde Çıtımık olarak adlandırılır. Antalya'nın Akseki ve Manavgat ilçelerinde "çöğre" veya "sakızlak" adıyla anılır. Burdur'un Bucak ilçesinde çıtlık denilir. Kürtçede ise Kezwan, Zazaca ise Kozun ve Qıznaw olarak adlandırılmaktadır. Jor-El Jor-el, Kal-el'in babasıdır. Kendisi aynı zamanda Kripton gezegenin çok önemli bilim adamlarından biridir. Erkek kardeşinin ismi Zor-el'dir. Karısı ve daha sonradan Superman'in biyolojik annesi Lara-Von-El'dir. Aynı zamanda Kripton gezegenin sonunun geleceğeni ilk o keşfedip kriptonluları uyarmaya çalışmıştır. Kostümü yeşil ve sarı renklerinden oluşmaktadır ve göğüsünün üzerinde sarı güneş sembolü vardır. Aynı zamanda Kara-el'in amcasıdır. Never Cry Wolf (film) Never Cry Wolf, aynı isimli kitaptan uyarlanarak 1983 yılında çekilmiş film. Carroll Ballard tarafından yönetilmiş olup, başrollerde Charles Martin Smith, Brian Dennehy ve Zachary Ittımangnaq yer almaktadır. 1980'lerde Walt Disney film şirketi yetişkinlere yönelik hikâyeler üzerinde denemeler yaparken çekilmiştir. Tyler'ın "(Charles Martin Smith)" Kanada hükümeti tarafından yırtıcı bir doğaya sahip Kuzey Kutbu kurdu ve bölgedeki geyik sayısı arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere görevlendirilmesini işlemektedir. İmalat kaynak planlaması İmalat kaynak planlaması, ("Manufacturing resource planning"; "MRP II") üretimin verimliliğini ve etkinliğini artırmak amacıyla, ihtiyaç duyulan anda, ihtiyaç duyulan yerde, ihtiyaç duyulan miktarda malzemenin bulundurulması için geliştirilmiş planlama tekniğidir. Genel kullanımı bilgisayar programları ile birlikte yapılmaktadır. Osetçe Osetçe (Osetçe: Ирон ӕвзаг, "İron evzag"), Kafkasya’da yaşayan Osetlerin konuştuğu dildir. Asıl olarak Rusya içindeki Kuzey Osetya-Alanya’da ve Gürcistan’da Güney Osetya’da konuşulur. Osetçe konuşan toplam kişi sayısı 700.000 kadardır. Bu nüfusun yaklaşık yüzde yirmisi, Gürcistan’ın değişik bölgelerinde yaşar. Osetçe, Hint-Avrupa dilleri ailesinden İran dilleri öbeğine giren dillerden biridir. Kuzey Osetya’nın, eğitim dili ve aynı zaman da Rusça ile birlikte resmi dilidir. "De facto" Güney Osetya yönetiminin de resmi dili ve bu bölge halkının da eğitim dilidir. Osetçe İron ve Digor olarak iki ana lehçeye ayrılır. İron, Kuzey ve Güney Osetya'da konuşulan iki şiveyi ve bu şivelere bağanan, değişik ağızları barındırır. Digor, Kuzey Osetya'nın batısında konuşulur. Osetçe'nin bir üçüncü lehçesi de, ortaçağdaki göçler sonucu, 17. yüzyıla kadar Macaristan'da konuşulan, bu gün ölü bir dil olan Yas dilidir. Osetçe'de günlük konuşma ile ilgili birkaç örnek: Dario Argento Dario Argento (7 Eylül 1940), İtalyan korku filmlerinin önde gelen temsilcilerinden biridir, İtalyan gore tarzının, giallo'nun babası sayılır. Aynı zamanda oyuncu ve yönetmen Asia Argento'nun babasıdır. Hırçın Sevgilim "Hırçın Sevgilim (Yeopgijeogin geunyeo)", 2001 Güney Kore yapımı bir romantik komedidir. Hikâyesi Kim Ho-sik tarafından yazılan aşk mektupları üzerine kurulu filmin yönetmeni ve senaristi Kwak Jae-yong'dur. Filmin uluslararası İngilizce adı "My Sassy Girl" (Türkçeye olası çevirisiyle, "Hırçın Sevgilim") olmakla birlikte, orijinal adının İngilizceye doğrudan çevirisi "Bizarre Girl"'dür ve bunun Türkçeye olası çevirisi de "Garip Kız"dır. Film sadece Güney Kore'de değil bölgenin Japonya, Çin, Tayvan, Filipin, Hong Kong, Singapur gibi ülkelerinde de büyük bir başarı kazanmış ve bir ABD film şirketi filmin yeniden çekim haklarını satın almıştır. Yann Samuell tarafından yönetilen yeniden çevrim 2008 yılında gösterime girmiştir. Filmde iyi kalpli ve kimi zaman da naif kolej öğrencisi Kyun-woo'nun güzel ama bir o kadar da çılgın olan kız arkadaşı Jun Ji-hyun ile yaşadığı komik ve kimi zaman zaman duygusal ilişkisi konu edilmektedir. Film 2001 yılında Güney Kore'de Friend'den sonra en çok izlenen ikinci film olmuştur. 2. My Sassy Girl Joan Chen Joan Chen (geleneksel Çince: 陳冲, Basit Çince: 陈冲; Mandarin: Chén Chōng; Cantonese: 陳沖/Chan Chung; Jyutping: can4 cung1)(d. 26 Nisan 1961, Şanghay/Çin), Çin asıllı ABD'li aktris ve yönetmen. Chen Chong' adıyla dünyaya gelmiştir. Son İmparator, İkiz Tepeler ve Sevgiyi Ararken film ve dizilerindeki oyunculuğu; New York'ta Sonbahar filmdeki yönetmenliği ile tanınır. Joan Chen, 26 Nisan 1961'de Çin'in Şanghay kentinde dünyaya gelmiştir.Hem annesi hem de babası doktordur. Şanghay Film Akademesi (Şangay Film Academy) ve Şanghay Yabancı Diller Enstitüsü'nde (Şangay Institute of Foreign Languages) eğitim gördü. Aktörlük kariyerine Çin'de başlamıştır. Joan Chen Çnli yönetmen Jin Xie tarafından film çekimlerini izlemek üzere gerçekleştirilen bir okul gezisi sırasında keşfedilmiştir. İlk filmi 1977'de çektiği "Gençlik"tir (Qingchun). 1979 yılında çektiği "Küçük Çiçek" (Xiao hua) isimli film onu Çin çapında üne kavuşturmuştur. Chen, bu filmdeki performansıyla "Yüz Çiçek Ödülülleri"nde (Hundred Flower Awards) Çin'in En İyi Kadın Oyuncusu ödülünü kazanmıştır. Bu filmden sonra Çin basını Chen'e "Çin'in Elizabeth Taylor"ı yakıştırmasını yapmıştır. Chen, 1981 yılında eğitim görmek üzere ABD'ye gitmiştir. Önce New Paltz'daki "State University of New York" ardından da Northridge'deki "California State University"e devam etmiştir. ABD'de önceleri çeşitli filmler ve TV izilerinde küçük roller üstlenmiştir. 1986 yılında Prodüktör Dino De Laurentiis'in dikkatini çekmiş ve onun vasıtasıyla "Tai-Pan" isimli filmde önemli bir rol üstlenmiştir. 1987 yılında Bernardo Bertolucci'nin Son İmparator filminde üstlendiği başrol Chen'i hem ABD hem de dünya çapında üne kavuşturmuştur. 1990-1992 yıllarında İkiz Tepeler dizisinde canlandırdığı "Jocelyn Packard" karakteri ABD'deki ününü pekiştirmiştir. Chen'in 2004 yılında Sevgiyi Ararken filminde canlandırdığı "Ma" karakteri de eleştirmenlerce "dikkate değer" bulunmuştur. 1998 yılında yönetmenliğe soyunan Chen'in yönettiği en önemli film 2000 yılında çektiği ve başrollerini Richard Gere ile Winona Ryder'ın paylaştığı New York'da Sonbahar'dır. Chen 1985-1990 yılları arasında kendisi gibi aktör olan Jim Lau ile evli kalmış 18 Ocak 1992'de ise Kardiolog Peter Hui ile evlenmiştir. Chen, iki kız çocuğu annesidir. Halen, San Francisco'da yaşamakta ve sık sık Şanghay'a gitmektedir. Necmi Perekli Necmi Perekli ([[1 Ocak 1948, Trabzon) [[Türkler|Türk]] eski millî [[futbol]]cudur. [[Trabzonspor (futbol takımı)|Trabzonspor]] ve [[Beşiktaş (futbol takımı)|Beşiktaş]] eski futbolcularındandır. Trabzonspor camiasi
için kulüp ile benimsenmiş ve efsane olarak nitelendirilmiş futbolcularındandır. [[1976-77 Türkiye 1. Futbol Ligi]] sezonunda gol krallığı kazanmıştır. [[Trabzonspor (futbol takımı)|Trabzonspor]]'un efsanevi kadrosunda bulunan ve de 1976-77 sezonunda attığı 18 gole gol kralı olmuş futbolcusudur. Kendisi ayrıca, futbolculuğunda 1972-73 sezonunda [[Giresunspor]], 1973-74 sezonunda [[Beşiktaş (futbol takımı)|Beşiktaş]] ve 1974-75 sezonunda [[Altay SK|Altay]] formalarını da giymiştir. 5 kez millî takımlara çağrılan Necmi Perekli, 2 kez [[Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı|Türkiye U-1]] ve 3 kez de [[Türkiye millî futbol takımı|Türkiye A Millî]] forması olmak üzere toplam 5 kez millî formayı giydi. Şu anda futbol hayatına Trabzonspor'da futbol manajeri olarak devam etmektedir. Bunun dışında futbol yazarlığı ve yorumculuğu yapmaktadır. [[Kategori:1948 doğumlular]] [[Kategori:Trabzon doğumlu futbolcular]] [[Kategori:Türk futbolcular]] [[Kategori:Resim aranan futbolcular]] [[Kategori:Trabzonspor futbolcuları]] [[Kategori:Beşiktaş JK futbolcuları]] [[Kategori:Altay SK futbolcuları]] [[Kategori:Giresunspor futbolcuları]] [[Kategori:Türkiye millî futbol takımı futbolcuları]] [[Kategori:Yaşayan insanlar]] [[Kategori:Süper Lig futbolcuları]] [[Kategori:Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı futbolcuları]] [[Kategori:1. Lig gol kralları]] [[Kategori:Forvet futbolcular]] Petar Naumoski Petar Naumoski, (d. 27 Ağustos 1968). Makedonyalı yönetici ve eski millî basketbolcu. 1,94 m boyundaki Naumoski, Türkiye'de Efes Pilsen ve Ülkerspor formaları giymiştir. Aynı zamanda Türk vatandaşlığına da geçmiş olup ismini Namık Polat olarak almıştır. Petar Naumoski, ülkesi Makedonya'da bir dönem VMRO-DPMNE partisinden Üsküp milletvekilliği de yapmıştır. 1989 ile 1991 yılları 1992'de sadece 50 bin dolar yıllık ücret karşılığında Efes Pilsen'e transfer oldu. İlk sezonunda Efes Pilsen normal sezonda ve playoff'ta oynadığı 37 maçı kazanarak şampiyon olurken Naumoski başroldeydi. Aynı sezon Saporta Kupası'nda takımının finale kadar çıkmasında da büyük pay sahibi oldu. Ancak, İtalya'nın Torino kentindeki final maçında takım arkadaşları gibi tecrübesizliğinin kurbanı oldu ve Yunan takımı Aris karşısındaki 48-50'lik yenilgiyi önleyemedi. 1993-94'te Efes Pilsen ile lig ve kupa şampiyonluğuna ulaştı. 1994'te İtalya'nın Benetton Treviso takımına transfer oldu. 1995'te İstanbul'daki Avrupa Kulüpler Kupası final maçında attığı 25 sayıyla Benetton'u şampiyonluğa taşıdı. Ertesi sezon Efes Pilsen'e döndü. 1996'nın mart ayında Efes Pilsen'in Avrupa'nın en iddialı takımlarını sırayla eleyerek Koraç Kupası'nı kazanmasında büyük pay sahibi oldu. Mavi beyazlı takımda iki lig şampiyonluğu daha yaşadıktan sonra 1999'da İtalya'ya transfer oldu. 2001 yılında Ergin Ataman'ın çalıştırdığı Montepaschi Siena takımını Saporta Kupası finalinde attığı 23 sayı ile kupayı kazandıran en önemli isimdi. 2004 yılının başında tekrar Türkiye'ye dönen Polat Namık, Ülkerspor'un formasını yarım sezon boyunca giydi. 27 Nisan 2015 tarihinde yapılan Makedonya Basketbol Federasyonu'dna yapılan seçimde mevcut 28 delegenin tamamının oyunu alarak başkanlık görevine seçilmiştir. Ian Rush Ian James Rush (d. 20 Ekim 1961), özellikle Liverpool FC takımında gösterdiği performansa tanınan ve forvet mevkiinde görev yapan Galler'in en başarılı futbolcularından. Birçok otorite tarafında Liverpool'da takım arkadaşı Kenny Dalglish ile oluşturduğu ileri ikili ada futbolunun en başarılı ikililerden bir olarak kabul edilmektedir. Rush, 1980-1996 yılları arasında 74 kez Galler millî futbol takımına seçilmiş ve 36 gol atmıştır. Şampiyonluklar İkincilikler Christian Andreas Doppler Johann Christian Andreas Doppler (d. 29 Kasım 1803 – ö. 17 Mart 1853) Avusturyalı bir matematikçi ve fizikçi olup, ününü özellikle günümüzde Doppler Etkisi olarak bilinen, radyo dalgası yayan herhangi bir cismin gözlemciye yaklaşıp uzaklaştıkça frekansının değişiyormuş gibi gözlemlenmesi hipotezini ortaya atarak kazanmıştır. Christian Doppler Avusturya'nın Salzburg kentinde oldukça yetenekli bir duvar ustasının oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ancak vücudu zayıf ve genellikle hasta olduğu için çoğu zaman babası ile çalışamamıştır. Salzburg'da lise ögrenimini tamamladıktan sonra Viyana'da astronomi ve matematik üzerine ciddi çalışmalar yapan Doppler, 1841 yılından itibaren Çek Teknik Üniversitesi'nde (daha önce Prag Politeknik Okulu olarak biliniyordu) matematik ve fizik profesörü olarak görev yapmıştır. Sadece bir sene sonra, 39 yaşında, en önemli buluşu olan Doppler Etkisi üzerine bir makale yazıp, Prag'daki profesörlük kariyeri boyunca matematik, fizik ve astronomi üzerine 50'den fazla bilimsel çalışma yayınlamıştır. Prag'daki araştırma kariyeri, burada 1848'de yaşanan devrimci olaylar dolayısıyla yarıda kalmış ve Viyana'ya kaçmak zorunda kalmıştır. 1850 yılında Viyana Üniversitesi bünyesinde bulunan Deneysel Fizik Enstitüsü'ne başkanlık yapmaya başlamıştır. 1853 yılında 50 yaşındayken Venedik'te akciğer hastalığı sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü Altın Ayakkabı Ödülü (İng. Golden Boot), ulusal liglerde sezon içinde en çok gol atan futbolculara verilen ödüldür. 1967-68 sezonundan itibaren verilen bu ödül 1990-95 yılları arasında kesintiye uğrasa da, 1996-97 sezonundan itibaren, European Sports Magazines dergisinin organizasyonunda tekrar verilmeye başlamıştır. 1968-1991 yılları arasında, Altın Ayakkabı Ödülü en çok gol atan oyuncuya, ligler arasında bir karşılaştırma ve derecelendirme yapmadan, ülkenin en yüksek seviyesindeki herhangi bir yerel ligde en çok gol atan futbolcuya verilmekteydi. Ödülü kazanan tek Türk futbolcu 1987-1988 sezonunda attığı 39 gol ile kazanan Tanju Çolak'tır. 1991-1996 yılları arasında ödül verilmedi. Ödülün 1996-97 sezonundan itibaren spor dergisi European Sports Magazines tarafından verilmesi ile birlikte ödülün verileceği futbolcuyu belirleyecek sistemde değişikliğe gidildi. Yeni sisteme göre Avrupa liglerinin zorluk derecesine göre her gole puan verilmeye başlandı. Avrupa'nın en iyi 5 liginde (Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya, Fransa) her gol x2; diğer liglerde ki her gol x1.5 ile çarpılıyor. Bu sayede daha zorlu bir lig kabul edilen bir ligde oynayan futbolcular, daha az gol atarak ödülü alma hakkı kazandı. Homework (Daft Punk albümü) Homework, Daft Punk'ın 1997 yılında yayınladığı ilk müzik albümüdür. Elektronika severlerin baş tacı ettiği albüm, 90'lı yılların en önemli dans kayıtlarından bazılarını içeriyor.Albümden "Around The World" 90'lı yılların hitleri arasında yer almıştır . D.A.F.T.: A Story About Dogs, Androids, Firemen and Tomatoes filminde albüm içinde yer alan bazı şarkılar kullanılmıştır.Film Da Funk adlı şarkıya yapılmış kliple başlamaktadır. Saint-Joseph Fransız Lisesi İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi veya kısa ismiyle Saint-Joseph Lisesi, "Kadıköy Saint-Joseph" olarak da anılan özel bir Fransız lisesidir. Saint Jean-Baptiste de la Salle tarafından kurulan Frerler Cemiyeti Türkiye'ye ilk olarak 1841'de gelmiş ve İzmir ile İstanbul'da birer okul açmıştır. Halen 4.500 mensubu bulunan cemiyetin 82 ülkede 1800 okulu, 60.000 eğitimcisi ve 785.127 öğrencisi vardır. Saint-Joseph Lisesi, 1860 yılında Fransa'nın Reims şehrinde Saint Jean-Baptiste de la Salle tarafından temelleri atılmış olan Fransız Rahipleri Cemiyetine (Frères des Ecoles Chrétiennes) bağlı bir kurumdur. Okulun temeli 1857 tarihinde (Hicrî 1274) Beyoğlu'nda, İmam Sokağı'nda "Pensionnat Saint-Joseph" adıyla atılmıştır. 1864'te yer darlığından Moda'ya geçilmiş ancak Moda'daki binanın sahipleri tarafından satılması üzerine Beyoğlu'na dönülmüştür. Mart 1864'te Sultan Abdulaziz'in zamanın Kadıköy Belediye Başkanı Emin Paşa'ya hitaben İrade-i Seniyesi'ni belirten fermanıyla, mektebin 3 hektarlık kendi arazisi üzerinde inşasına izin alınmıştır. Bu fermanın kaybolması üzerine, 1870 tarihli, yine Sultan Abdülaziz'in vezir Hüsnü Paşa'ya hitaben yazılan İrade-i Seniyesi'ni belirten fermanla inşaata başlanmıştır. 1870 Haziran'ında Beyoğlu'nda çıkan yangın sonucu sonra, Kadıköy'deki, şimdiki okul binasının ilk temel taşı 16 Ağustos 1870'de konmuş ve aynı yılın 2 Kasım'ında, daha boyalar kurumadan derslere başlanmıştır. Bu ahşap bina taş temel üzerine kuruluydu ve iki katlıydı, fakat taraça ve üçgen çatısı ile bugünkü merkez binasına çok benziyordu. Planlar daha geniş bir bina için yapılmıştı ve okulun şöhretinin hızlı biçimde yayılması sayesinde artan ögrenci sayısıyla orantılı olarak bu genişleme çabucak gerçekleştirildi. 1872'de bugünkü satranç odasını ve Lise Müdür Yardımcısı odasını kapsayan üç dört katlı güneydoğu kanadı yapıldı. "Dépense" ve revirde görülen iç pencereler bu binadan kalmıştır. Bu kanat, merkez binasından bir kat daha yüksekti. 1874'te tamamlanan güneybatıdaki kanat, Türk Müdür Başyardımcısı odasıyla (eski öğretmenler odası) tiyatro salonunu kapsıyordu. Genişleme yeterli görülünce sıra teneffüslerde kullanılacak bahçelere geldi. 1875 ve 1876 yıllarında, biri güneybatı kanadının devamında, diğeri güneydoğuda olmak üzere halen kullanılan "Préau"lar (sundurma) yapıldı. 1885'te bugünkü Caporal Evi (eski fizik laboratuvarı) lojman olarak inşa edildi ve 1888'de güneydoğu kanadı "Préau"ya kadar genişletildi. Denize açılan U harfi şeklindeki binanın ahşap merkezi, kanatlardakilerden bir kat eksikti. Bu geçici ana binanın yerine bir taş bina yapılmasına karar verildi. 1895'te, ana bina bir kat yükseltildi ve üç metre genişletildi. 1900 yılında Saint-Joseph'te 300 yatılı öğrenci vardı. 1903'te kurulan Ticaret Enstitüsü, derslerin ciddiyeti ve mezunlarına iyi işlere yerleşme olanağı vermesiyle, büyük bir kitlenin başvurmasına yol açtı. Bu isteğe cevaben 1906'da Ticaret Enstitüsü için kuzeydoğudaki, 1907'de kuzeybatıdaki binalar inşa edildi ve 400. öğrenci şerefine yine bir boğaz gezisi yapıldı. Oyun bahçelerinin tanziminden sonra okul bugünkü şeklini aldı. Ticaret Enstitüsünün ünü Sofya'dan Bağdat'a kadar öyle
sine yayıldı ki, 1910'da Osmanlı Devleti'nin Ticaret Veziri, İstanbul'da açtığı Yüksek Ticaret Okulunun programı ve teşkilatı bu enstitü örnek alınarak geliştirildi. Yine aynı tarihte Haydarpaşa'da Saint-Joseph'in bir şubesi olan Saint Louis (daha sonra Yeldeğirmeni Kemâl Atatürk Ortaokulu oldu) açıldı. Nihayet 1907'de kuzeybatı kanadının yapımıyla Saint-Joseph Lisesi'nin binası tam olarak meydana çıktı. Geriye 1. kısmın Préau'sunu (sundurmasını) yeniden yapmak ve 2. kısmın Préau'sunu inşa etmek kalmıştı. Okulun ünlü Tabiat Bilgisi Müzesini (şimdi Doğa Bilimleri Merkezi) Frère Possesseur Jean ve Frère Paramont-Félix, yıllarca Türkiye'nin ve dünyanın her tarafından topladıkları böcek ve taş parçaları ile 1910'da kurdular. Günümüzde bu müzede 1200 çeşit taş ve maden ile 10000 çeşit böcek, kuş ve hayvan (kurt, geyik, bozayı ve akdeniz foku gibi büyük hayvanlar dahil) bulunmaktadır. Şimdi okulun giriş katında bulunan bu merkezi kurma fikri, örneklerin fiziksel durumunu anlamak üzere İTÜ'den davet edilen profesörler ve Paris Doğa Tarihi Müzesi uzmanları tarafından “Elinizde paha biçilmez bir koleksiyon var.” uyarıları üzerine yaklaşık 10 yıl önce doğdu. Merkezin tasarımı Matematik Öğretmeni Yaprak Bener Chapdelaine ve Biyoloji Öğretmeni Laurent Chapdelaine’e aittir. Xavier Filoreau 5 yıl boyunca parçaları restore etti. Şu an bu merkeze "merkez" adının verilmesinin sebebi Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olmamasıdır. 1913'te mekanik fırın açıldı ve 1940 yılına kadar ekmek okulda pişirildi. Gündüzlü ve yatılı her öğrenciye saat 16:00'da küçük bir francala ile bir parça çikolata verilmeye başlandı. Bu küçük ekmeğin (Petit-Pain) eski mezunların hatıralarında bıraktığı tatlı izden ötürü mezunlar gününe Petit-Pain (Pöti Pen) adı verildi. Petit-Pain, hedef kitlesi Saint-Joseph Lisesi öğrencileri ve mezunları olan, Saint-Joseph’liler Derneği tarafından düzenlenen herkese açık bir mezunlar günüdür. Yıllardır haziran ayının ilk veya ikinci pazar günü Saint-Joseph Lisesinde gerçekleşen Petit-Pain, en yaşlısından en gencine aynı sıralarda okumuş, aynı kültürle yetişmiş binlerce mezun ve ailelerinin yeniden buluşmak için heyecanla bekledikleri bir gün olmuştur. 25 Eylül 1914'ten 1919 Şubat'ına kadar savaş sebebiyle okul "Yüksek Eğitim Enstitüsü" olarak kullanıldı. Kuruluşundan bugüne kadar okulda öğrenim gören öğrencilerin sayısını kesin olarak tespit etmek olanaksızdır, çünkü I. Dünya Savaşı esnasında okul boşaltıldığından 1920'den önceki evraklar kaybolmuştur. Ancak 1922'den bu yana kayıt tutulabilmiştir. Okulun, 1921 yılında 50., 1971'de 100., 1996'da 125. kuruluş yıldönümü kutlandı. Okulun öğrenci sayısı zaman içinde 30-40 dan başlayarak 1000'e kadar çıktı. Türkiye'de sekiz yıllık eğitim sistemine geçilmesi ile ilkokuldan başlayıp imtihansız lise bölümüne devam etme şansı ortadan kalkınca, Küçük Prens adı ile Samandıra'da yeni bir ilkokul bölümü kuruldu. Bu okul Saint-Joseph mezunlarının katkıları ile oluşturulmuş vakıf önderliğinde Saint-Joseph Lisesi ile özünde ve ruhunda ilişkili ama hukuken bağımsız bir yapıdır. Küçük Prens'ten mezun olanlar Saint-Joseph lisesinde eğitimlerine otomatik olarak devam edememekte, SBS'de başarılı olmaları halinde Saint-Joseph Lisesi'ne geçebilmektedirler. Okul şimdilerde her sene hazırlık sınıflarına 176 ilâ 198 arasında değişen sayıda öğrenci almaktadır. Okulda 1975 yılına kadar 15 dakikalık teneffüslerde ve öğle teneffüslerinde voleybol ve basketbol oynanması zorunluydu. En az 1960'a kadar teneffüsler 30 dk, 90 dk (öğle tatili) ve 20 dakikaydı, ilk iki teneffüste oyun (kışın "bouclier", önceki yıllar "échasse") herkese zorunlu idi, palto ile teneffüse çıkılmaz, oturulmaz veya dersle ilgili işler yapılamazdı (aksi halde ceza verilirdi). Saint-Joseph Fransız Lisesi, voleybolda 1974'ten 1982'ye kadar aralıksız 9 yıl Türkiye Liseler Şampiyonu olmuştur. Ayrıca, Türkiye'nin 6 defa katıldığı Dünya Liselerarası Voleybol Şampiyonası'nda 5 kez Türkiye'yi temsil etmiştir. 1974'te İzmir'de 4. olmuş, 1976'da Hollanda'da Dünya Liseler Şampiyonluğu'nu kazanmıştır. Bu başarı Türkiye'nin takım sporlarında kazandığı ilk dünya şampiyonluğudur. 1978'de Belçika'da 3.'lük, 1980'de İngiltere'de 10.'luk, 1982'de Belçika'da 2.'lik kazanmıştır. 1983'te yeniden İstanbul Liseler Voleybol Şampiyonluğu'nu elde ederek 10. kez üst üste şampiyon olarak kırılması güç bir rekora imza atmıştır. Ayrıca milli futbolcu Cengiz Ünder 2013'te Saint-Joseph Lisesi'nden mezun olmuştur. Okulda halen birçok spor etkinliği yapılmaktadır. Kalkan oyunu. Okulda uzun süre oynanan kalkan oyunu artık nostaljik oyunlar arasında yerini almıştır. Raketlerle oynanan bir oyundur. Basitleştirilmiş beyzbol türü bir oyun olarak addedilebilir, geçmişte yıl sonlarında sınıflar arası şampiyonluk maçları oynanırdı. Günumüzde oynanmamaktadır. 1935 yılına kadar her yıl, binlerce seyircinin katılımıyla Spor Bayramı kutlanmıştır. Okul bandosu eşliğinde gerçekleştirilen bu oyun ve gösteriler büyük ilgi toplamıştır. Nefesli sazlardan kurulu Fanfare Cher frere Etienne'in gelişi ve Bulgaristan'dan getirilen aletlerle okul orkestrasına dönüşmüş ve 1965 yılına kadar her yıl klasik müzik konserleri vermiştir (1958'de Saint Michel, Notre Dame de Sion ve Union Française de). Şimdi (2008-?) ise "Khalkedon Brass Band" adı altında ve Eren Kalelioğlu -Saint-Joseph'ten 2003 yılında mezun olmuş ve 2009'dan beri de hazırlık sınıfı öğrencilerine "bilgi ve iletişim teknolojileri" dersi veren ayrıca Ses Teknolojileri kulübü sorumluluğunu da yüklenen öğretmenimiz- önderliğinde çalışmalarına devam etmektedir. 1976-1977 öğretim yılına kadar yatılı olan okul bu tarihten itibaren tam gün olmuştur. 1987 yılına kadar erkek lisesi olan Saint-Joseph, o yıl kapılarını kız öğrencilere de açarak karma oldu ve ilk kız mezunlarını 1996'da verdi. İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi Türk Millî Eğitim Bakanlığının denetimi altında, Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğüne bağlı olarak öğretimini sürdürmektedir. Amacı Türkiye'ye iyi vatandaş ve üniversitelere iyi öğrenci yetiştirmektir. Mezunları arasında ünlü askerler, politikacılar, profesörler, büyükelçiler, iş adamları, sporcular, yazarlar, sanatçılar ve üst düzey yöneticiler vardır. Asıl amaç öğrencilere özgürlükçü ve toplumcu bir düşünce yapısı vermek ve analiz yeteneği kazandırmaktır. Fransız kültürünün özelliklerini ve ilkelerini en doğru şekilde aktarmaya çalışmaktır. Günümüzde, 1972 yılında kurulan Saint-Joseph'liler Derneği, 1992 yılında kurulan Saint-Joseph Lisesi Eğitim Vakfı ve Okul Aile Birliği okulla dayanışma içinde İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesini daha iyiye ulaştırmaya çalışmaktadırlar. Saint-Joseph Lisesi Eğitim Vakfı 1998'de Özel Küçük Prens Anaokulunu, 1999'da da Özel Küçük Prens İlköğretim Okulunu açmıştır. Ayrıca, 17 Ağustos 1999 depreminde Akarca'da yıkılan bir okulu yeniden yaptırmıştır. Okulun adı Akarca Türk-Fransız Kardeşlik İlköğretim Okuludur. Saint-Joseph Lisesi birçok ünlü sima çıkartmıştır. Bunların başında Gökberk Ergenekon, İhsan Sabri Çağlayangil gibi isimler sayılabilir. www.sj.k12.tr adresinden bu kişilerin özgeçmişlerine ulaşılabilir. Saint-Joseph Lisesi, Fransız liseleri arasında en yüksek puanla öğrenci alan lisedir. Turgutluspor Turgutluspor, 1984 yılında Manisa'nın Turgutlu ilçesinde Toprakspor ve Tukaşspor'un birleşmesiyle kurulan futbol takımıdır. Maçlarını, 4.100 kişilik 7 Eylül Stadyumu'nda oynayan ekip kırmızı-siyah renklere sahiptir. 1984 yılında Turgutlu ilçesinde Toprakspor ve Tukaşspor'un birleşmesiyle kuruldu. Aynı yıl kurulan 3. Ligde mücadele etmeye başladı.1991-92 sezonunda Kütahyasporla aynı puanla (75) tamamlasa da averajla ligi 2. bitirerek üst lige çıkmayı son anda kaçırdı. 1992-93 Sezonunda teknik direktör Mesut Tüfenkoğlu yönetiminde 3. Ligde Şampiyon olarak tarihinde ilk kez 2. Lige yükselen Turgutluspor, 2. Ligdeki ilk sezonunda büyük bir başarıya imza atarak yükselme grubuna kalmayı başardı. 1997-98 sezonunda 3. Lige düştü. 1999-00 Sezonunda teknik direktör İbrahim Baş yönetiminde Balıkesirspor'la girdiği yarışta 3. ligde grubunu Şampiyon olarak tamamlamış ve tekrar 2. Lige yükselmiştir. 2. ligde fazla tutunamayarak 2001-02 sezonunda yeniden 3. lige düştü. 2002-03 sezonunda tarihinin en kötü sezonunu geçiren takım sezon sonunda sondan üçüncü olarak küme düşmesine rağmen Tavşancılspor'un ligden çekilmesiyle kümede kaldı. 2004-05 Sezonunda İsmail Ertekin yönetiminde 3. Ligde grubunu Şampiyon tamamlamış 2. Lig'e yükselmiştir. 2009-2010 Sezonunda son haftadan önce 2. sırada olup 2. Ligde yükselme grubuna yükselecekken son hafta maçında grupta 1.liği garantileyen ezeli rakibi Akhisar Belediyespor'a kendi evinde 2-0 yenilerek Göztepe'ye geçilerek 3. sıraya düşmüş ve yükselme grubuna yükselme şansını kaybetmiştir. Maçtan sonra Turgutlu'da büyük olaylar yaşanmıştır. 2011-12 sezonu öncesi Süper Lig ve 1. Lig patentli vede birkaç eski Denizlispor'lu futbolcu transferi yaparak gündeme oturmuştur. Bu transferlerden en önemlisi ise Turgutluspor'da hem teknik direktör hem de futbolculuk yapacak olan Yusuf Şimşek ve eski Fenerbahçeli Serhat Akın'dır. Yusuf Şimşek bu sezonda teknik direktörlük yaparken aynı zamanda 8 maçta forma giymiş ve 3 gol atmıştır. Golcü futbolcu Serhat Akın da 15 gol atarak takımın en skoreli olmuştur. Turgutluspor bu sezonu 5. bitirerek 1. Lige çıkmak için Play Off oynasa da Play Off mücadelesinde Fethiyespor'a yenilerek 1. Lige çıkma fırsatını kaçırmıştır. 2014-2015 Sezonunda 19 takımın mücadele ettiği 2. Lig Beyaz Grubu 17. olarak tamamlamış ve 10 yıl 2. ligde mücadele ettikten sonra tekrar 3. Lige düşmüştür. 2015-2016 Sezonunda da 3. Ligde 18. olarak 32 yıl sonra tarihinde ilk kez Profesyonel Ligden Amatör Lige düşmüştür. 2016-2017 Sezonunda Bölgesel Amatör Ligde grubunu şampiyon olarak tamamladı. Play-off maçında da Erokspor'u yenerek 3. Lig'e yükseldi. Bucaspor, Göztepe ve özellikle Akhisar Belediyespor maçları rekabet içinde geçer. 1993-1998, 2000-2002, 2005-2015 1984-1993, 1998-2000, 2002-2005, 2015-2016
, 2017- 2016-2017 Şampiyonluk (3) : 1992-1993, 1999-2000, 2004-2005 Şampiyonluk (1) : 2016-2017 Teknik death metal Teknik death metal, ileri düzeyde teknik müzisyenliğin kullanıldığı, normal düzeyde melodik öğeler barındıran death metal alt türlerinden biridir. Tech Death olarak da bilinir ve progresif death metal ile yakın ilişki içindedir. Kompleks ritm ve rifler ile ölçünün sürekli değiştiği şarkı yapıları içerir. Caz, progresif rock ve klasik müzik yapılarını death metal ile etikleşime sokar ve ortaya beklenmedik, çalması zor ve teknik anlamda bilgi gerektiren yapıyı ortaya çıkartır. Şarkılar sert bir vokal ve onu tamamlayan sert gitar tonlarından oluşur. Gruplar zaman geçtikçe ve çaldıkça death metalin daha tempolu, karmaşık ve zor çalma tekniklerini içeren taraflarını keşfettiler. Bu keşifler sonucunda Atheist, Cryptopsy gibi gruplar death metalin bir alt türü olan bu türün temelini attılar. Bu alt türün temelleri 80'lerin sonunda 90'ların başında Death, Morbid Angel, Suffocation, Monstrosity, Atheist, Cynic gibi grupların çıkardıkları albumler ile atılmıştır. Doppler Doppler kelimesi ile ilgili olarak: Fatih Akyel Fatih Akyel (d. 26 Aralık 1977, Karagümrük, İstanbul), Türk eski millî futbolcu ve teknik direktördür. Futbola Karagümrük semtinin takımı Altınay'da başladı ve oradan Galatasaray altyapısına transfer oldu. 1996-97 sezonunda Galatasaray'da A takım kadrosuna yükseldi. Galatasaray'da ilk golünü FC Sion karşısında atan Fatih Akyel, ilk iki sezonunda hem savunmadaki performansı hem de attığı sürpriz gollerle teknik direktör Fatih Terim'in gözdelerinden biri oldu. 2000-01 UEFA Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk maçında Real Madrid karşısında Galatasaray'ın 2 asistini yaparak Avrupa'da sesini duyurdu. Türkiye millî futbol takımının 2002 FIFA Dünya Kupası'nda 3. olan kadrosunda yer alan Akyel, aynı zamanda şampiyona süresince tüm maçlarda 90 dakika oynayarak bir ilke de imza atmıştır. Kariyeri boyunca Galatasaray, Fenerbahçe, Real Mallorca, PAOK ve Trabzonspor formalarını giydi. 64 defa millî formayı giyen oyuncu defansın sağında görev yapmaktadır. Trabzonspor'da Teknik Direktör Ziya Doğan ile anlaşmazlığa düşerek kadro dışı bırakılan Fatih Akyel, 2007 Ocak ayında Gençlerbirliği'ne transfer oldu . 2007-2008 sezonunda Kasımpaşa ile anlaştı. 2008-2009 sezonu ara transferde Kocaelispor ile anlaştı. 31 0cak 2010'da Türkiye 2. Lig ekiplerinden Tepecikspor ile 2 yıllık sözleşme imzalayarak bu kulübe transfer olmuştur. 2002 yılında Galatasaray'a dönmesi beklenirken sürpriz bir şekilde Fenerbahçe'ye transfer olmuştur.Çocukluğundan beri Fenerbahçe taraftarı olduğunu söylemiştir.Geldiği sezondan itibaren düzenli şekilde forma giyen Fatih, Fenerbahçe formasıyla 2004 ve 2005 sezonlarında toplam 2 şampiyonluk görmüştür.Christoph Daum'un vazgeçilmezleri arasında olan Fatih,Sağ bek ve nadiren de stoper olarak görev almıştır. Fenerbahçe formasıyla çıktığı 107 maçta 9 kez fileleri havalandırmıştır.Fenerbahçe'den ayrıldıktan 3 yıl sonra 21 Mart 2008 tarihinde oynanan Kasımpaşa maçından önce Fenerbahçe tribünlerine gidip "6" işareti yapmıştır.Bu hareketiyle bir kez daha Fenerbahçe taraftarının gönlünü fethetmiştir. Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı ile 1997 yılında oynanan Akdeniz Oyunları katıldı ve final müsabakasında İtalya Olimpik millî futbol takımına yenilerek ikincilik kazanan kadroda bulundu. 2015-16 sezonu için Gümüşhanespor ile anlaştı. 24 Mart 2010'da şike soruşturması nedeniyle gözaltına alınmıştır, tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilerek tutuklandı ve fakat daha sonra hapisten çıktı. El bombası El bombası, içi infilak maddesi veya kimyasal maddelerle doldurulan ve bir patlama veya ateşleme tertibatını ihtiva eden küçük bir bomba türü. Bu bomba genel olarak elle atılır. El bombaları üç cinstir: Tahrip el bombası, içerik olarak plastik patlayıcı bulundurur. Bomba kalıbı çok fazla şarapnel içerir. Kimya el bombası, ednatol (etilen di nitro amin), pirik asit içerir. Bomba kalıbı civa fülminat veya kurşun azodürden oluşur, patlamanın şiddetini arttırır. Eğitim el bombası ise askeri eğitimde kullanılır. İçeriginde genelde kara barut veya C2 bileşiği bulundurur tahrip gücü diğerlerine oranla daha azdır. Genel muharebelerde iki tip el bombası kullanılır: Savunma ve saldırı tipi. Savunma tipi el bombasının parça tesiri saldırı tipine göre daha etkilidir ve kullanılan metal malzemeler dolayısıyla saldırı tipinden daha ağırdır. Buna rağmen saldırı tipi el bombalarının şarapnel etkisi neredeyse yoktur. Parça tesirli metal kısmı çok ince yapılır. Saldırı tipi elbombasının TNT miktarı savunma tipine göre daha fazla olduğu için daha çok baskınlarda kullanılır. Çünkü savunma tipine göre daha yüksek ses çıkarır ve hedeflenen düşman askerlerinin öldürülmesinden ziyade ses yüzünden şoka uğratılmasıdır. Bu sayede şoka uğrayan düşman askerleri savunma moduna geçemeden yok edilmesi öngörülür. Genel askeri taktiklerde saldırı ve savunma tipi elbombaları aynı anda atılır. Amaç aynı anda hem düşmanın şoka uğratılması hem de kayıp vermesinin sağlanmasıdır.Ve günümüz koşullarında el bombalarının etkisinin büyük olduğu gözlemlenmiştir. Nuri Albayrak Nuri Albayrak (d. 1959; Of, Trabzon), Trabzonspor Başkanlığı da yapan inşaat, hizmet, otomotiv, tekstil, turizm ve taşımacılık sektöründe faaliyet gösteren Albayrak Şirketler Yönetim Grubu Yönetim Kurulu Başkanı. 1994-2003 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyeliği görevini yürüttü. 1994-2005 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyespor Kulübü'nün başkanlığını yaptı. Aynı zamanda İstanbul Ticaret Odası Meclis üyesi olan Albayrak, 18 Aralık 2005 günü Trabzonspor Kulübü Başkanlığı'na seçildi. Nuri Albayrak, evli ve 4 çocuk babasıdır. Boeing KC-97 Stratofreighter KC-97 Stratotanker dört karşılıklı motoru olan stratejik hava yakıt ikmal tankeridir. Bombardıman ve avcı uçaklarına uçuş halinde yakıt ikmali yapmak üzere teçhiz edilmiştir. Boeing B-47 Stratojet B-47 Stratojet, her türlü hava koşulunda harekata elverişli, stratejik orta bombardıman uçağı. Altı turbojet motoru vardır. Havada yakıt ikmali sayesinde kıtalar arası menzile sahiptir. Nükleer ve nükleer olmayan bombalar kullanılabilir. RB-47, bu uçağın keşif modelidir. Sebastião Lazaroni Sebastiao Lazaroni (d. 25 Eylül 1950, Rio de Janerio), Brezilyalı teknik direktör. 2006-2007 sezonu başında Trabzonspor'da göreve gelmiştir. Ancak ligin 5. haftasında yönetim kurulu tarafından sözleşmesi feshedilmiştir. Top Secret! (film) Top Secret!, casusluk ve Elvis Presley filmlerinin parodisi niteliğinde bir 1984 ABD yapımı komedi filmi. Filmin yapımcıları Jim Abrahams, David Zucker ve Jerry Zucker'dır. Filmin baş rollerinde Val Kilmer, Lucy Gutteridge, Omar Sharif, Peter Cushing, Michael Gough ve Jeremy Kemp oynar. Filmin en önemli unsurlarından biri başka filmlere yapılan ironik göndermelerle dolu olmasıdır. Filmde, şarkıları Elvis Presley ile Beach Boys 'un şarkılarını çağrıştıran "Nick Rivers" adlı Amerikalı pop şarkıcısı bir kahramanın hikâyesi anlatılır. Nick manajeri ile birlikte bir kültür festivalinde sahne almak için Doğu Almanya 'ya seyahat eder. Filmde o sırada Doğu Almanya 'da Nazi rejimine benzer bir rejim hüküm sürmektedir. Rivers, burada güzel "Hillary Flammond" ile tanışır ve ona babası "Paul" 'un hapisten kurtulması için yardım eder. Hillary 'nin babası Paul bir araştırmacı ve bilim adamı olup, Almanlar tarafından ölümcül bir bomba yapması için zorlanmakta ve bu yüzden esir tutulmaktadır. Nick fransız direnişçileri tarzında yapılanmış Doğu Almanya 'daki direniş hareketi ile bağlantı kurar. Hareketin lideri Hillary'nin eski sevgilisi çıkar ("Nigel"). Nigel, Nick, Hillary ve adamları ile birlikte bilim adamını kurtarmayı planlamaktadır. Aksiyonun devamında grubun içinde aranmakta olan hainin liderleri Nigel olduğu tespit edilir. Grubun geri kalanı Nigel'ı devre dışında bıraktıktan sonra Hillary 'nin babası bilim adamını kurtarırlar. Roger Ebert "Chicago Sun-Times" 1 Ocak 1984'deki yazısında , bir arkadaşının tüm filmi baştan sona seyrettiğinde 5 kez ancak gülebileceğini söylediğini, halbuki kendisinin bunu filmin daha ilk 10 dakikasında başarabileceğini yazmıştır. Yani filmin keyfi kişisel mizah anlayışına bağlı olarak çıkmaktadır. Devamında Top Secret'in tasvir edilebilecek bir konusunun olmadığını ve buna ihtiyacı da olmadığını belirterek zira Top Secret! tarzı filmlerin konusu yüzünden seyredilmediklerini yazmıştır. Filme 4 üzerinden 3,5 yıldız vermiştir. Türk Dili (dergi) Türk Dili dergisi, Türk Dil Kurumu'nun 1951 yılının Ekim ayından beri çıkardığı aylık dil ve edebiyat dergisi. Dergide deneme, şiir, hikâye, eleştiri ve benzeri edebî ürünler ile Türkçenin ve Türk edebiyatının güncel sorunlarını ele alan, bilimsel veya popüler yazılar yayımlanır. Günümüzde sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin'dir. 1951 yılından 2011 yılına kadar yayımlanmış olan 717 sayısındaki makale, şiir, haber, duyuru vb.nden oluşan 20.038 metin dijiltal ortama aktarılmış, erişime açılmıştır. Birinci Türk Dili Kurultayı'nın 5 Ekim 1932 günü yapılan son oturumunda yayımlanmasına karar verilen ve 3 Ocak 1933 günü Türk Dili Umumi Heyeti tarafından adının "Türk Dili" olmasına karar verilen dergi, Ekim 1951'den itibaren Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türk Dili dergisi ile 1952'de yayıma başlayan "Belleten" adlı dergilerin atası kabul edilir. Söz konusu dergi 1933-1938 arasında otuz üç sayı çıktıktan sonra yayımına iki yıl ara vermiş, 1940 yılının Ocak ayında yeniden "Türk Dili" adıyla ve "Türkçe-Fransızca Belleten" alt başlığı ile yeniden yayımlanmıştır. 1943 sonlarında yayımına ara veren bu dergi, 1945 Haziran'ında "Türk Dili Belleten" adıyla yeniden yayımlanmaya başlamıştır. 1945 Kasım'ında toplanan Türk Dili Kurultayı'nda yeni bir dergi çıkarılması önerilip kabul edilmişse de bir sonraki kurultaya kadar bu konuda bir girişim olmamıştı. 1949 yılındaki kurultayda konu yeniden gündeme geldi ve Feridun Ankara, h
ikâyelerde, romanlarda, gazetelerde yeni kelimelerin, terimlerin kullanılmasını sağlama, bunların benimsenmesi için dergi çıkarılmasını önerdiğini belirtti. 6. Kurultaydaki tartışmalardan sonra derginin çıkarılmasına karar verildi. Nisan 1933- Ocak 1950 arasında altmış sekiz sayı yayımlanan dergi bu kararla yerini iki ayrı dergiye bıraktı: Ekim 1951'de yayına başlayan ""Türk Dili"" ve 1953 yılında ilk sayısı çıkan ""Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten"". Tür Dili Dergisinin imtiyazı Kurum başkanı Hakkı Tarık Us tarafından, mesul müdürlüğü ise genel yazman Agâh Sırrı Levend tarafından üstlenildi. Kurum başkanları değişse de Kurum adına sahiplik görevini uzun yıllar Levend sürdürdü. 1 Kasım 1976 tarihli 302. sayıda Agah Sırrı Levend derginin sahipliğini Seha L. Meray'a bıraktı; derginin sorumlu yöntmeni ise Cahit Külebi oldu. Kasım 1976'da Şereafettin Turan, Kasım 1983'te Kemal Dermiray, 1995'te Ahmet Ercilasun, 2001'de Hamza Zülfikar ve ardından Şükrü Haluk AkalınTürk Dil Kurumu adına derginin sahibi oldu. Derginin adı Falih Rıfkı Atay'ın önerisi ile "Türk Dili Aylık Fikir ve Edebiyat Dergisi" oldu. Derginin ilk sayısı için bir yazı istemek üzere cumhurbaşkan Celal Bayar'ı ziyaret eden Türk Dil Kurumu heyetine Bayar, Atatürk'ün üzerinde dil çalışmaları yaptığı kara tahtayı hatıra olarak hediye etmiş; beyanatı derginin ilk sayısının ikinci sayfasında yer almıştır. Derginin ilk sayısında resim, fotoğraf yoktur. İkinci sayıdan itibaren derginin hemen he saysı Hüseyin Mumcu tarafından çizilmiş birkaç resimle yayımlanmıştır. Mumucu, Türk Dili dergisine yaklaşık on yıl boyunca resimler çizmiştir. Türk Dili Dergisi'nde ""Aylık Fikir ve Edebiyat Dergisi" alt başlığı on yıldan uzun süre kullanıldı, 1 Mayıs 1962 tarihli 128. sayıda alt başlık ""Aylık Düşün ve Edebiyat Dergisi"" olarak değişti. 145. sayıda alt başlık ""Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi""ne dönüştü. 1 Kasım 1973 tarihli 266. sayı "Türk Dili ve Yazını Özel Sayısı" olarak çıkarken, alt başlık da ""Aylık Dil ve Yazın Dergisi"" olarak değişti. 32. yılında 384. sayı ile birlikte derginin alt başlığı "Aylık Dil Dergisi"" olarak değişti. Bu alt başlık 1994'te yayımlanacak 505. sayıya kadar kullanıldı. 505. sayıda alt başlık ""Dil ve Edebiyat Dergisi"" oldu. Angels in America (oyun) ABD'nin ulusal konuları ve yapısı üzerine bir gay hayali, iki bölümden oluşan Tony Kushner oyunu. Broadway (New York), Londra, San Francisco gibi pek çok şehirde sergilendi. Oyun, Mike Nichols yönetmenliğinde HBO mini serisi olarak ekrana aktarıldı; ayrıca bir operaya uyarlandı. 1985 yılında New York City'de oturan Louis, sevgilisi Prior'la yaşayan nevrotik, eşcinsel bir Yahudidir. Prior, o zamanlar hakkında çok az şey bilmekte olan AIDS hastalığıyla mücadelenin erken evrelerindedir. Louis ise partnerinin hastalığı nedeniyle yoğun stres altındadır fakat stresiyle baş edememektedir ve Prior'ı terketmiştir. Tüm bunlar olurken gizli eşcinsel, Mormon ve cumhuriyetçi yazman Joe akıl hocası, Roy'dan çok iyi bir iş teklifi almıştır. Joe, işi hemen kabul etmemiştir çünkü Brooklyn'e tutkun olan ve Washington'a gitmek istememiş olan Valium bağımlısı eşi Harper'dan endişe duymaktadır. Prior'da bu zaman sürecinde kendinin bir elçi olduğunu ilan etmiş olan melekler ve hayaletler tarafından rahatsız edilmektedir. Joe ise inancı ile cinsel yönelimini bir arada yaşamak için çabalamaktadır. Louis de ideolojisi ve mutluluğunu tehdit etmekte olan çelişkileriyle yüzleşmektedir. (Prior'ı sevmesi fakat onun hastalığıyla yüzleşememesi, çok sevdiği ülkesi'nin homofobik siyasal ve sosyal yapısı, Joe ya olan sevgisinin Roy'un Joe'nun akıl hocası olduğunu öğrenmesiyle nefrete dönmesi). İlerleyen süreçte South Lake City'de tutucu bir Mormon olarak hayatını sürdüren Joe'nun annesi Hannah, New York şehrine Harper'a yardım için gelmiştir ve bir gün Prior'ın Joe ile başarısızlıkla sonuçlanan tanışma girişiminden sonra tesadüfen Prior'la Mormon ziyaretçi merkezinde o kişinin Prior olduğunu bilmeden tanışmıştır. Bu sırada gizli eşcinsel ve cumhuriyetçi bir avukat olan Roy ise örtbas etmek istediği hastalığı (Eşcinsel hastalığı(!) olarak düşündüğü AIDS) nedeniyle hastanede tedavi (AZT) altındadır. Refakatçileri ise Prior'ın en iyi arkadaşı olan ve hastanede kendisinin hastabakıcılığını yapan Belize ve Komünist Ethel Rosenberg'in hayaletidir. Oyun kara mizahi, trajik ve eşsiz diyologlarla bezenmiştir. Reagan dönemi yansıtılmıştır yani Amerika'nın muhafazakar ve güçlü olmak konusunda büyük adımların atılması dönemi... Hastalık, zıtlıklar, hayaller, politika, ihanet, din, mezhep, pişmanlık, bastırılmışlık, ırk ve seks ayrımcılığı, muhafazakarlık, özgürlük, hoşgörü/süzlük, yaşama bağlılık, güç, insanlık ve aldığı hal, adalet, affetmek ve affedilmek, bağımlılık, acizlik, kaçış ve değişim gibi insani kavramlar oyunda yorumlanmıştır ve tüm izleyenlerin eleştirebileceği düzeye indirgenmiştir. Dizinin müzikleri Thomas Newman tarafından hazırlanmıştır. Angels in america hem sahne oyunu hem de TV Miniserisi olarak birçok ödül kazanmıştır (21 Emmy ödülü dahil olmak üzere). İlk bölüm Millennium Approaches (Milenyum Yaklaşıyor) David Esbjornson yönetmenliğinde Eureka Theatre Company de 1991 yılının mayıs ayında San Francisco’da ilk kez sergilenmiştir. 1992 yılının ocak ayından itibaren de, Londra Royal National Theatre da Declan Donnellan yönetimde bir sene süresince sahnelenmiştir. İkinci bölüm olan Perestroika, Millennium Approaches sergilenirken, yazım aşamasındaydı. 1992 yılının kasım ayında da Perestroika Oskar Eustis and Tony Taccone yönetiminde sahnelerdeki yerini almıştır. Bir yıl sonra Londra’da iki bölüm birden sergilenmişir. 1993 yılının kasım ayında oyun bir bütün olarak Broadway Walter Kerr Theatre da sergilenmiştir. Perestroika ve Millennium Approaches 1993 ve 1994 yıllarında arka arkaya Tony Awards'un sahibi oldular. Ayrıca her iki bölüm arka arkaya Drama Desk Awards'un sahibi olmuştur. Oyun bir bütün olarak sergilendiğinde yaklaşık yedi saat sürmektedir. "Millenium Approaches" (ilk sergileme) "Millenium Approaches ve Perestroika" (Angels in America ilk sergileme) Millennium Approaches Perestroika Türk Düşüncesi Türk Düşüncesi, Aralık 1953'ten Nisan 1960'a kadar 63 sayı olarak çıkan Türkçe fikir ve sanat dergisidir. Yönetmen ve başyazarı Peyami Safa idi. Doğu-Batı sentezi yoluyla kültür buhranını gidermek amacıyla yayınlanan dergide Mustafa Şekip Tunç, Behçet Kemal Çağlar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Reşad Ekrem Koçu, Ahmet Ateş, Ahmet Kutsi Tecer, M. Türker Acaroğlu yazı ve şiirleriyle yer aldılar. Türkiye Defteri Türkiye Defteri, 1970'li yılların Türkiyesinde önemli bir düşünce boşluğunu dolduran, yerel bir marksizmin gerekliliğini duyan ve düşünen birkaç aydınin kurduğu aylık dergi. Nisan 1971-Haziran 1975 arasında yayımlanan derginin sahibi ve yönetmeni Naci Çelik Berksoy'du. Kurucuları Naci Çelik, Hulki Aktunç, Taylan Altuğ idi. Dergi Kemal Tahir'in görüşlerini de işledi. Marksizm ve Osmanlı, Batılaşma ana gündem maddeleriydi. Özel sayılarında Mustafa Suphi, Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ele alındı. Yazarları arasında kurucularından başka Kemal Tahir, Selahattin Hilav, Sezer Tansuğ, Selim İleri, Tomris Uyar, Leyla Erbil, Hilmi Yavuz, Necati Güngör ve sinema yazilariyla Ercüment Akman da bulunuyordu. Skie Skie, Ejderha Mızrağı Destanı isimli kitap serisinde Kitiara Uth Matar'a yoldaşlık eden mavi ejderha. Asıl adı Khellendros'dur. Fakat dostlarının onu "Skie" diye çağırmasına izin verir. Ejderha Mızrağı serisinin 2. kitabı olan Kış Gecesi Ejderhaları kitabının kapağında görülmektedir. Aslen kendisi büyük ejderhaların olduğu başka bir boyuttan gelmiştir. Takhisis'le karşılaşmış ve Takhisis kendi amaçları için onu Kryn'a yerlestirmiş ve ona mavi rengini vermiştir. Varlık (dergi) Varlık, 15 Temmuz 1933'te Yaşar Nabi Nayır tarafından yayımlanmaya başlanan aylık sanat ve edebiyat dergisidir (İlk sayısında sahibi Sabri Esat Siyavuşgil görünüyordu). İlk yıllarında yayımladığı Batı edebiyatı çevirileri ve şiirleriyle, öz Türkçe anlayışıyla tanınan "Varlık", kesintisiz yayınıyla günümüze kadar gelmiştir. İsmi, ""yoktan var etme"" çabasından ilham alarak sahibi Yaşar Nabi Nayır tarafından konulan dergide Türk edebiyatının birçok ünlü yazar ve şairinin ilk eserleri yayımlanmıştır. Dergide ilk imzası çıkmış yazarların bazıları şunlardır: Melih Cevdet Anday, Cahit Sıtkı Tarancı,Orhan Veli, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Necati Cumalı, Tarık Dursun K., Ece Ayhan, Attilâ İlhan, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Semih Poroy, Tomris Uyar. Derginin ilk sayılarında Yedi Meşaleciler'in şiirleri yer aldı. Garipçiler'e ilk defa Varlık dergisi sayfalarında yer verildi; Garip manifestosu Varlık'ta yayımlandı. Dergide Köy Enstitüsü yazarlarına, özellikle Mahmut Makal'ın öykülerine yer verdi. Cumhuriyet devri yazarlarının pek çoğu Varlık Dergisi'nde yazarak tanındılar. Başlangıçta Ankara'da yayımlanan dergi, 1946'dan itibaren İstanbul'da çıkarılmaktadır. Yaşar Nabi'nin ölümünden sonra dergi yönetimini kızı Filiz Nayır Deniztekin üstlenmiştir. Dergi, Avrupa Kültür Dergileri Ağı olan Eurozine üyesidir. 15 Temmuz 1933 tarihinde, 15 günde bir yayımlanmak üzere Ankara’da kuruldu. Başlangıçta Nahid Sırrı Bey ve Sabri Esat Bey’in adları kurucu sıfatıyla öne çıkmıştır. Ancak Varlık’ın asıl sahibi ve gerçek sorumlusu 15 Ağustos 1938 tarihine kadar dergide adı görülmeyen Yaşar Nabi Bey idi. Varlık’ın “"imtiyaz sahibi ve umumî neşriyat müdürü"” olarak görünen Sabri Esat, derginin 1 Şubat 1941 tarihli 182 sayılı nüshasından itibaren; Nahit Sırrı Bey ise iki yıl sonra dergiden ayrıldı. Birinci sayı, 33x23 cm. ebadında, kapak hariç 16 sayfa olarak Hakimiyet-i Milliye matbaasında basılmak suretiyle yayın hayatına girdi. Dergi, ilk dönemlerinde devletten aldığı yardımlarla ayakta kalabildi. Varlık, ilk sayısından itibaren sadece kültürel bir faaliyet için değil aynı zamanda toplumsal bir misyonla yayın hayatına başladığını okuyucularına duyurdu. Cumhuriyet edebiyatını oluşturma ve geliştirme misyonunu üstle
nmişti. Telif eserlerin yanı sıra tercüme eserlere de dergide genişçe yer verildi ve bu politika, derginin ayırt edici özelliklerinden birisi oldu. Öz Türkçe harekete destek verme ilkesini benimseyen dergi, yazarlarından bu konuda yardım istemiştir ancak yayınlanan eserlere eski kelime içerseler de müdahale etmemiştir. Dergide şiir, hikâye ve tiyatro türünde eserlerin yanı sıra şair ve yazarlarla röportajlar, dil konusunda yazılar, anketler, müzik, resim ve hatıra yazıları, ayrıca Cumhuriyet devrimlerini destekleyen sanat-dışı konularda yazılara yer verilmiştir. II. Dünya Savaşı evresinde Varlık, bir kültür-sanat dergisi olmaktan çok bir düşün dergisi haline geldi. Bu dönemde dergide daha çok siyaset, ekonomi, sosyal hayatla ilgili yazılar yayımlandı. Derginin jeneriği “"Milliyetçi ve Memleketçi Fikir Mecmuası"” olarak değişti. 15 Ocak 1939 tarihli ve 133 numaralı nüsha yeni bir formatla çıktı; ebadı küçüldü. 250. numaraya kadar 15 günde bir yayımlanan dergi, bu sayıdan itibaren ekonomik sıkıntılar sebebiyle ayda bir çıkmaya başladı. Sanatsal konulara daha az yer verilse de Türk şiir akımlarından “Garip” hareketi ilk olarak Varlık sayfalarında kendini gösterdi. Dergi, 1946 yılında İstanbul’a taşındı. Dergi faaliyetlerine büyük katkısı olacak Varlık Yayınları kuruldu. Temmuz 1946 sayısıyla birlikte Varlık tekrar eskisi gibi edebiyat ve sanat ağırlıklı dergi olmaya başladı. Jeneriği yeniden yeniden “"Aylık Fikir ve Sanat Mecmuası"” olarak değişti. 33x24 cm. ebadında 16 sayfa olarak çıkarılan aylık bir dergi haline geldi. Derginin yazar kadrosuna Köy Enstitüleri’nden yetişen Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Mahmut Makal gibi pek çok isim katıldı. 1 Ocak 1951’den itibaren derginin sayfa sayısı 24’e çıktı. Görsel yönden zenginleşen dergide sinema ve müzik sayfaları açıldı. Dergi, İkinci Yeni akımına ve Toplumcu gerçekçi şiire mesafeli durdu. 1 Ocak 1962 tarih ve 565 numaralı sayısından itibaren kapak görünümü değişen ve onbeş günde bir çıkarılan Varlık’ın kapak tasarımı ve çıkış süresi Nisan 1969’da yeniden değişip aylık bir dergi oldu. Derginin sorumluluğunu Ocak 1981 tarihinden itibaren Filiz Nayır üstlendi. Yaşar Nabi’nin ölümünden sonra derginin sahibi de Filiz Nayır oldu. Nisan 1981 tarihli 883. sayıda kapak değişti. Mayıs 1981 sayısından itibaren çerçeve içinde üstte derginin “kurucusu” sıfatıyla Yaşar Nabi’nin ismi yer almaya başladı. Derginin içeriği her sayı bir konuya ayrılmış olarak düzenlenmeye başladı. İlk konular arasında “Şiirin sorunları”, “Gülmece”, “Türk Romanı ve Türkiye Gerçekleri”, “Günümüzde Atatürk ve Atatürkçülük”, “Öykünün Sorunları”, “Dergiciliğimiz” gibi başlıklar yer alır. Dergide toplumcu-gerçekçi yazarlara da yer verilmeye başlandı. Nâzım Hikmet dergide sıklıkla görülen isimler arasına girdi. Jeneriği “"Aylık Edebiyat ve Sanat Dergisi"” olarak değişen Varlık, fikir kelimesinin jenerikten çıkarılması ile birlikte Kemalizmin açık savunuculuğunu terk etmiştir. 1986 Temmuz sayısından itibaren bir yayın kurulu oluşturulmuş ve yayın politikasını tek kişinin belirlemesi uygulamasına son verilmiştir. Ocak 1990’da sayısından itibaren 19x27 cm. ebadındaki 34 sayfalık bir dergi olarak çıkarılan derginin kapağı da değişti. Attilâ İlhan şiirleriyle Varlık sayfalarında yer almaya başladı. Aktüel siyasete dergide daha çok yer verildi. 2000’de yeni bir biçim değişikliği oldu ve dergi 28x20 cm. ebadında çıkmaya başladı. Yaprak (dergi) Yaprak, 1 Ocak 1949 - 1 Haziran 1950 arasında, Orhan Veli Kanık'ın önderliğinde Ankara'da yayınlanmış Türkçe edebiyat dergisi. On beş günde bir yayınlanan dergi yirmi sekiz sayı devam edebildi. Orhan Veli, Yaprak'ın kapanmasının ardından İstanbul'a geri döndü. Aynı yılın Kasım ayında bir haftalığına geldiği Ankara'da belediyenin kazdığı bir çukura düştü ve başından hafifçe yaralandı. İki gün sonra İstanbul'a döndü. 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair hastaneye kaldırıldı ve orada öldü. 1 Şubat 1951'de arkadaşları tarafından anısına "Son Yaprak" çıkarıldı. Tek sayı olarak basılan bu dergide Orhan Veli'nin daha önce yayınlanmamış "Aşk Resmi Geçidi" şiiri de yer buldu. Orhan Veli, 1948 yılında Millî Eğitim Bakanlığı'nın Tercüme Bürosu'ndaki işinden ayrıldıktan sonra sık sık kendisi ile aynı durumda olan arkadaşları Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüboğlu, Oktay Rifat ve Melih Cevdet gibi arkadaşlarıyla buluşmaya başladı. Bu buluşmalardaki konuşmalar sonucunda, grup, bir dergi çıkartmaya karar verdi. Masraflarını Mahmut Dikerdem'in karşıladığı Yaprak on beş günde bir yayınlanmaya başladı. Dikerdem'in yardımlarına rağmen derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Orhan Veli'ydi. Bu yüzden zaman zaman ortaya çıkan para problemleriyle kendisi ilgilendi ve dergiye devam edebilmek için paltosunu satmak zorunda bile kaldı. Son sayıyı yayınlayabilmek için ise Abidin Dino'nun kendine hediye ettiği resimleri elden çıkardı. İlk sayısı 1 Ocak 1949'da çıkan, Cahit Sıtkı Tarancı, Sait Faik Abasıyanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi gibi yazar ve şairlerin eserleri yayınlanan Yaprak, 1 Haziran 1950'ye kadar 28 sayı yayınlandı. Bu dergiyle birlikte Orhan Veli'nin şairliği yanında fikir adamlığı da ön plana çıktı. Kanık, yaklaşan seçimlerin parti konuşmaları hakkındaki yorumlarına dahi dergide yer vermeye başladı. Melih Cevdet ve Oktay Rifat'ın toplumsal yanı ağır basan şiirlerinin de "Yaprak"'ta yayınlanmasının sonucunda derginin siyasal yönü ortaya çıktı. Nâzım Hikmet'in hapishaneden çıkartılması için açılan kampanyaya da katılan Garipçiler üç günlük açlık grevine girdiler. Tüm bu süre boyunca "Yaprak" kavgalarının silahı oldu. Yeni Adam Yeni Adam, İsmail Hakkı Baltacıoğlu tarafından 1 Ocak 1934 tarihinde çıkarılan kültür-edebiyat ve fikir dergisi. Sloganı "Ülkümüz demokrasi ve cumhuriyet için çalışmaktır" biçimindeydi. İlk sayıda İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu amacını şöyle açıklıyordu; "Her gazete sahibinin tabiatını taşır, benim gazetem de bana benzeyecektir. Yaratıldığım günden beri demokratça yaşadım, ölünceye kadar da demokrat kalacağım. Bütün yaşayışımda güzellik, iyilik ve doğruluk için çalıştım. Gazetem bu ülkülere hıyanet edemez." Yazar kadrosu, tamamiyle sabit olmamakla birlikte, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Zeki Faik, Adnan Cemgil, Hüseyin Avni, Peyami Safa, Şükufe Nihal, Bedri Rahmi, Cemil Sait, Nurettin Şazi Kösemihal, Nâzım Hikmet, Sait Faik, Kerim Sadi, Asaf Halet, Sabahattin Ali, Sadri Ertem gibi yazar ve çizerleri içermektedir. 1938 Mart'ından 1939 Martına kadar 1 yıl süreyle kapatılmıştır. Mayıs 1978 tarihli sayı, 1 Nisan 1978'de vefat eden İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'na ayrıldı. Bu tarihten Haziran 1979'aa kadar kızı Hatçe Baltacıoğlu yönünden yayınlandı. Haziran 1979'da yayımına son verdi. Doppler etkisi Doppler etkisi (veya Doppler kayması), adını ünlü bilim insanı ve matematikçi Christian Andreas Doppler'den almakta olup, kısaca dalga özelliği gösteren herhangi bir fiziksel varlığın frekans ve dalga boyu'nun hareketli ("yakınlaşan veya uzaklaşan") bir gözlemci tarafından farklı zaman veya konumlarda farklı algılanması olayıdır. Herhangi bir "A" konumundan "B" konumuna gitmek için fiziksel bir dalga ortamı'na ihtiyaç duyan dalgalar ("örn. ses dalgaları veya su dalgaları") için Doppler Etkisi hesaplamaları yapılırken, dalga kaynağı ve gözlemcinin birbirine göre konum, yön ve hızlarının yanında dalganın içinde veya üzerinde hareket ettiği dalga orta yapısı (yoğunluk, hacim, iletkenlik katsayısı, kimyasal özellikleri, vb.) dikkate alınmak zorundadır. Eğer söz konusu dalga herhangi bir "A" konumundan "B" konumuna gitmek için fiziksel bir dalga ortamına ihtiyaç duymuyor ise ("örn. ışık, radyo dalgaları veya radyasyon"), Doppler Etkisi hesaplamalarında sadece dalga kaynağının ve gözlemcinin birbirine göre birim zamandaki konumlarının değerlendirilmesi yeterlidir. Doppler etkisi ilk olarak 1842 yılında Avusturyalı bilim insani Christian Andreas Doppler tarafından ("Über das farbige Licht der Doppelsterne und einige andere Gestirne des Himmels" söylemi ile) matematiksel bir hipotez olarak ortaya atılmıştır. 1845 yılında Hollandalı fizikçi Christophorus Ballot tarafından ses dalgaları kullanılarak test edilmiş ve "ses kaynagi kendisine yakınlaşırken duyduğu frekansın yükseldiğini, uzaklaşırken ise düştüğünü ispatladığını" söylemesi ile resmen onaylanmıştır. Aynı etki Ballot veya Doppler'dan bağımsız olarak 1848 yılında Fransız fizikçi Hippolyte Fizeau tarafından elektromanyetik dalgalar üzerinde de keşfedilmiştir. Bu yüzden nadiren de olsa bazı bilim çevrelerince Doppler-Fizeau etkisi olarak da bilinir. Doppler etkisi konusunda bilinmesi gereken en önemli husus, her ne kadar gözlemci dalga frekansının kendi hareketi ya da dalga kaynağının hareketi yüzünden değiştiğini görse de, aslında kaynağın yaydığı dalganın frekansının sabit kaldığı gerçeğidir. Tam olarak ne olduğunu daha iyi anlamak icin şöyle bir örnek üzerinde düşünelim: Siz yerinizde ve hareketsizsiniz. Bir arkadaşınız sizden 10 metre uzakta duruyor ve size her saniyede bir elindeki tenis toplarından birini fırlatıyor. Burada arkadaşınızın topları her seferinde aynı doğru boyunca ve aynı hızda attığını varsayalım. Eğer arkadaşınız da hareketsiz ise her saniyede bir 10 metre yol kateden tenis toplarından biri size ulaşacaktır. Şimdi arkadaşınızın yine her saniyede bir top fırlattığını ("yani aslında top fırlatma frekansı değişmiyor"), ancak bu sefer size doğru yürümeye başladığını öngörelim. Bu durumda size ulaşan iki top arasındaki süre 1 saniyeden daha kısa olacaktır, çünkü toplar her seferinde 10 metre, 9 metre, 8 metre şeklinde daha az mesafe katettikten sonra size ulaşacaktır. Elbette aynı etkinin zıddı arkadaşınız sizden uzaklaşırken de geçerli olacaktır. Bir başka deyişle, toplar arkadaşınızın elinden her zaman saniyede bir çıktığı halde, sizin ya da arkadaşınızın hareketi yüzünden size azalan ya da artan zamanlarda ulaşacaktır. Bu da doğal olarak arkadaşınızın size topu farklı zamanlarda fırlattığını düşünmeni
ze sebep olur. Yani aslında Doppler Etkisi'nde "etkilenen" asıl fiziksel değişken dalga boyu'dur. Elbette dalga boyu ile frekans ters orantılı olduğundan gözlemciye göre dalga kaynağının frekansı da değişiyor gibi görünür. Eğer ("f") frekansında dalga yayan hareketli bir kaynak bu yayılımı sadece kendinin ve bir gözlemcinin bulunduğu sabit bir dalga ortamında yapıyorsa, o zaman bu dalga ortamına göre hareketsiz olan bir gözlemcinin göreceği frekansı ("f") bulmak için: formülü kullanılır. Burada ("v") dalga ortamındaki dalgaların hızı, ("v") ise kaynağın sabit olan dalga ortamına göre ("eğer gözlemciye doğru hareket ediyorsa (-) eksi bir değer, gözlemciden uzaklaşacak şekilde hareket ediyorsa (+) arti bir değer") hızıdır. Benzer bir analiz sabit bir dalga kaynağı ile hareketli bir gözlemci için asağıdaki gibidir. "("v") = Gözlemcinin dalga ortamına göre hızı." Yukarıdaki örnekte de gördüğümüze benzer şekilde, bu sefer gözlemcinin dalga kaynağından uzaklaşması durumunda ("v") değeri (+) arti, yakinlaşması durumunda ise (-) eksi olur. Matematiksel olarak bu iki formül elbette tek bir vektörel eşitlik olarak genelleştirilebilir. Koordinat sisteminin dalga ortamı üzerindeki herhangi bir noktanın konumunu verdiğini, ve bu ortamda ses hızı'nin (formula_3) olduğunu varsayalım ve söz konusu ortamda (formula_4) kaynağının (formula_5) hızıyla hareket edip çevresine (formula_6) frekansında dalgalar yaydığını öngörelim. Bu dalga ortamında bir de (formula_7) hızıyla hareket eden bir (formula_8) gözlemcisi olsun. Dalga kaynağı (formula_4) ile gözlemci (formula_8) arasındaki matematik vektörün ise (formula_11) olduğunu öngörelim. (Yani formula_12) Bu durumda gözlemcinin algılayacağı frekans (formula_13): eşitliğinden bulunabilir. Eğer formula_15 ise, o zaman algılanan frekanstaki değişim daha çok dalga kaynağı ve gözlemcinin birbirine göre hızlarına bağlı olur: Veya alternatif olarak: Doppler'in bu analizinin ışık ışınları için de geçerli olabilmesi için yapılan ilk çalışma Hippolyte Fizeau tarafından yürütülmüştür. Ancak ışık "A" noktasından "B" noktasına gidebilmek için belli bir dalga ortamına gerek duymaz ("örneğin sonsuz boşluk olan uzayda kolayca yol alır") ve Doppler Etkisi'nin ışık ışınlarına nasıl doğru bir şekilde uygulanabileceğinin anlaşılabilmesi için Einstein'in Özel Görelilik ("izafiyet") teorisinin kullanımına ihtiyaç vardır. Doppler kayması ve kozmolojik gelişimde yıldız ışımalarının önemli katkıları olmuştur. Yıldızların hızları doppler kayması sayesinde saptanmaktadır. Spektrum Atomların ya da moleküllerin yayınladığı ışınımdır. Bunlar ışınımların çok dar frekans bandı aralıklarıdır. Edwin Hubble doppler kaymasının uygulamasını yapmıştır. Birçok yıldızın spektrumunu incelemiş. Dünyaya uzaklıkları hakkında yıldızların parlaklıklarını kullanarak tahminde bulunmuş. Yıldızların çoğunun spektrumunun kırmızıya kaydığını ve bu sonuçla yıldızların olduğu galaksilerin bizden uzaklaştığını söylemiştir. Bunun yanında uzaklaşma hızlarının Dünya'ya olan uzaklıklara orantılı olduğunu da söylemiştir. Hubble kanunu sayesinde doppler kaymasının ölçümleri ile birlikte galaksilerde olan uzaklıkların hesaplanması olanağı sağlamıştır. Astronomlar kırmızıya kaymaların olduğu radyasyon kaynakları (örnek olarak yıldız benzeri cisimler sayılabilir). Bu kaynakların çok fazla enerji yaydığını söylemişler. Bu enerjinin maddelerin aşırı ivme kazanmasından dolayı böyle bir büyüklükte bir ışınıma neden olduğu belirtilmiştir. Koyun Adası Koyun Adası, Marmara denizi'nde Paşalimanı Adası ile Avşa Adası arasında kalan adadır. Yüzölçümü 1,7 km'dir. Adanın güney ucunda 19 yazlık yapı ve iki adet iskele mevcuttur. Ada Balıkesir iline bağlı olup İstanbul'a 65 deniz mili mesafededir. Genellikle yılın büyük kısmında kuzey doğu rüzgarı (poyraz) etkindir. Yaklaşık 400 dönüme tekabül eden kısım 1970'li yıllarda parselasyona tabii tutulmuş olup müstakil tapuları mevcuttur. Geriye kalan 1300 dönüme yakın kısım müfrez tarla vasfında bulunup, özel mülkiyete tabidir. 7 hissedar mevcuttur. (%50 Erelçin, %20 Törümküney, %10,5 Bayraktar, %10.5 Kocavelioğlu, %3 Türksavul, %3 Tıkız, %3 Ünver aileleri). Kullanım suyu ihtiyacı kıyıya açılmış kuyularla , elektrik ihtiyacı güneş enerjisi panelleri ile veya jeneratör ile sağlanmaktadır.. İçme suyu ve her türlü erzak yakında bulunan adalardan taşıma yoluyla temin edilebilmektedir. Adada birbirinden güzel plajların yanı sıra; berrak, temiz ve doğal bir deniz bulunmaktadır. Adanın güney burnunun yaklaşık 0.5 mil açığından Paşalimanı adasına elektrik gelmesini sağlayan Avşa-Paşalimanı adası arası deniz altı elektrik kablosu geçmektedir. Bu olaya binaen; şehirleşmenin artacağı düşünüldüğünde elektrik iletimine yakın ve elverişli durumundan dolayı ve önemli kentlere yakınlığına rağmen temiz ve doğal yapısıyla uzun vadeli yatırımlar için elverişli bir ada olma özelliğini de korumaktadır. Trabzonspor BK Trabzonspor Basketbol, 2005'te İdmanocağı'nın oyuncuları ve teknik heyeti takım bünyesine katılarak kurulan ve EBBL'de mücadele etmeye başlayan basketbol takımı. Takımın ilk ismi "Trabzonspor Basket" şeklinde koyulmuştu. Medical Park'ın takımın isim sponsoru olmasıyla birlikte bu ismin önüne "Medical Park" ifadesi eklendi. Organik olarak Trabzonspor Kulübü çatısından ayrılan takımın, başkanlığını Saner Ayar üstlendi. Trabzon’a basketbolu ilk getirenler, ismine Trabzon’da 4’lü basketbol turnuvası düzenlenen "Şehit Pilot Teğmen Mete Esat", eczacı "Sıtkı Tosun" ve eski kaptanlardan "Süha Akçay" ’dır. Hatta basketbol topu NATO üssündeki Amerikan askerlerinden tahsis edilmiş ve o yıllarda basketbol Trabzon Lisesi'nin bahçesinde oynanmıştır. Trabzonspor’un ilk basketbol takımı 1967 yılı sonunda kırmızı-beyaz renklerle kurulmuştur. Bu takımda NATO üssünde görevli Amerikan askerleri de forma giymiştir. O yıllarda Trabzon, Konya ve Adana dışındaki Anadolu şehirlerinde basketbol takımı sayısı yok denecek kadar azdı. Trabzonspor kulübünün kurulmasından sonra 2005 yılına kadar basketbol şubesi tam üç kez çeşitli zaman dilimlerinde faaliyete geçip çeşitli nedenlerle kapatıldı, 2005 yılında ise bugünün temelleri atıldı, Trabzonspor Basketbol 2005'te İdmanocağı'nın oyuncuları ve teknik heyeti takım bünyesine katılarak kuruldu ve EBBL'de mücadele etmeye başladı. 2008'de Trabzonspor tarafından Alpella'nın satın alınmasıyla TB2L'de yer alma hakkı elde etti. İki sezon sonra ise Aleaddin Yakan önderliğinde Beko Basketbol Ligi'ne çıktı. Koç: Aleaddin Yakan 2008-09 sezonunda Türkiye Basketbol 2. Ligi A grubunda mücadele eden Trabzonspor, 22 maçta aldığı 19 galibiyet ve topladığı 41 puanla grubunu lider olarak tamamlayarak play-off'a kalmayı başardı. İlk turda Genç Banvitliler'i 2-0, ikinci turda Beykoz'u 2-1 ile eledi. Final grubunda Tofaş, Bornova Belediye ve İTÜ takımlarına karşı mücadele veren Trabzonspor, 6 maçta aldığı 2 galibiyetle 3. sırada kalarak Türkiye Basketbol Ligi'ne çıkma ümitlerini bir sonraki sezona bırakmış oldu. Koç: Aleaddin Yakan 2009-10 sezonunda Türkiye Basketbol 2. Ligi A grubunu 22 maçta 19 galibiyetle tamamladı. Play-offların ilk turunda Yeşilyurt'u 2-0, ikinci turda Genç Telekom'u 2-1 ile geride bıraktı. Final grubunda Olin Edirne Basketbol, Hacettepe Üniversitesi Spor Kulübü ve Mutlu Akü Selçuk Üniversitesi karşısında 6 maçta 5 galibiyetle şampiyon olarak Beko Basketbol Ligi'ne yükseldi. Takımı iki sezon boyunca TB2L'de çalıştıran, Beko BL'ye çıkaran koç Aleaddin Yakan, 9. hafta maçlarının ardından (2 galibiyet - 7 mağlubiyet) 13 Aralık 2010'da takımdan ayrıldı. Yerine Dragan Sakota getirildi. Aleaddin Yakan koçluğunda MP Trabzonspor, Spor Toto Türkiye Kupası'nda son sekize kalma başarısı göstermişti. Gaziantep'de oynanan C Grubu maçlarında Fenerbahçe Ülker ve Tofaş'a yenilmesine rağmen son maçta Bornova Belediye Basketbol Takımı maçını kazanıp çeyrek finale yükseldi. Çeyrek finalde rakibi Aliağa Petkim'i eleyen Trabzonspor, yarı finalde Beşiktaş Cola Turka'ya 90 - 88 yenilip Türkiye Kupası'ndan elendi. Beko Basketbol Ligi'ndeki ilk sezonunda (2010-11) kadrosunda yer alan Mutlu Demir 4. hafta sonunda Mersin BŞB'ye, Hakan Yapar 11. hafta sonunda Optimum TED Kolejliler'e transfer oldu. Takım kaptanı Harold Jamison ise 15. haftanın ardından takımdan ayrıldı. Takımın yıldız gardı Aleksander Rasic 24. haftada sözleşmesindeki şartlar uyarınca serbest kaldıktan sonra Litvanya'nın L. Rytas takımına gitti. Sıkıntılı geçen, kapanması,devredilmesi konularının tartışıldığı dönemde Mehmet Yiğit Alp başkanlığında yeni yönetim kurulu göreve geldi. Takımın başına Tolga Öngören getirildi. Kısıtlı bütçeli bir takımla ligde kalma hedefiyle yola çıkıldı. Ancak dönem içinde yapılan doğru-yanlış müdahalelere rağmen sezon sonunda ligden düşmeye engel olunamadı. Bu dönemde hoca değişikliğiyle Tolga Öngören yerine Halil Üner göreve getirildi. Ligin sayı lideri Jonathan Gibson (19,9 sayı ortalama) , Ribaund lideri Elton Brown (12 ortalama ribaund,sayı liderliğinde 3.), Top çalma Lideri Russel Robinson (ortalama 2,1) düşmeye engel olmaya yetmediler. Bu dönemde Marc Salyers ve Ernest Kalve gibi oyuncularda transfer edildi ancak etkili olamadılar. Mehmet Yiğit Alp ve ekibi 2 lige düştükleri bu sezonda Halil Üner ile yola devam etme kararı aldı. 2. Lig için iyi kadrolardan birini oluşturdular. Jurica Zuza, Antawn Dobie gibi birinci lig yabancılarının yanına. Birinci ve ikinci Lig tecrübesi yüksek oyuncular eklediler. Daha önceki 2. Lig şampiyonluğunda görev yapan Gökhan Orçun Tunca,Fırat Aydemir, Birinci Lig tecrübesi yüksek oyuncular Erdem Türetken, Rasim Başak, Sercan Topçu, Umutcan Özyıldırım, Alican Güney, Mesut Kadir Çipa dan oluşan kadronun başında Genel Menajer olarak da Cömert Küce görev yaptı. Ligde ilk hafta Balıkesir BK deplasmanında ikinci hafta kendi evinde Torku Konya Selçuk Üniversitesi takımına mağlup olup lige beklenmedik bir başlangıç yapıldı.Dokuzuncu haftada Bandırma Kırmızıdan alınan 4.mağlubiyet (5 galibiyet-4 mağlubiyet) sonrası Halil Üner ile yollar ayrıldı.10. Hafta kendi evindeki Mali
ye Millî Piyango maçına yardımcı çalıştırıcı İlker Salman ile çıkıldı ancak o maçta kaybedildi. Bu dönemde Hasan Özmeriç ile görüşüldü ve takımın başına getirildi. İlk yarı 6 galibiyet 1 mağlubiyetlik seri ile tamamlandı. İkinci devrenin ilk maçında kendi sahasında Best Balıkesir, deplasmanda Torku Konya, tekrar evinde Gelişim Koleji yenilgileri ile başlandı. Bu dönemde Best Balıkesirden Yunus Akçay transferi gerçekleşti. Bu dönemde 1 numaradaki sıkıntılar sebebiyle Guard arayışına giren yönetim Fransa Lemans takımından Khalid El-Amin 'i transfer etti. Bu dönemde 1 Lig Hacettepe takımından Adnan Önder Külçebaş transferini gerçekleştirildi. Kalan maçlarda 10 Galibiyet 4 Mağlubiyet ile ligi 7.sırada tamamlayarak Play-off lara kalma hakkı kazandı.Play-off lar için 5 numara Pozisyonuna Amerikalı Kevin Pinkney transferi gerçekleştirildi. Saha avantajı şansı olmadan kalınan play-off larda ilk olarak Lig ikincisi Konya Torku Selçuk ile eşleşildi.Deplasmanda 80-75,kendi sahasında 87-71 lik skorlarla ilk tur geçildi. Yarı Finalde lig üçüncüsü Yeşil Giresun Belediye ile yapılan seride ilk maçı deplasmanda rakip takıma kaybeden Trabzonspor, ikinci maçı kendi evinde 63-59 kazandı. Üçüncü ve son maçıda rakip sahada 68-60 kazanarak Türkiye Basketbol Ligine çıkmayı hak etti. 29 Mayıs 2013 Tarihinde İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonunda oynanan Final maçında Ligi birinci bitiren ve play-offlardanda çıkmayı garantileyen Uşak Sportif takımını 71-66 yenip şampiyonluğu kazanarak 1 yıl aradan sonra tekrar Beko Basketbol 1.Ligine çıkma başarısını göstermiştir. Paladine Paladine, Margaret Weis ve Tracy Hickman ikilisinin yazdığı Ejderha Mızrağı evrenindeki hayali karakterlerden biri ve üçlemenin başkahramanlarındandır. O Krynn dünyasının iyilik tanrısı ve iyilik pantheonunun başıdır. Paladine, Kiri-Jolith, Habbakuk ve Solinarinin babasıdır. Karakter gelişiminin başlarında, Paladine'ın avatar'ı olarak Huma Dragonbane karakteri tasarlanmıştı. Ancak, Tracy Hickman "Fizban" karakterini Paladine'ın avatarı olarak yarattı. Ejderha Mızrağı serisinin ilk romanı olan Güz Alacakaranlığının Ejderhalarında, kahramanların karşısına kendini "Fizban" olarak tanıtan beceriksiz, unutkan ve yaşlı bir büyücü olarak çıkar. Serinin devam kitaplarında da Paladine kendini sürekli Fizban olarak tanıtır. Ancak Fizban'ın göründüğünden daha fazla şey sakladığı zamanla anlaşılmaya başlar. Sonunda, kender olan Tasselhoff Burfoot ile olan dostluğunun gücü nedeniyle Paladine avatarı olarak "Fizban"ı seçer. Ruhlar savaşından sonra dengenin bozulmaması için Takhisis nedeniyle tanrılığından vazgeçer ve kendini Valthonis (elf dilinde "Sürgün" anlamına gelir.) adında bir elf yapar. Paladine'ın diğer isimleri, Ejderha Şövalye, E'li, Platin Ejderha, Ejderha Efendisi, Yiğit Savaşçı, Bah'mut, Göklerin Bıçağı, Ejderhaların Lordu, Yüce Ejderha ve Platin Tüy olarak sıralanabilinir. Mızrak savaşı ve sonrasında ise Fizban ismiyle de tanınabilir. Onun sembolleri, örs, gümüş üçgen, çam ağacı ve platin ejderha sayılabilir. Krynn'de gökyüzünün açık olarak göründüğü gecelerde Yiğit Savaşçı ya da Platin Ejderha olarak isimlendirilen yıldız takımı olarak da görülebilinir. Güz Alacakaranlığının Ejderhalarının ilk bölümünde, Raistlin Majere gökyüzündeki Paladine ve Takhisis'in takım yıldızlarının eksik olduğunu fark eder ki bu da onların Krynn üzerinde avatar formlarında bulunduklarını belirtir. Bu daha sonra Raistlin'in Fizban ile tanışmasıyla kanıtlanır. Paladine Krynn yaratılırken kötülük tanrıçası Takhisis ve tarafsızlık tanrısı Gilean ile birlikte varolmuştur. Takhisis Takhisis, Ejderha Mızrağı evrenindeki hayali karakterlerden biridir. O Krynn dünyasının kötülük tanrıçasıdır. O kötülüğün ana tanrıçası ve karanlık pantheonun başıdır. Krynn'de yaşıyanlar arasında, Ejderhakraliçe (elfler arasında), Tahripçi Nilat (barbar ovalarında), Tamex, Hatalı Maden (cüceler arasında), Mai-tat, Çok Yüzlü (Ergoth halkı arasında), Birçok ve Hiçbir Rengin Kraliçesi (Solamnia Şövalyeleri arasında), Karanlık Kraliçe, Kaos Leydisi, Karanlık Savaşçı ve Gölge Büyücüsü isimleriyle tanınır. Takhisis genellikle beş başlı, her baş kötü bir ejderhanın renginde olan (yeşil, siyah, mavi, kırmızı ve beyaz), ejderha formunda karşımıza çıkar. Ejderha formu dışında hiçbir erkeğin ona karşı koyamayacağı kadar çekici ve güzel bir kadın olarak da karşımıza çıkar. Bir diğer formu ise Karanlık Savaşçı olarak bilinir. Takhisis, Paladine ve Gilean'ın küçük kız kardeşidir. Takhisisin eşi Sargonnas ile birlikte iki çocuğu vardır. Nuitari ve Zeboim'in annesidir. Nuitari'nin annesi olmasından dolayı siyah cübbeliler ona saygı duyar. Takhisis en sık planlarıyla dengeyi bozan ve kendisi için dünyayı ele geçirmeye iddialı bir Tanrıçadır. Üçüncü ejderha savaşından sonra Huma Dragonbane tarafından dünyadan sürülmüş ve mühürlenmiştir. O zamanını Abyss'te geçirsede dünyaya dönmek için sürekli bir yol aramaktadır. Mızrak savaşının ve daha sonra Kaos Savaşı ve Ruhlar Savaşının nedeni budur. Raistlin Majere Takhisis'i yok edip onun yerine kötülüğün baş tanrısı olmayı dener ve bir paralel evrende başarılı olur. Ancak büyülü savaşlar sonunda Krynn'in yok olur. Raistlin'in kardeşi Caramon bir zaman yolculuğu aletiyle zamanda yolculuk eder ve kardeşini gittiği yoldan vazgeçirir. Ancak bunun bedeli Raistlin için ağır olur. Takhisis'in Abyss'den çıkmasını önlemek için kendisini feda eder. Kaos savaşı sonunda diğer tanrı ve tanrıçalara birlikte Krynn'den kaçtı süsü vermiştir. Fakat ejderha Skie'nin yardımı ile dünyayı onlardan kaçırmıştır. Diğerleri bunun farkına vardığında Takhisis çok uzaklaşmıştı. Ancak diğer tanrılar Krynn'ı bulurlar ve Takhisis'e ceza olarak ölümlü bir bedene hapsederler. Dengenin bozulmaması için Paladine'da tanrılığından vazgeçer ve kendini ölümlü yapar. Takhisis Elf kralı Silvanoshei öldürür. Astinus Astinus, Palanthas Kütüphanesi'nin baş kütüphanecisidir. Krynn'in başlangıcından beri olan olayları yazar. Astinus Raislin'in merdiveninin altında kaldığını duyduğunda müritlerine onu bir hücreye kapatmaları emrini verir. Bu sayede "zaman bulduğunda" onu görebilecektir. Astinus Raistlin ile yüzleştiğinde Fistandantilus'un bir parçasını taşıdığını fark eder ve bu nedenle Raistlin'e "eski dost" olarak seslenir. Fistandantilus Astinus için Zaman küresini yaratmıştır. Bu sayede her şeyi olduğunu anda olduğu şekilde kayıt altına alabilmektedir. Astinus Kaos Savaşına kadar bütün tarihi olduğu gibi kayıt altına almıştır. Astinus bazıları tarafından Gilean'ın, kitapların tanrısının, bir görünümü ya da onun oğlu olduğuna inanmaktadırlar. Bir efsaneye göre Astinus zamanın başlangıcına geri dönüp Gilean olmak için eğitilmektedir. Astinus Kaos savaşından sonra görülmemektedir. Mishakal Mishakal; Margaret Weis ve Tracy Hickman tarafından yazılmış kitap serisi Ejderha Mızrağı Destanında ki hayali karakterlerden biridir. Mishakal, tüm ışık ve tarafsızlık panteonu tarafından sevilir ve kendisine saygı duyulur. Mishakal, afetten sonra gerçek tanrıların bilgeliğini ortaya çıkartan tanrıçadır. Ejderha Mızrağı serisinin ilk kitabı Güz Alacakaranlığının Ejderhalarında afetten sonra ilk karşılaşılan tanrıdır. Barbar Altınay ailesinden kalan, aslında zaten Mishakala ait olan, Mavi Kristal Asayla ortaya çıkar. O Krynn'ın şifa, annelik ve merhamet tanrıçasıdır. Mishakal Paladine'ın eşi Kiri-Jolith, Habbakuk, Solinari ve Mina'nın annesidir.. Mishakal, Ruhlar Savaşının sonunda eşi Paladine'ın dengeyi sağlamak adına ölümlü olmasından sonra iyilik pantheonunun başına geçmiştir.. O bütün kötü tanrıları, özellikle de ölümünden önce Tahkisis'i, karşısına almıştır, . Şifanın ve yaşamın tanrıçası olarak en çok ölüm ve hastalık tanrıları olan Chemosh ve Morgion'la savaşır. Afetten önceki zamanlarda Mishakal Rahipleri sayıca en fazla olan ve insanların en çok inandığı tanrıydı. O dünyaya hediyesi olan ilahi iyileştirme gücünü (Mavi Kristal Asa yardımıyla) önce Nehiryeli ve sonra Altınay'a vererek geri getirdi. "Altınay", Mızrak Savaşından sonraki ilk gerçek rahiptir. O insanları tanrıların geri döndüğüne ikna etmiştir. O daha sonraları Mishakal'ın Peygamberi olarak isimlendirilmiş ve Kutsal Birliğin başına geçmiştir. Ölümlüler çağında, Altınay, Işık kalesinin ilk efendisi olmuştur. Mishakal, Şifacı El, Mavi Leydi, Yaşam Taşıyıcı, Evdeki Şifacı, Ke-en, Ka-Mel-Sha ve Göklerin Hanımı olarak tanınır. Paladine'ın tanrılığının düşmesinden sonra Ak Leydi olarak da tanınır. Sembolü dik duran sonsuzluk işareti biçimindedir. Krynn'de gökyüzünün açık olarak göründüğü gecelerde yıldız takımıda aynı şekilde görülebilinir. Mishakal'ın rahip ve rahibeleri mavi cübbe giyer ve mavi diskten bir madalyon taşır. Mishakal Ejderha Mızrağı kitaplarında nazik, merhametli ve duygusal; güzel ve sakin bir kadın olarak gösterilir. Matrix serisi içindeki program ve makine listesi "Bu alt başlığın ana maddesi: Ajanlar (Matrix)" Ajanlar Matrix içinde bulunan yapay zekâlı programlardır. Gerçek dünyadan gelenleri teşhis edip yok etmek, son insan şehri Zion'a ulaşmak için gerekli erişim kodlarını elde etmek, anormallikleri gidermek ve Matrix'in gerçek dünya olmadığını ortaya çıkaracak her şeye karşı koymak için programlanmışlardır. Üç ajan; ilk film The Matrix'de filmin hemen başında tanıştığımız, siyah takım elbise ve gözlükleriyle. İçlerinden Ajan Smith'i serinin kalan filmlerinde de yer aldı. Ajan Brown (Paul Goddard), serinin ilk filminde (The Matrix) Trinity'yi filmin başında çatıda kovalayan ajandır. İlk filmin sonunda Ajan Smith'in yok olmasından sonra bir daha gözükmez. İkinci filmden itibaren makineler ajanları(n sürümlerini) yükseltmişlerdir. Bundan sonra yeni nesil ajanları görürüz. Ajan Brown kaynağa geri gönderilip, sürümü yükseltilmiş ya da silinmiştir. Agent Jones (Robert Taylor) ilk filmin ünlü tanıtım sahnesinde de yer alan, Neo ile bir ajanın ilk kez savaştıkları sahnede oynayan ajandır (Bu sahnede yeni çekim teknikleri kullanılarak Neo'nun en az ajanlar kadar hızlı hareket edip kurşunlardan kurtulması izlenir). Ajan Jones
'un da kaynağa geri dönmesi, sürümünün yükseltilmesi ya da silinmesi kuvvetle muhtemeldir. "Bu alt başlığın ana maddesi: Ajan Smith"Ajan Smith (ilk film) The Matrix'te Ajan Brown ve Jones'u Nebuchadnezzar'ın tayfası ele geçirme görevini idare eden programdır. Bu ilk filmde Neo tarafından parçalanmıştır. Lâkin yok edilmek üzere kaynağa döneceğine sürgün olmayı seçmiş ve Matrix'de anormallik yaratmıştır. İkinci filmden itibaren bir ajan değildir, kendini diğer program ve insanlara kopyalayan virüs hâline gelmiştir. Kâhin'e göre Neo'nun dengeleyecisidir yani zıddıdır. İkinci filmle birlikte ajanları(n sürümlerini) yükseltilmiştir. Artık daha kaslı yapılı ve eski (sürümler)ine göre daha kuvvetlidirler. İkinci filmin başındaki çarpışmada yeni sürüm oldukları ve yenmenin zor oldukları anlaşılır. Ajan Johnson (Daniel Bernhardt), yeni nesil ajanların lideridir. Sadece ikinci filmde yer alır. Karşılaştırma yapılacak olursa Ajan Smith'den daha başarılı olduğu kabul edilmelidir. Morpheus ile otoyolda savaşmış ve Morpheus'a karşı üstünlük kurmuştur Düşzamanı Düşzamanı Avustralya Aborjin mitolojisini birleştiren ana temadır. Rüyazamanının dört yönü bulunmaktadır: Her şeyin başlangıcı; ataların hayatı ve etkisi; yaşam ve ölüm tarzı; yaşamdaki gücün kaynağı. Rüyazamanı hem zamanın hem de her şeyin mevcut olduğu mekanın ötesindeki bir durumdur. Avustralya yerlileri düş görmeyi "her şeyin bir anda" olduğu zaman olarak adlandırırlar çünkü rüyada geçmiş, an ve gelecek aynı anda mevcuttur. Düşzamanı kişinin hayatı süresinde uyanık bilinç haliyle tecrübe ettiği lineer bir zaman olmadığı Batılıların kavrayışında olduğu gibi öznel bir durum da değildir. Düşzamanı kabile üyeleri kabile kuralları ve geleneklerine uygun yaşadıklarında yüz yüze gelecekleri bir durumdur ve ritüellerle ve kabile mitolojilerini dinleyerek kişinin rüya zamanına girişinin sağlandığı nesnel bir durumdur. Ölümün insan yaşamında bir son olmadığına inanan Aborjinler için rüyalarda ölmüş akrabalarla iletişim kurmak ve hatta rüya gören kişinin rüyadaki akrabaları tarafından iyileştirilmesi bile mümkündür. Ölüm kişinin uykuda geçici olarak gittiği Düşzamanından doğum yoluyla çıktığı ve daha sonra tekrar Düşzamanına geri gittiği hayat döngüsünün bir parçasıdır. RÜYAM Ben dün gece rüyamda ; karanlıklar içinde yürüyordum.karşımda ufak bir ışık belirdi.Yürüdükçe ışığa yaklaşıyordum.En sonunda her yer aydınlık oldu.Ve karşıma uzun boylu bembeyaz tüyleri olan bir at çıktı.Ata binmeyi bilmediğim halde aydınlığın içinde ata binebiliyordum.ve sonra uyandım... "http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BC%C5%9Fzaman%C4%B1" adresinden alındı. RÜYAM Ben dün gece rüyamda ; karanlıklar içinde yürüyordum.karşımda ufak bir ışık belirdi.Yürüdükçe ışığa yaklaşıyordum.En sonunda her yer aydınlık oldu.Ve karşıma uzun boylu bembeyaz tüyleri olan bir at çıktı.Ata binmeyi bilmediğim halde aydınlığın içinde ata binebiliyordum.ve sonra uyandım... Yuri Lyubimov Yuri Petroviç Lyubimov (30 Eylül 1917, Yaroslavl — 5 Ekim 2014, Moskova), Rus yönetmen, aktör, eğitmen ve Taganka Drama ve Komedi Tiyatrosu'nun kurucusudur. 1930 yılında Vahtangov Tiyatrosu bünyesinde kurulmuş Şukin Tiyatro Okulu'nu bitirmiştir. 1940-1946 yılları arasında Sovyet Ordusu saflarında II. Dünya Savaşı'na katılmıştır. Aralarında "Kuban Kazakları" (1950), "Dünya Gezegeni'nden Gelen Adam" (1958) gibi Sovyet sinemasının kült filmlerinin de bulunduğu 18 filmde rol almıştır. 1953 yılında Şukin Tiyatro Okulu'na bu kez eğitmen olarak geri dönmüştür. 1963 yılında, bugün Dünya'nın en önemli tiyatrolarından sayılan, sahnesinde Vladimir Vısotskiy ve Alla Demidova gibi oyuncuları ağırlamış Taganka Drama ve Komedi Tiyatrosu'nu öğrencileriyle birlikte kurmuştur. 1980 yılında, Vısotskiy'in ölümünden sonra oyunları Sovyet Sansür Kurulu'nca yasaklanmaya başlamıştır. 1984 yılında da aralarında Aleksandr Soljenitsın'ın da bulunduğu aydınlarla birlikte Sovyet vatandaşlığından çıkarılmıştır. Perestroyka sonrası, 1989 yılında Sovyetler Birliği'ne geri dönmüş ve Taganka Tiyatrosu'nun yurtdışında gelişen kariyerini sağlamlaştırmıştır. Halen aktif olarak yönetmenlik yapan Lyubimov'un, Taganka Tiyatrosu'nda sahneye koyduğu oyunlar arasında "Usta ve Margarita", "Jivago, Doktor", "Karamazov Kardeşler", "Şaraşka", "Marat ve Marquois de Sade" ve "Yevgeniy Onegin" bulunmaktadır. Yönetmen 2006 yılında düzenlenen İstanbul Tiyatro Olimpiyatları'nda jüri olarak görev yapmıştır. Ayrıca, festival bölümünde kendisinin yönettiği "Medea" oyunu Taganka Tiyatrosu oyuncuları tarafından sahnelenmiştir. Buhar kulübesi Buhar kulübesi, Kuzey Amerika yerlileri (Kızılderililer) tarafından kullanılan törensel buhar banyosunun gerçekleştirildiği küçük yapıdır. Çeşitli stillerde yapılan buhar kulübeleri vardır. Kubbeli olanları kadar, Kızılderili çadırları ("tipi" ) gibi olanları hatta yerde açılmış basit bir çukur şeklinde olanları da bulunur. Kulübe dışında yakılan ateşte kızdırılan taşlar kulübenin ortasındaki bir deliğe yerleştirilerek kulübede yüksek sıcaklık sağlanır. Kızılderili ritüel ve gelenekleri bölgeden bölgeye, kabileden kabileye değişmekle birlikte ritüellerde genellikle dualar, davul çalma ve ruhlar dünyasına armağanlar sunma gibi unsurlar içerir. Buhar kulübesiyle ilişkili bazı ortak uygulamalar ve temel unsurlar şunlardır: Baskül köprü Baskül köprü, açılabilir kanatları olan ve kanatları açıldığında altından deniz taşıtlarının geçişine olanak tanıyan hareketli köprü tipi. Çalışması, genellikle köprünün ortasında yer alan köprü kanatlarının kontrollü şekilde açılması ve kapanması biçimindedir. Baskül tipi köprüler ilk ortaya çıktıklarında, kanatların açılması hidrolik sistemlerle gerçekleştirilirdi. Günümüzde, hidrolik sistemlerin yerini daha gelişmiş olan ve elektrikle çalışan sistemler almıştır. Baskül tipi köprüler, kanatlarının kısa zamanda açılması ve açıldıklarında az yer işgal etmeleri nedeniyle en çok kullanılan hareketli köprü türüdür. Baskül tipi köprünün dünya üzerinde pek çok örneği vardır. En ünlü örneklerinden biri, İngiltere'nin Londra kentinde Thames Nehri üzerinde yer alan Kule Köprüsü ("Tower Bridge")'dür. Kiriş köprü Kiriş köprü, en yaygın kullanılan köprü tipidir. Sözgelimi bir hendek üstüne yerleştirilmiş bir tahta, yalın bir kiriş köprü oluşturur. Tahta üstündeki yükün etkisi, kirişteki eğilme gerilmeleriye karşılanır. Yalın dayanıklı kiriş köprüde, yalnızca iki dayanak vardır ve üstündeki herhangi bir yük, kirişin alt tarafında çekme gerilmesi, üst tarafında basma gerilmesi doğurur. Bu gerilmeler, yükü kaldırmak için yeterli dengelemeyi sağlar. Kirişi düz tutan kuvvetle, statiğin temel yasasına göre, onu bükmeye çalışan yüke eşit olmalıdır. Bu nedenle, belirli miktarda gereçten yapılan kalın bir kiriş, ince bir kirişten daha dayanıklı olacaktır. Küçük köprülerin dışındaki kiriş köprüleri, ya I ya T profiller biçiminde ya da kutu biçiminde yapılır. Kefren Kefren ("Khaf-Ra"), Antik Mısır Firavunlarından biridir. Dördüncü Hanedanlık Dönemi'nde, başkent Memphis'te 24 ila 26 yıl hüküm sürdüğü düşünülen 6 Eski Krallık firavunundan biridir. Birçok Antik Mısır bilim adamı onun Keops'un kardeşi ve veliahtı olduğunu düşünmesine rağmen, daha sonra yapılan araştırmalar sonucunda, Keops'un veliahtının Radjedef olduğu ortaya çıkmış, Kefren ise Radjedef'ten sonra firavunluk yapmıştır. Eski Mısır dilbilimcileri tarafından isminin anlamı "Ra'ya benzeyen" demek olduğu belirtilen, Kefren "(Orj. Khaf-Ra)", Giza Platosundaki en büyük 2. piramiti, Sfenks'i, ve şu ana kadar Eski Krallık'tan günümüze kalmış olan tek tapınağı yaptırmıştır. Ayrıca Büyük Giza Sfenks'indeki yüzün Kefren'in yüzü olduğu tahmin edilmektedir. Kızılderili inançları Kuzey Amerika yerlileri veya diğer bir deyişle Kızılderililer farklı dil, gelenek ve ritüellere sahip pek çok kabileden oluştuğundan Kızılderili inançlarını tek başlık altında ele almak zordur. Bununla birlikte Kızılderili inançlarında bazı ortak unsurlara rastlamak mümkündür: Buhar kulübesi Kuzey Amerika yerlileri tarafından kullanılan törensel buhar banyosunun gerçekleştirildiği küçük yapıdır. Çeşitli stillerde buhar kulübeleri vardır. Kubbeli olanları kadar, Kızılderili çadırları ("tipi ") gibi olanları hatta yerde açılmış basit bir çukur şeklinde olanları da bulunur. Kulübe dışında yakılan ateşte kızdırılan taşlar kulübenin ortasındaki bir deliğe yerleştirilerek kulübede yüksek sıcaklık sağlanır. Kızılderili ritüel ve gelenekleri bölgeden bölgeye, kabileden kabileye değişmekle birlikte ritüellerde genellikle dualar, davul çalma ve ruhlar dünyasına armağanlar sunma gibi unsurları içerir. Dua, şükür vb. amaçlarla kullanılan buhar kulübesi bir arınma ayinidir, ayin öncesinde ve sırasında kimi kabilelerde oruçla ve/veya sessizlikle ayin icra edilir. Tırtak Tırtak ("Delphinus delphis"), Bayağı yunus olarak da bilinir, yunusgiller (Delphinidae) familyasından Türkiye'nin bütün denizlerinde bulunan ve bütün dünyada büyük okyanusların farklı kısımlarında yaygın olan bir yunus türü. Tırtak Yunusgiller familyasının asıl örnek türüdür. Afalina türünün "Flipper" dizisi ile dünyaca ünlü olup insanların aklına örnek yunus türü olarak yerleşmesinden önce dünyaca en çok tanınan yunus türüydü. Sırtı siyah ya da kahverengi ve karın kısmı beyazımsıdır. Yanlarında açık sarı renkten gri renge geçen uzun alanlar vardır. Yöresel olarak renklerinde farklar olabilir; bazılarının yanlarındaki sarı-gri alanlar tamamen eksiktir. Tırtak yunusu bütün yunusların ve hatta bütün balinaların arasında en renklisidir. Boyu 1,70-2,40 m olur. Bütün yunuslar gibi tırtak da balıklar ve ara sıra mürekkep balıkları ile beslenir. Çok hızlı bir yunusdur ve gemilerin önlerinde oluşan "Bıyık" denilen dalganın içinde yüzmeyi sever. Diğer yunuslar gibi, çok gelişmiş bir sosyal sistemin içerisinde yaşar. Oluşturdukları sürüler bazen 1.000 yunustan oluşur. Yazın bu topluluk küçük gruplara bölünür. Yunuslarda birbirine yardım etmek çok doğal bir şeydir. Örneğin, hasta yunusların diğer yunuslar tarafından
taşınılıp nefes aldırmak için su yüzüne çıkarıldıkları izlenilmiştir. Eğer bir yunus doğum yapacaksa diğer yunuslar onun etrafında bir çember oluşturup o yunusu olası köpek balığı saldırılarına karşı korurlar. Yavru yunuslar annelerinden ilk önce kuyrukları ile çıkar. Çünkü ilk önce kafası çıksaydı, iki saat süren doğum sırasında boğulurdu. Hemen doğumdan sonra anne, yavrusunu su yüzüne itekleyerek, yavrunun ilk kez nefes almasını sağlar. Yavru yunus bir yıl boyunca emzirilir ve toplam 3 yıl boyunca annesinin yanında yaşar. Eskiden dünyanın bazı yerlerinde tırtaklar insanlar tarafından avlanılmıştır. Örneğin geçmişte Peru'da ve Karadeniz'de çok tırtak avlanılmıştır. 1960'lı yıllarda Akdeniz ve Karadeniz'de tırtak populasyonunda feci bir azalma olmuştur ama bunun nedenleri bugüne kadar aydınlatılamamıştır. Ama tırtakların hala bugüne kadar süren en büyük sorunları şunlardır: Gemilerin pervanelerine çarparak ölmeleri, balık ağlarına takılarak su altında boğulmaları ve günden güne azalan balıklar ve kirlenen denizsuyu. Tırtak denilen yunusların sadece tek bir türden mi yoksa birkaç tür ya da alt türlerden mi oluştuğu konusunda farklı görüşler vardır. Bazı bilimcilere göre "Delphinus bairdii" ve "Delphinus tropicalis" gibi diğer türleri vardır ama bunlar bilimcilerin çoğunluğu tarafından tanınmaz. Bunlar gibi şimdiye kadar 20 tırtak türü ortaya koyulup sonra tekrar vazgeçilmiştir. 1990'lı yıllardan beri Tırtak türünün ikiye ayrıldığı yeni bir görüş şeklini kabul eden zoologların sayısı günle artmaktadır: Ama bunların iki ayrı tür mü, alt tür mü yoksa hatta sadece alttürlerin variyantları mı oldukları konusunda hala anlaşmazlıklar devam etmektedir. Asma köprü Asma köprü, geniş açıklıkların aşılmasında en çok tercih edilen köprü tipi. Asma köprüler geniş açıklıkların aşılmasını sağlayabilirler; ama ciddi bir sakıncaları vardır. Çok esnektirler ve trafik yükü (özellikle yükün açıklığı bir uçtan dörtte bir uzaklığa etkilediği durumlarda) büyük bir çökmeye yol açabilir. Bu yüzden, kablolara yardımcı olması için bir destek kirişi ya da bir kutu kiriş eklenir. Kablo tellerinin hem ucuz, hem de kiriş yapımında kullanılan çelikten daha dayanıklı olması, uzun açıklıklarda asma köprülerin yeğlenmesine neden olur. Orta uzunluktaki açıklıklardaysa, asma köprü yerine kuleleri ve gövdeyi birleştiren dayanakları bulunan kablo-askılı köprü yapılır.. Konakri Konakri, Gine Cumhuriyeti'nin başkenti. 2002 sayımına göre nüfusu 2 milyon civarındadır. 9°30' Kuzey, 13°40' Batı koordinatlarında bulunan, Atlas Okyanusu kenarında bir liman şehrdir. 1884 yılında Fransızlar tarafından Tombo adası ve Kalum yarımadası üzerine kurulmuştur. Fransız işgali döneminde 1893'de başkent ilan edilmiş, 1958'da gelen bağımsılık sonrasıda Konakri başkent olarak kalmıştır. Konakri, Gine'nin bağımsızlığının ardından sanayi ve madencilik alanlarında özellikle demir ve boksit üretimi ile ilerleme kaydetmiştir. Kemer köprü Kemer köprü, ters dönmüş bir asma köprü olarak düşünülebilir. Asma köprü gibi kemer köprü de, uç noktalara kirişten daha çok kuvvet iletir; ama bu durumda uçları çekmeye değil, itmeye çalışır. İtme kuvveti, zemini köprünün bir parçası haline getirir, böylece yapıda gereçten tasarruf sağlar. Ama bunun için, güvenilir temeller gerekmektedir. Bu tür yapımda, esneklik önemli bir sorun oluşturmaz. Orta nitelikli çelik kullanılır ve köprü, oldukça geniş bir kemer ya da bir kiriş biçiminde inşa edilerek, burkulmaya karşı dayanıklı olması sağlanır. Gülbeyaz Gülbeyaz, 2002-2003 arasında Kanal D'de yayınlanmış televizyon dizisi. Yönetmenliğini Özer Kızıltan'ın üstlendiği dizinin başrollerini Şevval Sam, Nejat İşler, Meral Çetinkaya ve Kamran Usluer oynamıştır. Dizi Karadenizli insanların yaşamını konu almıştır. Dizinin çekimleri Bartın'a bağlı Amasra kasabasında ve İstanbul'da geçmiştir. Dizinin müziklerini Kazım Koyuncu ve Gökhan Birben yapmıştır. Türkiye Ermenileri Türkiye Ermenileri (Ermenice: Թուրքահայեր), nüfusu 40.000 ile 76.000 arasında değişen (Hemşinliler dahil edilmemiştir) ve çoğunluğu İstanbul'da yaşayan topluluk. Türkiye Ermenileri, diğer gayrimüslim cemaatlerde de olduğu gibi yurtdışına göçler, düşük doğum oranları ve daha yüksek ölüm oranlarından dolayı azalmaktadır. Büyük çoğunluğu bağımsız bir Hristiyan mezhebi olan Ermeni Apostolik Kilisesi mensubu, çok küçük bir bölümü ise Roma Katolik Kilisesi mensubudur. Tüm Türkiye Ermenileri 60 binin biraz üzerinden gösteren Uluslararası Azınlık Hakları Organizasyonu, bu nüfusun 60 binini Apostolik, 2 binini ise Katolik olarak belirtir ve az sayıda Protestan Ermeninin varlığını da bildirir. Ermeni Apostolik Kilisesi mensubu olanlar İstanbul Ermeni Patrikhanesi'ne bağlıdırlar. Lozan Antlaşması'na göre azınlık statüsünde sayılıp okul açabilirler, gazete ve dergi çıkarabilirler. Türkiye Ermenileri kabaca 3'e ayrılır. Bunlar; Türk vatandaşı olmayan ve nüfus olarak genel Ermeni nüfusu içinde yer almayan; ama Türkiye'de yaşayan Ermeni kökenli kaçak işçiler de ayrı bir grup olarak ele alınabilir. Nüfusları siyasi liderlerce farklı ve 100.000 gibi büyük sayılarla belirtilse de yapılan araştırmalar bu nüfusun 10-13 bin civarında olduğudur. Göçmenler Ermenistan'ı çok etkilen 7,2 şiddetindeki Spitak Depreminden sonra ve Sovyet dönemi sonrası hâlâ süren ekonomik istikrarsızlık yüzünden Türkiye'ye gelmiştir. Gelenlerin çoğu kadındır ve ev işlerinde çalışmaktadırlar. Türkiye'nin 60 bin üzerindeki Ermeni nüfusunun yaklaşık 50 bini İstanbul'da yaşamaktadır. Bu topluluğun 30 bini ise sadece tek bir ilçede, Bakırköy'de yaşamaktadır. Bir diğer önemli yerleşim yeri ise Hatay'a bağlı Vakıflı köyüdür. Nüfusunun tamamı Ermeni olan Vakıflı köyü, bu anlamda Türkiye'deki tek yerleşim yeridir. Cumhuriyet sonrasında çeşitli nedenlerle Türkiye'yi terk eden Ermeniler, farklı ülkelere göç etmişlerdir. Örneğin, Ermenistan milli takımında da forma giymiş olan Türkiye doğumlu Hollandalı futbolcu Aras Özbiliz bu gruba örnektir. Türkiye'de Ermenice (Batı Ermenice lehçesi) bugünkü Ermeni toplumunda sadece küçük bir azınlık tarafından konuşulmaktadır. Ermeni toplumunun yüzde 82'si anadili olarak Türkçe konuşurken, Ermeni toplumunun sadece yüzde 18'i anadili olarak Ermenice konuşuyor. Bu oran gençler arasında daha da düşüktür, ve yüzde 92'si anadili olarak Türkçe konuşurken, sadece yüzde 8'i anadili olarak Ermenice konuşmaktadır. anadili olarak Türkçe Ermenice'nin yerini alıyor ve bu yüzden Türkiye'de Ermenice yok olma sürecine girmiştir. UNESCO, Türkiye'de Ermeni dilini Dünya yıllık "Atlas of the World's Languages in Danger" (Tehlikede olan Dünya Dilleri Atlası)na eklemiştir ve burada Türkiye'de Batı Ermeni lehçesini "definitely endangered language" (kesinlikle tehlikede bir dil) olarak tanımlanıyor. Uluslararası Para Fonu Uluslararası Para Fonu ya da daha çok bilinen kısaltmasıyla IMF (International Monetary Fund), küresel finansal düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları, ödeme planları gibi konularda denetim ve organizasyon yapmak, aynı zamanda teknik ve finansal destek sağlamak gibi görevleri bulunan uluslararası bir organizasyondur. 1944 yılında ABD'nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods'da kurulan ve 1947'de fiilen çalışmaya başlayan milletlerarası ekonomik meselelerle uğraşan bir teşkilattır. IMF "küresel para iş birliği, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdam ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik, ve dünya çapında yoksulluğu azaltmayı teşvik etmek için çalışan, 189 ülkenin üye olduğu organizasyondur. Kuruluşun belirtilen hedeflerinde, ödemeler dengesi ihtiyaçlarını karşılamak için üye ülkelerin mali kaynaklarını kullanılabilir hale de getirmekte dahil olmak üzere uluslararası ekonomik iş birliği, uluslararası ticaret, istihdam ve döviz kuru istikrarını teşvik edilmesi olarak tanımlanmaktadır. IMF'nin merkezi ABD'de, Washington, DC'de bulunmaktadır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra milletlerarası ekonomik meseleler karışık hale gelmiş, I. Dünya Savaşı'ndan sonra düşülen ekonomik buhranla savaş sonrası ekonomik depresyonlar da ekonomik ilişkileri tehdit eder bir vaziyet almıştı. Avrupa devletlerinin II. Dünya Savaşı sonrası bozuk ve depresyon içindeki ekonomik durumlarının aksine Amerika Birleşik Devletleri'nin savaş boyunca ihracatının altın stoklarının artması, ekonomik bakımdan yardım yapacak tek ülke durumuna gelmesine sebep oldu. ABD, Avrupa devletlerine doğrudan yardım yapmak yerine mali müesseseler kurarak yardım yapılması taraftarı oldu ve 1944 yılında Bretton Woods'ta 45 devletin iştirakiyle bir takım kararlar alındı. Bretton Woods Antlaşması'nda; birisi, Milletlerarası Para Fonu, diğeri, "Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası" (IBRD) yahut kısaca Dünya Bankası isimleriyle iki ekonomik müessesenin kurulması kararlaştırılmıştır. IMF, Avrupa devletlerinin tediye bilançolarında ortaya çıkabilecek geçici (= kısa vadeli) ödeme güçlüklerinde kredi vererek milletlerarası ticaretin bu yüzden daralmasını önlemek; Dünya Bankası da uzun vadeli yatırım kredileri vermek suretiyle, Avrupa devletlerinin yeniden imarını sağlamak, tediye bilânçolarındaki bünyevî dengesizlikleri gidermek için kurulmuştur. Her iki müessesenin sermaye ve kaynaklarının önemli bir kısmı ABD tarafından temin edilmiştir. Bu müesseselere üye olan ülkelerin prensip olarak, içerde enflasyonu önleyici para politikaları takip etmeleri, dış ticareti ise tek taraflı devalüasyonlar ve ithal tahditleri yüzünden daraltmamaları, bilakis bu tehditleri mümkün mertebe kaldırmaları gerekecekti. IMF kendisini 185 üyeli bir organizasyon olarak tanımlar (Sırbistan-Karadağ 18 Ocak 2007 tarihi itibarıyla 185.inci üyesidir). Kuzey Kore, Küba, Andorra, Lihtenştayn, Tuvalu ve Nauru hariç bütün Birleşmiş Milletler üye devletleri IMF'ye doğrudan olarak katılır. Vatikan, Çin Cumhuriyeti (Taiwan), Filistin Otoritesi (IMF'nin teknik yardımını almasına rağmen) ve Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti (Batı Sahra) Birleşmiş Milletler tam üyesi değillerdir. Bu gay
eleri sağlamak için fona üye ülkelerin girmiş olduğu bazı taahhütler de şunlardır: IMF'nin, tediye bilançoları açık veya fazlalık veren ülkelere düzenleyici müdahale yapma imkânı vardır. Fonun en yetkili organı, üye ülkelerin mümessillerinden teşekkül eden "Güvernörler Heyeti" dir. Yılda bir toplanır. Bu heyet kendi arasından 12 kişilik bir "Müdürler Meclisi" seçerek yetkisini bunlara devreder. Güvernörler Heyetinde her üye ülke, sabit bir oy sayısı yanında fona iştirak hissesiyle oranlı bir oy sayısına da sahiptir. Buna göre en fazla oy hakkına sahip ülke, en fazla sermayeyle iştirak eden ABD'dir. Herhangi bir ülke mutlaka hem Milletlerarası Para Fonuna (IMF) ve hem de Dünya Bankası'na (IBRD) bir arada üye olmak durumundadır. Fona üye devletlerin hisselerine kota denmektedir. Kotaların % 25'i altın ile, kalan% 75'i milli para ile ödenmiş veya taahhüt edilmiştir. Başlangıçta 8 milyar dolar olan sermayesi diğer yıllarda çok artmıştır. Bunun yanında serbest dövizli ülkelerde tahvil satmak suretiyle fon ve kaynaklarını artırma imkânı da mevcuttur. Fon, her üyeye kotasının % 25'i tutarında krediyi talep vukuunda, otomatik olarak vermekle mükelleftir. Fonun verdiği kredilerde vade 5 yılı geçemez. Dünya Bankası'nın teşkilatı, IMF'nin teşkilatı gibidir. Başlangıçta 8 milyar dolar sermaye ile kurulan banka 1959 yılında bu sermayesini 20 milyar dolara yükseltmiş, daha sonraki senelerde bu miktar çok artmıştır. Banka, kredi açarken aşağıdaki şartları gözönünde bulundurmaktadır: IMF verilerine göre ("2006") fonun borç verme kaynağı 174 milyar dolar. Alacakları ise 75 ülkeden 34 milyar dolardır. 2010 verilerine göre IMF'ye en çok borcu olan ülkeler sıralaması şöyledir: Yunanistan (30 Milyar), Romanya (13,9 Milyar), Ukraine (12,66 Milyar), Macaristan(11.7 Milyar) dolardır. Bretton Woods enstitülerinin dünya ekonomisine özellikle soğuk savaş yıllarındaki etkisi çok tartışılmıştır. IMF'nin kasıtlı olarak Amerika ve Avrupa menşeli şirketlerle iyi ilişkiler kuran askeri diktatörlükleri desteklediği iddia edilmektedir. Hatta bazı eleştirmenler IMF'nin demokrasi, insan hakları, işçi hakları konularına olumsuz hatta saldırgan bir tutum sergilediğini iddia etmektedirler. Bu düşünceler dünyadaki küresellik karşıtı harekete ivme kazandırmıştır. IMF taraftarları ise IMF'nin asıl gücünün veya görevinin demokrasi değil ekonomik istikrar olduğunu, ekonomik istikrarın da demokrasinin temel taşı olduğunu iddia etmektedirler. IMF/Dünya Bankasına üyeyken Askeri Diktatörlüklerce yönetilen ülkeler(çeşitli kaynaklardan borçlanmalar - Milyar $): Dipnot: Rejim Başlangıcında ülke borcu; Dünya bankasının en eski kayıtlar 1970 yılından kalmadır. Pakistanda iki farklı dönemde askeri rejim iktidara gelmiştir. Bu tablo 1996 yılında hazırlandığı için son borç olarak 1996'yı baz almaktadır. Queer as Folk "Queer as Folk", aşağıdaki anlamlara gelebilir: Galatasaray teknik direktörleri listesi Galatasaray Spor Kulübü teknik direktörleri listesi Galatasaray SK futbol takımının teknik direktör listesidir. Vicente del Bosque Vicente del Bosque González (d. 23 Aralık 1950, Salamanca, İspanya) İspanyol teknik direktör ve eski futbolcudur. 1999-2003 yıllarında Real Madrid'de görev aldığı dönemde kulübün son yıllardaki en başarılı dönemlerini geçirmiş, 2004-2005 sezonunun ilk yarısında Beşiktaş'ta görev almıştır. Del Bosque, futbol hayatına 1966'da 16 yaşındayken Salmantino takımının altyapısında başladı. 2 sene burada oynayan del Bosque daha sonra İspanya'nın en önemli takımlarından Real Madrid'in altyapısına girmeyi başardı ve yıllarca sürecek Real Madrid kariyeri başlamış oldu. 1969'da o zamanki adıyla AD Plus Ultra olan Real Madrid'in rezerv takımı olan Real Madrid Castilla'da forma giydi. İspanya'nın üçüncü ligi olan Tercera División'da 3.'lük yaşadılar. del Bosque 11 maçta 5 gol kaydedince 1970'te Real Madrid ile profesyonel sözleşme imzaladı. Ancak tecrübe kazanması için ikinci lig Segunda División takımlarından Castellón'a kiralandı. 13 maçta 4 gol kaydedip ligde 6. oldular. Sonraki sezon bu sefer La Liga tecrübesi kazanması için lige yeni yükselen Córdoba'ye kiralandı. Ligde tutunamayıp küme düşseler de 21 yaşındaki del Bosque 15'i ilk 11'de olmak üzere 19 maça çıkıp bir de gol kaydetti. 1972-73 yılında del Bosque, bir kez daha Castellón'a kiralanmıştı. 26 yıl sonra tekrar La Liga'ya çıkan takımda del Bosque 30 maç forma giyerek takımın en önemli ismi oldu. Ligde 5. olarak 1943'te aldıkları 4.'lük sonraki en iyi derecelerine ulaştılar. Asıl sürprizi ise Copa del Rey'de finale kadar çıkıp kupayı Athletic Bilbao'ya kaybettiler. Del Bosque, bu performansı sonrası Real Madrid takımında kaldı. del Bosque, 1973-74 sezonu ile birlikte Real Madrid'de oynamaya başladı. İlk sezonunda sadece 16 maçta forma giyen futbolcu, kariyerinin ilk Copa del Rey şampiyonluğunu bu senede yaşadı. 1974-80 arasında Real Madrid'in fırtına gibi estiği dönemlerde ise takımın değişmez isimlerinden biri haline geldi. 1975-80 arasında 9. oldukları bir sezon dışında 5 lig şampiyonluğu gördü. Bunun yanında iki kupa şampiyonluğuna yardım etti. Avrupa'da ise iki kez Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finaline çıksalar da başarı gelemedi. Bu altın dönemde del Bosque millî takımda da yer almaya başladı. 1980'den sonra ise ligdeki başarılar geride kalmaya başlamıştı. 1980-81 sezonunda lig ve Avrupa ikincisi oluyorlardı. del Bosque, finalde 90 dakika forma giyse de Liverpool karşısında alınan yenilgiyi engelleyemedi. 1981-82'de ise del Bosque son kez Copa del Rey'i gördü. 1982'den itibaren del Bosque artık takımda eskisi kadar yer bulmamaya başladı. 82-83 sezonunda sadece 6 maçta forma giyen del Bosque'li Real Madrid, katıldığı her turnuvada ikinci olmayı başarıyordu. (La Liga, Copa del Rey, Lig Kupası, Süper Kupa, Kupa Galipleri Kupası). 1983-84'te de lig ikincisi olan takımda del Bosque sadece bir maçta ilk 11'de başlayıp, toplamda sadece 5 maçta forma giydi ve sezon sonunda 33 yaşındayken futbolu bıraktı. 1980 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde forma giyen del Bosque ilk ve tek millî golünü 13 Aralık 1978'te Kıbrıs'a kaydetti. İspanya, grup birincisi olarak şampiyonaya katılmaya hak kazandı. del Bosque, EURO 1980 kadrosuna teknik direktör Ladislao Kubala tarafından eklendi. del Bosque, ilk teknik direktörlük deneyimini Real Madrid Castilla'da yaşadı. Castilla'nın teknik direktörü Amancio Amaro'nun Real Madrid'in başına geçmesiyle boşalan koltuğa geçen del Bosque, 1990'a kadar takımın teknik direktörlüğünü yaptı. İkinci ligdeki takımı 1987-88 sezonunda lig üçüncüsü yaptı ancak Real Madrid'in La Liga'da olması nedeniyle birinci lige çıkma hakkını kazanamadılar. Bunun dışında iki kez Copa del Rey'de çeyrek finale kadar çıkma başarısını gösterdiler. 1989-90 sezonunda ise lig sonuncusu olan takım 3. lig Segunda División B düşünce del Bosque takımdan ayrıldı. 1970'lerden itibaren Real Madrid'in her kadamesinde görev alan Vicente Del Bosque, aktif futbolu tamamladıktan sonra genç takım antrenör ve yönetici olarak kulübe hizmet etti. İlk olarak 1994 sezonunda Benito Floro Sanz'ın kovulmasıyla kısa bir süre teknik direktörlük yaptı. Mayıs'ta ilk ve son kez düzenlenen İber-Amerikan Kupası'nda Real Madrid'in başında olan del Bosque, Boca Juniors ile yapılan iki maç sonunda toplamda 4-3 kazanarak kupayı müzeye götüren isim oldu. Mart-Mayıs arasında 11 maçta 5 galibiyet 1 beraberlik 5 mağlubiyet aldı. 1994'te yerine Jorge Valdano geçti. Ocak 1996'da kovulan Valdano'nun yerine bir maçlığına geçen del Bosque o maçtan da galibiyetle ayrıldı ve yerini Arsenio Iglesias'a bıraktı. 1999-2000 sezonunda kulüp yönetimi önemli masraflar yaparak yıldız oyunculardan kurulan takımı yöneten yabancı ve kariyer sahibi teknik direktörlerden beklediğini bulamayınca John Toshack'ı Kasım ayında kovup yerine del Bosque'yi tam yetkili olarak takımın başına getirdi. del Bosque'nin yardımıcı, eski takım arkadaşı José Antonio Grande'ydi. Kadroya Premier League'den eklenen Steve McManaman ve Nicolas Anelka'nın yanında Raul, Iker Casillas, Guti ve Fernando Morientes gibi altyapı oyuncuları, Roberto Carlos ve Hierro gibi eski nesil Real Madrid futbolcularıyla kaynaştı. del Bosque'nin bu dengeleri sağlaması zaman aldı ve ligde 5. olabildiler. Ancak del Bosque'li Real Madrid, 2000-01 UEFA Şampiyonlar Ligi'de finale çıktı. Paris'te oynanan finalde Real Madrid, Valencia CF'yi 3-0 yenerek Avrupa'nın en büyüğü oldu. Bu başarı del Bosque'nin kariyerindeki ilk kupa oldu. 2000-01 sezonu kulüp başkanı Perez'in Galaticos dönemini başlattığı yıl oldu. Luis Figo transfer rekorlarıyla kulübe katıldı. Ancak sezonun başında 2000 UEFA Süper Kupa finalinde Galatasaray'a kupa kaptırıldı. Sezon içinde Kıtalararası Kupa'da ikincilik, Şampiyonlar Ligi'nde ise yarı final geldi. Takımın forveti olan Morientes'in geçirdiği sakatlık takımı forvetsiz bıraksa da del Bosque'nin, Guti'yi forvete çekmesiyle bu sıkıntı da çözüldü. Ligde 14. hafta birinciliği kapan kadro 24 hafta boyunca liderliğini korudu ve RC Deportivo de La Coruña'nın 7 puan önünde lig şampiyonu oldular. 2001-02 sezonu Real Madrid'in 100. yılı olması nedeniyle çok önemliydi. Perez, bu sezonda ise yüksek transfer ücretiyle takıma Zinedine Zidane'ı kattı. Sezona İspanya Süper Kupası ile başlandı. Ligde ise takım ilk üç sıra arasına gidip geliyordu. Kupada da finale çıkan Real Madrid, finali kendi sahası Santiago Bernabéu Stadyumu'nda hem de 100 yıl önce kurulduğu tarih olan 6 Mart'ta Deportivo ile oynayacaktı. Hem ligde hem Avrupa'da fırtına gibi esen takımın, kupayı alacağı tahmin ediliyordu. Kupadan sonra Madrid'in 100. yılının kutlanması için her şey hazırdı ancak Real Madrid, maçı 2-1 kaybetti. del Bosque'de Real Madrid kariyerinde katılıp da alamadığı tek kupa olan Copa del Rey'i yine alamıyordu. Avrupa'da başarılı olan takım Şampiyonlar Ligi kupasını Glasgow'da, Bayer Leverkusen'i 2-1 yendikleri maçın sonrasında kaldırdı. La Liga'da ise 34. haftada liderliği kaybedip, ligi üçüncü olarak tamamladılar. Sonrak sezonda takıma kazandırılan yıldız Brezilya
'lı Ronaldo oldu. 2002-03 sezonuna Real Madrid, Feyenoord'u 3-1 yenip UEFA Süper Kupası'nı kazanarak başladı. Bu Real Madrid tarihinin ilk Süper Kupası oldu. Sezon içinde takım Kıtalararası Kupa'yı da kazanmayı bildi ve del Bosque, daha önce kazanmadığı bir kupayı daha kazanmış oldu. Avrupa'da yarı finalde kalan takım, Real Sociedad ile çekişmeli geçirdiği ligi şampiyon olarak tamamladı. Ancak 2003'teki şampiyonluk sonunda beklenmedik bir şekilde Real Madrid, del Bosque'nin kontratını yenilemedi. Real Madrid başkanı Florentino Pérez ile del Bosque arasında ortaya çıkan fikir ayrılıkları bunun en büyük nedeni olarak gösterildi. del Bosque ile birlikte onun iyi anlaştığı Steve McManaman, Fernando Hierro ve Claude Makélélé de takımdan gönderildi. Sonuç olarak 2003-04 sezonunda İspanya Süper Kupası dışında Real Madrid bir kupa kazanamadı ve 4 senede 4 teknik direktör değiştirerek sarsıntılı bir dönem yaşadı. del Bosque, Real Madrid'deki son döneminde 233 resmi maçta 127 galibiyet almıştır. Toplamda 8 tane kupayı müzeye getirmiştir. 2000 ve 2002'de UEFA Kulüp Futbol ödüllerinde yılın en iyi teknik direktörü ödülünü kazandı. Real Madrid'de geçirdiği dört sezon içinde Del Bosque, modern futbolun en başarılı dönemini geçirdi. Bu dönemde Real Madrid, iki UEFA Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, iki kez de La Liga Şampiyonluğu, 1 kez Supercopa de España, 1 kez UEFA Süper Kupası, 1 kez de Kıtalararası Kupa şampiyonluğu yaşadı. Başkan Florentino Pérez'in dünya futbolunun en önemli isimlerini büyük paralar vererek topladığı "Los Galacticos" döneminde sabırlı, değişik egoların çatışmasını önleyici tarzıyla dikkat çekti. Bu dönemde 186 maçta 104 galibiyetle büyük başarı kazandılar. 2004-05 sezonu başında Beşiktaş'ın başına gelen Yıldırım Demirören yönetimi tarafından Haziran 2004'te takımın başına del Bosque getirildi. Sezona üst üste transferlerle başlayan Beşiktaş, İbrahim Toraman, Çağdaş Atan, Mustafa Doğan, Murat Şahin, Veysel Cihan, Fatih Sonkaya, Okan Buruk, Ali Güneş, Berkant Göktan'ı alırken, del Bosque'nin etkisiyle yabancı olarak John Carew ve Juan Francisco García transfer edildi. 7 Ağustos 2004'te Beşiktaş, Malatyaspor deplasmanına giderek ilk resmi maçını oynadı. Ancak maçta 1-1'lik beraberlik 90. dakikada Ali Güneş'in attığı golle geldi. İkinci maçta ise Ahmet Yıldırım'ın kırmızı kartıyla 10 kişi kalan Beşiktaş, bu sefer Gençlerbirliği ile berabere kaldı. Ağustos ayını galibiyetsiz geçen Beşiktaş, Eylül'deki ilk maçında Sakaryaspor'u deplasmanda 4-1 yendi. UEFA Kupası macerasına başlayan Beşiktaş, Norveç ekibi FK Bodø/Glimt ile 86. dakikada Ahmed Hassan'ın attığı golle berabere kalabildi. İstanbul'da alınan 1-0'lık galibiyetle ise UEFA Kupası'nda gruplara kalınma sevinci yaşanıyordu. Ekim ayına Trabzonspor maçıyla başlayan Beşiktaş, iki kırmızı kart gördüğü maçı 1-0 kaybetti. Böylece Beşiktaş 8 haftada 6 puan toplayarak ligde 14. oluyordu. Üst üste alınan Diyarbakırspor, Ankaragücü ve Fenerbahçe galibiyetleri ile Beşiktaş'ta hem sorunlar diniyor hem de 8.liğe yükseliniyordu. Kasım ayına UEFA Kupası'nda alınan Athletic Bilbao galibiyetiyle başlandı. Ancak Konyaspor ve Rizespor karşısında alınan 2-2'lik beraberlikler Beşiktaş'ın lig zirvesinden uzaklaşması anlamına geliyordu. UEFA'daki ikinci maçta ise Steaua București karşısında 2-1'lik bir mağlubiyet alındı. Samsunspor karşısında alınan 4-2'lik galibiyette Beşiktaş yine kırmızı kart nedeniyle maçı 10 kişi tamamlıyordu. Aralık ayına Avrupa'da R. Standard de Liège beraberliği ile başlandı. Ligde ise yine 10 kişiyle tamamladıkları bir İstanbulspor maçını kazandılar. Ligin ilk yarısı Kayserispor ve Akçaabat Sebatspor galibiyetleriyle bitiyordu. del Bosque'nin Beşiktaş'ı lider Fenerbahçe'nin 13 puan gerisinde 5.ciydi. Ancak önce UEFA Kupası'nda alınan AC Parma mağlubyeti ile Avrupa macerası sonlandı. Bunun sonunda yönetim kurulundan istifalar gelmeye başladı. Bu sırada Beşiktaş'ın Türkiye Kupası macerası başlıyordu. İkinci Lig takımlarından Göztepe'yi 1-0 yenen Beşiktaş, 23 Ocak 2005'te yine 10 kişi tamamladığı Konyaspor maçını 3-1 kaybedip, Türkiye Kupası'ndan da elendi. Bu mağlubiyetten birkaç gün sonra del Bosque takımdan kovuldu ve yerine Rıza Çalımbay getirildi. del Bosque'nin Türkiye karnesi ligde 17 maçta 8 galibiyet, kupada 2 maçta 1 galibiyet, Avrupa'da ise 6 maçta 2 galibiyet oldu. del Bosque'ye Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi gelirlerinden 7.961.767 € tazminat ödendi. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası sonrası teknik direktör Luis Aragones, millî takımı bırakıp Fenerbahçe'ye transfer olunca, del Bosque İspanya Futbol Federasyonu tarafından İspanya millî futbol takımının başına getirildi. Vicente del Bosque'li İspanya, Dünya Kupası elemelerinde Bosna-Hersek, Türkiye, Belçika, Estonya ve Ermenistan'dan oluşan gruba düştü. İlk altı maçının altısını da kazan del Bosque'nin İspanya'sı 2009 FIFA Konfederasyonlar Kupası'na katıldı. Kupa öncesi hazırlık maçları yapan İspanya, 9 Haziran 2009'da Azerbaycan hazırlık maçını da kazandı. Böylece ilk 10 maçını da kazanan Del Bosque, Brezilya'nın eski teknik direktörlerinden João Saldanha'nın ilk 9 maçının dokuzunu kazanması rekorunu kırdı. del Bosque ilk turnuva sınavını Konfederasyon Kupası'nda verdi. İspanya, Güney Afrika, Irak ve Yeni Zelanda'nın grubunda 3 maçını da gol yemeden kazanarak yarı finale çıktı. Bu sonuçlarla del Bosque, hem 13 arka arkaya galibiyetle millî takımlar bazında bir dünya rekoru kırarken, Brezilya'nın 35 maçtır yenilmeme rekoruna ortak oldu. 24 Haziran 2009'da ise yarı finalde ABD'ye yenilerek bu seriye son verildi. İspanya, Güney Afrika'yı uzatmalarda yenerek turnuva üçüncüsü oldu. İspanya geri kalan Dünya Kupası eleme maçlarını da kazanıp 10 maçta 28 gol atıp 5 gol yiyerek, tüm maçlarını kazanarak 2010 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı kazandı. Dünya Kupası öncesi, İspanya millî takımlar dünya sıralamasında ikinci sıraya çıkmıştı. Dünya Kupası'na 1-0'lık sürpriz İsviçre mağlubiyetiyle başlansa da Honduras'ı 2-0, Şili'yi ise 2-1 yendiler ve averaj ile grup birincisi oldular. Portekiz'i de 1-0'la geçip çeyrek finale kaldılar. Andrés Iniesta'nın golüyle Paraguay'ı 1-0 ile geçince 1950'den bu yana ilk kez son dörde kalmış oldular. Almanya'yı da Carles Puyol'un kafa golüyle 1-0 yenen İspanya, tarihinde ilk kez finale kaldı. Finalde Inesta'nın uzatma dakikalarındaki golüyle Hollanda'yı 1-0 yenerek tarihlerinde ilk kez Dünya şampiyonu oldular. Turnuvada 8 gol atıp 2 gol yiyen İspanya, hem en az gol atan hem de en az gol yiyen şampiyon oldu. Ayrıca turnuvanın son dört maçında gol yemeyen tek takım oldular. del Bosque, Marcello Lippi'den sonra hem Şampiyonlar Ligi hem de Dünya Kupası'nı kazanan ikinci teknik direktör oldu. Teknik adam, 17 Kasım 2010 itibarıyla 38 maçta 33 galibiyet 1 beraberlik ve 4 mağlubiyet almıştır.2012 Avrupa Futbol Şampiyonasında da İspanya millî takımının başında olmuştur ve İspanya finalde İtalyayı 4-0 mağlup ederek kupaya uzanmıştır. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde C grubuda yer aldılar ve dokuz galibiyet ile tek yenilgiyle grubu lider tamamlayıp, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na direkt olarak katıldılar. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda D grubunda Türkiye, Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti ile eşleşti. İki galibiyet ve bir yenilgi ile ikinci turda İtalya'nın rakibi oldular. Maçı 2-0 kaybedince turnuvadan elenmiş oldular ve bunun üzerine Del Bosque görevinden istifa etti. RCD Mallorca Real Mallorca İspanya'nın Mayorka Adaları'nda bulunan futbol takımıdır. Maçlarını 23.000 kişilil Ono Estadi'de oynayan Real Mallorca 1916 yılında kurulmuştur. Şu anda Segunda División'da mücadele etmektedir. Katalanca'nın konuşulduğu Mayorka adalarının temsilcisi kırmızı-siyah renklere sahiptir. Hakkari Dağ ve Komando Tugayı 5. Komando Tugayı veya bilinen adıyla Hakkâri Dağ ve Komando Tugayı, Karargâhı Hakkâri'de bulunan ve PKK ile yapılan mücadelede görevlendirilen komando tugayıdır. Terörle Mücadele kapsamında etkin birliklerden biri olarak İç Güvenlik Harekâtı'nda görev yapmaktadır. 1984 yılında Siverek'ten bölgeye gelen (2. Komando Alayı) 1. Komando Taburu'nun bölgede görev yapmasından sonra görevi Bolu Komando Tugayı'ndan bir komando taburuna devretmesinden sonra, bir birliğin orada daimi kalmaya başlamasıyla oluşmuş, önceleri Hakkâri Dağ Komando Taburu olarak anılmıştır. Van ve Yüksekova da bulunan 2. Komando Taburu ile takviye edilmiştir. Daha sonra bölgedeki silahlı faaliyetler artınca tabur büyütülerek Tugay halini almıştır. Beş Dağ ve Komando taburu ile bir topçu taburundan müteşekkildir. Bu taburlar bölgenin değişik ilçelerinde dağılmış bir şekilde PKK'yı ortadan kaldırmak için her türlü silah ve donanıma sahiptirler. Tugay özellikle 1993-1995 yılları arasında, Korgeneral Hasan Kundakçı (dönemin Jandarma Asayiş Komutanı) ve Tuğgeneral Osman Pamukoğlu (dönemin tugay komutanı) dönemlerinde stratejik, taktik ve lojistik alanlardaki köklü değişiklikler ile gayrinizami harp tekniklerini onlara karşı kullanarak üstün başarı sağlamıştır. İlk defa Pamukoğlu döneminde savunma düzeninden, saldırı düzenine geçilerek PKK'ya ağır darbe vurulmuştur. Pamukoğlu'nun ilk operasyonunda 400 PKK militanı öldürülmüştür. Pamukoğlu döneminde toplam 2.256 PKK militanı yok edilmiştir. Tugay, Hakkârili gençlerin üniversite sınavlarına hazırlanmaları için "Mehmetçik Dershaneleri" ile adını duyurdu. Tugayın içinde "Adlarıyla Güneşi Yükseltenler" anıtı, tugayın girişinde birbirine çatılmış 2 silah heykeli ve girişten 50 metre sonra devasa bir komando heykeli bulunmaktadır. Anıt, 1995 yılında dönemin tugay komutanı Tuğgeneral Osman Pamukoğlu tarafından yaptırılmıştır. Eğitimler Erler ve Erbaşlarda 3-4 aydır ağır eğitimden geçen personel göreve hazırdır. Eğitimler Subay ve Astsubaylarda değişiklik gösterir Bazı Subay ve Astsubaylar 3-4 aylık 'Temel Komando Eğitimini' aldıktan sonra eğitimi sonlandırır. Bazıları ise toplam 8 ay süren 'Komando İhtisas' kursu görürler ve Komando olurlar. Envanterdeki tüfeklerin hemen hepsinde elektro optik nişangah sistemleri kullanılmakt
adır. Sahte Kabadayı Sahte Kabadayı, 1976 yapımı Türk filmi. Mafya babasının oğlu olan Kemal, babasından habersiz tren garlarında pişmaniye satmaktadır. Saf ve gözü fazla açık olmayan Kemal aynı zamanda önüne gelen herkese kafa tutmaktadır. Babasının bir iş görüşmesi sırasında Muhtar isimli adamı tarafından öldürülmesi üzerine babasının mirası bölünür. Babasının sağ kolu olan avukat, Kemal'e ulaşarak durumu anlatır. Avukat sayesinde babasının mirasını geri almak için İstanbul'un en namlı kabadayılarının mekanını tek tek ziyaret eder ve Baba'nın oğlu Kemal diye nam salmaya başlar. Muhtar'ın babasının katili olduğundan habersiz yanında gezdirir. Muhtar her seferinde onu tuzağa düşürmek için planlar kurmaya başlar lakin Kemal saflığı ve şapşallığı yüzünden her zaman tuzaklardan kurtulmayı başarır ve olaylar gelişir. John Toshack John Benjamin Toshack (d. 22 Mart 1949, Cardiff), Galli futbol teknik direktörü ve eski futbolcudur. Şu anda Botola Pro takımlarından Wydad Casablanca kulübünde teknik direktörlük yapmaktadır. 1997-1999 yılları arasında Beşiktaş teknik direktörlüğü yapmıştır. Toshack 2004 yılından itibaren Zaman gazetesinde Türkiye millî futbol takımı ve Türk futbolu hakkındaki yorumlarına devam etmektedir. 1970'li yılların en başarılı futbolcularından biri kabul edilen Toshack, Galler millî formasını 40 kez giymiş ve 12 gol atmıştır. Toshack, Galler, Cardiff'te, İskoç bir baba ve Galli bir annenin oğlu olarak doğdu. 16 yaşında Cardiff City'de profesyonel futbola başladı. İlk maçını 13 Kasım 1965'te Leyton Orient'e karşı oynadı ve oyuna sonradan dahil olan Toshack bir de gol kaydetti. 16 yaş 236 günlükken oyuna girerek takımda forma giyen en genç futbolcu oldu ve bu rekor 2007'de Aaron Ramsey tarafından kırıldı. Sonraki yıllarda kendini daha çok gösterdi. Ocak 1970'de ilk hat-trickini Galler Kupası'nda Ebbw Vale FC'ye kaydetti. Brian Clark ile beraber oluşturdukları hücum hattı kulüp tarihine geçti. 1968-69 sezonunda tüm resmi maçlarda 31 gol atarak, kulüpte en çok gol atma rekorunu Hughie Ferguson ile birlikte 2003'e kadar korudu. O sezon Kupa Galipleri Kupası'nda ilk tur FC Porto'ya elenirlerken, takımın attığı 3 golün ikisini kaydetti. 70-71 sezonunda Kasım ayına dek Cardiff'te forma giyen Toshack, takımın Kupa Galipleri Kupası'nda çeyrek finale gelmelerine yardım etti ve Avrupa'da 4 maçta 5 gol kaydetti. Real Madrid ile oynanan çeyrek final maçlarında ise Liverpool'da olduğu için oynayamadı. Cardiff City'de geçen 4 yıldan sonra 11 Kasım 1970'de Bill Shankly tarafından Liverpool FC'ye transfer edildi. Millî takımda da oynamaya başlayan forvete 110,000 £ ödendi. Toshack, ilk maçına imzadan üç gün sonra kendi sahalarında Coventry City FC'ye karşı aldıkları 0-0'lık beraberlikte giydi. İlk golü ise bir hafta sonra yine kendi sahaları Anfield'de Merseyside derbisinde attı. Everton FC'ye karşı oynadıkları maçın ilk yarısı 0-0 bitmişti. İkinci yarıya hızlı başlayan Everton durumu 2-0'a getirdi. 69. dakikada Steve Heighway'in golü Liverpool'u oyuna döndürdü. 76. dakikada da Toshack'ın attığı golle durum 2-2 oldu. 84. dakikada Chris Lawler'ın attığı golle Liverpool maçı 3-2 kazandı. Toshack'ın golü, onu daha önce çok fazla para ödendiği için onu eleştiren taraftarlara sevdirdi. 1971'de Scunthorpe United'dan transfer edilen Kevin Keegan ile Toshack, efsanevi bir ikili oluşturdular. Toshack topları indirip, Keegan da gole çeviriyordu. Bu ortaklıkları ünlü spiker David Coleman'ın "Toshack, Keegan, bir sıfır!" klasiğini ortaya çıkardı. İkilinin başarısını futbol dergisi Shoot, onları Batman ve Robin kıyafetleri içinde göstererek vurguladı. Keegan'ın, Alman Hamburg'a transfer olana dek attığı 100 golün çoğunu Toshack hazırlamıştı. Liverpool yıllarında Toshack 96 gol kaydetti. 1973, 76 ve 77'de üç lig şampiyonluğu, 1973 ve 76'da iki UEFA Kupası, bir kez de Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluğu gördü. 1976'da FA Community Shield kupasını Toshack'ın attığı golle 1-0 kazandılar. 1971-72 ve 1975-76 sezonlarında sırasıyla 13 ve 23 golle takımının en golcü ismi oldu. Ancak futbol hayatı sakatlıklar yüzünden sekteye uğradı ve Şubat 1978'de Harry Griffiths'in yerine eski takımı Cardiff City'nin ezeli rakibi Swansea City'ye futbolcu/teknik adam olarak geçti ve futbolu orada bıraktı. Toshack, Liverpool resmi web sitesinde düzenlenen ankette en başarılı 100 Liverpool futbolcu arasına 34. olarak girdi. 1981'de ise BBC Galler tarafından futbolculuğu ile "Yılın En İyi Sporcusu" ödülünü kazandı. 1968-69 arasında Galler 23 yaş altı millî takımında forma giydi. 1969'dan 1980'e kadar da Galler millî futbol takımında oynadı. 40 maçta 12 gol kaydetti. 1979'da Britanya Turnuvası'nda İskoçya'ya hat-trick yaptı. Toshack, Mart 1978'de 28 yaşında, Swansea'nin eski hocası Harry Griffiths'i yardımcısı yaparak ilk teknik adamlık deneyimine başladı ve İngiliz liglerinin en genç teknik adamı oldu. Eski Liverpool oyuncularının Swansea'ye gelmesini sağladı. 4. lig takımı olan Swansea 24 takım arasında 3. olarak 3. Lig'e yükseldi. 1978-79 sezonunu da 3. Lig üçüncüsü olarak bir kez daha lig atladılar. Son maçlardan birinde yedeklerden oyuna giren Toshack da gol atarak takımına destek oldu. 14 yıl sonra takımı 2. lige geri döndüren Toshack takımı 12. yaptı. 1980-81 sezonunda son maça kadar 1.Lig'e çıkma şansını korudular. Son maçlarını 3-1 kazanan takım 1. Lig'e çıktı. Toshack da bir takımı en alt ligden en üst lige en hızlı taşıyan hoca unvanını kazandı. 1. Lige fırtına gibi başayan ve 340,000£'a eski Liverpool'lu Colin Irwin'i alan Swansea Ekim ayında tarihinde ilk kez liderliği gördü. Büyük takımlara karşı aldıkları galibiyetlerle zaman zaman liderliğe geçen Swansea, sezon sonuna doğru sakatlıklar ve kısıtlı kadro sorunları nedeniyle lig 6.sı oldular. Liverpool ile oynadıkları bir maç öncesi hayatını kaybeden ve Toshack'ı Liverpool'a getiren Bill Shankly anısına yapılan saygı duruşunda Liverpool forması giydi. Bu başarılı sezondan sonra ise takımın düşüşü başladı. 82-83'te 1. ligden, 83-84'te 2. ligden düştü. Ekim 1983'te takımdan ayrılan Toshack aralık ayında takıma geri döndü. 1984'te önceki pahalı transferlerin de etkisiyle kulüp iflasını açıkladı. Toshack da takımdan ayrıldı. 1984-85'te ilk kez Britanya dışına çıkıp Portekiz takımı Sporting CP teknik adamlığına başladı. Lig ikincisi oldular. Kupasız geçen bir sezon sonrası takımdan ayrıldı. 1985'te ise Real Sociedad'ın başına geçti. İlk sezonunda 7., ikinci sezonunda ise 10. oldu. 1987-88 sezonunda ise lig ikinciliğini kazandılar. Sonraki sezon ise 11. oldular. Copa del Rey'de ise 1987'de birinci, 1988'de ise ikinci oldular. Bu performansı ile 1988-89 sezonunda Real Sociedad'ın başında Don Balón Ödüllerinde "En İyi Teknik Adam" ödülünü kazandı. 1989'da İspanyol devi Real Madrid'in başına geçti. Sezon sonu Valencia'nın 9 puan üstünde şampiyon oldular. Bu Real Madrid'in üst üste aldığı 5. şampiyonluk olmuştu. Toshack bir kez daha Don Balon ödülüne de sahip oldu. Sonraki sezona da başarılı başladı ve Barcelona'yı iki maçta da yenerek İspanya Süper Kupası'nı müzeye götürdü. Ancak sonraki sezon lige iyi başlayamayınca Kasım 1990'da kovuldu. 1991-1994 arası tekrar Sociedad'a geçti. 3 sezon boyunca önemli bir başarıya imza atamadı. 1994'te Galler millî futbol takımı antrenörü Terry Yorath Dünya Kupası'na katılmayı az farkla kaçırınca, yerine Toshack getirildi. İlk maçında Norveç'e 3-1 yenilen Toshack, Federasyon ile sorunları olduğunu söyleyerek istifa etti. Ancak maçtan önce Yorath'ın kovulmasını protesto eden Galli taraftarlar tarafından yuhalanmasının da bunda etkisi vardı. 1995-96 sezonunda İspanyol RC Deportivo de La Coruña takımının başına geldi. Geldiği gibi önce Teresa Herrera Kupası'nı sonra da eski takımı Real Madrid'i iki maçta da yenerek Supercopa de España'yı takıma tarihinde ilk kez kazandırdı. Ligeyse kötü başladı ve ekim ayında 12.liği gördüler. Sezon sonu 9. olup başarı kazanamasa da Kupa Galipleri Kupası'nda yarı final gördü. Takım içinde futbolcularla tartışmalar yaşadı. Özellikle Bebeto, Toshack'a hakaret ederek teknik adamla bir sorun yarattı. Toshack daha sonra onları 20 yıllık kariyerinde gördüğü en kötü futbolcular olarak betimledi. Sonraki sezon başında kulüp yönetimi büyük bütçeli transferler yaptı. Bunların en önemlisi Rivaldo oldu. Toshack ise bu finansal yönetimi eleştiriyordu. Sezona ise tarihlerinin en iyi başlangıçlarını yaptılar ve 17 maç namağlup ilerlediler. Real Madrid ile oynadıkları bir maçta hakeme dedikleri hakkında federasyondan para cezası aldı. 4 Ocak 1997'de Barcelona'ya 1-0 yenildikleri maçtan sonra Toshack sezon sonu ayrılacağını açıkladı. Takım içi huzursuzluk sonucu puan kayıpları artınca beklenen oldu ve Toshack istifa etti. 1997'de Beşiktaş'ın başına geçti. Ligde 6. oldular. Ancak Türkiye Kupası'nda Galatasaray'a penaltılarla üstünlük kurup kupayı kazandılar. Sezon sonu Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da müzeye götürdüler. Sonraki sezon ise ligi bir puanla, kupayı da ikinci maç sonucu Galatasaray'a kaptırdılar. Sonraki sezon ise İsrail ekibi MK Hapoel Hayfa'ya elenmeleri ile Şampiyonlar Ligi'ne ilk turdan veda ettiler. Forvet Ertuğrul Sağlam'ı stoperde oynatması gibi farklı sistemleri ile eleştirildi. Sezon ortasında takımdan ayrıldı. Şubat 1999'da Guus Hiddink'in yerine Real Madrid'e geri döndü. Toplam 37 maçta 19 galibiyet 9 beraberlik 9 mağlubiyet aldı. Kupa anlamında başarısız olsa da takım içindeki sorunların dinmesine yardımcı oldu. Sonraki sezona da Madrid'in başında olsa da kasım ayında yerini Vicente del Bosque'ye bıraktı ve Real Madrid 4 sene içinde hem İspanya'yı hem de Avrupa'yı domine etti. 2000-01 sezonuna Fransız Saint-Étienne'nin başına başladı ancak kötü skorlar yüzünden devre arasında takımdan gönderildi. Ocak 2001'de ise La Liga sonuncusu Real Sociedad'ın başına geldi. Takımda birçok değişiklik yaptı. Bunlardan en önemlisi daha önce yaşlı futbolcuların sahip olduğu kaptanlık pazubandını 19 yaşındaki Xabi Alonso'ya verdi. Takım sezon sonu küme düşmekten kurtulup, 14. oldu. 2001-02 sezonunda ise 13. oldular. Oca
k 2002'de takıma Nihat Kahveci'yi transfer etti. Sezon sonu takım ile yollarını ayırdı. 2002-03 sezonunda İtalya 2. ligi takımlarından Calcio Catania'nın başına geçti. 50 yıldan fazla bir süredir sadece İtalyan hocalarla çalışan takımda başarı sağlayamadı ve sezon sonunu görmeden takımdan ayrıldı. 2004'te ise bir süre Real Murcia'yı çalıştırdı. 2013 yılının mart ayında Azerbaycan kulübü olan Azerbaycan Ligi takımlarından Hazar Lenkeran kulübünde Teknik direktörlük görevine getirilen Toshack, buradaki görevinden istifa ederek 2014 yılında Botola Pro takımlarından Wydad Casablanca'yla sözleşme imzalamıştır. 12 Kasım 2004'te Toshack bir kez daha Galler'in başına getirildi. Euro 2008 elemelerinde 7 takımlı grupta 5. oldu. 2007'de eski futbolculardan Dean Saunders'ı yardımcı antrenör yaptı. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerine de iki galibiyetle başlasalar da bu başarının devamı gelmedi. Galler'in 21 yaş altı millî takımı ile de ilgilenen Toshack, oyuncu izleme sistemlerini de geliştirerek, U-21 takımının daha iyi sonuçlar almasına da yardım eti. Euro 2012 elemelerinde 5 Eylül 2010 Tarihinde Galler'in Karadağ ile oynadığı maçta 1-0 yenilmesi sonrası 9 Eylül 2010 tarihinde millî takımdaki görevinden ayrıldı. Toshack, 7 Ağustos 2011 tarihinde Makedonya Cumhuriyeti millî futbol takımının teknik direktörü olarak atandı. Fakat John Toshack'ın, Makedonya Futbol Federasyonu Başkanı Ilcho Gjorgjioski'nin istediği şartları sağlamaya hazır olmadığı için 13 Ağustos 2012 tarihinde kontratına son verildi. Giorgjioski, Toshack'dan, Makedonya'ya taşınmasını istemiş fakat Toshack ise Makedonya'da oturmak yerine, İspanya'dan gidip gelmeyi tercih ettiğini söylemiştir. Toshack, Makedonya ile çıktığı 8 maçta 1 galibiyet elde edebilmiştir. 63 yaşındakı teknik direktör, 8 mart 2013 tarihinde Azerbaycan Premier Ligi takımlarından Hazar Lenkeran ile anlaşma sağlamıştır. 22 Kasım 2013 tarihinde Azerbaycan Premier Ligi'nde ilk 14 maçta 14 puan toplayarak kötü bir grafik çizen Toshack teknik direktörlük görevinden istifa ettiğini açıklamıştır. 2014 yılında Botola Pro takımlarından Wydad Casablanca ile sözleşme imzalamıştır. Oğlu Cameron Toshack da bir süre futbolcu olsa da başarılı olamadı. Şimdi ise kendisi gibi teknik direktörlük yapmaktadır. Kuzeni John Mahoney de 1970'lerde İngiltere'de futbol giymiş bir Galli millî futbolcudur. Takım arkadaşı Steve Heighway ile birlikte Toshack Highway adlı bir rock grubunun isim babası oldu. PFK Levski Sofiya Levski Sofya (Bulgarca, ПФК Левски София) Bulgaristan'ın önde gelen futbol takımlarından biridir. CSKA Sofya ile ezeli bir rekabet içerisinde bulunan kulüp maçlarını Sofya'daki 29,980 kişilik Georgi Asparuhov Stadyumu'nda oynar. "21 Eylül 2016 itibarıyla" Kimi Räikkönen Kimi-Matias Räikkönen (d. 17 Ekim 1979), 2007 Dünya şampiyonu Formula 1 pilotu. Finlandiya Espoo'da doğmuştur. Şampiyonayı uzun süre lider götüren Lewis Hamilton'ı son yarışta geçmeyi başarmış ve 110 puanla Dünya Şampiyonu olmuştur. 28 yıl, 4 günlük iken şampiyon olarak tüm zamanların en genç şampiyon olan 7. ismi olmuştur. 2001 yılında F1 Sauber takımı ile Formula 1 pilotluğuna başlamıştır. 2002 yılında Mika Hakkinen'den boşalan koltuğu devralmış ve McLaren Mercedes takımına geçmiştir. Kendisi 2005 Türkiye Grand Prix'sinin birincisi olarak İstanbul Park'ta gerçekleşen yarışların ilkini kazanan kişi olmuştur. 2003 ve 2005 yıllarında dünya ikinciliğini elde etmiştir. 2003'te Michael Schumacher ile birincilik mücadelesine girmiş, 2005'te ise Fernando Alonso ile birincilik için yarışmıştır ancak çeşitli sorunlardan dolayı birinci olamamıştır. Kimi'ye taraftarları ve çevresince soğukkanlılığı ve sakinliğinden dolayı "Buz adam" (Iceman) lakabı takılmıştır. Daha sonra Ferrari Kimi Räikkönen ile 2007-2009 yılları arasında yarışacağını, 2007-2008 yıllarında kendisine Felipe Massa'nın eşlik edeceğini açıklamıştır. Çok çekişmeli geçen 2007 Formula 1 sezonunda Ferrari takımıyla 1 puan farkla Dünya Şampiyonu unvanını kazandı. 2009 yılında sözleşmesi Ferrari tarafından 20 milyon euro karşılığında karşılıklı olarak feshedilmiş, yerini Fernando Alonso'ya bırakarak Formula 1'den ayrılmıştır. Raikkonen 31 Temmuz 2004 tarihinde eski İskandinavya Güzellik Kraliçesi seçilen Jenni Dahlman ile evlenmiş. 2013'ün başında ayrılıklarını açıklamışlardır. 2012'de Lotus F1 Takımı ile Formula 1'e geri dönerek İstikrar Abidesi unvanını aldıktan sonra 2014 yılı için Ferrari'de boşalan Felipe Massa'nın koltuğu için 2 yıllık bir anlaşma imzalamıştır. 28 Ocak 2015 tarihinde kız arkadaşı Minttu Virtanen'den "Robin" adında bir oğlu dünyaya geldi. Räikkönen on yaşında kartinge başlayarak motorsporlarına girdi. 1998'de Finlandiya Karting şampiyonu oldu. 1999'da European Formula Super A kategorisinde ikinci oldu. Yirmi yaşında Formula Ford Şampiyonası'nda yarışmak için İngiltere'ye gitti. 2000 yılında Britanya Formula Renault Şampiyonası'nda on yarıştan yedisini kazanarak bu seride şampiyon oldu. 2000 yılında Peter Sauber takımında test pilotluğu yapması için Räikkönen ile anlaştı. Jerez ve Barcelona'daki testlerden sonra Sauber 2001 yılında Kimi'nin yarış pilotu olması konusunda anlaşmaya vardı. Ancak sadece 23 yarış tecrübesi ile süper lisans almış olduğu için çeşitli eleştiriler yapıldı. Fakat daha ilk yarışında puan alarak ve sezon boyunca 9 puan toplayarak beğeni kazandı. Ayrıca takım arkadaşı Nick Heidfeld ile toplam 21 puan toplayarak Sauber Takımı'nın Formula Bir'deki en yüksek dereceyi (şampiyona dördüncülüğü) almasını sağladı. Räikkönen'in Scuderia Ferrari ile anlaşacağı düşünülüyordu ancak kendisi ile anlaşan takım McLaren oldu. Kendisi Mika Häkkinen'in ayrılması ile boşalan koltuğa geçti. McLaren'deki ilk yarışında Räikkönen, üçüncülük elde etti. Sezon boyunca aracı birçok kez mekanik arıza nedeniyle yarış dışı kaldı. Birçok kez yarış dışı kalmış olmasına rağmen üç defa üçüncü ve bir defa da ikinci oldu. Takım arkadaşı David Coulthard ile 65 puan toplayarak takımın üçüncü olmasına yardımcı oldu. Räikkönen bu sezon son yarışa kadar şampiyonluk için mücadele etti. 2003 sezonunda ilk Grand Prix galibiyetini elde etti: 2003 Malezya. Bir sonraki yarış olan Brezilya Grand Prix'sinde meydana gelen karışıklıklardan dolayı (yarışın durdurulması ve birinciliğin belirlenememesi) birinciliği Giancarlo Fisichella aldı, kendisi de ikinci oldu. 2003 Macaristan Grand Prix'si podyumunda Fernando Alonso'nun birinci kendisinin ikinci ve Juan Pablo Montoya'nın üçüncü olmasıyla tarihteki en genç Formula Bir podyumunu oluşturdular. Sezon boyunca üç defa yarış dışı kalmış olan Räikkönen son yarışa kadar şampiyonluk mücadelesini sürdürdü. Son yarış olan Japonya Grand Prix'sini Michael Schumacher'in takım arkadaşı Rubens Barrichello'nun yarışı kazanması, kendisinin bu yarışta ikinci olması ve Michael Schumacher'in kendisine gereken bir puanı alarak bu yarıştan ayrılmasıyla sezonu ikinci olarak tamamladı. Sezon boyunca McLaren MP4-19'un şasisinde oluşan problemlerden dolayı Räikkönen sekiz kez yarış dışı kaldı. İlk üç yarıştan hiç puan toplayamadı. Ancak Belçika Grand Prix'sinde birinciliği elde etti. Sezonu hayal kırıklıkları ile geçiren Räikkönen, menajeri Steve Robertson ile Räikkönen - Robertson - Racing (R-R Racing) adı altında bir F3000 takımı kurdu ve bu takım 2005 yılından itibaren F3000 serisinde yarışmaya başladı. Kimi sezon başında MP4-19 şasisinden kalma problemlerin çözülmesi ile beraber sezonun beşinci yarışı olan İspanya Grand Prix'sini kazandı. Sezon boyunca üç kez yarış dışı kalan Kimi, bir kez yarış dışı kalan Fernando ile aynı sayıda yarış kazandı (7-7). Ancak sezonu daha çok podyumla kapatmış olan Fernando 2005 yılı şampiyonluğunu sezonun bitiminden üç yarış önce ilan etti. Kimi Räikkönen 2005 yılında gösterdiği başarılardan dolayı kimi eleştirmenlerce sezonun en iyi sürücüsü ilan edildi. Ayrıca yedi yarış kazanarak sezon şampiyonu olamaması ile Alain Prost gibi rekor kırdı. Fernando Alonso'nun sezon başında McLaren Mercedes ile anlaşma imzladığının açıklanması üzerine, Räikkönen'in 2006 sonunda bitecek sözleşmesi de göz önüne alınarak, hangi takıma gideceği spekülasyon konusu olmaya başladı. Kış boyunca yapılan testlerde MP4-21'in yeterli seviyede olup olmadığı bilmiyordu. İlk yarış Bahreyn Grand Prix'i cuma idmanları sırasında araçta sorun çıkması sıralamalarda 22. sıraya düşmesi neden olsa da yarışı üçüncü olarak tamamladı. Ancak sezon boyunca çok kez yarış dışı kalması ve hiç yarış kazanamaması hayal kırıklığı yarattı. İtalya Grand Prix'sinde Michael Schumacher'in yarışlardan çekileceğini açıklaması sonrasında Scuderia Ferrari seneye Kimi Räikkönen ve Felipe Massa ile yarışacağını açıkladı. Kimi Räikkönen'in Ferrari ile üç yıllık anlaşma imzaladığı Ferrari'nin evinde düzenlenen İtalya Grand Prix'si sonrası açıklandı. Sezonun son yarışı olan Brezilya Grand Prix'sinin ardından beş sezon geçirdiği McLaren takımına ve çalışanlarına gelecekte başarılı olmalarını dilemiştir. 2007 sezonunun ilk yarışı Avustralya Grand Prix'sine pole pozisyondan başlayıp, bu yarışı kazanan Kimi, sezonun sonraki yarışlarında aynı performansı yakalayamadı. Malezya Grand Prix'si ve Bahreyn Grand Prix'sinde üçüncü oldu. Ancak bir sonraki yarış olan İspanya Grand Prix'sinde henüz 11. turda aracında elektrik problemi çıkması üzerine yarış dışı kaldı. Monako Grand Prix'sinde ise sıralamalarda Swimming Pool'a girerken aracını duvara sürtmesi üzerine yaşadığı sorunlar sonucu 16. sırayı alabildi, yarışta ise sekizinci oldu. Kanada Grand Prix'sine 4. sırada başlayan Kimi, yaşanan kazalar ve güvenlik aracının dört kez girmesi sonucu ancak beşinci olabildi. Agresif sürüş stiline uymayan yeni Bridgestone lastiklerine ilerleyen yarışlarda uyum sağlamaya başladı ve mühendisi Chris Dyer'la aracını agresif sürüş stiline uygun olarak geliştirdi. Bunun ilk sonuçlarını Amerika GP'sinde en hızlı tur kaydederek aldı. Fransa Grand Prix'sine 3. sırada başlayan ve startta Lewis Hamilton'ı geçen Räikkönen in-out lap'ler denen rakibin ve kendinin pite girdiği/çıktığı
turlarda attığı kusursuz turlar sonucu takım arkadaşı Felipe Massa'yı geçerek sezonun 2. zaferini kazandı ve 4 yarış sonra da podyuma çıktı. Britanya Grand Prix'sinde ise sıralamalarda son virajı geniş alması sonucu pol pozisyonu kaçırdı ve yarışa 2. sıradan başladı. Harika bir yarış sonrası Fernando Alonso'nun 2.4 saniye önünde bitirdi ve bu sezonki 3. birinciliğini kazandı. Olaylı geçen Nürburgring Avrupa Grand Prix'sine pole pozisyonda başlayan Räikkönen, yağan yağmur altında pit yolunu yağmur sonucu kaçırarak gerilere düştü. Yağmur sonrası iyi durumda ve podyuma çıkabilecekken yarışın 37. turunda gerçekleşen bir hidrolik arızası sonucu yarış dışı kaldı. Macaristan Grand Prix'sine 3. sırada başlayan Räikkönen, yarışın ilk turunda Nick Heidfeld'i geçerek 2. sıraya yükseldi. Yarışın son turlarında Hamilton'u zorlamasına rağmen, yarışı başladığı sırada bitirdi. Bu yarışta GP'lerde nadir rastlanacak şekilde en hızlı turu son turda kaydetti. Türkiye Grand Prix sıralama turlarında 3.lüğü elde eden Kimi, yarışın ilk virajında 2.liğe yükseldi ve pole pozisyonda başlayan takım arkadaşı Felipe Massa'yı zorlamasına rağmen, yarışı 2. olarak bitirdi. Ferrari pilotları Kimi Räikkönen 2. ve Felipe Massa 1.olarak İstanbul Park'ta duble yaptılar 26 Ağustos 2007 Türkiye Grand Prix'sini takım arkadaşı Ferrari pilotu Felipe Massa kazandı.Aynı zamanda sezonun 5. en hızlı turunu kaydetti. Bu hızlı tur da Macaristan gibi yarışın sondan bir önceki turunda geldi. İtalya Grand Prix'sinin ilk serbest antrenmanlarında en hızlı tur zamanını kaydettikten sonra Cumartesi antrenman seansının ilk turlarında Ascari şikanına girilirken büyük hızla lastik bariyerlere çarptı. Aracı büyük oranda kullanılmaz hale gelince sıralama turlarında yedek araçla yarıştı ve 5. olabildi. Yarışın startında Nick Heidfeld'i geçerek 4. lüğe yerleşti. Felipe Massa'nın yarış dışı kalmasıyla 3. sıraya yerleşti. Hafta sonu boyunca çok hızlı gözüken McLaren'e karşı alışılmadık biçimde tek pit stop stratejisiyle yarıştı. 2. pit stoplar sonucu Lewis Hamilton'u geçmesine rağmen aşınmış lastikleriyle Hamilton'a karşı koyamadı ve 2 tur sonra ilk virajda rakibine geçildi. Yarış bu şekilde sona erdi ve Räikkönen damalı bayrağı 3. sırada gördü. Yarış sonrası yaptığı açıklamada boyun ağrısı nedeniyle özellikle frenajlarda çok problem yaşadığını söyledi. Bu yarış ayrıca F1 tarihinde yedek araçla podyuma çıkılan ilk yarış ve Räikkönen bunu başaran ilk pilot oldu. Belçika Grand Prix haftasonu boyunca antrenman turlarında en hızlı turları atan ve sıralama turları pol pozisyona hak kazanan Räikkönen pazar günü düzenlenen yarışı kazandı. Yağmurun tüm yarış boyunca sürdüğü Japonya Grand Prix'si birçok pilot için sorunlu geçti. Ferrari pilotları sıradışı hava lastikleri kullanımı konusunda haberdar edilmedikleri için yarışın ilk turlarında son sıralara gerilediler. Ancak tüm koşullara rağmen Kimi 3.lüğü elde etmeyi başardı. Çin Grand Prix'sinde, pazar günü yağmurun sık sık yağdı, fakat koşullar Japonya Grand Prix'si kadar kötü olmadığı için pilotlar intermediate lastikleri tercih ettiler. Yarışın 30. turunda Lewis Hamilton'ın lastikleri yol tutuşu kaybetti ve pit yoluna sapan Hamilton çakıl havuzundan çıkamayınca 2. sırada bulunan Kimi ilk sıraya yerleşti ve yarışı sonuna kadar lider olarak götürdü. Çin Grand Prix'sini Kimi'nin kazanmasıyla 1986'dan bu yana ilk defa pilotlar şampiyonluğu sezonun son yarışına kalmış oldu. Sezonun son yarışı olan Brezilya'da şampiyona lideri Lewis Hamilton'un 7 puan gerisinden başlayan Kimi, yarışı takım taktikleri ve takım arkadaşı Felipe Massa sayesinde kazandı. Aracı 7. turda arızaya uğrayan Hamilton 18. sıraya kadar düştüğü yarışta ancak 7. sıraya yükselebildi ve aldığı iki puan şampiyonluk için yeterli olmadı. Fernando Alonso'nun da 3. olduğu İnterlagos'taki yarışta, 1986'dan beri ilk defa 3'lü şampiyonluk yarışı yaşandı ve 9 defa son yarışta şampiyonun belirlendiği bir yarışta Kimi Räikkönen şampiyona liderini geçerek 2007 sezonunun şampiyonu olmayı başardı. Sezonun ilk yarışı olan Avustralya Grand Prix'sinde 15. sıradan start almış olan Räikkönen bu yarışı 8. olarak tamamladı. Sezonda kazandığı ilk yarış olan Malezya Grand Prix'sini Heikki Kovalainen ve Robert Kubica'nın önünde bitirdi. 4. sırada başladığı Bahreyn Grand Prix'sini takım arkadaşı Felipe Massa'nın ardından 2. sırada tamamlayarak şampiyonada puan sıralamasında lider konumuna geçti. Saniyenin onda biri ile Fernando Alonso'nun önüne geçerek kariyerinin 15. pol pozisyonunu elde ettiği İspanya Grand Prix'sini kazandı. Sıralama turlarının son sırasında hata yapan Räikkönen, Türkiye Grand Prix'sine 4. sırada başladı. Yarışın başında Kovalainen'in aracı ile küçük bir çarpışma yaşayarak yer kaybetti fakat daha sonra kaybettiği yerleri geri kazanarak yarışı 3. sırada tamamladı. Yağışlı ve olaylı geçen Monaco Grand Prix'sine 2. sıradan başlayan Räikkönen, yarışın başında Lewis Hamilton'a yerini vermiş, yarışın sonlarına doğru yaşadığı lastikleri ısıtma problemi nedeniyle Adrian Sutil'in aracı ile çarpışmış ve yarışı 9. sırada bitirebilmiştir. Bu olaydan dolayı Force India takımı Räikkönen'in ceza almasını istemiş olsa bile hakemler Adrian Sutil'in yarışı puan alabilecek bir sırada bitirmiş olsa bile puan alamayacağını çünkü yarış sırasında sarı bayraklar sallanırken toplam 3 aracı geçtiğini söylemişlerdir. Bu yarıştan sonra puan sırasında liderlik konumuna Lewis Hamilton geçmiştir. Bir sonraki yarış olan Kanada'da ise Hamilton'ın pit yolunda arkadan çarpmasına maruz kalarak yarış dışı kalmıştır.Fransa'da yarışı 1. sırada götürürken mekanik sorunlar yüzünden galibiyeti Massa'ya vermiştir.Valencia'da pit-stop sırasında pitten erken çıkmak isteyince benzin hortumu kalmış ve bir mekanikeri ezmiştir.Daha sonra yarışın bitmesine 12 tur kala motor patlatmış ve yarışa veda etmiştir.Belçika'da yarışa 4. başlayıp 1.'liye yükselen Fin pilot önce İngiliz pilot Lewis Hamilton'a geçildi, ardından yağmurdan dolayı kayarak duvara çarpıp ön kanadını kırarak yarışı veda etti.Ve Singapur'da yarışa 3. başlayıp 5. sırada götüren Fin pilot yarışın bitmesine 4 tur kala viraji dönerken hızını kesemedi ve duvara çarptı.Sağ ön tekerlek ve ön kanadını kıran Raikkonen yarışa veda etti.Raikkonen şampiyonluk şansını mucizelere bıraktı. 12 Ekim 2008'de yapılan Japonya Grand Prix'inde 3. olan Raikkonen 2008 yılı için şampiyonluk şansını matematiksel olarak kaybetti. 19 Ekim 2008 tarihinde yapılan Çin Grand Prix'inde ikinci sırada giderken şampiyonluk adaylığı devam eden takım arkadaşı Felipe Massa'ya yol vererek yarışı üçüncü sırada bitirdi. 2 Kasım 2008'de sezonun son yarışı olan Brezilya Grand Prix'inde yarışı üçüncü sırada tamamlayarak sezonu da üçüncülükle bitirdi. 2009 sezonu Ferrari takımı ve dolayısıyla Raikkonen ve Massa için pek parlak başlamadı. KERS sistemine adapte olmaya çalışan Ferrari takımı tüm dikkatini ve parasını bu yöne aktardığı için aracı 2009 sezonunun kuralları ve şartlarına hazır hale getiremedi. Raikkonen ilk yarış olan Avustralya Grand Prix'inde 15. olarak sezona kötü bir başlangıç yaptı. Malezya'da 14., Çin'de 10., Bahreyn'de 6. oldu. İspanya'da yarış dışı kalan Raikkonen sonraki yarış olan Monaco'da 3., Türkiye'de 9., İngiltere'de 8. olurken Almanya'da yarış dışı kaldı. Sonraki yarış olan Macaristan'da 2. olan Raikkonen, Avrupa GP'sinde 3. ve sonrasındaki Belçika Grand Prix'inde kendisi ve takımı adına sezonun en başarılı sonucunu elde ederek yarıştan birincilikle ayrıldı. Sezonun 13. yarışı ve takvimin en hızlı yarışı olan Monza Grand Prix'inde ise 4. sırada giderken son tura girmeden hemen önce Lewis Hamilton'ın kaza yapması üzerine 3. olarak bitirdi. Sezon sonunda Ferrari takımı, resmi İnternet sitesinden yaptığı açıklamada, 2010 sezonunda Fernando Alonso ile yarışacağını duyurdu. Açıklamada Alonso'nun, takımdan ayrılacağı daha önce açıklanan Kimi Räikkönen'in yerini alacağı ve Felipe Massa ile takım arkadaşı olacağını bildirmiştir. Fin pilot, Jenson Button'ın McLaren'e geçmesinin ardından 2010 yılında WRC(dünya ralli şampiyonası)'de Citroën Junior takımı adına yarışmaya başladı. Bu durum sevenlerini çok üzdü. Kimi Raikkonen, ilk Rallisi İsveç Rallisinde kazalara karıştı ve iyi bir derece elde edemedi. 2.Rallisi Meksika'da takla attı ve Ralliyi bitiremedi.Ardından Ürdünde 8.lik Türkiyede 5.lik elde ettikten sonra 5.ayak Yeni Zelanda'da derece yapamadı.Portekiz Rallisinde 10.luk alan Kimi İtalya'da Lanterna Rallisine katıldı orası yarıştığı ilk asfalt parkur idi ve son tura doğru liderlikle giderken son turda takım arkadaşına sadece 0.5 saniye gerisinde 2. oldu.Takım patronu bu başarısından sonra onu överek asfalta kendi iyi hissedeceğini biliyorduk ve sadece 0.5 saniyeyle 2. oldu WRC'de bundan sonraki yarışların 4 tanesi asfalt olduğundan dolayı Kimi ümit verici dedi. Giancarlo Fisichella Giancarlo Fisichella (doğumu 14 Ocak 1973) İtalyan Formula 1 pilotu. Şu anda Scuderia Ferrari takımı adına test pilotluğu yapmakta ve Le Mans 24 Saat ve Le Mans Intercontinental() yarış serilerinde Af-Corse Ferrari takımı ile yarışmaktadır. Force India takımından önce sırasıyla Minardi, Jordan, Benetton, Sauber, Renault F1 ve Ferraritakımları adına da yarışmıştır. Renault F1 takımında kariyerinin en parlak sezonunu geçiren Fisichella 2005 sezoununda sürücüler şampiyonasında 5.olmuştur. Kariyerinde 3 birincilik bulunan Giancarlo bunlardan birini Jordan takımıyla Brezilya'da diğer ikisini ise Renault F1 ile Avustralya ve Malezya'da kazanmıştır. Giancarlo Fisichella 2009 Macaristan'da kaza geçiren Massa 'nın yerine Ferrari F1 koltuğuna geçmiştir. Tabi bunda Badoer'in kötü performansının etkisi de büyüktür. Anlaşmaya göre Ferrari F1 kalan yarışlarda Giancarlo Fisichella ile yarışacak gelecek sezondan itibaren Giancarlo Fisichella 4 yıl boyunca test pilotluğu yapacaktır. Mısır'ın üçüncü hanedanı Antik Mısır tarihinin Üçüncü Hanedanı içinde yer alan bilinen yöneticiler. Antik Mısır'ın Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Hanedanları genellikle Eski Krallık dönemi altında gruplanırlar. M
anetho bir Necherophes olduğunu söylese de, Torino Kral Listesi Mısır'ın üçün hanedanının ilk firavunu olarak Nebka'yı gösterir. Bazı çağdaş mısırbilimciler Djoser'in bu hanedanın ilk firavunu olduğu düşünmektedirler, çünkü Khufu'dan önceki bazı firavunların Westcar Papirusu'nda bahsedilmesi Nebka'nın Djoser ile Huni arasında bir yere sahip olması gerektiğini düşünmektedirler. Ayrıca Torino Kral Listesi'nde Djoser'in adının kırmızı olması önemlidir. Her halükârda, Djoser bu hanedanın en bilinen kralıdır. Veziri Imhotep'e en yaşlı yaşayan piramiti, Step Piramiti, yaptırmıştır. Bazı yetkililer Imhotep'in Huni'nin yönetiminde de yaşadığına inanmaktadırlar. Sekhemkhet hakkında az şey bilinir, ancak Khaba'nın muhtemelen Zawyet el'Aryan'daki Tabaka Piramiti'ni yaptığına inanılmaktadır. Bu hanedanın son firavunu Huni'nin Djoser gibi tanınmış Kagemni isimli bir veziri vardır. 20. hanedana ait "Yönerge" isimli bir metin Kagemni'ye adanmıştır. Fenerbahçe teknik direktörleri listesi Fenerbahçe teknik direktörleri listesi Fenerbahçe'de görev yapmış teknik direktörleri ve istatistiklerini listelemektedir. Otokrasi Otokrasi, monarşinin bir çeşididir. Yönetici, bütün siyasî yetkileri tek başına elinde bulundurur. Fakat monarşinin aksine yönetim miras yoluyla kalmamış kişi tarafından ele geçirilmiştir. Otokrat (buyurgan) rejimlerin temel özelliği, yönetimlerin halk adına karar vermesi, kendine göre iyi, doğru ve güzel olanları dayatması, buna karşın halkın sorunlarını çözümlemeyi de üstlenmesidir. Demokrat (katılımcı) rejimlerin temel özelliği ise halkın kendisi için iyi, doğru ve güzel olanlara karar vermesi, sorunlarının çözümlerini kendisinin üretmesi, yönetimlerin de bu çözümlerin hayata geçirilmesi için -varsa- engelleri ortadan kaldırmasıdır. Demokrasilerde, toplumun sorunlarına karşı ürettiği çözümlerin yönetimlere iletilmesi için temsilcilerini kullanması, bu rejimlerin belirgin özelliğidir. Hidrojen teknolojileri Hidrojen teknolojileri, hidrojen ekonomisi ile ilgili teknolojilerdir. Hidrojen elde etme, depolama ve işleme alanlarında yeni yöntemler bulunması ve geliştirilmesi ile ilgilidir. Hidrojen teknolojileri iklim değişikliği’nin önlenmesi ve çeşitli tüketim amaçları ile temiz bir enerji kaynağı yaratması açısından çok önemlidir. Aşağıdaki listede hidrojen teknolojileri ile ilgili çeşitli maddelere bağlantılar vardır. Yaslıca, Bozova Yaslıca, Şanlıurfa-Adıyaman karayolunun 54. km'sinde olup, Bozova ilçesine bağlı bir mahalledir. 1992 yılında belde olmuştur. 1580 sayılı kanunun 7469 sayılı kanunla değişik 7. maddesi uyarınca, bakanlar kurulunun 31.12.1991 tarih ve 91/39180 sayılı kararııyla, 2 Ocak 1992 tarih ve 21099 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak belde olmuştur. Şanlıurfa'nın 12 Kasım 2012 tarihli ve 6360 sayılı kanun ile büyükşehir olmasıyla birlikte Şanlıurfa'nın ilçesi olan Bozova ya bağlı Yaslıca mahallesi statüsüne geçmiştir. Belde, karasal iklime sahiptir. Yaslıca; Bozova ilçesinin 8 km. batısında yer almaktadır. Doğusunda Arıkök mahallesi, batısında Tutluca mahallesi, güneyinde Kepirce mahallesi, kuzeyinde ise Atatürk Barajı göleti ile sınırlıdır. Beldenin kuzeyi ormanlık, güneyi ise düz ova ile çevrilidir. Şanlıurfa ilinin Bozova ilçesine bağlı olan Yaslıca Şanlıurfa Adıyaman karayolu gidiş güzergahının 54.Km.sinde yer almaktadır. GAP Projesi neticesinde sulu tarıma geçilmiştir. Hububat başta olmak üzere kavun, karpuz, domates, biber, pamuk ve şeker pancarına ek olarak Kıraçlık alanlarda zeytin ve antep fıstığı yetiştirilmektedir. Beldenin kuzeyinde baraj göleti ve ormanlık tepeler mevcuttur. Yerleşim alanı hafif engebelidir. Ancak tarım alanları oldukça düz ve sade bir yapı gösterir. Mahallenin kuzey ve doğu tarafındaki kıraçlık alanlarda Urfa fıstığı ve zeytin üretimi, güney kısmındaki düzlük alanda ise sulu tarım yapılmaktadır. Hububat başta olmak üzere karpuz, pamuk, mısır, biber, susam ve şeker pancarı yetiştirilmektedir. Belde Şanlıurfa-Adıyaman karayolu üzerinde olduğundan ulaşım sorunu yoktur. Haftanın her günü, 15 dakikada bir servisle Şanlıurfa merkez ve Adıyaman merkeze ulaşım kolaylıkla sağlanmaktadır. 2015 yılı Toplam 7.400 Erkek 3.200 Kadın 3.800 Nüfusun neredeyse tamamı göçmen Çepni Türkmenlerin oluşmaktadır. İlköğretim okulu, Çok Programlı Lise, üç adet Camii,sağlık ocağı,PTT şubesi, Riyad el Sulh Riyad el Sulh, (1894 – 17 Temmuz 1951) (Arapça: رياض الصلح) Lübnan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki ilk başbakanı. Sünni bir müslüman olan Riyad el Sulh ilk olarak 1943-1945 yılları arasında başbakanlık yaptı. Daha sonra 14 Aralık 1946 ile 14 Ocak 1951 tarihleri arasında ikinci defa başbakanlık yaptı. Başbakanlıktan ayrılmasından birkaç ay sonra Ürdün'ün Başkenti Amman'da bir suikast sonucu öldürüldü. Riyad el Sulh, Lübnan'daki çeşitli dini grupları bağımsızlık mücadelesi için birleştirdi. Bu özelliği ile Lübnan bağımsızlık mücadelesinin en önemli şahsiyetlerinden biri oldu. Erman Toroğlu Erman Toroğlu (d. 24 Kasım 1948, Ankara), Türk eski futbolcu ve hakem, futbol yorumcusu, televizyoncu ve spor yazarı. Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun oldu. Lisans eğitimini Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde tamamladı. Lise yıllarında Gençlerbirliği'nde başlayan futbol hayatına profesyonel olarak sırasıyla Ankara Güneşspor, Mersin İdman Yurdu ve uzun yıllar kaptanlığını yaptığı MKE Ankaragücü'nde devam etti. Futbolculuğu bıraktıktan sonra hakemliğe başladı, 1989 yılında FIFA kokartı aldı. 1991 yılında İsviçre ile San Marino arasındaki Euro 92 eleme maçını yönetti. Cavit Çağlar'ın davetiyle siyasete girdi ve 1991 seçimlerinde, hocası Aydın Güven Gürkan'ın karşısına Mersin'de DYP'den aday oldu. Şansal Büyüka ile uzun yıllar önce Show TV ve ardından Lig TV'de yayınlanan Maraton adlı programda yorumculuk yaptı. "Hürriyet" gazetesinde yazarlık yapan Erman Toroğlu, 2010-2013 yılları arasında "Telegol"de futbol yorumculuğu yaptı. 2015 yılının başlarında TRT Spor kanalında yorumculuk yapmış fakat kısa bir süre sonra çeşitli nedenlerden dolayı kanaldan ayrılmıştır. Şimdilerde ise maç sonralarında A Spor kanalında yorumculuk yapmaktadır. Lise yıllarında tanıştığı Şükran Toroğlu ile, 70 yaşındayken, Kasım 2017'de anlaşmalı olarak boşanan Erman Toroğlu'nun iki çocuğu bulunmaktadır. Said el Müfti Said el Müfti (d. 1898 - ö. 1989) (Arapça: سعيد المفتي) Çerkes asıllı Ürdünlü siyasetçi. Said el Müfti, Ürdün'de 12 Nisan 1950 ile 4 Aralık 1950, 30 Mayıs 1955 ile 15 Aralık 1955 ve 22 Mayıs 1956 ile 1 Temmuz 1956 tarihleri arasında 3 defa başbakanlık yaptı. Nazar boncuğu Nazar boncuğu, insanı kem gözlerden koruduğuna inanılan boncuk. Tarih boyunca, çoğu kültürde ve dinsel inançta, göz figürü kötülükleri savan güçlü bir tılsım olarak kabul edilmiştir. Bu figüre Müslüman, Musevi ve Hristiyan toplumların yanı sıra, Budist ve Hindu toplumlarda da rastlanır. Genelde nazar boncukları göz şeklinde olur. Göze aynı zamanda boncuk da denmektedir. Bu bağlamda bakıldığında kişinin dünyaya açılan penceresi gözdür ve göz her türlü, iyi ve kötü, düşüncelerin ilk çıkış noktası olarak kabul edilir. Bu yüzden bakışlardan, kötü gözlerden korunmak amacıyla emici özelliği olduğuna inanılan mavi renkli taşlar eskiden beri kullanıla gelmiştir. Ve son halini günümüzdeki çeşit çeşit nazar boncukları olarak almıştır. Şu an, gerek inanç gerek gelenek, gerekse de süs eşyası olarak pek çok kişi nazar boncuğunu günlük yaşantısında çok sık kullandığı yerlerde bulundurmaktadır. Nazar boncuğu yapılırken içine kurşun dökülür. Bunun da iyi şans getirdiği söylenir. Mâvi renkli her cam boncuğun nazarı savması gerçekte eski halk inanışına göre mümkün değildir. Bu boncukların mutlaka bulunması gereken özellikleri vardır örnegin kimi ustalara göre mavi üzerine sarı renkli göz yer almalıdır. Ayrıca “Göz Ocağı” niteliğinde özel (daha eski halk inançlarına göre “İyeli/Eyelü”, yâni koruyucu ruhu olan) bir yerde eritilmiş olmalıdır. Nazar boncuğu ocakların kuruluşu da geçmişte özel bir tören ile gerçekleştirilirdi. Bu ocakta başka bir cam işiyle uğraşılmaz, sâdece nazar boncuğu yapılır. O kadar ki, aynı işliğin içerisinde başka cam eşyâlar yapan usta, nazar boncuğu üretmek için yalnızca asıl ocağı kullanır. Ayrıca gerçek bir nazar boncuğunun mutlaka elde yapılması gerekir, makinelerle seri halde üretilen boncuklar bir süs eşyâsı olmaktan öte bir anlam ifâde etmez. Tarihteki Türk topluluklarında Nazar boncuğuna munçuk, moncuk, monşak, monçak, monçok, muyınçak gibi isimler verilmiştir ve bu tabirlerin bazıları günümüzde de bazı ulusların dillerinde yer almaktadır. Sözcük olarak "Boncuk" demektir. Bunlar kişinin veya atın boynuna takılan değerli taş; arslan tırnağı, muska gibi şeylerdir. Attila Han’ın babasının adı da Muncuk’tur. Türk halk inancında Albıs, Gökçe Munçuk (Mavi Boncuk)’tan çok korkar, ki Nazar Boncuğu kavramının kökeninde bu anlayış yatar. Kotaz sözcüğü de yine Nazar boncuğu anlamında kullanılan başka bir kelimedir. Gözün dikkatini başka yöne çekmesi nedeniyle korunduğu mantığı öne sürülür. Çok kuvvetli nazarların kotazları (nazar boncuklarını) çatlattığı hatta parça parça ettiği anlatılır. Sözcük olarak "kutlu nesne" anlamına gelir. Köşgük ve çom tabirleri de aynı anlamda kullanılır ve nazarlık demektir. Smolensk Smolensk, (Rusça: Смоленск) Rusya'nın batısında Dinyeper Nehri civarında yer alan aynı adlı yönetim biriminin ("oblast") merkezi olan şehir. 2002 sayımına göre nüfusu 351.100'dür. Başkent Moskova'nın 360 km güneybatısında yer almaktadır. 10 Nisan 2010 tarihinde, Moskova saatiyle (UTC+4) 10:56'da, Tupolev Tu-154 modeli uçakla Varşova'dan Katyn Katliamını anmak için kente gelen Polonya cumhurbaşkanı Lech Kaczyński ve diğer ülke görevlilerini taşıyan uçak burada düşmüş ve 96 kişi bu kazada ölmüştür. Smolensk aşağıdaki şehirlerle kardeş şehirdir: Batıayaz, Samandağ Önceki adı Teknepınar olan Batıayaz, Samandağ ilçesine bağlı olan köy, Musa Dağı'nın eteklerinde kurulmustur. Samandagı ilçesine 10, Antakya merkeze 20 km