article
stringlengths
7.34k
10k
inlerle görüşmelere oturdu. Başka yerlerden vereceği topraklar karşılığında Finlandiya’dan körfezdeki beş adayı istiyordu ve Leningrad Körfezi'nin en batı ucundaki Hangö Limanı'nı da 30 yıllığına kiralamak talebindeydi. Bir diğer isteği de, Leningrad’ın hemen kuzeyinden başlayan sınırın, topçu menzilinin dışına çıkacak şekilde geriye alınmasıydı. Stalin’in Finlerden istediği bu topraklar 1.700 km² dir. Bunun karşılığında, Finlandiya-Rusya sınırının orta kesimlerinden 3.500 km² lik bir araziyi teklif etmektedir. Finlandiya Hükümeti, böyle bir anlaşmaya varmanın, taviz vermek istemedikleri tarafsızlık tutumuyla bağdaşmayacağı gerekçesiyle konuya sıcak yaklaşmadı. Bunun üzerine Stalin, söz konusu toprakları satın almayı önerdi. Bu öneri de reddedildi. Finlandiya’nın uzlaşmaz tutumu karşısında Stalin’in tutumu hızla sertleşti. Finlandiya Hükümeti arasında diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra sınır bölgelerinde insanların tahliyesine başladı. 28 Kasım 1939'da, 1932 yılında imzalanmış olan saldırmazlık antlaşmasının tek taraflı olarak kaldırıldığı Fin Hükümeti'ne bildirildi ve 30 Kasım 1939'da Sovyet orduları savaş ilan etmeksizin Finlandiya’ya saldırdı ve ertesi gün de Finlandiya'nın sınır şehri Terijoki (bugünkü Zelenogorsk)'ye girerek, orada Fin komünist Otto Ville Kuusinen'in başkanlığında bir devlet olan Fin Demokratik Cumhuriyeti'ni ilan ettirdi. Savaşın ilk aşaması genellikle 30 Kasım 1939 ile 10 Şubat 1940 dönemi olarak kabul edilir. Savaş sırasında Sovyet birlikleri ilk kez düşman uçağını tespit etmek için radar kullanmıştır. Bu noktada, Kızıl Ordu'nun hücumu, Fin Körfez'inden Barents Denizi kıyılarındaki topraklarında gerçekleştirildi. Finlandiya-Sovyetler Birliği sınırının çeşitli cephelerinden giren Sovyet saldırıları kısa sürede durduruldu. Finler, Tolvajärvi (bugünkü Tolvayarvi, Rusya) ve Suomussalmi savaşlarını kazanmak suretiyle kanatlardan sarkıp ikmal hatlarını kestiler ve ikmal olanaklarından yoksun Sovyet birliklerine saldırarak onları dağıttılar. Özellikle Fin ordusunun kayakçı birlikleri büyük başarılar kaydettiler. Ani saldırıları ve çekilişleri özellikle ormanlık bölgelerde işe yarıyor ve Ruslar henüz tepki gösteremeden operasyonlar bitiyordu. Doksan bin kadarı kadın savaşçılardan oluşan bu birlikler, Sovyetlere çok zor anlar yaşattılar. Bu yüzden Sovyetler, Karelya Yarımadası'nın doğusunda bir ilçe merkezi olan Rautu (bugünkü Sosnovo)'yu 25 Aralık'ta alabildi. 1940 yılının Şubat ayı gelindiğinde Fin orduları için Leningrad’ın hemen kuzeyindeki Mannerheim Hattı'nı devamlı takviye alan Sovyet kuvvetleri yüzünden tutma olanağı kalmadı. Nihayet hattın batı kanadında bulunan Summa (bugünkü Soldatskoye), 2 haftadan beri süren yoğun Sovyet saldırılarının karşısında 15 Şubat'ta Sovyetler'in eline geçti ve hat yarıldı. Böylece Sovyet Ordusu, Karelya Yarımadası'nın en büyük, Finlandiya'nın 2. büyük kenti olan Viipi (bugünkü Vyborg)'ye doğru ilerlemeye başladı. 6 Mart 1940'da Fin Hükümeti, Sovyetler Birliği ile barış görüşmeleri için masaya oturmaya razı oldu. Bu sırada Sovyet kuvvetleri, Koivisto (bugünkü Primorsk)'yu ele geçirmiş ve Viipuri'ye dayanmıştı. Beklenenin üzerinde zayiat veren Sovyetler, önde bulundukları savaşı bir an önce sona erdirmeye çalıştılar. Fin Hükümeti de savaşın sona ermesi için antlaşmaya razı olmak durumunda kaldı. Ancak barış uzun ömürlü olmayacak; Nazilerin Sovyetler Birliği'ne saldırmasını fırsat bilen Finlandiya Hükümeti, Devam Savaşı olarak anılan savaşla yeniden Sovyetler Birliği'ne saldıracaktır. 14 Aralık 1939 salgını sırasında Sovyetler Birliği savaşa göre Milletler Cemiyeti'nden atıldı. Ayrıca ABD'den Sovyetler Birliği'ne havacılık teknolojisi tedarik yasağı empoze edildi. Bu geleneksel olarak Amerikan motorları kullanan Sovyet havacılık sektörünün gelişimini olumsuz şekilde etkiledi. Sovyetler Birliği için bir diğer olumsuz sonucu Kızıl Ordu'nun zayıflığının onaylanması oldu. Sovyet güçlerinin zaferi, SSCB'nin Finlandiya'dan zayıf olmadığını gösterdi. Ancak Finlere oranla çok daha yüksek olan SSCB'nin kayıpları hakkında bilgi, Almanya'da Sovyetler Birliği'ne karşı savaş taraftarlarının konumunu güçlendirdi. Sovyetler Birliği'nin tüm resmi ilan toprak iddiaları karşılanmıştı. Finlandiya, kendi topraklarında Bothnia Körfezi ile Kola Yarımadası'nı bağlayan demiryolunun inşası için bir taahhüt almıştır. Ama bu yol hiçbir zaman inşa edilmedi. Ankara Anlaşması (1921) Ankara Anlaşması (20 Ekim 1921), TBMM ve Fransız Hükümeti arasında Türk-Fransız Cephesi'ndeki faaliyetleri durdurmuştur. TBMM yönetimindeki bölgenin güney sınırının taslak olarak belirlenmesine karar verilmiştir, ama asıl politik kararları Lozan Antlaşması'na bırakmıştır. Doğu sorununda Birleşik Krallık, Yunanistan ve İtalya ile millî menfaatleri uyuşmayan Fransa, Sevr Antlaşması'nın imzalanmasından 3 ay önce Türk-Fransız Cephesi'nde geçici bir mütareke yaparak TBMM ile ikili ilişkilere başlamıştı. Ancak, yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni bir siyasi mevcudiyet olarak kabul etmelerine rağmen Milli Hükümet'in Fransa ile ilişkileri daha ileri götürmesi mümkün olmamıştı. Sakarya Meydan Muharebesi'nin kazanılması ve Sovyet Rusya ile Ankara Hükümeti arasında imzalanan Moskova Antlaşması, Türk-Fransız ilişkilerini de olumlu yönde etkiledi. Fransa Cumhuriyeti, eski bakanlarından Henry Franklin-Bouillon'u gayriresmi olarak Ankara'ya gönderdi. 9 Haziran 1921'de Ankara'ya gelen Buyyon, Mustafa Kemal, Dışişleri Bakanı Vekili Yusuf Kemal Bey ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile iki hafta kadar devam eden görüşmelerde bulundu. Özellikle, Mustafa Kemal ile Franklen-Buyyon arasında yapılan görüşmelerde esas olarak "Misak-ı Milli" konusu ve yeni Türk Devleti'nin mevcudiyeti ele alındı. Franklen-Buyyon ve Fransa, "Misak-ı Milli"yi ve yeni devletin varlığım anlamalarına rağmen Yunan ileri harekatının sonucunu ve dolayısıyla Sakarya Meydan Muharebesi'nin sonucunu görmeden kesin bir teşebbüste bulunmadılar. Nihayet, Zafer, Fransızlar'ın bu tereddütünü ortadan kaldırdı ve iki ülke arasında Ankara Anlaşması imzalandı. Ankara Anlaşması ile İtilaf Devletleri Cephesi bozulmuş ve yeni Türk Devleti, Fransa tarafından tanınmıştır. Bu anlaşma sonunda Güney Cephesindeki savaş resmen sona ermiş ve Türkiye'nin Güney sınırı belirlenmiştir. Nihayet bu antlaşma ile Türk milli emellerinin haklılığı ilk defa olarak İtilaf devletlerinden birisi tarafından da resmen haklı görülmüş ve onaylanmıştır. Antlaşmanın imzalanmasını müteakip iki ülke aynı düzeyde temsilcilerini karşılıklı göndererek siyasi ilişkilerine süreklilik kazandırmışlardır. Fakat, bu antlaşma ile Fransa ve Türkiye arasındaki askeri harekat sona ermiş olmasına rağmen, Lozan müzakeresinde Fransa, İtilaf Devletleri safındaki yerini ve durumunu muhafaza etmiştir. Rehin (ekonomi) İpotek, rehin veya tutu bir alacağa karşı güvence oluşturan mal anlamına gelen iktisadi terim. Bir taşınmaz rehni çeşidi olarak ipotek, "halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacağı” güvence altına alan (MK.m.881/1) ve borcun ödenmemesi halinde, hak sahibine, alacağın teminatını teşkil eden taşınmazı yasal yollarla sattırarak satış değerinden alacağını elde etme yetkisi veren sınırlı bir ayni haktır." Kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ipotek için, yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı üzere; mutlaka doğmuş, mevcut ve belirli bir alacağın varlığı zorunlu olmayıp, halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya muhtemel, şarta bağlı, şartsız, belirli ve belirsiz, doğmuş ve doğacak alacaklar için de ipotek kurulabilir. Taşınmaz mal satışlarında, ipotek yöntemi kullanılarak yapılan satışlara "mortgageli satış", "ipotekli satış" ya da "tutulu satış" denir. İpotek, öncelikle bir eşya hukuku konusudur. Eşya hukuku konusu olarak MK. 881-897. maddelerde düzenlenmektedir. Bu itibarla kural olarak ipotek, taşınmaz malların rehni için kullanılan bir kavramdır. Ancak, bazı özel yasalar, bazı varlıkların rehnini ipotek olarak kabul ederek bazı düzenlemeler içermektedir. Sözgelimi; Türk Ticaret Kanunu 875 ve devamı maddelerinde gemi ipoteğini Türk Sivil Havacılık Kanunu’nun 69. maddesi ve devamı maddeleri “hava aracı ipoteği”ni düzenlemektedir. Taşınmaz ipoteklerini, ipotek konusu taşınmazın sayısına (bir veya birden çok olması gibi), alacağın kapsamına (ana para, üst sınır), süresine (süreli, süresiz), kuruluş sebebine göre (kanuni, akdi), kuruluş şekline göre (tescilli, tescilsiz), para cinsine (YTL), yabancı para ve sair özelliklerine göre farklı şekillerde bir ayrıma tabi tutmak mümkündür. İpotek çeşitlerine ilişkin incelemelerde esas alınan asıl ayrım; daha çok ipotek konusu alacağın kapsamına ve MK.851/1. maddesine göre ipotek kurulması aşamasında alacak miktarının belirli olup olmamasına göre yapılan ayrımdır. İpoteğin sadece belirli bir borç için alındığı ipotek çeşidi olup,”anapara ipoteği”, “ana sermaye ipoteği”, “re’s-ül mal ipoteği”, ”karz ipoteği”, “kesin ipotek”,” sabit ipotek” gibi kavramlar ile ifade edilmektedir. Ana para ipoteği, ancak alacağın ve alacak miktarının önceden belirli olduğu durumlarda ( MK.m.851/1) diğer bir anlatımla, ancak doğmuş, mevcut ve belirli bir alacak için kurulabilir. Bu nedenle, anapara ipotekleri daha çok karz, ödünç şeklide verilen alacaklar ile bankaların ve özel finans kurumlarının bir kereye mahsus olmak üzere kullandırdıkları krediler için kurulmaktadır. İpoteğin, sadece doğmuş ve mevcut bir borç için kurulmasının ilk sonucu, ipoteğin alacaklının diğer alacaklarının güvencesini oluşturmaz. Alacaklı borçludan başka bir alacağının olması halinde kurulan ipotekten yararlanamaz. Bu bakımdan tapu kayıtlarında ipotek yer almış olsa dahi ipotekle güvence altına alınan borç ödenmiş ve diğer bir şekilde sona ermiş ise alacaklı artık bu ipotekten yararlanamayacaktır. Anapara ipoteğinin diğer bir özelliği; ipotek resmi senedinde doğmuş, mevcut ve belirli bir borç ikrarı söz konusu olduğu için alacaklıya ipoteğin paraya çevrilmesi aşa
masında doğrudan doğruya ilamla takip gibi icra emri gönderilmesini talep hakkını vermiş olmasıdır (İcra ve İflas Kanunu m.149). Anapara ipoteğinin en önemli ayırıcı özellik ve sonucu; güvence altına alınan alacağın kapsamına ilişkindir. Zira, anapara ipoteği, ipotek resmi senedinde yazılı asıl alacağa ilave olarak,MK.875. maddede ipotek kapsamına dahil olduğu kabul edilen takip giderleri ve sözleşme (akdi) ve temerrüt faizlerini de güvence altına almaktadır. Anapara ipoteği YTL veya yabancı para üzerinden kurulabilir. “Üst sınır ipoteği”, “âzamî meblağ ipoteği”, “teminat ipoteği” kavramalar ile de ifade edilen bu ipotek çeşidi, MK.851. maddenin 2. cümlesinde belirtildiği üzere,” alacağın miktarının belli olmaması halinde” tesis edilen ipotek çeşididir. Diğer bir ifade ile “belirli bir alacak için” kurulabilen ana para ipoteğinden farklıdır. Gerçek alacak miktarının önceden kesin olarak belli olmadığı durumlarda diğer bir ifade ile doğmamış ancak doğacak veya doğması muhtemel alacakların ipotek ile güvence altına alınmak istenilmesi hallerinde ancak üst sınır ipoteği kurulabilir. Doğmuş ve gerçek bir alacak miktarı değil doğmuş ve doğacak tüm alacakları kapsayacak şekilde bir üst sınır belirlenmesi suretiyle kurulabilen üst sınır ipoteği, daha çok banka veya özel finans kurumlarının başta gayrıinakdi krediler olmak üzere kullandıracakları veya sürekli olarak krediler ve finansmanlar, yine cari hesap sözleşmesi şeklinde çalışan borç-alacak ilişkileri, bayilik ilişkileri gibi sebeplerden doğacak alacakların güvencesi olarak kurulmaktadır. Üst sınır ipoteğinin en önemli özelliği, sadece belirli tek bir alacak için değil, doğmuş ve doğacak tüm alacaklar için kurulabilmesidir. Ancak ipotek resim senedinde hangi alacakların güvence altına alındığı hususunun açıkça yer alması gerekmektedir. Anapara ipoteğinin önemli bir özelliği olan, alacaklıya ipoteğin paraya çevrilmesi aşamasında doğrudan doğruya ilamla takip gibi icra emri gönderilmesini talep hakkı, üst sınır ipotekleri için geçerli değildir. Bu sonuç, üst sınır ipoteğinin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Zira, üst sınır ipoteğinde anapara ipoteğinde olduğu gibi ikrar edilmiş bir borç bulunmamaktadır. İcra ve İflas Kanunu’nun 150ı maddesi, “borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredileri ve gayri nakdi kredileri teminen alınan ipotekler’ ile ilgili olarak özel bir düzenleme kabul ederek kredi kullandıranlara belirli şartların gerçekleşmesi kaydı ile üst sınır ipoteklerinde icra emri gönderme hakkını vermektedir. Üst sınır ipoteğini, anapara ipoteğinden ayıran en önemli fark, üst sınır ipoteğinde güvence altına alınan alacağın üst sınırının (azami miktarının) belirlenmiş olması, takip giderleri ve faizlerin ancak bu miktar içinde kalması kaydı ile ipoteğin güvencesinden yararlanabilmiş olmasıdır. Üst sınırı aşan takip giderleri ve sözleşme faizleri asıl alacağa ilave diğer giderler güvence altında bulunmaz. Hâlbuki yukarıda anapara ipoteği için yapılan açıklamalarda belirtildiği üzere, anapara ipoteklerinde asıl alacağa ilave olarak, takip giderleri ve sözleşme faizleri de güvence kapsamındadır. Tunç Yalman Tunç Yalman (d. 1925, İstanbul – ö. 3 Mart 2006, İzmir), tiyatro sanatçısı. Oyunculuk, yönetmenlik, çevirmenlik yapmıştır. Broadway’de oyun sahneleyen ilk Türk tiyatro sanatçısıdır. Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın oğludur. Tiyatro yaşamına Robert Kolej’de öğrenciyken başladı. Okulunu bitirdiği 1944 yılında Muhsin Ertuğrul’un gençlerle hazırladığı Othello oyununda sahneye çıktı. 1946 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’na girdi ve Muhsin Ertuğrul ile birlikte çalıştı. Tiyatroyu onun yanında öğrendi, ona olan hayranlığı ölene dek sürdü. “Atatürk’süz bir Türkiye düşünemediğim gibi, Muhsin Ertuğrul’suz bir Türkiye de düşünemiyorum” diyen Tunç Yalman’ın 2000 yılında yayınladığı “Tunç İki Gözüm” adlı eserinde Muhsin Ertuğrul ’dan kendisine gönderilen mektupları okuyucuya sundu. Bu eser, bir anı kitabı olmanın çok ötesinde Türk tiyatrosu adına önemli bir belgedir. Tunç Yalman tiyatro eğitimini ve bu alanda yüksek lisansını Amerika’da Yale Üniversitesi’nde tamamladı. Milwaukee Repertuar Tiyatrosu’nda yönetmen olarak çalıştı. Daha sonra, Vatan gazetesi’nde üç yıl boyunca Şakir Eczacıbaşı ile birlikte "Sanat Yaprağı"nı çıkarttı. Rockefeller Vakfı bursu ile Amerika ve Avrupa’nın belli başlı tiyatrolarında incelemeler yaptı. 1957 yılında yönetmen ve oyuncu olarak Dormen Tiyatrosu kadrosuna katıldı. 1959 yılında Fransa’ya giderek reji asistanı oldu. 1960 yılında dönerek Şehir Tiyatrosu’na girdi. Gerek özel tiyatrolarda gerekse İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda çeşitli oyunlar sahneleyen Tunç Yalman 1976-1989 yılları arasında Amerika’da ünlü Carnegie Mellon Üniversitesi’nde Tiyatro Kürsüsünde ders vermeğe başladı. Bu arada, pek çok Fransızca ve İngilizce oyunu da dilimize çevirdi. Tunç Yalman, oyunculuğunun, yönetmenliğinin ve çevirmenliğinin yanı sıra, uzun yıllar babası Ahmet Emin Yalman’ın sahibi olduğu Vatan Gazetesi’nde yazdığı tiyatro yazıları ve eleştirileriyle de Türk tiyatrosuna önemli katkılarda bulundu. Yalman, uzun yıllar boyunca Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin Danışma Kurulu’nda da görev yapmıştır. Proton (otomobil) Proton Holdings Berhad () 1982 yılında Malezya hükümet başkanı olan Dr. Mahathir bin Mohamad tarafından kurulmuştur. 1983 yılında başlayan proje Japon teknolojisi destekli montaj sanayi yaklaşımı ile Malezya devletinin planlı kalkınma döneminde lokomotif olarak kabul edilen yerini almaya başlar. Proton firmasının %52'si Malezya devleti ve %48'i yerel ve uluslararası yatırımcılara aittir. Bugün itibarıyla Dünya Ticaret Örgütü'ne kayıtlı 146 ülkeden sadece 11 tanesi resim üzerindeki taslaktan dünya çapında kabul gören normlarda otomobil üretebilmektedir. 2002 yılı başında Malezya 11. olarak bu listede yer almıştır. Bu listede yer alan ülkelerin başlıcaları alfabetik sırayla: ABD, Almanya, Fransa, G.Kore, İngiltere, İsveç, İtalya, Japonya'dır. Proton, 1900'ü Ar-Ge çalışmalarında yer almak üzere toplam 9500 kişilik bir işgücü ile üretim yapmaktadır. Proton için yapılmış toplam yurt içi yatırımı 2 milyar ABD dolarının üzerindedir. Kurulduğu günden bu yana 50'den fazla ülkeye ihracat gerçekleştirmiştir. Şu anda başta İngiltere ve Avustralya olmak üzere 20'den fazlaya ülkeye ihracat yapmaktadır. Malezya'da 2 merkezde olmak üzere Çin, Vietnam ve İran'da üretim yapmaktadır. Hali hazırda yıllık kapasitesi 250,000 adet olan Tangjum Malim fabrikasının altyapısı ve genişleme planları doğrultusunda önümüzdeki 5 yıl içinde 1 milyon adet/yıl otomobile ulaşılması planlanmaktadır. Proton'un logosunda kaplan figürü markanın yansıtmak istediği cesaret, dinamizm, seri ve atak yapı ile Uzak Doğu'nun kültürel mirasını temsil etmektedir. Kaplan figürü markanın Uzak Doğu kökenini hatırlatmak üzere doğuya (sola) bakmaktadır. Kaplan başı motifi, asaleti yansıtan altın sarı renktedir.Proton logosu üzerinde yer alan yeşil, rengini mühendislik ve teknolojisinden yararlandığı dünyaca ünlü Lotus'tan almaktadır. Yeşil rengi ile Proton ürünlerinde yerleşik Lotus genlerinin yansıması gözlenebilir. K K-k Türk alfabesinin 14. harfidir. Türkçede bu harfin işaret ettiği ses "ke" denilerek isimlendirilir. Sıklıkla, hatalı bir şekilde, harfin işaret ettiği ses "ka" denilerek isimlendirilir. Bu durumda sesin ince ve kalın şekilleri vardır. Fonetik bakımdan kalın seslilerle birlikte art damak, ince seslilerle birlikte ön damaktan çıkarılan süreksiz ve sert bir sessiz harf olduğundan sesli-sessiz uyumunu gerektirir. Türkçe kelimelerde bu harfin kullanım sıklığı % 4,71'dir. Arap alfabesine dayalı Göktürk, Uygur ve Osmanlı alfabelerinde iki ayrı harf ve ses olarak "kaf" ve "kef" yerine bugünkü Türkçede "k" kullanılmaktadır. "k" ince ve kalın şekliyle sekizinci yüzyıldan bu yana, Eski Türkçeden beri bütün Türk lehçelerinde kullanılmış bir sestir. Türkçe kelimelerin başında, ortasında ve sonunda bulunur. Birçok kelimede yüzyıllar boyunca hiç değişmeden gelmiştir. Ancak Anadolu ve Azeri lehçelerinde bazı kelimelerde yumuşayarak "g"ye dönüşmüştür. Kök-gök, köl-göl, köz-göz, kemi-gemi, küve-güve gibi. Aynı ağızda Bu sesin "h" ya dönüştüğü de görülür. Kanı-hani, uyku-uyhu, yuku-yuhu, ayak-ayah, keklik-kehlih gibi. Gerçekte Eski Türkçe diye adlandırılan 8-11. yüzyıl Türkçesinde, kelimelerin başında "ga" ve "ge" sesleri yoktur. Bunlar daha sonra "ka" ve "ke" seslerinin "ga" ve "ge"'ye dönüşmesi sebebi ile ortaya çıkmıştır. Tarih boyunca Fenike, Etrüsk, Yunan ve Latin dillerinde de bulunan "k" sesi, bugün Avrupa dillerinde bazı kelimelerde yer alırken bazı kelimelerde de "c" ile temsil edilmektedir. Türkçede 1928'de yapılan harf inkılabı ile Osmanlı alfabesi kaldırılıp Latin alfabesi getirilince, yeni alfabe düzenlenirken k harfi kabul edilmiştir... Suzuki Suzuki Motor Anonim Şirketi, birçok farklı türde araç üreten Japon otomotiv üreticisi. Ciğer otu Ciğer otu ("Pulmonaria officinalis"), hodangiller (Boraginaceae) familyasından Nisan-Mayıs ayları arasında çiçek açan, 10–50 cm boyunda, çok senelik otsu bir bitki türü. çiçekli bir bitkidir mor kırmızıdır çok tüylüdür 2bardak tuz atın kaynatın yiyin çok yararlıdır! [http://www.saglikpasaji.com/ciger-otu-nedir-faydalari-nelerdir.html Ciğer otuTnun saglik üzerindeki faydaları genel bilgisi Jüt Jüt "Corchorus capsularis", "Corchorus olitorius" yapılan bir çeşit liftir.Ticarette kullanılan jüt, iki cins bitkiden elde edilir: Birisi, "Corchorus capsularis", diğeri ise "Corchorus olitorius"tur. Bu bitkilerin bir sene içerisinde boyu 2-4 metreye ulaşır. Tabii olarak Hindistan'da yetişir. Çin ve Malezya'da yetiştirilmeye başlanmıştır. Colitorius cinsi Akdeniz memleketlerinde de tanınmış ve yetiştirilmeye başlanmıştır. Amerika'ya ulaşması 1870 senelerine rastlar. Amerika'da Teksas ve Güney Karolina eyaletlerinde üretilmektedir. Dünya jüt üretiminin hemen hemen hepsi Hindistan'a ve Pakistan'a aittir. Üretimin buralarda fazla olmasının bir sebebi de işçiliğinin çok u
cuz olmasıdır. Jüt toplaması oldukça zordur. Bitki üç ayda yetişkin hale gelir. Çiçek açtığı vakit toplanması gerekir. Tohum dönemine rastlayan mahsul ağır olur, ama lifler kalınlaşmış ve sertleşmiştir. Toplanan jüt bitkisi balyalanarak havuzlara atılır. Havuzların üzeri orman bitkileri, hatta hayvan gübresi ile örtülerek bekletilir. Bu kirli ve havasız su içinde jüt kabukları çürüyerek açılır. Kabuklar içinden lifler çıkarılıp serilerek kurutulur. Bundan sonraki işlemlere fabrikalarda makinalarla devam edilir. Pamuk ipliği üretiminde olduğu gibi taraklardan geçirilerek temizlenir, tamamen liflerine ayrılır, bobinlere ip olarak sarılır. İp kalınlıkları maksada göre değişiktir. Jüt lifi elde etmede Bangladeş ve Hindistan'ı Brezilya, Tayvan takip eder. Kinaye Kinâye veya alegori, bir fikri kapalı, dolaylı olarak anlatan üstü örtülü söz. Edebiyatta bir maksattan dolayı sözü hem hakiki, hem mecazi anlamlara uygun olarak kullanmaktır. Bir kelimeyi gerçek anlamının dışında benzetme gayesi gütmeden ve engelleyici ipucu olmaksızın mecazlı anlamda kullanmak olarak da tarif edilir. Kinayeli bir ifadede sözün gerçek anlamı da kasdedilmiş olabilir. Kinaye başka bir deyişle gerçeği mecaz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Deyimlerin çoğu mecazlı anlamlarıyla kullanıldıkları için kinayeli sözlerdir. Uyarı: Kinayeler en çok mecazi olarak kullanılır. Tariz Tariz veya Dokundurma, sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetmektir. Tarizde mecaz-ı mürsel ve kinayedeki ilgiler yoktur. Tarizin güzel olması söyleyişteki inceliğe bağlıdır.Bir kişiyi küçük düşürmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi olan bir sözle dokundurma yapmak sistemli bir biçimde anlatma sanatıdır. Bir kimseyi iğnelemek, uyarmak veya dikkatini çekmek amaçlı yapılan söz sanatı da denilebilir. Örnek: Örnek: Örnek: Pergel Pergel, birbirine üstten eklenmiş iki koldan meydana gelen, çember çizmeye ve küçük mesafeleri ölçmeye yarayan alet. Pergel, geometri şekillerinin çiziminde kullanıldığı gibi çeşitli meslek dallarında da ölçü aleti olarak kullanılmaktadır. Küçük doğru parçaları ve açılar arasındaki mesafeler de pergellerle ölçülür. Açıların ikiye bölünmesi, bir eşkenar üçgen, düzgün beşgen, on ve on beş kenarlı vb. çokgenlerin çizilmesi cetvel ve pergelle çözülebilen problemlere, herhangi bir açının üçe bölünmesi, çemberin herhangi bir sayıda eşit parçaya bölünmesi, cetvel ve pergelle çözülemeyen geometrik problemlere misaldir. Matematikte çember veya çember yayları çizmek vasıtasıyla çözülen problemler vardır. Böyle problemlere "cetvel ve pergelle çözülebilir problemler" denir. Cetvele lüzum kalmadan yalnız pergel yardımıyla çizilen düzlem geometriye de "pergel geometrisi" denmektedir. Hereke halısı Hereke halısı Türkiye'de Kocaeli'ne bağlı bir kıyı şehri olan Hereke'de üretilen halıdır. Ham madde olarak ipek, yün ve pamuk kullanılır. Osmanlı sanayisinin ilk modern fabrikalarından biri olarak kabul edilen "Hereke Fabrika-i Humayunu" adlı halı fabrikasının üretime girmesi ile Hereke halıları tüm dünyada tanınan bir marka haline gelmiştir. Hereke Fabrikası, Ohannes ve Bogos Dadyan kardeşler tarafından 1842-1844 yıllarında kuruldu ve 1845 yılında ülkenin ilk özel dokuma fabrikası olarak faaliyete geçti. Faaliyete geçtiği 1845 yılında fabrikanın yönetimi ve mülkiyeti Osmanlı Devleti'ne devredildi. Başlangıçta bez ve ipekli kumaş üretiminin planlandığı fabrikada, Avrupa ülkelerinden ithal edilen makinelerle beraber üretim alanı genişledi. 1891 yılında 100 halı tezgâhı bulunan yeni bir bölüm açıldı ve halı üretimine geçildi. 1905'ten itibaran ise ürün çeşitliliği artırıldı ve fes, perde, fanila gibi birçok alanda üretime geçildi. Fabrika ürünlerindeki kalitenin piyasada kabul görmesi sonucu 1846'da Hereke markası tescil ettirilerek koruma altına alındı. 1850 yılında ise fabrikanın adı "Hereke Fabrika-i Humayun" olarak değiştirildi. Sultan Abdülmecid'in Dolmabahçe Sarayı'nı dünyanın en iyi halılarıyla döşeme fikri üzerine, 1891 yılında halı üretimine geçildi. Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesinde "Hereke Dokumahanesi" adında bir halı dokuma atölyesi açıldı ve Hereke'deki bu fabrikadan halı dokuma ustaları getirildi. Dolmabahçe Sarayı'nda bulunan Hereke halıları bu atölyede ve Hereke'deki fabrikada dokunan halılardır. Bu halılar sadece saray için dokunmuş, bu desen ve halıların başka bir yerde kullanımı yasaklanmıştır. Beylerbeyi Sarayı'nda bulunan geniş boyutlu halılar, koltuk ve perde yapımında kullanılan kumaşlar yine bu fabrikada dokundu. Çırağan Sarayı'nda on üç oda ve bir sofa Hereke kumaş ve halılarıyla döşendi. 1894 Yılında Hereke'yi ziyaret eden Almanya İmparatoru Kaiser Wilhelm II beraberinde getirdiği kimyasal boyalar ile halıların dokumasında kullanılan teknolojinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. O dönemde Kaizer'in konakladığı köşk halen müze olarak korunmaktadır. Türkiye'de 1923 yılında Cumhuriyet kurulmasının ardından lüks halı üretimi savurganlık olarak görüldü ve 1950'li yıllara kadar bu düşünce ile Hereke halısı üretimi ihmal edildi. 1950'li yıllarda usta dokumacıların katkılarıyla Hereke halı dokumacılığı bir sanat kolu olarak tekrar değer kazandı. Tamamı el dokuması olan halılar günümüzde işçiliği ve sanat değeriyle kabul görmektedir. Fabrika, Cumhuriyetin kurulmasının ardından 1925'te Maliye Bakanlığı'na, 1933 yılında Sümerbank'a devredildi. 1995 yılında Sümerbank'ın özelleştirilme çalışmaları sırasında TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı'na devredildi. Fabrika, hâlen TBMM Millî Saraylar'a bağlı olarak müze-fabrika şeklinde halı ve kumaş üretimine devam etmektedir. Bu fabrikada dokunan halılar çeşitli ödüller kazanmıştır : Bu fabrika da dokunan halılar çeşitli krallık ve hükümetlere hediye olarak gönderilmiştir: Japonya, Rusya, Almanya, İngiltere ve ABD. Dünyanın en ince halısı rekorunu elinde bulunduran halı, Hereke'de Nuriye Kıvanç tarafından 5 senede dokunan ipekten halıdır. Santimetrekaresinde 1024 ilmik bulunmaktadır. Halı, çeşitli sergilerle dünyanın birçok yerinde gösterilmiştir. Hereke halısı pamuk iplik üzerine yün ve ipek üzerine ipek olarak iki türlü dokunur. Yün halıların dm²'sinde 3600 ilmek bulunur. Kalitesi 60x60 olarak adlandırılır. İpek halılarda ise dm²'de 10.000 ilmek olur. Kalitesi 100x100 olarak adlandırılır. Her ne kadar daha sık dokunmuş halılar da olsa gerçek Hereke halılarının standartları budur. Hav yükseklikleri ise ipek halılarda 1,5-2,0 mm yün halılarda ise 4,0-5,0 mm arasındadır. Hereke halıları sık dokunduğu için desenler oldukça ayrıntılıdır. Hereke halıları patentler ile coğrafi olarak tescillidir. Hereke halıları Türk düğümü (çift düğüm veya Gördes düğümü olarak adlandırılır) ile dokunduğu için İran halılarına göre (tek düğümlü veya sini düğüm) çok daha fazla dayanıklıdır. Hereke halıları ilk dokunduğu dönemler de dahil bugüne kadar İran halı desenlerinden hiç etkilenmemiş saray nakkaşlarının özgün tasarımları ile hayat bulmuştur. Ne yazık ki günümüzde kullanılan yün kalitesi geçmişteki halılarda kullanılan yün kalitesine göre oldukça düşüktür. Bunun nedeni kullanılan yünler eskiden tamamen canlı hayvan yünü iken günümüzde kesilmiş hayvan yünleri kullanılmakta, ayrıca boya kalitesi ve kırkım mevsimlerine uyulmaması ile kullanılan yünler eskilere göre daha mat renge sahip olmaktadır. Fakat günümüzde özellikle Sümerhalı'nın ürettiği yünlere, yapağı boyanmadan önce özel bir apre ile güve yemez özelliği verilir. Boya daha sonra yapılır. Bu halının dayanıklılığını ve kalitesini arttırır. Bunun haricinde, Isparta yöresi, Sivas (Sivas Cezaevi halısı da hereke halısıdır) ve Diyarbakır'da dokunur. Bu tezgâhlarda dokunan halılar Isparta Sümer halı fabrikasında özel hav makinelerinde uygun yükseklikte kırkılır, yıkanır, arka yüzleri alevle fazla uzunluklardan temizlenir ve kalitelerine göre sınıflandırılır ve piyasaya verilir. Hereke halısı alırken arka yüzünde atkı ve çözgüden yün fışkırmamış olmasına, desenin kaymamış olmasına dikkat edilmelidir. Ayrıca hav yüksekliği de kesim şekli de kaliteyi etkiler. Bu halının en çok bilinen ve klasik olmuş olan deseni "Yedi Dağın Çiçeği" dir. Fakat bununla beraber burucie ve polonez gibi çok güzel desenleri de vardır. Hereke halısını İran halılarıyla kıyaslarsak ancak binlerce dolarlık Bidjar halısı hereke kadar olmasa bile emsali sayılabilir. Fakat dokuma şekli, desen ve renk çeşitliği ve sert bir halı olması Hereke halısını her zaman öne çıkarır. The Ottomans Cami Halısı Akrilik bileşikler Akrilik bileşikler, sentez yoluyla elde edilen plastik, reçine ve yağların genel adı. Kullanılan akrilik, bileşiğin türüne ve prosesin şartlarına bağlı olarak, sert ve saydam, yumuşak ve esnek katılar veya yapışkan, koyu kıvamlı sıvı ürünler elde edilebilir. Kalıplanmış yapı malzemeleri, optik gereçler, mücevherat, yapıştırıcılar, kaplama malzemeleri ve dokuma elyafı gibi çeşitli bileşiklerin hammaddesi akrilik bileşiklerdir. Mesela orlon ve akrilan, akrilik ipliklerin, pleksiglas da cam benzeri akrilik maddelerin ticari adıdır. Poliakrilik adıyla bilinen polimerler ailesinin temel üyeleri akrilik ve metakrilik asitlerdir. Bu asitlerin metil esterleri, peroksit katalizörler eşliğinde kolayca polimerleşir. RehberAnsiklopedisi İnan Kıraç İnan Kıraç (d. 1937, Eskişehir), Türk iş adamı ve sanayicidir. Uzun süre Koç Holding'de üst düzey yöneticiliklerde bulunmuştur. Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra Londra'da City College of Business'te okumuştur. Vehbi Koç'un kızı Suna Kıraç ile evlidir. Çiftin, İpek Kıraç adlı bir kızları vardır. Suna Kıraç ile birlikte; 2000 yılında, Vehbi Koç Vakfı Suna ve İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Antalya Kaleiçi Müzesi'ni; 2003 yılında, kültür-sanat, eğitim ve sağlık konularında faaliyet gösteren Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nı ve 2005 yılında da Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'ni kurmuştur. İnan Kıraç, İstanbul'un Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine yönelik araştırmaları desteklemek amacıyla eşi Suna Kıraç'la birikte kurdukları İstanb
ul Araştırmaları Enstitüsü'nü 1 Mart 2007 tarihinde hizmete açmıştır. Parkinson hastalığı Parkinson hastalığı, beynin alt kısımlarındaki gri cevher çekirdeklerinin bozukluğuna bağlı bir sinir sistemi hastalığı. Genellikle orta yaş hastalığıdır. Adını hastalığı ilk defa 1817'de "titremeli felç" olarak tarifleyen James Parkinson'dan almıştır. Binde bir sıklıkla görülen, müzmin, ilerleyici, tedavisiz iyileşmeyen bir hastalıktır. Temel bozukluk, koordine hareketleri düzenleyen beyin bölümlerindendir. Bu bozukluğa yol açan sebep tam bilinmiyorsa "idyopatik Parkinson hastalığı", sebebin belli olduğu durumlarda ise "Parkinsonien sendromlar" adı verilir. Bu sendromların bir kısmı şunlardır: Hastalığın temel belirtileri titreme, sertlik ve hareketlerin yavaşlamasıdır. Titreme ilk ortaya çıkanı olup, genellikle başlangıçta tek eldedir. Zamanla aynı taraf bacağa ve karşı ele geçebilir. Sıklıkla hastalıktan vücudun bir yarısı baskın olarak etkilenir. Titreme dinlenirken olup, uyurken kaybolur; sinirlilik ve yorgunluk titremeyi arttırır. Sertlik veya katılık boyun kaslarından başlar ve başın gövdeden önde tutulmasına sebep olur. Bel kemiği de etkilenip bel hafif öne eğilir, diz kalça ve kol eklemleri bükük hal alır. Hasta, küçük hızlı adımlarla sendeleyerek yürür, hantallaşır, saatlerce oturur. Yazıya büyük başlar, harfler gittikçe küçülür ve yazının okunması güçleşir. Monoton bir konuşması vardır. Kasların tonusu arttığı için (sertleştikleri için) bükülü kolun açılmaya çalışılması sırasında dişli çark hareket ettiriliyormuş hissi alınır. Yüz adale faaliyetleri (mimik ve jestler) silinir, donuk, anlamsız çehre (maske yüzü) vardır. Hareketlere başlamakta güçlük çeker, cildi yağlanır ve %40 hastada bunama görülür. Kelimelerin son hecesini tekrar eder. Gözünü kırpmaması söylenip, burun köküne vurulunca kırpma hareketini kontrol edemez. Gözlerin yukarıya doğru dakikalar hatta saatlerce kayması da, hastayı çok rahatsız eden bir durumdur. Tedavi üç grupta planlanabilir: İnsanlığın yakalanabileceği en ilginç hastalıklardan birisi olan Parkinson hastalığına yakalanan ünlüler; Suna Kıraç Suna Kıraç (d. 3 Haziran 1941, Ankara), Vehbi Koç'un kızı ve Koç Holding Yönetim Kurulu başkan vekilidir. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'ni ve ardından da Boğaziçi Üniversitesi Bankacılık ve Finansman bölümünü bitirdi. Suna Kıraç, 1999'da, üstün yöneticilik ve liderlik vasıfları ile Koç Holding'e, iş dünyasına ve Türk çocuklarının eğitimine katkılarından dolayı London Business School tarafından "Onur Üyeliği"ne layık görülmüştür. 9 yıldır ALS (Amyotrophic Lateral Sclerosis) adı verilen hastalıkla mücadele eden ve çevresiyle sadece gözleriyle iletişim kurabilen Suna Kıraç, eşi İnan Kıraç'la birlikte kurdukları Pera Müzesi ve 1 Mart 2007'de hizmete sundukları İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ile ülkesine hizmet yatırımlarını sürdürmektedir. İstanbul'a dünya çapında bir oditoryum ve kültür merkezi kazandırmak amacıyla çalışmalarını sürdüren Suna Kıraç'ın 2006 yılında yayımlanan,tüm geliri TEGV'na bağışlanan ve editörlüğünü Rıdvan Akar'ın yaptığı "Ömrümden Uzun İdeallerim Var" adlı kitabı 100.000'in üstünde sattı ve yılın en çok satan kitaplarından biri oldu. Suna Kıraç, Forbes Türkiye'nin 2017'de hazırladığı “En Zengin 100 Türk” listesinde 2 milyar dolarlık servetiyle 8. sırada yer almaktadır. http://www.milliyet.com.tr/2003/09/13/yazar/tamer.html Seferberlik Türküleri ve Kuvayi Milliye Destanı Yunus Emre (albüm) Karacaoğlan/Pir Sultan Abdal Karacaoğlan/Pir Sultan Abdal, Ruhi Su'nun 1972'de yayınlanan albümü. Pir Sultan Abdal (albüm) Pir Sultan Abdal, 1972 yılında yayınlanan Ruhi Su albümüdür. Albümde 11 deyiş bulunmaktadır: Avrupa Yakası (dizi) Avrupa Yakası, Sinan Çetin'in yapımcılığını ve Gülse Birsel'in senaryosunu üstlendiği bir durum komedisidir. Plato Film stüdyolarında çekilen dizinin ilk bölümü 11 Şubat 2004 tarihinde atv ekranlarında gösterime girdi. Tamamen yerli uyarlama olan programın ilk sezonunda yönetmen koltuğuna Hakan Algül oturdu ve ilk sezonu 23 Haziran 2004 tarihinde 19. bölümü ile sona erdi. Jale Atabey'in yönetmenliğini yaptığı dizinin ikinci sezonu 20. bölümüyle 8 Eylül 2004 tarihinde yayınlanmaya başlandı ve 58. bölümüyle 15 Haziran 2005 tarihinde sezon arası verdi. Engin Günaydın'ın "idare müdürü" rolü ile kadroya dahil olduğu dizi, üçüncü sezona 14 Eylül 2005 tarihinde başladı ve 93. bölümünün yayınlandığı 21 Haziran 2006 tarihinde sona erdi. Peker Açıkalın, Tolga Çevik, Hasibe Eren ve Sarp Apak'ın oyuncu kadrosuna katıldığı dizinin dördüncü sezonu 13 Eylül 2006 tarihinde başladı ve Serdar Ortaç'ın konuk oyuncu olarak katıldığı sezon finaliyle 27 Haziran 2007'de sona erdi. 19 Eylül 2007 tarihinde başlayan beşinci sezon, 4 Haziran 2008 tarihinde sona erdi. 4. sezonda 100. bölümünde dizinin biteceğine dair bilgiler verilmesine rağmen, daha sonra alınan kararla dizi devam etti. Dizinin altıncı sezonu 24 Eylül 2008 tarihinde 163. bölümüyle gösterime girdi. Dizinin senaristi Gülse Birsel, diziyi Haziran 2009 tarihinde bitireceğini duyurdu. 24 Haziran 2009 Çarşamba günü, dizi 190. bölümünü yayınlayarak televizyon hayatına son verdi. "Avrupa Yakası" dizisinde oyuncu kadrosu her sezon değişse de Gülse Birsel, Gazanfer Özcan, Levent Üzümcü, Şenay Gürler, Hale Caneroğlu, Yavuz Seçkin, Veysel Diker ve Yıldırım Öcek ilk altı sezonda yer alan oyunculardır Nişantaşı'nda yaşayan Sütçüoğlu ailesi ve Avrupa Yakası dergisi çalışanları ile onların yakınlarının komik öyküsünü anlatan dizi, yayınlandığı ilk beş sezon sonunda 40 milyon TL'lik ciro yaptı ve dizinin yapımcısı olan Sinan Çetin'e 4 milyon dolar kazandırdı. İlk sezon, 11 Şubat 2004 tarihinde yayınlanmaya başlandı ve 19. bölüm sonunda 23 Haziran 2004 tarihinde sona erdi. Yönetmen koltuğunda Hakan Algül'ün oturduğu dizi, Aslı ve Cem'in aşkı, Volkan'ın müzik sevdası, Fatoş'un erkeklerle olan ilişkisi gibi konular işlendi. Aslı, artık 30'una dayanmıştır ve Aslı'nın annesi İffet onu evlendirmeye çalışmaktadır ama Aslı annesinin adaylarını beğenmemektedir. Aslı'nın en büyük taliplisi ise aile dostlarının çocuğu Tacettin'dir ve kendisini birkaç kız isteme denemelerinden sonra Aslı'nın sözlüsü sanmaktadır. Aslı da yeni genel müdürleri Cem'e aşıktır ve de aşkı karşılıksız değildir. Volkan da şöhret olmanın yollarını aramakta ve bunun için en yakın arkadaşı Sertaç'ın projelerini değerlendirmektedir. Aynı zamanda da Aslı'nın ofisine patron kızı olarak giren Selin'i tavlamaya çalışmaktadır. Volkan'nın maço tavırlarını çok beğenen Yaprak da Volkan'a aşık olmuştur. Yaprak'ın Volkan'a yakınlaşmasını kıskanan Selin de günden güne Volkan'a yakınlaşmaktadır. Sütçüoğlu ailesinin annesi ve babası İffet ile Tahsin de bu iki gelin adayından da hoşnut değildir. Dizinin sezon finaline doğru kendinisin Aslı'nın sözlüsü sanan Tacettin, Cem'e "Ben Aslı'nın sözlüsüyüm." demiş ve şok geçiren Cem de Amerika'ya gidip orada eski sevgilisine evlenme teklif etmiştir. Amerika'dan dönünce de Avrupa Yakası dergisi editörü Fatoş, Cem'e Aslı'nın ondan hoşlandığını söyler. Cem de Amerika'da olanları anlatır. Cem'in nişanlısı Victoria, Amerika'dan Türkiye'ye dönünce Aslı'yla aralarında bir çekişme başlar. Dizinin sezon finalinde ise Sütçüoğlu ailesi tatile giderken Cem, Aslı'yı evin kapısında yakalayıp aşkını ilan eder. İkinci sezon, 20. bölümü ile 8 Eylül 2004 tarihinde gösterime girdi ve 15 Haziran 2005 tarihinde 58. bölümüyle sezon arası verdi. Bu sezonda yönetmen koltuğunda Jale Atabey oturdu. Volkan'ın şöhret olma tutkusu ve Yaprak ile Selin arasında gidip gelen aşk ilişkisi, Aslı ile Cem'in sallantılı flört dönemi gibi konular 2. sezonda işlendi. Volkan, Yaprak ve Selin'den birini seçmeye çalışır fakat kararsız kalır. Diğer yandan Tacettin, Aslı'yı istemeye gelir. Bunu gören Cem ise, Tacettin'in hakaretine dayanamayıp kızı ister. Tahsin bey, tercihini Cem'den yana kullanır. Volkan ise, sonunda Selin'le evlenmeye karar verir. Fakat, sezon finalinde gelişen aksilikler sonucunda Volkan, Selin'le evlenmekten vazgeçer. Bu arada, Volkan'ın eski sevgilisi Yaprak ve Selin'in eski sevgilisi Kubilay arasında bir aşk başlarken, Volkan ise II. sezonda şöhret basamaklarını hızla çıkmaya başlamıştır. Üçüncü sezon 14 Eylül 2005'te yayınlanmaya başladı ve 21 Haziran 2006 tarihinde sona erdi. 36 bölümden oluşan 3. sezonda Aslı ile Cem finale doğru evlendi, Volkan asker kaçağı olduğu için tutuklandı ve Trabzon'a askerliğini yapmaya gitti ve Tokat'tan dergiye gelen idare müdürü Burhan, Sütçüoğlu dairesinin alt katına yerleşti. Dördüncü sezon 13 Eylül 2006 tarihinde yayınlandı ve 27 Haziran 2007 tarihinde ise sezon arası verdi. Bu sezonda Gaziantep'ten gelen Makbule ve Sacit, Sütçüoğlu rezidansının yanındaki daireye yerleşti, Fatoş ile dergi ofisinde çaycılık yapan Tanrıverdi arasında aşk başladı, Yaprak ile Kubilay evlendi. Dördüncü sezonda toplam 37 bölüm çekildi ve 130. bölümde ara verildi. Beşinci sezon 19 Eylül 2007 tarihinde yayınlandı ve 4 Haziran 2008 tarihinde 162. bölümüyle sona erdi. 5. sezonda toplam 32 bölüm çekildi ve Makbule ile Burhan, Aslı ile Osman, Sacit ile Şahika arasındaki ilişki işlendi. Amerika'dan Türkiye'ye dönen Sacit, Avrupa Yakası dergisinin %50 hissenin alan "Koçarslanlı" ailesinin kızı Şahika ile tanışır. İlk zamanlarda Şahika'dan hoşlanmaz fakat zamanla bu durum değişir ve Şahika ile Zeynep arasında kalır. Aslı ise Şahika'nın kuzeni olan Osman ile tanışmış ve flört etmeye başlamıştır. İffet hanım bu durumdan memnunken Tahsin bey, Aslı ile Osman arasındaki ilişkiyi onaylamaz. Makbule ise Burhan'ın kendisinden soğumasıyle İzzet ile kaçar fakat evlilikleri boşanma ile sona erer. Dizinin altıncı sezonu 24 Eylül 2008 tarihinde atv ekranlarında yayınlandı. Binnur Kaya'nın iki karakter birden (Dilber Hala ve Şahika) canlandırdığı sezonda İfo, Bursa'ya gitmiştir. Adana'dan İstanbul'a gelip Sütçüoğlu apartmanına taşınan Dilber Hala, Tahsin beye yakınlaşmaya başlar.Taki bu Tahsin Amca rolünde olan Gazanfer Özcan'ın vefatına kadar sürer.Bu yüzden diziye Ma
kbule'nin anne ve babası rolünde olan Müşfik Kenter ve Gönül Ülkü kadroya katılır.Ve Ata Demirer de Binnur Kaya gibi iki karakter birden oynamaya başlar.Diğer karakteri Azimdir. 6. sezonda Volkan'ın askerden dönmesi, Şahika ve Volkan aşkı, Burhan'ın Makbule'den kaçması, Osman ile Aslı'nın birlikteliği gibi konular işlenmektedir. Dizi 190. bölümde ekranlara veda etti. Dizide otuzdan fazla oyuncu ana kadroda yer aldı. Bunlardan bazıları iki karakter birden (Vural Çelik, Binnur Kaya ve Ata Demirer) canlandırdılar. Bazı oyuncular tüm sezon boyunca dizide yer alırken, bazıları ise sezon finali sonrası dizideki oyuncu kadrosundan ayrıldı. Programda, senaryo gereği sürekli konuk oyuncu olarak katılan oyuncuların (örneğin Didem Erol) yanı sıra tek bölümlük ünlü konuk oyuncular da yer aldı. "Avrupa Yakası"'nın ana kadrosu "Sütçüoğlu ailesi" üzerinden şekillenmektedir. Dizinin senaryosunu yazan Gülse Birsel’in canlandırdığı "Aslı" karakterinin babasını Gazanfer Özcan, annesini Hümeyra, kardeşi Volkan’ı ise Ata Demirer canlandırdı. Ata Demirer, 3. sezon başında diziden ayrılma isteğini senarist Gülse Birsel ve yapımcı Sinan Çetin'e bildirdi ve sezon sonunda ise diziden ayrıldı. Fakat oyuncu, diziye 6. sezonda tekrar geri döndü. Ana oyunculardan biri olan Hümeyra, dizinin 5. sezon finalindan sonra oyuncu kadrosundan ayrıldı. Sütçüoğlu rezidansında var olan diğer karakterleri diziye 4. sezonda dahil olan Hasibe Eren ve Tolga Çevik canlandırdı. Tolga Çevik, dizinin 4. ve 5. sezonlarında dizide yer alırken, 5. sezondan sonra Komedi Dükkanı adlı TRT 1 ekranlarında yayınlanan komedi programına ağırlık vermek mazeretiyle diziden ayrıldı. Gazanfer Özcan'ın 17 Şubat 2009 tarihinde vefat etmesinden sonra diziye Hasibe Eren'in canlandırdığı Makbule'nin anne ve babası rolleriyle Müşfik Kenter ile Özcan'ın eşi Gönül Ülkü katıldı. Dizide yer alan mekânlardan biri olan ve diziye adını veren Avrupa Yakası dergi ofisindeki karakterleri, deneyimli oyuncuların yanı sıra genç oyuncular canlandırdı. Derginin patronunu Yıldırım Öcek; ilk zamanlar genel müdür iken daha sonra derginin fotoğrafçısını ayrıca dergide röportajları yapan Aslı'nın eski kocasını Levent Üzümcü; derginin editörünü Şenay Gürler; derginin modacısını Hale Caneroğlu; derginin çaycısını Sarp Apak; derginin idare müdürünü Engin Günaydın ve derginin ortağının kızını Binnur Kaya oynamaktadır. İlk üç sezonda dergi ofisinde çaycı rolünü oynayan Bülent Polat ve derginin patronunun kızını oynayan Evrim Akın diziden 3. sezon sonunda ayrıldı. Evrim Akın yaptığı açıklamada diziden sıkıldığınden dolayı diziden ayrıldığını belirtti. Sarp Apak, diziye 4. sezonda, Binnur Kaya ise diziye 5. sezonda dahil oldu. Diziden 5. sezon sonunda ayrılanlar arasında Yaprak'ın kocası ve aynı zamanda derginin hissedarı Kubilay'ı ve onun fakir kardeşi Gülenay'ı canlandıran Vural Çelik de yer aldı. "Sütçüoğlu Muhallebicisi"'de daha çok görünen karakterleri Veysel Diker ve Yavuz Seçkin canlandırdı. Timur Acar ve Ömür Arpacı diziye sonraki sezonlarda dahil oldular. 4. sezondan itibaren dizide görülmeye başlanan Sütçüoğlu apartmanındaki kapıcı ailesinindeki karakterleri Peker Açıkalın, Bihter Özdemir, Ececan Gümeci, Celal Belgil ve Şensel Uykal canlandırdı. Peker Açıkalın'ın diziden ayrılmasından sonra diziye Cesur rolü ile Gürgen Öz katıldı. İlerleyen bölümlerde Gürgen Öz, dizide istediği performansı alamadığı gerekçesi ile dizinin yılbaşı için çekilen bölümünden sonra diziden ayrıldı. Dizide ilk zamanlar konuk oyuncu olarak katılan Hakan Yılmaz, ilerleyen bölümlerde dizinin kadrosunda yer aldı. Rutkay Aziz ve Suna Keskin, programda Cem'in anne ve babasını canlandırdılar. Rutkay Aziz, 5. sezon sonrası Gurbet Kuşları adlı TV yapımında yer alacağı için diziden ayrılmasına rağmen 6. sezonda dizinin jeneriğindeki oyuncu kadrosunda Rutkay Aziz'in adı yer almaya devam etti ve ilerleyen bölümlerde diziye geri döndü. "Avrupa Yakası" dizisinde birçok oyuncu ve ünlü kişi çeşitli rollerde diziye konuk oyuncu olarak katıldılar. Bazı oyuncular, dizideki kurgusal karakterlerle var olan çeşitli ilişkiye göre katılırken (örneğin Nurhan Damcıoğlu, "Azamet Yenge" olarak yer aldı), ünlü kişiler ise genelde kendilerini oynadılar (örneğin Sezen Aksu, Teoman vs.) ve dizinin özel bölümlerinde yer aldılar. Diziye sürekli katılan konuk oyuncular (örneğin Didem Erol) da oldu. Dizinin senaryosu Gülse Birsel tarafından yazıldı. Daha önce aynı kanalda "g.a.g." adlı TV reklamlarını yorumlayan mizahi bir programı sunan ve programın metinlerini hazırlayan Birsel, diziye konu olacak hikâyeyi bulduktan sonra saatte dört-beş sayfa yazdığı senaryoyu ortalama dört günde bitirmektedir. Birsel, karakterleri yazarken kendisinde var olan ruh halini, "yazarken, bazen sanki kulağıma kendi repliklerini, kendi şakalarını fısıldadılar, kendi hikâyelerini yarattılar." sözleriyle dile getirdi. Yönetmen koltuğunda ilk sezonda Hakan Algül yer alırken, ikinci sezondan sonra Jale Atabey diziyi yönetti. Dizinin yapım şirketi, Sinan Çetin tarafından 1986 yılında kurulan Plato Film'dir. "Avrupa Yakası", 2004 yılından 2009 yılına kadar Plato Film'in Taksim'deki Plato stüdyolarında çekildi. Hikâye, Nişantaşı'nda geçtiğinden, hikâyeye bağlı olarak dizi içinde çeşitli kurgusal mekânlar oluşturuldu. Bu mekânların bazıları (örneğin "Sütçüoğlu apartmanı, Sütçüoğlu muhallebicisi, Avrupa Yakası dergi ofisi") tüm sezon boyunca sabit kalırken, diğer kurgusal mekânlar ("Soho, Asparagus," "Havyar Restaurant") ise değişti. Programın müzikleri Cenk Durmazel ve Cenk Sarkuş tarafından yapıldı. Jenerikte yer alan şarkı ise Hale Caneroğlu tarafından seslendirildi. Caneroğlu ayrıca dizide çeşitli sahnelerde şarkılar da söyledi. Ata Demirer (Fındık - Fıstık) ve Sarp Apak (Aşkınla Yandım) da dizide şarkı söylediler. Saklambaç adlı bir araştırma şirketinin 2008 yılında yaptığı araştırmalar sonucu Avrupa Yakası dizisinin maliyeti bölüm başı 400 bin TL olduğu belirlendi. Dizi, Kurtlar Vadisi'den sonra en yüksek bütçeli ikinci televizyon yapımı oldu. Avrupa Yakası, ilk beş sezon sonunda 40 milyon YTL'lik ciro yaptı. Yapımcısı olan Sinan Çetin, diziden 4 milyon dolar kazandı. 2008 yılında meydana gelen ekonomik krizden etkilenen program, Ocak (2009) ayı boyunca iki haftada bir yayınlandı. Dizi, yayınlandığı ilk 169 bölüm boyunca 90 dakikalı bir süreye sahip iken 2008 yılında meydana gelen ve dünya genelini etkileyen ekonomik kriz, Türk medyasını da etkiledi. TRT 1 ekranlarında gösterilen Doludizgin Yıllar dizisinden sonra Avrupa Yakası dizisinde de gösterim süresi kısaldı. Senarist Gülse Birsel daha önce verdiği röportajlarda dizinin süresinin kısalmasını istediğini belirtmişti. atv yönetimi ile görüşen `Plato Film` yetkilileri, Avrupa Yakası`nın ayda üç kez 73 dakika bir kez de 85 dakika yayınlanması konusunda anlaştı. Peker Açıkalın'ın canlandırdığı kapıcı ailesinin oğlu "Gaffur" karakterinin üzerine sürekli giydiği çizgili pazen pijama yeniden moda oldu. Sümerbank'ın yıllar önce ürettiği fakat son dönemlerde pek giyilmeyen pijama, program ile birlikte tekrar popüler oldu ve vitrinlerdeki mankenlere giydirilen pijamalara "‘Gaffur pijaması geldi’" yazılı levhalar asıldı. Basında çıkan haberlerde bazı yerlerde (örneğin Batman) pijamaların yok sattığı ve karaborsaya düştüğü yazıldı. Gaffur'un diziden ayrılmasıyla satışlar durdu. Ayrıca karakterin etkisiyle Şırnak'ta çubuklu pijamayla maç yapan "`Gaffur Nasılım Spor`" ve Beyoğlu`nda "Gaffur" isimli rock grubu kuruldu. Şırnak`ın İdil ilçesinde bir grup genç, `Gaffur `Nasılım` Spor`u kurarak İdil Kaymakamlığı tarafından düzenlenen halı saha futbol turnuvasına katıldı. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Kurumu'nun üç ayda bir yayınladığı dergide "Aile Kurumuna Yönelik Güncel Riskler" başlıklı yazısında Türk aile yapısını olumsuz etkileyen kişilerden biri de Hasibe Eren'in canlandırdığı "Makbule Kral" karakteri olduğu belirtildi. Makbule'nin İzzet'ten boşanıp, dayısının evini eski flörtü Burhan`la paylaşması buna neden olarak gösterildi. Makbule ve diğer dizi karakterlerinin, izleyici bağlamında arzu edilmeyen davranış modelleri yaratarak toplumsal yaşamı riske sokmakta olduğu belirtildi. Bu makaleyi ele alan Dr. Ünal Şentürk, daha sonra yaptığı açıklamalarda Aslı ve Cem'in boşanma nedeni bilinmediği ve aynı evde yaşamalarını da toplumsal bir risk olarak gösterdi. Dizinin senaristi Gülse Birsel bu konuda yazdığı yazıda şunları belirtti: Türkiye'de 3 Temmuz 2005'ten beridir uygulanan "Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezlerinin Kurulmasına İlişkin Kanun"'un önemi açıklanırken Engin Günaydın'dın canlandırdığı "Burhan" karakteri, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin tarafından örnek gösterildi. Memur-Sen konfederasyonuna bağlı Diyanet-Sen Genel Teşkilatlanma Sekreteri, Avrupa Yakası ve diğer dizilerde kullanılan isimlere tepki gösterildi. "Burhan, Taceddin, Gaffur" isimlerinin kökeninin dine dayandığını ve bu isimlerin verildiği karakterlerin ise kötü, saf ve aptal olmasından dolayı milletin milli ve manevi duygularında onarılması güç tahribatlara yol açtığını iddia etti. "Avrupa Yakası" dizisinde var olan karakterleri canlandıran oyuncuların, dizide gösterdikleri performans sonucu çoğu reklam ve sinema filmlerinde yer aldı. Dizi başladıktan sonra kadrodan 8 oyuncu, reklam filmlerinde oynamaya başladı. Levent Üzümcü (Garanti Bankası), Gülse Birsel (Turkcell, TTNET), Ata Demirer (Vestel), Evrim Akın (Bellona), Hümeyra (Taç perde), Bülent Polat (Blue House), Yavuz Seçkin (Aras Cargo), Veysel Diker (Kompen) reklamlarda yer aldılar. Sonraki dönemlerde Şenay Gürler ve Gazanfer Özcan da reklamlarda rol aldılar. Diziye 3. sezonda katılan ve canlandırdığı karakter ile popülaritesi artan Engin Günaydın, Garanti Bankası reklamlarında yer alırken, Gülse Birsel, Whirlpool; Sarp Apak, Turkcell; Hasibe Eren ise Şekure adlı kurgusal bir karakteri canlandırdığı Akpet, Binnur Kaya ise 6. sezonda canlandırdığı Dilber Hala karakteriyle D-Smart reklamlarında yer aldılar. Sarp Apak, Bülent Polat gibi dizide popüler olan oyuncular çeşitli sinema filml
erinde rol alırken, 2003’te "Gayet Ciddiyim", 2004'te "Hâlâ Ciddiyim" ve 2005'te "Yolculuk Nereye Hemşerim" adındaki kitaplarını piyasaya sunan dizinin senaristi ve oyuncusu Gülse Birsel, RTÜK'ün yirmi dakikada bir reklam kuşağına girilecek kuralının sonucu dizinin süresinin 90 dakikası olması sebebiyle haftanın yedi günü dolu olmasıyla kitap yazamadığını belirtti. Dizi, DVD olarak sadece 19 bölümden oluşan ilk sezonu yayınladı. 7 Mart 2005 tarihinde piyasaya çıkan DVD'de bölümler dışında ayrıca kamera arkası görüntüler ve oyuncularla yapılan röportajlar da yer aldı. VCDler de ise iki bölüm mevcut. Plato Film, Palermo ve atv'nin ortaklığıyla çıkarılan 'Avrupa Yakası'nın DVD ve VCD'lerinin korsan satışının önlenmesi için de özel bir afiş hazırlandı. Dizinin diğer sezonları ise DVD olarak piyasaya sunulmadı. "Avrupa Yakası" dizisi çeşitli sansürlere maruz kaldı. Özellikle RTÜK'ün uyguladığı bipleme ve buzlama tekniği önplana çıktı. Örneğin 6. sezonda Ata Demirer'in canlandırdığı Volkan karakterinin üzerine giydiği t-shirtte "Hotmail" sitesine itafta bulunarak yazılan "Hotmale" yazısı, atv tarafından buzlama tekniği ile dizinin tekrar bölümlerinde sansürlendi. "Hotmale" kelimesi geylere yönelik içeriğiyle tanınan popüler bir İnternet sitesinin ismi olması ve Türkçe karşılığı "azgın" ya da "seksi" olması buna neden oldu. Ata Demirer yaptığı açıklamada kelimenin gay porno sitesi olduğunu bilmediğini belirtti. RTÜK'ün buzlama tekniği, dizinin 166. bölümünde Tahsin Bey'in elinde tuttuğu "Sabah" gazetesinin bir bölümünün buzlanması ile tekrar yer aldı. Buzlanan kısım ise gazetede yer alan bir reklamdı. 169. bölümde ise dizi yayınlanmadan önce RTÜK`ün Türkçenin kötü kullanıldığı gerekçesiyle daha önceki bir bölüm için verdiği uyarı yazısı yayınlandı. Daha sonra bölüm, yayınlandığı süre boyunca yaklaşık olarak 80 kez biplendi. Verilen bilgilere göre `manyak`, `aptal`, `gerizekalı`, `çüş`, `salak` gibi kelimelerin biplendiği ortaya çıktı. Avrupa Yakası dizi, 6 sezon boyunca ana kadrosundan birçok oyuncu kaybetti ve dizinin kadrosuna çeşitli dönemlerde farklı oyuncular katıldı. Diziye, 2. sezonda katılan Vural Çelik dizinin kadrosuna giren ilk oyuncu oldu. 3. sezonda Engin Günaydın ve Levent Üzümcü, aynı sezonun ilerleyen bölümlerinde Rutkay Aziz, Suna Keskin de kadroya dahil olurken, sezon sonunda Ata Demirer, Evrim Akın ve Bülent Polat diziden ayrıldı. Dizinin sonraki sezonlarında Peker Açıkalın , Tolga Çevik, Hasibe Eren, Sarp Apak, Binnur Kaya, Timur Acar, Ömür Arpacı, Hakan Yılmaz, Gürgen Öz gibi oyuncular dizinin ana kadrosunda yer alırken; dizinin farklı sezonlarında Hümeyra, Vural Çelik gibi oyuncular diziden ayrıldılar. Gazanfer Özcan'ın vefatıyla diziye Müşfik Kenter ve Gönül Ülkü diziye en son dahil olan oyuncular oldu. Şiirler - Türküler Şiirler - Türküler, Ruhi Su albümü. Köroğlu (albüm) El Kapıları El Kapıları, Ruhi Su'nun Sümeyra Çakır ile birlikte 1977 yılında çıkardığı müzik albümüdür. Sabahın Sahibi Var Sabahın Sahibi Var, Ruhi Su'nun Sümeyra Çakır ile birlikte 1977 yılında çıkardığı müzik albümüdür. Semahlar Semahlar, Ruhi Su'nun 1993'te çıkardığı stüdyo albümüdür. Çocuklar, Göçler, Balıklar Albumdeki bebek türküsünde annesinin kaynatasından hicap ettiği (utandığı) için sevgi gösteremediği bir bebeğin kara bir devenin sırtındaki salınımlarından oyalanmasından ve devenin çanından neşelenmesinden medet umulmaktadır. Acıklı ve eski bir doğu töresini göstermesi açısından ilginç bir eserdir. Pir Sultan'dan Levni'ye Ruhi Su'ya ait bir müzik albümü. Ekin İdim Oldum Harman Ekin İdim Oldum Harman, Ruhi Su albümü. Kadıköy Tiyatrosu Konseri Kadıköy Tiyatrosu Konseri, Ruhi Su albümü. Dadaloğlu ve Çevresi Dadaloğlu ve Çevresi, Ruhi Su albümü. Huma Kuşu ve Taşlamalar Huma Kuşu ve Taşlamalar, Ruhi Su albümü. Sultan Suyu "Pir Sultan Abdal'dan Deyişler" Sultan Suyu "Pir Sultan Abdal'dan Deyişler" bir Ruhi Su albümü. İlk olarak 1970-72 döneminde kaydı yapılan eserler, Temmuz 1990'da Sıdıka Su'nun düzenlemesiyle, albüm olarak piyasaya çıktı. Dostlar Tiyatrosu Konseri Dostlar Tiyatrosu Konseri, Ruhi Su albümü. Ankara'nın Taşına Bak Ankara'nın Taşına Bak, Ruhi Su albümü. Uyur İken Uyardılar Uyur İken Uyardılar, Ruhi Su'nun 1993 yılında yayınlanan albümü. Barabar Barabar, Ruhi Su'nun 1994'te yayınlanan albümüdür. Alaaddin Yüksel Alâaddin Yüksel Emniyet Genel Müdürlüğü ile Trabzon, Balıkesir, İzmir, Antalya ve Ankara valilikleri yapmış bir mülki amirdir. Rumeli Yönetici ve İş Adamları Derneği (RUYİAD)'nin Onur Kurulu üyesidir. 1950 yılında doğan Alâaddin Yüksel İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, Kırklareli İl Maiyet Memurluğundan başlayarak sırası ile Lüleburgaz Kaymakam Refikliği; Saray, Lalapaşa, Enez ve Meriç Kaymakam Vekilliklerinde ve Aşkale, Çameli, Saimbeyli, Gerede, Şarköy, Körfez Kaymakamlıkları ile İstanbul Vali Yardımcılığı görevinde bulunmuştur. 1993–1996 yıllarında Trabzon Valiliği 1996-1997 yıllarında Emniyet Genel Müdürlüğü, 1997–2000 yıllarında Balıkesir Valiliği yapmış, 9 Ağustos 2000 tarihinde İzmir Valiliği görevine atanmış, bu görevinden de 18 Şubat 2003 tarihinde Antalya Valiliği görevine atanmıştır. 13 Mayıs 2010 tarihli kararname ile Ankara Valisi olmuştur. Ayrıca Okan Üniversitesi Danışma Kurulu üyesidir. Toplumun her kesiminde "Toplam Kalite" anlayışını yaygınlaştırması ve İzmir köylerinde hayat kalitesinin yükseltilmesine ilişkin yapmış olduğu çalışmalar ile İzmir iline büyük hizmetler vermiş olan Alâaddin Yüksel bu çalışmalardan dolayı da “2002 Yılı Yaşamda Kalite Ödülü” ile ödüllendirilmiştir. Şimdi ise Antalya'da görev süresi sona ermiş ve kendisi Ankara'ya atanmıştır. 15 Eylül 2014 tarih ve 6780 nolu müşterek kararname ile emekliye ayrılmıştır. Şahab Şahab bir isim olmakla beraber, gökyüzünde parlayan yıldız ya da göktaşı anlamına geliyor. Şahab, bir İslam dini terimi. Şahab, İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da, yeryüzünü dinlemek için göğe yaklaşan cinlere Allah tarafından gönderilen yakıcı bir ışık olarak tanımlanır. Cinler önceleri, yeryüzünden haber almak için göğün bazı mevkilerine yerleşir ve dinlerdi. Ancak bu sonradan men edilir. Cinler, yeryüzüne yaklaştıklarında kendilerini yakıcı bir ışık karşılamaktadır. Bu konuyla ilgili ayetler Cin suresi 8-9'dur. Ayetler şöyledir: ""8. 'Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk.' 9. 'Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.' "" Aliye (dizi) Aliye, başrollerini Sanem Çelik (Aliye), Nejat İşler (Deniz), ve Halit Ergenç’in (Sinan) paylaştığı ve yönetmenliğini ise Kudret Sabancı'nın üstlendiği, iki çocuğu arasında kalan genç güzel bir kadının dramını ve hayatla mücadelesini anlatan televizyon dizisi. Aliye, evli ve iki çocuklu zengin bir ailenin gelinidir. Büyük bir evde kaynanası ve görümcesi ile birlikte yaşamaktadır. Evliliğinde aradığı mutluluğu bulamayan Aliye, kocası Sinan’ın genç bir kızla kendisini aldattığını tesadüf eseri öğrenir. İki çocuğunu da alarak evden ayrılan Aliye, İstanbul’da yaşayan, diş hekimliği yapan dayısı Feyyaz’ın yanına kaçmaya çalışır. Tren garında kendisini bulan Sinan’ın çocuklarından birisini almasına engel olamaz. İstanbul’da kendisine yeni bir hayat arayışına giren Aliye, aynı zamanda Sinan’ın aldığı diğer çocuğunu kurtarma telaşındadır. John Dolmayan John Dolmayan (d. 15 Temmuz 1973, Lübnan), Ermeni asıllı Amerikalı söz yazarı ve System of a Down grubunun bateristi. John Dolmayan Beyrut'ta doğdu. Lübnan İç Savaşı sırasında ailesi göç etmeye karar verdi. Bir süre Toronto’da yaşadıktan sonra, Kaliforniya'ya taşındılar. Dolmayan, küçük yaşta davul ile ilgilenmeye başladı. Günde ortalama olarak 4-6 saat pratik yaparak davul çalmayı öğrendi. Yıllarca davul çaldı ve çok farklı stiller öğrenerek kendi tarzını geliştirdi. Şu anda Scars on Broadway grubunda Daron Malakian ile beraber çalışmalarına devam etmektedir. Scars on Broadway'in ara vermesinden sonra kendi grubunu kurmuştur ve stüdyoya kapanmıştır. Ayrıca John Dolmayan TorpidoComics adında çizgi dizi kitapları sunmaktadır. Geçen sene açık arttırmada süpermen çizgi dizi kitabı 317 milyara satılmıştır. John Dolmayan konserlerdeki hareketleri, günlük hayatında yaşadıkları ile soğukkanlı kişiligi ile tanınır hale gelmiştir. Onun için 'ice of soad' denir. Daron Malakian'ın 2008 Scars yaz turnesinden sonra gruba ara vermesine karşılık John ve gruptaki diğer üyeler Franky Perez, Danny Shoumoun ve Dominic Cifarelli 2009 yazında tekrar bir araya gelerek Irak ve Kuveyt'deki A.B.D askerlerine moral olsun diye A.B.D donanmalarının olduğu yerlerde konserler vermişlerdir. Ayrıca söz ve müziğini kendisi yazdığı ve henüz albüm çıkartmadığı 'İndicator' adında grubu vardır. Grup Scars On Broadway'ın ikinci kez ara vermesiyle beraber John yanına çok ün yapmamış arkadaşlarını alıp California ve Las Vegas'ta çok popüler olan barlarda sahne almıştır. 2006 yılında Amerika'da yayınlanan DRUMMER adlı dergi tarafından yılın Hard Rock bateristi seçilmiştir. CRM Hüseyin Öğütçen Hüseyin Öğütçen (18 Nisan 1923; Sarıcaali, İpsala, Edirne - 23 Ağustos 2012), Türk bürokrat. 1947 yılında devlet hizmetine giren Hüseyin Öğütçen'in ilk memuriyeti İçişleri Bakanlığında stajyer memurluğu ile başlar, bir süre Ankara Vilayet Maiyet memurluğu yaptıktan sonra 20 Kasım 1951'de Meriç Kaymakamı olarak atanır. Askerlik görevinden sonra da sırasıyla Bigadiç, 1954-1960 yılları arasında Burhaniye Kaymakamlığı, 1960-1964 yılları arasında Gönen Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı, 1964-1967 yılları arasında Pasinler kaymakamlığı yapmıştır. 26 Mayıs 1967 tarihinde Hakkari'de valilik görevine başlayan Öğütçen'in karşılaştığı ilk problem öğretim olmuştur. İl'de öğretmen ihtiyacının tümünü karşılamış, okulların yanına öğretmen lojmanları inşa ettirmiş, Türk
çe öğrenme kursları açtırmış, her köye en az iki öğretmen vererek, eğitimi normal düzeye ulaştırmıştır. Hakkari Valiliği döneminde 6 ilçeye ortaokul, her ilçeye sekizer daireli öğretmen lojmanı, ilçelere hükümet konakları inşa ettiren Öğütçen, Beytüşşebap'a yatılı bir bölge okulu kazandırmıştır. Antalya'daki valiliği sırasında 16 katlı Özel İdare Çarşı ve İşhanı inşaatını organize edip temelini atan Öğütçen, 618 rakımlı Tümektepe'de 50 bin m² lik bir araziye döner gazino, gece kulübü ve teras gazinolar yapımını başlatmış, 2 milyon m² lik bir alana yayılmakta olan Saklıkent Yayla ve Kış Sporları Merkezi'ni Antalya'ya kazandırmıştır. Aynı zaman da 1982 yılında eğitim-öğretim hayatına başlayan, Akdeniz Üniversitesi'nin kurulmasında büyük bir pay sahibi olan Öğütçen; Antalya'nın ileri gelen insanlarıyla çalışma yaparak Antalya Üniversite Destekleme Vakfı(Akdeniz Üniversitesi Kurulmasına Yardım ve Destekleme Vakfı)'nın kurulmasını sağlamıştır. 8 Ocak 1981 tarihinde İzmir Valiliği'ne getirilen Hüseyin Öğütçen, İzmir Körfezi'ni kurtarma projesini gündeme getiren ilk validir. Bu önemli konuyu titizlikle takip etmiş, Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in desteğini sağlamış, konuyu Bakanlar Kurulu'nda izah etmiş ve sonunda projenin tahakkuku için 13 milyar lira tutarındaki ilk ihalenin yapılmasını başarmıştır. Günümüzde İzmirlilerin iftihar ettikleri Balçova Özel İdare Tesisleri Öğütçen'in eseridir. Burada açılan 9 işletme kuyusundan elde edilen Jeotermal Enerji ile hem tesisler, hem de 9 Eylül Üniversitesi Hastanesi ve çevresi ısıtılmaktadır. Hüseyin Öğütçen, 1983 yılında Üçkuyulardan Ordu Merkezine kadar uzanan yedi kilometrelik yol için güzergahı kamulaştırmış ve bu yolun açılmasını temin etmiştir. Hüseyin Öğütçen, 10 Şubat 1984 tarihinde İzmir'den Kocaeli Valiliğine tayin edilmiş ve 1985 yılı Eylül'ünde kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. İlerlemiş yaşına rağmen toplu ulaşım araçlarını kullanan Öğütçen 14 Nisan tarihinde 90. yaş gününü kutlamıştı. Türk Eğitim Vakfı'nda bir dönem genel müdür olarak görev yapan ve uzun yıllardır da Onursal Başkan olarak çalışmalara devam eden Öğütçen 23 Ağustos 2012'de hayatını kaybetmiştir. Vartan Malakian Vartan Malakian (1947 - ), Ermeni asıllı Amerikan ressam ve gitarist. 14 Şubat 1947 tarihinde Irak'ta doğdu. Oğlu Daron Malakian, System of a Down adlı müzik grubunun gitaristidir. Grubun Mezmerize ve Hypnotize albümlerinin resim çalışmalarını da kendisi yapmıştır. Modus operandi (anlam ayrımı) Bu başlığın çeşitli anlam ve kullanımları mevcuttur: Başak Başak aşağıdaki anlamlara gelebilir: Vecdi Gönül Mehmet Vecdi Gönül (29 Kasım 1939, Erzincan) Türk bürokrat ve siyasetçi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1960 yılında bitirdi ve aynı yıl Erzincan ili Maiyet memurluğuna tayin edildi. Çeşitli ilçelerde Kaymakam Vekilliği ve Kaymakamlık yaptıktan sonra, 1970 yılında İçişleri Bakanlığı Özlük İşleri Genel Müdürlüğü'nde Şube Müdürü olarak görev yaptı. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde mülki idare amirliği konusunda master yaptı. 1972 yılında Mülkiye Müfettişliği yaptı. 1975 yılı başında Kocaeli Valiliği'ne tayin edildi, 1977 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü, 1978 yılında Merkez Valiliği'nde bulundu. 1979 yılında Ankara Valiliği'ne getirildi. 1981 yılında tekrar Merkez Valiliği'ne tayin edilen Gönül, aynı yıl sonunda Yüksek Öğrenim Kurulu kurucu üyeliğine atanmış, 13 Şubat 1984 tarihinde de İzmir Valisi olarak göreve başladı. İzmir'de dört yıla yakın hizmet verdi. 11 Ocak 1988 tarihinde de İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı'na tayin edildi. YÖK Kurucu üyesidir. Sayıştay Başkanlığı, Avrupa Sayıştaylar Birliği Denetmenliği, ECO Ülkeleri Sayıştaylar Birliği Başkanlığı görevlerini yürüttü. 21. Dönem'de Kocaeli'den TBMM'ye girdi. 22. Dönemde de Kocaeli'den tekrar milletvekili seçildi. 23. dönemde İzmir'den, 24. dönemde ise Antalya'dan milletvekili seçildi. 58. ve 59. Hükümet'te üstlendiği Millî Savunma Bakanlığı görevini 60. Hükümet'te 6 Temmuz 2011 tarihine kadar sürdürdü. İzmir Valiliği sırasında, eğitime ve köy ulaşımına önem veren valilerden biri olarak akıllarda kaldı. Köy yollarının inşası için birkaç konkasör şantiyesi kurdu, Adnan Menderes Havalimanı'nın inşası için büyük çaba gösterdi. Vali Hüseyin Öğütçen'den devraldığı Balçova Tesisleri'nin tamamlanması için verdiği uğraş da İzmir'deki hizmetleri arasında sayılmaktadır. 3 Temmuz 2015 tarihinde Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından TBMM Başkanı seçilen İsmet Yılmaz'dan sonra boşalan Millî Savunma Bakanlığı'na yeniden atandı. Nisan 2016 itibarıyla Türksat Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütmektedir. Montell Jordan Montell Jordan (d. 3 Aralık 1968), ABD'li soul sanatçısı. NBA Live 2001 oyununun müziklerine katkı yapmıştır. Çetin Emeç Çetin Emeç (d. 1935, İstanbul – ö. 7 Mart 1990, İstanbul), Türk gazeteci. Annesi Rabia Emeç, babası ise gazeteci, Demokrat Parti'nin kurucularından milletvekili Selim Ragıp Emeç'tir ve Zeynep, Leyla ve Aydın isimli üç kardeşi vardır. Bilge Emeç ile evlenmiş, Mehveş ve Mehmet isimli iki çocuğu olmuştur. Kızı Mehveş Eveç, Kültür Bakanlığı Devlet Sanatçısıdır. Galatasaray Lisesi'nin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Gazeteciliğe 1952'de babası Selim Ragıp Emeç'in "Son Posta" gazetesinde başladı. 1972'ye kadar Hayat ve Ses dergilerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1972 yılında Hürriyet Grubu'na geçti. Hürgün Yayınları'nın Genel Yönetmenliğini yaptığı sırada, Hürriyet Gazetesi genel yayın müdürlüğü görevini üstlenen Emeç, 1984-1985 yıllarında da genel yayın yönetmeni olarak Milliyet'e geçti. 1986'da genel koordinatör olarak Hürriyet gazetesine döndü. 7 Mart 1990'da işine gitmek üzere İstanbul Suadiye'deki evinden çıktığı sırada şoförü Sinan Ercan'la birlikte öldürüldü. 38 yıllık gazeteci olan Emeç, Hürriyet Gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarıydı. Çetin Emeç, Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü ile Uluslararası Gazetecilik Basın Enstitüleri Federasyonu üyesiydi. Çetin Emeç'in ölümünün ardından, Sadun Tanju, "Çetin Emeç-Bir Basın Şehidinin Anatomisi" adlı bir kitap yazmış ve söz konusu kitap 1992 yılında yayımlanmıştır. Ayrıca, Çetin Emeç'in ölümünün 15. yılında Doğan Kitap, "Çetin Emeç-Genel Yayın Yönetmeni 1935-1990" adlı bir kitap hazırlamış ve yayımlamıştır. Kitapta, Çetin Emeç'in kızı piyanist Mehveş Emeç'in (Birol) babası için yazıp bestelediği ve sanatçı Yavuz Bingöl'ün seslendirdiği "Reverie -Uzak Bir Rüya" adlı şarkının CD'si de yer almıştır. Kabri, Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır. Çetin Emeç'in adı, İstanbul Bayrampaşa'da bir stada, Kadıköy Suadiye'de Antalya Manavgat'ta ve Ankara Çankaya'da bulvarlara, Ümraniye Dudullu, Tekirdağ Çorlu, Aydın Kuşadası ve Tunceli'de çeşitli caddelere, İzmir Büyükşehir Belediyesinde bir salona ve ayrıca sergi binasına verilmiştir. Emeç, son olarak ölümünün 20. yılı olan 20 Mart 2010 tarihinde Zincirlikuyu Mezarlığı'nda kabri başında anılmış, törende Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Enis Berberoğlu, "Her ne saikle (sebeple) öldürülürse öldürülsünler, hangi karanlık amaca hizmet etmek amacıyla bu işi yaparlarsa yapsınlar şunu biliyorum ki Çetin Emeç'in, daha doğrusu gazetecinin işi bitmiyor, gazetecinin arkasında bıraktığı bayrağı biri mutlaka alıyor. Bir yere taşıyor" demiştir. Soulmates Never Die Soulmates Never Die, Placebo'nun 2003 yılında Paris'te vermiş olduğu konserin kayıtlarını içeren DVD'dir. Grup, 'Where is my Mind' adlı şarkıda Frank Black ile düet yapmıştır. Behçet Uz "Behçet hastalığını tanımlayan Prof. Dr. Hulusi Behçet ile karıştırılmamalıdır (1889-1948). Bazı ders kitaplarında yanlış yazılabilir." Ömer Behçet Uz (d. 1 Ocak 1893 - ö. 19 Mayıs 1986), Türk tıp doktoru ve 1931- 1941 yılları arasında İzmir Belediye Başkanlığı ve sonradan iki dönem Sağlık Bakanlığı yapmış devlet ve hizmet adamı. 1 Ocak 1893'de Denizli Buldan'da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Buldan’da yaptı. Liseyi İzmir’de okuduktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi'ne girdi. Balkan Savaşının çıkmasıyla tıp öğrenimini aralıklarla savaş içinde tamamladı. Asistanlığını İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğinde Prof. Dr. Kadri Reşit Paşa’nın yanında yaptı. Bir süre İstanbul Şişli Çocuk Hastanesi'nde ve daha sonra İstanbul Tip Fakültesinde doktorluk yaptıktan sonra serbest çalışmak için İzmir’e geldi. Dr. Behçet Uz, İzmir’de bir yandan doktorluk yaparak bir yandan da halk sağlığını en geniş anlamda gözeterek başlattığı hizmetlerini, sosyal amaçlı diğer girişim ve çalışmalarıyla da perçinledi. Bütün İzmir onu tanıdı sevdi ve saydı. İzmir Memleket Hastanesinde Çocuk hastalıkları Klinik Şefliği, Kolej hekimliği, Fransız Hastanesi, Çocuk Esirgeme Çocuk Polikliniği, Aydın Şimendifer Kumpanyası başhekim muavinliği gibi hizmetleri onun 1930 yılına dek sürdürdüğü hizmetlerden yalnızca birkaçıdır. İzmir’de ilk defa 1922’de on yedi arkadaşı ile birlikte Verem Mücadele Cemiyetini kurmuştur. Uzun yıllar Tıp Cemiyeti, Etıbba Odası başkanlıklarında bulunmuştur. Belediye kanunu ilk uygulama yılı olan 1930’da İzmir Belediye Meclisine üye olan Dr. Uz, Meclisin daha ilk toplantısında daimi encümeni seçildi. İşte bu yıldan sonradır ki İzmir’e olan o unutulmaz katkılarını tıp ve toplum sağlığı alanlarından daha da öteye, kentin imar ve kalkınmasına yöneltti. 1931’de İzmir Belediye Başkanlığı'na seçilerek on yıl belediye başkanlığı yaptı. Onun zamanında İzmir kısa surede ihya oldu. Belediye milyonlarca liralık borçtan kurtuldu. Atatürk heykeli ve Cumhuriyet meydanı, her semtteki Pazar yerleri, çocuk bahçesi, parklar, bulvarlar, Kültürpark ve İzmir Uluslararası Fuarı, Çocuk Hastanesi, Santral Garajı, Fevzi Paşa Bulvarı, Dr. Behçet Uz’un İzmir’in kalkınması yönündeki hizmetlerden bazılarıdır. Dr. Uz’un yerel hizmetlerine 1941’de idari hizmetleri de eklendi. Denizli’den milletvekilli seçilerek tam 19 yıl sürecek olan başarılarla dolu siyasi hayati da başlamış oldu. Ayrılığı İzmirlileri çok üzdü ama o hizmetlerini tüm ülkeye yayma imkanı buldu. 7 Ağustos 1946 - 10 Haziran 1948 tarihleri arasında T
icaret Bakanlığı yaptı. 7 Ağustos 1946 - 10 Haziran 1948 ve 18 Mayıs 1954 - 9 Aralık 1955 tarihleri arasında da iki dönem Sağlık Bakanlığı yaptı. 19 Mayıs 1986 tarihinde vefat etti. Sultamisilin Sultamisilin, ampisilin ve beta-laktamaz inhibitörü sulbaktam'ın metilen grubu aracılığı ile bağlandığı bir çifte esterdir. Moleküler ağırlığı 594.7'dir. Bu kombinasyondaki bakterisit eleman olan ampisilin, benzil penisilin gibi, çoğalma döneminde bulunan duyarlı mikroorganizmalara karşı etkili olur. Ampisilin birçok gram-pozitif ve gram-negatif, aerobik ve anaerobik mikroorganizmaya karşı geniş spektrumlu bakterisit aktivite gösterir. Ampisilin beta-laktamaz enzimi ile parçalandığından dolayı bunu üreten mikroorganizmalara karşı aktivite gösteremez. Gram-pozitif bakteriler : Staphyloccus aureus, Staphyloccus epidermis, Staphyloccus saprophyticus, Streptococcus pneumoniae, "Streptococcus pyogenes", "Streptococcus viridans" Gram negatif bakteriler : "Haemophillus influenzae", "Escherichia coli", "Proteus mirabilis", "Providencia stuartii", "Providencia rettgeri", "Morganella morganii" Anaeroblar : "Clostridiu" spp. "Peptoccus" spp., "Bacteroides" spp. Sultamisilin, oral yoldan alındıktan sonra sindirim kanalında emilimi sırasında hidroliz olur ve 1:1 molar oranında sulbaktam ve ampisilin parçalarına ayrışır. Gıdalardan sonra alınması sultamisin sistematik biyoyaralanımını etkilemez. Organel Organel, hücre içerisinde bulunan kendi içinde özelleşmiş yapılardır. Vücut için organ ne ise hücre için de organel olduğu düşüncesiyle organ sözcüğüne Fransızca küçültme eki olan "-el" eklenerek oluşturulmuştur. Özellikle karmaşık yapıdaki ökaryotik hücrelerde birçok organel çeşidi bulunur. Organeller mikroskobun bulunuşundan sonra gözlemlenmeye ve tanımlanmaya başlanmıştır. Bazı hücrebilimcilerin savlarına göre birçok büyük organelin endosimbiyotik bakterilerden köklendiği öne sürülür. Bu sava göre diğer organellerin de endosimbiyotik kökleri olduğu öne sürülür. Ancak bu sav bilim çevrelerinde genelde kabul görmemiş ve doğrulanmamıştır. Shaquille O'Neal Shaquille Rashaun O'Neal (d. 6 Mart 1972, Newark) Amerikalı profesyonel NBA oyuncusudur. 2.16 m boyundadır. 147 kg ağırlığı ile NBA tarihinin en ağır oyuncuları arasındadır. 19 yıllık NBA kariyeri vardır. Louisiana State Üniversitesi'nde kolej kariyerinden sonra 1992 NBA Seçmeleri'nde Orlando Magic tarafından 1. sırada seçilmiştir. Lige geldiği andan itibaren en iyi pivotlar arasında yer almıştır. İlk sezonunda yılın çaylağı ödülünü kazanmıştır. Birinci yılında 13,9 ribaund ortalaması ile oynamıştır. Bu kariyerinin en iyi ortalamasıdır. İkinci yılında gelişimini sürdüren O'neal; 1994-95 sezonunda finale takımı ile NBA Finallerine yükselme başarısını göstermiştir. Ama bir önceki yılın şampiyonu Hakeem Olajuwon'lu Houston Rockets'a 4-0 ile süpürülerek şampiyonluğu elde edememiştir. Orlando Magic takımında 4 yıl oynadıktan sonra 1996 yazında serbest oyuncu olarak Los Angeles Lakers'la anlaşmıştır. 8 yıl Lakers formasını giyen Shaq, 2000,2001 ve 2002 yılları arasında NBA'e damga vurarak arka arkaya 3 şampiyonluk yaşamıştır. Lakers kariyeri boyunca takımın diğer süper yıldızı Kobe Bryant ile zaman zaman sorunlar yaşamıştır. 2004 yazında Miami Heat takımına takas olmuştur. İlk yılında o sene NBA şampiyonu olacak olan Detroit Pistons'a doğu finalinde elenmiş, ama ertesi sene 2006 NBA şampiyonu olarak dördüncü şampiyonluğunu kazanıyordu. 2007-08 sezonunda takas günü bitmeden Phoenix Suns takımına takas oldu. 1,5 yıl Suns forması giydikten sonra 2009-10 sezonu için Lebron James'li Cleveland Cavaliers'a takas oldu. Cavaliers takımın kendisinin formasını giyeceği beşinci takımdı. 1999-00 sezonunda MVP, 15 kez All-star, 3 kez All-star Mvp, 3 kez finallerin en değerli oyuncusu, 2 kez sayı kralı, 14 kez All-NBA ve 3 kez de en iyi savunma beşlerine seçilmiştir. 1999-00 sezonunda aldığı normal sezonunun en değerli oyuncusu ödülü, All-star maçı MVP'si ve finallerin en değerli oyuncusunu alarak bu alanda bunu başaran üçüncü oyuncu olmuştur. Bunu 1970 yılında Willis Reed, 1996-1998 yılları arasında iki kez Michael Jordan gerçekleştirmişti. Tüm zamanların en çok sayı atan oyuncular listesinde beşinci sıradadır. Sayı yüzdesi listesinde 6., ribaundlarda 14. ve bloklar listesinde yedinci sırada yer almaktadır. O'Neal, sporculuğunun yanında müzisyendir ve sinema kariyeri de vardır. 4 rap albümü olan O'Neal çeşitli filmlerde ve televizyon gösterilerinde görev almıştır. Shaq 02.06.2011 tarihinde basketbolu bıraktığını kendisine özgü bir şekilde amatör bir video çekerek Twitter'da açıklamıştır. Shaquille O'neal, 6 Mart 1972 yılında Newark, New Jersey'de dünyaya geldi. Ailesi, Arapçada "Küçük Savaşçı" anlamına gelen "Shaquille Rashaun" adını verdi. Texas San Antonio'daki Robert G. Cole Lisesinde yıldızı parlamaya başladı. 2 yıl içerisinde okul takımıyla 68 galibiyet 1 yenilgi alarak kendisini kanıtladı. 1989 yılında 791 ribaund alarak eyalet rekoru kırdı. Annesi ve babası ayrıldıktan sonra, annesi tekrar evlendi. Üvey babası asker olduğu için Almanya'ya yerleşmek zorunda kaldı. Kendisini ilk keşfeden kişi, zaman zaman Avrupa'ya gelip birçok basketbol seminerine katılan Louisiana State Üniversitesinin basketbol antrenörü Dale Brown oldu. Almanya macerasından sonra tekrar Amerika'ya dönen Shaq, liseyi bitirdikten sonra LSU'da kolej kariyerine başladı. "Dale Brown" yönetimindeki takımla O'Neal; 2 kez All-Amerikan ve 2 kez de SEC yılın oyuncusu seçildi. 1991 yılında NCAA yılın basketbolcusu olarak Adolph Rupp kupasının sahibi oldu. 3 Aralık 1990 yılında Mississippi State ile oynanan maçta 17 blok yaparak bu alanda hala rekor kendisine aittir. NBA hayali için LSU'dan mezun olmadan NBA seçmelerine katıldı. 2000 yılında tekrar okula dönerek edebiyat fakültesinden mezun olmuştur.Daha sonra LSU kendisini yıldızlar topluluğu müzesine (Hall of Fame) dahil etmiştir. Shaquille O'neal 1992 draftında Orlando Magic'in 1. sıradan seçtiği isim oldu. 81 maçta %56.2 yüzdeyle 23,4 sayı 13,9 ribaund ve 3,5 blok ortalamalarıyla daha ilk yılında yıldız oyuncu olma yolunda önemli adım atmış oldu. Zaten 1993 yılında "yılın çaylağı ödülünün sahibi olmuş oldu.1993 All-Star maçı kadrosuna seçilerek 1985 yılında Michael Jordan'ın çaylak yılında All-Star olmasından sonra ilk defa bir çaylak oyuncu All-star maçında oynadı. Bu kadar kişisel başarılara rağmen Orlando Magic sezonu 41 galibiyet 41 yenilgi ile kapamış aynı durumda olan Indiana Pacers'ın bir önceki sezona bakılarak 20 galibiyet fazlası olduğu için takım playofflara girememişti. İkinci sezonunda O'neal 29,4 sayı ortalaması ile San Antonio Spurs'un süper yıldız pivotu David Robinson'dan sonra sayı krallığında ikinci sırada yer aldı. Sezonu %60 sayı yüzdesi ile oynadı.20 Kasım 1993 yılında New Jersey Nets ile oynanan maçta 24 sayı,28 ribaund ve 15 blok yaparak kariyerinin ilk Triple double'nı yaptı.28 ribaund ve 15 blok aynı zamanda kendisinin kariyer rekorudur. Geçen sezonki gibi 1994 yılında da All-star maçında yer aldı. "Yılın en iyi üçüncü beşine" seçilme başarısını gösterdi. Takıma Penny Hardaway'in gelmesiyle iyi ikili oluşturan Shaq, takımının 50 galibiyet almasını sağladı. Böylece Orlando Magic kulüp tarihinde ilk defa playofllara kalma başarısını gösterdi.İlk turda rakipleri Reggie Miller'lı Indiana Pacers'dı. Magic 3 maç sonunda Pacers'a süpürülmüştü. Shaq bu 3 maçta 20,7 sayı 13,3 ribaund ortalamalarıyla oynadı. Kariyerinin üçüncü sezonunda O'neal, 29,3 sayı ortalaması ile kariyerinin ilk sayı kralı olma unvanına ulaştı. David Robinson'ın ardından en değerli oyuncu ödülünü sıralamasında ikinci sırada yer aldı. Aynı zamanda All-Star maçında üçüncü defa oynama başarısında bulundu. Bu maçta takım arkadaşı Penny Hardaway de yer aldı. Bu ikili beraber oynadıkları dönemde ligin en değerli,en etkili ikilisi olmayı başardılar.Sezonu 57 galibiyet 25 yenilgi ile Doğu Konferansı'nı birinci sırada tamamlayan Magic bu alanda da kulüp tarihinin ilklerini yaşadı. İlk turda Boston Celtics'i 3-1 ile geçerken çeyrek finalde Chicago Bulls'u 4-2 ile eleyerek, Doğu finaline yükselme başarısını gösterdi. Rakip bir önceki playofflarda ilk turda süpürüldükleri Indiana Pacers'dı. Çok çekişmeli geçen seriyi zorda olsa 4-3 kazanarak NBA finaline çıkan Magic, bu alanda da kulüp tarihinde ilkleri yaşıyordu. Karşılarında NBA'in en iyi savunma takımı ve aynı zamanda geçen sezonun NBA şampiyonu Houston Rockets vardı.Hakeem Olajuwon ve Clyde Drexler gibi iki önemli süper yıldızı barındıran "Rockets" genç Orlando Magic'e şans tanımadı 4-0 ile süpürerek ikinci NBA şampiyonluğuna ulaşıyordu. O'neal, final serisinde yüzde 59.5 isabet oranıyla 28 sayı, 12,5 ribaund ve 6,3 asist ortalaması ile oynadı. 1995-96 sezonunda sakatlığı sebebiyle 28 maç kaçıran O'neal, 26.6 sayı ve 11 ribaund ortalamalarıyla sezonu tamamladı. Yılın en iyi üçüncü beşine seçildi ve dördüncü kez All-Star maçında oynadı. Orlando açısında Shaquille O'neal'ın takımda olması hep ilklerin yaşanmasını sağladı. Sezonu 60 galibiyet alarak tamamlayan Magic bunu ilk defa gerçekleştirdi. İlk turda ve çeyrek finalde Detroit Pistons ve Atlanta Hawks'ı kolay geçen Orlando, Sezonu 72 galibiyet alarak bu alanda hala rekorun kendisine ait olan Michael Jordan'lı Chicago Bulls'la doğu finalinde karşılaştı. Bulls 4-0'la Magic'i süpürürek finale çıktı ve NBA şampiyonu oldu. 1996 yazında serbest kalan O'neal, basketbol dışında rap müziği ve filmlerde rol aldı. 1995 yazında Olimpiyat kadrosuna seçilerek, 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda oynadı ve altın madalya aldı. Serbest oyuncu kaldıktan sonra Los Angeles Lakers ile 7 yıllığına 121 milyon dolar karşılığında anlaştı. Lakers 1996-97 sezonunu 56 galibiyet 26 yenilgi ile kapadı. Shaq Lakers ile ilk yılında 30 maç kaçırdı. 26,2 sayı, 12,5 ribaund ve 2,9 blok ortalamalarıyla oynadı. Lakers playofflara kalabildi ama yarı finalde Utah Jazz'a 4-1 ile elenmekten kurtulamadı. O'neal ertesi sezon; %58,4 atış yüzdesiyle 28,3 sayı 11,4 ribaund ortalamalarını yakaladı. Lakers 61 galibiye
t alarak Pasifik Grubu'nu birinci sırada tamamlamıştı. İlk turu ve yarı finalde Portland Trail Blazers ve Seattle SuperSonics'i rahatça geçen O'neal'lı Lakers geçen sene çeyrek finalde elendikleri Batı Konferansı birincisi Karl Malone'lı John Stockton'lı Utah Jazz ile batı finalinde karşı karşıya geldiler. Geçen seneki tablo bu senede yaşandı. Bu sefer Jazz rakibini 4-0 ile süpürdü. 1998-99 sezonunda O'neal ve genç süper yıldız Kobe Bryant'dan beklentiler yüksekti. Ama takımda bazı değişikliklerin yaşanmasının vakti de gelmişti. Önce takımın eski oyuncularından yıldız oyun kurucu Nick Van Exel Denver Nuggets'a takas oldu. Takımın yıldızlarından şutör gard Eddie Jones ve yedek pivot Elden Campbell ligin süper yıldızlarından şutör gard Glen Rice karşılığında Charlotte Hornets takımına takas oldular. Baş Antrenör Del Hariss kovuldu. Eski Lakers oyuncusu Kurt Rambis sezonun geri kalanını antrenör olarak tamamladı.1998-99 sezonu lokavt nedeniyle 50 maç üzerinden yapıldı. Lakers sezonu 31 galibiyet 19 mağlubiyet ile Pasifik grubunu ikinci sırada tamamladı. Playoff ilk turunda Houston Rockets'ı 3-1 le geçen La Lakers yarı finalde genç süper yıldız Tim Duncan'lı San Antonio Spurs'e 4-0 ile süpürülerek playofflardan elendi. 1999-00 sezonu öncesi takım Phil Jackson'la anlaştı. Böyle büyük bir antrenörün gelmesiyle takım gerçek gücüne kavuştu. Jackson Chicago Bulls'da uyguladığı "üçgen hücumu" (triangle offense) Lakers'da da uyguladı. Böylece Phil Jackson önderliğinde bu iki süper yıldız (2000,2001,2002) yıllarında 3 kez arka arkaya şampiyonluk yaşadılar. O'neal, bu 3 şampiyonlukta 3 kez NBA finallerinin en değerli oyuncusu seçildi. 2000 yılında normal sezonun en değerli oyuncusu ve sayı kralı da olmuştu. Kendisiyle ilgili ilginç detaylardan birisi de, 2001 yazında Louisiana State Üniversitesinin basketbol kampında o zamanlar 15 yaşında lise öğrencisi olan Boston Celtics oyuncusu Glen Davis'le gösteri için güreşmişti.2002 yılının ocak ayında Chicago Bulls pivotu Brad Miller'ın top alırken kendisine yaptığı sert faul sonrası yumruk atmış ve büyük bir arbede yaşanmıştı. Bu olay sonrası Shaq 3 maç ceza ve 15.000 bin dolar para cezası almıştı. 2002-2003 sezonu Lakers normal sezonu 50 galibiyet alarak bitirmiş playoff ilk turunda Minnesota Timberwolves'u 4-2 ile elemiş ama yarı finalde San Antonio Spurs'e 4-2 ile elenerek 3 yıllık hanedanlık son buluyordu. 2003-2004 sezonu öncesi güçlü bir kadro kurmak isteyen Lakers, Utah Jazz'ın efsane uzun forveti Karl Malone'u ve yıldız oyun kurucu Gary Payton'ı kadroya katarak çok güçlü bir takım haline gelmişlerdi. Her ne kadar NBA finallerine kadar gelebildiyseler de en iyi savunma yapan takım olan Detroit Pistons'a 4-1 elendiler ve şampiyon olamadılar. Artık Shaq-Kobe arasındaki ilişkinin çok kötü olduğu bilinen bir gerçekti. Shaq kendisinin takas edilmesini istiyordu. Lakers genel menajeri Mitch Kupchack Dallas Mavericks süper yıldızı Dirk Nowitzki ile takas planları yapmasına rağmen Dallas'ın sahibi Mark Cuban bu takas isteğini geri çevirdi. Böylece bir süre takas dedikodusu kapandı. Miami Heat O'neal ile ilgilendiklerini söyledi ve bu takas belli bir süre sonra gerçekleşti. 14 Temmuz 2004 günü Miami Heat resmi olarak Caron Butler, Lamar Odom, Brian Grant ve 1.tur draft hakkı karşılığında O'neal'ı aldı. Shaq 8 yıldır giydiği 34 numaralı formasını değiştirerek Orlando Magic'de giydiği 32 numaralı formayı giymeye başladı. O'neal taraftarlara şampiyon olma sözünü verdi. Artık yeni takımında genç yıldız Dwyane Wade ile oynayacaktı. Heat forması altında ilk sezonunda 22,9 sayı 10,4 ribaund ortalaması ile oynadı. 12. kez All-Star takımına seçildi. Heat sezonu 59-23 le doğu konferansını birinci sırada tamamlamıştı. Doğu finaline gelene kadar ilk tur ve yarı finalde New Jersey Nets ve Washington Wizards'ı 4-0 süpürdü.Savunma şampiyonu ve bir önceki yılın NBA şampiyonu Detroit Pistons'a çetin geçen seriyi 4-3'le kaybederek sezonu kapadı. O'neal, 1994-95 sezonundaki gibi yılın en değerli oyuncusu ödülünü Steve Nash'in ardından ikinci sırada kalıyordu. 2005 yılının Ağustos ayında Shaq, Miami ile 5 yıllık 100 milyon dolar karşılığında bir sözleşme imzaladı. Böylece her yıl 20 milyon dolar Heat O'neal'a ödeme yapacaktı. 2005-2006 sezonunun ikinci maçında ayak bileğinden sakatlanınca 18 maç kaçırdı. Tekrar Heat antrenörlüğüne geri dönen Pat Riley O'neal'ın bu durumunu bilerek temkinli davrandı. Normal sezon da 59 maça çıktı ve 30,6 dakika sahada kaldı. Böylece playofflara iyileşmiş ve dinlenmiş olarak girdi. O'neal açısından bakıldığında kariyerinin en düşük ortalamalarıyla oynadı. 20.0 sayı ve ilk defa 10 barajının altında kalarak 9,2 ribaund ortalaması yakaladı. 2006 Nisan ayında Toronto Raptors ile oynanan maçta 15 sayı, 11 ribaund ve 10 asist yaparak kariyerinin ikinci triple double'nı gerçekleştirdi. 10 asist aynı zamanda onun bu zamana kadar yaptığı tek çift haneli asist sayısıdır. Sezonu %60 şut isabeti yüzdesi ile birinci sırada tamamladı. Miami Heat ile 2006 NBA şampiyonluğuna ulaştı.Finallerin en değerli oyuncusu kendisi değil genç yetenek Dwyane Wade olmuştu. Konferans finalinde Detroit Pistons'la tekrar karşılaşan Heat bu sefer 4-2 ile kazanmasını bildi. Finalde Dallas Mavericks'e rakip olan Heat 2-0 geriden gelip seriyi 4-2 ile kazandı ve kulüp tarihindeki ilk şampiyonluğa ulaştı. Shaq normal sezonda yakaladığı bu düşük istatistiklere rağmen Miami'nin playoff ilk turunda karşılaştığı Chicago Bulls ve konferans finalinin altıncı maçında Detroit Pistons'a karşı domine edici iki maç oynadı. Bulls serisinin altıncı maçında 30 sayı 20 ribaundla oynarken Pistons serisinin altıncı maçında ise 28 sayı 16 ribaund ve 5 blokla oynayarak eski günlerden kalma Shaq performansını gösterdi. 2006-07 sezonunda sağ dizindeki sakatlığı sebebiyle 30 maç kaçırdı. Dwyane Wade'in sol omzunun çıkması sebebiyle zor zamanlar yaşayan Heat zorda olsa playoff'a kalabildi. Ama ilk turda Chicago Bulls karşısında adete denize dökülen Heat 4-0 ile süpürülerek veda etti. O'neal, 2007-08 sezonunda kariyerinin en düşük ortalamalarıyla oynadı. Genellikle çok kötü performans sergileyen Shaq 14 yıl arka arkaya oynadığı All-Star maçına 2008 yılında seçilmedi. Phoenix Suns, O'neal'ı Shawn Marion ve oyun kurucu Marcus Banks karşılığında takas etti. 20 şubat 2008 günü Shaq eski takımı Lakers karşısında 15 sayı, 9 ribaund oynadı ama Lakers 130-124 kazandı. Takas sonrası Suns formasıyla 28 maça çıktı ve 12,9 sayı, 10,6 ribaund ile oynadı. Suns 55 galibiyet 27 yenilgi le pasifik gurubunu Lakers'ın ardından ikinci sırada bitiriyordu. İkinci turda San Antonio Spurs ile karşılaşan Suns 4-1 ile elenmişti. Shaq bu 5 maçta 15,2 sayı ve 9,2 ribaund ortalamsı ile oynadı. 2008-09 sezonu Shaq için olumlu yönde gelişmeler oldu. Sezonun yarısında 41 maçta 18 sayı 9 ribaund 1,6 blokla oynadı. Bir sene aradan sonra tekrar All-Star maçı için seçilen O'neal Lakers'dan eski takım arkadaşı Kobe Bryant ile All-Star maçının en değerli oyuncusu ödülünü paylaştı. 27 şubat 2009 yılında Toronto Raptors karşısında 45 sayı ve 11 ribaundla oynayarak kariyerinin 49. kez 40 sayı ve üstünü elde etti. Suns da 133-113 ile Raptors'u 20 sayı farkla yenmişti. Phoenix Suns sezonu 46-36 ile kapamış ve playofflara girememişti. Bu O'neal için 1992-93 çaylak sezonundan beri ilk defa gerçekleşen bir durumdu. 25 haziran 2009 günü Cleveland Cavaliers kendisini Sasha Pavlovic, Ben Wallace, 500,000 dolar ve 2010 ikinci tur draft hakkı karşılığında aldı. Takas olduktan sonra düzenlediği basın toplantısında "Artık tek bir görevim var: Kralı korumak" diyen O'neal, Lebron James'e yardımcı olmak istediğini söyledi. 25 Şubat 2010 günü Boston maçında elinden sakatlanarak uzun bir süre forma giyemedi. 1 mart günü ameliyat olduktan sonra ancak 17 nisan günü playofflara yetişebildi. 2009-10 sezonu istatistiksel olarak kariyerinin başından bu sezona kadar olan dönemin en kötü sezonuydu. 53 maçta yer alabildi ve 12,0 sayı, 6,7 ribaund ve 1,2 blok ortalaması ile oynayabildi. Cavaliers'da ilk beş başlamayı başaran Shaq playofflarda 11 maçta 11,5 sayı 5,5 ribaund ile oynadı. Cavaliers yarı finalde Celtics'e 4-2 ile elenerek sezonu kapadı. 4 Ağustos 2010'da Boston Celtics'e transfer olmuştur. Sakatlıklarından dolayı 2010-11 sezonunda 45 maç kaçıran Shaq çıktığı 37 maçın 36'sında ilk 5 başlamış ve ortalama 20.3 dk. süre almıştır. İstatistiksel olarak bu sezonu 9.2 sayı 4.8 ribaunt 0.7 asist 1.1 blok ile kariyerinin en düşük rakamlarıyla tamamlamıştır. Ve kendine özgü bir şekilde Twitter'dan yayınladığı bir videoyla 2 Haziran 2011'de emekli olmuştur. Kariyerinin başından bu zamana kadar geçen süre hep başarılarla doludur. Normal sezonda 1207 maçta yer alan O'Neal, bu zaman kadar 23.7 sayı %58.2 atış yüzdesi 10.9 ribaund ve 2,3 blok ortalaması ile oynamaktadır. 2,16 m boyunda, 147 kg ağırlığında ayak numarası 57'dir. İri cüssesine rağmen hızlı, çevik ve patlayıcı bir yapısı vardır. O'neal, "alçak post" hareketi olan "drop step"i iyi uygulayanlar arasındadır. Drop Step, temelinde önce büyük bir adım sonra bir kez top sektirme ve ardından potaya yönelerek sayı bulma hareketidir. Shaq bunu uygularken dirseklerinden çok iyi yararlanır,bu hareketin smaçla bitme olasılığı yüksektir veya kendisine faul yapılır. Aynı zamanda kendisi bu hareketine kara kasırga ismini takmıştır. Bu O'neal'ın hücumda en etkin ve en tehlikeli taraflarından birisidir. Son yıllarda yaşının ilerlemesi ve sakatlıklarından dolayı bunu pek fazla yapmamaktadır. Sağ eliyle potaya yakın yerlerde çengel atışlar da etkili olduğu atışlardandır. Bu teknikleri iyi kullanması neticesi ile kariyerinde % 58.2 isabet oranıyla oynamaktadır. Shaquille O'neal'ın en büyük zaafı kariyeri boyunca çok kötü serbest atış kullanması olmuştur. 18 yıllık kariyerinde % 52,7 isabet oranıyla oynayan O'neal zaman zaman faul atış yüzdesini biraz düzeltse bile hiçbir zaman kendisini yalnız bırakmayacak bir sorun yaşamıştır. 8 aralık 2000 yılında Seattle SuperSonics'e karşı tam 11 serbest atış kaçırarak rekor kırmıştır. Zamanla bu zaafını takımlar
kullanmaya başlayarak O'neal'ın ve Lakers'ın direncini kırmak için top O'neal'da iken faul yaparlardı. Bu taktiğe "Hack-a-Shaq" denir. 25 aralık 2008 günü O'neal kariyerinin 5.000. serbest atışını kaçırarak NBA tarihinde Wilt Chamberlain'dan sonra bunu gerçekleştiren ikinci oyuncu oldu. Güçlü yapısı olduğu için basketbolun savunma kısmında da önemli işler yapan bir oyuncudur. Kariyerinde 2,3 blok ortalamasına sahiptir. 3 kez en iyi ikinci savunma beşine seçilmiştir. O'neal, çoğu zaman yapısı itibarı ile basınla mizahi yönüyle ilişki kurdu. "Büyük Aristo" ve "Hobo Master" lakaplarını takarak kendisiyle dalga geçebilen bir kişidir. Ayrıca birçok da takma ismi vardır. "The Diesel", "Shaq Fu", "The Big Aristotle", "The Big Daddy", "Superman", "The Big Agave", "The Big Cactus", "The Big Shaqtus", "The Big Galactus", "Wilt Chamberneezy", "The Big Baryshnikov", "The Real Deal", "Dr. Shaq" en çok bilinenler arasındadır. 2000'li yılların başında ezeli rakipleri Sacramento Kings hakkında zaman zaman güldüren söylemlerde de bulunmuştur. Bunlardan bazısı Sacramento Queens (kraliçeler) ve 2002 yılında zafer töreni sırasında Sacramento asla Kaliforniya başkenti olmayacaktır sözüdür. Lige yeni gelen Yao Ming ve Çince ile dalga geçmesi basında sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ama Ming bunun üzerinde pek durmayarak olayın büyümüesini bir bakıma önlemiştir. Shaq bir röportajında Yao'ya söyleyin; "ching chong yang wah ah soh!" tarzında dalga geçici kelimeler kullanmış ama Yao Ming olanca temkinliliğiyle Çince'nin zor bir dil olduğuna atıfta bulunarak karşılık vermiştir. Bu durumla birlikte Yao Ming'in NBA'e katılmasından sonra artık All-Star maçlarında sahaya ilk beş çıkamamıştır. 2005 yazında bu şekilde basına demeç verirken kendisine Kobe Bryant ile soru sorulduğunda "Affedersiniz kim?" diyerek yine kendisinin tarzında cevap vermiştir. 2007 yılında "Saturday Night Live" programına konuk olan O'neal, Amerikan "ABC" kanalında, yaz boyunca, obezite hastalığı olan altı çocuğu bir programa sokup zayıflatmaya çalışacak olan "Shaq's Big Challenge" adında program yaptı. Miami Heat forması giyerken 16 ocak 2006 yılında Lakers-Heat karşılaşması öncesinde Kobe-Shaq ikilisi tokalaşmış, sarılmış bir bakıma Lakers döneminden kalma ilişkilerinde yaşadıkları sorunları geride bırakma dönemine girilmişti. Ama O'neal, karakteri doğrultusunda şakacı ve dalga geçen yanı ağır basmış, 2008 NBA Finallerinde Boston Celtics'in LA Lakers'ı 4-2 ile yenerek şampiyon olmasından sonra 22 Haziran 2008 günü New York'da bir rap bar'da sahneye çıkıp "Freestyle rap" tarzında "bensiz şampiyon olamazsın" diyerek Kobe Bryant'la dalga geçmiştir. Daha sonra bunun basına ve internete sızmasından sonra durumu düzeltmeye çalışsa da hala Bryant'a karşı hissettiği olumsuz duyguları dışarı vurmuştur. O'neal LSU'u bitirmeden NBA'e katılmasından sonra annesine verdiği sözü tutarak üniversiteyi bitirmiştir. Antrenörü Jackson ev sahibi oldukları maçlarda izin vererek okuluna devam edip bitirmesine bir bakıma yardımcı olmuş, 2005 yılında da Phoenix Üniversitesi'nden MBA diploması almıştır. O'neal 1200 saatlik kursu tamamladıktan ve sınavı geçtikten sonra "Miami Beach" polis gücüne kayıtlı bir polistir. Silah taşıma, rozet takma ve tutuklama yetkisine sahiptir. Miami Beach'te gay bir çifte saldıran suçlunun yakalanmasında polise yardım etmiş, basın açıklamasında bunu polise yardım eden sıradan vatandaş değil devletin polisi olarak yaptığını söylemiştir. 1993 yılında müzik kariyeri başlayan O'neal rap tarzı müzikle uğraşmaktadır. 5 stüdyo albümü ve 1 derleme albümü vardır. 1993 yılında çıkardığı "Shaq Diesel" ilk albümüdür. 1995 yılında Michael Jackson'ın çıkardığı "HIStory" albümünde "2 Bad" şarksının bir kısmını seslendirmiştir. Sinema kariyerine Blue Chips ve Kazaam ile başlayan O'neal daha sonra 1997'de Steel, 2001'de Freddy Got Fingered, 2001'de The Wash, 2006'da Scary Movie 4 filmlerinde rol aldı. Birçok TV programına katıldı. Animasyon gösterilerinde seslendirme yaptı. 1996 yılında Kazaam filminde, Kazaam adında bir cini canladırdı. 1994'te ilk filmi olan Blue Chips'in baş rol oyuncusu Hollywood yıldızı Nick Nolte'dı. Orlando Magic'den takım arkadaşı Penny Hardaway, Calbert Chaney, Bobby Knight, Bob Cousy, Larry Bird ve antrenör Jerry Tarkanian da filmin bazı sahnelerinde yer almıştır. O'neal birçok oyunların kapaklarında yer aldı. NBA Live 96, NBA 2K6, NBA 2K7, NBA Showtime: NBA on NBC, NBA Hoopz ve NBA Inside Drive 2004. Ayrıca, "Shaq fu" adında 1994 yılında SNES, Mega Drive/Genesis, Game Boy, Game Gear, Amiga konsollarında Shaq'ı baz alan oyunlar çıktı. 2002 yılında ESPN'nin yaptığı Apple Pie belgeselinde annesi ile birlikte yer aldı. 2005 yılında yine Espn kanalında kendisinin sunduğu 6 bölümlük bir program yaptı. 2007 yılında ABC kanalında "Shaq's Big Challenge" programını yaptı. 2009 yılında ise "Shaq Vs."u sundu. Bu programın amacı çeşitli spor dallarından sporcularla kendi dallarında yarışmaktı. Bunlar arasında ünlü yüzücü Michael Phelps'de vardı. WWE Raw profesyonel güreş yarışmasında misafir olarak katılmış "The Big Show" lakaplı Paul Wight'ın kışkırtmasıyla ringe çıkmış kısa süren güreşte The Big Show'u ringden dışarı fırlatmıştır. 2009 Slammy ödüllerinde aday olmuş ama TV sunucusu Bob Barker kazanmıştır. O'Neal 2000 yılından beri karma savaş sanatlarında yer almaktadır. Boks, Jujutsu, Muaythai ve Güreş sporlarında antrenmanlar yapmaktadır. 26 Aralık 2002 yılında Shaunie Nelson ile evlenen O'Neal; kendisinin ve eşinin önceki evliliklerinden 2 çocuğuyla birlikte toplam altı çocuğu vardır: Shareef, Amirah, Shaqir, Me'arah, Taahirah ve Myles. 4 Eylül 2007 yılında boşanma davası açan O'neal daha sonra bundan vazgeçilmişti. 10 Kasım 2009 günü eşi şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açtı. Penisilin Penisilin, 1928 yılında Londra'da Alexander Fleming tarafından "Penicillium notatum" adlı küfte keşfedilen antibiyotik. Bu madde, ilk olarak 1911 yılında bir İskandinavyalı tarafından tanımlanmış olmakla beraber o yıllarda iyileştirici gücü bilinmemekteydi. 1945 yılında Fleming'le birlikte Nobel Ödülünü kazanan Oxfordlu Florey ve Chain, penisilinin kitle halinde elde edilebilmesini temin etmişlerdir. Penisilin G ve Penisilin V I. Amino Penisilinler: Ampisilin, Amoksisilin, Bakampisilin, Siklasilin, Episilin, Hetasilin, Divampisilin. Penisilinaz dayanıklı penisilinler esas olarak Penisilin G'ye dirençli olan stafilokok türü mikroorganizmaların yaptığı enfeksiyonların tedavisinde kullanılır. Penisilinlerin çok hastalıklarda ve dozlarına dikkat edilmeden kullanılması çeşitli mikroorganizmalarda bu ilaca karşı direnç meydana getirmiştir. Aynı hastalık eskisine oranla çok daha yüksek doz penisilin verilerek tedavi edilebilmektedir. Streptokok grubu bakterilerin yol açtığı hastalıklarda, özellikle pnömoni, menenjit ve tonsillit gibi önemli hastalıklarda ilk seçilmesi gereken antibiyotik penisilin olmalıdır. Eklem romatizması, romatizmal kalp hastalıkları ve nefrit türü böbrek hastalıklarına yol açabilen streptokok türü bakterilere penisilin kadar etkili başka bir antibiyotik henüz bulunamamıştır. Penisilin, çok önemli bir ilaç olmakla birlikte, her ilaçta olduğu gibi bazı istenmeyen etkilere de yol açabilir. Bunlardan en korkulanı penisilin alerjisidir. İlaç alerjisi her türlü ilaç ve her türlü dozda gelişebilir. Bu yan etki yalnızca penisiline yüklenemez. İlaç alerjisi, her türlü ilaçla, hatta ağrı kesiciler ve vitaminlerle bile gelişebilmektedir. Bu sorunun çözümünde önemli bir uygulama, alerji testleridir. Ancak bu testler her zaman doğru sonuç vermediği gibi, hastayı yanlış olarak alerjik diye damgalamak ya da test sırasında alerjik reaksiyon gelişmesi gibi istenmeyen sonuçlar da olabilir. Bu yüzden penisiline karşı alerji olup olmadığını ortaya koymak için yapılan deri testleri çok anlamlı değildir. Penisilin veya herhangi bir enjeksiyon sonrası alerjik reaksiyon gelişebileceği hatırda tutularak, alerjik reaksiyon çıktığında olaya müdahale edilebilecek bir ortamda enjeksiyonu yaptırmak gerekmektedir. Müdahale yapılabilecek ortamlar sağlık kurumlarıdır. Sağlık ocakları ya da birinci basamak sağlık hizmeti veren kurumlarda da (hastaneler dışında) bu tür acil müdehaleler yapılabilmektedir. Alerjik reaksiyonlar hariç tutulacak olursa, yine de penisilinler antibiyotik ilaçların en az zararlı olanlarıdır. Yan etkilerinin çoğu alerjik reaksiyonlara bağlıdır. Alerjik reaksiyon meydana getirme özelliği bütün penisilin türevlerinde mevcuttur. Alerjik reaksiyon doza bağlı değildir, kişinin aşırı duyarlılığına bağlıdır. Akut sistemik anafilaksi (anafilaktik şok), penisilinlerin yüzde beş oranında görülen en ciddi yan etkisidir. %10 vakada ölümle bitecek olan şiddetli bir reaksiyon husule gelir. Penisilin tedavisine başlamadan önce hastaya daha önce penisilin verilip verilmediği öğrenilmeli, çocuksa yakınlarına sorulmalıdır. Penisilinin ilk olarak uygulanacağı şahıslara "penisilin deri testi" yapmakta fayda vardır. Bir mililitresinde 10.000 ünite olacak şekilde sulandırılmış olan kristalize penisilinden bir dizyem (0,1 ml) ön kola deri içine zerk edilir. Diğer kola da bir dizyem serum fizyolojik kontrol maksadıyla verilir. Yarım saat sonra herhangi bir cilt reaksiyonu görülmezse ilaç uygulanır. Bu test de tam güvenilecek bir ölçü değildir. Bazı alerjik bünyeli şahıslar test dozu penisilinle bile ölüme gidebilmektedirler. Sağlık Bakanlığının ve TSK. Sağlık Komutanlığının aldığı kararlarda penisilin alerji testinin rutin yapılmasının gerekli olmadığı, pensilin alerjisi olanlarda anaflaktik reaksiyonun test dozunda dahi olabileceği, duyarlılaşmanın herhangi bir dozun uygulanması esnasında oluşabileceği belirtilmiştir. Kişi 10 iğneden oluşan bir penisilin kürünün ilk 7-8 inde alerjik reaksiyon vermezken 9. dozda alerjik reaksiyon verebilir. Ya da 2-3 yıl önce penisilin ile tedavi görüp hiçbir reaksiyon vermeyen kişi, yeniden penisilin tedavisi başladığında ani anaflaktik reaksiyon verebilir.Penisilin kişide uyku hali de verir. Anjin, bakteriyel
zatürreler, akciğer absesi, mesane ve böbrek iltihaplarının bir kısmı, prostat iltihabı, iltihaplı cilt yanıkları, farenjit, göziçi iltihabı, kemik iltihapları, orta kulak iltihapları, meme iltihabı, beyin absesi, menenjit, kan zehirlenmeleri (sepsisler), laranjit. Son yıllarda "beta laktamaz" enzim üreten bakterilerin penisilinlere karşı oluşturduğu direnci kırmak için yapılan çalışmalar başarıya ulaşmıştır. Halen bu problem "ampisilin" ile bunun yarısı oranında "Sulbaktam" maddesi kombine edilerek ve "amoksisilin" ile bunun dörtte biri oranında klavulanik asit tozu olan potasyum klavulanat kombine edilerek çözülmüştür. "Penicillium notatum" küfü enfeksiyonlu fareleri de iyileştirebilici bir özelliğe sahiptir. İdare mahkemeleri İdare mahkemeler, idare hukuku alanında ve özellikle kamu gücünün kullanılması ile ilgili anlaşmazlıkların çözümünde görev yapan mahkemelerdir. Bu mahkemeler Kara Avrupası hukuk düzenini kabul etmiş Avrupa devletlerinde bulunur ve genel mahkemelerden ayrıdır. Türkiye'deki idare mahkemeleri, idari yargı düzeni içindeki Danıştay, vergi mahkemeleri ve bölge idare mahkemelerinin görevi dışında kalan davalara bakmakla görevlidir. İdari eylem ve işlemlerden dolayı menfaati ihlal edilen kişilerin idare organlarına karşı iptal ve tam yargı davası açtıkları mahkemelerdir. 2576 sayılı kanuna göre kurulmuş olup 2577 sayılı kanunda yargılama usulleri belirlenmişdir. Bu mahkemelerde görülen belli başlı davalar şunlardır: Ceza hukuku Ceza hukuku, suç ve ceza kavramlarını inceleyen kamu hukuku bölümüdür. Genel ve özel ceza hukuku olarak ikiye ayrılır (ceza genel ve ceza özel olarak da ifade edilmektedir). Genel ceza hukukunun konusu suç kavramının maddi ve manevi unsurlarıyla tanımı, ceza hukukuna hakim olan genel ilkeler, ceza kavramının tanımı, suçu ortadan kaldıran nedenler, cezayı azaltan ve ortadan kaldıran nedenler gibi bütün suçlar için geçerli olan ilke ve teorilerdir. Özel ceza hukukunun konusu ise ülkenin kanunlarına göre suç sayılan eylemlerin neler olduğu, bunların kapsam ve sınırları, birbirlerinden ayrılan yönleri ile bu suçlara öngörülen cezalardır. Ceza hukuku geniş anlamda ceza yargılaması usulunü de içerirken dar anlamda ceza yargılaması ceza hukukunun dışında kalır. İlk yazılı kanunlar Sümerler tarafından tasarlanmıştır. Kanun, M.Ö 2100-2050 yıllarına ait ve Ur-Nammu adında olup, Sümerce yazılmıştır. Urukagina ve Lagaş kanunları da daha eski olmasına rağmen var olduğu bilinmektedir. Bir başka eski ceza hukuku kaynağı ise Babil hukukunun çekirdeğini oluşturan Hammurabi Kanunları'dır. Antik Yunan tarihinde ise Solon ve Drakon bilinen eski kanunlardır. Ceza hukukun en önemli iki temel ilkesi suçta ve cezada kanunilik ilkesi ve suçta ve cezada kusur ilkesidir. Suç ve bunun karşılığı olan cezanın ancak kanun ile belirlenmesidir. Bu temel ilke, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasında yer almaktadır: ""Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz."" Bu da suç tanımının belirgin ve açık biçimde kanunla düzenlenmesini gerektirir. Belirsiz ve muğlak ifadelerle suç tanımlanamaz ("nulla poena sine lege certa"). Kanunilik ilkesinin gerektirdiği bir başka şart da, aleyhe olan kanunun geçmişe yürüyemeyeceğidir. Yani, işlendiği sırada suç olmayan bir fiilden dolayı, sonradan fiilin suç olarak düzenlenmesi nedeniyle kimse cezalandırılamaz ("nulla poena sine lege praevia"). Gene kanunilik ilkesinin getirdiği bir başka koşul da failin aleyhine kıyas yasağıdır. Hukuk biliminde kıyas, kanunda boşluk bulunması halinde bu boşluğun en benzer hukuk kuralı bulunarak doldurulmasını ifade eder. Ceza hukukunda kıyas, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinin 3. fıkrasında ""Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz."" şeklinde belirtildiği üzere uygulanamaz ("nulla poena sine lege stricta"). Ceza hukuku anlamında kusur, bir fiilin isnat yeteneği mevcut bir kimse tarafından bilerek ve istenerek işlenmesidir. Yani, failin cezalandırılabilmesi için fiili bilerek ve isteyerek yapmış olması gerekir. Bu ilkeden de ancak fiili bizzat işlemiş failin cezalandırılabileceği ilkesi türetilmiştir. Bu ilke de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 20. maddesinin 1. fıkrasında yer almaktadır: ""Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz."" Bir fiilin cezalandırılacak bir suç teşkil etmesi için belli unsurların mevcut olması gerekir. Suçu oluşturan temel unsurlar, kanuni unsur, maddi unsur, hukuka aykırılık unsuru ve manevi unsurdur. Kanuni unsur, işlenmiş bulunan bir fiilin ceza kanununda düzenlenen suç tanımına birebir uygun olmasıdır. Bu unsura tipiklik adı da verilmektedir. Örneğin, hırsızlık suçunun gerçekleşmesi için failin ""zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alması"" gerekir. Kanunda tanımlanan bu unsurlardan biri yoksa, mesela alınan malın zilyedinin rızası varsa, hırsızlık suçunun kanuni unsuru oluşmaz. Suçun meydana gelebilmesi için failin bir fiil işlemesi gerekir. Fiilden kasıt, insanın kendi iradesiyle dış dünyayı değiştiren bir iş ortaya çıkarmasıdır. Mesela refleks hareketleri veya epilepsi hastasının bilincini kaybettiğinde gerçekleştirdiği hareketler fiil unsuru taşımaz. İşlenen fiil hukuk düzeniyle uyuşmazlık içindeyse hukuka aykırılık unsuru tamamlanır. İlke olarak kanuni unsuru gerçekleştiren bir hareket hukuka aykırıdır. Ancak, ceza hukuku hukuka aykırılığa bir takım istisnalar getirerek, kanuni unsuru tamamlayan bazı fiillerin hukuka uygun olacağını belirlemiştir, bunların başlıcaları şunlardır: Suçu gerçekleştiren son unsur kanuni tipikliği mevcut hukuka aykırı fiilin isnat yeteneği var olan bir kimse tarafından bilerek ve isteyerek yapılmasıdır. Bu unsur aynı zamanda, ceza hukukunun evrensel ilkelerinden biri olan kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesinin suçu oluşturan unsurlara yansımasıdır. Bir eylem yukarıda belirtilen tüm unsurları taşısa bile, kişinin kastı yoksa manevi unsur yokluğu nedeniyle kişinin eylemi cezayı gerektirmeyebilir. Taksir sonucu işlenmiş fiillerden dolayı öngörülen cezalar bunun dışındadır. Gizli Yediler Gizli Yediler (Orijinal adı: "İng": "The Secret Seven") Enid Blyton tarafından yazılan çocuk kitapları serisidir. "Gizli yediler" adındaki kurgusal çocuk dedektiflerden oluşan grup her bir kitapta farklı maceralara atılarak sırlar çözmektedir. Kronolojik olarak on beş kitap vardır: Grubun başkanı. Grubu çok iyi idare eder,toplantıları bir kulübenin içinde yapar. Janet kardeşidir. Peter'in kardeşi. Grupta oldukça verimli, iyi bir kız. Susie'nin kardeşi. Susie her toplantıyı bozduğunda utancından yerin dibine girer. Yediler'in üyesi. Yedilerin sevilen bir üyesi. Bol bol serüven keşfeder. Ödlek bir üye. Yediler Geliyor kitabında çok güzel bir casusluk yaparak Susie'nin oyununu serüvene dönüştürür. Yediler Grubu (Gizli Yediler)'na alınmadığı sürece Yediler'i bozuntuya uğratmaya çalışmış ama çok sonraları barışmıştır. Yedilere çok gıcık kaptıran bir kızdır. Susie'nin en iyi arkadaşı. Yediler'de ona fare suratlı kız derler. Yedilerin çok sevdiği savunma görevlisi olan köpek. Susie'yi uzak tutmaya çalışır ve genelde bu başarıyla sonuçlanır. Fakat Susie bazen içeri girer ve hiçbir yol olmadığı için hazır planı bilmezken Peter toplantıyı bitirir. (Scamper'ın sahipleri:Peter ve kardeşi Janet) Enid Blyton Enid Mary Blyton (d. 11 Ağustos 1897 Dulwich, Londra-ö. 28 Kasım 1968), İngiliz çocuk kitapları yazarı. Afacan Beşler, Gizem Avcıları, Gizli Yediler, Yaramaz Kızlar, İkizler Okulda ve (Adada Macera) adlı serileri ile de tanınmıştır. (Yaramaz Kızlar türkçeye çevrilince Malory Kuleleri olmuştur) Enid Mary Blyton'un Ayşecan ve Tombiş'in Maceraları serileri de yayınlanmıştır. Çocuk şiirlerinden oluşan ilk kitabı 1924'de yayınlandı. Eserleri daha ilk yıllardan itibaren tartışma konusu oldu. 700'e yakın kitabı yayınlandı. Bunlardan 200'den çoğu halen basılmaktadır. Sadece "Yaramaz Kızlar" kitabı 11 milyondan fazla sattı. 1967 yılı kayıtlarına göre kitaplarından 399 adedi yabancı dillere çevrildi. Mary Enid Blyton İngiltere'de William Shakespeare ve Agatha Christie'den sonra eserleri en çok yabancı dile çevrilen yazardır. Türkiye'de en iyi macera kitapları yazan yabancı yazar olarak görülmektedir Blyton operatör bir doktorla yaptığı evlilikten 2 kız çocuğu oldu. Eşinin 1967'deki ölümünden 1 yıl sonra 28 Kasım 1968'de öldü. Chow Yun-fat Chow Yun-fat (Çince: 周潤發; Pinyin: Zhōu Rùnfā; d. 18 Mayıs, 1955 Lamma Adası, Hong Kong), Çinli aktör. Hong Kong'un Bruce Lee, Jackie Chan, Jet Li gibi en tanınan aktörlerinden biridir. Chow'un çocukluğu Hong Kong'un küçük adası Lamma Adasında yoksulluk içinde geçti. Hayatı yerel TVB televizyonuna aktör eğitimi başvurusunun kabul edildiği andan itibaren değişti. En çok rating alan televizyon dizilerinden biri olan The Bund'dan sonra Chow'un isminin tanınması fazla uzun sürmedi. Chow, TV başarılarına başka yapımlarla devam etti. Ancak onun asıl hedefi beyaz perde idi. Düşük bütçeli birkaç filmde istediğini bulamadı. Başarı o zamanlar fazla tanınmayan bir yönetmen olan John Woo ile beraber çalıştığı bir mafya aksiyon - melodram filmi olan "A Better Tomorrow",1986 filminden sonra geldi. Bu film hem Woo'ya hem de Chow Yun-Fat'a şöhreti getirecekti. Chow bu başarının ardından Tv işini bıraktı ve tamamen beyaz perdeye yöneldi. "Better Tomorrow" ile kazandığı imaj ile benzer kategoride filmler olan 'gun fu veya 'heroic bloodshed' gibi, veya Woo'nun yönettiği filmler olan "The Killer" (1989) and "Hard Boiled" (1992) gibi filmleri çevirdi. Chow batıda en bilinen, polise veya suçlulara karşı sert erkeği oynayan asyalı aktörlerden biridir. Ama çok yönlü bir oyuncudur. Kendisini, "Diary of a Big Man" (1988) ve "Now You See Love... Now You Don't" (1992) gibi komedi dizilerinde veya "Love in a Fallen City" (1984) and "An Autumn's Tale" (1987) gibi romantik dizilerde de görebiliriz. Hon
g Kong'da ulaştığı şöhretle 90'ların ortasında Hollywood'a gitti. İlk iki filmi "Replacement Killers" (1998) ve "The Corruptor" (1999) tam birer hayal kırıklığı idi. Daha sonraki filmi "Anna and the King" (1999) nispeten daha başarılıydı, ancak bu başarı otoriteler tarafından daha çok Jodie Foster'a maledildi. Chow, Asya'ya "Crouching Tiger, Hidden Dragon (Kaplan ve Ejderha)" (2000) filmiyle geri döndü. Bu film hem gişe rekorları kıracak hem de Oscar ödülünü getirecekti. Chow'un en sevdiği hobisi fotoğrafçılıktır. John Forbes Nash Jr. John Forbes Nash Jr. (13 Haziran 1928 – 23 Mayıs 2015), oyun kuramında ve diferansiyel geometri alanında köklü değişiklikler yapmış; aynı zamanda kısmi diferansiyel denklem üzerinde de çalışmış Amerikalı matematikçi. 1959'da, Nash ruhsal bozukluk belirtilerini açıkça göstermeye başladı ve birkaç yılını paranoid şizofreni teşhisiyle akıl hastanelerinde geçirdi. 1970'ten sonra, durumu yavaş da olsa daha iyiye gitmeye başladı ve 1980'lerin ortasında akademik kariyerine geri dönme imkanı buldu. Şizofreni ile mücadelesi ve toparlanıp akademik hayatına geri dönüşü, Sylvia Nasar tarafından yazılan "Akıl Oyunları" isimli biyografik romanın yanı sıra Nash'i Russell Crowe'un canlandırdığı aynı isimli filme de konu olmuştur. 23 Mayıs 2015'te, Nash ve eşi Alicia Nash, taksiyle yolculuk ederken bir paralı otoyolda meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybetti. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Carnegie Teknoloji Enstitüsü (günümüzde Carnegie Mellon Üniversitesi)'de ders çalışmadan dereceyle tamamladıktan sonra doktora yapmak için Princeton Üniversitesi'ne gitti. 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, "Oyun Teorisi", ona uzun yıllar sonra, 1994'te Nobel Ekonomi Ödülünü kazandırdı. Genç deha, John von Neumann'ın icadı olan oyun teorisindeki sorunları çözüp kullanılır hale getirdi. 30 yaşına kadar parlak fikirleri ve göze çarpan kişiliği sayesinde hızla yükselip matematik camiasının önde gelen isimlerinden biri oldu. MIT'de profesörlük yapmaya başladığında karısı Alicia Larde ile tanıştı. Larde o zamanlar daha bir fizik öğrencisiydi. Nash'in şizofreni sorunları başlamadan kısa süre önce çiftin bir oğlu oldu. John Nash aynı zamanda soğuk savaş döneminde ordu adına şifre çözücü olarak çalışmıştır. Hastalığının ilk belirtileri 1958 yılında görülmeye başladı. Bir oda arkadaşı olmamasına rağmen bir oda arkaşından bahsedip etrafındakileri korkutmuş ve oda arkadaşıyla yaptığı hayali sohbetler onun şizofren olduğunu ortaya çıkarmıştır. Daha sonra bu hastalığı kendi zekasını kullanarak yenmiştir. Alicia Larde-John Nash çifti 1963’te boşandı ve 1970’te tekrar bir araya geldi. Bu tarihten itibaren darılıp barışan çift, kendileri hakkında “aynı çatı altındaki iki yabancı” benzetmesini yapmıştı. Nash 1994’te Nobel Ödülü’nü kazandıktan sonra aralarını düzelttiler ve 1 Haziran 2001’de tekrar evlendiler. Nash, 1945 ve 1996 yılları arasında 23 bilimsel çalışma yayınladı, ayrıca “Essays on Game Theory” (1996) ve “The Essential John Nash” isimli kitapları yazdı. Aynı zamanda “Hex” ve “So Long Sucker” adlı 2 popüler oyunun yapımcıları arasındadır. Princeton’da matematik üzerine çalışmalar yapmaktaydı. Nash 23 sayısıyla takıntılıydı. Nash, toplam 23 bilimsel makale yayınlamıştı. Nash, 21 Ağustos 2009'da kalp krizi geçirdi. Dört gün hastanede yattıktan sonra kendine geldi ve eve döndü. Doktoru ölümü ucuz atlattığını ve sağlığının tehdit altında olduğunu söyledi. Nash düzenli ilaç kullandı. Sisam Sisam (Yunanca'da Samos, Σάμος) Yunanistan'da, Ege Denizi'nde, Dilek Yarımadası'nın karşısında bir ada. Bu adanın en büyük yerleşim merkezi olan şehri, merkezi bu şehir olan ve Sisam adasını, Ahikerya (Yunanca'da Ικαρία, İkarya) adasını ve bölgedeki birkaç küçük adayı kapsayan idari bölgenin (nomos) adıdır. Tarihte kurulan on iki İyon kolonisinden biridir. Sisam şehrinin (Yunanca'da Vathy de denir) 2001 nüfusu 12500, Sisam adasının 2001 nüfusu 37000, Sisam nomos'unun (Sisam + Ahikerya) 2001 nüfusu 44000'dir. Aydın ili, Kuşadası ilçesi'nde bulunan Dilek Yarımadası'na oldukça yakındır. Kuşadası'ndan günlük işleyen birkaç seferle deniz yolunda yaklaşık 90 dakikada ulaşılabilen Sisam adasının görülmeye değer pek çok yeri vardır. Bunlar arasında antik kent, kente su taşıma amaçlı MÖ 6. yüzyıldan kalma tünel, Hera tapınağı, herkesin Türkçe konuştuğu Karaveli köyü, Yenikarlovası balıkçı kasabası sayılabilir. Ayrıca Gümüldür'den rahatlıkla görülebilen ve Tavşan Adası'nın tam karşısındadır. Ayrıca Pisagor ve Aristarkus bu adada doğmuştur. Yunanistan'ın Osmanlı'dan en son aldığı adadır. Dâbbetü'l-arz Dâbbetü'l-arz (), İslam eskatolojisinde ahir zamanda ortaya çıkacağına inanılan yaratık. Dâbbetü'l-arzdan İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'ın 27. suresinin 82. ayetinde bahsedilmektedir: Hadisler; Diğer hadislere göre Dabbe’nin başı gökte, kuyruğu kutupta, ayakları Arabistan yarımadasındadır. Kimine göreyse Dabbe’nin bir elinde Mühr-ü Süleyman, diğer elinde Musa’nın asası vardır. İslam İlâhiyatında dâbbetü'l-arz hakkında birçok tartışma yaşanmış, farklı rivayetlerin ve ayetlerin yorumları yapılmaya çalışılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Sonuç olarak İslam İlâhiyatında dâbbetü'l-arz hakkında birçok tartışma yaşanmış ve hiçbir zaman kesin bir hükme varılamamıştır. Fakat inanılan tek gerçek, kıyamete yakın dâbbetü'l-arzın mutlaka ortaya çıkacağı ve de dabbenin gerçekte ne olduğunun kesin olarak sadece Allah'ın bildiğidir. Bu canlının bazı hadislerde ve rivayetlerde geçtiği kadarıyla bilgisayar ya da internet olması çok muhtemeldir. Gerçek İsa Kilisesi Gerçek İsa Kilisesi (Çince: 真耶穌教會) 1917'de Pekin, Çin'de kurulmuş bağımsız bir kilise. "Gerçek İsa Kilisesi" uluslararası topluluğunun şu andaki seçilmiş lideri, vaiz "Yung-Ji Lin" 'dir. Hıristiyanlığın "Pentikostal akımından" gelen Çin'de 20. yüzyıl başlarında doğmuştur. Kilise 1949 'daki Komünist devrim öncesi üç yerel Çin kilisesinden birisiydi. Kilise kaynaklarına göre günümüzde 48 ülkede yaklaşık 1,5 milyon inananı vardır. Kilise; kendi doktrinine göre, İsa'nın dünyaya ikinci gelişinden önce tüm halklara hakikati anlatmayı amaçlamaktadır. Kilisenin çeşitli inanç konularında -diğer Hıristiyan kiliselerinin öğretilerinden farklı olabilecek- bazı açıklamaları şunlardır: ABAP ABAP (Advanced Business Application Programming), Alman yazılım şirketi SAP AG tarafından geliştirilen üst seviye bir nesne tabanlı programlama dilidir. SAP'ın, iş uygulamaları geliştirmek için kullanılan son zamanlarda java'nın da içerisinde kendine yer bulduğu NetWeaver platformunun parçası olan Web Uygulama Sunucu'sunu programlama için kullanılır. Sözdizimi (syntax) COBOL'a benzemektedir. ABAP, 1980'lerde geliştirilen pek çok uygulama odaklı 4. nesil dilden biridir. ABAP, başlarda, geniş çaplı şirketlerin kaynak yönetimi finansal planlamalarında kullanacakları iş uygulamaları geliştirmelerine olanak sağlayan SAP R/2 platformu için raporlama diliydi. ABAP aynı zamanda, Almanca'da anlamı "genel rapor hazırlama işlemcisi" olan Allgemeiner Berichts Aufbereitungs Prozessor" un kısaltmasıydı, fakat daha sonra Advanced Business Application Programming" olarak isimlendirildi. ABAP temel veritabanı seviyesinden yüksek seviyeli bir soyutlama sağlayan mantıksal veritabanı kavramını içeren ilk dillerden biriydi. ABAP proglama dili orijinal olarak geliştiriciler tarafından SAP R/3 platformunu geliştirmek için kullanıldı. SAP müşterileri ABAP'ı, müşterilerin özel raporlar ve arayüzler geliştirebilecekleri SAP uygulamaları geliştirmek için kullanmayı tasarlıyorlardı. Dil programlamacılar için öğrenmesi oldukça kolaydır fakat programlamacı olmayanlar için direkt kullanılabilecek bir araç değildir. ABAP programları oluşturabilmek için ilişkisel veritabanı tasarımı ve tercihen nesne odaklı kavram bilgisini içeren programlama yetenekleri gereklidir. ABAP, SAP 1992 yılında ilk yayımlandığında, istemci-sunucu R/3 sistemi için programlar oluşturmak için yapılandırıldı. 1990 larda gelişen bilgisayar donanımıyla birlikte SAP uygulamaları ve sistemler de ABAP'da yazıldı. 2001 yılına kadar btüm en temel fonksiyonlar ABAP'da yazıldı. 1999 yılında, SAP, R/3 4.6 sürümüyle beraber, ABAP 'a uzantı olarak ABAP nesnelerini yayımladı. SAP'ın en yeni geliştirme platformu NetWeaver hem ABAP hem Java yı destekler. Tüm ABAP programları SAP veritabanında bulunur. Java ve C++ programları ayrı dış dosyalarda depolanmazlar. Veritabanında tüm ABAP kodları iki şekilde bulunur: ABAP Workbench araçları ile görüntülenebilen ve düzenlenebilen kaynak kodu, ve Java bytekodu gibi düşünülebilecek ikili gösterimde "üretilmiş kod". ABAP programları, SAP çekirdeğinin(kernel) parçası olan çalışma zamanı sisteminin kontrolü altında çalışırlar. Çalışma zamanı sistemi ABAP ifadelerini işlemekten, ekranların akış mantığını kontrol etmekten ve olaylara(kullanıcının ekran butonuna tıklaması gibi) cevap vermekten sorumludur. ABAP çalışma zamanı sisteminin anahtar bileşenlerinden biri, veritabanından bağımsız ABAP ifadelerini("open sql") tabanda yer alan dbms(veri tabanı yönetim sistemi) in anlayabileceği ifadelere("native sql") çeviren veritabanı arayüzüdür. Veri tabanı arayüzü, ABAP programları adına, ilişkisel veri tabanıyla olan tüm iletişimi ele alır, aynı zamanda uygulama sunucusunun yerleşik belleğinde sık erişilen veriyi ara belleğe almak gibi ekstra özellikler içerir. SAP'ın üç farklı katmanı, sunum katmanı(gui), uygulama katmanı(programlar bunun üstünde çalışır) ve kullanıcının hazırladığı durumlardan ve son kullanıcının sunum katmanından verdiği komutlardan tüm verinin kazanıldığı ve depolandığı veri tabanı katmanıdır. Söz dizim kontrolü, kod üretimi, çalışma zamanı sistemini içeren ABAP dil ortamı, SAP temel bileşen parçasıdır. SAP temeli, tipik olarak SAP web uygulama sunucusunun frameworkünde uygulanan Sap uygulamalarının tüm rencini destekleyen teknolojik platformdur. Bu açıdan SAP temeli, üzerinde SAP uygulamalırının çalıştığı işletim sistemi olarak görülebilir. Tüm işletim sistemleri gibi, SAP
temeli hem düşük seviyeli servisleri(örnek olarak hafıza yönetimi, veritabanı iletişimi ya da web istemleri sunumu) hem de son kullanıcılar ve yöneticiler için yüksek seviyeli araçları içerir. Bu araçlar, direkt olarak tabandaki işletim sisteminde çalışan çalıştırılabilirler(SAP kernel) olabilir ya da ABAP'da geliştirilmiş ya da web tabanlı arayüzler olabilir. SAP temeli, iş uygulamaları, işletim sistemi ve veritabanı arasında bir soyutlama tabakası sağlar. Bu, uygulamaların direkt olarak özel bir sunucuya ya da veritabanı platformuna bağımlı olmamasını ve bir platformdan diğerine kolaylıkla taşınmasını sağlar. SAP temeli şu anda UNIX (AIX, HP-UX, Solaris, Linux), Microsoft Windows, IBM System i üzerinde i5/OS (formerly iSeries, AS/400) ve IBM System z üzerinde z/OS (resmi olarak zSeries, S/390) sistemlerinde çalışır. Desteklenen veritabanları DB2, Informix, MaxDB, Oracle ve Microsoft SQL Server dır. (Informix için destek SAP Basis 7.00 sürümü ile beraber kaldırılmıştır). Tüm SAP verileri bir SAP isteminde bulunur ve tüm SAP yazılımları bu sistem üstünde çalışır. Böyle bir sistem merkezi bir ilişkisel veritabanı ile veri tabanındaki verilere ve uygulamalara erişen bir ya da daha fazla uygulama sunucusundan (örnekler) oluşur. Bir SAP sistemi boyut ve performans gibi nedenlerden en az bir ya da daha fazla örnek içerir. Çok örnek içeren bir sistemde yükleme dengeleme mekanizmaları yüklemenin uygun uygulama sunucularına dağılmasını sağlar. web uygulama sunucusu kurulumları tipik olarak üç sistemden oluşur: geliştirme sistemi, test etme ve kontrol sistemi, üretim sistemi. Biçimlendirme daha fazla sistem içerebilir: buna birim sistemi ve üretim öncesi testi için ayrık sistemler kullanılmasını örnek verebiliriz, biçimlendirme daha az sistem içerebilir buna olarak da ayrık kalite kontrol sistemi olmadan, sadece geliştirme ve üretim sistemlerinin bulunduğu bir biçimlendirmeyi örnek verebiliriz, yine de genellikle üç sistemli düzenleme kullanılır. ABAP programları geliştirme sisteminde oluşturulur ve ilk teste verilir. Sonra biçimlendirmedeki farklı sistemlere dağıtılır. Bu işlemler eş zamanlılık kontrolünden, versiyon yönetiminden ve programların kalite kontrol ve üretim sistemleri üzerine yerleştirilmesinden sorumlu olan değiştirme ve taşıma sisteminin kontrolü altında yer alır. Web uygulama sunucusu üç katmandan oluşur: veri tabanı katmanı, uygulama katmanı, ve sunum katmanı. Bu katmanlar aynı ya da farklı fiziksel makineler üstünde çalışır Örnek: Yeni, Kemalpaşa Yeni, İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı bir mahalle. Kemalpaşa ilçe merkezine 20 km uzaklıktadır. 5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Yasası kapsamına girmeden önce Bağyurdu beldesine bağlı olan bölge, belde belediyesinin kapatılmasıyla mahalle hâline getirilerek İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlanmıştır. Folik asit Folik asit ("Folat-polisin", CHNO) B grubundan bir vitamindir (B9). Yeşil yapraklarda yaygın olarak bulunduğundan bu ad verilmiştir. Çünkü Latincede "folum" yaprak manasındadır. Mitchell ve arkadaşları bu vitamini, 1941 yılında ıspanak yapraklarında keşfettiler. Kimyaca adı "pteroil glutamik asit" (PGA)tır. Çünkü "pteridin", "PABA" ve "glutamik asit" bileşiminden oluşmuştur. "Bc" faktörü de denir. Bu madde suda mızrak şeklinde kristallenen portakal sarısı renginde bir katıdır ısıtılmakla erimez, fakat 250 °C'de esmerleşerek bozunur. Serbest asit halinde az, fakat sodyum tuzu halinde suda çok çözünür. Bazik ve nötr çözeltilerinde ısıya pek dayanıklı değildir. Eksikliği sonucu megaloblastik anemi meydana getirir. Tropikal bölgelerde çok rastlanır. Bu eksikliğin başlıca sebebi protein-kalori eksikliğine dayanmaktadır. Normal beslenen insanlarda ancak sindirim bozukluğunda ve gebelikte görülebilir. Sarada kullanılan ilaçlar verilirken de bu vitaminin verilmesi gerekir. Bazı antibiyotikler (mesela Trimetoprim + Sulfamid kombinasyonları) bu vitamini yok edebilmektedir. Bira, şarap, rakı vs. fazla içen kimselerde bu vitamin eksikliği oldukça sık görülmektedir. Bu vitamin, ince barsak epitelinde bulunan bir karbonksipeptidaz enziminin yardımıyla, besinlerde bulunan poliglutamil şeklindeki folatlar parçalanarak serbest folat şeklinde ince barsakların üst kısımlarından emilir. Bu arada bazı değişikliğe uğrayarak kanda metil tetrahidrofolat şeklinde bulunur. Karaciğerde de bu şekilde depo edilir. Bu depo 5 mg kadardır. Barsakta da ayrıca bir miktar üretilir. Bir karbon atomlu köklerin, moleküller arasındaki geçişlerinde önemli rol oynar. Bazı amino asitlerden aldığı köklerin pürin ve pirimidin sentezinde kullanılır. DNA'nın sentezinde vazife alır. Bu vazifeyi yapabilmesi için bu vitaminin 5,10- metiltetrahidrofolat halinde olması gerekir. Bu geçiş ise B12 yokluğunda mümkün olmaz. Buna göre megaloblastik kansızlığa, B12'nin, dolaylı olarak tesiri vardır. Folik asit, megaloblastik kansızlığın tedavisinde günde 5–10 mg vererek kullanılır. Tedaviye demir de katmak gereklidir. Çocuklara koruyucu olarak 0,5 mg bu vitaminden verenler vardır. Keçi sütü bu vitamin bakımından fakirdir. Bu sütle beslenen çocuklara bu vitamin de ilave edilmelidir. Sara hastalarına bu vitaminin B12 ile birlikte gerektiği zaman verilmesi uygun olur. Bu vitaminden günlük olarak serbest folat üzerinden 200, toplam folat üzerinden ise 300 mikrograma ihtiyaç vardır. Günde 100 mikrogram olanlarda bile eksiklik görülmemektedir. Gebelikte ihtiyaç % 50 kadar artar. Bu vitamin nebati ve hayvani gıdaların bir çoğunda bulunur. Fren sistemi Fren sistemi, motorlu taşıtın yavaşlamasını ve durmasını sağlayan düzenek. Yokuş aşağı inen taşıtın hız kazanmasını önlemek, duran taşıtın bu durumunu sürdürmek üzere de kullanılır. Fren sistemi taşıttaki kinetik enerjiyi sürtünme yoluyla ısı enerjisine çevirerek taşıtın durmasını veya yavaşlamasını sağlar. Aracı durduran frenleme kuvveti genellikle teker lastiği ile lastiğin üzerinde döndüğü zemin arasındaki bağlantıdan doğar. Frenleme kuvvetine hava direnci, yokuş direnci, sürtünme direnci gibi kuvvetlerin etkisi de vardır. Bu dirençleri yenen kuvvet ortadan kaldırılacak olursa taşıtın yavaşlamasına veya durmasına sözü edilen dirençler sebep olur. Diğer taraftan taşıtın yavaşlamasına yardımcı olan motorun frenleme gücü de vardır. Vites kutusu pirizdirek durumunda iken gaz pedalı bırakıldığı zaman mevcut hızı sağlamak için sarfedilen gücün takriben üçte biri kadar bir frenleme gücü oluşur. 100 km/sa. hızla giden bir taşıttan şu sonuçlar alınmıştır: Frenleme sırasındaki yavaşlama ivmesi (negatif ivme) sabit olduğu kabul edilirse Newton'un ikinci atalet prensibine göre : E = e.F (kgm) F = G / g, α e = E / F = v2 / 2 α (m) t = v / α (sn) Gücü 80 bg olan bir motor kalkıştan 36 sn. sonra otomobilin hızını 130 km/sa. sürate çıkarabilir. Buna karşılık frenler 130 km/sa. hızla giderken tam uygulandığında aracı 4,5 sn’de durdurabilir. Bu hızdaki aracı durdurmak için geçen zaman duran aracı hızlandırmak için geçen zamanın 1 / 8’i olmaktadır. Buna göre frenlerin gücü 8 x 80 = 640 bg’dir. Fren gücü her zaman için motor gücünden yüksek olmalıdır. Taşıtı kullanan kimse ani bir tehlike ile karşılaşınca taşıtı mümkün olduğu kadar kısa bir zamanda ve mesafede durdurmak zorunda kalır, Bu çeşit frenlemeye maksimum frenleme denir. Maksimum frenleme kuvveti aderansa eşit kabul edilir. Frenleme kuvveti maksimum olduğu zaman durma mesafesi ve durma zamanı minimum olur. Aracı kullanan kimsenin tehlikeyi gördüğü andan fren pedalına basmasına kadar geçen süreye intikal süresi denir. Bu süre yaklaşık 0,75 sn.’dir. Arka tekerleklerin yere temas noktası etrafındaki döndürme etkisi atalet kuvvetinin ön tekerlekler etrafındaki döndürme etkisini dengeler. L.W = h.m.G W = h, M, G / L olur. Küçük taşıtlarda h / L genellikle 1 / 5 civarındadır. m = 0,6 alınırsa W = 0,12 G olur. Azami frenlemede taşıt ağırlığının %12’si öne kayar, Bu nedenle ön fren kuvveti arka fren kuvvetinden büyük yapılır. Fading, ısı etkisiyle fren gücünün düşmesidir. Otomobil fren sistemindeki en büyük problem sürekli kullanımda ısınması ve belli bir sıcaklığın üzerinde balataların aşırı ısı nedeniyle kaydırmaya başlamasıdır. Bu ısınma problemini ortadan kaldırmak için üreticiler soğutmalı fren diskleri üretmektedir, Bu diskler iki katmandan meydana gelir. Disk katmanlarının arasında bulunan boşlukta sürekli hava akımı olduğundan disk aşırı ısınmaz ve balataların kaydırma sorunu azalır. Diğer bir yöntem ise fren diskleri üzerinde delikler açarak havayla temasını artırmaktır. Genellikle oto sanayi sitelerinde başvurulan bu yöntem yine ısınmayı azaltarak frenleme gücünü artırmayı amaçlar. Bu yöntemler genellikle sportif kullanıma yönelik otomobillerde kullanır. Bu çalışmalar kontrolsüz olarak yapıldığında fren diskinin dayanıklılığını azaltarak çatlama riskini artırabilir. Otomobil fren sistemlerinde kullanılan seramik diskler frenleme sırasında yüksek ve sabit bir sürtünme düzeyi sağlar. Disk frenler sayesinde frenlemede ısı sorunu kalmaz ve hem fren mesafesi azalır hem de fren gücünde ısınmadan kaynaklanan azalma olmaz. Karbon seramik fren diskleri geleceğin otomobil fren teknolojisi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Formula 1 araçlarında da kullanılan seramik diskler 1999 yılında Porsche trafından geliştirildi. PCCB (Porsche Ceramik Composit Brake) adıyla anılan sistem yüksek performanslı lüks otomobillerde kullanılmaktadır. Seramik disklerin özellikleri şunlardır: Seramik disklerin dezavantajı pahalı ve az bulunan bir sistem olmasıdır. Sistem bir otomobilde ilk kez 1967 yılında İngiliz üretici Jensen tarafından hayata geçirilmiştir. Günümüzde trafik güvenliği açısından önemli katkılar içermekte ve kritik fren anlarında aracın direksiyon ve sürüş güvenliğini sağlamaktadır. Anti-Patinaj Sistemleri (ASR)1987 yılında piyasaya sürülmüştür. ASR sistemi ilk kalkışta ve hızlanmada, tahrik tekerleklerinin aşırı dönmesini engelleyerek, aracın güvenli hareketini sağlar. Bu sistemin diğer kısaltılmış adı ingilizce anlamından dolayı ETC (Electronic Traction Control) olarak da bil
inir. Araç Dinamik Kontrolü (FDR)Her türlü sürüş anında güvenliği sağlamak üzere üretime almıştır. Özellikle virajlarda ve ani yol değişikliklerinde FDR sistemi, yıldırım hızı ile motor, şanzıman ve frene müdahale ederek aracın savrulmasını önler. Bu sistemin diğer kısaltılmış adı ingilizce anlamından dolayı VDC (Vehicle Dynamic Control) olarak da bilinir.FDR sisteminin can noktası olan devir sensörü havacılıktan alınmış ve modernize edilmiştir. Son yıllarda bu üç farklı sistem bir ünitede topladı, bu yeni sistemi ESP (Elektronik Stabilite Sistemi) olarak adlandırdı. Bu sistem sayesinde sürüş güvenliği daha da artırıldı. Bu sistemin diğer bir avantajı da düşük maliyeti nedeniyle, sadece yüksek sınıf otomobillerde değil bundan böyle orta sınıf araçlarda da standart olarak bulunacak olması. Fren sistemlerinde yaklaşık bir asırdır kullanılan konvensiyonel yapıya son vermek için çalışmalar yapılıyor. Bu yeni sistemler EHB (Elektro Hidrolik Fren Sistemleri) ve EMB (Elektro Mekanik Fren Sistemleri) olarak adlandırılıyor. Bunlar sayesinde gelecekte, elektronik sistemler ve dolayısıyla sadece teller vasıtası ile bir aracı durduracağız. EHB (Elektro Hidrolik Fren Sistemleri), DaimlerChrysler ile birlikte ortak bir proje olarak başlatılmış ilk proje. Otomobili yavaşlatmak veya durdurmak için fren pedalına basarız. Konvensiyonel fren sistemlerinde fren pedalına uyguladığımız kuvvet, fren pedalı kolunun uzunluğuna göre 3/1 oranında artırılarak servo frene aktarılır. Hidrolik çalışma prensiplerine göre bu kuvvet 50 katı artırılır. Hidrolik fren yağı sayesinde direkt teker frenlerine iletilen bu kuvvet, aracın durması için fren balatalarına baskı yapar. EHB sisteminde, fren pedalı bir tel sistemi ile aracın elektronik beynine bağlanır. Pedalın görevi yine aynı. Aracı durdurmak... Ama bu kez fren pedalına basış hızınız ve çokluğunuza göre, sistem ne kadar acil bir fren gereksinimine ihtiyaç olduğunu anlıyor. Elektronik fren beyni bu ve diğer araç bilgilerini birleştirerek her tekere gerekli fren kuvvetini hesaplıyor. Gerekli fren basıncı, merkezi hidrolik ünitesinde oluşturuluyor. Eğer elektrik sisteminde herhangi bir hata ortaya çıkarsa, direkt olarak yedek hidrolik fren ünitesi devreye giriyor. Günümüzde araç fren pedalına uygulanan mekanik kuvvet, servo fren ve ana merkez üzerinden fren hidroliği sayesinde hidrolik kuvvet olarak tekerlere iletilir ve frenleme gerçekleşir. Geleceğin fren sistemlerinden Elektro-Hidrolik Frenlerde, fren pedalına uygulanan kuvvet, pedal hareketini algılayan bir sensör sayesinde sürekli gözlemlenecek ve buradaki değişiklik elektronik beyin ünitesine iletilecektir. Burada hemen şu konuyu daha geniş olarak açıklamakta yarar var: yeni sistemde fren ayak pedalına uygulanan kuvvet, sadece fren yapılması gerektiğini sisteme haber veren bir ön uyarı şeklinde olacak. Başka bir deyişle, günümüz frenlerinde pedal kuvveti direkt olarak fren gücünü oluşturmakta idi, fakat yeni sistemde pedal kuvveti sadece sürücünün aracın frenleme tertibatını harekete geçireceği bir ön işaret olacak. Elektronik beyine ulaşan bu frenleme bilgisi, araç içerisindeki bir elektro-motorun, beyinden gelen mesajla devreye girmesini, aracın durdurulabilmesi için fren gücünü üretmesini ve yine fren hidroliği vasıtası ile aktarılan güç sayesinde aracın durdurulmasını sağlayacak.Geleceğin frenlerinde de fren hidroliği kullanılacak, fakat buradaki en büyük fark, fren hidroliğin çalıştığı alanın çok fazla daralacak olması. Günümüzde fren pedalından hemen sonra tekerlere kadar büyük bir alan içerisinde fren güç iletimini sağlayan fren hidroliği, gelecekte yeni Bosch dizaynı ile sadece elektro-motor ve tekerler arasında güç iletimini gerçekleştirecek.Bu da gelecekte Konvensiyonel sistemlerle karşılaştırıldığında daha güçlü, daha emniyetli ve kontollü frenlemeyi mümkün kılacak. EHB sistemi ağırlığı önemli ölçüde azaltılmış, daha küçük bir montaj alanı gerektiren ve servo fren içermeyen bir sistem. Ek olarak, araca montajı da modüler fren sistem dizaynı sayesinde çok daha kolay. Her tekerde bulunan fren kuvvet modülasyonu ile kombine olarak çok hızlı çalışması nedeniyle optimum fren mesafesinde ve güvenilir frenleme sağlıyor. Böylece EHB, frenleme esnasında otomatik olarak fren gücünü artırırken, buna paralel olarak frenlemenin doğurduğu fiziksel etkileri de azaltıyor.EHB, sürücüye yardımcı olan diğer birçok tamamlayıcı sistemle de birlikte çalışabiliyor. Örneğin, acil frenleme esnasında fren kuvvetini çok seri artıran ileri fren destek sistemleri veya yokuş aşağı sabit hızda inmeyi sağlayan sistemlerle birlikte çalışabiliyor. ACC (Adaptive Cruise Control) sisteminden başlayarak trafik navigasyon sistemlerine kadar araç üzerindeki diğer tüm sistemlerle bir şebeke sistemi kurarak haberleşebiliyor.Sürücü için minimum frenleme kuvveti, titreşimsiz ve ayarlanabilir hafif bir fren pedalı duygusu sağlaması ve frenlemenin son derece sessiz gerçekleşmesi sürüş rahatlığını artıran çok önemli bir faktör.Ayrıca EHB çok daha yüksek emniyet koşulları sağlıyor. Aracın tüm sistemlerinden gelen bilgiyi anlık olarak değerlendiren ve frenleme parametrelerini aracın o anki pozisyonuna, yol şartlarına göre belirleyen bu sistem gerçekten geleceğin araçlarına büyük bir güven sunuyor. EHB sistemi konvensiyonel fren sistemlerinden sonra kullanılacak birinci nesil fren sistemi. İkinci nesil ise EMB Elektro Mekanik Fren Sistemleri. Para piyasası Para piyasası, kısa vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasayı ifade etmektedir. Para piyasasının tipik özelliği kısa vadeli fonlardan oluşması ve vadenin genellikle bir yılı aşmamasıdır. Para piyasasından sağlanan fonlar kredi olarak işletmelerin dönen varlıklarının finansmanında kullanılır. Para piyasasının araçlarını ticari senetler; kaynaklarını ise çeşitli mevduat oluşturmaktadır. Para piyasasının kendi içinde örgütlenmiş ve örgütlenmemiş para piyasası olarak da bir ayrımı yapılabilir. Örgütlenmiş para piyasası bir bankalar sistemidir. Çünkü işletmelerin nakit ihtiyacı çoğunlukla ticari bankalar tarafından karşılanmaktadır. Örgütlenmemiş para piyasası ise banka sisteminin dışında kalan piyasadır. Bankalar dışındaki kişi ve kuruluşlar da bazen işletmelere kısa vadeli fon sağlarlar. Makro ekonomi için Finansal piyasalar, işlem gören ürünlerin vadesine göre para piyasaları ve sermaye piyasaları olarak ikiye ayrılmaktadır. Para piyasalarında işlem 1 yıldan kısa, sermaye piyasalarında bir yıldan uzundur. Para piyasalarında kısa vadeli likidite açığı olanla fazlası olan karşılaşır. Likidite fazlası olan faiz talep eder, açığı olan faiz öder. Mekana göre yurtiçi ve yurtdışı olarak ikiye ayrılan para piyasalarında işlemler ulusal parayla sınırlıysa yurtiçi (Interbank), uluslararası paralarla yapılanı yurtdışı piyasadır (Euromarket). Örgütlü, kurumsal, profesyonel, kredibilitesi yüksek, ürün standardı olan bir piyasadır. Para piyasalarında müşteriler, bankalar aracılığıyla karşı karşıya gelirler. Döviz piyasalarına, alım satım, fonlar, repolar, mevduatlara bankalar aracılık eder. Bankalar müşterilerle, diğer bankalarla, finansal aracılar ve brokerlarla, merkez bankalarıyla ve Hazine ile çalışırlarken kar amacı ve kendi pozisyonlarını hedef alma gayesiyle hareket ederler. Bankalar para piyasası risklerine karşı hedging (koruma) yöntemi uygular. Bunun için forward, futures, opsiyon yöntemleri kullanırlar. Para piyasası fon transferleri ile piyasanın likidite sorununu çözer. En önemli aktörü olan bankalar topladıkları mevduat fonlarını işletmelere kredi olarak verir, hükümetlere Hazine Bonosu adıyla kısa vadeli borçlanma araçları satın alarak fon aktarırlar. Fonların fiyatı olan faiz oranı, vade, para birimi, kredibilite, enflasyon, arz ve talep tarafından belirlenir.Faiz oranları dalgalanmaları, bankaların açık ve kapalı pozisyonlarını, fiyat riskini belirler. Piyasalarda her gün belirli bir zamanda bir Interbank Oranı belirlenir. Mesela Londra'da LIBOR olan bu oran piyasadaki referans bankaların her gün saat 11'de diğer bankalara 1 ile 12 ay arasındaki sürelerde borç vermeye razı oldukları oranı gösterir. Faiz oranları yanında faiz periyotları belirlenmektedir.İşlem süreleri, günlerin fiili sayılarıyla veya bütün ayları 30 gün kabul etmekle yapılır. Takvim yılının hesaplanması da ya yılın 365 gün olarak kabul edilmesi (sterlin, belçika frangı, singapur doları) yahut yılın 360 gün olarak kabulüyle (diğer paralar) olur. Para piyasası işlem türleri unsecuritised ve securitised olarak iki türdür. Unsecuritised işleme over teh counter denir ve doğrudandır. Securitised'de ise ikincil piyasa olabilir. Banka kredileri sabit veya fixed term loans ve periyodik veya roll over credits olarak ikiye ayrılır. Tasarrufçuların banka işlemleri de call money, day to day money, fixed term deposits, fiduciary deposits diye farklı türlere ayrılmaktadır. İkincil para piyasası enstrümanları hazine bonoları, mevduat sertifikaları, banka kabulleri, finansman bonoları, euro commercial paper, repo'dur. Türkiye para piyasaları Türk lirası ve sermaye piyasası işlemlerini gerçekleştirir. Para piyasası da organize ve organize olmayan olarak ikiye ayrılır. Organize piyasalar Interbank, devlet iç borçlanma senetleri piyasası, TCMB repo ve tersrepo işlemleri piyasası, İMKB tahvil ve bono piyasası, borsa para piyasası'dır. Organize olmayan piyasalar Bankalararası Serbest para piyasası, bankalararası repo piyasası, bankalararası tahvil ve bono piyasası'dır. Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü sahipleri listesi Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü (İsveççe: "Nobelpriset i fysiologi eller medicin"), İsveç Karolinska Enstitüsü tarafından her yıl fizyoloji ya da tıp alanında çeşitli konularda alanlarındaki olağanüstü katkıları için bilim insanları ve doktorlara verilen ödül. Alfred Nobel'in 1895 tarihli vasiyeti üzerine; 1901 yılından itibaren bilim insanlarına alanlarında seçkin katkıları için verilmeye başlanan, kimya, fizik, edebiyat ve barış alanları ile birlikte beş Nobel Ödülü'nden birisidir. Nobel'in vasiyeti gereği ödül Nobel Vakfı tarafı
ndan yönetilir ve İsveç Karolinska Enstitüsü tarafından seçilen bir yönetici sekreter ve beş üyeden oluşan bir komite tarafından verilir. Çoğu zaman Nobel Tıp Ödülü olarak anılmasına rağmen Nobel vasiyetinde özellikle "fizyoloji veya tıp" olarak belirtmiştir. Bu sayede ödül daha geniş bir alanda verilebilmektedir. İlk Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü 1901 yılında Alman bilim insanı Emil Adolf von Behring'e verildi. Her ödül sahibine, bir madalya, bir diploma ve miktarı yıllara göre değişen para ödülleri verilir. 1901 yılında Emil Adolf von Behring 150.782 İsveç kronu, ki bu 2008 yılı Aralık ayında 7.731.004 İsveç kronuna eşittir, para ödülü aldı. 2008 yılında ise Harald zur Hausen, Françoise Barré-Sinoussi ve Luc Montagnier 10.000.000 kron para ödülünü (1 milyon € ya da 1,4 milyon US$'dan biraz fazla) paylaştılar. Ödül, Stockholm'de Nobel'in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık'ta bir ödül töreniyle verilmektedir. Ödül sahipleri fizyoloji veya tıpla ilgili birçok farklı daldaki çalışmalarıyla bu ödülü kazanmışlardır. 2000 yılına kadar ödüllerde öne çıkan dallar ise 13 ödül ile nörobiyoloji, yine 13 ödül ile ara metabolizma, 8 ödül ile G proteinleri ve ikincil mesajcılar aracılığı ile sinyal iletimi konuları olmuştur. 1939 yılında Alman bilim insanı Gerhard Domagk, ülkesinin hükümetinin izin vermemesi nedeniyle ödülünü alamamıştır. Domagk daha sonra madalya ve diplomasını almış ancak para ödülünü almamıştır. 2012 itibarıyla 10 kadın bilim insanı bu ödülü kazanmıştır: Gerty Cori (1947), Rosalyn Yalow (1977), Barbara McClintock (1983), Rita Levi-Montalcini (1986), Gertrude B. Elion (1988), Christiane Nüsslein-Volhard (1995), Linda B. Buck (2004), Françoise Barré-Sinoussi (2008), Elizabeth H. Blackburn (2009) ve Carol W. Greider (2009). 2012 itibarıyla toplam 201 kişi Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü kazanmıştır. Bununla birlikte I. ve II. Dünya Savaşları gibi nedenlerle 9 yıl (1915–1918, 1921, 1925, 1940–1942) ödül verilmemiştir. 2012 ödülleri ile birlikte toplam 201 kişi Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülü almaya layık görülmüştür. 201 kişinin ülkelere göre dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. İki ülkesi olan kişiler için, ait oldukları ülkelere 0,5'er puan eklenmiştir. Yani bir kişi hem Kanada hem de Amerika Birleşik Devletleri'nden ise o zaman bu iki ülkeye 0,5'er puan eklenmiştir. Ülkeler belirtilirken ödül alan kişinin, ödülü aldığı yılki milliyeti baz alınmıştır. 4WD 4 Tekeri güçlendirme sistemi ,4WD ( Four wheel drive ), AWD ("All Wheel Drive") veya 4x4, Klasik sistemlerde otomobiller ya ön aks mili üzerinde bulunan 2 tekerlek (önden çekmeli) veya arka aks mili üzerinde bulunan 2 tekerlek (arkadan itmeli) beraber tahrik olurken bu sistemde yolun koşullarına ve ihtiyaca bağlı olarak ön ve arka aks üzerinde bulunan 4 tekerlekde birlikte aynı anda ve çoğu kez aynı güç oranlarında harekete geçirilirler. Başka bir ifadeyle aracın motor gücü 4 tekere birden iletilmektedir. Bu sistemi seri üretim olarak araçlarına uygulayan ilk firmalardan biri Subaru olmuştur. Daha sonra 1980 yılında Audi sistemi biraz değiştirerek Quattro modelinde uygulamış ve rallilerde büyük başarılar elde etmiştir. Ancak sistem otomobil tarihinde ilk kez 1905 yılında Lotil marka araçta uygulanmıştır. 4WD (4x4) sistemini her otomobil firması kendine has dizaynlarda üretmektedir. Sisteme nereden bakılırsa bakılsın genel anlamda 3 kategori dikkatleri çekmektedir: Bu sistemlerden yüksek güçlü arabalarda direksistem daha ekonomik olduğu halde , orta ve düşük güçlü otolarda isteğe bağlı sistem daha avantajlı ve ucuz çözüm yoludur. Bu sistemle en uygun çekiş ve kilitlenme sağlanmaktadır. Işıklı gösterge aracılığıylada 4 wd sisteminin kumanda durumu hakkında sürücü sürekli olarak bilgi edinmektedir. 4WS Dört tekerden yönlendirme (İngilizce: Four wheel steering), virajlarda yol tutuşu artıran , yüksek hızlarda araçların emniyetli ve kolay sollanmasını sağlayan, şehir içindeki manevraları ve park etmeyi kolaylaştıran bir sistemdir . İlk "4ws" sistemi 1905 yılında Lotil marka traktörde uygulanmıştır. Honda 1987 yılında mekanik kumandalısını, Mazda ise 1988 yılında elektronik kumandalısını piyasaya çıkarmıştır. Ön tekerlekleri sağa veya sola kırdığımızda arka tekerlekler de ön tekerleklerin 5'te 1'i kadar sağa veya sola dönerek arabanın arkasının viraj dışına doğru kaçmasını engeller. Yüksek hızda arka tekerlekler ön tekerleklerle aynı yönde düşük hızlarda ters yönde dönmektedirler. Nobel Barış Ödülü sahipleri listesi Nobel Barış Ödülü sahiplerinin tam listesi: Afacan Beşler Afacan Beşler (orijinal adı: İngilizce: "The Famous Five") Enid Blyton tarafından yazılan çocuk kitapları serisidir. Toplam yirmi bir kitaptan oluşan serinin tamamı Türkçeye çevrilmiştir. Seride kurgusal üç kardeş, bir kuzen ve bir köpeğin atıldığı maceralar birbirinden bağımsız hikâye örgüleriyle kitaplarda anlatılmaktadır. Aynı isimle bir de çizgi film serisi de bulunmaktadır. Toplam yirmi bir kitaptan oluşan serideki eserler kronolojik sıraya göre: Julian, Dick ve Anne üç kardeştir. En büyükleri olan Julian akıllı ve mantıklı bir oğlandır. Kardeşi Dick de en az onun kadar uyumlu bir çocuktur. Kardeşlerin en küçüğü olan Anne ise daima ağabeylerinin koruması altındadır. Üç kardeşin anne ve babası İskoçya’ya baş başa tatile gitmeye karar verince, çocuklara gün doğar. Onlar da ilk defa tek başlarına tatil yapabileceklerdir. Babalarının önerisiyle Quentin amcalarının yanına gitmeleri kararlaştırılır. Çocuklar, huysuz bir bilim adamı olan amcalarının evine gittiklerinde, en az onun kadar huysuz kuzenleri George’la da tanışırlar. Asıl adı Georgina olan bu kuzen, adından da anlaşılacağı gibi aslında bir kız çocuğudur. Gelin görün ki, oğlan kılığında dolanmakta ve kendisine “George” diye hitap etmeyenlerle konuşmamakta ısrarlıdır. İnatçı, dediğim dedik, başına buyruk, sözünün eri ve oğlan çocuklarıyla boy ölçüşecek kadar cesur bir çocuktur George. George’un en büyük gurur kaynağı annesinin ailesine ait olan “Kirrin Adası”dır. Yaşadıkları Kirrin Koyu’nun tam ortasındaki bu ufacık adacığı annesi George’a armağan etmiştir. George’un hayatta vazgeçemediği bir diğer şeyse sevgili köpeği Timothy'dir. Kitaplarda bu beş afacanın maceraları anlatılmaktadır. Parasetamol Parasetamol (asetaminofen), ağrı kesici ve ateş düşürücü etkiye sahip bir ilaç etken maddesidir. Parasetamol ağızdan alındığında gastrointestinal sistemde hızla emilir. İlaç alındıktan 30-60 dakika sonra maksimum plazma konsantrasyonlarına ulaşır. Parasetamol bütün dokulara hızla dağılır. Plazma proteinlerine bağlanması zayıftır. Plazma yarı ömrü 1-4 saattir. İdrarla, parasetamol’ün %1-3’ü değişmemiş olarak atılır. %80’i ise biyolojik olarak glukuronid veya sülfat bileşikleri olarak atılır. Analjezik etkisi yeni nesil analjeziklere göre hafif kalmış olsa da gastrointestinal sistemde yan etkisinin hemen hemen olmaması, güvenilirliği ve de gebelerde kullanılabilmesi parasetamolun her zaman ön planda kalmasını ve klasik bir analjezik olmasını sağlar. Baş ağrısı, migren, adet sancıları, diş ağrısı, soğuk algınlığı ve gripal enfeksiyonlara bağlı ağrı, nevralji, nevrit, siyatik, lumbago, kas ve eklem ağrıları, orta kulak ağrıları, sinüzit ve cerrahi operasyonlara veya yaralanmalara bağlı ağrılar ile adet zorluklarından kaynaklanan ağrılarda endikedir. Asetilsalisilik asite duyarlılığı olan hastalarda alternatif ilaç olarak kullanılır. İleri derecede böbrek ve karaciğer rahatsızlığı olan hastalarda kullanılmamalıdır. Parasetamole aşırı duyarlılığı olanlarda ve daha önce anemisi olanlarda kullanılması sakıncalıdır. Parasetemol kedilerde toksik özelliğe sahip olduğundan kullanılmamalıdır. Günlük alınabilecek maximum doz 4 gramdır. Aktif alkolizm, viral hepatit, karaciğer hastalığı ve ağır böbrek fonksiyon bozukluğu olanlarda dikkatle kullanılmalıdır. Kronik alkoliklerde terapötik dozları takiben hepatotoksisite ve karaciğer yetmezliği gelişir. Kronik alkol bağımlılarında güvenli doz saptanamadığından, günde 2 gram veya daha düşük dozlar önerilir. Alışılmış terapötik dozlarda kısa süreli olmak şartıyla gebeliğin tüm dönemlerinde kullanılabilir. Yüksek dozlarda devamlı kullanımı annede anemiye, yeni doğan bebekte ise ölümcül böbrek hastalığına neden olabilir; ama bunun dışında gebelerde güvenle kullanılabilir. Deride püriritik makulopapüler döküntüler, ürtiker, methemoglobinemi ve bazı gastrointestinal belirtiler gibi yan etkiler görülebilir. Barbitüratlar ve diğer antikonvülzanlar, kloramfenikol, desipramin, doksorubisin, mide boşalma süresini etkileyen ilaçlar ve uzun süreli tedavilerde antikoagülan ilaçlarla etkileşme olasılığı vardır. Mustafa Eremektar Mustafa Eremektar, (d. 28 Mart 1930, İstanbul - ö. 29 Mart 2000, İstanbul), Mıstık adıyla tanınan Türk karikatür sanatçısı. Çizdiği Cemal Nadir Güler portresinin 15 Mart 1947'de "Doğan Kardeş"'te yayımlanmasıyla profesyonel iş hayatına atıldı. "Akşam" gazetesinde, daha sonra "Hafta", "Yavrutürk", "Akbaba", "41 Buçuk", "Tef" ve "Dolmuş" gibi dergilerde, 1957-61 arasında "Vatan" gazetesinde çizdi. Ayrıca "Son Posta", "Cumhuriyet" ve "Yeni Sabah" gazetelerinde de karikatüristlik yaptı. "Doğan Kardeş"'te ""Taş Devri"" adlı bir çizgi romanı yayımlandı. ""Taş Devri"" daha sonra çeşitli gazete ve dergilerde çizgi roman ve bant karikatür olarak yayımlandı. 1950’de Mengü Ertel ve Berk Çalıkman’la San Organizasyon’u kurdu. Eremektar, 1958'de Gazeteciler Cemiyeti Altın Kalem Ödülü'nü kazandı. 1962'de çizgi film yapmaya başladı. Ayrıca reklam filmleri gerçekleştirdi. Eserleri yurt dışında da yayımlanan Eremektar, 1973'te Bulgaristan'ın Gabrovo kentindeki uluslararası karikatür yarışmasında özel ödül kazandı. "Milliyet Çocuk" dergisinde ""Uzay Çocukları"" ve ""Bizim Ali"" adlı çizgi romanları yayımlandı. Farklı çağlarda geçen çizgi romanlarında güncel yaşamın çelişkilerini yansıtmış, çocuksu denebilecek, son derece yalın çizgileriyle değişik kuşaklara ulaşmayı başarmıştır. ""Uzay Çocukları""nın bazı serüvenlerini 1981'de kitaplaştıran Eremektar, çocuklar
için çizdiği karikatürleri "Kırk Yılda Bir" (1988) adlı albümde toplamıştır. Mustafa Eremektar, 2000 yılının 29 Mart’ında hayatını kaybetti. Ölümünün birinci yılında Nişantaşı’nda bir çocuk parkına adı verildi. Tiyamin Tiyamin, bir diğer ismiyle B vitamini, kimyasal formülü CHClNOS olan renksiz bir bileşiktir. "Thio-vitamine" ("sülfür-içeren vitamin") anlamına gelmekte olup suda çözülebilen B kompleks vitaminlerinden birisidir. İlk keşfedilen B vitaminidir. 1926 yılında saf olarak elde edildi. 1890 yılında Hollandalı hekim Eijkman, yıkanmış beyazlatılmış pirinçle tavukları beslediğinde, tavukların bacaklarında felçler, başlarında kasılmalar gördü. Sonra bu tavukları tesadüfi olarak kabuklu pirinçle beslemek zorunda kaldı ve bu hastalıkların yok olduğunu hayretle gördü. Uzak Doğudaki beriberi hastalığının sebebini kabuğu soyulmuş pirinçlerin çok yenmesine bağladı. Pirincin kabuğunda beriberi hastalığını tedavi eden maddenin olduğunu söyledi. Bundan sonra, bu madde elde edilmeye çalışıldı. 1936 yılında suni olarak elde edildi. Karbonhidrat metabolizması için çok önemlidir. Tiamin pirofosfat (TPP) tiyaminin aktif şeklidir ve pirüvat dehidrogenaz, a-keto-glutarat dehidrogenaz, transketolaz enzimlerine koenzimdir. Pirüvat dehidrogenaz ve a-keto-glutat dehidrogenaz karbonhidrat metabolizması için gerekliyken, transketolaz pentoz fosfat yolunda aktivite gösteren bir enzimdir. Tiyamin eksikliğinde, hücrelerin bazı amino asitlerin ve pirüvik asidin kullanılması azalırken, yağ kullanımı artar. Tiyamin eksikliğinde görülen sorunların ve bozuklukların ana nedeni de budur. Tiyamin eksikliğinin semptomları olarak şunları sıralayabiliriz: Merkezi sinir sistemi enerji ihtiyacını karbonhidrat metabolizmasından karşıladığı için tiyamin eksikliğinde en çok etkilenen vücut bölümlerinden biri de merkezi sinir sistemidir. Nöronlarda kromatoliz görülmesi riski yükselir. Aynı zamanda, tiyamin eksikliği nöron aksonlarını saran miyelin tabakasının aşınmasına ve yok olmasına neden olabilir. Bu ise ciddi nörolojik hastalıklara ve bozukluklara neden olabilir. Merkezi sinir sistemi ile beraber karbonhidrat metabolizmasıyla enerji ihtiyacını karşılayan diğer bir yapı da kalptir. Tiyamin eksiği ile beraber gelen karbonhidrat metabolizmasındaki düşüş ve sorunlar kalp kasını zayıflatır ve bu zamanla ciddi kardiyovasküler sorunlar yaratabilir. Bunların dışında tiyamin hastalığı sindirim sistemi (gastrointestinal) bozukluklara neden olabilir. Tiyamin eksikliğinin en belirgin sonucu da beriberi hastalığıdır. Kronik alkoliklerde tiyamin eksikliğine bağlı görülen, sinir sistemini etkileyen tablodur. Hastalık Wernicke ensefalopatisi ve Korsakoff psikozundan oluşur. Hastalarda ataksi, spastik parapleji, mental konfüzyon, apati, hafıza kaybı, nistagmus gibi bulgular görülür. Ensefalopati tiyamin verilmesi ile gerilerken, psikoz tablosu gerilemez. VTEC Değişken Zamanlamalı Supap Kontrol Sistemi (Variable-valve Timing and Electronic-lift Contro l- V.T.E.C.) Değişken supap zamanlaması, motor işletim sisteminin hangi devire göre hangi supap zamanlamasının kullanılacağını belirlenmesi ve her devirde en verimli çalışmayı sağlamasıdır Böylece motor düşük devirlerde az yakıt tüketirken yüksek devirlerde de iyi bir performans sunmaktadır. Motor devri yükseldikçe kayar pimli egzantirik milleri subaplara daha büyük bir kam lobuyla hareket iletmekte ve hava yakıt oranının yeniden düzenlenmesine imkân tanımaktadır. Bu motor teknolojisini Honda bulup geliştirmiştir ve onun tarafından kullanılmaktadır. DOHC VTEC sistemi, yüksek devirli bir DOHC motorunda hem gücü hem de torku optimize etmek için geliştirilmiştir. Her iki supap için, 3 kam profili bulunur. Dış taraflardaki profiller düşük devirlerde, ortadaki profil ise yüksek devirlerde kullanılır Düşük devirlerde, supaplar düşük kam profillerinde hareket eden külbütörler tarafından açılır. Bu kam profilleri, düşük devirlerde silindirin emişinin iyi ve yakıt tüketiminin düşük olmasını sağlamak için kısa supap liftiyle ve kısa açılma süresiyle hareket ederler. Kısa supap lifti ve açılma süresiyle düşük ve orta devirlerde yüksek tork ve yakıt tasarrufu sağlanır. Motorun hızı arttıkça, motorun elektronik kontrol ünitesi kam mili takipçilerinin pimlerine basınçlı yağ gönderen hidrolik sürgülü valfi çalıştırır (5850 d/d’de). Basınçlı yağ pimleri, düşük devirde çalışması için tasarlanan takipçileri 3. takipçiye kilitleyecek bir pozisyona hareket ettirir. O ana kadar 3. takipçi herhangi bir supabı hareket ettirmemektedir. Kam mili takipçilerinin birbirine kilitlenmesiyle birlikte, düşük devirde çalışan takipçiler yüksek devirde çalışan takipçilerle aynı oranda çalışmaya zorlanırlar. Supapların hem lift miktarı artmış hem de açık kalma süreleri uzamıştır. Silindirin içine daha fazla dolgu alınmaktadır ve artan devir sayısıyla birlikte motorun gücü de artmaktadır.özellikle 5500 devirden sonrasına dikkat etmek gereklidir. Üstten tek eksantrikli bir motorda, her silindir sırası için bir kam mili bulunur. Emme ve egzoz profilleri aynı kam mili üzerinde yer alır. Alttaki şekilde kam milinin orta kısmında 3 kam profili bulunmaktadır, bunlar emme kam profilleridir. Bu 3 kam profilinden dış tarafta olanlar düşük devirlerde kullanılırken, ortadaki profil yüksek devirlerde kullanılır.Fakat SOHC VTEC motorlarda egzoz supaplarının zamanlamaları değiştirilmez. Egzoz supapları tüm devir bantları için aynı profilleri takip eder. DOHC VTEC ve SOHC VTEC motorlar arasındaki en büyük fark egzoz supaplarının zamanlamaları arasındaki farktır. Bunun yanı sıra SOHC VTEC motorların yapıları, DOHC VTEC motorlara göre daha basittir Düşük devirlerde, dıştaki 2 kam profili direkt olarak külbütörleri hareket ettirir. Düşük devirlerde kullanılan kam profilleri motorun sakin çalışmasını ve düşük yakıt tüketimi sağlar. Yüksek devirlerde ise; yüksek devirler için tasarlanan profil, takipçiyi hareketlendirir. Fakat takipçi herhangi bir parçayla bağlantılı olmadığı sürece, hiçbir parçayı hareketlendirmez. Yüksek devirlerde, yağ basıncı metal pimi külbütörlere ve takipçiye doğru iter ve 3 profil sanki tek profile dönüşmüş gibi hareket etmeye başlar. Külbütörler, yüksek devirler için tasarlanan profili takip etmektedirler. Yüksek devirlerde emme supaplarının lifti arttığı gibi açık kalma süreleri de artar. Artan devirler birlikte motora daha fazla dolgu emilir ve motorun gücü artar. VTEC-E sisteminin asıl amacı, düşük devirlerde yakıt ekonomisini artırmak için oldukça fakir yakıt-hava karışımı sağlamaktır. 1,5 litrelik SOHC VTEC-E sistemine sahip motor 92 HP güç üretmektedir. 12 supap modunda hava-yakıt oranı 20:1 ve üzerinde olabilmektedir. VTEC-E sisteminin supap tahrik mekanizması Tork üretmek için, yakıt silindir içine emilen hava ile birlikte yakılır. Ne kadar çok tork üretileceği, direkt olarak, yakıt-hava karışımının birbiriyle ne kadar iyi karışmasıyla ilgilidir. Düşük devirlerde motorların emme dolgu hızı, yakıt ve havanın iyi bir şekilde birbirine karışabilmesi için yeterli değildir. VTEC-E, yapay olarak emme dolgu hızını türbülans etkisi yaratacak şekilde artırır. Bu şekilde yakıt ve hava arasında oldukça iyi bir karışım gerçekleşir. VTEC-E sistemine sahip olmayan bir motor emme supapları için tek bir kam profiline sahiptir. VTEC-E motoru ise, iki farklı emme kam profiline sahiptir. Düşük devirlerde, her emme supabı kendi emme profilini takip eder. Emme kam profillerinden biri diğerine göre oldukça normal kalmaktadır. Diğeri ise, neredeyse yuvarlak bir profile sahiptir. Düşük devirlerde sadece bir emme supabı çalışmaktadır. Emilen dolgu bu supaptan silindire girmektedir ve sonuç olarak silindir içinde türbülans efekti oluşturulmaktadır. Türbülans etkisi, dolgunun çok iyi bir şekilde karışmasını sağlamaktadır. Bu sayede motor, oldukça fakir karışımlarda çalışabilmektedir. VTEC sistemi, düşük devirlerde çalışmayan emme supabını aktif hale getirmek için kullanılır. VTEC-E sisteminin 12 supapla çalışma modu Devir arttıkça daha fazla dolgu emilmek istenir, sadece bir emme supabının çalışması motor için sınırlayıcı bir etki oluşturmaya başlar. Yaklaşık 2500 d/d civarında, içi dolu bir pim iki külbütör tarafından itilir ve iki külbütör tek bir ünite halinde hareket etmeye başlar. Böylece, her iki emme supabı normal kam profiline bağlı olarak hareket etmeye başlar, neredeyse yuvarlak bir yüzeye sahip olan profil kullanılmaz Kademeli VTEC sistemi, VTEC-E ve SOHC VTEC sistemlerini birleştirmiştir. Bu sayede motorun yakıt tüketimi düşürülmüş ve yüksek devirlerde yüksek güç elde edilmiştir. 3-Kademeli VTEC sistemine sahip 1,5 litrelik motor 128 HP güç üretmektedir. Birinci kademede külbütörler bağımsız olarak çalışmaktadır. Düşük devirlerde sadece bir emme supabı çalışmakta, diğer emme supabı ise neredeyse yuvarlak bir kam profilini takip etmektedir. Motor, 2500 d/d’ye kadar 12 supap modunda çalışmaktadır. 12 supaplı modla birlikte fakir yanma modu (lean-burn) devrededir, yakıt-hava oranı 20:1 gibi bir orana ulaşmaktadır. Bu sayede düşük devirlerde yakıt ekonomisi sağlanmaktadır 3-Kademeli VTEC sisteminin çalışma esası İkinci kademe motorun orta devir bandında devrededir, 2500 d/d’de devreye girer ve 6000 d/d civarında devreden çıkar. Uygulanan yağ basıncı pimi iterek iki emme supabının külbütörlerinin beraber çalışmasını sağlar. İki supap da düşük kam profilini takip etmektedir. Üçüncü kademede 6000 d/d’den sonra yağ basıncı iki kanaldan da geçerek ortadaki kam profilini kilitler ve her iki emme supabı da daha yüksek liftle daha uzun süre açık kalır. i-VTEC sisteminin en önemli özelliği ve diğer VTEC sistemlerinden farkı, supap zamanlamasının sürekli değişken olmasıdır. VTC (Variable Timing Control - Değişken Zamanlama Kontrolü), motorun çalışması sırasında emme ve egzoz supapları arasındaki supap bindirmesini ayarlayan/değiştiren bir mekanizmadır. VTC ile birlikte i-VTEC, VTEC sistemlerinin en büyük dezavantajı olan orta devir bandındaki güçsüzlüğü ortadan kaldırmıştır. i-VTEC, VTEC-E ve VTEC sistemlerinin bir kombinasyonun
u kullanmaktadır. Bu kombinasyon, motorun 12 supapla ekonomi modunda ve 16 supapla güç modunda çalışabilmesini sağlamaktadır. Emme kam miline takılan VTC hareketlendiricisi, motorun yüküne bağlı olarak sürekli değişken supap zamanlamasını sağlaması için yağ basıncı tarafından kontrol edilir. VTC mekanizması, şekilde görülmektedir. Bu sistemde temel fikir, kam milini bağlı olduğu dişliden ayırmak, tabla (mavi renkle gösterilmiştir) ile birbirlerine göre izafi hareketlerini sağlamak, motorun yük ve gaz pedalı durumuna göre değişken zamanlamayı gerçekleştirmektir İ. VTEC Mekanizması i-VTEC sisteminde, değişken supap zamanlamasını sağlamak için tabla üzerinde dişli çark mekanizması kullanılmaktadır. Kam mili dönme yönünde ilerlerken, eğer supap zamanlamasında avans verilmesi istenirse, tabla kam milini kam dişlisinden ayırır, kam miline kilitlenir ve dişli ile aynı yönde dönerek mili olması gereken açı değerinden daha büyük bir değere getirir. Eğer supap zamanlamasında gecikme yapılması istenirse, tabla kam milini yine kam dişlisinden ayırır, kam miline kilitlenir ve dişli ile ters yönde dönerek mili olması gereken açı değerinden daha küçük bir değere getirir. Supap zamanlamasının değişkenliği bu şekilde sağlanmaktadır. VTC mekanizması, supap zamanlamasını avans veya rötar durumlarında 250 değiştirebilmektedir. VTC elektronik kontrol ünitesi, motor devrini, kam mili ve gaz kelebeği pozisyonunu, ateşleme zamanını ve motorun egzoz durumunu sürekli kontrol ederek gerekli supap zamanlamasını belirler. i-VTEC için 4 kademe bulunmaktadır. 1., 2. ve 3. kademelerde, supapları düşük miktarda açan kam profilleri devrededir. 4. kademedeyse, supapları yüksek miktarda açan kam profilleri devrededir. i-VTEC motorlarda sadece emme kam milinde VTEC sistemi mevcuttur. 1., 2. ve 3. kademelerde emme supaplarından biri hareketsiz kalmaktadır. Bu, VTEC-E’deki 1 emme supaplı çalışma durumuna benzemektedir. 1 emme supabı hareketsiz dururken, diğeri açılmaktadır. Bu şekilde, hava akımı üzerinde bir türbülans efekti oluşturulmasına, fakir yanma ve rölanti devirlerinde 20:1’den büyük hava-yakıt oranlarına kullanılmasına fırsat vermektedir. i-VTEC motorun çalışma kademeleri 1. kademe, motorun elektronik kontrol ünitesinin 20:1’den yüksek hava yakıt oranlarını kullandığı fakir yanma modudur. VTC, emme/egzoz supap bindirmesini minimuma getirir. 1. kademe, sadece fakir yanma modunda ya da düşük oranlı kelebek pozisyonlarında kullanılır. Elektronik kontrol ünitesi, yüksek oranlı kelebek pozisyonları için 3. kademeyi devreye sokar. 2. kademede, fakir yanma modunu terk edip 14.7-12:1 hava-yakıt oranlarına geri dönebilmektedir ve supap bindirmesini maksimuma çıkarabilmektedir. Bu şekilde EGR efekti artırılmakta ve emisyonlar iyileşmektedir. 3. kademe kontrol ünitesinin, emme/egzoz supaplarının açılmasını ve bindirmesini motor devrine bağlı ve dinamik olarak değiştirdiği bir durumdur. Burada motor devrinin düşük fakat gaz kelebeğinin yüksek oranda açık olduğu durumlar geçerlidir. Yavaş çalışma devirleri; ideal çalışma şartlarının geçerli olduğu düşük devirler, kapalı ya da kapalıya yakın gaz kelebeği pozisyonları anlamına gelir. Bu durum, eğimi sıfıra yakın yol kullanımlarında, sabit hızda kullanımlarda da geçerlidir. 4. kademe, devir yükseldiğinde ve gaz pedalına sonuna kadar basıldığında aktif hale gelir. Bu modda, emme kam milinin supaplarını yüksek oranda açan kamları devreye girer, motor 16 supap moduna geçer. Supapların açık kalma süreleri ve liftleri artar. VTC, istenilen güç miktarını ve optimum emme/egzoz supap zamanlamasını ve bindirmesini elde etmek için emme kam milini dinamik olarak değiştirir. i-VTEC sistemine sahip 2,0 litrelik motorun (K20A) güç - tork eğrisi Ahlatşahlar Beyliği Ahlatşahlar Beyliği, Şah-i Ermen veya "Sökmenliler Beyliği", 1100 ve 1207 yılları arasında Ahlat merkez olmak üzere Van, Erciş, Bargiri, Tatvan, Malazgirt, Muş ve Sason civarında hüküm sürmüş birinci dönem Anadolu beyliği. Çağrı Bey'in 1016 ve 1021 yılları arasında yaptığı keşif gezisinden sonra 1040 yılından itibaren bu bölgeye Yabgulu Türkmenleri gelmeye başlamış ve buradan Diyarbakır ve Musul'a kadar yayılmışlardır. 1054 yılında Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, bölgeye düzenlediği seferde Van, Erciş, Adilcevaz ve Besni'yi Selçuklu hakimiyetine almış ve Türkmen yerleşimini hızlandırmıştır. 1071 Malazgirt Savaşı'nda bu bölge Selçuklu üssü olarak kullanılmıştır. Melikşah döneminde 1085 yılında Diyarbakır'ın alınmasından sonra Diyarbakır eyaletine bağlanarak yönetilmiştir. Azerbaycan Meliki İsmail Kutbeddin'in esiri olan Sökmen El-Kutbî, Selçuklu sultanı Berkyaruk'la kardeşi Muhammed Tapar arasındaki saltanat mücadelesinde Muhammed Tapar'a hizmet ettiğinden dolayı kendisine ikta olarak verilen Ahlat ve çevresinde 1100 yılında Ahlatşahlar Beyliği'ni kurmuştur. Berkyaruk'un ölümünden sonra tahta geçen Muhammed Tapar döneminde geçmişteki hizmetlerinden dolayı Sökmen Bey daha güçlü hale gelmiştir. 1108 yılında Azerbaycan Emiri İsmail Mevdud ve Sökmen Bey, Muhammed Tapar'ın emriyle Musul'u ele geçirmişlerdir. Bu başarının ardından Sökmen Bey, Diyarbakır eyaletinin en büyük kenti olan Meyyafakirin'i (Silvan) 1109 yılında beyliğine katarak bölge beylikleri arasında güçlü bir konuma gelmiştir. 1111 yılında Sökmen Bey, Azerbaycan Emiri İsmail Mevdud'la birlikte Haçlılar denetiminde olan Urfa ve Tilberaş Kalesi kuşatılmış ancak başarı olamamışlardır. Sökmen Bey bu seferde hastalanmış ve Ahlat'a dönerken yolda ölmüştür. Sökmen Bey'in ölümünden sonra yerine geçen oğulları ve torunları döneminde Gürcülerle uzun süren mücadeleler yaşanmıştır. Artuklular ve Musul Hakimi İmameddin Zengi topraklarının bazı bölümlerine el konulmuştur. Eyyubiler ile çeşitli sorunlar yaşanmıştır. 1185 yılında Nasireddin Muhammed Sökmen varis bırakmadan ölünce Ahlatşahlarda köleler dönemi başlamış ve 1207 yılında Ahlat'ın Eyyubi hakimiyetine girmesi ile Ahlatşahlar Beyliği son bulmuştur. Ahlatşahlar, sanat ve mimaride büyük bir gelişme göstermişlerdir. Ahlatlı ustalar Ahlat'la birlikte bütün Anadolu'ya değerli eserler kazandırmıştır. Selçuklu dönemi eserleri arasında yer alan Divriği Ulu Camii, Alâeddin Camii, Tercan Mama Hatun Türbe ve Kervansarayı, "Hacı Ahlati", "Harzemşah el-Ahlatî" gibi adı bilinen ünlü Türk mimarlarının eserleridir. Ahlat mezar taşları Türk taş işçiliğinin birçok örneğine sahiptir. Ahlat ve Bitlis arasında II. Sökmen'in eşi Şahbanu tarafından yaptırılan köprü, yollar ve büyük han sayesinde bu bölge döneminde, uluslararası ticaret yolu niteliği kazanmıştır. Önceleri Azerbaycan'ın çeşitli kasaba ve şehirlerindeki Türkmen esnaf ve sanatkarları arasında doğan Ahilik, Ahlatşahlar döneminde örgüt ve hiyerarşi kazanmış ve Anadolu'ya yayılmıştır. Ahi Evran adıyla ünlenen Nasırettin Mahmut, o dönemde Ahlatşahlar'a bağlı olan Hoy bölgesinde 1171'de doğmuştur. Danışık, Zara Danışık, Sivas ilinin Zara ilçesine bağlı bir köydür. Köyün adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Köyün gelenek, görenek ve yemekleri: --Babuko—Madımak çorbası—Ayran çorbası—Bişi—Ekmek aşı Sivas il merkezine 100 Km., Zara ilçesine 30 Km. uzaklıktadır. Rakımı 1.699 metre olan köyün komşu köyleri Korkut, Sorgun, Kelhasan, Kızılkale ve Girit köyleridir. Bölgedeki çiçekler ve bitkiler arıcılar için önemli bir kaynaktır. Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Köyün nüfusu şehirlere ve yurtdışına yapılan göçler sonucunda 2 haneye düşmüştür. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamakta, taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Modus operandi Modus operandi (çoğulu modi operandi), bir kimsenin çalışma yöntemi veya alışkanlığını tanımlamakta kullanılan Latince bir deyim. Kriminoloji ve kriminalistik terminolojisinde, "vakanın oluş şekli" veya "failin yöntemi" anlamlarına gelir. Failin psikolojisiyle ilgili ipuçları elde etmek için oluşturulan suç profilinde de kullanılmaktadır. Çöğür Çöğür, bir çalgı türü. Günümüzde "kısa sap" olarak anılan, 36 ilâ 42 tekne ölçüleri arasında değişen ve yukarıdan aşağıya la-sol-re düzeni ile çalınan bağlamanın, bağlama ailesi içindeki adı. Çöğürün tanımı ile ilgili süregelen tartışmalar vardır. Bir tanıma göre çöğür, bağlama ailesinin en kıdemli çalgılarından sayılır. Divan sazı'na yakın büyüklükte, 9 ya da 6 tellidir. Çöğürle seslendirilen dinsel eserler, âyin havaları, semai, nefes gibi tasavvuf müziği eserleri, etkileyici bir hava yaratır. Bir diğer yaklaşıma göre ise, çöğür belli bir sazın adı değildir. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, çeşitli sazlara çöğür denildiği öne sürülmektedir. Güneyde (Adana, Mersin, Kahramanmaraş, Urfa, Diyarbakır) bozuk’a, on iki telli aşık sazlarına çöğür denilmektedir.Daha çok alevi türkülerinde ve deyişlerinde kullanılır. Senato Senato, bazı ülkelerde yasama organının bir parçası olarak görev yapan kurumdur. Senatolar genellikle çift meclisli ülkelerde bulunur ve daha yüksek düzeyde olan meclise verilen isimdir. Senatoların asil üyelerine Senatör denir. Dünya tarihindeki ilk senato Roma'da M.Ö. 8. yüzyılda kuruldu ve M.S. 6. yüzyıla kadar devam etti. Ayrıca Bizans İmparatorluğu da Doğu Roma İmparatorluğu olarak M.S. 4. yüzyıldan başlayarak 13. yüzyılda 4. Haçlı Seferinin İstanbul'u işgal etmesine kadar senato kurumunu devam ettirdi. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya başta olmak üzere birçok ülkede senatolar yasama kurumunun bir parçası olarak görev yapmaktadırlar. Türkiye'nin öncül devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'nda 1876 Anayasası ile Ayan Meclisi adıyla bir senato kurulmuş ve 1920 yılına kadar çeşitli aralarla görevini sürdürmüştür. Türkiye'de 1961-1980 yılları arasında çift meclisli sistem yürürlükteydi ve TBMM, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olmak üzere iki m
eclisten oluşuyordu. 1980 yılından sonra i tekrar tek meclisli sisteme geri dönüldü ve senato kurumu 19 yıllık bir çalışma süresinden sonra Türkiye'de yürürlükten kalktı. 7 Haziran 2008 tarihinde Meclis Başkanı Köksal Toptan yeniden senato sistemine dönülmesi için bir önerge yayınladı. Cumhuriyet Senatosu (Türkiye) Cumhuriyet Senatosu ya da eskiden yaygın bir şekilde kullanılan adıyla Okumuşlar Meclisi, Türkiye'de 1961-1980 yılları arasında çift meclisli sistem yürürlükteyken TBMM'nin üst meclisini oluşturan yasama organı. Alt meclis ise Millet Meclisiydi. Tabii üyeler dışında Cumhuriyet Senatosuna aday olabilmek için 40 yaşını doldurmuş olmak ve yüksek öğrenim yapmış olmak gerekiyordu. Hükümet, Cumhuriyet Senatosuna karşı değil, Millet Meclisine karşı sorumluydu. Güven oylaması sadece Millet Meclisinde yapılıyordu. Cumhuriyet Senatosunun gensorusuyla hükümeti düşürme yetkisi yoktu. 1980 yılından sonra tekrar tek meclisli sisteme geri dönüldü ve senato kurumu 19 yıllık bir çalışma süresinden sonra Türkiye'de yürürlükten kalktı. 1961 anayasası'nda göre Cumhuriyet Senatosu üç çeşit üyeden oluşuyordu. Birinci grup üyelerin görev süresi altı yıldı. Ancak seçimler 2 yılda bir yapılıyordu ve her seçimde üyelerinin sadece üçte biri yenileniyordu. 1961 anayasası'nın geçici 10.Maddesine göre 1961 seçimlerinden iki yıl sonra yapılacak seçimlerle yenilenecek üyeler ile dört yıl sonra yapılacak seçimle yenilenecek olan üyeler ad çekilerek belirlenmiştir. Böylece A, B ve C grubu olmak üzere 3 grup oluşmuştur. İkinci grup üyelerin görev süresi de altı yıldı. Üçüncü grup üyeleri ise ömür boyu görev yapıyorlardı. Memet ile Memo Memet ile Memo, Necdet Şen'in "Joker" dergisinde yazıp çizdiği ve "devletin güvenlik kuvvetlerine ve orduya hakaret ettiği" suçlamasıyla 2. Ağır Ceza'da yargılanmasına yol açan siyasi çizgi roman. Çizgi romanda, üniversiteyi kazanamadığı için askere alınan İstanbullu Memet ile askerlik celbini aldığı halde yaşlı ve hasta anasını bırakıp birliğine teslim olamayan ve daha sonra bölgede yasadışı infazlar gerçekleştiren bir tim tarafından mimlendiği için dağa çıkmak zorunda kalan Kürt Memo'nun birbirine paralel olarak gelişen öyküleri anlatılır. Çizgi romanın en dramatik bölümü, Memet ile Memo'nun bir karakol baskını sonrasında dağda karşı karşıya kaldıkları sahnedir. Bu bölüm, daha sonra sinema yönetmeni Reis Çelik'in yönettiği "Işıklar Sönmesin" filmine de ilham kayağı oldu. Maynard James Keenan Maynard James Keenan (d. 17 Nisan 1964), Amerikalı müzisyen. Tool, A Perfect Circle ve Puscifer gruplarının üyesidir. James Herbert Keenan ismiyle 17 Nisan 1964'te Ravenna, Ohio'da doğdu. 1982'de orduya katıldı ve 1983'ten 1984'e kadar Amerika Birleşik Devletleri Askeri Akademisi'nde öğrenim gördü. Askerliği bırakarak sanat okumak için Grand Rapids, Michigan'daki Kendall Sanat ve Tasarım Okulu'na başladı. 1988'de iç tasarım üzerine çalışmak için Los Angeles'e taşındı. Keenan, Los Angeles'e taşındıktan sonra gitarist Adam Jones ile tanıştı; bas gitarist Paul d'Amour ile baterist Danny Carey'i de aralarına alarak Tool'u kurdular. Tool, ilk çalışması olan "Opiate" adlı EP'yi Kasım 1991'de çıkarttı. Ardından Fishbone ve Rage Against the Machine ile turneye çıktılar. Turnede Keenan, Billy Howerdel ile tanıştı. 1996'da "Ænima"'nın kayıdı sırasında Howerdel, Keenan'a şarkılarından bazılarını çaldı. Keenan etkilenmişti fakat 1999 yılında A Perfect Circle'ı kurana kadar herhangi bir ortak çalışma fırsatı bulamadılar. Tool, 1993 tarihli albümleri "Undertow" ile üne kavuştu. Volcano Records (önceden Zoo Records) ile aralarında uzun süre devam eden kavga ve mahkemeler yüzünden grup bir süre ara vermek istedi. Bu sırada Keenan, Howerdel ile çalışma fırsatı buldu ve 1999'da sahneye çıkmaya başlayan A Perfect Circle'ı kurdular. A Perfect Circle ilk albümünü 2000'de çıkarttı. Keenan hâlâ hem A Perfect Circle hem de Tool gruplarının vokalistidir. Şubat 2005'te Güney Asya depremindeki tsunamiden zarar görenler yararına Seattle'de yapılmış bir yardım konserinde Keenan sürpriz vokalist olarak çıktı. Maynard James Keenan ilk iki projesi olan A Perfect Circle ve Tool'un çalışmalarına bir süre ara vermiştir. 2007 yılında Puscifer ile ""V" is for Vagina" albümünü çıkarmıştır. Evli olmayan Keenan'ın Devo isminde bir oğlu vardır. Jennifer Fergusson ile nişanlanmış olsa da evlenmeden ayrılmıştır. Keenan, A Perfect Circle'ın "Brena" isimli şarkısında Jennifer Fergusson'ın orta ismini, bir başka şarkısında da annesinin ismi olan "Judith"'i kullanmıştır. Marie Judith Keenan'ın 60 yaşındayken hayatını kaybetmesi üzerine Tool'un "10,000 Days" albümündeki "Wings For Marie" isimli şarkı onun ölümü üzerine yazılmıştır. Maynard James Keenan, Jerome, Arizona'da şarapçılık da yapmaktadır. Caduceus Cellars and Merkin Vineyards şarap üretim tesislerinin sahibidir. Keenan toplumdan bir nevi izole olmuş olması ve halk üzerindeki imajını kontrol etmesi ile ünlüdür. Ayrıca Keenan rock yıldızlarına neredeyse tapılıyormuş tarzı bir tutum sergilenmesinden de nefret etmekle beraber bazı zamanlar üzerine Jesus H. Christ adı basılmış olan iş kartları taşımak durumunda kalmıştır. Sıklıkla kendini takip eden hayranlarla uğraşmak durumunda kalan Keenan, hayranlarının mülküne izinsiz girmesini engellemek için paintball silahı kullanmıştır. Brezilya Jiujitsusu da Keenan'ın uğraşlarından biri olmakla beraber, bu savaş sanatının en önemli temsilcilerinden olan Rickson Gracie tarafından eğitim görmüştür. New York (eyalet) "Bu makale, New York eyaleti ile ilgilidir. Aynı adlı şehir için: New York ." New York, ABD'nin Orta Atlantik ve Kuzeydoğu bölgesinde bulunan eyaletlerinden birisidir. Başkenti Albany, en büyük şehri New York Şehri'dir. 62 vilayeti ile, ülkenin nüfusu en yüksek üçüncü eyaletidir. Vermont, Massachusetts, Connecticut, New Jersey ve Pennsylvania ile karadan, Rhode Island ile de sudan komşudur. Ayrıca Kanada'nın Quebec ve Ontario bölgelerine uluslararası sınırı vardır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en büyük şehir olan, ülkenin finans kültür ulaşım ve üretim merkezi New York Şehri burada bulunmaktadır. Apalaş Dağları devamı olan Adirondack Dağları ve Catskill Dağları ile bilinmektedir. New York nüfusunun %40'ından fazlası Katolik, %30'u Protestan, %5'i Yahudi, %3.5'i Müslüman ve %1'i Budist iken % 13'ü ise herhangi bir dine mensup değildir. Protestan nüfusunun hemen hemen yarısı Amerikan Methodist Kilisesine bağlıdır. Amerikan Baptist Kilisesine resmen bağlı protestan sayısı 203.495 kişi olarak açıklanmıştiı. Ayrica Amerikan Müslümanlar Derneğine ait Fatih Camiinin bulunur. Bunun yanında her dinden ibadethaneler önceden izin alınmaksızın inşa edilebilir. Metropolitan alanlar: En küçük şehir: Sherrill, New York (Oneida County). Başkent: Albany. En büyük belediye: Town of Hempstead. Romen Diyojen IV. Romanos (, Romanos V Diogenis) ya da Türkçe kaynaklardaki yaygın adıyla Romen Diyojen, 1068 ile 1071 arasında hüküm süren Bizans Roman imparatorudur. Romanos Diogenes Bizans devleti içinde çok iyi tanınmış ve yüksek siyasal gücü olan Kapadokyalı "Diogenii" ailesinin mensubudur ve babasının adı Konstantinos Diogenesdir. Romanos Diogenes Bizans ordusunda yüksek rütbelere yükselmiş ve 1067 yılında Bizans İmparatoru X. Konstantinos Dukas'ın oğullarını imparatorluk tahtından indirmek için hazırladığı bir komplo nedeni ile idama mahkûm edilmiştir. İdam infazını hapiste beklerken Bizans'ta gerçek iktidar sahibi olan taht naibi Eudokia'nın ilgisini çekmiş ve onun huzuruna çağrılmıştır. Eudokia, ondan çok etkilenip ve onu affederek 1 Ocak 1068 tarihinde onunla evlenmiştir. Bu evlilikle IV. Romanos Diogenes olarak, VII Mikhail ile beraber ortak İmparator olmuştur. "IV. Romanos Diogenes" tahta geçtikten sonra "Bizans İmparatorluğu"nun doğusundaki ortaya çıkan durumla ilgilenmiştir. Doğu Anadolu'ya giren Selçuklu ordularına karşı başarılı üç askerî sefer düzenlemiştir. 1068-69'daki son seferi ile Selçuk ordularını Fırat Nehri'nin doğusuna püskürtmeyi başarmıştır. 1071'de "IV. Romanos" Selçuk Sultanı Alp Arslan'ın Mısır'a sefere çıkışını fırsat bilerek yeni bir sefere hazırlanmıştır. Bu sefere çıkan Bizans ordusu Anadolu içinden ilerleyip, Doğu Anadolu'da yakın savaşa girişmeyen Selçuklu öncü birlikleri tarafından meşgul edilmiş, Bizans arazilerinin çok dışında kalan Selçuklular elinde bulunan önemli bir kale olan Malazgirt kalesine yönlendirilmiştir. Selçuk Sultanı Alp Arslan Haberdar olmuş ve ordusunu Anadolu önlerine doğru hareket ettirmiştir. Dağınık şekilde ilerleyen Bizans ordusu, bu mevkide savaş düzeninde bekleyen Selçuk Sultanı Alp Arslan idaresindeki ana Selçuk güçleri ile karşı karşıya gelmiştir. Bizans kuvvetleri sayıca güçlü olmakla beraber (70.000 mevcutlu), Balkanlar'dan ve Anadolu'dan toplanan birçok paralı asker kapsadığı için iyi eğitimli olmayan ve kumanda ve kontrolü birleşiklikten uzak bir ordu idi. Ayrıca ileri yürüyüşte, ordu dağınıklık göstermiştir. Her iki orduda yorgun durumda olup tam güç ile savaşa girememiştir. Malazgirt Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1071'de iki ordunun savaşa girişmesi ile başlamıştır. Bizans yazarlarına göre, savaşın sonucunda Oğuz, Peçinek ve diğer Türk asıllı Bizans paralı askerlerinin karşılarında Türkleri görünce Bizans ordusunu terk etmeleri önemli rol oynamıştır. Savaş Bizans ordusu aleyhine gelişmiş, IV. Romanos ve Bizans merkez birlikleri merkezde hücumla ilerlemiş, fakat Bizans ordusundan büyük bir kısmından ayrılmış ve Selçuk birlikleri tarafından kuşatılmıştır. Zaten eksik ve aksak eğitimli olan ve kumanda ve kontroldan yoksun olan Bizans ordusunun kalan kısmı komuta alamadan ve Selçuk ordusunun baskına dayanamayarak dağınık bir halde geri çekilmeye başlamış ve çok geçmeden bu bir bozguna dönmüştür. Böylece Bizans ordusu sadece büyük bir yenilgiye uğramakla kalmamış; merkezde kuşatılıp tecrid edilen İmparator IV. Romanos Selçuklular tarafından esir alınmıştır. Sultan Alp Arslan önce önüne getirilen pejmürde kılıklı, toztoprak kaplı, yorgun argın ki
şinin Bizans İmparatoru olduğuna inanamamıştır. Ama sonra, zamanın tarihçilerinin hepsinin üzerinde anlaştığı gibi, Selçuk Sultanı esiri Bizans Imparatoru'nu çok büyük bir nezaketle karşılamış ve İmparator'un Selçuklu karargahında 8 günlük kalması sırasında ona tek sert bir söz söylememiştir. Sonra imzalanan bir barış anlaşması ve miktar üzerinde pazarlıktan sonra anlaşmaya varılan bir salıverme tanzimatı ve yıllık vergi verme sözü alındıktan sonra IV. Romanos Konstantinopolis'e gitmek üzere serbest bırakılmıştır. Salıverme tanzimatının 1.500.000 Bizans altını ve yıllık verginin 360.000 Bizans altını olması üzerine anlaşma yapılmıştır. Malazgirt Savaşında Bizans ordusunun ihtiyatlarının komutanı ve IV. Romanos'un rakiplerinden olan Andronikos Dukas zayiat vermeden savaş alanından ayrılmış ve ordusu ile hemen Konstantinopolis'e dönmüştür. IV. Romanos'a muhalif olanların başı olarak Sezar unvanı taşıyan İoannis Dukas ile birlikte yenilgiden menfaat temin etmek için bir plan uygulamaya başlamışlardır. İoannis Dukas ve yüksek saray memuru Mihail Psellos hemen taht naibi olan Eudokia'yı bir manastıra kapatmışlar; Eudokia'nın X. Konstantinos Dukas'dan olan oğlu ve İoannis Dukas'ın yeğeni olan VII. Mihail'i kıdemli imparator ilan etmişler ve VII. Mihail'i inandırıp IV. Romanos'un tahttan indirildiğinin ilanını sağlamışlardır. IV. Romanos ise geri dönmekte iken Anadolu'ya dağılmış ordunun kalanlarından derme çatma bir ordu düzenlemiş ve kendisini tahttan indirenlerin ordularına karşı iki savaş yapmıştır. Birincisi Sezar İoannis Dukas'ın en genç oğlu Konstantinos Dukas idaresinde ordulara karşı Dokeia'ta yapılmıştir. Bu savaşta yenilen IV. Romanos kaçıp Adana yakınlarında bir ufak kaleye sığınmıştır. Takip eden ordu daha kıdemli Andronikos Dukas emrine verilmiştir. Kuşatılan kaleden IV. Romanos bazı şartlarla Andronikos Dukas'a teslim olmuş ve esaret şartlarının ağır olmayacağı hakkında bir anlaşma imzalanmıştır. IV. Romanos özel giysiler ve saç kesimi ile hemen keşiş yapılmıştır. Anlaşmaya rağmen 600 kilometre kadar katır sırtında Adana'dan Cotiaecum (Kütahya)'ya kadar götürülmüştür. Oradan da Konstantinopolis'e getirilen IV. Romanos, 29 Haziran 1072'de gözlerine mil çekilip Proti adasında (Kınalıada)'da manastıra sürgüne gönderilmiştir. Kör edilme operasyonu o kadar acımasız ve acemice yapılmıştır ki IV. Romanos Diogenes sürgünde bulunduğu birkaç günden sonra yaraları ve sonradan ortaya çıkan enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybetmiştir. IV. Romanos Diogenes ile Bulgar Çarı İvan Vladislav'ın torunu ve Bulgar Çarı Alusian'in kızı olan Anna'nın ismi bilinen tek oğulları vardır: İmparatoriçe Eudokia Makrembolitissa ile IV. Romanos Diogenes'in evliliğinden çocukları şunlardır: I. Süleyman Şah Kutalmışoğlu Süleyman Şah veya kısaca Kutalmışoğlu (Arap alfabesiyle: سليمان بن قتلمش ("Süleyman bin Kutalmış")) (d. ? - ö. 4 Haziran 1086), Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusudur. Selçuk Bey'in oğlu Arslan Yabgu'nun torunudur. Babası Kutalmış Bey'dir. Kutalmışoğlu Süleyman Şah'in babası Kutalmış, Selçuk Sultanı Tuğrul Bey ile Çağrı Bey'in amcaoğluydu. Kutalmış önce Tuğrul Bey'e karşı isyan etmiş ; sonra Büyük Selçuklu Sultanlığı tahtına geçen Alparslan'ın sultanlığını kabul etmemiş ve onun ile başarısız bir çatışmaya girişmişti. Kutalmış 1064'te ölünce (Süleyman Şah dahil) dört oğlu o zamanlar Büyük Selçuk Sultanlığı sınırları dışında kalan fakat göçebe Türkmen boylarının yerleşmeye başladıkları bir bölge olan Anadolu'da Toros Dağları yöresine kaçmışlar ve Anadolu'ya yeni gelip yerleşen Türkmen boyları arasında yaşamaya başlamışlardır. Burada da Alparslan'in devamlı baskısı altında kalmışlar ve Alparslan'in zaman zaman akıncı birlikleri göndererek tahtını tehdit edebilecek olan kardeşleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Dört kardeşten en son Süleyman Şah hayatta kalmıştır. Alparslan'ın 1071 Malazgirt Savaşı galibiyetinden sonra giderek daha çok sayıda Türkmen göçmen boyları Anadolu'ya girip yerleşmeye başlamış ve Süleyman Şah bu Türkmenlerin liderliğini ele geçirmeyi başarmıştır. 1073'te Kutalmışoğlu Süleyman Şah Büyük Selçuklu devleti hükümdarı Melikşah tarafından Büyük Selçuk Sultanlığı'na bağımlı Sultan-ı Rum (yani Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarı) olarak tayin edilmiştir. Bizans sınırlarında idaresini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Bizans'lılarla bazen savaş yaparak bazen Bizans isyancılarına yardım ederek hükmü altındaki toprakların sınırlarını büyütmeyi başarmıştır. 1075'te Bizans İmparatorluğu'nun Anadolu'da bulunan önemli şehirlerinden İznik (Nicaea) ile İzmit (Nicomedia)'i eline geçirmiş ve Güney Marmara bölgesine tamamen hakim olmuştur. Ayrıca Çanakkale boğazından geçen gemilerden vergi almaya başlamıştır. 1077'de ülkesinin özerkliğini ilan edip İznik merkezli bağımsız bir devlet olarak Türkiye Selçuklu Devleti'ni kurmuştur. 1078'de Süleyman Şah Bizans İmparatoru VII. Mihail ile Bizans tahtını eline geçirmek üzere isyan eden "Anatolikon Theması" vali generali ("Stratigos") Nikiforos Botaneiates'e karşı askerî yardım anlaşması yapmıştır. Fakat Süleyman Şah ordusu ile İznik ile Kütahya arasında "Nikeforus Botaeiates" ile karşılaşınca asi generalin sağladığı daha uygun şartlar nedeniyle taraf değiştirip "Nikiforos Botaeiates"a askeri yardım sağlamış ve onun III. Nikiforos ismi ile Bizans İmparatoru olmasına önayak olmuştur. Bu yardım dolayısıyla Bizanslılar göçmen Türkmenlerin Anadolu'da da Boğaz kıyılarına kadar gelip yerleşmelerini kabul etmişlerdir. 1080'de ise Süleyman Şah bir diğer Bizans tahtına geçmek isteyen, bu sefer başarısız, isyancıya ("Nikiforos Melissenos")'a yardım etmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti'nin hızlı bir biçimde büyümesinden çekinen Bizans İmparatorluğu, (Balkanlardaki karışıklığın etkisiyle de) Türkiye Selçuklu Devleti ile bir antlaşma yapmış ve bu antlaşmaya göre Bizans, Türkiye Selçuklu Devleti'ne yıllık tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Süleyman Şah Bizans ile yaptığı bu antlaşma sonucu batı sınırını güvenceye almıştır . Yakın akrabası ve veziri Ebu'l-Kasım'ı İznik'te idareci olarak bırakan Süleyman Şah, doğu sınırlarını genişletme planları ile 1084'te Çukurova (Kilikya)'ya (ve belki de Suriye üzerine) bir sefere çıkmıştır. Bu sefer sonucu Tarsus, Adana ve Antakya'yı devletinin sınırlarına katmıştır. Fakat İran merkezli Büyük Selçuklu devletinin Suriye'de Melik (kral) unvanını taşıyan Melikşah'ın kardeşi ve Sultan Alpaslan'ın oğlu olan Said Tacüldevle Tutuş bu seferin kendi egemenliği altında olan Suriye üzerine yöneleceğini kuşkusuyla, Süleyman Şah'a karşı çıkmıştır. Her ikisi de Selçuklu hanedanından olan ve Büyük Selçuklu Devleti'ne ismen bağımlı bu iki taraf arasındaki askeri çekişmeye bu devletin başkenti İsfahan'da bulunan Sultan Melikşah'in bir bağlantısı olup olmadığı daha belgelenmemiştir. Ama bazı tarihçiler Tutuş'un Sultan Melikşah emirleriyle hareket ettiğini bildirmektedirler. Gerçekten Süleyman Şah Antakya'yı ele geçirdikten sonra bütün Suriye'ye sahip olma amacıyla Halep'i kuşatmıştır. Halep emiri olan İbn-i Huteyti, Tutuş'tan yardım istemiş; Tutuş yanına Selçukluların yetenekli kumandanlarından (Artuklu Beyliği'nin kurucusu) Artuk Bey'i alarak 4 Haziran 1086 tarihinde Halep yakınlarında Ayn Seylem Savaşı'nda Süleyman Şah'la karşılaşmıştır. Süleyman Şah bu savaşta mağlup düşerek yaşamını kaybetmiştir. Süleyman Şah'ın ölümünden sonra, Süleyman Şah'ın oğulları, Kılıçarslan ve Kulan Arslan, esir olarak Büyük Selçuk Sultanı Melikşah'ın başkenti olan İsfehan'a gönderilmiştir. Bu gerçek Süleyman Şah ile Tutuş arasındaki askeri çatışmaya Melikşah'in bir katkısı olduğuna bir ipucu olarak yorumlanmaktadır. Türkiye Selçuklu Devleti bu nedenle 1086-1092 yılları arasında hükümdarsız geçen bir "fetret dönemi" yaşamış; ve ülkeyi vezir Ebu'l-Kasım yönetmeye çalışmıştır. 1092'de Melikşah'ın ölümü üzerine serbest bırakılan I. Kılıçarslan Anadolu'ya gelerek devletin başına geçmiştir. Lale Lale ("Tulipa") (Farsça : لاله), zambakgiller (Liliaceae) familyasından "Tulipa" cinsini oluşturan güzel çiçekleri ile süs bitkisi olarak yetiştirilen, soğanlı, çok yıllık otsu bitki türlerinin ortak adı. Anavatanı Pamir, Hindukuş ve Tanrı dağlarıdır. Türkler göçleri esnasında bu bitkinin soğanlarını Anadolu'ya getirmiştir. 1500'lü yıllarda Avrupa'ya Anadolu'dan giden lale özellikle Hollanda'da çok yaygındır. Soğanlarının üzerinde zarımsı bir örtü bulunur. Etli ve yeşil 2-8 yaprağı vardır. Çiçekler, saplar ucunda çoğunlukla bir, bazen ikidir.Kırmızı, sarı ve ara tonlarda renklere sahiptir. 16'ncı yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hollanda Kralı'na gönderilen laleler, ilk başta Hollandalılar'ı ve kısa zaman içerisinde tüm Avrupalılar'ı hayranlık içinde bırakmışlardır. Böylece günümüze kadar dünya'nın en fazla lale üreten ülkesi Hollanda olmuştur. Lale özellikle doğu kültür ve mitolojilerinde özel bir yere sahiptir. Edebi eserlerde sıkça kullanılmasının yanı sıra mitolojilerde de lalenin ortaya çıkışına dair farklı ve çok çeşitli hikâyeler bulunmaktadır. Bunların en ünlüsü ve özellikle doğu edebiyatında en sık kullanılanı Pers mitolojisindeki lalenin kökeni söylencesidir. Bu söylenceye göre yaprağın üstündeki bir çiğ tanesine yıldırım düşmüş, böylece çiğ tanesi ve yaprak alev almıştır. Daha sonra donarlar ve lale meydana gelir. Bu hikâyeden yola çıkarak, lale çiçeğinin ortasındaki koyuluğun bu yanma işleminin sonucu olduğuna inanılırdı. Bahçıvanlıkta laleler, çiçek morfolojilerine ve bitki boyutlarına göre 15 gruba ayrılır. Çiçeklenme zamanına göre sınıflandırılması da şöyledir: Vajra Vajra, Sanskritçe "şimşek" ve "elmas" anlamlarına gelen ve hem Hinduizm hem de Budizm için önemli bir sembolün adıdır. Tibetçe'deki karşılığı dorje`dir ki bu Tibet ve Butan'da sıklıkla kullanılan bir erkek ismidir. Ayrıca, "dorje" Tibetli lamalar tarafından ayinler sırasında sağ elde tutulan küçük sembolik bir asayı ifade etmek için de kullanılır. Hint mitolojisinde vajra Tanrılar'ın Kralı İndra tarafından tutulan şimşek şeklinde bir silahtır. Yunan mitolojisinde Zeus'un taşıdığı yıldır
ım benzeri olarak kabul edilebilir, en azından doğal yıldırım fenomenini temsil etmesi açısından. Budizm'de vajra, Budizmin üç ana dalından biri olan Vajrayana'nın sembolüdür. Gipsy Kings Gipsy Kings, Rumba-flamenko tarzı müzikleriyle tanınan, İspanyol Çingenelerinden oluşan müzik grubu. Washington (eyalet) Vaşington (Washington) () Amerika Birleşik Devletleri'nin eyaletlerinden birisidir. Eyalet, Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Okyanus kıyısındaki eyaletlerinin en kuzeyde olanıdır. Eyalet, Seattle, Spokane gibi ABD'nin sayılı büyük şehirlerini barındırır. Eyaletin kuzey sınırları Kanada'ya komşudur. Bölgedeki dağlık alanlarda iğne yapraklı ormanlar hakimdir. Ancak nehirlerdeki vadilere inildikçe bitki örtüsünde küçük değişiklikler görülür. Seattle şehrinin Büyük Okyanus'ta liman oluşturduğu bölge, dünyanın en güvenilir limanlarından biridir. Washington eyaletinde yıllık hava ısısı doğudan batıya değişkenlik göstermektedir. Batıdaki dağlık alanlar ve kıyılarda Okyanus iklimi hakimken, eyaletin doğusunda ise karasal iklim görülmektedir. Eyaletin hemen hemen tümü iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır. Bölgedeki dağlık alanlarda hava yıl boyunca 10C derecenin altındadır. Ancak düșük rakımlı düzlüklerde hava ılımanlaşır ve yoğun yağış ve sis görülmeye başlar. Tarım yapmaya uygun alan miktarı, diğer komşu eyaletlere göre daha azdır. Eyalette büyük dağ sıraları yer almaktadır. Tüm Amerika kıtasının batısında sıralanan dağ sıraları üzerlerinde bu eyalette yer yer yüksek zirveler bulunmaktadır. Eyalette ABD'nin en uzun nehirlerinden Kolumbiya Nehri yer almaktadır. Bu nehir çoğu yerde akaçlanarak ve başka nehirlerden dallar alarak Büyük Okyanus'a dökülmektedir. Nehir boyunca ekonomik faaliyetler ve nüfus belirgin bir rol oymaktadır. US Census Bürosu 1 Temmuz 2016 nüfus tahminlerine göre Washington eyaletinin nüfusu 7,288,000 kişi olarak tahmin edilmiştir. Bu tahmin nüfus en son 2010 Nüfus Sayımı sonucuna kıyasla eyalet nüfusunun %8.4 arttığına işaret etmektedir. 2015'de bu eyalet ABDde toplam nüfus sayısına göre 14. sırada; Mississipi Nehri batısında bulunan eyaletler arasında (Kaliforniya ve Teksas'dan sonra) 3. sırada kalabalık nüfusa sahiptir. ABD'nin "Pasifik Kuzeydoğu Bölgesi" eyaletleri arasında nüfus bakımından 1. şiardadır. En son 1 Nisan 2017 için nüfus tahmine göre eyalet nüfusu 7,310,300 kişidir. Washington eyaletinin uzun vadeli nüfus gelişmesi sağ yanda verilen listede gösterilen 10 yıllık nüfus sayımlarının incelenmesinden görülebilmektedir. Washington eyaletinde, 2010 Nüfus Sayımı itibarıyla, nüfusun yaş sınıflaması şöyledir: Washington eyaletinde, 2010 Nüfus Sayımına göre, yaşayan nüfusun %49.8'i erkek ve %50.2 oranı kadındır. Washington eyaletindeki nüfusun, 2010 Nüfus Sayımı verilerine göre, ırksal sınıflaması şöyledir: Washington eyaletindenki nüfusunun (2014 verilerine göre) şu büyük dini eğilimleri vardır: 2014 yılı verilerine göre Washington eyaleti "toplam gayrisafi eyalet hasılası $425.017 milyar idi Gayrisafi eyalet harcamasına göre Washington eyaleti, ABD eyaletleri sıralamasında 14. yeri almakta idi. Washington eyalatinde (2015 itibarıyla) kişisel evhalkı medyan geliri yılda $67,243 olarak tahmin edilmektedir. ABD eyaletleri arasında kişisel medyan geliere göre yapılan bir sıralamaya göre Washington eyaleti 9. sıradadır. Washington eyaletinde merkezli olan şu önemli sanayi üretim şirketleri ve bunların üretim merkezleri bulunmaktadır. Bunların başında uçak tasarım ve üretimi (Boeing); otomativ sanayi (Paccar); bilgisayar software geliştirilmesi (Microsoft, Bungie, Amazon, Nintendo Amerika, Valve Corp., AreaNet), telekom (T-Mobile ABD), elektronik, biyoteknoloji, alüminyum üretimi, kereste ve tahtadan ürünler (Wayerhauser), madencilik, meşrubat ve içecekler (Starbucks, Jones Soda), emlakcılık (John L. Scott, Colliers International, Windermere Real Estate, Kidder Mathews), perkande satış (Nordström, Eddie Bauer, Car Toys, Costco, R.E.İ.) ve tourzm (Alaska Airlines, Expedia). Eyalette Microsoft'un ana kampüsü yer almaktadır. Amerika Fortune dergisinin hazırladığı bir ankete göre "ABD'de Çok Beğenilen 20 Şirket" arasında 4 tanesinin (Amazon, Starbucks, Microsoft, Costco) merkezleri Washington eyaletinde bulunmaktadır. Washington eyaletinde eyalet içinden geçen nehir ve akarsular kullanılarak büyük ölçekte hidroelektrik enerji üretilmektedir. Eyaletin enerji kullanımının %80ı eyalette üretilen hidroelektrik enerjiden oluşmaktadır. Washington eyaleti ABD içinde önemli bir tarım eyaketidir. 2013 federal USDA Millî Tarım İstatistikleri Servisi'nin resmi verilerine göre, Washington eyaleti tarımsal hasılasının değeri $10.2 milaya olmuştur, ABD'de üretilen tarım ürunları arasında Washington eyaletinin birinci üretici olduğu ürünler arasında şunlar kayda değmnektedir: kırmızı frambuaz (ABD üretiminin %97si); şerbetçi otu (%79.2) ; naneyağı (%72.9); bezelye (%60); elma (%57); kiraz (%50.9); armut (%49.5); taze yemelik Concord üzümü (%36.5); dondurulma veya konserve yapmak için havuç (%36,5). Washington eyaletinde yetiştirilen üzümkerden yapılan şaraplar ve şarapçılık sanayi alanında bu eyaletde bu sektörde 600 tane şarap üretim tesisinin bulunması ile ABD'de Kaliforniya eyaletinden sonra ikinci sırayı almasına ve dünya şarapçılık sanayi içinde önemli bir yer almasına neden olmuştur. Eyaletin genelinde tarıma bağlı sanayiler gelişmiştir. Eyalettte gayet önemli tarıma bağlı sanayi kolu ormancılıktır. Seattle ve çevresinde tarıma bağlı sanayiler olarak kâgit, kereste, mobilya, deniz ürünleri, gemi sanayi gibi farklı iş alanları mevcuttur. Eyalette tarım ve hayvancılık, coğrafi yapı nedeniyle oldukça gerilerde olduğundan, bölgedeki köyler ya çok büyüktür ya da çok seyrektir. Eyalette nüfus büyük şehirlere toplanmıştır. Eyaletdeki en büyük 3 şehir Seattle, Spokane ve Tacoma'dır. En çok nüfusu olan şehirleri aşığaki gibidir. İbrahim Kaypakkaya İbrahim Kaypakkaya (d. 1948, Karakaya, Sungurlu, Çorum - ö. 18 Mayıs 1973, Diyarbakır), Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist'in kurucusu olan devrimci. Fikirlerini benimseyenler arasında kimi zaman İbo olarak anılır. TKP/ML içerisindeki kod adı Hamza'dır. 1949 yılında Çorum'un Sungurlu ilçesinin Karakaya Köyü'nde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na girdi. Öğretmen Okulunun ardından İstanbul'daki Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi - Fizik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968'de Çapa Fikir Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü'nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo'ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968'de okuldan atıldı. FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada Millî Demokratik Devrim (MDD) tezini savunan kesimde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul'daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek'in başını çektiği PDA kanadında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDA ile yolları ayrıldı. Doğu Perinçek ve çevresinin saptırımcı (revizyonist) ve fırsatçı (oportunist) olduklarını iddia eden Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP/ML TİKKO'yu kurdu. TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştığı Tunceli bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973'de Tunceli/Merkez ilçesi Gökçek köyündeki Vartinik mezrasında bir kömde kaldıkları sırada nöbet tutan arkadaşlarının uyuya kalması sonucu etrafın kolluk güçleri tarafından sarıldığını fark edemezler. Yıldız, kaçarken askerlere kendi yaptıkları Çin Yapısı tipi bombadan atar, ama bomba 10-15 metre önlerine düşer. Kaçarken Yıldız bir kurşun isabet eder ve yere düşer. Aynı anda Kaypakkaya'da boynundan saçma kurşunlarıyla vurulup yere düşer. Jandarmalar gelince ölü numarası yapar. Üstünden Haydar Mecit yazılı bir kimlik çıkması üzerine Fehmi Altınbilek diğerlerinin peşine düşer. Askerler gittikten sonra Kaypakkaya kaçar. Zayıf düşmesi nedeniyle Yıldız'ı geride bırakır. Çatışma sonunda TİKKO'nun ilk komutanlarından Ali Haydar Yıldız yaşamını yitirir, Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından uzaklaşır, Muzaffer Oruçoğlu ve Hüseyin Bozkurt kaçar. Beş gün kadar dağda yaralı saklanan Kaypakkaya, yiyeceğinin kalmaması üzerine indiği köyde Cafer Atan isimli bir öğretmenin ihbarı sonucu 5 gün sonra yakalandı. Çatışmadan sonra kaçarken botlarının tabanları yırtılır. 5 gün boyunca yaralı ve ıslak oluşundan dolayı ayakları üşümeye başlar. Arada indiği bir köyde kendisine bir derece bakım yapılsada geç kalındığından dolayı soğuma durmaz. Üstüne üstlük yaralı olduğu halde kasıtlı olarak saatlerce yürütülmesinin sonucu da olarak parmakları hissizleşir. Bunun sonucunda kaldırıldığı hastanede 20 Şubat 1973'de ayak parmakları kesilir. Kaypakkaya'nın sağ ayağındaki tüm parmakları, sol ayağında ise küçük parmağı hariç hepsi kesilir. İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır'da süren dört aylık sorgulama ve işkence (parmaklarının, ellerinin, ayaklarının kesilmesi gibi) sürecinden sonra 9 Mayıs 1973'te babasına sorgusunun bittiğini ve görüşmelerinde sakınca olmadığını belirtip, Çapa FKF ile ilgili hakkında açılan bir soruşturma için bazı belgeleri getirmesini istedi. Mahkemeye çıkartılmasına az bir zaman kala, görgü tanıklarına göre 16 Mayıs 1973'te son bir kez sorguya (?) götürüldü ve 18 Mayıs 1973'te yaşama veda etti. Ölüm sebebi kayıtlara "intihar" olarak geçmiştir. Oğlunu görmeye gelen babasına ertesi gün cansız bedeni teslim edildi. Bedeninde birçok delik olmakla birlikte kafası kesilmiş ve kasıkları parçalanmıştı. Ölümü dönemin bağımsız milletvekili Mehmet Ali Aybar tarafından bir soru önergesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getirildi. Mezarı, doğum yeri olan Karakaya'dadır. Kaypakkaya'yı jandarmaya teslim ettiği öne sürülen öğretmen Cafer Atan, can güvenliği nedeniyle sık sık görev yeri değiştirdi. Atan, 2000 yılında Sarıgazi'deki evini basan üç kişi tarafından kafasından kurşunlanarak öldürüldü. 24 Ocak 1973
'te Kaypakkaya ve arkadaşlarına karşı yapılan komando harekatını yöneten, daha sonrasında Kaypakkaya'yı yaralı ele geçiren Fehmi Altınbilek, Haziran 2015'te Beşiktaş'ta uğradığı silahlı saldırıda yaralandı. Üzerinde emekli albay Çetin Oğuz adına düzenlenmiş sahte kimlik çıkan Altınbilek'in adı 1970 yılında işlenen Dr. Necdet Güçlü cinayetine, 1972 yılında Kızıldere'de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi ve Mehmet Ali Ağca'nın kaçırılması olaylarına da karışmıştı. Dönemin Diyarbakır sıkıyönetim komutanı Korgeneral Şükrü Olcay, Kaypakkaya'nın ölümünden sonra aynı yıl orgeneralliğe terfi etti ve 2. Ordu Komutanı oldu. İbrahim'im babası Ali Kaypakkaya, soyadından dolayı küçük oğlunu okula yazdırmakta zorlanınca köyünün adı Karakaya'yı soyadı olarak aldı. Ali Karakaya, 85 yaşında vefat etti ve vasiyeti üzerine İbrahim'in mezarı yanında toprağa verildi. İbrahim'in kız kardeşi Ankara Barosu avukatlarından Elif Güneş, 2011 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nde aktif siyasete başladı. İbrahim Kaypakkaya, pratik devrimciliğinin yanı sıra, Türkiye'nin sosyalist düşünce dünyasına farklı bir ivme kazandırmış bir teorisyen olarak görülmüştür. Bu hususta en çok dikkati çeken konu, dönemin Türk sosyalistlerinin büyük çoğunluğunun yer aldığı Millî Demokratik Devrim anlayışını savunan yasal ve yasadışı grupların görüşleriyle neredeyse taban tabana zıt duran bir Kemalizm karşıtlığıdır. İbrahim Kaypakkaya, dönemin diğer Türk sosyalist ve komünist gruplarının benimsediği ve eylem ile görüşleriyle bizzat içerisinde yer aldıkları Kemalizm ile bağlarını koparmasının ardından, ulus-devlet ideolojisinin karşısında duran, azınlık hakları üzerine inşa ettiği kendi yolunu ve çizgisini ortaya çıkartmıştır. Kemalizm'e karşı çıkışı, Kemalist ideolojinin milliyetçi ve sınıfsal yapısı ile alakalı bir çıkış olarak kendisini göstermiş, Kaypakkaya'nın bu minvalde öne sürdüğü Lenin'in "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı" anlayışı çevresine kendi fikrince oturtarak düzenlediği "Kürtler de bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır" yönündeki görüşü, Kaypakkaya'nın İkinci Fikir Kulüpleri Federasyonu Kurultayı'ndan gürültülü bir şekilde kovulmasına ve akabinde dönemin diğer sosyalist grupları ile yollarının bütünüyle ayrılmasına sebep olmuştur. TKP/ML-TİKKO'nun kuruluşu bu ayrılık sürecinin ardından gerçekleşmiş ve Kaypakkaya, yandaşları ile birlikte kendi mücadelesine başlamıştır. Maoist bir dünya görüşünü benimseyen Kaypakkaya, Mao'nun köylerden şehirlere doğru yayılacak bir Demokratik Halk Devrimi anlayışını benimsemiş ve bunun yolunun asla siyasi bir çözüm olmadığını, muhakkak silahla Uzun Süreli Halk Savaşı stratejisinden geçmesi gerektiğine inanmıştır. Günümüzde Kaypakkayacı illegal 2 örgüt faaliyet yürütmektedir. Bunlar; Maoist Komünist Partisi (MKP) ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist'dir. Ayrıca TKP/M-L'nin ideolojik çizgisine yakın faaliyet yürüten Partizan isimli bir kuruluşta mevcuttur. Dergi çevrelerinden ise yasal faaliyet yürüten Partizan-Özgür Gelecek, Sınıf Teorisi-Halkın Günlüğü ve Devrimci Demokrasi dergileri Kaypakkayacı dergilerdir. Kaypakkaya'yı, köyündeki mezarı başında anma törenlerine katılanlar "terör örgütünün propagandasını yapmak" ve "suçu ve suçluyu övmek" suçlarından soruşturmaya ve hapis cezasına tabi tutulmaktadır. 2012'de düzenlenen anma töreninde Kaypakkaya'nın üvey annesi Şükran ve akrabalarının da aralarında bulunduğu 131 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Mahkeme, konserlerinde Kaypakkaya'yı övdükleri gerekçesiyle Ferhat Tunç'u iki yıl, Pınar Aydınlar'ı 10 ay hapis cezasına çarptırdı. Dönemin politik atmosferi içerisinde birçok grev, toprak işgali vb. eylemde bulunan Kaypakkaya, bunlar üzerine birçok inceleme ve olay yerlerinden bildiren yazılar yazmıştır. Ayrıca dönemin önemli siyasi olaylarını da eleştiren görüşleri giderek radikalleşmiş ve en sonunda bir örgütün programatik görüşlerini oluşturacak raddeye gelmiştir. Kaypakkaya'nın yazıları farklı zamanlarda farklı isimlerle defalarca kez basılmış, çoğu kez ise toplatılmıştır. Kaypakkaya'nın özellikle 12 Mart sonrası dava dosyasından alınıp tekrar yayınlanan ve takipçileri tarafından "5 Temel Belge" olarak geçen 5 yazısı "Seçme Eserler/Yazılar" isimli derlemelerde yer almıştır. Farklı zamanlarda tekli broşür olarak da basılan yazıları, 2013 yılında sorgusu, ifadesi, şiirleri ile birlikte "Bütün Eserleri" adıyla toplanmış, 2017 yılında ikinci baskısını yapmıştır. Parmak izi Parmak izi, parmakların son eklemi ve uç kısmındaki kıvrımların meydana getirdiği iz. Parmak izi insan vücudunun tabii halinden istifade edilerek bulunmuş ve bugün şahıs tespitinde çok fazla kullanılan bir yöntemdir. İnsan vücudunun dış derisinde bulunan her kıvrımda ter gözenekleri vardır. Bunların her biri iç deriye kadar uzanır. Her gözenek orada çiviye benzeyen ve "Papila" denen iki sıralı çıkıntılarla iç deriye sanki çivi atmış gibidir. Bu sebeple dış deri hasara uğrasa, hatta tamamiyle dökülse bile, bu Papilalar yine de parmak izinin tespiti için yeterlidirler. Yine, yeni çıkan derilerdeki izler de eskisinin aynısı olurlar. Fakat iç deride bulunan papilalar tamamiyle kaybolursa o zaman parmak izini tespit etmek mümkün olmaz; zira bu durumda parmak içi kıvrımları tamamen kaybolmaktadır. Parmak izi sisteminin bulunuşu çok eski tarihlere dayanır, fakat bu izden istifade etmek oldukça yenidir. Eski literatürde parmak izi konusunda bazı kayıtlar varsa da bu kayıtlarda parmak izinin kullanılması hususunda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. İlk önce, Nehemiah Grew (1684), Marcello Malpighi (1686) ve J. E. Purkinje (1823) gibi anatomistler insanların parmaklarındaki kıvrımların bazı özellikleri bulunduğuna dikkat çekmekle beraber, bu izlerden faydalanma metotlarını belirtmemişlerdir. Modern manada parmak izi tespiti ve faydalanma konusunda ilk adım 1880'de atılmıştır. Bu tarihte İngiliz bilgini olan Henry Faulds ve Wiliam James Herschel adlı iki İngiliz, Nature adlı bir ilmi mecmuada parmak izi hakkında makale yazmışlardır. Bu bilginler önceleri pişmiş çömleklerdeki parmak izleriyle ve matbaa mürekkebiyle parmak izi alma metoduyla uğraştılar. Bu gün kullanılan parmak izi metodu da aynı esasa dayanır. Parmak izi konusunda daha sonra çalışan Galton da, kalıtım yolu ile geçen parmak izi olmadığını açıkladı. Her insanın parmak izinin birbirinden farklı olduğunu kaydetti. Bugünkü parmak izi metodu Henry tarafından bulunmuş olandır. "Henry Sistemi" olarak bilinen bu sisteme göre parmak izinde, beş genel biçim kabul ediyor: Yay, fitilli yay, radyal ilmik, uhnar ilmik ve demet. Bu tipler genel olarak A,T,R,U,W harfleriyle ifade edilirler. Dünyadaki bütün parmak izleri örneklerinin % 65'ini ilmikler, % 30'unu demetler, geri kalan % 5'iniyse diğerleri meydana getirir. Demet ve ilmik tipi de kendi arasında birçok kısımlara ayrılır. Benzer bir parmak izi usulünü de Vucetich geliştirmiştir. Bu bilginse dört temel parmak izi kabul etmiştir: Yay, iç ilmik (sola yatık ilmik), dış ilmik (sağa yatık ilmik) ve demet. Henry ve Vucetich dışında da bazı yazarlar parmak izi konusunda çalışmışlarsa da bunlar bir iki ülke tarafından kabul edilmiştir. Henry ve Vucetich sistemi ise, dünyanın birçok ülkesi tarafından kabul edilmiştir. Herhangi bir madde veya eşya üzerinde yer etmiş olan parmak izinin örneğini almak, ihtisası gerektiren bir iştir. Parmak izi ter, yağlı maddeler veya parmaktaki başka maddeler yardımı ile eşya üzerine çıkmış olduğundan bunların gözle görülmeleri oldukça güçtür. Bu izleri görünür hale getirmek için pudra ve muhtelif kimyevi maddeler kullanılır. Bir yerde bulunan iz bu şekilde tespit edildikten sonra bunun fotoğrafı çekilir veya pudralanmış izler saydam bir banda alınır. Elde edilen parmak izleri parçalar halinde olsa bile işe yaramaktadır. Hatta 5–6 mm²lik bir iz parçası dahi parmak izinin tespiti için yeterli olmaktadır. Parmak izi yanında avuç izleri ve hatta ayak ve ayak parmağı izleri de tespit edebilmektedir. Parmak izi yanında bunlardan da faydalanılmaktadır. Parmak izi, bugün suçlunun tespitinde oldukça önem kazanmıştır. Kesin delil teşkil etmektedir. Bilhassa silah, tabanca vs. kullanılarak işlenen suçlarda parmak izi çok önem kazanmıştır. Parmak izini ilk bulanlar İngilizler olmakla beraber, bunu en modern hale getiren ABD olmuştur. Washington'da "Federal Bureau of Investigation" (FBI, Federal Araştırma Bürosu) kuruldu. FBI 49.000.000'dan fazla insanın parmak izini tespit edecek hacme ulaşmıştır. Her gün, FBI'nın 13.000 ajansından 20.000'den fazla parmak izi gelmektedir. 100'e yakın yabancı ülke FBI teşkilatında parmak izi tespiti yaptırmaktadır. İsteyen vatandaşlar da bu teşkilata müracaat ederek kendi parmak izini tespit ettirmektedir. FBI teşkilatı sayesinde, bilhassa kitle halindeki ölüm, vakalarında ölülerin hüviyetinin tespiti de mümkün olabilmektedir. Hatta aylarca gömülü olan ölülerin hüviyetlerinin tespiti bile bu teşkilat sayesinde mümkün olabilmektedir. Parmak izleri benzemezlik,değiştirilmezlik ve tasnif edilebilirlik yönleri olması itibarıyla tercih edilmektedir.AFİS(Automatic Fingerprint Identification System) sayesinde bilgisayar ortamında taranan izler adli görevlileri daha hızlı sonuca götürmektedir. İlmi araştırmalar parmak izinin kimlik tespitinde kesin delil olduğunu göstermiştir. İnsanların parmak izleri birbirlerinin kesinlikle aynısı olmadığından, parmak izi suçlunun tespitinde çok önemli bir delil olmaktadır. Kişinin parmak kıvrımları yaşlanması ile değişmez ve kaybolmaz. Kolay ve ucuz bir metod olduğu için parmak izi bugün hüviyet tespitinde oldukça sık kullanılmaktadır. Parmak izi, ayrıca imza atamayan kişilerin ve bilhassa kadın ve yaşlıların faydalandıkları bir usuldür. Hukuken aynen imza gibi geçerli olmaktadır. Parmak izinin imza olarak kullanılmasında mürekkepten istifade edilmektedir. İnsan hayatı üzerinde son derece hassas kararlar vermek zorunda kalan mahkemeler, büyük ölçüde kriminal laboratuvarlarıyla adli tıbbın raporlarına başvurmaktadırlar. 1985 yılında İngiltere'de Leices
ter Üniversitesi Genetik Bölümü öğretim üyelerinden Alec Jeffreys, kalıtım maddesinin incelenerek bir kişiye has DNA karakterinin tespit edilebileceğini öne sürdü. DNA parmak izi ("DNA fingerprint") veya genetik parmak izi olarak tarif edilebilecek bu özellikler, rekombinat DNA teknikleriyle el parmak izinden daha güvenli olarak kişiyi belirlemede kullanılabilmektedir. Bir canlıya ait bütün DNA parmak izleri birbirinin eşididir. İki kişinin tesadüfen aynı genetik parmak izine sahip olabilme ihtimali, istatistiki olarak milyarda bir ile ifade edilebilecek kadar düşük bir derecededir. Sadece bir damla kan, idrar, tükürük, sperma, vaginal sıvı, menstruasyon kanı, süt, biyolojik bir doku parçası, bir adet kıl veya saç teli kişinin genetik kimliğini belirlemek için yeterlidir. Bir suç mahallinde bulunan böyle küçük bir vücut kalıntısından DNA izole edilmekte ve az elde edilen DNA'nın PCR metodlarıyla çoğaltılıp ASO teknolojisiyle polimorfik genotipi tespit edilebilmektedir. Nükleik veya moleküler sondalama denen yeni teknikle; saç teli, bir damla kan, sperma veya biyolojik bir doku parçasının proteininden hareket edilerek, genetik koddan faydalanmak suretiyle, bu proteinin üretimini sağlamış olan gen dizisini bulmak mümkündür. Günümüzde suç failini, bıraktığı genetik parmak izinin incelenmesiyle ortaya çıkarmak mümkün olmaktadır. DNA parmak iziyle % 99'un üzerinde bir başarıya ulaşılabilmektedir. Halen Amerika'da FBI laboratuvarlarında ve İngiltere, Almanya, Hindistan'da genetik sondalama çalışmalarının sonuçları mahkemelerde delil olarak kabul edilmektedir. Aynı usul İngiltere'de babalığın tespitinde de kullanılmaktadır. Genetik parmak izi deliline dayanarak alınan ilk mahkûmiyet kararı, 1987 Ekiminde Bristol Mahkemesine aittir. Genetik parmak izi usulüyle, bir çocuğun babası belirlenebildiği gibi, kalıtımla ilgili veya bulaşıcı hastalıklar da teşhis edilebilmekte ve bir sığırın cinsiyeti önceden anlaşılabilmektedir. Bu usul sayesinde hayvan yetiştiricileri isteğe bağlı olarak erkek veya dişi embriyoları ineklere aşılayabileceklerdir. Adi korunga Adi korunga ("Onobrychis sativa"), çok yıllık bir baklagil yem bitkisi türü. Sulama imkânı olmayan topraklarda yetişmesi ve kireçli topraklara adaptasyon yeteneği açısından değerli bir bitkidir. Pembe renkli ve salkım şeklindedir ve salkımda 5-80 çiçek bulunur.Yaprak ekseninde karşılıklı olarak 7-15 çift yaprakçık vardır. Yaprakçıklar ince tüylerle kaplı ve uzun yumurta şeklindedir. Vezir Vezir (), İslâm devletlerinde hükümdardan sonra gelen en yetkili yönetici. Kelimenin kökeni hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bir kısım vezir kelimesinin Sasani kökenli olduğunu ve dolayısıyla Farsça olup daha sonra Arapçaya geçtiğini savunurken bir kısım ise kelimenin Kur'an ve hadis kaynaklarında geçmesini öne sürerek Arapça orijinli olduğunu savunmaktadır. Türk Dil Kurumu da kelimenin kökenini Arapçaya dayandırmaktadır. Erken dönem Arapça sözlüklerde sığınılacak yer anlamındaki "vezer", ağır yük anlamındaki "vizr" ve kuvvet anlamında "ezr" kelimelerinden türediği bilgisi yer alan vezir sorumluluk sahibi, yükü çeken anlamına gelmektedir. Kelimenin kökenine olduğu gibi kurumun kökeni hakkında da bir ihtilaf mevcuttur. Vezirliğin genel olarak Sasani kökenli olduğu fikri öne çıksa da Arap kabile geleneğinin bir devamı olarak yorumlayanlar da bulunmaktadır. Buna karşın vezirliği ilk uygulayan Arap devleti olan Abbâsîlerin ilk vezirlerinin Fars olmasından harekete kurumun Fars geleneğinden etkilendiği de kabul edilmektedir. İnanç İnanç, gerçekte kesin olan bir şeyin kanıtlanması için ampirik kanıtlar olsun veya olmasın bir kişinin zihninde oluşan duruma verilen isimdir. İnancın tanımlanmasının bir başka yolu ise bunun gerçek olma olasılığına karşı pozitif yönde tutum gösteren bir tutumun zihinsel temsil olarak görülüyor olmasıdır. Antik Yunan düşüncesi bağlamında inanç kavramıyla ilgili olarak pistis ve doxa olmak üzere iki ilgili terim belirlenmiştir. Basitleştirilmiş olarak, pistisin "güven" ve "itimat", doxanın ise "görüş" ve "kabul" anlamlarına geldiği söylenebilir. İngilizce'deki "ortodoks" sözcüğünün kökeni doxaya dayanmaktadır. Jonathan Leicester, inancın gerçeği göstermek yerine eylemde bulunma amacına sahip olduğu görüşünü önermektedir. Epistemolojide, filozoflar doğru ya da yanlış fikir ve kavramlarla ilişkili kişisel tutumları belirtmek için "inanç" terimini kullanırlar. Bununla birlikte, "inanç" aktif içgözlem ve tedbirli olmayı gerektirmez. Örneğin, asla güneşin yükselip yükselmediğini düşünmez, yalnızca güneşin yükseleceğini varsayarız. Stanford Ansiklopedisi Ansiklopedisi'nde Eric Schwitzgebel'e göre "inanç" sıradan yaşamın önemli bir yönü olduğundan ilgili bir soru sorar: "fiziksel bir organizma nasıl inanca sahip olabilir?". Keda Keda (Gürcüce: ქედა), Acara Özerk Cumhuriyeti'nde bulunan bir kasabadır. Batum’a 42 kilometre uzaklıktadır. Keda kasabası, aynı adlı ilçenin merkezidir. Keda ilçesinde 60 köy vardır ve ilçenin alanı 452 km²’dir. Nüfusu 20.024 (2002). İlçede pek çok tarihsel kalıntı vardır. Mahuntset, Zesopel ve Namonastrev’deki Orta Çağ'dan kalma Ortodoks kiliseleri, Tzonaris ve Dandalo’daki köprüler önemlidir. Kazım Mirşan Prof. Dr. Kâzım Mirşan (4 Temmuz 1919 - 19 Temmuz 2016), inşaat mühendisi ve özellikle ön Türkler ile ilgili araştırmaları ile tanınan Türk tarihi araştırmacısı. Doğu Türkistan’ın İli Nehri üzerindeki Gulca kentinde, 4 Temmuz 1919'da dünyaya geldi. 1932'de öğrenimine İstanbul'da devam etti. Boğaziçi Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1940'ta Yüksek Mühendis Mektebine girdi. 1942'de üçüncü sınıftayken Almanya’ya giderek Berlin'de "Technische Schule"'de okudu. 1946 yılında Türkiye'ye döndüğünde tekrar başlatılan Irkçılık-Turancılık Davasına tanık olarak çağırıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi olarak adı değiştirilmiş olan Yüksek Mühendis Mektebinde, inşaat yüksek mühendisliğini okumaya devam ederek 1947'de mezun oldu. İnşaat mühendisi olarak Almanya, İsviçre ve Türkiye'de çalıştığı sırada hobi olarak eski Türkleri araştırmaya başladı. Almanca, Rusça, İngilizce ve Türk lehçeleri (Tatarca, Özbekçe, Başkurtça, Tarançıca, Kaşkarlıkça "(yani Uygurca)", Kazakça, Kırgızca, Azerbaycanca, Türkiye Türkçesi ile kendi ana lehçesi olan, Tümenlikçe) dışında Yunanca, Latince, İtalyancayı meslek araştırmalarına yarayacak kadar bilen Mirşan, hayatının büyük bir kısmını Ön Türk tarihi ile ilgili araştırmalara adadı. Aynı zamanda Kazım Mirşan'ın yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından Ot-Oğ olarak isimlendirilen Ön-Mısır'a M.Ö 3000 yıllarında Doğu Anadolu'dan isub-ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım Mirşan'ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000'li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse piramit inşa teknolojisinin eski Mısır'a Ön-Türk uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Mirşan 19 Temmuz 2016 tarihinde Bodrum'da yaşamını yitirdi. Kazım Mirşan'ın Haluk Tarcan ile birlikte savundukları tezin, Mustafa Kemal Atatürk'ün teşvikleri ile 1930 yıllarında oluşturulan Güneş Dil Teorisi'ni ve Türk Tarih Tezi'ni destekleyen tarafları bulunmaktadır. Türk Tarihi'nin MÖ 16.000'li yıllara dayandığını savunur. Mirşan'ın tezleri genel olarak bilim dünyasında kabul edilmemektedir. Bunlardan biri olan 6 Temmuz ve 20 Temmuz 2002 tarihlerinde Ceviz Kabuğu programında akademik kariyeri olan bazı tarihçiler tarafından eleştirildi. Diğer taraftan Sosyal Bilimler alanında dünyanın sayılı organizasyonlarından biri olan ICANAS 'Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi' (International Congress of Asian and North African Studies) tarafından en önemli 12 Türk tarihçisinin bulunduğu bir heyete davet edildi ve bilim dünyasına yaptıkları katkılardan dolayı onurluk verildi. Bu heyetle birlikte Avrupa'da tarih kongresine gitti. Ön Türk tarihini ve kanıtlarını bu kongrede açıkladı. Etrüskolojinin en ünlü profesorü Giovannangelo Camporeale, Etrüsk yazıtları konusunda Kazım Mirşan'ın ulaştığı bulguları incelemiş ve kendi yöntemlerinin eksik olduğunu kabul etmiştir. Flash Gordon Flash Gordon, Alex Raymond'ın kaleme aldığı, Austin Briggs'in çizdiği, bilim-kurgu tarzı bir çizgi romandır. 7 Ocak 1934'de New York World'ün pazar ilavesinde renkli ve haftalık olarak başlamıştır.İlk zamanlar çizimi de yazar tarafından yapılmıştır. Alex Raymond'un ilk macera için yaptığı çizimler acemicedir fakat kendisini geliştirmiş ve sonunda kendine özgü bir üslup yaratmıştır. 1940 yılında yazar askere gidince yazım çizim işi Austin Briggs'e devrolmuştur. Gordon'un pazar maceralarının çizimi 1948 yılında Mac Raboy'a geçti. Daha önceleri Captain Marvel, Jr. ile Green Lama'yı çizen Raboy, tüm Gordon çizimleri arasında en soğuk görünüşlü ama bir o kadar da etkileyici olanıdır. 1951 yılında Dan Barry çizmeye başlamıştır. Elektronik Ses Fenomeni Elektronik Ses Fenomeni (EVP-Electronic voice phenomena) ses kayıtlarında görülen ruhsal sesler anlamında paranormal bir durumdur. İlk kez 1959 yılında İsveçli film yapımcısı Friedrich Juergenson teyp ile kaydettiği sesler sonucu ortaya atıldı. Hugo Chávez Hugo Rafael Chávez Frías (28 Temmuz 1954, Sabaneta - 5 Mart 2013, Caracas), Venezuelalı politikacı ve 1998'den ölümüne kadar ülkenin devlet başkanıydı. 2007 yılında Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi'nin (PSUV) lideri olan Chávez, 1997'de kuruluşundan itibaren Beşinci Cumhuriyet Hareketi'nin de liderliğini yapmıştır. Politik ideolojisi 21. yüzyıl sosyalizmi ve Bolivarcılık idi. Ülkede Bolivarcı Devrimin sosyalist reformların uygulanmasına odaklandı. Bir işçi sınıfı ailenin çocuğu olarak Sabaneta, Barinas'ta doğan Chávez, kariyerine subay olarak başladı. Ülkenin politik sistemini eleştiren Chávez, 1980'lerin başlarında gizlice Bolivarcı Devrimci Hareket-200 (MBR-200) kurdu. 1992 yılında Başkan Carlos Andrés Pérez hükümetine karşı başarısız bir darbe girişimine liderlik yaptı. 2 yıllık hapislik sür
ecinden sonra Beşinci Cumhuriyet Hareketi kuruldu ve 1998 yılında Venezuela devlet başkanı seçildi. Ardından Venezuela devlet yapısını ve bazı marjinal grupların haklarını değiştirdiği yeni bir anayasa tanıttı ve 2000 yılında yeniden seçildi. Yaptığı ikinci başkanlık dönemi Bolivarcılık misyonlarını izleyen bir sistemi tanıtan Chávez, komünal konseyler ve işçilerce yönetilen kooperatifler kurarak bir dizi toprak reformunu hayata geçirerek, çeşitli kilit sanayileri kamulaştırdı. Muhalif darbeyle baştan indirilmiş, ancak 2 gün (48 saat içinde) barriosta (İspanyolca konuşulan ülkelerde kırsal alana verilen isim) yaşayan halkın darbecilere karşı yaptığı protestolarla tekrar iktidara gelmeyi başarmıştır. 4 Aralık 2006 tarihinde Venezuela'da yapılan devlet başkanlığı seçimini kazanarak 2012'ye kadar devlet başkanı olmaya hak kazanmıştır. Ekim 2012 seçimlerinde Venezuela lideri Hugo Chavez, oyların yüzde 54'ünü alarak muhalefet lideri Henrique Capriles'i geride bırakarak dördüncü kez Devlet Başkanı seçildi. Uygulamaya koyduğu radikal siyasal dönüşümleriyle neoliberalizme karşı somut bir alternatif oluşturan Chávez, ülkesinin yüz yüze olduğu yoksulluk, açlık, cehalet, barınma, çalışma ve kadın hakları gibi sorunların çözümünün kapitalist sistem içinde kalınarak sağlanamayacağını iddia etmekte ve devrimden söz etmektedir. Venezuela'da çok daha adil, barışçı, eşit ve özgür bir dünyanın ancak sosyalizme açılarak gerçekleştirilebileceği görüşünü savunmaktadır. Washington yönetiminin düşman olarak gördüğü Küba, Kuzey Kore, İran, Beyaz Rusya, Suriye gibi ülkelerle sıkı bağlar kurmuş ve ABD karşıtlığını her fırsatta dile getirmiştir. Chavez, Amerikan aleyhtarlığını 2006 yılının ağustos ayında yaptığı İran gezisi ile göstermiştir. Son olarak da BM konuşmasında "Şeytan dün buradaydı" sözleri ile Bush'u bir şeytan olarak tanımlamış ve dünya çapında büyük ilgi toplayan bir konuşmaya imza atmıştır. 2011 yılında pelvis bölgesinde görülen lezyonlar nedeniyle Küba'da ameliyat olan Chavez'in sağlık durumu, 2012 yılında kanserin nüksetmesi nedeniyle tekrar kötüleşmiş, bu nedenle anayasal zorunluluk gereği katılmak zorunda olduğu yemin törenine katılamamıştır. 27 Kasım 2012'de, Chavez kanser yüzünden daha fazla tıbbi tedavi için Küba'ya seyahat etme planlarını açıkladı. 18 Şubat 2013 tarihinde, Küba'daki kanser tedavisinden 2 ay sonra Venezuela'ya döndü. 4 Mart'ta, solunum sorunları kötüleşti ve yeni, ciddi solunum yolu enfeksiyonu hastası olduğu Venezuela hükümeti tarafından açıklandı. 5 Mart 2013 Salı günü hayatını kaybetti. Mehmet Atak Mehmet Atak (d. 14 Nisan 1965, Balıkesir), Türk tiyatro yönetmeni; tiyatro, sinema, dizi oyuncusu; model. Mehmet Atak 14.04.1965 Balıkesir doğumlu. Bornova Anadolu Lisesi ve Ege Üniversitesi Sahne ve Görüntü Sanatları bölümünü bitirdi. Daha sonra Amerika'da Yale Üniversitesi'nde tiyatro okudu. "Modern Dance" - İkizler/Ümran Ürey (1982-3); "Yaratıcı Drama" - Hans Nickel & Dagmar Dorger (1993); "Antik Tiyatroda Ses ve Beden Kullanımı" - Thedoros Terzopoulos (1995); "Tadashi Suzuki Tekniği" - Ellen Lauren (1998); "Forum Tiyatro" - Simon Malbogat (1998); "Doğal Sesi Özgürleştirmek" - Christine Linklater (1999); "Mask ve Beden Kullanımı" - Klaus Boltze (1999); "Ontik Tiyatro" - Beklan Algan (2000); "Neo-Stanislavskien Yöntem" - Jerry Ioevri (2002); "Hareket" - Mehmet Sander (2008) ve "Mülti-Kültürel Pisiko-Drama" - Yale University (1998) workshoplarına katıldı. Ayrıca Şahika Tekand, Deniz Atamtürk, Mustafa Kaplan, Ceysu Koçak, Erol Keskin, Ayla Algan ve Patrick Verschueren'la teknik çalışmalar yaptı. Sinemaya İtalyan-Amerikan ortak yapımı "Yor"'la başladı. "Eine Herz", "Time Line", "King of The Wind", "Una Ridicione Comedie", "Golden Barret" gibi yabancı filmlerde ve Türkiye'de kadın yönetmenlerin entelektüel filmlerinde oynadı: "Seni Seviyorum Rosa" (Işıl Özgentürk), "Babam Askerde" (Handan İpekçi), "Eylül" (Eser Zorlu). Ünlü yönetmen Elia Kazan'ın "Beyond Eagean" filminde Juliette Binoche'la oynamak için seçildi ama film çekilemedi. 1981-1987 arasında çoğunun başrolünü Şahika Tekand’la paylaştığı 20 kadar kısa filmde oynadı. Bunların arasında Oğuz Atay uyarlaması "Beyaz Mantolu Adam", Murathan Mungan uyarlamasi "Boyacıköy'de Kanlı Bir Aşk Cinayeti" (her iki erkek rolü), Hulki Aktunç uyarlamasi "Ten ve Gölge" ve sonradan uzun metraja gecen Semih Kaplanoğlu, Oğuzhan Tercan, Ahmet Sipahioğlu, Ümit Ünal, Sevgi Saygı, Gülin Tokat, Fatoş Sevinç, Mustafa Atış, Dilek Takımcı gibi yönetmenlerin kısa filmleri var. Tiyatroda bir süre Shakespeare oyunlarından avangart performanslar yaptı, sonra Şahika Tekand'ın bazı avangart oyunlarında oynadı. New York ve San Francisco'da bazı oyunlarda rol aldı ve aynı dönem modellik yaptı. Sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu'na girdi. Refah Partisi tarafından tiyatrodan atıldı, mankemeyi kazandı ve döndü ama Türkiye'den gitti. 2003 yılında Ölüm ve Oyun, Japan Performing Arts Foundation tarafından Japonya’da Togo Tiyatro Festivali için Türkiye'den 60 kaset içinden seçilen üç oyundan biri oldu. 1995-1998 yılları arasında TRT yapımı Ve Sinema programının sunuculuğunu Sevin Okyay’la birlikte yaptı. 1996’da Açık Radyo’da "Açık Tiyatro" adında canlı bir okuma tiyatrosu ve tiyatro eleştirisi programı yaptı. Bu programda Heiner Müller’in "Hamlet Makinası", Federico Garcia Lorca’nın "Kanlı Düğün", Tennessee Williams’ın "Sırça Kümes", Alan Ayckbourn’un "Sevgilim Buraya Gel", Terry Johnson’ın "Histeri"'si vd yer aldı. Ayrıca TRT İstanbul Radyosu’da çeşitli radyo oyunları ve arkası yarınlarda rol aldı. 1990-1999 yılları arasında aralıklı olarak Güneş, Cumhuriyet, Aydınlık ve Evrensel gazeteleri ile Argos, Beyazperde, Milliyet Sanat, NeNerede, Cumhuriyet Dergi, Tiyatro Tiyatro, Boğaziçi, Rapsodi, Gösteri, Nokta, Arkitekt, Marie Claire, Cafe Pazar, Antrakt, Cogito, Express, Haber Extra, Radikal İki, Binyıl Pazar ve Uç dergilerinde kültür-sanat konularında eleştiri, araştırma, makale, haber, portre ve röportajlar yazdı. Kısa sürelerle Beyazperde dergisinin genel yayın yönetmenliğini ve Haber Extra dergisinin kültür-sanat editörlüğünü yaptı. Son yıllarda aralıklı olarak Star/Açık Görüş, Birgün, Evrensel, Özgür Gündem, Özgün Duruş, Taraf gazeteleri ve Birikim, Mimesis, Kulis dergilerinde makaleler yazdı. Yayınlanmış şiirleri var. Çeşitli dönemler Amerika'da yaşayan sanatçı, yurt dışında üç evlilik yaptı. Halen New York'ta yaşıyor. Mehmet Atak 2007'de İstanbul Şehir Tiyatrolari'nda Kenan Işık'ın Karen Blixen'den uyarlayıp yönettiği Ölümsüz Öykü'de yüksek bir performans sergiledi. Sumru Yavrucuk'la, Galip Erkan'ın yönettiği, Neil Simon'un "Ginger Bread Lady" oyununun provasında. Çocuklar İçin Adalet Çağırıcılarını (ÇİAÇ) kurdu ve TMK Mağduru Çocuklar için son senelerin en çok ses getiren sivil toplum kampanyasını sürdürüyor. Başbakandan, Cumhurbaşkanına görüşmediği insan kalmadı. Kolluğun öldürdüğü Kürt çocukları için Bir Göz De Sen Ol, Yargı Mağdurları İçin Adalet Çağırıcıları (YAMAÇ) gibi oluşumları da başlattı. Uzun süre gönüllü olarak Cumartesi Anneleri için Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon'da da çalışan Atak'ın başlattığı ilk sivil toplum kampanyası, 1996 yılında kolluğun öldürdüğü gazeteci Metin Göktepe için Express dergisinde başlattığı Asla Unutma, Asla Affetme'dir. Şu sıra Su TV'de OTEKİLEŞTİR-ME adlı çok ilginç, çok cesur bir program hazırlıyor ve sunuyor. Partneri başörtülü bir hanım. Milletvekilleriyle eşçinselleri, başörtülüleri, mevsimlik tarım işçilerini, anarşistleri, polis kurbanlarını, Kürtleri, Musevileri, Alevileri, TMK Mağduru Çocukları bir araya getiriyor. 2012 Mazlumder "İnsan Hakları Ödülü"nü aldı ve ödülü kabul ederse Pınar Selek'e iletmek üzere aldığını açıkladı. Spastisite Spastisite, kasların şiddetli derecede kasılı kalması halidir. Patolojiktir. Genellikle birinci motor nöron (beyinden omuriliğe inen sinir) hasarında ortaya çıkar. Kas muayene için zorlandığında "Sustalı çakı belirtisi" diye adlandırılan bulgu ortaya çıkar, kas aniden gevşer. Orhan Taylan Orhan Taylan (1941, Samsun), Türk ressam ve heykeltıraş. Selanik kökenli, Samsun 1941 doğumlu ve istanbulludur. Ressam Seniye Fenmen'in oğlu, Robert Kolej (lise '60) ve Roma Güzel Sanatlar Akademisi ('65) mezunudur. 1974- Koksal, Ahmet; Resim sergileri.--Istanbul:MilliyetSanat, sayi 106 (15 Kasim 1974) p. 21-22 1978- Oral, Zeynep; Uluslararasi XV.Antalya Sanat Senligi'nde.Plastik sanatlar.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 286 (17 Temmuz1978). p. 6 1980- Koksal, Ahmet; Berna Turemen, Tulin Onat, Orhan Taylan.Istanbul Milliyet Sanat, sayi 14 (15 Aralik 1980). p. 48-49 1981- Karaesmen, Erhan; Ankara'da sergiler.--Istanbul: Hurriyet Gosteri,sayi 4 (Mart 1981). p. 59 1982- Yenisehirlioglu, Sahin; Durgun sularda ve cilgin ezgilerde insanlik simgesi .-- Istanbul: Sanat Olayi, sayi 17 (Mayis 1982). p. 56-57 1982- Karaesmen, Erhan; Mevsim ortasinda Ankara.--Istanbul:Hurriyet Gosteri, sayi 16 (Mart 1982). 1982- Uğur Kökden, O.Taylan Maltepe resimleri sergisi katalogu , 1982- Ozsezgin, Kaya; Bir demet sergi.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 41 (1 Subat 1982). p. 48-49 1983- Duvar resimleri yarismasi sonuclandi .--Ankara : eni Boyut, sayi 14 (Haziran 1983) . p. 25 1983- Koksal, Ahmet; Taylan'in "Maltepe Resimleri" ve gezginci Fujita.-- Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 69 (1 Nisan 1983). p. 48-49 1985- Senyapili, Onder; Gecen ay "munhasiran resim" vardi Ankara'da .-- Istanbul: Sanat Olayi, sayi 37 (Haziran 1985). p. 5-10 1985- Gunes, Gazi; Sanatin demokratiklesmesinde Orhan Taylan gercegi .-- Ankara : Bilim ve Sanat, sayi 54 (Haziran 1985) . p. 26 1985- Ozsezgin, Kaya; Tekillik ve cogaltim estetigi konusunda.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 121 (1 Haziran 1985). p. 49-50 1985- Senyapili, Onder; "Munhasiran hasret" resimleri.--Ankara:BilimveSanat,sayi 54 (Haziran 1985) . p. 27 1985- Ozsezgin, Kaya; Tekillik ve cogaltim estetigi konusunda.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 121 (1 Haziran 1985). p. 49-50 1986- Girgin, Emin Cetin; Orhan Taylan'a geciken bir merhaba.--Istanbul
: Hurriyet Gosteri, sayi 67 (Haziran 1986). p. 45-46 1986- Koksal, Ahmet; Devrim, Taylan.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 144 (15 Mayis 1986). p. 48 1986- Koksal, Ahmet;Mevsiminilsergileri.--Istanbul:MilliyetSanat,sayi154(15Ekim1986).p. 48-49 1987- Yalim, Ulku; Orhan Taylan'in insanlari—Ankara : Bilim ve Sanat, sayi 77 (Mayis 1987) p. 28 1988- Orhan Taylan resim sergisi .--Istanbul: Cumhuriyet Gaz., 6 Kasim 1988 . p. 4 1988- Koksal, Ahmet; Yogun bir sergileme doneminden.--Istanbul: MilliyetSanat, sayi 205 (1 Aralik 1988). p. 47-49 1990- Behramoglu, Ludmilla; Orhan Taylan'in Urart Sanat Galerisi'ndeki resim sergisi.. bir devrin cokusundan imgeler.--Istanbul : Gunes Gaz., 3 Mayis 1990. p. 11 1990- Kosova, Erden; Orhan Taylan'in resim sergisi Ankara Urart Sanat Galerisi'nde: Cumhuriyet oncesine bakis.--Istanbul: Cumhuriyet Gaz., 20 Mayis 1990. p. 5 1990- Orhan Taylan'in resim sergisi Ankara Urart Sanat Galerisi'nde: Cumhuriyet oncesine bakis.- Istanbul:Cumhuriyet Gaz., 20 Mayis 1990. p. 5 1990- Tay O , "1890-Tarih ve Hurriyet Ustune; Namik Kemal, Abdulhamit ve bilcumle maglup pasalar, ittihatcilar, asklar ve ihtiraslar ile ilgili efkarli fakat antinostaljik" resim sergisi 1-24 Mayis 1990 [invitation card].-- Ankara: Urart Sanat Galerisi, 1990- Senyapili, Onder; Gudumle sanat yapilmaz.--Istanbul : Gunes Gaz., 13 Haziran 1990. p. 8 1990- Ozsezgin, Kaya; Deneyselligin izinde.--Istanbul:MilliyetSanat,sayi241(1Haziran1990) .p. 49-51 1991- Koksal, Ahmet; Gunlerin getirdigi.--Istanbul:MilliyetSanat,sayi277 (1 Aralik 1991). p. 47-48 1991- Antmen, Ahu; Orhan Taylan'in "Akdeniz Resimleri" Levent Sanat Galerisi'nde sergileniyor: Akdeniz bir ozgurluk duygusu.-- Istanbul: Cumhuriyet Gaz., 19 Kasim 1991. p. 7 1991- Ozkan, Yusuf; Antalya'nin Promete'sine umut isigi.--Istanbul:Cumhuriyet Gaz., 27 Aralik 1991. p. 1 1992- Oflaz, Lutfu; Roma Guzel Sanatlar Akademisi mezunu ressam Orhan Taylan da 12 Eylulzede: iskence goren ressam tablosu.--Istanbul: Cumhuriyet Gaz., 1 Haziran 1992. p. 12 1993- Koksal, Ahmet; Iki figur ressami.--Istanbul: Milliyet Gaz., 5 Nisan 1993. p. 16 1993- Koksal, Ahmet; Insan, doga ve yasam cevresinde.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 310 (15 Nisan 1993). p. 46-47 1993- Taylan, Orhan; söyleşi, Duvar resmi bir muhalif soylemdir—Istanbul:Gercek, sayi 19 (7 Agustos 1993) . p. 52 1993- Nur Nirven, O.Taylan, Garanti Bankası sergisi katalogu, 1993 Yalinlasan desenler .-Istanbul :Sabah Gaz., 29 Mart 1993 p. 10 1993- Ulu, Nesrin; Renklenen duvarlar .--Istanbul : Gercek, sayi 19 (7 Agustos 1993) . p. 50-53 1993- Ovet, Recep; Orhan Taylan 25. yil sergisi.--Istanbul: Anons, sayi 25 (Nisan 1993). p. 16-18 1993- Taylan'dan demokratik baskilar.--Ankara: Hurriyet Gaz., 19 Mart 1993. p. 15 1993- Koksal, Ahmet; Kasim ayinin getirdikleri.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 324 (15 Kasim 1993). p. 44-46 1993- Koksal, Ahmet; Insan, doga ve yasam cevresinde.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 310 (15 Nisan1993). p. 46-47 1994- Koksal, Ahmet; Yogun bir sergileme doneminden.--Istanbul: Milliyet Sanat, sayi 348 (15 Kasim 1994). p. 54-47 1994- Taylan'in son donem resimleri.--Istanbul: Milliyet Gaz., 3 Kasim 1994. p. 18 1994- Orhan Taylan'in resimleri.--Istanbul: Cumhuriyet Gaz., 5 Aralik 1994. p. 14 1994- Senoglu, Fatoş; Orhan Taylan ile sohbetten izlenimler.--Istanbul: Sanat Cevresi, sayi 193 (Kasim 1994). p. 46-47 1995- Vural, banu; Orhan Taylan .--Istanbul: Anons, sayi 48 (Mart 1995). p. 14-17 1995- Iyem, Evin; Orhan Taylan icin yaz aylari en yogun calisma donemi : figur yasami simgeler .- Istanbul : Yeni Yuzyil Gaz., 29 Agustos 1995 . p. 21 1995- Batmankaya, Murat; Tualde kulhani yaklasimlar .--Ankara:HurriyetGaz.,11 Mart 1995 . p. 17 1996- Atalay, Renan; Bir zamanlar macera pesinde kosanlarin, artistlerin yasadigi Sofyali Sokak, ressamlarin siginagi oldu: bu sokaktan renk akiyor.--Istanbul : Tempo,sayi 17 (18-24 Nisan 1996). p. 148-150 1996- Kayabal, Asli; Guc asilayan ressam : Orhan Taylan'in desen sergisi Asmalimescit Sanat Galerisi'nde .--Istanbul : Yeni Yuzyil Gaz., 1 Subat 1996 . p. 13 1997- Guncikan, Berat; Orhan Taylan son resimlerinde de...: her zaman muhalif...--Istanbul : Cumhuriyet Gaz. Dergi Eki , 13 Nisan 1997. p. 1,10-13 1997- Uğur Kökden, Ressamını Yitirmiş Resimler, O.Taylan katalogu, 1997 1998- Duran, Banu; Resmin "ana muhalefet"i.--Istanbul:Aktuel ,sayi 355 (7-13 Mayis 1998) . p.160,162 1998- Pak, Sehnaz; Edaya yuklenen guzellik .--Istanbul : Radikal Gaz., 30 Nisan 1998 p.23 1998- Necmiye Alpay, O.Taylan Galatea Resim Sergisi Sergisi katalogu,1998 1998- Kahramankaptan, Sefik; Tuval senfonileri .--Istanbul : Art Decor, sayi 69 (Aralik 1998) . p.170-174 1999- The last of the craftsmen: Orhan Taylan.--Ankara: Turkish Daily News, Turkish Probe Suppl., April 25, 1999. p.10 2000- New York'ta Orhan Taylan.--Istanbul: Milliyet Gaz., 2000 Eki, 4 Kasim 2000. p.14. 2000- Kosova, Erden; Birdenbire Turkler II.--Istanbul: Resmi Gorus, Sayi:3(Haziran 2000). p.160-168. 2000- Ziya Buyuk, Duvar resmi üstüne, Antalya gazetesi, 2000 2001- Orhan Taylan'in yeni calismalari; --Istanbul: Sanat Cevresi, Sayi:270 (Nisan 2001). p.49. Exhibition held at Karsu Textil Art Gallery, Istanbul, April 11-May 4, 2001. 2001-12 Eylul yakti, yikti, ezdi.--Istanbul: Cumhuriyet Gaz., 12 Eylul 2001. p.8. 2001- Erenus, Ozlem Kalkan; "Kor Beyazi Sordu": Hamit Kinayturk-Mustak Erenus soylesisi.- Istanbul: Sanat Cevresi, Sayi:277 (Kasim 2001). p. 36-41. 2001- 12 Eylül ve Resim, söyleşi, Cumhuriyet gazetesi, 2001 Giray Ercenk, Giray Ercenk söyleşileri, 2002- Ulusman, Zerrin; söyleşi, Orhan Taylan'la Bodrum sergisi uzerine.--Istanbul: Sanat Cevresi, Sayi:283 (Mayis 2002). p. 84-85. Pigmeler Orta Afrika'nın ilk sakinlerinden biri olarak kabul edilen Pigmalar, günümüzde Papua Yeni Gine ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde de yaşayan ve genelde 1.5 metreyi aşmayan boylarıyla hatırlanan yerli bir kabiledir. Growt (büyüme) hormonunun az salgılanması sonucu meydana gelmektedir. Papua Yeni Gine, Güneybatı Büyük Okyanus’ta, Avustralya kıtasının kuzeyinde ve ekvatorun güneyinde, 0°-10° güney enlemleri ve 130°-150° doğu boylamları arasında, Yeni Gine Adasının doğu yarısı, Bismarck Takımadası ve birçok bitişik ada gruplarını içine alan bağımsız bir ülke. Batısında Endonezya, güneyinde Avustralya bulunur. Bölgede yaşayan ilk insanların kimler olduğu hakkında bilgiler kesin değildir. Bu adalar topluluğunda hayâtın 10.000 yıl evvel başladığı kabul edilir. Arkeolojistlerin çalışmalarına ve elde edilen târihî kayıtlara göre bölgenin bilinen ilk insanları kuzeyden gelen Malenezyalılar ile Papua yerli dilini kullanan ada yerlileridir. Daha sonra Asya ve Endonezya’dan göçler yapılmıştır. Ülkede yerli nüfûsu olarak üç ana grup vardır; güney ve iç bölgelerde Papuanlar, kuzey ve doğuda Malenezyalılar ve batı bölgelerde Pigmeler. Bunların dışında ayrıca Avustralyalılar, Polinezyalılar ve bir miktar da Çinliler mevcuttur. Yerlilerin çoğunluğu siyah derilidir. Bunlardan deri renkleri sarı ile siyah arasında değişebilen, yuvarlak kafa yapılı Pigmalar, kısa boylu olmalarıyla bilinir. Zekai Apaydın Aziz Zekai Apaydın (1884, Graveşka, Bosna - 29 Nisan 1954, İstanbul) Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yılları hükümetlerinde Tarım Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı gibi görevlerin yanı sıra Londra ve Moskova Büyükelçiliği gibi kilit görevlerde bulunan devlet ve siyaset adamıdır. 1884 yılında Bosna'da Graveşka'da doğdu. Orta ve lise öğrenimini Aydın Rüştiyesi ve İzmir Merkez İdadisinde tamamladıktan sonra Mülkiye Mektebine girdi. 1903 yılında Mülkiye mektebinden mezun oldu. 1903 yılında Yüksek Kısmını bitirerek İzmir Vilayeti Maiyyet Memurluğuna atandı. 1907 yılında Vulçetrin Kaymakamı oldu. 1908-1913 yılları arasında Palanga, Uşak, Eskişehir ve Beykoz Kaymakamlıklarında bulundu. Mayıs 1914 tarihinde Mersin Mutasarrıflığına getirildi. Ekim 1916 tarihinde Kayseri, Haziran 1917 tarihinde Eskişehir Mutasarrıfı oldu. Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından Ocak 1919 tarihinde görevinden görevinden alındı. Arandığını ve tutuklanacağını öğrenince gizlice Bosna'ya gitti. Millî Mücadelenin başlaması ile yurda dönerek Adana Cephesinde gönüllü olarak çalıştı. 27 Ağustos 1920 tarihinde Adana'dan milletvekili seçilerek TBMM'ye katıldı. Bu dönem içinde Eskişehir İstiklal Mahkemesi üyeliği, Hariciye vekili Bekir Sami Bey Başkanlığındaki heyetin içinde Londra Konferansı'nda TBMM hükümeti murahhaslığı, Lozan Konferansı'nda murahhas heyeti müşavirliği yaptı. TBMM II. Dönemde Aydın Milletvekili seçildi. 2. İnönü Hükûmeti'nde Ziraat Vekili oldu. 18 Ekim 1924 tarihinde Londra Büyükelçiliği'ne, 6 Mayıs 1925 tarihinde Moskova Büyükelçiliği'ne atandı. 1930-1935 yılları arası 5. İnönü Hükûmeti'nde Millî Savunma Bakanı oldu. TBMM 3. Dönem, TBMM 4. Dönem ve TBMM 5. Dönem'de Diyarbakır'dan milletvekili seçildi. 9 Temmuz 1935 tarihinde ikinci defa Moskova Büyükelçiliği'ne atandı. 1937 yılındaki Trakya Manevraları'na katılarak yabancı heyetlere eşlik etti. Eylül 1939 tarihinde yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile aralarında II. Dünya Savaşı ile alakalı çıkan fikir ayrılıkları yüzünden kendi isteği ile emekliye ayrıldı. 29 Nisan 1947 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Mehmet Ali Şahin Mehmet Ali Şahin (16 Eylül 1950, Ekincik, Ovacık), Türk avukat ve siyasetçi. 2009–2011 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini sürdürmüştür. 2007–2009 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 60. Türkiye Hükûmeti'nde Adalet Bakanı olarak yer almıştır. 2002–2007 yılları arasında Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Türkiye Hükûmeti'nde ve Erdoğan tarafından kurulan 59. Türkiye Hükûmeti'nde Başbakan yardımcısı olarak yer almıştır. Siyasal kariyerine Refah Partisi'nde başlayan Şahin, ilk defa 1995 Türkiye genel seçimleri'nde Refah Partisi İstanbul milletvekili olarak meclise girmiştir. 1989 Türkiye yerel seçimleri'nde Küçükçekmece, 1994 Türkiye yerel seçimleri'nde ise Fatih belediye başkanı adayı olmuştur fakat seçilememiştir. Refah Partisi'
nin 1998 yılında kapatılmasının ardından 1999 Türkiye genel seçimleri'nde Fazilet Partisi İstanbul milletvekili olarak meclise girmiştir. 2001'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır ve 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti İstanbul milletvekili olarak meclise girmiştir. 2007 Türkiye genel seçimleri'nde Antalya, 2011 Türkiye genel seçimleri'nde Karabük milletvekili olarak meclise girmiştir. 2012 ve 2014 yılları arasında AK Parti Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Mehmet Ali Şahin 16 Eylül 1950 tarihinde Abdullah ve Ünzüle Şahin çiftinin çocuğu olarak Karabük'ün Ovacık ilçesine bağlı Ekincik köyünde doğdu. İlkokulu eğitimini doğduğu köyde aldıktan sonra İstanbul İmam Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Lise yıllarında köyde imamlık yaptı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu ve 1983 yılına kadar serbest avukat olarak çalıştı. Serbest avukatlık mesleğiyle beraber siyasete de atılan Şahin, Refah Partisi Eminönü İlçe Başkanlığı yaptı. 1989 yerel seçimleri'nde Refah Partisi Küçükçekmece Belediye Başkan Adayı oldu ancak seçimi 5. sırada tamamladı. 1994 yerel seçimleri'nde Refah Partisi Fatih Belediye Başkan Adayı olduğu seçimi kazanmasına rağmen oy pusulalarındaki baskı hatası nedeniyle seçimler iptal edildi. Temmuz 1994 tarihinde yenilenen seçimlerde Anavatan Partisi Fatih Belediye Başkan Adayı Sadettin Tantan'a karşı yenildi. İlk defa 1995 Genel Seçimleri'nde Refah Partisi İstanbul milletvekili olarak meclise girdi. Refah Partisi Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri gerekçesiyle kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi'ne katıldı ve 1999 Türkiye genel seçimleri'nde İstanbul milletvekili olarak meclise girdi. 2001'de kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) kurucu üyeleri arasında yer alan Şahin, 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti İstanbul milletvekili olarak meclise girdi. Abdullah Gül'ün başbakanlık görevinden istifa etmesinin ardından Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 59. Türkiye Hükûmetinde Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet bakanı olarak yer aldı. 2007 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar meclise girdi ve Erdoğan tarafından kurulan 60. Türkiye Hükûmeti'nde Adalet Bakanı olarak yer aldı. 5 Ağustos 2009 tarihinde seçildiği TBMM Başkanlığını iki yıl sürdürdü. 24. Dönem Karabük milletvekili olarak TBMM'ye tekrar girmiştir ve meclisteki koltuğunu korudu. 2012-2014 yılları arasında Ak Parti Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilliği görevinin yanı sıra Adalet Komisyonu Üyeliği'nde de bulundu. Haziran 2015 ve Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar meclise girdi. 2018 yılının Haziran ayında yapılan genel seçimleri için milletvekili adaylığı için başvuru yapmadı. Eşi Saniye Şahin 27 Kasım 2014 tarihinde bir süredir tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir.14 Ekim 2017 de Zuhal Fırat ile ikinci kez evlendi. Abdüllatif Şener Abdüllatif Şener (d. 26 Nisan 1954, Emirler, Yıldızeli), Çerkes asıllı Türk siyasetçi, akademisyen, TBMM eski milletvekili, eski Başbakan Yardımcısı, Maliye eski Bakanı ve Türkiye Partisi'nin kurucusudur. 58. Hükümet ve 59. Hükümet'te Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, öncesinde 54. Hükümet'te Maliye Bakanı, TBMM 19. Dönem ve 20. Dönem Refah Partisi, 21. Dönem Fazilet Partisi, 22. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi Sivas milletvekili olarak görev yaptı. Abdüllatif Şener, 26 Nisan 1954'te, Ahzerat ve Bedirhan Şener'in oğlu olarak Sivas'ın Yıldızeli ilçesinin Emirler köyünde doğdu. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Gazi Üniversitesi'nde doktora yaptı. Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde dekan yardımcısı oldu. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı. Maliye Bakanlığı'nda Gelirler Kontrolörü olarak çalıştı. 1991 Türkiye genel seçimleri'nde Refah Partisi'nden Sivas milletvekili seçilerek siyasete girdi. Necmettin Erbakan başkanlığında kurulan REFAHYOL Hükûmeti'nde Maliye Bakanı olarak görev yaptı. 1998 yılında Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra Fazilet Partisi'ne geçti. 2001 yılında da Fazilet Partisi de kapatıldı. 2001 yılında kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (Ak Parti) kurucuları arasında yer aldı. 2002 Türkiye genel seçimleri'nde yeniden Sivas milletvekili seçildi. 2002-2007 yılları arasında Abdullah Gül Hükûmeti ve 1. Erdoğan Hükümeti'nde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2007 yılında yapılan seçimlerde aday olmadı ve AKP'den istifa etti. 25 Mayıs 2009 tarihinde Türkiye Partisi'ni kurdu. 2011 Türkiye genel seçimleri öncesinde partisinin genel başkanlığından istifa ederek Sivas'tan Bağımsız milletvekili adayı oldu. 17.092 oy almasına rağmen milletvekili seçilemedi. Kurucusu olduğu Türkiye Partisi, 27 Ağustos 2012 tarihinde kapandı. 2018 Türkiye genel seçimleri'nde Cumhuriyet Halk Partisi'nden Konya milletvekili adayı olmuştur. Fransızca bilmektedir. Evli ve 4 çocuk babasıdır. Emniyet kemeri Emniyet kemeri, ulaşım araçlarında yolcuların güvenliklerini sağlamak üzere otomotiv üretici firmaları tarafından hazırlanmış ve insanların ulaşım esnasında can güvenliklerinin sağlanması amacıyla kullanılan düzenek. Ortaya çıkan enerji inanılmazdır. 80 km/s hız 1 ton ağırlığındaki bir otomobili 30 metre yukarıya fırlatabilir. Ali Babacan Ali Babacan (d. 4 Nisan 1967, Ankara), Türk mühendis, ekonomist ve siyasetçi. Türkiye Büyük Millet Meclisi 22., 23., 24. ve 26. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekilidir. 58. ve 59. Hükûmetlerde de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı yaptı. 60. Hükümette 1 Mayıs 2009'a kadar Dışişleri Bakanı olarak görev aldı ve Mayıs 2005 - Ocak 2009 arasında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliği konusunda görüşmelerin yürütüldüğü makam olan başmüzakerecilik görevinde bulundu. 61. ve 62. hükümetlerde Başbakan Yardımcılığı yaptı. 1967 yılında Ankara'da doğdu. Aslen Ankara'nın Şereflikoçhisar ilçesine bağlı Değirmenyolu köyü nüfusuna kayıtlıdır. 1985'te TED Ankara Koleji'ni birincilikle bitirdi. 1989 yılında ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü'nden birincilikle mezun oldu. 1990 yılında Fulbright bursu kazanarak, ABD'ye gitti. 1990-1992 yılları arasında ABD Chicago'da bulunan Northwestern Üniversitesi Kellogg School of Management'da İşletme dalında yüksek lisans (MBA) yaptı. Yüksek lisans çalışmalarında, Pazarlama, Organizasyon ve Uluslararası İş İdaresi dallarında uzmanlaştı. 1992-1994 yılları arasında, Amerika'da finans sektörünün üst düzey yöneticilerine danışmanlık yapan özel bir şirkette danışman olarak çalıştı. 1994-2002 yılları arasında Ankara'da özel sektörde iş hayatını sürdürdü. 2003-2010 yılları arasında yapılan Bilderberg Toplantıları'na katıldı. 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi ve MKYK üyesi oldu. 58. ve 59. hükümetlerde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevinde bulundu. 60. Hükümet'te ise Dışişleri Bakanı ve Avrupa Birliği ile müzakerelerde Başmüzakereci olarak görev yapmaktaydı. Egemen Bağış'ın Devlet Bakanı ve Başmüzakereci konumuna getirilmesinin akabinde sadece Dışişleri Bakanı olarak bir süre görevine devam etti. 1 Mayıs 2009'da gerçekleşen kabine değişikliğinden sonra Dışişleri Bakanlığı'nı Ahmet Davutoğlu'na devretti. 1 Mayıs 2009 tarihinden sonra Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak hükümetlerde görev yaptı. 28 Ağustos 2015 tarihinde başbakan yardımcılığı görevini Cevdet Yılmaz'a devretti. II. Davutoğlu hükümeti döneminde başbakan danışmanlığı yapmıştır. 2018 yılının Haziran ayında yapılan genel seçimleri için milletvekili adaylığı için başvuru yapmadı. Çok iyi derecede İngilizce bilmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır. Klima Klima, soğutma çevrimi kullanılarak bir ortamdan ısı çekmek (yani ortamın sıcaklığını azaltmak), fazla nemini alıp ortama taze hava sağlamak için tasarlanmış sistem veya mekanizmadır. İnsanların bulundukları çevre, ortam içinde sıcaklığın ayarlanabilmesi, bulunulan ortamın konforunu artırır. İnsanın rahat ettiği çevre sıcaklığı bir başka ifadeyle rahatlık sıcaklığı bulunan ortamdaki hava sıcaklığıyla havanın nem oranına bağlıdır. Aşırı nem, aşırı sıcaklıktan daha rahatsız edicidir. Örneğin 40 °C sıcaklık ve % 10 nispi neme sahip bir hava 30 °C sıcaklık % 80 nispi neme sahip bir havaya göre daha iyidir, çünkü nem oranı arttıkça insan vücudunun sıcaklık karşısındaki reaksiyonu yavaşlar. Bu nedenle klimalarda yalnızca havanın soğutulması yeterli olmaz nem oranının da ayarlanması gerekir. Bu işlemlerin yapılmasına "klimalandırma" veya "iklimlendirme" denir. Bu amaçla kullanılan donanıma ise klima ("En:air conditioner") denir. Klimanın çalışma yöntemi, belirli bir basınç altında bulunan sıvı haldeki soğutucu akışkanın istenilen sıcaklıkta buharlaştırılması ve buhar halden tekrar sıvı hale döndürülmesidir. Çalışma prensibini termodinamiğin ikinci kanunu açıklar. Çevrim malzemesi olarak kullanılan gaz bir kompresör aracılığıyla emilip sıkıştırılarak sıvılaştırılır. Sıkıştırma sırasında açığa çıkan ısı bir fan vasıtası ile atmosferik çevreye (dış ortama) atılır . Bu sıvı daha sonra genleşme valfi tarafından üzerindeki basıncın düşürülmesi ile bulunduğu ortamdan ısı çekerek gaz haline dönüşür. Bu esnada bulunduğu ortamdan ısı çektiği için ortam sıcaklığını da düşürmüş olur. Soğutma akışkanı kompresör tarafından emilerek çevrim aynı şekilde tekrarlanır. Soğutma makinelerinde önceleri amonyak ve karbondioksit kullanılmıştır. Günümüzde ise freon kullanılmaktadır. Soğutucu akışkanlar şu özelliklere sahip olmalıdır: En çok kullanılan soğutma akışkanları şunlardır: Freon 12, freon gazının F11, F12, F13, F22, F502 gibi türleri vardır. Bileşiğinde C, Cl ve F bulunur. Çoğunlukla klima cihazlarında bu gaz kullanılır. F12'nin atmosferik basınçta kaynama noktası –29,8 °C , donma noktası –157,78 °C 'dir. Yoğunluğu havanın yoğunluğundan büyüktür. Renksiz bir gazdır. Soğutma veya klima tekniğinde üç yönt
em uygulanır: sıcaklığı bu havanın sıcaklığından daha büyük olursa sudan havaya ısı geçişi başlar ve su ağır ağır buharlaşarak soğur. Suyun sıcaklığı havanın sıcaklığına eşit olunca sudan havaya ısı akımı durur. Ancak hava doygunlaşmadığı için buharlaşma devam eder. Buharlaşmanın devam etmesi suyun sıcaklığının havanın sıcaklığının altına düşmesine neden olur. Bu durumdada havadan suya ters ısı akımı başlar . Belli bir noktadan sonra ısıl denge sağlanır. Havayla suyun arasındaki ısıl dengenin sağlandığı sıcaklığa termodinamikte ve klima tekniğinde yaş termometre sıcaklığı denir. Üzerine ıslak pamuk sarılmış bir termometrenin gösterdiği sıcaklık yaş termometre sıcaklığıdır. kısaca mevcut havanın ısısını değiştirmeden doyma durumuna getirilerek ölçülen sıcaklığa yaş termometre sıcaklığı denir. DC Motorlu Değişken devirli klimalardır. AC Motor akımlarından farklı olarak çalışan bu tarz klimalar Enerji verimliliği ile Elektrikten çekilen yükü azaltarak daha az enerji ile maximum fayda sağlayan klimalara denir. Birçok dünya devi klima üreticisi günümüzde inverter klima üretmektedir. -15 derecede bile performans veren klima türüdür. Bugün Avrupa Birliği üyelerinde satışı yasaklanan B Enerji Türü klimalara oranla %50 ila %70 oranda daha az enerji harcarlar. 2007 ve 2008 yılları arasında yaygınlaşma eğilimi gösteren ve 2010 yılı itibarı ile %99 oranında bütün markaların ürettiği bu klima tipi için bu terim birçok ülkede kullanılmaktadır. Süper Inverter Terimi (Super Invertech) DC motorların (Doğru akım motoru) daha sessiz çalıştırılarak elde edilen klima çalışma teknolojisinin genel adıdır. İnsan vücudunun yaydığı ısıdan kişilerin mekandaki yerini ve hareketlerini algılayan teknoloji sensörü ile klimadan üflenen havayı en ideal şekilde yönlendirir. Ortamda herhangi bir kişi olup olmadığını tespit ederek klimanın çalışmasını kontrol eder ve bu yolla yüksek enerji tasarrufu sağlar. Klimaların soğutma değerini ifade eden birim, kısaltılmış hali BTU olan British Thermal Unit'tir. Watt ve Joule arasında direk ilişki kurulabilen bu birim soğutma gücü için özellikle kullanılmaktadır. Soğutulacak odanın özellikleri, soğutma için gereken BTU değerini vermektedir. Aşağıda bir odayı soğutmak için verilmesi gereken BTU değerinin, odanın özelliklerinden nasıl etkilendiğini görebileceksiniz. 337 sayısı bölge katsayıdır. Türkiye için Bu değerlerin toplamı, genel soğutma ihtiyacını BTU olarak verecektir. Yani; Sıcaklığın 21 ile 27 derece arasında olduğu bir ortamda yapılan test sürüşünde otomobilin içine yerleştirilen hoparlörlerden zil çalması , korna sesleri , itfaiye sireni gibi sesler verilerek sürücünün bu sesleri zamanında duyup duymadığını kontrol etmek için bir pedala basması istenmiş . 27 dereceye ulaşıldığında sürücünün seslere gösterdiği reaksiyon süresinin % 20 ve daha da üzerinde oranlarda arttığı saptanmış. Ayrıca sıcaklık 27 derecedeyken 21 derecenin iki katı oranında sinyal dikkate alınmayarak atlanmış. Yüksek ısıdan etkilenen sürücünün 0,5 promil oranında alkol alan bir sürücüyle aynı durumda olduğu saptanmış. Birçok kazaya yol açan saniyelik uykunun %32'si yüksek sıcaklık nedeniyle meydana gelmektedir. B12 vitamini Siyanokobalamin, B vitamini olarak bilinen vitaminin diğer adıdır. Özellikle hayvansal dokularda bulunur. Birkaç özel sebzede bulunduğu iddia edilse de (Örn: Soya, Spirulina) bu, tıp litteratürünce kabul edilmemiş tartışmalı bir konudur. Bu yüzden vegan (tamamen bitkisel) beslenen kişilerde zaman zaman B vitamini içeren kompleks haplar kullanmaları gerekebilir. Bknz: Spirulina Hapı B vitamini megaloblastik anemiyi önlemek için gereklidir, alyuvar üretiminde folik asitin(B) düzenlenmesine yardım eder ve demir kullanımına yardımcı olur. Doğru sindirim, besinlerin alınması, protein sentezi, karbonhidrat ve yağ metabolizması için gereklidir. B vitamini sinir tahribatını önler, doğurganlığı sağlar, hücre oluşumunu ve uzun yaşamasını sağlar, sinir uçlarının normal gelişimini kolaylaştırır, hafızanın güçlenmesine ve öğrenmeye yardım eder. Yetersizliği genellikle eksik alımından değil, mide parietal hücrelerinin "intrinsik faktör" adı verilen glikoproteini sentezleyememesindendir. İntrensek faktör, B vitaminine bağlanarak barsaktan emilimini sağlar. Bu vitaminin eksikliğinde yürüme bozukluğu, kronik yorgunluk, depresyon, sindirim bozuklukları, bayılmalar, mide bulantısı, kusma, fazla gaz çıkarma, baş dönmesi, uyku hali, karaciğer büyümesi, göz bozuklukları, halüsinasyonlar, baş ağrıları, dil enfeksiyonu, huzursuzluk, zor nefes alma, hafıza kaybı, sinirsel bozulmalar, kalp çarpıntısı, kansızlık, kulaklarda çınlama, omurilik yıpranması gibi rahatsızlıklar görülebilir. B vitamini eksikliği çoğu kez kalın sinir liflerinin miyelin kaybıdır. Bunun bir sonucu olarak birçok insanda dış duyu kaybı fazladır ve şiddetli vakalarda felç olması bile olasıdır. B vitamini, bir hidrojen alıcısı olarak koenzim görevi yapar ve çeşitli metabolizma faaliyetleri yürütür. En önemli işlevi belki de gen kopyalanmasında koenzim olarak fonksiyon göstermesidir. Bu sayede B vitaminini iki önemli görevi olduğu söylenebilir: Büyümeyi ve eritrositlerin oluşumunu hızlandırma. 1972 yılında 11 yıllık bir çalışmanın sonucunda Harvard'dan R. B. Woodward ve İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü'nden A. Eschenmoser tarafından laboratuvarda sentezlendiği ilan edilen vitaminin sentezi doksandan fazla basamakla olur ve yaklaşık yüz kişilik bir çalışmanın ürünüdür. Dana eti, karaciğer, yumurta, böbrek, süt ve süt ürünlerinde (hayvansal kaynaklı besinlerde) bulunur. Firebird (veri tabanı) Firebird, Borland'ın Interbase 6.0 veri tabanını açık kaynak kodlu hale getirmesinden sonra bu kaynak kodlardan yola çıkılarak geliştirilmiş olan, açık kaynak kodlu bir ilişkisel bir veri tabanı yönetim sistemidir. Saklı Yordam (Stored Procedure) desteği Tetikleyici (trigger) desteğinin yanında sadece interbase ve Firebird'e özgü olan alert özelliği sayesinde tablolardaki herhangi bir değişiklik meydana geldiği anda bu değişikliği kendi yazılımınızdan takip etme imkânı sunar. Tüm versiyonları ücretsizdir. Bazıları Firebirdün sadece birkaç bağlantılı küçük veritabanlarına uygun bir RDBMS olduğunu düşünebiliyor. Ancak sanılanın aksine Firebird, çok büyük veritabanları ve çok sayıda bağlantı için kullanılmaktadır. İyi bir örnek olarak Avarda'dalı Softool'06 (Rus ERP) Firebird 2.0 Classic server ile çalışmakta ve ortalama 100 eşzamanlı bağlantı, 120GB Firebird veritabanındaki 700 milyon kayda erişmektedir! Sunucu, bir SMP makina (2 CPU - Dell PowerEdge 2950) ve RAM 6GB. Firebird veritabanı çok iyi bir desteğe sahiptir ve hızla eksiklerini kapatmaktadır. 2007 yılı sonunda onbinlerce projenin yer aldığı Sourceforge'den en iyi şirketler uygun (enterprise) veritabanı ve en iyi destek verilen proje ödüllerini almıştır. Ayrıca firebird veritabanı gönüllüleri tarafından verilen çok iyi Türkçe teknik desteği de bulunmaktadır. Trigger Trigger yani tetikleyici, ilişkisel veri tabanı yönetim sistemlerinde bir tabloda belirli olaylar meydana geldiği zaman yani ekleme, güncelleme, silme işlemlerinden biri gerçekleşmeden önce veya sonra çalışan ve belirli işlemleri kodlandığı şekilde yerine getiren yordamdır. Tetikler, veritabanında yapılan değişikliklerle birlikte otomatik olarak çalışan prosedürel program parçacıklarıdır. Bu yüzden iş mantığının tetiklerin içinde gerçeklenmesi, istenmeyen bir durumdur. Hatta tetiklerin profesyonel olmayan kişiler tarafından kullanılması genellikle tavsiye edilmez. Ancak ilişkisel veritabanlarında performansı artırıcı etkisi nedeniyle olmazsa olmaz yordamlardır. Bir tablo üzerinde belirli bir olaya bağlı olarak tetiklenip çalışan SQL kodlarıdır. Tablo üzerindeki tetikleyicileri (triggerleri) tetikleyen olaylar delete, insert ve update olaylarıdır. Bu olaylara istinâden üç ana tip tetikleyiciden bahsedilir. Bunlar insert tetikleyicisi, delete tetikleyicisi şeklindedir. Bir tablo üzerinde bu olayların öncesinde ve sonrasında tetiklenecek istenildiği kadar tetikleyici yazılabilir. Fakat genel eğilim ve kullanım, her bir olay için tek bir tetikleyici kullanmak şeklindedir. Örneğin stok hareketleri sonucunda stok miktarlarının azalması veya artması işlemlerinin veya tahakkuk ve tahsilatlar sonucu carî hesapların etkilenmesi işlemlerinin tetikleyiciler aracılığı ile yapılmaları, tipik bir tetikleyici kullanım yeridir. Ayrıca referential integrity’yi sağlamak amacı ile de tetikleyici kullanımı çok tercih edilir. İlişkisel bir veritabanında örneğin PERSONEL tablosundaki kişinin bölüm bilgisi amaçlı olarak BOLUM_NO tutulması ve bölümün adının da BOLUM tablosundan bulunması yapıldığını düşünelim. Eğer 1 numaralı bölüm herhangi bir personele kullanıldıysa BOLUM tablosundan BOLUM_NO değeri 1 olan kaydın kesinlikle silinememesi gerekmektedir. Bu tür kontrollerin yapılarak veri bütünlüğünün korunmasına İngilizcede referential integrity denir. Bu amaçla yazılan veya bir veritabanı tasarım aracı kullanıldıysa onun otomatik olarak yazdığı tetikleyici kodları sayesinde bu bütünlük korunur. Çünkü BOLUM tablosunun delete tetikleyicisi’nde gerekli kontrolleri yapacak kod yazılır ve silinmek istenen BOLUM_NO herhangi bir personel için kullanıldıysa bu silme işlemine izin verilmez. İki tip tetikleyici vardır­­: Satır düzeyi tetikleyici mantığında yazılan tetikleyici kodları, o an işleme tâbî olan bütün satırlar için veritabanı tarafından ayrı ayrı çalıştırılır. Yani misal 100 adet kayıdı yeniliyorsak update tetikliyicimiz arka arkaya her satır için bir defa olmak üzere toplam 100 defa çalışır. Statement level tetikleyici ise her statement için bir defa çalışır. Yani ister bir adet, ister 100 adet kayıdı yeniliyor olun, yazdığınız tetikleyici kodu sadece bir defa çalışacaktır. Dolayısıyla yenilenen 100 kayıt için de yapılması gereken ayrı ayrı işlemler varsa bu işlemler tetikleyici içinde bir döngü marifetiyle yapılmalıdır. Kan (film, 1977) Kan, yönetmenliğini Remzi Jöntürk'ün yaptığı, senaryosunu Mehmet Aydın'ın yazdığı Tür
k filmidir. Kadir İnanır'ın "Ben Kadir, Deli Kadir uleaaayn" repliği filmin unutulmazıdır. Bahçesaray Rayonu Bahçesaray Rayonu, 1.600 km² yüzölçümünde, 81 köy, 3 kasaba ve 1 şehirden müteşekkil 100.000 nüfuslu bir bölgedir. Bölge merkezi Bahçesaray'ın nüfusu 30.000'dir. Köylerin resmi Rus adlarını parantez içinde yazılmıştır. Mehmet Aydın Mehmet Aydın şu anlamlara gelebilir: Kürşad Tüzmen Kürşad Tüzmen (9 Ekim 1958, Ankara), 59. ve 60. Hükümetlerde Dış Ticaret ve Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı ve TBMM 22. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi Gaziantep ve TBMM 23. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi Mersin milletvekili görevlerinde bulunmuş bürokrat ve siyasetçi. Kürşad Tüzmen 9 Ekim 1958 yılında Ankara'da doğmuştur. 1981 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünü bitirmiştir. 1987 yılında Liverpool’da, Liverpool Serbest Bölgesi Serbest Bölgelerin Yönetimi konusunda dört ay süre ile eğitim almıştır. 1991 yılında ABD’de University of Illinois Uluslararası İşletme yüksek lisansını tamamlamıştır. Birleşik Krallık'ta East Anglia Üniversitesi’nde Kalkınma İktisadi Sertifika Programına katılmıştır. 1984-1991 yılları arasında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Serbest Bölgeler Daire Başkanlığı’nda Uzman olarak görev almıştır. 1991-1993 yılları arasında Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü’nde Daire Başkanı olarak, 1993-1994 yılları arasında Genel Müdür Yardımcısı olarak, 1994-1997 yılları arasında Genel Müdür olarak, 1997-1999 yılları arasında Müsteşar Yardımcısı olarak, 1999-2002 yılları arasında da Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Dış Ticaret Müsteşarı olarak görev almıştır. 1995-1999 yılları arasında WEPZA Yönetim Kurulu Üyeliği, 1997-1999 yılları arasında İGEME (İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi) Yönetim Kurulu Başkanlığı, 2000-2002 yılları arasında Türk Eximbank Yönetim Kurulu Başkanlığı ve 1999 yılından beri yürütmüş olduğu WEPZA (World Economic Processing Zones Association) Başkanlığı yürütmüş olduğu diğer görevleri arasındadır. Şili, İrlanda ve Brezilya'da Serbest Bölgeler ve İktisadi Gelişme Konularında dersler veren Tüzmen, OECD, Birleşmiş Milletler ve British Council’in burslarıyla ‘Dış Ticaret ve Serbest Bölgeler’ konusunda İrlanda’da Danimarka’da, Mısır’da, Singapur’da ve Güney Kore’de çalışmalar yaptı. Ekonomi ve Dış Ticaret hakkında çeşitli dergilerde makaleler yazdı. 1999 yılında Dünya Gazetesi Yılın Bürokratı ödülü, 2000 yılı Akdeniz Gazeteciler Derneği Yılın Kamu Yöneticisi Ödülü, 2001 yılı Dünya Gazetesi Yılın Bürokratı ödülü, 2001 yılı Ekonomist Dergisi Yılın Bürokratı Ödülü, 2001 yılı Genç Mülkiyeliler Topluluğu Kariyerinin Zirvesindekiler Ödülü, 2001 Yılı GESİAD Yılın Devlet Adamı Ödülü, 2001 Yılı Türk-Amerikan İş Konseyi Yürütme Kurulu ve American-Turkısh Council Yönetim Kurulu tarafından verilen Commercial Citation almış olduğu ödüller arasındadır. Adalet ve Kalkınma Partisi'den siyasete atılan Tüzmen 58., 59. ve 60. Hükümetlerde Devlet Bakanlığı yapmıştır. 2009 yılında yapılan kabine değişikliği ile 60. Hükümet'teki görevi sona eren Tüzmen, daha sonra AK Parti MKYK'sına seçilmiş ve AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olmuştur. Fakat son dönemlerde cilt kanseri nükseden Tüzmen görevinden ayrılmıştır. Milli yüzücü ve profesyonel dalgıç olan Tüzmen, İngilizce ve Almanca bilmektedir, evli ve iki çocuk babasıdır. Hastalık Hastalık ya da sayrılık, beden veya zihinde meydana gelen, rahatsızlık, dert ve görev bozukluğuna yol açan belirli bir anormal duruma verilen isimdir. Kimileyin terim yaralanma, sakatlık, sendrom, semptom ve normal yapı ve fonksiyonun anormal çeşitlerini kapsayacak biçimde, geniş bir anlamda kullanılır. Ancak farklı bağlamlarda bu kavramlar farklı kategorilere girerler ve hastalık kavramı bunların yerine kullanılamaz. TDK tanımına göre "hastalık"; ""Organizmada birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla sağlığın bozulması durumu, rahatsızlık, çor, dert, sayrılık, illet, maraz, maraza, esenlik karşıtı""dır. Sayrılıkları inceleyen bilim dalı patolojidir. Hastalıklar ın sistematik sınıflandırmasını konu edinen bilim dalı ise nozolojidir. İnsan sayrılıkları ve bunların tedavisiyle ilgilenen daha geniş bir alanı kapsayan bilim dalı ise tıptır. Birçok benzer (hatta kimi aynı) durum ve süreçler hayvanları da etkilemektedir; hayvanları etkileyen sayrılıkları inceleyen bilim dalı veteriner tıptır. Hayvanlar ve insanlar dışında, her organizma gibi, bitkiler de çeşitli süreç ve durumlardan etkilenip zarar görebilirler; enfeksiyon, besin yetersizliği veya zararlı mutasyonlar gibi. Bitkileri etkileyen sayrılıkları inceleyen bilim dalı bitki patolojisidir. Kimi sayrılıklar, bulaşıcıdır ve çeşitli mekanizmalar sayesinde iletilebilir, - bulaşabilirler; örneğin grip, öksürüklerden çıkan küçük damlacıklar, böcek veya diğer vektörlerin ısırıkları veya sayrılığı taşıyan kirli su veya yiyecekler gibi. Diğer hastalık, kanser ve kalp sayrılığı gibi, mikroorganizmaların herhangi bir rolü olsa dahi bir enfeksiyon nedeniyle oluşmadıklarından, bulaşıcı değillerdir. Epidemiyoloji, hastalıkların yayılışını ve salgın hastalıkları inceleyen, hastalıkların yayılmasını etkileyen çeşitli faktörleri saptayan tıp dalıdır. Ayrıca, epidemiyologlar sayrılıkların yayılmasını kontrol altına alacak ve önleyecek metotlar geliştirmeye çalışırlar. Epidemiyolojik çalışmalar sonucu sayrılıklar yayılımlarına göre endemik, epidemik veya pandemik olarak tanımlanabilir. Endemik, bir nüfus içinde her zaman var olan bir sayrılığı tanımlar. Epidemik hızla, aniden ve beklenmedik bir şekilde yayılan ve birçok insanı etkileyen bir sayrılık olarak tanımlanabilir. Ancak terim, daha önceden tahmin edilebilecek artışları kapsamaz; örneğin kışları grip vakalarının artışı epidemik olarak tanımlanmaz. Pandemik ise çok büyük alanlarda, bir kıta veya tüm dünya gibi, büyük sayıda insanı etkileyen hastalıkları tanımlar. Kızamık, verem, suçiçeği, tetanoz, sıtma, tifo, tifüs bunlardan kimileridir. Biyolojide, "hastalık" sözü bir organizmanın işleyişine, görevine zarar veren her türlü anormal durumu tanımlamak için kullanılır. Bugün "hastalık" sözü mecazi olarak, herhangi bir şeyin düzensiz, işlevsiz veya sıkıntılı durumlarını belirtmek için kullanılır; ""toplumun hastalığı"" gibi. Ayrıca, Türkçede yine mecazi şekilde, "hastalık" sözü ""aşırı düşkünlük ve tutku"" anlamında da kullanılır; ""Temizlik hastalığı."" gibi. Kuyutorman Kuytuorman, J. R. R. Tolkien'in Orta Dünyası'nda bir yerdir. (İng: "Mirkwood") Elflerin ve Entlerin bazılarının yaşadığı bölgedir. Kuzeyindeki Kuyutorman Krallığının lideri olan Thranduil ve ünlü Kuyutorman okçularının anavatanıdır. Yüzüklerin Efendisi üçlemesi çevirmeni Çiğdem Erkal İpek bu konuda şöyle yorum yapıyor: ""Kitapta çoğu zaman İskandinav kökenli kelimelerle karşılaştım. Bu kelimeleri çevirmek için Anglo-Saksonca ve Divânu Lügati't-Türk'ten yararlandım. Örneğin ‘‘Mirkwood’’ diye bir kelime var. Bugünkü İngilizcede kullanılmıyor. Anlamı ‘‘şeytani, karanlık, kötü orman’’ demek. Bu anlamı karşılayacak kelimeler olan ‘‘yaban ve yavuz’’un anlamı değişmiş. Divânu Lügati't-Türk'te ‘‘kuytu’’ kelimesinin anlamı, ‘‘ürkütücü, korkutucu’’ olarak yer alıyor. Tatar Türkleri aynı anlamda ‘‘koytı‘‘, Kazak Türkleri de ‘‘kuytuluk’’ kelimesini kullanıyor. Ben de bu kelimeyi ‘‘Kuyutorman’’ olarak çevirdim ve aynı hissi verdi. Ama bu kelimeyi bulmak bir haftamı aldı."" Kuyutorman'ın, batısında Anduin nehri ve Dumanlı dağlar, doğusunda Rhûn, Erebor ve Demir Dağları, kuzeyinde Gri Dağlar ve güneyinde de Kahverengi Topraklar bulunur. Bölgenin Güney yakısında Dol Goldur kalesi vardır. Ayrıca kuzeyinde Eski Orman Yolu ve Kuyutorman sıradağları bulunur. Rhovanion bölgesinin içinde bulunan Kuyutorman, doğudan gelerek Yüksek veya Kızılboru geçitlerinden geçenlerin uğrayacağı ormandır. Sauron'un gölgesi bu diyarlar üzerine düşmeden önce bu orman için Yeşil Orman ismi kullanılırdı. Fakat Sauron'un gelişiyle orman giderek karardı ve kötü yaratıkların meskeni oldu. Burada yaşayan elflerin krallığı, ormanın güneyindeki Dol Guldur'dan yayılan kötülüğe karşı ayakta kalmayı başardı. Yüzük Savaşları'nda Kuyutormanlı Legolas, Yüzük Kardeşliği'nin bir üyesi olarak savaşmıştır. Sauron'un düşüşünden sonra Kuyutorman, kötülüğün gölgesinden kurtulmuştur. Atlas (mitoloji) Atlas, Yunan mitolojisinde Iapetos ile Klymene'nin 13 çocuğundan en güçlü olanıdır. Olympos’a saldırdığı için Zeus tarafından gök kubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırılmıştır. Bu mitolojik dayanakla tıpta kafatasını taşıyan ilk omura da atlas adı verilmiştir. Eski bir hikâyede Herakles ile aralarında geçen olay şöyle anlatılır: Tanrıların kralı Zeus Atlas'a çok kızmıştı. Bunun nedeni Atlas'ın koca tanrı Zeus ile savaşmak istemesiydi. Koca tanrı, Atlas'a büyük bir ceza verdi; Atlas, sonsuza kadar Gök Kubbe'yi sırtında taşımalıydı! Bu yorucu görevden kurtulmak isteyen Atlas, Herkül kendisinden yardım isteyince sinsice bir plan yaptı. Herakles bir bahçede bir ejderhanın koruduğu üç altın elmayı ele geçirmek istiyordu. Atlas, Herakles'e kendisi dönünceye kadar Dünya'yı sırtında taşırsa elmaları ona getireceğini söyledi. Atlas elmaları aldı ve geldi. Herkül'e: Titanlar Olimposlulara karşı isyan edince Zeus, Atlas’ı gökyüzünü taşıma cezasına çarptırdı. Bununla birlikte, Atlas çoğunlukla küre şeklinde bir şey taşırken tasvir edilir, en mükemmeli de Flaman Mercator’un toplu halde yayınlanan haritalarının kapağında kullanılanıdır. Daha yakından bakılırsa bu kürenin aslında Dünya değil, gökkubbe olduğu görülecektir. Ayrıca Mercator, kitabının adını Titan’dan değil, ilk kez “göksel” küreyi (“yerküre”nin aksine) ürettiği kabul edilen (dağlara da adını vermiş olan) efsanevi filozof, Moritanya Kralı Atlas’tan almıştır. Atlas'ın değişik tanrıçalardan babası olduğu daha çok kız olan çocukları şunlardır: Lothlórien Lothlórien, J. R. R. Tolkien’in hayalî Orta Dünya evreninde, Orta Dünya’da yaşayan elflerin en sihirli orman ülkesi. Ü
lke Yüzüklerin Efendisi’nde, elflerin Sauron’a karşı direniş merkezi olarak önemli bir yer tutar. Ayrıca ülke, burada yaşayan ve burayı ziyaret eden kişiler için ’’zamanın asılı kaldığı” bir dinlenme imkânı sunan bir çeşit savunma sihriyle büyülenmiştir. Tolkien, bölgeye birçok isim vermiştir: Lórinand ismi Quenya’ya Laurenandë, Sindarin’e Glornan ve Nan Laur olarak geçmiştir, hepsi de aynı anlama gelir. Çok sonraları Rohirric dilinde Dwimordene (’’hayalet’’ anlamına gelen ’’dwimor’’ sözcüğünden, elflerde gördükleri büyücülüğe kinaye olarak), Ortak Lisan’da ise Altın Orman olarak adlandırıldı. İlkçağ’ın başlarında Eldar’dan bazıları Büyük Yürüyüş’ten ayrıldı ve Dumanlı Dağlar’ın doğusuna yerleşti. Bu elfler önceleri Nandor, daha sonraları ise Silvan Elfleri olarak bilindi. İkinci Çağ 1200’de Galadriel, Lindórinand olarak bilinen –ve daha sonraları Lothlórien ismini alacak olan- bir Nandorin krallığı ile irtibata geçti ve bu ülkeye -Tar Aldarion’un Gil-galad’a hediye ettiği- mallorn ağaçlarından dikti. Silvan elflerinin kültürü ve ilmi Sindarin elflerinin dağların batısından doğuya gelmesi ile belirgin bir şekilde zenginleşti ve hatta Silvan dilinin yerini aşama aşama Sindarin dili almaya başladı. Ülkeye gelenler arasında -topluluğun ilk kralı olacak olan- Amdír ve kendisi ile birlikte –Elfler ve Sauron Savaşı sonunda harap olan Eregion’dan göçerek- güneydeki Nandorine katılmak için Anduin’den karşıya geçen Celeborn ile Galadriel de vardı. Sonraları Amdír İnsanların ve Elflerin Son İttifakı’na katılmak üzere –kuzeydeki Silvan elflerinin kralı Oropher’in de katıldığı ve Sauron’un yenildiği savaşa- ordusunu bizzat sevketti. Sonrasında kuzey ve güney orman krallıklarının varlığı güçlendi Sauron’un kötülüğünün nüfûzu Yeşil Orman’ın güneyinde aşama aşama arttıkça, kuzeydeki kral Oropher oğlu Thranduil daha da kuzeye çekilerek halkını kötülükten korumaya çalıştı. Aynı zamanda, ormanın güneyindeki kral Amdír oğlu Amroth halkı ile beraber tamamen Anduin’in batısına çekilerek kendisini doğudaki kötülükten korumaya çalıştı. Daha sonra Amroth, sevgilisi Nimrodel’i aramak üzere Ak Dağlar’a gitti ve geri dönmedi. Daha sonraları, Galadriel’in parmağındaki güç yüzüğünün tesiri ile ülkenin bitki örtüsü bozulma ve ölmeye karşı korundu ve kullandığı güç yüzüğü ile Galadriel bütün ormanı her türlü kötü yaratıktan koruyan bir sihirle büyüledi, öyle ki Mordor’un ormanı fethetmesinin tek yolu Yüzüklerin Efendisi Sauron tarafından yönetilen bir ordunun bizzat gelerek bu büyülü korumayı yıkmasıydı. Dördüncü Çağ başında Galadriel’in Valinor’a yelken açmak üzere ormanı terk etmesiyle beraber ormanın tek yöneticisi olarak Celeborn bir süre daha Lothlórien’in halkını idare etti. Celeborn, Amon Lanc merkezli yeni ve batıdakinden daha geniş bir ülke (Doğu Lórien’i) kurmak üzere halkını Anduin’den karşıya geçirdi. Celeborn ve Galadriel’in torunu Kraliçe Arwen’in ölümünden sonra Lothlórien ıssız hale geldi. Lothlórien, Moria’nın doğusunda Dumanlı Dağlar ile Anduin arasında yer alır. Ülkenin merkezi Şerit halinde uzanan ormanlık bir bölgeyi güneyde bırakarak Anduin ile Gümüşdamarı ırmakları arasında kalır. Ülkenin bu kısmına elfler tarafından Naith denir (S. mızrak ucu), Ortak Lisan’daki adı ise Üçgen’dir. Caras Galdhon şehri Naith’in en dar kısmında, iki nehrin bir araya geldiği, Egladil ya da Köşe denilen yerde inşa edilmiştir. Lothlórien, fantastik kurgu edebiyatının en çok bilinen mekânlarından birisidir ve birçok kişiyi etkilemiştir. Yüzüklerin Efendisi’nde geçen bu mekân birçok kişide ya cemiyetlerine ya da mülklerine Lothlórien ismini verme arzusunu doğurmuştur, bazı örnekleri aşağıdadır: Orta Dünya rol yapma oyunu’nun ’’Lórien ve Elf Demircilerinin Salonları’’(Iron Crown Enterprises, 1986) ekinde, Lórien topluluğu çeşitli gruplara ayrılıyor ve bu gruplar bir alanda uzmanlaşıyor (Örn; fırıncılık, dokumacılık, avcılık gibi). Mekânın gizlilik doğası Nenya yüzüğünün ve elftaşının etkisinden kaynaklanıyor. Her ikisi de zamanın etkilerini yavaşlatıyor. Mekânın Dumanlı Dağlar tarafından korunan coğrafi özellikleri ve "mallorn" ağaçlarının –hiçbir zaman yaprakları dökülmediği için senenin her vakti doğal bir barınak sağlamasından dolayı- çevreye yaptığı etki mekânın mevsimlerin etkisinden uzak kalmasına sebep gösteriliyor. Marlon Brando Marlon Brando (d. 3 Nisan 1924, ö. 1 Temmuz 2004) 20. yüzyılın en önemli sinema oyuncusu olarak gösterilen, Oscar ödüllü Amerikalı oyuncu. Küçük yaşta tiyatroya başlamış olan aktör, New York'ta Lee Strasberg, Elia Kazan, Stella Adler ve Emir Zahirovic'den senelerce oyunculuk dersi almıştır. Ancak kendisi üzerinde en önemli etkiyi Stella Adler'in (dolaylı olarak ünlü Rus tiyatrocu Konstantin Stanislavski'nin) yapmış olduğunu ısrarla belirten Brando, Actors Studio'nun kurucularından olmasa da 1952'den itibaren stüdyonun dünya çapında ün kazanacağı dönemde başında bulanan Lee Strasberg'in kendini hocaların hocası gören kibirli tavrı karşısında hep muhalif olmuştur. Oyunculuk hayatı üzerinde, bir zamanlar Henry Fonda'yı sahnelere kazandıran tiyatrocu annesinin etkisi olduğunu da yadsımaz. ""Hala Hollywood'da bulunmamın tek nedeni parayı reddedecek ahlaki cesaretimin olmayışıdır"" diyecek kadar cesur, 1972'de The Godfather filmiyle aldığı Oscarı reddedecek kadar da asi biriydi. İkinci Oscarını Amerika'nın Kızılderililere karşı uyguladığı politikayı protesto etmek için ödülü almaya dahi gelmemiştir. On the Waterfront (Rıhtımlar Üzerinde) ile gerçekleştirdiği performansla tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtladı; ama Brando'nun yakın dostu Elia Kazan'ın da bu başarıda rolü vardı. Elia Kazan film için başta Frank Sinatra ile anlaşmış olmasına rağmen, yapımcı Spiegel'in de etkisiyle Brando'yu başrole koymuştur. Kült filmler arasına giren bir diğer filmi ise "Last Tango in Paris" filminde Bernardo Bertolucci ile çalışmıştır. Filmlerinde kendine has bir tarzı vardı. Bunlardan birkaçı; repliklerini ezberlemeyi reddederdi küçük kâğıtlar kullanırdı. Bir filmde sesinin daha boğucu çıkması için yanaklarına pamuklar doldurdu. The Man (1950) filmindeki Ken Wilcheck rolü için haftalarca tekerlekli sandalyeli gazilerle birlikte olmuştu. Brando ülkesinde Kızılderili ve siyahların hakları için aktif olarak çalışmıştı. Hollywood sinemasının Kızılderililere karşı tutumunu pek çok yollarla protesto etmiş, düşman edinmiştir. Oğlunun cinayet davasında mahkemede kendisini 'ateist' olarak tanımlasa da, dini inancı bulunduğunu hayatının akışında pek çok yerde belirtmiş, özellikle kızılderili manevi inançlarına kendini yakın hissettiğini belirtmiştir. Oğlu Michael Jackson'ın korumalarından biriydi. Uyuşturucudan kurtulmaya çalışan kızı intihar etti. 2001 yılında zatürreden dolayı hastaneye kaldırıldı. Empire dergisinin 'Film Tarihinin 100 Seksi Starı' listesine 14. sıradan seçilmişti. Robert Scoble Robert Scoble (d. 18 Ocak 1965), Microsoft'ta (2003-2006) çalışmış olan ünlü bir blogcu ve yazardır. Kendisi Half Moon Bay, California'da yaşıyor. Maryam Ghaemmaghami Scoble ile evli ve 3 çocuğa sahiptir. Genelde Microsoft'un ürünlerini tanıtmakta, ama ara sıra kendi patronunu eleştirmekte ve Google ve Apple gibi rakipler için de reklam yapmaktadır. Bazıları bunun tarafsızlığını göstermek için kullandığı bir taktik olduğunu söyler. Daha önce Fast Company'de video blogger olarak, PodTech NetworkSosyal medya grubunda ise yardımcı olarak çalışmıştır. Şu an Mansueto Ventures ve Rackspace Managed Hostingfirmalarında çalışmaktadır. Özgüveniyle insanları şaşırtmaktadır. Ev adresini, e-posta adresini ve telefon numarasını yayınlamıştır. Ve blogunda herkes yorum yazabilir. Moğolca Moğolca (Moğol alfabesi ile: , {"Mongγol kele"}; Kiril alfabesi ile: "Монгол хэл", "{Mongol Hel}"), Moğolistan ve civardaki bazı özerk bölgelerde resmî olan Asya dilidir. Asya kıtasında konuşulan Ural-Altay dil ailesinden bir dil. Moğolcanın en eski metni Yesünke Taşı’dır. MS 1225 yılında Uygur yazısıyla yazılmıştır. Onon-Neçinsk Nehri yakınında granit bir taş üzerine yazılan bu yazı beş satırdan oluşmaktadır. Bu yazılarda Cengiz Han’ın “Yisünge” adlı yeğeninden söz edilmiştir. Cengiz Han devrinde bizzat Cengiz Han'ın halkının yazıya sahip olmasını sağlamak için Uygur Türklerinden önemli bahşıları başkentine çağırmış ve Moğolca için Uygur Alfabesini uyarlatmıştır. Yakın zamana kadar Moğolcayı yazmak için Uygur alfabesi kullanılmaktayken günümüzde Moğolca, Moğol diline uyarlanmış bir Kiril alfabesi ile yazılmaktadır. Kadim Siyenpicenin günümüzdeki varisidir. Etiyoloji Etiyoloji veya neden bilimi (zaman zaman "nedenbilim"), neden olmanın, nedenselliğin, nedenin incelenmesidir. Kısacası, nedeni inceleyen bilim dalına etiyoloji denir. Terim Yunanca αἰτία "aitia" = sebep ve λόγος "logos" = kelime/lafız sözcüklerinden türemiştir. Felsefe, fizik, psikoloji ve biyolojide çeşitli fenomenlerin nedenlerini açıklamak, incelemek anlamında kullanılır. Genel olarak, etiyoloji şeylerin niye olduğunun, olan şeylerin arkasındaki nedenlerin incelenmesidir. Tıpta ise etiyoloji, hastalık veya patolojilerin neden ve değişkenlerini araştırmaktır. Enlem Enlem, Ekvator'un kuzeyindeki veya güneyindeki herhangi bir noktanın Ekvator'a olan açısal mesafesi. Enlemler, kuzey ve güney enlemleri olmak üzere ikiye ayrılırlar; derece, dakika ve saniye cinsinden ifade edilirler. Dünya üzerindeki aynı enleme sahip noktaların birleşmesi ile oluşan varsayımsal çemberlere ise paralel denir. Paraleller arasındaki mesafelerin hesaplanması işleminde şu yol takip edilir: Aralarında uzaklığı sorulan noktalar arasındaki enlem farkı bulunur. İstenilen merkezlerin her ikisi de aynı yarım kürede ise, numarası büyük paralelden küçük paralel çıkarılır. Farklı yarım küredeler ise paraleller toplanır. Bulunan paralel farkı sabit uzaklık olan 111 ile çarpılır. Enlem; iklimi güneş ışınlarının düşme açısını, sıcaklık dağılışını, denizlerin tuzluluk oranlarını, gece ile gündüz arasındaki zaman farkını, kalıcı kar sınırı yükseltisini, yerleşme ve tarım faaliy
etlerinin sınırını, bitki örtüsü çeşitliliğini, toprak çeşidini, akarsu rejimlerini, tarım ürünleri çeşitliliğini, yerleşme biçimini, hayvanların dağılışını, vs. etkiler. Altıntepe Altıntepe, Erzincan iliniin Üzümlü ilçesi sınırlarında Urartu, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış eski bir yerleşim yeridir. Urartu döneminde kurulan yerleşim yerinde halen arkeolojik kazılar sürdürülmektedir. Erzincan ovasının kuzey doğu kenarında yer alan volkan konilerinden en ilgi çekici olanı Altıntepe’dir. Ova seviyesinden 60 m. yükseklikteki bu tepe ilk kez 1938 daha sonra da 1956 yıllarında yasal olmayan yollardan iki mezar’ın soyulmasıyla adını duyurmuştur. Ardından 1959 yılında Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından kazılara başlanmıştır. 1967 yılına kadar sürdürülen kazılarda Urartu Dönemine ait önemli mimari kalıntılar ve küçük eserler ortaya çıkarılmıştır. Kazılardan ele geçen malzeme yayınlanan birçok makalede ve iki cilt kitapta değerlendirilmiştir. Ortaya çıkarılan Urartu dönemi yapıları Anadolu arkeolojisine önemli katkılar sağlamış ve temsil ettiği kültürün tek örnekleri olarak değerlendirilmiştir. Yaklaşık 200 m genişliğindeki tepenin üst kısmında Bizans Surları tarafından tahrip edilmiş, Urartu Dönemine ait iç kale kapısı ve surları, tapınak-saray, apadana, iç surların hemen dışında depo binası ile tepenin güney yamacında açılan terasa yerleştirilen açık hava tapınağı ve yeraltına yapılan 3 taş örme mezar ortaya çıkarılmıştır. Altıntepe’de kazıların ardından Kültür Bakanlığı’na devredilen kale gerektiği gibi korunamamış ve "Altıntepe" adından gelen cazibeyle ve çevre de oluşturulan masallarla definecilerin iştahını kabartmış, bilimsel kazılarda büyük bir kısmı korunmuş olarak ortaya çıkarılan kalıntılar yerle bir edilmiştir. 2002 yılında Erzincan Valisi Halil İbrahim Altınok’un duyarlılığı sayesinde kazı Bakanlar Kurulu kararıyla Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu'na verilmiştir. 2003 yılında başlanan kazı ve restorasyon çalışmalarına Tapınak alanında, Apadana’da, Kale Kapısı civarında, Kilise’de ve Sur duvarlarında devam edilmektedir. Yükseltgenme Oksidasyon ya da yükseltgenme, elektronların bir atom ya da molekülden ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkimedir. Bir elementin, kimyasal reaksiyonda elektron alması olayına "indirgenme" denir. İndirgenme olayına reduksiyon, yükseltgenme olayına da oksidasyon denir. Reaksiyonda elektron vererek yükseltgenen element karşısındakini indirgediği için "indirgen", elektron alarak indirgenen element karşısındakini yükseltgediği için "yükseltgen" olarak tanımlanır. Eğer elektron alan yani indirgenen element serbest (nötr) halde ise, eksi değerlikli olur. Serbest halde değil de (+) değerlikli iyon halinde ise, aldığı elektron sayısı kadar değerliği azalır. Buna karşılık elektron veren element, nötr halde ise + değerlikli olur, iyon halinde ise verdiği elektron sayısı kadar değerliği artar. Bu reaksiyonda oksijen indirgenmiş, yani hidrojenden elektron almış ve sıfır değerlikli halden (2-) değerlikli hale geçmiştir. Hidrojen ise 1 elektron vererek +1'e yükseltgenmiştir. Yükseltgenme şu şekilde olur: Beşir Atalay Beşir Atalay (d. 1 Nisan 1947, Armutlu, Keskin, Kırıkkale) Türk siyasetçi, eski İçişleri Bakanı. Beşir Atalay 1 Nisan 1947 tarihinde Keskin, Kırıkkale'de doğmuştur. 1962 yılında Kırıkkale Ortaokulunu ve 1965 yılında Kırıkkale Lisesini bitirdi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1970 yılında mezun olduktan sonra, aynı okulda master ve doktora yaptı. Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi, DPT Sosyal Planlama Daire Başkanı, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi, Kırıkkale Üniversitesi Kurucu Rektörü, Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi Koordinatörü olarak görev yaptı. 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı. XXII., XXIII., dönem Ankara, XXIV. dönem Kırıkkale ve XXVI. dönem Van milletvekili seçildi. Partinin iktidara gelmesinden sonra kurduğu 58. ve 59. Hükümette ve Devlet Bakanı (bağlı kurumları arasında DİE, TİKA, RTÜK, TRT, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu), 60. Hükümette İçişleri Bakanlığı ve 61. Hükümet'te Başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. 2018 yılının Haziran ayında yapılan genel seçimleri için milletvekili adaylığı için başvuru yapmadı. İngilizce bilmekte olup, evli ve 3 çocuk babasıdır. 2010 yılında Ali Şir Nevai ödülünü aldı. Yakub Beg Yakub Beg (Çince: 阿古柏, "āgǔbò", 穆罕默德·雅霍甫, "mùhǎnmòdé yǎhuòfǔ", Tacikçe: Муҳаммад Яъқуб Бег, Özbekçe: Муҳаммад Яқуб Бек, Farsça: محمَد یعقوب بیگ, Türkçe: Muhammed Yakup Beg) (1820 - ö. 16 Mayıs 1877), Kokand Hanlığı'nın Özbek kökenli askeri. Yakub Beg Kokand Hanlığı zamanında "Piskent" kentinde doğdu. Hokand askeri kuvvetleri girmeye başaran Yakup Beg 1845 yılında Hokand Hanı Hüdayar Han'ın dış ilişkiler memuru oldu. Çin vasalı hizmetlerinin içindeki askeri komutandı, Kokand Hanlığı ve 1851 yılında Ak-Mechet ("Aq Masjid", "Aq Mechet", 'ak mescit', sonra Fort-Perowski veya Perowsk (1925 yılından beri Kızıl-Ordu) Hisar komutanı oldu. 1853 yılında Rusyanın 26 gün süren kuşatmasına karşı koydu. Kaşgar hükümdarı Sadık Beğ Cihangir hocanın Kokand'da yaşayan oğlu "Buzuruk Han"'ı Kaşgar hükümdarı olarak görmek istiyordu. Kokand Hanı Hudayar Han 1864 yılında Buzuruk ve Yakuphanı 1.000 kişilik bir ordu ile Kaşgara gönderdi. Kısa bir savaştan sonra Buzuruk, Han ilan edildi. 1864 yılı içinde, Çimkent ve Taşkent Hisarlarının Ruslara karşı savunmasına katılır. Doğu Türkistan'da Çing Hanedanına karşı isyan eden Huiler ve Kırgızlar Kokand Hanlığından yardım istemiştir. Yakub Beg derin Kokand siyasetinin içine çekilir, ve Kokand Hanı ondan kurtulması için 1865 yılında başında Ahmet Kazani ("Makhdum-i A'zam al-Kasani al-Dahbidi") taraftarı Hocalarından biri olan Buzrug Han ile birleşmesi emrini verir. Bunun için "Alim Kuli", Cahangir Hoca'nın oğlu ve Vali Han'ın kardeşi "Buzrug Hoca" ve general Yakub Beg'i birlikleriyle birlikte Doğu Türkistan'a göndermiştir. Yakub Beg Tarım Havzası (塔里木盆地)'na girerek Kaşgar ve Yengisar'da Çing garnizonları yenmiştir. Mayıs 1865'de Rus Çarlığı Kokand Hanlığına saldırıdığında "Alim Kuli" Taşkent'te ölmüş ve 7.000 kişilik birlikleri Doğu Türkistan'a sığınmıştır. Yakub Beg bu birliklerini de emir altına alarak Eylül 1865'te Yarkand ve Hotan'ı da işgal etmeye başarmış ve Tarım havzasının batı kısmını elde etmiştir. Yakub Beg'e karşı çıkan Buzrug Hoca'yı dışladıktan sonra Reşiddin Hoca'yı yenmiş ve Aksu'yu işgal etmiştir. 1867'de Buzuruk Han'ın iktidarına son vererek Yakub Beg ""Badavlet Han"" adını kullanmaya başlamış ve Kuça ve Korla'yı işgal etmiştir. Şeriat ile yönetmeye başlamış ve Buhara Hanlığından ""Atalık Gazi"" unvanını almıştır. 1870'de Tarım havzasının doğu kısmında Turfan ve Tanrı Dağlarını aşarak Urumçi'yi, 1871'de Manas, Piçan ve İli bölgesini de işgal ederek bütün Doğu Türkistan'dan Çing ordusunu süpürmüştür. Yakup Han ülkede istikrarı sağladıktan sonra tarihi ve kültürel bağları olan ve İslam dünyasının hamisi konumunda bulunan Osmanlı Devleti nezdine elçi göndermiş Sultan Abdulaziz Han'dan yardım ve himaye talebinde bulunmuş; devletinin Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kabul edilmesini dilemiş ve kendisine biat ettiğini bildirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Yakup Han'ın bu talebini kabul etmiş ve Padişah'ın direktifi üzerine Albay Kazım bey komutasında 5 muvazzaf ve 3 emekli Subaydan oluşan bir asker eğitim grubunu 1200 piyade tüfeği 6 sahra topu ve cephane yapımında kullanılan barut ve malzemeleri ile Hindistan üzerinden Doğu Türkistan'a göndermiştir. Heyet Kaşgar'da büyük coşku ve sevinç ile karşılanmış, hutbeler padişah adına okunmuş ve paralar da Sultan Abdulaziz Han adına bastırılmıştır. Doğu Türkistan semalarında Osmanlı sancağı dalgalandırılmıştır. Britanya, Rusya Çarlığı ile Orta Asya'nın hakimiyeti için "Büyük Oyun (The Great Game)" oynamak olduğu için Yakub Beg'i kullanmak amacıyla 1868'de özel elçisini yollayarak kendisini tanımış ve Yakub Beg Britanya himayesindeki Hindistan'dan silah yardımını almıştır. 1874'de Britanya ile antlaşma imzalanmış ve Britanya Kaşgar konsolosluğunu açmıştır. Bu antlaşmada Yakub Beg Kaşgar ve Yarkand'ın Emiri olarak adı geçmiş ve Britanya bu ülkeye "Kaşgar Emirliği" olarak hitap etmiştir. Bu sırada Rusya Çarlığı'da Kaşgar'da bir konsolosluk açmıştır. Yakub Beg Buhara Hanlığı ve Osmanlı Devleti ile de diplomatik ilişikilerini kurmuştur. Osmanlı Devleti Yakub Beg'in kendi üstünlüğünü kabul etmesinin karşılığı olarak Yakub Beg'i resmen Emirliğe atanmıştır. İslamî değerlere önem vermekle halkın desteklerini sağlamaya çalışmış ve camilere ve türbeler (ziyaretgâhlar)ı himaye altına almıştır. Fakat savaş nedeniyle gelirlerine ihtiyacı duyduğu için ağır vergi yüklemiştir. O yüzden Türkî halklar onu "Andican'ın çetesi" olarak adlandırmışlardır. Yönetim boyunca 200.000 Dungan ile 50.000 Türkî halkların öldürüldüğü söylenmektedir. 1875'de Çing Hanedanı Olağanüstü Veziri (钦差大臣/欽差大臣 qīnchāi dàchén, bir konuda İmparatorundan tam yetkiyi alan vezir) "Tso Tsung-t'ang" (左宗棠 Zuǒ Zōngtáng) komutasındaki 40.000 kişilik orduyu yollamış ve Kaşgar Emirliği'ni yıkmıştır. 1877 yılı ilkbaharında Turfan ve Toksun'a yapılan Çin saldırısı üzerine zayıflamış gücü ile Yakub Beg Korla'ya geri çekilir ve orada 16 Mayıs 1877 (29 Mayıs?) yılında kendi adamları tarafından öldürülür (Brockhaus, 1894), bir başka kaynaklarda Yakub Beg'in umudunu keserek intihar ettiği söylenmiştir. (Encyclopaedia Britannica). Yakub Beg'in başarısız olmasına en büyük neden Dunganlardır. Onlar Yakub Beg'in Hükümdarlığından pek memnun değildiler, bu sırada taktik nedenle Çinlilerin onlara iyi bir insan muamelesi yapmasından kaynaklanır. Yakub Beg'in oğulları aralarında anlaşamazlar, ancak savaşı sürdürürler. 16 Aralık 1877'de Kaşgar, daha sonra 1878 yılı Ocak ayında Hotan ("Khotan"), 16 Mayıs 1878'de Doğu Türkistan'ın tamamı Çin'lilerin eline
geçer böylece Yabub Beg'in hakimiyeti biter. Yakub Beg'in hakimiyeti bittikten sonra, Rusya 1881 yılında yapılan St. Petersburg sözleşmesi ile Gulca bölgesini tazminat karşılığında Çin'e geri verdi. ARP 2600 1970 ile 1980 arasında sadece 3000 adet üretilmis bir sentezleyicidir (synthesizer). Arp ismini,üretici şirketin kurucusu Alan R. Pearlman'dan almıştır. Kullanan sanatçılar: Brian Eno, Klaus Schulze, Jean Ven Robert Hal, Herbie Hancock, Depeche Mode, Jean Michel Jarre, Bülent Ersoy, Barış Manço, Tangerine Dream, Kraftwerk Victoria Camps Victoria Camps (d. 1941) İspanyol filozof. Kendisini ‘‘milliyetsiz’’ olarak tanımlar. 1941 yılında İspanya'nın Barselona kentinde dünyaya gelmiştir. Barcelona Üniversitesi'nde felsefe, Bağımsız Barcelona Üniversitesi'nde ise etik hocasıdır. "Ölü Tanrı'nın İlahiyatçıları" (1968), "Analitik Felsefe ve Pragmatik Dil" (1976), "Etik İmgelem" (1983), "Etik, Retorik, Siyaset" (1988) "Halk Erdemleri" (1990), "Gündelik Hayatın Huzursuzluğu" (1996), "Kadın Yüzyılı" (1998) kitapları eserlerinden bazılardır. Barcelona'daki çeşitli hastanelerin etik komitesinde yer aldığı gibi, çeşitli alternatif kuruluşların da başkanlığını veya yönetim kurulu üyeliğini yürütüyor. Bir taraftan da, Isegoria Dergisi'nin yazı kurulu üyeliğini ve Etik Tarihi isimli ortak bir kitabın koordinasyonunu yapıyor. ‘‘Geleceği geçmişten değil, bugünden başlayarak inşa etmeliyiz’’ diyen Camps, Katalan milliyetçiliği kadar, İspanyol milliyetçiliği'ne de karşı çıkıyor. Bedia Akarsu Prof. Dr. Bedia Akarsu (d. 27 Ocak 1921, İstanbul - ö. 26 Şubat 2016, İstanbul), Türk felsefeci ve akademisyen. Çapa İlkokulu ve Çapa Ortaokulu'ndan sonra İstiklâl Lisesi'ni bitirdi. Yükseköğrenimini 1943 yılında mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptı. Aynı bölümde Ernst von Aster'in yönetiminde başladığı doktora çalışmalarını Joachim Ritter'in yanında “Wilhelm von Humboldt’da Dil-Kültür Bağlantısı” konulu tezle tamamladı (1954). Arnold Gehlen ve Hans Freyer'in İstanbul Üniversitesi'nde verdiği bir dizi konferansı ve Ritter'in derslerini Türkçeye çevirdi. 1956 - 1958 yıllarında Almanya'ya giderek Heidelberg Üniversitesi'nde Gadamer'in fenomenoloji seminerlerine katıldı ve Scheler üzerine araştırmalar yaptı. 1960 yılında "Max Scheler'de Kişilik Problemi" adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1968'de Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde profesörlüğe yükseltildi. Bölümde Ahlâk Felsefesi, Çağdaş Felsefe Akımları, Felsefe Tarihi Semineri gibi dersler verdi. Felsefe Bölümü başkanlığı yaptı. 1963 - 1983 yıllarında Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyeliğinde bulundu ve felsefe terimlerinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında Macit Gökberk'le birlikte etkin rol aldı. Ardından 1984 yılında emekliye ayrıldı. 1988 - 1989'da Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölümü'nün kurucusu olarak görev aldı. 1990 - 1996 yılları arasında ise İstanbul Üniversitesi Atatürk Enstitüsü'nde doktora dersleri verdi. İstanbul Üniversitesi'nde Takiyettin Mengüşoğlu'nun başlattığı fenomenoloji ve felsefi antropoloji geleneği Nermi Uygur'la gelişirken, Bedia Akarsu, Ernst von Aster'in de etkisiyle daha çok dil, kültür ve ahlâk felsefelerine eğildi. Doktora çalışmasında gerek yöntem gerekse yaklaşım açısından hocası Alman felsefe tarihçisi Ritter'in oldukça etkisinde kaldı. Öğrenciliği sırasında izlediği Mengüşoğlu'nun felsefi antropoloji seminerleri ve daha sonra Heidelberg Üniversitesi'nde katıldığı Gadamer'in fenomenoloji seminerleri ise onun Scheler üzerine çalışmasını olumlu yönde etkilemiştir. Bedia Akarsu'nun Kant ahlâkına yönelmesiyle, 1933 Üniversite Reformu'ndan sonra Türkiye'de egemen konuma gelen Alman felsefe eğiliminin temelinde yer alan Kant, Mengüşoğlu'ndan sonra bir kez daha öne çıkmıştır. Akarsu, “Çağdaş Felsefe Akımları” adlı eserinde de daha çok Alman felsefe akımlarını ve filozoflarını tanıtır. Sergey Bubka Sergey Nazaroviç Bubka (d. 4 Aralık 1963, Luhansk), Ukraynalı eski atlet. SSCB formasıyla yarıştığı 1988 Yaz Olimpiyatları'nda sırıkla atlama'da 5.90 metre atlayarak hem olimpiyat rekoru kırdı, hem de altın madalya kazandı. 1988, 1989, 1991, 1993, 1995 ve 1997’de altı kez dünya şampiyonu olan Bubka, 1986’da da Avrupa şampiyonu oldu. Bubka’nın sırıkla atlamada açıkhavada ve salonda 35 dünya rekoru bulunuyor. 6,14 metreyle açıkhava, 6,15 metreyle salon dünya rekorları, 2014 yılında Renaud Lavillenie tarafından 6,16 ile kırılmıştır. Neredeyse bütün spor otoritelerince gelmiş geçmiş en iyi sırıkçı olarak kabul edilmektedir. Javier Sotomayor Javier Sotomayor Sanabria, (d. 13 Ekim 1967) Kübalı yüksek atlamacı. Javier Sotomayor, 2,45 metreyle dünya rekorunun sahibidir. 1988'de İspanya'nın Salamanka kentindeki yarışmada 2,43 metreyi geçerek İsveçli Patrik Sjöberg'e ait dünya rekorunu bir santimetre geliştirdi. Ancak Küba'nın boykotu sebebiyle 1988 Yaz Olimpiyatları'na katılamadı. Ertesi yıl Porto Riko'daki Orta Amerika ve Karayipler Oyunları'nda 2,44 metreyi geçerek ikinci dünya rekorunu kırdı. 1993'te yine Salamanka'da kırdığı 2,45 metrelik son dünya rekoruna, aradan geçen 17 yılda pek yaklaşan çıkmadı. 1992 Yaz Olimpiyatları’nda elde ettiği 2,34 metrelik derecesiyle olimpiyat şampiyonu olan ve altın madalya kazanan Sotomayor, 1993 ve 1997 dünya şampiyonalarında da altın madalyaların sahibi oldu. Sotomayor, 2000 Yaz Olimpiyatları'nda ise gümüş madalya kazandı. Sac Sac, levha haline getirilmiş metal, özellikle demir malzeme. Kalın levhaların silindirler arasından geçirilmesiyle, yani haddeleme ile elde edilir. Sıcak olarak yapılan ilk haddelemeden sonra, düzgün bir yüzey elde etmesi için, soğuk haddeleme yapılır. Değişik kalınlıklarda olan bu saclar, belirli standart ölçüler dahilinde veya şeritler halinde kesilir. Bu işlem iki tane merdane ile yapılır. Çeşitli tekerlekli vasıtaların kapakları, gemi gövdeleri ve pek çok teknolojik uygulama sahası yanında sacların en önemli kullanılma alanlarından biri de elektrik araçlarıdır. Elektrik motorlarının rotor, stator sargılarının ve transformatör sargılarının çekirdeğini silisyumlu sac demetleri teşkil eder. Silisli sacların en önemli özelliği, taşıdığı silisyum sayesinde manyetik kayıpları minimuma indirmesi ve neticede verimi arttırmasıdır. Ayrıca demire katılan bu silis, demirin manyetik özelliklerinde zamanla meydana gelebilecek değişiklikleri azaltarak, demiri daha kararlı hale getirir. Haddeleme sırasında sac kristallerinin belirli bir doğrultuda yönelmesi sacın manyetik özellikler bakımından kalitesinin artmasına ve belirli bir manyetik devre için daha az saca ihtiyaç göstermesine sebep olur. Periyot Periyot bir tam salınım arasındaki zaman süresine ya da bir titreşim için geçen süreye denir. Periyota "bir devir süresince geçen zaman" da diyebiliriz. Birimi saniyedir. Frekansla ters orantılıdır. Eşit zaman aralıklarında yinelenen harekettir. formula_1 burada; T periyot, f ise Frekanstır. Şerbetçi otu Şerbetçiotu ("Humulus lupulus"), kendirgiller (Cannabaceae) familyasından Temmuz-Eylül ayları arasında yeşilimsi-beyaz renkli çiçekler açan, 2–5 m yüksekliğinde, sarılıcı gövdeli, iki evcikli otsu bir bitki türü. Bitkinin gövdeleri ince, tırmanıcı, sarılıcı ve üzeri sert tüylerle örtülüdür. Yapraklar karşılıklı, uzun saplı ve yürek şeklindedir. Yaprakların da üst yüzeyleri sert tüylüdür. Erkek çiçekler yeşilimsi sarı renklerde ve bileşik salkım durumunda, dişi çiçeklerse yuvarlak kozalaklar halinde toplanmışlardır. Dişi çiçeklerin etrafında brahte ve brahtecik denilen geniş, oval taşıyıcı yapraklar ve bunların üzerinde de salgı tüyleri bulunur. Türkiye'de, Bilecik-Pazaryeri çevresinde bu dişi çiçek durumlarını elde etmek için geniş çapta ekimi sürdürülmektedir. Bitkinin sarımsı-yeşil kozalak görünümündeki dişi çiçek durumları kullanılır. Dişi durumlar Ağustos ayında toplanır ve gölgede kurutulur. Uçucu yağlar, acı maddeler, reçineler, mum, tanen taşırlar. Az dozlarda iştah açıcı, idrar arttırıcı, yatıştırıcı etkilere sahiptir. Fazla alınırsa bulantı ve kusma yapar. Bira imalinde kullanılmaktadır. Albert Anker Albert Samuel Anker (1 Nisan, 1831 - 16 Temmuz, 1910), özellikle çocuk portreleriyle tanınmış İsviçreli bir ressam ve çizerdir. 1845 ve 1848 yılları arasında Louis Wallinger'den ilk çizim derslerini aldıktan sonra, 1851'de Bern'de teoloji öğrenimine başladı ve Almanya Halle Üniversitesi'nde eğitimini sürdürdü. Fakat Almanya'da büyük sanat koleksiyonlarından ilham aldı, ve 1854'de babasını sanat kariyeri hususunda ikna edip Paris'e yerleşti ve Charles Gleyre stüdyosuna üye oldu. 1864'te Anna Rüfli'yle evlendi ve bu evlilikten dört çocukları oldu: Louise, Marie, Maurice and Cécile. Çocukları, sanatçının bazı resimlerinde görünürler. Birçok İsviçre posta pulunda Anker'in çalışmaları yer alır, özellikle geliri gençlere yardımda bulunan hayır kuruluşlarına gidenlerinde. Taşkesik, Yatağan Muğla'nın ilinin Yatağan ilçesine bağlı mahalle Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Türkiye'nin birçok yerinde aynı isimle ilgili yerler vardır. Örneğin; Aksaray İli Eskil İleçsi Taşkesik Yaylası gibi. BizEgitimciyiz olarak bunları araştırmalı ve doğru bilgileri paylaşmalıyız Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Muğla'ya 33 km,Yatağan'a 10 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.Özellikle zeytin ve tütün tarımı yapılır, Mahallede, ilköğretim okulu vardır . Mahallenin kanalizasyon şebekesi yoktur,içme suyu şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Derivasyon Derivasyon tesisleri su yapılarında, suyu bir yerden başka bir yere taşımak için kullanılan; tünel ya da açık kanal şeklindeki yapılardır. Baraj yapımı esnasında suyun inşaat alanından uzaklaştırılması için gerekli tesislerdir. Kürk Kürk, memeli hayvanların tüylü deris
i, postu. Kürk genel olarak iki bölümden oluşur. Kısa tüyler ve koruyucu tüyler. Bazı hayvanlarda bir de orta seviye tüyler diyebileceğimiz bir katman daha bulunmaktır. Bütün memeli hayvanların kürkü yoktur. Kürksüz olanlar "çıplak memeliler" olarak da adlandırılabilir. Kürk genel olarak iki bölümden oluşur: Günümüzde daha çok moda amacıyla kullanılan kürk ürünleri ceket, yakalık, anahtarlık, ayakkabı gibi pek çok aksesuarda kendine yer edinmektedir. Özellikle başta PETA olmak üzere hayvanseverlerin yoğun çabaları sonucu kürkün aslında masum bir ürün olmadığı ortaya çıkmıştır. Pek çok hayvanın vahşi yöntemlerle öldürülmesi kürk vahşetinin altında yatan gerçeklerin ortaya çıkmasında ve kürk kullanıcılarının yapay kürklere yönelmesine sebep olmuştur. Afyonkarahisar Süleyman Demirel Fen Lisesi Afyon Süleyman Demirel Fen Lisesi, Ege Bölgesi'nin iç kesimindeki Afyonkarahisar şehrinde, 1993 yılında eğitim - öğretime açılmış olan okuldur. Eğitimine o yıllarda "Anadolu Öğretmen Lisesi" binasında başlayan okulun, 1997 yılında derslik sıkıntısından dolayı öğrencilerinin bir kısmı Anadolu Otelcilik ve Turizm Lisesinde öğrenim görmüştür. 1999 Yılında 23000 metrekarelik dev bir alana kurulan yeni binasına taşınmıştır. Okula adını veren 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'de binanın eksiklerinin tamamlanması için birtakım çalışmalarda bulunmuştur. Kendisi de Afyon Lisesi mezunu olan Demirel, inşaatın bitirilmesi için destek vermiştir. Okul kısa sürede başarılarıyla adından söz ettirmeyi başarmıştır. ÖSS'de aldığı yüksek başarı oranı ve derecelerle dikkat çeken Süleyman Demirel Fen Lisesi, Tübitak Bilim Olimpiyatları'nda dereceye giren öğrenciler çıkarmıştır. Ayrıca Bilimsel yarışmalarda da önemli başarılar elde edilmiştir. Okulun bu kadar başarılı olmasında nitelikli öğretmen kadrosu ve Türkiye'nin dört bir yanından gelen öğrencilerin etkisi çok büyüktür. Okulun fiziksel görünümü ise bir üniversite kampüsünü andırmaktadır. Tübitak bilim odası, bilgisayar destekli teknolojik fizik, kimya, biyoloji laboratuvarları, çok amaçlı konferans salonu, kapalı spor salonu, kantin, kafeterya ve yatakhaneler, okulun modern görünümünü yansıtmaktadır. Metin Altıok Metin Altıok (d. 14 Mart 1940, Bergama - 9 Temmuz 1993, Ankara), Türk şair, yazar. 14 Mart 1940 tarihinde Bergama'da doğdu. Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi'nde Felsefe Grubu Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl'ün Genç ilçesinde, ayrıca Karaman Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yaptı. Türkiye İşçi Partisi üyesiydi. Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti. Onno Tunç'un bestelediği 'Kavaklar' adlı eseri Sezen Aksu tarafından yorumlanmıştır. Aksu bu eseri vefatından sonra Metin Altıok'a adamıştır. Şiirleri 70'li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç ürün veren (ya da geç yayınlanan) şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir. "Gezgin"de Servet-i Fünun'dan, Ahmet Haşim'den, Ahmet Muhip Dıranas'dan, İkinci Yeni'ye, ve 60'lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sevdi. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlandı. "Yerleşik Yabancı"'da tüm şiirleri tek bir şiirmiş izlenimi uyandırmakta, söyleyişte ve konularda benzerlikler bulunmaktadır. Buna karşın, "Kendinin Avcısı"nda kendine özgü bir ses, romantik, acılı ve yalın bir söyleyiş gözlenir. Simge, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle Türk şiirinin lirik geleneklerine bağlanmaktadır. Cemil Çiçek Cemil Çiçek (d. 15 Kasım 1946, Yozgat); Türk avukat, siyasetçi ve eski TBMM Başkanı. 2011–2015 yılları arasında TBMM Başkanlığı görevini sürdürmüştür. 2007–2011 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 60. Türkiye Hükûmeti'nde Başbakan yardımcısı olarak yer almıştır. Bu görevinden önce 2002–2007 yılları arasında Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Türkiye Hükûmeti'nde ve Erdoğan tarafından kurulan 59. Türkiye Hükûmeti'nde Adalet Bakanı olarak yer almıştır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Çiçek, Anavatan Partisi(ANAP)'nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır. İlk defa 1987 Türkiye genel seçimleri'nde Yozgat milletvekili olarak meclise girmiştir. Turgut Özal tarafından 1987 yılında kurulan 46. Türkiye Hükûmeti'nde Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak yer almıştır. ANAP'tan istifa edip Fazilet Partisi'ne geçmesinin ardından 1999 Türkiye genel seçimleri'nde Ankara milletvekili olarak meclise girmiştir. Daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi'ne katılmıştır ve 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti Ankara milletvekili olarak meclise girmiştir. Ayrıca 2007, 2011 ve Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nde de AK Parti milletvekili olarak meclise girmiştir. Cemil Çiçek, 15 Kasım 1946 Yozgat'ta bir Türkmen Köyü olan Musabeyliboğazı Köyü’nde 11 kardeşin en büyüğü olarak doğmuştur. Babasının adı Hacı Ahmet, annesinin adı Meliha'dır. İlkokulu kendi köyünde okuyan Cemil Çiçek, ortaokulu köyüne 21 km uzakta olan Yozgat’ta okumuştur. Yozgat İmam Hatip Lisesi’ni birincilikle bitirmiştir. 1965 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Çiçek, serbest avukat olarak çalışmıştır. 20 Mayıs 1983 yılında Anavatan Partisi’nin 37 kurucu üyesi arasında yer aldı. 1984 yerel seçimlerinde ANAP'ın adayı olarak Yozgat Belediye Başkanı seçilmiştir. ANAP iktidarlarında Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevinde bulunmuştur. Çiçek, 1998 yılında ANAP'tan istifa edip Fazilet Partisi'ne geçti. 1999 genel seçimlerinde bu partiden Ankara milletvekili seçildi. Daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi'ne katıldı. 3 Kasım 2002'de yapılan milletvekili seçimlerinde tekrar milletvekili olan Çiçek, 58., 59. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinde Adalet Bakanı olarak atandı. 59. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinde Hükümet Sözcülüğü yaptı. 60. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinde Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcılığına getirildi. 24. Dönem'de Ankara milletvekili seçilerek tekrar meclise giren Çiçek, 30 Haziran 2011'de Ak Parti tarafından meclis başkanlığı için aday gösterildi. 4 Temmuz 2011'de yapılan başkanlık seçiminin üçüncü turunda 375 milletvekilinden 322'sinin oyunu alarak TBMM'nin 25. başkanı oldu. 2013 yılında yapılan başkanlık seçimlerinde Çiçek, 30 Haziran 2013'te Ak Parti tarafından meclis başkanlığı için aday gösterildi. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin adayı Cemil Çiçek 2 Temmuz 2013'te yapılan başkanlık seçiminin üçüncü turunda 299 oyla ikinci kez TBMM Meclis Başkanı seçildi. 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında TBMM başkanlık seçimleri olacağı için Meclis Başkanlığı düştü. Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesinin (TÜRKPA) IV. Genel Kurulu kapsamında 10 Haziran 2013 tarihli Asamble Konseyi toplantısında TBMM Başkanı sıfatıyla TÜRKPA Dönem başkanlığını Kırgız Cumhuriyeti Meclis Başkanı'ndan devralmıştır. 2018 yılının Haziran ayında yapılan genel seçimleri için milletvekili adaylığı için başvuru yapmadı. Cemil Çiçek, İngilizce ve orta düzeyde Fransızca biliyor ve Gülten Hanım ile evli olup Ahmet Çağrı, İclal ve Şeyma adlarında iki kız bir erkek 3 çocuk babasıdır. Abdülkadir Aksu Abdülkadir Aksu (d. 12 Ekim 1944, Diyarbakır), Türk siyasetçi, eski Türkiye İçişleri Bakanı. 59. Hükûmet'te İçişleri Bakanı ve TBMM 22. 23. ve 24. Dönem AKP İstanbul milletvekillerindendir. Öncesinde 18. Dönem ve 20. Dönem'de ANAP Diyarbakır milletvekili, 21. Dönem'de Fazilet Partisi İstanbul milletvekili olmuştur. 47. Hükümetinde 2 yıl yine İçişleri Bakanlığı, 53. Hükümetinde (2. Yılmaz Hükümeti'nde) GAP'tan sorumlu Devlet Bakanlığı yapmıştır. Cumhuriyet tarihinde Şükrü Kaya (4028 gün) ve Namık Gedik'ten (1804 gün) sonra en uzun süre İçişleri Bakanlığı yapan siyasetçidir. 1944 yılında Diyarbakır'da doğdu. Ailesi ağırlıklı olarak Kürt kökenli olan Aksu'nun dedesi ise Rumeli'den sürgün edilmiş bir Arnavuttu. Dedesi Osman Ağa, Diyarbakır'a gelince Kürt Cemil Paşa'nın damadı olmuştur. Orta Öğrenimini Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Diyarbakır Maiyet Memurluğuna atanarak; staj dönemi içinde Ergani kaymakam yardımcılığı, Bismil ilçesi Sinan Bucak Müdürlüğü, Genç, Akçadağ ve Doğanşehir Kaymakam Vekilliği yaptı. 1973-1976 yılları arasında Sarıkaya Kaymakamlığı, 1 Eylül 1976 - 9 Ekim 1977 tarihleri arasında Kahramanmaraş Vali Vekilliği ve 1980 Eylül ayına kadar Malatya Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdürlüğü Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 29 Ağustos 1980 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Rize Valiliğine, 17 Ekim 1980 tarihli Kararname ile de Merkez Valiliğine atanmıştır. 9 Şubat 1984 - 18 Eylül 1987 tarihleri arasında Gaziantep Valiliği yapan ve 1985 yılında Yılın Bürokratı seçilen Abdülkadir Aksu; 29 Kasım 1987 tarihinde Anavatan Partisi'nden 18. Dönem Diyarbakır Milletvekili seçildi ve Aralık 1987 tarihinde de Anavatan Partisi TBMM Grup Başkan Vekilliği görevine getirildi. 31 Mart 1989 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na atandı ve bu görevini 24 Haziran 1991 tarihine kadar yürüttü. 24 Aralık 1995'te ANAP Diyarbakır Milletvekili olarak Parlamentoya girdikten kısa bir süre sonra ANAP Grup Başkan Vekilliğine, daha sonra da GAP'tan Sorumlu Devlet Bakanlığı]'na getirildi. 16 Ağustos 1996 tarihinde ANAP'tan ayrılarak Refah Partisi'ne katıldı. RP GİK üyesi ve Genel Başkan Yardımcılığına getirildi, RP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra FP'ye girdi. Fazilet Partisi'nin kapatılmasından sonra yeni kurulan AK Parti'ye katıldı. AK Parti Yerel Yönetimlerden sorumlu, daha sonra da Siyasi ve Hukuki İşlerden sorumlu Genel Başkan yardımcısı görev yaptı. 29 Kasım 2010 tarihinde WikiLeaks tarafından
açıklanan "05ANKARA3199" adlı, "gizli" ibaresi bulunan ve 6 Ağustos 2005 tarihli belgeye göre kendisinin eroin kaçakçısı, genç kızlara düşkün olduğu ve oğlunun mafya lideri olduğu iddia edilmiştir. Bu iddiaların bulunduğu belgelerin doğruluğu ise Beyaz Saray'ca kabul edilmiştir. Almanca bilmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır. Hüseyin Çelik Hüseyin Çelik (5 Mart 1959, Gürpınar, Van), Kürt ve Arap kökenli Türk siyasetçi, akademisyen ve yazar. 58. Hükümet'te Kültür Bakanı, 59. Hükümet'te Milli Eğitim Bakanı, TBMM 22. ve 23. Dönem AK Parti Van, 24. Dönem Gaziantep milletvekillerindendir. Öncesinde 58. Hükümet'te Kültür ve Turizm Bakanlığı yapmış, 21. Dönem'de Doğru Yol Partisi'nden Van milletvekili seçilmiştir. 1959 yılında Van'ın Gürpınar ilçesinde doğdu. Annesi Kürt babası Arap asıllıdır. 1983 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Aynı yıl Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne asistan olarak girdi. 1987 yılında İstanbul Üniversitesi'nin kadrosuna geçti. 1988-1991 yılları arasında Jön Türkler üzerine doktorası ile ilgili araştırmalar yapmak üzere İngiltere'de bulundu. Aynı zamanda Londra Üniversitesi, School of Oriental and African Studies'de Turkish Politics bölümü MA programına devam etti. 1991'de Türkiye'de ilk siyasal hareket olan Yeni Osmanlılar Cemiyeti ile ilgili araştırmalar yapmak üzere Belçika, Hollanda, Almanya, Avusturya, İsviçre, İtalya ve Fransa'da bulunan Çelik, Ali Suavi ve Dönemi konulu doktorasını tamamladı. 1992'de Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde yardımcı doçent, 1997 yılında ise; doçent oldu. Son olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yaptı. Türk kültürü, siyasi tarihi ve edebiyatı üzerinde yayımlanmış 15 kitabı bulunan Hüseyin Çelik ileri düzeyde İngilizce ve Kürtçe biliyor. Çelik'in eşi Şahsenem hanımdır. Ali Ekrem, Enis ve Büşra Vuslat adlarında üç çocuğa sahiptir. Üniversite yıllarında ve akademik hayatında siyasetle yakından ilgilendi. 18 Nisan 1999 Milletvekili Genel Seçimlerinde DYP'den Van Milletvekili seçildi. 3 Temmuz 2001'de DYP'den istifa ederek AK Parti'nin kurucuları arasında yer aldı. Milletvekili seçildiği ilk yıl TBMM Başkanlık Divanı Üyeliğine seçildi. TBMM'de AK Parti Grubu oluştuktan sonra Grup Başkan Vekili oldu. 3 Kasım 2002 Milletvekili genel seçiminde yeniden Van Milletvekili olarak parlamentoya girdi. 58. Cumhuriyet Hükümetinde Kültür Bakanı olarak görev aldı. 59 ve 60. AK Parti Hükümetlerinde ise, Millî Eğitim Bakanı olarak yer almıştır. Cüneyt Koryürek Cüneyt Koryürek (1931, Ankara - 19 Ocak 2008, İstanbul), Türk gazeteci ve yazar. Liseyi TED Ankara Koleji’nde, üniversiteyi Fresno State College, Kaliforniya’da tamamladı. Gazetecilik, Halkla İlişkiler, Yakın Çağlar Tarihi okudu. Askerliğini Genelkurmay Başkanlığı’nda yedek subay olarak yaptı, burada o tarihte general olan Cevdet Sunay’ın tercümanı olarak çalıştı. Çalışma hayatına serbest muhabir ve basın danışmanı (1960 Roma Olimpiyatları ve 1960 A.B.D. Seçimleri) olarak başlayan Koryürek, Ankara’da Turkish Daily News’da Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştı. 1962’de sahibi ve yöneticisi olduğu Delta Ajans'ı Ankara’da kurdu. Reklam ve Halkla İlişkiler konusunda çalışan Delta Ajans 1973’te İstanbul’a taşındı. Koryürek, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yüksek Gazetecilik Okulu’nda Reklamcılık, Ankara İktisat Fakültesi Yüksek Gazetecilik Okulu’nda Halkla ilişkiler, İstanbul Marmara Üniversitesi Yüksek Gazetecilik Okulu’nda Gazetecilik dersleri verdi. Cumhurbaşkanı Sunay’ın Basın Müşavirliğini yaptı, Halkla İlişkiler Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. "Avrasya Kıtalararası Maratonu" Yarış ve Organizasyon Direktörlüğü yaptı, Yedi Olimpiyat’da gazeteci olarak çalıştı. Olimpiyatlar konusunda TRT’de programlar yapan Koryürek, bu konuda yayınlanan iki kitabına ilaveten, İstanbul Olimpiyatları Hazırlama ve Düzenleme Kurulu için de bir kitap hazırladı. Ayrıca, "Lider ve Liderlik" ve "Harf İnkılabı" adlı kitapları yazdı. Eğitimini aldığı Amerikan üniversitesinin okul takımında yarıştı, okul takımının menajeri olarak görev aldı, antrenörlük kurslarına katıldı. Türkiye’de birlikte çalıştığı ve keşfedilmelerine büyük katkılarda bulunduğu bazı atletler̺ Türkiye ve Balkan rekorları kırdılar, Avrupa ve dünya ölçeğinde müsabakalarda dereceler aldilar. AIPS Kartı sahibi olan Koryürek, Amerikan Atletizm Yazarları Derneği, Uluslararası Olimpiyat Tarihçiler Birliği ve Atletizm İstatistikçileri Birliği üyesiydi. Atletizm Federasyonu’nda çeşitli dönemlerde Genel Sekreter, Asbaşkan ve Başkan olarak görev yaptı. Cumhuriyet, Hürriyet, Yeni Yüzyıl, Radikal ve Sabah gazetelerinde özellikle atletizm ve olimpiyatlar konularında, aynı zamanda da genel içerikli konularde yazılar yazdı ve köşe yazarlığı yaptı. 19 Ocak 2008'de Şişli'de karşıdan karşıya geçerken bir arabanın ona çarpması sonucu hayatını kaybetti. RS-232 Telekomünikasyonda RS-232, "DTE" (veri terminal ekipmanı) ile "DCE" (veri taşıma ekipmanı) arasındaki seri ikili tek sonlu veri iletimi ve sinyalleme için kullanılan seri iletişim standardının genel adıdır. Daha çok bilgisayardaki seri portlarda kullanılır. Bu standart, elektriksel karakteristikleri, sinyal zamanlamalarını, sinyal anlamlarını, konnektörlerin fiziksel büyüklükleri ve bacak çıkışlarını kapsamaktadır. Şu anki standart 1997'den beri kullanılmaktadır. Amerikan menşeli Elektronik Endüstrisi Birliği (Electronic Industries Alliance:EIA), RS-232-C standardını 1969 itibarıyla şöyle tanımlanmıştır: fare gibi az güç tüketen cihazlar için uygundur. Aslında bir modem ile terminal arasındaki bağlantıyı sağlamak amacıyla oluşturulan RS-232 uygulaması amacının çok ötesine geçerek adres kısıtlamalarına kadar ilerledi. RS-232 standartları şunlardır: RS-232'de kullanıcı verisi, bitlerin bir zaman serisi olarak gönderilir. Hem senkron hem de asenkron iletimler bu standart tarafından desteklenir. Ayrıca veri devrelerinde, DTE ile DCE arasındaki bağlantıyı sağlaması için bir kontrol devresi tanımlanır. Her veri veya kontrol devresi yalnızca tek yönlü çalışır. Bu da, sinyalin DTE'den DCE'ye eklenmesi veya tam tersidir. İletilen veri ile alınan veri ayrı devreler olduğunda arayüz tam çift yönlü (full duplex) gibi çalışabilir ve her iki yönde eşzamanlı olarak veri akışı olur. Bu standart karakter çerçeveleme (character framing) ile veri akımı (data stream) veya karakter kodlamasını (character encoding) tanımlamaz. RS-232 standardı, veri iletimi (data transmission) ve sinyallemenin gerilim seviyelerini mantık 1 veya mantık 0 seviyelerine göre tanımlar. Geçerli sinyaller ya +3 ile +15 volt arasında ya da −3 ile −15 volt arasındadır. Bu yüzden −3 ile +3 volt arasındaki gerilim değerleri RS-232 için geçerli değildir. Ayrıca toprak/ortak pin bulunur. Veri iletim hatları (TxD, RxD ve bunların sekonder kanal eşdeğerleri) için mantık 1, bir negatif gerilim olarak tanımlanırken; sinyalin durumu, "işaret" (mark) olarak adlandırılır. Mantık 0 pozitiftir ve sinyal durumu "boş" (space) olarak adlandırılır. Kontrol sinyalleri zıt kutupludur. Yani biri artı (+) iken diğeri eksi (-) olur. Doğruluk veya etkin durum pozitif gerilimlidir ve yanlışlık veya pasif durum negatif gerilimlidir. RTS, CTS, DTR ve DSR kontrol hatlarına örnektir. Standart, azami açık devre gerilimini 25 volt olarak belirtir. Hat sürücü devresine bağlı olarak genellikle ±5 V, ±10 V, ±12 V ve ±15 V kullanılır. RS-232 cihazları, Veri Terminal Ekipmanı (Data Terminal Equipment:DTE) veya Veri Taşıma Ekipmanı Data Communication Equipment:DCE)olarak sınıflandırılabilir. Her bir sinyali gönderme ve alma kablosuna sahip her cihaz için bu sınıflandırma geçerlidir. Bu standart tavsiye edilmekle birlikte 25 pinli DB-25 konnektörü için zorunlu değildir. Genelikle standarda uygun olarak terminallerde ve bilgisayarlarda, DTE pin fonksiyonlarına sahip erkek konnektör bulunurken, modemlerde DCE pin fonksiyonlarına sahip dişi konnektör bulunur. Popüler DE-9 konnektörünün de içinde bulunduğu standart olmayan varyasyonlar için seri port pin yapısına bakın. Aşağıdaki tabloda yaygın olarak kullanılan RS-232 sinyalleri ve pin yapıları listelenmiştir. Sinyaller DTE'ye göre adandırıldı. Toprak sinyali, diğer bağlantılar için bir ortak dönüştür. DB-25'in pin 1'inde ikinci bir "protective ground" (koruma toprağı) vardır. DTE ve DCE cihazları tarafından gerçekleştirildiğinde veri ikincil bir kanal üzerinden gönderilebilir. Bu da, birincil kanala eşdeğerdir. Pin yapısı şöyledir: RS-232 standardı azami kablo uzunluğunu tanımlamaz. Fakat maksimum yük kapasitansı sürücü devresi uyumluluğunu tolere etmelidir. Uygulamalar, 15 m'den daha uzun kabloların çok büyük kapasitansa sahip olduğunu göstermiştir. Düşük kapasitanslı kablolar kullanılarak tam hız iletişimi, yaklaşık 300 m mesafeye kadar sağlanabilmektedir. Uzun mesafelerde yüksek hız elde etmek için RS-485 gibi diğer standartlar daha uygundur. Tüm özelliklerin gerekmediği uygulamalarda, İletilen veri (Transmitted Data: TxD), Alınan veri (Received Data: RxD) ve Ortak toprak (Common Ground: GND) hatlarından oluşan en az 3 kablolu RS-232 bağlantısı kullanılabilir. Hatta, veri akışı tek yönlü ise, iki kablolu bağlantı (veri ve toprak) bile kullanılabilir. Yalnızca donanım akış kontrolü gerektiği durumlarda iki yönlü veriye ek olarak RTS ve CTS hatları da eklenerek 5 kablolu sürümü elde edilir. Diğer seri iletişim standartları, RS-232 portları ile birlikte çalışmaz. Örneğin sayısal elektronikteki +5 ve 0 volta yakın transistör-transistör mantık (Transistor–transistor logic:TTL) seviyeleri kullanma, işaret seviyesini standartın tanımsız alanına götürür. Çoğu seviyeler bazen NMEA 0183 uyumlu GPS alıcılar ve balık bulucular ile kullanılır. 20 mA'lik bir akım döngüsü, 20 mA'lik kayıp akımı yükseltmek ve döngüdeki mevcut akımı düşürmek için kullanır. Bu sinyalleme yöntemi uzun mesafelerde ve optik olarak yalıtılmış bağlantılarda kullanılır. Bir akım döngülü cihaz ile RS-232 portunu bağlamak için bir seviye çevirici gerekir. Akım döngülü cihaz
lar, uyumlu cihazların gerilim dayanım sınırını aşacak şekilde gerilim oluşturabilirler. RS-232'ye benzer diğer seri arayüzler: Yavuz Bahadıroğlu Yavuz Bahadıroğlu (gerçek adı Niyazi Birinci; d. 1945; Hisarlı, Pazar, Rize), Türk roman ve hikâye yazarı, gazeteci, radyo programcısı. 1971'de İstanbul’da gazeteciliğe başladı. "Yeni Asya" - "Yeni Nesil" gazetesinde muhabirlik, araştırma-inceleme, röportaj ve fıkra yazarlığı yaptı. Gazete, dergi ve şirket yöneticisi olarak çalıştı. Gazeteciliğini muhabir ve röportajcı olarak sürdürürken, çocuklara yönelik eserler üretti. Yüzlerce çocuk romanı, hikâye yayımlandı. Aynı dönemde "Yeni Asya" - "Yeni Nesil" gazetesinde Yavuz Bahadıroğlu, Şeref Baysal ve Veysel Akpınar isimleriyle köşe yazıları yazdı. Asıl çıkışını Yavuz Bahadıroğlu ismiyle yazdığı romanlarla yaptı. İlk romanı "Sunguroğlu" ve ardından yazdığı "Buhara Yanıyor" romanı ülkenin en çok satan romanlarından oldu. Genelde Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli dönemlerini ele alan otuzu aşkın romanı vardır. Son çıkan kitaplarından biri "Biz Osmanlıyız"dır. Yavuz Bahadıroğlu, roman, çocuk kitapları, hikâye, araştırma, oyunlar, film yapılmış senaryolar ve fikri eserler olmak üzere yüzlerce çalışmaya imza attı. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konularda binlerce konferans verdi, çeşitli kurum ve kuruluşlardan ödüller aldı, iki kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. Halen ulusal bir radyoda günlük yorumlar yapıyor ve "Yeni Akit" gazetesinde köşe yazarlığını sürdürüyor. Ayrıca Moral FM'de günlük yorumlar yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır. Faruk Nafız Özak Faruk Nafız Özak (d. 19 Nisan 1946, Trabzon), iki dönem bakanlık yapmış ve üç dönem milletvekili seçilmiş bir politikacı, eski futbolcu ve iş adamı. 2005–2009 yılları arasında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı görevini üstlenmiştir. Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini 2009–2011 yılları arasında sürdürmüştür. Siyasal kariyeri öncesi Özak, Trabzonspor takımında futbol oynarken Yılın Sporcusu Ödülünü almıştır. Faruk Nafız Özak 19 Nisan 1946 tarihinde Trabzon'da doğdu. Babasının adı Ali Haydar, annesinin adı Safiye'dir. ODTÜ ve İTÜ'de bir süre okuduktan sonra, Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü 1970 yılında yüksek mühendis olarak bitirdi. Trabzonspor Futbol Takımı kaptanlığını, asbaşkanlığını ve başkanlığını yaptı. Yılın Sporcusu Ödülü sahibi olan Özak, Yapısun A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı, Trabzon Kalkınma Vakfı kurucusudur. 2 Haziran 2005 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanı, 1 Mayıs 2009 tarihinde Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olmuştur. 9 Haziran 2011 tarihinde kabinede yapılan değişiklik sonucu bakanlığın adı değiştirilmiş ve Gençlik ve Spor Bakanı olmuştur. İngilizce bilir, evli ve 2 çocuk babasıdır. Dürrânîler Dürrânîler, Peştunlardan Ahmed Şah Dürrânî'nin Afganistan'da kurduğu devlet. 1747-1826 yılları arasında hüküm sürmüştür. Uzun zaman bölgenin dağlık kesimlerinde yaşayan bu boy Gazne Devleti zamanında islâmiyeti seçmiştir. Safevi Devleti ile Babür Devleti ilişkilerinde sıkıntılar yaşandığı bir sırada, Argandab ve Tarnak vadilerine indiler. Bölgenin durumu itibarıyla iki devlet arasında olmalarına rağmen, bölgelerinde bir otonomi ve serbestiyete sahiptiler. Bir süre sonra Herat eyaleti'nin yönetimini ele geçiren Abdaliler, üzerlerine gelen Safi Kuli Han komutasındaki Safevi ordusunu yendiler ve Nadir Şah'ın zamanına kadar bölgenin hâkimi oldular. Nadir Şah, Safevi Devletini yıktıktan sonra, zamanın karışıklıklarından faydalanarak, Meşhed’i ele geçiren Abdalileri yenilgiye uğrattı. Nadir Şah, Abdalilerin askeri gücünden faydalanmak ve Gılzaler kabilesini kontrol altında tutmak amacıyla, Abdalileri Kandahar bölgesine yerleştirdi. 1747'de Abdalilerin reisi Ahmed Han, Nadir Şah'ın ölümünden sonra Kandahar'ı ele geçirerek hükümdarlığını ilan etti. 1769'a değin Hindistan üzerine dokuz sefer düzenledi. Birçok şehri ele geçirdi ve 1757'de Delhi'ye kadar ilerledi. Aral Gölünden Hint Okyanusuna kadar uzanan ve Horasan, Keşmir, Pencap, Sind, Peşaver, Multan, Deracat bölgelerini de içine alan bir Afgan devleti kurdu. Ahmed Han'ın 1773'teki ölümünden sonra yerine geçen oğlu Timur Şah, devletin merkezini Kandehar'dan Kabil'e nakletti ve 1793'e kadar devleti yönetti. 1793-1800 yıllarında ise Zaman Şah iktidardaydı. 1800'den 1842'ye kadar karışıklık ve kardeş kavgalarının devam ettiği Abdaliye Devleti, bu tarihte yeni Afgan Devleti emiri Barakzay kabilesinden Dost Muhammed Han tarafından ortadan kaldırıldı. Recep Akdağ Recep Akdağ (d. 8 Mayıs 1960, İspir, Erzurum); Türk hekim, siyasetçi ve Sağlık Bakanı. 2002 ve 2013 yılları arasında Sağlık Bakanlığı görevini sürdüren Akdağ, 3 yıllık aradan sonra Binali Yıldırım tarafından 24 Mayıs 2016 tarihinde kurulan 65. Türkiye Hükûmeti'nde Sağlık Bakanı olarak yer almıştır. Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri hariç, 2002 yılından beri yapılan genel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) milletvekili olarak meclise girmiştir. Recep Akdağ, 8 Mayıs 1960 tarihinde Yahya ve Zekiye Akdağ çiftinin çocuğu olarak Erzurum'un İspir ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Erzurum’da, lise öğrenimini Ankara Atatürk Lisesi’nde tamamladı. Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı fakültede Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzman oldu. Bir yıl süreyle Londra'da kan hastalıkları üzerine çalıştı. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi'nde Başhekim Yardımcılığı, Satınalma Komisyonu Başkanlığı ve Tıp Dergisi Editör Yardımcılığı görevlerini yürüttü. Biyoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda Öğretim Üyesi olarak ders verdi. 1999'da profesör oldu. Çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan, 9 adet makalesi bulunmaktadır. 1996'da İstanbul Tabip Odası'ndan "Yılın Makalesi" ödülünü aldı. İngilizce bilen Akdağ, evli ve 6 çocuk babasıdır. 2002 Türkiye genel seçimleri'nde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Erzurum milletvekili olarak meclise giren Akdağ, Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Türkiye Hükûmeti'nde Sağlık Bakanı olarak yer aldı. Gül'ün istifa etmesinin ardından Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 59. Türkiye Hükûmeti'nde Sağlık Bakanlığı görevine devam etti. 2007 ve 2011 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar meclise giren Akdağ, Erdoğan tarafından kurulan 60. ve 61. Türkiye Hükûmeti'nde görevine devam etti. 24 Ocak 2013 tarihinde görevini Mehmet Müezzinoğlu'na devretti. Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri'nde meclise giremedi. Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti Erzurum milletvekili olarak meclise girdi. Binali Yıldırım tarafından 24 Mayıs 2016 tarihinde kurulan 65. Türkiye Hükûmeti'nde Sağlık Bakanı olarak görevlendirildi.  "Dünyanın en uzun süre Sağlık Bakanlığı yapan ismi" unvanına sahip olan Akdağ, Refik Saydam'dan sonra en uzun süre görev yapan Sağlık Bakanı'dır. Duygu Asena Duygu Asena (19 Nisan 1946 - 30 Temmuz 2006), Türk gazeteci ve yazar. Atatürk'ün yaveri ve dönemin CHP milletvekili olan Ali Şevket Öndersev'in torunu olarak İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Kadıköy Özel Kız Koleji’nde tamamlamasının ardından İstanbul Üniversitesi Pedagoji bölümünde eğitim gördü. İş hayatına pedagog olarak başlayan Asena, Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği ve İÜ Çocuklarevi’nde çalıştı. Gazetedeki ilk yazısı 1972 yılında Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde yayımlandı. Bu tarihten itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde gazeteci ve yönetici olarak bulundu. TRT-2 televizyon kanalında "Ondan Sonra" isimli bir program hazırlayıp sundu (1992-1997). Gazeteciliğinin yanında yazarlığını da sürdüren Asena, ilk kitabı Kadının Adı Yok ile adını duyurdu. Kitap müstehcen bulunduğundan 1988’de yasaklandı. Uzun süren dava sonucunda tekrar yayımına izin verildi ve ardından aynı yıl yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filme alındı. Yazıları ve kitaplarında değindiği temalar nedeniyle Asena feminist yazar olarak tanındı. Duygu Asena, beyin tümörü nedeniyle tedavi görmekte olduğu VKV Amerikan Hastanesi'nde 30 Temmuz 2006 günü hayatını kaybetti. Naaşı Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Hüsn-i tahallûs Hüsn-i tahallûs, bir Divan edebiyatı terimi. Divan edebiyatında şairlerin genelde mahlasları vardır. Şairler zaman zaman bu mahlasları kaleme aldıkları eserlerin içinde de bir sözcük olarak kullanırlar. Şair, bazen mahlası anlamı itibarıyla bazense isim olarak kullanır. Şairin, aynı anda, mahlası hem isim mahiyetinde hem de anlamı için kullandığı duruma "hüsn-i tahallûs" denir. Hüsn-i tahallusun en bilinen örneklerinden biri ünlü divan şairi Bâki'nin şu mısrasıdır: Bu mısrada, "Bâki" sözcüğü hem şairin mahlası(dır ve isim olarak kullanılmıştır) hem de anlamı olan "ebedî, sonsuz"a da vurgu yapılmış, anlamı da kastedilmiştir. Kuzeybatı Toprakları Northwest Territories (NWT; Fransızca: "les Territoires du Nord-Ouest"), Kanada'nın Kuzey Kanada denen kuzey bölgelerinden biridir. Diğer iki bölge olan Yukon ve Nunavut'un ortasında yer alan NWT; batıda Yukon'la, ve doğuda Nunavut'la sınırlarını paylaşır. Güneyinde Kanada'nın batı eyâletlerinden Britanya Kolumbiyası, Alberta ve Saskatchewan yer alır. 1,171,918 km²lik devasa yüzölçümüne rağmen bölgede Ocak 2005 tarihi itibarıyla yalnızca 42,944 kişi yaşamaktadır. Bölgenin başkenti, 1967 yılından bu yana Yellowknife'tır. ABD sınırındaki Büyük Göller bir tarafa bırakılırsa, Kanada'nın en büyük iki gölü olan Great Bear (Büyük Ayı) ve Great Slave (Büyük Esir) gölleri NWT'dedir. Kanada'nın en uzun nehri olan Mackenzie Nehri ve UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Nahanni River (Nahanni Nehri) Ulusal Parkı bölgenin sahip olduğu ilgi çekici doğal oluşumlardan bazılarıdır. Kuzeybatı Topraklarının 11 resmi dili vardır: Binali Yıldırım Binali Yıldırım (d. 20 Aralık 1955; Refahiye, Erzincan), Türk siyasetçi ve mühendis, AK Parti'nin üçüncü genel başkanı ve Türkiye'nin 27. başbakanı. Başbakan
lık ve AK Parti Genel Başkanlığı görevine Mayıs 2016'da başladı. Başbakanlık görevinden önce 2002–2013 ve 2015–2016 yılları arasında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak görevlendirildi. Ayrıca 2014 ve 2015 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığını yaptı. Yıldırım, 2002 Türkiye genel seçimlerinde AK Parti'nin İstanbul milletvekili seçilmeden önce 1994 ve 2000 yılları arasında İstanbul Deniz Otobüsleri'nde genel müdür olarak görev yaptı. Abdullah Gül tarafından kurulan 58. ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 59. hükûmetlerde ulaştırma bakanlığına getirilerek Marmaray ve Yüksek Hızlı Tren gibi birçok projeyi yönetti. 2004'teki Pamukova tren kazası sonrasında ağır eleştirilere maruz kaldı.  2013'te hükûmetteki görevinden ayrılan Yıldırım, 2014 yerel seçimlerinde AK Parti'den İzmir'de belediye başkan adayı olsa da seçilemedi. Partisinde uygulanan üç dönem kuralından dolayı Haziran 2015 genel seçimlerine katılamadı ancak Kasım 2015'teki genel seçimlerde kuralın esnetilmesiyle tekrar meclise girdi ve 64. Hükûmet'te tekrar Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak yer aldı. Ahmet Davutoğlu'nun istifası üzerine Mayıs 2016'da yapılan olağanüstü kongrede partisinin genel başkanı seçilerek 65. Hükûmeti'te başbakanlık görevine başladı. Başbakanlığının ilk aylarında ülkesinde bir darbe girişimi gerçekleşti. Göreve başlamasının ardından Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Ilgaz 15 Temmuz İstiklâl Tuneli, Ankara Yeni Hızlı Tren Garı Açılışı gibi projelerin açılışı yapıldı. Ayrıca çeşitli sektörlere yönelik kapsamlı ekonomik reformlar yürürlüğe girdi. Binali Yıldırım 20 Aralık 1955 tarihinde Dursun Bey ile Bahar Hanım'ın yedi çocuğundan ikincisi olarak Erzincan'ın Refahiye ilçesine bağlı Kayı Köyü'nde doğdu. Arapçada Ali'nin oğlu anlamına gelen ismini (بن علي), ailesinin Alevi komşuları verdi. 16 yaşındayken 38 yaşındaki annesini kaybetti. Orta öğrenimini 1970 yılında Piri Reis Ortaokulunda, lise öğrenimini 1973 yılında Kasımpaşa Lisesinde tamamlamasının ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı bölümde yüksek lisans yaptı. Akabinde 1978 ve 1993 yılları arasında Türkiye Gemi Genel Müdürlüğü ve Camialtı Tersanesi'nde çeşitli kademelerde yöneticilik yaptı. 1990 ve 1991 yılları arasında İsveç'te bulundan Uluslararası Denizcilik Örgütü'ne (IMO) ait Dünya Denizcilik Üniversitesinde (WMU) Denizde Can ve Mal Güvenliği Yönetimi konusunda ihtisas eğitimi alan Yıldırım, bu eğitim sırasında toplam 6 ay İskandinavya ülkeleri ve Avrupa'da çeşitli ülke limanlarında Denizcilik İdaresi Uzmanları ile birlikte kontrollerde bulundu. Mezun olmasının ardından Binali Yıldırım, 1994 ve 2000 yılları arasında İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) genel müdürlüğü görevini sürdürdü. Bu görevi sırasında İstanbul'da toplu taşımacılığın denize kaydırılması yönünde önemli projelere imza attı. Başta İstanbul-Yalova ve Bandırma hatlarının açılarak, Adnan Menderes ve Turgut Özal hızlı feribotlarının sefere konulması olmak üzere İstanbul'a kazandırılan toplam 29 iskele/terminal, 22 deniz otobüsü ve 4 feribotla İDO, önemli bir deniz taşımacılığı kurumu oldu. 1999 yılında deniz toplu taşımacılığı ve turizme katkılarından dolayı uluslararası "Skal Kulübü" tarafından verilen kalite ödülüne layık görüldü. Recep Tayyip Erdoğan'dan sonraki Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna tarafından 2000 yılında görevden alındı. İDO genel müdürlüğü döneminde Yıldırım, 1994 Türkiye yerel seçimleri'nde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı seçilen ve görevini 1998 yılına kadar sürdüren Recep Tayyip Erdoğan ile yakın bir ilişki kurmuştur. 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan sosyal muhafazakâr Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AK Parti) katılarak kurucu üyeler arasında yer aldı. Sadece iki partinin seçim barajını aşabildiği 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı oldu ve partisinin zaferiyle meclise girdi. 2007 Türkiye Genel Seçimleri'nde memleketi Erzincan'dan AK Parti Milletvekili olarak tekrar meclise girdi. 2011 Türkiye Genel Seçimleri'nde İzmir 1. Bölge Milletvekili olarak meclise girdi ve 3. kez milletvekili seçildi. Üç dönem kuralına takıldığı için Haziran 2015 Seçimlerine katılamadı. 1 Kasım 2015 Türkiye Genel Seçimleri'nde AK Parti İzmir 1. Bölge Milletvekili olarak meclise girdi. Yıldırım, neredeyse kesintisiz 11 yıl Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak görev yaptığı için AK Parti'nin "Değişmez Ulaştırma Bakanı" olarak anılır. Ayrıca bu bakanlıkta en uzun süre kalan kişidir. Yıldırım, Kasım 2002–Kasım 2011 tarihleri arasında Ulaştırma Bakanı olarak görev yaptı. Üç dönem kuralına takıldığı için 3 ay süreliğine bu görevinden ayrıldı. 2011 yılı itibarıyla Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan hükümetlerde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme bakanı olarak yer aldı. Kişisel Websitesi'nde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme bakanlığı döneminde 17,500 kilometre otoyol, 29 yeni havaalanı ve 1,213 kilometre yüksek hızlı tren hatları inşa edildiğini belirtilmiştir. Ulaştırma Bakanlığı görevinde bulunduğu sürede 225 milyar liralık yatırım faaliyetlerinde bulunmuştur. Türkiye genelinde 24 bin 280 kilometre bölünmüş yol yapılmış ve otoyol çalışmaları hız kazanmıştır. Yıldırım ayrıca YouTube’un kapanmasına yönelik yoğun eylemleri ile uluslararası kamuoyunda sansürü teşvik eden bir figür olarak dikkat çekti. 2003 yılı sonunda ülke genelindeki bölünmüş devlet ve il yolların toplam uzunluğu 4.387 km, otoyolların uzunluğu ise 1.714 km iken; 2013 yılı itibarıyla sırasıyla 16.420 km ve 530 km'lik yol inşasıyla bu uzunluklar sırasıyla 20.807 km ve 2.244 km'ye ulaştı. 1993 yılında inşası başlamış olan Bolu Dağı Tüneli ve 2000 yılında inşasına başlamış olan Nefise Akçelik Tüneli 2007'de tamamlandı, 2011'de ise halen yapımı devam eden Avrasya Tüneli ve Konak Tüneli'nin temelleri atıldı. 2003 ve 2014 yılları arasında devlet ve il yollarında 41,2 km uzunluğunda 84 tek tüp tünel, 86,9 km uzunluğunda 46 çift tüp tünel; otoyollarda 1 km uzunluğunda tek tüp tünel ve 21,1 km uzunluğunda 12 çift tüp tünel; tüm yollarda ise toplam 64,3 km uzunluğunda 151 tek tüp tünel ve 135,8 km uzunluğunda 75 çift tüp tünel hizmete girdi. 2003 ve 2013 yılları arasında toplam uzunluğu 114,2 km'yi bulan 1.608 köprü inşa edilirken, 609 köprünün bakım ve onarımı tamamlandı. 2003 yılında hükümet Türkiye'nin ilk Yüksek Hızlı Tren hizmetine başladı. Deneme seferi Yıldırımın da katılımıyla 4 Ocak 2004 tarihinde gerçekleştirildi. TCDD, trenlerini hızlandırma projesi kapsamında ilk etapta Ankara-İstanbul güzergahında başlattığı yol yenileme çalışmalarını tamamladı. Yaklaşık 7 trilyon 500 milyar liraya mal olan çalışmalarda raylar yenilenirken, traversler ve makaslar değiştirildi. Elektrikli çeken araçların azami hızlarını artırmaya yönelik çalışmaların ardından lüks vagonlarla çalışacak trenlerin maksimum hızı 150 km/h kilometreye çıkarıldı. Ankara-İstanbul yüksek hızlı demiryolu 2014 yılında ulaşıma açıldı. Ankara-Konya yüksek hızlı demiryolu'nun yapımı 2006 yılında başladı ve 2011 yılında bitirildi. Marmaray projesi ile İstanbul’un Asya ve Avrupa yakaları denizaltından demiryoluyla birbirine bağlandı. Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, ve Osman Gazi Köprüsü yapılmış, birçok tünel projesi hayata geçirildi. Yıldırım "Türkiye'de Atıl Havaalanı kalmayacak" ve “Havayolunu halkın yolu haline getireceğiz” sözleri ile havacığın ilerlemesine yönelik çalışmaları başlattı. 26 olan aktif havalimanı sayısı bakanlığı döneminde 55’e, 34,4 milyon olan yolcu sayısını da 182 milyona çıkardı ve Türk havacılık sektörü dünya genelinde yüzde 5, Türkiye genelinde yüzde 15’lik büyüme gösterdi. Tokat, Kahramanmaraş, Sivas, Gaziantep ve Çanakkale illerinin havalimanları tekrar açıldı. İzmir'de Adnan Menderes Havalimanı adında uluslararası bir havalimanı 2006 yılında açıldı. Ayrıca 2014 yılında aynı havalimanına yapılan İç hatlar terminali'nin açılışını Yıldırım yönetmiştir. Yıldırım'ın bakanlık döneminde birçok yeni havalimanları açılmıştır. Ayrıca 2018 yılında açıldığında dünyanın en büyük havalimanı olacak İstanbul Yeni Havalimanı projesi hala devam etmektedir. Havacılık sektöründe gerçekleştirilen liberalleşmenin sonucunda pazara birçok özel havayolu şirketi girdi. AK Parti'nin en önemli projelerinden biri sayılan gemi trafiğini rahatlatmak adına Karadeniz ile Ege Denizi'ni birbirine bağlayacak Kanal İstanbul adlı su yoludur. Projenin içeriği ve yeri uzun süre gizli tutulmuştur. Proje başlangıçta Yıldırım'ın 2009'da fikir projesi olarak gündeme geldi. Resmi olarak Nisan 2011 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. 2016 yılında Yıldırım, projeyle ile ilgili hazırlıkların büyük oranda bittiğini ve belirlenen beş farklı güzergahtan birinin olacağını ifade etti. Yıldırım, proje hakkında "Birkaç güzergah var. Bunlardan birisi olacağı kesin. Ama vatandaşın kumar oynamamasını tavsiye ederim." ifadelerini kullandı. Kanal İstanbul dışında Yıldırım, Türkiye'deki suyolları ve feribot servisi sayısının artırılmasına başkanlık etti. 2013 ve 2014 yıllarında İzmir'e yeni Körfez araba vapuru, Bostanlı –Üçkuyular hattında çalışmaya başladı. 2016 yılında Yalova'da İDO'nun yeni feribot terminali açıldı. 2015 yılında Yıldırım, kadın denizci öğrencileri için pozitif ayrıcalık uygulayacaklarını ve stajlarda daha fazla imkan bulmaları için özel bir program geliştireceklerini açıkladı. 22 Temmuz 2004 tarihinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu hızlı treni Ankara–İstanbul rotasında hızlı tren seferini yaparken Sakarya'nın Pamukova ilçesinde aşırı hız yüzünden trenin ikinci yolcu vagonunun sol tekerleği raydan çıkmış, bu vagona bağlı vagonların da raydan çıkması sonucu trenin dengesi bozularak hızla sürüklenerek yana yatmıştır. Kaza sonucu 41 yolcu hayatını kaybetmiş, 80 yolcu yaralanmıştır. Kaza sonrasında hızlı tren projesinin sorumlusu olan Yıldırım, birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Kamuoyu baskısına rağmen kazada sorumluluk kabul etmemiş, istifa et
meyeceğini ve yaptığı uygulamaların arkasında olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Cumhuriyet Savcılığının TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman hakkında soruşturma açılması talebi Yıldırım tarafından reddedilmiştir. Makinistin tanımlı hız sınırını aştığı söylemiştir. Kazayla ilgili dava, 'zamanaşımı' nedeniyle 7 Şubat 2012 tarihinde düşmüştür. İslamcı ve liberal yazarların bir arada bulunmasıyla öne çıkan "Yeni Şafak", 6 Ocak 2012 tarihinde sürmanşetten verdiği "TAV Bakanı bu işleri iyi bilir" başlıklı haberde Binali Yıldırım'ın TAV Havalimanları Holding'ine 800 milyon dolara satılan İstanbul Deniz Otobüsleri'nin (İDO) özelleştirilmesinde usulsüzlük yaptığını iddia etti. Fakat TAV Havalimanları Holding'i bu iddiaların gerçeği hiçbir şekilde yansıtmadığını belirterek yalanladı. Yıldırım'ın kişisel ve aile finansı muhalefetten birçok eleştiri topladı. Mart 2014 tarihinde CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Yıldırım'ın oğlunun 30 gemiye sahip olduğunu iddia etti ve 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması sırasında Binali Yıldırım ile birlikte isimleri geçen kişilerin ortaklıklarının olduğu şirketlerin hangileri olduğunu sordu. Katıldığı bir programda bu iddiaları "Siyasete girince bütün işlerimi çocuklarıma devir ettim. Çocuklarım, 14 yıldır denizcilikle ilgili çalışıyorlar. Hiçbir kamu kuruluşu ile iş alışverişi ve ilişkileri yok. Çocuklarımın dokunulmazlığı yok buyursunlar istediklerini yapsınlar" sözleriyle yanıtladı. 2005 yılında çekilmiş bir fotoğrafta Binali Yıldırım, Samsun'da bir lokantada 'erkek protokol' ile otururken eşi Semiha Yıldırım'ın ayrı masada tek başına yemek yemesi tartışma konusu oldu. Fotoğrafla ilgili CHP, AK Parti'nin yeni bir toplumsal yapı arayışının sonucu olduğunu iddia etti. Yıldırım yaptığı açıklamada eşi Semiha Yıldırım'ın kendi tercihi ile başka masaya oturduğunu belirtti. 2013 yılında Binali Yıldırım mezun olduğu ve yüksek lisans eğitimini tamamladığı İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından düzenlenen İzmir balosunda yaptığı konuşmada Boğaziçi Üniversitesi'ni kazandığını fakat okulun bahçesinde 'genç kızların ve erkeklerin yan yana oturduğunu' gördüğünü ve bu okula kayıt olduğu takdirde 'yoldan çıkacağı' gerekçesiyle İTÜ'yü tercih ettiğini ifade etmiştir. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, 'Dert etmeyin, siz zaten yoldan çıktınız' açıklamasını yaparak Yıldırım'a tepki göstermişlerdir. Ulaştırma Bakanlığı döneminde Binali Yıldırım, 2013 yılında katıldığı Türk Telekom davetinde yaptığı konuşmada Bulut bilişim hakkındaki bilgisizliği sebebiyle sosyal medyada ve kamuoyunda alay konusu oldu. Konuşmasında “Bu bulut sistemi dedikleri bir şey var şimdi. Herkes oraya bir şey atıyor, gelen oradan işine yarayanı alıyor, ben böyle anlıyorum. Belki farklıdır." ifadelerini kullandı. Ayrıca kullanıcıların Bulut Bilişim'i sıkça kullandıkları takdirde akli dengelerini kaybedeceklerini iddia etti. Yıldırım'ın Başbakan olmasından kısa bir süre sonra konuşmasının bu kısmının Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama'nın 'Take Your Child to the Lab' projesini desteklemek amaçlı yaptığı konuşmasıyla karşılaştırıldığı video sosyal medyada paylaşım rekorları kırdı. Binali Yıldırım, partisinin 4 Şubat 2014 ve 6 Mayıs 2014 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) grup toplantılarında kendisine hakaret ettiğini öne sürdüğü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu aleyhine 10 bin Lira manevi tazminat istemiyle dava açtı. Yıldırım'ın avukatı Serkan Bayram aracılığıyla mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde, Kılıçdaroğu'nun “devlet ihalelerinin dağıtılmasında usulsüzlük yapıldığını”, “bu paraların bir havuzda biriktirildiğini”, “bu havuzu idare edenin Binali Yıldırım olduğunu” ileri sürdüğü kaydedildi. Dilekçede, Kılıçdaroğlu’nun, “Binali dersek yanlış olur ’Milyon Ali’dememiz lazım buna”, “Milyon Ali devreye giriyor, herkesten 10 bin, 20 bin değil milyonlar istiyor” ve “Sen neymişsin be Milyon Ali, haberimiz bile yokmuş senden" gibi ifadeleri ve sözleriyle Yıldırım'ın kişilik hakları zedelediği kaydedildi. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, Kılıçdaroğlu'nun Yıldırım hakkında kullandığı ifadelerin eleştiri niteliğinde olduğu kanaatine vararak davayı reddetti. 2015 yılında Gazeteci Ahmet Şık, adlı kitabında Yıldırım'a hakaret ettiği gerekçesiyle, 4 bin liralık manevi tazminat ödedi. Dava dilekçesinde Yıldırım'a yönelik asılsız ithamlarda bulunarak, hakaret ettiği öne sürülmüş, Yıldırım'ın kişilik haklarının ve manevi şahsiyetinin zedelendiği kaydedilmiştir. Yıldırım, 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sonrası oluşturulmaya çalışılan toplumsal mutabakat ortamına katkıda bulunmak amacıyla 4 Ağustos 2016 tarihinde aralarında siyasiler, yazarlar ve gazetecilerin de bulunduğu isimler hakkında açtığı 1500 davayı avukatı aracılığıyla geri çektiğini açıklamıştır. Ayrıca eşi Semiha Yıldırım ve oğlu Erkan Yıldırım da davalardan vazgeçtiğini açıklamıştır. 2013 yılında Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından ayrılan Yıldırım, 5 Haziran 2014 tarihinde dönemin AK Parti genel başkanı ve başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın özel danışmanlığı görevine atandı. 2014 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi'nde Erdoğan'ın %51,79 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmesinin ve Ahmet Davutoğlu'nun 62. Türkiye Hükûmeti'ni kurarak Başbakanlık görevine başlamasının ardından Yıldırım, Erdoğan'ın danışmanlığı görevini Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri'ne kadar gayrıresmi olarak devam etti. Seçimden sonra resmi olarak atanan Yıldırım, Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nde milletvekili seçilene kadar bu görevini resmen yürüttü. Bu dönemde basın tarafından Erdoğan'ın en yakın destekçisi olarak gösterilmiştir. 2014 Türkiye yerel seçimleri'nde Yıldırım, AK Parti'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak yarıştı. İzmir, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) yapılan birçok seçimde bu ilde en yüksek oy alması nedeniyle 'CHP'nin kalesi' olarak görülmüştür. Kampanyasında ""İzmir'e iyi bir bakan lazım"" sloganını kullanan Yıldırım, eğer seçilirse İzmir'in plaka kodu olan 35 sayısı kadar proje yapacağını söyledi. Bu projelerin arasında İzmir'in iki yakasını bağlayacak ve 3,5 milyar liralık yatırımla hayata geçirilmesi planlanan Körfez Geçiş Projesi de yer aldı. 2013 yılında yapılan bazı anketler, Yıldırım'ın 1 puan ile CHP'nin önüne geçeceğini belirtti. Ancak Yıldırım oyların %35.9'unu alarak ikinci sırada, İzmir'de 2004 yılından beri yapılan yerel seçimlerde en yüksek oyu alarak İzmir Belediye Başkanlığı görevine seçilen Aziz Kocaoğlu oyların %49.6'sını alarak birinci sırada çıktı. Yıldırım AK Parti'nin 2009 Türkiye yerel seçimleri'ndeki %30'luk oyunu %36'ya çıkardı. Seçim sonrası Yıldırım, partisinin seçimi birinci sırada tamamladığı 6 ilçeye teşekkür ederek bu ilçelere yapılan hizmetlerin artırılacağını ifade etti. 2016 yılında Ahmet Davutoğlu'nun istifa etmesinin ardından İzmir Belediye Başkanı Kocaoğlu, Davutoğlu'ndan sonraki Başbakanın Yıldırım olmasını tercih edeceğini belirtti. Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlığı döneminde Binali Yıldırım'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin sonraki genel başkanı olacağı iddia edilmiştir. Özellikle 12 Eylül 2015 tarihinde gerçekleştirilen 5. Adalet ve Kalkınma Partisi Olağan Kongresi'nde Yıldırım'ın AK Parti genel başkanlık görevi için Davutoğlu'yla yarışacağı iddiaları daha da artmıştır. Fakat AK Parti Sözcüsü Beşir Atalay, tek adaylarının Davutoğlu olduğunu belirterek iddiaları yalanlamıştır. Binali Yıldırım, Ahmet Davutoğlu'nun görevi bırakma kararı sonrasında 22 Mayıs 2016 tarihinde gerçekleştirilen 2. Adalet ve Kalkınma Partisi Olağanüstü Kongresi'nde AK Parti Genel Başkanı seçilmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hükümet kurma görevi ise 24 Mayıs 2016 tarihinde verilmiştir. Yıldırım, 65. Türkiye Hükümeti'ni kurarak başbakanlık görevine başlamıştır. 1996 ve 1997 yılları arasında başbakanlık yapmış Necmettin Erbakan'dan 20 yıl sonra ilk mühendis başbakan olan Yıldırım'ın kurduğu 65. Türkiye Hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 315 oyla güvenoyu almıştır. 4 Mayıs 2016 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu arasında, Cumhurbaşkanlığı kaynakları tarafından "haftalık olağan görüşme" olarak açıklansa da, rutin görüşme gününden bir gün önce Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ikili bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda bir süredir devam eden ikili arasındaki gerilimin sonucu olarak, Davutoğlu'nun doğrudan istifa etmesi yerine Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) kongreye götürmesi ve yeniden genel başkan adayı olmaması kararlaştırıldı. Bu toplantıdan bir gün sonra Davutoğlu, 5 Mayıs 2016 günü Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nden sonra sadece 6 ay görev yapmasını nazara vererek "4 yıllık sürenin daha kısa sürmesi benim tercihim değildir. Zarurettir" şeklinde bir açıklama yaptı ve AK Parti'yi 22 Mayıs'ta yeni Genel Başkan seçimi yapması için 2. Adalet ve Kalkınma Partisi Olağanüstü Kongresi'ni çağırdı. Ahmet Davutoğlu'nun istifasının ardından, yeni AK Parti Genel Başkanı'nın Yıldırım, Recep Tayyip Erdoğan'nın damadı ve Enerji Bakanı Berat Albayrak ya da Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen diğer AK Parti'li siyasetçilerin olacağı iddia edildi. 19 Mayıs 2016 tarihinde Yıldırım, Adalet ve Kalkınma Partisi Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) tarafından Genel Başkan adayı olarak açıklandı. 22 Mayıs 2016 tarihinde gerçekleştirilen 2. Adalet ve Kalkınma Partisi Olağanüstü Kongresi'nde Yıldırım 1,411 delegeden 1,405'ini alarak (6 oy geçersiz sayıldı) AK Parti'nin yeni Genel Başkanı seçildi. Birçok üst düzey AK Parti'li politikacı Merkez Karar Yönetim Kurulu'nda yer almadı. 24 Mayıs 2016 tarihinde kurulan 65. Türkiye Hükûmeti'nde Ekonomik Koordinasyon Kurulu'nun (EKK) başkanlığı, Ekonomiden Sorumlu Başbakan yardımcılığı görevine tekrar atanan Merkez bankası'nın bağımsızlığına yaptığı vurgularla bilinen Mehmet Şimşek'ten alınarak Binali Yıldırım'a verildi. Yeni Ekonomi Bakanı'nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak olacağı iddia edilse de Bakanlığa Erdoğan ile yakın görüşler dile getiren Nihat Zeybekci atandı. Mal
iye Bakanlığı'na ise Şimşek'le uzun süredir beraber çalışan Naci Ağbal tekrar atandı. Yıldırım Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı görevini Marmaray gibi birçok büyük projede beraber çalıştığı AK Parti Kars milletvekili Ahmet Arslan'a devretti. 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sonrası Türk lirası, Amerikan doları karşısında değer kaybetti. Girişimin öncesinde 2,88 civarında seyreden kur darbe bildirisinin yayınlanması ve Yıldırım'ın ilk açıklaması sonrası 3,05 seviyesine kadar çıkarak son iki ayın en büyük değer kaybını yaşadı. Ayrıca Euro karşısında da %5'lik değer kaybı yaşandı. Girişimin bastırıldığına dair açıklamaların gelmesinden sonra değer kazanmaya başlayan Türk lirası 18 Temmuz Pazartesi günü ABD doları karşısında 2,95 seviyesinden işlem görmeye başladı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) faiz indirimi baskısı, soruşturmalar sırasında açığa alınmalar ve tasfiyelerin artmasıyla birlikte 20 Temmuz Çarşamba günü kur yeniden yükselişe geçerek ABD doları 3,06, euro 3,34, İngiliz sterlini ise 3,97 seviyesine kadar çıktı. Darbe girişimi öncesinde kapanan Borsa İstanbul (BİST), darbe girişimi sonrası haftanın ilk gününü %7,08 düşüşle 76.957 puandan kapayarak son on bir ayın en sert düşüşünü yaşadı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's Türkiye’nin kredi notunu yatırım yapılabilir seviye olan 'Baa3'ten, bir basamak aşağı 'Ba1' seviyesine düşürdü. Moody's Türkiye’nin not görünümünü “durağan” olarak belirledi ve Türkiye’de finansal ve jeopolitik durumun kırılgan olduğu belirtti. 65. Türkiye Hükümeti'ni 24 Mayıs 2016 tarihinde kurarak Başbakan olduktan kısa bir süre sonra Binali Yıldırım, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) hükümet programını okurken yeni Hükümet'in öncelikli konusunun yeni anayasa başkanlık sistemi de dahil olmak üzere yeni yönetim sistemini belirleyecek değişikliğin olduğunu ve yeni anayasayı gerçekleştirmek için çalışmalara hemen başlanacağını açıkladı. Ayrıca 12 Eylül Darbesi sırasında yazılmış mevcut anayasayla 2023 Hedeflerine ulaşamayacağını belirterek tüm muhalefet partilerine yeni anayasa çağrısı yaptı. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin parlamenter sistemden yana olduğunu fakat Başkanlık sisteminin referanduma götürülmesinde herhangi bir sakınca duymadığını bildirdi. Yıldırım, Türkiye'nin fiili durumu hukuki durum haline getirmek mecburiyetinde olduğunu ve Başkanlık sisteminini içeren anayasa teklifini kısa süre içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getireceklerini belirtti. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan bir grup asker tarafından askerî darbe girişimi gerçekleştirildi. Erdoğan, CNN Türk kanalında telefon ile gerçekleştirdiği görüntülü konuşmada darbecilere hiçbir şekilde imkan tanınmayacağını ifade ederek halkı darbeye tepki göstermek için sokağa çıkmaya davet etti. Çağrının ardından, Türkiye'nin birçok ilinde darbe karşıtı protesto gösterileri düzenlendi. 16 Temmuz sabahı, darbe girişimi bastırıldı ve askerler silahları ile birlikte teslim oldu. Darbe girişiminin bastırılması sonrası Binali Yıldırım, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama'ya seslenerek Fethullah Gülen'in terör örgütü lideri sıfatıyla Türkiye'ye iade edilmesi çağrısında bulundu. 20 Temmuz 2016 tarihinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK) önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile üç ay süreli olağanüstü hâl ilân edildi. 29 Ekim 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanan Olağan Mill Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası olağanüstü hal 3 ay daha uzatılmıştır. Başbakanlık görevini almasından kısa bir süre sonra Binali Yıldırım, yeni hükümetin nasıl bir dış politika izleyeceğini değerlendirdi. 'Düşmanları azaltacağız, dostlarımızın sayısını artıracağız.' sözü yeni dönemde Türk dış politikasında önemli adımlar atılacağı şeklinde yorumlandı. Bazı yerel yorumcular Yıldırım'ın dış politikada bir 'revizyon' gerçekleştireceğini iddia ettiler. Yıldırım'ın AK Parti Genel Başkanı seçilmesi ve yeni hükümeti kurma görevini almasının ardından Avrupa Birliği (AB), 23 Mayıs 2016 tarihinde yayınladığı bir bildiride Yıldırım'ı tebrik ettiklerini, Ortak bölgesel ve uluslararası zorluklar karşısında beraber çalışmak ve 18 Mart AB-Türkiye anlaşmasında mutabık kalındığı üzere AB-Türkiye ortaklığının tüm yönleriyle gerçekleştirmeye devam etmeyi istediklerini açıklamıştır. Yıldırım, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için tüm şartlarını yerine getirdiğini belirmiştir. Ayrıca Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde çifte standart uyguladığını savunmuştur. 4 Kasım 2016 tarihinde aralarında Selahattin Demirtaş'ın da yer aldığı 9 Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilinin terör eylemlerini destekleme suçlamasıyla tutuklanmasının ardından Avrupa Birliği yaptığı açıklamada, HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın güven duydukları muhataplar olduğunu söylemiş, tutuklanmalarının endişe verici olduğunu bildirmiştir. Türkiye Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bu eleştirilere yanıt olarak çoğu AB ülkelesinin PKK'ya destek olduğunu belirterek, AB'nin Türkiye'ye 'demokrasi dersi' vermesini kabul etmediklerini açıklamıştır. Bazı uluslararası yorumcular Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin durdurulması gerektiğini iddia etmişlerdir. Avrupa Parlamentosu (EP) Başkanı Martin Schulz, Türkiye'de idam cezası tekrar getirilirse müzakerelerin sona ereceğeni belirtmiştir. 2 Haziran 2016 tarihinde Almanya Federal Meclisi'nde Hristiyan Demokrat Birliği (CDU), Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SDP) ve Yeşiller Partisi tarafından hazırlanan ve meclise gelene kadar içeriği gizli tutulan 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından günümüzdeki Türkiye topraklarında Ermeni tebaaya yönelik yapılan eylemleri 'Soyırım' olarak tanımlayan tasarı önergesi oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Başbakan Yıldırım, oylamadan önce Almanya Şansölyesi Angela Merkel'i uyarmış, oylama sırasında Almanya'nın gerçek bir dostluk testinden geçtiğini iddia etmiştir. Ayrıca tasarının 'akıldışı' olduğunu ifade ederek kabulü halinde Almanya-Türkiye arasındaki bütün ilişkilerin zedeleneceğini belirtmiştir. Tasarının kabulü üzerine Türkiye hükümeti (Ermeni kırımını soykırım olarak tanıyan önceki 29 ülkeye karşı aldığı önlemlerin benzerini alarak) öncelikle Almanya'daki Türkiye Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu'nu Berlin'den Türkiye'ye geri çağırdı. Ayrıca Almanya'nın Ankara'daki Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı'na çağrılarak Almanya Federal Parlamento'sunun kararını kınayan ve “tarihi olaylara siyasetçiler değil, tarihçiler karar vermeli” tezini yeniden ortaya koyan bir Diplomatik nota verildi. Almanya'nın, Türkiye'nin başta savunma ve sanayi olmak üzere stratejik alanlarda işbirliği yapmayacağı ülkeleri kapsayan 'kırmızı listesine' alınacağı açıklandı. Başbakan Yıldırım, kararın kabul edilmesinin ardından yaptığı açıklamada Türklerin tarihinde utanç duyulacak hiçbir olayın bulunmadığını iddia etti. Ayrıca 'hatalı' bir karar olduğunu belirterek Türkiye tarafından kabul etmeyeceğini ifade etti. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, olayların 'çarpıtılmış ve mesnetsiz' olduğunu iddia ederek 'soykırım' olarak kabullenilmesini tarihi bir hata olarak nitelemiş ve Türkiye-Almanya ilişkileri için uyumsuz bir karar olduğunu ifade etmiştir. Oylama sonrası Merkel, Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkinin güçlü olduğunu tekrarlamıştır. Yeni Hükümetin programını açıklarken Başbakan Binali Yıldırım, Rusya ile ilişkilerin karşılıklı diyalog kanallarını açık tutarak normalleştirme ve asgari müştereklerde buluşarak ortak menfaatler temelinde geliştirme yönündeki iradenin sürdürüleceğini ifade etti. 24 Kasım 2015 sınır ihlali gerçekleştiren Rus Su-24 uçağının Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi olayının ardından Türkiye ve Rusya arasında gerek siyasi gerek ekonomik olarak ciddi bir gerilim yaşanmıştı. 65. Türkiye Hükümeti'nin başlıca dış politika hedefleri arasında Rusya ile ekonomik ilişkilerin normalleşmesini sağlamak yer aldı. Yıldırım'ın Başbakanlık görevine başlamasının ardından Rusya Parlamentosunun üst kanadı Federasyon Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkan Yardımcısı Vladimir Cabarov, Türkiye'de Hükümetin değişmesiyle pratikte hiçbir şeyin değişmeyeceğini iddia ederek Türkiye-Rusya ilişkilerinde olumlu bir değişimin yaşanmayacağını ifade etti. Haziran 2016 tarihinde Rusya Devlet Başkanlığı Basın Sekreteri ve Sözcüsü Dmitri Peskov, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e yazdığı mektupta Rus Sukhoi Su-24 uçağının düşürülmesi olayında ölen pilotun ailesine başsağlığı mesajı verdiğini belirterek 'af dilediğini' iddia etti. Yıldırım, Rusya ile yaşanan anlaşmazlığın çözüme ulaştığını, sadece üzüntülerini bildirdiklerini ve 6 ayda yaşananları yaşanmamış gibi kabul edeceklerini söyledi. Bu açıklamaların ardından Putin, Hükümetine Türkiye ile karşılıklı ticari anlaşmaları iyileştirmek üzere görüşmelere başlamaları talimatı verdi. Ayrıca Rus turistlerin Türkiye’ye gelmesini engelleyen seyahat kısıtlamalarını da kaldırma kararı aldı. Muhammed Mursi'nin 2012 yılından beri sürdürdüğü Mısır cumhurbaşkanlığı görevine el konulduğu 2013 Mısır askerî darbesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi ve iki ülkenin diplomatik ilişkilerinin maslahatgüzar seviyesine gerilemesi ile ilgili olarak Başbakan Yıldırım, Türkiye'nin Akdeniz ve Karadeniz'de yer alan ülkelerle ilişkilerini geliştirmesini gerektiğini savunarak Mısır-Türkiye ilişkilerini geliştirmekten yana olduklarını belirtmiştir. Yıldırım, Beşşar Esad'ın Suriye'yi yönettiği sürece Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşmeyeceğini ve Irak ve Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) Esad rejiminin tutumu sonucu ortaya çıktığını ifade etmiştir. 31 Mart 2010 tarihinde Gazze'ye insani yardım taşıyan altı gemiye Akdeniz'de İsrail Savunma Kuvvetleri tarafından gemilerde bulunan aktivistlerden bir kısmının öldürülmesi, bir kısmının yaralanması ve gemilerin yolcularıyla birlikte rehin alınması ile sonuçlanan olayın
ardından iki ülke arasında gerek siyasi gerek ekonomik olarak ciddi bir gerilim yaşandı. Olay hakkında Türk Dışişleri Bakanı 2010 yılında, olayın iki ülkenin arasındaki ilişkileri geri dönülmez bir şekilde zedeleyebileceğini belirtti. 20 Aralık 2015 tarihinde AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik "İsrail ile kesin bir anlaşma yok. Bir taslak üzerinde çalışılıyor. Kuşkusuz İsrail Devleti ve halkı Türkiye’nin dostudur." açıklamasını yaptı. Haziran 2016 tarihinde İsrail-Türkiye İlişkilerinin normalleşmesi için müzakerelerde Türkiye ile İsrail uzlaşmaya vardı. İsrail'le uzlaşma kapsamında iki ayrı metin düzenlendi. 28 Haziran 2016 tarihinde mutabakata Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve aynı saatte İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold da Dışişleri Bakanlığı'nda basına kapalı olarak imza attı. Amerika Birleşik Devletleri yetkililerinin PYD'yi terör örgütü olarak görmediği ve PKK'dan ayrı bir örgüt olduğu yönündeki açıklamaları Türkiye-ABD ilişkileri arasında gerginliğe neden olmuştu. Binali Yıldırım, Başbakanlık görevine başlamasının ardından PYD'nin, YPG'nin ve PKK'nın aynı terör örgütü olduğunu belirterek bu konudaki adımlarının değişmeyeceğini savundu. 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sonrası Yıldırım, ABD Başkanı Barack Obama'ya seslenerek ABD'nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan FETÖ/PDY lideri olmakla suçlanan Fethullah Gülen'in terör örgütü lideri sıfatıyla Türkiye'ye iade edilmesi çağrısında bulundu. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner, incelemenin halen devam ettiğini ve bu konuda henüz herhangi bir sonuca varılmadığını belirtti. Yıldırım tarafından kurulan hükümette Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı görevine devam eden Mevlüt Çavuşoğlu, Fethullah Gülen'in iadesiyle ilgili ikamet ettiği ABD'den yanıt gelmemesi halinde iki ülke ilişkilerine zarar vereceğini ifade ederek ABD'nin bu tutumunu eleştirmiştir. 9 Kasım 2016 tarihinde Donald Trump'ın ABD Başkanlığı görevine seçilmesi sonrası Yıldırım; Trump'ı tebrik etmiş, eğer Fethullah Gülen'in iadesini gerçekleşirse bunun Amerika Birleşik Devletleri-Türkiye ilişkileri için yeni bir başlangıç anlamına geleceğini ifade etmiştir. 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında kendilerini "Yurtta Sulh Konseyi" olarak adlandıran bir grup asker tarafından askeri darbe girişimi gerçekleştirildi. Darbe girişimi esnasında İstanbul'da bulundan ve sonra Ankara'ya yola çıkan Binali Yıldırım, NTV'de katıldığı canlı yayında "çılgınlık" ve "terör saldırısı" olarak nitelediği olayların "darbe değil ancak bir kalkışma" olabileceğini belirtmiştir. Yıldırım ayrıca, Türk halkının darbe girişimine müsaade etmeyeceğini savunmuştur. ""Darbe yapmaya geldiler, darbeyi yediler, gerisin geri gittiler. Şimdi içeride hesabını veriyorlar. Yağma yok, bu ülkenin kazanımlarını, ülkenin kurumlarına kılcal damarlarına sızıp, bin bir türlü entrikalar, kapalı oyunlarla iradeyi ele geçirmeye bu millet müsaade etmedi, etmeyecek."" Başkanlık sisteminin "eyalet sistemini getirecek", "ülkenin bölünmesine sebebiyet verecek" gibi beyanlarda bulunulmaması gerektiğini belirten Yıldırım, Başkanlık Sistemi'nin gelmemesi durumunda Türkiye'nin bölünme riskinin bulunduğunu savunmuştur. Yıldırım, halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanının anayasada 'sorumsuz' olarak nitelendirilmesinin doğru olmadığını, başkanlık sisteminin referanduma götürülmesi gerektiğini söylemiştir. Adının Alevi bir aile dostları tarafından koyulduğunu belirten Yıldırım, mezhepsel ve ideolojik farklılıklarla insanlar arasında çatışma çıkarmaya çalışanların hiçbir zaman başarılı olamayacağını savunmuştur. Binali Yıldırım, siyasi kariyeri boyunca dört genel seçim, bir yerel seçime katılmıştır. İyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Yıldırım, 1975 yılından beri emekli öğretmen Semiha Yıldırım ile evlidir ve üç çocuk babasıdır: Erkan, Ahmet ve Büşra. Ayrıca beş torunu vardır. Çekmeköy, İstanbul'da çocukları tarafından eşi Semiha Yıldırım için yapılan ""Öğretmen Semiha Yıldırım İlkokulu"" adında bir okul vardır ve 24 Kasım 2012 tarihinde açılmıştır. Binali Yıldırım birçok ulusal ve uluslararası Üniversiteden Fahri doktora unvanı almıştır. Mehdi Eker Mehmet Mehdi Eker (1 Ocak 1956, Diyarbakır), Kürt kökenli Türk siyasetçi ve eski Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı. Görevini 2005 ve 2015 yılları arasında sürdüren Eker, 2002 ve 2015 yılları arasında yapılan genel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Diyarbakır milletvekili olarak meclise girmiştir. Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri'nde 3 dönem kuralı nedeniyle partisinden aday olamamıştır. Mehmet Mehdi Eker 1 Ocak 1956 tarihinde Abdullah ve Fehmi Eker çiftinin çocuğu olarak Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde doğdu. Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesini bitirmesinin ardından Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nden mezun oldu. Birleşik Krallık'da bulunan Aberdeen Üniversitesi'nde Tarım Ekonomisi alanında master, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nde doktora yaptı. Hayvancılık Merkez Araştırma Enstitüsü'nde müdür yardımcılığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü, Tarım Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdür Yardımcılığı, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü ve Bakanlık Müşavirliği yaptı. 59, 60, 61 ve 62. Hükümet'te Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak görev yaptı. TBMM 22, 23 ve 24. dönem AK Parti Diyarbakır milletvekilidir. 7 Haziran 2015 Türkiye Genel Seçimleri'nde 3 dönem kuralı nedeniyle aday olmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun süre görev yapan tarım bakanıdır. İngilizce bilmekte olup evli ve 3 çocukludur. Algoritmaların tarihsel sıralaması Aşağıdaki tarihsel sıralama genel olarak algoritmaların ilk kökenlerinden başlayarak gelişimlerini ana hatlarıyla gösterir. Alonj Alonj, bono, çek ve poliçenin arka yüzünde işlem yapmak için yer kalmadığında, yapılacak işlemler için bono, çek veya poliçeye eklenen kâğıt parçasıdır. Alonj üstüne yapılacak işlemler hukuksal açıdan senet üzerine yapılmış olanlarla aynı hükümlere tabidir. Yalnızca kabule arz edilen poliçede (kabul etmeme protestosu), muhatap tarafından kabul edildiği alonja yazılamaz. Kabul poliçenin sadece ön ve arka yüzüne yapılabilir. Amortisman Amortisman, genel olarak, üretim faaliyetleri sonucunda mal ve hizmetler oluşturulurken geçmiş yıllardan devralınan sermaye mallarında meydana gelen aşınma ve eskimenin parasal değeridir. Bir firmada bir yıldan fazla kullanılacağı düşünülen ve herhangi bir biçimde değerden düşmesi söz konusu olan ekonomik değerlerde (taşınmazlar, bunların tamamlayıcı parçaları, ayrıntıları, makine, teçhizat, vb.) oluşacak değerlerin bir yıl içinde uğradıkları değer kayıplarının üretilen malların maliyet tutarlarına eklenmesi veya söz konusu kayıpların o yılın giderleri arasına yazılması amortismanının konusunu oluşturur. Arsa masrafı, amortisman hesabına dahil edilmez. Amortismandan kaynaklı masraf, bir sonraki seneden başlamak üzere giderler arasına aşağıdaki metotlardan birine uygun olarak yazılır. İki uygulanma şekli vardır Mali açıdan gelirleri giderlerinden çok olan firmalar daha az vergi vermek için giderleri yükseltmek için azalan bakiyeler yönetimini kullanırlar.Daha az kar eden ve sektöründe ortalama olan bir firma için ise sabit amortisman yönetiminin uygulanması firma için daha uygundur. Ankes Ankes, bankaların, taahhütlerini (mevduat ve cari hesaplardan nakit ödemeler ve diğer nakit ödeme gerektiren durumlar) yerine getirmek üzere hazır bulundurulan efektif parayı ve emisyon yapmaya yetkili bankaların çıkardıkları banknotlara karşılık olarak kasalarında hazır bulundukları menkul kıymet rezervlerini ifade eder. Her bankanın zorunlu olarak gerçekleştirmesi gerektiği günsonu işlemleri neticesinde, her banka elindeki fazla banknot ve dövizleri T.C.M.B.'nın en yakın ilgili şubesine götürerek, o bankaya ait olan hesaba yatırır, böylece ihtiyaç fazlası parasal değer, T.C.M.B. hesaplarında değerlendirilir. Birçok banka, şubelerini akşam gerçekleştirdikleri günsonu neticesinde, kasalarında fazla para bulundurmamaları yönünde yönlendirir. Güvenlik ve atıl paranın değerlendirilmesi anlamında ankes yönetimi, her bankanın nakit işlemleri ile uğraşan tüm birimlerinde iyi yapılması gerekli bir prosedürdür. Saklı yordam Saklı yordamlar, ilişkisel veri tabanı yönetim uygulamalarında saklanabilen, değiştirge alabilen işlevlerdir. Saklı yordamlar, veri tabanı yönetim uygulamasına göre değişen SQL dışında işlevsel diller ile yazılabilir, kendisine verilen parametreler ve kodlanışı doğrultusunda belli işleri gerçekleştirir ve eğer varsa çıktı parametrelerini döndürür. Saklı yordamlar modern ilişkisel veri tabanı yönetim sistemlerinde çok önemlidir. Derlendikleri için çok hızlı bir şekilde çalışırlar. Bunun yanında veri tablolarında belli işleri yerine getirirken üçüncü parti bir program kullanıldığında çok veri alış-verişi olacağından bunun yerine saklı yordamlar kullanmak işlerin çok daha hızlı ve sorunsuz bir şekilde çalışmasını sağlayacakytır. Saklı yordamlar veri tabanında oluşturulduktan sonra bir tetikleyici (İng. "trigger"), bir SQL sorgusu, üçüncü parti bir yazılımdan veya diğer bir saklı yordamın içerisinden çağırılabilirler. Saklı yordamları destekleyen bazı veri tabanı yönetim uygulamaları şunlarıdır: Antrepo Antrepo, gümrük vergisine konu olup da henüz vergi ve resimleri ödenmemiş malların korunduğu, gerekiyorsa küçük tamamlayıcı işlemlerin yapıldığı gümrük binalarına yakın olan bir tür depodur. Ulusal lojistik Antrepo kelime olarak Fransızca’dan Türkçeye geçmiştir ve kelime anlamı olarak gümrüklere gelen ticari eşyanın konulduğu, korunduğu yer, ardiye anlamlarına gelmektedir. Antrepo gümrük gözetimi altında bulunan eşyanın konulması amacıyla kurulan ve kuruluşunda aranılacak koşulları ve nitelikleri yönetmelikle belirlenen yerlere denir. Ayrıca antrepolar eşyanın gümrük mevzuatında düzenlenen şekilde konulması halinde süresiz kalabildiği ve eşyanın antrepoda kaldığı süre içerisinde eşyaya terettüp eden vergilerin ödenmediği bir gümrük rejimid
ir. Antrepolar; gümrük gözetimi altında bulunan eşyanın veya izin verildiği durumlarda ihraç eşyasının konulduğu genel ve özel antrepolar olmak üzere ikiye ayrılır . I. Özel Antrepo: Sadece antrepo işletmecisine ait eşyanın konulabildiği gümrük antrepolarıdır. Özel antrepolar C, D, E Tipi olmak üzere kendi arasında 3’e ayrılır. II. Genel Antrepo: Eşyanın konulması için herkes tarafından kullanılabilen gümrük antrepolarıdır. Genel antrepolar A, B, F Tipi olmak üzere kendi arasında 3’e ayrılır Hamil Hamil, kıymetli evrakı (çek, bono, poliçe, konşimento, varant, makbuz senedi, hisse senedi, tahviller vb.) kanunlara uygun olarak elinde bulunduran, taşıyan gerçek ya da tüzel kişidir. Keşide Keşide, bir çek veya bir poliçenin düzenlenerek imza edilmesi ve ödeme emri niteliğindeki bu çek ya da poliçenin muhataba ibraz edilmek üzere lehdara veya hamile verilmesi. Keşideci Keşideci, çek veya poliçeyi, düzenleyerek ve imza ederek, muhataba ya da lehdara yapılacak ödeme için, ödeme emri veren gerçek ya da tüzel kişidir. keşideci tahsilat makbuzlarında sıkca rastlanır Sübvansiyon Sübvansiyon ya da destekleme, devletin kişi ya da kurumlara mal, para veya hizmet biçiminde yaptığı karşılıksız yardımları ifade eder. Sözcük Türkçeye Fransızcadan girmiştir, tam karşılığı TDK Sözlük'te "destekleme" olarak verilmesine rağmen bir iktisat terimi olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Devlet, çeşitli sosyal ve ekonomik amaçları gerçekleştirmek üzere sübvansiyon verebilir. Örneğin; geniş halk kitlelerinin tükettiği bir malın fiyatını düşük tutarak aradaki farkı bütçe gelirinden karşılayabilir. Buradaki amaç tüketicinin korunmasıdır. Tersine, üreticiyi korumak amacıyla da üreticiye, piyasa fiyatına ek bir ödemede bulunabilir. Bunun gibi, ihracatı özendirmek üzere, ihracatçıya ülkeye kazandırdığı döviz başına belirli bir sübvansiyon ödeyebilir. Sübvansiyon, dolaysız veya dolaylı yollarla yapılabilir. Örneğin; birim üretim başına para olarak verilen sübvansiyonlar birinci gruba girer. Oysa üretici veya ihracatçıya düşük faizli kredi verilmesi, vergide indirim, malın girdilerinin ucuz fiyatlardan sağlanması gibi uygulamalar da ikinci gruba örnektir. Gelişmiş ülkelerin artan maliyetler ve uluslararası ticari rekabet nedeni ile kendi yerli üretimlerini desteklemeleri, gelişmekte olan ülkelerde olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını küresel ticarete açmalarını talep ederken kendi ekonomilerini korumak için desteklemelere devam etmektedirler. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri, sayıları 25 bin olan pamuk üreticileri için yılda 12 milyar doları aşkın sübvansiyon yapmaktadır. Bu uygulama, ekonomisi büyük ölçüde bu ürünlere bağlı olan Benin, Burkina Faso, Çad ve Mali gibi ülkelere açlık getirmektedir. Dünya Ticaret Örgütü, Brezilya'nın başvurusu üzerine ABD'nin pamuk üreticilerine yaptığı ödemenin kanunsuz olduğu kararını aldığı halde ABD bu uygulamaya devam etmektedir. Benzer şekilde, Avrupa Birliği'nde özellikle İngiltere ve Fransa'nın yerli şeker üretimini desteklemesi dünya piyasalarında şeker fiyatlarını düşürdüğünden, Mozambik ve Malavi'nin şeker üreticileri sürekli zarar etmektedir. AB 2004 yılında 2 milyar dolar şeker destekleme harcaması yapmıştır. Temdit Temdit, ticari faaliyetlerde bir borcun ifası veya bir işlemin yerine getirilebilmesi için önceden belirlenmiş olan sürenin (vadenin) yeni bir zaman dilimi eklenmek yoluyla uzatılması işlemi. Yedek akçe Yedek akçe, bir işletmede elde edilen dönem sonu kârın, kâr payı olarak dağıtılmayan veya kanun ya da ana sözleşme gereğince dağıtılmayan ve bilançoda çeşitli maksatlara ayrılmış olarak, ayrı kalemlerde gösterilen kısmıdır. Deflatör Deflatör parasal terimlerle ifade edilmiş olan bir iktisadi faktörün (örneğin ücretler, hammadde, maliyetler vb.) değerinin gerçek değere çevrilmesinde kullanılan fiyat endeksini ifade eder. Para darlığını destekleyici etkendir. Bu etkenlerin başında faizlerin yükseltilmesi, kredilerin daraltılması, tasarruf, piyasadaki paranın geri çekilmesi gelir. Bir ülkede bir yıl içinde mal ve hizmetlerdeki ortalama fiyat artışını ifade eder. Parasal terimlerle ifade edilmiş olan bir faktörün değerinin gerçek değere çevrilmesinde kullanılan fiyat endeksidir.Aynı zamanda "Fiyat düşürücü etken" olarak da kullanılır. Enflasyon baskısını hafifletici ve deflâsyonist eğilimleri destekleyici etkenleri belirten terimdir. Fatura Fatura, satıcı firma tarafından alıcı firma adına tanzim edilen, mal veya hizmetin satıldığını gösteren bir belgedir. Genel olarak aşağıdaki hususları içerir: Murat Başesgioğlu Murat Başesgioğlu (1 Mart 1955, Kastamonu), Türk siyasetçi. Türkiye Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini 2007–2009 yılları arasında sürdürmüştür. Bu görevinden önce 2002–2007 yılları arasında Türkiye Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 1997–1998 yılları arasında ise İçişleri Bakanlığı görevini yürütmüştür. Siyaset hayatına 1984 yılında Anavatan Partisi'nde başlayan Başesgioğlu, ilk defa 1987 Türkiye genel seçimleri'nde ANAP Kastamonu milletvekili olarak meclise girmiştir. Ayrıca 1991, 1995 ve 1999 Türkiye genel seçimleri'nde de ANAP Kastamonu milletvekili olarak meclise girmiştir. 2000 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na aday olmuştur fakat iki oy ile seçilememiştir. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'ne katılmıştır ve ardından 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti İstanbul milletvekili olarak meclise girmiştir. 2007 yılında tekrar aynı partiden vekil seçilmiştir. 2010 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nden istifa ederek Milliyetçi Hareket Partisi'ne katılmıştır. 2011 ve Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri'nde de Milliyetçi Hareket Partisi'nden İstanbul milletvekili olarak meclise girmiştir. Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nde ise milletvekili seçilemeyerek meclis dışında kalmıştır. Murat Başesgioğlu 1 Mart 1955 tarihinde Kastamonu'da doğdu. Babası Kore Gazisi, Sendikacı Hacı Mustafa; Annesi Hatice Hanımdır. İki kız, bir erkek kardeşi vardır. İlk ve orta eğitimini Kastamonu’da İsfendiyar Bey ilkokulu, 23 Ağustos Orta Okulu ve Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi’nde tamamlayıp İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Yedek Subay Okulunu derece ile bitirerek askerlik görevini Daday Askerlik Şubesinde Şube Başkanı olarak tamamladı. 7 yıl süreyle Kastamonu Barosuna kayıtlı serbest avukatlık yapmıştır. 1984 yılında, Anavatan Partisi Kastamonu İl Yönetim Kurulu üyesi olarak aktif siyasete girmiştir. 1984 yılında, Anavatan Partisi'nde başlayan siyasi hayatına 1987 yılında seçimlere katılarak aktif olarak devam etmiştir. Milletvekilliği ön seçimini 2.ci sırada kazanarak milletvekili adayı, ardından yapılan seçimlerde 18. Dönem Kastamonu Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. 1991 yılı Milletvekili Genel seçimlerinde en çok tercih oyu alarak 1.ci sıra sıradan milletvekili seçilmiştir. 1995 ve 1999 Milletvekili seçimlerinde Kastamonu’yu Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil etti. Anavatan Partisi'nde Grup Başkanvekili, Merkez karar Yürütme Üyeliği ve Adalet Komisyonu Üyeliği gibi görevlerde bulundu. 18. 19. Ve 20. Dönem Milletvekilliği seçimlerinde Kastamonu’yu TBMM‘nde temsil etti. 2000 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı seçimlerinde aday oldu. Refah Partisi ve Doğruyol Partisinin tam desteğini aldığı Başkanlık seçimini iki oy ile kaybetti. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisine katıldı. 2002, 2007 Milletvekilliği seçimlerinde bu partiden İstanbul 2. Bölge Milletvekili olarak seçildi. 2010 Yılında Adalet ve Kalkınma Partisinden istifa ederek Milliyetçi Hareket Partisine katıldı. 2011 yılı Milletvekilliği seçimlerinde Milliyetçi Hareket partisi İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girdi. 60. Hükümetde Devlet Bakanlığı, 59. Hükümetde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve TBMM 22. ve 23. Dönem AK Parti istanbul milletvekillerindedir. Öncesinde 58. Hükümet bünyesinde de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevini yürütmüş, daha da önce TBMM 18. Dönem, TBMM 19. Dönem, TBMM 20. Dönem ve TBMM 21. Dönem'de ANAP'tan Kastamonu milletvekili seçilmiş ve 55. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nde İçişleri Bakanlığı yapan Başesgioğlu, kabinenin en genç üyesi olarak 13 ay görev aldı. ANAP'tan istifa ederek AKP'ye geçmiştir. İsmi bazen sehven Murat Başeskioğlu şeklinde geçer. Kastamonu iline özellikle son 5 yılda hizmetlerde bulunmuştur. Partisiyle ilkelerinin ters düştüğü gerekçesiyle AK Parti'den 2 Temmuz 2010 tarihinde istifa etmiştir. 28 Ocak 2011 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi'ne katılmıştır. 2011 Genel Seçimleri ve 2015 Genel Seçimleri'nde MHP'den İstanbul milletvekili seçildi. Halen Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul Milletvekili ve Adalet komisyonu Üyesi olan Başesgioğlu Türkiye Büyük Millet Meclisinde 8 Dönem aralıksız seçilerek görev yapan tek Milletvekili unvanını taşıyordu. 55. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nde İçişleri Bakanlığı yapan Başesgioğlu döneminde, 1. Türk Cumhuriyetleri Yerel Yönetimler Kurultayı gerçekleştirildi. Mernis olarak adlandırılan Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi çalışmalarına hız verildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görev aldığı 59. Hükümetdöneminde iş kanununda değişiklikler yapıldı. Yeni kanunla birlikte ilk defa İş Güvencesi Yasası uygulanmaya başlandı. İşsizlik sigortasından, işsizlik ödemeleri yapıldı. Ekonomi kriz anlarında İşvereni ve Çalışanı koruyacak Ücret Garanti Fonu ve Kısa Çalışma Ödeneği gibi koruyucu mekanizmalar getirildi. Kayıt dışı istihdamla mücadele ilgili proje başlatıldı. Mesleki Yeterlilik Kurumu kuruldu. Emekli sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur birleştirilerek Sosyal Güvenlikte tek çatıya geçildi. Genel Sağlık Sigortası, Sosyal Sigorta ve Primsiz Ödemler Sistemini içeren statüye göre değil, vatandaşlık esasına göre hizmet verecek olan yeni Sosyal Güvenlik Sistemi hayata geçirildi. Vatandaşlara istediği hastaneye gidebilme ve ilaçlarını en yakın eczaneden alabilme kolaylığı getirildi. İnternet üzerinden Sigorta iş
lemleri sunan, e-devlet sisteminin ilk örneği kabul edilen e-bildirge işlemi gerçekleştirildi. 60. Hükümetde Devlet Bakanlığı yapan Başesgioğlu dönemi ile birlikte memur sendikalarıyla yapılan 2008 yılı toplu görüşmeleri tam bir mutabakatla sonuçlandı, bunu takiben Şişe-Cam, Lastik-İş ve Türk Hava Yolları gibi ülke genelini etkileyebilecek toplu iş sözleşmeleri uzlaşmayla sonuçlandırıldı. Uzun bir aradan sonra Spor Şurası toplandı ve Türkiye Futbol Federasyonu tamamen özerk hale getirildi. Futbol federasyonu seçimleri UEFA ve FIFA kriterlerine uygun olarak çıkartılan yasayla, bütün kulüplerin ittifakı ile gerçekleşti. İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu olarak ülkemizi Olimpiyatlara hazırlama çalışmaları yapıldı. Olimpiyatlara Elit sporcu yetiştirme projesi başlatıldı. Şampiyon Sporcularımıza Devlet Sporculuğu unvanı verildi. Sporcu Şeref aylığı bağlandı. Erzurum kış oyunları ve Trabzon Yaz oyunları organizasyonları desteklendi. Ankara Arena, İstanbul Sinan Erdem Kapalı Spor Salonu projeleri bitirilip inşaatları başlatıldı. Galatasaray Arena stadı temeli atıldı. Anadolu’da birçok stat inşaatı başlandı veya tamamlandı. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, müstakil bakanlık haline dönüştürülmek için hazırlık çalışmaları başlatıldı. Dönem içerisinde Gençlik ve Sporlar ilgili çeşitli Derneklerde ve İllerin Hemşehri Derneklerinde başkanlıklar ve yöneticilikler yaptı. Orta derecede Fransızca bilen Başesgioğlu, evli olup Hakan ve Mustafa Çağrı adında iki çocuk sahibidir. Umuttepe Yerleşkesi Umuttepe Yerleşkesi, 1999 depremi sonrası zarar gören veya yıkılan yerleşkelerin yerine Kocaeli Üniversitesi tarafından Üç Tepeler mahaline yaptırılan yerleşkedir. 2004 senesinde eğitime açılmıştır.2006 yılında ise mühendislik fakültesi hariç bütün lisans eğitimi veren fakülteler bu yerleşkeye taşınmıştır. Kocaeli Üniversitesi Araştırma Hastanesi bu yerleşkenin içinde yer almakta olup bölgenin en gelişmiş eğitim, araştırma ve hizmet hastanesidir. Yerleşke beş yıl içinde mükemmel bir eğitim kampusü olmuş ve Mühendislik Fakültesi de tümüyle taşınmıştır.2012 yılı itibarıyla Merkez Anıtpark Kampüsünde bulunan Yabancı Dil Hazırlık bölümü de Umuttepe kampüsüne taşınmıştır. Halil Bediî Yönetken Halil Bedi Yönetken(1899, Bursa – 1968, İstanbul) müzikolog, folklor araştırmacısı ve eğitimci. 1899 yılında Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bursa'da, yüksek öğrenimini İstanbul' da Musiki Muallim Mektebi’nde tamamladıktan sonra, yurdumuzun çeşitli yörelerindeki okullarda müzik öğretmenliği yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1928 yılında pedagoji öğrenimi yapmak üzere Çekoslovakya'ya gönderildi. Prag'da Devlet Konservatuvarını bitirdikten sonra Almanya ve Fransa'ya giderek oralarda çalışmalarını sürdürdü. Yurt dışındaki öğrenimini tamamladıktan sonra 1932 yılında yurda döndü, Gazi Eğitim Enstitüsü müzik öğretmenliğine atandı. 1936'da Ankara Devlet Konservatuvarı'na Kulak Eğitimi ve Koro Öğretmeni oldu. Bir yandan da Ankara Radyosu'nda tonmaysterlik ve gece yayınlanan Plaklarla Batı Müziği adlı açıklamalı bir müzik programı yaptı 1933- 1957 yılları arasında Ankara’da çeşitli görevlerde bulundu; Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünde şube müdürlüğü yaptı. Eğitimciliğinin yanı sıra bir floklor araştırmacısı olan Halil Bedii, Ankara Devlet Konservatuvarının 1937-1951 yılları arasında yaptığı bütün derleme çalışmalarına katıldı. 1957’de İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü müzik öğretmenliğine naklini yaptırdı. Aynı zamanda İstanbul Belediye konservatuvarı folklor uzmanı oldu ve İstanbul Radyosu’nda tonymasterlik yaptı. Emekli olduktan sonra da TRT İstanbul Radyosu müzik danışmanlığına getirildi. Yapı ve Kredi Bankası'nın kurmuş olduğu, Türk Halk Oyunları Yaşatma ve Yayma Tesisi'nin kurucu üyeliğini yaptı. Yönetken, TRT'nin 1967 yılında yaptığı folklor derleme çalışmasına önderlik etmiştir.. Bu derlemeye Yönetken'le birlikte, birçok değerli folklorcumuz katılmış ve bine yakın halk ezgisi derlenmiştir. Halil Bedii Yönetken 28 Aralık 1968 günü İstanbul'da vefat etmiştir. İstanbul, Bakırköy’de bir ilköğretimokulu ile Bursa’da bir müzik kütüphanesine adı verilmiştir. Ali Coşkun (siyasetçi) Ali Coşkun 59. Hükümet (ve öncesinde 58. Hükümet) Sanayi ve Ticaret Bakanı, TBMM 22. Dönem AK Parti İstanbul milletvekillerindendir. Öncesinde, 21. Dönem'de FP'den ve 20. Dönem'de ANAP'tan İstanbul milletvekili seçilmişti. 1939 yılında Erzincan-Kemaliye'ye bağlı Başpınar'da doğmuştur. 1940'lı yıllarda ailesi, çocuklarını okutabilmek için Ankara'ya göç etti. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Fakültesi'nden mezun olmuş, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde İşletme Ekonomileri dalında master yapmıştır. Elektrik Mühendisi, Yeminli Mali Müşavir, Sanayici sıfatları bulunmaktadır. Stajını Bursa Merinos Fabrikaları'nda yaptıktan sonra, Kayseri Pamuklu Sanayii'ne tayininde Çanakkale Seramik'i kurmakta olan İbrahim Bodur'la tanışması kariyerinde dönüm noktası oldu. Kale Grubu Şirketler Topluluğu ve Bisan Bisiklet Sanayi A.Ş. üst düzey yöneticisidir. İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı, TOBB Başkanlığı, İslam Ülkeleri Odalar Birliği Başkan Vekilliği, Milletlerarası Ticaret Odası Türk Milli Komitesi Başkanlığı, DEİK Kurucu Başkanlığı yapmıştır. Hamburg Wirtschaff Academie Şeref Diploması sahibidir. Yönetiminde bulunduğu şirketler arasında Çanakkale Seramik A.Ş., Kaleporselen Eloktroteknik Sanayi A.Ş., Kalebodur Seramik San. A.Ş., Türk Suudi Yatırım Holding A.Ş., Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş., Bisan Bisiklet Sanayi ve Ticaret A.Ş., Coşkun Mühendislik Müşavirlik Ltd. Şti. bulunmaktadır. Kuruluşunu bizzat yaptığı şirketlerin sayısı İhlas Finans'la 14 olmuştur. Görev yaptığı mesleki ve gönüllü kuruluşlar; İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkan Vekili, Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) Başkan Vekili, TSE Genel Kurul ve Uluslararası Elektroteknik Komisyonu Delegesi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı, Milletlerarası Ticaret Odası Türk Milli Komitesi Başkanı, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Kurucu Başkanı, Yıldız Üniversitesi Vakfı Kurucu Başkan Vekili, İş Dünyası Vakfı Başkanı, Fatih Üniversitesi Mütevelli Heyet Kurucu Başkan Vekili, Aydınlar Ocağı Genel Başkan Yardımcısı, Birlik Vakfı ve Türk Musikisi Vakfı Kurucular Heyeti Üyesi, Elektrik Mühendisleri Odası Üyesi, TÜRMOB İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası Üyesi. Türkiye'nin Enerji Sorunları ve Çözüm Yolları, Ekonomik Kavramlar ve Göstergeler adında kitapları vardır. Birçok gazete ve dergide yayınlanmış araştırma-inceleme yazıları ve makaleleri bulunmaktadır. Ulusal Enerji Forumu un 2008 yılında verdiği "Sürdürülebilir Yaşam Ödülü"nün de sahibi olan Ali Coşkun'un biyografisi kitaplaştırılmıştır. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesidir. İngilizce ve Almanca bilir evli ve 2 çocuk babasıdır. Hilmi Güler Mehmet Hilmi Güler (15 Temmuz 1949, Ordu, Türkiye), Türk siyasetçi, metalurji mühendisi ve malzeme mühendisliği doktoru. 58. Hükümet'te, 59. Hükümet'te ve 60. Hükümet'te Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ve TBMM 22. ve 23. Dönem AK Parti Ordu milletvekillerindendir. İlk, ortaokul ve lise öğrenimini Ordu'da yaptı. ODTÜ Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu ve aynı üniversitede yüksek lisans ve doktora yaptı. ODTÜ ve ADMMA Makina Mühendisliği Bölümlerinde asistanlık ve öğretim görevliliği yaptı. Türk Uçak Sanayii (TUSAŞ) Proje Mühendisi ve Grup Başkanı, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi, Makina Kimya Endüstrisi Kurumu ve Etibank Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı, Erdemir ve İGDAŞ'ta Yönetim Kurulu Üyesi ve Murahhas Aza, Başbakanlık Başmüşaviri olarak çalıştı. AK Parti kurucu MKYK üyeliği ve AR-GE'den sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan ve İngilizce bilen Dr. Mehmet Hilmi Güler Araştırma ve Geliştirme, Yatırım, Proje Yönetimi, Şirketlerin Yeniden Yapılanması ile Etkinlik ve Verimlilik konularında danışmanlık yapmaktadır. Günümüzde Turkcell yönetim kurulu üyesidir. Ismael Serrano Ismael Serrano, İspanyol şarkıcı ve söz yazarı. 9 Mart 1974'te Madrid'de doğdu. Latin Grammy ödülü sahibidir. Tabula rasa Tabula rasa veya tabula rosa John Locke'un ortaya attığı "boş levha" önermesine işaret eder. Bir empirist olan Hume'a göre, zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yoktur. Bununla birlikte, Hume, nedenselliğe de karşı çıkar. Şeyler arasında kurduğumuz zamansal ve uzamsal ilişkiler, onların kendilerinde özellikleri değil, bizim deneyimsel alışkanlıklarımızla ilgilidir. (Buradaki "deneyimsel" kavramı bilinçli yürütülmüş bir aşama değil, salt tanıklıktır.) Olgular arasındaki bağıntıları, kendi yöntemlerimizle bilemez, sadece onlara atıflarda bulunuruz. Doğa kurallarla işlemez, formülizasyon sahibi değildir. İnsanlar, doğayı ya da olguları algılayabilmek için, sistemler, formüller, öncelik-sonralık ilişkileri kurarlar. Sonuç olarak Hume, zihinde yer alır. Bu Locke'un görüşü olarak bilinir. Atilla Koç Atilla Koç (1 Mart 1946, Aydın, Türkiye), 59. Hükümet Kültür ve Turizm Bakanı, TBMM 22. ve 23. Dönem AKP Aydın milletvekilli. Atilla Koç, orta öğrenimini İzmir Özel Türk Koleji'nde tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1969 yılında mezun olan Koç, Ulubey, Nusaybin ve Bayındır'da kaymakamlık, Siirt ve Giresun'da valilik, Konya'da Emniyet Müdürlüğü yaptı. Bir dönem Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'in Genel Sekreterliğini de üstlenen Koç, İçişleri Bakanlığı Müşavirliği ve Refahyol Hükümeti nde Başbakanlık Müsteşarlığı görevinde bulundu. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti'den milletvekili seçilen Koç, 21 Şubat 2005'te Erkan Mumcu'dan boşalan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na atandı. Evli ve 3 çocuk babasıdır. Toplu mekanlarda da zuhur eden uyuklama problemi ile basının özel dikkatini çeken Atilla Koç'un sonradan ABD'de yaşayan bir Türk doktorun uyarması ile polisomnografi çektirmesi sonucunda uyuklamaların tıkanmaya bağlı uyku apnesi hastalığından kaynaklandığı ortaya çık
mış olup, uygun tedaviyle uyuklamaları kesilmiştir. Kendisi de bunu NTV'de bir canlı yayın sırasında belirtmiştir. Erotik edebiyat Erotik edebiyat, birey ya da topluluk olarak insanın erotik yaşamını gözlemci, itirafçı, eleştirel, dadaist ve benzeri şekillerde ortaya koyan edebiyat türüdür. İlk ve en başarılı örneklerini Pierre Louys, Sappho, Marquis de Sade gibi isimler vermiştir. Fransız edebiyatında asıl yerini bulan bu tür, Geç Amerikan döneminde de büyük ilgi görmüştür. Dünya genelinde, bu türdeki eserlerin büyük çoğunluğu başta sansürlemeye, yasaklamaya uğramıştır. Osman Pepe Osman Pepe (6 Mart 1954, Akçaabat, Türkiye), Türk siyasetçi. Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Türkiye Hükûmeti'nde Orman Bakanlığı, Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 59. Türkiye Hükûmeti'nde Çevre ve Orman Bakanı olarak görev yapmıştır. Osman Pepe, 6 Mart 1954 tarihinde İsmail Pepe ve Fethiye Hanım'ın çocuğu olarak Trabzon'un Akçaabat ilçesinde doğdu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği Fakültesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsünde master yaptı. İller Bankası, Azot Sanayi ve Erdemir Demir Çelik A.Ş.'de mühendis olarak çalıştı. Sonrasında serbest mühendislik ve müteahhitlik yaptı. Pepe, ilk defa 1995 Türkiye genel seçimleri'nde Fazilet Partisi (FP) Kocaeli milletvekili olarak meclise girdi. 1999 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar FP Kocaeli milletvekili olarak meclise giren Pepe, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AK Parti) katıldı ve sadece iki partinin meclise girebildiği 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti Kocaeli milletvekili olarak tekrar meclise girdi. Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Türkiye Hükûmeti'nde Orman Bakanı olarak yer aldı. Gül'ün istifa etmesinin ardından Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan 59. Türkiye Hükûmeti'nde Çevre ve Orman Bakanı olarak yer aldı. 2007 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti Kocaeli milletvekili olarak tekrar meclise girdi. Evli ve dört çocuk babasıdır. Katrancı, Yatağan Katrancı Köyü, Yatağan, Muğla ilçesinin en büyük mahallesidir, Muğla'ya 52 km, Yatağan'a ise 26 km mesafededir. Veri tutarlılığı Veri tutarlılığı, veri tabanı sistemlerinde verilerin mantıksal tutarlılık kavramını ifade eder. Bu diğer tablolardaki kayıtlar ile ilgili bir tutarlılık olabileceği gibi aynı tablodaki farklı sütunlar arasındaki tutarlılıktan da bahsedilebilinir. İyi bir veri tabanı yönetim sistemi veri tutarlılığı konusunda çok hassastır. Veri Tutarlılığı Veri tutarlılığı kavramını biraz açalım: İlişkisel veri tabanı sistemleri getirdiği büyük kolaylık ve avantajlarının yanında yumuşak karın misali noktaları vardır... Bunlardan bir tanesi veri tutarlılığı problemidir. Mesela personellerin tutulduğu bir tablomuz olsun. Bu tabloda her personelin bölümünü tutacak olalım. Eğer tablomuz PERSONEL (PERSONEL_NO, PERSONEL_ADI, BOLUM_ADI) şeklinde bir yapıda olsaydı zaten her personelin bölümünün adını personel tablosuna yazsaydık yanlış bir veritabanı tasarımı yapmış olurduk fakat veri tutarlılığı problemimiz olmazdı. Doğru bir veritabanı tasarımı yapmak için ayrı bir bölüm tablosu oluşturmalıyız. Yani yeni durumda tablolar şöyle olur: PERSONEL (PERSONEL_NO, PERSONEL_ADI, BOLUM_NO) BOLUM (BOLUM_NO, BOLLUM_ADI) Bu durumda bizi bekleyen tehlike veri tutarlılığı problemidir. Yani eğer 1 numaralı bölüm "Bilgi işlem" ise ve PERSONEL tablosundaki bazı kayıtların BOLUM_NO alanları da 1 ise o zaman BOLUM tablosundaki 1 numaralı bölümün kesinlikle silinmemesi gerekmektedir. Ya da BOLUM_NO alanının değiştirilmemesi gerekmektedir. Veyahut da değiştirilse bile mesela Bilgi İşlem'in bölüm numarası 10 yapılırsa o zaman PERSONEL tablosundaki BOLUM_NO alanı 1 olanların da tamamının 10 yapılması gerekir. İlişkisel veritabanlarında bu durum veri tutarlılığı olarak adlandırılır. Bu veri tutarlılığını sağlamanın en doğru yolu bu işin veritabanı düzeyinde yapılmasıdır. Uyguluma katmanında bu işin yapılması da uygulanan bir yöntem olmakla birlikte doğru değildir. Çünkü o uygulama dışında veritabanına yapılacak erişimlerde veri tutarlılığı riske atılmış olacaktır. Veritabanı düzeyinde veri tutarlılığı sağlamak için de iki farklı yöntem söz konusudur. 1. Foreign key 2. Trigger Küçük Kadınlar (film, 1978) Küçük Kadınlar, Louisa May Alcott'un aynı adlı eserinden filme uyarlanmış bir televizyon filmidir. Senaryosu Suzanne Clauser tarafından yazılmıştır. İlişkisel veri tabanı yönetim sistemi İlişkisel veri tabanı yönetim sistemi (İVTYS, İngilizce: Relational Database Management System kısaca "RDBMS"), verilerin tablolarda satır ve sütunlar hâlinde tutulduğu ve yüksek bir veri tutarlılığına sahip veri depolama sistemidir. İlişkisel veri tabanını çeşitli tablolar arasında organize edilmiş verilerden oluşan veri tabanı olarak açıklanabilir. Bu farklı tablolar arasındaki veriler, çeşitli anahtarlar vasıtası ile birbirlerine bağlanırlar. İlgili tablolarda, sütunlar arasında bir anahtar sütun yer alır. Bu anahtar sütun aracılığı ile birden çok tablo verileri birbiriyle bağlantı sağlayabilir ve herhangi bir sorgulamada birlikte görüntülenebilir. Bu tür veri tabanları arasında dBase, Informix, Ingres, MySQL, Oracle ve PostgreSQL başta gelmektedir. Örnek olarak isim ve numaralardan oluşan bir liste ilişkisel veri tabanıdır. Yalnızca kişilerin numaralarının gözüktüğü beyaz sayfalar bir çeşit veri tabanını oluşturur. Polis ve itfaiye gibi kurumların sıralaması ise beyaz sayfalardaki gibi kişi adlarına göre değil numaralarına göre yapılır. Belirli bir amaç için yapılan bu sıralama veriye erişim kolaylığı sağlamaktadır. Dr. Slump Dr. Slump (Japonca: Dr. スランプ) : Japon yapımı manga ve anime serisi. Akira Toriyama tarafından hazırlanmıştır. Manga serisi Shonen Jump dergisinde 1980-1984 yılları arası yayımlanmış ve anime versiyonu ise Fuji TV'de 1981-1986 arasında ve 1997-1999 arasında iki ayrı seri olarak yayınlanmıştır. En tanınmış Manga serilerinden biridir. Penguen Köyü diye bir köyde yaşayan başarısız mucit Senbei Norimaki ve icad ettiği çocuk robot Arale'nin komik maceralarıdır. Daha çok Senbei'in icatlarının ve karakterinin başına sardırdığı dertler ve Arale'nin dünyayı anlayışı üzerinde durulur. Seks içerikli espriler, kelime oyunları ve popüler kültürün parodisinin sıkça görüldüğü mizahi bir mangadır. Senbei Norimaki (則巻千兵衛 Norimaki Senbei-Yosuna sarılı pirinç krakeri): Mucit. İcatları genellikle başarısız, fakat egzantriktir. Şehvet düşkünü bir karakteri vardır. Arale Norimaki (則巻アラレ Norimaki Arare-Yosuna sarılmış küçük pirinç krakeri): Senbei Norimaki'nin yanlışlıkla icad ettiği küçük bir kız şeklindeki robot (kendisi aslında yetişkin bir kadın robot yapmak istemişti). Son derece saf, fakat çok güçlüdür. Gözleri bozuk olduğu için gözlüğe ihtiyaç duyar. Gücü; bir arabaya çarpınca onu devirmeye, dünyayı bir yumrukta ikiye ayırmaya veya mach ile ölçülen hızlara çıkacak kadar çoktur. Köy halkına Senbei'in kızkardeşi olarak tanıtılır. Gajira (ガジラ) veya Gatchan (がっちゃん): İsmi Godzilla'nın Japonca adı olan Gajira ve diğer bir Japon hayali film canavarı olan Gamera'nın karışımıdır. Arale'nin Senbei'in icad ettiği zaman makinası ile geçmişe gidip, oradan bulduğu bir yumurtanın içinden çıkmış kanatlı ve antenli bir yaratıktır. Kauçuk dışında her şeyi-metal dahil-yiyebilir. Çıkarttığı sesler sadece Arale tarafından anlaşılabilir. Bölünerek çoğalır ve serinin ortalarına doğru da ikinci Gajira oluşmuştur. Midori Yamabuki (山吹みどり-Yamabuki Midori) Arale'nin gittiği ortaokulun öğretmeni. Senbei, kendisine aşık olmuş ve uzun uğraşlar sonunda kendisi ile evlenebilmiştir. Turbo Norimaki (則巻ターボ): Senbei ve Midori'nin oğlu. Uzaylılar tarafından kazara öldürülmüş, fakat daha bebek denecek yaştaki bu çocuğun ölümüne razı olamayan uzaylılar onu hayata döndürmüş ve bu arada çok büyük yetenekler de vermişlerdir. Babasından daha iyi bir mucittir. Kimidori'ler: Akane Kimidori (黄緑あかね-Kimidori Akane-Ağaç yeşili Kırmızı): Arale'nin okulundan en yakın arkadaşı. Sert mizaçlı ve erkeksi tavırlı bir kızdır. Motosikletiyle dolaşır. Aoi Kimidori (木緑葵-Kimidori Aoi-Ağaç Yeşili Mavi): Akane'nin ablası. Köyün kafesi "Coffee Pot"u işletmektedir. Kon Kimidori (木緑紺-Kimidori Kon-Ağaç Yeşili Lacivert): Akane ve Aoi'nin babası. Pek görünmez. Murasaki Kimidori (黄緑紫-Kimidori Murasaki-Ağaç Yeşili Mor): Akane ve Aoi'nin annesi. Flörtçü bir karakter olarak çizilmiştir, pek görünmez. Soramame'ler: Piisuke Soramame (空豆ピースケ-Soramame Piisuke): Arale'nin sınıf arkadaşı. Ufak tefek, utangaç ve korkaktır. Tavşan kulaklı bir şapka giyerek dolaşır. Taro Soramame (空豆タロウ-Soramame Taro): Piisuke'nin ağabeyi. Arale (iddia edilen yaşı) ve diğerlerinden biraz daha büyüktür. Serseri genç profili çizer. Kurikinton Soramame (空豆クリキントン-Soramame Kurikinton): Piisuke ve Taro'nun babası. Berber. Clint Eastwood model alınarak çizilmiştir. Mame Soramame (空豆まめ-Soramame Mame): Piisuke ve Taro'nun annesi. Fare kulaklı bir şapka takar. Pek görünmez. Not: Soramame, bir tür fasulyeye verilen ad olup mame de kelime anlamı ile fasulye ve geniş anlamıyla bakliyat demektir. Tsun'lar: Tsun'lar Çinli bir ailedir. Ay'a gitmeye çalışırken gemileri Arale tarafından düşürülmüştür ve aile köyde kalmak zorunda kalmıştır. Tsun Tsukutsun (摘突詰): Ailenin oğlu. Arale'lerin sınıfına kaydolur. Savunma sanatlarında iyi bir seviyededir. Herhangi bir kadın kendisine dokunursa kaplana dönüşür. Tsun Tsururin (摘鶴燐): Ailenin kızı. Taro ile aynı sınıfa kaydolmuştur. Doğaüstü güçleri vardır. Tsun Tsuruten (摘鶴天): Yaşlı Çinli mucit. Aynen Senbei gibi başarısız icatlara ve şehvet düşkünü bir karaktere sahiptir, fakat karısı onu yola getirmesini bilir. Tsun Tsunodanoteiyuugo (摘詰角田野廷遊豪): Tsukutsun ve tsururin'in annesi, Tsuruten'in eşi. Savunma sanatlarında uzmandır ve bunu kocasını kıskandığı zamanlar bizzat üzerinde uygular. Diğer karakterler: Dr. Mashirito (マシリト): Senbei'in ezeli düşmanı. "Karamelman" adını taşıyan birçok robot üretip Arale'yi yok etmeye çalışmış ama muvaffak olamamıştır. Obotchaman da onun i
cadıdır. İsmi, çizer Akira Toriyama'nın patronu Torishima'nın adının ters yazılışıdır. Obotchaman (オボtチャマン-görgülü, terbiyeli çocuk+Man): Mashirito'nun ürünü olan erkek çocuk şeklinde robot, diğer bir deyimle Karamelman-4. Arale ile birebir aynı özelliklere sahiptir, fakat Arale'nin teklifsiz tavrının aksine son derece saygılı konuşur. Arale'ye aşık olup onun tarafına geçmiştir. Suppaman (スッパマン-Ekşi+Man): Superman parodisi karakter. Gücünü ekşi erik turşusundan aldığını söyler, fakat pek bir gücü de yoktur. Kral Nikochan ve yardımcısı (ニコチャン大王-Nikochan Dai oo): Nikochan adlı bir gezegenin kralı ve yardımcısının oluşturduğu iki uzaylı. Gemileri bozulduğu için Dünya'da mahzur kalmışlardır. Yeni bir uzay gemisi alabilmek amaçlı olarak para biriktirmeye çalıştıklarından birçok işe girer çıkarlar. Arale'den hazzetmezler. Nagoya şivesi ile konuşurlar. Kinoko Sarada (皿田きのこ-Sarada Kinoko-Mantar Salata): ailesinden ayrı yaşayan küçük kız. Üç tekerlekli bisikletiyle dolaşır. Taşradan nefret eder. ailesinden istediği oyuncağı almadıkları için ayrılmıştır. Daigoro Kurigashira (栗頭大五郎-Kurigashira Daigoro-Kestanekafa Daigoro): Midori evlenince yerine gelen öğretmen. Bir metre çapında, kestane şeklinde büyük bir kafası vardır. Penguen Köyü (ペンギン村-Pengin Mura): Kahramanlarımızın yaşadığı köy. Burada insanlar ve konuşabilen hayvanlar (domuz, inek, tilki vs.) bir arada yaşarlar, kargalar uçarken "Aptal aptal" diyerek bağırırlar. Anormal olanın normal olduğu çılgın bir köydür. Büyük Şehir Adası (大都会島-Daitokai jima): Büyük şehrin, biraz da Amerika'nın parodisi olan büyük şehir. Zaman zaman kahramanlardan oraya gidenler ve oradan Penguen Köyü'ne gidenler bulunur. Türkiye'de 2000'lerin başlarında bir dönem şimdi kapanmış olan BRT kanalında yayınlandı. Hamule Senedi Hamule Senedi, Tren ile taşımacılıkta kullanılan taşıma belgesi olup "malların demiryolu ile taşınmasına ilişkin uluslararası anlaşma" (Convention Internationale Concernantle Transports Des Marchandises Par Chemins De Fer) - kısa adı CIM - anlaşmasına tabi olarak düzenlenir. Malların mülkiyetini temsil etmez, dolayısıyla ciro edilemez. Demiryolu idaresince belgenin gönderene verilişi sadece malın bir vagonu doldurması (Full Load) durumu ile kısıtlıdır. Aksı halde, yanı bir gönderene ait malın vagon doldurmaması (Less Than Full Load)durumunda demiryolu idaresi hamule senedi vermez. Bu gibi hallerde malın bir taşıma komisyoncusuna teslim edilerek ondan nakliyeci makbuzu alınması gerekir. Komisyoncular aynı yöne mal gönderen satıcılardan teslim aldıkları malları guruplandırarak vagonları doldururlar ve demiryolu idarecilerinden kendi adlarına hamule senedi alırlar. Dolu vagon karşılığında demiryolu idaresinin verdiği belge hamule senedinin ikinci nüshasıdır. Birinci nüsha(Asıl) mallarla birlikte gönderilir. Mallar, alıcısına, müracaatında ve hüviyet ibrazı karşılığında hamule senedi aranmaksızın teslim edilebilir. Bu nedenle kredili işlemlerde hamule senedinde alıcı olarak bankanın kayıtlı olmasının önemi vardır. Hamule, aslen Arapça bir kelime olup, "yük" manasına gelmektedir. Menşe Şahadetnamesi Menşe Şahadetnamesi (ya da ürün kimliği), uluslararası ticarete konu olan ürünlerin menşeini belirten belgelerdir. İhracatı yapan firmanın üyesi bulunduğu yerel ticaret ya da sanayi odalarınca onaylanan bir belgedir. Dünya Ticaret Örgütü'ne üye ülkelerin genelde birbirine benzeyen menşe kuralları bulunmaktadır. Ülkeler birbirinden yaptığı ithalatlarda ithal ürünlerinin hangi ülke menşeli olduğunu bilmek isterler. Çünkü, ithalat işlemlerinde, ürünlerin menşeine göre muameleye (indirimli gümrük vergisi vb.) tabi tutulması gerekmektedir. Menşe Şahadetnamesi, ihraç konusu eşyanın düzenlendiği ve onaylandığı ülke menşeli olduğunu veya gördüğü değişiklik ve işlemler dolayısıyla o ülke menşeli sayılması gerektiğini bildirir belgedir. Gümrük işlemleri, ülkeler arsında mevcut ticaret anlaşması hükümlerine göre yapılmakta olduğundan, örneğin malın gönderildiği ülkede Tercihli Gümrük Rejiminden yararlanması veya konulan kota sınırlamasının dolup dolmadığının belirlenmesi için gümrüğe gelen malların menşelerinin belirlenmesi gerekir. İhracatçılar veya kanuni yetkili temsilcileri tarafından düzenlenir; ihracatçı firmanın üyesi bulunduğu Ticaret veya Sanayi Odası ve bazı ülkeler için (genellikle Arap ve Afrika Kıtası ülkeleri) ayrıca ithalatçı ülkenin konsoloslukları tarafından onaylanır (vize edilir). Bir ülke topraklarından çıkarılan madenler, üretilen tarım ürünleri, o ülkede doğan ve yetişen canlı hayvanlar ile bunlardan elde edilen ürünler, o ülkede tutulan veya avlanan av hayvanları ile balıklar, o ülke bandırasını taşıyan ve oraya kayıtlı veya tescilli gemilerle çıkarılan balık ve diğer ürünler ile bu ürünlerden bu fabrika gemilerde elde edilen eşya, kara suları dışındaki denizlerin dibinden ya da toprak altından, münhasır işletme hakkına sahip olarak o ülke tarafından çıkarılan maddeler, imal işleminden veya kullanım kalıntılarından elde edilen artıklar, yukarıda sayılan eşyadan ya da hangi aşamada olursa olsun bunların türevlerinden elde edilen tüm eşya, anılan ülke menşeli sayılır. Eşyanın başka bir ülkede gördüğü değişiklikler ve işlem dolayısıyla o ülke menşeli sayılabilmesi için, bu değişiklik ve işlemler sonunda kıymetinin yüzde yüz oranında artmış bulunması veya gümrük tarife pozisyonlarının değişmiş olması veya o ülkede, esaslı değişiklik sayılabilecek önemli bir işçiliğe ve işlemlere tabi tutulması gereklidir. Menşe Şahadetnamelerinde, aşağıda yazılı bilgiler bulunur: Aradaki özel anlaşmalara istinaden A.TR, EUR.1 ve Form A düzenlenen ülkeler dışında kalan ve aramızda ticaret ve ödeme anlaşması bulunan ülkelere sevk edilecek eşya için, bu anlaşmalar gereğince Menşe Şahadetnamesi zorunlu olarak aranmaktadır. Ayrıca, kendileri özel birer menşe ispat belgesi olmalarına karşın, FORM A ve EUR.1 ve eşyanın AB'de Serbest Dolaşımda Olduğunu gösteren A.TR Sertifikalarının yanında ithalatçı firmalar tarafından Menşe Şahadetnamesi talep edilebilir. İhracatçılar veya kanuni yetkili temsilcileri tarafından yukarıda belirtilen şekilde doldurulan ve imza edilen şahadetnameler, Türkçe faturanın kaşelenip imzalanmış bir fotokopisi ve bir dilekçe ile birlikte Odalara verilir. Bazı ülkelerin (özellikle sanayileşmiş ülkeler) gelişmekte olan ülkelerden sanayi malları ithalatında, bu ülkelerin sanayileşmesine katkı sağlamak amacıyla Genelleştirilmiş Preferanslar Sistemi (GPS) çerçevesinde belirli tavizli gümrük oranlarına konu mallar ile ilgili preferanslar sağlayabilmeleri için gerekli olan bir menşe şahadetnamesi türüdür. Gelişmekte olan ülkelere bu anlamda preferans sağlayan ülkeler şunlardır:ABD, Japonya, Yeni Zelanda, Norveç, İsviçre, Kanada ,Avustralya, Rusya, Polonya, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri. Türkiye'den ihraç edilen ürünler için gerekli özel menşe şahadetnameleri, firmalar tarafından tanzim edilmekte, ticaret odaları ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'na bağlı taşra birimleri tarafından onaylanmaktadır. Özel Menşe Şahadetnamelerinin mal sevkıyatının gerçekleşmesinden sonra da düzenlenmesi mümkündür. Onay işlemi yapılmış Özel Menşe Şahadetnamesi’nin kayıp veya tahrip olduğu durumlarda ise yeni bir belge düzenlenerek onaylanır. Sadece ticaret odaları tarafından onaylanan ve çeşitli ülkelere her türlü ürünün ihracatında kullanılan menşe şehadetnamesi türüdür. Bu belge A, B ve C olmak üzere üç nüshadan oluşmaktadır. C nüshası Oda’da kalır. Oda üyelerinin (ABC) Formu’nu onaylatmak üzere Oda’ya başvuruları sırasında, eğer söz konusu belge muhteviyatı malın üreticileri kendileri ise kapasite raporu veya malın üreticisi olduğuna dair diğer belgeler ile malın satış faturasının birer örneğini ibraz etmeleri, belgenin usulüne uygun olarak doldurulmuş ve 8. kolonun sağ tarafının firma tarafından kaşelenmiş, imzalanmış olması yeterlidir. Eğer belge muhteviyatı malın üreticisi, ihracatı yapan firma değilse, satış faturası, malın temin ediliş faturaları ve üretici firmanın kapasite raporu aranmaktadır. Üreticinin kapasite raporu olmadığı takdirde, üretici firmanın ihracata konu malları ürettiğine dair ibraz edebileceği diğer belgeler yeterli görülmektedir. İhracatçı firmanın istemi üzerine, ihracattan(malın sevkinden) sonra da Menşe Şahadetnamesi (ABC) Formu düzenlenebilmekte ve Oda tarafından onay işlemi yapılabilmektedir. Antik Çağ Antik Çağ ya da antik tarih, insanlık tarihinin başlangıcından erken dönem Orta Çağ'a kadarki zaman dilimindeki belirgin kültürel ve siyasi olayları konu alır. Her ne kadar bu bitiş tarihi (erken Orta Çağ) büyük oranda göreceli olsa da, çoğu Batılı akademisyenler Batı Roma İmparatorluğu'nın 476'daki çöküşünü antik Avrupa tarihinin (geleneksel olarak kabul edilmiş) sonu olarak tanımlarlar. Antik tarih için kullanılan bir başka terim de "antikite"dir (antiquity). Yine de bu terim (antikite) daha çok Antik Yunan ve Antik Roma uygarlıklarını özel olarak tanımlamakta kullanılmaktadır. Sümer çiviyazısının keşfedilmiş en eski yazım türü olduğuna göre, kayıtlı tarihin süresi yaklaşık 5.000-5.500 yıldır. Genetik delillere göre ise, insanoğlunun ilk ortaya çıkışı yaklaşık 1.5 milyon yıl öncedir. Ayrıca, "Homo sapiens"in Afrika'yı yaklaşık 60.000 yıl önce terk ettiğine dair gelişen bir düşünce ve deliller vardır. Antik tarihin incelenmesindeki en temel sorun, sadece bir kısmının kayıtlı ve belgelenmiş olması ve bu belgelenmiş kısımından sadece bir bölümünün günümüze ulaşabilmiş olmasıdır. Antik tarihin bitişinden çok sonraya kadar okuryazarlık herhangi bir kültüre yaygınlaşmamıştır, böylece tarihi yazma fırsatına sahip olmuş insan sayısı azdı. Yazılmış tarihler bile yaygınlaşmamış, dağılamamıştır, zira o dönemlerde matbaa makinesi olmadığı için bir eseri çoğaltmanın tek yolu el ile kopyasını çıkartmaktı. Antik Batı'nın okuryazarlık oranı en yüksek uygarlıklarından olan Roma İmparatorluğu'nun en ünlü ve önemli tarihçilerinden birçoğunun eserlerinin çoğu kayıptır. Örneğin, M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış Romalı tarihçi Livy Roma'nın tarihini yazmış ve ese
rinin adını "Ab Urbe Condite" ("Kentin Buluşundan") koymuştur. Eserin 142 cilt olduğu düşünülmektedir, bugüne sadece 35 cildi ulaşabilmiştir. Tarihçilerin antik dünyaya dair bilgi edinmelerinin iki ana yolu vardır; arkeoloji ve birincil kaynakların incelenmesi. Arkeoloji, geçmiş medeniyetlerden kalma eserleri bulmak, tarih ve sanat açısından incelemektir. Antik tarihin incelenmesinde, arkeologlar antik kentlerin kalıntılarında kazılar yaparak o dönemlerde insanların yaşayışlarına ve kurdukları uygarlığın özelliklerine dair ipuçları ararlar. Antik dünya hakkında bilinenlerin çoğu, o dönemlerde yaşayan tarihçilerin çevreleri, geçmişleri ve dönemleri hakkında yazdıklarındandır. Her ne kadar yazarın bakış açısı ve önyargıları eserleri etkilemiş olsa da, onların ilk elden yaptıkları bu izah ve tasvirler antik geçmişi anlamak için büyük önem arz etmektedir. Tanınmış antik yazarlardan bazıları: Papağan listesi Kâğıt Kâğıt, çoğunlukla yazma işlemlerinde kullanılan, üzerine baskı ya da çizim yapılabilen veya ambalaj amacıyla kullanılan ince malzemedir. Genellikle nemli ağaç lifleri veya otların bezlerinden elde edilen selüloz hamurunun preslenmesinin ardından esnek levhalar içinde kurutulması sonucunda elde edilir. Kâğıt çok fazla kullanım alanına sahip olan, çok yönlü bir malzemedir. En çok üzerine yazı yazılması veya baskı amacıyla kullanımı yaygın olsa da, endüstriyel ve inşaat sektöründe gerçekleştirilen işlemlerde, pek çok alanda temizlik ve paketleme malzemesi olarak, hatta özellikle bazı Asya kültürlerinde yiyecek katkı maddesi olarak kullanım bulmuştur. Kâğıt özellikle yazı amacıyla kullanıldığından dolayı, belge ve doküman anlamında da kullanılır. Ayrıca borsada işlem gören tahvil veya hisse senedi gibi mali değeri olan malzeme de kâğıt olarak adlandırılır. Bunların yanı sıra kâğıt kelimesi, kâğıt parayı tanımlamak için de kullanılır. Farsça kökenli olan kelime, Türkiye Türkçesi Ağızlarında çeşitli şekillerde telaffuz edilir. Örneğin; Rize ilinde k'aad, Ordu İli ve Yöresinde kaat, Güney-Batı Anadolu grubunda kayıt gibi. Kâğıt ve kâğıt hamurunun yapım sürecinde; kâğıdın arkeolojik olarak ilk defa parçaları Çin'de bulunmuş ve bu parçaların MÖ 2. yüzyıla ait olduğu tespit edilmiştir. Bu dönemde Çin Han hanedanlığında bulunan mahkemelerde görevli Cai Lun (Eski Mısır'da kullanılan papirüs'ten farklı olarak) kâğıt ve kâğıt yapımının mucididir. 2009 yılı verileri doğrultusunda, dünyadaki kâğıt ve karton üretimi yaklaşık olarak 370,7 milyon ton civarındadır. Günümüzde modern kâğıt hamuru ve kâğıt endüstrisinde küresel olarak Çin ve hemen ardından ABD en büyük üreticilerdir. Çin dünya kâğıt ve karton üretiminin %24'ünü yapmaktadır. Türkiye ise yıllık 2,5 milyon ton kâğıt ve karton üretimiyle 25. sırada bulunmaktadır. Çin'de MÖ 2. yüzyıla ait, bugünkü modern kâğıdın temsilcisi olarak sayılabilen eski arkeolojik parçalar bulunmuştur. Kâğıdın yapım süreci, Çin'li Cai Lun'a atfedilir. Kâğıda etkili bir alternatif ise İpek'tir ve Altınçağda Çin büyük miktarda İpek ihracatı yapan ülke konumundaydı. 13. yüzyıl Orta Çağ'da kâğıt Çin'den Orta Doğu ve Avrupa'ya yayıldı ve burada ilk suyla çalışan kâğıt fabrikaları inşa edildi. 19. yüzyılda sanayi üretimine geçilmesiyle birlikte maliyet düştü. Kâğıt önemli oranda kitlesel bilgi alışverişine katkılarda bulundu. 1844 yılında, Kanadalı mucit Charles Fenerty ve Alman FG Keller bağımsız ağaç liflerinin hamurlaştırılması sürecini geliştirdi. Türkçe "kâğıt" kelimesi Farsça kökenli olmasına rağmen, etimolojik olarak İngilizce "Paper" kelimesi, Latince ""Papirüs"" den türetilmiştir. Papirüs ise bir bitki ve Yunanca adı Cyperus papyrus olan πάπυρος ( papuros )'tan gelir. Papirüs, Orta Doğu ve Avrupa'ya kâğıdın gelmesinden önce, yazmak için eski Mısır ve diğer Akdeniz kültürlerinde kullanılan Cyperus papyrus bitkisinin liflerinden üretilen kalın ve kâğıt benzeri bir malzemedir. Kâğıt etimolojik olarak papirüsten türetilmesine rağmen, ikisinin üretimi birbirinden çok farklıdır ve günümüz modern kâğıdının gelişimi ile papirüsün gelişimi birbirinden ayrıdır. Kabukları soyulduktan sonra suyun içerisinde çeşitli kimyasallar ile birlikte seyreltilen ağaç, birbirine geçmiş halde olan hamurlaştırılmış bitki lifleri (fiberler) haline getirilir. Artık hamur haline gelmiş hammadde, ağacın lignin denilen ve lifleri bir arada tutan maddeden arınmıştır. Buradan bir karıştırıcıya gönderilen hamura, kalitesine uygun olarak çin kireci benzeri beyazlaştırıcı malzemeler veya renklendirme için çeşitli kimyasallar, suya dayanıklı olması isteniliyorsa bunun için çeşitli maddeler katılarak karıştırılır ve lifler pürüzsüz hamur haline getirilmiş olur. Bu aşamalar açma, temizleme, dövme, parçalama,öğütme ve katkı maddeleri ilavesi adını alır. Hamurun sudan arındırılması işlemleri ise tel örgü şeklinde yürüyen bir bandın üzerinde yapılır. İşlemin hızlandırılması için presleme ve kurutma işlemleri de bu aşamada gerçekleşir. Silindirlere giren hamur sürekli sıkıştırıldıkça düzleşir ve sudan daha fazla arınır. Biraz daha kurutma işleminin ardından, kâğıt halini alan pürüzlerinin giderilmesi işleminden geçer. Elde edilen kâğıt istenilen boyutlarda kesme işlemi aşamasına gelmiştir. Kâğıt kullanım alanına bağlı olarak oldukça fazla geniş bir yelpazede imal edilebilir. Raistlin Majere Raistlin Majere, Margaret Weis ve Tracy Hickman tarafından yaratılan Ejderha Mızrağı Destanı'ndaki ana karakterlerden birisidir. Raistlin, Margaret Weis, Tracy Hickman ve arkadaşları bir frp oyunu oynamak üzere toplandıklarında Terry Phillips'e verilen karakterdir. Phillips'in Raistlin'i canlandırmadaki yeteneği herkesi şaşkına çevirir. Öyle ki Raistlin'i Ejderha Mızrağı dünyasına kazandıran ona hayat veren bir nevi Phillips olmuştur. Margaret Weis ise Raistlin'in en sevdiği karakter olduğunu söylemiştir. Tracy Hickman Ruhdöveni adlı kitabın önsözünde Margaret'in Raistlin'in sadece kendine ait olduğunu açıkça belirttiğini yazar. Raistlin'in karanlık ruhunu rahatlatabilen tek kişi Margaret'tir. Ejderha Mızrağı dünyasının büyücüsü belki de ikilinin yarattığı en gizemli ve derin karakterdir. Margaret Weis ise Raistlin hakkındaki ilk kitabı Ruhdöveni daha sonra ise Don Perrin ile yazdığı Silah kardeşliği adlı kitabıyla büyücünün hikâyesini ve ötesini en güzel şekilde anlatır. Hikâyeye "kızıl cübbeli" bir büyücü olarak dahil olmuştur. "Solace" doğumlu Raistlin'in annesi Rosamun, babası Gilon Majere'dir. "Caramon" isimli bir ikiz kardeşi ve annesinin önceki ilişkisinden, "Kitiara" isimli üvey bir kızkardeşi vardır. Raistlin ve ikiz kardeşi Caramon, fiziksel olarak birbirlerinin zıttıdır. Raistlin doğumundan itibaren zayıf ve sağlıksız bir insan olmuştur. Ancak büyüye karşı yeteneği vardır ve kendini büyücü olarak geliştirmiştir. Par-Salian tarafından mektup gönderilerek, sınava girilmesi tavsiye edilmiştir. Bu Raistlin'in söylediği "Kardeşimi bir kez öldürdüm bir kez daha yapabilirim." (ing. "I killed my brother once, I can do it again.") sözünden de anlaşılabilir. Sınavı sonrası bir süre kulede kalmasına izin verilen Raistlin Magius asasının büyü gücünü anlamak ve keşfetmek üzere eski kayıtları inceler. Kardeşinin yakın ilgisinden adeta nefret duyarak ve aslında sınavda yaptıkları dolayısıyla kendisinden daha çok nefret eden genç büyücü harap olan bedeninin yarattığı acılara katlanmaya çalışır. Raistlin, hamisi Antimodes, kardeşi Caramon'la beraber Yüksek Büyücülük Kulesi'nden ayrılır. Ancak linch ile yaptığı anlaşma dolayısıyla hiçbir büyücü ustası onu çıraklığa kabul etmez. Beyaz Cübbelilerin başı Par-Salian'ın önerisi üzerine ikizler paralı askerlik yapmaya karar verirler. Bu sınavı geçen büyücülerin kendilerini sokak gösterileriyle komik duruma düşürmemeleri için de iyi bir seçenektir. Ancak bir savaş büyücüsü tarafından eğitileceğini uman Raistlin hiç ummadığı sürprizlerle karşılaşır. İkizler Deli Baron Ivor'un ordusuna katılır ve Raistlin sınava girmemiş savaş büyücüsü Horkin tarafından eğitilir. Kırmızı ejderha İmmolatus ile karşılaşır ve Umudun Sonu kuşatmasına katılır. Ejderha Mızrağı Üçlemesinde Rolü Raistlin bu seride gizemli biri olarak okurlara anlatılmış, İlkbahar Şafağı'nda ise kaçmıştır. Weis ve Hickman'ın ana karakterlere dönüş yaptığı yazılmış en yeni üçlemede, Ejderha Mızrağı Destanı'na ara dönüşler yapılırken kırmızı cüppleli büyücü Raistlin'i Ejderha Küresi arayışında görürüz. Bu üçlemede Raistlin kardeşi gibi efsaneler üçlemesinin ana karakteridir. Geçmişe giderek Fistandantilus'un yerine geçer amacı cehennem kapısını açıp karanlık kraliçe Takhisis'i alt ederek bir Tanrı olmaktır. Hikâyelerden ikisi Raistlin içeriklidir. Raistlin'in İrda ırkına mensup Amberly ile karşılaşması, aralarında İrda büyüsü dolayısıya gelişen ve tek gecelik beraberlikle noktalanan tanışmayı anlatır. Bir diğer bir hikâye ise Caramon'un 3.oğlu ve büyücülük yolunu seçen genç Palin ve onun Sınavı hakkındadır. Palin, Cehennemde olması gereken amcası ile karşılaşır. Son öykü Tanis ve Laurana'nın oğlu Gille ile ilgilidir. Bu hikâyenin devamı Kukla Kral'da anlatılır. Raistlin gene Palin ile iletişimdedir üstelik dünyanın kötüye giden kaderine etki etmek için tekrar krynn'a döner. Tanrılar bile Raistlin Majere'yi tanımak ve dinlemek zorunda kalırlar. Karakterimiz (bu kez yeğeni Palin'e yardım ederek) Tasslehoff Buffort'un Takhisis'in tuzağına düşerek dünyaya getirdiği Kaostan insanları kurtarır. Ancak O, karşımızda tek insan-tanrı olan Mina'yı içten içe kıskanan ve bilinmedik planları ile yine bildiğimiz Raist'dir. Ahmet Muhtar Mollaoğlu Ahmet Muhtar Mollaoğlu (1870, Çanakkale, Osmanlı İmparatorluğu - 3 Temmuz 1934, İstanbul, Türkiye), Kurtuluş Savaşı esnasında TBMM II. İcra Vekilleri Heyeti Hariciye Vekili Bekir Sami Bey'in (Kunduh) 12 Şubat 1921 - 12 Mart 1921 Londra Konferansı'na katılmak üzere yurtdışında bulunduğu sürede bu göreve vekalet etmiş, Bekir Sami Kunduh'un İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlarla imzaladığı bazı anlaşmaların dönüşünde eleştirilere hedef olması nedeniyle 8 Mayıs 1921'de
resmen istifası üzerine, bu tarihten II. İcra Vekilleri Heyeti'nin lağvedildiği 18 Mayıs tarihine kadarki ara dönemde de asaleten Hariciye Vekilliği görevini yürütmüş Türk diplomattır. Bu nedenle Dışişleri Bakanları'ndan sayılır. Mülkiye (şimdiki Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) ve Hukuk Mektebi (şimdiki İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi]]) mezunudur. Stokholm Elçiliği 2. Katipliği ve Başkatipliği, Bâbıâli İstişare Muavinliği, Sadaret Tercümanlığı, Budapeşte Başsehbenderliği, Atina Elçiliği, Lahey Elçi Vekilliği, Ukrayna (Kiev) Elçiliği, Osmanlı Meclis-i Mebusan IV. Dönem İstanbul Mebusluğu, TBMM I. ve II. Dönem İstanbul (Dönem içinde Tiflis Temsilcisi Moskova Büyükelçisi) IV. Dönem (Ara Seçim) Kastamonu Milletvekilliği ile I. Dönem Hariciye Encümeni Reisliği ve II. Dönem Washington Büyükelçiliği yapmıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Blue Blues Band Blue Blues Band, 1990'da Batu Mutlugil (gitar), Yavuz Çetin (gitar) ve Zafer Şanlı (basgitar) tarafından kurulmuş Türk blues grubu. Grubun ilk yılında davulda Cenap Oğuz yer alırken daha sonra Kerim Çaplı, basgitar da ise Sunay Özgür (1992) Yavuz Çetin'in 2001'deki vefatına kadar blues çalmıştır. Hali hazırda faal olan Hayal Kahvesi (Beyoğlu) mekanının açıldığı 1991 yılında grup Batu Mutlugil, Yavuz Çetin, Zafer Şanlı, Kerim Çaplı′lı kadrosu ile sahne almıştır. Sonra ise Batu Mutlugil'in barı Mojo'da, kalan 7 yıl ise İstanbul, Ankara, Eskişehir gibi pek çok yerlerde sahneye çıkmıstır. Cronquist sistemi Cronquist sistemi, bitkiler (Plantae) âlemine ait olan ve kara bitkileri içindeki en önemli topluluğu oluşturan kapalı tohumlular (Angiospermae) bölümü için kullanılan bir sınıflandırma cetvelidir. Sistem Arthur Cronquist (1919-1992) tarafından geliştirilmiştir ve Çiçek Açan Bitkilerin Evrimi ve Sınıflandırılması (1968; 2. baskı, 1988) ile Çiçek Açan Bitkilerin Birleştirilmiş Sınıflandırılması Sistemi (1981) adlı yazılarında yer almıştır. Cronquist'in sisteminde, kapalı tohumlular iki sınıfa ayrılır: Bu sınıflarla ilişkili takımlar alt sınıflarda gruplanırken, takımların altında da familyalar yer alır. Cronquist sistemi, özgün biçimi ya da uyarlanmış sürümleriyle olmak üzere, günümüzde de yaygın kullanıma sahiptir. Ancak, kapalı tohumluların takım ve familyalarının sınıflandırılması için, Evrimsel Kapalı Tohumlu Gelişimi Topluluğu'nun ("Angiosperm Phylogeny Group, APG")'nin geliştirilmiş versiyonu olan APG III sistemi'ni kullanmaya geçen botanikçilerin sayısı giderek artmaktadır. Cronquist'in sistemi, "Çiçek Açan Bitkilerin Birleştirilmiş Sınıflandırılması Sistemi" çalışmasında yer aldığı haliyle, aşağıda sunulmuştur: Hamit Kaplan Hamit Kaplan (20 Eylül 1933, Hamamözü - 5 Ocak 1976, Çorum), Türk güreşçi. Kaplan, 1952'de dünya şampiyonu ve Olimpiyat ikincisi olan, akrabası ve hocası Adil Candemir'in yardımları ve öğretileri ile minder güreşlerine başladı. 1965'e kadar süren kariyerinde dünya ve Olimpiyat şampiyonluklarına imza attı. 1965 senesinde güreşi bıraktı ve ticaret hayatına atıldı. 5 Ocak 1976 tarihinde geçirdiği bir trafik kazası sonucunda, 41 yaşında öldü. Kaplan'ın Hamamözü'ndeki evi, ilçe belediyesi tarafından 2012'de müze yapıldı. İlçedeki bir ortaokula da sporcunun adı verilmiştir. Agatha Christie Tam adı Agatha Mary Clarissa Miller Christie Mollowan olan Agatha Christie (15 Eylül 1890 – 12 Ocak 1976), İngiliz yazar, polisiye edebiyatın en önemli isimlerinden biri ve dedektif Hercule Poirot karakterinin yaratıcısıdır. Mary Westmacott takma adıyla aşk romanları da yazmıştır. Ancak asıl ününü, yazdığı 80 dedektif romanına ve West End tiyatrolarında sahnelenen oyunlarına borçludur. Babası Frederick Alvah Miller, Agatha henüz küçük yaştayken öldü. Annesi tarafından evde eğitilen küçük kız, yalnız bir çocukluk geçirdi. Küçük yaşta öyküler yazmaya başladı. 16 yaşında, şan öğrenimi görmek üzere Paris’e yollandıysa da kısa sürede bundan vazgeçti. Ciddi anlamda ilk edebi denemeleri, duygusal konuları ele alan öyküler oldu. 1914’de pilot albay Archibald Christie ile evlendi ve yeniden Fransa’ya gitti. Dislektik olmasına rağmen öykü, roman okumayı çok seviyordu. Fransa'dayken vakit geçirmek üzere okuduğu dedektif öykülerinin daha iyilerini yazabileceğini düşünerek ilk polis romanı olan The Mysterous Affair at Styles’ı (Styles’daki Esrarengiz Olay) yazdı. Kitap çeşitli yayınevinlerince geri çevrildikten sonra 1920’de Bodley Head Yayınevi tarafından kabul edildi. Bu roman, Agatha Christie’nin ilk Hercule Poirot’lu romanıdır. Agatha Christie 1926’da 11 gün boyunca kaybolur. Bütün aramalara rağmen bulunamaz. Arabası bir göl kenarında bulunur. Araba ağaçlara çarpmış, bavulları yerlere saçılmış vaziyettedir. Christie bir süre sonra ortaya çıkar ama hiçbir açıklama yapmaz. Bu olayın kaza süsü verilmiş bir senaryo olduğu düşünülür. Kimilerine göre ise Agatha Christie geçici hafıza kaybına uğramıştır. Bir iddiaya göre ise Agatha Christie kocasının sevgilisini öldürme planları yapmıştır. Hercule Poirot, zekası, espri yeteneği, keskin gözlemciliği ve Avrupalı nezaketi ile dikkat çeken Belçikalı bir dedektiftir. Cinayetleri “küçük gri hücreler” dediği beynini kullanarak çözmesi ve bu arada da İngiliz yüksek sınıfının özel yaşamının saklı yönlerini ortaya dökmesi ile tanınır. Agatha Christie’nin arka arkaya yazmaya başladığı polis romanları Poirot tipine uluslararası ün kazandırdı. Yazar ayrıca Miss Marple adını verdiği bir tip daha yarattı. Sevimli bir yaşlı kadın olan amatör dedektif Miss Marple da çok tutuldu. 1928’de ilk kocasından boşanıp Max Mallowan’le evlendikten sonra birçok ülke gezip görme fırsatı bulan Christie’nin romanları 1930’larda çoğunlukla uluslararası mekânlarda geçmeye başladı. Hayranlarınca her kitabı beğenilmekle birlikte, Agatha Christie’nin edebi kaygılarla yazdığı bazı romanlar eleştirmenlerin de dikkatini çekti. On Küçük Zenci ise polis romanının klasikleri arasındadır. Agatha Christie, İngiliz töre romanı geleneğinde yazdığı polis romanları ile dünya edebiyatında kendine özgü bir yerin sahibi olmuştur. Christie 1971 yılında, İngiltere'nin en yüksek onur unvanı olan Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı unvanını almıştır.Yazar, 12 Ocak 1976 tarihinde yaşama veda etmiştir. Çap Çap, bir çemberin merkezinden geçen ve çemberi iki eşit parçaya bölen doğru çizgisine verilen addır ve yarıçap'ın 2 katı uzunluğundadır. formula_1 ile çarpılırsa o çemberin çevresi bulunur. OS/2 OS/2, IBM ve Microsoft tarafından 1985 yılında geliştirilmeye başlanan grafik arayüze sahip PC işletim sistemidir. 1990 yılında IBM ve Microsoft arasındaki geliştirme ortaklığı anlaşması bozulunca tek başına IBM tarafından geliştirilmeye devam edilmiştir. 1992 yılında "Warp" adını alan OS/2, 1996 yılında 4.0 sürümüne ulaşmıştır. Masa üstü sistemlerde, Microsoft tarafından geliştirilen Windows' a karşı yaptığı pazar savaşını kaybetmiş, ancak orta ölçekli sunucu sistemlerinde popüleritesi devam etmiştir. IBM' in 1999 yılından bu yana Linux' u desteklemesi nedeniyle geliştirilmesi yavaşlamış ve nihayetinde geliştirilmesi durdurulmuştur. 23 Aralık 2005 itibarıyla IBM tarafından pazardan resmen çekilmiş ve IBM tarafından OS/2 kullanıcılarına Linux kullanmaları önerilmiştir. Halen birçok bankacılık sisteminde aktif olarak kullanılmaktadır. KGB KGB (, tr: Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti) Devlet Güvenlik Komitesi, Sovyetler Birliği'nin istihbarat ve gizli servisi. İlk olarak 1918 yılında Çeka adıyla kurulan teşkilat pek çok kez isim değişikliğine maruz kalmış ve son olarak 13 Mart 1954'te KGB adını almıştır. KGB'nın ana görevleri yabancı istihbarat ve karşı istihbaratı sağlamak, devlet sınırlarını korumak, milliyetçilik, muhalefet ve Anti-Sovyet faaliyetleri gibi suçlarla mücadele etmek, SSCB, SBKP ve Sovyet hükümetini korumak, hükümet için gerekli istihbarat ve iletişimi sağlamaktı. KGB ulusal güvenliği tehdit eden ve savunmayı gerektiren konularda devlet adına istihbarat sağlar ve gerektiğinde doğrudan olaya müdahale ederek, tehdit unsurlarını ortadan kaldırırdı. Teşkilat 1954 yılında İç İstihbaratın NKVD birimi ve İçişleri Bakanlığının MVD biriminin birleşmesiyle meydana geldi. Merkezi Moskova'daki Lubyanka Meydanı'nında bulunuyordu. Petrograd Sovyeti Merkez Yürütme Kurulu Başkanı Feliks Dzerjinski 19 Aralık 1917'de Halk Komiserleri Konseyi toplantısında devlet dairelerinde sabotaj ve karşı-devrimci faaliyetler konusunda bir rapor sundu. Bu rapor Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu'nun ( Rusça: Всероссийская чрезвычайная комиссия по борьбе с контрреволюцией и саботажем /Kısaca: Çeka) kuruluşunda bir teklif niteliği kazandı ve 6 Şubat 1918'de ilk Sovyet istihbarat ve gizli servisi Çeka kuruldu. 13 Mart 1954'te Yüksek Sovyet Prezidyumu'nda kabul edilen bir kararname ile istihbarat ve güvenlik servisinin adı Devlet Güvenlik Komitesi (Rusça:Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti) adını aldı. İçişleri eski birinci bakan yardımcısı General İvan Serov yeni adıyla KGB'nin ilk başkanı olarak atandı. 1991 Ağustosundaki ihtilal girişiminde zamanın KGB Başkanı General Vladimir Kryuçkov'un rolü olduğu ispatlanıp General Vadim Bakatim'e verilen emirle KGB 6 Kasım 1991'de resmen kaldırıldı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Rusya'da KGB'nin görevini FSB ve SVR üstlendi. Ancak Beyaz Rusya'daki gizli servisin adı halen KGB'dir. Başkanlarının Listesi Magnum opus Magnum opus (bazen "opus magnum"), Latince ""büyük iş"" anlamına gelen bir deyiştir. Yazıldığı gibi okunur. Bu deyiş bir sanatçının en önemli ya da en bilinen eserini, yani başyapıtını belirtmek için kullanılır. Örneğin İlahi Komedya, Dante'nin ""magnum opus""udur. Eczacı Eczacılık fakültelerinde, 5 yıllık lisans eğitimini başarı ile tamamlayan; ilacın üretiminden hastaya ulaştırılmasına kadar her aşamada yetkinlik sahibi olan kişilere eczacı denir. Eczacılık fakülteleri Farmakognozi (bitkisel-hayvansal ilaç hammaddeleriyle ilgilidir), Farmakoloji (ilaçların vücut üzerindeki etkilerini inceler), Farmasötik Toksikoloji (ilaç da
dahil olmak üzere tüm ksenobiyotiklerin vücut üzerindeki etkilerini inceler), Farmasotik Teknoloji (ilaçların üretim teknikleriyle ilgilidir), Farmasötik kimya (ilaç hammadddelerinin sentezlenmesi, analizive ilacın etki mekanizmasının kimyasal düzeyde incelenmesine ek olarak ilaç hammaddesinin yapısı ile etkinliği arasındaki ilişki ile ilgilidir) gibi anabilim dallarında ve meslekle ilgili diğer bilimlerde eğitim verir. Bu mesleğe mensup kişiler serbest eczacılık (eczane eczacılığı) yapabilir; ilaç endüstrisinde AR-GE , üretim, kalite kontrol, ruhsatlandırma, pazarlama gibi birimlerinde görev alabilir, hastane eczanelerinde mesul müdürlük yapabilir ve ayrıca kamu kuruluşlarında ya da ecza depolarında mesleğini icra edebilir. Son yıllarda önem kazanan "klinik eczacılık"ın ülkemizdeki eczacılık fakültelerinde ders olarak okutulması 2000'li yıllarda başlamıştır. Sentetik, yarı sentetik veya biyolojik kökenli ilaç hammaddelerinin elde edilmesi, fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin incelenmesi, değerlendirilmesi, kaliteli ilaç üretimi ve ilaçları saklanması, kullanılması gibi konularda eğitim ve araştırma yapar. Doktorlarca düzenlenen reçetelerde yer alan hazır ilaçları müşteriye satar, hazırlanması gerekli ilaçları hazırlar, laboratuvarda ilaçların geliştirilmesi ve analiziyle ilgili araştırmalar yapar. Reçetedeki ilaçların kullanımlarıyla ilgili hastayı bilgilendirir. Kendisi tarafından hazırlanması gerekli olan ilaçları formüllerine uygun olarak hazırlar veya hazırlanmasını denetler. Tıbbi veya diğer amaçlar için kullanılan toksin ve zehirli maddeleri hazırlar ve kurallarına uygun olarak dağıtımını yapar, bozulmaya karşı önlem alır. Özel zehirli madde içeren reçetelerin kayıtlarını tutar, veteriner ilaçları, tarım ilaçları, tuvalet ve kozmetik ürünlerini kullanmaları konusunda önerilerde bulunur. Laboratuvarda araştırma çalışmaları yapar. Akademik kariyer yapabilirler. Yüksek lisans yaptıkları takdirde uzman eczacı olurlar. Kamu ve özel sektöre ait çeşitli işyerlerinde yönetici kademelerine yükselebilirler. Kendi işletmelerini (eczane, ecza deposu, ilaç fabrikası) açabilirler. Sağlık Bakanlığına bağlı birimlerde, çeşitli laboratuvarlarda (hastane veya özel), ilaç endüstrisinde (fabrika veya depo) kalite kontrol birimlerinde; araştırmacı veya ilaç tanıtıcısı olarak, kendilerine ait veya hastanelerde bulunan eczanelerde çalışırlar. Eczacı olmak isteyenlerin, kimyaya ve biyolojiye meraklı, ilaç ve kimyasal maddelere karşı alerjisi olmayan, tertipli, düzenli, dikkatli, sorumluluk duygusu yüksek kimseler olmaları gerekir. Eczane açmak isteyen bir eczacının ekonomi, alım satım işlerine ilgi duyması, çalışmalarında çok dikkatli, titiz ve sorumluluk bilinci ile davranması gereklidir. Ticari noktada son zamanlarda eczane açmak, ilaç firmalarının ve ecza depolarının politikaları neticesinde zorlaşmaya başlamıştır. Farmakolog,kimyager Okutulan dersler ; başta kimya olmak üzere fizik, matematik, biyoloji, genetik, biyoistatistik, fizyoloji, patoloji, besin analizi, mikrobiyoloji, halk sağlığı, farmakoloji, farmasötik botanik, analitik kimya, biyoteknoloji, biyokimya, toksikoloji, fitoterapi, klinik eczacılık, kozmetoloji, farmasötik kimya, farmakognozi, farmasötik teknoloji, anatomi, eczacılık tarihi, deontoloji, tıbbi ilkyardım dersleri, eczacılık mevzuatı olarak sıralanabilir. İlaç hammadde ve üretim teknikleri, kullanılışlarına ilişkin dersler son üç yılda toplanmıştır. Dersler kuramsal ve uygulamalı olarak sürdürülür. Kozmetoloji ve fitoterapi eğitimi alan tek meslek grubudur. Hamamayağı, Ladik Hamamayağı, Samsun ilinin Ladik ilçesine bağlı bir mahalledir. Hamamların hemen yanında olduğu için mahallenin ismine Hamamayağı adı verilmiştir. Mahallenin halkı mübadele yıllarında (1923)'te Selanik'ten gelmiştir.önce amasya yerşmişler daha sonraki yıllarda ladik ve bir kısmı hamamayağı mahallesine yerleşmişler Ladik'te muhacir çoktur bunlar şöyledir: Selanik göçmenleri, Çerkesler, Lazlar, Gürcüler, Rumlar ve Arnavutlar mahalleside bizim gibi Rumeliden geldikleri için onlarında meşhur börekleri vardır Samsun iline 95 km, Ladik ilçesine 14 km uzaklıktadır. Kuzeyinde Bekdiğin, güneyinde Kocapınar köyleri vardır. havza ilçesine 13 km mesafededir kuzey doğusunda teberoğlğ kuzinde tuzla kuzey batısında yenice güney doğusunda ayvalı sokağı bulunur Mahallenin iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Kışları yağışlı ve soğuktur, yazlarıysa ılımandır. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede ilköğretim okulu yoktur. Mahallede taşımalı eğitim,vardır içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi de yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. internet bağlantısıda kuruldu. Tesislerde ve mahallenin imamında internet bağlıdır. İlaç İlaç,canlı hücre üzerinde meydana getirdiği tesir ile bir hastalığın teşhisini, iyileştirilmesi veya semptomlarının azaltılması amacıyla tedavisini veya bu hastalıktan korunmayı mümkün kılan, canlılara değişik uygulama yöntemleri ile verilen doğal, yarı sentetik veya sentetik kimyasal preparatlardır. Ticari ilaçlar ilaç firmaları tarafından üretilir ve genellikle patentlidir. Etken maddesinin patent süresi dolmuş ve birden çok firmanın üretebildiği ilaçlara ise jenerik ilaçlar denir. İlaçlar uygulama yoluna, kimyasal özelliklerine ve etkilediği biyolojik sitemlere göre sınırlandırılabilir. Daha güvenilir ve geniş kullanım alanına sahip sınıflandırma sistemi ise "Anatomical Therapeutic Chemical Classification System"dir (ATC sistemi). İlaçların sindirim kanalı aracılı ile kana geçiş yoluna enteral yol denir. Bunun dışında kalan injeksiyon, buğuseptil gibi ilaç alma şekline de parenteral yol denir. Hazırlama Şekline göre ilaçlar: İlaçların kimyasal yapıları ile fizyolojik etkileri arasında bağlantı yoktur. Örneğin; alkollerin hem hipnotik, hem analgesik, hem de antibiyotik etkileri vardır. Çeşitli aminler de analgesik, antihistaminik ve antimalerial etki gösterebilir. Bu nedenle ilaçlar genellikle fizyolojik etkilerine göre sınıflandırılır: İlaç iki kısımdan meydana gelir: İlaçlar tesirlerini veriliş yoluna göre iki şekilde gösterir: İlaçların reçeteleme şekilleri İlaçların saklama koşulları İlaçların Son Kullanma Tarihi İlacın kalitesini belli bir tarihe kadar güvence altına alınması. Ülke koşullarına göre üretici firma bazen hızlandırılmış deneylerle (yüksek ısı ve nem) bazen de uzun süreli denemelerle bu tarihi belirler. Bazı ilaçların bu uzun süreli deneyler sonunda son kullanma tarihlerinde uzaklaşma söz konusu olabilir. Tablet formunda bir veya daha fazla etken madde yardımcı maddelerle birlikte genellikle toz şeklinde baskı ile veya kaplanarak katı hale getirilirler. Şeker kaplı renkli olanlarına draje denir. Kontrollü salınan ve uzun süre etkin olanları vardır. Oral yolla yutularak, dil altı, vaginal ve makattan kullanılanları vardır. Ağızdan kullanımda bir ilaç mide, bağırsak ve kalınbağırsakta emilebilir. Genellikle dolaşıma girerek etkisini gösterir. Çoğunlukla üretildikleri hal etkin halleridir. Bazıları midede veya emilim sırasında, bazen emildikten sonra karaciğerde aktifleşelerek etkin hale gelir. Bazıları da belli ölçüde yıkılarak bu geçişlerde bozularak etkinliği düşebilir. Bazı ilaçların yenilen yemeklerle emilmesi azalabilir. Demir preparatları Çay, Süt ürünleri ile etkisiz hale gelir. Bazı ilaçlar mutlaka aç kullanılmalıdır. Osteoporoz ilaçları ve Hipertansiyon ilaçları vs.. Bazı ilaçlar yemekten yarım saat önce kullanılmalıdır: kusmaya karşı olan ilaçlar, bazı diyabet ilaçları vb. Bazı ilaçlar yemek arasında, bazıları ise tok kullanılmalıdır. Bazıları Yardımcı maddeler ; Sıkılaştırıcılar, akışkanlaştırıcılar, tatlandırıcılar,kaydırıcılar ve pigmentler olabilir. Aslında tablet halinde hazırlanır, farklı olarak suda eritilerek kullanılan preparatlardır. Dahilen ve haricen kullanılan türleri vardır. İlacın içeriğinin belli bir bölgeye kadar gastrointestinal sisteme karışmaması veya uygun formülasyon kaygısı gibi nedenlerle bazen ilaç etken maddesi dolgu maddesiyle birlikte değişik materyallerden yapılmış kapsüller içinde verilir. Üstü lastik kaplı küçük steril çam şişecik. Çoğunlukla içinde enjeksiyonluk toz bulunur. Bu tozlar çözelti içersinde bozulabileceğinden ampul yerine, flakona konur. Yanlarında genellikle izotonik enjeksiyon sıvağı içeren ampul bulunur. Bazı demir preparatları oral yolla kullanılan flakonlar halindedir. Enjeksiyon uygulamalarında kullanılan ilaçların saklanmasında kullanılır. Çoğunlukla im (kas içine) ve iv (damar içine) uygulanır. Steril ve izotonik hazırlanırlar. Deriye sürülerek uygulanan yarı katı preparatlardır. Su bazlıdır. Deriye sürülerek uygulanan yarı katı preparatlardır. Yağ bazlıdır. Özellikle kepeğe karşı ketakonazol içeren preparatlarda tercih edilir. Vizkoz sıvı preparatlardır. toz ilaç bir defalık dozunun özel kâğıt ambalajda hazırlanmış şekline denir. oral yolla kullanılır. Yapma ilaçların çoklukla yapıldığı dönemlerde Kaşe ile hastalara sunulurdu. Artık Farmasötik bir şekilden daha çok, bazı farmasötik şekillerin içerdiği etken ve yan maddelerin fiziksel durumunu ifade edebilir. Kapsüllerde sıklıkla kullanılır. Deri üstüne yapıştırılan bant. Bant ile deri içersinde ilaç muhafaza eder. İlacı kontrollu salması avantajıdır. Uygulama bölgesinde hassasiyete neden olabilir. Uygulama bölgesinin kılsız olması tercih edilir. Deri altına uygulanan ilaçlardır. Salınımı kontrollü olduğu çoğunlukla tercih edilir. Etkisi aylarca sürebilir. Genellikle içinde toz bulunan havanın bazen de spreylerin çekilmesi esasına dayanan preparat. Solunum yolları hastalıklarında sıklıkla tercih edilir. Sıvı içersinde toz dağılımının bulunduğu preparatlardır. Kullanılmadan önce çalkalanmalı veya karıştırılmalıdır. Şurup ve Flakon çoklukla kullanıldığı Farmasotik şekillerdir. Sıvı halde bulunan ve oral yoldan kullanılan ilaçların çoğunlukla saklamak için kullanılır. Genell
ikle 40-200 ml şişeler içinde bulunan çözelti, emülsiyon veya süspansiyonlardır. Genel olarak makat tan kullanılan yarı katı ilaç formu. Çoklukla saç ve deriye uygulanan sıvı preparatlardır. Sıvı içerisinde çözünmeyen başka bir sıvının emülgatör yardımıyla homojen dağıtıldığı sistemlerdir. Genellikle çözelti ve emülsiyon formunda göze kulağa ağza ve buruna lokal uygulanan steril preparatlardır. Cilde veya ağza uygulanabilen sıvı preparatlardır. Vajinal suppozituar. Vajinaya uygulanan ısıyla merhem kıvamına dönüşen haricen kullanılan tablet şeklindeki ilaç formu. Çaturanga Caturanga. Sanskritçe'de "catur"=dört ve "anga"=uzuv, organ ya da kısım anlamına gelir. Bilinen Satrancın ilk atasıdır. Hindistan’da oynanmaktadır. Caturanga o dönemde Hint ordusunun dört kısımdan oluşması nedeniyle (piyadeler, filler, süvariler, savaş arabaları (ya da bazen savaş gemileri) bu ismi almış ve 6. yüzyılda İran'a ve bir asır sonra Arabistan'a yayılmıştır. Caturangadaki taşlar santraçtaki taşların hemen hemen aynısıdır tabi kuralları da. Şah normal satrançtaki gibi hareket eder, ama oyun boyunca bir kez olmak üzere tehdit altında değilken bir at hamlesi yapma hakkı vardır. Rok yoktur. Vezir bir kare çapraz oynar. Fil iki kare çapraz oynar, arada taş varsa da üstünden atlayabilir. At bildiğimiz at gibi oynar. Kale bildiğimiz kale gibi oynar, piyade normal piyon gibi oynar, ama ilk hamlede iki kare oynayamaz. Terfi olayı da şu şekildedir; piyadeler son yataya ulaştıklarında açılışta o karede bulunan taşa terfi edebilirler, mesela b8'e ulaşan bir piyade ancak ata terfi edebilir. Ayrıca, terfinin olması için terfi edilecek türden bir taşın daha önceden kaybedilmiş olması gerekir, yani iki atınız tahtadaysa piyadeniz ata terfi edemez. Piyadeler doğal olarak e1 ve d8 karelerinde terfi edemezler. Mat ve pat da rakip şahı mat etmektir. Rakip şahı pat durumuna düşüren oyuncu oyunu kaybeder. Xiang qi Xiang qi (象棋xiàngqí; mana: fil satrancı): Satrancın Çin ve Doğu Asya versiyonudur. Oyun, 9. yüzyılından beri varolmuş. Xiangqi'nin, Japon satrancı Şogi ve Korea Satrancı Janggi ile yakın bağlantısı vardır. Farkı taşlar karelere değil, çizgilerin kesiştikleri noktalara konur (Go oynunda gibi). Soldan sağa 10 çizgi, dikey 9 çizgi var, yani 90 imkânî pozisyon. Beyaz veya kara kareler da yok. Ortada bir ırmak ( sarı ırmak) vardır, kimi taşlar bu ırmağı geçemez. Şahlar kendi sahalarında 3x3lük bir saray içinde gezinebilirler ancak. Geleneksel olarak taşlar çin yazısıyla gösterilir, bu da oyuna alışmayı biraz zorlaştırır. Bir oyun genelde 50 - 100 hamle sürer, oyunlar normal satranca göre daha yavaş ve stratejiktir. Özellikle oyun sonlarında çok incelikler vardır. Oyun tahtasında (Çin’de de sık sık yalnız bir kağit üstüne çızıkmış oyun alanı olabilir), ayrı çevreler var. 5inci. 6ıncı sıra aralarında „sarı ırmak“ var (Soldan sağa çizgisiz) ve oyun alanı iki imparatorluk var: Kuzey imparatorluğu (kırmızı) ve Güney imparatorluğu (kara). Bu ırmak iki taşın hareketlere etkileniyor. Komutan/General (Kıral) şahsen ve birlikte giden iki koruması az hareket edebilir: saray veya kalesini terk edemezler (basit dizinin ortasında, köşegen çizgiler markalanmış). Ender değil korumanın biri veya ikisi „hain“ olacak komutanına karşı, onun hareket imkânını böyle sınırdırladığı için ki, komutanın kaçış kalmaz. Taşlar figür değil, yalın yuvarlak levhadır. Onları, üstüne basıp veya çızıp veya üzerine kazınan Çince karakterler yardım ile fark edebilir. Bir oyuncuna kırmızı taşları ait, öbüre karaları. Kırmızı başlıyor. Aşağıda taşlar tek tek açıklanacak: Komutan (Kırmızı, 帥) ve General (Kara, 將) – batılı oyuncu tarafından ikisi de “Kral” adlandırılır – daima tek bir adım yatay veya dikey (köşegen değil) yanındakı bir çizgilerin kesiştikleri nokta üstünde atabilir. Onlar, sarayını (kale) hiç terk edemez ve yalnız 9  nokta üstüne gidebilir. Rok ("Roşade") da yok. Kralın bulunduğu bir saray vardır. Sarayın içinde çapraz çizgiler de vardır. Sarayda 3 taş bulunur, kral ve 2 tane koruması. Kral saray içinde sadece ileri geri ve yanlara gidebilir ve sarayı terkedemezler. En son olarak da iki kral aralarında hiçbir taş olmaksızın karşı karşıya gelemezler (mat nazarı). Karşı karşıya geldikleri hamleler kullanılamaz. Mat etmenin yöntemlerinden birisi de bu kuralı uygulamaktır oyun sonunda. Efsaneye göre bu taşın adı Çin’de de „Kıral“mış ama, Çin’in en yüksek hükümdar, halk tarafından oyun alanından itindiğini sevmediği için, bu adı yasaklamıştı. Korumalar (kırmızı, 仕 ve kara, 士) satrancın eşlik vezir ama, vezirden daha zayif: Kral saray içinde sadece bir adim çapraz gidebilir. Bu taşlar sarayı terkedemezler. Yalnız sarayın köşelerinde ve merkezinde hareket edebilir. Bakanlar (Kırmızı, 相) ve Filler (Kara, 象) (bundan oyun adı; "xiàng" = ‚fil‘) Shatranjın eşliği fillerdir; onlar modern fil benzer ama, hamle kuvveti daha zayif. Batılı oyuncular sık sık iki tarafların bu taşlarını „fil“ adlandırır. Filler daima tam iki adım çapraz çekir eğer birinci adımdakı nokta boş. Fil ırmağı (yani iki imparatorlukların sınırı) hiç geçemezler. Onların beraber 7 nokta var. Onların en kuvvetli merkezî pozisyonu sarayın ön tarafında olduğu için öbür pozisyonlarda yalnız iki hamle var. Filler, saf savunma figürler ve kendi tarafta hızlı hareket etme kabiliyetinden dolayı sanmadığından rağmen çok önemli bir taştır. Ministerlar ırmağı geçmeden iki kare çapraz atlayarak giderler. Atlıların (Kırmızı, 傌) ve Atların (kara, 馬) satranç eşliği attır ama, taşların üstünden atlayamaz. Xiang qi’nin at(lı)lar önce düz sonra çapraz gitti varsayılır o yüzden önünde taş varsa bir yere gidemez. (Kavga-)Arabalar (Kırmızı, 俥 ve kara, 車), satrancın kalesi gibi hareket eder – istediği kadar düz hareket edebilirler. Arabalar en kuvvetli talar olmaktadır. Toplar (Kırmızı, 炮 ) ve katapultlar (kara, 砲) saf bir çin bulma ve satrançta eşi yok. Farklı bir taş olarak toplar ve katapultlar vardır, bunlar düz hareket ederler, ama bir taşı yemeleri için başka tek bir taşın („atlama seddi taş“) üzerinden atlamaları gerekir. Tek bir taşın üstünden atlayamadıkları sürece taş alamazlar. Atlama seddi taş olarak keni veya karşıt taşlar kulanabilir mümkün. Bu (havan) topunun/katapultların ilk bakışta tuhaf hareket imkânı çeşitli ilginç durumlar gerçekleyebilir. Ilk önce çift topu/katapultları (bir oyuncunun topu başka bir topu atlama seddi taş olarak kulandığı zaman) oyunda Generala karşı kuvvetli bir silahtır. Köylüler (Kırmızı, 兵 ve kara, 卒) (veya "Askerler"), ırmağı geçmeden önce satrancın piyonı gibi sadece düz giderler (ama taş almaları da düzdür), ırmağı geçtikten sonra ileri ya da yanlara da gidebilirler (geriye veya çapraz değil) .;– zumindest so lange, bis sie den Fluss überschritten haben. Sind sie auf der gegnerischen Flussseite angelangt, werden sie befördert und können von nun an außer nach vorne auch ein Feld nach links oder rechts zur Seite gehen, jedoch nicht diagonal oder rückwärts. Satrancına karşı köylüler düşman taşları gidebildiği yöne göre yiyor (yani çapraz yenemez). Piyon gibi birinci hamle ile çift adım yapmak ve en passant yenmesi da mümkün değil. Bu dezavantaj daha köylülerin daha ileri pozisyonu denkleştirilir. Bir piyon karşı tarafın en dipteki satırına geldiğindeki dönüştürülme çin xiang qi’de de olmaz. Oraya vardığı zaman köylüler yalnız sola veya sağa çekebilir. Köylülerin savunma rolü zayif ama, saldırgan rolü ise kuvvetli cünkü her şeyden önce köylüyü bir taş önüne çekmesi yardım ile durdurmak mümkün değil. Köylüler de atlama seddi taş olarak da önemli bir sılahtır. Bu üniteler, taşların kullanılan ham karşılaştırma değerleri. Bu üniteler yardımı ile bir kavganın veya durumun etkilerini aşagı yukarı değerlendirmek mümkün. Taşın değeri buna rağmen oynun durumundan çok bağlar. Meselâ at(lı)lar oyun sonunda daha kuvvetli olur ki taşların sayısı azaltığı zaman at(lı)lar bloke etmek imkânı da az. Topların/katapultların değeri ise oyun sonunda azaltıyor cünku atlama seddi taşların sayısı eksik olur. Basit dizini (soldan sağa): İki dizi ırmak yöne, atlı ve atlar önünde, her tarafta iki top / 炮 pào (Kırmızı) ve katapult / 砲 pào (Kara) var. Öbür dizinde her tarafta 5 asker / 兵 bīng (Kırmızı) ve köylü / 卒 zú (Kara) var; onlar kenarından kenarına her ikinci noktada duruyor. Top ve katapult, asker ve köylülerin başlangıç pozisyonları en çok oyun tahtaların kesişme noktaları markalandırır. Resimde, „Güney“ (Kara) yukar olduğunu adet olmuş (geleneksel çin haritalarda gibi). Çin xiang qi’de düşman bir taşın yenmesi daima hedef noktada gerçekleştirir ama, yenme zorun yok. Komutan/General (Kral) şahta eğer düşman bir taş onu tehdit ediyor (yani olduğu posiyona çekip yenebilir olanak varsa). Şaha gitmek yasaktir ve şahta olduğu zaman hemen hemen hamle ile şahtan gitmek lâzim, yoksa oyun kaybetti. Komutan/General (Kral) karşı karşıya olduğu zaman daima bir taş aralarında olmak lâzim (ve bu taş şu anda hareket edemez). Yoksa bu da yasak bir şah durumu. Bundan kaçınmak için genel olarak 3 olanak var: Satranca karşı xiang qi’de maç berabere bitmez: Hamle yapamıyan oyuncu kaybeder. Sürekli şah etmek veya korumasız tasları tehdit durumu tekrar etmek yasak. O zaman saldirgan davranışı değiştirmek lâzim. Neyse anlaşma ile maç berabere bitebilir. Bütün satranç oynunun aynı cet – Hintten kökenli Chaturanga –olduğunu ünlü ama henüz tartışılan teorisina göre satranç Xiang qi’ye çok görünüş benzer. Başka bir teoriye göre Chaturanga daha eski Xiang qi’nin versiyonundan kökenli. Fillerin uzatıp kulanması ve oynunun başlangiçtaki düzenlemesi ise bu teorisine karşıdır. Xiang qi’yi bağımsız bir oyun olduğunu da önemli farklar var: Xiang qi’de de identik taş takımıyla iki oyuncu karşı karşıya oynuyorlar: kısmen ayrı taşların markalaması kara taşlar (bazen de yeşil) Güney Çinliler, kırmızılar ise Kuzey Çinliler canlandırmış. Bunun için olanaksal ama delil göstermeyen bir açıklama, iki ülke parçaları da çeşitli lehçeler vardı ve kuzeyde harb filler olmadığı için markalama kısmen ayrı. Taşla
r üstünde sık sık yalnız renksiz oymacılık yazı ettiği eski oyun takımlarda bütün taş eşleri biraz ayrımlı kelimeler var. Neyise taşlara göre aynı hemle olanakları var. Oyun hedefi düsmanı mat etmek veya terfidir. Şogi Japon satrancı normal satranca göre daha karmaşık daha komplike daha zor bir oyundur. 9*9=81 karelik bir tahtada 20 taşla oynanır. Amaç bildiğimiz satrancla aynı ama rakipten yenen taşlar tekrar rakibe karşı kullanılabilir. Yani güçlenen daha da güçleniyor ama her an mat olma tehlikesi de var. Taşların terfi edebilme özelliği vardır.Taşlar resimde de görüldüğü gibi aynı renk olduğu için,baktığı yöne ve taşların üzerlerindeki desenlere göre ayırt edilebilir. Simurg Simurg (Farsça: سيمرغ) veya bir diğer ismiyle Zümrüdü Anka efsanevi bir kuştur. Pers mitolojisi kaynaklı olsa da zamanla diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde de yer edinmiştir. Sênmurw (Pehlevi) ve Sîna-Mrû (Pâzand) diğer isimlerindendir. Ayrıca zaman zaman sadece Anka kuşu olarak da anıldığı olmuştur. Türk mitolojisindeki karşılığı, Hüma Kuşu veya Tuğrul kuşu'dur. İsim Avesta'daki "mərəγô saênô" "Saêna kuşu"ndan türemiştir. Orijinalde bir yırtıcı kuş, kartal veya şahin, olduğu etimolojik olarak aynı olan Sanskritçe "śyenaḥ"`dan çıkarılabilir. Halk etimolojisinde ilişkilendirilen ilk öğe Farsça sī "otuz"dur. Fakat tarihi anlamda ilgili değillerdir. Bu kuşun küllerinden yeniden doğduğu da söylentiler arasındadır. Mistik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir. İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur. Sasani Persler Simurg'un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacı, Gaokerena'da tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir. Ayrıca, Sên-Murv/Simurg Pers edebiyatında Homâ olarak tanımlanmış, Arapça'ya ise Rukh olarak girmiştir. Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederler. Simurg'un tüylerinin bakır renginde olduğu söylenmiştir. Her ne kadar başlarda bir köpek-kuş olarak tasvir edilse de, daha sonraları sıklıkla bir insan veya köpeğin başıyla gösterilmiştir. Onun iyilik sever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı. Firdevsi'nin destansı eseri Şahname'de (Şahların Kitabı) Simurg en tanınmış halini almıştır. Şahname'de Simurg'un Prens Zal ile olan ilişkisi yer alır. Şahname'ye göre Kral Sam'ın oğlu Zal albino olarak doğmuştur. Kral Sam albino oğlunu görünce, çocuğun şeytanların tohumu olduğunu düşünüp çocuğu bir dağa terk etmiştir. Çocuğun ağlayışlarını duyan yumuşak kalpli Simurg çocuğu alıp büyütür. Zal her türlü bilgiye sahip Simurg'dan hikmet almış birçok şey öğrenmiştir. Yine de büyüyüp bir yetişkin olduğu zaman insanların dünyasına girmek ister. Simurg çok üzülse de, ona bir tane altın tüy verip gitmesine izin vermiştir. Eğer Zal, Simurg'un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakacaktır. Krallığına döndüğünde Zal güzel Rudaba'ya aşık olur ve onunla evlenir. Karısı bir oğula hamile kalır fakat doğum zamanı geldiğinde birçok sorun yaşarlar. Zal karısının doğum sırasında öleceğini fark eder ve tam Rudabah ölüme yakınken Zal Simurg'u çağırmaya karar verir. Ortaya çıkan Simurg Zal'ın bir tür sezaryen benzeri yöntem uygulamasını sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve büyük Pers kahramanlarından biri olacak Rüstem'dir. İranlı Sufi şair Ferid ud-Din Attar eseri "Mantıku't-Tayr"`da (Kuşların Dili) Simurg'u arayan bir kuş sürüsünden bahseder. Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Batı’da Feniks, İran geleneğinde Simurg, Orta doğu geleneğinde Anka kuşu, Türk geleneğinde Kerkes adını alan bu efsanevi kuşların ortak bir özelliği ölümsüzlüktür. Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda genellikle bir yanma motifi bulunur. Örneğin, Kerkes, Herodot ve Plütark’ın değindiği Feniks’te de görüldüğü gibi, öleceği zaman, bir tür ateş olup kendi kendini yakan ve kendisinden yeniden doğan bir kuştur. Anka ya da Zümrüd-ü Anka Orta doğu geleneğine göre, Kaf Dağı’nda yaşar. Bu efsanevi kuş sembolizmlerinde simgelenen başlıca anlamlar, spiritüel aydınlanma ve reenkarnasyon olarak açıklanır. Feniks sembolizminde kuşun yanması cehenneme iniş deneyimini, yeniden doğması ise arınılarak saf şuur halinin elde edilişini simgelemektedir. Hristiyanlıkta İsa İsa (MÖ 4 – MS 30-33), Nasıralı İsa olarak da bilinen, Hristiyanlık inancındaki temel figür. Hristiyanlıkta birçok metinde İsa Mesih olarak anılır. Hristiyanlığın öğretilerine göre, Meryem oğlu İsa, geleceği daha önceden bildirilmiş olan Mesih’tir. Bu tanım ona İbrani "Mesih" anlayışı bağlamında verilmiştir. Çarmıhta ölmüş ve sonrasında da dirilmiştir. Onun ölümü ve dirilişinin, insanların Tanrı ile barışmasının, kurtuluşa erişmesinin ve ebedî hayat vaadine erişmenin yolu olduğuna inanırlar. Tanrı Kuzusu olarak, Baba Tanrı’nın isteğine tam itaatin bir işâreti olarak, onun fiilinin bir aracı ve hizmetkârı olarak, özgür irâdesiyle Golgota’da Çarmıh’ta acı çekmeyi tercih etmiştir. Onun bu itaati, onu, insanlığın atası Âdem’in düştüğü itaatsizlik hatasının zıt örneği bir ahlâk ve itaat mümessili yapmaktadır. Birçok Hristiyan, İsa’nın hem insan hem ilâhî özellik taşıdığına, Tanrı'nın oğlu olduğuna inanmaktadırlar. İsa’nın tabiatı üzerinde tarih boyunca Hristiyanlık âleminde birçok ihtilaf ortaya çıkıp çeşitli itikadi mezheplerin doğumuna yol açmıştır. Teslisçi Hristiyanlara göre o Logos, Tanrı’nın enkarnasyonu, Oğul Tanrı, hem tamâmen tanrı tabiatlı hem de tamâmen insan tabiatlıdır. Tamamen insan tabiatlı oluşuyla, acılar çekmiş, imtihandan geçmiş fakat günâh işlememiştir. Tamâmen Tanrı oluşuyla, ölümü yenmiş ve hayata dönmüştür. Kutsal Kitap’a göre Tanrı onu ölümden diriltmiştir. Tanrı’nın sağ tarafında oturmak üzere göğe yükselmiştir. Hesap Günü için dünyaya geri dönecek ve Gelecek Dünya’da Tanrı’nın Krallığı’nı kuracaktır. Hristiyan dünyâsında, İsa'nın yaşamına dair ana kaynaklar Yeni Ahit'teki dört kanonik incildir. Genel kabule göre bunlar İsa'nın ölümünden birkaç on yıl sonra yazılmışlardır. Annesi Meryem’in, İbrahim'in oğlu İshak'ın soyundan ve 12 İsrailoğlu kolu içinde Levioğullarının soyundan geldiği kabul edilir. Bunun sebebi, Luka'ya göre Meryem'in akrabası ve Vaftizci Yahya'nın annesi Elişeba'nın, Harun'un soyundan olmasıdır (Harun, Eski Ahit'e göre Levioğullarındandır). Thomas Aquinas, Meryem'in baba tarafından Yakup oğlu Yahuda'nın soyundan, anne tarafından ise Levioğullarından olduğu ihtimalini önermektedir. İsa, aynı zamanda Davud'un soyundan gelmektedir. Luka'da İsa'nın Roma imparatoru Augustus zamanında Beytüllahim'de dünyaya geldiği yazmaktadır. Matta'da ise sadece Kral Hirodes ve Beytüllahim zikredilmektedir. Yeni Antlaşma, Meryem'in nişanlısı olarak andığı Marangoz Yusuf'un Davud'a kadar çıkan iki farklı soyağacını içermektedir. İki soyağacı arasında sayısal tutarsızlık ve kişi farklılıkları vardır. Hristiyanlığa göre Tanrı'ın bir meleği Meryem isimli genç bir bakireye, bir oğul doğuracağını söyler. Çocuğun adı da İsa olacaktır. İsa, "Tanrı, kurtuluştur" demektir. İsa Mesih'in biyolojik babası yoktur, sadece annesi vardır. Tanrı kendi gücü ve sözüyle, Meryem'in hamile kalmasını sağlamıştır. Çocukluk ve delikanlılık dönemine ilişkin kanonik kaynaklar çok az bilgi sunmaktadır. İsa 30 yaşına kadar marangozluk yapar. Vaftizci Yahya, Şeria Irmağı kıyılarında vaazlar verir ve kendisinden sonra zuhur edecek olup kendisinden daha üstün olan birini haber verirdi. Bu nedenle Yahya, çoğunlukla “İsa'nın müjdecisi" olarak nitelenir. İsa, bir gün Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edilmek üzere onun yanına gitti ve onun tarafından Şeria Irmağı'nda vaftiz edildi. Vaftizinin üzerinden çok geçmeden İsa, izleyicilerinden küçük bir grupla birlikte dolaşarak vaaz vermeye başladı. Vaizliğinin ilk döneminde, Celile'deki Kefernahum kentinde yaşadı ve çevredeki kasaba ve köylere geziler yaptı. İncillere göre bu dönemde çeşitli mucizeler gerçekleştirerek dinsel gücünü kanıtladı. Yeni Ahit'te ölülerin diriltilmesi, şeytan kovma, hastaların iyileştirilmesi, rüzgârların ve dalgaların durdurulması gibi birçok mucizeden söz edilir. İsa çoğunlukla, özlü sözler ve benzetmeler içeren öğütlerle iletmek istediği mesajı insanlara ulaştırırdı. İsa bir Şabat (Cumartesi) günü, eli sakat bir adamı iyileştirdi. Öğrencileriyle birlikte Tapınak'a girip sadece kâhinlerin yemesine izin verilen ekmekten yedi ve öğrencilerine yedirdi. İsa'nın böylece yasak olarak kabul edilen bazı fiilleri işlemesi, Ferisileri öfkelendirdi ve onu öldürmeye karar verdiler. Şabat günü insanları iyileştirmeye devam etti ve Ferisileri de yargılayan sözlerini sürdürdü. İsa, birçok mucize göstermeye devam etti. Bir keresinde, beş bin civarında kişiyi birkaç ekmekle doyurdu. Su üstünde yürüdü ve bir havarisine de aynı mucizeyi temin etti. Gittiği yerlerde hastaları iyileştiriyordu. Zaman geçtikçe Ferisilerin daha fazla muhalefetini kazandı. Talebelerini, Ferisilerin ve Saddukilerin öğretisinden uz
ak durmaları konusunda uyardı. İsa, talebelerine, çocuklara değer vermelerini ve çocuk gibi alçakgönüllü olmalarını buyurdu. Tanrı'nın, tek bir çocuğun bile yanlış yola sürüklenmesini arzulamadığını haber verdi. Eğer müminlerden birisi günah işlerse, bunu yapmaya devam etmesine mâni olunması gerektiğini, bunun için çabalamalarını emretti. Onlara, son derece affedici olmalarını, eğer onlar kardeş müminlere nasıl davranırlarsa, Tanrı'nın da onlara öyle davranacağını hatırlattı. Boşanma konusunda, kişinin eşinin cinsel ahlaksızlık yapması durumu dışında, boşanmayı yasakladı. Kendisinden iyilik tavsiyesi isteyen bir adama, adam öldürmemesini, zina etmemesini, hırsızlık yapmamasını, yalan yere tanıklık etmemesini, annesine babasına saygı göstermesini ve komşusunu kendisi gibi sevmesini tavsiye etti. Daha sonra öğrencilerine, onun uğruna evlerini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakmış olan herkesin, bunların yüz katını elde edeceğini ve sonsuz yaşamı miras alacağını müjdeledi. Bir gün, onlara, kim daha üstün olmak istiyorsa diğerlerinin hizmetkârı olmasını, birinci olmak isteyenin diğerlerinin kulu olmasını emretti. İsa, bir gün birisinin eşeği ve sıpasını ödünç aldı. Sıpaya binerek Tapınak'a girdi ve oradaki bütün satıcıları, tacirleri oradan kovdu. Bunun sebebini, Tapınak'ın sadece dua için olduğuyla açıkladı. Tapınak'ta ders verdiği bir gün Yahudi önderleri onu men etmek istediler, ancak o, onlara rest çekip devam etti. Ardından, sert sözlerle Yahudi din adamlarını eleştirdi ve onlara öğütler verdi. Onlara, Yahya'ya onlardan önce iman eden vergi görevlileri ve fahişelerin, onlardan daha çok göksel egemenliğe yakın olduğunu söyledi. Yahudi din adamlarına, Tanrı'nın egemenliğinin onların elinden alınıp, başka bir millete verileceğini haber verdi. Ferisiler, onu tutuklamak istediler fakat halkın tepkisinden korktukları için yapamadılar. Ancak, onu yok etme amacından vazgeçmediler, ona bir tuzak kurmaya kara verdiler. Bir gün, on iki havarisini tebliğ için "kaybolmuş koyunlar" olarak nitelediği, her yerdeki İsrailoğullarına ulaşmakla görevlendirdi. Onları yolcu etmeden önce onlara çeşitli tavsiyelerde bulundu. Kendilerine tebliğden ötürü eziyet edecek olanlardan korkmamalarını, yılan gibi akıllı ve güvercin gibi saf olmalarını, neyi nasıl söyleyecekleri konusunda kaygılanmamalarını, hastaları iyileştirip ölüleri diriltmelerini, cinleri kovmalarını ve bütün bunları karşılıksız yapmalarını tavsiye etti. İsa, Yahudi din bilginlerini sert dille eleştirirdi. Bir gün yine onları birçok yönden eleştirdi. Onları, insanlara nasihat edip kendileri amelleri uygulamamaları, gösteriş düşkünü olmaları, kendileri için "Rabbi" unvanını kullanmaları, altını ve kurbanlık sunuyu Tapınak'tan daha değerli görmeleri, adaleti ve merhameti göz ardı etmeleri husûsunda kınadı. İsa, yaşamının son yılında Yahudilerin Hamursuz Bayramı için Kudüs'e gitti. O sırada kent, yüzlerce yıl önce Mısır'da yaşayan Yahudilerin kölelikten kurtulmalarını kutlamaya gelen hacılarla dolup taşıyordu. İsa ve havarileri, Son Akşam Yemeği'nde, Çarmıh'tan önce son kez birlikte yediler. İsa ekmekle şarabı aldı, kutsadı ve havarilerine, bunların, kendisinin bedeni ve kanı olduğunu söyledi. Bu olay ve İsa'nın bu sözleri, Ekmek Şarap Ayini'nin kökenini oluşturmaktadır. Kanonik incillere göre İsa, Yahuda İskaryot'un kendisine ihanet edeceğini onlara haber verdi. Gnostik Yehuda İncili ise Yehuda'nın İsa'ya ihanet etmesini, İsa'nın Çarmıh'a gerilmesi gerektiği için yaptığını öğretmektedir. Bu öğretiye göre, İsa'nın insani bedeninden soyunması ve bunun gerçekleşmesi için de öldürülmesi gerekiyordu. Bu incile göre, İsa'nın Yehuda'ya bir kırgınlığı yoktur. Yehuda'ya, gelecek nesillerin kendisine lanet edeceği kötü haberini bildirmiştir. Matta İncili'nde ise İsa, kendisini ele verecek olanı kınamaktadır. Yemekten sonra İsa ve havarileri Kudüs'ün doğu yakasındaki Zeytin Dağı'na ve oradan da tepenin yamaçlarındaki Getsemani Bahçesi'ne gittiler. Bu bahçede, Yahuda'nın yol gösterdiği görevliler İsa'yı tutukladı. İsa aynı gece yargılanmak üzere Yahudi önderlerin karşısına çıkarıldı. Hristiyanlık inancına göre sorgusu sırasında "Tanrı'nın oğlu musun?" sorusuna olumlu yanıt verince, Yahudi önderler günah işlediği gerekçesiyle onu ölüme mahkûm ettiler. Verilen bu idam kararı, Romalı Vali Pontius Pilatus'un onayı olmaksızın uygulanamazdı. Pilatus, aslında İsa'nın suçluluğuna inanmıyordu ama Yahudi önderlerin ve onların izleyicilerinin bu istekte direnmeleri üzerine İsa'yı çarmıha gerdirme cezasına çarptırdı. O dönemde Romalılar, suçluları haç biçiminde bir kalasa çivileyerek idam ederlerdi. İsa, cuma günü Pilatus'un askerlerince başına dikenden bir taç giydirilerek çarmıha gerildi. O günün akşamında ölüsü çarmıhtan indirildi ve izleyicilerinden Aramatyalı Yusuf'a ait bir mezara kondu. Mezarın girişi büyük bir taşla örtüldü. Daha sonra gelişen olaylar Hristiyanlığın Kutsal Kitap'ında şöyle anlatılır: "Cumartesi günü erken saatlerde bir grup kadın mezarı ziyarete gittiğinde taşın yerinden kaldırıldığını ve cesedin orada olmadığını gördü." Kısa bir süre sonra İsa'nın, önce Meryem'e ve ardından havarilerine göründüğüne ilişkin söylentiler çabucak yayıldı. İsa'nın dirilişi Hristiyanlık'ın en önemli inançlarından biridir. Bu inanç, havarilerine ve izleyicilerine yeni bir güç vermiş ve Hristiyanlık'ın yayılması için yaptıkları çalışmaları hızlandırmıştır. Katolik, Ortodoks ve teslisçi Protestan mezheplerinin teolojisine göre İsa'nın birbirine karışmayan iki ayrı tabiatı vardır, insan doğası ve Tanrı doğası. İsa aynı anda hem insan hem de Tanrı'dır. Bu iki doğanın birbirine karışmadan birleşmesine hipostatik birleşme denir. İnsani tabiatı ve Tanrı tabiatı tek bir kişilikte birleşirler fakat karışmazlar. Hristiyanlar hipostatik birleşmeyi "Tanrı olan İsa, kul özünü alıp dünyada doğmuştur ama 'yaratılışın çamuruyla' kirlenmemiştir" şeklinde açıklarlar. İsa, Hristiyanlara göre Tanrı'nın yaşayan, diri sözüdür. Bu doğan söz Tanrı'nın parçası değildir, çünkü Tanrı parçalara bölünemez. Hristiyanlara göre üç kişilikli olan Tanrı'nın özünün ikinci kişisi ezeli söz (logos), tarihte bir zamanda kul özü kişiliği alarak insan bedenine girmiştir ve bu İsa Mesih'tir. Hristiyanlar Tanrı'nın üç kişiliği ile ilgili bilgilerin Tevrat'ta da anlatıldığına inanır. Tanrı doğasının İsa'nın bedeniyle ilgisi yoktur. "Baba" ile aynı olan bir doğayı taşımaktadır ikisi de aynı kaynaktandır. Bu nedenle de İsa, Tanrı olarak kabul edilir. Pavlus bir mektubunda İsa'nın insan doğası ve tanrı doğası arasındaki ilişkiyi şöyle açıklar: "Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama yüceliğinden soyunarak kul özünü aldı ve insan benzeyişinde doğdu. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı." İsa, İncil'de "Baba"ya seslenirken bu konuşma aynı varlığın iki benliği arasında geçer. İsa'nın kul özü kişiliği, ilahi kişilikle konuşur, yani Baba'ya dua edenin İsa'nın kul özü olduğu söylenir. Kul özü de almış olan Tanrı'nın ikinci kişiliği (söz), artık dünyada iken doğa değil ama konum olarak Öz'den aşağı seviyededir bu nedenle Yeni Ahit'te "Baba benden üstündür" dediği yazılıdır. İncil, İsa'nın çarmıha gerildikten sonra tekrar yüceltileceğini söyler. Çünkü artık dünyada olmayacak ve kul özü kalmayacaktır. Nasturiliğin kristolojisi de teslisçi Kadıköy Hristiyanlığı gibi diofizitçi olmakla birlikte aralarında fark vardır. Nasturiliğe göre, İsa iki kişiden meydana gelmektedir: Tanrısal logos ve insanî kişi. Bu iki kişi, İsa'da bir aradadır. Nestorius, Meryem'in sadece insan olan İsa'nın annesi olduğunu, bu yüzden ona theotokos demenin hatâ olduğunu savunmuştur. Nestorius, bu kavram yerine hristotokos (Mesih doğuran) kavramını önermektedir. Birinci Efes Konsili'nde (431) ve Kadıköy Konsili'nde (451) Nestorius'un görüşleri sapkın olarak kabul edildi ve reddedildi. Ana akım Hristiyanlık olan Kadıköy Hristiyanlığına göre İsa iki kişiden değil tek bir kişiden meydana gelmektedir fakat bu tek kişinin iki tabiatı vardır. Monofizitçilik, Nasturi diofizitçiliğe tepki olarak ortaya çıkan bir kristolojidir. Monofizitçilik iki ana akımdan meydana gelmiştir. Bunlardan Apolinaryanizm inancına göre, İsa'nın insani bir bedeni vardır fakat, bu bedenin ruhânî parçası, tamamen ilâhî logosun egemenliğine girmiştir ve İsa'nın maneviyatı tek bir tabiattan oluşmaktadır ve bu tanrısal kişiliktir. Apolinaryanizm, Birinci Konstantinopolis Konsili'nde (381) ana akım Hristiyanlık tarafından sapkın ilan edilmiştir. Diğer bir monofizitçi görüş olan Evtikyanizme göre ise İsa'nın insânî tabiatı, tanrısal tabiatı içinde, bir damla balın denizde yok olması gibi yok olmuştur ve enkarnasyondan sonra onun artık sadece tanrısal tabiatı vardır. Bu görüş, Kadıköy Konsili'nde (451) reddedilmiştir. Doğu Ortodoks Kiliseleri, İsa'nın tabiatı hakkında miafizit görüşe sahiptir. Bu inanca göre, İsa'nın tanrısal tabiatı ve insani tabiatı birleşmiş durumdadır fakat ikisi birbirine karışmadan, kendi özellikleri değişmeden, aralarında ayrılık olmadan tek bir kişinin tek bir tabiatıdırlar. Doğu Ortodoksları, İsa'nın tabiatı hakkındaki duruşlarını ifade etmek için İskenderiyeli Cyril'in şu sözünü alıntılamaktadırlar: "Hulûl etmiş Tanrı Kelimesinin tek tabiatı" (μία φύσις τοῦ θεοῦ λόγου σεσαρκωμένη mía phýsis toû theoû lógou sesarkōménē). Miafizitçi anlayış, Tanrı'nın iki kişiliği olduğunu savunan Nasturi diofizitçiliğe tepki olarak ortaya çıkmıştır ancak Kadıköy Hristiyanlığı tarafından monofizitçi olarak görülmektedir ve reddedilmektedir. Déjà vu Déjà vu ("daha önceden görmek") ( [deja vü], yaşanılan bir olayı daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusu. Anı daha önceden yaşamışlık hâlidir. Fransızca; déjà ("daha önceden") ve voir ("görmek") kelimelerinden oluşmaktadır. Beynin, yorgunluk hissi veya başka nedenlerden dolayı bir görüntü, ses, vb. herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamas
ından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabilir. Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından da kaynaklanabilir. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayın daha önce yaşanmış olduğu yanılsamasına kapılır. Bu durum sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan kaynaklanır. Yoğun miktarda alkol alımının ertesi sabahı (akşamdan kalma iken) gerçekleşme ihtimali yüksektir. Araştırmalara göre insanların %50'den fazlası hayatlarında en az bir kere "déjà vu" durumunu yaşamıştır. İnsanların çoğu bir süre sonra, en son ne zaman "déjà vu" yaşadığını unutur. Ancak bazı kişilerde bu olaylar onlara çok sıra dışı olduğundan dolayı yaşadıkları déjà vu'leri unutmayabilirler. Bir şeyi daha önce işittiğini sanmak. Bir şeyi daha önce de yaptığını sanmak. Bir şeyi daha önce de düşünmüş olduğunu sanmak. Bildiği ve gördüğü bir şeyi veya kimseyi hiç görmemiş olduğunu sanmak. Déjà vu'nün zıddıdır. Bu durumda insanlar tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebilirler. Déjà vu'ye benzer nedenlerle ortaya çıkar. Fibrinojen Fibrinojen suda erir, kanın pıhtılaşmasında görev alır. Kan plazmasının yaklaşık %5'i fibrinojendir. Isıtıldığında pıhtılaşır. Karaciğerde sentez edilen, kan plazmasında bulunan ve pıhtılaşma olayında önemli rol oynayan kan proteinidir. Fibrinojen, kan pıhtılaşmasında meydana gelen “fibrin” in öncü maddesidir. Pıhtılaşma gerçekleşirken, fibrinojen trombin maddesi etkisiyle ve iyonize kalsiyumla fibrine dönüşerek pıhtıyı oluşturur. Fibrinojen sadece kan plazmasında değil, aynı zamanda çeşitli vücut sıvılarında (lenf sıvısı, iltihabi sıvı birikintileri vb.) da bulunur. Plazmadaki fibrinojen miktarı yaklaşık olarak 5 g/litre’dir. Çeşitli karaciğer rahatsızlıklarında sentezlenme olaylarının bozulmasıyla kandaki fibrinojen miktarı azalır. Gebelik, eklem romatizması ve iltihabi durumlarında da kanda fibrinojen miktarı artar. Doğumdan veya sonradan olan bazı rahatsızlıklarda fibrinojenin görev yapamaması söz konusu olabilir. Böyle durumlarda insan plazmasında yoğunlaştırılmış fibronojenin hasta şahsa verilmesiyle eksiklik belirtileri ortadan kaldırılır. Tibet Budizmi Tibet Budizmi. Tibet, Moğolistan ve Bhutan başlıca olmak üzere Nepal, Hindistan, Çin, Rusya ve bazı Orta Asya Türklerinde takip edilen Budizm koludur. Kimi yerlerde Lamacılık olarak da adlandırılmaktadır. Tibetçe "Lama" (= öğretmen) den doğan bu kelime, aynı zamanda bir unvan olarak da kullanılmaktadır. Budizmin Vajrayana koluna aittir. Tibet'e Budizm, M.S. 5. yüzyılda gelmiş ve 7. yüzyılda "Tibet Kralı Srongtsen Campo" tarafından yaygın hâle getirilmiştir. Sekizinci yüzyılda ilk defa, Tibet budistleri kurumsal bir yapı kazanmıştır. Bugünkü kırmızı şapkalılar lakaplı Niyingma okuluna ait Tibet rahipleri, bu ilk yapının devamıdır. Tibet Budizmi'nin tatbik edilen şeklinde, Buda Dharma'nın öğrenilmesi, ahlâkî öğütler, nefisle mücadele, tefekkür ve meditasyon gibi içe bakış yöntemleri önemli yer tutar. On birinci yüzyılda yaşamış bir Hint Budist üstat olan Atisha ve 14. yüzyılda yaşamış Tibetli Budist üstad Je Tsongkhapa'nın Budist öğretiye çok önemli katkıları olmuş ve bu da sarı şapkalılar lakaplı Gelugpa okulunun doğmasına yol açmışdır. Tibet'in ruhani lideri Dalai Lama da Gelugpa kolundandır. Ana olarak Nyingma ve Gelugpa okulları dışında Tibet Budizminde bir de Sakya ve Kagyu okulları bulunur, özünde aynı Buda Dharma'yı paylaşan okullarda sadece ileri uygulamalarda ufak farklılıklar görülür. Budist terimi daha çok batıda kullanılan bir terim olup, bu terimin Tibetçedeki karşılığı Nangpa kelime olarak "içe bakan, içte araştıran" anlamına gelmektedir. 31 mart 1959'da Komünist Çin'in Tibet'in kutsal şehri Lhasa'yı kuşatmaya almaya başlamasıyla, zamanın Hindistan başbakanı Nehru'nun daveti üzerine Dalai Lama ile birlikte yaklaşık 80.000 Tibetli Hindistan'a geçiş yapmış ve buradan Hindistan'ın değişik yerlerine, Nepal, Bhutan ve dünyanın değişik yerlerine mülteci olarak yerleşmiştir. Tibet Budizminin lideri Dalai Lama, ve birçok Tibet Budist manastırları bugün Hindistan sınırları içerisinde Dharamsala'da yerleşik durumdadır. Tibet Budizmi, insan ruhunun ölüm olayından tekrar doğmasına dek içinde bulunacağı koşulları ve geçireceği bilinç hallerini ayrıntılı bir biçimde açıklayan ve ruha ölüm sonrasında geçirebileceği haller konusunda rehberlik yapan Tibet'in Ölüler Kitabı-Bardo Thödol, farkındalık uygulamaları, ileri seviye içebakış-meditasyon teknikleri ve şefkat geliştirme uygulamaları ile öne çıkan, Budizm'in önemli bir koludur. Başlangıçta, Vajrayana öğretisi Tibet-Moğolistan bölgesinde, Buryatya ve Tuwinien’den Moğolistan’a kadar yayılmıştır. En geniş kapsamda öğreti Hindistan’dan çıkmıştır; ancak Hindu Advaita-Vedanta olarak adlandırılan öğretiler bazı farklılıkları ile muhafaza edilmiştir. Ayrıca tantrik öğretiler Çin’e ve Japonya’ya da tanıtılmıştır. Vajrayana Budizm’i Bhutan’da devlet dinidir. Önemli farklılıklar ile de olsa geleneksel olarak meydana gelmiş Lamaist bir halk Avrupa’da yaşamaktadır ve bu halka Kalmücken denmektedir. Son yüzyılın 70’li ve 80’li yıllarından beri Vajrayana topluluğu Batı’da giderek artmaktadır. Tibet Budizm’i özellikle Avrupa ve ABD içinde yerleşmiştir ve bu ülkelerdeki sayıları Almanya, Avusturya ve İsviçre’deki okullardan da az değildir. Tibet’te Budizm farklı okullara ve yayılma alanlarına ayrılmıştır. Nyingma, Kagyü, Sakya ve Gelug okulları bunların en önemlilerindendir. Dışarıdan bakıldığında Budizm’in Tibet versiyonunun bölümleri farklı farklı okulların içinde ortaya çıkmıştır. Bu okulların destekçileri tarafından günümüzdeki okulların özgünlüğüne büyük değer verilmektedir. Bütün bu özverilere rağmen bu okullar arasında öğretiler ve uygulamalar alanında yoğun bir alış veriş meydana gelmiştir. Oluşumlarındaki bütün farklılıklara rağmen birbirleri arasındaki ortak noktaların ağır bastığı söylenmektedir. Nyingma geleneği Tibet Budizm’inin 4 büyük okulundan en eski olanıdır. Tantra üstadı Padmasambhava’yı yeniden canlandırır. Bu gelenek 8. yüzyıl Budizm yazıtlarının Sanskritçeden Tibetçeye olan ilk çeviri aşamaları ile oluşur. Bu yazıtların içerisinde ise Buda’nın öğretilerinin Tibet’e yayılmasının nedenleri bulunmaktadır. Bu geleneğin içinde tam mükemmellik anlamına gelen Dzogchen’in öğretileri büyük öneme sahiptir. Tibet Budizm’inin dört büyük okulundan bu en eskisi “Ataların Okulu” olarak da adlandırılır. Bu okulun üyelerine Nyingmapa adı verilir. Diğer üç büyük okul ise Kagyü, Sakya ve Gelug geleneğidir. Budizm 8. yüzyılda Hindistan’dan Tibet’e aktarılmıştır. Tibet’e Budizm’i bu yüzyılda Padmasambhava getirmiştir. Padmasambhava ismi Sanskritçede nilüfer çiçeğinden doğmuş anlamına gelmektedir. Bhutan ve Tibet’te Nyingma okulunun mensupları tarafından daha çok 2. Buda olarak görülür ve Guru Rinpoche olarak bilinir. Guru Rinpoche Budizm’in her şeyden önce tantrik eğilimlerini vurgular. Bu, onun gücü ve yaptırımı aracılığıyla Tibet’in şeytan ve ruhlarını mağlup ettiğinin ve koruyucu olarak ettiği yemin ile de Buda’nın öğretilerine bağlı olduğunun göstergesidir. Bu nedenden ötürü o zamana kadar Tibet’te geçerli olan Bön dinine karşı Vajrayana Budizm’i üstün gelmiştir. Nyingma Geleneği “Eski çevirilerin” okulu olarak da tanımlanır ve Guru Rinpoche ve Shantarakshita’nın (Başrahip) öğreti faaliyetleri ile başlayan ilk geleneksel düşünceye doğru yol açar. Guru Rinpoche ve Shantarakshita Tibet’teki ilk Budist manastır Samye’yi kurmuşlardır. Bu manastır, zamanının en önemli öğreti merkezi haline gelmiştir. Kral Trisong Detsen (Trisong Detsen 756 ve 796 yılları arasındaki Tibet kralıdır. Budizm’in Tibet’e kesin ve resmi olarak girişi onun zamanında olmuştur) Guru Rinpoche ve öğrencilerine Budist öğretilerin Sanskritçeden Tibetçeye çevirme görevini vermiştir. Guru Rinpoche ve Shantarakshita bu görevi yerine getirebilmek için 108 çevirmen yetiştirmiştir. Bu büyük çeviri sürecinin yazılı ürünleri Tibet Budizm’inin bütün okullarının temelini oluşturur. Sadece tantrik eserlerde ve aktarım esnasında farklılıklar olmuştur. 8. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar Nyingma Geleneği Tibet’teki tek Budist okuluyken 11. yüzyıldan itibaren “Yeni Çevirilerin” okulları (Tibet Sarma) ortaya çıkmıştır. Bu yeni çeviriler esas olarak Tantra’nın o güne dek henüz çevrilmemiş aktarımlarına dayanır. Tibet’te 55 yıl bulunması ve bu süre zarfında birçok öğrencinin kurtuluşuna öncülük etmesi konusunda Padmasambhava’nın hayat hikâyeleri en geniş anlamıyla diğerleriyle örtüşmektedir. Nyingma geleneğine göre bu dünyada Padmasambhava halen hassas varlıkların kurtuluşuna öncülük etmek için çalışır. O’nun inayeti (ihsanı) kendisine yönelen, yakınlık gösteren bütün kişiler içindir. Tibet’teki Nyingma okullarının manastırları Samye, Mindröl-Ling, Dorje Drag, Pelyül, Dzogchen, Schechen ve Kathog’dur. Nyingma manastırlarının büyük bir kısmının oluşumu Nyingma’nın bu büyük merkezlerinden ayrılmasıyla oluşmuştur. Kaynak Tibet Budizm’inin bir özelliği de gizli hazineleridir (Tibet Terma). Guru Rinpoche ve onun yakın öğrencileri ayin eşyalarını ve kutsal emanetleri, metinlerin yüzlercesini gizli bir yerde saklarlar. Bu saklama işi, 836–842 yıllarının Budizm’e düşmanca bakan Tibet kralı Langdarma’nın tahriplerinden Budizm öğretilerini korumak için yapılmıştır. Bu sebeple özellikle Nyingma geleneğinde iki tür değişik aktarım doğmuştur. Bunlar üstattan öğrenciye kesintisiz bir dizge içindeki “uzun” aktarım yolu ve gizli hazinelerin “kısa” aktarım yolu olarak adlandırılmıştır. Termalar sonraları “hazine bulucuları” olarak adlandırılan özel yetenekli üstatlar tarafından yeniden keşfedilmiş ve öğrencilere aktarılmıştır. Genellikle bu üstatlar Guru Rinpoche’nin 25 asıl öğrencisinin somutlaşmış halidir. Böyle yüzyıllar boyunca, Nyingma okulunun öğretilerinin yeni öğretilerle sürekli olarak tamamlandığı aktarım yolunda çok katmanlı bir sistem oluşmuştur. Bu yeni öğretilerin her biri kendi zamanına uygundur ve birçok öğrenci
bu öğretilerle aydınlanmıştır. Nyingma Geleneğinde birçok büyük bilge vardır. Longchen Rabjam bu kişiler arasında en önemlisidir. Longchen’in en önemli eserleri “Yedi Hazine”, “Rahatlamanın Üç Aşaması”, “Doğal Kurtuluşun Üç Aşaması” ve “Kalbin Özünün Dört Dalı” ile ilgili metinlerdir. Ayrıca Longchen Rabjam Nyingma yolunun Dzogchen öğretilerinin aktarımını da sistemleştirmiştir. Bu öğretiler ise Garab Dorje tarafından çıkarılmıştır. O zamandan beri söz konusu olan bu aktarım yolu “Longchen Nyingthik” olarak öğretilmiştir. Nyingma’nın tantrik öğretileri 100.000 Nyingmapa ve Tantra’nın toplamından oluşmuştur. Nyingma’ya ait tantrik sistemin Tantra’yı kendi içinde sınıflara ayırması Nyingma’nın ayırt edici bir özelliğidir. Nyingma okulları tantrik öğretileri “İç ve Dış Tantralar” olarak adlandırılan iki bölüme ayırır. Dış Tantralar: İç Tantralar Yeni Çeviri okullarında (Sarma) İç Tantralar Anuttaratantra tarafından “Ulu Yogatantra” olarak adlandırılır. Bu Ulu Yogatantra birkaç yönüyle Mahayoga’ya benzemektedir. Anuyoga ve Atiyoga’nın temsilcilerinden bazıları bu yogaları uygulayıp daha sonra tek tek Tantralar’ı farklı okullara aktarsalar bile ilk başlarda yeni çeviri geleneklerinde Anuyoga ve Atiyoga’ya yer verilmemekteydi. Nyingma Geleneğine tarihsel olarak bakıldığında 20. yüzyılın sonlarına doğru lider konumunda hiç kimse bulunmamaktaydı. Bu gelenek aktarım yollarının çok çeşitliliği ve çok yönlülüğü nedeniyle çok az gelişmiştir. Tibet okullarının tek temsilcisi olarak Nyingma Geleneğinin Tibet’teki politik tartışmaların dışında tutulduğu bir durum ortaya çıkmıştır. Büyük okul geleneklerinin her bir temsilcisinin ortaya çıkmaya başladığı dönem olan Tibet’teki işgalden sonra Tibet hükümetinin sürgünün gerçekleşmesi ile şimdiki (ilgili) bu büyük okulların liderlerinin tanınması önem kazanmıştır. İlk bakışta Nyingma liderinin bütün Nyingma yollarının ve aktarımının öncüsü olduğu düşünülebilir, ama bununla birlikte daha çok sürgün (devrik) Tibet hükümetindeki siyasi bir görevli olarak algılanması da söz konusudur. Önemli Nyingma üstatlarından Dudjom Rinpoche (1904–1987) ilk olarak 14. Dalai Lama’nın ricası üzerine Nyingma liderliği pozisyonunda görev yapmıştır. Kaynak Kral Langdarma (Langdarma Tibet krallarına verilen addır) hâkimiyetindeki Tibet Budizmi'nin devamında 11. yüzyılda eski Kadam üstatlarının geleneği olarak ortaya çıkmıştır. Bu eski Kadam geleneği Tibet Budizm’inin üç merkez okulunun ilk öncüsüdür. Bunu Hindistan’dan Tibet’e kadar uzanan ikinci çeviri aşamaları ile anlamaktayız; ancak bu okullar kendilerinin özgünlüğünü ve bağımsızlıklarını devam ettirememişlerdir. Tibet Budizm’inin Kadam geleneği, Budizm metinlerinin Sanskritçeden Tibetçeye çevirisi olan “yeni çeviriler” (Sarma) olarak adlandırılan okulların ilkiydi. Bu okul, Drom Tönpa tarafından Kadam manastırı Radreng ya da Radreng manastırı olarak Kadam geleneğinin ana merkezi Lhündrub çevresinde yapılıp kurulmuştur. Okulun kökenleri her şeyden önce Atisha’nın (Hindistan da Pala Hanedanlığı zamanında üniversite manastırının ünlü başrahibi) öğretilerine ve onun Lamrim adındaki öğretilerin temsili ve uygulama biçimlerinin sunulduğu “aydınlanma yolunun ışıklarına” dayanır. 14. yüzyılın sonları 15. yüzyılın başlarında Kadam geleneği mensupları özellikle “yeni Kadampalar” olarak tanımlanan Gelug Okuluna doğru yönelmişlerdir. Günümüzde Tibet Budizm’inin dört Vajrayana geleneğinin hepsinin içinde Kadam geleneğinin izlerine rastlanmaktadır. Atisha her şeyden önce üç tane çizgiyi sürdürmüş ve Tibet’te bunları yaymıştır. 1-Buda Shakyamuni (Siddhartha Gautama), Manjushri, Nagarjuna üzerine derin oluşum felsefesinin çizgisi, 2-Buda Shakyamuni, Maitreyanatha, Asanga üzerine sonsuz faaliyetlerin çizgisi ve 3-Buda Vajradhara, Tilopa, Naropa’nın nimet ve uygulamalarının aktarım çizgisi. Atisha’nın açıklamalarında “sığınma” (Budizm) ve Bodhichitta (Mahayana Budizm’inde insanlara yardım ederek onları aydınlatan, Buda gibi görülen kimse) merkezi bir role sahiptirler. Bunun devamında Atisha Budist tarikat kurallarının yerine getirilmesine büyük değer vermektedir. Atisha’nın yöntemi Kadam okulları için ayırt edici bir unsurdur. Kadampa’nın öğretileri daha çok Sutralara dayanır ve öncelikli olarak Buda Shakyamuni’yi (Siddhartha Gautama) öğrenme sürecinde oluşturulmuştur. Sutra ve Tantra derneklerinin tutarlı uygulama yöntemini gösteren “dört tanrı” ve “üç hakikat” (Dharma’nın) geleneği, Atisha’nın Drom Tönpa’ya vasiyetinin ilki olarak kabul edilir. Daha sonra ise “yedi ilahi hakikatin” (Dharma’nın) görkemli mirası adı altında Atisha’nın Kadam Geleneği oluşmuştur. Kadam çizgisinin destekçisi, vücudunu “dört tanrı” (Buda Shakyamuni, Avalokiteshvara, Tara ve Achala) ile süsler, dilini “üç sepet” (Tripitaka) ile, ruhunu ise kişisel ahlak disiplini olan Meditasyon ve bilgi ile, yani “üç dersin” uygulamaları ile süsler. Kadampa’nın yedi ilahi hakikati “üç sepet” ve “üç derse” böylece “dört tanrı da” dâhil olmuştur. Tibet Budizmi'nin Kagyü okulları çevirmen Marpa’ ya dayanmaktadır. Marpa ise Kagyü’nün babaları olarak bilinen Tilopa ve Naropa’nın büyük sembolünün (Mahamudra) aktarılmasını daha ileriye götüren kişidir. Kagyü sözlü aktarım anlamına da gelip, meditasyona özel anlamlar yüklemektedir. Tibet Budizmi'ne ait Kagyü okul geleneği, Tilopa ve Naropa’nın Mahamudra aktarım çizgisini devam ettiren çevirmeni Marpa’ya dayanır. Marpa “yeni çeviri” (Sarma) geleneğinin kurucuları olan çevirmenlerden biridir. Günümüzde Sakya-, Kagyü- ve Gelug Okulları “yeni çeviri” sürecinin Sarma okullarından sayılmaktadır. “Eski çeviri” geleneğinin gelişip ortaya çıktığı Nyingma geleneği ise 9. yüzyıldaki eski çevirilere dayanmaktadır. Marpa’nın baş okulları Yogi Milerapa adıyla anılmaktadır. Bu okullar daha çok Tibet’teki ülkenin mahrumiyet bölgesinin çıraklık devresi ve ilahileriyle bilinmektedir. Milerapa’nın hayat hikâyesini nesillere aktaran ve aynı zamanda son Tertön olan en önemli öğrencileri Rechung Dorje Dragpa (Rechungpa 1084–1161) ve Dagpo yöresinden keşiş Gampopa’dır. Gampopa engin bilgisi ile meşhurdur. Batıda da “Kurtuluşun Mücevherli Süsü” adlı eseriyle tanınır. O, eski Kadampa manastır geleneğini ve Hint üstatların Yogi geleneğini birbiriyle kaynaştırarak derslerin Kagyü okullarına ait tipik şeklini oluşturmuştur. Büyük ve küçük Kagyü okulları Gampopa Dagpo Lhaje’ye dayanır. Bu geleneğin okulları geleneksel olarak 4 büyük ve 8 küçük olmak üzere 12 okula ayrılmıştır. Daha sonraları ise Kagyü okul geleneği yörüngesinde bu çizgiye yakın duran yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır. 4 Büyük Kagyü Okulu Gampopa Dagpo Lhaje sonraları “4 okul” olarak anılacak olan 4 büyük okulu kurmuştur. Bu okullar şunlardır: 1.Barom Kagyu: Barom Darma Wangchug tarafından kurulmuştur. Aynı zamanda Latö’nün kuzey bölgesinde, Barom manastırının da kurucusudur. 2.Phagdru Kagyu: Phagmo Drupa Dorje Gyelpo tarafından kurulmuştur. Ayrıca Phagmodru içindeki Densa Thil manastırının da kurucusudur. 3.Karma Kagyu: Kamtshang Kagyü adıyla da bilinir. 1. Karmapa Je Düsum Khyenpa tarfından kurulmuştur. 4.Tshelpa Kagyu: Lama Shang tarfından kurulmuştur. Aynı zamanda Gungthang Manastırının da kurucusudur. Sekiz Küçük Kagyü Okulu Küçük Kagyü Okulları olarak adlandırılan bu okulların kaynağı Gampopa’nın öğrencisi Phagma Drupa Dorje Gyelpo’dur (1110–1170). Kagyu okulları şunlardır: 1.Drigung Kagyu (T.: 'bri tion BKA' brgyud) Jigten Gönpo tarafından kurulmuştur. (T.: 'jig rten mgon po, 1143-1217). 2.Drukpa Kagyu (T.: 'brug pa BKA' brgyud) Lingrepa Pema Dorje (T.: ras pa tampon ma Rdo rje gling, 1128-1188) ve onun öğrencisi Tsangpa Gyare tarafından kurulmuştur. (T.: gtsang pa rgya ras, 1161-1211). 3.Shugsep Kagyu (T.: Shug gseb BKA 'brgyud): Gyergom Tshülthrim Sengge tarafından kurulmuştur (1144-1204), 1181 de Shugsep manastırını da kurmuştur. 4.Throphu Kagyu (T.: KHRO Phu BKA 'brgyud): Rinpoche Gyatsa, Phagmo Drupa’nın yeğeni ve öğrencisi ve onun da öğrencisi Throphu Lotsawa Champa Pel tarafından kurulmuştur. (1173–1225) Aynı zamanda Tsang’daki Throphu Manastırı da pel tarfından kurulmuştur. 5.Taglung Kagyu (T.: Stag akciğer BKA 'brgyud): Taglung Thangpa Trashi Pel (T. tarafından kurulan: Stag akciğer thang pa bKra dpal shis, 1142-1210). 6.Marpa Kagyu (T.: Smar pa BKA 'brgyud) Marpa Drubthob T. Sherab Sengge tarfından kurulmuştur. (: Smar pa thob grub shes rab ye shes) Kham’daki Sho manastırın da kurucusudur. 7.Yasang Kagyu (T.: g.ya 'bzang BKA' brgyud): Sarawa Kelder Yeshe Sengge tarafından († 1207) kurulmuştur. 8.Yelpa Kagyu (T.: yel pa BKA 'brgyud): Yelpa Drubthop Yeshe Tsegpa tarafından kurulmuştur, Yelphug manastırının da kurucusudur. Kagyü okul geleneği çerçevesinde Rechungpa’ya dayanan, kendine özgü yoğun Yoga uygulamalarının olduğu söylenen aktarım çizgisi bulunmaktadır. Shangpa Kagyu (T.: Shang pa BKA 'brgyud): Marpa’ya ait Kagyü geleneğinin öğretilerine yakın olan bir çizginin adıdır. Bu okullarını her birinin kendilerine özgü kökenleri vardır, Marpa’ya dayanmamaktadır. Bugün bu okullar diğer okulların ayrılmaz bir parçası haline gelmişlerdir. Dagpo Kagyu (TIB: dwags po BKA 'brgyud): dört büyük Kagyü okulu için kullanılan ortak tanım olarak ortaya çıkmıştır. Gampopa’nın amca ve yeğenlerine dayanan bir başka tanımlama ise kendine özgü bir çizginin sadece bir parçası olduğu şeklindedir. Marthsang Kagyü: Marhsang Sherab Sengge tarafından kurulmuştur. Kagyü okullarının asıl aktarımı Mahamudra’nın öğretilerinden oluşur. Mahamudra, Gampopa tarafından farklı farklı eserlerde açıklanmış ve Naropa’dan Marpa’ya aktarılmıştır. Tibet Budizmi'nin hemen hemen bütün okul geleneklerinde bulunan Naropa’nın altı Yogası olarak da adlandırılan bu aktarım Kagyü okullarında büyük öneme sahiptir. Kagyü okullarında nesilden nesile geçen önemli tantrik uygulamalar, Chakrasamvara, Hevajra ve Vajravarahi ile alakalı Yidam uygulamalarıdır. Rime, üstat Jamgön Kongtril Lodrü Thaye kökenli olan Kagyü çizgisi ekseninde 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle Tibet’in bütün bölgelerinden sınıf atlatan öğ
retilerin ve bütün geleneklerin üstatlarının bir araya getirdiği Rime Hareketi olarak da adlandırılır. 1958 yılında Kagyü Okulu 103 manastır ve 9600 civarında keşişe sahipti. 1995’in sonlarında bu sayı manastırda 105, keşişlerde ise 3643 olmuştur. Kökeninin dayandığı Tibet ve Moğolistan’daki yayılma alanlarının yanı sıra Kuzey Asya’nın bir kısmı, Avrupa ve Amerika’da da yayılmıştır. Khön Könchog Gyalpo tarafından 1073'te kurulan Sakya Tibet Budist manastırlarının adıdır. Bu Sakya geleneğine ait Güney Tibet’te Shigatse yakınlarında merkez bir Sakya manastırı bulunmaktadır. Sakyapa’nın (Sakya mensupları), tantrik öğretileri 11. yüzyılda Bari Lotsawa tarafından Sanskritçeden çevrilmiştir. Bu nedenden ötürü Sakya geleneği beş saygıdeğer üstat tarafından kurulmuştur da diyebiliriz. Bu kişiler Hint üstatlarının Mahamudra geleneğini devam ettirmektedirler. Sakya Khön Könchog Gyelpo (1034–1102) tarafından kurulmuş 1073 yılının Budist manastırlarının adıdır. Bu manastırlar aynı isimlerle Çin Halk Cumhuriyeti, Bağımsız Tibet Bölgesi ve Shigatse Yönetim Bölgesinde Bir Sakya çemberi oluşturmuşlardır. Bu gövde mahiyetindeki manastırlardan oluşan Sakya Geleneği Tibet Budizmi'nin dört büyük geleneğinden (Nyingma, Sakya, Kagyü ve Gelug) biri olmuştur. Aralarında Hevajra-Tantra ve Guhyasamaja-Tantranın da bulunduğu Sakyapa’ya ait tantrik öğretilerin en önemli bölümleri Bari Lotsawa tarafından (1040–1112) çevrilmiştir. Doğu Kham doğumlu Bari Hindistan’a seyahat etmiş ve orada üstat Virupa ile karşılaşmıştır. Bunun yanında farklı farklı tantrik öğretileri çevirmiş ve Tibet’e bırakmıştır. Sözü edilen beş büyük üstat öğretileri, Hint büyük üstatların ve Virupa’nın öğretilerinden yola çıkarak oluşturmuşlardır. Virupa’nın Mahamudra deneyimi ve diğer birçok büyük liderin öğretileri benimsenmiştir. Sachen Künga Nyingpo hem Avalokitesvara adı verilen Bodhisattva anlayışının hem de Buda bilgisi anlamına gelen Manjushri’nin tezahürü olarak görülmektedir. Lamdre’nin (yol ve meyve) Sakya sistemi, Hevajra- Tantra metinleri ile tanınmıştır. Büyük üstat Sakya Pandita Künga Gyelhtsen –aynı zamanda Sakya çizgisinin 6.taht sahibi- kendi zamanında Sutra ve Tantra alanlarındaki bilgisi ile Sakya okulları arasında oldukça ünlüydü. Mantık üzerine olan çalışmaları bu konuda başvurulan standart bir eserdi. Sakya çizgisinin öğretileri eski Kadam okulunun takipçilerinden devralınmıştır. Vajrakila hakkındaki öğretiler 9. yüzyılda Khön ailesinin üyesi olan Guru Rinpoche tarafından zaten aktarılmıştı. Daha sonraları bu aktarım çeşidi, ortaya çıkan Sakya okulunun öğretim kadrosunun tarzına uyum sağlamıştır. Ayrıca Vajrayogini ile alakalı uygulamalar Naropa tarafından Khön ailesinin bir üyesine aktarılmıştır. Ra aktarım çizgisine göre Kalachakra’ya ait tantrik uygulamalar da bütün bunların devamında eklenmiştir. Sakya geleneğinin günümüzdeki taht ve çizgisinin lideri 41.Sakya Thridzin Ngawang Künga Thegchen Pelbar’dır. Taht sahibinin görevi Khön ailesinin iki evi arasındaki düzeni sağlamaktır. Sakya Thridzin ara sıra Avrupa’da da eğitim vermektedir. Bu çizginin diğer önemli üstadı Kanada’da yaşayan Sakya Thridzin’in kız kardeşi bayan üstat Jetsün Chime Luding’dir. Jetsün batıda düzenli olarak öğretim ve konferans faaliyetlerinde bulunmuştur. Bayan üstat bu çizgi içinde insansı Dakini ve Tara, Prajnaparamita ve Vajrayogini olarak görülmektedir. O, nitelikli 12 üstattan biri ve Lamdre ya da amaca götüren yolun aktarımını gerçekleştiren kişidir. Lamdre, Sakya geleneğinin yüksek düzeydeki ve derinlemesine işlenilen sözlü dersleridir. Dzogchen, Cö ve Kalachakra gibi Lamdre de meditasyon uygulamalarının Tibet’teki tek ve eksiksiz sistemlerine aittir. Sakya geleneğinde Hevajra-Tantra’sının önemi büyüktür; ama aynı zamanda diğer Tantralar da aktarılmaktadır. Amerika ve Avrupa’ya yerleşen Sakya toplulukları Almanya’da da mevcuttur. Kökeni Sakya çizgisinden gelen Tertön (hazine bulucu) Jamyang Khyentse Wangpo’nun hâkimiyetinde 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle Tibet’in bütün bölgelerinden sınıf atlatan öğretilerin ve bütün geleneklerin üstatlarının bir araya getirdiği Rime Hareketi olarak da adlandırılır. Gelug “erdemlilerin okulu” anlamına da gelip Tsongkhapa tarafından kurulmuştur. Eski Kadampa okulunun fikirlerini savundu ve Vinayana kurallarının anlamını ulvileştirdi. Bu sebepten dolayı Gelug geleneği keşişlik disiplinlerine ve zorunlu bekârlığa büyük önem vermektedir. Gelug geleneği uygulamasının temelinde eski Kadampa geleneğinin öğretileri bulunmaktadır. Gelug okulları Tibet Budizmi'ne (Vajrayana) ait dört büyük okulun en genç olanıdır. Bu okulun mensuplarına Gelugpa adı verilir. Başlangıçta Gelug okulları daha çok duru Mahayana’ya yakın duruyordu. Bu okulların sözde yöneticisi (başı) Ganden Thripa’dır. Kalachakra-Tantra’nın öğretileri Gelug okullarında da büyük bir öneme sahiptir. Gelug geleneğinde tantrik değerler taşıyan temel aktarımlardan bazıları Guhyasamaja, Chakrasamvara ve Yamantaka uygulamalarıdır. Naropa’nın altı Yoga’sı örneğinde olduğu gibi yüzyıllar boyunca bu gelenek diğer okullardan birçok farklı farklı tantrik öğretileri kendine mâl etmiştir. Hâlihazırdaki bu öğretilere Tsongkhapa yeni yorum getirmiştir. Tibet Budizmi'nin bütün okullarında bu yorumları konuların geniş kapsamlı araştırmasından sonra ortaya koymuştur. Nyingma’nın farklı tantrik öğretileri gibi Sakya ve Kagyü okullarından çıkmış farklı Mahamudra öğretileri de Gelug okulları tarafından aktarılmıştır. 5. Dalai Lama Ngawang Lobsang zamanında Gelug geleneğine “tam mükemmellik” ile ilgili öğretiler aktarılmıştır. Tibet-Moğol kültür çevrelerinin yanı sıra Amerika ve Avrupa’da da Gelug topluluklarına rastlamak mümkündür. Birçok Tibetli mültecinin İsveç’e yerleşmesi bu geleneğin Avrupa’ya yayılmasındaki ağırlık merkezidir. Almanya ve Avustralya’da da Gelug toplulukları bulunmaktadır. Rime hareketi 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Rime hareketi denmesindeki sebep, bütün geleneklerin üstatlarının ve bütün Tibet karşıtlarının sınıf atlatan öğretilerinin bir araya getirilmesidir. Bundaki amaç ise Tibet’teki okullarda yaygınlaşan rekabete bir son vermekti. Tibet’in tüm bölgesinden bütün geleneklerin üstatları tarafından grup atlatıcı öğretiler bir araya toplanmış ve bu oluşuma Rime Hareketi olarak adlandırılmıştır. Rime Hareketi, 19. yüzyılda eski metinleri keşfediciler (Tertön) olarak bilinen Jamyang Khyentse Wangpo, Jamgön Kongtrül, Lodrö Thaye ve Orgyen Chogyur Lingpa’dır. Bütün bunlara Rinchen Terdzö’nün Terma (hazine) derlemeleri de dâhildir. Nyingma okulları için özel anlamı olan Terma geleneğinin de var olduğu ve Nyingma geleneğin ilk olarak yayılmaya başladığı Tibet, Bhutan, Nepal ve Sikkim bölgelerinin yanı sıra bu geleneğin toplulukları Amerika ve Avrupa’da da yayılmıştır. Aynı şekilde Almanya, Avusturya ve İsveç’teki sayıları da azımsanacak miktarda değildir.Kaynak Geshe, Tibet Budizmi'nde Budist bilginlerinin kullandığı unvanlardan birinin adıdır. Budist bilginlere (Geshe) Tibet manastır üniversitelerinde eğitim verilir. Bir Geshe, Budizm bilgisinin öğrenimini görür ve mantık, metin, tören ve doğru bir başlangıç konusunda uzmanlaşır. Geshe’ler Budist bilgisinin koruyucularıdır. Geshe öğrenimi 4 Geshe derecesi kazanılmış olarak sona erer. Bu dereceler Dorampa, Lingte, Tsorampa ve Lharampa’dır ve en üst seviyedeki de Lharampa’dır. Bu en üst seviyedeki derece için gerekli olan eğitim yaklaşık 20 yıl sürer ve bu süre zarfında yıllık girdikleri sınavları sırasına göre geçerler. Bu sınavlar, Budist teoloji ve felsefesinin bütün alanları hakkındaki karşılıklı tartışmalarda aydın yetilerini sınama olanağı sunar. Öğrenimin geleneksel 6 bölümü bu sınamanın sonucuna bağlı olarak gerçekleşir: Geshe bir bilgindir, manevi bir üstat (Lama) değildir. Bir Lama öğrencilerinin ruhsal gelişimlerini destekleyerek manevi deneyime sahip olur. Esas itibarıyla Lama tanımı için hiçbir resmi unvan ayrımı yoktur. Keşişlerin belirli niteliklerine bakılmaksızın (Geshe olsun ya da olmasın) manastır üniversitelerinde Lama olarak adlandırılırlar (Lama Tongo). Lamalar ve Rinpocheler (Rinpoche: Vajrayana’da rütbeli bir kişi ya da bir Lama için onur unvanı.) genellikle Geshe’liğin geleneksel eğitimini almış olarak mezun olurlar (Örneğin; 14. Dalai Lama aynı zamanda bir Lama Lharampa’dır.); ancak Lama olarak kabul edilme konusunda bu seviyede mezun olmanın hiçbir etkisi yoktur. Kültür devrimi süresince devam eden din yasakları nedeniyle Tibet’te Tulkular’a örnekler bulabiliriz. Tulkular Vajrayana Budizm’inde eski üstadın selefi olarak bilinen Budist üstadıdır. Tulkular Lama olarak çok saygındırlar ve bunun yanı sıra bu yaşamın içinde hiçbir eğitim görmemişlerdir. Kaynak Orion (takımyıldız) Orion (Avcı Takımyıldızı), Gökyüzünde hem güney hem de kuzey yarıküresinde bulunan ve bu sayede tüm dünyadan görülebilinen, oldukça parlak yıldızlardan oluşan dolayısıyla da kolay bulunabilinen takım yıldız. Avcının belirgin şekli dört belirgin yıldızdan oluşan boyu eninin iki katı kadar olan bir dikdörtgen ve bu dikdörtgenin merkezinde çapraz durmakta olan üç ayrı yıldızdır. Betelgeuse avcının sağ omzuna, Bellatrix sol omzuna, Rigel sol ayağına ve Saif de sağ ayağına denk gelir. Ortadaki üç çapraz yıldız (alttan üste sırayla Alnitak, Alnilam ve Mintaka) avcının kemerini (Orion kuşağı olarak da bilinir) oluşturur. Kuşağın altında bulunan Orion Bulutsusu (nebulası) avcının kılıcıdır. Heka adındaki avcının başını simgleyen kısım aslında üç daha sönük yıldızdan meydana gelir. Betelgeuse'un üstündeki yıldızlar avcının sağ kolunu Bellatrix'den ötede olan yıldızlarda avcının kalkanını oluşturur. Avcı kış ayları boyunca Türkiye'den rahatlıkla gözlemlenebilir. Avcıyı gözlemlemek isteyenler güney ufkuna bakmalıdır. Avcının yeri bulunulan aya göre güneybatı ile güneydoğu arasında değişir. Bünyesinde gökyüzünün en parlak yıldızlarından Rigel (7. en parlak yıldız) ve Betelgeuse (10. en parlak yıldız) bulunur. Avcının komşuları Boğa, İkizler, Eranus nehri, Tavşan takımyıldızlarıdır. Hathor Hathor Mıs
ır mitolojisi'nde en önemli tanrıçadır. Hathor (Mısır dilinde Horus’un evi anlamında) samanyolu galaksisinin kişileştirilmesini temsil eder. Galaksimiz dünyadan ışıklı bir spiral şeklinde göründüğü için eski Yunan ve Latin dillerinde olduğu gibi İngilizce’de de “Süt gibi Yol” anlamına gelen Milky Way olarak adlandırılmıştır. Hathor bazı figurlerinde memelerinden süt akan ilahi bir inek olarak çizilir. Hathor en eski tanrıçalardandır. En azından MÖ 2700'lere kadar inek/boğa kutsallığı çerçevesinde, 2. krallık döneminde, hatta Akrep Kral döneminde bile(King Scorpion) (King Scorpion MÖ 5000'lere kadar gidebilir) Hathor’a tapıldığı tahmin ediliyor. Hathor, aynı zamanda Ogdoad kozmolojisi denilen antik Mısır yaratılış mitolojisindeki yaratıcı tanrı Ra’nın kızıdır. "Hathor aşk tanrıçası olarak da bilinir." Ayrıca müzik tanrısı olarak düşünürler. Hathor’un çok sayıda ismi vardır. Ancak 3000 yıldan beri en çok kullanılan isimlerinden biri Mehturt’dur (aynı zamanda Mehurt, Mehet-Weret, ve Mehet-uret biçiminde de söylenir) ve “büyük tufan” ya da “büyük sel baskını” anlamına gelir ki bu da “süt gibi yol”a direk bir referans içermektedir. Samanyolu gökyüzündeki bir suyolu gibi görülürdü, bu “göklerdeki Nil nehri”nde güneş tanrısı ve Mısır’a önderlik eden kral yelken açıp giderlerdi. Bundan dolayı, mehturt adı Hathor’un her yıl Nil’in taşıp sel baskınlarına yol açmasından sorumlu olduğu anlamına gelir. Bu adın gösterdiği başka bir şey de Hathor’un çok yakında olacak doğumun bir müjdecisi olarak görüldüğüdür. Amniyo kesesi yırtılıp da doğum suyu akar akmaz, bu çocuğun çok yakında doğacağını gösteren bir belirtidir. Hathor aynı zamanda çöl bölgelerinin koruyucusu olarak da gösterilmiştir. (Serabet el-Kadim) Bazı Mısırologlar, Hathor’un adına yapılmış olan tapınaktaki rölyefleri adeta elektrik lambalarına benzeyen bir yapay ışıkla ilişkilendirirler. Diğer bazı Mısırologlar ise bunun üzerinde bir yılanın doğum yaptığı bir lotus çiçeği olduğunu ileri sürüyorlar. (Dendera Tapınağına bakınız)mısır antik efsane kenti Edfu da Horus'un eşi olarak bilinir. Teb de ölüm tanrısıdır ama genel olarak aşk, neşe, dans ve alkol tanrısı olarak kabul edilir. Hathor, eşi Ra'ya kızıp Mısır'ı terk eder.Ra hemen O'nu özlediğini anlar; ama Hathor dişi bir aslan'a dönüşmüştür ve kendisine yaklaşan her insan ve tanrıyı yokeder. Bu Hathor-Sekhmet tanrıçalarının da özelliğini belirler. Daha sonrasında; Thoth; Hathor'a bir şişe iksir hazırlar ve sonra tekrar Hathor'a dönürşür. Tapınağı Dendera Tapınağı'dır. Mimar Davud Ağa Mimar Davud Ağa (? - 1599), Mimar Sinan'ın kalfalarından olup, Sinan'ın vefatından sonra Osmanlı Devleti'nin baş mimarlığına getirilmiş olan Türk mimardır. Hasbahçe'de yetişip Kâğıthane suyolu nazırlığından başmimarlığa yükselen Davud Ağa, 1570'li yıllarda Mimar Sinan'ın kalfasıydı. Büyük selin İstanbul'u tahrip etmesinden sonra yıkılan köprü ve kemerleri onardı. Selimiye Camii, Eski Valide Camii inşasında çalıştı. 1585'de Fatih'te Mehmed Ağa Camii'ni inşa etti. 1588'de Sinan'ın ölümüyle boşalan baş mimarlığa getirildi. Fatih'deki Nişancı Boyalı Mehmed Paşa Camii'ni tamamladı, İncili Köşk ve Sepetçiler Köşkü'nün inşasında bulundu, Topkapı Ahmed Paşa Camii inşasına katıldı, Takyeci Camii ile Cerrah Mehmed Paşa Camii'ni inşa etti. 1595'te III. Murat'ın Ayasofya'daki türbesini yaptı. 1599'da vebadan vefatından bir ay önce Yeni Camii'nin temelini attı, inşasına başladı. Eserlerinde Sinan'ın sanatı devam eder. Mehmed Ağa Camii (Fatih Çarşamba), Cedid Nişancı Mehmed Paşa Camii (Karagümrük'te), Mesih Mehmed Paşa Camii (Karagümrük), Cerrah Mehmed Paşa Camii, Yeni Camii (Bahçekapı) büyük cami eserleridir. Camilere adını veren Mehmed Ağa ve Mehmed Paşa'ların türbelerinden başka, Sinan Paşa, Gazanfer Ağa, Siyavuş Paşa, III. Murat'ın türbelerini de yapmıştır. Laplace dönüşümü Matematikte sınır değer problemleri dahil diferansiyel denklemleri çözmekte ve olasılık teorisinde mühendislik alanında zamandan bağımsız doğrusal sistemleri modellemekte kullanılan bir dönüşümdür. Genel anlamda bir fonksiyonun tanım kümesini zamandan frekansa çevirir. Zaman tanım kümesinde çözmesi zor olan differensiyal denklemler frekans tanım kümesinde daha basit cebirsel denklemlere dönüştüğünden diferansiyel denklemleri çözmekte kullanılırlar. Söz konusu metot, kolay çözüm avantajına karşın ters Laplace dönüşümünün zorluğu ile dengelenir. Laplace dönüşümünün frekans karakterlerini net bir şekilde göstermesinden dolayı sinyal işlemede kullanılır. "f"("t") ve "g"("t") fonksiyonları ve bunların Laplace dönüşümleri "F"("s") ve "G"("s") verilsin: Aşağıdaki tablo tek yanlı Laplace dönüşümü özelliklerinin bir listesidir: Timsahgiller Timsahgiller ("Crocodylidae"), sıcak bölgelerde bataklıklar ve su kenarlarında yaşayan vücudu kemiksi pullarla örtülü sürüngenleri içeren, timsahlar (Crocodilia) takımına dahil bir familya. Timsah, köken olarak Arapça bir sözcüktür. Peçenekler, Kumanlar, Kıpçaklar, Basmıllar, Oğuzlar, Karluklar, Türgeşler, Hazarlar, Göktürkler, Uygurlar, Tuna Bulgarları, Kimekler Kumanlar timsaha Alavan demişlerdir. Kâşgarlı Mahmud tarafından Bağdat'ta 1072 - 1074 yılları arasında yazılan Türkçe - Arapça sözlük olan Divânu Lügati't-Türk'te de timsah sözcüğünün Türkçesi Alavan olarak geçer. Timsah, sıcak bölgelerdeki akarsularda yaşayan, Timsahgiller familyasından iri yapılı, kalın ve kabuksu derili sürüngen türlerinin genel adı. Uzaktan bakıldığında kertenkeleye benzerler. Vücutlarının üzeri, sert kemiksi plakalarla örtülüdür. Ön ayaklarında beşer, arka ayaklarında dörder parmak bulunur. Parmak araları tamamen veya kısmen perdelidir. Uzun, yandan basık kuyrukları suda kürek vazifesi görür. Güçlü dişlerle bezenmiş, çok kuvvetli çeneleri vardır. Yalnız üst çene açılır. Etli dil, alt damağa yapışıktır. Gözleri, burunları ve kulakları başlarının üst kısmında bulunur. Suda yüzerken rahatça etraflarını görür, işitir ve solunum yaparlar. Karada vücutlarını zor taşımalarına rağmen, suda çok iyi yüzerler. Gündüzleri dinlenir, çoğunlukla gece avlanırlar. Gözbebekleri dikey olduğundan gece de iyi gören timsahlar renk körüdür. Balık, kuş ve suya gelen memelilerle beslenirler. İnsanlara da saldıranları vardır. Avlarını güçlü çeneleri arasına sıkıştırıp suya çekerek boğarlar. Dişlerini avlarını parçalamada kullanırlar. Çiğnemeden parçalar halinde yutarlar. Sindirim için çakıl ve taş da yutarlar. Sonra dişlerinin arasındaki artıkları dışarı çıkarırlar. Gözleri üç perdelidir. Suya daldıkları zaman burun ve kulak delikleri birer kapakla örtülür. Ağız gerisinde bulunan bir kıvrımı damaklarına yapıştırarak soluk ve yemek borularını birbirinden ayırabildiklerinden su altında bile ısırıp yiyebilirler. Konik yapılı dişler aşındıkça yenileri sürer. Derilerinden bavul, çanta iskarpin yapılır. Bu bakımdan bol miktarda avlanırlar. Yürekleri dört gözlüdür. Aort kökleri Panizza kanalı vasıtasıyla birleştiklerinden vücutlarında kirli kan dolaşır. Diğer sürüngenler gibi soğukkanlı hayvanlardır. Vücut ısıları çevre ısısına göre değişir. Yumurtayla çoğalırlar. Çiftleşmeden sonra dişi, kıyıdaki bir kumlukta açtığı çukur içine kaz yumurtası iriliğinde 50 kadar yumurta yumurtlar. Yumurtaların üzerini kumla örterek yakınlarında nöbet bekler. Bazen bu süre üç ayı bulur. Dişi bu sürede hiçbir şey yemediğinden kilo kaybeder. Zaman zaman erkek de dişinin yakınına gelir. Ama dişisini beslemeyi akıl edemez. Yavrular, yumurta kabuğunu kırmaya hazır olunca 20 metre kadar uzaklıktan duyulan sesler çıkararak annelerini yardıma çağırırlar. Dişi, kumları açarak yumurtalardan yavruların çıkmasına yardım eder. İnce derili yavrular büyük bir titizlikle tek tek annenin ağzında su kıyısına taşınır. Bakıma muhtaç yavrular altı ile sekiz haftalık bir süre içinde anne ve baba tarafından dış tehlikelerden büyük bir dikkatle korunur. Yırtıcı kuşlar ve vahşi memeliler timsah yavrularına düşkündür. Yavrular kendilerine bakacak duruma gelince anne ve babalarından uzaklaşarak kendilerine av sahaları ararlar. Büyük timsahlardan uzak olmak zorundadırlar. Hatta bazen sonraki karşılaşmalarda anne ve babalar yavrularını tanıyamamakta, onlara av gözüyle bakmaktadır. Yavrular, balık yumurtaları, salyangoz ve su böcekleriyle beslenirler. Krokodillere çoğunlukla Amerika, Afrika, Madagaskar, Güney ve Doğu Asya ile Orta Avustralya'da rastlanmaktadır. Tuzlu sularda yaşayanları da vardır. Nil krokodilinin anayurdu Nil Irmağı olduğundan bu adla anılır. Eski Mısırlılar bunlardan korkar ve mukaddes sayarlardı. Bugün Nil kıyılarında bu timsahlar kalmamıştır. Afrika'da ve Madagaskar'da mevcuttur. Uzunluğu 7 metreye ulaşabilir. Bu timsahlar 1500 kg ye kadar ulaşabilirler. Bunların eskiden yaşamış onlarından bir tanesinin fosilinin boyu 15 metre civarında tahminen de 4000 kg kadardı. Mısır mitolojisi Mısır mitolojisi ve Mısır dini, ibrahimi dinler öncesi, yaklaşık 3 bin yıldan uzun bir süre Mısır'daki insanların inançlarının ve dini uygulamalarının bütünüdür. Mısırlılar başlangıçta evrenin kaosun kara sularıyla dolu olduğuna inanırlardı. İlk tanrı, Re-Atum, aynı Mısır karasının Nil'in taşan sularından her sene ortaya çıkışı gibi sudan (yükseldi ve) ortaya çıktı. Re-Atum'dan Şu (hava)ve Tefnut (nem) ortaya çıktı. Şu ve Tefnut'un iki çocuğu olduğu zaman dünya yaratıldı: Nut (gök) ve Geb (yer). Şu ve Tefnut karanlıklarda gezerken kaybolunca insanlar yaratıldı. Zira Re-Atum gözünü onları aramaya gönderdi ve onlara kavuştuğunda döktüğü sevinç gözyaşları insanlara dönüştü. Osiris Re-Atum'un oğlu ve Mısır'ın kralıydı. Erkek kardeşi Seth ise evrendeki kötülüğü temsil etmekteydi. Osiris'i öldürdü ve kendisi kral oldu. Osiris'i öldürdükten sonra vücudunu parçalara ayırdı, fakat İsis bu parçalardan çoğunu kurtardı. Seth kendisini kral yapmış olsa da Osiris'in oğlu Horus tarafından yenilgiye uğratıldı. Yenilen Seth çöle sürüldü ve fırtınaların tanrısı oldu. Osiris Anubis tarafından mumyalanmış ve ölülerin tanrısı olmuştur. Horus kral ve firavunların "atası" oldu. Antik Mısır'da çok kompleks ve gelişmiş bir
ahiret inancı ile birlikte "ölü bedeni ve ruhu huzurlu bir ahiret hayatına" hazırlamak için yapılan birçok ayin ve uygulama vardı. Ruh ve ahirete dair inanç özellikle vücudun korunmasında yoğunlaşmıştı. Buna göre tahnit ve mumyalama, kişinin kişiliğini ve kimliğini ahirette koruyabilmesi için uygulanmaktaydı. Mumyalama işlemi ölüyü öbür dünyadaki yaşamına hazırlamak için yapılan bir dizi törenden sadece başlangıç olanıdır. Bu işlem insanların yanı sıra boğa, timsah, kedi gibi hayvanlar içinde yapılmaktaydı. Arapça ve Farsçada "Mumiya" doğada bulunan katran ve bunun karışımlarına denilir,ilaç olarak da kullanılırdı. Gerçekte ölünün bedenini konserve edercesine korumak için yapılan "Tahnit" işleminde katranın kullanılması, onu mumya ile eş anlamlı yapmıştır. Mumyalama işlevi şöyle gerçekleştirilirdi: Önce ölü yıkanir. Burnundan sokulan aletlerle beyin çıkartılır. Göz ve ağız boşukları, yağlı keten tamponlarla doldurulup göz kapakları kapatılırdı. Rahip habeş denilen keskin bir opsidyenle vücudun sol tarafını açarak,içindekileri tamamen boşaltır ve bunları "Kanopik" denilen çömlek ve vazoların içine koyardı. Boşalan karın kısmı ve kadınların göğüs içleri,hurma şarabı ve kokulu bitkilerle temizlendikten sonra, reçine, tarçın, soğan ve kokulu mir ile karıştırılmış ağaç talaşı yerleştirilirdi. Açılan yerler dikildikten sonra Mısırlılar'ın "Net-jeryt" denilen ve kahire yakınlarındaki bir vadide bulunan "Natron" tozu sodyum karbonat veya Sodyum Klorit (tuz) ile karıştırılan madde içinde 40 veya 70 gün (soylular için 272gün) bekletilirdi. Böylece vücuttaki nem absorbe edilir, organik yapı antiseptik korumaya alınırdı. Bir çeşit insan salamurası olan bu işlemin sonunda eller göğüste veya karın üzerinde birleştirilerek vücut yatar durumuna getirilir ve kurutulurdu. Son dönemlerdeki inanca göre, ölünün ruhu Duat'taki bir mahkeme salonuna Anubis (mumyalama tanrısı) tarafından götürülür ve ölünün kalbi, ki kalbin kişinin ahlaki durumunun kayıdı olduğuna inanılırdı, Ma'at'ı (Hakikat ve Adalet) temsil eden bir tek tüye karşı tartılır. Eğer sonuç olumlu ise ruh Osiris tarafından Aaru'ya götürülür, yok eğer sonuç olumsuzsa iblis Ammit (Kalp Yiyici) - yarı timsah, yarı aslan ve yarı hippopotam - tartılmış olan kalbi yer (ve böylece yok eder) ve ruh Duat'ta kalmaya mahkûm edilir. Antik Mısır tarihinde, kısa bir dönem için, Akhenaten hükümdarlığında güneş tanrı Aten'e odaklanmış bir monoteizm (atenizm) yaşanmıştır. Akhenaten Aten dışındaki bir tanrıya tapılmasını yasadışı kıldı ve Aten için tapınakların bulunacağı yeni bir başkent inşa ettirdi (Amarna). Akhenaten'in bu "din devrimi" sadece onun ölümüne kadar devam edebildi, zira ne halk ne de aristokrat ve ruhban kesimler bu yeni dini inancı benimsemişti. Akhenaten öldükten sonra tahta geçen Tutankhamun'un zamanında eski din yine resmi din haline geldi. İlginç bir şekilde, Tutankhamun ve sonraki bazı firavunlar daha sonra hazırlanacak krallar listesinde, Akhenaten ve Smenkhare ile birlikte anılmayacaklar; listede yer almayacaklardır. Her ne kadar tarihçilerin çoğu bu dönemi monoteistik olarak tanımlasa da bazı araştırmacılar Atenizm'i monoteistik olarak tanımlamaz. Bu araştırmacılar gerekçe olarak, Atenizm döneminde insanların direkt olarak Aten'e değil, kraliyet ailesine ilahi gücünü Aten'den almış bir tanrılar panteonu gibi tapıldığını belirtirler. Yine de bu nokta tarihçiler tarafından çoğunlukla kabul görmemiştir. Amarna hanedanlığının çöküşünden sonra, Kıptik Hristiyanlık ve daha sonra İslam'ın yayınlaşmasına kadar, orijinal Mısır panteonu ana inanç olarak devam etmiştir. Antik Mısır'da yapılmış çoğu tapınak bugün varlığını sürdürmektedir. Diğerlerinin ise farklı şekillerde harabe ve kalıntıları mevcuttur. Bir kısmı ise tamamen kaybolmuştur. Firavunlardan özellikle II. Ramses birçok tapınak yaptırmasıyla belirginleşmiştir. Bazı ünlü tapınaklar: Sepetçiler Kasrı Sepetçiler Kasrı, Türkiye'nin İstanbul kentinin Fatih ilçesi, Sarayburnu'nda bulunan bu kasır. Topkapı Sarayı'nın Sarayburnu'ndaki iki kıyı köşkünden birisidir. Diğer köşk ise Yalı Köşkü'dür. Sepetçiler Kasrı'nın bulunduğu yerde saraya ait kayıklar bulunuyordu. Fransız gezgin ressam Guillaume-Joseph Grelot Türkçede İstanbul Seyahatnamesi olarak yayımlanan, özgün adı ""Relation Nouvelle d'un Voyage á Constantinople"" olan 17ç yüzyıl sonlarında basılan kitabında, buradaki kayıklar ve küçük kadırgalar için 5-6 tane kayıkhane olduğunu yazmıştır. Sepetçiler Kasrı'nda Yalı Köşkü'nde olduğu gibi Osmanlı sultanları donanmanın sefere çıkışını veya dönüşünü seyrederlerdi. Sepetçiler Kasrı Bizans İmparatoru II. Theodosius zamanında yapılan surların üzerine inşa edilmiştir. Kasrın yapımına Sultan III. Murat (1574-1595) döneminde Sadrazam Sinan Paşa tarafından 1591'de başlanmış, Ferhat Paşa'nın sadrazamlığının ilk yılında da tamamlanmıştır. Kasrın mimarı Davut Ağa olup, yapımında Dalgıç Ahmet Çavuş ve Nakkaşbaşı Lütfi Ağa'nın da yardımları görülmüştür. Mitsubishi Motors Mitsubishi Motors Corporation, (三菱自動車工業株式会社, Mitsubishi Jidōsha Kōgyō Kabushiki Kaisha) Japon otomobil markasıdır. 1984 yılından bu yana Türkiye ortaklığını Temsa ile yapmaktadır. (Otomobilden başka uçak da yapmıştır.) Bağımsız bir marka olmasına rağmen, başta Daimler-Chrysler ve PSA olmak üzere birçok üreticiyle ortaklıklar yapmaktadır. Üretimden Kalkmış Modeller Küçük karabatak Küçük karabatak ("Microcarbo pygmeus"), deniz kuşlarından karabatakgiller (Phalacrocoracidae) familyasına ait bir tür. Güneydoğu Avrupa ve güneybatı Asya'da bulunur. Kısmen göçmendirler, çoğunlukla yetiştikleri sahanın içinde kalacak şekilde, kuzeyde kalan topluluklar kışları daha güneye doğru giderler. Orta büyüklükte siyah bir kuş olan karabatak, 15–55 cm uzunluğundadır. Kanat açıklığı yaklaşık 75–90 cm arasındadır. Uzun bir kuyruğu ve kısa, kalın bir gagası vardır. Küçük karabataklar sürüler halinde durgun suyun bulunduğu sulak arazilerde veya yavaşça akan tatlı suyun bulunduğu kıyısal çatal ağızlarda yaşarlar. Küçük karabatak, sazlık veya alçak ağaçlarda kendisine çim ve ince dal parçalarından bir yuva kurar. Buraya genellikle 3-6 yumurta yumurtlar. Ebeveynlerin ikisi de 27-30 günlüğüne kuluçkaya yatarlar ve yavru kuşlar yaklaşık 70 gün sonra bağımsız hale gelirler. Çoğunlukla balık ile beslenir ve sıklıkla grup halinde avlanırlar. Türkiye'de Orta Anadolu, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde kuluçkaya yatar. Diğer mevsimlerde yaygın bir şekilde görülür. Lancia Lancia, Vincenzo Lancia tarafından 1906 yılında kurulan İtalyan otomobil üreticisi, 1969'dan beri Fiat grubunun bir parçasıdır. Denizkestanesi Deniz Kestaneleri, Echinoidea sınıfına bağlı dikenli deniz yaratıklarının ismidir. Bu yaratıklar dünyanın her yanındaki okyanuslarda bulunurlar. Dikenlerle kaplı küre şeklinde bir kabukları vardır. Kabuğun büyüklüğü yetişkinlerde genellikle 3–10 cm'dir. Tipik bir denizkestanesinin dikenleri 1-2 cm uzunluğunda, 1-2 mm kalınlığındadır. Bu dikenler çok keskin değillerdir. "Diadema antillarum" türünün 10–20 cm uzunluğunda olabilen ince dikenleri vardır. Deniz kestaneleri genellikle mat renklerdedirler, sıklıkla karşılaşılan renklere yeşil, zeytin yeşili, kahverengi, mor ve siyah dahildir. Denizkestaneleri, denizyıldızı, deniz hıyarı ve deniz zambağı gibi derisidikenlilerdendir (Echinodermata şubesi). Diğer derisidikenliler gibi pentamerizm gösterirler ve yüzlerce, küçük, şeffaf 'tüp ayaklar' sayesinde hareket ederler. Spesifik olarak "denizkestanesi" terimi simetrik ve küresel olan tipik Echinoidea sınıfı türleri için kullanılır. Fakat, yaygın olarak kullanılan deniz kestanesi terimi bazı farklı taksonomik grupları da ihtiva eder: Echinoida, Cidaroida, ki bunların çok kalın dikenleri vardır, ve diğerleri (sağdaki taksonomik kutuya bakınız). İlk bakışta bir denizkestanesi ya cansız bir nesne ya da hareket edemeyen bir canlı olarak gözükür. Bazen görülebilir tek "canlılık" işareti dikenlerdir. Çoğu deniz kestanesinde, hafif bir dokunuş dikenlerde görülebilir bir tepkiye neden olur; dikenler dokunuşun yönüne doğru yönelirler. Deniz kestanelerinin gönüşte gözleri veya bacakları yoktur. Fakat yüzeylerde, dikenleri ile birlikte çalışan yapışkan tüp ayakları sayesinde rahatlıkla hareket edebilir. Bazı türlerde uzun ve keskin olan dikenler, denizkestanelerini yırtıcılardan korurlar. Denizkestanelerin başlıca besini alglerdir. Dikenler üstüne basan bir insanda acı veren bir yara oluşturabilir, fakat ciddi anlamda tehlikeli değillerdir ve bu dikenlerin gerçekten zehirli olup olmadığı kesin değildir (ancak dikenlerin arasında bulunan pediseller zehirlidir). Denizkestaneleri denizsamuru en rağbet ettikleri yiyeceklerdendir. Maserati Maserati, yarış ve spor arabaları üreten ünlü İtalyan otomotiv firması. 1914'te Bologna`da kuruldu. Ferrari ile ortak olan firma maddi sıkıntılar sonucu kapanmış daha sonra Ferrari'nin de sahibi olan Fiat tarafından 1993 yılında satın alınarak tekrar üretime geçmiş ve Lüks otomobil firmaları arasında yerini yeniden almıştır.1968 ile 1975 arası Citroën satın almıştır. Resmi Site Moşe Dayan Moşe Dayan (d. 20 Mayıs 1915, Deganya, Osmanlı İmparatorluğu - ö. 16 Ekim 1981, Tel Aviv, İsrail), İsrailli askeri lider ve siyaset adamı. Haganah komutanı,İsrail Savunma Kuvvetleri'nin dördüncü genel kurmayıdır (1953-1958). Süveyş krizinde ordunun başındaki komutandır. Altı Gün Savaşı, Mısır Savaşı ve 1973 Arap-İsrail Savaşında hükümette savunma bakanı olarak görev yapmıştır. Menahem Begin hükümetinde dış işleri bakanı olarak görev yapmış ve Mısır ile yapılan barış anlaşmasına önemli katkıda bulunmuştur. Askeri yaşamı 1937'de İngiliz subayı Yüzbaşı Orde Wingate'ten öğrendiği gerilla savaşı yöntemleriyle özel gece bölüklerinde başlamıştır. Bu bölükler İsrail'de ayaklanan Arap çetelerine karşı savaşan birlikler olmuş ve İsrail ordusunun önemli bir parçasını oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı yıllarında 1941'de Suriye'de Fransız kuvvetlerine karşı savaşırken bir gözünü kaybetmiştir. Filistinliler ile diyalog kurulmasına büyük önem
veren İsrailli siyasetçi ve yazar Yael Dayan, Moşe Dayan'ın kızıdır. Almora (şehir) Almora, Hindistan'ın Kumaun bölgesinde bulunan bir şehirdir. 1560 yılında Kalyan Chand tarafından kurulmuştur. Hindistan'daki şehirler listesi Beyaz dut Beyaz dut ("Morus alba"), dutgiller (Moraceae) familyasından anavatanı doğu Asya olan hızlı büyüyen 15–20 m'ye kadar boylanabilen orta büyüklükte bir dut türü. Kalın dallı, geniş tepeli bir ağaçtır. Uç tomurcuğu pseudoterminal, yan tomurcuğu kızıl kestane renklidir. Genç ağaçlarda yapraklar 20 cm uzunluğunda, loplu olup yuvarlaktır. Yaşlılarda genellikle 8–15 cm, tam, kalp şeklinde, tabanı asimetrik, kenarları testere dişlidir. Sürgünler kesildiğinde süt gibi salgılar akar. Meyveler olgunlaşınca beyaz renk alır; tatlıdır. Bazı varyete ve formları park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Odunu sarı renkli dayanıklıdır. Tarım aletleri, müzik aletleri yapımında kullanılır. Et tu, Brute? Et tu, Brute? efsaneye göre Julius Sezar'ın son sözleridir. Türkçeye "Sen de mi Brutus?" veya "Sen bile mi Brutus?" olarak çevrilmiştir. 15 Mart MÖ 44'te Julius Sezar, Marcus Junius Brutus liderliğindeki kızgın bir grup senatör tarafından sırtından hançerlenmiştir. Brutus Sezar'ın en yakın arkadaşıydı. Sezar'ın önce saldırganlara karşı koymaya çalıştığı, fakat Brutus'u görünce, bu sözleri ("Et tu, Brutus?") söylediği ve karşı koymayı bıraktığı rivayet edilir. Sezar'ın aslında bu sözleri söylemediğine neredeyse kesin gözüyle bakılmaktadır. Antik kaynakların onun ya hiçbir söz söylemeden sessizce öldüğünü ya da "Καὶ σὺ τέκνον;" (Kai su, teknon?), yani Yunanca "Sen de mi, oğlum?" (Suetonius, "De Vita Caesarum", LXXXII) dediğini belirtirler. Latince hâli William Shakespeare tarafından oyunu Julius Sezar'da kullanılmış ve ünlenmiştir. İnsanlar bu özdeyişi ihanete uğradıklarını hissetikleri zaman söylerler. Ayrıca kalıp sıklıkla yanlış bir şekilde "Et tu, Brutus?" olarak kullanılır. Oysa, Latince Brutus'un hitap hâli (vokatif) "Brute"`dir. Bir soruda geçen bireye direkt olarak hitap edildiğinde bu hitap hâli kullanılır. Brutus, yani yalın hâli (nominatif) ise "Brutus beni öldürdü" benzeri bir cümlede kullanılabilir. Erbain Erbain "(Kırkıncı Gün)", Yeryüzündeki en büyük anma törenlerinden biridir. Apse Apse, bir yerde irin birikmesidir. Bakteri enfeksiyonlarına karşı vücudun verdiği bir karşılıktır. (Latince "abscessus", ayrılıp gitmek, sözcüğünden türemiştir) Vücudun herhangi bir yerinde bir doku ya da organda oluşan apse, kendini ağrı, kızarıklık ve şişikler yaparak belli eder. Bazı apseler kendiliğinden dışarı açılır ve akar. Apse`nin açılmadığı durumlarda bu işi ameliyatla yapmak gerekir. Sıcak ve soğuk olmak üzere ikiye ayrılır: Apsenin mutlak tedavisi drenaj, yani apsenin boşaltılmasıdır. Açı Başlangıç noktaları aynı iki ışının birleşmesiyle oluşan geometrik şekillere açı köşesi denir ve bu açı köşesinden bir birim uzaklıkta ölçülen yaya açı denir. Işınların kesiştiği noktaya "açının köşesi", ışınlara ise "açının kenarı" denir. Açı radyan ve derece gibi birimlendirmelerle ölçülür. Radyan ölçüsü açı köşesinden bir birim uzaklıkta elde edilen yayın uzunluğunu ölçen birimdir. Derece ise daire şeklinde olan ve birim çemberde 2formula_1 uzunluğa sahip yayın 360 derece olan tanımlanmasıyla elde edilir. Radyan ve derece arasında bağıntısı kullanılarak orantıyla gerekli dönüşüm yapılabilir. Açıların birçok çeşidi vardır:Geniş açı, dar açı, dik açı, tam açı, doğru açı, tümler açı, bütünler açı, pozitif açı, negatif açı, merkez açı, çevre açı gibi. Açı kelimesi, pek çok geometri terimi gibi, okul kitabı olarak okutulmak üzere yazılan bir geometri kitabında, Atatürk tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Düzlemde açı, bir doğru parçasının sabit bir nokta çevresinde dönme miktarının ölçüsüdür. Saat ibrenin ters yönü "pozitif", düz yönü "negatif" kabul edilir. Babilliler, bir tam dönüşü 60 birime bölmüşlerdir (altmışlık sistem). Yani yukarıda listelenen birim dönüşüm eşitliklerini kullanarak 1 derecenin 60x60 = 3600 saniye (3600") olduğu sonucuna kolaylıkla ulaşılabilir. Yatay ve düşey doğrultular arasındaki açı 90°'dir ve "dik açı" diye tanımlanır. Genel olarak yüksek matematikte kullanılan birim radyan dır. (1 devir = 2π radyan). Başlangıç noktaları ortak olan ve ortak bir kapalı eğriden geçen iki ışın arasında kalan açıya "merkez açı" denir. Bir açı ölçüsü θ amacıyla, örneğin pergel ile çizilmiş bir açının tepe noktasında bir dairesel yay ortalanır. Yayın uzunluğu s'den dairenin yarıçapı r bölünmüş ve muhtemelen sabit k ile çoğaltılmıştır. Argumentum ad nauseam Argumentum ad nauseam (ya da sıklıkla sadece Ad nauseam) bir safsatadır. "(logical fallacy.)" Bu terim Latincedir. Türkçe yaklaşık karşılığı ""kusturana kadar argüman""dır. Argumentum ad infinitum ile aynı safsatayı belirtir. "(sonsuza kadar argüman.)" Bu tip safsatalar bir argümanın (genellikle farklı kişiler tarafından) çok defa tekrar edilmesi ile sahte bir kanıt veya inandırıcılık oluşturulması şeklinde yapılır. Politikacılar tarafından sıkça kullanılır. Ayrıca şehir efsanelerinin oluşması da bu yolla gerçekleşir. Aşırı derecede yapıldığında "beyin yıkama" olarak tanımlanır. Et cetera Et cetera, çoğunlukla etc. olarak kısaltılan (&c. ve &/c. arkaik kısaltmalarındandır) Latince söz; "ve diğerleri" anlamındadır. Genellikle, bir tür tanımlar dizesinin mantıki açıdan devamını anlatmak için kullanılır. Örneğin: Türkçede et cetera veya, etc. yerine "vs.", "vb.", "vd." kullanılır, ki sözcük olarak karşılıkları, vs: "vesaire", vb: "ve benzeri", vd: "ve diğerleri" dir. İngilizcede "vs." veya "vb." kısaltmaları yerine et cetera sözünün kısaltması olan "etc." kullanılır ve her zaman önünde bir virgül, sonunda bir nokta bulunmalıdır. İnsanların geçtiği liste veya dizilerde et cetera - etc. yerine, et al. kullanılır ki bu "et alii" sözünü kısaltmasıdır. Ex libris Ekslibris (Latince: "kitaplardan") genellikle kitap kapağının iç tarafında veya ilk sayfalardan birinin üstünde bulunan kitap etiketin veya iyelik yazısını tanımlamak için sıkça kullanılan Latince deyiştir. Mülkiyeti (iyeliği) belirtir ve genellikle iyelik halinde (-in hali, genitif) bir isimle devam eder. Bu şöyle bir anlam yaratır: "...'nın kitaplarından" veya "...'nın kütüphanesinden". Ekslibris olarak da yazılabilir. Ekslibris, kitapseverlerin kitaplarının iç kapağına yapıştırdıkları üzerinde adlarının ve değişik konularda resimlerin yer aldığı küçük boyutlu grafik çalışmalardır. Kitabın kartviziti ya da tapusudur. İngilizce “Bookplate” olarak da bilinen Ekslibris, kitap sahibini tanıtır, onu yüceltir ve kitabı ödünç alan kişiyi geri getirmesi konusunda uyarır. Bir mülkiyet işareti, sahiplenme göstergesi olmanın yanında kitabın hırsızlığa karşı korunmasını sağlama işlevinin de olduğu söylenebilir. Sözcük olarak ...’nın kitabı, ...’nın kitaplığına ait veya ...’nın kütüphanesinden anlamına gelir. Ekslibris önemli bir iletişim aracıdır. Bir ihtiyaç grafiği olarak doğmasına karşın, estetik kaygılarla yapılan özgün yapıtlardır. Sanatı, insanın elleri arasına, kitapların içine kadar getirir, onun büyüleyici sıcaklığını hissettirir. Çok uzun bir geçmişe sahip bu sanat dalı, yapıldığı döneme ait kültürel, tarihsel özellikleri günümüze taşıması nedeniyle de ilgi çekmekte, sanatçılar ve koleksiyoncular arasında önemli bir değiş tokuş objesi olarak kullanılmaktadır. Ekslibrisin ilk ve en eski örneğinin M.Ö. 1400 yıllarında açık mavi renk bir fayans üzerine yapıldığı, bunun da III. Amenofis'in kitaplığına ait oldugu ve bu levhaların papirüs rulolarını korumak için kullanılan ağaç sandıklara takıldığı tahmin edilmektedir. Gerçek anlamda Ekslibrisler matbaanın icadıyla birlikte yapılmıştır. Önceleri sadece kilisenin ve prenslerin ellerinde bulunan çok değerli el yazması kitaplar, matbaa sayesinde alt düzeydeki soylular ve eğitim görmüş burjuva sınıfı tarafından da elde edilmiştir. Böylece tek sayı olma durumunu kaybeden bu kitapların, hırsızlıktan ve kaybolmalardan korunması için özel bir mülkiyet işareti gerekliliği doğmuştur. İlk Ekslibrisin 15. yüzyılda Güney Almanya'da kullanıldığı bilinmektedir. Bunlardan biri, 1450 yıllarında "Igler - kirpi” takma adıyla bilinen Alman papaz Johannes Knabenberg için yapılan ve çayırda bir çiçeği ısıran kirpinin resimlendiği 19 cm. boyutundaki Ekslibristir. 16. yüzyılda, kitapların çoğalmasıyla yaygınlaşan Ekslibrisler, sadece Almanya'da değil diğer Avrupa ülkelerinde de görülmeye başlanmıştır. Albrecht Dürer (1471-1528), Lucas Cranach (1472-1553), Edvard Munch (1863-1944), Kaethe Kolwitz (1867-1945), Emil Nolde (1867-1956), Paul Klee (1879-1940), Pablo Picasso (1881-1973), Oscar Kokoschka (1888-1980) gibi ünlü sanatçılar, zamanın önemli devlet ve bilim adamlarıyla yakınlarına Ekslibris yapmışlardır. Latince deyişler Latince deyişler, Latince kelimeler, cümle parçaları veya kısa cümlelerden oluşan deyişlerdir. Bu deyişler uzun argümanları ya da ifadeleri kısaca bir ya da birkaç kelimeyle anlatabilmek için kullanılırlar. Pek çoğu Roma ve Yunan tarihinde gerçekleşmiş önemli bir olaya dayanır. Bugün hemen hemen tüm batı dillerinde ve diğer birçok dilde kalıplaşmışlardır. Bu haliyle latince deyişler özellikle entelektüel yazında evrenselleşmiş bir durumdadır. Veni, vidi, vici Veni, vidi, vici ünlü Latince deyiş. Veni, vidi, vici Latince venire, videre, vincere fiilerinin birinci tekil şahıs geçmiş zaman halidir. Türkçe karşılığı; ""Geldim, gördüm, yendim""dir. Bu cümle Julius Sezar tarafından Roma senatosu'na yazılmış Zela Savaşındaki zaferini anlatan mektupta geçer. Sezar İtalya'nın Pompei ilçesinde Pontus'lu Pharnaces II'ye karşı kazandığı zaferin ardından Roma Senatosuna gönderdiği mektupta bu cümleyi kullanmıştır. Bu kısa ve özlü söz sadece Sezar'ın zaferinin büyüklüğünü değil, onun askeri hünerini de vurgulamaktadır. Farklı bir bakış açısından (Sezar aynı dönemde bir iç savaşı da sürdürmektedir), bu özdeyiş aristokratlardan oluşmuş ve geleneksel olarak Roma Cumhuriyeti'n
deki en güçlü grubu temsil eden senatoyu küçümseyişinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Tarihi kaynaklara göre, MÖ 100 veya MÖ 44 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen Roma İmparatoru Julius Sezar, Pontus asıllı Basforos kralı II. Pharneke ile Zile Altıağaç mevkiinde çok kanlı bir savaş yapar. Savaşta her iki taraf da büyük kayıplar verir. Ancak savaşı Roma İmparatoru Julius Sezar kazanır. Bunun üzerine dünyaca ünlü sözü ”Veni-vidi-vici” (Geldim-gördüm-yendim) diyerek, durumu Roma'ya bildirir. Sezar, Pompei'de kaleye taş bir kitabe yaptırarak, dünyaca ünlü bu sözünü oraya da yazdırır. Günümüzde Pompei Kalesi'nde bulunan kitabeleri ziyaret etmek için her yıl çok sayıda turist ilçeye gelirken, bazı tarihçiler bu kitabenin Sezar tarafından yapılan asıl kitabe olmadığını, gerçek kitabenin çalındığını ve nerede olduğunun tespit edilemediğini, ama bu sözün Zile İlçesi'nde söylendiğinin tüm kaynaklarda geçtiği de ifade edilmektedir Ayrıca Zile'nin Yıldıztepe kasabasından çıkarılan pek çok antik eserin üzerinde "Veni-vidi-vici" yazısının görüldüğü ifade edilmektedir. Sosyal rekabet veya iş dünyasında sıkça kullanılan Latince terimlerdendir. Örneğin, kârlı bir işi başarıyla alan idareci şaka ile karışık bir şekilde bu kalıbı söyleyebilir. Popüler kültürde çeşitli televizyon programlarında farklı özellikler atfedilerek (sihirli olduğu gibi) kullanılmıştır. Ayrıca birçok farklı müzik türünden grup ve müzisyenin şarkılarında geçmiştir. Status quo Status quo yahut Statüko bir olgunun günümüzdeki durumunu belirten bir Latince deyiştir. Statükoyu sürdürmek var olan durumu olduğu gibi korumak anlamına gelir. Bu deyişle ilintili farklı bir kavram olan "status quo ante" "olguların geçmişteki durumunu" belirtir. Deyişin 14. yüzyıl Latincesindeki kullanımı "in statu quo res erant ante bellum" ("olgunun savaştan önceki durumu") biçimindeydi. Deyiş, daha sonra "status quo ante bellum" olarak kullanılmaya başlandı ve sonra daha da kısalarak "status quo" biçimine dönüştü. Statükoyu koruma genellikle büyük bir değişime karşı çıkılmasıyla gerçekleşir. Daha çok askeri bir terim olup bu mesleğe mensup kişilerce hakkı verilen bir kelimedir. Toplumsal devinim, statükoya meydan okuyan olguların en iyi örneklerinden biridir. Terim, bir topluluk ya da ulusun kültürel yapısı ve toplumsal iklimi gibi kavramların günümüzdeki durumlarını açıklamak için kullanılmaktadır. Politikacılar zaman zaman bu terime başvurmakta, olanı somutlaştırmak yerine statükoyu savunmaktadırlar. Almanya'nın günümüzdeki durumu politik belirsizliğe en iyi örnektir. Clark Kerr'ün "Statüko, karşı çıkılamayacak tek çözümdür" dediği sanılmaktadır. Bu, statükonun tek başına karşı çıkılacak bir kavram olmadığı ve kendiliğinden değişmesinin olanaksız olduğu anlamını taşımaktadır. Statükoyu korumak için çeşitli kurumlar da oluşturulabilir. II. Dünya Savaşı'nın ardından oluşan durumu sürdürmek amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler bu duruma iyi bir örnektir. Filistin'deki Siyonist yönetim ile Ortodoks Museviler arasında 1947 yılında sağlanan ve devletin kuruluşunu güvence altına alan anlaşma, deyişin İsrail'deki algılanış biçimidir. Bu anlaşma, devlet ile din arasındaki şu dört temel ilişki kuralını tanımlamaktadır: Sebt, eğitim, Kashrut ve medeni hukuk. Bu olgu günümüze dek korunmuştur. Bu kavram Türkiye'de "Ben ne diyorsam O'dur. Benim dediğim olur." mantığı yürüten kurum ve kuruluşları temsil eder. Amerikan televizyon dizileri genellikle "statüko"nun korunmasıyla sonlanır. Bu, izleyicinin dizinin her bölümünü sırayla takip etmesini zorunlu kılmamaktadır. Hemen her dizide kullanılan bu yöntem senaristlerin her sezon için farklı statükolar yaratmasını ve statükonun sezon boyunca uygulanmasını sağlar. Ancak, son yıllarda yapılan çoğu dizi bu kuralı tam anlamıyla uygulamamakta, senaryo sezon boyunca ilerleyen bir öyküye dönüşmektedir. Statükonun bu yolla yeniden sağlanması "Simpsonlar" dizisinin "Önemli ve Önemsiz" adlı bölümünde ele alınmıştır. Okulun önde gelen karakterlerinden Seymour Skinner bir dolandırıcı gibi gösterilmiş ve bölüm sonunda her şey eski durumuna geri dönmüştür. Genellikle basit ve mantıklı bir çözümle sağlanan statüko bu bölümde ender görülen bir yöntemle (deus ex machina) sürdürülmüştür. Deyiş, popüler Disney filmlerinden "High School Musical"'de bir şarkı olarak kullanılmıştır. ""Bu arada, sorun para kazanmak değil onu ele geçirmek. Başka bir deyişle, statükoyu yıkmak gerekli çünkü durum eskisi gibi değil."" — Dr. Horrible ""Onların (Cumhuriyetçilerin) savı statükoya uygun ancak statüko bugün için geçerli bir kavram değil."" — John F. Kennedy ""Statüko, karşı çıkılamayacak tek çözümdür."" — Clark Kerr ""Statüko, şu anda içinde bulunduğumuz karmaşık durumun Latince karşılığı."" — Ronald Reagan ""Statüko beş para etmeyen bir şeydir."" — George Carlin ""Statüko adındaki Romalıdan nefret ediyorum!"" — Ray Bradbury, Fahrenheit 451'in yazarı Burgenland Burgenland (Almanca: "Burgenland", Macarca "Felsőőrvidék", "Őrvidék" ya da "Lajtabánság", Hırvatça "Gradišće," Slovence: "Gradiščanska," Prekmuryanca: "Gradišče"), Avusturya'da küçük bir eyâlettir. Macaristan ve Slovakya'yla sınırı vardır. Eyâlette önemli miktarda Hırvat ve Macar azınlıklar yaşamaktadır. Kısa aralıklar dışında 10. yüzyılla 1920 arasında Macaristan'a bağlı olan bölge Triyanon Antlaşması'yla Avusturya'ya bağlanmıştır. Resmi dilleri Almanca, Burgenland Hırvatçası ve Macarca'dır. Burgenland eyâletinde, SPÖ ve ÖVP'nin intihabat sonuçları her zaman ortalamanın üstünde. 1964 yılına kadar en çok oy alan hizip ÖVP'ydi. O zamandır, birinci fırka SPÖ'dür. Yeşiller, FPÖ ve LİF'in netîceleri ortalamanın altındadır. Mare Nostrum Mare Nostrum (Latince: "Bizim Deniz") Akdeniz için Romalılar tarafından kullanılan bir ad. Status Quo (müzik grubu) Status Quo, The Quo veya sadece Quo olarak da bilinir. Boogie rock tarzı ile karakterize çalışmaları olan İngiliz Rock müzik grubu. Grubun doğuşu 1962’de Francis Rossi ve Alan Lancaster tarafından okul yıllarında kurulan The Spectres’ a dayanır. Bir dizi değişiklikten sonra grup 1967'nin sonlarında Status Quo adını aldılar. 60’ tan fazla parçası listelere girdi. Bunlardan 22’ si ülke içinde ilk 10’ a yükseldi. Grup 1962’de bir rock n roll grubu olan The Spectres’in kurulması ile biçimlenmeye başladı. Francis Rossi ve Alan Lancester okulda aynı orkestrada bulundular. 1963’ de John Coghlan gruba davulcu olarak katıldı. Bir yıl sonra katılan Rick Parfitt ile Rossi yakın arkadaş oldular. 1966’da Piccadilly Records şirketi ile yapılan 5 yıllık sözleşmeden sonra çıkardıkları "I (Who Have Nothing)" ve sözleri Alan Lancester tarafından yazılan "Hurdy Gurdy Man" 'den bir yıl sonra çıkardıkları "(We Ain’t Got) Nothin’" yet listelerde önemli bir yer tutmadı. 1967’de grubun Traffic olarak değiştirilen ismi daha sonra aynı adı taşıyan bir başka grupla karıştırılmaması için Traffic Jam yapıldı. 1967 sonlarında grup sürekli taşıyacağı "Status Quo" adını aldı. Ocak 1968’ de İngiltere listesinde 7 numaraya yükselen "Pictures of the Matchstick Men" ’i çıkardılar. Bu aynı zamanda ABD listelerinde en iyi 40’a yükselen yegane teklileri oldu. "Ice in the Sun" 8 numaraya yükseldi. Albümleri kariyerleri boyunca ABD’ de çıkarılsa da kendi ülkelerindeki başarı ve şöhreti yakalayamadı. Tur Yöneticisi olarak kiraladıkları Bob Young aynı zamanda grubun en önemli söz yazarlarından birisi oldu. İkinci albümleri "Spare Parts" ticari bir başarı elde edemedi. Bunun üzerine müzikal çalışmalarındaki tarzlarını 1970’ ler boyunca sürecek hard rock/boogie yapısına dönüştürdüler. Lynes 1971’de gruptan ayrıldı. Yerine geçici olarak keyboard sanatçısı Jimmy Horowitz ve Tom Parker gruba alındı. 1976’ da eski The Herd ve Judas Jump üyesi olan Framton’dan Andy Bown yapılan sözleşme ile solo sanatçısı olarak katılsa da 1982’ye kadar tam zamanlı bir üyesi olmadı. 1970 ve 1971’de iyi tanınmasına rağmen satışları pek de yüksek olmayan iki albümden sonra Heavy Rock ve progressive şirketi olan Vertigo Records ile imzalanan sözleşmeden sonra "Piledriver," 1972’de çıkarıldı. Bu albüm 1976’da çıkarılan "Blue for You’" ya kadar her albümün karakteristik kalıbı oldu. Bu süreçte ve 1970’ lerin kalan süresinde grup aralıksız turne ve enerjik sahne gösterileriyle İngiltere’ nin önde gelen Rock gruplarından oldu. "Paper Plane" (1972), "Caroline" (1973), "Down Down" (1975), "Rain" (1976), "Rockin’ All Over the World" (1977) ve "Whatever You Want" ( 1979) Quo’nun daha çok etki yapan şarkıları oldu. "Down Down" Ocak 1975’ te İngiltere listesine giren ve 1 numaraya yükselen tek parçası oldu. Quo, şu ana kadar dünya çapında 128 milyon satış elde etti. 1976'da Levi's ile bir sponsorluk anlaşması imzaladılar. 1977’ lerden itibaren, grup daha fazla parlamaya başladığından ülke dışından prodüktörlerin de ilgisini çekmeye başladı. 1977’ deki "Rockin All Over the World" albümünün aynı adlı parçası uzun süre için Quo’nun en kalıcı parçalarından birisi oldu. Satışları 1980’lere kadar yüksek miktarlarda seyretti. Fakat grubun kurucu üyelerinden John Coghlan’ın 1981 sonlarında gruptan ayrılması ile bir miktar tansiyon yaşadılar. Yerine 1960’ ların bir grubundan olan Pete Kircher getirildi. 1985’ te Rossi iki solo single Parfitt ise basgitarist John R. Edwards ve davulcu Jeff Rich ile "Recorded Delivery" adı ile bir solo albüm çıkardı. Bu albümün bazı parçaları 1987’de Status Quo B kısmında yer alıncaya kadar yayımlanmadan kaldı. 1985’ in ortalarında grup yeni albüm çalışmalarına başladı. Bu dönemde Avustralya’da yaşayan Alan Lancester grubun kullandığı Status Quo ismi adına özellikle 1983 albümü Back to Back’ teki müzikal farklılıklarını gerekçe göstererek açtığı dava ile bu ismin kullanımını engellemeye çalıştı. Dava nedeniyle Vertigo’nun yayın katoloğunda yer almasına rağmen "Naughty Girls" isimli single çıkartılamadı. Mahkeme süreci devam etmekte iken verilen bir düzenleme kararı, Status Quo adı ile In the Army Now albümünün çıkarılmasına imkan verdi. "Naughty Girls" bu albümün 6. Parçası ola
rak "Dreamin" adı ile yer aldı. 12 Temmuz[1986’ da Queen grubunun Wembley’ deki konserinde canlı bir performans verdiler. Ticari başarı getiren In the Army Now albümünü 1986’da çıkardılar. Aynı adlı parça İngiltere listesinde 2 numaraya yükseldiği gibi grubun en çok satan albümü oldu. Bunu 1988’de çıkan "Ain’t Complaining" isimli daha az satan ancak "Burning Bridges" parçası 5. Sıraya kadar yükselen albümleri takip etti. Bu parça Nisan 1994’ te "Come on You" adı ile sözleri yeniden yazılarak Manchester United FC için düzenlendi ve grubun 1 numaraya yükselen ikinci parçası oldu. Fakat parça "by Manchester United" başlığı ile çıkarıldı. 1990 başlarında albüm satışları düşünce 1991 tarihli "Rock Till You Drop" albümünün satışlarını yükseltmek için çıktıkları ve tek gün içinde verdiği 4 konser ile Guinness Rekorlar Kitabı’ na girdi. 1993’de Rossi ve Parfitt 25.000 kişiyi çeken bir konser verdiler. 1997’ de Parfitt bir by pass ameliyatı geçirdi ancak 3 ay içinde kendini topladığından Norwich Futbol Takımı sahasındaki konsere birlikte çıktılar. Son yıllarda, Status Quo İngiltere, İskandinavya ve bilhassa Hollanda'da hayran kitlesini korumayı başardı. Kasım 2000'da Avustralya'nın taşrasında bulunan Grandchester'da Avustralya'nın Doğu Ekspresinde bir konser tertipledi. Eylül 2005’te BBC’ nin uzun soluklu yarışma programı Mastermind, Status Quo’yu test konusu olarak seçti. Aralık 2005’te Parfitt’in hasta olduğu ve gırtlak kanseri testi olacağı duyuruldu. Bu nedenle turlarını iptal ettiler. Ancak tümorün kötü huylu olmadığı tespit edilerek alındı. Mayıs 2006’da tamamen iyileşen Parfitt ve grup daha önce erteledikleri konserlerini Birmingham’ da gerçekleştirdiler. Grubun 40. Konseri olarak bu konserin DVD kayıtları "Just Do It" adı ile piyasaya sürüldü. 1 Temmuz 2007’de yeni Wembley Stadyumu’ nda 63.000 kişiye konser verdiler. 28. Stüdyo albümleri olan "In Search of the Fourth Chord" Eylül 2007’de çıkarılmakla birlikte sadece ortalama bir başarı olarak değerlendirildi. Rossi ve Parfitt 2010 yılının OBE nişanı aldılar. 20 Eylül 2010'da Universal / UMC sayesinde In the Army Now’ın yeni bir versiyonunu çıkardı. Buradan gelen tüm kar Britanya Kuvvetleri Vakfına ve Kahramanlara Yardım Derneğine bağışlandı. Bir grup koleksiyonu BBC’ de yayınlandığı gibi bir kutu set halinde grubun tüm kayıtlarını ve canlı konserlerini ve TV görüntülerini de içeren çalışma 25 Ekim 2010’ da "Live at the BBC" adı ile satışa çıkarıldı. 29. albümleri "Quid Pro Quo" 30 Mayıs 2011’ de çıkarıldı. Albüm İngiltere listelerinde 10. Sıraya yükseldi. Aralık 2011’ de Birleşik Krallık içinde tüm arenaları kapsayan kış turnesine çıktılar. Bu esnada Londra’ da bulunan 02 Arena’ daki ilk konserlerini vermiş oldular. "Quo Festivali" adı takılan turnede Roy Wood ve Kim Wilde’ ın da desteğini gördüler. Status Quo ilk belgesel nitelikli film çalışmalarını halen sürdürüyor. "Hello Quo" adı ile tasarlanan çalışmanın Ekim 2012 ’de çıkarılması planlanıyor ve belgeselde grubun 4 kurucu üyesi Rossi, Parfitt, Lancester ve Coghlan’ın da bir araya gelmeleri bekleniyor. Anima mundi Anima mundi yani "dünyanın ruhu", saf semavi ruh ki antik filozoflarca doğanın her yanına nüfuz ettiği öne sürülmüştür. Fikrin Platon ile ortaya çıktığı söylense de, kavramın (konseptin) kökeninin daha antik olduğu ve bazı doğulu filozofların sistemlerinde egemen olduğu ortaya konmuştur. Stoacılara göre o evrendeki tek önemli, hayati güçtür. Benzer kavramlara Paracelsus gibi hermetik filozoflar ve daha sonra Friedrich Schelling (1775-1854) de sahip olmuştur. Anima Mundi terimi Okült terminolojinin bir terimi olup, Dünya gezegeninin tümüyle bir canlı varlık olduğu kavramını dile getirmek üzere “Dünya canı” anlamında kullanılır. Zaten Latince’deki iki sözcükten oluşturulmuş terim de sözcük anlamıyla bu anlama gelir. Simyacı Basilius Valentinus’un “Dünya ölü bir vücuttan ibaret değildir” sözüyle belirttiği Anima Mundi kavramı Okültistlerin ardından Teozoflar’ca da kabul görmüştür. Bu kavramı kabul eden görüşe göre, insan bedeninde olduğu gibi, Anima mundi’nin bedeninde de sinir sistemi, dolaşım sistemleri, solunum sistemi ve çakralar mevcuttur. Anima Mundi’nin, insan varlığında olduğu gibi, ruh, süptil beden ve maddi beden olarak, üçlü bir yapıya sahip olduğu kabul edilir. Denizcilik terimleri Algarna: Denizde ağır yükleri kaldırmak için özel şekildeki dubalar üzerine konmuş ağır yük kreyni-vinçlerdir. Avadanlık: Herhangi bir sanatkarın kullandığı alet, edevata denir. Per capita Per capita, Latince deyiş. "Kişi başına" anlamında kullanılır. Genellikle verilen bir istatistikteki ortalama kişi başına düşen niceliği (çoğunlukla gelir) belirtirken kullanılır. Ayrıca, herhangi bir yasal posta adresinde yasal olarak ikamet eden kişilerin sayımına da "Per Capita " denir. İnfallibilite Yasası İnfallibilite Yasası veya Yanılmazlık Yasası, 18 Temmuz 1870 yılında Papa IX. Pius (d. 1846-ö. 1877) tarafından ve 533 Piskopos'un onayıyla yürürlüğe konmuştur. Papaları korunmak amacıyla alınan bu karar aynı gün Katolik Kilisesi’nin Dogmatik adıyla bilinen, hiçbir itirazda bulunmadan koşulsuzca inanılması gereken yasalarından ve Katolik olmanın ön şartlarından biri olarak kabul edilmiştir. Meselâ; İsa Peygamber’in Tanrı’nın oğlu olduğuna inanmak nasıl mecburi ise bu yasaya da inanmak öyle mecburidir. İnfallibilite Yasası'na göre; hiçbir Papa yanılmaz ve başkaları tarafından da yanıltılamaz. Katolik inancına göre Papa, yeryüzündeki tek hatasız kuldur. Aytunç Altındal - Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri sy 33 Hereke, Körfez Hereke, Kocaeli ili Körfez ilçesine bağlı bir semttir. Doğusunda Şirinyalı, batısında Tavşancıl kuzeyinde Gebze güneyinde İzmit körfezi yer alır. D-100 karayolu ve TEM otoyolu üzerinden İstanbul'a 65 km., İzmit'e 27 km. uzaklıktadır. Haydarpaşa - Ankara demiryolu üzerinde bulunan Hereke'den Adapazarı ve Haydarpaşa arasında düzenli tren seferleri yapılmaktadır. Yine Hereke ile körfezin karşı kıyısındaki Karamürsel arasında düzenli vapur seferleri yapılmaktadır. Gebze'ye düzenli olarak belediye otobüsleri çalışmaktadır.İzmit'e ise halk otobüsleri hizmet vermektedir. Ortalama yüksekliği 200 metreyi geçmeyen Kocaeli platosunu oluşturan tepeler İzmit'ten, yarımadanın batısına doğru uzanır. Bu tepeler batıya doğru gidildikçe, İzmit'ten hemen sonra körfezin kuzey kıyısından uzaklaşır ve geniş bir kıyı düzlüğü oluşur. Bu düzlük, Derince, Yarımca, Kalburcu, Tütünçiftlik gibi tarım için uygun sayılabilen yerleşmelerin oluşmasını ve gelişmesini etkilemiştir. Ama Hereke'de ise tepeler birden kıyıya yaklaşır. Burada ancak derelerin dar çevreleri ve denize yakın deltaları yerleşime elverişlidir. Kıyıdan iç kısımlara doğru hemen yükselen tepeler daha kuzeyde yavaş yavaş alçalır. Hereke'nin iklimi hem Akdeniz hem de Karadeniz özellikleri taşır. Güney yamaçlarında Akdeniz ikliminin etkileri görülür. Ama yazlar çok sıcak ve kurak değildir. Kışında kuzeye kapalı olduğu için çevresine göre daha yumuşaktır. Görüldüğü gibi Hereke, dağlarla denizin sıkıştırdığı ve yerleşmeye hiç de elverişli olmayan, çok dar bir alan üzerinde, Türk dokuma sanayiinin ilgi çekici görevlerinden birisini yüklenmeye hazırlanmaktadır. Bilgi toplumu Ekonominin genelde bağlı olduğu alan tarih boyunca, zaman ilerledikçe değişiklik göstermiştir. Yerleşik hayata geçilmesiyle başlayıp gelişen tarım etkinlikleri "Tarım Toplumu"nu doğurmuş; makineleşme, fabrikalaşma gibi gelişmelerle, yani sanayi devrimi ile birlikte de "Sanayi Toplumu" kavramı ortaya çıkmıştır. Son dönemlerde hızla gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri ise "Bilgi Toplumu" kavramının varlığına sebebiyet vermiştir. Bilgi sektörünün ürünü olan mallar arasında bilgisayarlar, elektronik araçlar, elektronik haberleşme, reklam, eğitim, iletişimi geliştirme araştırmaları ve hizmetleri, sigortacılık, danışmanlık araştırma-geliştirme firmaları yer almaktaydı. ABD’nin 1977 yılındaki mali gelirinin yaklaşık yarısı bu sektörden elde ediliyordu. Bu nedenle yeni doğan bu toplumsal yapıya değişik adlar verilmiştir. Örneğin, Masuda ve Porat "Bilgi Toplumu" şeklinde bir adlandırma yapmıştır. Bilgi toplumunun farklı yaklaşımlara sahiptir. Öncelikle bilgi toplumu; yakın çağa damga vuran bilgi patlaması sonucu temel üretim faktörünün bilgi olduğu, bilginin işlenmesinde ve depolanmasında da bilgisayar ve iletişim teknolojilerini baz alan bir toplum yapısıdır. Ayrıca bir ülkedeki bilgi toplumu değerlendirmesi o ülkedeki Gayri Safi Milli Hasılanın kaçta kaçının bilgi sektörüyle doğrudan ya da dolaylı ilişkisine bakılarak yapılabilir. Türkiye de dünyadaki bilgi toplumu ile ilgili atılan adımları ve bu yöndeki çabaları takip etmiş böylece T.C Kalkınma Bakanlığı ile bilgi toplumu gerekliliklerini yerine getirme amacıyla “bilgi toplumu stratejisi geliştirmiştir. Böylece çeşitli raporlar ve araştırmalar ortaya çıkmış ayrıca bilgi toplumunun unsurları ile daha verimli çalışmalar gerçekleşmesi sağlanmıştır. "Bilgi toplumunda en önemli görev üstlenen kurumlardan birisi, belki de birincisi üniversitelerdir. Çünkü üniversiteler bilgi ekonomisinin "hammadde"si olan bilginin üretiminden ve dağıtımından sorumlu temel kurumlardır. Bilgi teknolojisi diğer bütün kurumları olduğu gibi üniversiteleri de kökten bir biçimde etkilemektedir."  "Bugün bilgi toplumunun gelişen trendlerine cevap vermenin çok uzağında olan okulun yeni bir yüze ve kimliğe ihtiyacı vardır. Bilgi toplumunun en büyük sermayesi olan eğitimli insana şekil verecek kurum olarak okulun işlevi, içeriği ve amaçları yeniden düşünülmelidir. Ekonominin bilgiye dayandığı bu yeni toplumda okulların performanslarından ve sorumluluklarından da beklentiler farklılaşmaktadır. Bilgi toplumunda yeni kimliğini kazanmaya hazırlanan okulun önemle üzerinde durması gereken bir diğer konu ise ait olduğu toplumun kültürünün özünü koruması ve devamlılığını sağlaması gereğidir. Toplumun değer yargıları eğitim yoluyla yeni nesillere aktarılarak sürdürülmelidir. Her şeyin hızla değiştiği ve herkesin zamanın yetersizliğini vu
rguladığı bu dönemde, her şey aynı hızla tükenmekte ve en büyük motivasyon unsuru başarma ve üstün olma duygusu yeterince yaşanamamaktadır Gittikçe hızını artırarak ve büyüyerek dönen bilgi çarkının içinde insanlar kaygan zeminlere tutunmaya çalışmaktadır. Bu noktada tutunacak dal toplumsal kültür ve inançlar olsa gerek."  Bilgi toplumunda demokratik düzenin devamlılığının sağlanılması zorunluluktur.25 Haziran 1998 yılında Gençlik ve Medya Komitesi'nin Avrupa Parlamentosuna sunduğu raporda belirtildiği gibi "kütüphanelere yatırım yapmak, demokrasiye ve eşitliğe yatırım yapmaktır". Bilgi toplumu, gerçek olan kütüphaneler dışında kalan; birden fazla ağın hizmetlerinden yararlanılarak oluşturulmuş sanal ,dijital ve elektronik kütüphaneleri de kapsayan geniş bir bilgi hizmeti alanı sunar.Bilgi toplumunda kütüphanecilerin sorumlulukları gelişen teknolojiyle birlikte değişime uğramıştır.Bilgi toplumunda kütüphaneler bu toplumun bireylerine yeni gelişen teknolojileri tanımlayan ve bunların kullanımına olanak sağlayan yerler haline gelmiştir. Devrim olarak nitelendirilen İngiltere'de dokuma sanayinde başlayan değişme süreci kısa bir sürede geniş bir coğrafya üzerinde etkisini göstermiştir."Sanayi Devrimi, küçük zanaat, tezgâh ve atölye üretiminin yerine, yeni teknik, buluş ve makinelerle donatılmış fabrika üretiminin geçmesidir" (Talas, 1981:29).1765'li yıllarda ilk dokuma atölyeleriyle temellerinin atıldığı varsayılan sanayi devrimi; demir çelik, ulaştırma sanayindeki buluşların ardından 1880'lerde benzin motorlarının hayatımıza girmesiyle olgunlaşmaya başlamıştır. İçinde bulunduğumuz yıllara gelindiğinde toplumsal yapıları derinden etkileyen teknolojik gelişmeler ve bilginin doğal yapısında ilerlemeler olmuştur.Gerçekleşmekte olan bu değişim sürecini Amitai Etzioni “modern- sonrası çağ”, George Lichtheim “burjuva-sonrası toplum”, Herman Kahn “ekonomi-sonrası toplum”, Murray Bookhichn “kıtlık-sonrası toplum”, Kenneth Boulding “uygarlık-sonrası toplum” ve Daniel Bell`de yalnızca “Sanayi-sonrası Toplum” olarak nitelemektedir. 1960'lı yıllardan itibaren gerçekleşen bilgi devrimi sürecinde en önemli kaynak bilgidir.Bilgi artışının hızlı olması. değişimin ve gelişimin hızlı olması toplumsal yaşamın en önemli özelliklerindendir. Ekonominin temel anlayış toplum türlerine göre farklılık gösterir. Sanayi toplumunda genel olarak endüstriyelleşme ve sanayiye bağlı üretim temel faktördür. Bilgi toplumunda ise bilgi ekonomi içerisinde bir üretim faktöre ve üründür. Bilgi toplumunun özelliklerinden biri de bu tür toplumların istihdam yapısında bilgiyle ilişkili işlerin daha büyük bir paya sahip olmasıdır. "Toplumlar tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde geçmişten günümüze kadar toplumsal gelişim açısından bilginin ne denli önemli bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Tarım toplumunda insan gücü ne kadar önemli ve bu gücü elinde bulundurabilen toplumlara sağladığı faydalar ne denli büyük ise öylede günümüz toplumları açısından da bilgi ve bilgi teknolojilerine sahip olmak ve bu teknolojiyi etkili bir biçimde kullanabilmek o denli önemlidir. Bilgiyi elde edecek ve onu etkili bir biçimde kullanmak isteyecek toplumlar açısından bilginin elde edilişi kadar önem taşıyan bir başka konuda elde edilen bilgilerin kullanımı ile ilgilidir. Bilgiyi elde edecek olan insan ve dolayısıyla bilgi teknolojisini kullanacak olan yine insandır. Bu bağlamda bilgiyi yönetecek de yine insandır. İşte bu durum bilgi toplumlarını insanın gelişimine ayıracakları kaynağı, bilgiye ulaşma ve bilgiyi yönetme adına sarf edilecekleri enerji ile birlikte değerlendirme zorunluluğuna itmiştir. Bilginin işlenmiş ve depolanabilen bir yapıda olması toplumlar açısından hayati bir durumu özetlemektedir. Bunun yanında bilgi toplumunu meydana getirecek olan bilgi teknolojilerinin kullanımı da uzmanlık isteyen bir diğer konudur. Bu teknolojilerin üretimi ve kullanımı toplumların gelişmişlik düzeylerini belirler ve bu toplumların günümüz düzenindeki konumlarını güçlendirir. Sadece bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler dahi takip edilse toplumlar arasındaki mesafelerin ne denli hızla açıldığı ve bu durumun oluşmasında bilgi teknolojilerinin kullanımının ne denli önemli olduğu kolaylıkla anlaşılabilecektir."  Bilgi toplumunun etkileşimde bulunduğu en önemli kavram “bilgi teknolojileri”dir. Teknoloji alanındaki gelişmeler toplumsal yaşamda önemli değişikliklere yol açmıştır. Özellikle iletişim alanındaki gelişmeler ve bilgisayar kullanımının yaygınlaşması ile küreselleşme artmış bilgi insanların sadece yakın çevresiyle değil uluslararası çevrede paylaşılan bir ürün haline gelmiştir. Ayrıca teknolojik gelişmeler ekonomi, sanat, kültür, eğlence gibi alanlarda yeni ilişkilere yol açmakta ve ülkelerin gelişimi için fırsat sunmaktadır. Ubi sunt Ubi Sunt, (Latince: "aşağı yukarı "Nerede?" anlamına gelir.") "Ubi sunt qui ante nos fuerent?" "(Bizden öncekiler neredeler?)" sözünden alınmış, kalıplaşmış bir Latince terimdir. Birçok ortaçağ şiiri "Ubi sunt" ile başlar, ve bu başlangıç şiirin havasını belirtir. Bazen "güzel eski günler" "(good old days)" tarzı bir nostalji motifi olarak algılansa da, "ubi sunt" aslında ölümlülük ve hayatın değişimleri üzerine olan öğretiyi simgeler. Anno Domini Anno Domini, "Efendimizin yılında" anlamına gelen Latince kavram. AD olarak kısaltılır. Geleneksel olarak İsa'nın doğum tarihini tanımlar. İsa'nın efendi olarak tanımlanmasının nedeni, Hristiyanlıkta İsa'nın Tanrı'nın özünden olduğu yani Tanrı ve Tanrı'nın oğlu olduğu inancıdır. Anno Domini batılı dillerde Milattan Sonra (MS) anlamında kullanılır. Naylon çorap İlk naylon ipliği Amerikalı şirket DuPont'un kimyageri Wallace Hume Carothers tarafından tesadüfen bulunmuştur. Eritilmiş polyester geçirilen çubuklar birbirinden uzaklaştırıldığında, ortaya ipeğe benzer yapıda kopmadan uzayabilen bir madde çıkıyordu. Ancak polyester çabuk eridiği için giysi yapımında kullanmaya uygun değildi. DuPont'un polyester yerine poliyamid kullanmasıyla, bildiğimiz naylon ip 1938'de, ilk naylon çorap ise aynı şirket tarafından bir yıl sonra üretildi. İlk satışın gerçekleştirildiği 1940 yılının Mayıs ayında dört günde tüketilen çorap miktarı 4 milyon adetti. Daha sonra II. Dünya Savaşıyla birlikte Du Pont şirketi naylonu paraşüt, ip ve çadır yapımında kullanmaya başladı. Tabakalar halindeki naylonların birleştirilmesiyle üretilen arkası dikişli naylon çoraplar, son derece seksi bulundu. Dikişli naylon çorap bulamayan kadınlar ise bacaklarının arkasına kömür ve göz kalemi ile yukarıdan aşağıya doğru dikiş çizgisi çizmeye başladılar.Külotlu çorabın da ortaya çıktığı 1960'larda ipek ip karıştırılarak kullanılmaya başlanan Likralı çorap'lar ise daha esnek, hafif ve zarif görünümlüydü. Bugün ideal esneklikteki çoraplar yüzde on beş ila yüzde yirmi oranında ipek içermektedirler. Gün boyunca bacakların şeklini alan çorapların eski formuna gelmesi ve dayanıklı olması için her akşam soğuk suda, sabunla elde yıkanması ve kendi kendine kurumaya bırakılması yeterli olmaktadır. Çabuk kaçan naylon çoraplara karşı Japonlar 2003 yılında sprey çorap geliştirmiştir. Türkiye'de bulunan ve 50 gramlık kutularda toz halinde satılan sprey çoraplara, bacaklar yıkanmadıkça bir şey olmamaktadır. Naylon çorap ise genellikle Türkiye'de ilk üretim yapan Parizyen markasıyla girdiğinden dolayı bu isimle de anılmaktadır. Naylon çorapların pek çok farklı çeşidi üretilmiştir. Selülit önleyici çoraplarda A vitamini, kafein ve mentol bulunurken, nemlendiricili çorap çeşitleri ise E vitamini içermektedir. Antibakteriyel çoraplar ise her türlü bakteri ve mantara karşı koruma sağlamakta ve koku oluşumunu engellemektedir. Her üç çorap çeşidi de 30 yıkamaya kadar özelliklerini yitirmemektedirler. Pecunia non olet Pecunia non olet, (Latince: ""Para kokmaz"") kalıplaşmış bir Latince deyiştir. Efsaneye göre Roma İmparatoru Vespasian (Suetonius Vespasian, MS 9-79) umumi tuvaletlere vergi koyar. Bunun üzerine oğlu Titus babasına gider ve "çişin vergisi olur mu?" diyerek kararını eleştirir. Vespasian oğlunun burnuna bir bozuk para tutar ve kokup kokmadığını sorar. Kokmadığı yanıtını aldıktan sonra da şaşırmış oğluna ""Atque e lotio est" (bu çişten yapıldı) der. Bu olayı özetleyen "Pecunia non olet" deyişi, kaynağından bağımsız olarak paranın değerini koruduğunu vurgular, bazen de paraya bakarak kaynağının bilinemeyeceğini ima ederek şaibeli kazançlara gönderme yapar. Tu quoque Tu quoque (Latince: "Sen de", "Sen dahil") kişinin bir suçlama karşısında kendisini suçlayan kişinin de önceden veya hâli hazırda aynı suçu işlemiş veya işlemekte olduğunu ima eden bir savunma argümanıdır. Bu tartışma yolu; bir eleştiri veya itirazın, eleştiri veya itirazı yapan kişiye de aynı derecede uygulanacağı temeline dayanmaktadır. Karşı tarafın öne sürdüğü gerekçe veya eleştirilerden öte, karşı tarafa odaklandığı için bir tür ad hominem olarak tanımlanabilir. Bunun mahkemedeki kullanımına bir örnek Nürnberg Mahkemeleri'nde yaşanmıştır. Mahkemelerde sanıklar kendilerini, Nazi rejiminin yaptığı suçların benzerini Müttefiklerin de yaptığını öne sürüp, bir "tu quoque" argümanı ortaya atarak savunmuşlardır. (Bu savunma cümlesine belli bir süre sonra mahkemenin yargıçları tarafından izin verilmemiştir.) R134a R134a, soğutucularda kullanılan renksiz inert gaza verilen addır. Tam adı "1,1,1,2-Tetrafloretan" olan gaz , 90'lı yıllarda ozon tabakasına zararlı olduğu için birçok ülkede kullanımı yasaklanan "R12" (diklordiflormetan) gazının yerine kullanılmak üzere üretilmiştir. Genellikle R134a , Freon 134a , HFC-134a ya da tetrafloretan olarak adlandırılır. Üretim amacına uygun olarak ozon tabakası üzerinde herhangi bir zararlı etkisi yoktur . Moleküler formülü CHFCF şeklinde olan R134a termodinamik ve fiziksel özellikleri R12 gazına en yakın olan soğutucu gazdır. R134a, taşıt araçlarının iklimlendirme donanımları, konut tipi soğutucular ve orta çaplı işletmeler veya yapılarda su soğutma cihazlarında kullanılır. Ecce Homo Ecce Homo (Latince:
"İşte (bakın) İnsan") dövülmüş, bağlanmış ve dikenlerle taçlandırılmış İsa'yı öfkeli ve nefretli kalabalığa sunan Pontius Pilatus tarafından İsa'yı kastederek söylenmiş vurgulu cümle. Bu çarmıha gerilmeden kısa süre önce yaşanmıştır. Bu nedenle, Ecce Homo, İsa'yı dikenlerle taçlandırılmış bir şekilde gösteren her türlü sanat eserine de verilen tanım olmuştur. Bu olayı konu alan birçok tablo yapılmıştır ve "ecce homo" sanatsal anlamda çok tanınmış bir konu olagelmiştir. Bunların ünlülerinin arasında Correggio ve Rembrandt'ın anı resmeden tabloları da vardır. Bilohirsk Rayonu Bilohirsk Rayonu (Kırım Tatarcası: Qarasuvbazar rayonı, Rusça: Белогорский район, Ukaynaca: Білогірський район), Ukrayna'nın Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin rayonlarından biri. Halil Mutlu Halil Mutlu (doğumu Halil Aliyev 14 Temmuz 1973, Kırcaali), Dünya ve Olimpiyat şampiyonu Bulgaristan göçmeni Türk haltercidir. 3 kez Olimpiyat Şampiyonu, 5 kez Dünya Şampiyonu, 10 kez Avrupa Şampiyonu olmuş, 52 kg, 54 kg ve 56 kg'da 20'den fazla dünya rekoru kırmıştır. Üst üste kırdığı rekorlar nedeniyle kendisine Dinamo lakabı takılmıştır. 3. kez üst üste Olimpiyat Şampiyonu olarak halter tarihinde bu unvana erişen 4. sporcu oldu. Yalnızca 1,50 boyundaki Halil Mutlu kendisine Naim Süleymanoğlu'nu örnek almıştır. Haltere antrenörü İbrahim Elmalı'nın desteği ile 10 yaşında başladı. Bulgaristan’da gördüğü baskılardan dolayı spora iki yıl ara vermek zorunda kaldı. Ardından 1989 yılının Aralık ayında Türkiye'ye iltica etti. Mutlu, ilk şampiyonluğunu 19 yaşında İngiltere'de düzenlenen Gençler Avrupa Şampiyonası'nda koparma, silkme ve toplamda altın madalya kazanarak yaşadı. 31 Ekim 2008 günü aktif spor hayatına son verdiğini açıklamıştır. Halil Mutlu evlidir, Tuna ve Arda isimli iki çocuğu vardır. Fiat lux Fiat lux veya "Işık olsun", Eski Ahit'e göre Tanrı tarafından ışığın yaratılışını tanımlayan Latince cümle. Aslında Eski Ahit'in Yaratılış bölümünün başında geçen bu ifade Yunanca γενηθήτω φώς (genēthētō phōs)'un adaptasyonudur ki bu Yunanca ifadenin kendisi İbranice aslı יְהִי אוֹר (yhiy 'owr)'dan gelmektedir. İngilizce'de "Let there be light" olarak geçer ve bu dilde çok ünlü bir deyiş haline gelmiştir; özellikle de Kral James İncili üçüncü dizesinde var olduğu için. Bu ifadenin bulunduğu kısım da, Eski Ahit'teki Yaratılış'ın ilk bölümünün üçüncü dizesidir, Türkçe meâli şöyledir: Aynı parçanın Latince'si ise şöyledir: Latince Vulgata İncili'nden Latince fiat lux direkt olarak "Işık olsun" şeklinde çevrilmiştir. Dizenin tamamı "Dixitque Deus: 'Fiat lux'. Et facta est lux" (yani "Tanrı, 'Işık olsun' diye buyurdu ve ışık oldu") Yunanca "και είπεν ο Θεός γενηθήτω φως και εγένετο φως" (kai eipen o Theos genēthētō phōs kai egeneto phōs)'dan ki bu da İbranice "וַיֹּאמֶר אֱלֹהִים, יְהִי אוֹר; וַיְהִי-אוֹר" (wayo'mer 'Elohiym yhiy 'owr wayhiy 'owr)dandır. "Fiat lux" ibaresinin daha yalın bir çevirisi "ışık yapılsın" veya "ışık yaratılsın" şeklinde olurdu zira "fiat", "facere" yani yapmak, yaratmak fiilinin, edilgen halidir. Bu nedenle orijinal Yunanca ve İbranice metnin Latinceye çevrilmesinde "lux sit" ("ışık var olsun") de zaman zaman kullanılmıştır. Salzburg (eyalet) Salzburg (Almanca: Salzburg), Avusturya'da bir eyâlettir. Salzburg genel olarak küçük, etrafı dağlarla çevrili şirin bir şehirdir. İçerisinden Tuna nehrinin bir kolu olan Salzach nehri geçmekte. Salzburg'un en önemli gezi noktalarından birisi Hohensalzburg yani Salzburg kalesi. Tepecik bir bölgede, şehre hakim bir noktada, orta çağda yaşayan bir derebeyi tarafından inşa edilmiş kale birçok savaşlar görmüş. Kaleyi gezerken şehrin tamamını rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Salzburg, Avusturya'nın simgesi olan kompozist yani bestekâr Mozart'ın doğduğu yer. Mozart birçok bestesini Salzburg'ta yazmış ve ölümü de Viyana'nın 1. mahallesindeki evinde olmuş. Mozart'ın evinden sonra Mirabellgarten'a gidebilirsiniz. Çok güzel çiçeklerle bezenmiş olan harika bir bahçe. Evlenecek olanlar Mirabellgarten'ı gezdikten sonra kiliseye gidiyorlar geleneksel olarak. Şehrin içinde bulunan mezarlıkta ünlü kişilerinde mezarları vardır. Örneğin; 90 yaşlarında ölen ünlü mimar, Ankara'nın meclis, bakanlıklar ve civarının mimarisini yapan Klemens Holzmeister bu mezarlıkta yatmaktadır. Salzburg'a gittiğiniz zaman eğer vaktiniz varsa Tomaselli'de kahve içmenizi tavsiye ederiz. Salzburg'un şehir dışında bulunan hayvanat bahçesi Hellbrunn Tiergarten'nın yanındaki derebeyinin eşi için yaptırdığı Schloss Hellbrunn'a gidilmeye kesinlikle değer. Getreidegasse 9. Burada 1747´den 1773 yılına kadar Leopold Mozart ailesi yaşar. 27 Ocak 1756 yılında dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bestekarlarından Wolfgang Amadeus Mozart dünyaya gelir. Günümüzde bu ev müze olarak kullanılıyor. Orta Çağdan kalma kilise ilerigelenlerinin merkezi. 16. yüzyılın sonuna doğru bugünkü şeklini alır. Ilk barok çağına ait bir tarzda yapılmış olan ihtişamlı yapıtın özellikle galerisi görülmeye değer. 1612-1615 yıllarında yapılan bu saray, büyük parkı, su oyunları ve mekanik tiyatrosuyla, manirik mimari tarzının Avrupa'nın en seçkin örneklerinden birisi kabul edilmektedir. Hohensalzburg kalesi 1077 yılında başpiskopos Gebhard tarafından yaptırılmış; Orta Avrupa`nın en büyük, günümüze kadar tam olarak muhafaza edilmiş tek kalesidir. Mozart meydanı Salzburg şehrinin ortasında bulunup önemini Ludwig von Schwanthaler tarafından yapılan muhteşem Mozart anıtından alır. Onun dışında dünyanın her tarafından gelen sayısız turistin ilgisini en çok çeken şey başpiskopos sarayında hazırlanmakta olan dünyaca ünlü Salzburg Çan oyunlarıdır. Asıl adı ""Altenau"" olan Mirabell sarayı 1606 yılında Wolf Dietrichs emriyle metresi Salome Art için yaptırılmış. Mirabell bahçesi yunan mitolojisi örneklerine uygun yaptırılmış olup, Kongresshaus ve Kurhaus`a çok yakındır. Sebastian kilisesinin yanında Sebastian mezarlığı bulunur. Mozart`ın karısı Constanze, babası Leopold, modern tıp`ın babası kabul edilen Paracelsus burada yatar. Salzburg şehrinin bugünkü barok yapılarıyla biçimlenen yüzü, son şeklini 17. ve 18. yüzyıllarda Prens başpiskoposları Wolf Dietrich, Markus Sittikus ve Paris Lodron`un mimari anlayışından almıştır. Yüzden fazla kilise, saray ve Şato bugun hala başpiskoposların bir zamanki gücünü göstermektedir. 1756 yılında Salzburg'da şehrin en meşhur çocuğu Wolfgang Amadeus Mozart dünyaya gelmiştir. 1842 yılında ise şimdiki Mozart meydanında Mozart'ın anıtı dikilmiştir. Salzburg 1816 yılında Habsburg imparatorluğuna katılmıştır. Gül ve Haç Tarikatı Gül ve Haç Örgütü, MS 46 yılında kurulan, özellikle Fransa'da yaygın olan bir tarikat. Prieree De Sion, 1188'de ORMUS (inisiye edilenler tarikatı veya tekris edilenler tarikatı) isimli tarikatın bir adının da l'Ordre de la Rose-Croix Veritax olduğunu rivayet etmektedir. 1614'te Cassel'de Wilhelm Wessel matbaası tarafından basılan, "Genel Reform" (Allegemeine und generale Reformation des gantzen weiten Welte, heneben der Fama Fraternitatis des löblichen Ordens des Rosenkreutzes an alle Gelehrte und Haupter Europae geschrieben) adlı kitabın esas kısmını 91. ve 118. sayfaları arasındaki Fama Faternitatis bölümü oluşturuyordu. 1. Fama Faternitatis, yaşamını özetlediği Christian Rosenkreutz tarafından yazılışından iki asır önce kurulan gizli bir kardeşlikten söz eder. Dikilitaş, Beşiktaş Dikilitaş, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde Balmumcu ile Fulya arasında kalan semt. Kuzeyden Gayrettepe, doğudan Balmumcu ve Yıldız, güneyden Abbasağa ve Türkali ile batıdan da Şişli'ye bağlı Teşvikiye mahalleleri ile çevrilidir. Barbaros Bulvarı doğu sınırını, Hakkı Yeten Caddesi batı sınırını oluşturur. Semte adını veren Dikilitaş'ın yanında bulunan açıklayıcı plakada, "II. Mahmud'un 1810 (Hicri 1224) tarihinde bir yarış sırasında bu taşın yerine diktirdiği devekuşu yumurtasına bin yüz elli beş adım uzaktan, şeşhane denilen tüfekle yaptığı atışla isabet kaydetmesi dolayısıyla hatıra olarak bu taş dikilmiştir. Taşın kitabesinde yazılı olan şiir Enderunlu Vasıf'ındır." yazmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu ile Darphane ve Damga Matbaa Genel Müdürlüğü bu semtte yer alır. Darphane Genel Müdürlüğü'nün bulunduğu kuzey kesimi "Darphane" olarak da bilinir. Vorarlberg Vorarlberg (Almanca: Vorarlberg), Avusturya'nın en batısında İsviçre ve Almanya sınırında yer alan eyâlettidir. Başkenti Bregenz'dir. İller ve Trafik Kodu Vorarlberg eyâleti Avusturya Halk Partisi'nin en çok oy aldığı yerlerdendir. Örneğin 1945 Millî Meclis Seçiminde ÖVP Vorarlberg'de oyların %70'ini kazanmıştır. Avusturya Özgürlük Partisi, Yeşiller ve Liberal Forum'un sonuçları da ortalamanın üstündedir. Fakat Avusturya Sosyal Demokrat Partisi'nin sonuçları ortalamanın altındadır. 2004 yılındaki Vorarlberg'deki eyâlet seçimleri ÖVP'ye mutlak çoğunluk, FPÖ'ye büyük yenilgi, Yeşillere de yeni oylar getirdi. Avusturya Halk Partisi (% 50,8) 20 koltuk Avusturya Özgürlük Partisi (% 25,2) 9 koltuk Yeşiller (% 10,4) 4 koltuk Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (% 10,1) 3 koltuk Mag. Markus Wallner (AHP/ÖVP) 07.12.2011 Vorarlberg (yüzölcümü: 2.601,48 km²) Viyana´dan sonra Avusturya'nın en küçük eyâletidir. Üç ülkeye dış sınırı var: Almanya, İsviçre ve Lihtenştayn Sınırın toplam uzunluğu 256 km'dir. Birkaç yıldır Vorarlberg ekonomisi Avusturya genel ortalamasına göre daha yüksek bir seyir içerisindedir.Avusturya genelinde %2 GDP artışı sözkonusuyken, Vorarlberg'te bu rakam %2.9 olarak belirlenmiştir.Eyaletin yıllık üretim miktarı 11.5 milyar euro düzeyindedir.Bu üretim miktarı her yıl %5 artmaktadır. Bu rakam Avusturya genelinde %4'tür,yani bu istatistiğe göre de Vorarlberg Avusturya genelinden daha iyi durumdadır. Yıllık Kişi başına üretim miktarı 31000 Euro düzeyindedir. Bu rakam da Avusturya genel ortalamasının %8 üzerindedir.Eyalette elektronik, tekstil, makine sanayi üretimleri yapılmakta, ayrıca tarım da önemli büyüklükteki bir sektördür.Ayrıca bölge turistler için bir cazibe merkezidir.Dağlar ve kayak iç
in birçok turist bu bölgeyi ziyaret etmektedir. 11 Mayıs 1919'da eyalette yapılan referandumda %80 oranında İsviçre'ye katılım kararı çıkmıştır. Ancak İsviçreli liberal, Fransız ve İtalyanların ve diğer devletlerin karşı çıkmasından dolayı İsviçre'ye katılımı engellenmiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1945 ve 1955 yılları arasında, Vorarlberg, Tirol eyaleti]] ile birlikte Fransız birlikleri tarafından işgal altında bulundu. Steiermark Steiermark (Almanca: "Steiermark", Slovence: "Štajerska"), Avusturya'nın güneydoğu ve orta kesiminde federal eyâlet ("Land"). Başkenti Graz, nüfusu 1.210.700, yüzölçümü 16.392 km²'dir. Dağlık bir eyalet olan Steiermark, önemli bir su bölümü çizgisi oluşturan Niedere Tauern dağ sırasının çevresinde yayılır. Yukarı Steiermark kuzeyde Kireçtaşı Alpleri'nden Orta Alpler'in doğu sıralarına kadar uzanır ve Mur, Mürz, Salza ve Yukarı Enns ırmak vadilerini içine alır. Aşağı Steiermark ise, Mur Vadisinin orta kesimi ile batıdaki 2.000 m'yi aşan Kor Alpleri, Pack Alpleri ve doğudaki tepelik bölgeyi kapsar. Paleolitik Çağdan beri insanların yaşadığı, Tunç Çağından beri de madenlerin işletildiği bölge önce Noricum adlı bir Kelt krallığının parçasıydı. MÖ y. 15'te Roma İmparatorluğu'na bağlandı, Roma'nın Noricum ve Pannonia eyaletleri arasında bölündü. 5. yüzyılda bölgeyi işgal eden Germen kabilelerini Avarlar ve Slavlar (Slovenler) izledi. 8. yüzyılda Bavyeralıların egemenliği altına giren bölge Frank İmparatorluğu'nun sınır bölgelerinden biri haline geldi. 1180'de Steiermark Düklüğü adı altında, dük IV. Ottokar zamanında, tümüyle bağımsız olduktan sonra, veraset yoluyla Babenbergler'e geçti (1192). Bu hanedan 1246'da sönünce, düklük, Bohemyalı II. Otakar Premysl tarafından zaptedildi ve I. Rudolf'un Premyslidler'i yenmesinden sonra da Habsburglar'ın topraklarına katıldı (1278). 1282'de de kraliyet toprağı haline geldi. Steiermark düklüğü birçok kez ailenin küçük kollarına verildi. Germen kolonizasyonu, Slovenler'i önemsiz bir azınlık durumuna soktu. 12. yüzyılda, demir madenleri sayesinde ülke refaha kavuştu. 1480'den sonra Osmanlılar tarafından yıkıma uğratılan Steiermark, ayrıca reform krizinden de etkilendi; çoğunlukta olan protestanlar din özgürlüğü kazandılar (Graz Barışı, 1572), fakat dük Karl (1564-1590) Cizvitleri çağırdı ve oğlu Ferdinand (daha sonra II. Ferdinand oldu) Katolikliğe dönüşü zorla kabul ettirdi. Dük Ferdinand'ın Mathias'ın yerine geçmesinden (1619) sonra Avusturya'nın kaderini paylaşan Steiermark'ın, I. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan Saint-Germain Antlaşması'yla, Sloven bölümleri (Aşağı Steiermark; güneyde Marburg (Maribor), Cilli (Celje) ve Pettau'yu (Ptuj) içine alan 6.010 km²'lik kesimi), ondan alınarak Yugoslavya'ya (daha sonra Slovenya) bırakıldı. 1918'de cumhuriyetin ilanından sonra eyalet yapıldı. Almanya'yla birleşme (Anschluss) döneminde (1938-45) Reichsgau olarak adlandırılan yönetim birimlerinden biri oldu. 1945'te yeniden eyalet statüsü kazandı. Eyalet nüfusunun büyük bölümünü Almanlar oluşturur. Halkın çoğu Katoliktir. Dağlık bölgelerde eski halk kültürü, şarkılar ve danslar varlığını korumaktadır; geleneksel gri-yeşil Steiermark giysisi Avusturya'nın ulusal giysisi durumuna gelmiştir. Başlıca kentler eyalet merkezi Graz ile Leoben, Kapfenberg, Bruck, Eisenerz, Knittelfeld, Köflach, Mürzzuschlag ve Fohnsdorf'tur. Eyalet ekonomisi eskiden beri madenciliğe dayanır. Avusturya'nın demir cevherinin büyük çoğunluğunu sağlayan, Eisenerz yakınlarındaki Erzberg (Cevher Dağı) bölgede Keltlerin yaşadığı dönemlerden beri işletilmektedir. Fohnsdorf ve Köflach'ta linyit, Şeyl Alpleri'nde magnezit, eyaletin öteki kesimlerinde de grafit, talk, alçıtaşı ve tuz çıkarılır. Sanayi kuruluşları için gerekli enerji termik santrallar ile Mur ve öteki akarsular üzerinde yer alan hidroelektrik santrallardan sağlanır. Ağır sanayi kuruluşları Mur Vadisinin Fohnsdorf'un aşağısında kalan kesiminde ve Mürz Vadisinde yoğunlaşmıştır. Metalurji, makine, kereste, kâğıt ve selüloz sanayileri eyalet ekonomisinde önemli yere sahiptir. Eyalette ayrıca kimyasal maddeler, tekstil, deri ve gıda maddeleri de üretilir. Dağlarda turizm açısından büyük önem taşıyan tatil merkezleri vardır. Steiermark, 1945'ten beri uzun yıllar Hristiyan demokrat eğilimli Avusturya Halk Partisi'nin (ÖVP) kalesi olmuş olmasına rağmen, eyalet başkenti Graz da Avusturya Komünist Partisi'nin (KPÖ) kalesi olmuştur. 2005'teki eyalet meclisi seçimlerini kazanan Avusturya Sosyaldemokrat Partisi (SPÖ) eyaletteki 60 yıllık ÖVP iktidarını sona erdirdi. Büyükşehirler ve Trafik Kodu İller ve Trafik Kodu Yukarı Avusturya Yukarı Avusturya (Almanca: Oberösterreich), Avusturya'da bir eyâlettir. 1945'ten bu yana, eyâlet başkanları Avusturya Halk Partisi'nden gelir. 2003'ten beri, Yukarı Avusturya'da Avusturya Halk Partisi ve Yeşiller koalisyonda birlikte çalışıyorlar. ASPI ASPI (Advanced SCSI Programming Interface), Adaptec firması tarafından geliştirilip standart haline gelmiş scsi aygıtlar ve scsi host adaptörü arasında baglantı veri yollarını yöneten sürücü biçimidir. Daha çok scsi olmayan (Non-SCSI) DVD-ROM, CD-ROM gibi aygıtlarda hız arttırımı için kullanılır. Marko Paşa Marko Paşa ya da asıl adıyla Marko Apostolidis (Yunanca: Μάρκος Αποστολίδης) (ö. 1888), Rum asıllı Osmanlı hekimiydi. Marko Paşa ilk ve orta öğrenimini Güney Ege'nin meyve bahçeleri ve bağlarıyla ünlü Siros'ta yaptı. Sonra, ailesi ile birlikte gittiği İstanbul'da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi (Askeri Tıbbiye) bitirdi. Mezun olduğu yıl, cerrahi kliniği şefliğine atandı. Kısa sürede iyi bir hekim olarak ün kazandı ve mirlivalığa yükseltilen ilk hekim oldu. 1861'de Sultan Abdülaziz'in hekimbaşılığına getirildi. 1871'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırlığı'na atandı. 1878'de, II. Abdülhamit döneminde Meclis-i Ayan üyeliğine getirildi. Kırımlı Aziz Bey'le birlikte Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'nin (Türkiye Kızılay Derneği) kurulmasında katkıda bulundu. Marko Paşa hastalarını uzun uzun sabırla dinleyen, dertlerine tıbbi yönden yardımcı olmakla birlikte, onlara manevi huzur ve rahatlık vermeye de özen gösteren bir hekimdi. Marko Paşa'nın ünü halk arasında iyice yayıldı ve zamanla, yakınmayı dinleyecek kimsenin olmadığını vurgulamak için söylenen ""anlat derdini Marko Paşaya"" deyimi ortaya çıktı. Marko Paşa 1888 yılında hayatını kaybetti. Dikilitaş (anlam ayrımı) İrfan Tansel İrfan Tansel (1909, İstanbul - 16 Eylül 1999, İstanbul), Türk asker. 1930 yılında Harp Okulu'ndan Asteğmen rütbesi ile mezun oldu. 1932 yılında Hava Okulu'ndaki pilotaj eğitimini tamamlayarak 1. Tayyare Alayı'nda görevlendirildi. Çeşitli hava birliklerinde pilotluk yaptıktan sonra 1944 yılında girdiği Harp Akademisi'ni 1947 yılında bitirdi ve 4. Tayyare Alayı Filo Komutanlığı görevine atandı. 1950-1952 yılları arasında Paris'te Hava Ataşesi olarak görev yaptı, 1952 yılından 1953 yılına kadar Avrupa Müttefik Kuvvetleri Teşkilat Eğitim Dairesi Teşkilat Subayı olarak Paris'te göreve devam etti. 1953 yılında 9. Hava Üs Uçuş Grup Komutanı olarak atandı. Aynı üste komutan yardımcısı ve 1955 yılında komutanlık görevlerinde bulundu. 1956 yılında aynı görevde iken Tuğgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede 3. Hava Kuvveti Komutanlığı ve 1. Hava Kuvveti Komutanlığı görevlerinde bulundu. 1958 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede 6. ATAF Kurmay Başkanlığı görevini yürüttü. 1960 yılında İzmir Askerî Valiliği görevine getirildi. 3 Ağustos 1960 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 1960 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. 1 Haziran 1961 tarihinde Millî Birlik Komitesi tarafından Washington Türk Askerî Müşavir Heyeti Başkanlığı görevine atandıysa da, kendisinin de üye olduğu Silahlı Kuvvetler Birliği mensubu hava kuvvetleri pilotlarının Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ikâmetgahı olan Çankaya Köşkü'nün bombalama tehdidi karşısında ikinci kez 19 Haziran 1961 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 22 Şubat 1962 tarihinde Talat Aydemir'in darbe girişimine karşı çıktı. 1963 yılında bu görevde iken Orgeneral rütbesine terfi etti. 8 Ağustos 1964 tarihinde Türk Hava Kuvvetleri Komutanı olarak bizzat Kıbrıs'taki Rum hedeflerinin Türk jetleri tarafından bombalanmasını yönetti. 16 Ağustos 1968 tarihinde emekli oldu. 1968-1974 yılları arasında Ottawa Büyükelçisi olarak görev yaptı. 16 Eylül 1999 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Evli olup, bir çocuk babasıydı. İngilizce ve Fransızca bilmekteydi. Yugoslav 5. Derece Kuruna Madalyası, Afgan Madalyası, Milliyetçi Çin Madalyası, Güney Kore Madalyası, ABD Liyakat Madalyası sahibiydi. MG Cars MG (Morris Garages), 1924'ten 2005'e kadar spor arabaları üreten Britanyalı otomotiv markası. İki kapılı üstü açık spor arabalarıyla tanınır. Temmuz 2005`te Çinli Nanjing Otomobil Grubu MG ismini ve üretim tesislerini satın aldı.Aynı zamanda "MG" isim hakkını ve fabrikayı satın alan 2. Çin firması olan Nanjing de NAC MG ismi ile hem Çin'de hem de İngiltere'de üretim çalışmalarına başladı.2007'den itibaren diğer çinli SAÍC grubu ile birleşerek üretime devam ettiler. Türkiyeli Avrupa Türkiyeli Avrupa, Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye olası etkileri, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine farklı bir açıdan bakan eser ve bu eserin ortaya çıkması için USAK tarafından başlatılan projenin ortak adıdır. Proje iki yıl sürmüştür. Eser Türkçenin yanı sıra İngilizce ve Almanca olarak da yayınlanmıştır. Yazarları Sedat Laçiner, Mehmet Özcan ve İhsan Bal'dır. Ankara merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından 2005 yılında yayınlanan eser halen Türkiye, Almanya ve İngilizce konuşan ülkelerde satılmaktadır. Kitap toplam 260 sayfadır. Mim Kemal Öke, 28 Kasım 2004 Juan Rulfo Juan Rulfo, (d. 16 Mayıs 1917, Sayula, Meksika - ö.7 Ocak 1986), Meksikalı yazar. 1953'te "Kızgın Ova" adlı kitabında toplayacağı kısa öykülerinin çoğu daha önce Pan dergisinde yayımlandı. Tek romanı "Pedro Paramo" ise iki yıl sonra 1955'te okuyucuya ulaştı. 1933'ten sonra sürekli olarak Meksiko şehrind
e yaşayan Rulfo, Ulusal Yerli Araştırmaları Enstitüsü'nün yayın yönetmenliği bölümünde görev aldı ve Meksikalı Yazarlar Merkezi'nde genç yazarlara danışmanlık yaptı. 1986'da öldüğünde, Meksika'da Ulusal Edebiyat Ödülü ve İspanya'da Cervantes Ödülü'ne değer görülmüş, Meksika Edebiyat Akademisi'ne seçilmiş bulunuyordu. Rigor mortis Rigor mortis veya ölüm sertliği, kaslardaki biyokimyasal bir değişiklikten kaynaklanan ve ölünün uzuvlarını katılaştıran bir ölüm belirtisidir. Bu olgu, oda sıcaklığındaki bir insanda ölümden 3-4 saat sonra görülmeye başlar, 12 saat sonra doruk noktasına ulaşır ve 36 saat sonra ortadan kalkar. (Belirtilen süreler sıcaklığa bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.) Rigor mortis'in biyokimyasal nedeni, kas dokusundaki temel enerji kaynağı ATP'nin tükenmesi ve kas fibrillerinin gevşeme için gerekli olan enerjilerini temin edememeleridir. Miyozin adlı motor proteinlerin baş kısımları, kasılma esnasında bağlandıkları aktin adlı ipliksi proteinlerden ayrılabilmek için ATP'ye ihtiyaç duyarlar. Ölümden 3-4 saat sonra dış solunumun durmasıyla kas dokusunun miyoglobinlerindeki oksijen ve dolayısıyla da hücrelerin ATP stoğu tükendiği için, miyozinler aktomiyozin kompleksinde kenetli kalır. Bu nedenle, kasılmış durumdaki kaslar gevşeyemez ve belirli bir süre bu şekilde (kasılı) kalırlar. Oksijenden yoksun kas hücrelerinde (fermentasyon ürünü) laktik asit ve (karbondioksit moleküllerinin su molekülleriyle birleşmesi sonucu oluşan) karbonik asit birikmeye başlar. Zamanla bu asitlerin etkisiyle hücre pH'ı 5,5'lere kadar düşünce lizozomlardaki hidrolitik enzimler hücre sitosolüne salınır ve kas proteinlerini parçalarlar. Sonuç olarak, aktomiyozin kompleksi yıkılır ve kaslar gevşer (doku yeniden yumuşar). Bu olaya da "Rigor gevşemesi" adı verilir. Rigor mortis hayvanlarda da görülür. Bu nedenle de kesilen hayvanların etleri 15 °C'nin altındaki sıcaklıklarda saklanacaksa, dolaba konmadan evvel (dana eti için) 6-12 saat bekletilerek etlerin Rigor Mortis'i (sertleşme safhasını) tamamlamaları sağlanmalıdır. Aksi takdirde, etler dolaptan çıkarıldığında Rigor mortis'e devam edecek, iyice sertleşerek aşırı katı bir hal alacaktır. Öte yandan, etlerin sıcaklığı 15 °C'nin altına düşürülmeden etler tüketilecekse, rigor gevşemesi yani etlerin yeniden yumuşaması için yenmeden önce 24-36 saat bekletilmeleri gerekmektedır. Daniel Bernoulli Daniel Bernoulli (8 Şubat 1700 – 17 Mart 1782) İsviçreli matematikçi ve fizikçidir. Bernoulli ailesindeki ünlü matematikçilerdendir. Özellikle matematiği akışkan mekaniği alanına uyarlamasıyla bilinir. Olasılık ve istatistik alanındaki çalışmalarıyla bu alanların gelişimine öncülük etmiştir. İsmi, 20. yüzyılın iki önemli teknolojisinin çalışmasının altında yatan matematiği tanımlayan Bernoulli İlkesi ile bütünleşmiştir. Bahsi geçen bu iki önemli teknoloji karbüratör ve uçak kanadıdır. Daniel Bernoulli Groningen, Hollanda’da matematikçileri ile ünlü bir ailede dünyaya geldi. Bernoulli ailesinin kökenleri o zamanlar İspanyol Flemenki sınırları içinde kalan Antwerp’e dayanmaktadır ancak buradan İspanyolların Huguenot zulmünden kaçmak için göç etmişlerdir. Kısa bir süre Frankfurt’ta yaşadıktan sonra İsviçre’nin Basel kentine yerleşmişlerdir. Daniel, Jacob Bernoulli’nin (Kalkülüsün ilk geliştiricilerindendir) oğlu Jakob Bernoulli’nin (Olasılık kuramını ilk keşfeden kişidir.) yeğeni ve Johann II’nin büyük kardeşidir. Daniel Bernoulli, W. W. Rouse Ball tarafından “ Genç Bernoulliler arasında en yetenekli olanıdır.” Şeklinde tanıtılmıştır. Babası Johann ile arasında kötü bir ilişkisi olduğu söylenir. Baba ve oğlunun bilimsel bir yarışmada birinciliği paylaşmaları üzerine Johann oğluyla eşit tutulmanın “utancına” dayanamamış ve oğlunu evden atmıştır. Johann Bernoulli ayrıca Daniel’in Hydrodynamica adlı eserinden bazı fikirleri çalmış ve tarihini Hyrodynamica’nın yayım tarihinden önce gösterdiği Hydraulica adlı eserinde yayımlanıştır. Daniel’in uzlaşma çabalarına rağmen babası bu kininden ölümüne dek vazgeçmemiştir. Daniel yedi yaşındayken kardeşi Johann II Bernoulli doğdu. Okul çağına geldiğinde babası Johann Bernoulli ona işletme okuması yönünde tavsiyede bulundu. Ancak Daniel babasının bu teklifini reddetti çünkü o matematik alanında eğitim almak istiyordu. Daha sonra babasının isteğini de yerine getirerek işletme eğitimi de aldı ardından babası Johann Bernoulli oğluna tıp eğitimi alması yönünde istekte bulundu ve Daniel bu isteği ancak babasının ona özel olarak matematik öğretmesi şartıyla kabul etti. Daniel Basel, Heidelberg, Stasbourg şehirlerinde tıp eğitimi aldı. 1721 yılında anatomi ve botanik alanında doktora derecesini elde etti. Daniel Bernoulli, Euler ile yakın arkadaştı. 1724 yılında matematik profesörü olarak St. Petersburg’a gitti ama burada mutlu olamadı ve geçirdiği bir hastalık 1733 yılında oradan ayrılmasına neden oldu. Daha sonra oldukça tıp, metafizik ve doğa felsefesi alanlarında ölümüne dek oldukça başarılı bir hayat sürdüğü Basel Üniversitesi'ne döndü. Bernoulli’nin ilk matematiksel çalışması Exercitationes (Matematiksel Egzersizler) 1724 yılında Goldbach’ın yardımı ile yayımlanmıştır. İki yıl sonra bileşke hareketi dönüş hareketi ve öteleme hareketi şeklinde ayrılarak çözümlenmesi konusunda ilk çalışmalara imza attı. Başlıca eseri olan Hydrodynamica, 1738 yılında yayımlanmıştır. Bu eser tüm sonuçların tek bir prensibe bağlı olacak şekilde ayarlanması ile Joseph Louis Langrange’ın Méchanique Analytique adlı eseri ile benzerlikler taşır. Tüm sonuçların bağlandığı bu tek prensip enerjinin korunumu prensibidir. Bu eseri gelgitler teorisi üzerine Euler ve Colin Maclaurin’in raporları ile birleşik bir rapor takip etti. Daniel, bu rapor üzerine Fransız Akademisi tarafından ödüle layık görüldü. Bu üç rapor Isaac Newton’ın Philosophiae Naturalis Principia Mathematica’sı ve Pierre-Simon Laplace’ın araştırmaları arasında kalan sürede bu konuda yapılan tüm çalışmaları içeriyordu. Bernoulli ayrıca başta titreşen telleri içerenler olmak üzere çeşitli mekanik problemleri üzerine makaleler yayımladı. Bernoulli ve Euler beraber çalışarak sıvıların akışı hakkında daha çok keşifte bulunmaya çalıştılar. İkili, özellikle kanın akış hızı ve basıncı arasındaki ilişki üzerine yoğunlaştılar. Bu ilişkiyi gözlemlemek için Daniel, ucu açık bir pipetle yüzeyi delinmiş bir boru kullandı ve pipetteki sıvının yüksekliğinin sıvının borudaki basıncı ile ilişkili olduğunu ortaya çıkardı. Bu keşfin ardından tüm Avrupa’daki hekimler hastalarının kan basıncını sivri uçlu tüpleri hastanın damarlarına batırarak ölçmeye başladı. Bu yöntem İtalyalı bir doktorun daha acısız bir yöntem keşfetmesine kadar 170 yıl boyunca kullanımda kaldı. Ancak, Bernoulli’nin basınç ölçme yöntemi uçağın üzerinden geçen havanın hızını ölçmek için modern havacılıkta hala kullanılmaktadır. Keşiflerini daha ileriye taşımak için Daniel enerjinin korunumu üzerine yaptığı ilk çalışmalara geri döndü. Hareket eden bir cisim kütle kazandıkça kinetik enerjisini potansiyel enerjisi ile değiştirir. Dainel benzer bir şekilde hareket eden bir sıvının kinetik enerjisini basınç ile değiştirdiğini fark etti. Matematiksel olarak bu kural: Olarak gösterilir. Formülde P basıncı, ρ sıvının yoğunluğunu, u ise hızını temsil etmektedir. Bu kuraldan, eğer bir akışkanın hızı artarsa basıncı azalır sonucu çıkmaktadır. Bu kural hava taşıtlarının kanatları tasarlanırken kullanılmıştır. Kanat üst kısmında havanın hızlanmasını ve bu sebeple basıncının azalmasını sağlayacak bir alana sahip olarak üretilir. Bu basınç farkı sayesinde kanat yukarı doğru yükselir. Daniel Bernoulli ayrıca 1738 yılında yayımlanan Specimen theoriae novae de mensura sortis (Yeni Bir Teorinin Risk Ölçümü Altında Açıklaması) eserin de yazarıdır. Sansürlü bilgi içeren istatiksel problemlerin analizine yönelik ilk çalışmalar 1766 yılında çiçek hastalığı ve ölüm oranları bilgileri analiz edilerek aşının faydasının gösterilmesi amacıyla Bernoulli tarafından yapılmıştır. Hydrodaynamica adlı eserinde gazlar için kinetik kuramın temellerini atmış ve bu fikri Boyle yasasını açıklamak için kullanmıştır. Euler ile elastiklik üzerinde çalışmış ve Euler-Bernoulli ışın eşitliğini oluşturmuşlardır. Bunların yanı sıra Bernoulli prensibi aerodinamik alanında büyük bir öneme sahiptir. https://en.wikipedia.org/wiki/Daniel_Bernoulli İngilizce vikipedi. Asia Motors Asia Motors, Ltd, 1965 yılında Güney Kore'de kurulmuş otomobil firmasıdır. 1988 yılında Kia'ya bağlanmıştır, şu anda otomobil üretmemektedir. 1999 yılında Hyundai satın almıştır. Ariel (şirket) Ariel, Birleşik Krallık asıllı bir otomotiv şirketidir. Sadece 7 çalışanıyla yılda 100`den az araç üreten Ariel, Dünya'nın en küçük otomobil şirketidir. Markanın Atom modelinde 1998cc hacimli Honda i-VTEC motoru kullanılmıştır. 6 ileri 1 geri vitesli şanzıman kullanılmıştır. 8200 devirde 245 bg güce ulaşan araç 0–100 km hızlanmasını 4.22 saniyede tamamlamaktadır. Bu değerlerle Dünya'nın en hızlı otomobilleri arasında yer almaktadır. ARO ARO ("Auto Romania" kısaltılmışı) arazi araçları üreten 1957`de Romanya`da kurulan şirket. Ascari Ascari Cars Ltd., merkezi İngiltere'nin Banbury şehrinde bulunan bir Otomobil üreticisi. İsmini ilk kez iki kere Formula 1 şamiyonu olan Alberto Ascari'den(1918-1955)almıştır. Ascari Araba üretmenin yanı sıra Race Resort Ascari adlı bir yarış pisti işletmektedir. Ascari İngilizce sitesi Douglas Engelbart Dr. Douglas C. Engelbart (d. 30 Ocak 1925 - ö. 2 Temmuz 2013) Norveç asıllı bir Amerikalı bir mucittir. Bilgisayar-insan etkileşiminin öncülerinden olan Engelbart en çok bilgisayar faresini bulmasıyla ünlenmiştir (Bill English ile beraber). Takımı ile beraber hypertext, bağlantılı bilgisayarlar ve bilgisayar arabirimlerinin ilk örneklerini geliştirmiştir. 1988 yılında kızı Christina Engelbart ile kurduğu Bootstrap Institute isimli kendi şirketinin başında durdu. 2 Temmuz 2013'te aramızdan ayrıldı. Bugatti Bugatti, 1909 yılında yüksek performanslı otomobiller üretmek içi
n Ettore Bugatti tarafından Fransa'da Mulhouse şehrinde kuruldu. II. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar dünyanın en prestijli ve hızlı otomobillerinden bazılarını üretmiştir. Savaşın başlaması ile başlayan maddi sorunlar ve Ettore Bugatti'nin oğlunun ölümü sonrasında iflas etmiş ve uçak parçası fabrikası da satılmıştır. 1998 yılında Volkswagen grubu isim haklarını satın alarak Bugatti markasıyla yeniden üretime başlamıştır. Firmanın VW kontrolü altında ürettiği ilk modeli olan Bugatti Veyron, 407 km/s son hıza ulaşabilmektedir ve 1001 beygir gücüne(1250 nm tork) sahiptir. . 4 Milyon Euro'luk fiyatıyla seri üretim halindeki en pahalı otomobillerden biridir. Tarihsel olarak bakıldığında da, bilinen şimdiye kadar en yüksek fiyatla satılmış otomobil, sadece 6 adet üretilmiş olan 1926 model "Bugatti Royale" dır. Japonya`da $15 milyon a satılmıştır. Firmaya ismini veren Ettore Bugatti İtalya'nın Milano şehrinde doğmuştu. İsmini verdiği şirketi ise 1909 yılında, 1919 yılında Fransa kontrolüne geçene kadar, Almanya'ya bağlı olan Alsace yakınlarındaki Molsheim şehrinde kurmuştur. Firma, otomobillerinde mühendislik detaylarına verdiği önem kadar tasarımların sanatsallığı ile tanınmıştır. Ebeveynlerinin mücevher ve mobilya tasarımcıları, erkek kardeşinin heykeltıraş ve diğer akrabalarının da diğer sanat dalları ile yakın kişiler düşünüldüğünde Ettore Bugatti'nin otomobil tasarımlarındaki sanatsallık şaşırtıcı değildir. Firma, ayrıca ünlü Monaco Grand Prix'inin ilk müsabakasındaki birincilik dahil olmak üzere, Grand Prix yarışlarında ciddi başarılar elde etmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi, Bugatti'nin otomobilleri mühendislik ürünü oldukları kadar sanat eseri idiler. Motor blokları elle eğelenerek birleştirilirken conta kullanımını gerektirmeyecek kadar hassas miktarda düz yüzeyler elde edilmiş, motor bölümündeki görünen yüzeyler ince rötuşlarla süslenmiş ve hemen hemen tüm somunlardaki güvenlik telleri dantel gibi işlenmiştir. Diğer üreticilerin yaptığı gibi süspansiyon yaylarını aksa somunla bağlamak yerine, Bugatti'nin akslarında ise yay aks üzerinde açılmış son derece hassas yuvasına daha az parça gerektirerek monte edilmiş ve çok daha yalın bir şekilde tasarlanmıştı. Ettore Bugatti, azılı rakibi Bentley'de araçlarını, dayanıklılık öncelikli olarak tasarlandıkları için, "Dünyanın en hızlı kamyonları" olarak tanımlamıştı. Bugatti'ye göre en büyük düşman ağırlık idi. Ettore Bugatti, Autorail olarak isimlendirilen bir motorlu demiryolu aracı ve Bugatti 100P isminde başarılı uçuş gerçekleştirmemiş bir uçak da tasarlamıştır. Oğlu Jean Bugatti'nin 30 yaşında Molsheim fabrikası yakınında Tip 57 tabanlı bir yarış modelini test ederken ölmesinden sonra firmanın şansı yaver gitmemeye başlamıştır. 2. Dünya Savaşı Molstein fabrikasına ciddi hasar vermişti ve sonrasında Bugatti mülkiyet hakkını da kaybetmişti. Savaş esnasında Bugatti, Paris'e bağlı Levallois'te yeni bir fabrika ve bir seri araç planlamıştı. Fakat Ettore Bugatti 21 Ağustos 1947 tarihinde vefat etti. 50'lerin ortasında firma, Ettore'nin ikinci oğlu Roland Bugatti yönetiminde ortadan motorlu Type 251 yarış otomobili ile dönüş yapmayı denemiştir. Alfa Romeo, Ferrari ve Maserati ile çalışmış ünlü Gioacchino Colombo tarafından tasarlanan araç, beklentileri karşılamada başarısız olunca firmanın otomobil üretme çabaları son bulmuştur 60'larda, daha önce GM, Studebaker ve Chrysler'la çalışmış Amerikan tasarımcı Virgil Exner, "Yeniden Uyanış Araçları" ismindeki bir projesi için bir Bugatti tasarlamıştır. Bu aracın gösteri amaçlı bir örneği, Turin Motor Show'da sunulmak üzere, Ghia tarafından, son Bugatti 101 şasisi kullanılarak üretilmiştir. Maddi kaynak sağlayamayan Exner, 1935 yılında iflas etmiş Amerikan asıllı bir lüks araç üreticisi olan Stutz'u yeniden diriltme çabasına yönelmiştir. Bugatti'nin uçak parçaları üretim hattı 1963 yılında, kendi de otomobil üreticiliğinden uçak parçası sağlayıcılığına geçmiş olan Hispano-Suiza'ya satılmıştır. 1968 yılında da kontrolü SNECMA almıştır. Daha sonra Messier firmasını da satın alan SNECMA, 1977 yılında iki firmayı Messier-Bugatti ismiyle birleştirmiştir. Dacia Dacia, 1966 yılında Romanya hükümetinin açmış olduğu ihale sonucu kurulmuş, adını Romanya topraklarının eski adı olan Daçya’dan alan, 1999 yılında Renault bünyesine geçen Romanyalı otomobil üreticisi. Ayrıca Renault'nun Romanya'daki markasıdır. 1968 yılında bütün parçaları Fransa’dan ithal edilerek montajı yapılan ve Piteşti’deki fabrikasında boyanan Renault 8 modelini Dacia 1100 adıyla piyasaya vererek üretime başladı. Dacia 1100, 4 kapılı 5 kişilik karosere ve arkadan konumlandırılmış 1100 cc’lik 4 silindirli 46 BG gücünde motora sahipti. 133 km/sa. azami hıza sahipti ve 100 km’de ortalama 6,6 lt benzin tüketiyordu. Dacia 1100 modeli 1971 yılına kadar üretimi devam etmiştir. 1969 yılında Renault 12 modeli Fransa’da üretilmeye başlayınca Dacia da 1300 adı ve kendi logosu altında 12’yi montajlamaya başladı. Dacia 1300’lerde 1289 cc’lik 54 bg motor kullanıldı. Azami hızı 144 km/saatti ve 100 km’de 9,4 lt yakıt tüketmekteydi. Türkiye’de Renaut 12’lerin üretimine Dacia’dan 2 yıl sonra 1971 yılında başlanmıştır. Dacia 1300 montaja başlandıktan itibaren donanım farkı olan üç sürümle satışa sunuldu. Bunlar 1300 Standart, 1300 Super ve 1301 modelleridir. 1301 sadece Romanya Komünist Partisi üyeleri için üretilen bir modeldi ve bugünün araçlarında standart olan arka cam rezistansı ve 1300 modellerinde olmayan başka donanımlar içeriyordu. 1973 yılında Fransa ile aynı anda Renault 12 Break olarak adlandırılan ve 12’nin Türkiye’de en popüler modeli olan Station Wagon Romanya’da 1300 Break adıyla üretilmeye başlandı. Yine 1975-1982 yılları arasında kısıtlı sayıda (1500 kadar) 1302 adıyla bir pick up modeli de üretildi. 1302 modelinin çoğu Fransızların eski sömürgesi olan Cezayir’e ihraç edildi. Bu dönemde Renault’nun orta üst sınıfta bulunan 20 modeli de montaj yöntemiyle üst düzey Romen yöneticilerin kullanımına sunuldu. 1979 yılında Renault 12 ve dolayısıyla Dacia 1300 makyaj geçirmiş ve bir Doğu Avrupa markası şaşırtıcı olarak çeşitli donanım seçenekleri bu yıllarda ürün gamına eklenmiş (Standart, MS, MLS, S, TL, TX) baz modelin adı 1310 olarak değiştirilmiştir. İlerki yıllarda da 1185 cc’lik Dacia 1210, 1397 cc’lik Dacia 1410 modelleriyle ürün gamı genişlemiştir. 1981 yılında Dacia 1310 baz alınarak tasarlanmış tek kapılı 1310 Sport ve daha sonra da Dacia 1410 bazlı bir 1410 Sport modelleri sınırlı sayıda üretilmiştir. Dacia 1981 a yılından sonra uyguladığı çeşitli makyajlarla Renault 12 modelini üretmeye devam etmiş, 2 ve 4 kapılı pick up’lar dışında 1310 modeli baz alınarak hatchback modeli ve 12 modelinin tamamen dışında küçük boyutlu ve motorlu 500 Lastun modelini 1988-89 yıllarında kısa bir süre için üretilmiştir. Dacia eski bir Peugeot modeli olan 309’u baz alarak ürettiği Solenza modeliyle özellikle Romanya’da önemli satış rakamlarına ulaştı. Daha önceki modeli Süper Nova’nın iyileştirilmiş versiyonu olan Solenza 1999 yılında Renault’nun Dacia’yı dünya markası yapmak için geliştirmesine büyük katkılar sağladı. Dacia’nın ilk kurulduğu yıllardan beri destek veren Renault 1999 yılında Dacia’nın %99’dan fazlasını satın aldı. Şu anda Romanya Piteşti’deki yıllık 200.000 kapasiteli fabrikada üretim yapılmaktadır. Grup 2020 yılına kadar Rusya, İran, Kolombiya ve Fas gibi ülkelerde fabrika kurmayı planlamaktadır. Kurulacak ilk fabrika 230 milyon Euro'luk bir yatırım olan ve 60.000 kapasiteli Moskova fabrikasıdır. Bu fabrikayı Fas’taki 30.000 kapasiteli ve Kolombiya’daki 15.000 kapasiteli fabrikalar izleyecektir. 2010 yılına kadar 700.000 araçlık kapasiteye ulaşılması hedeflenmektedir ve 2008 yılında hala ortaklık geçerlidir Daewoo Daewoo, Güney Koreli şirket topluluğu idi. "Dewoo Sınai" adı altında 22 Mart 1967'de kurulmuştur. 1972 yılında otomotiv alanında faaliyete geçmiştir. 1999 yılında iflas etmiştir. Güney Kore hükümeti firmanın iflasıyla kalan 76 milyar dolarlık borcu üstlenmek zorunda kalmıştır. Daewoo’nun eski başkanı Kim Woo Chung’u kötü yönetim, bilanço sahtekarlığı ve yurt dışına para transferi nedeniyle 10 yıl hapis, 21 milyar dolar da para cezasına çarptırmıştır. Daewoo'nun otomobil üretimi yapan iştiraki "Daewoo Motor" dünyanın en büyük otomobil üreticisi ABD'li GM (General Motors) satın alınarak, diğer Daewoo iştiraklerinden ayrılmış ve "GM Daewoo" (GMD) adını almıştır. Türkiye'ye Chevrolet tarafından pazarlanır. De Tomaso De Tomaso, İtalyan otomobil üreticisi şirket. Alejandro de Tomaso tarafından Modena`da 1959 yılında kuruldu. 2004`te tasfiye edildi, buna rağmen 2005 itibarıyla yeni otomobiller hala yapılmaktaydı. DeTomaso internet adresi Fiat Fiat S.p.A. (Fiat Grubu olarak da bilinir) otomobil üreticisi, finansal ve endüstriyel grup. 1899 yılında Giovanni Agnelli Tarafından Torino`da kurulmuştur. İsmini Fabbrica Italiana Automobili Torino" kelimelerinin baş harflerinden almıştır. Bünyesinde Lancia, Alfa Romeo, Maserati, Ferrari, Chrysler, Dodge, Jeep, Yamaha Motor Company, Iveco gibi markaları barındırmaktadır. Yani bu markaların bir anlamda sahibidir. Dünyanın en büyük otomobil ve endüstriyel grupları arasında yer alır. Kuzey İtalya'da bulunan Torino, tamamen yeniliklerle dolu endüstri şehri olarak, Fiat gibi bir sanayi birliğin büyümesi ve gelişmesi için uygun şartlara sahipti. Seçkin bir tüketici grubu için lüks bir ürün olarak üretilen otomobiller, hem İtalya'da, hem de yurt dışında çabucak popüler oldular. Çok kısa bir süre sonra, Fiat, yarış konusunda da kimsenin geçemediği bir duruma geldi. 1909 yılında, Fiat, Birleşik Devletler'de bir fabrika kurdu ve orada özel otomobillerin yanı sıra kamyonet, traktör, tren, gemi motorları ve uçak üretimi de yaptı. 1922 yılında Fiat, sayıları sürekli artış gösteren normal tüketiciler için de uygun fiyata sahip ürünleri olan bir marka olmaya yöneldi. Sanayi Birlik, kendisinin, Birleşik Devletler pazarında açık kalan ve motorize küçük otomobillerle kolayca doldurulacak b
ir boşlukta olduğunu hissediyordu. "Herkes için bir otomobil". 50'li yılların ortalarında, milyonlarca küçük Fiat modelinin (Seicento ve Cinquecento) seri üretimi yapıldı. Fiat, otomobili bir kitle malı haline dönüştürmüştü ve İtalyan ekonomi mucizesinin sembolü olmuştu. Türkiye'de Satılan ve Satılmış Modeller Türkiye'de Satılmayan Modeller Üretimden Kalkmış Olan Modeller Klasikler Karacaağaç, Milas Karacaağaç, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir. Yapılan araştırmalara göre karacaağaç'a ilk gelip yerleşen kişiler; Köy ilk kurulduğunda (Geremeicedit) Gereme Yenimahallesi'nün bir mahallesidir.Cumhuriyet döneminde köy statüsüne kavuşmuştur. Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Mahallede, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Galiçya Galiçya olarak bilinen iki yer vardır: Galiçya, İspanya Galisya ya da Galiçya (Galiçyaca: Galiza veya Galicia, İspanyolca: Galicia), İspanya'da bulunan özerk bir bölgedir. Bölgenin yüzölçümü 29.574 km², nüfusu ise 2.738.000 kişidir. Başkenti Santiago de Compostela şehridir. 1981 yılında bu bölgeye özerklik verilmiştir. Bölgede konuşulan diller Galiçyaca ve İspanyolca'dır. Galiçyaca, Latinceden türemiş olan ve Portekizce ile benzerlikler gösteren bir dildir. Bölgenin yanı sıra Portekiz ve Asturias'ta da konuşulmaktadır. Bölge dört ile bölünmüştür. Önemli şehirleri A Coruña, Vigo, Pontevedra, Lugo, Ferrol, Ourense ve Santiago de Compostela'dır. Bölgede Atlantik iklimi hüküm sürmekte olup yıl boyu ılıman bir hava yaşanır."Santiago de Compostela" şehrinde bir yıl içinde 100 gün yağmurlu geçmektedir. İç bölgelerde ise kışın karlı ve sert geçmektedir. Şu andaki Galiçya Özerk Yönetimi 16 Mart 1978 yılında kurulmuş 1981 yılında güçlendirilerek bugüne gelmiştir. Hükümetin başında bir Başbakan vardır ve yasama görevi özerk bölge parlamentosundadır. ~Galiçya Başbakanları~ Parlamento 75 temsilciden oluşur. Latince kısaltmalar listesi Latince bir zamanlar Avrupa'nın ortak akademik dili idi. 18. yüzyıldan itibaren yazarlar eserlerinde ana dillerini kullanmaya başladılar. Ancak Latince'de kullanılan birçok kısaltma olduğu gibi kaldı. Bunun sebeblerinden biri Latince'nin basitliğidir, ancak asıl önemli sebep Latince'nin hala kültür dili olmasıdır. Latince kısaltmalar günümüzde halen kullanılmaktadır. Bunların en yaygın olanları aşağıda listelenmiştir: Probatio pennae Probatio pennae (Orta Çağ Latincesinde, "probatio pennę" olarak da yazılırdı; tam olarak anlamı "kalem testi") Orta Çağ'da yeni bir kalemin kırıldığı, hazırlandığı zaman kullanılan bir terimdi. Bir kâtip (yazıcı) bunu yeni kesilmiş bir kalemle, kalemin güzel yazıp yazmadığını kontrol etmek için, kurutma kâğıdı (papyebuvar) üstüne birkaç cümle yazı yazarak yapardı. Bazen bu kurutma kâğıtları kitapların ciltlenmesinde kullanılırdı, böylece bunlardan bir kısmı bugüne ulaşmıştır. Çoğu zaman, döneme dair, başka türlü kaybolmuş olacak özel ve daha az "ciddi" yazınsal (metinsel) materyal sunarlar. Bunların en ünlü örneği, Hollandaca edebiyatın ilk parçasıdır ve bir 10. yüzyıl probatio pennae'den bugüne ulaşmıştır. Nortia Nortia, Etrüsk mitolojisinde kader ve şansın tanrıçasıdır. Volsinii'deki tapınağında yeni yılı karşılamaya yönelik törenler düzenlemiştir. Nortia'nın yaşamını bugünkü Bolsena'da sürdürdüğü sanılmaktadır. In situ In situ, "yerinde" manasına gelen Latince bir deyiştir. Birçok farklı yerde kullanılır: Tıp Bayramı Tıp Bayramı, her Mart ayının 14'ünde kutlanan, Türkiye'de tıp alanından çalışanların hizmet sorunlarının tartışıldığı, bilime katkılarının ödüllendirildiği bir anma ve kutlama günüdür. 14 Mart 1827'de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle ilk cerrahhanenin, Şehzadebaşı'daki Tulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de "modern tıp eğitiminin başladığı gün" olarak kabul edilir. Okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp Bayramı" olarak kutlanmaktadır. İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart'ında işgal altındaki İstanbul'da gerçekleşmiştir. O gün, tıbbiye 3. sınıf öğrencisi Hikmet Boran'ın önderliğinde, tıp okulu öğrencileri işgali protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermişti. Böylece tıp bayramı, tıp mesleği mensuplarının yurt savunma hareketi olarak başlamıştır. 1929-1937 yılları arasında 12 Mayıs günü Tıp Bayramı olarak kutlandı. Bu tarih, Bursa'daki Yıldırım Darüşşifası'nda ilk Türkçe tıp derslerinin başladığı tarih olarak kabul edildiği için Tıp Bayramı yapıldı. Ancak zamanla bu uygulamadan vazgeçildi ve yeniden 14 Mart Tıp Bayramı oldu. 1976'dan beri sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart'ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılmakta ve bu hafta Tıp Haftası olarak kabul edilmektedir. Dünyada benzer kutlamalar, farklı tarihlerde yapılmaktadır. Örneğin ABD'de ameliyatlarda genel anestezinin ilk defa kullanıldığı 30 Mart 1842 tarihinin yıldönümü; Hindistan'da ünlü doktor Bidhan Chandra Roy'un doğum (ve aynı zamanda ölüm) yıldönümü olan 1 Temmuz günü "Doktorlar Günü" olarak kutlanır. Latince deyişler listesi (A-E) Bu sayfa yalın bir şekilde yaygın kullanılan veya zaman içinde önemli bir konuma getirilmiş Latince deyişlerin (""veni, vidi, vici"") listesidir. Bu deyişlerden bir kısmı Yunanca deyişlerin Latince çevirileridir, bunun en büyük nedeni Yunancanın Antik Roma'da retorik ve edebiyat gelişmeden çok önceleri retorik ve edebiyat açısından gelişmiş olmasıdır. Bu listede A harfinden E harfine kadarki Latince deyişler vardır. Ana liste için Latince deyişler listesine bakınız. Ayrıca diğer harflerle başlayan deyişler için de Latince deyişler listesi (F-O) ve Latince deyişler listesi (P-Z)'ye bakabilirsiniz. A bene placito Memnun edilmiş birinden A bove ante, ab asino retro, a stulto undique caveto Öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın her tarafında hazırlıklı ol Ab ovo usque ad mala Yumurtadan elmalara (Baştan sona anlamında: Romalıların geleneksel yemek sırasından esinlenerek, "Horatius, Satir 1.3") Absentem lædit, qui cum ebrio litigat Sarhoşla kavga eden, yerinde olmayan birini döver ("Publius Syrus, Sentences") Ab uno disce omnes Bir şeyden her şeyi öğren (Bir tek örnekle ya da gözlemle çıkarımlarda bulunulabileceği anlatılır, "Virgilius, Aeneid") Abusus non tollit usum Suistimal düzgün kullanmayı iptal ettirmez. (yani bir şey suistimal edilince onun düzgün kullanımını etkilememelidir) Ab imo pectore Kalbin derinliklerinden (dürüstlükle) Ab inconvenienti Uygun olmayan bir şeyden Ab initio Başlangıçtan Ab Jove principium Jüpiter'le başlayalım Abyssus abyssum invocat Uçurum uçurumu çağırır. (Bir hata diğerlerinin doğmasına sebep olur) A cane non magno saepe tenetur aper Yabandomuzu hep kendinden küçük köpeklere yem olur Accipe Hoc Bunu al. Acta est fabula Oyun bitti (Caesar Divi Filius Augustus'un son sözleri) Acta non verba Hareket, söz değil. (ABD Ticari Deniz Akademisi mottosu) Actibus immensis urbs fulget massiliensis Marsilya şehri, müthiş eylemlerle ışıltı saçıyor. Actio libera in causa Nedeninde serbest hareket. Ad astra Yılıdızlara doğru a Deucalione Dökalyon'dan beri (çok uzun zamandan beri anlamında) A divinis Kutsal şeylerin dışında Ad augusta per angusta Doruklara doğru dar yollardan (Başarı kolay kazanılmaz) ("Hernani, Victor Hugo - sahne IV") Adequatio intellectus et rei Aklın ve gerçeğin uyumu ("Gerçek"in bir tanımı.) Ad libitum Kendi isteğine bağlı olarak ("ad lib." olarak kısaltılır) Ad fontes Kaynaklara doğru Ad gloriam Zafer için Ad hoc Belli bir amaca yönelik Ad hominem Bir argümana cevap verirken argümanı eleştirmekten ziyade argümanı yapan kişiye saldırmak. Ad impossibilia nemo tenetur Hiç kimse yapamayacağı şeyler için söz vermemelidir. Ad majorem Dei gloriam Tanrı'nın ihtişamlı görkemi için (Haçlıların, Cizvitlerin ve Şikago Üniversitesinin mottosu) Ad kalendas graecas Grek Kalendas'ta. (Kalendaslar Romalı'dır, bu yüzden bu deyim var olmayan bir tarihi belirtir: çıkmaz ayın son çarşambası) Ad litteram Harfi harfine Ad multos annos ! Nice yıllara! Ad nauseam Mide bulandırana kadar (kabak tadı vermek) Ad oculos Kendi gözlerinle (Bariz, herkesin gözü önünde anlamında) Ad patres Eskilerin yanına (Ad patres'e göndermek: öldürmek) Ad perpetuam memoriam Sonsuz anısına (Genelde"-nın sonsuz anısına" olarak kullanılır ve adı anılan kişinin ölümünden uzun yıllar sonra dahi hatırlanması dileğidir) Adsum Buradayım ("Absum"un zıddı) Adversus solem ne loquitor Güneş aleyhinde konuşma (Açık ve belli şeyleri tartışma) Ad vitam æternam Sonsuz bir hayat için Addendum, çoğul addenda Eklenecek şey(ler) Ad victoriam Zafere (Daha çok "zafer için" olarak tercüme edilir, Romalılar savaşta böyle bağırırlardı.) Ægroto dum anima est, spes est Hasta nefes aldıkça, umut vardır. "(Erasmus, Adages, 2.4.12)" A.E.I.O.U. (« Austria Est Imperare Orbi Universo. ») (5 sesli harf) Avusturya tüm dünyayı yönetmeli (Habsbourg mottosu ; Almancası: « Alle Erde Ist Oesterreich Untertan. ») Ære perennius (exegi monumentum aere perennius) Tunçtan daha sağlam bir yapı diktim. "(Horatius, Odes, III, 30)" Age quod agis ! Ne yapıyorsan onu yap! Agnus Dei Tanrı'nın kuzusu (İsa için kullanılır) Alea iacta est Zarlar atıldı. (Jül Sezar) Alibi Başka yerde (Hukuk terimi: Zanlının suçun işlendiği tarihte başka bir yerde olduğunu göstermesiyle yaptığı savunma) Alis grave nil Hiçbir şey kanatları olandan daha hafif değildir. (Pontifical Katolik Üniversitesi dövizi) Alis volat propris Kendi kanatlarıyla uçar (Oregon'un dövizi. "Alis volat propriis" olarak da söylenir.) Alma mater Süt annesi Alter ego Bir başka kendi A mari usque ad mare Bir denizden diğer denize (Kanada'nın resmi mottosu) Amantes sunt amentes Aşıklar delidir.
Amicus certus in re incerta cernitur Arkadaşlar kötü günde belli olur. Amor est vitae essentia Aşk hayatın özüdür. (Robert B. Mackay) Amor omnia vincit Aşk her güçlüğü yener. Amor patriæ nostra lex Vatan sevgisi kuralımızdır/yasamızdır A posteriori Deneysel verilerden yola çıkarak A priori Deneyden önce Aquila non capit muscas Kartallar sinek avlamazlar. "(Erasmus, Adages, 3.2.65)" Argumentum ad hominem Tartışmanın kalitesi, tartıştığın kişinin kalitesine bağlıdır Argumentum baculinum Sopa argümanı (tehdit ya da güçle ikna etmek) "(bkz. Molière, Scapin'in Dolapları)" Ars est celare artem Gerçek sanat sanatı gizli tutabilmektir Ars gratia artis Sanat için sanat (MGM film şirketinin mottosu) Ars longa, vita brevis Sanat uzun, yaşam kısa Ars similis casus Sanat tesadüfe benziyor (Ovide) Asinus asinorum in sæcula sæculorum Yüzyılların gördüğü eşeklerin en eşeği. Asinus asinum fricat Eşek eşeğe sürtüyor (birbirlerine aşırı iltifat edenlere söylenir) Asinus equum spectat Eşek ata bakıyor. Audaces fortuna juvat Talih cesaret edene güler. Audemus jura nostra defendere Hakkımızı aramaya cesaret ediyoruz. (Alabama şehir mottosu, 1923) Audere est facere Cesaret etmek, yapmaktır. (Tottenham Hotspur Futbol Kulübü) Audi, vide, tace, si vis vivere Dinle, gör, sus, eğer yaşamak istiyorsan Audiatur et altera pars Diğer tarafı da dinleyelim (Mahkeme gibi yerlerde söylenir) Auri sacra fames Altına duyulan tiksinç açlık "(Virgilius, Énéide, III, 57)" Aut Cæsar, aut nihil İmparator ya da hiç! (Cesar Borgia mottosu) Aut disce aut discede Ya öğren, ya terket. Ave Cæsar, morituri te salutant Selamlar Sezar, ölecekler seni selamlıyor! (Dövüşten önce gladyatörlerin selamı, "bkz. Suétone, Claude, 21") Avaro omnia desunt, inopi pauca, sapienti nihil Cimrinin her şeyi, fakirin bazı şeyleri eksiktir, bilgin'in ise hiçbirşeyi eksik değildir. Ave Europa nostra vera Patria Selam Avrupa! Gerçek anavatanımız! (Pan-Avrupa görüşü mottosu) Ave Maria Selam Meryem (Roma Katolik Duası, İsa'nın annesi Meryem'e.) Barba non facit philosophum Sakal felsefe yapmaz (Plutarkhos'tan alıntı) Barbarus hic ego sum quia non intellegor ulli Beni burada barbar sayıyorlar, çünkü beni anlamıyorlar. Beati pauperes spiritu Ruhu kutsanmış olanlar fakirlerdir (Matta İncili) Bellum omnium contra omnes Herkesin herkesle savaşı (Thomas Hobbes, devletin doğasını açıklamak için kullanılan kelime grubu) Bene diagnoscitur, bene curatur İyi teşhis etmek, iyi tedavi etmektir. Beneficium accipere libertatem est vendere Yapılan iyiliği kabul etmek özgürlüğünü satmaktır. Bis dat, qui cito dat Hızlı vermek, iki defa vermektir. (Desiderius Erasmus, Adages, 1.8.91) Bis repetita placent Tekrar eden baştan çıkartır. Bis repetita non placent İki kez tekrar eden artık baştan çıkarmaz. (Horatius, Şiir Sanatı, 365. dize) Bona diagnosis, bona curatio İyi teşhis, iyi ilaç. Bona fide İyi niyetle Bona valetudo melior est quam maximæ divitiæ Sağlıklı olmak en iyi zenginliklere bile yeğdir. Bonitas non est pessimis esse meliorem İyi olmak en kötüden daha iyi olmak anlamına gelmez. Bonum commune communitatis Toplumun ortak çıkarı Bonum vinum lætificat cor hominum İyi şarap, insanı neşelendirir (tam tercümesi "kalbini neşelendirir") Brevitatis causa Kısaca söyle Cacoethes scribendi Kötü yazma alışkanlığı ("kötü" kelimesi, "alışkanlık"ı niteler, yazmaktan vazgeçememek demektir) Camera obscura Karanlık oda (fotoğrafçılık/yeni Latince) Canis Canem Edit Köpek, köpek yer. (Kimsenin güvende olmadığı durumlar için kullanılır) Canis sine dentibus vehementius latrat Dişsiz köpek daha kuvvetli havlar (havlayan köpek ısırmaz) Carpe diem Anı yaşa, günü yakala. Carpe effingo Modayı yaşa, trendleri yakala. Carpe modo Anı yaşa, Anı yakala. Carpe noctem Geceyi yaşa. Carpe mortem Ölümü yaşa. Carpe diem, quam minimum credula postero Günü yakala, yarına olabildiğince az güven.(Horatius, Carmina, 1.11.8) Carthago delenda est Kartaca'yı yıkmak gerek. Castigat ridendo mores Adetleri gülerek düzeltiyor (Comédie-Française mottosu, Jean de Santeuil'den alıntı) Casus belli Savaş nedeni (savaşı tetikleyecek durum) Causa mortis Ölüm nedeni Cave canem Dikkat, köpek var. (Pompei'de bir evin girişinde mozaik üzerinde bulunan yazı) Caveat emptor Alıcı uyanık olsun! Cave ne cadas Düşüşe hazırlıklı ol (gelenek olarak bir zafer sırasında imparatorun arkasında duran kölenin söylediği sözler) Cessante ratione legis cessat ipsa lex Yasanın mantığı bittiyse, yasa bitti demektir. (Yasanın uygulama mantığı bittiyse ya da çağdaş koşullara artık cevap vermiyorsa yasa yararsız hale gelir.) Cetera quis nescit? Gerisini kim bilmez? Cibi condimentum est fames Açlık her yemeğin baharatıdır. "(Marcus Tullius Cicero, De Finibus, 2.90)" Circa Yaklaşık, dolaylarında (İngilizcede de tarih anlamında aynen kullanılıyor) Citius, Altius, Fortius Daha hızlı, daha yukarı, daha güçlü (olimpik motto) Coelum non animum mutant qui trans mare currunt Denizi aşan insanlar ruhlarını değil, (üzerlerindeki) gökyüzünü değiştirirler. Cogitationis poenam nemo meret Kimse düşüncesinden dolayı cezayı haketmez. Cogito ergo sum Düşünüyorum, o halde varım ("Descartes, Felsefenin Prensipleri, 1.7.10") Collige virgo rosas Topla, genç kız, çiçekleri. (bkz. Carpe diem) Concordia civium murus urbium Vatandaşlar arasında uyum, işte bir şehrin surları budur. Condemnant quod non intellegunt Anlamadıklarını mahkûm ederler. Conditio sine qua non Gerekli şart Confer -e danışın, -e başvurun ("cf." diye kısaltılır) Contraria contraiis curantur Zıtlar zıtlara iyi gelir. Consuetudinis vis magna est Adetlerin önemi büyüktür. Consuetudo altera natura est Adetler (alışkanlıklar) ikinci bir doğadır. ("Marcus Tullius Cicero, Tusculanes, 2.17.40") Contraria contrariis curantur Karşıtlıklar karşıtlıklara iyi gelir (çivi çiviyi söker) Corpus delicti Mağdurun cesedi (bir cinayet işlendiğinde) Corpus separatum Ayrı beden (siyasi açıdan bir yerin egemenliğinde olmayan topraklar) Credo quia absurdum İnanıyorum, çünkü saçma. (Tertullian'ın yanlış anlaşılmış sözü. Orijinali: et mortuus est Dei Filius prorsus credibile quia ineptum est "Tanrı'nın oğlu öldü, kısacası, inanılabilir çünkü uygunsuz." Yani Tanrı'nın oğlunun ölmesi o kadar saçmadır ki bu mantığa sığmaz, ancak inanca dayanabilir.) Cui bono ? Ne çıkarla? (Cinayet kime yarar?, "Marcus Tullius Cicero, Pro Milone, 12.32") Cuius regio, eius religio Öyle prens, öyle din. (halkının dinine karar verebilen prensler için) Cuiusvis hominis est errare Yanılmak tüm insanlara özgüdür. ("Marcus Tullius Cicero, Philippiques, 12.2.5") (cf. Errare humanum est) Cura ut valeas! Kendine özen göster! Curriculum vitæ Yaşam yolu (CV) Dabit deus his quoque finem Bu da geçer. (Vergillius) Damnant quod non intelligunt Anlamadıkları şeyleri kınarlar. De facto Fiilî olarak De gustibus et coloribus, non disputandum Zevkler ve renkler tartışılmaz. De jure Hukuken. De minimis non curat prætor Preator'lar küçük şeylerle ilgilenmezler. De mortuis nihil nisi bene Ölüler hakkında yalnızca iyi şeyler konuşulmalıdır. De omni re scibili et quibusdam aliis Bütün bilinebilir ve bazı diğer şeyler hakkında (15. yy. İtalyan okulu) De profundis clamavi Uçurumun dibinden haykırdım! Decet imperatorem stantem mori İmparator ayakta ölmelidir. (Vespasien) Delicta juventutis meæ Gençlik hatalarım. Deliriant isti Romani Bu Romalılar deliler! (Asterix ve Obelix çizgi romanlarında kullanılır) Deo juvante Tanrı'nın yardımıyla. (Monako sloganı) Desipere est juris gentium Ölçüsüzlük insanların hakkıdır. Deus ex machina Makinadan çıkan Tanrı. (Tiyatroda sahneye tepeden inen ve bir anda tüm problemleri çözen Tanrı figürü için kullanılır) Dictum meum pactum Sözüm sözdür. Diem perdidi Günümü kaybettim. (Roma İmparatoru Titus) Dies irae Kıyamet günü. Disce quasi semper victurus vive quasi cras moriturus Hep yaşayacakmış gibi öğren,yarın ölecekmiş gibi yaşa. Divide et impera Böl ve yönet (başka bir biçimi: Divide ut imperes; "yönetmek için böl") Dixi Dedim. (Söyleyeceklerim bu kadardı anlamında sözün sonunda söylenen popüler söz) Docendo discimus Öğreten öğrenir. Docendo disco,scribendo cogito Öğreterek öğreniyorum, yazarak düşünüyorum. Doctus cum libro Kitabıyla bilgin. (Kendileri bir şey bilmeyip, hazır bilgiyi sunmaya çalışanlar için kullanılır) Dominus vobiscum Senyör sizinle olsun. Dona nobis pacem Bize barış/huzur ver! Draco dormiens nunquam titillandus Uyuyan bir ejderhayı asla gıdıklama. (Harry Potter serisindeki Hogwarts Okulu'nun sloganı) Ducunt volentem fata,nolentem trahunt Kader, onu kabul edene yol verir, reddedeni ezer geçer. (Kader hakkında tipik stoacı söylem) Dulce et decorum est pro patria mori Vatan için ölmek tatlı ve güzeldir. (Horatius) Dum spiro,spero Nefes aldığım sürece umut ediyorum. Dum vivimus servimus Yaşadığımız sürece hizmet ederiz. (Presbiteryen Kolej sloganı) Duo testis bene benedata! İki adet testisi var, uygundur! (Papa seçiminden önce en yaşlı Kardinal'in, Papa adayının kadın olmadığını kesinleştirmek için delikli sandalyede testislerini muayene ettikten sonra sarfettiği söz. Bu adet 9.yy'dan beri uygulanıyor ) Duos habet et bene pendentes! İki tane var ve düzgün sarkıyorlar.(Bayan Papa Jeanne'dan beri yeni Papa seçilirken yapıldığı söylenen cinsiyet kontrolünde Papa'nın bayan olmadığını doğrulayan söz.) Dura lex, sed lex Kurallar katıdır, ama kuraldır. E fructu arbor cognoscitur Ağaçlar meyvelerinden tanınır. Ego primum tollo,nominor quoniam leo En büyük parçayı ben alıyorum,çünkü benim adım arslan(Phaedrus) E pluribus unum Birlik çeşitlilikten gelir ya da birlik güçtür(ABD arması üzerinde) Ecce homo İşte insan(Ponce Pilate,İsa'yı kalabalığa takdim ederken) Editio princeps Birinci baskı Errare humanum est Hata insana mahsustur. Errare humanum est,perseverare diabolicum Hata insana mahsustur,ancak hata yapmakta diretmek şeytancadır.(Lucius Annaeus Seneca) Esse quam videri Öyle görünmek değil, öyle olmak. (Sallust) Est quaedam flere vo
luptas Ağlamak da bir zevktir.(Ovidius) Et alii Ve diğerleri("et al." veya "e.a." diye kısaltılır.) Et cætera Ve diğer şeyler("etc."diye kısaltılır.) Ex abstracto Soyuttan yola çıkarak Ex falso sequitur quodlibet Yanlıştan yola çıkıp her istediğimiz sonuca varırız.(Yanlış önermeden yola çıkarak herhengi bir önermeye varılabileceğini söyleyen mantık kuralı) Ex nihilo Hiçbir şeyden yola çıkarak Ex nihilo nihil fit Hiçlikten hiçlik çıkar. (Lucretius) Ex oriente lux Işık doğudan yükselir (Işık'tan kültür kastedilmiştir) Experto crede Ehil olana güven Latince deyişler listesi (F-O) Faber est suae quisque fortunae Herkes kendi kaderini yazar. (Appius Cladius Caecus) Fabricando fit faber Pratik mükemmelleştirir. Facilius est multa facere quam diu Birçok şey yapmak hayat boyu sadece bir şey yapmaktan daha kolaydır. Facito aliquid operis, ut semper te diabolus inveniat occupatum Hep çalışın ki şeytan geldiğinde sizi meşgul görsün. (Aziz Jerome) Fac simile Benzer bir şey yap. ("Faks" sözcüğü burdan türemiştir) Felix culpa Mutlu hata Felix qui potuit rerum cognoscere causas "Şey"lerin derinliklerine inebilenlere (nedenleri anlayabilene) ne mutlu! (Virgilius) Fere libenter homines id quod volunt credunt Kural olarak, insan olmasını umduğu şeye inanır. Festina lente ! Yavaşça acele et! Fiat lux ! Işık olsun! (Dünyanın yaratılması sırasındaki ilahi emir) Fide, sed cui vide Güven, ancak önlemini de al. Finis coronat opus Sonuç, araçları meşru kılar. (Başarı için her yol mubahtır gibi) Flagrante delicto Suçüstü Florebo quocumque ferar Taşındığım her yerde çiçek açacağım. Fluctuat nec mergitur Yalpalar, ama asla batmaz (Paris şehrinin mottosu) Fortes fortuna juvat ou Audaces fortuna adiuvat Şans ancak cesurlara yardım eder. Fortis et liber Güçlü ve özgür Fraus latet in generalibus Genellemeden hata doğar. Gladius legis custos Kılıç yaşamın koruyucusudur. (Paris Adalet Sarayı'nın girişinde kazılı döviz, silahlı kuvvetlerin hukuk için çalışması gerektiğini anlatır) Grammatici certant Bilginler kendi aralarında bu konuda anlaşamamışlardır. Gutta cavat lapidem non vi, sed sæpe cadendo Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir. Habeas corpus Vücudun senindir (Hukuk yasası) Habemus papam Bir papamız var Habent sua fata libelli Kitaplar kendi kaderlerine sahiptir Hannibal ante portas ya da Hannibal ad portas Hannibal kapıda (Tartışmaya zaman yok, savaşmalı anlamında) Hic et nunc Burada ve şimdi Hic et ubique terrarum Burada ve dünyanın her yerinde (Sorbonne dövizi) Hic Rhodus, hic salta İşte Rodos, atla! Hoc signo vinces Bu işaret sayesinde galip geleceksin (Milvius Köprüsü Savaşı öncesi I. Konstantin'a iletildiğine inanılan ilahi görünüm) Hodie mihi, cras tibi Bugün benim, yarın senin için Homines quod volunt credunt İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar. Homo homini lupus İnsan insanın kurdudur. Homo sum, humani nil a me alienum puto İnsanım, ve insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir. Hora fugit, stat jus Zaman geçer, hukuk kalır. Horribile dictu Söylemesi korkunç Humanius est deridere vitam quam deplorare Hayata gülmek hayat için ağlamaktan daha insani bir davranıştır. İbid Aynı yerde İd est Yani Idem Aynı şey Id est genus hominum İşte insan cinsi böyledir (Terentius) Ignorantia iuris nocet Hukuk bilmemek zarar verir. Ignorantia juris neminem excusat Hukuk bilmemek özür olamaz. Ignorantia legis non excusat Kuralları bilmemek özür olamaz. Ignoti nulla cupido Bilmediğimizi arzulamayız (Ovidius'un dizesi) In dubio pro reo Şüphe zanlıya yarar. In medio tutissimus ibis Orta yol en güvenlisidir (Ovidius) In extenso Tam içerikle In fine Sonunda In girum imus nocte et consumimur igni Gecenin içinde dönüyoruz, ateş bizi yutuyor (Lat. sağdan ve soldan okunuşu aynı) In medias res Şeylerin ortasından (Edebiyat, film gibi alanlarda anlatıma olayın ortasından başlama tekniği) In medio stat virtus Erdem ortada durur, uçlarda değildir. (Yedi Bilge Tapınağı'nın kapısında yazılı aşırıya kaçmamayı öğütleyen söz) In ovo Yumurta içinde, embriyo içinde In partibus Aslı: "in partibus infidelium" (sadık olmayanların şehrinde) In silico 20. yy.'da ortaya çıkan terim, bilgisayarla yapılan anlamında. (Zıt: in vivo, in vitro) İn situ Aynı yer üzerinde In solis sis tibi turba locis Issız yerlerde kendin için bir evren ol. İn vino veritas Şarabın içinde gerçek vardır (şarap gerçekleri ortaya döktürür) İn vitro Deney yapılan ortamda, laboratuvarda. İn vivo Canlı içinde, yaşamın içinde Incredibile dictu Söylemesi inanılmaz Increscunt animi, virescit volnere virtus Tek bir yara, maneviyatı derinleştirir, erdemleri geliştirir. (Furius Antias, Aulus Gellius, 18, 11,4) Inter alia Diğer şeylerin yanı sıra / diğer şeylere ilaveten İnter arma silent leges Savaş zamanında yasalar sessiz kalır. Inter fæces et urinam nascimur Dışkı ve sidiğin arasından doğarız (Aziz Augustine) Intra muros Sur içi Intuitu personae İnsana bağlı (sözleşme) Inventas vitam iuvat excoluisse per artes Bırakın sanat ve bilimle hayatı güzelleştirelim/geliştirelim. (Vergil, Nobel Madalyası) Ipso facto Kendiliğinden olan Ipsa scientia potestas est Bilgi tek başına güçtür (Sir Francis Bacon) Ira furor brevis est Kızgınlık kısa deliliktir. Irritare crabrones Eşekarılarını rahatsız etmek Is fecit, cui prodest Bunu yapan, bundan çıkarı olandır. (Suçluyu bulmak için bundan kimin çıkarı olduğuna bakın) I tego arcana dei Git, ben tanrının öğretisine sahibim. ("Et in arcadia ego" 'nun anagramı) Iunctis viribus Birleşmiş güçler tarafından (Birlikten güç doğar) Iurare in verba magistri Efendinin sözüne bakarak yargılamak Iustitia omnibus Herkes için adalet (District of Columbia'nın mottosu). Iuventus stultorum magister Gençler delilerin öğretmenidir. Jvesticae Cavsa Verum Qverit Medicina Adalete ulaşmakta en büyük yol, tıptır. (Adli Tıp mottosu) Jure uxoris Eş durumundan hak iddialarını tanımlar. Labor omnia vincit improbus Güçlü bir çalışma/emek her şeyin üstesinden gelinir. (Virgilius) Laborare est orare Çalışmak ibadettir. Lacrimis struit insidias cum femina plorat Kadın ağlarken, gözyaşlarıyla tuzak hazırlar. (Caton) Lapsus calami Kalemin sürçmesi Lapsus linguæ Dilin sürçmesi (genelde sadece "lapsüs" olarak kullanılır) Liberate me ex inferis Beni cehennemden kurtarın! Macte animo ! Generose puer, sic itur ad astra Cesaret soylu evlat! Ancak bu şekilde yıldızlara doğru yükselinir. Magnum opus Bir Şaheser Major e longinquo reverentia Uzaktan, beğeni daha çok olur. (Davulun sesi uzaktan hoş gelir) Mala gallina, malum ovum Kötü yumurta kötü tavuktan çıkar (Anasına bak kızını al) Mala malus mala mala dat Kötü ağaç kötü elma verir. Mali principii malus finis Kötü başlayan kötü biter Manu militari Silahlı kuvvetlerin yardımıyla ("cf. Manus milites") Manus dei Tanrı'nın eli Manus manum lavat El eli yıkar. Manus milites Askeri el tarafından Margaritas ante porcos Domuzların önündeki inciler (Sanat eserlerinin cahiller tarafından yorumlanması için kullanılır) Mater artium necessitas İcatlar ihtiyaçlardan doğar. (Apuleius) Mea culpa Benim hatam! Medice,curate ipsum Doktor,sen önce kendini iyileştir. Medicus curat, natura sanat Doktor tedavi eder, doğa iyileştirir. Memento mori Ölümlü olduğunu unutma Memento audere semper Her zaman denemeyi ve cesaret etmeyi unutma. Memento quia pulvis es Toz olduğunu unutma Mendacem memorem esse oportere Yalancının hafızası güçlü olmalıdır. (Quintilian) Mens sana in corpore sano Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. (Juvénal) Militat omnis amans Her aşık bir savaşçıdır (Ovidius) Minimum minimorum En küçüklerin en küçüğü Missi dominici Senyörün delegesi/elçisi Modus operandi Hareket etme tarzı (cinayet romanlarında suçluların ortak davranışları için kullanılır) Modus vivendi Yaşam tarzı Mors Certa, vita Incerta Ölüm kesindir,hayat değil. Multi sunt vocati, pauci vero electi Çoğu çağırılan, azı seçilen Multim in parvo Azlık içinde çokluk (Az şeyle çok şey yapmak) Mutatis mutandis Değişmesi gerekeni değiştirerek Nam et ipsa scientia potestas est Bilgi güçtür. Natura abhorret a vacuo Doğa boşluktan korkar Ne(non) bis in idem Bir nedenden iki kere hüküm giyilmez (eski ceza hukukundan) Ne Jupiter quidem omnibus placet Tanrı bile herkesi memnun edemez. Ne nuntium necare Haberciyi öldürme. (Elçiye zeval olmaz) Nec verbum verbo curabis reddere fidus interpres Gerçek bir çevirmen sözcük sözcük çevirmez (Horatius) Nec Hercules contra plures Herkül bile düşman ordusuna karşı duramaz. Nec Jactantia Nec Metu Ne övün ne de yerin. Nec plus ultra Daha da iyisi yok. Nec pluribus impar Herkese benzemez/herkesten üstün (Louis XIV mottosu) Nec Temere, Nec Timide Ne Pervasız, Ne Korkak. Ne humanis crede İnsana inanma. Nemo auditur propriam turpitudinem allegans Kimse kendi kanunsuzluğundan faydalanamaz. (Hukuk terimi) Nemo censetur ignorare legem Kanunu bilmemek mazeret olamaz. Nemo enim est tam senex qui se annum non putet posse vivere Hiç kimse bir yıl daha yaşayamayacağını düşünecek kadar yaşlanmaz (Marcus Tullius Cicero) Nemo est liber qui corpori servit Bedenine hizmet eden kişi özgür olamaz (Sénèque le Jeune) Nemo sine vitio est Hiç kimse hatasız değildir.(Seneca) Neque ignorare medicum oportet quæ sit ægri natura Doktor, hastalığın doğasını es geçmemelidir. Nescire autem antequam natus sis quid acciderit, id est semper esse puerum Doğduğundan önce olanları bilmemek, hala çocuk kalmaktır. (Marcus Tullius Cicero) Nihil est ab omni parte beatum Her güzelin bir kusuru vardır (Her gülün bir dikeni vardır) Nihil lacrima citius arescit Hiçbir şey gözyaşından daha hızlı kurumaz. Nihil novi sub sole Güneşin altında (yeryüzünde) yeni bir şey yok. Nihil primum nocere Önce zarar verme. (Tıp mottosu) Nihil obstat Sakıncası yok Nil desperandum Asla vazgeçme. Nomen est omen İsim bir işarettir. Non fui, fui, non sum, non curo Yoktum, varım, olmayacağım, umrumda değil. (Mezartaşlarında bulunan epiküryen felsefeden etkilenmiş yazılar, kısaltm
a: NFFNSNC) Non licet omnibus adire Corinthum Korint'e gitmek herkese serbest değildir. (Antik Yunan zamanı Korint çok pahalı bir şehirdi ve herkes orda yaşayamazdı.) Non nobis, Domine, non nobis, sed Nomini Tuo da gloriam Bizi değil tanrım, bizi değil; kendi ismini şereflendir... Non omnia possumus omnes Herkes herşeyi yapamaz. Non scholae, sed vitae discimus Okul için değil, hayat için öğreniyoruz. Non semper ea sunt quae videntur "Şey"ler çoğu zaman göründükleri gibi olmazlar. Non ut edam vivo, sed ut vivam edo Yemek için yaşamıyorum, yalnız yaşamak için yiyorum. Non vestimentum virum ornat, sed vir vestimentum Elbise insanı güzelleştirmez, insan elbiseyi güzelleştirir. Non vini vi no, sed vi no aquæ Şarap sayesinde değil, su sayesinde yüzüyorum (sözcük oyunu) Nosce te ipsum Kendini tanı (Matrix filminde kahin'in mutfağında kapıda yazan sözün eş anlamlısı sayılır [Temet nosce - Kendini Tanı]) Nota bene (N.B.) Önemli not Nulla dies sine linea Birşeyler yazmadan geçen gün gün değildir. (Émile Zola mottosu) Nulla est medicina sine lingua latin Latince bilmeden hekimlik olmaz. (Hekimlik için Latince gereklidir anlamında, aynı zamanda: Açıklaması olmadan ilaç faydasızdır) Nulla poena sine lege Kanun olmadan ceza olmaz. (Açıkça kanunlarda belirtilmiş olmadıkça kimseye ceza verilemeyeceğiyle ilgili hukuk kuralı) Nulla regula sine exceptione İstisnasız kural olmaz Nulla res tam necessaria est quam medicina Hekimlikten daha gerekli bir şey yoktur. Nulla tenaci invia est via Hiçbir yol aşılmaz değildir. Nullum magnum ingenium sine mixtura dementiae fuit. Hiçbir deha yoktur ki içine biraz delilik karışmamış olsun. (Sénèque le Jeune) Nunc aut numquam Ya şimdi ya hiçbir zaman Nunc est bibendum Şimdi, içelim! (Horatius) Numero deus impare gaudet Tanrılar tek sayıları sever. "(Virgile, Les Bucoliques, VIII, 75)" Obscuris vera involvens Gizlilik gerçeği örter. Odi profanum vulgus et arceo İnsan sürüsünden nefret ediyorum ve uzak duruyorum. (Horatius) O tempora, o mores Oh zaman, oh adetler! (Marcus Tullius Cicero) (daha çok "farklı zaman, farklı adetler" anlamına gelir) Oculi plus vident quam oculus Birçok göz, bir gözden daha iyi görür. Oculos habent et non videbunt Gözleri var ama göremiyorlar. Oderint, dum metuant Benden nefret etsinler yeter ki benden korksunlar. ("Seneca, De clementia ve Cicéron, De officiis") O miseri! Quorum guadia crimen habent. Ah zavallılar, sevinçlerini suç sayanlar. (Gallus) Omne ignotum pro terribili Bilinmeyen bir şeyin altında kötülük yatar. Omnes homines sibi sanitatem cupiunt, sæpe autem omnia, quæ valetudini contraria sunt, faciunt Tüm insanlar sağlıklı olmak isterler ama çoğu zaman buna aykırı davranırlar. Omnes viae Romam ducunt Bütün yollar Roma'ya çıkar Omnes vulnerant, ultima necat Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür Omnia adversa exercitationes putat Her talihsizliği deneme sayar. ("Seneca, De Providentia") Omnia mea mecum porto Bütün her şeyi yanımda taşıyorum. Omnia vincit amor Aşk, her şeye üstün gelir. Omnibus viis Romam pervenitur Tüm yollar Roma'ya çıkar. Omnis homo mendax Tüm insanlar yalancıdır. Omnium artium medicina nobilissima est Tüm sanatlar içinde hekimlik en soylu olandır. Omnium rerum principia parva sunt Her şeyin küçük bir başlangıcı vardır. Optimum medicamentum quies est En iyi ilaç dinlenmektir. Ora et labora Dua et ve çalış. Orbis Unum Bir(tek) dünya (bkz. Zorro Efsanesi) Ordo ab chao Düzensizlikten doğan düzen Otium sine litteris mors est Edebiyatsız geçen zaman ölümcüldür. Latince deyişler listesi (P-Z) Pacem in Terris Dünyada barış.. Pacta sunt servanda Ahde vefa. Panem et circenses Ekmek ve sirk oyunları (Roma plebini sakin tutan etmenler) (Juvénal) Para bellum Savaşa hazırlan. Harbe hazır ol. (Hazır ol cenge, ister isen sulh u salâh!) (Parabellum 9 mm.lik bir mermi çeşididir) Parva leves capiunt animos Küçük şeyler küçük ruhları esir alır. (Ovidius) Pax melior est quam iustissimum bellum Barış, en haklı savaştan daha iyidir. Pecunia non olet Paranın kokusu yoktur (Vespasien) Peior est bello timor ipse belli Savaşın korkusu savaşın kendisinden daha kötüdür. Per aspera ad astra Zorlu yollardan yıldızlara (Aynı anlamda: « Ad augusta per angusta » ve « Per ardua ad astra ».) Per inania regna Gölgeler imparatorluğunda Per scientiam ad salutem ægroti Hastanın iyileşmesinin yolu bilimdedir. Perinde ac cadaver Kadavra gibi (Cizvit disiplininden) Persona non grata İstenmeyen insan Philosophum non facit barba Sakal adamı filozof yapmaz. Piscem natara doces Balığa yüzme öğretiyorsunuz. Piscis primum a capite foetet Balık baştan kokar. Plenus venter non studet libenter Tok karna eğitim olmaz. Plures crapula quam gladius perdidit Sarhoşluk, kılıçtan daha çok kayba sebep oldu. Plus ultra Daha ötesi (İspanyol mottosu) Poeta nascitur, non fit. Şair olunmaz, doğulur. Possunt quia posse videntur Yapabilirler, çünkü yapabileceklerini düşünüyorlar. Post cenam non stare sed mille passus meare Yemekten sonra oturup kalma, hatta bir mil yürü. Post Tenebras Lux Karanlıktan aydınlığa Post hoc ergo propter hoc Bundan sonra öyleyse bu yüzden Post hoc non est propter hoc Bundan sonra ama bu yüzden değil (bkz. Sofizm: iki olayın üst üste gelmesi birbiriyle neden sonuç ilişkisine girmeleri anlamına gelmez anlamında) Post mortem nihil est Ölümden sonra hiçbir şey yok. Post scriptum (P.S.) Sonradan yazıldı (ek metin) Potius sero quam numquam Hiç olmamaktansa geç olsun.(Geç olsun güç olmasın) Præsente medico nihil nocet Doktor buradaysa tehlike yok demektir. Primas sum, primatum nil a me alienum puto Primatım ve primattan gelen hiçbir şey bana yabancı değildir.(Earnest Albert Hooton) Primum non nocere Öncelikle, zarar verme (hekimlik kuralı) Primus inter pares Eşitler arasında birinci Pro tempore Belli zaman için Quae nocent docent Yaralayan şey öğreticidir. Qualis artifex pereo ! Ne kadar güzel (sanatsal) ölüyorum! (Neron'un intihar etmeden önceki son sözleri) Qualis pater, talis filius Böyle babanın böyle oğlu Qui audet vincit Cesaret eden kazanır. Qui bene amat, bene castigat Seven döver. (Tartışmalı konu: eğitimde ceza gerekli midir?) Qui dormit non peccat Uyuyan günah da işlemez. Qui nescit dissimulare, nescit regnare (Gerçekleri) Saklamayı bilmeyen yönetmeyi bilemez. Qui non proficit, deficit İleri gitmeyen geri kalır. Qui rogat, non errat Soru sormak hata değildir. Qui scribit, bis legit Yazan iki kere okumuş sayılır. Qui tacet, consentire videtur Sessiz kalan onaylıyor demektir. Qui timide rogat docet negare Çekinerek isteyen reddi çabuklaştırır. Quia pulvis es et in pulverem reverteris Çünkü sen tozsun ve toza geri döneceksin. Quid me nutrit, me destruit Beni besleyen şey aynı zamanda beni yok ediyor Quid pro quo Bir şey için bir şey (Sen benim için yaparsan ben de senin için yaparım) Quidquid agis, prudenter agas, et respice finem ! Ne yaparsan yap, ihtiyatla yap ve sonunu gözden kaybetmeden. Quidquid discis, tibi discis Ne öğrenirsen kendin içindir. Quidquid latine dictum sit, altum viditur Latince söylenen kulağa derin gelir. Quis custodiet ipsos custodes? Koruyuculardan kim koruyacak? (Juvénal) Quo fata ferunt Kader nereye götürürse Quo vadis? Nereye gidiyorsun Quod erat demonstrandum (Q.E.D.) Tanıtlanması gereken de bu idi (Tanıtlamanın sonunda kullanılır) Quod licet Iovis, non licet bovis Jüpiter'e serbest olanın öküze de serbest olması gerekmez. Quod medicina aliis, aliis est acre venenum Bazılarının ilacı kimileri için zehirdir. Quod nocet, saepe docet Zarar veren şey genelde öğretir de. Quosque tandem abutere, Catilina, patientia nostra Ne zamana kadar sabrımızı suistimal edeceksin Catalina? (Marcus Tullius Cicero) Quot capita, tot sententiæ Var olan insan kadar farklı fikir vardır. Rebus sic stantibus Koşullar değiştiği takdirde Reddite ergo quæ Cæsaris sunt Cæsari et quæ Dei sunt Deo Sezar'a Sezar'ın olanı, Tanrı'ya Tanrı'nın olanı verin. (Yuhanna İncili, İsa'nın sözü) Radix malorum est cupiditas Açgözlülük bütün kötülüklerin anasıdır. Reddite ergo quae sunt Caesaris, Caesari Sezar'ın hakkı Sezar'a. Reductio ad absurdum Olmayana ergi (mantıkta bir metod) Rem acu tetigisti Üzerine parmağınızı koydunuz (Tam üstüna bastınız, doğru tahmin anlamında) Repetitio est mater studiorum Tekrar öğrenmenin anasıdır. Requiescat in pace (R.I.P.) Barış (nur) içinde yatsın. Res ipsa loquitur Halin icabından anlaşılabileceği gibi (Hukuk terimi: yani bir şey söylemeye gerek yok, olay kendi kendini anlatacak kadar açık) Ölüm katılığı (Bütün dillerde adlî tıpta halen kullanılan bir terim) Roma bir günde kurulmadı Sæpe morborum gravium exitus incerti sunt Çoğu zaman ağır hastalıkların sonucu belirsiz olur. Salus ægroti suprema lex Hastanın iyiliği en üstün yasadır. Sapiens dominabitur astris Bilge kişi yıldızlara hükmeder. Sapientia est potentia Bilgelik güçtür. Scio me nihil scire Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.(Socrates) Semper fidelis Her zaman sadık (ABD Deniz Birlikleri dövizi) - çoğu zaman "semper fi" olarak kısaltılır Senatus Populusque Romanus (S.P.Q.R.) Senato ve Roma Halkı Sine qua non Olmazsa olmaz Si tacuisses, philosophus mansisses Eğer sessiz kalmış olsaydın, bir filozof olarak kalabilirdin. "'Si vales bene est, ego valeo" Sen iyi olursan,ben daha da iyi olurum. Si vis amari, ama Sevilmek istiyorsan önce sev. Si vis pacem, para bellum Eğer barış istiyorsan savaşa hazırlan. Si vis pacem, para iustitiam Eğer barış istiyorsan adalet hazırla (üsttekine gönderme) Sic Yani, böylece (basımda kullanıldığında dizgi hatası ya da yanlışlık olmadığını belirtir.) Sic ad nauseam Bıkana kadar böyle. Sic et non Böyle veya değil (evet ya da hayır) Sic parvis magna Büyük olaylar, küçük başlangıçlardan doğar. Sic transit gloria mundi İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor. (yeni Papa ilan etme törenlerinde söylenir) Silent leges inter arma Savaş olduğunda kanunlar susar. Similia similibus curantur Benzer benzerini iyileştirir. Sine die Bel
li bir tarih belirtmeksizin. Sine labore non erit panis in ore Çalışmadan ağzında ekmek olmaz. Sine scientia ars nihil est Bilgi olmadan sanat bir hiçtir. Si vis amari, ama Sevilmek istiyorsan sev. Solem lucerna non ostenderent Güneş fenerle gösterilmez (bariz olaylar için) Soli sol soli Yeryüzünün tek güneşine (Louis XIV-Güneş Kral-'a ithafen) Sotto voce Alçak sesle Spes salutis Kurtuluş umudu Spoliatis arma supersunt Yağmalananın kalan tek şeyi silahlarıdır. Status quo Daha önce içinde bulunulan durum Status quo ante bellum Savaştan önce içinde bulunulan durum Sui generis Kendine özgü Summum ius summa injuria. Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet (Cicero) Summum jus, summa injuria Aşırı doğruluk, aşırı haksızlık getirir. Summum jus, summa injuria Hukukun zirvesi, haksızlığın zirvesidir. (Kurallar çok katı uygulandığında söylenir) Sursum corda! Kalpler yukarı! (cesaretlendirme amacıyla söylenir) Sutor, ne supra crepidam Ayakkabıcı, ayakkabının daha yukarısı değil! (Bilmediğimiz şeyler hakkında konuşmamalıyız anlamında. Apelle (Yunan ressam) çizmekte olduğu ayakkabı hakkında bir ayakkabıcıya danışır. Ayakkabıcı resmin geri kalanı hakkında da yorum yapmaya başlayınca Apelle onu nazikçe sınırları aşmaması için uyarır) Her zaman sadık (ABD Deniz Birlikleri dövizi) - çoğu zaman "semper fi" olarak kısaltılır Senatus Populusque Romanus (S.P.Q.R.) Senato ve Roma Halkı Sine qua non Olmazsa olmaz Si tacuisses, philosophus mansisses Eğer sessiz kalmış olsaydın, bir filozof olarak kalabilirdin. Si vales, valeo Sen iyiysen ben de iyiyim. Si vis amari, ama Sevilmek istiyorsan önce sev. Si vis pacem, para bellum Eğer barış istiyorsan savaşa hazırlan. Si vis pacem, para iustitiam Eğer barış istiyorsan adalet hazırla (üsttekine gönderme) Sic Yani, böylece (basımda kullanıldığında dizgi hatası ya da yanlışlık olmadığını belirtir.) Sic ad nauseam Bıkana kadar böyle. Sic transit gloria mundi İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor. (yeni Papa ilan etme törenlerinde söylenir) Silent leges inter arma Savaş olduğunda kanunlar susar. Similia similibus curantur Benzer benzerini iyileştirir. Sine die Belli bir tarih belirtmeksizin. Sine labore non erit panis in ore Çalışmadan ağzında ekmek olmaz. Sine scientia ars nihil est Bilgi olmadan sanat bir hiçtir. Si vis amari, ama Sevilmek istiyorsan sev. Solem lucerna non ostenderent Güneş fenerle gösterilmez (bariz olaylar için) Soli sol soli Yeryüzünün tek güneşine (Louis XIV-Güneş Kral-'a ithafen) Sotto voce Alçak sesle Spes salutis Kurtuluş umudu Spoliatis arma supersunt Yağmalananın kalan tek şeyi silahlarıdır. Statu quo Daha önce içinde bulunulan durum Statu quo ante bellum Savaştan önce içinde bulunulan durum Sui generis Kendine özgü Summum ius summa inuria. Ne kadar çok kanun,o kadar az adalet (Cicero) Summum jus, summa injuria Hukukun zirvesi, haksızlığın zirvesidir. (Kurallar çok katı uygulandığında söylenir) Suum cuique Herkes hak ettiğini bulur. Tarde venientibus ossa Geç kalanlara, kemikler. (Yemeğe geç kalanlar için söylenir.) Tempora mutantur et nos mutamur in illis Zaman hareket ediyor, biz de onunla birlikte değişiyoruz. Tempori servire Şartlara uyum sağlamak Tempus fugit, aeternitas manet Zaman uçar,sonsuzluk kalır. Testis unus, testis nullus Tek şahit, hiç şahit (tek şahit bir olayı kanıtlamak için yeterli olmaz anlamında) Timendi causa est nescire Korkunun sebebi cehalettir. (Seneca) Timeo Danaos et dona ferentes Yunanlar'dan korkuyorum, özellikle hediye getirdikleri zaman. (Virgile'in kitabından alıntı. Şehirdekilerin Truva Atı'nı şehre sokmak istemesi üzerine Laocoon tarafından söylenmiştir. İçten pazarlıklı birinin size belirgin bir sevgiyle yaklaşması durumunda söylenir.) Timeo hominem unius libri Tek kitabı olan insandan korkarım. Tres faciunt collegium Topluluk için üç kişi gerekir Tu quoque mi fili Sen de mi oğlum? (Shakespeare'den alıntı, Jül Sezar'ın Decimus Junius Brutus'ten yediği darbe ile düşmesi sırasında söylediği düşünülür) Tu secanda marmora. Locas sub ipsum funus, et sepulchri. Immemor, struis domos Ölüm karşına gelmiş. Sen mezarını düşünecek yerde mermer yontturup evler yaptırmaktasın. (Horatius) Ubi bene, ibi patria Neresi güzelse, orası vatandır. Ubi concordia, ibi victoria Nerde dirlik varsa orda zafer vardır. Ubi fumus, ibi ignis Duman varsa ateş de vardır. (Ateş olmayan yerden duman çıkmaz) Ubi tu Gaius, ibi ego Gaia Sen nerde olursan, Gaius, ben de Gaia, orada olacağım. (Romalıların evlilik sırasındaki ettiği bağlılık yemini) Ultima cave Sonuncuya hazırlıklı ol (Saatten bahsediyor. Güneş saatleri üzerine yazılan geleneksel yazı) Ultima ratio regum Kralların son çaresi (Cardinal de Richelieu tarafından silahların üzerine yazdırılmıştır) Ultra posse nemo obligatur Kimse yapabileceğinin ötesinde zorlanamaz. Ulula cum lupis, cum quibus esse cupis Kurtlarla dolaşan ulumayı öğrenir. Unum castigabis, centum emendabis Bir hatanın önüne geçmek yüz tanesini engellemektir. Urbi et orbi Şehir (Roma) için ve dünya için Usus magister est optimus Tecrübe (ya da pratik) en iyi öğretmendir. (Yani teorik olarak öğrenilen bir ders alıştırmalarla desteklenmelidir.) Ut ameris, amabilis esto Sevilmek için sevecen ol. Ut sis nocte levis, sit cena brevis Eğer iyi bir gece geçirmek istiyorsan, akşam yemeğini kısa tut. Ut supra Yukarıdaki gibi Uti, non abuti Kullan ama suistimal etme Vade mecum Rehber kitapçık, el kitabı (Günümüzde "ilaç rehberi" anlamında kullanılıyor) Vade retro satana Geri çekil, şeytan! Væ victis! "Veyl mağluba!" (Anlamı: yenilenlere acımayın) (Brennus, Galya komutanı, Roma'yı aldıktan sonra) Vasa vana plurimum sonant En fazla sesi boş çanaklar çıkarır. Veni vidi vici Geldim, gördüm, fethettim (orijinali gibi kafiyeli olması için fethettim yerine yendim şeklinde çevrilir) (Jül Sezar) Verba docent, exempla trahunt Kelimeler öğretir, örnekler yol gösterir. Verba volant, scripta manent Söz uçar, yazı kalır. Verbatim Kelimesi kelimesine. Veritas odium parit Dürüstlükten nefret doğar. (her doğru söylenmek için uygun değildir anlamında) Veritas odium parit, obsequium amicos Dürüstlük düşmanları, yalakalık dostları doğurur. Veritatem dies aperit Zaman gerçeği açığa çıkarır. Versus ..e doğru.(İngilizce'de yanlış olarak "karşısında" anlamında kullanılır.kısaltması: vs.) Veto Engelliyorum! Vi Veri Veniversum Vivus Vici Gerçeğin gücü evreni fethettirir. Vice versa Karşılıklı olarak Vide supra Daha yukarsını gör. Video meliora proboque deteriora sequor İyi yolu görüyor ve takdir ediyorum, ancak kötü yolu seçiyorum. (Ovidius, Dönüşümler ; Médée'ye verilen söz) Vinum aqua miscere Şarabına su katmak Vir prudens non contra ventum mingit Akıllı adam rüzgara karşı işemez. Vir sapit qui pauca loquitur Geçek bilge az konuşandır. Virtus post nummos Erdemden önce para Visita Interiora Tellus Rectifacando Inveniens Occultam Lapidem. (VITRIOL) Dünyanın merkezini ziyaret et, orada gizli taşı bulacaksın (her insanın hakikati kendi içinde bulacağını anlatır) Volens nolens İsteniyor mu istenmiyor mu Vox clamans in deserto Çölde haykıran bir ses (Jean le Baptiste tarafından "Kimsin?" sorusuna cevaben söylenmiştir) Vox populi vox dei Halkın sesi tanrının sesidir. V.S.L.M «Votum Solvit Libens Merito »nun kısaltılmışı. Adağını yerine getirdi, isteyerek, ve olması gerektiği gibi. Vulgum pecus Ortalama/bayağı insanlar Vulnerant omnes, ultima necat Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür. (Saatten bahsediyor. Güneş saatleri üzerine yazılan geleneksel yazı) Vulpes pilum mutat, non mores Tilkinin derisi değişir huyu değişmez → Wikipedia English Hallâc-ı Mansûr Hallâc-ı Mansûr veya Mansûr el-Hallâc ( ; tam ismi ) ( ö. 26 Mart 922, Bağdat), Zındıklıkla suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh'ın emriyle idam edilmesiyle meşhur olan spiritüalist yazar ve mistik şâir. Asıl adı "Ebû’l Moğıt Huseyn bin Mansûr bin Mehemmed Beyzâvvî" idi. Babasının mesleğinden dolayı “Hallâc” lakabını aldı. Tahirîler devri İran'ının günümüz Güney Horasan Eyaleti'ne bağlı Nehbendan şehristanı'nın Meyghan Kırsalı'ndaki ""Tûr"" köyünde dünyaya geldi. Hallâc-ı Mansûr’un dedesi Mahamma Mecûsî, Beyazid Bistâmî'ninki gibi bir Zerdüşt idi. Babası ailesiyle Dicle yakınlarına, Araplar tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi olan Vasıt'a taşındı. Mansûr, on iki yaşında burada hafız oldu. Önceleri kısa bir süreliğine sûfî azizlerinden Beyazid Bistâmî’nin de mürşidî olan Zünnûn-ı Mısrî’nin öğrencisi Sehl el-Tustarî’nin müridi oldu. Yirmi yaşında Basra’ya geldi. Buradan Bağdat’a giderek tanınmış sufilerin sohbetlerine katıldı. Daha sonra ise Emr el-Mekkî ile Cûneyd-î Bağdâdî’nin talebesi oldu. 896 yılında ilk haccını yapmak üzere Hicaz’a gitti. Burada vaktini ibadetle geçiren Hallâc, daha sonra bir grup sufî ile birlikte Bağdat’a dönerek Cüneyd’in sohbetlerine devam etti. Fakat, hocalarıyla fikir ayrılığına düştüğü için onlardan ayrılarak Tüster’e döndü. Hallâc beş yıl sürecek bir yolculuğa çıkmak üzere Tüster’den ayrıldı. Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaştı. Fars’ta halka vaazlar verdi, onlar için eserler yazdı. Ardından Ahvaz’a geçti ve ailesini de buraya getirtti. Ahvaz’da meclis kurup vaazlar vermeye başlayan Hallâc halkın ve aydınların büyük teveccühüne mazhar oldu ve burada Hallâc-ı Esrâr diye tanındı. Daha sonra ailesini Ahvaz’da bırakarak 400 müridiyle birlikte ikinci defa hac yapmak üzere Basra üzerinden Mekke’ye gitti. Hac dönüşü Basra’da bir ay kaldıktan sonra Ahvaz’a gelen Hallâc, ailesini ve buranın ileri gelenlerinden bir grubu yanına alarak Bağdat’a geçti. Burada bir sene kaldı; ardından küfür ve şirk beldelerini Allah’ın dinine davet etmek için manevi bir işaret aldığını söyleyerek ailesini müridlerinden birine emanet edip deniz yoluyla Hindistan’a gitti. Horasan, Tâlekān, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir’i dolaştı. Gezdiği yerlerdeki halk için eserler yazarak İslam’a girmelerinde etkili oldu. Onun tesiriyle m
üslüman olanlara Mansûrî deniliyordu. Bu durum kendisini büyük bir üne kavuşturdu. Bu seyahatten dönünce aleyhindeki faaliyetler de tekrar başladı. 903 senesinde üçüncü defa hacca gitti ve burada iki yıl kaldı. Bazen ibadet ediyor, bazen de halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırıyordu. Bir ara Arafat’ta kendisine hakaret ve işkence edilmesini istedi. Bağdat’a dönen ve bir ev satın alan Hallâc’da bir değişikliğin meydana geldiği fark edilmişti. Hakkında anlatılan bir hikâyeye göre Bağdat’ta açıkça Hak yolunda canını feda etmek istediğini, kanının dökülmesinin halk için helal olduğunu ilan etti. Karmatiler’ in Abbasi Devleti’ ni tehdit ettiği, 870 yılında başlayıp 883 yılına kadar devam eden Zenc isyanının izlerinin henüz silinmediği, istikrarsızlığın devam ettiği bir dönemde Hallâc’ın sözleri ve davranışları halk ve ulema arasında yeni bir huzursuzluk meydana getirdi. Davûd ez-Zahiri öncülüğünde bir grup alim Hallâc’ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürerken bazıları da keramet sahibi bir veli olduğunu söylüyordu. Aleyhindeki faaliyetler artıp bir kısım müridleri tutuklanınca kendisini de aynı akıbetin beklediğini anladı ve Ahvaz’a kaçtı. Sûs’ta bir dostunun yardımıyla Dânyâl peygamberin türbesi civarında bir yıl saklandı. 913' de yakalanarak Bağdat’a getirildi ve idam talebiyle mahkeme önüne çıkarıldı. Vezir Ali b. Îsâ el-Kunnâî onu üç defa siyaset meydanında teşhir ettikten sonra hapsedilmesini yeterli gördü. Sekiz yıl süren hapis hayatı, genellikle dostu Nasr el-Kuşûrî’nin evindeki bir odada göz hapsi şeklinde geçti. Bütün ihtiyaçları karşılandı; ziyaretçi kabul etmesine izin verildi. Hapiste bulunan Hallâc’ın Bağdat ve çevresindeki etkisi giderek arttı. Burada iken Kitâbü’t-Tavâsîn’in “Tâsînü’s-sirâc” ve “Tâsînü’l-ezel” bölümlerini yazdı. Hallâc'ın Allah'ta eriyip yok olmak anlamında söylediği "En-el Hak", yani "Ben Hakk'ım" (, "En el-Hakk") sözü bahane edilerek 912 yılında tutuklandı. Hallâc’ın savunduğu Tâsîn tevhîd akîdesinin özü olan ""Fî" ve "An" kavramı" Vahdet-i Vücud’daki "Her şey Allah’tır" akîdesinden farklı olup, ""Her şey Allah’tadır ve her şey Allah’tandır"" anlamına gelmektedir. Kendisinden sonra gelen ve "Yetmiş iki millete bir gözle bakmak" gibi sözlerle tüm farklı inanç ve kanaatleri ötekileştirmeyen Yunus Emre gibi sûfilerde görülen kucaklayıcı, anlamaya dönük yaklaşımın kökleri Hallac-ı Mansur'a kadar uzanmaktadır. Ünlü Alman tasavvuf araştırmacısı Annemarie Schimmel'in Hallac'dan aktardığı aşağıdaki satırlar onun farklı inançtan insanlara nasıl baktığını apaçık bir şekilde göstermektedir: Öğrencilerinden biri bir Yahudi'ye hakaret eder ve Hallac'ın kızgınlığını üzerine çeker, bir süre sonra sakinleşen Hallac ona: ""Sevgili oğlum. Bütün dinler, ulu Tanrı'nın dinleridir. Tanrı, her bir dini ile ayrı bir insan topluluğunu meşgul etmektedir. İnsanlar inandıkları dinleri kendileri seçmediler; bilakis Rahman ve Rahim olan Tanrı, insaları inandıkları dinler için seçmiştir. Eğer bir kimse başka bir kimseyi inandığı dinin doğru olmadığı iddiasıyla kınarsa, bu hareketiyle o insanın kendi iradesiyle bir tercih yapmış olduğu yolunda bir hüküm vermiş olur. Bu da aslında, Kadercilerin tarzıdır ve Zerdüştler böyle bir dini topluluktur (yani bunlar düalisttir). Bilesin ki Yahudilik, Hıristiyalık ve diğer dinler, sadece çeşitli sanlar ve farklı isimlerdir; fakat hepsinde maksat aynıdır, farklı değildir. Ben dinlerin ne olduğu konusunda çok düşündüm. Neticede gördüm ki, dinler, bir kökün çeşitli dallarıdır. Bir insandan, onu alışkanlıklarından alıkoyan ve bağlarından koparan bir din seçmesini talep etme. O zaten varlığın sebebini ve yüce gayelerin manasını kendisinin en iyi anladığı şekilde arayacaktır"" der. Herşeyin zıddı ile bilindiği ve ayakta durduğu bu ikilikler evreninde küfür-iman diyalektiği de gözardı edilemeyecek bir gerçektir. Öyleyse kimse kendisini, kabullerini diğer her şeyi dışlayacak bir mutlaklık dairesi içinde görmemelidir Hallac'a göre. Hallac'a göre Tanrı dahi kulunun sınırlılığını bilip buna göre ona muamele edecektir. Yine ondan aktarılan şu satırlar onun Tanrı ve insan arasındaki ilişkiye bakışındaki geniş perspektifi ortaya koymaktadır: ""Yeryüzünde hiçbir imansızlık yoktur ki, altında iman saklı olmasın; itaat yoktur ki, altında kendinden büyük isyan saklı olması ve kendini tamamen ibadete adama hali yoktur ki, altında saygıdan feragat hali olmasın; sevmek iddiası yoktur ki, altında edepsizlik saklı olmasın. Fakat ulu Tanrı, kullarına istidatlarına göre muamele eder."" Hallâc hapisteykende aleyhindeki faaliyetler bütün şiddetiyle devam ediyordu. Cezalandırılması yönündeki taleplerin artması üzerine Vezir Hâmid b. Abbas tarafından idam isteğiyle tekrar hakimler heyetinin önüne çıkarıldı. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hakimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürdü. Fakat Vezir Hâmid’in ısrarlı takibi ve baskısı karşısında Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed b. Yûsuf el-Ezdî idamına hükmetti. Hanefi kadısı İbn Bühlûl’ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edilince Hallâc, 26 Mart 922 tarihinde Bağdat’ın Bâbüttâk denilen semtinde önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırıldı. Hallâc’ın asıldığı yer zamanla önem kazanmaya, Hak şehidi bir velinin türbesi olarak ziyaret edilmeye başlanmıştır. Vezirliğe yeni tayin edilen Ali b. Mesleme’nin, görevine başlamadan önce Hallâc’ın kabri olarak bilinen yeri ziyaret ederek manevî huzurunda dua edip niyazda bulunması, Abbasî Devleti’nin ondan özür dilemesi ve itibarını iade etmesi anlamına gelmiştir. Hallâc adına burada türbe inşa edilmiştir. Hallâc-ı Mansûr’un öldürülme sebebi hakkında, Abbasiler’e karşı ayaklanmış olan Karmatiler’le gizlice mektuplaştığı, “Ene'l-Hakk” sözüyle ulûhiyyet "(ilâhlık)" iddiasında bulunduğu, haccın farz oluşunu inkar edip yeni bir hac anlayışı ortaya koyduğu şeklinde çeşitli iddialar ileri sürülmüştür. Hallâc’ın idam fetvası dini olmaktan çok siyasi bir karar olup ancak siyasi baskılar ve entrikalar sonucunda çıkarılabilmiştir. Onun büyük bir üne sahip olması, çevresinde çok sayıda mürid toplaması, sarayda ve yüksek rütbeli devlet adamları ve kumandanlar arasında bile taraftar bulması, Zenci Kölelerin İsyanı'na sıcak bakması, ""Mehdi" olduğu ve Abbasiler’e karşı Karmatiler’le gizlice iş birliği yaptığı yolunda söylentiler çıkması devlet adamlarını endişelendirmiş, bu yüzden baskı altında çalıştığı ileri sürülen bir hakimler kurulundan fetva alıp idamı gerçekleştirmişlerdir. Hallac'ın türbesi Bağdat’tadır. Birçok İslam ülkesinde türbeleri vardır. Bunların hepsi makamdır. Yedi adet olduğu söylenen bu türbelere Hallac-ı Mansur makamı denmektedir. Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde bulunan türbe de bu yedi makamdan biridir. Gelibolu Yarımadası Gelibolu Yarımadası, Gelibolu ve Eceabat ilçelerinin sınırları içindeki, Çanakkale Boğazı'nın batı yakasını oluşturan yarımada. Yasemin Öztürk Yasemin Öztürk, (d. 25 Şubat 1974, Ankara) Türk sinema ve TV dizisi oyuncusudur. Bilkent Üniversitesi Tiyatro bölümünde eğitim gördü. Pek çok TV programında sunuculuk yaptı. 1999 yılından itibaren çeşitli TV dizilerinde rol alan Yasemin Öztürk, ilk olarak 2002 yılında TRT'de yayınlanan Koçum Benim adlı TV dizisinin başrol oyuncularından biri olarak görev aldı. Mehmed Siyah Kalem Mehmed Siyah Kalem, çağı ve coğrafyası tarih içinde silinmiş bir ustadır. Zamanın yırtıcı pençesinden kurtulabilmiş bir dizi kaotik figürün yaratıcısı olan bu çizgidışı nakkaşın yaşamı ile ilgili bilgiler maalesef hiç yok denecek kadar azdır. Ayrıca sanatını belirgin bir kültürel geleneğe uygun görmek de hemen hemen imkânsızdır. Üstad Mehmet Siyah Kalem'in yaşamı ve kimliği bilinmiyor. Tarih kaynaklarından hiçbiri ondan sözetmiyor. Gerçek adı bile belli değil. Kimi resimlerin üstüne "Kâr-ı Üstad Muhammed Siyah Kalem" (Üstad Mehmet Siyah Kalem'in işi) yazılmış. Doğu'da sanatçının kendisini "üstad" diye tanımlaması olağan değildir. Ayrıca bu adın, sanatçının kendi eliyle, resimlerin belli bir köşesine attığı bir imzadan çok, gelişigüzel şuraya buraya, hatta kimi zaman resimlerine ters düşecek biçimde çiziştirilmiş olması, bu yazının, resimlerin kaydı yapılırken sonradan eklenmiş olduğu düşündürüyor. Nitekim ismin başındaki "kâr" sözcüğüde bunu kanıtlıyor. Bilindiği gibi siyah kalem ya da kara kalem deyimi, renk kullanılmayan belli bir resim tekniğini tanımlar. Renkli oldukları halde bu resimlere bu adın verilmiş olması, çizginin alışılmadık bir anlatım gücü göstermesinden ileri gelmiş olabilir. Demek ki genellikle Ortaçağda görüldüğü gibi, burada da, adı sanı belli olmayan bir sanatçının yapıtları ile karşılaşıyoruz. Bununla beraber sanatçıya sonradan verilen bu takma ad benimsenmiş ve sanat tarihine böylece yerleşmiş bulunuyor. Bu sanatçının yaşamış olduğunu kanıtlayan tek belge yapıtlarıdır. Onlar da elimize bölük pörçük geçmiş. Bu resimlerin rulo olarak yapıldıklarını ve sonradan parçalanarak albümlere yapıştırıldığı bilinmektedir. Bunlar bir araya getirildiklerinde büyük boşluklar ortaya çıkmaktadır. Parçaların çoğu kaybolmuş, pek azı elimizde kalmıştır. Bu yüzden rulolar eldeki parçalarla yeniden düzenlenerek eski haline getirilemiyor. Siyah Kalem'in sanatıyla uğraşan sanat tarihçisi, bağlamından koparılmış bir resim yığını üzerinde çalışmak zorunda kalıyor. İlk defa 1910 yılında Münih'te Max van Berchem'in grişimiyle sergilendi. II. Dünya savaşından sonra tekrar gündeme gelen Siyah Kalem, dönemin Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz’ün bir albümde yer alan 2 adet Fatih Sultan Mehmet minyatürüne atfen "Fatih Albümü" olarak adlandırması uzun yıllar süren bir yanlışlığa d
a yol açar. Fakat Zeki Velidi Togan’ın araştırmaları sonucu bu eserlerin Yavuz Sultan Selim zamanında Topkapı Sarayı’na getirildiği ihtimali daha ağır basmaya başlar. 1954 yılında Mazhar Şevket İpşiroğlu ile Sabahattin Eyuboğlu "Fatih Albümüne Bir Bakış" adlı eserlerini yayınlayarak İpşiroğlu’nun Siyah Kalem macerasını resmen başlatmış olurlar. Başta İpşiroğlu Siyah Kalem’in eserlerini Fatih dönemi dünya görüşüne bağdaştırsada daha sonraları bu tezinden uzaklaşarak sanatçıyı 14-15. yüzyıl Türkistan ve Maveraünnehir kültür sahası içinde yorumlar. Siyah Kalem ile ilgilenen araştırmacılar elbetteki sadece Türkler değildi, bunlardan Richard Ettinghausen daha başlangıçta bu minyatürlerin 15. yüzyıl ikinci yarısında Türkistan'da yapıldıklarını savunmuştur. Ettinghausen daha sonra özellikle Emel Esin’in kapsamlı Orta Asya kültür birikimiyle ortaya koyduğu çalışmalarda belirleyici bir rol oynamıştır. Türk sanat tarihçilerinden Beyhan Karamağralı, Filiz Çağman ve Zeren Tanındı, son dönemde Siyah Kalem üzerine yoğunlaşn çalışmalarıyla 1980 yılında Londra Üniversitesi'nde gerçekleşen "Between China and Iran: Paintings from Four Istanbul Albums" adlı uluslararası kolokyumun sonuçlarını daha da ileriye götürmüşlerdir. Mehmed Siyah Kalem üzerine çalışma yapan diğer araştırmacılardan bazıları ise; Ernst Diez, Oktay Aslanapa, Ernst Kühnel, Basil Gray, Ernst Grube ve Max Loehr'dir. Mehmed Siyah Kalem minyatürleri zamanın belirsiz derinliğinde Asya kültür ortamında yaşamış insanların gündelik hayatını yansıtmakta. Göçerler, sıradan insanlar, dervişler, Budistler, şamanlar, Hristiyan keşişler ve doğaüstü valıkların oluşturduğu sürekli hareket halindeki toplumsal sahne söz konusu. Hareketin iç dinamiği, figürlerin belli bir anlatı örgüsü bağlamında anlam kazanabileceklerini açıkça göstermektedir. Başka bir deyişle Siyah Kalem’in figürleri, kuşaktan kuşağa miras kalan güçlü bir toplumsal hafızanın kaydettiği anonim anlatının aktörlerini canlandırıyor. Böyle bir anlatının kendi içinde tutarlı bir resim dizisi oluşturacağı çok açık. Nitekim minyatürlerin bir rulodan kesilerek albümlere yerleştirilmiş olması, bu gerçeği kanıtlıyor. Rulo resimlerin Asya kültüründe özellikle de Maniheizm ve Budizm kültürü içerisinde önemli bir yeri vardır. Siyah Kalem’in rulolaları tarihin belli bir yerinde bilinmeyen br sebeple parçalanmış. Mehmed Siyah Kalem’in sanatının ana etkeninin İpek Yolu olduğuna şüphe yoktur zira bu yoldan sadece mallar ve değerli taşlar değil aynı zamanda kültürler, inançlar, efsaneler ve sanatlar da taşınmaktadır. Siyah Kalem’in betimlemelerinde Şaman’ın dansı, binek hayvanlarını gözden geçiren tüccarların kaygılı yüzleri, çamaşır yıkayanlar, güç gösterisinde bulunanlar, gündelik işlerin rutini içerisinde kendi hayat kozalarını örenler Siyah Kalem’in insanlarıdır. Bu insanlar arasında İpekyolu'nun yoğurduğu kültürlere ait Çin, Moğol, uygur ve Hristiyan Avrupalılara sıkça rastlanır. Siyah Kalem’in sanatının eşsizliği sadece insan ve gündelik hayatı dışında doğaüstü yaratıkları betimlemesinde de yatar. Siyah Kalem’in demonları yer ile gök arasında saltanat süren, insan varlığının karşı kıyısını temsil ederler ve iyi ile kötüyü birbirinden ayıran gerçeklik dengesinin Siyah Kalem minyatürlerindeki ağırlık noktasını oluştururlar. Nakkaş hayal kurmamış sadece insanın karanlıktaki yüzünde çürüyen değerler için bir beden tasarlamıştır. Şamanizmin ve Budist ikonografinin açık izlerini taşıyan bu demonik varlıklar, sıradan insanlarla birlikte aynı gündelik hayatı paylaşırlar. İnsan kaçıran, zulmeden ve sahip oldukları büyü gücüyle insan kaderi üzerinde taht kuran demonlar, İpekyolu’nda anlatılan efsanelerin baş aktörleri olarak Mehmed Siyah Kalem’in gerçekçi dünyasında yerlerini alırlar. Mehmed Siyah Kalem ve sanatı üzerine gizem daha uzun yıllar boyunca çözülmeyecek gibi görünmekle beraber, popülaritesi arttıkça bulmacının kayıp parçalarını tamamlamaya çalışacak daha fazla araştırmacının ilgisini çekeceğine şüphe yok. Siyah Kalem resimleri, kukla ve gölge oyununda olduğu gibi, bizi çok çeşitli tiplerle karşılaştırır. Bunlar arasında değişik ırklardan ve halklardan tipler görürüz: Türk, Moğol, Hint, Zenci; değişik inançlardan olanlar: şaman, gezici derviş, buddhist ve nesturi rahipleri; zengin,fakir, üst sınıftan görkemli efendiler, ağır yaşamın izleri yüzlerinde okunan göçebeler...Fakat Siyah Kalem bunlarla da yetinmez, resim dağarına, hayalgücü yaratıkları da girer: korku saçan cinler ve devler; güreşen, çalgı çalan, dans eden, bilinmeyen bir Tanrı'ya at kurban eden demonlar...Siyah Kalem resimlerinin canlandırdıkları öykü metinleri yazılı olmadıkları için, günümüze kadar gelmemiştir. Biz sadece bu öykülerin baş kişilerini görürüz. Bunlar, yüz ifadesi, el - kol hareketleri ve giysileriyle birbirlerinden ayrılırlar. Yavuz Sultan Selim'in İran seferinden (1514) savaş ganimeti olarak İstanbul'a gelen resimler Saray'da barınak bulmuşlardır. İslam dini tasvire açık bir din değildir. Resim, sanat dünyasına ancak kitap resmi (minyatür) olarak girebilmiştir. Bu yüzden yadırganan resim ruloları parçalanıyor ve bunlardan albümler yapılıyor(Hazine 2152, 2153, 2154, 2160). Siyah Kalem'lerin yeraldıkları albümlerde başka resimler de bulunuyor: yazmalardan koparılmış tek tek minyatürler, meşk, yazı örneği, renkli renksiz çeşitli taslak ve süslemeler..."Murakkaa" denilen bu albümler yapılırken belli bir düzen göz önüne alınmamıştır. İçindekilerin seyredilmesinden çok korunması için yapılmıştır. Siyah Kalem'in üslubunda büyük ölçüde Çin etkisi görülür. Fakat yine de bu üslup Uzak Doğu sanatının estetiğine yabancı kalır. Siyah Kalem resimlerinde Çin ustalarının ince zevkiyle bağdaşmayan sert, haşin bir gerçekçilikle karşılaşırız. Uzak Doğu sanatında bunlara örnek olabilecek resimlere ya da bunların hiçbirine rastlamıyoruz. Buna dayanarak R. Ettinghausen, Siyah Kalem'in eserlerinin ince saray sanatının önemli merkezlerinden uzak, fakat Çin etkisine açık bir yörede yapılmış olmaları gerektiği sonucunu çıkarıyor. Ettinghausen'e göre bu yer İran değil, Maveraünnehr olabilirdi. Bu resimlerin nerede yapılmış oldukları, bugünde tam kesin saptanamamıştır. Fakat araştırmalar ilerledikçe, Ettinghausen'in savını, yani bu yerin Türkistan'da aranması gerektiğini doğrulayan ipuçları ortaya çıkıyor. Bunların başlıca kılık kıyafet, kadınların çarşafları, erkeklerin sarıkları, bura halkının geleneksel giysileri geliyor. Türkistan çeşitli kültürlerin karşılaştığı bir yerdir. Burada Müslümanların dışında Brahmanlar, Buddhistler, Şamanistler ve Hristiyanlar yaşıyorlardı. Halkın etnik yapısıda karışıktı. Bütün bu özellikler Siyah Kalem resimlerde açıkça görülür. Türkistan tarihinde göçebe bozkır boyları, özellikle 12. yüzyılda buraya gelenler (Kara Hıtaylar) büyük rol oynamışlardır. Bunların getirdikleri pagan töre ve gelenekler, mitler ve söylenceler burada kök salmış ve uzun süre varlığını koruyabilmiştir. Siyah Kalem resimlerinde işlenen konular bu bakımdan da ilginç belgeler veriyor. Tersane Konferansı Tersane Konferansı (23 Aralık 1876), Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki eyaletlerinin yönetim koşullarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı sonucu İstanbul'daki Haliç Tersaneleri'nde toplanmış uluslararası bir konferanstır. 1876 yılının Nisan ayında Panagürişte bölgesinde başlayan Bulgar İsyanları bütün Orta Dağ bölgesine yayıldı. Bu dönemde bölgeye Rusya tarafından Kafkasya'daki yurtlarından zorla atılmış birçok Kafkasyalı (Çerkez, Abaza, vs.) Müslüman yerleştirilmişti. Ruslar gibi Slav olan Bulgarlarla, Ruslardan büyük eziyet çekmiş Kafkasyalı Müslümanlar arasında karşılıklı katliamlar yaşandı. Osmanlılar bu isyanları kısa zamanda bastırdılar. Ancak Batı dünyasında Osmanlı Devleti'nin bu isyanların bastırılmasında kullandığı yöntemler büyük eleştirilere neden oldu. Bulgarların uğradığı katliamlar tek taraflı olarak yansıtıldı. Müslümanların uğradığı katliamlar göz ardı edildi. İngiltere eski başbakanı William Ewart Gladstone, bilim insanı Charles Darwin, yazar Oscar Wilde ve Victor Hugo, İtalyan siyasetçi Giuseppe Garibaldi gibi etkili kişiler Osmanlı Devleti aleyhinde tek taraflı yazılar yazarak Avrupa'da Bulgarların lehinde bir kamuoyu oluşmasına neden oldular. Bunun üzerine İngiltere'nin öncülüğüyle İstanbul'da bir konferans toplanmasına karar verildi. Konferans Haliç Tersanesi’nde bulunan Bahriye Nezareti'nde toplandığı için Tersane Konferansı adıyla tarihe geçmiştir. 23 Aralık 1876'da toplanan bu konferansa Prusya, İngiltere, Rusya, Fransa ve Osmanlı Devleti katıldı. Konferanstan Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki topraklarını elinden alacak kararların çıkacağını anlayan Osmanlı yetkilileri tahta yeni çıkmış olan II. Abdülhamit'i konferansın toplandığı gün I. Meşrutiyet'i ilan etmeye ikna ettiler. Osmanlı yetkilileri, Balkanlardaki Hristiyanların Kanun-i Esasi'yle kazandıkları özgürlüklerden dolayı, Avrupa ülkeleri tarafından Osmanlı Devleti'nin yönetimini altında bırakılacaklarını hesaplanmıştı. Ancak bu gelişmeler konferansın kararlarını etkilemedi. Konferansta, Osmanlı Devleti bu durumu kabul etmeyince Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Böylece 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) başladı. Tersane Konferansı kâğıt üzerinde kalmış bir konferanstı. Konferansta tartışılan konular ancak 93 Harbi'nden sonra toplanan Berlin Antlaşması'yla kesinliğe kavuştu. Zeynep Zeynep, Arapça Zeyneb (زينب) isminin Türkçeye yerleşmiş halidir. Türkçe anlamı tutkulu mücevher demektir. Zeynep; Arapçada , Zeyn (süs) ve Eb (baba) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Gümürdülü, Ceyhan Gümürdülü, Adana ilinin Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir. Adana il merkezine 50 km, Ceyhan ilçesine 25 km uzaklıktadır. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Nursultan Nazarbayev Nursultan Äbişulı Nazarbaye
v ( ; ); (d. 6 Temmuz 1940, Almatı), Kazak siyasetçi ve Kazakistan Cumhuriyeti'nin ilk ve mevcut devlet başkanı 6 Temmuz 1940 tarihinde Almatı, Qaskelen ilçesi, Şamalğan köyünde doğdu. 1962-65 yılları arasında Kara-gandı Üniversitesi, Metalurji bölümünü dışarıdan bitirdi. Aynı bölümün yüksek eğitim kısmına devam etti ve 1967’de mühendis metalurji uzmanı olarak bitirdi. 1965’ten itibaren Qarağandı'da Metalurji İşletmesinde atölye danışmanı, yüksek ısılı fırınların gaz uzmanı ve ustabaşı olarak da çalıştı. Haziran 1971’de Kazakistan Komünist Partisi'nin Temirtaw (Demirdağ) şubesinin parti başkanının 2. yardımcısı oldu. Ekim 1973'te Karagandı Metalurji İşletmesi başkan yardımcısı, Mart 1977'de Kazakistan Komünist Partisi Karaganda Şubesi başkan yardımcısı, Aralık 1979'da Kazakistan Komünist Partisi başkan yardımcısı, Mart 1984'de KSSC Bakanlar Kurulu başkanı, Haziran 1989'da Kazakistan Komünist Partisi başkanının 1. yardımcısı oldu. Haziran 1989'da Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin birinci sekreterliğine seçildi. 24 Nisan 1990 Kazak SSC Yüksek Sovyeti Nazarbayev’i Kazakistan’ın ilk cumhurbaşkanı olarak seçti. 1 Aralık 1991'de Nazarbayev, oyların %98,7’sini alarak Kazakistan’ın halk tarafından seçilen ilk devlet başkanı oldu. 29 Nisan 1995'te Kazakistan’da yapılan referandum ile, görev süresi 1996’da bitecek olan N.A. Nazarbayev’in görev süresinin 2000 yılına kadar uzatılması kabul edildi. 10 Ocak 1999 ve 4 Aralık 2005 Kazakistan’da halk oylamasıyla yapılan devlet başkanlığı seçimlerini Nazarbayev oyların %79,78’ini ve %91.15 alarak kazandı.26 Nisan 2015 tarihinde yapılan seçimde Nazarbayev , oyların %97.5'ini alarak tekrar 5 yıllığına başkan seçildi. 2-3 Ekim 2009'da Nahcivan'da yapılan Türk Dili Konuşan Devlet Başkanları Zirvesi'nde Türk Dilli Ülkeler İşbirliği Konseyi'nin kurulmasını teklif etmiş ve oy birliğiyle kabul edilmiştir. Zirvede ayrıca Türk Dili Konuşan Ülkeler arasındaki iş birliğine Türkiye’den sonra en büyük katkıyı yapan ve bu iş birliğini candan destekleyen Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev Kazakistan’da bir ‘Türk Dünyası Akademisi’nin kurulmasını teklif etti ve bu teklif başta Türkiye olmak üzere Türk Dünyası ülkeleri tarafından olumlu karşılandı. Sara Nazarbayeva ile evlidir. Dariga, Dinara, Aliya isimli 3 kızı vardır. Nazarbayev'in başkanlığı sırasında Kazakistan uluslararası ilişkilerinin ana stratejisi, komşu ve diğer ülkelerle dostane ilişkiler kurmaktır. Aralık 2016'da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ilk kez Kazakistan'ı ziyaret etmiş ve Nazarbayev ile görüşmüştür. İki ülke arasında araştırma ve geliştirme, havacılık, kamu hizmetleri ve tarımsal alanda işbirliğine ilişkin anlaşma imzalanmıştır. Dünya Türkleri Asamblesi Genel Başkanı Ermentay Sultanmurat'ın yaptığı açıklama ile DTA tarafından Nursultan Nazarbayev Nobel Barış Ödülüne aday gösterildi (2010 yılı). N. Nazarbayev'in dünya ekonomisi, Kazakistan ekonomisi, sosyal, siyasi ve tarih hakkında eserleri bulunmaktadır: Farmasötik teknoloji Farmasötik Teknoloji ilaç şekli üretimiyle, bu üretimde kalite güvencesini temin eden her türlü aşama ve girdinin denetlenmesi ve sorunlarının giderilmesi, üretilmiş olan ilaç şekillerinin, biyoyararlılığı ve stabilitesi ile özel etken madde salım sistemleriyle (Drug delivery system), ilaç hedefleme ile ilaç sistemlerin özelliklerinin değişmezliğini sağlama ve yardımcı maddelerin özelliklerinin belirlenmesi ve geliştirilmesiyle, yeni ilaç taşıyıcı sistemlerin geliştirilmesi ile ilgilenmektedir.Bir Eczacılık Ana Bilim Dalıdır.Eczacılığın kurucusu sayılan Bergamalı Galenos'un adından gelen Galenik Farmasi ismiyle de anılır Arnemetia Arnemetia, Kelt mitolojisinde bir su tanrıçası. İngiltere'de ona tapınılırdı. Tapınağı Aquae Arnemetiae'de, bugünkü Buxton, Derbyshire, İngiltere'de idi. Tenenit Tenenit, Mısır mitolojisindeki bira tanrıçası. Sic transit gloria mundi Sic transit gloria mundi, (Latince:""İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor."") Kalıplaşmış bir Latince deyiştir. Geleneksel olarak Papa taç gidirme törenleri bir mızrağın ucunda yanan bir meşale taşıyan bir rahip tarafından üç defa bölünür. Meşale yanıp bittikten sonra rahip ""Sic transit gloria mundi"" diye duyurur. Bu ritüelin amacı seremoninin ve Kilise tarihinin görkemine rağmen Papa'ya yalnızca bir ölümlü olduğunu hatırlatmaktır. Arşivci Arşivci, bilgi ve belge yönetimiyle görevli kişidir. Yazılı, görsel her türlü obje, belge vasfı taşıdığı sürece arşivlik malzeme olarak görülür ve arşivcilerin iş alanları dahilinde yer alır. Arşivci, belge ve bilgiyi tasnif eden, kataloglayan, koruyan, data girişlerini yapan, erişim uçlarını hazırlayan, gerektiğinde ihtiyaç sahiplerine ulaştıran kişilere denir. Belge ayıklama ve imha işi de arşivcilerin iş alanlarındandır. İn vivo In vivo (Latince: "canlının içinde") ölü bir organizmadan veya organizma parçasından ayrıca, canlı bir organizmanın veya organizmanın bütününün varlığını belirtmek için kullanılan bir söz. Örneğin biyolojide, "in vitro" bir araştırmanın ki bu organ, doku, hücre, hücresel bileşen, protein veya biyomoleküller üzerinde yapılır, tersine "in vivo" araştırma bütün bir organizmanın üzerinde yapılır. Latince deyişler listesi Latincede "ölümlüler" tüm insanlar için kulllanılan bir tabir; sadece ölüme giden gladiatörler degil. "Ave Cæsar, morituri te salutant" bu yüzden ey İmparator, ölümlü insanlar seni selamlar derken, faniler kastedilir ki, bu eski roma inanclarına gore -sadece Roma değil, Mısır hatta İbrani inancına göre de, yöneticiler Tanrı tarafından seçilmiş ve insanları yönetmek üzere gönderilmiş olduklarından, Tanrının oğlu ya da vekilidir (peygamber, yani insanüstü) ve ölümlüler ölümsüz imparatorlarını böyle selamlar. Aventura Aventura, New York City'den bir Bachata-R&B müzik grubudur. Grup Obsesión adlı şarkısından sonra dünya çapında üne kavuştu. Şarkıları İspanyolca'dır, fakat popüler birçok şarkılarının "Spanglish" versiyonları bulunur. Dört Dominik Cumhuriyeti'li gençten oluşmaktadır.Bir diğer önemli parçaları 'Cuando Volveras' bu parcayla grup gercek çıkışnı yakaladı. "Ensename a Olvidar" adlı şarkısıyla gönülleri fethetti. 2006 yılında grup üyelerinden biri Olan Romeo, dünyaca ünlü latin şarkıcı Thalia ile yaptığı No, No, No adlı düetle ününe ün kattı. Frida Frida, Meksikalı sürrealist ünlü ressam Frida Kahlo'nun sanat ve yaşam hikâyesini konu alan 2002 yılında çevrilmiş biyografik film. Film 6 dalda Akademi Ödülü'ne aday olmuş ve makyaj ve özgün müzik dalında 2 Oscar kazanmıştır. Eryaman Eryaman, Ankara'nın Etimesgut ilçesindeki büyük bir mahallenin adıdır. Aynı zamanda bu mahalleyi de içine alan ve 10 mahalleden oluşan semtin de adıdır. Eryaman semti, Etimesgut ilçesine bağlı, Altay, Şehit Osman Avcı, Göksu, Şeyh Şamil, Tunahan, Şeker, Eryaman, Güzelkent ve Yavuz Selim mahalleleri ile Yenimahalle ilçesine bağlı Ata Mahallesi'nin birleşiminden oluşmaktadır. Yeşilova Mahallesi'nin demiryolu hattının kuzeyinde kalan kısmı da genelde bu semt ile anılır. Mevcut Eryaman Mahallesi, eski Eryaman köyü üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, semtin adı eski bir köy olan Eryaman'dan gelmektedir. Köyün arazisinde 1980'li yıllar sonlarında Türkiye'nin en modern yerleşim projelerinden biri başlatılmıştır. 1990'lı yıllarda Turgut Özal tarafından TOKİ'ye yaptırılan semte 2005'ten sonra TOKİ tarafından yeni konutlar yapılmıştır. İlk dönemlerde yapılan konut bölgeleri etaplardan oluşur. Genelinde evler çok katlıdır. Villalar bölgesinde ise tripleks ikiz evlerden oluşan siteler vardır. Toplu konut projesinin başlatıldığı dönemde Yenimahalle'ye bağlı Susuz Mahallesi, ayrı bir köy halindeydi. Bugün, Susuz Mahallesi'nin O-20 Otoyolu'nun batısında kalan kısmından ibaret olacak şekilde 2017 yılında mahalleden ayrılarak kurulan, Yenimahalle'ya bağlı Ata Mahallesi de Eryaman semti içerisinde gösterilmektedir. Eryaman 2. Etap bölgesine yakın mesafede bulunan Göksu Park adlı dinlence yeri, 2004 yılına kadar Susuz Göleti olarak adlandırılmıştır. Toplu konut projesi döneminde ayrı bir mahalle olan Şeker Mahallesi, yeni yapılaşma ile nüfusunu artırmış ve Eryaman semti ile bütünleşmiştir. Toplu konut projesi kapsamında oluşturulan ilk mahallerden Altay Mahallesi 1. Etap bölgesini, Şehit Osman Avcı Mahallesi 2. Etap bölgesini kapsamaktadır. Etapların ve sitelerin büyümesiyle Şeyh Şamil, Tunahan, Göksu, Güzelkent ve Yavuz Selim adlarında yeni mahalleler oluşturulmuştur. Ayrıca Yeşilova Mahallesi'nin TCDD hattının kuzeyinde kalan kısmı da genelde Eryaman olarak adlandırılır. Eryaman'ın nüfusu sürekli devam eden toplu konut çalışmaları nedeniyle her yıl artmaktadır. Ankara şehir merkezine 25 km İstanbul Yolu üzerinden otomobil ile ortalama 20-25 dakikada ulaşılabilir. Yüksek bloklar özellikle Bilkent, Hacettepe ve ODTÜ öğrencilerinin tercih ettiği yerler arasındadır. Öğrenciler dışında memurlar da ağırlıklı olarak bu bölgede ikamet etmektedir. Eryaman daha çok orta gelirli ailelerin tercih ettiği bir bölge olup, villalar bölgesi ise orta ve üstü gruplara hitap etmektedir. Bu bölgede yer alan Göksu Parkı Ankara'nın en önemli dinlence yerlerindendir. Küçük bir doğal göl ve çevresinde oluşturulmuş yeşil alandan oluşur. Parkın karşısında KC Göksu Alışveriş Merkezi yer almaktadır. Shakira Shakira Isabel Mebarak Ripoll (d. 2 Şubat 1977, Barranquilla), Lübnan asıllı Kolombiyalı şarkıcı, söz yazarı, dansçı ve oyuncudur. 90'lı yılların sonlarına doğru büyük bir patlama yapan Latin pop ve Latin rock müzik furyasındaki en önemli isimlerden biridir. Özellikle yarı Arap yarı Latin figürü danslarıyla insanların beğenisini toplamıştır. Aynı zamanda beste de yapan sanatçı 2 kez Grammy, 10 kez Latin Grammy, 14 kez Billboard Latin Müzik Ödülü kazanmıştır. Sony müzik İspanya'ya göre shakira 16.8 milyonu Amerika'da olmak üzere toplamda dünya genelinde sadece albümleri 70 milyonun üzerinde satmıştır. Tekli satışları da eklenince Shakira 150 milyon kayıt satışını geçmiş bulunmaktadır. Shakira aynı zamanda Kolombiya'da faaliyet göste
ren Pies Descalzos adlı bir sivil toplum örgütünün kurucusu ve onursal başkanıdır. 6 yaşında ilk bestesini yapmıştır. Danslarını büyükannesinden öğrenmiştir. Ayrıca Shakira, içki ve kahve içmiyor, çikolataya bayılıyor. Bir röportajında "Bir çikolatadan daha iyi bir şey varsa o da daha fazla çikolatadır." demiştir. İspanyolca anadilidir. Akıcı bir şekilde İngilizce ve Portekizce konuşur. Ayrıca Fransızca, İtalyanca ve Arapça dillerini de biraz konuşabiliyor. 2011 yılında Harvard Üniversitesi tarafından "Yılın Sanatçısı" seçilmiştir. Son olarak Shakira, "Hollywood Walk of Fame" (Şöhretler Kaldırımı) de yıldız sahibi oldu ve burada yıldızı olan ilk Kolombiyalı unvanını kazandı. Shakira, Carmen Ripoll Torrado ve William Mebarak Chadid'in kızları olarak 2 Şubat 1977'de Kolombiya-Barranquilla'da doğdu. Çocukluk ve gençlik yılları Barranquilla'da geçen Shakira, La Rosa De Cristal adını verdiği ilk şiirini dört yaşında yazdı. Daktiloyla ödüllendirilen küçük Shakira şiir yazmaya devam etti ve daha sonra bunları şarkılara dönüştürmeye başladı. Sekiz yaşındayken erkek kardeşlerinden birini kaybeden Shakira ilk şarkısını ona ithafen yaptı. Dansa olan ilgisi de küçük yaşlarda ortaya çıkan Shakira, babasıyla birlikte gittiği bir Arap restoranında darbukayla tanıştı ve masanın üstüne çıkıp dans etmeye başladı. O anda dansçı olmak istediğini anladığını söyleyen Shakira, sesinin fazla güçlü olması gerekçesiyle okul korosuna alınmamasının ve sesinin müzik öğretmeni tarafından keçiye benzetilmesinin hayal kırıklığı, yerini her cuma öğrendiği yeni figürlerini sergilediği dans gösterisine bırakmıştı. Bu onun deyimiyle ilk performanslarıydı. 10 ve 13 yaşları arasında Barranquilla'da birçok etkinliğe dans etmesi için davet edilen Shakira, hayatının dönüm noktalarından birini prodüktör Monica Ariza ile tanışmasıyla yaşadı. Zira Ariza, Shakira'dan çok etkilenecek ve ona Sony'nin Kolombiya ofisiyle bir görüşme ayarlayacaktı. Söylediği üç şarkıyla Sony çalışanlarını fazlasıyla etkileyen Shakira üç albümlük sözleşmeyi imzalamıştı bile. 1991'de ilk albümü "Magia", müzik raflarındaki yerini aldı. Henüz 14 yaşında olan şarkıcının albümü beklenen ilgiyi göremeyince 1993'te yayınlanacak ikinci albüm "Peligro" için kollar sıvandı. İlkinden daha iyi bir çıkış yakalayan Shakira sonuçtan yine de memnun değildi. Şili'de yapılan ve Latin Amerikalı şarkıcıların kendilerini gösterme fırsatı bulduğu "Viña del Mar International" şarkı festivalinde seslendirdiği "Eres" isimli şarkısıyla o dönemde 20 yaşında olan Ricky Martin’in de aralarında olduğu jüri tarafından birinci seçildi. Martin, Shakira'nın performansından çok etkilenmişti ardından shakira büyük bir dünya yıldızı olmak adına ilk adımı atmış oldu. Kolejdeki eğitimini tamamlamak üzere müziğe bir süre ara veren Shakira 1995'te yine sahnelere döndü. Alanis Morissette'den oldukça etkilenen şarkıcı aynı yıl Latin Amerika'da ona büyük ün kazandıracak üçüncü albümü, ilk stüdyo albümü "Pies Descalzos"'ı çıkardı. Albümden çıkan ilk parça "Estoy Aqui"'dir. Kolombiya, Arjantin, Meksika ve Brezilya'da zirveye oturan şarkı Güney Amerika'da büyük bir hit oldu. Bu şarkıyla Latin Amerika'nın yanında diğer İspanyolca konuşan ülkelerde de ünlü olan şarkı İspanya listesinde 5 numaraya kadar çıktı. Aynı zamanda Amerika da onun sesini duymuştu, şarkı Amerika Latin listesinde 2 numaraya yükseldi. Albümün 2. teklisi "¿Dónde estás corazón?" da çıkış parçasına yakın başarı gösterdi. Kolombiya'da albümden 3 tekli 1 numara oldu. Artık o tüm Kolombiya'nın sevgilisi olmuştu. Albümden 6 tane tekli çıktı ve albüm dünya çapında 5 milyon sattı. Albümün satışı ödülleri de etkiledi. 1997 yılında Shakira "Latin Billboard Ödülleri"'ne 3 dalda aday oldu. "En İyi Pop Albüm"'de dahil 3 ödülü de alan Shakira o yıla damgasını vurdu. Shakira 1997 yılında aday olduğu bütün ödülleri aldı. Bu albüm Shakira'nın müzik şirketiyle imzaladığı son albüm olacaktı ama albümün büyük başarısından dolayı şirket Shakira'yı bırakmadı ve onu bir albüm daha çıkarması konusunda ikna etti. Emilio Estefan'ın prodüktörlüğünde gerçekleştirilecek yine İspanyolca söylediği şarkılardan oluşan ¿Dónde Están Los Ladrones?, 1998 yılında çıktı. Türkçesi "Hırsızlar Nerede?" olan albüm Shakira'yı uluslararası ünle tanıştıran ilk albüm oldu. Albümün ilk parçası "Ciega, Sordamuda" Shakira'yı Amerika'da da ünlü yaptı. Amerika Latin listelerinde 1 numaraya yerleşen şarkının asıl hit olduğu kıta Güney Amerika'dır. Güney Amerika'daki tüm ülkelerde 1 numaraya ulaşan şarkı 1990'lı yılların en önemli birkaç Latin şarkısından biri olarak gösteriliyor. Ama Shakira'yı Amerika kıtasının dışında da ünlü yapan şarkı bu albümün bir diğer parçası olan "Ojos Asi". Bu hit şarkı 4 ödül kazandı. Kazandığı en önemli ödül ise Latin Grammy'lerde "En İyi Kadın Pop Şarkı" ödülü. Birçok Avrupa listesinde de yüksek sıralara oturan şarkı albümün satışını etkiledi. Amerika'da 1.6 milyon satan albüm dünya çapında 10 milyonu geçen bir satışa ulaştı. Albümden çıkan 2 şarkı Amerika Latin listesinde 1 numara oldu. Albümün teklilerini ise en çok seven ülke Arjantin gibi gözüküyor. Ülkede, albümden çıkan 5 teklinin 3 tanesi 1 numara olmuşken 2 tanesi de 2 numara olmayı başardı. Ayrıca bu albüm, dünyada en çok satan 2. İspanyolca albümdür. Ve 1990'lı yılların yapılmış en iyi Latin albümlerinden biri olarak gösteriliyor. Allmusic tarafından 5 üzerinden 4.5 yıldız almıştır. 2000 yılında İngilizce sözlü şarkılardan oluşacak bir sonraki albümü için Gloria Estefan'la ortak çalışmaya başlayan Shakira, "¿Dónde Están Los Ladrones?" albümündeki "Ojos Así" şarkısının İngilizce versiyonu olan "Eyes Like Yours'u kaydetti. Daha sonra eski şarkılarını kullanmaktan vazgeçen şarkıcı yeni albüm için yeni şarkılar yazdı. Bir yıllık sürenin sonunda ortaya çıkan ve dört İspanyolca şarkının da yer aldığı Laundry Service 2001 yılında piyasaya sürüldü. Türkçede “Çamaşır Yıkama Servisi” anlamına gelen “Laundry Service” ismi için Shakira, “Geçmişe bir sünger çektim. Bu albümle birlikte geçmişe ait ne varsa hepsini yıkadım. Hayranlarımın karşısına yepyeni bir Shakira olarak çıkıyorum.” diyor. Shakira'nın önceden bundan haberi olmasa da albümün çıkış parçası "Whenever, Wherever" çok büyük bir hit oldu. 2001'in sonlarında çıkan şarkının başarısı 2002'de büyüdüğü için şarkı bazı yerlerde 2002'de çıktı yazabilir. Şarkı 29 ülkede 1 numara olarak albüme çok büyük başarı getireceğinin sinyallerini veriyordu. Şarkı 1 tane Latin Grammy, 1 tane MTV VMA ödülü ve çok daha fazlasını kazandı. Aynı zamanda şarkı 15 milyon kopya satarak 2002'nin en çok satan şarkısı ve son 10 yılın en çok satan 3. şarkısı oldu. Bu hitin ardından albüm çıktı ve beklendiği gibi büyük bir başarı gösterdi. Birçok listeye 1 numaradan giriş yaptı. Amerika'da ise ilk hafta 365 bin satarak 3 numara oldu. Albümün satışlarının çok hızlı olduğu dönemde albümün 2. parçası "Underneath Your Clothes" çıktı. Satışları daha da hızlandıran şarkı çıkış parçası kadar olmasa da büyük başarı yakaladı. Bu 2 hitin arkasından Shakira albümün 3. parçası "Objection"'ı yayınladı. Şarkının listeleri ilk 2 tekliye göre biraz düşük olsa da yine de iyiydi. Avustralya, İtalya, Yen Zelanda gibi ülkelerde top 10'a giren şarkı Romanya, Arjantin ve Macaristan'da zirveye oturdu. Albümden çıkan 4. tekli ise "The One"'dı. Şarkının listeleri çok iyi olmasa da Portekiz gibi ülkelerde kalıcı hit oldu. "The One" Amerika'da yayınlanmadı. Nedeni ise bir önceki şarkısı "Objection"'ın sadece 55 numaraya kadar çıkması. Bu 4 İngilizce tekliden sonra albümden 2 tanede İspanyolca tekli çıktı. Bunların ilki "Te Dejo Madrid". Şarkı İspanyolca konuşan ülkelerde hit oldu ve İspanya'da 1 numaraya yükseldi. 2. İspanyolca tekli ise "Que Me Quedes Tu". Amerika Latin listelerinde 1'e yükselen şarkı, Shakira'ya 1 tane "BMI Awards" ödülü kazandırdı. Albümden toplamda 4 İngilizce ve 2 İspanyolca şarkı tekli olarak çıktı. 2002'nin en çok satan albümlerinden biri olan "Laundry Service" günümüze kadar Amerika'da 3.7 milyon ve dünyada 20 milyon sattı. Bu satışla tüm zamanların en çok satan albümleri listesine girdi. Shakira'nın hala en çok satan ve en başarılı albümüdür. Shakira bu albümüyle birlikte o dönem tüm dünyada bir fenomen haline gelmiştir. Deri pantolları, kemerleri ile tüm dünyada ün salmıştır. Kendine özgü dansları ile ününü giderek artırmıştır. Shakira bu albümünün ardından Tour Of The Mongoose adlı turnesine çıkmış ve ortalığı yıkmıştır. Toplamda konserlerine 1.2 milyon kadar kişi toplamıştır. Shakira, son albümü "Laundry Service"'in promosyonlarını 2003 yılında bitirdi ve yeni bir albüm için kayıtlar yapmaya başladı. 2 yıllık bir uğraşıdan sonra 2005 yılında yeni projesi Fijacion Oral Vol.1 i çıkardı. Büyük bir bölümü İspanyolca olan albümün çıkış parçası La Tortura dünya çapında bir hit oldu ve albümün başarısında büyük katkı sahibi oldu. 19 ülkede zirveye oturan şarkı Amerika Latin listesinde de 25 hafta 1 numarada kalarak rekor kırdı. Shakira bu tekli ile, 2005 MTV VMA Ödülleri'nde İspanyolca şarkıyla performans sergileyen tek sanatçı oldu. Albüm ilk haftasında 157 bin satarak Billboard 200 listesine 4 numaradan giriş yaptı. Bu girişle albüm Billboard listelerine en yüksek giriş yapan ispanyolca albüm ve aynı zamanda ilk haftasında 157 binin üzerinde satan tek İspanyolca albüm oldu. Amerika'da 2 milyonun üzerinde satarak 2x Platinum aldı ve Amerika'da en çok satan İspanyolca albümdür. Yayınlandıktan sadece 1 gün sonra Meksika'da 3x Platinum, Venezuela ve Kolombiya'da Platinum aldı. Dünyada, sadece ilk 3 gününde 1 milyondan fazla sattı. Günümüze kadar ise dünya çapında ise 9 milyon gibi yüksek bi rakama ulaştı. Tüm zamanların en çok satan 3. İspanyolca albümüdür. Ayrıca Shakira bu albümle 2. Grammy ödülünü kazandı. Ve aynı yıl 4 tane de Latin Grammy ödülü kazandı. Shakira, bu albümle toplam 38 ödül kazanmıştır. Albümden 4 şarkı, tekli olarak yayınlanmıştır. Bunların en başarılısı olan "La Tortura"'dır. "No" ve "Dia De Enero" teklisi 11 ülkede ve "Las de la Intuicion" 17 ülkede 1 numara olmuştur. Bu
teklilerin en önemli ortak noktaları, hepsinin İspanya'da zirveye çıkmalarıdır. Aynı yıl Shakira bir albüm daha çıkaracaktı. Albümün çıkış parçası olan "Don't Bother"'ı önceden MTV EMA'de söylemişti. Uluslararası hit olan şarkı birçok ülkede Top 10'a girdi. Şarkının başarısından sonra albüm 29 Kasım 2005'te yayınlandı. Bu, Shakira'nın 2. İngilizce, genelde 5. albümüydü. Oral Fixation Vol. 2 yine çok büyük başarı yakaladı. Albüm Amerika'da ilk haftasında 128 bin sattı ve 5 numaradan giriş yaptı. Albüm, Amerika'da 1.8 milyon satarak Platinum aldı. Dünyada ise 8 milyondan fazla sattı. Albümün ikinci parçası olan "Hips Don't Lie" 2006 Şubat ayında çıktı. Şarkı 21. yüzyılın en çok satan şarkısı, aynı zamanda 21. yüzyılın en başarılı şarkılarından oldu. Shakira, bu şarkıyla ilk kez Amerika'da 1 numaraya yerleşti. Şarkı yaklaşık 70 ülkede 1 numara oldu ve dünyada 10 milyondan fazla sattı. Albümün satışını da büyük oranda etkileyen şarkı çıktığı hafta albümün satış oranını %643 arttırdı. Ayrıca Shakira, şarkıyı "Bamboo" versiyonunda FIFA 2006 için kaydetti. Böylece 2006 MTV VMA'da 7 dalda aday oldu ve En İyi Koreografi Videosu dalında ödül aldı. Daha sonra Shakira 3. tekli olarak "Illegal"'i yayınladı. Bazı Avrupa ülkelerinde hit olan şarkı Avrupa Hot 100 listesinde 5 numaraya çıkmayı başardı. Son olarak da albümden İspanyolca tekli çıktı. "Dia De Enero" Latin Amerika'da büyük hit oldu ve Kolombiya, Arjantin, Meksika gibi ülkelerde zirveye oturdu. Shakira 3 seneden sonra Sony Music etiketiyle 9 Ekim 2009' da "She Wolf" adlı albümünü çıkardı. Albümden önce piyasaya çıkan ve albümle aynı ada sahip tekli, İngiltere'de 4 numaraya kadar yükseldi. Shakira, She Wolf'un klibinde Beyoncé ve Britney Spears gibi ünlü isimlerin çok ses getiren kliplerinin yönetmenliğini yapmış olan Jake Nava ile çalıştı. Yaratıcı ve bir o kadar seksi video klipte kendine has dans teknikleriyle dikkat çekti. "Did It Again", "Give İt Up To Me", "Gypsy" gibi hitlerde barındıran albüm dünya çapında 4 milyondan fazla satış rakamına ulaşmıştır. 2010 yılında Dünya kupası için Freshlyground ile birlikte "Waka Waka" adlı bir şarkı seslendirdi. Büyük yankı uyandıran şarkı, klibiyle de beğeni topladı. Klip, Youtube tarihinde 400 milyon izlenmeyi aşan üçüncü video oldu. Şarkı birçok ülkeden platin plak ve altın plaklar kazandı. Ayrıca şarkı 5 milyon satışı geçerek dünya kupası tarihinin en çok satan şarkısı olup, en büyük rekoru kıran şarkı oldu. Shakira 19 Ekim 2010'da 7. studyo albümü olan "Sale El Sol" 'u çıkardı. Albümden önce Eylül ayında yayınlanan Loca adlı şarkısıyla latin müziğe dönüş yaptı. Loca'ya Barcelona'da klip çeken Shakira, klipte paten kaydı ve motosiklete bindi.Albümün çıkış parçası olan " Loca" 33 ülkede zirveye oturdu. Albüm 11 İspanyolca, 4 İngilizce şarkıdan oluşuyor. Shakira bu albümde daha çok düetlere yer vererek, Pitbull, El Cata, Dizzee Rascal ve Calle 13 gibi isimlerle düet yaptı. Albümde en çok dikkat çeken parçalar İspanyolca dilinde El Cata düeti olan İngilizce dilinde ise Pitbull Düeti olan "Rabiosa" ve Calle 13 düetli "Gordita "parçalarıdır. Bu albümle birlikte Shakira 10 Kasım 2011'de düzenlenen Latin Grammy ödüllerinde "En İyi Bayan Pop Vokal Albümü" dalında 1 Latin Grammy kazandı ve Shakira,Latin Grammy ödüllerinde özel olarak "Yılın İnsanı" ödülüne layık görüldü. Shakira ile aynı ismi taşıyan albüm sanatçının 10. stüdyo albümüdür. Albüm 25 Mart 2014'te çıkmıştır. Billboard'da 2 numaraya kadar yükselmiştir. Shakira albümün fiziksel versiyonunda 10 şarkıya yazarlık yapmıştır. Albüm ilk haftasında 85.000 kopya satmıştır. Albümde 3 de düet bulunmaktadır. Albümün çıkış parçası olan Rihanna düeti "Can't Remember to Forget You" Billboard'a 28 numaradan giriş yapıp 15 numaraya kadar yükselmiştir. Joseph Khan'ın yönetmenliği yaptığı şarkının klibi 30 Ocak 2014'te Vevo'ya yüklenmiştir. Albümün ikinci single olan "Empire" videosu albümle aynı günde çıkmıştır. Albümün üçüncü single olan "Dare La La La", 2014 FIFA Dünya Kupası resmî albümü içerisinde yer almıştır. Şarkıya ait iki farklı klip çekilmiştir. Klibin FIFA versiyonu Vevo'da 700 milyona yakın görüntülenme almıştır. Shakira'nın ilk çocuğu Milan Mebarak Pique 22 Ocak 2013'te , ikinci çocuğu Sasha Mebarak Pique ise 29 Ocak 2015'te dünyaya geldi. İo Manas Manas şu anlamlara gelebilir: Karakol Karakol, güvenlik gücü anlamına gelen bir sözcüktür. Ayrıca güvenlik görevlilerinin konuşlandığı yapı anlamında kullanılır. Karakol sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir: Karakol (şehir) Karakol, Kırgızistan'da Issık Göl'ün doğu kıyısında konumlanan 75.000 nüfuslu bir şehirdir. Karakol şehri, Issık-Göl İlinin merkezidir. Buraya ilk yerleşen insanlar (Türklerden bir bölük) toprağın ellerini siyaha boyadığı fark etmişler ve siyah el anlamına gelen Karakol ismini vermişlerdir. Sonraları 1886 yılında Prezhevalsk adı verilmiş, Lenin tarafından 1926 yılında eski ismi Karakol, Stalin tarafından 1935 yılında tekrar Prezhevalsk adını vermiştir. En son 1991 yılında da tekrar eski Karakol ismi verilmiştir. Karakol ortalama deniz seviyesinden 1792 metre yüksekte konumlanır. Batısında Çelpek, kuzeyinde Burlyu-Baş, Kunduy ve Tegizçil, doğusunda Maman ve güneyinde Dzhol-Golot gibi yerleşim birimleri ile sınırdır. Diğer verilen isimler: Przhevalʼsk, Prjeval'sk, Prjevalʼsk ve Przheval'sk Kara-kol şehrinin 16 kilometre dışında "Ak-Suu" isminde sıcak su kaplıcaları bulunur. Kara-kol şehrinin arkasında Turksay-Ala-Too-Dağları uzanır, vahşi doğal bir yaşam, yaz aylarında göçebe çobanlar küçük baş hayvanlarını otlatırlar. Kentin önemli yapılarından olan 1895 yılında yapılmış olan Kutsal Ruh Katedrali bir Rus ortodoks katedralidir. Tamamen ahşap malzemeden yapılmıştır. Sovyetler zamanında resmi görevlilerin buluşma noktası olan katedral, Sovyet sonrası dönemde restore edilerek tekrar kullanıma açılmıştır. Aynı şekilde yine ahşap malzemeden inşa edilmiş olan bir de cami bulunmaktadır. Cami, Dunganlar tarafından inşa edilmiştir. Gulbeddin Hikmetyar Gulbeddin Hikmetyar (d. 1947, Kunduz), eski Afganistan başbakanıdır. 1977 yılında kurulan Hizb-i İslami'nin kurucusu ve önderidir. SSCB işgaline karşı mücadele etmiş ve SSCB nin Afganistandan çıkarılması sonucu kurulan Afganistan hükümetinde Başbakanlık yapmıştır. Afganistan 1989'da kurtulduktan sonra 1992'de Afgan mücahitlerin kurduğu "Yönetim Konseyi" tarafından başbakan seçilmiştir. Daha sonra ise, ABD'nin Sovyetler'e karşı desteklediği Afgan mücahitlerinin liderliğini üstlenmiştir. Son olarak Hikmetyar'ın Associated Press’e yaptığı açıklamada, Taliban liderlerinden ABD’ye karşı savaşmak için geniş tabanlı bir ittifak oluşturmalarını istedi ve kendisi ve adamlarının böyle bir güce katılacaklarını söyledi. Görevde olduğu 1996 yılında Kâbil'deki radyo ve televizyonlarda müzik yayınlanmasının yasaklanmasını ve bütün sinemaların kapatılmasını emretti. İnsan Hakları İzleme Komitesi, Ağustos 1992'de Hikmetyar kuvvetlerinin roket saldırıları sebebiyle çoğunluğu sivillerden oluşan en az 2000 insanın öldüğü ve yarım milyon insanın da Kabil'i terk ettiğini bildirdi. 9 Ocak 1995 tarihinde Hikmetyar'ın kuvvetlerinin başkent Kâbil'i bombalamasıyla 20'den fazla insan öldü. Şalgam Şalgam ("Brassica napobrassica" syn. "Brassica napus" var. "napobrassica"). Yaprakları da yenebilen geniş köklü bir bitki. Şalgam kökleri sebze olarak yenilen turpgillerden bir bitkidir. Şalgam, günümüzde hem insanlar hem de hayvanlar için üretilmektedir. İnsan yiyeceği olarak yetiştirilenleri yumuşak etli, hayvan yemi olanları ise sert etlidir. Bu bitki kullanılarak Adana, Osmaniye, Mersin yöresine ait bir içecek (Şalgam suyu) de üretilir. Şalgam, bazı çorba ve soslara katılır, yemeklerde garnitür olarak kullanılır. Bazı yörelerimizde suyu sevilerek içilir. 100 g taze şalgamın içerdiği önemli besin değerleri şunlardır: Şalgam, patates yaygınlaşana değin, büyük önem verilerek tüketilen bir sebzeydi. Günümüzde geri plana itilmiş olan şalgama, içerdiği yüksek besin değerleri nedeniyle layık olduğu önem verilmelidir. Şalgam, söz konusu besin değerlerinin yanı sıra; Şalgam bitkisi tohumlarıyla çoğaltılır. Tohumlar, doğrudan doğruya bitkinin yetiştirileceği yere ekilir. Ekim zamanı, ilkbaharda mart-nisan; sonbaharda ağustos sonları ile eylül aylarıdır. Tohumlar ya serpme yoluyla ekilir ve sonra fidelerde seyreltme yapılır. Ya da sıralar üzerinde tohumlar, 15–25 cm aralıkla ve 1–2 cm derinliğe ekilir. Şalgam, ılık ve serin mevsimlerin bitkisidir. Ancak, soğuklara karşı diğer sebzelerden daha dayanıklı olduğu için, Türkiye'de soğukça bölgelerde de rahatlıkla yetiştirilebilir. Bitki, sıcaktan ve kuraklıktan hiç hoşlanmaz. Toprak bakımından pek seçici olmayan şalgam bitkisi, çok hafif ve çok ağır topraklar dışında, her tip toprakta yetiştirilebilir. Ama, bitkiden en iyi sonuç derin, geçirgen, organik madde yönünden zengin kumlu-tınlı ya da killi-tınlı topraklarda alınır. Şalgam bitkisinin toprak hazırlığı ve toprak işlemesi aynen havuçunki gibidir. Şalgam, suyu çok seven bir bitkidir. Yaz mevsiminde havalar sıcak ve kurak gittiği zamanlarda, düzenli olarak sulanması gerekir. Şalgam bitkisinin, iyi gelişmesi ve bitkiden yüksek ürün verimi sağlanması için iyi yanmış çiftlik gübresi ile azot ve fosfat içeren kompoze fenni gübrelere gereksinimi vardır. Şalgamın potas gereksinimi, diğer kök sebzelerinkinden daha azdır. Şalgam bitkisi, tohumlarının ekiminden yaklaşık 3-4 ay sonra hasat edilecek duruma gelir. Bitkinin kökleri, elle çekilerek ya da çapayla kazılarak hasat edilir. Şalgam bitkisine dadanacak zararlı ve hastalıklarla, uzmanlara danışılarak ve uygun tarım koruma ilaçları kullanılarak eksiksiz, zamanında ve aksatılmadan mücadele sürdürülmelidir. Luis Sepulveda Luis Sepulveda (4 Ekim 1949, Ovalle), Şilili yazardır. Gençliğinde içinde yer aldığı politik etkinlikler nedeniyle işkenceye uğradı ve 25 yaşında ülkesini terk etmek durumunda kaldı. Bunun ardından, birçok Güney Amerika ve Avrupa ülkesinde yaşadıktan sonra, 1980 yılında Alman
ya'ya taşındı. Ailesiyle birlikte on yılı aşkın bir süre bu ülkede yaşadı. Sepulveda, 1997'den beri İspanya'da, Asturias'ta yaşıyor. Dünyanın hemen her yerini dolaşmış olan yazar, Green Peace Örgütü'nün üyesidir; UNESCO'nun kimi çalışmalarında da görev almıştır. Sepulveda, sürgüne gittiği dönemde yazmaya başladı;kendi yaşamı, doğa, ülkeler ve halklar hakkında, kısa öykü, roman, oyunlar, radyo oyunları ve deneme türünde yapıtlar verdi. Birçok ödül aldı. Uluslararası alandaki ilk çıkışını, Türkiye'de Can Yayınları'ndan çıkan Aşk Romanları Okuyan İhtiyar'la yaptı. Bunu izleyen yapıtları arasında gene Can Yayınları tarafından yayımlanan Dünyanın Sonundaki Dünya, Martıya Uçmayı Öğreten Kedi sayılabilir. Mustafa Fehmi Gerçeker Mustafa Fehmi Efendi veya Soyadı Kanunu'ndan sonra Mustafa Fehmi Gerçeker, TBMM'nin kuruluşuyla yürütme görevi verilen I. İcra Vekilleri Heyeti, II. İcra Vekilleri Heyeti ve III. İcra Vekilleri Heyeti'nde Umuru Şeriye ve Evkaf (Diyanet İşleri ve Vakıflar) Vekili olarak görev yapmış, TBMM'de 1. Dönem, 2. Dönem, 3. Dönem, 4. Dönem, 5. Dönem, 6. Dönem, 7. Dönem ve 8. Dönem'de 1920'den 1950'ye, ölüm tarihine kadar, 30 yıl boyunca Bursa milletvekilliği yapmış din ve siyaset adamıdır. TBMM'nin kuruluşundan Cumhuriyet'in ilanına kadarki 5. İcra Vekilleri Heyeti'nde ve Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra kurulan ilk hükümette (1. TC Hükûmeti) Diyanet İşleri "vekil" (bakan) düzeyinde yürütülmekte ve vekil protokolde "Heyet Reisi"nden (1. İcra Vekilleri Heyeti'nde Mustafa Kemal Paşa) hemen sonra gelmekteydi. 1868 Karacabey doğumludur. Babası Karamanlı Seyit Ahmet'in oğlu ve sesi güzel olduğu için "Bülbül Efendi" ismiyle tanınan Mehmet Emin, annesi Karacabey eşrafından Nizam Mehmet'in kızı Fatma'dır. Anne babası 1839 yılında evlenmişlerdir. Mustafa Fehmi 1887 yılında Rüştiye öğrenimini bitirmiş, İstanbul Koska'da (Laleli) Mustafa Çelebi Medresesine kaydolunmuş ve icazetine kadar orada öğrenim görmüştür. 1900 yılında Fatih Camii Dersiamlarından Alasonyalı Hacı Ali Zeynelabidin Efendi'den icazetname aldı ve aynı yıl Mihaliç'e döndü. Mihaliç halkı Mustafa Fehmi Hoca için aldıkları bir arsaya bir medrese yaparak çocuklarını ona teslim ederler. Mustafa Fehmi, II. Meşrutiyet ile, Bursalı Tahir Bey'in destek girişimleri ile İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni Karacabey'de kurar. 5 Temmuz 1910'da Karacabey müftülüğüne atanır. Bir taraftan da Murat Hüdavendigar Camii (Karacabey Ulu Cami)'nin imamlığını yapar. Ancak, bu görevleri çok uzun sürmez. İstanbul'da Hürriyet ve İtilaf Fırkasının etkin konuma gelmesiyle, Meşihat Makamı (Şeyhülislam) da bu etkinin altında olduğundan ve Mustafa Fehmi de İttihatçı olduğu için 1919'da Müftülükten ve Evkaf Komisyonu Başkanlığı'ndan azledilir. Yunan ordusunun İzmir'e asker çıkardığı günlerde, Karacabeyliler Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni kurar ve başkanlığına Mustafa Fehmi Hoca, yardımcılığına Belediye Tabibi Dr. Ahmet Nâfiz Yazgan getirilir. Bu dönemde, Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Ankara'ya gelmiş olan Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa'dan, Ankara'da kurulacak Büyük Millet Meclisi için Bursa'dan beş milletvekili istendiğine dair telgraf gelir. Bir milletvekilliği Karacabey'e ayrılmıştır. 3 Nisan 1920 günü Belediye salonunda toplanan Cemiyet üyeleri, Mustafa Fehmi Bey'i milletvekili olarak seçer ve kendisi ertesi gün Ankara'ya gönderilir. 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camiinde topluca kılınan namazdan sonra, meclis binası önüne yurdun çeşitli yerlerinden gelmiş olan milletvekilerinin önünde, Mustafa Fehmi Bey de Türkiye Millet Meclisinin açılış duasını yapanlar arasındadır. 4 Mayıs 1920 günü Mustafa Kemal Paşa'nın hazırladığı İcra Vekilleri Heyeti listesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilir. Mustafa Fehmi Bey bu listede, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinin Umur-u Şeriye ve Evkaf Vekili olarak yerini alır. Bu görevi 27 Nisan 1922'ye kadar devam eder ve III. İcra Vekilleri Heyeti dönemi içinde yerini Abdullah Azmi Torun'a bırakır. 1922-1950 arasında da milletvekili olarak Meclis'ye yer almıştır. 8 çocuğu olmuştur. Oğullarından Mehmet Tevfik Gerçeker 1960'lı yıllarda vekaleten Danıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi üyeliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi üst düzey görevler yapmıştır. 15 Eylül 1950 tarihinde vefat etmiştir. İslam hukuku alanında, özellikle fıkıh, tefsir ve kelamda uzman olan Mustafa Fehmi Bey`in Hilye-i Fahr-i Alem (1944) adlı manzum bir kitabı vardır. Slobodan Milošević Slobodan Milošević (okunuşu: "Slobodan Miloşeviç", Sırpça: Слободан Милошевић; 20 Ağustos 1941, Pozarevać - 11 Mart 2006, Lahey), Sırbistan ve eski Yugoslavya devlet başkanıdır. Belgrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Çalışma hayatına Belgrad belediye başkanının ekonomi danışmanı olarak başladı. Komünist Parti'ye katıldı. 1984 yılında, Sırbistan Komünist Partisi Başkanı olan arkadaşı İvan Stambolić tarafından başkent Belgrad'daki parti liderliğine getirildi. 1989'da Sırbistan Cumhurbaşkanı oldu ve göreve gelir gelmez Kosova'nın özerk statüsüne son verdi. Kontrolü sağlamak için Yugoslav birliklerinin bölgeye gönderildiği 1990'da Sırbistan, Kosova hükümetini feshetti. Hırvatistan ve Slovenya'nın Yugoslavya'dan 1991'de bağımsızlığını ilan etmesi üzerine Slovenya sınırlarına tanklar gönderdi. Kısa süren bir savaşı tetikleyerek, Slovenya'nın ayrılışını engelledi. Hırvatistan'daki Sırpları da silahlara sarılmaları için cesaretlendirdi. 1992 yılının Ocak ayında Hırvatistan'da BM gözetiminde ateşkes yürürlüğe girerken, Mart ayında Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti. Bu kez Bosnalı Sırpların ayaklanması için destek verdi. Yaklaşık 250.000 kişinin öldüğü Bosna Savaşı'nın başlamasından üç yıl sonra, ABD'nin girişimiyle Dayton'da Hırvat ve Bosnalı liderlerle barış masasına oturmayı kabul etti. Yugoslavya'da Kasım ve Aralık 1996'da yapılan seçimlerde, eski Sırp liderinin müttefikleri genel seçimleri kazandı. Muhalefetteki koalisyon, yerel seçimlerde başkent Belgrad da dahil olmak üzere kentlerin çoğunda zafer kazandı. Ancak kendi kontrolündeki Seçim Komisyonu, yerel seçimleri iptal etti. Bu karar, ülkeyi 250.000 kişinin katıldığı seçim sonrası şiddetine sürükledi. Şiddet olayları yayılırken, 1997 Ocak ayında yenilgiyi kabullenerek, bazı kentlerin kontrolünü muhalefete bıraktı. 15 Temmuz'da parlamento tarafından Yugoslavya devlet başkanlığına getirildi. Kosova'da Arnavutların ayaklanmasını bastırmak için Şubat 1998'de bölgeye birlikler gönderdi. Bölgede şiddet sürerken BM Güvenlik Konseyi, Eylül ayında derhal ateşkes ve siyasi diyalog çağrısında bulunulan öneriyi kabul etti. 18-19 Mart'ta Fransa'da yapılan barış görüşmelerinde Kosovalı Arnavutlar bölgeye geçici özerklik tanınmasını öngören barış anlaşmasını imzaladı, ancak Sırplar anlaşmayı reddetti. Görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine 24 Mart'ta NATO bombardımanı başladı. 27 Mayıs'ta Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu sanığı ilan edildi. Bu arada, NATO bombardımanı Sırp askerlerinin Kosova'dan çekilmeye başladığı 10 Haziran'a kadar sürdü. Yugoslavlar 24 Eylül 2000'de doğrudan devlet başkanını seçmek için ilk kez oy kullandı. Pek çok batılı vakıf bu seçimler de Miloşeviç karşıtı muhalif adaylara para akıttı. Büyük kampanyalar düzenlendi. Miloşeviç'i zamanı geldiğinde iktidardan indirmek için eylemci bir rejim karşıtı gençlik grubu (Otpor adında) yaratıldı. Seçimde Miloşeviç karşıtları, Voyislav Koştunitsa'yı zafere taşırken, seçim komisyonu seçimlerin ikinci turunun yapılması gerektiğini açıkladı, ancak bu da ülke çapında gösterilerin başlangıcı oldu. 5 Ekimde Belgrad caddelerine yürüyen Miloşeviç karşıtları parlamento, televizyon binası ve polis karakollarını ele geçirdi. Bu isyan Miloşeviç'in iktidardaki sonu oldu. Hakkında çok sayıda yolsuzluk suçlaması olan Miloşeviç'in evi polis tarafından kuşatıldı. 1 Nisan 2001 tarihinde Sırp yetkililer Miloşeviç'in pazarlıklardan sonra teslim olduğunu ve Belgrad Cezaevi'ne gönderildiğini açıkladı. Ağır savaş suçları hakkında 66 ayrı dava bulunan dört yıl Hollanda'nın Lahey kentindeki eski Yugoslavya için kurulan Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılandı. Lahey yakınında 13 yıl önce Bosna Savaşı'ndaki facialar yüzünden ABD öncülüğünde kurulan, BM'ye bağlı mahkemenin yaptırdığı özel cezaevinin bulunduğu Kuzey Denizi'ne nazır Scheveningen'de tutuldu. 11 Mart 2006 tarihinde savaş suçlarından yargılandığı sırada Lahey'de (Den Haag) hapishanede öldü. Fergana Vadisi Fergana Vadisi (Özbekçe: Farg‘ona vodiysi, Kırgızca: Фергана өрөөнү, Tacikçe: водии Фaрғонa, Rusça: Ферганская долина, Farsça: دشت فرغانه), Orta Asya'da Batı Türkistan olarak adlandırılan bölgede bulunan vadi. Doğuda Fergana dağları ve kuzeye doğru nehrin akış yönünde ilk keskin kıvrımı arasında ortalama 300 km uzanan Seyhun ("Jaxartes") nehir vadisidir. Yaklaşık 70 km genişliğinde, kuzeyinde Çatkal dizini ve güneyinde Alay dağları ile çevrilidir. Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan devletlerinin bulunduğu havzayı içine alan, 800.000 km² genişlikte ve deniz seviyesinden 900 m yüksekliktedir. Bugünkü adı altında, Fergana ilk yazılı kaynaklarda sadece MÖ 5. yüzyılda görülür. Ancak, Kalkolitik dönem'den burada birçok yerleşim yerleri ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca, bazen Erken ve Orta Tunç Çağından rastlantı buluntular olsa bile, bu dönemden kalma hiçbir mezar ya da yerleşim yerleri tespit edilmemiştir. Geç Tunç-Erken Demir Çağı'nda, Fergana'nın susuz bozkırları hayvan yetiştiricileri ve tarım kabileleri tarafından yurt edinilmiştir. Böylece, Fergana'da iki farklı kültür kalıpları ortaya çıkmıştır. Tarımla uğraşan nüfus, Fergana vahalarında, hayvan yetiştiricileri ("bazıları yavaş yavaş göçebe olmalı ki") ise, dağlarla çevrili vadinin orta kesimlerindeki bozkırlarda yaşamışlardır. Tunç Çağında vadide tarımcılık gelişmiş, vadiye akan dağ dere kolları sulama kanallarına dönüştürülmüştür. Batı Fergana'daki Kayrak Kum ("Qayraq Kum") kültürü, MÖ ikinci bin yılın ikinci yarısında "Bozkır Tunç" kültürü ile ilgili gibi görünür. İlk bin yılın üçüncül ikinci yarı
sında, Orta Asya'nın batı bölümünde MÖ 6. yüzyılda Ahameniş İmparatorluğu ("Partlar", "Chorasmia", "Soğdia", "Baktarya") ile ve bağımsız doğu toprakları arasındaki fark daha belirgin olmuştur. 6.- 7. yüzyılda batı topraklarında, bir ya da daha az ortak uygarlık gelişmiş, buna karşın doğu topraklarındakiler ("Şaş", "Taşkent vahası" ve "Fergana") ise eski geleneksel yollarında kalmıştır. Çust kültür mirası, bazı değişikliklerle tabi Fergana içinde MÖ 2. yüzyıla kadar devam etmiştir ("Ejlatan" veya "Ejlatan-Aktam" kültürü). O zaman, kerpiç yapılarından çok odalı zemin barınaklar ile birlikte çark yapılmış ve çömlekçilik yanı sıra el yapımı eşyalar üretilmiştir. Fergana göçebe kültürünü, o dönemde farklı bir Saka kültürü temsil eder. Bu çok dikkat çekicidir ki göçebeler, yerleşik nüfus tarafından üretilen çömlek kullanmışlardır. Hem yazılı kaynaklar hem de Kuva'da bulunmuş sikkeler, en azından MS 3.-4. yüzyıldan beri Fergana'da birkaç bölünmüş hükümdarın olduğu kanıtlar, bunlardan bazıları "Fergana Kralı" gibi unvanlı üstün hükümdardı, Mug (Mōḡ) Dağı üzerindeki kalede bulunmuş olan Soğdca bir belgede ve bunun yanı sıra Arap fetih kroniklerinde belirtilir. 5.-6. yüzyılda, Fergana'da yerleşimlerin sayısı azalmıştır. 6.-7. yüzyılda birçok Orta Asya toprakları gibi Fergana nüfusu da Türk Kağanlığı içine dahil edilmiş, o zaman doğu İran'a, çoğunlukla pek çok Türkler yerleşmiştir. 8. yüzyılda bazı Fergana hükümdarları Türk kökenlidir. Erken 8. yüzyılda, tarihi Maveraünnehir bölgesinin Arap fetihleri sırasında, Fergana "eḵšīḏ" ve "dehqān" unvanı ile bir Soğdlu hükümdar altında bağımsız prenslik idi. Onun başkenti Aḵsīkaṯ kenti idi. Araştırmalar, Fergana ilinin 712-13 yılı içinde Kuteybe bin Müslim'in gelişinden önce müslüman olmadıkları sonucuna varmıştır. Orada üç yıl sonra öldürülmüş, sonrasında Emevi halifesi Süleyman (s. 715-17)'a karşı bir ayaklanma başlamıştır, yerel söylentilere göre mezar yeri Andican yakınında saptanmıştır. Fergana üzerinde, Arap askeri denetimi ve bölgede İslamın tam genişlemesi çok yavaş olmuştur. 721-22 yılında Soğdlu prens geri dönmüş. 739 yılında vilayete Arap valisi Muhammed b. Haled Azdi tekrar bastırmak için gönderilmiş, ancak Orta Asya'da Gao-Xian-Zhi (高仙芝, "Gāo Xiānzhī") komutası altındaki Çin İmparatorluk ordusunun 751 yılında ortaya çıkması ile bölgenin sürekli Arap denetimi geçikmiştir. Bir yerel prens, halife el-Manşur (754-75) ve el-Mehdi (775-85), Harun el-Reşid (786-809) ve el-Maʾmun (813-33) döneminde, tüm Arap egemenliğine karşı muhalefeti bastırmak ve özellikle Fergana bölgesinde İslam'ın yaygınlaşması için asker gönderildiğini belirtmiştir. Kaşgarlı Mahmud'un, Türk Dili'nin en eski sözlüklerinden Divân-ı Lügati't-Türk'te; ""... Bu şehirleri Türkler yaparak adlarını kendileri koymuşlardır. Bu adlar olduğu gibi şimdiye kadar gelmiştir. Bu yerlerde Farslılar çoğaldıktan sonra Acem şehirleri gibi olmuş. Bugün Türk ülkesinin sınırı ""Abisgûn"" (Hazar) denizi ile çevrili olarak Rûm diyarından ve Özçent'ten Çin'e kadar uzanır. Uzunluğu beşbin fersah, eni üçbin fersahtır; hepsi sekizbin fersah eder."" ve ""Oğuzlarla Oğuzlara uyanlara göre "köy", Türklerin büyük bir kısmına göre "şehir" demektir. Bundan alınarak "Fergana" kasabasına "Özkend" adı verilmiştir, "kendimizin şehri" demektir."" bu bölgeden bahsedilir. Fergana Vadisi zengin yeraltı kaynakları ve tarımsal verimi ile ekonomik açıdan önemli bir bölgedir. Tarihsel Fergana Vadisi, Çin'den Orta Doğu ve Avrupa'ya uzanan İpek Yolu üzerinde, gelen-giden yük kervanları ve seyahat kervanları için önemli bir durak-konak yeridir. 19. yüzyılda, hiç şaşırtıcı olmayan, önemli bir ticaret Rusya ile sürdürülmektedir; ham pamuk, ham ipek, tütün, koyun, meyve, pamuk deri ve deri ürünleri satılmakta ve mamul mallar, dokuma ürünler, çay ve şeker alınmaktadır. İo (mitoloji) İo (Yunanca Ιώ), Yunan mitolojisinde nehir tanrısı İnakhos'un kızıdır. Baş tanrı Zeus İo'dan hoşlanır. Ancak İo Hera Tapınağı'nda bir rahibedir ve Zeus'u reddeder. Zeus bunun üzerine İo'ya uykusunda musallat olur. Bir kral olan İo'nun babası İnakhos, bir kahine danışır ve kahin "Ya kızın, ya da ülken" der. Bunun üzerine babası, İo'yu ülkesinden kovar. Zeus biçim değiştirerek, ülkesinden sürülmüş İo'ya yaklaşır. Hera bir şeylerden şüphelenerek Zeus'un yanına gelir. Bu durum üzerine Zeus, İo'yu gizlemek amacıyla beyaz bir ineğe dönüştürür ve bu hayvanla hiçbir ilişkide bulunmadığına dair Hera'ya yemin eder. Aldanmayan Hera, ineği hediye olarak eşinden talep eder. Zeus ne kadar fikrini değiştirmeye çalışsa da, en sonunda İo'yu eşine hediye eder. Hera, Zeus'u uzak tutmak için ineği Argos Panoptis adlı canavarın korumasında bırakır. Argos, yüz gözlü bir yaratıktır ve gözlerinden ikisi diğerleri açık halde uyur. Zeus Hermes'i yollayıp Argos'u öldürtür. Bunu başarmak için, Hermes kavalını çalarak, Argos'un uykuya dalıp yüz gözünün her birinin kapanmasını sağlar. Bunun üzerine Hera, Argos'un gözlerini tavus kuşunun kuyruğuna koyar. Bunun üzerine Hera, ineğe dönüşmüş İo'yu sürekli rahatsız etmesi için bir at sineği yollar. Kaçıp İstanbul boğazını (veya o zamanki adı ile "Bosporus" yani "öküz geçidi"), geçen İo, Prometheus ile karşılaşır. Kafkasya'da zincirlenmiş olan Prometheus, İo'ya gelecekte insan haline kavuşacağını ve onun soyundan Herakles'in geleceğini haber verir. İo oradan Mısır'a geçer ve Zeus tarafından tekrar insana çevrildikten sonra Mısır kralı Telegonus ile evlenir. Bir rivayete göre de, İo Mısır'a gittiği zaman, Zeus'un ısrarları sonucu Hera ile Zeus bir anlaşma yaparlar. Anlaşmaya göre Zeus, İo'nun peşini bırakacaktır ve onunla temasa geçmeden onu bir oğlan çocuğuna hamile bırakacaktır. Hera bunu uygun görür ve İo'yu insana dönüştürür. İo hamile bir halde eski haline kavuşur. Epophus isimli bir çocuk doğurur ve oğluyla Mısır'a yerleşirler, bölgede tanrı soyundan geldiklerine dair bir dedikodu yayılır. İo'ya İsis, Epophus'a Apep olarak tapınmaya başlanır. Epaphos, manevi babası Telegonos'tan sonra Mısır kralı olur. Nil nehrinin kızı Memphis ile evlenir. Libya adlı bir kızı dünyaya gelir. Burulma çubuğu Burulma çubuğu, genellikle tank veya ZPT gibi zırhlı araçlarda kullanılan , araç gövdesi ile yol arasındaki bağlantıyı esnek hale getirmeye yarayan düzenek. Bu tür düzenekler II. Dünya Savaşı yıllarında tanklarda makas ve sarmal yaylardan oluşan geleneksel askı (süspansiyon) düzeneklerinin basitleştirilmesi ve iyileştirilmesi amacı ile tasarlanmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında tankların menzil ve silah taşıma kapasitesilerinin arttırılması gerekliliği bu araçların ağırlıklarının da artması sonucunu beraberinde getirmiştir. Geleneksel askı sistemleri, kendi ağırlıkları, yapıları gereği fazla miktarda nitelikli metal kullanılması gerekliliği ve üretim zorlukları gibi nedenler ile yetersiz kalmış ve yerlerini bu düzeneklere bırakmışlardır. Ağırlıkları 50-60 ton gibi rakamlara ulaşan tanklar, daha az yer kaplayan ve daha ucuz olan bu düzeneklerin yardımı ile daha etkin savaş araçları haline gelmişlerdir. Burulma çubuklu askı düzeneği adından da anlaşılacağı şekilde metal bir çubuğun yük etkisi ile burulması esası ile çalışır. Özel metal alaşımlarından üretilen burulma çubukları, bir uç araç gövdesine diğer uç palet ya da tekerlek üzerine bağlanarak yol ile araç arasında esnek bir bağlantı oluşturulmasını sağlarlar. Burulma çubuklu askı düzenekleri, esas askı düzeneği olarak bir dönem bazı taşıt araçlarında da kullanılmışlardır. Günümüzde benzer düzenekler, bağımsız askı sistemi olmayan bazı otomobillerin arka akslarında halen kullanılmaktadır. Celalettin Arif Celalettin Arif, (1875, Erzurum - 1928, Paris) İstanbul Barosu'nun kuruluşunda rol oynamış, daha sonra TBMM'nin kurulması ile birlikte yürütme görevi verilen I. İcra Vekilleri Heyeti ve (ismen) II. İcra Vekilleri Heyeti'nde Adliye Vekilliği ve TBMM 1. Dönemde Erzurum milletvekilliği yapmış hukuk ve siyaset adamıdır. Erzurumlu Mehmet Arif Bey'in oğludur. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi ve Mekteb-i Sultani'yi bitirdikten sonra, Fransa'da hukuk ve siyasal bilgiler öğrenimi gördü. 1901 yılından 1908 yılına kadar Kahire’de avukatlık yaptı. 1908 yılında İstanbul'a dönerek Hukuk ve Mülkiye mekteplerinde anayasa hukuku dersleri okuttu. 1914-1920 yılları arasında İstanbul Dava Vekilleri Meclisi (İstanbul Barosu) meclis başkanlığını üstlendi. Bu kimliğiyle İstanbul Barosu'nun kuruluşunda yer aldı. Osmanlı Ahrar Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na İstanbul mebusu olarak seçildi. 4 Mart 1920 tarihinde başkanlığına seçildiği Meclis-i Mebusan'ı, İstanbul'un bundan 12 gün sonra, 16 Mart 1920’de işgal edilmesi üzerine terk ederek Anadolu'ya geçti ve Erzurum milletvekili sıfatıyla Millî Mücadele saflarında yer aldı. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan TBMM'nin 24 Nisan'da yapılan Meclis Başkanlığı seçimine tek aday olarak giren Mustafa Kemal Paşa 120 mebustan 110'unun oyuyla birinci başkan (reisievvel) seçilmiş, Celalettin Arif Bey ise 109 oyla ikinci başkan (reisisani) seçilmiştir. Daha sonra Adliye Vekilliği, Muvakkat İcra Encümenliği, Roma Büyükelçiliği görevlerinde de bulundu. TBMM'yi Mustafa Kemal'in aksine, Kurtuluş Savaşı'nın nüvesi olarak görmeyip başkanı olduğu Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın geçici bir dairesi olarak algıladığından Mustafa Kemal ile aralarında kısa zamanda görüş ayrılıkları oluştu. Eylül 1920 tarihinde Ermenistan üzerine taarruz hazırlıklarının yapıldığı bir sırada olağanüstü yetkilerle Doğu illeri Genel Valiliği'ne (Rize, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Van, Beyazıt illeri TBMM tarafından uygun görülecek başka bölgeleri de içine almak üzere) atanmasını önermesi ve Mustafa Kemal'e çektiği ültimatom içerikli telgraflar kötü bir etki yarattı. 1921 yılı başında Roma Büyükelçiliği'ne atanarak Adliye Vekilliğine vekaleten Zekai Apaydın getirildi. Ocak 1921 tarihinde teşkil edilen II. İcra Vekilleri Heyeti'nde de Adliye Vekili sıfatını muhafaza etmekle birlikte, bu görevi vekaleten Hafız Mehmet yürüttü. 1928 yılında Paris'te vefat etti. Tanrı Dağları Tan
rı Dağları (ya da Tien-Şan, eski Türkçe: 𐰴𐰣 𐱅𐰭𐰼𐰃, تنكرى تاغ, "Tenğri tağ"; Uygurca: تەڭرىتاغ, "Tengri Tagh"; ), Orta Asya'da bulunan büyük dağ sistemlerinden birini oluşturan sıradağlardır. Bugünkü siyasi coğrafya dikkate alınırsa, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin merkezi kısımlarına yayılır. Tanrı Dağlarının 1,000,000 km² lik alanı kapladığı hesaplanmıştır. Kuzeyde Çungar ve Güney Kazakistan düzlükleri, güneydoğuda Tarım Havzası, güneybatıda Hisar ve Alay Sıradağları ile sınırlanır. Tanrı Dağlarını Pamir Dağ Sisteminden Hisar Vadileri ayırır. Tanrı Dağlarının Doğu bloğu 2013 yılında, Batı bloğu ise 2016 yılında Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir. Tanrı Dağları 'da (540-245 milyon yıl önce) kristalin ve sedimanter kayaçlardan oluşmuştur. Bölgenin kuzey ve doğu kısmı Palaeozoik başlarındanki dağ oluşumları sırasında kıvrılarak yükselmiştir. Güney ve Batı kesimler ise metamorfoza uğramış sediman kayaçlar olup volkanik oluşumlar nadirdir. Bölgenin kıvrılması Palaeozoik'in geç dönemlerine rastlar. Tanrı Dağları yaz ve kış büyük ısı farkları ile karakteristik şiddetli kara iklime sahiptir. Karakteristik olan kuraklık kendini çevreleyen çöller ve kurak bölgelerde belli eder. Bu alanlar yılda ortalama 2,500 saatlik güneş ışığı absorbe etmektedir. Dağlarda yükseklik arttıkça, iklim gittikçe soğur. Daimi donmuş topraklar 3,000 m yükseklikten sonra yaygındır. Atlantik Okyanusu'ndan gelen hava kütleleri yağışlarını batı ve kuzeybatı Tanrı Dağları eteklerine (2700–3000 m) bırakır (710–790 mm). Doğu ve İç Tanrı Dağlarında toplam yağış oranı azalır. Güney Tanrı Dağlarında en fazla yağış Mart-Nisan aylarındadır. Burada yaz mevsimi kurak geçer. Batı ve Kuzey Tanrı Dağlarında yağış çoğunlukla Nisan-Mayıs aylarındadır. İç ve Doğu Tanrı Dağlarında ise yağış yaz aylarındadır. Sıcaklık, Tanrı Dağlarında yüksekliğe göre çok değişim gösterir. Dağ eteklerinde yaz ayları sıcak geçer. Temmuz ayında ortalama sıcaklık 23 °C ye ulaşır. İli çöküntü havzasında 34 °C, iken Tanrı Dağlarının 3,300 m'lik kesimlerinde +5 °C ye düşer. Bu bölgelerde yaz boyunca geceleri don olayına rastlanır. Kışın ise buralarda (Aksay Vadisi) sıcaklık -50 °C olarak ölçülmüştür. İvan Turgenyev İvan Sergeyeviç Turgenyev (, ) (9 Kasım 1818, Orel - 3 Eylül 1883, Bougival) Rus şair, yazar, oyun yazarı, çevirmen. Rus tarihçisi Nikolay Baskakov "Rus familyasının doğuşu" kitabı ve «Berhet kitabı» içinde Turgenyev soyadının eski Tatar dilindeki tez, hemen, çabuk anlamlarına gelen Türgen (Түрген) sözünden geldiğini ve Turgenyev'in de Tatar Türkleri soyundan geldiğini belirtir. Sibirya Türk ağızlarında da "türgen" şeklinde söylenen bu soyadının anlamı yukarıda belirtildiği gibi hızlı, acele eden sözünden gelmektedir. Turgen (~ türgen) adı büyük ihtimalle geçici manaya dayanılarak verilmiştir ve bu adı taşıyan karakteri ile ilgilidir (çabuk öfkelenen, hırslı). Turgenyev, Turgenev soyunun atası Murza (mirza) Lev Turgenyev, vaftiz töreninden sonra İoan adını almıştır. Knyaz Vasili İonoviç'in yayına Altın Orda'dan gelmiştir. Lev Turgenyev'in torunları Rus tahtına hizmet etmiş ve 1550 yılından sonra mülkle ödüllendirilmiştir. Turgenyevlerin atası olan Mirza Lev Turgenyev, Altın Orda asilzadelerinin önde gelen simalarından olmuştur. 9 Kasım 1818'de Orel kentinde doğar. Babası soylu bir ailedendi, fakat yoksul düşmüşlerdi. Süvari albayı baba Turgenev, Spasskoye malikanesinin sahibi, yaşlı bir kadın olan, Varvara Petrovna Lutovina ile evlenir. Bu evlilikten İvan doğar. Okumuş, eğitime, kültüre düşkün fakat bir o kadar da sert olan annesi, suç işleyen toprak kölelerini acımasızca cezalandırır, kırbaçlatır. Turgenyev'in fikirleri bu durumlar yüzünden küçük yaşta şekillenmeye başlar. Aile 1827'de Moskova'ya göç ettiğinde Turgenev özel okullarda eğitim görüp, özel öğretmenlerden dersler alır. Henüz bir çocukken; Almanca, İngilizce ve Fransızca'yı anadili gibi konuşmaya başlar. Daha sonra Moskova ve Petersburg üniversitelerinde okur. Felsefe fakültesini iyi derecede bitirir. Daha sonra Almanya'ya gider. Berlin Üniversitesi'ne girer ve Almanya'da 4 yıl süreyle kalır. Tarih, klasik filoloji dallarında çalışmalar yapar, Yunanca ve Latince öğrenir. Yurduna döner ve Petersburg Üniversitesi profesörlük sınavını kazanır. O dönemde Alman felsefesi ülkede benimsenmediği ve kuşku ile bakıldığı için ders verme olanağına kavuşamaz. 1842 yılı Turgenev için dönüm noktasıdır. O sırada Rus eleştirmen Belinski ile tanışır. Belinski'nin dialogta olduğu insanlar toprak köleliğine karşı duran aydın kesimidir. İlk yazınsal denemeleri dışında ilk ciddi çalışmaları 1842'ye rastlar. Seçtiği yol; Puşkin'in ortaya attığı ve Gogol'ün geliştirdiği gerçekçiliktir. Onu üne kavuşturan ilk yapıtı "Bir avcının notları" adını taşıyan dizidir, 1880 baskısında bu kitap 25 öykü içerir. Öykülerin konuları; toprak ağası ve köylünün yaşayışı, içinde bulunduğu koşullardır. 1852 yılında Gogol'ün ölümü üzerine Turgenev bir yazısını kaleme alır, sansürün yasakladığı bu yazı Moskova dergilerinde çıkınca, tutuklanır ve bir ay hapiste yatar. Bundan sonraki bir yıl boyunca da polis gözetiminde yaşar. 1855 yılından sonra büyük romanlarını yayımlamaya başlar. Bu romanlarda tıpkı annesi gibi; kültürlü çiftlik sahiplerini canlandırır ve tümünde evrimci-liberal bir dünya görüşünü vardır. 1862 yılından sonra yayımladığı her romanında ise eleştirmenlerin saldırılarına maruz kalır. Turgenev iki yıl kadar süren bir hastalıktan sonra, 3 Eylül 1883'te Fransa'da Paris yakınlarındaki Bougival kasabasında ölür. Cenaze töreni aynı yılın 9 Ekim'inde Petersburg'ta yapılır. Edebiyat dünyasına damgasını vuran ve Nihilizm'in temel taşı varsayılan romanı Babalar ve Oğullar'ın konusu 1859'da geçer. Epilogu ise toprak köleliğinin kaldırılmasından (1861) sonraki dönemi anlatır. Bu dönemde Rus yaşayışının en önemli sorunu olan; serflik ilişkilerinin insana aykırılığını, feodal-aristokrat Rusya'nın yıkılışını, yeni burjuva-demokratik güçlerin yükselişini gerçekçi biçimde yansıtır. Babalar ve Oğullar'da reformist akımla, radikal akımın çatışmasından oluşan nihilizmi vurgular. Bu roman için Dostoyevski gibi bir aydın edebiyatçının bile; romanın kahramanı nihilist Bazarov için "uydurma bir kişi" demesi bile romanlarının farklılığını kanıtlar. Zırhlı personel taşıyıcı Zırhlı personel taşıyıcı veya kısaca ZPT, piyadeleri cepheye taşımak için üretilen Zırhlı savaş aracıdır. Genellikle makineli tüfek ile silahlandırılan araçlarda kimi zaman geri tepmesiz top, güdümlü tanksavar füzesi ya da havan topun dan yararlanılmaktadır. Bu araçlar doğrudan cephe savaşları için tasarlanmayıp, taşıdıkları askerleri şarapnel ve düşman pusu ateşlerinden korumak içinde üretilmiştir. Yürüyen aksamlarında genellikle tekerlek ve palet kullanılmıştır. Örneğin Birleşik Devletler Ordusuna ait M113'da (palet), Birleşik Krallık Ordusuna ait FV 432'de (palet), Fransız VAB'da (tekerlek), Alman Ordusu GTK Boxerda (tekerlek) ve Sovyet BTR'de (tekerlek) kullanmaktadır. Bu araçlardan daha zırhlı olan Zırhlı Muharebe Araçları (ZMA) ise doğrudan cephede düşmanla çarpışmak için üretilmiştir. Tanklar ilk olarak I. Dünya Savaşı sırasında geliştirilen bir araçtı. Birleşik Krallık Ordusu için üretilen Mark I tankı içerisinde az da olsa piyadeler için yer bulunmaktaydı. Kimi uzmanlar bu tankın ilk zırhlı personel taşıyıcı olduğunu söylemektedir. Bu iş için düşünülen ilk araç 1918 yılında üretilen Mark IX'du. II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan Ordusu M3 ve Nazi Alman Ordusu ise SdKfz 251 model yarı paletli araçlardan faydalandılar. Bunların yanında bu aracın öncülerinden bir tanesi de İngiliz yapımı Bren Carrier adıyla da bilinen Universal Carrier'dı. Her ne kadar bu araçlar zırhlı personel taşıyıcıdan çok zırhlı araba olsalar da II. Dünya Savaşı bu araçların gelişiminde önemli bir rol oynadı. 1944 yılında Kanada II. Kolordusu komutanı General Guy Simonds Amerikan 72. Ordusundan sahip oldukları kundağı motorlu obüs olan M7 Priest modelinden bir ZPT yapmalarını istedi. Onlar da İngiliz yapımı olan Ordnance QF 25 pounder topunu sökerek aracı dönüştürmeye başladı. Obüsün çıkartılmasından sonra geri kalan delikler ellerinde olan herhangi bir çelik plaka ile kapatıldı. Araca Kangaroo adı verildi. Savaşın sonlarına doğru Kanada tarafından üretilen Ram tankları Amerikan Sherman ile yer değiştirildikten sonra bu iş için kullanılmaya başlandı. Elde bulunan Kangaroolar ise tekrar eski görevleri olan kundağı motorlu obüs hizmetine döndü. Daha sonra çok farklı ZPT üretildi. Örneğin Amerikalılar yaptıkları birçok denemenin altında 80.000 adet üretecekleri M113 modelini geliştirdi. Sovyetlerde aynı şekilde 8 tekerlekli BTR-40 modelini üretti. 1980'li yılların sonunda İsrail ele geçirdiği T-55 tanklarından dünyanın en iyi zırhına sahip ZPT olan IDF Achzarit'i üretti. Piyade çatışma aracı aslında ZPT araçlar temel alınarak üretilmiştir. Son günlerde İsrail 150 adet yeni Wolf Zırhlı Aracı üretmiştir. Birçok ZPT üzerinde otobüs veya kamyonlarda kullanılan dizel motor bulunmaktadır. Birçok ZPT piyade birliklerinde 'Cephe Taksisi' ya da Cephe Otobüsü' takma adıyla anılır. M113 model ZPT nin üzerinde General Motors firmasına ait ve şehir otobüslerinde kullanılan motor bulunmaktadır. Birçok ZPT amfibik özelliğe sahiptir. Genellikle su içinde paletleri sayesinde hareket eden ZPT lerin bazılarında pervane veya su püskürtme sistemleri bulunur. Su içerisinde en fazla 3 ila 6 km/s hızla ilerleyebilirler. Suda yüzebilme özelliği sayesinde istedikleri yerden karaya giriş çıkış yapabilirler. ZPT zırhında genellikle kompozite yapıda çelik veya alüminyum kullanılır. Piyadeyi düşman hafif ateşli silahlarından veya şarapnel parçalarında koruyabilir. Herhangi bir tür tanksavar silahı ZPT zırhını kolaylıkla geçer. ZPT ler genellikle 12.7 (.50") veya 14.5 mm ağır makineli tüfek il silahlandırılmıştır. Bu silah aracın üst kısmında bazen kalkanlı veya küçük bir taret üzerine yerleştirilmiş olarak bulunur. Az da olsa otomatik bombaatarda yerleştirilir. Chines
e Democracy Chinese Democracy, Guns N' Roses'ın 23 Kasım 2008 tarihinde çıkan en son albümüdür. Albüm kayıtları 14 yılda tamamlanmış, 2008 yılı sonu itibarıyla 3 milyon adet satmıştır. Grubun kurucusu ve vokalisti Axl Rose ile Caram Costanzo albüm için uzun yıllar çalışmış ve 13 milyon dolardan fazla para harcamışlardır. 2012 yılı ititbariyle Chinese Democracy Dünya çapında 4 Milyon satış rakamına ulaşmıştır. Otomobil üreticileri ve markaları listesi Buhar gücüyle çalışan otomobiller çok daha önceleri ortaya çıkmışsa da, otomotiv sanayisinin gerçek kuruluşu; 1860’larda ve 1870’lerde başta Fransa ve Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde kısa bir süre sonra da Amerika Birleşik Devletleri'nde benzin motorunun geliştirilerek yaygınlaşmasıyla başladı. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ilk otomobil yapımcıları ise Ramson Eli Olds ile Alexander ve James Packard’dır. 1898’de Amerika Birleşik Devletleri'nde otomobil üreten şirket sayısı 50 iken, 1908’de bu sayı 241’e yükseldi. Her markanın öbüründen ayırdedilmesini sağlayan amblemi ya da etiketi vardı. Bir tür övünme aracı olan amblemler değerli metalden elde mine boyalı yapılmaktaydılar. Ancak seri üretim otomobilleri ucuzlatınca küçük şirketler devler tarafından yutuldular ya da piyasa dışına itildiler. İlk otomobil şirketleri küçük imalathaneler biçimindeydi. Bu şirketlerden ancak birkaçı ayakta kalarak büyük ölçekli üretime geçebildi. Başlangıçta bunlar, başlıca üç grupta toplanıyordu: Almanya’daki Opel ve İngiltere’deki Morris gibi bisiklet yapımcıları; Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Durant ve Studebaker atla çekilen taşıt üreticileri; makine imalatçıları, Otomotiv sanayisine geçen bu şirketlerde temel olarak montaj işlemi yapılıyor, motor ve temel parçalar başka imalathanelerde üretiliyordu. == E ile başlayanlar Busan Busan (, hanja: 釜山) veya resmî adıyla Busan Metropol Şehri (, hanja: 釜山廣域市, Gözden Geçirilmiş Latinceleştirme: "Busan Gwangyeoksi"), Güney Kore'nin metropol şehirlerinden biri ve ikinci büyük şehridir. Nüfusu 31 Ekim 2014 tarihi itibarı ile 3,525,913'tür. Şehir, deniz yemekleri ve plajlarıyla ünlüdür. Her ne kadar öncelikle liman şehri olarak bilinse de şehir dağ ve okyanusun alışılmadık bir biçimde karışımı olan yüksek tepelere kuruludur. Bölge Kore Savaşı'nda zarar görmemiştir fakat yoğun mülteci akını şehri şekillendirmiştir. Busan, Kore Yarımadası'nın güneydoğu ucunda yer almakta olup kuzeyinde ve batısında tepeler ile güneyinde ve doğusunda denizler ile çevrilidir. Güney Kore'nin en uzun nehri olan Nakdong Nehri şehrin batısından akarak Kore Boğazı'na dökülür. Kore Yarımadası'nın güneydoğu ucunda yer alan Busan, daha serin bir ılıman dönencealtı iklimine (Köppen iklim sınıflandırması CWA) sahiptir. Aşırı yüksek veya düşük sıcaklıklar nadiren görülmektedir. Busan'da 1957 yılında 6 semt "gu"nun oluşumu ile idari bölgeler oluşturulmaya başlanmıştır. Bunlar: Busanjin-gu, Dong-gu, Dongnae-gu, Jung-gu, Seo-gu, and Yeongdo-gu. Günümüzde Busan 15 "gu" (semt) ve 1 "gun" (ilçe) den oluşmaktadır. Busan, uluslararası bir iş ve finans merkezi olup makine, çelik, gemi inşa ve denizcilik endüstrisi ile moda ve fuarları ile bilinmektedir. Busan'da, Renault Samsung Motors, Hanjin Heavy Industries, Busan Bankası, Air Busan gibi şirketlerin ve Kore Borsası'nın merkezi bulunmaktadır. Güney Kore'nin en büyük balık pazarı olan Jagalchi Pazarı, Busan'da bulunmaktadır. Busan Limanı, Güney Kore'nin en büyük limanı olup dünyanın en işlek beşinci konteyner limanıdır. Busan metrosu ise 1985 yılında açılmıştır. 2011 yılında açılan Busan-Gimhae hafif raylı sistemi, Busan ve Gimhae şehirlerini birbirlerine bağlamaktadır. Busan'ın çok sayıda kardeş şehri bulunmaktadır: Tötö Kanalı Tötö Kanalı, Orta Asya'da, Fergana Vadisi'nde Hunlar tarafından yapılıp Göktürkler tarafından da kullanılan sulama kanalı. Sovyet arkeologlar, Tötö Kanalının çok çetin bir arazide zor mühendislik çabalarıyla gerçekleştirildiğini belirtmişlerdir. 10 km uzunluğundaki Tötö Kanalı 1935'den beri Ruslar tarafından sulama amaçlı olarak kullanılmaktadır. MÖ 209 TBMM 1. dönem milletvekilleri listesi Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi ya da kısaca Birinci Meclis, 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanmış, 1 Nisan 1923'te yeni seçim kararı alarak 15 Nisan 1923'te son oturumunu yapmıştır. Yeni Türk devletinin kurucu meclisi olarak kabul edilir. Meclis'in açılış günü olan 23 Nisan, halen Türkiye'de ulusal bayram olarak kutlanmaktadır. Meclisin açılış aşamasında Osmanlı Devleti hala İstanbul'da hüküm sürmekteydi. Meclis, açılış gününde sultan ve halife VI. Mehmet'e bağlılık yemini etmiş ancak uygulamada İstanbul'daki iktidardan tamamen bağımsız olmuş ve 1 Kasım 1922'de aldığı kararla Osmanlı Devleti'ne son vermiştir. Yeni devletin nihai biçimi olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923'te İkinci Meclis tarafından ilan edilecektir. Bu iki tarih arasında TBMM, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek elde toplayan bir ihtilal meclisi görünümü sergilemiştir. 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan Sivas Kongresi'nden sonra, Mustafa Kemal yönetimindeki Heyet-i Temsiliye Anadolu'da idareyi fiilen ele almıştı. 30 Eylül'de Osmanlı hükümeti, Heyet-i Temsiliye'nin talebi doğrultusunda, Mebusan Meclisi seçimlerini yapma kararı aldı. Heyet-i Temsiliye'de Mustafa Kemal Paşa'nın dahil olduğu çoğunluk, meclisin Anadolu'da toplanmasından yana idi. Ancak 28 Kasım 1919'da yapılan toplantıda, Kâzım Karabekir'in ısrarı ve Rauf Orbay'ın desteğiyle meclisin İstanbul'da toplanması kararlaştırıldı. Seçilen mebuslar Anadolu'ya çağrılarak kendilerine Heyet-i Temsiliye'nin görüşleri tebliğ edildi. Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Ancak 140 küsur mebusun üçte bir kadarı, çeşitli nedenlerle Meclis'e katılmadılar. Büyük çoğunluğu Millî Mücadele taraftarlarından oluşan meclis, Misak-ı Milli beyannamesini kabul etti. Mart ayında ana hatları belli olan Sevr Antlaşması'na karşı keskin bir muhalefet tavrını benimsedi. 16 Mart 1920'de bir İngiliz askeri birliği Meclis'i basarak, Rauf başta olmak üzere bazı mebusları tutukladı. Bunun üzerine 18 Mart'ta toplanan mebuslar, yasama dokunulmazlığının ortadan kalktığı gerekçesiyle meclisi süresiz tatil etme ve Ankara'da toplanma kararı verdi. İstanbul meclisinin tüm üyeleri otomatik olarak Ankara'daki meclise katılma hakkına sahipti. Bunlardan Ankara'ya gelmek istemeyen birkaçı istifa etmiş sayıldı. Sonuçta (gecikenlerle birlikte) Mebusan Meclisi üyelerinden 92'si yeni meclise katıldı. 19 Mart 1920'de Mustafa Kemal Paşa vilayetlere, müstakil livalara ve kolordu kumandanlarına gönderdiği bir tebliğ ile her livadan Meclis'e beş temsilci seçilmesini istedi. Seçim liva merkezi ve kazalardaki ikinci seçmenler, vilayet idare meclisleri, belediye meclisleri ve Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti yönetim kurulu üyelerinden oluşan bir heyet tarafından yapılacaktı. Vakit darlığından ötürü birinci seçmenlere müracaat edilmedi. Uygulamada, tüm livalarda Müdafaa-yı Hukuk cemiyetlerinin önerdiği veya kabul ettiği adaylar seçildi. İstanbul Meclisi üyeleriyle birlikte 66 seçim bölgesinden toplam 337 temsilci Meclis'e katıldı. Bu sayıya, 1922'de Malta Sürgünü dönüşü Meclis'e katılan 14 kişi dahildir. Meclisin adı ilk önce Millet Meclisi iken, İstanbul Meclisi üyelerine ek olarak seçilen temsilciler nedeniyle ("genişletilmiş meclis" anlamında) Büyük Millet Meclisi adı benimsendi. 1921'de Türkiye sözcüğü eklenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi adı resmileştirildi. TBMM 1. dönemin özellikleri arasında olağanüstü şartlarda faaliyete geçmiş olması, ihtilal meclisi olması, kuvvetler birliği esasına dayanması (yasama, yürütme ve yargıyı şahsında toplaması), bakanları ayrı ayrı ataması ve azletmesi en başta sayılabilir. Meclis Başkanı (Mustafa Kemal Paşa) aynı zamanda yürütmenin başıdır. Üstlendiği misyonun yanı sıra, 1. Dönem meclisi, demokratik ve parlamenter hasletlerinin derinliği ile de dikkat çekmektedir. Öncesinde 2 ayrı tarih kesitinde Meşrutiyete dayalı parlamenter sistem tecrübesi olduğu, hatta Tanzimat'tan itibaren Danışma Meclisi tarzı yapılanmaların Osmanlı devlet kültürüne girdiği dikkate alınırsa, 1920'lerde Türk insanının meclis yolu ile yönetme ve yönetilme birikiminin mevcut olduğu da burada belirtilmelidir. Günümüzde ilçe olan Biga, Ergani, Gelibolu, Genç ve Şebinkarahisar'ın (Şarkikarahisar) o dönemde seçim bölgesi merkezi oldukları unutulmamalıdır. Günümüzdeki Ağrı ilinin o dönemdeki merkezi ise Bayazıt'tı. Samsun ili Canik adı ile anılmakta ve Ordu ilini de kapsamaktaydı. Kırşehir günümüzdeki Nevşehir ilini kapsamaktaydı. İçel, yalnızca Silifke ve civarını kapsamaktaydı, Mersin ayrı bir bölgeydi. 1. dönem milletvekillerinin 288'i yüksek öğrenim görmüş, 94'ü orta öğrenim mezunu kişilerden oluşmaktaydı. Meslek dağılımı şu şekildeydi: 162 serbest meslek, 133 devlet memuru, 54 asker, 32 din adamı, 30 aşiret reisi, 7 teknik eleman, 16 sağlık görevlisi, 2 Reji görevlisi. Toplam 378 milletvekilinin 162'si bir veya birden fazla yabancı dil biliyordu. Meclis üyeleri zamanla, kişisel ve fikri konumlarına göre, kabaca 3 temel gruba ayrılmıştır. Kalpaklılar, yeni bir devlet ve hükümet kurma düşüncesi içinde olanlar; Sarıklılar, Şeriat hükümlerinin idareye hakim olması düşüncesi içinde olanlar; Fesliler, Osmanlı hukukunun korunması düşüncesi içinde olanlar bu gruplaşmalara verilen tanımlardır. Aydınlanma Değil, Merhamet! Aydınlanma Değil, Merhamet! romanı, Türk yazar Alev Alatlı'nın Gogol'un İzinde serisinin birinci kitabıdır. 2004 yılında yayımlanmıştır. Rusya'ya giden genç bir Türk kadının burada tanıştığı insanlar ve yaşadıkları romanın çerçevesini oluştursa da, kurgu odaklı bir roman olmaktan çok düşünsel bir romandır. Karakterlerinin konuşmaları ve olayların yorumları açısından özellikle Aydınlanma dönemini ve moderniteyi sorgular. Kültürel bilgilerle harmanlaşmış kurgusu Alev Alatlı'nın diğer eserlerinde de görülebilecek farklı bir anlatıma sahiptir. Özellikle zaman ve mekanların belirli bir akış içinde yer almaması göze çarpan unsurlardandır.
Faktoring Faktoring, firmaların mal ve hizmet satışlarından doğmuş veya doğacak vadeli, fatura veya fatura yerine geçen bir belgeye dayanan alacakların(çek, senet) faktoring şirketi tarafından temlik alınması yoluyla, finansman, garanti ve tahsilat hizmetlerinin sunulduğu bir finansal üründür. Faktoring, en genel anlamı ile, mal ve hizmet satışlarından doğan vadeli alacaklar'ın temlik yolu ile bir faktoring kuruluşuna devredilmesi ve bu alacakların faktoring kuruluşu tarafından yönetilmesidir. Faktoring, KOBİ’lerin yurtiçi satışlarına dayalı olarak finansman sağladığı ve bu tip işletmelerin önemli zamanını alan alacakların tahsili işlemlerini yürüttüğü gibi, yurtdışı işlemlerle de ihracatı kolaylaştırmakta, sunduğu finansman yanında ihracat bedelinin ödenmesini garanti etmek ve bu bedelin vadesinden önce yurda getirilmesine olanak sağlamaktadır. Finansman :Faktoring Şirketi’ne temlik edilen alacak tutarının belli bir oranının, vadeden önce satıcı firmaya ödenmesidir. Garanti : Borçlu firmanın ödeme güçlüğü içine düşmesi halinde, alacağın garanti edilmesidir. Tahsilat :Alacağın vadesinde takibinin, tahsilatının ve ilgili raporlamasının satıcıya sağlanmasıdır. Temel olarak 2 çeşide ayrılır Aynı ülke sınırları içinde bulunan faktoring şirketi, satıcı firma ve alıcı firma arasında gerçekleşir. Satıcı, alıcıya malları ve faturayı yollar. Satıcı bu faturanın bir kopyasını Faktoring Şirketi’ne gönderir. Faktoring Şirketi satıcı ile yapacağı sözleşme çerçevesinde bu faturayı temlik alır, fatura bedelinden ön ödeme yapar. Faktoring Şirketi, vadesi gelince alıcıdan fatura bedelini tahsil eder ve satıcıya kalan ödemeyi yapar. Yutiçi faktoring ödeme türleri bakımıdan üçe ayrılır: Peşin İskonto: Vadesi belli alacakların ortalama vadesine göre faiz ve komisyon belirlenir,İşlemin başında ödeme yapılır, faturalar aylık kesilir. Spot İşlem: Belirlenen vadeye sabit faktoring faizi ve komisyon uygulanır,vade sonunda anapara, faiz ve ücretler tahsil edilir, tahsilatlar anapara bakiyesinden düşülür, hizmet faturaları vadelere göre kesilir. Değişken Faizli İşlem: Belirlenen vadeye değişken faktoring faizi ve komisyon uygulanır,faiz ücreti piyasa şartlarına göre belirlenir, tahsilatlar anapara bakiyesinden düşülür,işlem satıcının istediği bir tarihte kapatılabilir,işlem kapatılırken veya vade sonunda anapara, faiz ve ücretler tahsil edilir, hizmet faturaları aylık kesilir. Satıcı ve alıcı firmaların farklı ülkelerde bulunduğu durumlarda ve her iki firmanın ülkesinde bulunan faktoring şirketleri aracılığıyla gerçekleşir. Garanti açısından ikiye ayrılır. 1. Geri dönülebilir (Kabil-i Rücu) faktoring; faktoring firması alıcıdan alacak riskini üstlenmeden finansman ve tahsilat hizmetini verir. 2. Geri dönülemez (Gayri Kabil-i Rücu) faktoring; faktoring firması borçlunun alacak riskini de üstlenir. Ancak satıcı tarafından alıcıya gönderilen mallar sözleşmeye uygun değil, hatalı veya ayıplı ise (Reklamasyon- İng. Dispute) faktoring şirketi riskten kurtulur. Türkiye'de Faktoring faaliyetleri ilk kez 1983 yılında başlamıştır. Faktoring kuruluşuna temlik edilen vadeli alacakların vadesi beklenmeden faktör tarafından müşteriye (alacaklarını temlik edene) bir bölümünün ödenmesidir. Genellikle bu ödeme alacak toplamının en çok %80’i tutarındadır. Alacakların ödeme vadesi geldiğinde alacağın tamamı borçlu tarafından faktore ödenir, faktör de bu tutardan masraflarını düşüp bakiyeyi müşterisine öder. Gerek tanımlardan, gerekse kapsadığı konulardan anlaşılacağı üzere, faktoring üç taraflı bir işlemdir. Mal ve hizmet satıcısı (MÜŞTERİ), bu mal ve hizmeti vadeli satın alarak borçlanan (BORÇLU) ve FAKTORING KURULUŞU. Bu üçlüye, Yurtdışı Faktoring işlemlerinde bir de MUHABİR faktor eklenir. Faktöre temlik edilen alacakların borçlularının aciz hali durumunda, alacakların ödenmeme riskinin faktör tarafından üstlenilmesidir. Böylece, alacaklarını faktöre temlik eden müşteri mal sattığı kuruluşların borcunu ödemeyecek duruma düşmesi karşısında korunmuş olur. Mal ve hizmet satışlarından doğmuş alacakların faktoring kuruluşuna temlik edilmesi ile başlayan süreçtir. Alacakları temlik alan faktoring kuruluşu bu alacakların yönetimine ilişkin; tahsilatı üstlenir, alacak kayıtlarını tutar, alacakların tahsili için ihbar, ihtar gibi işlemleri yerine getirir. Ayrıca pazar araştırması yapılması ve pazar ile ilgili bilgilerin müşteriye aktarılması da bir hizmet konusu olarak, Faktör tarafından üstlenilebilir. Türkiye'de Faktoringle ilgili ilk yasal düzenleme Hazine Müsteşarlığınca hazırlanıp, 21.12.1994 tarih ve 22148 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan “Faktoring Şirketlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelikle yapılmıştır.Bu yönetmelik dayanağını 30.9.1983 tarihli ve 90 sayılı “Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 545 sayılı KHK ile değişik 13. Maddesi hükmünden almaktadır. (İlgili Kararname değişikliği 27.6.19994 tarih ve 21973 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.)01.01.2006 tarihine kadar yukarıda adı geçen Yönetmelik gereği Hazine Müşteşarlığı tarafından regüle edilmiş olan finansal kiralama, finansman ve faktoring şirketlerinin denetim ve gözetimine ilişkin yetki ve sorumluluk, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 93 ve 168 inci maddeleri uyarınca, 01.01.2006 tarihinden itibaren Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'na (BDDK) devredilmiştir . Faktoring işlemleri, BDDK tarafından 10.Ekim.2006 gün ve 26315 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmış olan "Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında Yönemelik" hükümlerine göre, faaliyet göstermesine izin verilmiş olan firmalar tarafından yürütülmektedir. Bu yönetmelik Faktoring işlemini: "bir mal veya hizmet satışından doğmuş veya doğacak olan Fatura veya benzeri belgelerle tevsik edilebilen alacakların satın alınması veya tahsilinin üstlenilmesidir." Bu tanımda geçmekte olan Fatura nın mevcut Türk Ticaret Kanunu gereğince tek başına alacağı belgeleyen Kıymetli Evrak statüsünde olmaması ve vadesinde ödenmemesi halinde diğer Kıymetli Evraklar gibi kambiyo takibine konu edilememesi sebebi ile, Yurtiçi Faktoring İŞlemlerinde alacağı belgeleyen diğer Kıymetli Evraklar ile birlikte kabul edilmektedir. Fatura veya diğer tevsik edici belgelerle birlikte alacağı belgeleyen diğer kıymetli evraklar çek/senettir. Bu sebeple Yurtiçi Faktoring işlemleri Fatura beraberinde çek, senet cirosunu da zorunlu kılmaktadır. Çek, Senet cirosunu zorunlu kılan bu tip faktoring işlemleri Türk Tipi Faktoring İşlemleri olarak da anılmaktadır. Ahmet Rüstem Bilinski Ahmet Rüstem Bey (18 Nisan 1862 - 1935), veya doğumundaki adı ile Alfred Bilinsky, Polonyalı ve İngiliz kökenli Türk diplomat, siyaset adamı, gazeteci, yazar. 1914 yılında Osmanlı Devleti'nin ilk Vaşington Büyükelçisi olarak atanan diplomattır; Ermeni Kırımı konusundaki yayınlara karşı verdiği şiddetli tepki nedeniyle kısa süre sonra istenmeyen kişi ilan edilmesi ve diplomatik kariyerinden vazgeçerek ABD’yi terk etmesi ile tanınır. Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal Paşa’nın dış politika danışmanlığını yapmış; IV. dönem Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda ve TBMM 1. Dönem'de Ankara Mebusu olarak yer almıştır. 1862'de babasının görev yapmakta olduğu Midilli'de dünyaya geldi. Babası, 1848 Devrimlerine katıldıktan sonra hareketin başarısızlığa uğraması üzerine 1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na iltica etmiş ve Müslümanlığı kabul ederek ""Nihat"" adını almış Polonyalı "Seweryn Bielinski" idi; Osmanlı hariciyesinde hizmete girmişti. Annesi bir İngiliz hanım idi; din değiştirmemişti. Doğumunda kendisine ""Alfred Bilinski"" adı verildi. Uzun bir süre bu ismi taşıdı; ancak daha sonra kendi isteği ile Müslümanlığı seçerek ‘"'Ahmed Rüstem"’ adını aldı. İlköğrenimini İzmir’deki İngiliz Mektebi'nde; lise öğrenimini İstanbul Kadıköy’de Frer Mektebi'nde tamamladıktan sonra Avusturya’da Siyasal Bilgiler eğitimi gördü İstanbul'a döndükten sonra bir süreliğine Galatasaray Lisesi'nde derslere girdi. 1881'de Hariciye Nezareti'ndeki kariyerine başladı ve Osmanlı Devletinin Bulgaristan Komiserliği'ne Fransızca mütercimi olarak atandı. 1884 yılında Vaşington’daki Uluslararası Meridyen Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil etti. Atina (1886), Londra (1890) ve Bükreş (1890) sefaretlerinde çeşitli görevler aldıktan sonra 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'na fahri yüzbaşı rütbesi katıldı ve savaş sonrasında Osmanlı Devleti tarafından "Yunan Muhârebe Madalyası" ile ödüllendirildi. 1898'de ABD'ye elçi müsteşarı olarak atandı. Oradaki meslektaşlarının yolsuzluklarını Bâb-ı Âli'ye şikayet etti. Şikayeti dikkate alınmayınca Osmanl sefirlerinin şafat içindeki yaşamları hakkında yazdığı bir makeleyi Londra'da çıkarılan Daily News gazetesinde yayımladı. Bu olay üzerine devlet sırrını ifşa etmiş muamelesi görerek İstanbul'a dönmesi istendi. Ahmet Rüstem Bey ise geri dönmeyip Londra'ya (1903) ve oradan İskenderiye'ye geçti. 1903-1909 arasında hariciye mesleğinden uzak kalan Ahmet Bey, Mısır'da JönTürk gazetelerinde gazetecilik yaptı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra yurda dönen Rüstem Bey, 1909’da ABD'ye maslahatgüzar olarak gönderildi. Ertesi yıl, dürüstlüğü ile tanınmış bir kişi olduğu için Paris elçiliğindeki bir yolsuzluğu soruşturmakla görevlendirildi. Bu konudaki raporunu Paris büyükelçisi Naum Paşa vasıtasıyla Hariciye Nazırı Mehmed Rifat Paşa'ya iletti. Paris Başkonsolosu Lütfi Bey'in soruşturması görevinden sonra Rüstem Bey 1911 yılında büyükelçi sıfatıyla (kimi kaynaklarda Çetine'ye 13 Aralık 1911'de orta elçi olarak görevlendirildiği ifade edilmiştir.) Karadağ Krallığı'ın başkenti Çetine'ye tayin oldu. Kral I. Nikola'nın huzuruna 4 Mart 1912'de kabul edildi. 1912'de Balkan Savaşı çıkınca er olarak Osmanlı ordusuna gönüllü yazıldı. 1914’te babası gibi Müslümanlığı seçti, “"Ahmet"” adını aldı .1914’te cepheden döndükten sonra yeniden ABD’de görevlendirildi. Ahmet Rüstem Bey’in Hariciye’deki son görevi, Vaşington Büyükelçiliği idi. Vaşington'daki daha ö
nceki Osmanlı sefirleri "orta elçi" statüsünde olduklarından Türkiye'nin ilk ABD büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey'dir..24 Haziran 1914'de başlayan görevi 9 Ekim'de A.B.D.'den ayrılmasıyla son bulmuştur. Ahmet Rüstem Bey'in Amerika'daki ilk faaliyeti Yunanistan'a satılmak istenen iki zırhlının satışını engellemeye çalışmak oldu. Türkiye- Yunanistan arasında güç dengesini etkileyecek olan bu zırhlıların Yunanistan'a satışını engellemek maksadı ile ABD Başkanı Woodrow Wilson ile görüştü. Satışı durduramadı ancak Wilson’'un satılan gemilerin savaş amaçlı kullanılmayacağı konusunda Venizelos'tan güvence almasını sağladı. Rüstem Bey büyükelçiliği sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeni Kırımı yaşandığı yolunda ABD basınında yürütülmekte olan propaganda kampanyasına karşı tepki olarak diplomatik kuralları bir yana bıraktı ve 8 Eylül 1914 tarihli "Evening Star" Gazetesine protesto amaçlı sert bir demeç verdi. Bu demeçte Britanya'nın ve Fransa'nın sömürgelerinde yerlilere, Çarlık Rusyası ve Avusturya'da azınlıklara karşı uygulanan baskı ve işkencelerden örnekler verdi. Bizzat ABD'nin zencilere karşı tutumuna, Filipinlerde halka yaptığı baskıya dikkat çekti. Özellikle o dönemde Filipinler'de olağan bir ceza yöntemi olarak uygulanan ve ABD gündeminde tartışmalara neden olan ""su işkencesi"" ("water torture") metotları üzerinde durdu. Türkiye'de bunların yaşanmadığı belirtti. Açıklamaları Başkan Wilson'u ve ABD yönetimini kızdırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın özür dileme talebini reddeden Ahmet Rüstem Bey, ABD tarafından ""istenmeyen kişi"" ("persona non grata") ilan edildi ve ABD'yi terk etmesi istendi. Ahmet Rüstem Bey, 9 Ekim 1914'te bir İtalyan vapuru ile ABD'den ayrıldı ve İstanbul'a döndü. Bir daha herhangi bir diplomatik görev almadı. I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine başlayan işgaller üzerine Anadolu'da örgütlenen direniş hareketi içinde Ahmet Rüstem Bey aktif de yer aldı. Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nde görev aldı. Avrupa gazetelerinde Osmanlı lehine yazılar yayınlattı. Çağrılmış olmadığı halde Sivas Kongresi'ne katılan Rüstem Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın dış siyaset danışmanlığını üstlendi. Heyet-i Temsiliye danışmanı ve çevirmeni olarak Fransa temsilcileri ve Amerikalı General Harford ile yapılan görüşmelere katıldı. Sivas'ta kolordu komutanları toplantısından sonra hazırlanan tutanağı o da imzaladı. Kongreden sonra Mustafa Kemal ile birlikte Ankara'ya geldi. Meclis-i Mebusan seçimlerinde Ankara milletvekili seçilerek İstanbul'da Meclis-i Mebusan'a katıldı. Meclis-i Mebusan İstanbul'un işgali ile dağıtıldığında İtalyan yetkililerin yardımı ile Antalya’ya kaçtı. Oradan Ankara'ya dönerek TBMM'ye girdi. Nemrut Mustafa Divanı olarak anılan İstanbul'da kurulmuş askeri mahkeme tarafından 11 Mayıs 1920'de idamına karar verilen, aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu 7 kişiden birisi idi. Heyecanlı mizacı ile tanınmıştı. Çankaya Köşkü sofrasındaki bir tartışma nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa’yı düelloya davet eden Ahmet Rüstem Bey, bu olay nedeniyle “Atatürk'ü düelloya davet etmiş tek kişi” olarak anılır. Alınganlıkları sebebiyle zamanla Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çevresinden koptu. 9 Eylül 1920'de milletvekilliğinden ayrılarak Avrupa'ya gitti. Mustafa Kemal Paşa'nın önerisiyle kendisine “"vatana hizmet"” tertibinde milletvekili maaşına denk bir maaş bağlandı. Hayatının geri kalanında bu maaş ile geçinen Ahmet Rüstem Bey, Türkçe dışında altı dil bilmenin avantajını kullanarak Avrupa gazetelerine Kurtuluş Savaşı'nı ve Türkiye Cumhuriyeti'ni savunan yazılar yazmayı sürdürdü. Ayrıca, Türkiye ile ilgili kimi resmi girişimlerde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirildi(Örneğin İçişleri Bakanı Câmi Bey ile birlikte Roma'da önemli temaslarda bulunmak üzere görevlendirilmesi). 1935'te Viyana'da hayatını kaybetti. Yalancı mazı Yalıncı mazı ("Thujopsis dolabrata"), servigiller (Cupressaceae) familyasından Japonya'da endemik olan bir ağaç türü. 15 m'ye kadar boylanır; kabuk ince, boz veya kırmızımsı kahverengi, uzunlamasına soyulur, tacı piramidal, dallar yukarıya doğru yükselmiş, dalcıklar 4–6 mm çapındadır. Yapraklar parlak, geniş, uca doğru sivrileşir, yan sürgündeki yapraklar yukarıya doğru yükselmiş, üst yüzü koyu yeşil yumurtamsı-mızrak şelinde, 4-7 x 1,5-2,2 mm, alt yüzünde beyaz bir stoma bandı yer alır, ucu yuvarlak, bazen eğridir. Kozalaklar 1-1,6 cm, tohum elipsoid 4-5 x 3-3,5 mm; tohum kanadı kalındır. İki varyetesi vardır; Nemli, gölgeli yerleri sever. Yüksek hava nemi ister, yüksek pH veya düşük sıcaklıktan etkilenmez. Çok yavaş büyür, fideler birincı yılda sadece 3 cm büyürken, 6-10 yaşlarında 30 cm'ye ancak ulaşır. Herdem yeşil ağaçlardır. Tohumlar Eylül-Ekim aylarında olgunlaşır. Çiçekler bir evciklidir. Tohum ve çelikle üretilir. Tohumlarda çimlenme engeli yoktur. Yarı odunsu çeliklerle üretilir. Çelikler 5–8 cm uzunluğunda Temmuz-Ağustos aylarında ökçeli olarak alınır. Odunu, yumuşak, dayanıklı ve elastiktir. Dolap yapımı ve gemi inşaatında kullanılır. Japonya'da değer verilen genellikle tapınakların etrafında kullanılan bir süs ağacıdır. İyi yağış alan, bol sulanan bahçelerde ancak yetişme imkânına sahip olur. Kuraklığa hoş görülü değildir. James Hetfield James Alan Hetfield (d. 3 Ağustos 1963), Amerikan heavy ve thrash metal grubu Metallica'nın ana vokalisti, ritim gitaristi, bestecisi ve ortak kurucularından biridir. James Hetfield 3 Ağustos 1963 yılında doğmuştur. Kendisi; Alman, İngiliz ve İrlanda asıllıdır. Hetfield'ın babası Virgil (tır şoförüdür - daha sonra ailesini terk etmiştir) ve annesi Cynthia (sıradan bir opera sanatçısıdır) Hıristiyan Bilimin katı taraftarlarındandı ve buna bağlı olarak James'in çocukluk yılları Hıristiyan Bilimin etrafında geçti. Mensup oldukları dinin gereği olarak, Hetfield'ın ebeveynleri ilaçları ve diğer tıbbi tedavi şekillerini şiddetle reddedip inançlarına bağlı kalmışlardır. Bunun sonucunda annesi Cynthia; 1979 yılında, James daha 16 yaşındayken kanserden ölmüştür. James 1996 yılında, Load albümünün turundayken de babası öldü. Hetfield piyano derslerine başladığında daha dokuz yaşındaydı, daha sonradan erkek kardeşi David'in bateri setine merak sardı ve son olarak, on dört yaşında gitar çalmaya başladı. Gençlik yıllarında "Leather Charm" ve "Obsession" gibi birkaç grupta yer aldı. Hetfield daha çocukken Aerosmith grubundan müzikal olarak etkilendiğini belirtmiştir ve gitara başlama sebebinin onlar olduğunu söylemiştir. Grup ilk yıllarında birkaç değişik vokal ve gitar kombinasyonu denedi, esasen Diamond Head grubununki gibi bir kombinasyon istiyorlardı. (Sonunda, Diamond Head'in "Am I Evil?" şarkısının farklı bir yorumunu bestelediler) Sonunda gruba bir tane daha gitarist almayı kararlaştırdılar. Önce John Roads'a ana gitarist olmayı teklif ettiler, sonra Armored Saint grubundan John Bush'un vokalist olmasını istediler (John Bush daha sonra Anthrax grubuna katıldı). Hetfield Spin dergisine 1989 yılında yaptığı röportajda; grup kurulurken, eski Misfits grubunun vokalisti Glenn Danzig'in Metallica'nın vokalisti olmasını istediklerini belirtti, ancak Danzig'in Metallica'ya katılmak için istek yollayıp yollamadığı ayrı bir muammadır. Son olarak Hetfield (Ritim gitar ve vokalist), Lars Ulrich (bateri), Dave Mustaine (ana gitarist) ve Ron McGovney (basgitarist) ile Metallica grubu resmi olarak kuruldu. 1982-1983 yılları arasında Mustaine'in alkol problemleri Hetfield ile onun arasında bir tartışmaya yol açtı. Mustaine aynı zamanda Ron McGovney'nin basgitarına bira döktü ve bu hareketi McGovney'ye elektrik çarpmasına neden oldu. Mustaine, olayla ve McGovney'ye sataşması meselesi ile ilgili röportajlarda grubun erkeklerden oluştuğunu ve grupta bebeklere yer olmadığını söylemiştir. Dave Mustaine, James Hetfield'ın alkolizm terapisi sırasındaki bir grup terapisinde yüzleştiği Lars Ulrich'e, o zamanlardaki bir olay olarak Armored Saint'in üyesi Phil'in Lars'a sataştığı için bacağını kırdığını hatırlatmış ve bu davranış biçimini bir hastalık ("disease") olarak tanımlamıştı. Sonunda Hetfield ve Ulrich, alkole yatkınlığı yüzünden Mustaine'i kovdular ve aynı gün Exodus grubundan Kirk Hammett'i yeni ana gitarist olarak gruba aldılar. Mustaine, dört günlük otobüs turuyla evine yollandı ve Megadeth isimli yeni bir heavy metal grubu kurdu. 1990'ların ortalarına kadar, Hetfield grubun ürettiği neredeyse tüm şarkıların ritim ve ahenk düzenini kendisi ayarlamıştı. Load albümünün kaydından itibaren Kirk Hammett da ritim düzenlemesinde görev aldı. James nadiren gitar solosu çalar, "Nothing Else Matters", "My Friend Misery", "The Outlaw Torn"un çıkış solosu, "To Live Is to Die"ın ikinci solosu, "Orion"ın ikinci solosu, "Suicide and Redemption"ın ilk solosu ve "Master of Puppets"ın ilk ara solosu ve "The Day That Never Comes"ın harmonik giriş solosu gibi soloları kendisi çalar. Hetfield aynı zamanda gitar ahenk düzenlerinin çoğunu, şarkı sözlerini, vokal melodileri kendisi yazar, şarkıları Ulrich ile beraber düzenler. James Hetfield sahnede birçok kaza geçirdi. Bunların en popüleri de Montreal'de 1992 yılındaki Guns N' Roses/Metallica turunda yaşandı. James "Fade To Black" şarkısını çalarken, yerleri değiştirilen ancak eski yerlerinde de halen bulunduklarını bilmediği havai fişeklerin patlaması sonucunda sol kolunda oluşan 2. ve 3. dereceden yanıklar nedeniyle uzun süre gitar çalamadı, fakat 17 gün sonra sahnelere geri döndü. Ayrıca 1994 yılında geçirdiği kaza sonucunda kafasına otuzun üzerinde dikiş atılmıştı. Kaykaydan düşüp kırdığı kolu yüzünden pek çok Metallica konserinde gitar çalamadı. Bunun üzerine menajerleri Hetfield ile yapılan anlaşmalara "tur esnasında kaykaya binmeme" şartı koydular. Black Album turnesi sırasında bir konserin ortasında sesi kısılınca, şan dersleri almak zorunda kaldı. Şan hocasının sesini açmasına yardımcı olması için 90'ların başında verdiği kaset, bugün Hetfield'ın hala konser ve kayıtlardan önce ses açmasına yardımcı oluyor. Hayatı boyunca alkol bağımlılığı olan Hetfield St.Anger adlı albüm hazırlığındayken al
kol için rehabilitasyona girdi. Jason Newsted Metallica'yı terk etmeden önce James Hetfield, Newsted'e Metallica dışında yan projeler yapmasını yasakladı. Böylece Jason Newsted Metallica'ya olan öfkesine bir de James'in koyduğu bu yasağı ekleyince gruptan ayrıldı. Grup daha sonra Some Kind Of Monster adında , St.Anger albümlerinin hazırlanışını, grup üyelerinin arasındaki tartışmaları ve grubun geleceğinin planlarını içeren bir belgesel çıkardı. Sahip olduğu ilk gitar, beyaz bir "Gibson Flying V" taklididir. James Hetfield 90ların başlarından beri canlı performanslarının çoğunda kendi adına tasarlanan ESP marka özel gitarları kullanmaktadır. Bugüne kadar Hetfield imzalı 6 model çıkaran ESP, kullandığı gitarlar için kendisine belirli bir ücret ödemektedir. Bununla birlikte Hetfield konserlerde zaman zaman Gibson marka gitarları tercih ediyor. Ayrıca Hetfield canlı performanslarında hayranlarının karşısına her zaman onları şaşırtarak çıkmayı başarmıştır. Bazen birasıyla, bazen alkolik tavırlarıyla hayranlarını etkilemeyi ve kendi grubu dahil herkesi hareketlendirmeyi başarmıştır. Sahnedeki bu tavırları ile "Güçlü Hetfield " olarak anıldı. Ancak yaşı ilerledikçe ve bir aile kurduğunda bu büyük bir sorun yarattı. Onu güçlü kılan şeyin aslında kendini bitirdiğini fark etti ve bu konuda yardım aldı. St.Anger döneminden sonra yapılan her röportajda alkole olan öfkesini dile getirmektedir . James Hetfield alkol yüzünden aile içinde uzun süre problem yaşadı. Rehabilitasyondan sonra zamanını daha fazla karısı ve çocuklarıyla geçirmeye başladı. 17 Ağustos 1997'de evlendiği eşinin adı Francesca Tomasi ve çocuklarının adı "Cali (13 Haziran, 1998 doğumlu)", "Castor" "(18 Mayıs, 2000 doğumlu)" ve "Marcella (17 Ocak, 2002 doğumlu) Hetfield'"dır. Hot-Rod arabalara ve NASCAR'a tutkusuyla bilinen Hetfield, gitar çalmadığı zamanlarda avlanma, kayak, kaykay ve su kayağı gibi sporlarla uğraşır. Ayrıca kendi doğduğu yıl olan 1963 yılında yapılmış gitarları koleksiyonunda toplamaktadır. İki adet özel üretim Harley'i, Dodge Ram kamyoneti ve kendi topladığı 1955 model Chevy Belair arabası vardır. Vücüdunda çok sayıda dövme bulunan Hetfield'ın dövmelerinden alevle çevrelenmiş "as, 9, 6 ve 3" sayılı iskambil kartları, doğduğu yıl 1963'ü simgeliyor. Alevler ise 1992'de sahnede geçirdiği havai fişek kazasına bir gönderme... Bunun dışında sağ elindeki "M" Metallica, sol elindeki "F" karısı Francesca'yı simgeliyor. James Hetfield halen ABD'nin California eyaletinde karısı ve 3 çocuğuyla San Fransisco'da yaşamaktadır. Mihver Devletleri Mihver Devletleri (, , ), II. Dünya Savaşı'nda Müttefik Devletler blokuna karşı temel olarak Almanya, İtalya ve Japonya'nın, bunun dışında Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Finlandiya, Bağımsız Hırvatistan Devleti, Vichy Fransası, Arnavutluk, Habeşistan, Mançukuo, Tayland, Burmanya, Hindistan, Filipinler ve Irak'ın oluşturduğu blok. Ayrıca İran Şahı Rıza Pehlevi Almanya'dan yana tavır almış, İspanya ise Mihver güçlerin bir taraftarı olarak kalmıştır. Mihver sözcüğü "eksen" anlamına gelir. Eksen (Alm. "Achsen") sözcüğü bu ittifakı tanımlamak için ilk kez faşist Macar lider Gyula Gömbös tarafından kullanıldı. 1936'da ise Benito Mussolini tarafından ilk kez resmen kullanıldı. Bu üç temel Mihver devletinin dışında Macaristan, Romanya, Finlandiya ve Bulgaristan gibi devletler yeni toprak kazanımları ve eski düşmanlarıyla savaşmak için Mihver Devletler'e katılmıştır. Müttefik Devletler Müttefik Devletler, II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık, Fransa, Sovyetler Birliği, ABD ve Çin Cumhuriyeti başta olmak üzere Mihver Devletler'e karşı oluşturulan blok. Günümüzde ise ABD ve ona destek verip müttefiki olan ülkelere verilen ad. Özellikle Batı'da I. Dünya Savaşı'nın İtilaf Devletleri de ""Müttefik Devletler"" olarak adlandırılır. Axl Rose W. Axl Rose ya da gerçek adıyla William Bruce Bailey. (d. 6 Şubat 1962), Guns N' Roses grubunun kurucusu ve vokalisti olan müzisyen ve besteci. Sweet Child o Mine, November Rain, Estranged ve Don't Cry gibi klasik olmuş şarkıların bestecisidir. Rock dünyasının aykırı ve sansasyonel ismidir. William Bruce Rose, Jr., Sharon E. Bailey ve William Rose‘un çocuğu olarak 6 Şubat 1962'de Lafayette, Indiana'da dünyaya geldi. Oldukça katı ve dindar bir ortamda büyüdü. Küçük bir çocukken, biyolojik babası William Rose tarafından cinsel tacize uğradı. Axl Rose iki yaşındayken, babasının evi terk etmesinin ardından annesi, Stephen Bailey ('Beetle') ile ikinci evliliğini gerçekleştirdi. Axl, üvey babası Bailey tarafından da fiziksel şiddete maruz kaldı. Stephen Bailey'i öz babası olarak bildi ve William Bailey ismini kullandı. Babasının evi terk edişinin ardından, on yedi yaşında asıl babasının varlığını öğrendi ve doğum ismi olan William Rose'u geri aldı. Geçirdiği katı disiplin ve baskı altındaki çocukluğunun ardından ilk gençlik yıllarında oldukça asi bir yapıya büründü. Annesin yaşadığı tacizlere rağmen Bailey'den ayrılmaması ve bu ortamda geçen çocukluğu, sonraki dönemlerde hayatına giren kadınlarla problem yaşamasına neden oldu. Axl Rose, Guns N' Roses isimli grubuyla müzik dünyasında kendine sağlam bir yer edinmiş olan Hard Rock dünyasının en saygın isimlerinden birisidir. Kendisi yeni nesil pek çok vokaliste ilham kaynağı olmuş bir besteci ve söz yazarıdır. Piano, gitar, davul ve perküsyon gibi bazı müzik aletlerini çaldığı bilinir. Şarkı söylemeyi çok küçük yaşta kilise korosunda söylerken öğrenmiştir. gitar çalışını da son yıllarda ilerleterek son albümü Chinese Democracy (2008) 'Axl' ın gitarları ön plana çıkmıştır. Guns N' Roses'ın neredeyse bütün şarkılarının sözlerini ve müziklerini yapmakla beraber Use Your Illusion döneminin albümlerindende Dead Horse isimli şarkıda gitar kısımlarını üstlenmiştir. En ünlü bestelerinin başında Sweet Child o Mine, November Rain, Don't Cry, Estranged gelir. ayrıca Guns N' Roses' ın son albümüyle birlikte iyi bir prodüktör oldugunuda göstermiştir. Rose'un müziğe olan güçlü ilgisi zamanla kendini gösterdi. Kilise korosunda şarkı söyledi ve piyano çalmaya başladı. Bu dönemlerde Axl adında bir grup kurdu. Sonrasında da Axl ismini kendi yasal ismi olarak kullanmaya başladı. Axl Rose, gençlik yılları boyunca polisle sayısız defa problem yaşadı; Saldırı ve toplum huzurunu bozmaktan yirmi'den fazla kez tutuklandı. Yasal uyarılar ve avukatının da tavsiyesi sonucu 1980'lerin başında Indiana'yı terk etti ve rock kariyeri için Los Angeles'a yerleşti. Burada eski grup arkadaşı Izzy Stradlin ile yeniden bir araya geldi. Hollywood Rose, LA Guns, Rapidfire, A.X.L. ve Rose isimlerinde gruplarda yeraldıktan sonra, 1985 yazında eski L.A Guns grubundaki arkadaşları Tracii Guns ve Rob Gardner ile Guns N’ Roses'ı kuracaktı.. Kısa süre sonra Tracii Guns'ın yerine Slash, Rob Gardner'ın yerine Steven Adler gruba dahil oldu. GN’R, 1986'da Geffen Records ile anlaşma imzaladı ve ilk albümleri "Appetite for Destruction'ı, 1987 yılında piyasaya çıkardı. Albüm, kısa sürede büyük bir başarı elde etti. 1990 yılında, 1980'lerin ortalarından 1990'ların başlarına dek çalkantılı bir ilişki yaşadığı şarkıcı Don Everly'nin kızı Erin Everly ile evlendi. Fakat bu evlilikten bir hafta sonra, Rose boşanmak için başvuruda bulundu. Erin Everly'nin hamileliği ve bebeklerini düşürmesi, Axl Rose'u derinden etkiledi. 1991 yılında evliliğinin sona ermesinin ardından ünlü top model Stephanie Seymour ile ilişki yaşamaya başladı. Seymour'a ve oğluna olan sevgisinden dolayı, ona kendisinin sahip olamadığı iyi bir baba figürü olmayı istedi. 1993 başında ayrılmalarının ardından Axl Rose, derin bir depresyona girdi. Yoğun alkol kullanımı ve iptal edilen konserlerin yanı sıra, şarkılarındaki sözler yüzünden de ırkçı ve homofobik sıfatlarıyla anıldı. 1996 yılında kendini toparlayıp grubu tekrar toplama kararı aldı. 1999 yılında "Oh My God" isimli bir single hazırladı ve grubun geri dönüş sinyallerini verdi. 2001 yılının yılbaşı gecesi Vegas'ta müthiş bir geri dönüş konseri veren Rose ve yeni "Guns N' Roses" aynı sene Rock in Rio organizasyonu ile tüm dünyaya geri dönüşünü duyurmuş oldu. 2002 yılında MTV ödüllerinde bir gösteri yaptılar. Daha sonra 2008 yılında çıkıcak albümü Chinese Democracy ile aynı ismi taşıyan dünya turnesine başladılar. 2002, 2006 ve 2009 yıllarında 3 tane turne düzenlediler. 2008 yılında çıkan Chinese Democracy albümü dünyada 5 milyondan fazla sattı. Axl albüm için hiçbir reklam veya bir klip çalışması yapmasa da hala dünya çapında büyük bir hayran kitlesine sahip olduğunu göstermiş oldu. Albüm kaydedilme süresi 1994 - 2007 yılları arasında olmuştur 23 kasım 2008 yılında albüm çıkmıştır. Kaynak; http://www.biyografi.info Translasyon Translasyon, transkripsiyon sonucu oluşan mRNA'lardaki koda uygun olarak ribozomlarda gerçekleştirilen amino asit zinciri veya polipeptit sentezi sürecidir, daha sonra üretilen amino asit zinciri veya polipeptit uygun bir şekilde katlanarak etkin bir protein haline gelmektedir. Translasyon, (gen ekspresyonu sürecinin bir parçası olan) protein biyosentezinin ilk aşamasıdır. 4 harfli (A, C, G ve T) DNA dilindeki mesajın 20 harfli amino asid diline çevrilmesinden ötürü, İngilizce terminolojide "çeviri" anlamına gelen translation sözcüğü kullanılmaktadır. Bu terim Türkçeye translasyon olarak geçmiştir. Translasyon hücrenin sitoplazmasında gerçekleşir. Sitoplazmada bulunan iki ribozom alt birimi translasyon sırasında mRNA zincirinin 5' ucuna bağlanır. Ribozom üzerindeki bağlanma bölgelerinde, mRNA'daki baz üçlülerini (kodon) tRNA'daki tamamlayıcıları olan antikodonlara bağlar. mRNA'daki kodonlara karşılık gelen antikodonu bulunduran tRNA'ların art arda eklenmesi sırasında tRNA'nın 3' ucuna bağlanmış olan amino asitler birbirine bağlanarak polipeptit zincirini oluşturur. Çoğu durumda, ribozom/mRNA kompleksi granülsüz endoplazmik retikulumun zarına bağlanır ve üretilen polipeptidi, daha sonra veziküller ile taşınması ve hücre dışına salgılanması için endoplazmik retikulum içine bırakır. Taşıyıcı RNA, ribozomal RNA v
e küçük çekirdek RNA'sı gibi transkribe edilmiş birçok RNA türünün proteine translasyonu yapılmaz. Translasyon dört aşamada gerçekleşir: etkinleşme, başlama, uzama (elongasyon) ve sonlanmadır (terminasyon) (bunların hepsi translasyonun ürünü olan amino asit zinciri veya polipeptidin büyümesi ile ilgilidir). Etkinleşme sırasında, doğru amino asit doğru taşıyıcı RNA'ya kovalent olarak bağlanır. Amino asit karboksil grubundan, bir peptit bağı aracılığıyla tRNA'nin 3' OH ucuna bağlanır. tRNA'ya bağlanmış amino asit varsa, bu tRNA'lar "yüklü" olarak adlandırılır. Başlama, başlama faktörlerinin (IF) yardımıyla ribozom alt birimlerinin mRNA'nın 5' ucuna bağlanmasıyla olur. Polipeptidin sonlanması ribozomun A bölgesine bir bitiş kodonunun (UAA, UAG veya UGA) ilişmesiyle olur. Hiçbir tRNA bu kodonu algılayamaz ve bu kodona bağlanamaz. Bitiş kodonu, ribozom/mRNA kompleksini ayırma isteğini bildiren serbest bırakıcı proteinin bağlanmasını sağlar. Birçok antibiyotik translasyonu engelleme suretiyle çalışır; bu antibiyotikler anisomisin, sikloheksimit, klorafenikol, tetrasiklin, streptomisin, eritromisin, ve puromisin içerir. Prokaryotik ribozomların yapısı ökaryotik olanlardan farklıdır, bu sayede antibiyotikler özel olarak bakteri enfesiyonlarını hedef alıp, ökaryot konak hücrelerine bir zarar vermeden çalışabilirler. mRNA, kromozomlardan aldığı genetik bilgiyi ribonükleotid diziliminde kodlanmış olarak ribozomlara taşır. Ribonükleotitler, kodon olarak adlandırılan nükleotid üçlüleri dizisi olarak "okunur". Her üçlü, belirli bir amino asidin kodlanmasını sağlar. Bu kod ribozomlarda belirli bir amino asit dizilimine çevrilir. Ribozom, rRNA ve proteinlerden oluşmuş birden fazla alt birimi bulunan bir yapıdır. Ribozomlar amino asitlerin birleştirilerek proteinlerin yapıldığı bir "fabrika"dır. tRNA'lar amino asitleri ribozomlara taşıyan, küçük, kodlanmayan RNA zincirleridir (74-93 nükleotitten oluşurlar). tRNA'lar amino asitlerin bağlanması için bir bölgeye ve bir de antikodon içeren bir bölgeye sahiptir. Antikodonlar, taşıdıkları amino asitleri kodlayan mRNA üçlülerinin (yani kodonların) tamamlayıcıları olan RNA üçlüleridir. Aminoasil tRNA sentetaz (bir enzim), belirli tRNAlar ve antikodonlarının çağırdığı amino asitler arasındaki bağı katalizler. Bu tepkimenin ürünü bir adet aminoasil-tRNA molekülüdür. Aminoasil-tRNA, mRNA kodonlarının tamamlayıcı tRNA antikodonları ile eşleştirildiği ribozom içinde yolculuk eder. Daha sonra tRNA'ların taşıdığı amino asitler protein oluşturmada kullanılır. Proteinlerin translasyonu için gerekli olan enerji fazladır. Örneğin "n" adet amino asit içeren bir proteinin translasyonu için gereken yüksek enejili Fosfat bağlarının sayısı 4"n"+1'dir . Translasyonun hızı değişmektedir; prokaryotik hücrelerde (saniyede 17-21 amino asit kalıntısına kadar), ökaryotik hücrelere göre (saniyede 6-9 amino asit kalıntısına kadar) belirgin bir şekilde yüksektir. Proteinlerin, üçüncül yapıları olarak adlandırılan 3B yapıları gibi diğer yönleri sadece gelişmiş algoritmalar ile tahmin edilebilirken, birincil yapı olarak adlandırılan amino asit dizilimi yalnızca translasyon tablosunun yardımıyla nükleik asit dizilimine bakılarak tespit edilebilir. This approach may not give the correct amino acid composition of the protein, in particular if unconventional amino acids such as selenocysteine are incorporated into the protein, which is coded for by a conventional stop codon in combination with a downstream hairpin (SElenoCysteine Insertion Sequence, or SECIS). There are many computer programs capable of translating a DNA/RNA sequence into a protein sequence. Normally this is performed using the Standard Genetic Code; many bioinformaticians have written at least one such program at some point in their education. However, few programs can handle all the "special" cases, such as the use of the alternative initiation codons. For example, the rare alternative start codon CTG codes for Methionine when used as a start codon, and for Leucine in all other positions. Example: Condensed translation table for the Standard Genetic Code (from the NCBI Taxonomy webpage). Even when working with ordinary Eukaryotic sequences such as the Yeast genome, it is often desired to be able to use alternative translation tables—namely for translation of the mitochondrial genes. Currently the following translation tables are defined by the NCBI Taxonomy Group for the translation of the sequences in GenBank: Example of computational translation - notice the indication of (alternative) start-codons: Hukuk felsefesi Hukuk felsefesi, içindeki her bir akımca farklı olarak tanımlanan ve içeriği oluşturulan felsefenin hukuka ilişkin bir alanıdır. Felsefenin temel dallarından bir olan aksiyoloji içindeki etik başlığına bağlanır. Temel problem alanları; hukukun kaynağı, amacı, adalet, mevcut hukuk düzenlerinin (pozitif hukuk) meşruiyeti gibi ortaya konabilir. Ancak pozitivist yahut realist hukuk teorileri açısından bakıldığında bu tanımlamalar eksik hatta yanlış kalacaktır. Hukuk felsefesi, hukukun daha çok adaletin gerçekleşmesi olgusuyla bağdaştırılarak başlıyor kabul edilse de Hans Kelsen gibi pozitif hukuk öncüleri tarafından, hukukun adalet gibi soyut, bilimsel olmayan tanımlar ile ilgilenmemesi gerektiği de savunulmuştur. Hukukî pozitivizm, formel bir bakışla hukukun bir normlar sistemi olduğunu ve kaynağının da devlet olduğunu ileri sürmektedir. Dolayısıyla hukuku kendi içinde tutarlı ve anlamı belirlenmiş bir bütün olarak ortaya koymanın gerekliliği üzerinde durmaktadır. Yine felsefî pozitivizme paralel olarak adalet, hak, ahlâk gibi kavramların metafizik, spekülatif ve bilinemez (kimine göre yok) olduklarını dolayısıyla hukukun dışında tutulması gerektiğini ileri sürer. Hukukî realizm ise, bir yanıyla sosyolojik bir karakterdedir ve uygulamaya, mahkeme içtihatlarına büyük önem verir. Bu teoriye göre hukuk büyük ölçüde fiilen mahkemelerde cereyan eden şeydir ve yasa koyucunun rolü sanıldığı kadar büyük değildir. Bunlardan önce ve spekülatif anlamda felsefe içinde değerlendirilebilecek asıl hukuk felsefesi akımı doğal hukuk yaklaşımıdır. Bu düşünce hukukun Tanrısal yahut akıl kökenli olduğunu ve insan düşüncesinden bağımsız a priori değerlere dayandığını ileri sürmektedir. İnsan, hukuku icad eden değil keşfeden konumundadır ve zaten yapması gereken tek şey de budur. Doğal hukuk en temel problem olarak adalet değerini ele alır. 20. yüzyılda büyük önem kazanmış insan hakları düşüncesinin kaynağında da bu düşünce yer almaktadır. Raci Şaşmaz Tayyar Raci Şaşmaz, (d. 30 Ekim 1973; Elâzığ, Türkiye), Zaza asıllı Türk iş adamı ve yapımcı. Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon bölümünden mezun oldu. Osman Sınav'ın yönettiği Deli Yürek dizisinin senaristliğini yaptı. 2001 yılında ilk sinema filmi olan 'nin senaryosunu kaleme aldı. Ardından fenomen dizi Kurtlar Vadisi'ni yazmaya başladı. 2004 yılında kendi yapım şirketi olan Pana Film’i kurarak, Kurtlar Vadisi dizisinin senaristliği ile birlikte yapımcılığını da üstlendi. Ekmek Teknesi, Eşref Saati, Kurtlar Vadisi Terör, Kurtlar Vadisi Pusu dizilerinin yanı sıra Muro, Kurtlar Vadisi Irak, Kurtlar Vadisi Gladio, Kurtlar Vadisi Filistin filmlerine imzasını attı. 2010 yılından beri iş dünyasında olup, tek başına Türkiye’nin en genç holding sahibi olan Raci Şaşmaz, inşaat, turizm, sanayi alanlarında yatırımlar yaptı. 2015 yılında Pana Yapı şirketini kurdu ve Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz isimli iddialı dizisiyle senarist ve yapımcılığa geri döndü. Duygulu Duygulu şu anlamlara gelebilir: Tarık bin Ziyad Tarık Bin Ziyad (, ö. 720), Endülüs' ü fetheden Emevi komutanı. Cebelitarık Boğazı'na adı verilmiştir. Arapça'da "cebel" dağ demektir. Cebel-i Târık, "Tarık'ın dağı" anlamına gelmektedir. İspanya'daki Vizigot Krallığı'nın son kalıntılarının arasındaki karışıklık ortamında İspanyol Yahudileri ve bazı Vizigot yöneticilerinin daveti üzerine İspanya'ya 711 yılında çıkarak önemli birçok şehri fetheden komutandır. Genel olarak Kuzey Afrika'da yaşayan bir Berberi ailesinden olduğu, Kuzey Afrika'nın fethi döneminde İslam orduları tarafından esir alındığı ve serbest bırakıldıktan sonra Emevi valisi Musa bin Nusayr'ın hizmetine girdiği kabul edilmektedir. Kökeninin İranlı ya da Arap olduğu yönünde iddialarda bulunmaktadır. Musa bin Nusayr'ın komutasında Tanca ve Ceuta' nın fethine katıldı. 708 yılında Tanca valisi olan Tarık bin Ziyad Endülüs' ün fethine kadar bu görevde kaldı. İspanya'daki karışıklıklardan istifade etmek isteyen Musa bin Nusayr, Tarık bin Ziyad'ı 711 yılında 7000 kişilik bir kuvvetle İspanya üzerine görevlendirdi. 7000 kişilik ordusu ile Cebelitarık Boğazı'nı geçen Tarık bin Ziyad İspanya'ya çıkar çıkmaz gemileri yaktırarak askerlerinin geri dönme umudunu kırdı. Askerlerine şu tarihi sözleri söyledi: “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.” Daha sonra Carteya ve Algeziras kentlerini aldıktan sonra Vizigot kralı Rodrigo'nun asker toplayıp üzerine geldiğini haber alınca Musa bin Nusayr'dan yardım istedi. Gelen 5000 kişilik yardım kuvveti ile birlikte Rio Barbeta'da Rodrigo'nun ordusu ile karşılaştı. Tarık bin Ziyad Guadalete Muharebesi olarak da bilinen savaşta Vizigot kralını ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu başarının ardından Musa bin Nusayr da 10.000 kişilik bir kuvvetle İspanya'ya geçti. Onun başarılarını da kıskandığı için daha fazla ilerlememesini buyurdu. Ancak Tarık bin Ziyad ortamın müsait olduğunu düşünerek harekatına devam etti. 712 yılında Toledo'yu ele geçirdikten sonra Kurtuba, Archidor ve Libire kentlerini de ele geçirdi. Toledo' da Musa bin Nusayr'ın ordusuyla buluşan Tarık bin Ziyad emirlerini dinlemediği gerekçesiyle askerin önünde Musa bin Nusayr tarafından azarlandı. Ertesi yıl İslam orduları Zaragoza, Aragon, L
eón, Lleida kentlerini ele geçirdi. İspanya'nın fethinden sonra Musa bin Nusayr burada bazı komutanlar ve askeri birlikler bıraktı ve 714 senesinde Şam'a döndü. Yanında götürdüğü Tarık Bin Ziyad'ı Halife Hişam'a şikayet etti. Halife yaptığı araştırmada İspanya'nın gerçek fatihinin Tarık bin Ziyad olduğunu öğrendi. Onu cezalandırmadı ama ülkesine de geri göndermedi. Tarık Bin Ziyad ölümüne kadar Suriye'de yaşadı. Ertuğrul Koyu Ertuğrul Koyu, Çanakkale deniz muharebeleri sırasında Seddülbahir bölgesinde, 25 Nisan 1915 tarihinde İngilizlerin çıkarma harekâtı düzenledikleri 5 koydan (Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu, Ertuğrul Koyu, Tekekoyu, İkizkoyu, Zığındere) biridir. Yahya Çavuş ve askerleri bu koyu korumakla görevlendirilmiştir. Günümüzde bu bölgede Yahya Çavuş Anıtı ve sahilde "V Beach" İngiliz askeri mezarlığı bulunmaktadır. Kuzey Afrika Afrika kıtasının kuzeyindeki bölgeye verilen isim. Bugün Kuzey Afrika'da Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır ve Sudan devletleri bulunmaktadır. Bölgede Müslümanlar çoğunluktadır. Yaygın olarak kullanılan diller Berberice, Kıptice ve Arapça'dır. Bölgenin sınırları, batıda Atlas Okyanusu, kuzeyde Akdeniz, doğuda Sina Yarımadası ve Kızıldeniz son olarak güneyde ise sırasıyla Batı Afrika, Orta Afrika ve Doğu Afrika bölgeleri yer alır. Bölgenin kuzeybatısı Mağrip adı ile anılır ve ayrıca İspanya'nın Septe ve Melilla şehirleride Kuzey Afrika'da yer alır. Merkezi Kuzey Afrika yeralan tarihsel uygarlıklar ve devletler; Kuzey Afrika'nın büyük bir kısmı 16. asırdan itibaren uzun yıllar Osmanlı Devleti'nin hakimiyetinde kaldı. Trablusgarp Savaşı'ndan sonra İmzalanan Uşi Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Kuzey Afrikadaki son toprak parçasını kaybetti. Kuzey Afrika'da 19. asrın sonu ile 20. asrın başlarında Fransa, İngiltere, İspanya ve İtalya tarafından sömürge yönetimleri kuruldu. Bölgedeki ülkeler II. Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlıklarını kazandı. Budin Budin, bugünkü Budapeşte'nin Tuna Nehri'nin batısında kalan kısmı. Bir dönem, Macaristan Krallığı'na başkentlik yapmıştır. 1526 yılındaki Mohaç Muharebesi sonrasında Macaristan Krallığı, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı bir devlet hâline geldi. 1530, 1540 ve 1541 yıllarında Habsburg Hanedanı'nın kontrolündeki Avusturya Arşidüklüğü tarafından gerçekleştirilen kuşatmalar başarısızlıkla sonuçlandı. 1541'de Budin Eyaleti kurularak doğrudan Osmanlı İmparatorluğu'na bağlandı ve eyaletin merkezi oldu. 1686 yılında Budin Kuşatması ile birlikte Avusturya Arşidüklüğü'nün eline geçti. Galiçya (Orta Avrupa) Galiçya, 1945 yılında yapılan sınır değişikliği sonucu Polonya ve Ukrayna Cumhuriyetleri sınırları içinde kalan tarihi bölgedir. I. Dünya Savaşı sırasında (1914-1918) Osmanlı Ordusunun 15. Kolordusu, müttefik güçler (Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu) ile birlikte Rus İmparatorluğu'na karşı bu bölgede çarpışmıştır (1916-1917). Galiçya Cephesi Türk Şehitleri Birinci Dünya Savaşı sırasında, Avusturya – Macaristan İmparatorluğunun bir eyaleti durumunda bulunan Galiçya’da,1916 – 1917 yıllarında, Almanya, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu birliklerince Ruslara karşı çetin muharebeler verilmiştir. Ana muharebelerin yapıldığıyer, Polonyanın taksimi öncesinde onun toprakları içinde bulunmasına rağmen, İkinci Dünya Savaşından sonra yapılan sınır düzenlemeleri ile bugünkü Ukrayna topraklarında kalmıştır. Türk 15’inci Kolordusu, 22 Temmuz 1916 tarihinden başlayarak bir aylık bir sürede Uzunköprü ve Alpullu’dan hareketle Galiçya Cephesine intikal ederek, bölgede görev yapan Avusturya – Macaristan ve Alman birliklerinden görevi devralmıştır. Yaklaşık bir yıl süre ile esas olarak Dinyester nehrinin kuzeyden güneye uzanan bır kolu olan Zilota Lipa nehri vadi ekseni üzerinde çarpışan Türk 15’inci Kolordusunun, kendisine verilen görevi, büyük zorluklara rağmen en iyi şekilde ve fedakârca yaptığı tarihi kayıtların ortak kanaatidir.Türk 15’inci kolordusu Galiçya Cephesinde birçok bölgede 1050’den fazla şehit vermiş ve savaş sırasında 13 ayrı yerde Türk şehitlik ve abidesi yapılmıştır. Krakow, Rakowiçki Mezarlığındaki Türk Şehitliğinde de "Üsteğmen Mehmet İsmail Hakkı" ve kahraman 10 arkadaşı yatmaktadır. Ayrıca, Avusturya – Macaristan imparatorluğu ordusunda savaşan Bosna-Hersek Alayına mensup Müslüman askerler olduğu tahmin edilen ve Türk kökenli isime sahip 40 kadar da Müslüman mezarı da Krakow Rakowiçki Mezarlığında bulunmaktadır. Ukraynalı kahin Wernyhora’nın söylediği gibi “Türk askeri Vistüla’da atlarını sularsa Polonya bağımsızlığa kavuşur. ”Türkler, hem atlarını Vistüla nehrinde sulamış, hem de Polonya’nın 1918’de yeniden bağımsızlığına kavuşmasında, bu topraklarda, canlarını vererek şehit olmuşlardır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Orta Avrupa'da hüküm sürmüş ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra yıkılmış bir imparatorluktur. Bu imparatorluğu Avrupa'nın birçok ülkesinde hüküm süren Habsburg Hanedanı yönetmiştir. Avusturya ve Macaristan aslında içişlerinde bağımsız olan iki ayrı ülkeydiler. Fakat dışişleri açısından tek bir Habsburg İmparatoru tarafından yönetilmekteydiler. Resmî para birimi Kron'du. Habsburgların Avusturya'daki egemenliği 1282 yılına kadar uzanır. 1806 yılına kadar Avusturya bölgesi Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun bir parçasıydı ve Arşidüklük olarak kabul ediliyordu. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun etkinliği azaldıkça Avusturya arşidükleri bağımsız olarak hareket etmeye başladılar. 1806 yılında, Arşidük Franz kendini imparator (kayzer) ilan etti (Avusturya İmparatorluğu). 1866'da Prusya-Avusturya Savaşı yenilgisi ve Alman Konfederasyonunun dağılmasından sonra prestijini kaybeden Avusturya İmparatorluğu kesin olarak mutlakiyetçiliği terketti ve anayasal parlamenter bir hükümet kuruldu. Bununla birlikte, yıkılan monarşinin bütününü kapsayacak, içinde tüm ulusların eşitlik ve özerkliğe sahip olacağı gerçek bir federasyon kurulacağı yerde; Macarlar'ın baskısı sonucunda, bir uzlaşma olarak 1867'de bir ikili monarşi kuruldu. Yeni devletin resmi adı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu idi. İkili monarşi, her iki kanadını ayrı parlamentoları olan anayasal monarşiler olarak örgütledi. Hükümdar, ordu ve dış politika her ikisi için ortaktı. Diğer konularda her biri bağımsızdı. Monarşinin batıdaki parçası Avusturya'da çeşitli uluslar daha geniş özgürlüklerden yararlandılar Oy hakkı giderek yaygınlaştı. Ancak uluslar sorunu sürüyordu. 1875 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli yerlerinde ve Bosna-Hersek'te ayaklanmalar oldu. Buna bağlı olarak Rusya Osmanlılara savaş açtı ve Osmanlıları yenerek onların Avrupa'daki güçlerine son verecek olan barış antlaşmasını kabul ettirdi. 1878 Berlin Kongresi Bosna-Hersek'i Avusturya-Macaristan'ın işgal etmesine ve yönetmesine karar verdi. Bundan sonra Avusturya-Macaristan'ın Balkanlar'daki istekleri Rusya ve Sırbistan'ın istekleri ile çelişkili bir durum aldı. Otuz yıl sonra 1908'de Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek'i resmen topraklarına kattı. Bu arada 1879'da Avusturya-Macaristan , Almanya ile bağlaşıklık antlaşması imzaladı. 1882'de İtalya'nın da katılması ile genişleyen bu antlaşma Rusya'ya karşı idi. Bu bağlaşıklık Avusturya-Macaristan monarşisindeki çeşitli uluslar üzerinde farklı bir etki yaptı. Almanlar ve Macarlar ittifakı desteklerken; Slav uluslar, özellikle Çekler ve Güney Slavlar 1908'de Bosna-Hersek'in ülkeye katılmasından da rahatsız oldular. O sıralarda Sırbistan Krallığı oldukça güçlü bir duruma gelmişti ve Avusturya-Macaristan'daki Güney Slavların üzerinde etkili oluyordu. 28 Haziran 1914'de Avusturya veliahtı Arşidük Ferdinand, Bosna'nın başkenti Saraybosna'da bir Sırp yurtseveri tarafından öldürüldü. Beş hafta sonra Avrupa kendisini I. Dünya Savaşı'nın içinde buldu. Savaşın hemen başında Ruslar, devletin Galiçya bölgesini ele geçirdi. Ama 1915 ve 1916 yıllarında, Alman, Osmanlı ve Bulgar desteğiyle bu bölge geri alındı. 1914-1917 yılları arasında, iki devlet karşılıklı olarak birbirine saldırdı. Ancak, iki devletin de hiçbir kazancı olmadı. Üstüne üstlük, fazla miktarda asker kaybı yaşadılar. 1917 yılında Alman desteğinin gelmesi, Avusturyalıların cephede üstün gelmesini sağladı. Ancak 1918 yılında, İtalyanların sert saldırıları nedeniyle, Avusturya kazandığı toprakları iade etmesine neden oldu. İtilaf Devletleri ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu arasında, 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Antlaşması ile ateşkes sağlanmıştı. İmzalayanlar: Pietro Badoglio ve Viktor Weber Edler von Webenau. 11 Kasım 1918 tarihinde de Almanya ile yapılan Rethondes Antlaşması ile Batı Cephesi'nde silahlar susmuştur. Aynı sıralarda Habsburg Hanedanı tahttan çekilmiş ve 12 Kasım 1918 tarihinde Viyana'da oluşturulan Geçici Ulusal Meclis, Avusturya'da cumhuriyet ilan etmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu böylece Avusturya ve Macaristan olmak üzere bağımsız cumhuriyetler haline gelmiştir. Villa Giusti Antlaşması, bir ateşkes antlaşmasıdır. I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Avusturya ile İtilaf Devletleri arasındaki antlaşma ise St. Germain Antlaşması'dır. Antlaşma 10 Eylül 1919 tarihinde imzalanmıştır. Papa Papa, Roma Başpiskoposu, Roma Katolik Kilisesi'nin başı, Katolik Hristiyanların dini lideri. Katoliklere göre Havari Petrus'un halefidir. İlk zamanlar tüm pisikoposlara verilen papa unvanı, sonraları yalnız Roma Pisikoposu için kullanılmaya başlandı. Katolik kilisesi, kilise çerçevesinde Petrus ve haleflerinin temsil ettiği en yüce makam olan papalığın tanrısal bir kurum olduğunu iddia eder: İsa, papalık görevini Petrus'a devretmiş ve Petrus da Uruc'dan itibaren bu görevi fiilen yapmıştır. Kilisede yerleşmiş bir geleneğe göre Petrus, Roma'da din kurbanı olarak ölmüştür, dolayısıyle de en tabiî halefleri Romalı piskoposlardır. Papalık tarihi birçok bakımdan kilise tarihiyle birleşir; bununla birlikte bu tarihin bazı dönemleri Papalık kurumunun gelişmesi bakımından ayrı bir özellik taşır. İlk üç yüzyıl boyunca papalar, daha çok Roma kilisesine önem vermişlerdi; ama kısa bi
r süre sonra çeşitli ölçülerde başka kiliselere de karışmaya başladılar: örneğin papa I. Clemens'in "Korinthoslulara Mektup"'u() (1. yüzyıl sonu); papa Victorios'un paskalyanın tarihi konusunda çıkan tartışmalara müdahalesi (2. yüzyılın sonu) vb. büyük kiliselerarası konsiller döneminde (4. ve 5. yüzyıl) papanın önderlik etkisi daha da açıkça belirdi; 451'deki Kadıköy Konsili, "Petrus'un papa Leo'nun ağzında iradesini bildirdiğini" ileri sürdü. Doğu kilisesinin Batı kilisesinden ayrılması, Papalığın batıdaki etkisini büyük ölçüde arttırdı; buna karşılık Doğu, yavaş yavaş Papalıktan koptu ve Michael Kerularios'un ortaya attığı mezhep ayrılığıyla (1054) Papalığın yargılama yetkisini tanımaz oldu. Papalık tarihinin en buhramlı dönemi 10. yüzyıla ("Karanlık yüzyıl" adı verilen dönem) rastlar. Bu dönemde Papalık, Roma'da çeşitli hiziplerin elinde oyuncak oldu; Papalığın Roma'dan ayrılıp Avignon'a yerleştiği Avignon Papalığı'ndan itibaren, papalar özellikle Fransız siyasetinin etkisinde kaldılar; bir ara üç ayrı yerde (Roma, Avignon, Pisa) aynı anda üç ayrı papanın bulunduğu büyük ayrılık döneminden (1378-1417) itibaren de, Kiliselerarası konsilin papaya üstünlüğünü savunan "uzlaştırma" teorisi ağır basmaya başladı. Diğer buhramlı dönemler küçük sarsıntılarla atlatıldı. (Rönesansta din duygusunun zayıflaması, Protestan reformu, aydın zorbalık devri ve Napolyon devri). Buna karşılık papalık, 11. yüzyılın sonuyla 14. yüzyılın başı arasında VII. Gregorius'un (1073-1085) reformları ve Laterano konsillerinin (özellikle Papa III. Innocentius tarafından toplanan 4. Laterano konsili) aldığı disiplin kararları sayesinde çok parlak bir dönem yaşadı. Bugün, papalığın yalnız kilise içinde büyük etkisi vardır. IX. Pius, "Sillabus" (1864) adlı genelgesiyle liberal ve modern akılcı düşünceleri mahkûm ettikten sonra Leo XIII'ün "Rerum Novarum" (1891) adlı genelgesinden itibaren, Papalık, sosyal sorunları ele almak için geniş bir çaba gösterdi ve XXIII. Johannes'in papalığı sırasında çağdaş dünya meseleleriyle yakından ilgilendi. Enginasazyon 13 yüzyılda kurulmuştur ve ateşli ayaklanmaların önüne geçmesi için kurulmuştur Papalık ve imparatorluk mücadelesi, Almanya ve İtalya'da, kilise otoritesiyle (Papalık) laik otoriteyi (İmparatorluk) karşı karşıya getiren mücadeledir (1154-1250). Papaz ve piskoposların tayini konusundaki anlaşmazlığa son veren Worms konkordatosundan sonra (1122), Guelfiler (papa taraftarları) arasındaki rekabet, imparatorluk etkisini zayıflattı ve papaların Alman ruhban sınıfı üzerindeki otoritesini arttırma ve imparatorluk seçimlerine müdahale imkânını sağladı. Fakat Friedrich von Hohenstaufen'in seçilmesi üzerine (1152), Almanya'da Welf'ler ile Stafer'ler barıştı. Gözü yükseklerde olan yeni hükümdar, imparatorluğu bir siyasi varlık haline getirmek istiyordu. Kilise otoritesini zayıflatmayı amaçlayan bu tasarı, Papalık ve İmparatorluk mücadelesinin başlamasına yol açtı. 1154'te papa IV. Adrianus, 1143'ten beri Arnoldo di Brescia tarafından ayaklandırılan Romalıları dize getirmek üzere, Friedrich'i yardıma çağırdı, böylece ona İtalya'ya müdahale etme fırsatını vermiş oldu. 1155'te imparatorluk tacını giyen Friedrich I'in papa ile uzlaştığı sanılıyordu, fakat aslında bu uzlaşma sadece görünüşteydi. 1157'de Besançon'da toplanan diyet'te kardinal Bandielli'nin imparatora kilisenin üstünlüğünü hatırlatması üzerine anlaşmazlık başladı. Bunun üzerine Friedrich I, İtalya'ya girdi, 1158 Roncaglia diyetinde Lombardia şehirlerini boyun eğmeye zorladı. Daha sonra, Adrianus IV'ün ölümü üzerine papa seçimine müdahale etti ve kardinallerin çoğunluğu tarafından seçilen III. Alexander'e (Bandinelli) karşı antipapa IV. Victorius'u çıkardı (1159). Batı ve Doğu krallıklarından destek gören III. Alexander, rakibini aforoz ederek Sens şehrine sığındı ve Lombardiya şehirlerini ayaklanmaya kışkırttı. Bu isyanı bastırmak için, I. Friedrich, 1160'ta Crema'yı ve 1162'de Milano şehrini yakıp yıktı. 1165'te bir kurtarıcı olarak Roma'ya giren, Venedik'in ve Sicilya kralının müttefiki olan papa, şehir birliklerini (Verona birliği, Lombardia birliği, 1167) desteklediği ve Lombardia'da Alessandria kalesini yaptırarak direnme hareketinin başına geçti. İmparatorluk orduları bu kale önünde geri püskürtüldü. Yeni Çağ Yeni Çağ, veya Erken Çağdaş Dönem, tarih çağlarının üçüncüsüdür. Bu dönemin başlangıç ve bitiş tarihi kesin olmamakla beraber; çoğu tarihçi bu devrin 1450lerde başlayıp, Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi sırasında bittiği konusunda uzlaşmıştır. Bu dönemi Yakın Çağ izlemektedir. Atilla Atilla Hunca asıllı bir isim olup şu kişilere aittir: Attila Hunca bir isim olup şu kişilere aittir: Safsata Kılavuzu Safsata Kılavuzu, Türk yazar Alev Alatlı'nın elektronik posta grubu ile birlikte hazırladığı bir kitaptır. Kitapta İngilizcede "fallacy" olarak bilinen, tartışmalarda yapılan mantık hataları (Safsata) listelenmiş ve örneklerle açıklanmıştır. http://www.safsatakilavuzu.com/ bağlantısında kitabın tamamı internet ortamına taşınmıştır. Karadağ Karadağ (Karadağca: "", "Црна Гора"), Balkanlar'da bir ülkedir. Doğusunda Arnavutluk ve Kosova, kuzeyinde Sırbistan, batısında Hırvatistan, Bosna-Hersek, güneyinde Adriyatik Denizi yer alır. Başkenti, Podgorica'dır (eskiden "Titograd"). Anayasasında Karadağ "demokratik, refah ve çevreci bir ülke" olarak tanımlanır. Karadağ, eski Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyetten biriydi. Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra Karadağ, Sırbistan'ın zorlamasıyla yeni Yugoslavya'ya katılmıştır. Karadağ'ın çabalarıyla 2003 yılında Sırbistan-Karadağ olarak daha esnek bir federasyon çatısı oluşturulmuştur. Karadağ, 21 Mayıs 2006 Pazar günü yapılan referandumda çıkan % 55,5'lik evet oyu ile ise bağımsız olma kararı almıştır. 3 Haziran 2006'da ise Karadağ Parlamentosu, referandumda çıkan sonuca dayanarak Karadağ'ın bağımsızlığını ilân etti. NATO Dışişleri Bakanları, Rusya'nın itirazlarına karşın eski Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Karadağ'ı 29. üye olarak ittifaka davet etti. Karadağ'ın eski halkı Arnavutlardan oluşur. VII. yüzyılda İmparator Herakliyus zamanında, Sırplar da oraya yerleştirilmiştir. Osmanlılar, Rumeli'ye geçip fetihlere giriştikleri sıralarda Karadağ, Venedik Cumhuriyeti'nin tabiiyetinde idi. Osmanlı Devleti'nin Karadağ'daki fetihleri Sultan I. Murad dönemine rastlar. Zira ilk Osmanlı-Karadağ çatışması da I. Murat döneminde yaşanmıştır. İkinci Osmanlı-Karadağ çatışması Sultan I. Bayezid döneminde olmuştur. Bu seferde Osmanlı kuvvetleri Üsküp'ten çıkıp Zveçan ve Yeleç üzerinden Lim ve Tara nehirlerine kadar ulaşmıştır. Osmanlı Devleti'nin Karadağ'daki asıl fetihleri ise Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuştur. Aslında Osmanlı Karadağ'ı tam olarak hakimiyetine almadı. Fatih, Karadağ'a bir nevi özerklik statüsü verdi ve bu durum Karadağlılar tarafından 1878 yılında Osmanlı'dan ayrılana kadar kullanıldı. Karadağlılar Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine girişinden itibaren çok sayıda isyan çıkartmışlardır. Örneğin 1711, 1712, 1714 isyanlarını çıkartmışlardır. Bununla birlikte Hersek isyanına da destek vermişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rusya'nın yanında yer alan Karadağ, Osmanlı ordusunun önemli bir kısmını Balkanlarda meşgul etmiş ve savaşın Rusya lehine dönmesinde büyük bir etken olmuştur. Savaş sonrası imzalanan Ayastefanos ve hemen ardından Berlin Antlaşması'yla bağımsızlığını kazanan Karadağ, böylece devletler platformunda yerini almıştır. Bağımsızlığını kazanmasının ardından onu ilk tanıyan Osmanlı Devleti olmuştur. Bağımsızlıkla birlikte Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkiler hız kazanmış ve çok önemli aşamalar kaydedilmiştir. Bu dönemde iki devlet ilişkilerinin iyi bir düzeye gelmesinde, hiç şüphesiz II. Abdülhamid'in Balkan politikasında sergilediği tavrın önemli bir rolü vardır. Nikola Petroviç ile yakın dostluğu, iki devletin politikalarına da yansımıştır. ıı. Abdülhamid döneminde, 30 yılı aşkın bir süre, küçük sınır çatışmalarını bir kenara bırakılırsa, iki devlet arasında barışın hakim olduğu bir süreç göze çarpmaktadır. İlki 1883 ve ikincisi 1899 yıllarında olmak üzere Karadağ Prensi Nikola, Sultan Abdülhamid'in davetlisi olarak İstanbul'a gelmiş, törenlerle karşılanarak şaşaalı gösterilerle ağırlanmıştır.. II. Abdülhamid döneminde İstanbul Büyükçekmece başta olmak üzere Zonguldak Ereğli gibi yerlerde, taş işçisi, kuyucu, maden işçisi, bekçilik vb. iş kollarında çalışan Karadağlıların sayısında artış görülmüştür. Bunun yanında İstanbul'daki okullarda bizzat Abdülhamid'in bursuyla okuyan Müslüman ve Hristiyan Karadağlıların sayısı önemli bir seviyeye ulaşmıştır.. Türkiye'de yaşayan Boşnakların önemli bir kısmı 1910'lu yıllarda Karadağ'dan gelmiştir. 5 Haziran 2017 tarihinde NATO'ya katıldı. 1991 sayımına göre Sırplar, Sırbistan-Karadağ federasyonunun toplam nüfusun %69’unu oluşturmaktaydı. Karadağlılar ise toplam nüfusun %5’ini, Karadağ nüfusunun %62’sini oluşturuyordu. Slav olmayan Arnavut azınlık ülkedeki 2. büyük gruptu ve resmi tahminlere göre toplam nüfusa oranları %17’siydi. 1965’ten sonra Sırbistan ve Karadağ’dan gelişmiş Avrupa ülkelerine ve Kuzey Amerika’ya sürekli göç yaşanmıştır. Eski Yugoslavya’nın dağılmasını ve Hırvatistan ile Bosna-Hersek’teki savaşı takip eden yıllarda göç Sırbistan ve Karadağ’a yönelmiştir. Mülteci sayımı sonucunda 1996 yılı ortalarında 566.200’ü mülteci statüsünde olan 646.000 kişi tespit edilmiştir. 79.700 kişi ise diğer cumhuriyetlerde yaşayan Sırp ve Karadağlılar ya da Yugoslavya’ya mülteci olarak gelip Yugoslav vatandaşlığına geçmiş kişilerdir. Karadağ’da 53 lise bulunmaktadır. Bunlardan 49 devlet okulu, 3 özel okul (2 tane uluslararasıdır) ve 1 devlet – özel okuludur. Liseler bu şekilde ayrılır: 1) Gimnaziya Liseleri 2) Sanat Okulları 3) Meslek Liseleri a) Üç yıllık Meslek Liseleri b) Dört yıllık Meslek Liseleri 4) İmam Hatip Lisesi (‘‘Mehmed Fatih’’ Medresesi) Her yıl 9 bin civarında birinci sınıfta kayıt yaptıran öğrenci vardır. Tüm sınıflarda her yıl 29 bir civarında öğrenci
vardır. Son istatistiğe göre Karadağ’da öğrencilerin %52si erkeklerden, %48 ise kadın cinsiyetinden ibarettir. Karadağ'da Lise Eğitimi zorunlu değildir. Bazı liselerde Türkçe dersi seçmeli ders olarak verilmektedir. Karadağ'da 3 üniversite bulunmaktadır. Bunlardan 1'i devlet üniversitesi, 2'si vakıf üniversitesidir. Tüm üniversitelerde eğitim Karadağ dilinde verilmektedir. Karadağ Üniversitesi ("Univerzitet Crne Gore"), Karadağ'da bulunan tek devlet üniversitesidir. Yönetim olarak herhangi bir vakıf veya özel kurumla bağlantısı bulunmuş olmayan, bütçesi devlet tarafından karşılanan üniversitedir. Bu üniversite 1974 senesinde kurulmuş olup Karadağ'ın en eski yükseköğretim kurumudur. Bu üniversitede halen 20.000 öğrenci eğitim almaktadır. Üniversiteye bağlı olarak 19 fakülte ve 2 bilim enstitüsü faaliyet gösteriyor. 2004 senesi itibarıyla Bologna Süreci uygulanmaktadır. Karadağ Üniversitesi'nin genel merkezi Podgoritsa(Podgorica) şehrindedir ancak bazı fakülteler Niksic, Cetinje, Kotor, Herceg Novi, Bar, Budva, Bijelo Polje, Berane gibi şehirlerde eğitim vermektedir. Karadağ Üniversitesi'nin rektörlük görevini Prof. Radmila Vojvodić sürdürmektedir. Vakıflarca kurulan iki üniversite Donja Gorica Üniversitesi ve Mediteran Üniversitesi'dir. İkisinin genel merkezleri Podgorica'da bulunmaktadır. Fakat Mediteran Üniversitesi'nin birkaç fakültesi Bar şehrinde faaliyet göstermektedir. Mediteran Üniversitesi 2006 yılında kuruldu, Donja Gorica Üniversitesi ise 2007 yılında kuruldu. İkisinin eğitim sistemi Bologna Süreci'ne göre uygulanmaktadır. Karadağ'daki en popüler sporlar futbol, basketbol, su topu, voleybol ve hentboldur. Ülkedeki diğer önemli sporlar boks, atletizm, masa tenisi ve satrançtır. Önceki dönemlerde yani Karadağ, Yugoslavya ülkesinin bir parçasıyken Karadağlı insanlar bu ülkenin millî takımlarında mücadele ediyorlardı. 24 Mart 2007 tarihinde Karadağ tarihinin ilk futbol maçını Macaristan ile Podgorica Stadında oynadı. Bu dostluk maçını Karadağ 2-1'lik skorla kazandı. Karadağ'ın en önemli iki futbol kulübü başkent Podgorica'da kurulmuş olan FK Budućnost Podgorica ve Nikšić şehrinin FK Sutjeska Nikšić ekipleridir. Karadağ Ulusal Olimpik Komitesi 2007 yılının Haziran ayında Uluslararası Olimpiyat Komitesine üye olarak katılmıştır. Karadağ'ın bağımsız bir ülke olarak katıldığı ilk Olimpiyat Oyunları 2008 tarihinde Pekin'de yapılan 2008 Yaz Olimpiyatları olmuştur. Ayrıca Karadağ, Sırbistan ile birlikte EuroBasket 2005 turnuvasını sunmuştur. Su topu genellikle ülkenin ulusal sporu olarak lanse edilir. Karadağ, 13 Temmuz 2008 tarihinde İspanya'nın Málaga kentinde düzenlenen Avrupa Şampiyonasında Sırbistan'ı 5-5 ve 6-5'lik skorlarla yenmiştir. 2009 yılında düzenlenen FINA Erkekler Su Topu Dünya Liginde altın madalya kazanmışlardır. Kotor merkezli su topu ekibi PVK Primorac, 2009 yılında LEN Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Karadağ'ın bir numaralı su topu liginde altı takım yer almaktadır. Bu altı takımdan şu dördünün bütçesi bir milyon avrodan fazladır: VK Primorac Kotor, VK Jadran Herceg Novi, VK Budvanska Rivijera Budva ve VK Cattaro. Karadağ'ı 2008 Olimpiyat Oyunlarında temsil eden millî su topu takımı bu Olimpiyat Oyunlarında dördüncü sırayı yer almıştır. Londra'da düzenlenen 2012 Olimpiyat Oyunlarında Karadağ bayan hentbol takımı, finalde Norveç'e 26-23'lük bir skorla yenilerek gümüş madalya almışlardı. Bu Karadağ'ın ilk Olimpiyat madalyası oldu. Dil (anlam ayrımı) Cesur Yeni Dünya (anlam ayrımı) Cesur Yeni Dünya: Otranto Otranto (Otranto lehcesi: "Utràntu") Güney İtalya'da Puglia Bölgesinde, Lecce ili'ne bağlı bir komünü. Otranto Adriyatik Denizi kıyısında bulunan Salento yarımadasının en doğu ucunda konumlanmıştır. Kasabanın hemen güneyinde olan "Punta Palascia" burnu İtalya yarımadasının en doğu noktasıdır. Şehrin adını verdiği Otranto Boğazı, Adriyatik Denizini İyonya Denizi ile bağlıyor ve İtalya'yı Arnavutluktan ayırmaktadır. Limanı küçük ve ticareti azdır. II. Mehmed'in Kaptan-ı Deryası Gedik Ahmet Paşa tarafından 28 Temmuz 1480′de şehrin kıyısına çıkartma yapıldı. İki hafta sonra 11 Ağustos 1480'de Otranto Kalesi Osmanlı güçlerince ele geçirildi. 13 ay Osmanlı egemenliğinde kalan kale, 11 Eylül 1481′de teslim oldu. Osmanlı gücü, 14 Ağustos 1480 tarihinde Otranto'nun 813 sakinini toplu idam etme iddiası ile Katolik kilisesine göre Otranto Şehitleri oluşmuştur. 1771 senesinde mukaddes sayıldılar, 12 Mayıs 2013'te Papa I. Franciscus tarafından aziz yapıldılar. Azizliğin ilanı ise 11 Şubat 2013'te, Papa XVI. Benedictus'ın aynı zamanda papalıktan istifa niyeti ile beraber açıklandı. Otranto komununun nüfusu (31.12.2010 tahminleri itibarıyla) 5.548 kişidir ve nüfus yoğunlugu 72,81 kişi/km² olur. Otranto komününün belediye sınırları içinde nüfusunun 19. ve 20. yüzyıllarda gelişmesi resmi nüfus sayımı sonuçlarına göre şu gösterimde özetlenmiştir: Otranto komününün şu komünlerle ortak sınırları bulunmaktadır: Cannole, Carpignano Salentino, Giurdignano, Melendugno, Palmariggi, Santa Cesarea Terme, Uggiano la Chiesa Niks Niks (Yunanca "Νύξ"), Yunan mitolojisindeki ilk tanrılardan gece tanrıçası, gecenin şekil almış halidir. Hesiodos'un "Theogony"'sinde Niks, Khaos'tan doğmuştur. Erkek kardeşi Erebus ile birlikte, Niks'in iki çocuğu olmuştur: Aether ve Hemera. Daha sonra, kendi kendisine Momus, Moros, Thanatos, Hypnos, Oneiroi, Hesperides, Keres ve Fates, Nemesis, Apate, Philotes, Geras ve Eris'i doğurdu. Hesiodos Tartarus'tan bahsederken Hamera'nin Tartarus'a Niks'in ondan çıktığı anda girdiğini anlatır. Ona göre, Hamera geri geldiğinde de Niks çıkmıştır. Homeros'un İliyad'ının 14. kitabında, Hypnos'a atfedilen bir alıntı vardır; Hypnos'tan Zeus'un uykuya dalmasını isteyen Hera'ya eski bir iyiliğini hatırlatır. Önceleri, bir kez daha aynı istekte bulunmuştur Hera ve Hypnos bunu yerine getirmiş Zeus'un uykuya dalmasını sağlamıştır, böylece Hera, Herakles'e büyük talihsizlik hazırlayacak fırsatı bulmuştur. Uyandığında durumu fark eden Zeus çok sinirlenir ve Hypnos'u cezalandırmaya yeltenir fakat Hypnos korku içinde annesi Niks'e kaçar. Hypnos sözlerine Zeus'un Niks'in öfkesinden korktuğu için kendisinin peşini bıraktığını ve ancak böylece Zeus'un öfkesinden kurtulabildiğini ekler. Bu tür bir alıntı, Niks'in dönemde baş tanrı olarak tapılan Zeus'un bile korkabileceği düşünülen güçlü bir Niks figürü olduğunu ortaya koyar. Niks'in daha erken dönem mitolosijinin bir figürü olduğu düşünülürse bu mitolojideki süreçleri anlamada yardımcı olur ve uzun süreçlerden sonra bile gerek bireysel gerekse toplumsal anlamda güç ve etkisini yitirmemiş figürler bulunduğunu vurgulamaktadır. Orfeus'a atfedilen bazı şiir parçalarında Niks'in çok büyük bir öneme sahip olduğu gözlemlenir. Bu yazınlarda, Kaos'tan ziyade Gece "ilk ilke" olarak ele alınır. Ayrıca Niks'in bir mağarası vardır, burada kehanet ve nasihatlerde bulunur. Aristofanes'in "Kuşlar" isimli eserinde de Niks ilk ilke olarak geçer; belki Orfik bir ilhamın nedeniyle. Ayrıca burada Eros'un da annesi olarak geçer. Diğer metinlerde Charon (Erebus ile birlikte) ve Phthonus'un de annesi olarak geçer. Niks'in mağara veya evinin yeri ve hâli ise farklı metinlerde farklı tasvir edilmiştir; Hesiodos'ta okyanus ötesinde, daha sonra Orfizm'deki gibi Parmenides'in felsefi şiirinde evrenin kenarındadır. Yunanistan'da Niks, nadiren bir kült sahibidir. Pausanias'a göre Megara'daki akropoliste bir kahini vardı. (Paus. 1.40.1) Daha sıkça, Niks diğer kültlerin arkaplanlarında gizlenmiş, bulunmuştur. Bu nedenledir ki, Efes'teki Artemis tapınağında Niks olarak anılan bir heykel bulunmaktaydı. Spartalıların bir Uyku ve Ölüm kültü mevcuttu; bu ikisi ikiz kardeş olarak algılanıyor ve kabul ediliyordu. Şüphesiz Niks de onların anneleri olarak algılanmaktaydı. Niks'e dair bileşenler içeren kült isimleri birçok tanrı için mevcuttu, en belirgin örnekler olarak Dionysus'un "Niktelios" (Paus. 1.40.6) ve Afrodit'in "Philopannyx" (Orfik Şarkı 55) adlandırmaları verilebilir. Niks temasını kullanan Roma'ya ait metinlerde, tanrıça "Nox"'a çevrilmiş, böyle kullanılmıştır. (Virgil V, 721). Ridaniye Muharebesi Ridaniye Muharebesi, 22 Ocak 1517 yılında Osmanlı Devleti ile Memlûk Sultanlığı arasında geçen muharebedir. Muharebeyi I. Selim komutasındaki Osmanlı ordusu kazanmıştır. 1516'da I. Selim, ordusuyla Memlûk Sultanlığı'na karşı Suriye ve Mısır seferine çıktı. Suriye'de Memlûklu hükümdarı Kansu Gavri komutasındaki Memlûk ordusuna karşı 24 Ağustos 1516'da Mercidabık Muharebesi'ni kazanan I. Selim komutasındaki Osmanlı ordusu Halep, Hama, Humus ve Şam'ı teslim aldı. Ardından Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul etti. 21 Aralık 1516'da Sadrazam Hadım Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Han Yunus Muharebesi'nde Memlûklu emirlerinden Canberdi Gazali'yi yenerek yoluna devam etti. I. Selim, Kudüs'ü teslim alıp ziyaret ettikten sonra Osmanlı ordusu Gazze'ye yöneldi. Mercidabık Muharebesi'nden sonra Memlûk Sultanlığı'nın başına geçen Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürtmüştü. I. Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü'nü 13 gün içinde (3 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridaniye'de Memlûk Ordusu ile karşılaştı. Ridaniye'de yeni Memlûk Sultanı Tomanbay, Venedikliler'den top ve silah alarak kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu. Memlûk Ordusu'na, El-Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran I. Selim, bu manevra sayesinde Memlûk Ordusu'nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. Memlûk Sultanı Tomanbay, çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen, 22 Ocak günü Ridaniye Muharebesi'ni kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komuta merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim'in otağı sandığı veziriazamın çadırına girdi ve Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu suikast baskınının da istenen hedefi bulmaması sonucu, Tomanbay savaş alanından çekildi. Böylece 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanıldı. Ridaniye Muharebesi çok kesin bir
sonuç vermekle beraber savaşının stratejik hedefi olan Mısır'ın fethi hemen mümkün olmamıştır. Çünkü Memlûklular büyük bir direniş göstermişlerdir. Kahire'yi hiç zayiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayatına zarar vermeden ele geçirmek niyetiyle 25 Ocak'ta Selim direniş göstermeden teslim olan bütün Memlûkluların affedileceğini ilan etmişti. Fakat Tomanbay ve ona yakın Memlûklu komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye başladılar ve bu nedenle Kahire ancak üç gün süren çok şiddetli sokak savaşlarından sonra ele geçirilebildi ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi öldü. 4 Şubat 1517'de I. Selim törenle Kahire'ye girdi ve "Yusuf Nebi Tahtı"na oturdu. Memlûklular, Nil deltasında ve Yukarı Mısır'da direnişe devam ettiler. Fakat fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini bertaraf edip Tomanbay'ı yakalamayı başardılar. Tomanbay, 13 Nisan 1517'de Kahire kale kapısında asılarak idam edildi. Bu zaferle birlikte Memlûk Sultanlığı yıkılmış, bütün toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir. Memlûk Sultanlığı tarihe karışmış, Osmanlı Devleti Mısır'a hakim olmuş ve Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Mısır'daki kutsal emanetler İstanbul'a getirilmiştir. Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz'in ve Baharat yolu'nun tek hakimi durumuna yükselmiş; Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır. Cesur Yeni Dünya Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley'in bir romanı, magnum opus'udur. "Brave New World" romanın özgün adıdır. Sheakespeare'in zamanında "brave" kelimesi "güzel" anlamına geliyordu, yani kitap'ın asıl manası "Güzel Yeni Dünya" dır. Romanın kurgusu Londra'da 26. yüzyılda geçmektedir ve distopik bir atmosfer mevcuttur. Romanda üreme teknolojisi, öjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim) sayesinde toplum değiştirilmiştir. Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir, fakat ironik bir ütopya; zira insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir; tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Fakat, ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat ve felsefe artık yoktur. Yeni Dünya'da tanrı Ford'dur. Ayrıca salt zevki önüne gelenle seks yapmada ve vücutta yan etkileri en aza indirilmiş bir uyuşturucu olan soma kullanmada bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür. Romanın ismi, Shakespeare'in "Fırtına" isimli eserinden, perde V, sahne I'deki Miranda'nın konuşmasından alınmıştır: Türkçe çevirisi: Aldous Huxley romanı 1931'de İngiltere'de yaşarken kaleme aldı. Bu dönemde zaten başarılı bir yazar ve sosyal hicivci olarak tanınmaktaydı. Cesur Yeni Dünya, Huxley'in beşinci romanı ve ilk ütopya (veya distopya) denemesidir. Kitap, Yevgeni İvanoviç Zamyatin'in Mıy (Biz) isimli kara ütopyası'ndan oldukça etkilenmiştir (bu kara ütopya George Orwell'in 1984 isimli eserini de etkilemiştir). "Bernard-Marx" : Alfa-Artı psikoloğu. Uygarlığın önceden belirlenmiş rollerine seve seve razı olmaları için yetiştirilmiş ve şartlandırılmış modern insanları arasında duygu kavramının farkında olan istisnalardandır. Fakat Marx Londra Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde mutsuzdur. Çünkü fiziksel olarak diğer Alfa-Artılardan farklıdır (neredeyse bir Delta kadar kısadır), bu nedenle de dışlanmaktadır. Hatta yapay kanına fazla alkol konulduğundan bu hale geldiği iddia edilmektedir. Yalnızlık için duyduğu özlem, zorunlu cinsel özgürlüğün bitmek bilmeyen hazlarından duyduğu hoşnutsuzluk, Bernard'ın kaçma duygusunu güçlendirir. Bu yüzden eski, ilkel yaşama biçiminin hala sürdürüldüğü az sayıdaki vahşi ayrı bölgelerinden birine (New Mexico) yapacağı ziyaret derdine çare olmasa da dönerken beraberinde Londra’ya getirdiği ‘Vahşi', teknik uygarlığı farklı bir gözle değerlendirir, onlara neleri kaybettirdiklerini hatırlatır. "John the Savage (Vahşi)": Linda ve Thomas’ın oğludur. Yeni Dünya'lı olan Linda, bir gezide New Mexico'da unutluş ve John'a kazara hamile kalmıştır. Vahşi, bulup okuyabildiği tek kitap olan Shakespeare derlemesiyle yaşamını biçimlendirmekte, Dünya'ya ozanca bir algılamayla bakıp, adeta bir sirk maymunu yapılması niyetiyle getirildiği Yeni Dünya’daki saçmalıklara soneler ve oyunlarla karşı durmaya çalışmaktadır. Ama Eski Dünya’da “yabancı veya ten rengi farklı” olduğu için dışlanan, Yeni Dünya’da ise yaşam alanı bulamayan Vahşi'nin dünyası bu ağırlığı taşıyamaz. "Henry Foster": Hatchery’nin yöneticisi ve Lenina’nın partneri. "Lenina Crowne": Beta-Artı Embriyo çalışanı, sarışın ve etine dolgun, John’ın sevdiği kız. "Mustapha Mond": Batı Avrupa Dünya Denetçisi. Diğer insanların mutluluğu uğruna çok sevdiği gerçek bilimden vazgeçmiş insan. "Fanny Crowne": Beta Embriyo çalışanı, Lenina’nın arkadaşı. "Benito Hoover": Lenina’nın Alfa-Artı arkadaşıdır. Bernard’dan hiç hoşlanmaz. "Helmholtz Watson": Alfa-Artı insanı. Duygusal Mühendislik Koleji'nde doçent, Bernard-Marx ve John'ın (Vahşi) güvenip, sırlarını paylaştıkları insan. Bernard gibi o da üretim hatasıdır. Hissetmesi veya cinsellikten kendini soyutlaması antisosyal ve hoşgörülemez aykırı davranışlardır. "Linda": John'un annesidir. Ayrı bölgede mahsur kalmadan önce Londra'da Beta-Eksi bir embriyo işçisidir... Uygar dünyada normal olan davranışları (istediğiyle cinsel ilişkiye girmek vs. - Çünkü "Herkes herkese aittir") nedeniyle vahşi ayrı bölgesinde dışlanmıştır. "Yaşlı Mitsima": John’a Indian’ı ve kilden çömlek yapmayı öğreten kişi. "Popé": Linda'nın ayrı bölgedeki sevgilisi. "Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi": Seri insan üretimi ve eğitiminin yapıldığı merkez. Bokanovski yöntemiyle tek yumurtadan yüze yakın ikiz embriyo oluşturulmakta, bu yüzden dünya nüfusu 2 milyardan fazla olmasına rağmen 10.000 soyadını paylaşmaktadır. Bu merkezde sosyal sınıfları ve görevleri önceden belirlenmiş, neredeyse her türlü hastalığa (yaşlanmaya bile) karşı bağışık insanlar üretilir. Zihinsel hiyerarşik bir sosyal kast sistemi vardır. İnsanlar, Alfa-Artı entelektüellerden Epsilon-Eksi yarı moronlara kadar sıralanır. Yine aynı merkezde Pavlov tarzı şartlandırmayla herkes kasttaki yerini, ait olduğu sınıfı ve yapmak zorunda olduğu işi sevmeye, bireyselliğe değil topluma önem vermeye ve sürekli tüketmeye şartlandırılır. Cesur Yeni Dünya'nın mutlu ve istikrarlı insanları oluşturulur. Kilitbahir Kilitbahir, Çanakkale ili Gelibolu Yarımadası'nda Eceabat ilçesinin bir köyüdür. Kilit-ül-bahr denizin kilidi anlamını taşımaktadır. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan yonca biçiminde büyük bir kaleye sahiptir. Kilitbahir, deniz kilidi anlamına gelmektedir ve Çanakkale'deki yıkılmadan sapasağlam duran bir kaledir. Frank Lloyd Wright Frank Lloyd Wright (d. 8 Haziran 1867, Wisconsin ö. 9 Nisan 1959 Phoenix Arizona), ABD'li mimar, yazar, eğitimci. Modern mimarlık tarihinin en önemli kişiliklerinden birisidir. Son derece basit ve yalın iç mekanlara, düzenli ve geometrik cephelere sahip tasarımlar gerçekleştiren Wright, doğa ile yapının kendiliğinden bir uyum içinde olması gerektiğini savunan Organik mimarinin ilkelerini ortaya koymuştur. Frank Llyod Wright'in bilinen 1.141 tasarımının 532'si inşa edildi. Yapıtları, biçimsel yeniliklerinden ötürü büyük ilgi uyandırdı. Çok geniş bir düş gücü ile tasarladığı yapılardan biri olan Şelale Evi, ülkenin en ünlü konutlarındandır; özellikle New-York Guggenheim Müzesi (1956-1959) gibi sarmal yapılar, günümüzde de özgünlüğünü korur. Her zaman bütüncüllük peşinde olan Wright, mobilyadan aydınlatma donanımına, masa örtüsünden yerdeki halılara kadar iç mekân tasarımı sürecinin hemen her aşamasında yetkin olmaya çalışmıştır. 1867’de Richland Center, Wisconsin’de dünyaya geldi. Rahip ve müzik öğretmeni William Russell Cary Wright ile öğretmen Anna Lloyd Wright çiftinin üç çocuğundan en büyüğüdür. Doğduğunda ailesi ona “"Frank Lincoln"” adını verdi. Babası rahip olarak değişik yerlerde görev yaptığından çocukluğu Rhode Island, Iowa ve Massachusetts'te babasının görev yaptığı yerlerde geçti. Aile, 1878'de Madison, Wisconsin'e yerleşti. Frank, Madison Lisesi’ne devam etti. 1885’te anne ve babası boşanınca “Frank Lincoln” olan adını “"Frank Lloyd"” olarak değiştirdi. Ailesinin geçim sıkıntısının artması üzerine lise eğitimini yarıda bırakarak Wisconsin Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı tasarımcı ve mühendis Allan Conover’in yanında yarı zamanlı çalışmaya başladı ve bir yandan da aynı fakültede özel öğrenci olarak teknik resim ve matematik dersleri aldı. 1887’de evden ayrılıp teknik ressam olarak çalışmak üzere Chicago'ya gitti. Ünlü mimar Joseph Lyman Silsbee'nin yanında birkaç ay çalıştı ve konut mimarlığı ile ilgili bilgiler öğrendi. Ardından Adler-Sullivan bürosunda yardımcı mimar olarak işe girdi. Şikago Okulu’nun en ünlü mimarı Louis Sullivan’a bağlı çalışıyordu. Sullivan onun üzerinde büyük etki bıraktı. Mimarinin bir sanat olduğu kadar sosyal bir protesto olduğu düşüncesini aşılayan ve bir binanın biçiminin onun temel işlevine göre ifade edilmesi gerektiğini öğreten Sullivan oldu. Bu sırada tanıştığı Catherine Lee Tobin ile 1889’da evlendi. Şikago’nun banliyösü olan Oak Park’ta kendi evlerini tasarladı. Çiftin altı çocuğu (Loyd, John, Catherine, David, Frances ve Llewellyn) bu evde dünyaya gelmiştir. Wright, Adler-Sullivan’ın bürosunda 1893'e kadar çalışarak Planlama ve Tasarım bölümü yöneticiliğine geldi. Adler ve Sullivan müstakil evler yapmayı istemiyor, bu tasarımlarla Frank Lloyd Wright’ın ilgilenmesini istiyorlardı. Ev tasarlamadaki başarısı ile öne çıkan Wright, dışarıya da iş yaptığının anlaşılması üzerine 1893’te Adler-Sullivan’daki işinden ayrılıp Oak Park’ta kendi ofisini kurdu. Sullivan ile dargın ayrılmış ve yıllar boyu konuşmamış olsa da hayatı boyunca kendisini saygıyla anmıştır. Wright’ın kendi atölyesinde 1893-1894’te tasarladığı "Winslow Evi" çok beğenildi. Winslow Evi’nin başarısı nedeniyle akademik çalışma yapmak üzere altı yıllığına tüm masrafları karşılanarak Paris’e ve Roma’ya gitmek için teklif aldı ama kabu
l etmedi. Bunun nedenini Eski Yunan ve Roma’ya dönmenin “bugün”ün ve “doğru”nun tam zıddı olduğunu, modernin “buranın” ve “şimdi”nin sorusu olduğunu söyleyerek açıklamıştır. Bu yıllarda Amerikan mimarisi üzerine düşünmeye başlayan mimar, Winslow Evi’nden sonra tam yedi yıl boyunca fikirler oluşturdu. 1901 yılında 'Ladies Home Journal' adlı yayında "Prairie Evleri" adlı projesini tanıttı. 1901 -1911 arasında inşa ettiği küçük ve konforlu evleri Prairie Evleri serisi olarak anılmaktadır. Geniş saçakları, yayvan ve yatık hatları, düz yüzeyleri, teras ve gizli bahçeleri olan bu evler yeni bir mimari dilinin doğmasına neden olmuştur. Prairie tarzındaki ilk ev, 1902’de Illinois Highland Park’ta inşa ettiği "Willits Evi"; serinin baş yapıtı ise 1909’da Şikago’da inşa ettiği "Robie Evi" oldu. Bu evleri yaparken Wright’in arzusu sadece bir ev inşa etmek değil, bütün bir çevreyi hatta evin içinin detaylarını oluşturmaktı. Evle birlikte mobilyalarını, aksesuarlarını, kumaşları, halıları da tasarlamaktaydı. Meslek yaşamının ilk yıllarında daha çok ev tasarımına odaklanan Wright’ın bu dönemde gerçekleştirdiği ev-dışı yapılar arasında en önemlisi, New York’ta 1904’te Larkin Sabun Fabrikası için tasarladığı yönetim binası oldu. Taylorist Açık Plan ofis tipinin ilk örneği kabul edilen bu binada Wright özel ofis mobilyalarının, duvarları kaplayan gömme dolapların tasarlanmasına kadar her türlü detayla ilgilendi. 1909 yılına kadar 130’a yakın bina yapan Wright’in başarısı ve ünü iyice yayılmıştı. 1909’da içinde ev çizimlerinin yer aldığı "Wasmuth albümlerini" hazırlamak üzere Almanya’ya gitti. Bir süredir aşk ilişkisi içinde olduğu Mamah Cheney da kendisine katıldı. Eşlerini ve çocuklarını bırakarak bir süre İtalya'da yaşayan ikili, birlikte Avrupa'da sergilere katıldı. Bu gezi ve Wasmuth albümleri Wright’in çalışmalarının Avrupalı mimarlarca tanınmasını sağladı. Çift, bir yıl sonra dönüp Wisconsin'de birlikte yaşamaya başladı. Wright, doğup büyüdüğü Spring Field’e dönünce Mamah ile birlikte yaşamak üzere Wisconsin Nehri’ne bakan yeni bir ev ve stüdyo inşa etti. Binaya, “"Taliesin"” adını verdi. 15 Ağustos 1914’te büyük bir trajedi yaşandı; Wright Şikago’da çalışırken bir hizmetçi Taliesin’i ateşe verdi. Evde yemek yemekte olan Mamah Chaney, iki çocuğu ve dört çalışanı ile birlikte hayatını yitirdi. Bu olayla harap olan Wright, aynı yıl Taliesin ’i yeniden inşa etti. Wright, yangından sonra kendisine taziyelerini gönderen Maude (Miriam) Noel ile birlikte yaşamaya başladı. Mimar, 1915’te Japon imparatoru tarafından Tokyo İmparatorluk Oteli’ni inşa etmek üzere davet edildi. Miriam Noel ile birlikte gittiği Tokyo’da altı yıl kaldı. Otel inşaatında Antonin Raymond ve Paul Mueller ile beraber çalıştı. Binanın depreme dayanıklılığına olağanüstü önem verip, gereken her şeyi göz önüne aldı. 1922’de inşaat tamamlandıktan sonra ABD’ye döndü. Otelin açıldığı 1 Eylül 1923 günü tarihin en yıkıcı depremlerinden biri meydana gelmiş ve otel, depreme dayanan nadir yapılardan biri olmuştur. 1922’de Los Angeles’a yerleşip yeni bir büro açan Wright, o yıl ilk eşi Catherine’den resmen boşandı. Kasım 1923’te Maude (Miriam) Noel ile evlendi. Morfinman olan Miriam ile ilişkisi evlendikten sonra daha kötüye gitti ve kısa bir süre ondan ayrı yaşamaya başladı. Bu dönemde çok az iş alabilen Wright, “"dokulu beton blok"” sistemi (textile block houses) ile dört konut inşa etti. Bu dört konuttan ilki, Pasadena’da antikacı Alice Millard için yaptığı 400 metrekarelik evdir ve günümüzde ulusal mimarlık anıtı olarak tescillidir. Wright, 1924’te Karadağlı bir balerin olan Olga Lazovich ile tanıştı, Los Angeles’tan ayrıldı ve Olga birlikte Taliesin’de yaşamaya başladı. 1925 sonunda bu birliktelikten bir kızı dünyaya geldi. Doğumdan önce 20 Nisan 1925’te çıkan bir yangınla Taliesin ikinci kez yandı. Wright’ın çok değerli Japon baskıları da bu yangında kül oldu. Mimar, binayı "Taliesin III" adıyla yeniden inşa etti. 1927’de Miriam Noel’den’dan boşandı. Taliesin II yangını ve boşanma nedeniyle maddi açıdan zor durumda düşen Wright, Talisein’i satışa çıkarıp San Diego’ya taşınmak zorunda kaldı; San Diego’da Olga ile evlendi. Eski dostları ve öğrencileri sayesinde 1928’de Talisein’i geri alıp Wisconsin’e dönebildi. Wright, 1932’de bir vakıf kurdu. Bu vakıf, tasarım sektöründe eğitim görenlere burs ve Taliesin’de staj olanağı vermekteydi. Aynı yıl yayımladığı “"Otobiyografi"” adlı kitabı okul için bir reklam aracı oldu; okula pek çok başvuru geldi. Böylece 1932’de 23 stajyer gelip Taliesin’de onunla yaşayıp çalışmaya başladı. Taliesin, felsefesi “yaparak öğrenme” olan bir mimarlık okuluna dönüştü. Okula kabul edilen öğrenciler, çizim elemanı olmadan önce bazen bir-iki yıl, sadece inşaatlarda çalışıyor, tarımla uğraşıyorlardı. Haftanın belli gecelerinde konserler verilip, şiirler okunuyordu. Haftada bir gün de Wright tarafından öğrencilerine belli konularda konferanslar veriliyordu.. Mimar, en tanınmış eserlerinden kimisini burada öğrencileri ile birlikte üretti. 1932’de “"Kaybolan Şehir"” adlı bir kitap daha yayımlayarak “"Broadacre Şehri"” adlı kentsel ütopyasını tanıtan Wright, öğrencileri ile birlikte bu düşünce üzerinde çalıştı. Wright, Pensilvanya’da Şelale Evi olarak bilinen ünlü konutu 1935’te tasarladı. Oğulları Taliesin’de Wright’ın öğrencisi olan Kaufmann ailesinin yaptırdığı ev, Bear deresinin şelaleye dönüştüğü bir noktada şelalenin üzerinde konumlanır. Time Dergisi’nin 1938 Ocak sayısına kapak olduğundan beri ilgi çeken ev, Wright’ın en tanınmış eserlerinden birisi oldu. Temizlik malzemeleri üreticisi Johnson Wax şirketi için 1936’da Racine, Wisconsin’de Taylorist ilkelere uygun olarak yeni genel merkez binasını tasarladı. 1939’da inşaatı tamamlanan ve günümüzde halen şirket tarafından kullanılmakta olan bina hizmete girdiğinde 1930’ların mimari başyapıtlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Wright, bina için kırktan fazla orijinal mobilya tasarladı ve binada ağırlıklı olarak Cheeroke kırmızısını kullandı. 1933 yılından itibaren kışları daha sıcak bir bölge olan Arizona’da geçirmeye başlayan Wright, 1937’de Arizona’da "Taliesin Batı"’nın inşasına başladı. Artık bütün öğrencileri kışları Wisconsin’den Arizona’ya geliyordu. Çöl yaşamına uygun çeşitli fikirleri, yenilikleri, bina detaylarını burada denedi. Bu kompleks, günümüzde Frank Lloyd Wright Mimarlık Okulu’nun ana kampüsüdür. 1936’da ABD büyük bir ekonomik kriz içindeyken tekrar ev mimarisine yönelen Wright, 'Prairie Evi'nden sonra 'Usonian Evi'ni geliştirdi. Bu tasarım ile düşük gelir düzeyine sahip insanların konut ihtiyacına cevap vermiş oldu. 1937’de Madison, Wisconsin’de bir gazeteci tanıdık için inşa ettiği “"Jacobs Evi"” ilk “Usonian Evi” kabul edilir. 1945’te New Yorklu bir arkadaş grubunun satın aldıkları arazi üzerinde kendileri için Broadacre Şehri düşüncesine uygun ev tasarlaması talebi üzerine "Pleasantville", önemli Usonian Evi örneklerindendir. Wright’ın en son ve en ünlü eseri Guggenheim Müzesi’dir. Amerikalı ünlü bir koleksiyoncu olan Solomon Guggenheim ile sanat danışmanı Hilla Rebay ile birlikte, 1943 yılında Frank Llyod Wright'a bir mektup yazarak bir müze tasarlamasını talep ettiler. 10 yıllık bir proje çalışma sürsinden sonra 1955 yılında müzenin inşaatına başlanabildi. Müze 1959’da Wright’in ölümünden 6 ay sonra açılabildi. 1959 yılı Nisan ayında aniden hastalanan Wright, 9 Nisan 1959 günü 92 yaşında Arizona’da hayatını kaybetti. Springfield, Wisconsin’de Taliesin yakınındaki Unity Chapel Mezarlığı’na defnedildi. 1985’te üçüncü eşi Olganiniva’nın ölümünden sonra mezardan çıkarılıp yakılmış ve külleri Arizona’da eşinin külleri ile birlikte gömülmüştür. Frank Lloyd Wright 3 kez evlilik yapmış ve 4 erkek 3 kız olmak üzere, 7 çocuk sahibi olmuştur. aynı zamanda 3. eşinin sahip olduğu kız çocuğunu da evlat edinmiştir. Eşleri: Levni Levni (17. yüzyıl sonları, Edirne- 1732, İstanbul), asıl adı "Abdülcelil Çelebi", Osmanlı minyatür sanatçısı, halk şairi. Lale Devri'nin yaşamış sanatçı, Osmanlı minyatür sanatının son büyük temsilcisidir. 17. yüzyılda duraklamış olan Osmanlı minyatür sanatına renk, perspektif, betimleme anlayışı ve natüralist öğeleriyle yenilikler getirmiştir. Eserleri, iki boyutlu bir yüzey sanatı olan minyatürle, perspektifi ve ışık gölgeyi kullanan Avrupa resmi arasında bir geçit olarak kabul edilir. III. Ahmet'in şehzadelerinin 1720'deki sünnet düğünün anlatan Surname-i Vehbi adlı eseri süsleyen minyatürleri Levni'nin en ünlü eserleri arasındadır. Şiir de yazan Levnî'nin yirmi kadar şiiri günümüze ulaşmıştır. 17. yüzyılın sonlarında Edirne’de dünyaya geldi. Asıl adı Abdülcelil Çelebi idi. Yaşamı ve eğitimi hakkında fazla bilgi yoktur. Genç yaşta İstanbul’a giderek Topkapı Sarayı'ndaki nakkaşhanede tezhip öğrendikten sona II. Mustafa zamanında sarayın başnakkaşlığına getirildiği bilinir. III. Ahmet döneminde de bu görevini sürdürdü. Lale Devri'nin en önemli ve yetenekli saray nakkaşı oldu. Mesleğinden ötürü Levnî (Levn:renk) adı kendisine sonradan verildi. İlk büyük çalışması, Dimitri Kantemir'in Osmanlı Tarihi ile ilgili kitabı için II. Mahmut'a kadar hüküm süren 22 padişahın portreleri idi. Bu portrelerin orijinalleri günümüze gelemedi. Padişah portrelerinin yer aldığı Silsilename, sünnet düğününün resmedildiği Surname-i Vehbi ve tek tek sayfalardan oluşan Murakkalar onun en önemli eserleri idi. Aynı zamanda bir halk şairi olan sanatçının şarkı, türkü, gazel, semai, gazel-i semai ve kalenderi formunda şiirler yazmıştır. Adı, Kilâri Ahmed Efendi'nin 1131 (1718) tarihli "Enderunlu Şairler, Hattatlar ve Musikî San'atkârları Tezkiresi"’ nde geçen Levni'nin şairliği dolayısıyla halk şairlerinden oluşan bir çevresi vardı. Atasözü ve deyimleri içeren "Atalar Sözü Destanı" adlı eserin de oa ait olduğu kabul edilir. 1732-1733'te yaşamını yitiren sanatçı, Eyüp'te Otlakçılar Camii yakınlarına defnedildi. Fakat bugün mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Son Dans Son Dans, Funda Arar'ın 3 Mart 2006 tarihinde yayınlanan dördüncü solo albüm
üdür. Bu albümün çıkış parçası olarak "Karartma Günleri" adlı parça seçilmiştir. Ayrıca Bergen'in "Benim İçin Üzülme" adlı şarkısının cover versiyonuda Funda Arar'ın yorumuyla dinleyenlerle buluşarak, nostalji geleneğinide bir bakıma devam ettirmiş olan sanatçının albümünde dikkat çeken diğer parçalar; "Karaya Vuran Gemiler Gibi", "Gurbet Kuşu", "Bu Sabah Güneş Doğmuyor", "Camdan Kalp", "Beni Benle Böyle" ve albüme adını veren "Son Dans". Distopya Distopya, ("anti-ütopya" Yunanca "dystopia") çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının "anti-tez"ini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum otoriter - totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Kelime ilk defa John Stuart Mill tarafından kullanılmıştır. Filozofun Yunanca bilgisi göz önüne alınırsa, kelimeyi "ütopyanın tersi" olarak değil, "kötü bir yer" anlamında kullandığı anlaşılır. Yunanca bir ön-takı olan "dys"/"dis", "kötü", "hastalıklı" ya da "anormal" anlamını taşır. "ou" takısı ise "yok", "değil" anlamını taşır ki, "ütopya" (outopia) Yunanca'da "olmayan yer" demektir. Aslında ütopya, ""güzel yer"" anlamına gelen "Eutopia" 'ya bir gönderme yapar ("eu" öntakısı "iyi, güzel" anlamı katar). Yani "distopya" ile "ütopya", "dysphoria" ile "euphoria" 'nın birbiriyle karşıt olduğu gibi karşıt değildir. Distopik toplumlar özellikle konusu gelecek zamanlarda geçen hikâyelerde yer alır. Bunlardan en ünlü olanları George Orwell'ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya adlı romanlarıdır. Distopik toplumlar edebiyatın birçok alt türünde görülmektedir ve genellikle toplumdaki politik,ekonomik,teknolojik ve dini problemlere dikkat çekmek için kullanılır. Ütopya Ütopya, aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum. Ütopyalar, bugün gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımlarıdır. Köken olarak Yunanca "yok/olmayan" anlamındaki ou, "mükemmel olan" anlamındaki eu ve "yer/toprak/ülke" anlamındaki topos sözcüklerinden türemiştir. Kullanımı Thomas More'un 1516'da yazdığı "De Optimo Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia" veya kısaca "Utopia" isimli kitabıyla yaygınlaşmıştır. Ütopyalar üzerine görüşler iki biçimde ortaya çıkmıştır. Bir kısmı özendirici, istenen nitelikte, diğer bir kısmı ise korkutucu, ürkütücü ütopyalardır. Eutopya olumlu ütopyadır. Mükemmel ama kurgusal değildir. More'un ütopyası birçok açıdan Platon'un Devlet'ine dayanır. Sefiller ve fakirler toplumdan ayıklanır. Çok az yasa vardır ve avukat yoktur, çok az savaş vardır. Toplum bütün dinlere hoşgörülüdür. Bazı okuyucular bu hayali topluma sıcak bakmazken, bazıları millet için gerçekçi bir plan olarak görmüştür. Bazıları da More'un ütopyasını bir ideal toplum arayışından çok İngiliz toplumu için bir taşlama olarak algılamıştır. Distopya olumsuz ütopyadır. Totaliter ve baskıcı toplumları ifade eder. Jack London'nın The Iron Heel'i, George Orwell'in 1984'i; Aldous Huxley'in Brave New World'u; Anthony Burgess's A Clockwork Orange; Alan Moore's V for Vendetta; Margaret Atwood's The Handmaid'ın Tale; Evgenii Zamiatin'nın We’si; Ayn Rand'nin Anthem’i; Lois Lowry'in The Giver’ı; Samuel Butler'ın Erewhon’ı; Chuck Palahniuk'un Rant'ı; Cormac McCarthy'ın The Road’ı; Suzanne Collins'in Panem'i gibi örnekler yer almaktadır. Bu tür ütopyalar, ideal toplum ve devlet tasarımlarıdır. Bu konuda eserler oluşturmuş bazı yazarlar ve eserleri aşağıdadır: Platon, "Devlet" adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür; Çalışanlar (çiftçiler, zanaatkârlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler(bilginler özellikle filozoflar). İşçi sınıfı çalışıp üretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılar. Bekçiler sınıfı toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varligini savunur. Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir. Bu toplumda her sınıfın bir erdemi vardır. İşçi sınıfının erdemi kanaatkâr olmak, bekçi sınıfının erdemi cesaret, yöneticilerin erdemi ise bilgeliktir. Platon’un açtığı bu ütopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Doğu felsefesinde böyle ütopik bir devlet anlayışını Fârâbî’de görmekteyiz. Farabi erdemli toplum ile ilgili El-Medinetü'l Fazıla kitabını yazmıştır. Bu kitapta erdemli bir toplumun özelliklerini yöneticilerin özelliklerini anlatmıştır. Adaleti sağlayacak kanunların olmasını istemiştir. Adaleti engelleyenlere ceza vermek toplumun erdemli olması için bir gerekliliktir çünkü topluma karşı yapılmıştır. Erdemli bir toplumu erdemli yöneticilerin yönetmesini istemiştir. Erdemli şehrin reisi, sıradan herhangi bir insan olamaz. Çünkü erdemli bir toplum erdemli yönetici ile mümkündür. Yöneticiler filozof ve halkına gerçek mutluluğu vermektir. Zenginlik ve zorbalıkla yönetmek, erdemli yönetimin özelliklerinden değildir. 1) Sağlam bir beden. 2) Sözü anlama kudreti. 3) Güçlü bir hafıza. 4) En küçük kanıtı değerlendirecek bir zekâ. 5) Düşündüklerini açıklayabilecek kıvraklıkta bir dil. 6) Öğretmeyi ve öğrenmeyi sevmek. 7) Yemeye, içmeye ve kadınlara düşkün olmamak. 8) Doğruluğu ve doğruları sevmek, yalandan nefret etmek. 9) Altın ve gümüşün değil, yüceliğin peşinde koşmak. 10) Adaleti sevmek, zulümden nefret etmek. 11) Adalet isteyenlere karşı ılımlı, kötülere karşı sert bir mizaç. 12) Doğruları korkmadan cesaretle hayata geçirebilecek bir azim ve irade 13) Ve en önemlisi de bilgelik. Roman tarzında yazdığı "Utopia" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı ortaya koyar. Bu devlette özel mülkiyet yoktur ve yasaktır. Herkes devlet adına üretir. Para geçerli değildir. Üretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Bireyler günde altı saat çalışır, geri kalan zamanlarını sanat ve bilimle uğraşarak geçirirler. Yöneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, çok sıkı bir eğitimle yetiştirilir. "Güneş Devleti" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı yaparken, o da Platon’un etkisi altında kalır. Güneş kentte her şey ortaktır. Aile yoktur. Eşlerin seçimi yönetimce yapılır. Kent bir rahip tarafından adilce yönetilir. Herkes dört saat çalışır. Geri kalan zamanda sanat, eğlence, okuma, beden ve ruhları eğitme gibi zevk veren işlere ayrılır. Yöneticinin yetkisi mutlaktır. Adları "Güç", "Akıl", " Sevgi" anlamına gelen üç yardımcısı vardır. "Yeni Atlantis" adlı eserinde ütopik devletini tanıtır. "Ben Salen" adlı adada sağlam bir ahlâk anlayışı egemendir. Özel bir örgüt, halkın bu yüksek bilgi ve kültürünü planlar ve yürütür. Buna göre "Yeni Atlantis" bir bilgi devleti olarak tasarlanmıştır. Günümüzde de distopyalar yazılmaktadır. Ancak, bunların ortak bir niteliği vardır, o da toplumları gelecekte bekleyen tehlikeleri göstermektir. Bu tehlike, bir yandan makineleşen bir toplumda insanın duygu, düşünce ve değer sistemleri ile yok olup gitmesidir. Öte yandan, insan özgürlüklerinin, demokratik hakların kurulacak bir despotik devlet tarafından yok edilmesidir. Bu distopyaların amacı, insanları bu türden tehlikeler için önceden uyarmaktadır. "Yeni Dünya" adlı eseri bir bilim-kurgu özelliği taşır. "Yeni Dünya" da teknoloji çok gelişmiştir. İnsanlar suni yoldan üremektedir. Evlilik yoktur. İnsanlar çalışır ve eğlenirler. Hastalanma ve yaşlanma yoktur. Geçmiş, tüm değerleriyle yok edildiği için, geçmişi düşünme ve özlem duyma yoktur. Bu distopya, doğal yaşamdan kopmayı dile getirme açısından geleceğe ilişkin bir korku distopyasıdır. George Orwell, "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört" adlı eserinde despotizmin (zorbalık) egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder. Bu ütopyaya göre, dünya eşit güce sahip üç bloka ayrılmıştır. Yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki ve insani duygular yok edilmiş, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmış, yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir. Orwell bu eserinde, gelecek üzerine korkularını dile getirmiştir. İnsanları, modern dünyayı etkileyebilecek sorunlar üzerinde düşünmeye yöneltmek istemiştir. Bu ütopyalar ekonomik temellidir. Ekonomik ütopyalar 19. yüzyıl ın zor ekonomik koşullarına bir çözüm olarak oluşturuldu. 19. yüzyıl başlarındaki sosyal karmaşa ticaretin ve kapitalizmin gelişmesine neden oldu ve bunlara çözüm olarak birçok ütopya oluşturuldu. Bu ütopyalar malların eşit dağıtılması, paranın kaldırılması, insanların sevdikleri ve topluma yararlı işlerde çalışması ve onlara bilim ve sanatla ilgilenebilecek zaman ayırması gibi özelliklerinden dolayı genellikle ‘sosyal ütopyacılar’ hareketi içinde gruplandı. Bu klasik ütopyalardan biri Edward Bellamy'ın Looking Backward adlı ütopyasıdır. Diğer sosyalist ütopya da William Morris’in Bellamy'ın eserindeki bürokrasiye yanıt olarak yazdığı ve eleştirdiği News from Nowhere ( Hiçbir Yerden Haberler)’dir. Ancak sosyalist hareket gelişemeye başladığında ütopyadan ayrıldı; Marx eski sosyalizmin eleştiri konusu oldu ve ütopyacı olarak tanımlandı. Ayrıca Eric Frank Russell'ın eseri The Great Explosion’nun (1963) son bölümü de ekonomik ve sosyal ütopyayla alakalı bilgiler içerir.Bu eserler Yerel Takas Ticari Sistemlerinin ilk vurgulandığı eserlerdir. Ayrıca ütopyalar siyasi görüşün karşıtı olarak görüldü. Örneğin, Robert A. Heinlein The Moon Is a Harsh Mistress adlı eserinde bireysel ve liberal ütopyayı tanımlar. Bu türün kapitalist ütopyaları genellikle devlet baskısı olmadan yapılan özel kuruluşlar ve bireysel girişimler toplum ve bireyler için büyük başarılar ve gelişme sağlayan serbest piyasa ekonomisine dayanıyordu. Diğer bir görüş ise kapitalist ütopyalar, sosyalist ütopyaların başarısızlık planları kadar borsa düşüklüğüyle ilgilenmiyordu. Sosyalizmin ve kapitalizmin harmanlanması bazıları tarafından ekonomik ütopya olarak görülüyordu. Bu küçük toplumların kapitalist ekonomiyle iş yerleri çalıştırmasından bahsediyordu. Politik ütopyalar hükümetin mükemmel toplum yaratma çabasının yer aldığı ütop
yalardır. Dünya barışının küresel ütopyası genellikle tarihin muhtemel dayanılmaz sonu olarak görülür. Sparta Lycurgus tarafından oluşturulan militaristlik bir ütopyaydı. Özellikle Atinalılar bunu bir distopya olarak gördüler). Sparta, Tebler tarafından Leuctra savaşında yenilgiye uğratılana kadar önemli bir Yunan gücüydü. Bu ütopyalar dini temellidir ve insanlığın başından beri vardır. Üyeleri ütopyayı oluşturan bir dini geleneğe inanmak ve izleme ihtiyacı duyar. Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki Adem’in Bahçesi ve Cennet hakkındaki farklı görüşleri özellikle geleneksel din anlayışı açısından ütopya olarak değerlendirilebilir. Böyle ütopyalar varlığın sıkıntılardan uzak olduğu saadet ve aydınlanma yeri olan ‘zevk bahçesi’ olarak tanımlanır. Varlığı günahtan, acıdan, yoksulluktan ve ölümden ayrı olarak hayal ederler ve bazen melekler ve huriler olduğunu iddia ederler. Benzer şekilde Hindulardaki Moksha ve Budistlerdeki Nirvana kavramları da bir çeşit ütopya olarak kabul edilebilir. Hinduizm ve Budizm'de ütopya yer değil aklın halidir. Eğer düşüncelerden bağımsız meditasyon yaparlarsa aydınlığa ulaşabileceklerini düşünürler. Bu aydınlanma ütopya kavramıyla alakalı olarak ölüm ve yaşam çemberinden çıkmayı vadeder. Ancak alışılagelmiş insan tarafından oluşturulmuş ütopyalar din temelli ütopyalar için daha açık bir kanıttır çünkü üyeleri yitirilen erdemleri ve değerleri Yaşam’dan Sonraki Hayatta yeniden kurmaya çalışır. 19. yüzyılda Birleşmiş Devletler ve Avrupa’da İkinci Büyük Uyanıştan sonra bazı radikal dini gruplar ütopik toplumlar yarattılar. İnsan hayatının tüm yönlerini inançlarına göre yönetebilecek toplumlar oluşturmaya çalıştılar. Bu ütopik toplumlar arasında en bilineni 18. yüzyılda İngiltere'de başlayıp kısa bir süre sonra Amerika’ya yayılan Shaker hareketidir. Diğer iyi örnekler ise; Riker'un Holy City(Kutsal Şehir) ve Kaliforniya’daki 15 ütopik koloni, Kanada ve Fin ‘kolkhozes’ ütopik toplumunu da kapsayan diğer 15 sosyalist ve dini topluluklar ve Sovyetler Birliği’dir. Bu ütopyalar gelecekte kurgulanmıştır; gelişmiş bilim ve teknolojinin acı ve ölümün yok olması, insan doğasındaki değişiklikler ve insani koşullardaki değişiklikler gibi durumların ütopik yaşam standartlarının oluşmasına yol açacağına inanılır. Bu ütopyacı topluluklar insan hakkındaki her şeyi değiştirmek isterler. Teknoloji insanların uyku yemek ve doğum gibi normal işlevlerini yaşam şekillerini etkiledi ve suni bir anlam kazandı. Bu planlanmış ütopyaların diğer şekilleri insanların teknolojiyle dengeyi bozması ve yaşam koşullarını arttırmasını içerir (örn.:Star Trek-Yıldız Yolculuğu). Ütopyanın durağan mükemmelliğinin yerine liberal transhümanistlerin extropya düşüncesi bireylere ve gönüllü gruplara tercih ettikleri sosyal kurumları oluşturmalarına izin verir. Garrett Jones, 2004 yılında yayımladığı eseri Ourtopia’da ‘hiçbir yer’ yerine ‘kendi yerimizi’ yapmak için elimizde olan bütün kaynakları iklim değişikliği ve kabileleşmeye karşı kullanmamız gerektiğini tartışır. Buckminster Fuller teknolojik ütopyacılık için teorik bir temel sundu ve bu teknolojik ütopyanın gelişmesini sağlayacak haritalar ve araba tasarımları geliştirdi. Teknolojik ve liberal sosyalist ütopyanın bir belirgin örneği de İskoç yazar Iain M.’nin Bank Culture adlı eseridir. Bu türün ilk çeşitleri kalıtsal teorilerle kuruldu. Doğadaki bazı özelliklerin kalıtsal olduğunu düşünen bazı genetikçiler sadece daha sağlıklı değil daha zeki bir ırk yaratılabileceğini ama beceri ya da aksine sarhoşluk ve suçluluk gibi bazı özelliklerin seçilebileceğini düşündüler. Bu durum iyi genlere sahip olanların çocuk yapmasını öneren, kötü genlere sahip olanlarınsa çocuk yapmalarını engelleyen bir durum haline dönüştü. Teknolojik ütopya idealinin bir diğer çeşidi Jacque Fresco'nun kurmuş olduğu Venüs Projesi'dir. Bu proje teknoloji ve bilimin yardımıyla tüm insanlığa ferah bir dünya kurmayı amaçlar. Dünya kaynaklarının tamamının, kurulacak teknolojik bir sistemle yönetilmesi gerektiğini savunur. Fresco'ya göre üretim kâr sağlamak için değil, ihtiyaç karşılamak için yapılmalıdır. Kâr üzerine kurulan ekonomik sistem savaşların temel sebebidir. Üretim insan gücü ile değil mutlak makine gücü ile yapılmalıdır. Gerhard Barkhorn Gerhard Barkhorn, (20 Mart 1919, Königsberg, Doğu Prusya - 8 Ocak 1983, Frechen, Köln, Nordrhein-Westfalen) Alman pilot. 20 Mayıs 1919'da Doğu Prusya'da Königsberg'de doğdu. 1937 yılında Alman Hava Kuvvetlerine girdi. II. Dünya Savaşı'na avcı uçağı pilotu olarak katıldı ve hepsi de Doğu Cephesinde olmak üzere tam 301 Sovyet uçağı düşürdü. Savaş sırasında Binbaşılığa kadar yükseldi. II. Dünya Savaşı sonunda kısa süre savaş esiri olarak tutuldu. 1956 yılında Batı Alman Hava Kuvvetlerine katıldı ve generalliğe kadar yükseldi, 1976 yılında emekliye ayrıldı. 1983 yılında Köln yakınlarında trafik kazasında öldü. Fotoğrafta boynunda gördüğünüz madalya, 1. sınıf Alman Demir Haç nişanının Şövalye sınıfıdır, nişana ayrıca meşe yaprağı, kılıç ve pırlanta eklenmiştir ki II. Dünya Savaşı'nda Alman Ordusunda alınabilecek en yüksek madalyadan bir öncekidir ve sadece 27 tane verilmiştir. Hans-Ulrich Rudel Hans-Ulrich Rudel (d. 2 Temmuz 1916; Landeshut, Niederschlesien, bugünkü Polonya'nın Kamienna Góra kasabası – ö. 18 Aralık 1982; Rosenheim, Bavyera), II. Dünya Savaşı'nın Alman bombardıman uçak pilotu. 2 Haziran 1916'da Konradswaldau’da doğdu 4 Aralık 1936’da Alman Hava Kuvvetlerine girdi. Haziran 1938'de subay ve kıdemli bir askeri öğrenci olarak Graz ben. / Sturzkampfgeschwader 168'e katıldı. Rudel, zorlu yeni teknikler öğrendi ve bu yüzden 1 Ocak 1939 tarihinde, muharebe uçuşuna uygun kabul edilerek, operasyonel keşif eğitimi için Hildesheim Keşif Uçuş Okulu'na nakledildi. O tarihte Teğmen rütbesine atandı. Eğitimini tamamladıktan sonra Prenzlau de Fernaufklärungsgruppe 121'e (Uzun Menzilli Keşif Grubu) tayin edildi. II. Dünya Savaşı'nın başında Polonya Seferi sırasında, Breslau'dan Polonya üzerinde uzun menzilli keşif görevleri için (gözlemci olarak) uçtu. Rudel 11 Ekim 1939 tarihinde 2. Sınıf Demir Haç madalyası kazandı. Oberleutnant (üstteğmen) olarak Britanya Savaşını geçirdi. Rudel, Sovyetler Birliği'nin Alman işgali sırasında, 23 Haziran 1941'de yaptığı ilk dört savaş misyonlarında uçtu. Gösterdiği pilot becerileri ile 18 Temmuz 1941 tarihinde 1. Sınıf Demir Haç madalyası kazandı. 23 Eylül 1941 tarihinde, Stuka pilotu olarak Leningrad bölgesinde Kronstadt Limanı'ndaki bir hava saldırısı sırasında, Sovyet savaş gemisi Marat'ı batırdı. Savaş gemisini 1,000 kg bomba kullanarak vurmuştur. Aralık sonunda, onun misyonunu 400 uçakla ve Ocak 1942'de Demir Haç Şövalye Haçı aldı. 10 Şubat 1943 tarihi itibarıyla 1000 sorti yapan tarihte ilk pilot oldu. Kursk Savaşı'nda 1943 sonbaharı boyunca 100 tankı tahrip ettiği iddia edilmiştir. Kasım 1944 yılında, kalçasından yaralandı ve alçılı haldeki bacağı ile sonraki misyonlarında uçmaya devam etti. 8 Şubat 1945 günü, 40 mm'lik kabuk parçası uçağına çarptı. Sağ ayağından kötü şekilde yaralandı ve Alman hatlarına iniş yaptı. Hayatını kurtarmak için birlikte uçtuğu Dr. Ernst Gadermann, tarafından kanamasını durdurarak, Rudel'in bacağını diz altından ampute etmiştir. 25 Mart 1945 tarihinde operasyonlardan döndü ve Savaşın sonuna kadar 26 tank daha imha ettiği iddia edilmiştir. II. Dünya Savaşı'nın nerede ise tüm cephelerinde görev almış ve 7 savaş uçağı düşürmüştür. Fakat asıl ününü kullandığı ju 87 tipi savaş uçağı ile Doğu cephesinde yer hedeflerine yaptığı saldırılarda edinmiştir. Çıktığı toplam 2530 görev uçuşu sonucu 519 Rus tankını, 1 savaş gemisini, 1 destroyeri, 70 botu, 800'den fazla motorlu aracı, 150'den fazla topu imha etmiştir. Bunların dışında Rus sabit hedeflerine ağır hasar vermiştir. Stalin tarafından kellesine 100.000 Ruble ödül konulan Hans Ulrich Rudel, savaş sonunda Sovyetlerin eline düşmemeye kararlı olarak 8 Mayıs 1945'te ABD güçlerine teslim oldu. Savaş kamplarında esir olarak on bir ay tutuklu kaldı. Amerikalılar tarafından serbest bırakılarak, 1948 yılında Arjantin'e taşındı. Savaştan sonra, bir süre için Arjantin Cumhurbaşkanı Juan Peron ve Üçüncü Reich hayranı Paraguay diktatörü Alfredo Stroessner ile yakın arkadaşı ve sırdaşı haline gelerek Güney Amerika'ya taşındı. Bir bacağı eksik olsa da, tenis ve kayak yaparak aktif bir sporcu oldu, ve hatta Amerika'daki en yüksek tepe olan Aconcagua'ya (6.962 metre veya 22.841 feet) tırmandı. Ziyareti sırasında azılı Nazi toplama kampı doktoru ve savaş suçlusu Josef Mengele ile tanıştı. 1953 yılında döndüğü Batı Almanya’da neonazi faaliyetlere katılarak ve milliyetçi siyasi parti, Alman Reich Partisi'nin (Deutsche Reichspartei) önde gelen bir üyesi oldu. Almanya'ya dönmeden önce, Kasım 1949 yılında Buenos Aires'te "Dürer-Verlag" tarafından yayımlanan ("Bununla birlikte" ya da "her şeye rağmen") Trotzdem başlıklı bir savaş günlüğü yayınladı. Rudel, bilinen bir Nazi olduğundan kitabının yayınlaması için izin verilmesi Almanya'da tartışmaya yol açtı. Kitapta, Ulusal Sosyalist politikayı destekledi. Bu kitap daha sonra yeniden düzenlenerek, Sovyetler Birliği'nin Alman işgalini destekleyen Stuka Pilot denilen anılarının bir kitap şeklinde yoğun olarak ABD'de yayınlandı. Hans-Ulrich Rudel savaş sonrası Almanya'da başarılı bir iş adamı oldu. 1976 yılında, Rudel Skandalına dahil olan İki yüksek rütbeli Bundeswehr generali, Karl Heinz Franke ve Walter Krupinski, erken emekliliğe zorlandı. Hatıralarını 1958 yılında “Stuka Pilotu” adı ile yayınlayan Rudel, 18 Aralık 1982’de Rosenheim’da ölmüştür. 22 Aralık 1982 tarihinde Dornhausen'e gömülmüştür. cenazesinde yas tutanlar Nazi selamı vererek fotoğraflandı ve Nazi sembollerinin sergilenmesini yasaklayan bir yasa altında incelenmiştir. II. Dünya Savaşı'nda Alman Ordusunda alınabilecek en yüksek madalyası olan Altın meşe yaprağı, kılıç ve pırlanta ilaveli Şövalye Demir Haç (Ritterkreuz des Eisernen Kreuzes mit goldenem Eichenlaub, Schwertern und Brillanten) savaş boyunca sadece bir tane Hans-Ulrich Rudel'e
verilmiştir. Efes Pilsen Efes Pilsen, Türkiye'de üretilen bir bira markası. Efes Pilsen 1969 yılında İstanbul ve İzmir'de üretilmeye başlamış ve kısa sürede dünyaya açılmıştır. 50'nin üzerinde ülkeye ihracat gerçekleştiren ve Türkiye'nin yanı sıra Rusya, Moldova, Sırbistan, Romanya ve Kazakistan'da yatırımları olan Efes'in dünyada toplam 17 bira, 4 malt fabrikası ve 1 adet şerbetçiotu işleme tesisi bulunmaktadır. Bira pazarını ve kültürünü geliştirme yolunda pek çok ilke imza atmış olan Efes, ilk light bira, kutu bira, dönüşümsüz şişe, 5 litre fıçı, kabartmalı kutu, baskılı kutu, şeffaf etiket, 1 lt şişe, fıçı kutu, fıçı şişe ambalaj ve ürünlerini Türk tüketicisiyle tanıştırdı. Türkiye geneline yayılan 202 bayi ve 28 distribütörü ile Türkiye'nin en güçlü dağıtım ağlarından birine sahip olan Efes, Türkiye'de biranın hammaddeleri olan maltlık arpa ve şerbetçiotunun gelişiminde de büyük rol oynadı. Efes, tüketici talep ve beklentilerini ön planda tutarak ürün portföyünü Efes Pilsen, Efes Light, Efes Dark, Efes eXtra, Efes Ice, Marmara Gold ,Bomonti ve lisanslı olarak ürettiği Miller Genuine Draft, Beck's ve Foster's markalarını içine alacak biçimde genişletmiştir. Efes 2007 yılında çıkardığı Gusta (buğday birası) ve Mariachi (agav ve limon aromalı) markaları Efes'in Türkiye pazarındaki yeni ürünleridir. Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (B.İ.İ.B.F.) kısaltması. B.İ.İ.B.F. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ne bağlı fakültelerden. Çanakkale - Biga karayolu üzerinde Prof. Dr.Ramazan Aydın Yerleşkesi'nde (Ağaköy Yerleşkesi) eğitim vermektedir. 2011-2012 eğitim-öğretim yılında kayıtlı öğrenci sayısı 4.600'dür. 2006 verilerine göre fakülte bölümlerine girişlerde alınan en düşük ve en yüksek puanlardır. En zor girilen bölümden, puanı en düşük bölüme doğru bir sıralama izlenmiştir. Fakülte eğitimlerini 54 öğretim üyesiyle vermektedir. Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyeleri Fakültenin en iddialı bölümlerindendir. Öğretim üyesi kadrosu diğer üniversiteler ile kıyaslandığında Türkiye'nin en kalabalık Uluslararası İlişkiler bölümlerinden biridir. "ÇOMÜ", BİİBF öğretim üyeleri ulusal ve uluslararası çok sayıda bilimsel yayında eserlerini yayınlamaktadırlar. Ayrıca üniversitenin yayınlamakta olduğu "Yönetim Bilimleri Dergisi" ("Journal of Administrative Sciences") de tanınmış bilimsel hakemli dergilerdendir. Ayrıca fakülte öğretim üyeleri 100'den fazla eserin sahibidirler. Yılda 2 kez yayınlanır. Başta uluslararası ilişkiler, işletme, kamu yönetimi, maliye,iş hukuku, uluslararası hukuk, iktisat ve çalışma ekonomisi olmak üzere sosyal bilimlerin çeşitli alanlarından Türkçe ve İngilizce makaleler ve kitap tahlilleri yayınlar. Yönetim merkezi Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'dir. Halen 6. cildindedir. BİİBF düzenli olarak çeşitli konferanslar, çalıştaylar ve kongreler düzenlemektedir. 2008 Yılında V. si yapılacak olan, Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi’nin amacı, küresel eşitlik temelinde katılımcı demokrasinin gerçekleşmesinde, yönetsel dönüşümün sağlanmasında, merkezi ve yerel yönetimlerin geliştirilmesinde, yetki ve sorumluluğun devlet-yerel yönetimler-sivil inisiyatifler arasında dengelenmesinde ve karar alma süreçlerine katılımda, ekonomik katma değerin paylaşmasında ve evrensel hukukun uygulanmasında sivil toplum kuruluşlarının rolünü tartışmak ve sonuçları kamuoyuna duyurmaktır. Bu amaç doğrultusunda akademisyenleri, sivil toplum kuruluşları temsilcilerini ve yöneticilerini, özel sektör ve devletin ilgili kurum temsilci ve yöneticilerini bir araya getirerek, geniş bir bilimsel ve toplumsal platformda tartışmayı sağlamak, uygulamadaki sorun ve çözümleri paylaşmak ve sivil toplum kuruluşlarının sorunlarının çözümlenmesine katkıda bulunmayı hedeflenmektedir. V. Uluslararası STK'lar kongresi'nin ana teması "Küresel Barış" olacaktır. Fakültede,çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkiler,iktisat ve işletme bölümlerine Rektör Prof.Dr.Ali Akdemir tarafından, diğer bölümlere de fakültenin diğer hocaları tarafından Sivil Toplum Kuruluşları dersi uygulanmakta; çeşitli ders içi projelerle öğrenciler "sosyal sorumluluk" alanları geliştirme uygulamaları da yapmaktadırlar. Pamir Dağları Pamir Dağları, Orta Asya'da Tacikistan-Çin, Sincan Uygur Özerk Bölgesi sınırında bulunan, lalenin ana vatanı olan ve Himalaya Dağları'nın kuzey silsilelerini teşkil eden sıradağlar. Hisar Vadileri Tanrı Dağları'nı Pamir Dağ Sisteminden ayırır.Bir diğer adıda Zalım Halıt olan Pamir Dağları, aynı zamanda Sincan içlerine 1.760 km girer. En yüksek zirvesi 7495 m. yüksekliği ile İsmail Samani Zirvesi'dir. Pamir Dağları'ndan gelen Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin sularının birikmesi ile bugün kurumakta olan Aral Gölü oluşur. Neturei Karta Neturei Karta, Aramice "Şehrin Muhafızları" anlamına gelen bir tamlama olup siyonizm karşıtı bir Ortodoks Yahudi cemaatidir. Örgütün kurucusu ise Moşe Hirsch'tir. Neturei Karta, Mesih gelmeden kurulmuş olan İsrail Devleti'nin geçerli bir devlet olamayacağını savunurlar. Bu nedenle cemaatin üyeleri her türlü resmî yazışmalarını İsrail Devleti ile değil, Ürdün ile yapmaktadır. Yahudi soykırımının da siyonistler tarafından İsrail Devleti'nin kurulması maksadıyla kullanıldığını iddia etmekte, Tevrat'a inanmakla beraber Siyonizm'e inanmamaktadırlar. Siyonizm'in Mûsevî dinine ters olduğu ve İsrail'in bir an önce Filistin'i işgal etmeyi bırakması gerektiği şeklindeki görüşlerini kutsal kitap Talmud'dan delil göstererek desteklemeye çalışmaktadırlar. Kudüs'te hâlen İsrail'i tanımayan cemaate bağlı 500 Naturei Karta ailesi yaşamaktadır. Mâverâünnehir Maveraünnehir, Orta Asya'da, Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) nehirleri arasında kalan tarihi bölge. Bugün bu bölge Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüştür. Orta Çağ'da İslam uygarlığının geliştiği bölgelerden biri olan Maveraünnehir'deki Semerkand ve Buhara kentleri önemli kültür merkezleridir. Ayrıca Göktürklerin yıkılmasından sonra anayurtlarını terkeden bazı Türklerin geçişlerini kolaylaştırıyordu. Arapça kökenli "Maveraünnehir" sözcüğü Türkçede "Nehrin ötesi/ardı" anlamına gelir. Bu bölge Batılı dillerde Transaxonia veya Transoxiana (Oxus Nehri'nin ötesi) olarak bilinir. Bunun nedeni Amu Derya nehrinin Yunanca'da "Oxus" olarak bilinmesi ve Büyük İskender tarafından Batı medeniyetine tanıştırılmasıdır. Divân-ı Lügati't-Türk'te Çay Ardı olarak geçer. "mā warā'a n-nahr" kavramı ilk defa bir hadiste bahsedilmiştir, muhtemelen İslâm'dan daha önceleri bu kavram Araplar arasında yaygındı , öyle anlaşılıyor ki bu bölge Sasani İran'ın kuzeydoğusundadır. Orta Çağ Arap coğrafyacıları bu bölgeyi Bilad al-Türk veya Turkistan, göçebe Türklerin yurtları olarak yazmışlardır. PSA Peugeot Citroën PSA, Avrupa'nın en büyük 2. otomobil üreticisidir. 1976 yılında Fransa'da kurulmuştur. İsmi Peugeot Société Anonyme'nin kısaltmasıdır. Bünyesinde askeri araçlar üreten Panhard et Levassor'u da bulundurur. General Motors General Motors (kısaca GM), 1908 yılında ABD'de kurulmuş şirket. Dünya çapında çalışan sayısı 244.500'dür. 2007 yılı cirosu 181,1 Milyar Dolar'dır. 77 yıl boyunca sürdürdüğü dünyanın en büyük otomobil üreticisi unvanını Toyota'ya kaptırmıştır. Şirket en büyük şanssızlığını küresel ekonomik kriz öncesinde teknoloji ve sanayi yatırımı yapmasına ve bu suretle likiditesini bitirmesiyle yaşamıştır. Alternatif enerji kaynaklı motor teknolojileri ile araç güvenlik ve inovasyonunda dünya lideridir. Firma 2008 yılında yaşadığı mali kriz neticesinde ABD hükümetinden destek talebinde bulunmuş ve göreve gelen ABD başkanı Barack Obama'nın isteği üzerine GM CEO'su Rick Wagoner 29.03.2009 tarihinde istifa etmiştir. GM grubun elinde tuttuğu SAAB firması 20.02.2009 tarihinde olası bir satılma durumunda ticari ve hukuki süreci kısaltmak amacıyla, GM grubundan bağımsız hareket etme kararı almıştır. GM 1 Haziran 2009 tarihinde iflas koruması için mahkemeye başvurmuştur. Birleşik Devletler ticaret hukukuna göre en fazla 90 gün sürebilen iflas koruma programında yönetim kurulu kararları, ilgili mahkeme hakimliğinin onayına bırakılmakta, bunun yanında şirket bir nevi ticari dokunulmazlıkla iflas sürecini engellemeye çalışmaktadır. Amerikan Hükümeti ile GM yönetiminin üzerine anlaştığı yeniden yapılanma programına göre, Amerikan ve Kanada Hazinelerinin yaklaşık 40 milyar dolarlık yardımıyla GM'in yaklaşık % 60'ı Amerikan hazinesine, % 15'i Kanada Hükümetine, % 15'i GM işçi sendikaları birliğine (Sendika bunun karşılığında 2015 yılına kadar greve gitmeme ve yönetim kurulunda oy hakkı olmaması anlaşmasına imza atmıştır), % 10'u ise mevcut hissedarlarda olacaktır. GM'in küresel operasyonları yenilenen GM'e aktarıldığı bu günlerde, GM Avrupa Operasyonlarına ait Opel'in çoğunluk hisselerini Magna International liderliğindeki Rus Sberbank'ında yer aldığı konsorsiyuma satılmaya çalışılmış, Opel'in %35'ni GM, %35'ni Rus Sberbank, %20'sini Magna International, %10'nunu da Alman devleti kontrol edecek, tasarım-mühendislik desteği GM tarafından verilmeye devam edecek, yeni durumun GM küresel pazar yönetimine ait hakim kararlar statüsü korunacak şeklinde bir plan yapılmışı nacak daha sonra bu satış GM tarafından iptal edilmiştir. GM iflas sonrası Pontiac ve Saturn markalarının üretimini durdurmuştur. Saab markası ise satılmıştır. Hummer firmasını da Çinli Sichuan Tengzhong Heavy Industries şirketine satmıştır. Fakat sonrasında satış Çin hükümeti tarafından desteklenmeyince satış gerçekleşmemiş ve GM Hummer'ı kapatmıştır. İflas koruma esnasında yeniden yapılanan GM; Cadillac, Chevrolet, Buick ve GMC markalarına odaklanmıştır. Mart 2017'de de Opel ve Vauxhall PSA grubuna satılmıştır. Deniz börülcesi Deniz börülcesi ("Salicornia europaea"), ıspanakgiller (Amaranthaceae) familyasından bir bitki türü. Bu isim altında birbirine çok benzer ve zor ayırt edilir alt türler bulunur. Deniz börülcesi, deniz kıyısına yakın yerlerde yetişen bir bitkidir. Türkiye'de en çok Gökova
'da yetişir, Tuz Gölü ve çevresi, Aksaray, Ereğli, Burdur ile Tarsus kıyılarında da rastlanır. Deniz kıyılarında suyun gel-git yaptığı yerlerde sular çekildikten sonra yetişen bu bitki, tuzlu, ekşi ama lezzetlidir. Daha çok ilkbaharda tüketilir; çünkü sonbahara doğru deniz tuzunu iyice içine çeker. Haşlanarak salatası yapılır. İyotlu topraklarda yetiştiğinden iyot eksikliğine bağlı guatr hastalığına iyi gelir. İdrar artırıcı ve kuvvet vericidir. Çiğ tüketildiğinde mutlaka sirke kullanmak gerekir. Sarımsak, limon ve zeytinyağı karıştırılarak yapılan sos ile de tüketilir. Bitkinin fenotipik plastisitesi ve lokal toplulukların kendi içlerinde üremeleri yüzünden taksonomisi çok karışıktır. Tür kümeleleri ve mikrotürler mevcuttur. Yapılan bilimsel yayınların "Salicornia" içinde hangi türe ait olduğu belli değildir. Bu grupta yer alan türlerin sadece "S. pusilla, S. europaea agg." ve "S. procumbens agg." olarak üç tür olarak ele tanımlanması gerektiği öne sürülmüştür. Deniz börülcesi tek yıllık, etli (sukkulent), tuzcul bir bitkidir. Uzunlukları 5–45 cm arasında olabilir. Alt türüne bağlı olarak gövde az veya çok dallı olabilir. Yapraklarının küçük ve pul gibi olması nedeniyle bitkinin gövdesi eklemli gibi görünür. Yeşil, kirli kırmızı veya sarı-yeşil olabilir. Sonbaharda koyu kırmızı bir renk alırlar. Meyveleri kapsül şeklindedir. En çok görüldüğü yerler kuzey yarım kürede orta enlemlerdeki deniz ve tuzlu göl kıyılarıdır. Su altında kalmaya ve tuza dayanıklılığı sayesinde denize doğru en fazla yayılabilen bitkilerdendir. Bu türü oluşturan alt topluluklar arasında diploid ve tetraploid formlar vardır. Avrupa'da Baltık Denizi, Atlas Okyanusu ve Akdeniz kıyılarında çok yaygındır. Ayrıca tuzlu göllerin kıyılarında da görülebilir. Deniz börülcesi, çamurlu veya kumlu, ama tuzlu ve alkali toprakları sever. Çoğu zaman deniz kıyısında bulunurlar. Tuza ve köklerinin su altında kalmasına dayanıklılığı nedeniyle deniz börülcesi deniz kıyılarında, deniz suyunun nüfuz ettiği topraklarda yetişirler. Bu bölgelerde kök salarak sudaki taneciklerin akıntıyla taşınmasını engelledikleri için, sedimantasyona yardımcı olurlar. Deniz börülcesi, çiçekli bitkilerin tuza en dayanıklı olanıdır. Bitkinin etli (sukkulent) olmasının nedeni tuza dayanıklılığıyla ilişkilidir. Hücrelerin içinde bulunan büyük bir koful hücre içindeki tuzlu suyu depolayarak sitoplazmadaki tuz konsantrasyonunun fazla yükselmesine engel olur. Tuz, deniz börülcesinin dayanabildiğinden daha yüksek olursa bitki kırmızı bir renk alır ve sonunda ölür. "S. europaea" köklerinin su altında kalmasına dayanıklı olmasından dolayı gövdeden köklere oksijen taşıma yeteneğine sahiptir. Ancak tamamen su altında kalınca ölür. Tohumlar filizlenmek için tatlı suya ihtiyaç duyar, ancak yağmur veya selden sonra filizlenirler. Filizlendikten sonra genç bitki normal deniz suyundaki tuz seviyesine dayanıklıdır. Bitkinin ölümünden sonra 10.000 dolayında tohum salınır. Tohumlar tatlı su bulamadıkları durumda toprak içinde uzun süre (50 yıla kadar) filizlenme yeteneklerini korurlar. Deniz börülcesi yenebilir bir bitkidir. Taze veya haşlanmış olarak yenilir. Sirkeyle tatlandırılıp tek başına veya salata içinde de hazırlanabilir. Mayıstan itibaren toplanır, başakları kullanılır. Hem deniz suyunda hem de tuzlu topraklarda yaşayabildiğinden deniz suyunda bulunan pek çok minerali içinde biriktirir. Bu yüzden sodyum, potasyum, magnezyum, iyot, kükürt, kalsiyum, fosfor, demir, çinko, manganez ve bakır bulundurur. Deniz börülcesinde bulunan bu mineraller eskiden onun sabun ve cam yapımında kullanılmasının nedenidir. Yakılmasından elde edilen küllerde bulunan sodyum karbonat camın ergime sıcaklığını düşürmeye yarar. Sodyum karbonatın ısıtılmasıyla elde edilen sodyum hidroksit sabunu yapımında kullanılır. Papatyagiller Papatyagiller (Asteraceae), iki çenekliler sınıfından bir bitki familyası. Familyanın ismi yıldız şeklinde çiçekleri bulunan bir cins olan "Aster" türünden gelmektedir. Genellikle otsu, çok azı çalı, ağaç ve lian şeklindedirler (odunsu sarılıcı bitkiler). Yapraklar basit veya bileşik, stipulsuz, alternat, rozet şeklindedir. Çiçekler baş veya kapitulum durumlarındadır. Bunlarda baş birçok küçük veya florat olarak adlandırılan çiçekler; konik, küresel ya da düzleşmiş bir reseptakulum veya diskten çıkarlar. Bütün kapitulum fillari olarak adlandırılan involukral brakteler tarafından sarılmıştır. Bunlar bir veya birkaç seri halinde olabilirler veya imbrikat dizilmiş olabilirler. Braktenin ikinci bir tipi de (chaffy) bulunabilir. Bu yapı genel resaptakulum üzerinde bireysel çiçeklerin tabanında bulunur. Brakteler mevcutsa, resaptakulum chaffy ‘dir; mevcut değilse çıplaktır. Reseptakulum (çiçek tablası) tüyler, dikenler ve oyuklar taşıyabilir. Kapitulumda bulunan çiçekler hermafrodit veya tek eşeyli, (bitkiler monoik veya dioik), aktinomorf veya zigomorf yalnız bir periyant serisi iyi gelişmiştir. Kaliks pappus olarak adlandırılan tüysü şekilde ya da tamamen eksiktir. Korolla 5’li ve simpetaldır. Korolla tubular çiçeklerde aktinomorf, ligulat olanlarda zigomorfdur. Androkeum 5 Stamen (erkek organ)lidir, onların anter (başçık)leri birleşik, filamentleri serbesttir (singenezik). Ginekeum 2 birleşik karpelli, tek odalı, ovaryum "alt durumludur". Meyve akendir. Asteraceae, çiçekli bitkilerin en büyük familyası olarak bilinir. Dünyada 1100 cins ve 25000 civarında türle temsil edilen kozmopolit bir familyadır. Türkiye'de 133 cins ve bunlara ait 1156’dan fazla türü bulunmaktadır. Bu bitkilerin çiçek durumunun kompozit yapısı, taksonomistlerin bu familyayı Compositae olarak anmasına yol açmıştır. Asteraceae cinsleri listesi Bu "Asteraceae" bitki familyasındaki cinslerin bir listesidir. Acid2 Acid2, web tarayıcılarının mevcut standartlara uygunluğunu tespit eden bir testtir. Test bir url ile ulaşılan, standart ya da yakında standart olacak tüm web tarayıcısı özelliklerinin bir arada kullanıldığı bir html sayfası ile uygulanır. Eğer tarayıcının tüm özellikleri standartlara uygun üretilmiş ise "gülen bir adam yüzü"nün sayfada doğru şekilde belirmesiyle testten onay alınır. Yüz resmindeki kırmızı noktalar ve dağılmalar web tarayıcısında standart dışı ya da eksik özelliklerin bulunduğunu gösterir. Acid2 basitçe bir tarayıcıdan HTML4, CSS1, PNG, ve DataURL'leri desteğini bekler. İlk üçünün var olması, temel web içeriğinin iskeleti olmalarındandır. Data URL'leri ise HTML4'te tanımlı olmasına karşın, destek azlığından yeterince kullanılamayan güçlü bir araçtır. Acid2 ayrıca varsayılan bir stil şablonu (style sheet) olduğunu varsayar. Son olarak test 96 ppi pixel yoğunluğu aramaktadır. Aşağıda test edilen özellikler verilmiştir. Sekoya "Sahil Sekoyası" ("Sequoia sempervirens"), servigiller (Cupressaceae) familyasının "Sequoia" cinsinden tek bir türle temsil edilen (monotipik) 120 m boy, 7 m çap yapabilen anavatanı Kuzey Amerika olan büyük bir ağaç türü. Herdem yeşil ve dev yapılı ağaçlardır. Oldukça kalın kabukları vardır. Genç sürgünleri önce kırmızı, sonra kahverengidir. 2 tip yaprakları vardır: Kozalaklar 1 yılda olgunlaşır ve 15-20 puldan oluşur. Kozalak pulları yan kenarlarıyla kapanmıştır ve her pulun altında 3-7 tohum bulunur. Doğal yayılış alanında 140 m'ye kadar büyür; gövde dibi çok geniş olup uca doğru daralır. Kabuk kırmızımsı kahverengi veya tarçın renginde, 15–25 cm kalınlığındadır, tacı ise dardır. Genç ağaçlarda dallar incedir, sonradan kalınlaşır ve gövdeye çevrel olarak dizilmiştir. Yapraklar sürgünlere sarmal olarak dizilmiştir ve iki şekildedir; yan dallar üzerindeki yapraklar 1-2,5 cm uzunluğunda iki sıralı dizilmişlerdir, alt yüzlerinde iki stoma bandı yer alır. Ana sürgünlerin üzerinde yer alan yaprakların ise uzunluğu 1,5-2,5 cm olup uçları sivridir. Erkek kozalaklar ovoid 1,5–2 mm olup sarı-yeşildir. Tohum kozalakları çok küçük, olgunlaşınca koyu kırmızımsı kahverengi, eliptik-yumurta veya yumurta şeklinde 2-3,5 x 1,2-1,5 cm'dir. Bir yılda olgunlaşan tohumlar açık kahverengi eliptik-dikdörgen şeklinde 1,5 mm uzunluğundadır. Tohum kanadı 1 mm genişliğindedir. Dünyanın en uzun ağacı olan Hyperion bir sahil sekoyasıdır. Bu ağaç Kaliforniya'da bulunan Redwood Ulusal ve Eyalet Parkı'nda bulunmaktadır. Fevzi Sürmeli Fevzi Sürmeli (d. 1946), Türk akademisyen, Anadolu Üniversitesi'nin eski rektörü. 1946 yılında Antakya, Hatay'da doğmuştur. Haziran 1971'de Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nden mezun olmuştur. 1972'de asistan olarak göreve başlamıştır. 1977'de Boğaziçi Üniversitesi, İdari Bilimler Fakültesi'nden Master Diploması almıştır. 1978'de Doktor, 1980'de Doçent ve 1988'de Profesör olmuştur. 1980 yılını izleyen dönemlerde dekan yardımcılığı, bölüm başkan yardımcılığı, 1982-1985 yılları arasında Açıköğretim Fakültesi Eğitim Planlama ve Koordinatörlüğü, 1987-1996 tarihleri arasında Sivil Havacılık Yüksekokolu Kurucu Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. 1993-2005 yılları arasında Anadolu Üniversitesi'nde rektör yardımcısı olarak görev yapmıştır. 2005-2009 yılları arasında Anadolu Üniversitesi'nde rektör olarak görev yapmıştır. 1993–1997 yılları arasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ulaştırma Sektör Kurulu Başkanlığı, DPT 1995 ve 1999 yıllarında VII ve VIII Beş Yıllık Kalkınma Planları Hava Ulaştırma Sektörü Özel İhtisas Komisyonluğu Başkanlığı yapmıştır. 1997-1999 yılları arasında da TÜLOMSAŞ (Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi A.Ş) Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulunmuştur. ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya, Polonya, Japonya, Pakistan, Hong Kong, Çin ve Mısır'da Sivil Havacılık Eğitimi ve Uygulamaları, Açıköğretim sistemi ve mesleki konularda araştırma ve incelemelerde bulunmuştur. Sürmeli, Fransa ile Türkiye arasında üniversiteler, sivil havacılık, teknoloji ve bilimsel alanlarda yapmış olduğu katkılar nedeniyle 6 Mayıs 1997 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı kararı ile "Devlet Likayat Şeref Madalyası'nda" (Ordre National du Merit) şövalye derecesi ile ödüllendirilmişt
ir. 19 Mart 2007 tarihinde de “Avrupa İş Konseyi” ve Oxford Rektörler Birliği kararı ile Oxford Şehir Meclisi Binasında yapılan törenle “Topluma yaptığığı entelektüel katkı” nedeniyle “Avrupa 2007 Socrates Eğitim ödülünü ”almıştır. Muhasebe, Bilgi Sistemleri, Finansman, İşletme, Açıköğretim Sistemi ve Sivil Havacılık Yönetimi konularında yazılmış çok sayıda kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Yeminli Mali Müşavirlik belgesine sahiptir. Evli ve iki çocuk sahibidir. Çayır papatyası Çayır papatyası ("Bellis"), papatyagiller (Asteraceae) familyasından 15 tür içeren küçük bir cinstir. Avrupa ve Akdeniz bölgesi ve Kuzey Afrika'nın yerlisidir. Çayır papatyaları 5 ila 20 cm kadar büyüyebilen çoğu kez çok yıllık bitkilerdir. Türlerin büyük bir kısmının bazal yaprakları ve basit dik gövdesi vardır. Her birinin gövdeden çıkan ışınsal çiçek başları bulunur. Koyungözü Koyungözü ("Bellis perennis"), papatyagiller (Asteraceae) familyasından Avrupa kökenli, yaygın bir çayır papatyası türü. Papatya olarak ilk anılan türün bu olduğu düşünülse de, bugün birçok ilgili bitki de aynı ismi taşımaktadır bu nedenle bu türü aynı ismi taşıyan diğer bitkilerden ayırmak için ona çayır papatyası veya adi çayır papatyası da denmiştir. Zaman zaman İngiliz papatyası olarak da anılmıştır. Batı, orta ve kuzey Avrupa yerlisidir. Otsu bir bitki olan koyungözü, kısa yayılmış köksaplara sahiptir. Daima yeşil kalan 2-5 cm uzunluğunda küçük dairesel veya kaşık şeklinde yaprakları vardır. Çiçek kurulları 2–3 cm çapında, beyaz uzun çiçekçikleri (sıklıkla kırmızı veya kırmızımsı uçlu) ve sarı tüplü çiçekleri vardır. Genellikle yapraksız 2–10 cm'lik gövdelerde oluşurlar. Nadiren gövdelerin boyu 15 cm'ye kadar varabilir. Tremolo Tremolo, bir telli müzik aletinin tellerinin, çalan kişinin istediği sürede tremolo sisteminin özelliğine göre gevşetilmesi veya gerilmesi için kullanılan, yaylı mekanizmaya bağlı bir koldan oluşan alettir. Tremolo ile teller gevşetildiğinde çıkan ses kalınlaşır, gerildiğinde ses incelir. Genelde bir nota çalındıktan sonra tremolo kolunun tele doğru yaslanıp geri çekilmesi şeklinde kullanılır. Böylece bir kesik sesler bütünlüğü oluşur. Yaratıcı ellerde kullanımı oldukça eğlenceli bir alettir. Eğer teli gerginleştiren bir modelse, enstrümanın akordunun bozulmasına veya tel kopmasına sebep olabilir. Sırbistan Sırbistan (Sırpça: , "Srbija") ya da resmî adıyla Sırbistan Cumhuriyeti (, "Republika Srbija"), Balkanlar'da yer alan bir devlettir. Sırbistan-Karadağ’ın ayrılmasıyla oluşmuştur. Kuzeyinde Macaristan, batısında Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Karadağ, güneyinde Makedonya ve Kosova, doğusunda Romanya ve Bulgaristan bulunur. Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını almıştır ve 420 yıl Osmanlı toprağı olarak kalmıştır. Balkanlar'da yer alan eski Yugoslavya'nın bir arada kalan iki parçası olan Sırbistan ve Karadağ'ın oluşturduğu Sırbistan-Karadağ Devlet Birliği, 21 Mayıs 2006 günü Karadağ'da düzenlenen referandum sonucu "De Facto" şekilde ortadan kalktı. Birliğin "De Jure" yani hukuki anlamda son bulmasıysa 3 Haziran 2006 tarihinde her iki ülke parlamentosunun birliğin sona ermesini onaylaması ile gerçekleşti. Bu eski birlik içindeki iki ulusal oluşumu teşkil eden Sırbistan (başkenti Belgrad) ve Karadağ (başkenti Podgorica) artık kendi politikalarını belirleme serbestliğine sahiptirler. Sırbistan, denizle bağlantısı bittiği için donanmasını satılığa çıkarmıştır. Ülkenin iki özerk bölgesi vardır. Birincisi başkenti Novi Sad olan Voyvodina'dır. Voyvodina'da yoğun bir Macar azınlığı bulunmaktadır. İkincisi başkenti Priştine olan Kosova ve Metohiyadır. Sırbistan nüfusunun % 82'si Sırp, geri kalan % 18'lik kısmı ise Macar, Boşnak, Roman ve diğer azınlıklar oluşturur. Sırbistan’ın idari sistemi istatistiksel bölgeler, ilçeler ve belediyelerden oluşur. Kosova ve Metohiya Özerk Bölgesi, 1998 yılında başlayan çatışmalar sonucunda 1999 yılından itibaren fiilen Sırbistan idari yapısından kopmuştur. 2008 yılında tek taraflı bağımsızlığını da ilan ederek, uluslararası tanınma süreci devam eden ayrı bir devlet statüsü kazanmıştır. Dolayısıyla Kosova ve Metohiya ’daki idari birimler fiilen yoktur. Sırbistan’ın en üst idari düzeyini istatistiksel bölgeler (Sırpça: "Статистички регион") oluşturur. 2009 yılında Sırbistan Millî Meclisi ülkeyi 7 istatistiksel bölgeye ayıran “Eşit Bölgesel Kalkınma Kanunu” çıkarmıştır. 7 Nisan 2010 tarihinde Kanun tadil edilmiş, bölge sayısı 5 olarak düzenlenmiştir. Sırbistan’ın idari sisteminde istatistiksel bölgelerin içinde ilçeler (Sırpça: "Управни округ" veya "Округ") yer alır. Ülkenin idari dağılımında 29 ilçe vardır. Bunlardan 7’si Voyvodina’da, 8’i Şumadiya ve Batı Sırbistan’da, 9’u Güney ve Doğu Sırbistan’da, 5’i fiilen Sırbistan’da yer almayan Kosova ve Metohiya Özerk Bölgesi’nde yer alır. Sırbistan’ın idari sisteminde ilçelerin içinde belediyeler (Sırpça: "Општина") yer alır. Ülkenin idari dağılımında 150 adet "belediye" vardır. Bu idari birimler, Sırbistan’daki yerel yönetim merkezlerini oluştururlar. Ülkede belediye alanlarından 33 tanesi "şehir belediyesi" yapısındadır. Sırbistan idari yapısında ayrıca 24 adet idari statüye sahip "şehir" vardır. Şehir yapılarından bazıları şehir belediyesi birimini oluştururken, bazı şehirler bu statüye sahip değildir. Belgrad, Novi Sad, Niş, Kragujevac, Požarevac ve Vranye olarak 6 şehir ülkedeki şehir belediyelerindendirler. Bu şehirlerin yapısında ayrıca birden fazla belediye birimi bulunur. Orta Sırbistan şehirleri ve nüfusları. Sırbistan'ın resmî dili Sırpçadır. Ancak azınlık dilleri olarak, Macarca, Makedonca, Boşnakça, Hırvatça ve dilleri başta olmak üzere diğer azınlık dilleri konuşulur. Sırpların büyük çoğunluğu Ortodoks Kilisesi'ne bağlıdır. Ama aralarında Katolik ve az da olsa Protestan olanları vardır. Sancak bölgesinde yaşayanların çoğunluğu Boşnak kökenlidir 2008-2012 Küresel Ekonomik Kriz Sırbistan ekonomisini etkilemiş, 2000'li yıllarda yüksek büyüme oranları yakalayan Sırbistan ekonomisi 2009-2012 yılları arasında küçülmüştür. İşsizlik, ülke ekonomisinin en önemli sorunu olmaya devam etmektedir. Avrupa Komisyonu'nun '2015 İlerleme Raporu'na göre, Sırbistan etkin bir piyasa ekonomisine ve AB içinde rekabet gücüne sahip olmayı öngören Kophenang Ekonomik Kriterleri'ni kısmen karşılamaktadır. IMF ile Sırbistan arasında anlaşmaya varılan üç senelik program ile 1 milyar Euroluk 'stand-by' düzenlemesi 2015 Şubat ayı sonunda yürürlüğe girmiştir. Ülkede büyük nüfus oranıyla yaşayan Sırpların dışında, başka etnik gruplar da vardır. Kuzey kesimde Macarlar, Rumenler, Slovaklar, Hırvatlar, Rusinler; orta ve güneyde Boşnaklar, Arnavutlar, Türkler yaşar. Bu gruplardan bazıları az nüfusa sahiptirler. Sırbistan mutfağı, Balkan mutfaklarından biridir ve heterojen bir mutfaktır. Yemek kültürü olarak Türk mutfağı ile büyük ortaklıkları vardır. Uzun tarihî süreçteki beraber yaşama sonucunda Sırbistan mutfağında, bugün Türk yiyeceği sayılan birçok ürünü görmek mümkündür. Sarma ("sarma"), kebap ("ćebap", "ćevap"), güveç ("đuveć"), baklava ("baklava"), börek ("burek") bu mutfak ögelerinden birkaçıdır. Piyemonte Piyemonte (İtalyanca: Piemonte ; Piyemontece: Piemont) İtalya'nın 20 bölgesinden biridir. Özerkliğini 1948 Anayasası ile kazanmış olan 20 bölgeden birisi olan Piyemonte'nin yüzölçümü 25.399 km², nüfusu ise 4,45 milyondur. Bölgenin başkenti Torino (Piyemontece: Turin) kentidir. Bölge başbakanı Roberto Cota (Lega Nord)'dur. Piyemonte, kuzeyinde İsviçre'nin Valais ve Ticino kantonları ile İtalya'nın Valle d'Aosta, doğusunda Lombardiya ve Emilia-Romagna, batıda Fransa'nın Rhone-Alpes ve Provence-Alps-Cote d'Azur bölgesi ile Güney Ligurya ile çevrilidir. Piyemonte bölgesi şu 8 ile ayrılmıştır: "Piyemonte" bölgesinde bulunan nüfusu 20.000'den büyük beldeler listesi şudur: Peçenekler Peçenekler veya Beçenekler, Göktürk Devleti'nin sona ermesinden sonra ana yurtları olan Batı Sibirya'dan, Ural Dağları ve Yenisey Irmağı arası bölgeden, köklü şekilde yerleşip kendilerine yurt ettikleri Koban Bölgesine göç edip yerleşmişlerdir. Koban Bölgesini kendilerine merkez edip oradan Kafkaslara, (Hazar ve Karadeniz arasındaki bölgeye) ve Doğu Avrupa Bölgelerine akınlar ve etkileri olmuştur. Peçenekler, Orta Asya'dan Avrupa'ya göç ederek tarihte etkin olmuş; ama devlet kuramamış Türk halklarından birisidir. Daha sonra çoğunluğunun Hıristiyanlığı kabul ettiği ve Avrupa halkları arasında eriyerek yok oldukları ileri sürülür. Divânu Lügati't-Türk'te Peçenekler, Oğuz - Üçok Boylarından oldukları ifade edilir. Bizans devrinde Anadolu'ya göç etmelerinden dolayı ""Rum yakınında oturan Türklerden bir bölük"" şeklinde tasvir edilerek Peçeneklerin Bizans ile yakınlığı dile getirilmiştir. 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesinde Büyük Selçuklu Devletine karşı Bizansın tarafında yer almışlardır. Sonradan Büyük Selçuklu tarafına geçen Peçenekler, Büyük Selçukluların bu savaşı kazanmalarında önemli rol oynamışlardır. Peçenekler, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmud'a göre Divân-ı Lügati't-Türk'te yirmi iki Oğuz bölüğünden ""... Ondokuzuncusu; "بآجانآك Beçenek"lerdir. Belgeleri şudur : "" şeklinde tanımladığı Oğuzların Üçok kolundan bir Türk boyudur. Göktürklerin batı kanadını oluşturan Onoklardan meydana gelen Peçeneklerin, 6. yüzyılda Issık ve Balkaş Gölü gölleri çevresinde oturduğu görülmektedir. 8. yüzyılda Oğuzların baskısıyla batıya göç ederek Seyhun nehri dolaylarına yerleştiler. Daha sonra hareketlerine devam ederek Aral Gölü ile Hazar Denizi'nin kuzey bölgesindeki topraklara yayıldılar. "Peçenek Hanlığı" (860-1091) Hudud ul-'alam min al-mashriq ila al-maghrib (Arapça: حدود العالم من المشرق الی المغرب) tanınmamış bir yazar tarafından 982 yılında yazımı biten, daha sonra Gurluların hükümdarı "Abu ul-Harith Muhammad ibn Ahmad"’a sunulan Arapça yazılmış bu kitapta Peçenekler "Bachanāk-i Turk" ve "Turkān-i Bachanākī" olarak adlandırılmıştır. Peçenekler, 9. yüzyılın ikinci yarısında Don ve Kuban
nehirleri arasındaki bölgeye geldiler. Bu hareketleri nedeniyle Macarları batıya Orta Avrupa'ya sürdükleri gibi kendileri de Karadeniz'in kuzeyine egemen oldular. Ruslarla bölgenin hakimiyeti için yapılan Peçenek saldırıları 1036 yılında I. Yaroslav tarafından durduruldu. Peçenekler 1049'da diğer Oğuz boylarının baskısı sonucu Batı Karadeniz ve Balkanlara geldiler. Karadeniz'in kuzeyi ve Balkanlarda 11. yüzyılın sonlarına kadar önemli bir güç oldular. 1048 yılında Tunayı geçerek Bizansa akına başladılar. 1050 yılında Edirneyi kuşatan Peçenekler, 1053 yılında Bizans’ı ağır yenilgiye uğratmışlardır. 1090 yılında Büyük Çekmeceye kadar geldiler. Bu dönemde Bizanslılar batıda Peçenek Türkleri, Anadolu’dan Selçuklu Türkleri, İzmir ve civarında Çaka Bey ile uğraşıyordu. Peçenekler bu sırada İstanbul’u almak isteyen Çaka Bey ile anlaştılar. Buna göre Peçenekler karadan, Çaka Bey denizden İstanbul'u kuşatacaktı. Bizans İmparatorluğu bu tehlikeden kendini başka bir Türk kavmi olan Kıpçakların yardımıyla kurtuldu. Oğuzlardan sonra Balkanlara gelmiş olan Kıpçaklarla anlaşan Bizans yöneticileri, Meriç kıyısında göçebe iki gücü birbirine kapıştırdılar. Sonuçta Peçenekler Lebounion Savaşı'nda ağır yenilgi aldılar. (28 Nisan 1091). Bu olaydan sonra Peçeneklerin bir kısmı Macaristan’a çekilerek Macarlara karıştılar. Bir kısmı da Vardar nehri boylarına yerleştiler ve Slavlaştılar. Bir kısmı da Bizanslılar tarafından alınarak Kıpçaklarla birlikte Anadolu’ya Selçuklular’a tampon maksatlı yerleştirildiler. Fakat 1071 Malazgirt Savaşı Bizans ordusunun önemli bir kısmını oluşturan Oğuz-Peçenek-Kıpçak Türkleri saf değiştirdiler. Peçenekler Karadeniz'in kuzeyinden bugünkü Macaristan topraklarına gelmişlerdir. Peçenekler, atlı göçebe yaşam tarzı sürdürmüşler; fakat bulundukları coğrafyada siyasi bir teşekkül oluşturamamışlardır. 130 yıl kadar Balkanlarda varlıklarını sürdürmüşler ve daha sonra bir kısmı Bizans hakimiyetine girmiş, bir kısmı ise varlıklarını Balkanlar'da devam ettirmişlerdir. Bizans saflarındaki Peçenekler Malazgirt Savaşı'nda Selçuklu tarafına geçmişler ve savaşın Selçuklular tarafından kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Günümüzde hala İç Anadolu'nun çeşitli yerlerinde birçoğu Türkmen geleneğini sürdüren Peçeneklerin yaşadığı bilinmektedir. Eskişehir, Ankara, Aksaray arasında bazı köy ve yer adları da bu görüşü desteklemektedir. (Ankara'nın Altındağ, Kazan, Çamlıdere ve Sincan ilçelerine bağlı Peçenek adında köyler vardır. Eskişehir'in Han ilçesinde Beçene köyü bulunmaktadır. Şereflikoçhisar ve bugün kısmen Aksaray İl sınırları içerisinde arada kalan bir kısım Kırsal Bölgesine ciddi sayıda Peçenekler yerleşmesi olmuş Bizans döneminde, burada Peçenek Çayırı ve bu Çayır boyu bulunan Köylere eskiden bugüne Peçenek Köyleri denilmekte, Ayrıca Şırnak'ın İdil ilçesine bağlı Peçenek adlı bir köy daha vardır.) Bunlarla birlikte Gümüşhane ve Bayburt yöresinde de var oldukları bilinmektedir. Aliuşağı, Şereflikoçhisar köyü halkının da Peçenek olduğu iddia edilir. 11. yüzyılda Bizans İmparatorluğu tarafından diğer Türk Devletlerine karşı tampon bölge oluşturulmak için İç Anadolu'da Tuz Gölü'nün doğusuna Aliuşağı'na ve bölge köylere yerleştirilen Peçenekler, burada Müslümanlığı kabul etmişlerdir. İlk ismi Uşak-ı Aliyyiyey-i Peçenek olan Aliuşağı köyü, günümüzdeki Aliuşağı köyünün kuzeyinde Peçenek Çayırının güneyinde bulunuyordu. Köyün ismi Osmanlı İmparatorluğu döneminde Aliuşağı oldu. Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı Maraşlı (eski adıyla Nefs-i Paçan) köyüne ilk yerleşenlerin Peçenek Türkleri olduğu düşünülmektedir. Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesindeki Berçenek (Tarlacık) ismindeki köyün Peçeneklerden kalma olduğu rivayet edilir. Körfez ülkeleri Basra Körfezi kıyısında bulunan ülkelere "Körfez ülkeleri" denir. Bunlar; Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, İran ve Umman'dır. Körfez ülkelerinden en büyük yüzölçümüne sahip olan ülke Suudi Arabistan'dır. Orta doğu'daki bütün körfez ülkeleri hızla gelişmesiyle dikkat çekmektedir. Aptullah Kuran Kütüphanesi Aptullah Kuran Kütüphanesi, Boğaziçi Üniversitesi içinde yer alan bir kütüphanedir. Robert Kolej 1863 yılında Dr.Cyrus Hamlin tarafından kurulduğunda, ilk önce Bebek'deki eski bir binaya yerleştirildi. Böylece Kütüphane'nin de ilk temelleri atılmaya başlandı. Harvard Üniversitesi'nin 200 kitap bağışıyla başlayan koleksiyon daha sonra Dr. Hamlin tarafından işe alınan ilk iki profersörden biri olan Rev. Henry Albert Schauffer toplam $2.000'lık daha kitap aldı. Böylece Kolej 1871 yılında Bebek Kampüs'teki Hamlin Hall'e taşındığında koleksiyondaki kitap sayısı 5000'e ulaşmıştı. Ancak kitaplar kampüs içinde çeşitli fakülte odalarına ve binalara dağıldığı için alışılmış anlamda bir kütüphane yoktu. 1897 yılında Kaspar Tüygil Robert Koleji'nden mezun olduğunda, Başkan Calep Gates onu kütüphaneci olarak atamış ve Kaspar Tüygil 55 yıl bu görevi yapmıştır. Tüygil koleksiyonu geliştirmiş ve Albert Long Hall binasının zemin katında ilk kütüphaneyi kurmuştur. 1932 yılında van Millingen Hall binası bitinceye kadar da orada kalmıştır. Van Milligen Hall binası aslında Robert Koleji Kütüphanesi için inşa edilmişti, fakat bununla birlikte bina, Robert Kolej'in müdürünün ofisi ve 1960'ların başına kadar da kütüphanenin ana okuma odası, fakülte toplantıları için de kullanılmıştır. Kütüphane, 1879-1915 yılları arasında Robert kolejinde tarih profesörü olan ve İstanbul'un Bizans anıtları hakkında kitaplarıyla ünlü olan Alexander van Millingen'in (1840-1915) adını taşımıştır. Profesör Van Milligen öldüğünde tüm kitaplarını ve 1000 İngiliz Lirasının kütüphaneye bırakılmasını vasiyet etmiştir. van Millingen'in kitapları Yakın Doğu Koleksiyonu'nun (Near East Collection) temelini oluşturmuştur. Binanın inşası 1931 yılının bahar başlarında başlayıp, 1932 yılında tamamlanmasıyla yeni kütüphane açılmıştır. İtalyan Rönesans stilinde ve avlunun etrafındaki diğer kolej binaları gibi aynı mavi kireç taşından inşa edilen kütüphane $75.000'a mâl olmuştur. Bu paranın yarısı en son Mütevelli Heyeti yönetim kurulu başkanının dul eşi olan Mrs. John S. Kennedy tarafından bağışlanmıştır. Bir tepenin üzerine inşa edilen 5 katlı binanın 2 katı kampüs seviyesi üstünde 3 katı altında, giriş ise 3. kat seviyesindedir. Binanın ağırlığını paylaşan dış duvarlar beton destek yerine çelik çerçevelerle inşa edilmiştir. 1952'de Tüygil emekliye ayrıldığında koleksiyon birkaç binden 40.000'e, 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi kurulduğunda ise bu sayı 100.000 üzerine ulaşmıştır. Kuzey Kampüs'teki yeni kütüphane binası 1984 yılında tamamlandığında koleksiyon buraya taşınmıştır. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük binası olan van Millingen Hall'ın giriş katına da yönetim ofisleri yapılmıştır. Ceneviz Cumhuriyeti Ceneviz Cumhuriyeti ya da Cenova Cumhuriyeti, 11. yüzyıldan 1797 yılına kadar İtalya Yarımadası'nın kuzey batısında, bugünkü Cenova civarında hüküm sürmüş bir şehir devletidir. 1797'de yıkılan devlet, 1814'te tekrar kurulup 1815'te tamamen ortadan kalkmıştır. Cenova, 1815 senesine kadar devam eden Cenova Cumhûriyetine Osmanlılar tarafından verilen isim. Cenova, Ligurua’nın liman şehridir. Denizcilik yoluyla gelişen Cenovalılar, doğuda birçok imtiyazlar elde etmişler, deniz kuvvetlerinin güçlü olması sebebiyle de birçok devleti hâkimiyetleri altına almışlardır. Akdeniz’de târih boyunca en büyük rakipleri olan Venedikle devamlı harb etmişlerdir. Bizans İmparatoru Mihael VII’ye yaptıkları yardımlar karşılığı İstanbul’un Galata semtini ve İzmir limanından faydalanma husûsunda geniş imtiyazlar elde ettiler. Ayrıca Boğazlar üzerinde bâzı haklar ve Karadeniz’de Trabzon, Kefe gibi daha birçok limanı kontrolleri altına aldılar. İlk sigorta ve ilk komandit şirketleri Cenovalılar kurmuşlardır. Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde ticâret serbestîsi elde etmek için, kuruluş devrinde harekete geçen Cenovalılara ilk imtiyâzı Sultan Birinci Murad vermiştir (1387). 1396 yılında Fransa hâkimiyeti altına giren Cenevizliler, Fransızların zoruyla Osmanlılara karşı aleyhte hareketlerde bulunmuşlardır. Daha sonra tekrar Osmanlılarla dostluk kurma yolunu seçen Cenevizliler, Sultan Çelebi Mehmed ile Foça şap mâdenlerinin işletme hakkının karşılığında, yıllık 2000 düka altını vermeyi taahhüd eden anlaşmayı yaptılar (1416). Bütün ticâretleri Doğu Akdeniz ve Yakındoğu ile olan Cenevizlilerin, Osmanlı Devletinin gelişmesiyle gelir kaynakları birer birer ellerinden çıktı. İstanbul’un Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından fethi esnâsında Galatalı Cenevizliler tarafsızlık sözü vermelerine rağmen, sözlerinde durmamaları üzerine ellerindeki ticârî imtiyazların bâzıları alınmıştır. Zağanos Paşa ile 3 Haziran 1453’te yaptıkları anlaşmaya göre, yıllık vergi ödeyecekler, kilise kuramayacaklar, gayrimenkul hakkına sâhip olmayacaklardı. Böylece Galata Türklerin eline geçmiş oluyordu. Sakız, Limni, Amasra ve Kefe’deki Ceneviz kolonileri bir iki sene daha varlıklarını sürdürdülerse de Fâtih Sultan Mehmed bunları ortadan kaldırdı. Sakız Adası 1566’ya kadar vergi karşılığında varlığını sürdüydüyse de Kaptan-ı Deryâ Piyâle Paşa adayı aldı ve Ceneviz kolonisine son verdi. Fransa bayrağı altında Doğu Akdeniz’de ticâretlerine devâm eden Cenevizlilere Sultân Üçüncü Mehmed bâzı ticârî imtiyazlar tanıdı. 1665’te ise diğer Avrupa devletlerine tanınan ticârî imtiyazlar Cenevizlilere de verildi. Osmanlı Ceneviz ticârî ilişkileri Fransız ordularının Ceneviz'i işgâline kadar sürdü. 1777’de Liguria Cumhûriyeti Napolyon tarafından tekrar kuruldu. 1805’te Fransa’ya katılan Ceneviz, 1815’te Sardunya Krallığı tarafından ilhâk edildi. 1849’dan sonra İtalya tarafından alınarak onların ticâret limanı hâline geldi. Kutadgu Bilig Kutadgu Bilig () ("Günümüz Türkçesi ile": Mutluluk Veren Bilgi ya da Devlet Olma Bilgisi) , 11. yüzyıl Karahanlı Uygur Türklerinden Yusuf Has Hacib'in Doğu Karahanlı hükümdarı Tabgaç Uluğ Buğra Kara Han ("Ebû Ali Hasan bin Süleyman Arslan")'a atfen yazdığı ve takdim ettiği Türkçe eserdir
. Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır. Yusuf Has Hâcib (Balasagunlu Yusuf) hakkındaki bilgilerin tek kaynağı, yine kendi eserine sonradan eklenmiş olan manzûm ve mensûr mukaddimelerdir. Yusuf, XI. yüzyılda, Balasagun (Kuz-Ordu)’da doğmuştur. Asil bir aileye mensup olup, ilmi, fazîletleri, zühd ve takvası ile cemiyetin içinde en yüksek hizmet mertebesine ermiş bir zattır. Eserine Balasagun’da başlamış, daha sonra gittiği Kaşgar’da tamamlamış (1069-1070) ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Kara Buğra hânlar hânının huzurunda okumuştur. Hâkan, şâirin kalem kudretini takdir ederek, ona iltifat etmiş ve yanına alarak, ona “has hâcib” unvanını vermiştir. Bundan dolayı nâmı Yusuf Has Hâcib olarak yayılmıştır. Üzerinde 18 ay uğraştığı eserinin bazı beyitlerinde (365-371) 50 yaşında olduğunu belirtmektedir. Bu beyitlerden hareketle O’nun 1019 yılı civarında doğduğunu söyleyebiliriz. Ölümü hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Eserin ilave kısmında kendisinden bahsederken, ihtiyarladığını, hayatını insanlara hizmet etmekle geçirerek ibâdete geç kaldığını belirtmektedir. Yusuf Has Hâcib, eserinde kitabın adını ve anlamını şu beyitlerle açıklamıştır: R. Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig’in “kutlu olma bilgisi” anlamına geldiğini söylemiştir. S. Maksudi Arsal’a göre; Kutadgu Bilig’deki “kut”, “siyasî hakimiyet” kavramını ifade etmektedir ve talih, saadet ve bahtiyarlık ikinci planda kalan ve ancak sonraları ortaya çıkan talî anlamlardır. G. Doerfer, “kut” tabirini, “insanın bir nevî otonom ruhî kudretidir ki, bilhassa hükümdar için Gök ve Yer tarafından desteklenmeye muhtaçtır.” Şeklinde açıklamaktadır. Eser, 4 ana unsur ve bu 4 unsuru temsil eden sembolik şahsiyetler üzerine kurulmuştur. Kitap, baştan sona bu 4 sembolik şahsiyetin karşılıklı konuşma ve münarazalarından oluşmaktadır. Eserde Tanrı, Muhammed Peygamber, Dört Halîfe ve Tabgaç Buğra Hân methedilikten sonra; iyilik etmenin faydaları; bilgi ile aklın meziyet ve faydaları; devletin sıfatı; adalet vasfı; hükümdarın vasıfları; vezirin, kumandanın, ulu hâcibin, kapıcıbaşının, elçilerin, kâtibi hazinedârın, aşçıbaşının, içkicibaşının, hizmetkârların vasıfları; dünyanın kusurları; ahiretin kazanılması; beylere hizmet etmenin usûl ve nizâmı, hizmetkârlarla nasıl geçinileceği, avâm ile nasıl münâsebet kurulacağı, Ali evlâdı, âlimler, tabipler, efsûncular, rüya tâbircileri, müneccimler, şâirler, çiftçiler, satıcılar, hayvan yetiştirenler, zenâat erbâbı, fakirler ile münâsebet; evlilik; çocuk terbiyesi; hizmetçilere nasıl muâmele edileceği; ziyafete gitme âdabı; ziyafete davet usûlü; memleketi tanzim etme usûlü; doğruluğa karşı doğruluk, insanlığa karşı insanlık gösterilmesi; zamanın bozukluğu ve dostların cefası konuları işlenmiştir. Eser, 6645 beyit, 85 bâbdan oluşmaktadır. Beyit numaraları parantez içinde belirtilmekle birlikte 85 bâb aşağıdaki gibidir: Yusuf Has Hâcib’in eseri, dil itibarıyla Karahanlı devri Karahanlı Türkçesi’nin bir metni olarak sınıflandırılmıştır. Arapça’nın ilim, Farsça’nın şiir dili olduğu bir dönemde Türkçe yazılan bu eserde kullanılan abece, kaynağına dönüş olarak mevcut duruma tepkidir. Ancak bugünkü mevcut nüshalara esas olan üçüncü defa yazılışında kullanılan alfabenin Arap harfleri diye bilinen asıl/orijinal Uygur Abecesi yaygın Arap kavrayışı ile yazıldığı kesindir. Eser, Türkçe yazılmasına rağmen ölçüde Fars edebiyatı ölçüsü olan “aruz vezni” (faûlun faûlun faûlun faûl), nazım biriminde Fars edebiyatına da geçmiş Türk nazım birimi “beyit” kullanılmıştır. Eserin nazım biçimi, yine Fars edebiyatına ait olan “mesnevi” yani "mani" nazım biçimidir. Yazıldıktan bir süre sonra unutulmuş ve çok dar bir kesimin istifâdesiyle sınırlı kalmış olduğu anlaşılan eser, iki kere ortaya çıkarılmıştır. İkinci kez ortaya çıkarıldığında manzûm mukaddime ilave edilmiştir. Daha sonraki bir devreye ait olan üçüncü kez ortaya çıkışında ise ilk ortaya çıkışında ilave edilen manzûm mukaddimenin eksik ve kötü bir hulâsası olan mensûr bir mukaddime eklenmiş, ancak ne zaman ve nerede yazıldığı hakkında bilgi verilmemiştir. Kutadgu Bilig’in bugün elimizde bulunan her üç nüshası, eserin bu üçüncü tedvinine aittir. Aynı nüshaların birer istinsahlarıdır. Kutadgu Bilig’in ilk defa bulunan ve dolayısıyla bu eser üzerindeki çalışmalara esas olan bu nüsha, 1439’da, Herat’da istinsah edilmiştir. Bu nüshanın Anadolu’ya geçmesi, önce Tokat’a ve sonra 1474’de, Fatih döneminde, İstanbul’a gelmiş olması hakkında, esere sonradan eklenmiş şu kayıt vardır: “sekiz yüz yetmiş dokuz tarihinde, yılan yılında, Abdurrezzak Şeyh-zâde Bahşı için, Fenârî-zâde Kadı Ali, İstanbul’dan mektup göndererek, Tokat’tan getirttiler; mübarek olsun, devlet gelsin, mihnet gitsin.” (Bahşı: Osmanlı devlet teşkilâtında Orta Asya Türk ülkeleri ile resmî muhâbereyi idare eden hususî kalemlerde çalışsan memurlara verilen unvan) 1839 yılında, İstanbul’da Avusturya elçiliği müsteşarı ünlü Türkolog ve tarihçi Von Hammer tarafından ele geçirilmiş, Viyana İmparator Sarayı kütüphanesine hediye edilmiştir. Macar müsteşrik Hermann Vambery, 1870 yılında, eserin bin kadar beytinin Almanca tercümesini neşretmiş, transkripsiyonunu yapmıştır. 1910 yılında Radloff, transkripsiyonunu ve Almanca tercümesini neşretmiştir. Türkiye’de ilk defa 1942’de Türk Dil Kurumu tarafından tıpkıbasım taksimile) halinde basılmıştır. Kutadgu Bilig’in ele geçen nüshaları arasında en önemlisidir. Bu nüshayı Türkistan’da, Fergana’da bulan Zeki Velidi Togan, eser hakkında genel bir bilgi vermiştir. Buna göre, kitabın dağınık sahifeleri sonradan bir araya getirilerek dikilmiş ve dörtlükler altın suyu ile yazılmıştır. Diğer nüshalara göre daha itinalı yazılmış olan bu nüshanın baş ve son kısmı eksiktir ve nerede, ne zaman, kimin tarafından, kimin için yazılmış olduğu hakkındaki kayıtlar da, bu eksik sahifeler ile birlikte kaybolmuştur. Herat ve Mısır nüshalarında başta mensûr mukaddime, sonra manzûm mukaddime, ardından babların fihristi ve sonunda Kutadgu Bilig metni gelirken Fergana nüshasında manzûm mukaddime yoktur. Türkiye’de, 1943 yılında, Türk Dil Kurumu tarafından tıpkıbasım halinde yayınlanmıştır. Bu nüsha, 1896’da, Kahire’de, Hidiv(bugünkü Kral) Kütüphanesinin o zamanki müdürü Alman âlim Moritz tarafından bulunmuştur. Kütüphane tanzim edilirken, bodrum kata atılmış olan dağınık kitap ve sahife yığınları gözden geçirildiği sırada, Kutadgu Bilig’e ait parçalar toplanarak, bir araya getirilmiş ve böylece bu nüsha, kaybolmaktan kurtarılmıştır. Nüshanın bazı kısımları zâyi olmuş, başında ve ortalarında bazı sahifeler, rutubet tesiri ile zedelenmiş, geri kalan kısmı ise iyi muhafaza edilmiştir. Nüsha çok dikkatle yazılmış ve atlanılmış kelime ve beyitlerin yerleri işaretlenerek sahife kenarına eklenmiştir. 1943 yılında bu nüshanın da tıpkıbasımı Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Varna Varna () (20 Aralık 1949'dan 20 Ekim 1956'ya: Stalin) , Bulgaristan'ın Karadeniz kıyısında bir şehridir. Varna ilinin idâri merkezi olup Bulgaristan'ın en büyük limanı burada bulunmaktadır. 1391'den 1878'e kadar Osmanlı idaresinde idi. Şehrin en önemli geçim kaynağı turizm ve limancılıktır. Zlatni Pjasǎci kum plajı ile Aziz Konstantin ve Elena gibi önemli plajları mevcut olup her yaz yüzbinlerce turist çekmektedir. Yıldızpatı Yıldızpatı ("Aster"), papatyagiller (Asteraceae) familyasından, geniş bir dağılıma sahip olan ve yaklaşık 600 türü bulunan bir çiçekli bitki cinsi. "Aster" Yunanca "yıldız" söcüğünden türemiştir. Çiçeğe bu ismin verilmesi çiçek başlarının yıldıza benzer şeklidir. Türlerin çoğu, güzel çiçekleri nedeniyle popüler bahçe bitkilerindendir. Bazı Lepidoptera türlerinin larvaları "Aster" türleri ile beslenirler. Mustafa Mustafa (Arapça: مصطفى‎), İslam peygamberi Muhammed'in seçilmiş/seçkin anlamına gelen lakabıdır. Arapça kökenli bir erkek adı olarak kullanılmaktadır. Hakkı Behiç Bayiç Hakkı Behiç Bayiç (1886, İstanbul - 12 Ekim 1943, Ankara), TBMM 1. dönemde mebusluğu ve bu dönemde kurulan I. İcra Vekilleri Heyeti'nin ilk aylarında vekillik görevi yapmış bir Türk siyaset adamıdır. Mustafa Kemal Paşa'nın 1920 sonunda taktik düşüncelerle kurdurduğu Türkiye Komünist Fırkası'nın umumî kâtipliğini (genel sekreter) yapmış olması ile tarihe geçmiştir. 1886 yılında İstanbul'da Çerkes kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1905 yılında Mülkiye Mektebi'ni bitirdikten sonra, Maliye Nezareti Muhasebe Kalemine girdi. 1909-1917 yılları arasında çeşitli yerlerde tahrirat müdürlüğü, vilayet mektupçuluğu, sonra da Bilecik'te mutasarrıflık yaptı. 1917 yılında mutasarrıf olarak bulunduğu Akka'nın İngilizlerce işgal edilmesi üzerine İstanbul'a döndü. 1919 yılında Anadolu'ya geçti ve Denizli temsilcisi olarak Sivas Kongresi'ne katıldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na ve 1920 yılında TBMM'ye Denizli milletvekili olarak girdi. I. İcra Vekilleri Heyeti'nde önce 25 Nisan 1920 tarihinde Maliye Vekilliği, sonra da 17 Temmuz 1920 tarihinde Dahiliye Vekilliği'ne seçildi. Sol eğilimli olduğu bilindiğinden hakkında kısa sürede sekiz sözlü soru ve dört gensoru önergesi verilmesi üzerine 4 Eylül 1920 tarihinde görevinden istifa etti. Aynı yıl Yeşil Ordu Cemiyeti'nun dağıtılmasından sonra, 18 Ekim 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa'nın kurdurduğu Türkiye Komünist Fırkası'nın umumî kâtipliğine getirildi. Fırkanın yayın organı haline gelen Yeni Gün gazetesinin de başyazarlığını yaptı. Türkiye Komünist Fırkası kuruluşunun üçüncü ayında dağıldı. 1923 yılına kadar sürdürdüğü mebusluk görevinden sonra siyasetten çekildi ve emekli hayatı yaşadı. 12 Ekim 1943 tarihinde Ankara'da öldü. Haydarpaşa Garı Haydarpaşa Garı, 1908'de İstanbul - Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen tren garıdır. Gar, TCDD'nin ana istasyonudur. İstanbul'un Anadolu yakasında, Kadıköy'de bulunur. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Bağdat Demiryolu yanında İstanbul-Şam-Medine (Hicaz Demiryolu) seferleri de yapılmaya başlanmıştır. Devrin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır. 19 Ağus
tos 1908 tarihinde tamamlanıp hizmete girmiştir. Bir rivayete göre binanın bulunduğu sahaya III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiştir. Binanın inşaatı, "Anadolu Bağdat" adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu'dan gelecek veya Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştır. İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından hazırlanan proje yürürlüğe girmiş, garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüştür. Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır. 1979'da Haydarpaşa'nın açıklarında "Independenta" adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitrayları hasara uğramıştır. 1976'da aslına uygun olarak yeniden geniş çapta onarılmış ve 1983'ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır. 28 Kasım 2010 tarihinde çatısında çıkan ağır yangından dolayı çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmiştir. Ankara-İstanbul Yüksek Hızlı Tren Projesi kapsamında İstanbul-Eskişehir bölümündeki demiryolu çalışmaları nedeniyle, 1 Şubat 2012 tarihinden itibaren 24 ay süreyle ülke çapındakı tren seferlerine ara verildi. Garın çatısında bulunan saat Anadolu'daki benzer birçok çatı ve cephe saatinin aksine 1908 yılında yapının kendisiyle birlikte tamamlanmıştır. Barok süslemeli alınlıkta yer alan saat dairesel bir kadrandan ibarettir. Saatin orijinal mekanizması korunmakla birlikte kadrandaki Doğu Arap rakamları Harf Devrimi ile birlikte Arap rakamları ile değiştirilmiştir. Gülhane Parkı Gülhane Parkı, İstanbul'un Fatih ilçesinin Eminönü semtinde yer alan tarihî bir parktır. Alay Köşkü, Topkapı Sarayı ve Sarayburnu arasında yer alır. Gülhane Parkı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Topkapı Sarayı'nın dış bahçesiydi ve içinde bir koru ve gül bahçelerini barındırırdı. Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımı olan Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839'da Abdülmecit döneminde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda okunmuştur ve bu nedenle Gülhane Hatt-ı Hümayunu da denir. İstanbul şehremini operatör Cemil Paşa (Topuzlu) zamanında düzenlenerek 1912 yılında park haline getirildi ve halka açıldı. Toplam alanı 163 dönüm kadardır. Parkın girişinde sağ tarafta İstanbul şehremini ve belediye başkanlarının büstleri vardır. Parkın ortasından iki yanı ağaçlı yol geçer. Bu yolun sağında ve solunda dinlenme yerleri, çocuk bahçesi bulunmaktadır. Boğaza doğru kıvrılarak inen yokuşun hemen sağında bir Aşık Veysel heykeli, yokuşun sonuna doğru biraz üst kısımda ise Romalılardan kalma Gotlar Sütunu vardır. Sarayburnu Parkı kısmı eskiden Sirkeci demiryolu hattı üstünden bir köprüyle ana parka bağlıydı. Bu kısım sonradan sahilyolu (1958) ile parktan ayrıldı. Sarayburnu kısmında Atatürk'ün Cumhuriyetten sonra dikilen ilk heykeli (3 Ekim 1926) bulunur. Heykel, Avustralyalı mimar Kripel tarafından yapılmıştır. Atatürk, halka latin harflerini halka ilk defa bu parkta 1 Eylül 1928 tarihinde gösterdi. Atatürk'ün naaşı Ankara'ya gönderilirken, İstanbul'daki son tören Gülhane Parkı'nın Sarayburnu bölümünde 19 Kasım 1938 tarihinde yapıldı. Tabut, top arabasından 12 general tarafından alınarak Yavuz zırhlısına götürülmek üzere rıhtımdaki bir dubaya yanaşan Zafer destroyerine konuldu. Yıllardır çok kötü ve harap bir şekilde bulunan park 2003 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek, eski görkemli günlerini aratmayacak bir duruma getirildi. Ayrica 25 Mayıs 2008'de Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası’nda, İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi hizmete girmiştir. Richard Tauwhare Richard Tauwhare (d. 1 Kasım 1959), Turks ve Caicos Adaları'nın 11 Temmuz 2005 - 16 Temmuz 2008 tarihlerinde görev yapmış eski valisi. Richard Tauwhare dünyanın çeşitli yerlerinde hükümet adına görevlerde bulundu. Abingdon Okulu'na katıldı ve Cambridge Üniversitesi Tarih Bölümü'nden yüksek lisans aldı. Swahili dili konuşabilmektedir. Tauwhare evli ve üç çocuk babasıdır. Türbe Türbe, devlet adamlarının veya din âlimlerinin mezarlarının bulunduğu oda şeklindeki binaya verilen addır. İçerisinde çoğunlukla ünlü kişilerin gömülü bulunduğu anıtsal tarihi mezarlar için de "türbe" kelimesi kullanılır. Türbeler çoğunlukla eski çağlarda yaşamış önemli insanların yattığı yerlerdir. Ankara'da Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk için Anıtkabir adında, İstanbul'da ise eski başbakanlardan Adnan Menderes ve Turgut Özal için "anıt-mezar" adı verilen türbeler yapılmıştır. Türbeler genel olarak dini kişiliklerin mezarlarıdırlar. Bununla birlikte dini olmayıp, yalnızca dünyevi yönleriyle ön plana çıkmış ünlü devlet adamlarının anıt mezarlarına da türbe denmektedir. Türbeler asıl olarak dini kişilerin mezarlarının anıt mezarlar olarak bulunduğu yerler olarak ön plana çıkar. Türbeler halk arasında kutsal sayılan yerlerdir. Birçok din alimi bu görüşe karşı çıkmakla birlikte, halk arasında belli bir oranda türbeler dini bakımdan kutsal ve önemli görülürler. Türbeleri ziyaret eden kişiler buralarda dualar ederler ve genellikle kendi özel yaşamlarıyla ilgili dileklerde bulunurlar. Bu dileklerin arasında birinin ev sahibi olma, kızını evlendirecek bir eş bulma gibi farklı dilekler bulunur. Bu kişilerden birçokları dileklerinin yerine geldiğini iddia etmektedirler. Türbelerde dualar edip dileklerde bulunan kişiler, duaların yalnızca Allah'a yapılması gerektiğini bir şekilde bilmektedirler. Ancak buna verdikleri cevaplar, kendilerinin aslında Allah'a dua ettikleri ve türbedeki kutsal kişinin ise kendilerine bu konuda aracılık ettiği şeklindedir. Onlar dileklerinin Allah tarafından bu kutsal kişilerin "yüzü suyu hürmetine" kabul edildiğine inanırlar. Türbelerle ilgili görüşlerin arkasındaki temel neden, insanların ölümden sonraki yaşamla ilgili inançlardır. Dinsel inançlar birbirlerinden pek çok konuda farklı olsalar da, temel olarak ölümden sonraki yaşamla ilgili temel benzerliklere sahiptirler. Bu temel benzerlik insanın öldüğünde ruhunun bedeninden ayrılarak öbür alem denilen bir yerde yaşadığı inancıdır. Bu inançların birçoğunda ölmüş kişiler ruh varlıklar şeklinde yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Ayrıca bunun ötesinde bu dünyayla ve özellikle de kendi yakınlarıyla da sürekli bir iletişim halindedirler. Halk arasındaki anlatımlara göre, ölmüş kişilerden bazıları kendi yakınlarına, onların rüyalarına girerek görünürler. Bu rüyaları görenler ise uyandıklarında bunu yalnızca bir rüya olarak görmezler. Çünkü uyandıkları zaman kendilerine verilen bazı mesajların gerçekleşmesine tanık olduklarını iddia ederler. Bu şekliyle rüyalarının doğru çıktığını görmeleri, bu kişilerde ölmüş kişilerin öbür alemden kendilerini gözeterek yardımcı oldukları fikrini vermesinin ötesinde, ölmüş kişilerin ruh varlıklar olarak yaşamlarını sürdürdükleri inancını verir. Bazı kişiler, türbelerde yatan dini kişiliklerden kaynaklanan ya da onlarla ilgili olarak metafizik yönlerin bulunduğunu iddia ederler. Bu iddialara göre türbede yatan kişilerden kaynaklanan bazı doğaüstü olaylar vardır. Bunların en başta geleni, bu kişilerin bazı kişilerin rüyalarına girmesi olayıdır. Bundan başka vizyon şeklinde görünme ya da hiç görünmeyip bazı metafizik etkilerde bulunma gibi, kişilerin kendi anlatımlarına dayanan çok değişik deneyimler bulunur. Türbelerle ilgili yaşanan bu gibi deneyimler, birçok kişinin bu mekanları kutsal ve buralarda yatan kişileri Allah katında kutsal kişiler olarak görmesindeki en başta gelen temeldir. Maddeci anlayış metafizik olayların olabileceğini reddettiğinden, bu anlayışa sahip olanlar türbelerin kutsallığı ve buralarda yatan ölmüş kişilerin bazı metafizik etkilere neden olduğu iddialarını kabul etmezler. Onlara göre bütün bu deneyimler, olsa olsa bu kişilerin kendilerinden kaynaklanan halüsinasyonlar olabilir şeklindedir. Metafizik olayların olabileceği görüşünü benimseyen kişilerden de bazı itirazlar bulunur. Türbelerin ve buralarda yatan kişilerin kutsal sayılarak, bu kişilere kendileri için Allah'a karşı aracılık etmeleri için dua edilmesi, dini bakımdan günah sayılan bir durumdur. Onlara göre, türbelerde dua ederek dileklerde bulunanlar, türbedeki kişiyi "Allah'a şirk koşma" - "Allah'a ortak etme" günahını işlerler. Metafizik olayların olduğunu kabul eden diğer bir görüş ise, yukardakilerden tamamen farklıdır. Bu görüşe göre, birçok metafizik olayların arkasında yatan etken, cin adı verilen Tanrı'ya isyan etmiş bazı meleklerin olduğudur. Bu görüşe sahip olanlara göre cinler birçok metafizik ya da paranormal olarak adlandırılan doğaüstü sayılabilecek etkenlerin yardımıyla insanları aldatırlar. Onlara göre ölen bir kişinin ruhu yaşamaz. Bu öğretinin kaynağı, ölmüş kişilerin görüntülerini ve seslerini taklit ederek, bu kişilerin öbür alem denilen bir yerde yaşadıkları izlenimini uyandıran cinlerdir. Cinlerin bu tür aldatmalar yoluyla insanları dinsel anlamda kandırdıklarına inanırlar. Türbelerle ilgili olarak cinlerden kaynaklanan aldatmacanın temelinde, ruhun ölümsüzlüğü inancının yattığına inanırlar. Onlara göre insanın öldükten sonraki yaşamıyla ilgili dinsel gerçekler, ruhun ölümsüzlüğü olmayıp, toprağa dönmüş kişiler olarak ölenlerin yeniden yaşama döndürülmeleri anlamındaki dirilmedir. Ayrıca cinlerin ölülerin kimliğini kullanmalarının başka önemli bir nedeni olarak, cinlerin bu sayede insanlara verdikleri mesajların, insanların gözünde öbür alemden gelen mesajlar olarak, sanki Allah'tan gelen mesajlarmış gibi görünmesini sağlayabilmesidir. Çünkü bu sayede, kutsal sayılan ölmüş kişilerin kimliklerini kullanarak, dini konulardaki birçok yalan ve sahte inancı, Allah tarafından doğru görülen inançlarmış gibi, din adı altında insanlara sunmanın yolunu açtıklarına ina
nırlar. Derzulya Derzulya, Orkun Uçar'ın yazdığı Asi-habis Üçlemesi'nde, Janus ve Sürgündeki'nin Büyük Kargaşa'dan, yani günümüz dünyasından 500 yıl sonra kıtaların birleşmesi ile oluşturdukları kurgusal dünyadır. Eski adı ile John,sıradan bir muhasebeci iken Sürgündeki ile bir şeytan çağırma ayininde temas kurar. Daha sonra evinin bodrumunda onunla sürekli konuşur ve büyük planlar yapar. En sonunda 33 Grihavari ile birlikte son bir ayin yaparlar burada gri ışıığı soluyan her kişi Ölümsüzlüğe adım atacaktır. Janus küçük bir kıyamet kopararak tüm kıtaları ve uygarlıkları yok eder. Ve istediği DERZULYA tek kıtasını kurar. Birçok krallık vardır bu kıtada fakat Tek tönetim Janus'un elindedir. Böyle bir koas içine sürüklenmiş olan dünya sadece bir bebek tarafından kurtarılabilecektir. Ama Şeytan ve Sarp'ın yardımı ile... Büyük seri 12 kitaptan olusuyor. Nazım Resmor Nazım Resmor Öztelli (d. 1866, Erzurum - 4 Temmuz 1935, Ankara) Türk bürokrat ve siyasetçi. TBMM 1. Dönem'de milletvekilliği ve Hakkı Behiç Bayiç'in hakkındaki gensorular nedeniyle istifasından sonra 4 Eylül - 6 Eylül 1920 tarihleri arasında 2 gün Dahiliye Vekilliği (İçişleri Bakanlığı) yaptı. 1868 yılında Erzurum'da doğdu. Mekteb-i Mülkiye'den mezun oldu. Harput Valiliği yaptı. TBMM 1. Döneminde Tokat Milletvekili seçildi. Hakkı Behiç Bayiç'in istifası üzerine Mustafa Kemal Dahiliye Vekilliğine Albay Refet (Bele)'yi aday gösterdi. Henüz üç ay önce Haziran ayında kurulan "Halk Zümresi" ise Doktor Nazım Bey'i aday gösterdi. İlk turda kazanan olmadı, ardından Refet Bey 187 oyun 65'ini alabilirken 98 oy alan Nazım Bey Dahiliye Vekili seçildi. Herkes tarafından komünist olduğu bilinen Nazım Bey'in seçilmesi sürpriz olarak görüldü. Ancak 2 gün Dahiliye Vekilliği yapabildi. Çünkü Mustafa Kemal Nazım Bey'in seçilişine büyük tepki göstererek seçimi tanımadığını beyan etti. Dahiliye Vekili sıfatıyla kendisiyle görüşmeye gelen Nazım Bey'i ile görüşmeyi bile kabul etmedi. Baskılar sonucunda Nazım Bey iki gün sonra istifa etti. 6 Eylül günü yapılan yeni oylamada 131 oy alan Refet Bey Dahiliye Vekili oldu. Yıllar sonra 1927'de verdiği Büyük Nutuk'ta kendisini (Sovyetleri kasdederek) ecnebi çevrelere casusluk etmekle suçlamıştır. Yeşil Ordu Cemiyeti konusu nedeniyle 12 Mayıs 1921 tarihinde milletvekilliğinden düşürüldü ve dokunulmazlığı kaldırıldı. İstiklâl mahkemesi tarafından 15 yıl hapse mahkûm edildi. 4 Temmuz 1935 tarihinde öldü. İçişleri Bakanlığı kayıtlarına göre, Soyadı Kanunu ile birlikte "Öztelli" soyadını almıştır. Mihail Fradkov Mihail Yefimoviç Fradkov (Rusça: Михаи́л Ефи́мович Фрадко́в) (d. 1 Eylül 1950), Rus politikacı. 2004-2007 yıllarında Rusya başbakanlığı görevinde bulundu. Putin'e kadarki kariyeri: Fradkov Yahudi bir ailenin çocuğu olarak şimdi Samara olarak bilinen şehrin yakınlarında doğdu. Moskova’da makine mühendisliği okudu ve 1972’de mezun oldu. Üstüne uluslararası ticaret doktorasını yaptı. 1973’te iki yıllığına büyükelçilik yapacağı Hindistan’a tayin edildi. Sonrasında Sovyetler Birliğinde çeşitli görevlerde bulundu. Dağılmadan sonra BDT’nin Cenevre’de toplanan kurulunda bu kez Rusya’yı temsilen bulundu. 1992'de Dış Ticaret Bakanlığı’na atandı. 1997’de Yeltsin tarafından görevden alınırken 1999’da Putin tarafından iade-i itibar olundu. Kasımpatı Kasımpatı ("Chrysanthemum"), yaklaşık 30 tür barındıran, papatyagiller (Asteraceae) familyasına bağlı bir cinstir. Asya ve kuzeydoğu Avrupa'ya yerlidir. Otsu, yıllık bitkiler olan kasımpatı türleri, yaklaşık 50–150 cm yüksekliğindedirler. Büyük çiçek başlarına sahiptirler, yabanileri beyaz, sarı veya pembe renkler gösterir. Kasımpatı türleri bazı Lepidoptera türlerinin larvaları tarafından yiyecek olarak tüketilir. MÖ 15. yüzyıla kadar erken bir tarihte dahi Çin'de krizantem bir çiçekli bitki olarak ekilmekteydi. Antik bir Çin kenti Chu-Hsien olarak adlandırılmıştı, bunun anlamı "kasımpatı kenti"dir. Çiçek Japonya'ya büyük ihtimalle MS 8. yüzyıl dolaylarında getirildi. İmparator çiçeği resmi mührü olarak kabul etti. Japonya'da çiçeğin kutlandığı ve "Mutluluk Festivali" olarak anılan bir festival bulunmaktadır. Çiçek Batı'ya 17. yüzyılda getirilmiştir. Carolus Linnaeus tarafından adlandırılan çiçeğin isminin kökeni, Yunanca "chrys-" ("altın") eki ve "-anthemon" ("çiçek") sözcüğüdür. Modern kasımpatılar yabani akrabalarından çok daha göz alıcı. Çiçekler birçok farklı form ve renkte olabilir. Ayrıca bu cins geliştirilmiş birçok hibrit ve binlerce çeşit barındırır. Geleneksel sarı rengin yanı sıra, beyaz, mor ve kırmızı renkleri de görmek mümkündür. En önemli hibrit "Chrysanthemum x morifolium" (sin. "C. x grandiflorum"); büyük oranda "C. indicum"`dan türemiş olsa da diğer türleri de içerir. Avrupa'daki bazı ülkelerde ve Japonya'da, krizantemler ölümü sembolize etmekte ve bu nedenle sadece cenaze törenlerinde ve mezarlara koymak için kullanılmakta. ABD'de çiçek genellikle olumlu ve neşeli görülür. Papatya Papatya, papatyagiller (Asteraceae) familyasında sınıflandırılan "Anthemis", "Matricaria", "Bellis", "Leucanthemum" ve "Tripleurospermum" gibi farklı cinslerden bitki türlerine verilen ortak ad. Papatyanın spazm çözülmesinde, gaz ve âdet sancılarının giderilmesinde faydalı olduğu ifade edilmektedir. Zehirlenme; Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bijen Kıvçak'ın ifadelerine göre papatya çayının ilaçlarla etkileşimi bulunmakta ve papatyaların bazı türleri ciddi zehirlenmelere yol açabilmektedir. Ayrıca Papatya Türkiye’de zehir danışma merkezlerine gelen vakaların başında gelir ve bazı türleri böcek ilacı yapımında kullanılmaktadır. Çiçek durumu başları, çiçek açmadan önce toplanarak gölgede kurutulur. Bileşiminde uçucu yağlar, rezin, acı maddeler ve fenolik bileşikler bulunur. % 1'lik çay halinde sabahları aç karnına bir bardak içilebilir. İdrar çoğaltıcı, iştah açıcı, yatıştırıcı ve gaz söktürücü etkilere sahiptir. Basur memelerinde ağrı kesici, tedavi edici etkiye sahiptir. Boyar madde olarak da kullanılır.  Alman papatyası ("Anthemis nabilis") Orta Avrupa'da yetişir ve kültürü de yapılır. Dişli çiçekleri beyazımsı renklidir. Türkiye'de 50 kadar Anthemis türü bulunmakta bunlar İzmir papatyası, yabani papatya, beyaz papatya gibi isimlerle bilinmektedir. Karduya Karduya, Karduk veya Karduk Krallığı (Ermenice: Կորճայք "Korchayk"; Antik Yunanca:"Κορδυηνή Kordyene"; İbranice:"קרטיגיני") Mezopotamya'nın kuzeyi ile Ermenistan Krallığı'nın güneybatısı; günümüzde ise Türkiye'nin güneydoğusu ile Irak'ın kuzeyi arasında kalan antik bir bölge. 1991'de yayınlanan Encyclopaedia Britannica'ya göre Karduya, Botan'ın ("bilinen adıyla Şırnak'ın") eski adıdır. Arap ve Süryani kaynaklarında Van Gölünün güneyi "Beth Qardu" olarak geçmektedir. Burası Fırat nehri ile Cudi Dağı arasında uzanan bir bölgedir. Arşak Safrastian Karduklar ile Gutilerin aynı halk olduğunu iddia eder. Anabasis adlı eserinde Ksenophon, Hemrin Dağları'nda yaşayan Kardukların Medlerin ve Sakaların soyundan geldiğini söyler. Anadolu satrabı Genç Kiros, Ahameniş tahtını ele geçirmek için kardeşi II. Artakserkses’e karşı giriştiği Cunaxa Savaşı'nda hayatını kaybeder. Bunun üzerine ordunun başına geçen Ksenophon geri çekilmeye karar verir. Ksenophon eve dönüş yolunda Karduklarla karşılaştıklarını söylüyor. Bu halkın dağlarda oturduklarını, çok savaşçı olduklarını ve krala bağımlı olmadıklarını öğreniyor. Ksenophon Kardukları barbar olarak tanımlıyor ve nasıl savaştıklarıyla ilgili şu bilgileri veriyor: Roma tarihçisi Strabo'ya göre Gordiya "(Γορδυηνῆ)" Thospitis Gölü ile Dicle nehri arasında kalan bölgedir ve bu bölgede "Sareisa, Satalca, Finik" adlı üç şehir vardır. Eski adları Karduçi olan Gordileri Ermenistan Kralı Digran, kuşatma silahları yapımında kullanmıştır. Bir söylentiye göre Eretrialılar Persler tarafından Mezopotamya'ya sürüldüğü vakit Gordiler onlara kapılarını açmışlardır. Ayrıca Strabo, Gordilerin Triptolemus'un soyundan geldiğini söylemiştir. 353 yılında Roma Ordusu, Pers İmparatorluğu ile girdiği savaşta çok ağır kayıplar verdiği için Julianus askeri güçleri Kardukların yaşadığı bölgenin kuzeyine çekildiler. Yenilen taraf Roma olunca Karduya ve Arzanene Perslerin hakimiyetine girdi. Yahudi ve Arap kaynaklarına göre Nuh'un Gemisi Ermenistan'a değil Karduya dağlarına oturmuştur. Yahudilerin kutsal kitabı Targum'a göre Ağrı Dağı Karduya'nın içindedir. Kur'an'a göre ise Nuh'un Gemisi Cudi'ye oturmuştur. "(Hud Suresi:44)" "Karduya" ve "Karduk" sözcüklerini, gibi 19. yüzyıl bilim adamları tarafından günümüz modern Kürtler'le taşhis etmektedir. Karduk'u ise "Kürdistan" ile eşdeğer olduğunu düşünmektedirler. Karduya'yı proto-Kürtler olarak kabul eden son akademik kaynaklar da mevcuttur, veya günümüz Kürdistan'ı ifa etmektedir. Bu ismin sayısız biçimleri mevcuttur, ama -"kh" latincede kısmen zor ifade edilmektedir, o yüzden "Kardukh"'un (Karduk) sonundaki '-kh', Ermeni dilinde'ki çoğul ekinden gelmesi büyük bir ihtimaldir. Karduk'luların İrani bir dilin konuştuğu iddia edilmektedir. Yahudi kaynaklarda, Karduya halkının kökenini, Sultan Süleymanın hizmetkar Cinlerinin 500 güzel Kızla evlenmesiyle türediğini işaret etmektedir. Aynı efsane, erken İslami dönemde, Kürtlerin kökenine dair yapılan araştırmalarda söz edilmiştir. Scribus Scribus, özgür ve ücretsiz bir masaüstü yayıncılık yazılımı. PDF ve Postscript biçiminde dosyalar elde etmeye yönelik olarak ticari seviyede kullanılmaktadır. QuarkXPress ve InDesign gibi masaüstü yayıncılık araçlarına özgür ve ücretsiz bir seçenek sunar. Windows, Linux, Mac OS X başta olmak üzere birçok işletim sistemini destekler. Yazılımın amacı, nokta renk desteği, CMYK rengi, yüksek dereceden PDF oluşturmak, kapsüllü Postscript'i içeri/dışarı aktarmak ve renk ayrımlarını oluşturmak gibi profesyonel yayımlama özelliklerini desteklemeyi kısıtlamadan, kullanıcıların profesyonel sayfa yerleşimlerine erişebilmelerini sağlamaktır. Scribus SVG'ye ek olarak EPS, TIFF, JPG, PNG ve PSD gibi önemli grafik biçimleri
ni de destekler. Ayrıca OpenDocument biçim standardından içeri aktarımı destekler. CMYK renkleri, ICC renk yönetimini destekler. Yazı tipi yerleştirmesi ve TrueType, Type 1 and OpenType yazı tipleri ile sub-setting için destek sağlayarak yazdırma işleri, kendisinin dâhili Seviye 3 PostScript sürücüsü ile yapılır. Dâhili sürücü Seviye 2 PostScript yapısını ve Seviye 3'ün büyük bölümünü destekler. Masaüstü yayıncılık yazılımlarının kullandığı dosya biçimleri epey karmaşık yapıdadır. Bu yüzden bir kelime işlemci veya hesap tablosu yazılımındaki içeri/dışarı aktarma özelliğinin bir benzerine masaüstü yayıncılık yazılımlarında pek rastlanmaz. Scribus, kapalı kaynak masaüstü yayıncılık yazılımlarının dosya biçimlerinin çeşitli patentlerle korumalarından dolayı Adobe InDesign ve QuarkXPress gibi yaygın kapalı kaynak masaüstü yayıncılık yazılımlarının çalışma dosyalarını açamaz ve o dosya biçimlerinde kayıt yapamaz. Bununla birlikte Scribus ve diğer masaüstü yayıncılık yazılımları; EPS, SVG ve PDF gibi dosya biçimleri aracılığıyla birbirleriyle dosya alışverişinde bulunabilirler. Tüm bu nedenler yüzünden Scribus, Adobe InDesign ve QuarkXPress gibi yaygın kapalı kaynak masaüstü yayıncılık yazılımlarının çalışma dosyalarını açamaz ve o dosya biçimlerinde kayıt yapamaz. Bununla birlikte Scribus ve diğer masaüstü yayıncılık yazılımları EPS, SVG ve PDF gibi dosya biçimleri aracılığıyla birbirleriyle dosya alışverişinde bulunabilirler. Antroposantrizm Antroposantrizm (Yunancadan: ἄνθρωπος, ánthrōpos, "insan"; ve κέντρον, kéntron, "merkez"). Türkçedeki karşılığı İnsanmerkezcilik olmasına karşın, çoğu batı dillerinde kullanıldığı şekliyle, antroposantrizm olarak da kullanılır. Antroposantrizm, insanın her şeyin merkezinde olduğunu öne sürer. Evrendeki her şey insan içindir ya da insana hizmet etmek için vardır. Antroposantrizm batı Yahudi-Hıristiyan kültürünü oluşturan temel düşüncelerden biridir. Lozan Lozan ("Lausanne"), İsviçre'de, Fransızca konuşulan "Suisse Romand" kisminda olup Vaud kantonunun başkentidir ve ayni zamanda "District de Lausanne" merkezidir. Lozan Cenevre Gölü kıyısındadır. Cenevre kentine 60 km uzaklıktadır, kuzeyinde Jura dağları ve gölün karşı tarafında da Évian-les-Bains (Fransa) bulunmaktadır. Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923'de Lozan'da Beau-Rivage Palace'da imzalanmıştır. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC)'nin merkezi buradadır. Lozan çevresinde şarap üretilmektedir. Daha önceleri Keltlerin yerleşim alanı olan, bugün ise Vidy ve Ouchy semtlerinin bulunduğu göl kenarındaki bölgeye Romalılar tarafından bir askeri kamp kurulmuş ve buraya "Lousanna" adı verilmiştir. Bu bölgenin yukarısında 'Lausodunon' ya da 'Lousodunon' adıyla bilinen bir kale bulunmaktaydı. İmparatorluğun yıkılmasından sonra güvenliğin azalması, Lozan'ı tepelik olduğu için savunması daha kolay olan şimdiki merkezine taşınmaya zorladı. Zamanla bir şehir haline dönüşen Lozan, Savoya Dükalığı ve Lozan piskoposu tarafından idare edilmekteydi. Şehir, 1536'den 1798'a kadar Bern hakimiyeti altında kalmıştır. Bu dönemde, katedraldeki asma halılar gibi birçok değerli eşya ve hazine kalıcı olarak uzaklaştırılmıştır. Napolyon savaşları esnasında şehrin statüsü değişir. 1803'da yeni kurulan Vaud kantonunun başkenti olur ve bu kanton İsviçre Federasyonuna katılır. 1950'lerden 1970'lere kadar çok sayıda İtalyan şehre göç eder, çoğunlukla Renens mahallesine yerleşirler ve yerel yemek tarzlarının değişmesine sebep olurlar. Lozan çok sakin bir şehirdir, 1960'ların sonu 1970'lerin başında bazı protestolarda gençler polisle çatışırlar; bu da 'Lausanne bouge' (Lozan kımıldıyor) mottosunu doğurur. Bundan sonraki en önemli protesto yüksek sinema ücretlerine karşı yapılmıştır ve ondan sonra şehirde bir daha olay olmaz, şehir gürültüsüz ve sakin olan kendi haline döner. Uluslararası Olimpiyat Komitesi 1992'de kış olimpiyatlarının Lozan'da yapılmasının kabulu için halk oylaması düzenlediğinde, Lozanlılar beklenmedik bir karar verip reddeder. Şehrin önde gelenleri sonucun 'evet' olacağına o kadar emindirler ki, önceden hazırladıkları şampanya törenini iptal etmek zorunda kalırlar. Lozan bölgesinin en önemli coğrafi özelliği Cenevre Gölü'dür (Fransızca "Lac Léman"). Lozan İsviçre platosunun güney yokuşunda inşaat edilmistir, Ouchydeki göl kenarı ile Epalinges ve Le Mont-sur-Lausannea bitişik kuzey kenarı arasında 500 metrelik bir yükseklik farkı vardır. Lozan çarpıcı bir göl manzarasına sahiptir. Genel güney yokuş düzenlemesi ile beraber, şehrin merkezine eski bir ırmak Flon'un yatağı bulunur, ırmağın üstü 19uncu yy'de kapatılmistır. Eski ırmak şehrin ortasında geçen bir uçurum oluşturur, şimdiki "Rue Centrale" sokağını takip eder ve üzerinden birbirine yakın semtleri bağlamak için birçok köprü geçer. Ziyaretçiler şehrin hangi seviyesinde olduklarını ve nereye gitmek istediklerini anlamak için yükseklik farkını göze almaları gerekir, aksi takdirde kendilerine gitmek istedikleri sokağın 10 metre altında veya üstünde bulabilirler. "Flon" aynı zamanda uçurumun içinde bulunan Metro istasyonun ismidir. Lozan'ın yanında Lavaux (doğu taraf) ve la Côte (batı taraf) adındaki şarap üretim bölgeleri bulunur Belediye sınırları içinde devamlı ikamet edenlerden oluşan Lozan nüfusu (31 Aralık 2011 nüfus tahmini itibarıyla) 129,383 kişi olup nüfus yoğunluğu 3,127 kişi/kmdur. Böylece belediye sınırları içinde Lozan nüfus itibarıyla İsviçre'nin dördüncü büyük şehri olmaktadır. Varoşları ile birlikte Lozan ("grand Lausanne") nüfusu 336,400 kişiye ulaşır. Lozan-Cenevre büyük metropoliten bölgesinin nüfusu ise 1.2 milyon kişiyi aşkındır. Belediye sınırları içinde Lozan şehrinin nüfus sayımı verilerine göre tarihsel nüfus gelişmesi şu grafik ve tabloda özetlenmiştir: Belediye sınırları içindeki Lozan şehri nüfusunun değişik konuşma dilleri; bağlı oldukları din ile mezhep ve İsviçreli olup olmadıkları itibarıyla sınıflandırılmasının tarihsel gelişmesi şu "Tarihî Nüfus Verileri" tablosunda incelenebilir: Toplu Taşıma Lozan'da otobüs ve metro'yu kapsar (bunları işleten şirket TL )dir, ulusal ve bölgesel tren hatları (CFF, LEB ), gemiler ise (CGN tarafında işletilir). Şehiriçindeki toplu taşima araçların çoğu trolleybusdur. Lozan 2008'de m² hatın açılışı ile İsviçrenin lastikli metrosu olan ilk şehri olacaktır. Taşıt Paris Metro Line 14'nin bir kısa versiyonu olacaktır. Lozan doğusunda A1 otoyoluna (Cenevre - Zürih ekseni) ve kuzey ve doğusunda A9 (İtalyaya gider)a bağlıdır, iki otoyol şehrin kuzeybatısında çatallaşır. Lozan, bilhassa turizm ve mühendislik alanlarında dünya çapında önder olan öğretim müesseselerine sahiptir, Orchestre de Chambre de Lausanne ve Ensemble Vocal de Lausanne farklı çeşitli müzik faaliyetleri gösterirler. Ensemble Vocal'ın yönetmenliğini uzun zamandır Michel Corboz yapar. Her yaz, "Şehir festivali" ya da ""Festival de la Cite"" haziranın başında düzenlenilir. Film festivalları da vardır, Bach festivali "Le Festival et Concours Bach de Lausanne" hep "La Nuit de Musées" (Müzeler gecesinden) sonra sonbaharda yer alır. Lozan'da Béjart Ballesini ağırlar, biraz da alternatif kültür de bulunur. Lozan'da çok müze vardır: Üzüm Üzüm, asmagiller (Vitaceae) familyasının "Vitis" cinsinden sarılgan bitki ve yeryüzünde kültürü yapılan en eski meyve türlerine verilen ad. Tarihçesi MÖ 5000 yılına kadar dayanır. Anavatanı Anadolu'yu da içine alan Küçük Asya, Kafkasya'yı da kapsayan bölgedir. Diğer meyvelerle kıyaslandığında en fazla çeşide sahip olan türlerden biri olan üzümün 15.000'nin üzerinde çeşidi bulunduğu tahmin edilmektedir. Anavatanı Anadolu olan çeşitler 1200'ün üzerindedir. Bu çeşitlerden oluşturulmuş "Milli Koleksiyon Bağı" Tekirdağ Bağcılık Araştırma Enstitüsünde bulunmaktadır. Bunların 50-60 kadarının ekonomik üretimi yapılmaktadır. Üzümün; anti-oksidan, anti-aging, kan yapımına yardımcı ve kanserden koruyucu etkileri bilinmektedir. Siyah üzüm kabuğunda bulunan 'Resveratrol' maddesi, anti-kanserojen ve anti-oksidan olma özelliklerini taşımakta ve beyin hücrelerini korumaktadır. Üzümün çekirdeğindeki diğer bir madde olan 'Quersetin' ise, kan yapımına yardımcı olmaktadır. Bu yolla damarların sağlığını da olumlu yönde etkilemektedir. Üzümün güçlü anti-oksidan özelliği, E vitamininden 50, C vitamininden ise 30 kat daha fazladır. Üzüm şırasında; su (%70-80), karbonhidratlar (%15-25), organik asitler (%0,3-1,5), tanenler (%0,01-0,10), azotlu bileşikler (%0,03-0,17), mineral bileşikler (%0,3-0,5) bulunmaktadır. "Vitis aestivalis" - "Vitis amazonica" - "Vitis amurensis" - "Vitis balansana" - "Vitis bashanica" - "Vitis bellula" - "Vitis berlandieri" - "Vitis betulifolia" - "Vitis biformis" - "Vitis bloodwothiana" - "Vitis bourgaeana" - "Vitis bryoniifolia" - "Vitis chunganensis" - "Vitis chungii" - "Vitis cinerea" - "Vitis cissoides" - "Vitis coignetiae" - "Vitis cordifolia" - "Vitis davidii" - "Vitis enneaphylla" - "Vitis erythrophylla" - "Vitis fengqinensis" - "Vitis figariana" - "Vitis flexuosa" - "Vitis glabrata" - "Vitis hancockii" - "Vitis heyneana" - "Vitis hui" - "Vitis jinggangensis" - "Vitis jinzhainensis" - "Vitis labrusca" - "Vitis lanceolatifoliosa" - "Vitis longquanensis" - "Vitis luochengensis" - "Vitis menghaiensis" - "Vitis mengziensis" - "Vitis nesbittiana" - "Vitis papillosa" - "Vitis piasezkii" - "Vitis pilosonerva" - "Vitis popenoei" - "Vitis pseudoreticulata" - "Vitis pubescens" - "Vitis retordii" - "Vitis rhomboidea" - "Vitis romanetii" - "Vitis rotundifolia" - "Vitis rupestris" - "Vitis ruyuanensis" - "Vitis scortechinii" - "Vitis shenxiensis" - "Vitis silvestrii" - "Vitis sinocinerea" - "Vitis sinuata" - "Vitis thunbergii" - "Vitis tiliifolia" - "Vitis tsoi" - "Vitis tsukubana" - "Vitis vinifera" - "Vitis vulpina" - "Vitis wenchowensis" - "Vitis wilsoniae" - "Vitis wuhanensis" - "Vitis yuenlingensis" - "Vitis yunnanensis" - "Vitis zhejiang-adstricta" Cenova Cenova, günümüzde İtalya'nın Ligurya bölgesinde kendi ismini taşıyan Genova ilinin merkezi ve Ligurya Bölgesi'nin başkenti olan bir şehir v
e yerel idare bakımından bir komündür. İsviçre'nin Cenevre şehri ile karıştırılmamalıdır. Cenova eski tarihsel merkezinin "Le Strade Nuove (Yeni Sokaklar)" ve "Palazzi dei Rolli (Rolli'lerin Sarayları)"'ndan oluşan büyük bir kısmı 2006dan itibaren UNESCO Dünya Mirasları İtalya listesine katılmıştır. Cenova şehrinin çok zengin sanat, müzik, gastronomi. mimarı ve tarihsel özellilkleri dolayısıyla şehir 2004 yılı için Avrupa Kültür Başkenti olmuştur. Şehir ismi diz anlamındadır. Şehir, coğrafi konumunun bir diz seklinde olması sebebiyle bu adı almıştır. Tarihte ise İtalyan Şehir devleti olan Ceneviz'in başkenti olmuştur. Ünlü kaşif Kristof Kolomb'un doğduğu yerdir. Cenova'nin belediye sinirlari icindeki nüfusu (30.11.2010 tahminleri itibarıyla) 608.015 kişi olup nüfus yoğunluğu 2.495,96 kişi/km² olur. Ama sehirlesmis metropoliten Cenova'non nüfusunun yaklasik 740.000 kisi oladugu tahmin edilmistir. 19. ve 20. yüzyılda Cenova'nın belediye sinirlari icindeki sehir nüfusunun gelişimi şu gösterimde incelenebilir: Cenova sehri belediyesi idaresi halka daha yaklaşmak nedeni ile 2007'de Cenova Şehri Belediye Meclisi kararı ile şehir belediye hizmetlerini vermek için 9 tane alt-belediye oluşturmuştur. Prensip her bir alt-belediyenin ortalama olarak 67.500 kadar sehirliye hizmet vermesi ön görülmekteydi ama şu anda "Centro-Est (Merkezî-Doğu Alt-belediyesi" bölgesi yaklaşık 90.000 şehirliye ve "Bassa Val Bisagno (Aşağı Bisagno Vadisi)" alt-belediyesi 78.000 şehirliye hizmet etmektedir. Cenova komunünün şu komünlerle ortak sınırları bulunur: Arenzano, Bargagli, Bogliasco, Bosio (AL), Campomorone, Ceranesi, Davagna, Masone, Mele, Mignanego, Montoggio, Sant'Olcese, Sassello (SV), Serra Riccò, Sori, Tiglieto, Urbe (SV) Cenova Şehri, şu kentlerle kardeş şehir ilişkisi kurmuştur: Cenova Şehrinin şu şehirlerle iş birliği anlaşması vardır: HPGL HPGL veya bazen gösterildiği gibi HP-GL, Hewlett-Packard tarafından üretilen ilk çizicilerde kullanılan denetim dilidir. İsim, Hewlett-Packard Graphics Language (Hewlett-Packard Grafik Dili) kelimelerinin ilk harflerinden oluşur. Daha sonra neredeyse tüm çiziciler için standart bir dil haline gelmiştir. Mütareke Mütareke veya bırakışma, savaşlarda çatışmaları sona erdiren silah bırakma, nihai ateşkes antlaşmasıdır. Bırakışma metnine "mütarekename" denir. Mütarekename imzasından sonra başta toprak talepleri olmak üzere meselelerin çözüme kavuşturulduğu veya karara bağlandığı barış antlaşması imzalanır. Korsika Korsika (Fransızca: Corse [], Korsikaca: Corsica) Akdeniz'de Fransa'ya bağlı bir adadır. Fransa'nın güneydoğusunda, İtalya'nın batısında ve Sardinya adasının kuzeyindedir. Korsika, 1000 km'lik kıyıya ve 200den fazla plaja sahip dağlık bir adadır. 2.706 m rakımlı Sinto Dağı adanın en yüksek noktasıdır. Ayrıca rakımı 2000 m'nin üzerinde 20 tepe vardır. Sardinya adasından Bonifacio Boğazı'yla ayrılır. Başlıca şehirleri ve Korsika dilindeki karşılıkları şunlardır: Ajaccio (Aiacciu), Bastia (Bastia), Corte (Corti), Sartène (Sartè), Saint-Florent (San Fiurenzu), Calvi (Calvi), L'Île-Rousse (Isula Rossa), Porto Vecchio (Porti Vechju), Bonifacio (Bunifaziu) ve Aleria (Aleria) olup; idari bakımdan merkezi Bastia olan Haute-Corse (Yukarı Korsika) ve merkezi Ajaccio olan Corse-du-Sud (Güney Korsika) illerine ve bunlara bağlı 5 ilçeye bölünür. Korsika yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı bir Akdeniz iklimine sahiptir. Doğal bitki örtüsü Akdeniz ormanları ve makidir. Ada ayrıca "Korsika Bölgesel Doğal Parkı"na sahiptir. Bu doğal parkta ender bulunan binlerce havyan ve bitki türü koruma altındadır. 1972'de oluşturulan bu park; Porto Körfezi'ni, UNESCO Dünya Miras Listesi'nde bulunan Scandola Doğal Rezervi'ni ve adanın en yüksek dağlarından bazılarını içerir ve sadece tekneyle ulaşılabilir. Tehlike altındaki 2 toynaklı memeli alttür olan Yabani Koyun (Ovis aries musimon) ve Korsika Kızıl Geyiği (Cervus elaphus corsicanus) yaşamaktadır ve bu hayvanlardan ikincisi adaya özgüdür. Korsika'ya ilk gelen halklar İberler ve Kelt-Ligurler'di. MÖ 10. yüzyılda Fenikeli tüccarlar, MÖ 562'de Alalia'yı (Bugün Aleria) kuran Phokaialılar (Bugün Foça) yerleşti. Phoakialılar adadan MÖ 535'te Etrüsk-Kartaca ittifağıyla kovuldu. Böylece Etrüskler adaya hakim oldu. Ancak Etrüskler MÖ 5. yüzyılın ilk yarısında zayıflamaya başlayınca Siraküzalılarla Kartacalılar ada için çekişmeye başladılar. Çekişmeden Kartacalılar galip çıksa da Roma Cumhuriyeti, 1. Pön Savaşı'nın (MÖ 264-MÖ 241) bitiminden 3 yıl sonra adayı ele geçirdi. Adalıların işgale karşı direnişi MÖ 162'de kırılabildi. Roma İmparatoru Diocletianus (284-305) döneminde İtalya Prefektura'sına bağlanan ada, 395'te Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle Batı Roma İmparatorluğu'na bağlansa da 430'da Vandallar adayı ele geçirdiler. 533'te Doğu Roma İmparatorluğu tarafından ele geçirildi ve imparatorluğa bağlı Afrika Prefektura'sına bağlanan ada, 590'da Afrika Eksarklığı'na bağlandı. 698'de eksarklığın merkezi Kartaca'nın Emeviler'in eline geçmesi, adayı Arap tehdidiyle baş başa bıraktı. Bu durumdan yararlanan Lombard Kralı Liutprand adayı 725'te fethetti. 774'te ada Frank Kralı Şarlman'a geçti. 840'ta krallığın üçe bölünmesiyle Orta Frank Krallığı'na bağlanan ada, 850'de Ağlebiler tarafından elegeçirildi ve 909'da onları deviren Fatımilere bağlandı. 1034'te Papalık Devleti orduları adayı ele geçirdi ve adayı Pisa'ya verdi. Adadaki Pisa egemenliği 1284'te yapılan Meloria Savaşı'na kadar sürdü. Bu savaşı kazanan Cenova Cumhuriyeti adayı ele geçirdi. Cenova yönetimi 1296-1434 arasındaki Aragon Krallığı'nın müdahaleleri, 1468-1498 arasındaki Milano Düklüğü ve 1553-1559 arasındaki Fransız işgali dışında 1768 yılına dek sürdü. 1729'da Cenova'nın koyduğu ağır vergiler yüzünden ada halkı ayaklandı. Hatta Alman maceracı Theodor Stephan Freiherr von Neuhoff 1736'da kendini Osmanlı'ya bağlı Tunus Beyi'nin desteğiyle 1. Teodoro adıyla Korsika Kralı ilan etti. I. Teodoro'nun yönetimi 8 ay sürdü ve Kasım 1736'da sona erdi. Kendisi 1738, 1739 ve 1743'te yine adaya geldiyse de Cenovalılar tarafından püskürtüldü. Cenova'nın zalimce yönetimini sürdürmesi yüzünden ada bir kez daha ayaklandı ve Pasquale Paoli 1755'te Korsika Cumhuriyeti'ni ilan etti. Kendisi Cenova'yla yaptığı başarılı savaşlarla onları birkaç kıyı kasabası dışında adadan sürdü. Bu durum karşısında Cenova, 1768'de imzalanan Versailles Anlaşması'yla adanın yönetimini Fransa'ya bıraktı. Paoli, aynı yıl adaya çıkan Fransızlara karşı 1 yıl başarıyla dirense de Porto Nuevo Savaşı'nda aldığı yenilgi yüzünden İngiltere'ye sürgüne gitti ve ada Fransa tarafından ele geçirildi. Ancak Korsika halkının önemli bir bölümü kendini hiçbir zaman Fransız olarak hissetmemiş, Fransa hakimiyetine karşı olan başkaldırmalarını günümüze kadar sürdürmüştür. Hatta ada 1793-1794 arasında İngiltere tarafından işgal edilmiştir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren İtalyancaya yakın olan Korsika dilinde yeniden canlanma görülmüştür. Bu dönemde Korsika dilinde ilk gazete basılmıştır. II. Dünya Savaşı'nda 1942-1943 arasında İtalya tarafından işgal edilen Korsika, 1975'te Fransa'nın 22 bölgesinden biri olmuştur. Korsika'nın nüfusu 240.000'dir. Bunların yaklaşık %70'i Korsikalıdır. Korsikalıların %98'i hem Fransızcayı hem de Korsikacayı kullanırlar. Yüzölçümü 8,680 km² dir. Başkenti Ajaccio şehridir. Yasama Konseyinin başında Ange Santini bulunur. Korsika ekonomisinde turizm en önemli alandır. Sahilleri, sahip olduğu Akdeniz iklimi, güzel dağlarıyla ada Fransızlar ve Batı Avrupalılar için önemli bir turizm merkezidir. Ancak adanın her bölgesinde turizm gelişmemiştir. Kemaliye, Ortaca Kemaliye, Muğla'inin Ortaca ilçesine 4 km mesafede, Dalyan beldesi yolu üzerinde yaklaşık bin nüfuslu bir mahalledir. Tarihi fazlaca bilinmemekle birlikte, eski ve yeni göçlerle kurulup geliştiği ve bugüne geldiği tahmin edilmektedir. Genelde geçim kaynağı olarak narenciye ve seracılık gibi görünse de köy halkının ekonomik durumu çok iyi olmadığından geçimlerinin büyük kısmını turizm sektöründe mevsimlik olarak çalışarak sağlamaktadırlar. Okur yazar oranı Türkiye ortalamasının üzerinde olan Kemaliye'de birçok üniversite mezunu genç bulunmakta bunların bazıları Türkiye'nin çeşitli yerlerinde görev yapmaktadırlar. Alevi nüfusunu çoğunlukta olduğu mahallede cami bulunmamaktadır. Zagreb Zagreb, Hırvatistan'ın başkenti ve en yüksek nüfusa sahip şehridir. Zagreb'in 1 milyonun üzerinde olan nüfusunda 2001 verilerine göre yüzde 91.94 ile Hırvatlar çoğunluktadır. Zagreb'de dört mevsim yaşanır. Kışları ortalama sıcaklık 1 C°, yazları ise 20 C°'dir. Zagreb'in ulaşım bağlantıları, ticaret hacmi, endüstrinin yoğunluğu, bilimsel ve araştırma merkezleri şehrin Hırvat ekonomisinde lider konuma ulaşmasını sağlamıştır. Şehrin bulunduğu alandaki ilk yerleşim 1. yüzyılda gerçekleşmiş. Tarihî kayıtlarda "Zagreb" ismi ilk defa 1094 yılında görülüyor. Şehir, Kaptol ve Gradec ("okunuşu" Gradets) şehirlerinin 1851 yılında birleşmeleriyle oluşmuş. Bundan önce bu iki şehir arasında, neredeyse savaşa dönen gerginlikler yaşanıyormuş. 1242 yılında ise her iki şehir de Cengiz Han’ın saldırıları nedeniyle büyük zararlar görmüş. Kentte 1699 yılında ise bir üniversite açılmış. 17. ve 18. asırlarda kent, veba salgınları nedeniyle büyük acılar çekmiş. 20. yüzyılda ise, sanayi ile birlikte kentin nüfusu artmaya başlamış. I. Dünya Savaşı’nda bu artış duraklamaya girmiş. Kent, Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte, kendini yine savaşın içinde bulmuş. Ancak bu savaşın neden olduğu zarar, Yugoslavya topraklarının kalanıyla karşılaştırılınca, pek de önemli olduğu söylenemez. Şehir elektrik makineleri ve parçaları, kimyasal maddde, gıda ve içecek üretiminde önemli bir paya sahiptir. Zagreb uluslararası ticaret ve iş merkezidir. Burası, ülkede nominal bazda kişi başına düşen millî gelirin en yüksek olduğu şehirdir. 26.000 Dolar olan bu rakam, ülke genelinde 12.000 Dolar'dır. Firmaların %34'ünün merkezi Zagreb'de bulunur. Ayrıca ülkedeki iş gücünün %38.4'ü
Zagreb'dedir. Zagreb'deki firmalar toplam ihracatın %37'sini yaparlar. (2006 verileri) Zagreb, iki bölümden oluşuyor: Gornji grad (Upper Town), Donji grad (Lower town). Bahsettiğimiz Kaptol ve Gradec bölgeleri de Gornji grad bölümünde bulunuyor. Bu bölge, kentin Orta Çağ’dan kalan eserlerinin yoğunlaştığı yer. Gezinize, kentin merkezi olan Trg Bana Jelacica’dan başlayabilirsiniz. Meydanın ortasında at üstündeki heykel, meydana ismini veren büyük asker Josip Jelačić. Kendisi bir dönem ülkesini Osmanlı tehdidinden de korumuş. Meydandan Aziz Stephen Katedrali’ne doğru yönelin. 1899 yılında yapılmış olan bu katedralin iki gotik kulesi bulunuyor. Yakınlarda ise, kentin en renkli noktalarından biri olan Dolac Pazarı bulunuyor. Tezgahlar arasında biraz turladıktan sonra, Tkalciceva Ulica sokağına girin. Burada 13. yüzyıldan kalmış bir kent kapısı göreceksiniz. Kapının üzerinde de, Meryem’in bir resmi bulunmakta. Donji grad tarafına geçtiğinizde ise devlet başkanının makamı olan Banski Dvori binasını görmeniz mümkün. Sonrasında da St. Mark Kilisesi’ni görmeniz mümkün. Kilisenin tavanındaki resimlere dikkat edin. Zagreb’e yukarıdan bakmak istiyorsanız Lotrscak Kula (Kule)’ya çıkabilirsiniz. İnişinizi de, isterseniz yürüyerek, isterseniz de tarihi füniküleri kullanarak yapabilirsiniz. Bu füniküler tam yüz yıllık. Ama bu sizi korkutmasın, tıkır tıkır çalışıyor… Eğer yorulduysanız ya da sandiviçinizi yemek için sakin bir yer arıyorsanız, gitmeniz gereken yer Maksimir Park. Ama uyaralım, park şehir merkezine biraz uzak. Parka ulaşmak için 4, 7, 11, 12 numaralı tramvayları kullanabilirsiniz. İnmeniz gereken durak ise Bukovačka. Parkın içinde bir de hayvanat bahçesi bulunuyor. Mescid-i Aksa Mescid-i Aksa () Müslümanlarca kutsal kabul edilen mekânlardan biridir ve Müslümanların ilk kıblesi olduğuna inanılır. Kudüs'ün doğusundaki Eski Şehir bölgesinde Mescid-i Aksa'nın adlandırması, surlarla çevrili eski şehrin güney doğu köşesinin en uzak noktasına kadar uzanan, surla çevrili bölge içerisindeki alanın tamamı için kullanılır. Bu alanın yüzölçümü yaklaşık 144 dönüm olup, Kubbet-üs-Sahra, Kıble Mescidi ve sayısı iki yüze ulaşan birçok esere sahiplik eder. "Morya Tepesi" adı verilen küçük bir tepe üzerine inşa edilmiş olup, Kubbet-üs-Sahra'nın üzerine kurulduğu kaya bu tepenin en yüksek noktası olarak kabul edilir. "Mescid-i Aksa" Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde geçer: "Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür." Peygamber Muhammed ise "Mescid-i Aksa" hakkında şöyle demiştir: "Yolculuk ancak şu üç Mescid'den birine olur: Benim şu mescidime (Mescid-i Nebevî), Mescid-i Haram'a ve Mescid-i Aksa'ya." Bu hadis etrafında Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevî ve Kâbe ile birlikte üç harem bölgesinden biri olarak kabul edildiği için "Harem-i Şerîf" adını da alır. Mescid-i Aksa'yı Yahudiler de kutsal kabul etmekte ve bu bölgeye Süleyman'ın inşa ettiği tapınağa nispetle Tapınak Tepesi adını vermektedirler. Burayı Tapınak bölgesi olarak gördükleri için, birçok radikal Yahudi grup aynı bölgede yeniden Süleyman Tapınağını inşa etmek üzere kurumsal çabalar içerisine girmiştir. Bu çabaların bir parçası olarak İsrail Devleti, "Mescid-i Aksa"nın altında, tapınağın kalıntılarını bulmayı amaçlayan arkeolojik kazılara girişmiştir. Mescid-i Aksa'ya farklı birçok isim verilmiştir. Bunlardan en önemli üç tanesi şöyle sıralanabilir: Mescid-i Aksa'nın ilk defa ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte Peygamber Muhammed'den nakledilen hadislerde bu mescidin, Kâbe inşa edildikten kırk sene sonra inşa edildiği ifade edilir. Ebû Zerr el-Gifârî, Peygamber Muhammed'den şöyle nakleder: ”Yâ Resûlallah! Yeryüzünde ilk inşa edilen mescid hangisidir?” diye sordum. Dedi ki: Mescid-i Haram. ”Sonra hangisidir?” diye sorunca, ”Mescid-i Aksa” cevabını verdi. Dedim ki: Aralarında ne kadar süre var? Dedi ki: Kırk sene.” Tarihçiler Mescid-i Aksa'yı ilk defa inşa edenin kim olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun melekler olduğunu söylerken, diğer bazıları Adem, oğulları Şît ve Nuh, İbrahim gibi isimleri tercih etmiştir. Aynı ihtilaf Kâbe'nin inşası için de geçerlidir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayet ile İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bârî "kitabındaki bir rivayet hem Kâbe hem de Mescid-i Aksâ'yı ilk inşa edenin Adem olduğunu gösterir. Mescid-i Aksa araştırmacılarından Abdullah Marûf, Adem'in sadece 142 ve 144 dönüm arasında değişen bölgenin sınırlarını vaz etme anlamında ilk bânî olduğunu belirtir. Adem döneminden sonra, Mescid-i Aksa'yla ilgili tarihi bilgiler giderek silikleşir. Tarihi verilere göre Kudüs şehrine gelerek yerleşen ilk topluluk Yebûsîler'dir (M.Ö. 3000-1550). Yebûsîler Kudüs şehrini inşa etmiş ve bu şehre ”Yebûs” adını vermişlerdir. Bazı araştırmacılara göre Yebûsîlerin eserlerinin kalıntıları Mescid-i Aksa'yı çevreleyen surlarda hala bulunmaktadır. Peygamber İbrahim'in Kudüs'e hicreti Yebûsîler'in hakimiyeti döneminde gerçekleşmiştir. Burada İbrahim, Mescidi inşa etmiş ve orada namaz kılmıştır. Onu takiben oğlu ishak ve torunu Yakup da buraya yerleşmiştir. Daha sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa Firavunların yönetimine geçmiştir (M.Ö. 1550-1000). Firavunlar dönemi ertesinde bu bölgeyi "el-Amâlika "olarak da adlandırılıan Âd ve Semûd kavimleri ele geçirmiştir. M.Ö. 995 senesinde ise Davud ve İsrailoğulları Kudüs'ü fethetmiştir. Davud şehri genişletmiş ve Mescid-i Aksa'yı imar etmiştir. Davud'dan sonra şehrin yönetimi oğlu Süleyman'a geçmiş ve Süleyman mescidi ikinci defa yenilemiştir. Rivayete göre, bu konuyla ilgili olarak Peygamber Muhammed şöyle demiştir: "Davud'un oğlu Süleyman -selam onların üzerine olsun- Beytu'l-Makdis'i inşa etmeyi bitirince, Allah'tan üç dilekte bulunmuştur. Allah'ın hükmüne uygun düşecek şekilde hüküm vermek, kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat, Mescid-i Aksa'ya sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hale gelmeleri. Allah Süleyman'a bunlardan ilk ikisini vermiştir, üçüncü niyazın da kabul edilmiş olmasını ümit ediyorum." Yahudilerin Süleyman'a nispet ederek Tapınak adını verdikleri yer, bu dönemde inşa edilen yapıdır. Tapınak, Musevi inancının merkezinde bulunan Shiloh, Nov, ve Givon'da bulunanlarla beraber Musa'nın buluşma çadırı (taşınabilir musevi tapınağı) ile yer değiştirmiştir. Süleyman'ın vefatıyla, İsrailoğulları'nın 80 sene süren hakimiyetleri de sona ermiştir. Süleyman'ın vefatından sonra, İsrailoğulları Devleti güneyde "İsrail Krallığı", kuzeyde ise Kudüs'ü de içeren "Yehuda Krallığı" olmak üzere iki kısma ayrılmış ve Babillilerin M.Ö. 586 senesinde saldırarak tapınağı yakmalarına kadar devam etmiştir. Babilliler bu saldırı ertesinde Yahudileri Kudüs'ten çıkararak Babil'e sürmüşlerdir. Bu hadise, Yahudi tarihinde Babil Sürgünü olarak anılır. Daha sonra Farslar ve Babilliler arasında çıkan bir savaşta Farslar Babillileri yenilgiye uğratınca, Ezra Kitabı'nda geçtiğine göre Fars Kralı Büyük Cyrus M.Ö. 538 senesinde Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve Tapınağın yeniden inşasına izin vermiştir. Böylece Yahudiler Kudüs'e geri dönerek ikinci tapınağın inşasına başlamışlar ve M.Ö. 515 senesinde, Birinci Darius döneminde İkinci Tapınağı tamamamışlardır. Yaklaşık 500 yıl sonra İkinci Tapınak, M.Ö. 20 yılında Kral Herod tarafından yeniden tamir ettirilmiş ve daha sonra Herod Tapınağı olarak anılagelmiştir. Bu tapınak Romalılar tarafından 70 yılında tahrip edilmiştir. Her ne kadar Tapınak uzun süre önce tahrip edilmiş olsa da, Batı duvarı hala ayaktadır ve uzun yıllardan beri tapınak yapısının ayakta kalan tek duvarı olduğuna inanılır. Musevi Eskatologya'sı Mesih'in gelmesinden önce buraya Üçüncü Tapınak'ın inşa edilmesini planlamaktadır ve bu yüzden Ortodoks ve Muhafazakâr Musevilik taraftarları bir gün Üçüncü Tapınağın inşa edileceğini ummakta, bunun için çaba göstermektedir. 30 Ağustos 2007 tarihinde, boru hattı döşenmesi sırasında İkinci Tapınağın kalıntılarının ortaya çıktığı iddia edilmiştir.. Ardından kısa bir süre sonra Ekim 2007'de arkeologlar tarafından Birinci Tapınağın kalıntılarına da ulaşıldığı öne sürülmüştür. Bununla birlikte söz konusu kalıntıların kadim tapınakla ilişkisi canlı tartışmaların konusudur. Ayrıca müslümanlar Aksa altındaki kazıların ve açılan tünellerin Mescid-i Aksa'yı tehdit ederek yıkılmasına neden olacağını söyleyerek bu kazılara karşı çıkmaktadırlar. Uluslararası organizasyonlar tarafından, Aksa çevresindeki bu çalışmalar Dünya Mirası içerisinde yer alan Mescid-i Aksa'ya tehdit olarak görüldüğü halde, kazılar günümüzde de devam etmektedir. Yunanlar Filistin topraklarını işgal etmiş ve M.Ö. 332 civarında Büyük İskender'e, sonra onu takip eden Ptolemaios Hanedanı'na, sonra Selevkos İmparatorluğu'na tâbi olmuşlardır. Roma İmparatorluğu hükümranlığına kadar bu durum böyle devam etmiştir. Roma İmparatorluğunun Kudüs'ü yönetmesi için atadığı ve en çok öne çıkan ilk yöneticilerden biri Hirodes'tir (M.Ö. ykl. 37). Hirodes Beytu'l-makdis'i yenilemiş (M.Ö. ykl. 20) ve el-Halil Kapısı'na büyük bir kale inşa etmiştir (Yahudiler bu kapıya bugün Davud Kapısı adını vermektedir). İslam kaynakları Meryem oğlu İsa'nın, Zekeriya'nın ve onun oğlu Yahya'nın, Kudüs'ün Hirodes yönetiminde olduğu bu dönemde yaşadığını belirtirler. İsa'dan sonra yaklaşık M. 300 senesinde Roma İmparatorluğu Batı Roma ve Bizans Doğu Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye ayrılmış, bu tarihten sonra Bizans İmparatorluğu Kudüs'ün hakimiyetini elinde bulundurmuştur. Böylece Kudüs bir Hıristiyan şehri haline gelmiştir. Hıristiyanların bu dönemde inşa ettiği en önemli yapılardan biri Kudüs'teki Kıyamet Kilisesi'dir. Mescid-i Aksa bu dönemde metruk bir hale gelerek, inşa edilmeden önceki harap konumuna dönmüştür. 614 senesinde Farslar, Yahudilerin yardımıyla, Bizans güçlerine karşı uzun süren bir savaş neticesinde Kudüs'ü ele geçirmişlerdir
. Bu savaş, Peygamber Muhammed'in Mekke'de İslamı tebliğle görevlendirildiği döneme denk gelir. Kur'ân-ı Kerîm söz konusu mücadeleden, Rûm suresinde şöyle bahseder: "Rumlar (Bizanslılar, Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir." Bu savaştan sonra, M. 624 senesinde Bizanslılar yeniden Kudüs'ü ele geçirdiler. Mescid-i Aksa Peygamber Muhammed döneminde, Müslümanlar için önemli bir özellik kazanmıştır. Çünkü Hicretin birinci yılında (M. 622), Medine'de müslümanlar yaklaşık 16 ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmış ve burayı kıble olarak kabul etmişlerdir. Berâ b. Âzib Peygamber Muhammed'ten şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber Medine'ye geldiğinde on ya da on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Bununla birlikte O, Kâbe'ye yönelmeyi arzu ediyordu. Bunun neticesinde şu ayet nazil oldu: "(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Bundan böyle namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de (ey müminler!) nerede bulunursanız (namazda) yüzünüzü oraya doğru çevirin. Kendilerine kitap verilmiş olanlar da pek iyi bilirler ki o Rabb'lerinden gelen haktır ve Allah onların yaptıklarından gafil değildir. (Bakara (3), 144)" Mescid-i Aksa Peygamber Muhammed'in İsra ve Mirac hadisesi sırasında gerçekleştirdiği yolculuğun yeryüzündeki gece yolculuğu olarak bilinen İsrâ kısmında yöneldiği yerdir. Bu yolculuk, O'nun peygamber olarak gönderilişinin 3. senesinde, Recep ayının 27. gecesi gerçekleşmiştir. Müslümanlar Peygamber'in melek Cebrail eşliğinde, Burak adlı bineğe binerek Mescid-i Haram'dan yola çıktığını ve Mescid-i Aksa'ya ulaştığını, Burak'ı Burak Duvarı'na bağlayarak tüm peygamberlere imamlık ederek namaz kıldığını ve sonrasında farklı katlarında Adem, Yahya, İsa, Yusuf, İdris, Harun, Musa ve İbrahim peygamberlerle buluşacak şekilde göğü katederek miraca çıktığını kabul ederler. Halife Ebubekir, Peygamber Muhammed'ten sonra müslümanların liderliğine geçince Usame b. Zeyd komutasındaki bir orduyu Şam beldesinin fethi ve İslam'ın bu bölgede tebliğ edilmesi için görevlendirdi. Vefatından önce Peygamber, Usame'nin ordusunu teçhiz etmişti. Ebubekir'den sonra hilafete geçen Ömer, bu kez Halid b. Velid'i Şam bölgesinin fethi için görevlendirdiği ordunun komutanlığına getirdi. Bu ordu dahilinde, Ebu Ubeyde b. Cerrah Kudüs şehrine kadar ulaştı. Şehri kuşatmasına rağmen, surlar nedeniyle fethi tamamlayamadı. Çünkü Kudüs ahalisi surları içeriden destekleyerek güçlendirmişti. Hal böyle olunca Ebu Ubeyde, şehir ahalisi bitkin düşünceye dek Kudüs'ü kuşatma altında tuttu. Kuşatmanın getirdiği sıkıntılarla baş etmekte zorlanan şehir ahalisi Ebu Ubeyde'ye bir elçi göndererek barış istedi ve Müslümanların halifesi Ömer'in kendisinin gelerek şehrin anahtarını teslim alması şartıyla şehri kan dökülmeksizin teslim etmek istediklerini bildirdi. Bu durumda halife Ömer, Hicretin 15. senesinde (M. 636) Medine'den çıkarak Kudüs'e ulaştı ve şehir ahalisini koruma sözü vererek, "Ömer Ahitnamesi" adı verilen bir ferman yazdı. Bu sırada Patrik Safranius ona eşlik etmekteydi. Patrik eşliğinde Kıyamet Kilisesi'ne gelen Ömer, buradan Mescid-i Aksa'ya geçti. Mescid-i Aksa'ya girdiğinde şöyle dedi: "Allahu Ekber! Bu, Allah Resulü'nün bize tarif ettiği mescittir." Bu sırada Mescid-i Aksa metruk bir tepe halindeydi ve merkezinde büyükçe bir kaya bulunmaktaydı. Halife Ömer, daha sonra üzerine Kıble Mescidi'nin kurulacağı alana, Aksa Hareminin güney bölgesine bir mescit inşa edilmesini emretti. Ömer döneminde bu mescit yaklaşık 1000 kişiyi alabilecek ahşap bir yapıdan ibaretti. Bu yapı Emevî halifesi Muaviye b. Ebi Süfyân dönemine kadar korundu. Hicretin 41. senesinde (M. 661) Emevî Devleti kurulduktan sonra, Emevîler, Ömer'in Mescid-i Aksa içerisinde inşa ettirdiği Kıble Mescidi'ni yenilemeye giriştiler. Bu sırada yapı malzemesi olarak ahşap yerine taş kullandılar ve yeni mescidi 3000 kişiyi alacak şekilde genişlettiler. Mucîruddîn, Mukaddesî ve Suyutî gibi bazı Müslüman tarihçiler, Mescid-i Aksa'daki en büyük yenileme hareketinin M. 685 senesinde Halife Abdulmelik b. Mervân döneminde başladığını ve bu yenileme sürecinin sonraki dönemlerde Kubbetu's-Sahrâ'nın inşasına kadar süren geniş bir zaman dilimini kapsadığını ifade ederler. Bu süreç içerisinde değerlendirilebilecek bir şekilde, onun oğlu Velid b. Abdulmelik M. 715 senesinde Kubbetu's-Sahra'nın inşasına başlamıştır. Kubbetu's-Sahra, Mescid-i Aksa'nın merkezinde bulunan ve tepenin en yüksek yerini teşkil eden kayanın üzerine inşa edilmiş altın bir kubbe ve bu kubbeyi taşıyan bir yapıdan ibarettir. Müslümanlar Peygamber Muhammed'in Mirac'a çıkış sırasında ayak bastığı son yeryüzü parçasının bu kaya olduğuna inanırlar. Velid b. Abdulmelik, bu kaya üzerine inşa ettirdiği Kubbetu's-Sahra'nın yapımına başlanmadan önce, hemen onun yanında küçük bir kubbe inşa ettirmiş ve bu kubbe daha sonra "Silsile Kubbesi" olarak anılmıştır. Bu küçük kubbe, büyüğü yapılmadan önce onun bir örneği olacak şekilde inşa edilmiştir. M. 746 senesinde Mescid-i Aksa, büyük ölçüde yıkılmasına neden olan bir depreme maruz kalmıştır. Dört sene sonra, Saffâh Emevî halifeliğini ortadan kaldırıp M. 750'de Abbâsî Devleti'ni kurmuştur. Saffâh'ın ölümünden sonra hilafete geçen kardeşi Ebu Cafer el-Mansûr Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa etmek istemiştir. Yeniden inşa faaliyeti M. 771'de sona ermiştir. Bununla birlikte 774'teki bir başka deprem, Mansûr'un yeniden inşa ettiği bölümlerin büyük bir kısmının tahrip olmasına neden olmuştur. Bunun bir istisnası Mescid-i Aksa'nın kuzey bölümündeki bir kesimdir. 780'de Halife Muhammed el-Mehdî binanın yeniden yapılmasını emrederek, binayı ence arttırmış uzunlukça kısaltmıştır. 985'te Coğrafyacı el-Mukaddesî, yenilenmesini tamamlanan mescidin "15 revak ve 15 kapı" içerdiğini aktarır. 1033'te gerçekleşen başka bir deprem, Mescit'te geniş bir alana yayılan bir tahribe neden oldu. Fatımî halifesi ez-Zâhir döneminde bu tahripler izale edilerek Mescit 1034 ve 1036 arasında yenilendi. Bu yenileme sırasında Mescit'teki revakların sayısı on beşten yediye indirildi. 1099 yılında, Birinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılar Kudüs'ü ele geçirdiler ve sadece Mescid'i tahrip etmekle kalmayıp, adını da Süleyman Mabedi olarak değiştirdiler. Haçlılar Mescid-i Aksa'yı ilk olarak Krallık Sarayı ve At Ahırı olarak kullandılar. Bugün bile, özellikle Kıble Mescidi'nin altında yer alan ve Haçlılar döneminde at ahırı olarak kullanılan Mervan Mescidi'ndeki sütunlarda atların bağlanması için kullanılan delinmiş bölümler görülmektedir. 1119 senesinde Mescid-i Aksa tamamen tapınak şövalyelerinin merkezi haline geldi. Bu evre boyunca Mescid bir tapınağa dönüştürülecek şekilde değişikliklere uğradı. Güney şerefesinin genişletilmesi, Kilise için bir mihrap ve ayırıcı bir duvar inşa edilmesi, yapının önemli bölümlerine oldukça büyük haçlar ilave edilmesi bu değişikliklerden bir kısmı arasında yer alır. Aynı bölgede yeni bir manastır ve kilise inşası da bu değişiklikler arasındadır. Ayrıca tapınak şövalyeleri, yapının batı ve doğu yönlerinde tonozlar inşa ettiler. Bu tonozlardan batı kısmında bulunanı bugün kadınlar mescidi olarak, doğu kısmında bulunanı ise İslam müzesi olarak kullanılmaktadır. 1187 yılındaki kuşatma ertesinde Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü Haçlıların elinden geri almayı başardı ve Mescid-i Aksa'da önemli birçok düzenleme ve restorasyon gerçekleştirdi. Mescid'in yeniden müslümanların ibadetine açılabilmesi için Selahaddin, haçlıların mescitteki kalıntılarını temizledi, mescidin zeminini değerli halılarla döşeyerek bunları gül suyu ve buhurla kokulandırdı. Daha önce Nureddin Mahmud Zengi tarafından 1168-1169 yılları arasında Mescid-i Aksa için hazırlanmasını istediği, ancak tamamlanması Zengi'nin vefatı ertesinde gerçekleşen, mükemmel bir ahşap işleme ve geçme tekniğiyle hazırlanmış, ceviz ağacından sedef kakmalı bir minberi 1187'nin Kasım ayında mescide yerleştirdi. 1218 yılında Mescidin güney revakları üç kapıyla birlikte, Dımeşk'teki Eyyubi sultanı el-Muazzam tarafından yapıldı. 1345'te ise Mescid'in doğu tarafına, Memluk sultanı el-Kâmil'in emriyle geniş bir alan taşla döşendi ve iki kapı muhafızlığı eklendi. Osmanlılar Kudüs'e 1516 yılından 1918'e kadar hükmetmişlerdir. Kudüs'ün varolan önemi, Osmanlı idaresinde daha da artmış ve ilerleyen dönemlerde Kudüs doğrudan İstanbul'a bağlı bir mutasarrıflık haline getirilerek Kudüs-i Şerîf adını almıştır. Osmanlılar Mescid-i Aksa'nın kendisinde büyük yapısal değişikliklere gitmemişlerdir. Bunun yerine "harem-i şerif"in tamamına önemli ilavelerde bulunmuşlardır. 1516'de Mercidabık zaferiyle Memlukleri yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim (I. Selim) Şam beldelerini ve Kudüs'ü ele geçirmiştir. Sultan Selim 4 Zilhicce 922 / Miladi 1516'da Kudüs'e girmiş ve şehrin alimleri kendisini karşılamaya gelerek Mescid-i Aksa ve Kubbetu's-Sahra'nın anahtarlarını ona vermiştir. Sultan I. Selim'in vefatından sonra tahta geçen, oğlu Kanuni Sultan Süleyman Kudüs'te gerçekleştirdiği inşa faaliyetlerinin yanı sıra Mescid-i Aksa'ya da önemli ilavelerde bulunmuştur. Kubbetu's-Sahra'nın tüm pencereleri ve dört kapısından üçünü yenileyen Sultan Süleyman, Silsile Kubbesi'ni restore ettirmiş, Halil Kapısı'ndaki kalenin batı tarafında bulunan Kale Camii'ne 1531 yılında bir minare yaptırmıştır. Sultan Süleyman'ın Mescid-i Aksa'da gerçekleştirdiği en etkili inşa faaliyeti, bugün Aksa Harem Bölgesinin sınırlarını oluşturan ve bir kısmı Aksa'nın surları olarak hizmet veren şehir surlarını yenilemesi olmuştur. Sultan Süleyman üç yüz sene boyunca duvarları yıkık bir halde bulunan surları, beş sene içerisinde yeniden inşa ettirmiştir. İki mil uzunluğuna sahip olan surlar, yaklaşık 12-13 metre yüksekliğe sahiptir.
Günümüzde bu surlar üzerinde 24 burç bulunur ve surların, bir kısmı Mescid-i Aksa'nın kapıları rolü de gören yedi ana kapısı vardır: Amud kapısı, Esbat kapısı, Meğâribe kapısı, Nebi Davud kapısı, Halil kapısı, Sahire kapısı, Yeni kapı. 1527'de harem içerisinde Kasım Paşa şadırvanı inşa edilmiştir. Ayrıca Harem dahilinde çeşitli zamanlarda yapılmış birçok kubbe, dört minare, beş sebil, çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır. Harem'de inşa edilen kubbelerden en önemlisi, "kubbetu'n-nebî" adı verilen ve 1538'de tamamlanan yapıdır. Ayrıca Mescid-i Aksa Osmanlı döneminde birkaç kez tamirat geçirmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yapılan onarımıyla ilgili kitabesi XIX. yüzyılın sonlarında kaybolmuştur. Yapının 1702-1703'te Mahmud Efendi tarafından tamir edildiğini belgeleyen kitabe ise Mescid'in batısında yer alan İslam Müzesi'nde saklanmaktadır. II. Mahmud'un 1817-18 tarihli onarımına ait dört kitabeden ikisi günümüzde mevcuttur. Osmanlı dönemi yenileme faaliyetlerinin en önemlisi Sultan Abdulaziz döneminde gerçekleşmiştir. M. 1874'de Kubbetu's-Sahra tamir edilmiş, Mescid-i Aksa onarılmıştır. Mescid-i Aksa'da bu dönemde yapılan tamiratın Emevi halifesi Abdulmelik b. Mervan döneminden sonra yapılan en büyük tamirat olduğu belirtilir. Bazı uzmanlar bu tamiratın Osmanlı Devleti'nin hazinesinden büyük miktarlarda saf altına mal olduğu, bunun bazıları tarafından israf sayıldığı ve sultanın tahttan indirilmesine sebep olduğu görüşündedir. II. Abdulhamid tarafından halıları ve kandilleri yenilenen yapıda, 1922'den başlayarak gerçekleştirilen geniş kapsamlı son onarım çalışmasını Mimar Kemâleddin Bey yönetmiştir. Kudüs Yüksek İslam Konseyi 1922 senesinde İngiltereli mühendis ve mimarlar, Mısırlı uzmanlardan oluşan bir heyet ve yerel sorumluları, Mimar Kemaleddin Bey'in gerçekleştirdiği onarımları gözden geçirmek üzere görevlendirmiştir. 1922-25 seneleri arasındaki bu onarım ve yenileme çalışmaları, kadim mescidin Emevîler döneminde atılan temellerini güçlendirme ve yenileme, iç temellerin restorasyonu gibi düzenlemeleri içermiştir. Bu düzenlemelerin amacı mescit üzerindeki ağırlıkları dengeleme amacı taşımıştır. Söz konusu düzenleme sırasında mescidi çevreleyen surlarda bazı onarımların yanı sıra, mescid içerisindeki süslemelerin yenilenmesine de girişilmiştir. Bu onarımlar ertesinde Mescid-i Aksa 1927 ve 1937 seneleri arasında çeşitli depremlere maruz kalmış, bu depremler neticesinde oluşan zararlar 1938 ve 1942 yılları arasında çeşitli onarımlarla telafi edilmiştir. 22 Ağustos 1969 Perşembe sabahında Mescid-i Aksa, radikal bir Hıristiyan olduğu belirtilen Denis Michael Rohan adlı saldırgan tarafından girişilen bir kundaklamaya maruz kaldı. Rohan'ın gerçekleştirdiği kundaklama neticesinde Kıble Mescidi'nin doğu bölgesindeki kiriş tamamen yıkıldı, ayrıca Nureddin Mahmud Zengi'nin Mescid-i Aksa'yı Haçlılar'dan kurtarmadan önce yaptırdığı ve Selahaddin Eyyubi'nin camiye yerleştirdiği tarihi minber yandı. Rohan, kundaklama ertesindeki ifadesinde, kundaklamanın, Yahudilerin Tapınak Tepesinde bulunduklarını iddia ettikleri Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşasını kolaylaştıracağını ve bunu da Zekeriya Kitabı'nda belirtildiğine göre Mesih'in ikinci gelişini hazırlayan yol olarak gördüğünü belirtti. Rohan'ı böyle bir eyleme yönelten şeyin, abonesi olduğu "The Plain Truth "gazetesinin kurucusu ve yazarı Herbert W. Armstrong'un "Yahudiler Jerusalem'i Alın!" başlıklı kışkırtıcı yazısı olduğu söylenmektedir. Hadise ertesinde hemen Rohan'ın psikolojik açıdan rahatsız olduğu teşhisi konuldu. 14 Mayıs 1974'te "insani sebepler dolayısıyla ve ailesinin yanında daha ileri psikiyatrik tedaviler görmesi amacıyla" Avustralya'ya gönderildi. Kundaklama hadisesi üzerine İslam Devletleri Zirvesi aynı yıl içerisinde, Melik Faysal'ın teşebbüsleriyle Rabat'ta toplanmıştır. Aksa kundaklaması, İslam Konferansı Örgütü'nün (şimdiki adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı) kurulmasına sebep olan temel sâikler arasında yer almıştır. 1972 senesinde, Mescid-i Aksa onarılmış ve minber Ürdün Kralı'nın mali desteğiyle çoğunluğu Türk ustalardan oluşan sanatçılar tarafından yeniden yapılmıştır. 80'li yıllarda her ikisi de gizli Gush Emunim Underground örgütü mensubu olan Ben Shoshan ve Yehuda Etzion Kıble Mescidi ve Kubbetu's-Sahra'yı bombalama girişiminde bulundu. Etzion her iki mescidin bombalanarak yıkılmasının, siyonist oluşumlardaki ruhsal uyanışı doğuracağına ve Yahudilerin sorunlarının büyük bir bölümünü çözeceğine inanmaktaydı. Ben Shoshan ve Etzion amaçlarının, Mescid-i Aksa'nın bulunduğu bölgenin üzerine Üçüncü Tapınağı yeniden inşa etmek olduğunu belirtmişlerdir. 15 Ocak 1988'de Birinci İntifada sırasında Siyonist güçler, Mescid-i Aksa önünde gösteri yapanlara ateş açmış ve sonrasında Mescid-i Aksa'da namaz kılan kırk kişinin ölümüne neden olmuştur. 8 Ekim 1990'da, iddia edilen Üçüncü Tapınağın temel taşını yerleştirme amacındaki radikal bir grup yahudinin Mescid-i Aksa'yı "Tapınak Tepesi" ilan etmesini protesto eden 22 filistinli İsrail polisi tarafından öldürülmüş, 100'den fazlası ise yaralanmıştır. Hicret Hicret (Arapça: هجرة), Muhammed ve diğer Müslümanların, baskılardan kurtulmak için 622'de Mekke'den Medine'ye göç etmelerine verilen isimdir. Bu göçün sonucunda Medine'de, Medine Sözleşmesi ile günümüzde İslam Devleti olarak sınıflandırılan devletlerden ilki kabul edilen Medine Şehir Devleti kurulmuştur. Arapça kökenli olan hicret sözcüğü, "terk etmek, ayrılmak, bir yerden başka bir yere göç etmek" demektir. Genel anlam ve kullanımda hicret, bir İslam dini kavramı olarak, herhangi bir Müslüman birey veya topluluğun, inançları (Müslüman oluşları) yüzünden baskı gördükleri bir yerden başka bir yere göç etmesine verilen isimdir. İslâm terminolojisinde hicret kavramı ile Muhammed ve arkadaşlarının MS 622 yılında Mekke'den Medine'ye göç etmeleri kastedilir. Safer ayının 26. günü başlayan Hicret, Rebiülevvel ayının 12. günü Medine'ye 3 km uzaklıkta bulunan Kubâ’ya ulaşılmasıyla tamamlanmıştır. Mekkeli paganların baskılarına dayanamayan Müslümanlar daha önce de iki kâfile halinde Habeşistan'a hicret etmişlerdir. Hicret, Halife Ömer bin Hattab zamanında Hicri takvimin başlangıç yılı kabul edilmiştir. Hicri takvimin başlangıcı 16 Temmuz 622 olarak belirlenmişdir. Bu takvim türü özellikle İslam ülkelerinde tanınmakta ve zaman zaman resmî, bazense sadece bireysel düzeyde kullanılmaktadır. Allah'a kulluk etmesi için yaratılan (Zâriyat, 51/56), ancak bulunduğu bir yerde bu görevini yerine getiremeyen, ibadet edebileceği bir yere de hicret etmeyen böylece nefsine zulmeden insan Kur'ân'da kınanmıştır (Nisâ, 4/97). "Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek çok yer bulur, bolluk bulur..." (Nisâ, 4/100). Çünkü "Allah'ın arzı geniştir" (Zümer, 39/10). Hicret kavramı, Kur'ân'da göç etmenin dışında Allah'a eş koşmak ve puta tapmak gibi çirkin davranışlardan (ricz) kaçınmak (Müddessir, 74/5) ve bir insanın yanından ayrılmak (Meryem, 19/46; Nisâ, 4/34) anlamında da kullanılmıştır. Muhammed "muhâcir, Allah'ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir" (Buhârî, Îmân, 4-5) sözü ile hicret kavramına mecâzî bir anlam da yüklemiştir. Ensar Ensar, ( ) Arapçada "yardım edenler, yardımcılar" demektir. Sıfat olarak, "herkesi seven, herkese yardım eden" demektir. Terim olarak, İslam dininin tarihsel gelişimi açısından büyük bir öneme sahip olan Hicret olayı ile bir topluluğa kimlik olarak terimleşmiştir. İslam tarihinde Mekke'den Medine'ye göç eden Muhacirlere yardım eden, Medineli Müslümanlara Ensar denmiş; Kur'ân-ı Kerim'de Allah tarafından bu topluluk işaret edilerek yer almıştır. İslam tarihinde Ensar olarak anılan Medine halkı; Mekke'de zulüm altında olan ilk Müslümanlar' ı şehirlerine davet etmiş, onlarla evlerini ve topraklarını paylaşmış, kentlerinin bu davet nedeniyle düşmanların taarruzlarına maruz kalmasını göze almışlardır. Bir ayet ile savaşmaya izin verilene kadar uzun bir süre düşmanlarına karşılık vermeden canlarını vermiş, Allah'ın iznini içeren ayet inince de İslam için savaşmışlardır. Abdülmuttalib bin Haşim Abdülmuttalib Şeybe bin Haşim (Arapça: ), Müslümanların peygamberi Muhammed'in dedesidir. Vefatına kadar torununa en iyi şekilde baktıktan sonra, emaneti oğlu Ebu Talib'e devretmiştir. Künyesi Ebü'l-Haris Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdülmenaf bin Kuseyy şeklindedir. Abdülmuttalib’'in diğer isimlerinden biri de Âmir'’dir. Abdülmuttalib'in oğulları; Muhammed'in amcaları olan Haris, Zübeyir, Ebu Talib, Ebu Leheb, Kusem, Dırar, Mukavvim, Hacl, Hamza, Abbas ve babası Abdullah ile birlikte 11 tanedir. Halime Halime, Müslümanların peygamberi Muhammed'in süt annesi ve İslam tarihindeki önemli kadın sahsiyetlerden. Halime ismi yumuşak huylu, başkalarının iyiliği için çalışan kimse anlamına gelmektedir. Kureyş Kureyş (Arapça: قريش), İslam peygamberi Muhammed'in mensup olduğu Arap kabilesi. Mekke'nin en güçlü kabilesiydi. İslam peygamberinin kabilesi olmakla beraber aynı zamanda Müslümanların en çok savaştığı kabiledir. Muhammed, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesine mensuptur. Kurucusu Muhammed'in büyük dedelerinden Muhammedi Nuru alnında taşıyanlardan olan Kusay bin Kilab'dır. Kureyş kabilesi, Muhammed'in on bir göbekten atası Fihr bin Malik'in erkek çocuklarının soyundan gelen asil bir kabiledir. Bazı tarihçilere göre Kureyş kabilesi, Nuh peygamberin torunu İbrahim peygamberin oğlu İsmail'in oğlu Adnan'ın soyundan gelir. Kusay bin Kilab (Zeyd), Abdülmuttalib'in büyük-büyük-büyükbabası ve Muhammed'in beşinci göbekten atasıdır. Kusay Mekke'nin en güçlü adamıydı. Kabe'den sorumlu olan Huza Kabilesi'nden kız alarak Kabe'nin koruyuculuğuna terfi etmişti. Harabe durumundaki Kabe'yi restore ettirdi. Arapların Kabe etrafında ev inşa etmelerine izin verdi. Arap Yarımadası'ndaki ilk belediye binasını(Dar'un Nedve) inşa ettirdi. Burada diğer kabile liderleriyle siyasi, ekonomik ve kültürel sorunları tartışıp çözüm bulmaya çalıştı. Topladığı vergilerle İslam'dan çok önce Kabe'ye gelmekte olan hacılara yiyecek ve su
sağladı. Meclis-i Mebusan Meclis-i Mebusan (Parlamenterler Meclisi), Osmanlı İmparatorluğu'nda, 23 Aralık 1876 tarihli Anayasa'ya (Kanuni Esasi) göre kurulmuş ve I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet dönemlerinde görev yapmış yasama organıdır. Seçilmiş parlamenterlerden oluşmakta ve padişah tarafından atanan (daha az sayıdaki) üst kamara üyelerinin oluşturduğu Soylular Meclisi (Ayan Meclisi) ile birlikte, Genel Parlamentoyu (Meclis-i Umumî) oluşturmaktaydı. Parlamenterler Meclisi (Meclis-i Mebusan) 7 dönemde faaliyet göstermiştir: 23 Nisan 1920’de Ankara'da Büyük Millet Meclisi faaliyetlerine başladı. Mehmet Zati Bey (Arca) tarafından bestelenmiş olan marş, Meclis-i Mebusan’ın 1909’da tekrar açılışında çalınarak kaydedilmiştir. Marşın sözleri hem 1908’de gerçekleşen Jön Türk Devrimi liderleri Resneli Niyazi Bey ve Enver Paşa’yı sayar hem de bir önceki neslin Genç Osmanlı reformcuları Namık Kemal ve Mithat Paşa’yı över. Yusuf Kemal Tengirşenk Yusuf Kemal Tengirşenk (ismi bazı kaynaklarda Tengirşek şeklinde geçer) (1878, Boyabat, Sinop - 15 Nisan 1969, Ankara) Osmanlı Meclisi Mebusan'ında ve TBMM'nin ilk dönemlerinde milletvekilliği, ayrıca farklı hükümetlerde İktisat, Hariciye ve Adliye Vekilliği görevleri yürütmüş, yüz yıla yaklaşan ömrünün son 40 yılını akademisyen olarak sürdürmüş bir siyasetçidir. Kadı naibi Hasan Raci Efendinin oğludur. Kuleli Askeri İdadisi'ne girdiyse de sağlık nedenleri ile Askeri Tıbbiye'ye geçti. Burada öğrenimine devam ederken rejime muhalif bazı arkadaşlarını ele vermediği için hapsedildi. Fizan'a sürülmek üzereyken sakatlığı ve bazı girişimler üzerine çürüğe ayrıldı. Bir süre memleketinde kaldıktan sonra tekrar İstanbul'a gelerek İstanbul Hukuk Mektebi'ne girdi. 1904 yılında mezun oldu. Daha sonra Paris Hukuk Fakültesi Siyasi ve İktisadi Bilimler Bölümü'nde doktorasını verdi. 1898 yılında Boyabat Mal Müdürü Refikliğine tayin edildiyse de, 1899 yılında istifa etti. Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra 1904 yılında avukatlığa başladı. Aynı zamanda fakültede Ceza Hukuku muallim muavinliğine, daha sonra da muallimliğe tayin edildi. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanı ile Kastamonu mebusu seçildi. Ancak kısa bir süre sonra, 7 Kasım 1908 tarihinde mebusluktan istifa etti. 1908-1909 yılları arası İstanbul Barosu başkanlığında, 30 Eylül 1909 - 31 Ağustos 1914 tarihleri arasında Avrupa'da Talebe Müfettişliği görevinde bulundu. 1 Haziran 1915 tarihinde Umumi Müfettişliğe, 23 Kasım 1915 tarihinde Adliye Nezareti Müsteşarlığı'na tayin edildi. I. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi'ne tekrar Kastamonu Mebusu olarak seçildi. İstanbul'un işgal edilmesi üzerine Ankara'ya gelerek Büyük Millet Meclisine katıldı. Hariciye Vekili Bekir Sami Bey ile birlikte delege olarak Moskova'ya gitti. Daha sonra TBMM Delege Heyeti Başkanı olarak, Ali Fuat Paşa ve Dr. Rıza Nur ile birlikte tekrar Moskova'ya giderek TBMM Hükûmeti adına 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Antlaşması'nı imzaladı. TBMM mebusları tarafından 30 Mart 1920 tarihinde Adliye Vekili, 15 Mayıs 1921 tarihinde Hariciye Vekili seçildi. 2 Ekim 1922 tarihinde vekillik görevinden istifa etti. 1923'de Türkiye'nin Birleşik Krallık büyükelçisi olarak atandıysa da büyükelçilik ile milletvekilliğinin bir arada yapılamayacağına dair alınan karar üzerine milletvekilliğini tercih etti. 1930 yılında ikinci defa Adliye Vekilliği'ne tayin edildi. 1933 yılında istifa etti. 1950 yılında siyaseti bıraktı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Ekonomi Profesörü oldu. Bu görevden emekli oldu. 6 Ocak 1961 - 25 Ekim 1961 tarihleri arasında Temsilciler Meclisi'nde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Temsilcisi olarak görev yaptı. 15 Nisan 1969 tarihinde Ankara'da vefat etti. Gümrü Gümrü (Ermenice: Գյումրի, Rusça: Гюмри, eskiden Александрополь "Aleksandropol"), Şirak ilinin en büyük şehridir. Başkent Erivan'nın 120 km kuzeybatısında yer alır, Ermenistan'nın ikinci büyük şehridir. (nüfusu (2001): 150.917) Tarihi boyunca ismi pek çok kere değişmiştir. Bilinen ilk ismi Kumayri veya Gyumri'dir, (1840-1924) yılları arasında Alexandropol, Rus Komünist Devrimi'nden sonra Leninakan (1924-1990), Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra "Gyumri" ismini tekrar aldı. Bugün Modern Gümrü'nün yerinde bulunduğu yerdeki en eski yerleşim biriminin Yunan Kolonistler tarafından MÖ 5. yüzyılda kurulmuş olduğu düşünülüyor. Bir başka görüşse şehrin Kimmerler tarafından MÖ 6. yüzyılda kurulduğudur. Sonra sırasıyla Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslılar tarafından yönetilen şehir MS 11. yüzyılda Selçuklular'larla birlikte Türk egemenliği altına girdi. 24 Aralık 1638’de imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'yla İran yönetimine girdi. 1837-1924 arasında Aleksandropol olan kentin adı, önce Leninakan, bağımsızlığın kazanılmasından sonra (1991) Kumayri'ye (Gümrü) dönüştürüldü. Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye ile Sovyet Ermenistan arasındaki savaş ve onu izleyen barış antlaşması kentte imzalandı (3 Aralık 1920). Tayyareci Nuri Bey Tayyareci Nuri Bey, (d. 1891 - ö. 11 Mart 1914), Türk asker ve ilk Osmanlı pilotlarındandır. 1891 yılında Boyabat'ta doğdu. Babası Boyabat'ın Kurusaray köyünden Osman Efendi, annesi Okçumehmetli köyünden Seher Hanım'dır. Topçu teğmen iken Fransa'ya gönderilmiş, sonrasında da Buca bröve okulunda brovesini almış ilk Türk pilotudur. Ayrıca, Türkiye'de ilk kez 1600 metreye yükselmiş ve 240 km. hava yolculuğunu kesintisiz gerçekleştirmiş hava subayıdır. Balkan Savaşları'na da katılmıştır. İstanbul-Kahire seferinde Torosları aşmış Yafa'ya ulaşmış, daha sonra Mısır hava sahasına girmek üzereyken uçağı düşmüş ve 11 Mart 1914 tarihinde vefat etmiştir. Ahlak Ahlak, kelimenin en dar anlamıyla, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. Terim genellikle kültürel, dinî, seküler ve felsefi topluluklar tarafından, insanların (subjektif olarak) çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır. Ahlak kelimesi huy'un çoğulu olup huylar, seciyeler anlamına gelir. İngilizcede moral, morality bu anlamda kullanılır ve ahlak bilimine ethics, etik denir. Yanlış ve doğrular hakkındaki bu tip kavram ve inançlar çoğunlukla bir kültür veya grup tarafında genelleştirilir ve kanunlaştırılır, buna göre de (kültür veya grubun) üyelerinin davranışları düzenlenmeye çalışılır. Bu tür bir kanunlaşmanın uygunluğu da "ahlak" olarak anılabilir, ve grup varlığının devamının bu ilke ve kanunların uygunluğu, uygulanması üzere olduğunu belirtebilir. Bu durumlarda, uygulamayı kabullenen bireyler "ahlaklı" olarak tanımlanırken, uygulamayı reddeden veya davranışlarında barındıramayan bireyler toplumsal anlamda "dejenere" olarak tanımlanabilir. Bu nedenlerle ahlak, iyi bir yaşamın temelini teşkil eden inançlar bütünü olarak da görülebilir. İnsanlık tarihinin büyük bir kısmında, dinler ideal bir yaşama dair görüş ve düzenlemeler getirmiştir, bu nedenle ahlak, çoğunlukla dini emir ve prensipler ile karıştırılmıştır. Seküler ortam ve durumlarda, ahlak hayat tarzı seçimi gibi şeylerle ilgili olarak sunulabilir. Zira bu daha çok, bireysel anlamda iyi bir hayat fikrini temsil eder ki bireyler genellikle bulundukları toplumda benzer zihin yapısı ve görüşlere sahip olan insanların inanç ve değer sistemlerine uygun bir yol seçmektedirler. Ahlakı sistematik biçimde inceleyen dal, felsefenin bir dalı olan "etik"tir. Etik, çeşitli soru ve sorunları sorar ve bunları inceler; birisinin belirli (spesifik) bir durumda nasıl davranması ("uygulamalı etik"), birisinin ahlaki bir durum veya görüşü nasıl kanıtlayacağı ("normatif etik") ve birisinin etik veya ahlakın kökten yapısını nasıl anlayacağı ("meta-etik") gibi. Örneğin, bugün ABD'de kürtajın ahlaki açıdan izin verilebilir, bunun uygun bir eylem olup olmadığı uygulamalı etikte tartışılan güncel sorulardandır. Normatif etikteki yaygın bir soru da, kişinin birisini korumak amacıyla yalan söylemesinin ahlaki olarak savunulup savunulamayacağıdır. Meta-etik ise, "iyi"nin varlığını nasıl doğruladığımızı yoksa her şeyin göreceli olduğunu ve ahlakın sadece birisinin tercihlerinin ifadesi olup olmadığı sorularını sorar ve inceler. Tabii ki her toplumda nasıl davranmamız gerektiği ile gerçekte nasıl davrandığımız arasında bir ayrışma vardır; yani hipotetik bilgelik ile gerçek ahlak arasında bir fark mevcuttur. Sosyal hayat ahlakı büyüme denen zorlu süreçte belirliyorsa bu ahlak ahlaki midir sorusunun cevabını her bireyin kendini oluşturmasında aramak gerekecektir. İnsan bireysel varlığını toplum içinde ve toplumun kabul gören anlayışları doğrultusunda şekillendirerek kendini "görünür" kılıyorsa doğal ve gerçek olmayan bir değerler sistemini temsil etmekten uzak duramayacaktır. Ahlak her şeyden önce kuantum fiziğinde olduğu gibi bir diğerine göre konumlanan ve bizzat mevcut olan durumu dolayısıyla mistizmin dışında evrensel, ilahi ve haktanır bir ahlaktan söz etmek pek mümkün olamayacaktır. Herkes aynı hayatın içinde bir ayna örneğindeki gibi bütünün bir parçasını oluşturuyorsa hangi tavır ahlak dışı adledilecektir. Mevlana'nın dediği "Ben ikiliği bir yana koydum, iki alemin bir olduğunu gördüm." sözü Ben'in hayatı oluşturan kaosta, herkesin dahil olduğu o toplumsal Ben'de benim ayak izim yok demekten öte nedir... Ahlakın kaynağı konusunda süregelen tartışmalar vardır; gerçekten topumdan bağımsız bir ahlak mümkün müdür sorusuna Freud olumsuz yaklaşmaktadır. Freud, ahlakı, toplumun emirlerinin superego tarafından içselleştirilmesi sonucu ortaya çıktığını iddia eder. Bu anlamda Freud, ahlakı toplumdan, bireyden bağımsız bir varoluşa sahip bir eylem olarak gören Platon gibi filozofların karşısında yer alır. Dolayısıyla, Platon' un aksine ahlakın zihinden, toplum kurallarından bağımsız bir varoluşa sahip olduğu fikrini reddetmesi de düşüncesinin doğal bir sonucu sayılabilir. Biçim katsayısı Bir cihazın biçim katsayısı, cihazın doğrusal boyutları ve konfigürasyonu anlamına gelir ki diğer ölçü birimlerin
den ayrılmaktadır. Kardinal fayda Kardinal fayda, ölçülebilen fayda. Malların, insan ihtiyaçlarını tatmin etme özelliğini ifade eden faydanın ölçülüp ölçülemeyeceği uzun zamandan beri tartışma konusudur. Faydanın ölçülebileceğini savunan iktisatçılar (kardinal faydacılar), her mal ya da mal grubunun sağlamış olduğu faydanın teorik bir fayda birimiyle ölçülebileceğini ileri sürerler. Amy Lee Amy Lynn Hartzler (kızlık soyadı Lee, d. 13 Aralık 1981 — Riverside, Kaliforniya), Amerikalı vokalist ve besteci. Grammy ödüllü rock grubu Evanescence'ın kurucusu ve vokalistidir. Şarkıcılığının ve şarkı yazarlığının yanı sıra; klasik müzik eğitimli bir piyanisttir. Etkilendiği müzisyenler arasında Mozart, Björk, Tori Amos, Danny Elfman gibi sanatçılar vardır. Lee, John Lee ve Sara Cargill çiftinin kızıdır. John Lee disk jokeyi, anne Cargill ise televizyoncudur. Robby adında bir erkek kardeşi, Carrie ve Lori adlarında iki kız kardeşi vardır. Aslında üçüncü bir kız kardeşi daha vardır fakat o, sara hastasıdır ve henüz üç yaşındayken (1987 yılında), annesi onu banyo yaptırırken birkaç dakikalığına yalnız bıraktığı sırada kriz geçirip nefessiz kalarak hayatını kaybeder. Amy Lee onun cansız bedenini görmüş ve hayatında unutamayacağı bir yara olarak aklına kazımıştır. Fallen albümündeki "Hello" adlı şarkıda annesine söylediği şu cümle; "Has no one told you she's not breathing?-kimse sana söylemedi mi, o nefes almıyor" ve The Open Door albümündeki "Like You" adlı şarkılar, Amy Lee'nin bu ölen kız kardeşi için yazılmıştır. Lee'nin yazdığı bu şarkılarda direkt olarak bu kız kardeşe atıflarda bulunulmuştur. Lee, toplam dokuz yıl piyano dersi almıştır. Ailesi ile beraber sık sık taşınmış, Florida ve Illinois'den sonra son olarak Arkansas'a yerleşmiştir. Nitekim Evanescence da 1995 yılında burada kurulmuştur. Eğitimi ile ilgili olarak da Pulaski Academy'den mezun olduğu, 2000 yılında da Middle Tennessee State University'e gittiği bilinmektedir. AOL Müzik'te yer alan bir röportajında ilk yazdığı şarkılarının "Eternity of the Remorse" ve "A Single Tear" gibi iki şarkı olduğunu hatırladığını söylemiştir. İlkini on bir yaşındayken yazdığını hatta o zamanlar klasik müzik bestecisi olmak istediğini söylerken adı geçen ikinci şarkıyı da sekizinci sınıfa giderken yazdığını da eklemiştir. Amy Lee, grubu Ben Moody ile birlikte kurdu. İkili bir yaz kampında Lee'nin Meat Loaf adlı grubun "I'd Do Anything for Love (but I Won't Do That)" adlı parçayı piyanoda çalması üzerine tanıştı. Bunun ardından, hemen bir ay içerisinde Arkansas'taki bazı kitapçılarda, kafelerde akustik performanslar sergilediler. Sonra da, "Evanescence EP" (1998) ve "Sound Asleep EP" (1999) adlı iki demo yaparak bunları bazı bölgesel satıcılarda sattılar. 2000 yılında da daha uzun bir demo olan "Origin"i yaptılar. Bu demo albümünde yer alan şarkılardan üç tanesi grubun daha sonra çıkacak olan albümleri "Fallen" 'da da yer aldı. Bu üç şarkı, Moody ve Lee tarafından birlikte yazılmıştı ve bunlar "Whisper", "Imaginary" ve "My Immortal"dı. Whisper ve Imaginary albümde yer almadan önce bazı değişiklere uğradıysa bile; "My Immortal" aynen demodaki hali ile Fallen'da yer aldı. Sonraları "My Immortal"'ın grubun çaldığı farklı bir versiyonu internette yer alsa da, internetten indirmek için grubun "Fallen" albümünün içinde yer alan bir şifre gerekmekteydi. Bu versiyon, Fallen'ın sonraki kopyalarında (Arjantin ve Brezilya'da) yer aldı. 22 Ekim 2003 tarihinde gitarist Ben Moody farklılık yaratma düşüncesiyle gruptan ayrıldı. Birkaç ay sonra bir röportajında Amy Lee, "Bir değişiklik yaratamadığınızı farkettik ve bu olmadan da yeni parçalar kaydedemeyeceğimizi anladık." demiştir ve ayrıca "Sonuçta biz grubuz ve bu olaylar sadece Ben ve benim etrafında dönmüyor." diyerek eklemiştir. Daha sonra eski Cold gitaristi Terry Balsamo, Amy Lee'nin şarkı yazımında partneri oldu. 1 Aralık 2005 tarihinde eski Evanescence menajeri Dennis Rider, Amy Lee ile aralarında olan kontrata Lee'nin uymayıp, Rider'ın görevine erken son verdiği için 10 milyon dolarlık bir dava açtı. Rider grup ile üç albümlük kontratı olmasına rağmen bir albüm sonra görevine son verildiğini söyledi. Sonrasında, Amy Lee de karşı dava ile buna "görevi kötüye kullanma,cinsel taciz ,görevi özenle yapmama,iş toplantıları sırasında sarhoş olma ve bazı diğer iddiaları" gerekçe göstererek karşılık verdi. Ayrıca davada Rider'ın Amy Lee'nin kariyerini ve işini tehlikeye soktuğunu, kendi çıkarları için Lee'nin işini kullandığı iddia edildi. Bundan başka, Rider'ın Amy Lee'nin kartı ile karısından gizli olarak metresine hediyeler aldığı da davadaki iddialar arasında yer aldı. Davada, Rider'ın avukatı Bert Deixler ise Rider'ın 2002 yılından itibaren grubun menajeri olduğunu, işini profesyonelce yaptığını ve her zaman kendini bu tür şeylerden uzak tutmaya çalıştığını belirtti. The Open Door'daki tüm parçalar kötü bir ilişki sonrasında Amy Lee'nin geçirdiği depresyon sürecinde, sanatçının kendisi tarafından yazıldı. 6 ay süren bu depresyon boyunca psikiyatristiyle randevularına gitmek dışında evden çıkmayan Lee, "Good Enough" isimli parçayla bu dönemi noktaladı. Aslında bu şarkıyı albüme eklemek gibi bir düşüncesinin olmadığını, şarkı tamamlanınca albümdeki hüzünlü havayı mutlu sonla yok edebileceğini fark ettiğini söyledi. Lee 2004 yılında filminin müzikleri üzerinde çalıştı. Ancak hazırlandıktan sonra, "çok karanlık ve epik" oldukları gerekçesiyle geri çevrildi. Bununla beraber film yapımcılarından gelen bir açıklamada hiçbir zaman bir Evanescence şarkısının filmin film müzikleri albümünde yer alması planlanmadığı ve Amy Lee'den hiçbir zaman film için şarkı bestelemesinin istenmediği söylendi." Evanescence'ın The Open Door albümünde bazı şarkılarda, bu filmin müziklerinden parçalar olduğu söylendi. Fakat Amy Lee bunun gerçek olmadığını sadece Good Enough adlı parçada biraz bulunduğunu açıkladı. 9 Ocak 2007'de MuchMusic'in bir kaydı sırasında Lee, önceki gece nişanlandığını söyledi. Ardından da "eVThreads.com"'da uzun süredir arkadaşı olan terapist Josh Hartzler'dan evlenme teklifi aldığını söyledi. Ayrıca başka bir röportajında da Bring Me To Life ve "Good Enough" adlı şarkıları yazarken ondan ilham aldığını belirtti. İkili 6 Mayıs 2007'de dünyaevine girdi ve Bahama adalarında balayı geçirdi. Evliliğinin ardından, yine eVthreads.com'a artık resmi olarak "Bayan Hartzler" olduğunu ifade etti. Lee 18 Ocak 2014'te, sosyal medya aracılığıyla, hamile olduğunu duyurdu. Çiftin ilk çocuğu Jack Lion Hartzler 24 Temmuz 2014'te dünyaya geldi. Lee'nin tarzı Viktoryan tarzı kıyafetleri ile ve gothic makyajı ile hemen göze çarpar. Aynı zamanda giydiği kıyafetlerden bazılarını da kendisi tasarlamıştır. Bunlara örnek olarak Going Under parçasının klibinde giydiği kıyafet, 2004 Grammy ödüllerinde giydiği kıyafet ve The Open Door albüm kapağındaki kıyafeti örnek olarak verilebilir. Tasarladığı kıyafetleri tasarladıktan sonra daha uygun bir hale getirmesi için Japon moda tasarımcısı H.Naoto ile çalıştı. Konserlerinde genel olarak korse, uzun etekler ve uzun botlar giymektedir. Ayrıca sol kaşının yanında da bir piercing'i vardır. Bu da Fallen albüm kapağında göze çarpar. Genellikle dekoltenin dikkat çekmek için yapıldığına inandığından dekolteli kıyafetler giymekten kaçınmıştır. Fakat Everybody's Fool parçasının klibinde dekolteli kıyafetler giymiştir. Ama, klipte işlenen konu ve şarkının sözleri birleşince, insanların dekolteyi ilgi çekmek için yaptığını ve şarkıda da Amy Lee'nin bu tür insanlara olan tepkisi açıkça görülmektedir. Hayranları da Amy Lee'yi bu konuda desteklemektedir. 2006 yılında Blender adlı magazin dergisi, yaptığı listede Amy Lee'yi rock dünyasının en seksi kadınları arasında göstermiştir. Listede Lee'nin yanı sıra Liz Phair, Courtney Love, Joan Jett gibi rock dünyasının ünlü isimleri de yer almıştır. Ekim 2008'de Spin.com'a verdiği bir röportajda solo albüm için şarkılar yazdığını söyledi. Folk ve Kelt müziğinin etkilerinin olduğunu, genel olarak yazdıklarının onu "gerçekten eski" köklerine götürdüğünü söyledi. Lee bununla ilgili başka bilgi ve bir çıkış tarihi vermedi. Bu yeni yönün arkasındaki nedenle ilgili olaraksa Lee: "Maharetli bir toydan fazlası olduğumu göstermem gerek... Bu Evanescence ile sınıflandırabileceğim bir şey değil." diye konuştu. "The Gauntlet" ile 23 Ekim 2008'de yaptığı röportaj sırasında ise solo kariyerine başlayıp başlamayacağını bilmediğini, "Gelecekte neler olacak bilmiyorum." diyerek belirtti. Amy Lee ayrıca Terry Balsamo ve Tim McCord'un hala grupla olduğunu, ancak turnelerin çok monoton geçtiğini söyledi. Lee şu anda şarkı yazdığını tekrarladı ve sadece bunun kendilerini hangi amaca götüreceğini bilmediğini belirtti. 2000 yılında Amy Lee, Evanescence'ta daha önce klavye çalmış olan David Hodges'un "Breathe" adlı şarkısını ve daha önce albümlerinde yer almamış olan "Fall Into You" adlı şarkıları seslendirdi. Ayrıca, "Big Dismal" adlı grubun 2003'te çıkan ilk albümleri "Believe"'den "Missing You" adlı şarkıya geri vokal yaptı. Bundan başka, Lee "The Daming Well" adlı grubun iki şarkısına geri vokal yapsa da, grubun albümü çıkmadan önce Amy Lee'nin seslendirdiği kısımlar çıkarıldı. Metal Hammer'ın 2003 yılındaki ödüllerinde Amy Lee yılın kadını dalında adaylardan biriydi fakat 2. olarak ödülü kazanamadı. 2004 yılında erkek arkadaşı Shaun Morgan ile düet yaptı. Shaun Morgan ve grubu Seether'ın 2004'te çıkan albümü "Disclaimer"'da ikilinin beraber söylediği Broken adlı şarkı yer aldı. Şarkının klibinde de Amy Lee grupla beraber yer aldı. Bu şarkının bir başka özelliği de The Punisher adlı filmin film müzikleri arasında yer almasıydı. 2006'da bir Amerikalı yardım kuruluşu olan Out of the Shadows'un başına geçti. Bu uluslararası bir kuruluştu ve amacı da insanları epilepsi hastalığı hakkında eğitmekti. Amy Lee'nin görevi kabul etmesinin bir nedeni de erkek kardeşi Robby'ye bu hastalığın teşhisi konmuş olmasıydı. Şarkıcı, Johnny Cash'in "Gods Gonna Cut You Down" adlı şarkısının klibinde d
e yer aldı. Klip Manhattan'da Trinity kilisesinde çekildi. Klip sırasında Tim Burton'a ait olan siyah kadife bir ceket giydi. Korn'un MTV'de yer alan Unplugged adlı programda yer alan akustik performansında "Freak On A Leash" şarkısında Lee de yer aldı. Bu şarkı aynı zamanda Şubat 2007 tarihinde çıkan Korn albümünün ilk teklisidir. 2007 yılının sonlarına doğru VH1 adlı kanaldaki "Behind the Music" adlı programda yer aldı. Program, o hafta rock grupları ile ilgili bir bilgisayar oyunu olan Rock Band'i tanıtıyordu. Amy Lee 2007 Kerrang! Awards'ta yılın en seksi kadını seçildi. Ulusal Müzik Yayıncıları Derneği'nin 2008 Şarkıyazarı ödülüne, kişisel başarılarından dolayı Amy Lee'nin layık görüldüğü açıklandı. Şarkıcı 8 Haziran 2008'deki törende ödülünü aldı. Amy Lee 2008 yılında "Nightmare Revisited" adlı soundtrack albümü için "Sally's Song" adlı şarkıyı seslendirdi. Amy Lee daha önce bir filmin müziklerini yapmayı çok istediğini söylemişti. Üstelik "The Nightmare Before Christmas" onun en sevdiği filmdi. Şarkının kaydında Evanescence'ın turnesinde grupla birlikte çalan Will Hunt da Amy Lee'ye baterisiyle eşlik etti. Amy Lee "Sally's Song"u 13 Ekim'de "The Tonight Show With Jay Leno"'da, 17 Ekim'de de filmin Hollywood'daki prömiyerinde canlı olarak seslendirdi. Şarkıcı, 23 Şubat 2009'da "Legends&Lyrics" için Nashville'deydi ve "Bring Me To Life"'ı akustik olarak seslendirdi. Bu projenin paylaşılan videosunda Lee'nin performansının bir kısmı ve röportajı yer alıyor. Elvan Abeylegesse Hewan Abeye, Elvan Abeylegesse, veya Elvan Can (d. 11 Eylül 1982, Addis Ababa) , Türkiye ve Avrupa rekoru sahibi Etiyopya asıllı Türk orta ve uzun mesafe koşucusu. Elvan, 1982 yılında yedi çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu olarak "Hewan Abeye" adıyla Addis Ababa'da doğdu. Spora ilk kez arkadaşlarıyla futbol oynayarak başladı. Koşuculuk yeteneği keşfedilerek okuldaki beden eğitimi öğretmeni tarafından on dört yaşındayken atletizme yöneltildi. 1999 yılında, Kuzey İrlanda'nın başkenti Belfast'da IAAF Dünya Kros Şampiyonası'nda Etiyopya'nın küçük takımda kariyerine başladı ve yarışmayı 9. bitirdi. Orada, İstanbul'daki bir toplantıya davet edildi. İstanbul'a gelince, yetkililer kendisinden hoşlandıklarını belirttiler. Abeylegesse ise o zamanlar "Etiyopya'da federasyonumdan yeterli destek alamadım. Türkiye'de hedeflerime ulaşmanın daha kolay olacağını düşündüm." dedi. On yedi yaşındayken ENKA için atlet arayan iş adamı "Önder Özbilen" tarafından keşfedilerek, ailesine iki yıl için ayda 300 $ ödeme yapılmak koşuluyla Türkiye'ye getirildi. Mümin Can ile evlenerek Elvan Can adıyla Türk vatandaşlığına geçti. Daha sonra boşandı. O zamandan beri Elvan Abeylegesse adını kullanmaktadır. Olimpiyat oyunlarına ilk kez Atina'da düzenlenen 2004 Yaz Olimpiyatları'nda katıldı. Olimpiyatlara Norveç'te yapılan "Golden League" 5000 metre atletizm yarışlarında kırdığı dünya rekoru unvanıyla gelen Elvan, bu organizasyonda ilk olarak 5000 metrenin ikinci elemesinde yarıştı ve yarışı 14:54.80’lik derecesiyle 2. sırada bitirerek finale kaldı. Türkiye'nin atletizm dalında en büyük madalya umudu olmasına karşın, 5000 metre finalinde beklentilerin çok altında kalarak 15:12.64'lik derecesiyle 12. olabildi. 5000 metrede hayal kırıklığı yaşayan atlet, 1500 metre yarı final serisinde 4:07.10’luk derecesiyle 4. oldu ve finale yükseldi. Böylece Elvan, olimpiyat oyunlarında 1500 metre finalinde koşacak olan ilk Türk sporcusu oldu. Ancak 1500 metre finalinde, üst üste beş yarış koşması ve bir önceki dalda yaşadığı moral bozukluğuyla yarışı 4:00.67’lik derecesiyle 8. sırada bitirebildi. Pekin'de düzenlenen bir sonraki olimpiyatta ise 5000 ve 10000 metrede mücadele etti. İlk olarak 10000 metrede yarışan Elvan, otuziki atletin katıldığı ve 25 tur üzerinden gerçekleştirilen yarışta 16. turdan itibaren liderliği ele geçirdi. Son tura kadar liderliğini devam ettirmesine karşın, Etiyopyalı Tirunesh Dibaba'nın atağına karşılık veremeyince, yarışı 29:56.34'lük derecesiyle 2. sırada tamamlayarak, gümüş madalyanın sahibi oldu. Böylece Abeylegesse, bu derecesiyle yeni bir Avrupa ve Türkiye rekoru kırdı. Ayrıca Türk atletizmine de olimpiyat oyunlarındaki ilk gümüş madalyasını kazandırdı. 5000 metre finalinde ise son tura üçüncü girmesine rağmen, yarışın son anlarında yaptığı atakla Meseret Defar'ı geçerek 10000 metrede olduğu gibi bu dalda da gümüş madalya kazandı. Bu sonuçla Elvan, oyunlar tarihinde Türkiye'ye bir olimpiyatta iki madalya kazandıran ilk sporcu unvanına da erişirken, kazandığı bu başarılardan dolayı devlet tarafından 3 bin cumhuriyet altınına denk gelen 640 bin 162 TL ile ödüllendirildi. Elvan, 2001'de düzenlenen Akdeniz Oyunları 10000 metrede 32:29.20 koşarak bronz madalya kazandı. Bir sonraki oyunlara sağlık sorunları nedeniyle katılamazken, 2009 yılında İtalya'nın Pescara şehrinde düzenlenen oyunlarda yine 10000 metrede 31:51.98'lik derecesiyle birinci olarak altın madalya kazandı. 2001'de üç ayrı dalda Avrupa gençler şampiyonu oldu. 2003 yılında Dünya Atletizm Şampiyonası'nda 5.000 metre beşincisi oldu. 2004 yılında Norveç'in Bergen kentinde, "Bislett Oyunları" adı altında Fana Stadı'nda düzenlenen ve atletizm dünyasının en önemli organizasyonlarından biri olan ve 6 ayaktan oluşan Golden League'in ilk ayak yarışmalarında, bayanlar 5.000 metrede 14.24.68'lik derecesiyle dünya rekoru kırarak birinci oldu.Daha sonra rekoru Etiyopyalı Meseret Defar tarafından önce New York'ta kırılmış ve sonra Oslo da daha da geliştirilmiştir (14.16.63) 11. Dünya Atletizm Şampiyonası'nda millî atlet Elvan Abeylegesse, bayanlar 10.000 metrede ikinci olarak gümüş madalyanın sahibi oldu. Berlin'de gerçekleşen 13. Dünya Atletizm Şampiyonası'nda 10.000 metre yarışını sakatlığından ötürü tamamlayamayan sporcu, rakibi Etiyopyalı Meselech Melkamu'nun koşu ayakkabılarını unuttuğunu fark edince kendi ayakkabılarını vermesi nedeniyle Dünya Fair Play Komitesi tarafından Dünya Fair Play Ödülü'ne layık görüldü. Ödülünü 27 Mart 2010'da, Macaristan'ın Pecs kentinde düzenlenen törende aldı. 2010 Avrupa Atletizm Şampiyonası 5000 metreyi Alemitu Bekele'nin ardından ikinci tamamlayarak gümüş madalyanın sahibi olmuştur. 2015 yılının Mart ayında Alemitu Bekele'nin biyolojik pasaport verilerindeki anormal değerler nedeniyle aldığı ceza kesinleşince diskalifiye edilmiş ve Elvan yarıştan 5 yıl sonra altın madalyanın sahibi olmuştur. Yaşadığı aşil tendonu sakatlığından sonra pist için giydiği ayakkabıların sakatlığını artırması nedeniyle yol yarışlarına geçti. Katıldığı ilk maraton olan 2013 İstanbul Maratonu'nda 2:29:30'luk derecesiyle ikinciliği elde etti. İsviçre'nin Zürih kentinde düzenlenen 2014 Avrupa Atletizm Şampiyonası maraton müsabakasında 2:29:46'lık derecesi ile 53 sporcu arasında beşinci olmuştur. Antares Antares (α Scorpii, α Sco, Alpha Scorpii), Akrep Takımyıldızı'nda yer alan ikili yıldızdır. Samanyolu'nda yer alan parlak yıldızların en kırmızı renkli olanlarından Antares, eskiden Mars'la karıştırılmıştır. Kırmızı dev yıldızın adı da bu karışıklığı yansıtır: "Ant-Ares", "Anti-Mars" yani "Mars karşıtı" demektir. Helence bir sözcük olan Ares, Latince adı Mars olan savaş tanrısının bir diğer adıdır. Büyüklüğü (parlaklık, kadir) birinci dereceden (genelde 0,96) olan Antares, gökyüzünün en parlak 15. yıldızıdır; ancak ışıması yarı-düzenli olduğundan parlaklığı yıl içinde az da olsa değişir. Dünya'dan 604 ışık yılı uzakta olduğu gözününe alındığında, son derece parlak bir yıldız olduğu da kolayca anlaşılır. Gerçekten de Antares, Güneş'ten 10.000 kat daha parlaktır. Ancak Antares soğuk bir yıldızdır. Yaydığı ışığın büyük kısmı kızılötesi olan Antares'in yüzey sıcaklığı yaklaşık 3.600 Kelvin derecedir. Yaydığı bu gözle görülemeyen kızılötesi ışınım da hesaba katıldığında, Antares'in Güneş'ten yaklaşık 60.000 kat daha parlak olduğu, yani 60.000 kat daha fazla ışıdığı söylenebilir. Düşük sıcaklığı ve yüksek parlaklığı, Antares'in bir dev yıldız olduğunu göstermektedir. Antares'in parlaklığı ve sıcaklığı gözönüne alınarak, çapının yaklaşık 3 astronomik birim (AU) olduğu hesaplanmıştır. (Bir astronomik birim Güneş'in merkeziyle Dünya'nın merkezi arasındaki uzaklık olan 149,6 milyon km.'dir.) Öte yandan Antares o kadar büyüktür ki, yıldızın yuvarlağı (diski), gökbilimciler tarafından kolayca görülebilmiş ve çapı 3.8 astronomik birim olarak ölçülmüştür. Bu değer ise, Jüpiter'in yörünge çapının yaklaşık dörtte üçüdür; bir başka deyişle, Antares Güneş'in yerine konulacak olursa, yıldızın yuvarlağının kenarı Dünya'yı da içine almak üzere, Jüpiter'in yörünge çapının yaklaşık 3/4'üne kadar gelir. Antares'in parlakılığı ve sıcaklığı, çapının yaklaşık 3 astronomik birim olduğunu göstermekle birlikte, yuvarlağının görünen çapının 3.9 astronomik birim olması, yıldızın bizden uzaklığı, sıcaklığı ve kütle yitirdiği yüzeyin kesin yerinin belirlenememesinden ötürüdür. Çünkü Antares, bir gaz bulutuyla örtülüdür ve kızgın rüzgarlarla (bkz. Güneş rüzgarı) yavaş yavaş buharlaşarak, olağanüstü bir parlaklıkla ışımaktadır. Antares'in kızgın rüzgarları içinde görülen eşi ise, ondan yalnızca 3 açı saniye uzaklıkta ve 5,5 büyüklüğünde bir yıldızdır. Gerçekte iki yıldız arasındaki uzaklık 550 astronomik birimdir. Bu iki yıldızın birbirleri çevresindeki dolanımı yaklaşık 2.500 yılda tamamlanır. Antares'in kütlesinin Güneş'in kütlesinin 15 ile 18 katı arasında olduğu hesaplanmıştır. Yıldızın gökbilim ölçülerine göre fazla zamanının kalmadığı ve demir bir çekirdek oluşturabilecek kadar büyük bir kütlesi olduğu da gözönüne alındığında, sonunda patlayarak parlak bir süpernovaya dönüşeceği söylenebilir. Bu olayın yaklaşık bir milyon yıl içinde gerçekleşeceği sanılmaktadır. Bu, patlamanın her an olabileceği anlamına gelmektedir. Antares'in eşi olan yıldızın kütlesi ise Güneş'in kütlesinin 7-8 katı kadardır. Bu kütle, süpernovaya dönüşme sınırının hemen altındadır ve demir bir çekirdek oluşturmaya elvermediğinden, yıldız sonunda büyük bir olasılıkla yoğun kütleli bir beyaz cüceye dönüşecektir. Renault