article
stringlengths
7.34k
10k
t kaldı. Bu olay RAF'ın ikinci kuşağına cesaret verdi ve 24 Nisan 1975'te Stokholm'deki Alman büyükelçiliği RAF üyelerince basıldı; Başbakan Helmut Schmidt'in ileri sürülen istekleri yerine getirmemesi nedeniyle iki rehine öldürüldü. Rehin alanlardan ikisi militanlar tarafından yerleştirilen bombaların patlamasıyla ertesi gece öldü. 21 Mayıs 1975'te Baader, Ensslin, Meinhof ve Raspe'nin yargılanmasına başlandı. Bu, belki de o güne kadar yapılmış en gergin ve çekişmeli Alman ağır ceza davası oldu. Bundestag (Alman Parlamentosu) önceden ceza muhakemesi kanununu değiştirmişti, öyle ki tutuklu RAF'çılar ile ikinci kuşak arasında bağlantı kurmakla suçlanan savunma avukatlarının çoğu dava sürecinin dışında bırakılmıştı. 9 Mayıs 1976'da Ulrike Meinhof hücresinde hapishane havlularından yapılmış bir halatla asılmış halde ölü bulundu. Yapılan soruşturmada, başka iddiaların aksine kendini astığı sonucuna varıldı. Diğer teoriler ise gruptan dışlandığı için intihar ettiği yönündeydi. Bir diğer teori de Alman devleti tarafından öldürüldüğüdür. Fakat RAF üyelerinden biri olan Irmgard Möller 22 yıllık tecrit cezasından sonra yaptığı bir söyleşi de şunları demiştir : "Ulrike Almanya'da çok tanınan bir insandı. Bir savcı şöyle bir itirafta bulunmuştu: "Ulrike'yi çıldırtmalıyız ki herkes bu örgütte deliler olduğuna inansın." Onun beyni üzerinde araştırmalar yapmayı bile denediler. Deli olduğunu ispatlamak için tabii. Daha önce de, Ulrike özgür olduğu sırada, illegalite koşullarındayken bir gazetede Ulrike'nin intihar ettiği haberi çıkmıştı. 1972 başlarındaydı bu olay. İntihar nedeni olarak da Ulrike'nin arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşmesi verilmişti. Ama o sırada Ulrike benim yanımdaydı ve haberi beraber okumuştuk. Bu haberi çok tehlikeli bulmuştuk. Cezaevinde Ulrike ölü bulunduğunda da aynı haber gazetede çıktı. Haberde Andreas ve Gudrun'la ayrılığa düştüğü için intihar ettiği yazılıydı. Bu haber tüm gazetelerde ve ölü bulunmasının hemen ardından çıktı. Uluslararası bir araştırma komisyonu incelemeler yaptı. Kendisini astığı iddia edilen havlu ile yapılan denemelerde, bunun bir insanı taşıyamayacağı ve hemen koptuğu belirlendi. Yani Ulrike'nin kendini o havluyla asabilmesi mümkün değildi. Doktorların araştırmaları sonucunda Ulrike'nin boynunun asılmadan önce kırılmış olduğu ortaya çıktı. Davalar o dönem yeni başlamıştı ve deliller toplanıyordu. Ulrike'nin kendisini öldürmesi için hiçbir neden yoktu." RAF'ın eylemleri dava sırasında da devam etti; 7 Nisan 1977'de Federal Savcı Siegried Buback, şoförü ve koruması kırmızı ışıkta beklerken iki RAF üyesi tarafından öldürüldü. 28 Nisan 1977'de davanın 192. gününde, kalan üç sanık, birçok cinayet, cinayete teşebbüs ve terörist örgüt oluşturmak suçundan ömür boyu hapse mahkûm edildi. 30 Haziran 1977'de, Dresdner Bank müdürü Jürgen Ponto, başarısız kaçırma girişiminin ardından, Oberurse'deki evinin önünde vurularak öldürüldü. Kaçırma olayına karışan RAF'çılar Brigitte Mohnhaupt, Christian Klar ve Ponto'nun vaftiz kızı Susanne Albrecht'ti. Mahkûmiyet kararını izleyen günlerde eski SS subayı ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin eski üyesi olan ve Alman İşveren Cemiyeti'nin başkanı ve Batı Almanya'nın en güçlü sanayicilerinden olan Hanns Martin Schleyer kaçırıldı. 5 Eylül 1977'de şoförü sokağın ortasında karşısına çıkan bebek arabası yüzünden durmak zorunda kaldı. Arkalarındaki polis eskortu, zamanında duramadığı için Schleyer'in arabasına arkadan çarptı. Maskeli beş saldırgan, üç polisi ve şoförü öldürdü ve Schleyer'i rehin aldı. Daha sonra federal hükümete, Staamheim'dakiler dahil on bir militanın salıverilmesini talep eden bir mektup gönderildi. Bonn şehrinde, Helmut Schmidt'in başkanlığında bir kriz komitesi oluşturuldu. Komite anlaşma yapmak yerine Schleyer'in yerini tespit etmesi için polise zaman kazandırmak amacıyla oyalama taktiğine başvurdu. Aynı zamanda, hapishanedekilere iletişim yasağı konularak yalnızca hükümet memurlarının ve hapishane papazlarının ziyaretine izin verildi. Almanya Federal Polis Bürosu zamanının en büyük insan avını başlattı ve devlet krizi bir aydan fazla sürdü. Kriz 13 Ekim 1977'de Palma de Mallorca'dan Frankfurt'a giden Lufthansa uçağı kaçırılınca doruğa ulaştı. Dört Arap'tan oluşan grup uçağın kontrolünü ele geçirdi. Sonradan Züheyir Yusuf Akaçe olduğu anlaşılan önderleri kendisini uçaktakilere "Kaptan Mahmut" olarak tanıttı. Uçak yakıt almak için Roma'ya indiğinde Akaçe Schleyer'i kaçıranlar gibi kimi taleplerde bulundu: Türkiye'de tutulan Filistinlilerin serbest bırakılması ve kendilerine 15 milyon dolar ödenmesi. Bonn kriz bürosu taleplere karşılık vermemeye karar verdi. Uçak Larnaka üzerinden önce Dubai'ye ardından Aden'e uçtu. 16 Ekim'de kaptan pilot Jürgen Schumann, işbirliğine yanaşmadığı gerekçesiyle bir devrim mahkemesinde yargılanarak öldürüldü. Uçak 2. kaptan pilot Jürgen Vietor tarafından tekrar havalandı ve Somali - Mogadişu'ya uçtu. Federal yüksek mahkemesinin başında olan ve Bonn'dan gizlice ayrılan Hans-Jürgen Wischnewski tarafından yürütülen riskli bir operasyon hazırlandı. 18 Ekim'de Avrupa saatiyle gece yarısını beş geçe uçak Alman federal polisinin elit timi olan GSG 9 güçlerinin sekiz dakikalık baskınına uğradı. Dört uçak korsanı vuruldu, üçü olay yerinde öldü. Yolculardan ciddi şekilde yaralanan olmadı ve Wischnewski Schmidt'e ve Bonn'daki kriz ekibine telefonla operasyonun başarıyla tamamlandığını bildirdi. Yarım saat sonra, Alman radyosu Stammheim'daki tutukluların da dinlediği kurtarma operasyonu haberlerini verdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde Baader başının arkasından vurulmuş, Ensslin de asılmış olarak hücrelerinde bulundu; Raspe ertesi gün öldü. Yaralanan Irmgard Möller hayatta kaldı ve 1994 yılında salıverildi. Ve yine yaptığı bir söyleşide şunları demiştir : "Ulrike ölü bulunduğunda tarih Mayıs 1976'ydı. Eylül 1977'de ben de Stammheim'daydım. Daha önce Hamburg'da kalmış, 1977 başında Stammheim'a getirilmiştim. Çünkü davam başlayacaktı. Açlık grevimiz sayesinde gruplar halinde kalma hakkını elde etmiştik. Ben de bu gruba kondum. O sırada Ulrike ölmüştü. Daha sonra grup sayısının sekize çıkması için yeni bir açlık grevine başladık. Bu olmadı, ama her gün birbirimizle görüşebilme hakkını kazandık. 2 Eylül 1977 günü RAF, İşverenler Sendikası Schleyer'i kaçırdı. Çok ünlü ve nefret edilen biriydi. II. Dünya Savaşı'nda Çekoslovakya'yı işgal eden kuvvetlerin içinde komutan Heidrich'in asistanıydı, yani eski bir Nazi'ydi. Almanya'da yürütülen mücadele sırasında da sendikalara karşı tavrıyla işçilerin haklarının ellerinden alınması için çalışmıştı. RAF onu 11 tutsakla değiş tokuş yapmak amacıyla kaçırmıştı. Bu olay üzerine, bir arada kalırken hepimiz ayrı ayrı hücrelere konduk ve görüşmemiz yasaklandı. Öncesinde ortak eşyalarımız, yemeğimiz ve kitaplarımız vardı, her şeyimiz ortaktı. Bu haklar elimizden alındı ve hücreyle ilgili bir yasa çıktı. Dışarıyla da ilişkimiz kesilecekti, yani ne avukat ne gazete olacaktı. Hepimiz 7. kattaydık, ama ne birbirimizle ne dışarısıyla ilişkimiz vardı. Ingrid Schubert de 7. kata kondu ve dört kişi olduk. RAF'la görüşmeler haftalarca sürdü. Alman hükümeti sürekli olarak Schleyer'in yaşadığına dair deliller istiyordu. RAF her seferinde buna cevap verdi ve Schleyer'in ölmediğini gösterdi. Haftalarca hiçbir şey olmadı. Alman hükümeti ve polisi bu süre içinde komandoları bulmaya ve Schleyer'i kurtarmaya çalışıyordu. Bu sürece bir son vermek için Filistinli bir grup Lufthansa uçağını kaçırdı. Yani elimizde baskı aracı olarak Schleyer ve Lufthansa uçağı vardı. Uçak bazı havaalanlarına uğradıktan sonra Somali'ye indi. Somali Başkanı Etiyopya'yla savaş halinde olduğu için Alman hükümetine kendini sattı. Alman özel timleri uçağa girdi, yolcuları dışarı çıkardı ve Filistinli grubun üyelerini öldürdü. Aynı gece Stammheim'a girerek Gudrun, Andreas ve Jan'ı öldürdüler. Ben de ağır yaralandım. Göğsüme birçok bıçak darbesi almıştım. Bilincimi kaybetmiştim ve günler sonra hastanede kendime geldim. Diğerlerinin öldüğünü orada öğrendim. Ağır yaralanmıştım, zor nefes alıyordum. Ölmememin nedeni de bıçağın kaburgalarıma takılmış olmasıydı. Bıçak biraz daha derine gitseydi ben de ölecektim. Gazetelerde hemen ertesi günü tutukluların intihar ettiği haberi çıktı. Neden olarak da morallerinin bozulmuş olması gösterildi. Bugün bile söyledikleri bu. "İntihar ettiler, çünkü hiçbiri mantıklı ve normal değildi," dediler. Tabii bu doğru değildi." Resmi soruşturmalar bunun planlanmış bir intihar dizisi olduğunu açıkladı ama iddiayı kabul etmeyen teoriler de öne sürüldü. Örneğin Baader'in özellikle birinci kuşak RAF üyeleri için yapılmış yüksek güvenlikli bir hapishaneye silah sokmayı nasıl başardığı tartışıldı. Solak olan Baader kayıtlara göre kendini sağ eliyle vurmuştu ancak ense kökünden giren kurşun alnını delerek dışarı çıkmıştı ki silahı böyle tutarak kendini vurmanın görece zor bir hareket olduğu iddia edilmektedir. Üstelik bazı kaynaklara göre Baader'in hücresinde ikinci bir kurşun deliği daha bulunması olayı şüpheli hale getiren etkenlerden biridir. Ayrıca kalbinin üzerinde dört bıçak yarasıyla bulunan Möller'in kendine bunu yapması imkânsız değilse bile çok zordu. Stammheim'dan sağ olarak kurtulan tek mahkûm olan Möller, hapishanede gerçekleşenlerin bir intihar değil, süikast olduğunu iddia etti. Resmi olmayan bazı araştırmalar, toplu intiharı açıklamasını reddeder, mahkûmların öldürüldüğünü savunur. Stammheim Modeli yüksek güvenlikli hapishanelerde ziyaret alanına girmeden evvel tüm avukatların ceplerini boşaltmaları ve ceketlerini doğrulama için görevliye vermeleri gerekmekteydi. Elle ve metal dedektörüyle aranıyorlardı. Mahkûmlar ziyaretten önce ve sonra çırılçıplak soyuluyor kontrolden sonra da kendilerine yeni bir kıyafet veriliyordu. Dahası, hücresinde asılı bulunan Ulrike Meinhof'un cesedi üzerinde İngiliz doktorların yaptığı inceleme, onun öldürüldükten sonra asıldığını söylüyordu. Yapılan otopside Meinhof'un cinsel organında sperm bulunduğu rapor edilmişti. Buna karşılık diğer bağımsız a
raştırmalar tutuklu avukatlarının yüksek güvenliğe rağmen içeriye silah ve ekipman sokabildiklerini, bunların hücrelerde kolayca saklanabildiğini ve mahkûmların toplu halde intiharının en olası açıklama olduğunu belirtmiştir. 2002 yılında cesedi ailesine teslim edilirken, Meinhof'un kafatasından beyninin alındığı ortaya çıktı. Bunun ortaya çıkmasının ardından beyin ailesine geri verildi. Hücresinde ölü bulunanlardan biri olan Gudrun Ensslin avukatına şöyle yazmıştı: 19 Ekim 1977'de Schleyer'i kaçıranlar, rehinenin idam edildiğini açıkladılar. 1977 sonbaharındaki olaylar II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Almanya'nın yaşadığı en büyük illegal, politik vakalardı ve bu nedenle Alman Sonbaharı (Der Deutsche Herbst) olarak adlandırıldı. Heinrich Breloer'in 1997 yılında yayımlanan "Ölüm Oyunu" adlı iki bölümlük belgeseli Alman Sonbaharını anlatır. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sol kanada büyük darbe vurdu ama 1990'larda yapılan saldırıları hâlâ "RAF" üstleniyordu. Bu saldırılar arasında Ernst Zimmermann adlı bir sanayici; üç kişinin öldüğü Kaiserslautern civarındaki Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri'nin Ramstein Hava Üssü'ne yapılan bombalı saldırı; Siemens şirketinin idarecisi Karl-Heinz Beckurts'ün otomobilinin bombalanması ve Almanya dışişleri bakanlığında önemli bir memur olan Gerald von Braunmühl'ün vurulması vardı. Hükümetin RAF'ı suçladığı pek çok saldırı oldu ama RAF'ın bu saldırılardaki sorumluluğu kanıtlanamadı. 30 Kasım 1989'da Deutsche Bank'ın müdürü Alfred Herrhausen karmaşık bir bombayla öldürüldü. 1 Nisan 1991'de, Doğu Alman devlet ekonomisinin özelleştirilmesinden sorumlu Treuhand hükümetinin başkanı Detlev Karsten Rohwedder vurularak öldürüldü. 1990 yılında Almanya'nın birleşmesinin ardından RAF'ın, Doğu Almanya'nın güvenlik ve istihbarat örgütü Stasi'den mali ve lojistik destek aldığı ortaya çıkarıldı. Bu destekler arasında pek çok RAF üyesine sahte kimlik verilmesi de vardı. RAF'a karşı son büyük eylem 27 Haziran 1993'te gerçekleşti. Klaus Steinmetz adlı gizli servis ajanı RAF'ın içine sızdı. Sonuç olarak Bad Kleinen'de Birgit Hogefeld ve Wolfgang Grams adlı iki RAF üyesi tutuklandı. Grams ve bir polis, operasyon sırasında öldü. Resmî soruşturma Grams'ın intihar ettiğini söylerken, diğerleri Grams'ın ölümünün polisin ölümünün intikamı olduğunu söyledi. 1992 yılında Alman hükümeti RAF'ın asıl faaliyet alanının artık eski RAF üyelerinin yakalanması olduğunu ortaya çıkardı. Örgütü zayıflatmak için, eğer RAF saldırılarını durdurursa kimi tutukluların serbest bırakılacağını söyledi. RAF "ilerlemeyi durdurma" kararı aldığını ve hedeflere yapılan saldırılara son vereceğini duyurdu. Son saldırı, görevdeki polislerin etkisiz hale getirilip bombaların yerleştirilmesiyle Weiterstadt'ta yeni yapılan bir hapishaneye gerçekleştirildi. Kimse yaralanmadı ama yaklaşık 50 milyon avronun üzerinde hasar gerçekleşti. 20 Nisan 1998'de Reuters haber ajansına Almanca yazılmış sekiz sayfalık bir mektup gönderildi. RAF'ın logosuyla imzalanmıştı ve grubun dağıldığını ilan ediyordu: ""Vor fast 28 Jahren, am 14. Mai 1970, entstand in einer Befreiungsaktion die RAF. Heute beenden wir dieses Projekt. Die Stadtguerilla in Form der RAF ist nun Geschichte."" Avustralyalı/İngiliz oyun yazarı Van Badham'ın oyunu "Kara Eller / Ölü Bölge" (Black Hands / Dead Section) kilit önemdeki RAF üyelerinin eylemlerini ve yaşamlarını anlatan bir kurgudur. Qeensland premier'nin 2005 edebiyat ödülünü kazanmıştır. 1997 Nobel ödülü sahibi İtalyan oyun yazarı Dario Fo'nun Yarın Olacak ve Ben Ulrike, Bağırıyorum adlı tek kişilik kısa oyunları da sırasıyla RAF üyeleri Möller ve Meinhof'un Stammheim'daki hücrelerinde öldürüldüklerini anlatır: "Şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, avukatlarımı engellemenizi görür gibiyim... Hayır, Ulrike Meinhof'u göremezsiniz. Evet, kendini astı. Hayır, otopsiyi izleyemezsiniz. Hiç kimse izleyemez. Sadece hükümetimizin bilirkişisi, o da zaten kararını verdi. Meinhof kendini astı. Ama boynunda asılma izi yok... Boynunda hiçbir morarma lekesi yok... Buna karşılık tüm vücudu çürük içinde... Öteye gidin, dönün, bakmayın! Fotoğraf çekmek yasaktır, bilirkişi tutanağından bir şey sormak yasaktır. Cesedimi incelemek yasaktır. YASAK. Düşünmek yasak, tahmin etmek, konuşmak, yazmak yasak, hepsi yasak! Evet hepsi yasak! Ama kendi aptallığınıza, her katile özgü bu klasik aptallığınıza gülmemizi asla yasaklayamazsınız." RAF'ın ismi Japon paramiliter grup Japon Kızıl Ordusu'undan esinlenilmişti. Genellikle İngilizceye Kızıl Ordu Grubu ya da Partizanı olarak çevrilmekle birlikte aslında grubun kurucuları, komünist işçi hareketinin içinde yer alan, onun bir parçası olan bir militan grup olarak görmekteydiler. Yani örgüt üyeleri, "fraksiyon" terimini bir politik oluşum içindeki hizipleşme anlamında değil, bir bütünün parçası olmak anlamında kullanmışlardı. "Fraktion" terimi geniş, uluslararası "Marksist" mücadele yürüten solcu örgütleri tanımlamak için de kullanılmaktadır. 1960-1980 yılları arasında yüzden fazla Alman, anti-kapitalist mücadele için örgütlere girdi. Bu örgütlerin yüzlerce destekçisi ve sempatizanı vardı. J2M ve SPK gibi örgütler RAF ile yakından ilişkiliydi hatta kimi zaman bu örgütler beraber eylemler düzenledi. (Örn. 1975'te Batı Almanya büyükelçiliğine baskın). RAF'ın etkisi gittikçe büyüdü ve örgütün ikinci ve üçüncü "kuşak" denilebilecek üyeleri oldu. Önde gelen RAF üyeleri: J. D. Salinger Jerome David Salinger () ya da J. D. Salinger; (d. 1 Ocak 1919, New York - ö. 27 Ocak 2010, Cornish, New Hampshire), 1951 tarihli "Gönülçelen" romanıyla ve münzevi yaşam tarzıyla tanınan ABD'li yazar. Yayımlanmış son özgün eseri 1965 tarihlidir ve son röportajını 1980'de vermiştir. Manhattan'da büyüyen Salinger, lise yıllarında hikâye yazmaya başladı ve II. Dünya Savaşı'nda görev almadan önce 1940'larda bu öykülerin birçoğunu yayımlattı. İlk öyküleri, Whit Burnett'ın çıkarttığı "Story" isimli dergide yer aldı. Derginin Mart/Nisan 1940 sayısında yer alan "Gençler" öyküsü yazarın yayımlanan ilk eseri oldu. 1948'de eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan "Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün" isimli öyküsü, daha sonraki birçok eserinin de yer alacağı "The New Yorker" dergisinde yayımlandı. 1951 tarihli ilk romanı "Gönülçelen" popüler başarıyı hemen yakaladı. Romanın protagonisti Holden Caulfield'de, bir ergenin yabancılaşmasını ve masumiyetini kaybedişini anlatması, özellikle ergen okurlar arasında ilham kaynağı oldu. Halen okunan ve tartışılan roman yılda yaklaşık 250.000 adet satılmayı sürdürmektedir. "Gönülçelen"'in yakaladığı başarı dikkatlerin ve ilginin yazarın üzerinde toplanmasına sebep oldu. İnsanlardan uzaklaşan Salinger münzevi bir hayat sürmeye başladı ve gittikçe daha az yeni eser yayımladı. İkinci kitabı olarak "Dokuz Öykü" isimli hikâye derlemesi (1953), ardından ise bir novella ve bir kısa öykü içeren "Franny ve Zooey" (1961) yayımlandı. Son kitabı iki novella içeren "" (1963) oldu. Yazarın yayımlanmış son eseri ise, "The New Yorker"'da 19 Haziran 1965'te yer alan "Hapworth 16, 1924" isimli öyküydü. Sonraki dönemde Salinger, ilgiden uzak yaşamanın mücadelesini verdi. 1980'lerde biyografi yazarı Ian Hamilton'a dava açtı. 1990'larda, anılarını yazan eski sevgilisi Joyce Maynard ve kızı Margaret Salinger ile sorunlar yaşadı. 1996'da ufak bir yayınevi, "Hapworth 16, 1924" öyküsünü kitap olarak yayımlamak konusunda yazar ile anlaşmaya vardığını açıkladı, ancak duyurunun ardından gelen yoğun ilgi sebebiyle bu tasarı süresiz olarak ertelendi. Haziran 2009'da başka bir yazarın, "Gönülçelen"'deki karakterlerden birini kendi eserinde kullanması sebebiyle açılan telif hakkı ihlali davası uzun süre gündemde kaldı. Salinger, 27 Ocak 2010'da Cornish, New Hampshire'daki evinde doğal sebeplerden vefat etti. Jerome David Salinger 1919'nun yılbaşı günü Manhattan, New York'ta doğdu. Atlantic, Iowa doğumlu annesi Marie (evlenmeden önce Jillich), İskoç, Alman ve İrlanda kökenliydi. Baba tarafından dedesi olan Litvanya doğumlu Simon, Louisville, Kentucky'deki Adath Jeshurun cemaatinde hahamlık yapmıştı. Yazarın babası Sol Salinger, koşer peynir satıcısıydı. Salinger'ın annesi ismini Miriam olarak değiştirmiş ve Musevilik'e geçmişti. Yazar, annesinin Musevi asıllı olmadığını, Bar Mitsva töreninden hemen sonra öğrendi. Salinger'ın tek kardeşi ablası Dorris'ti (1911–2001). Küçük Salinger, Manhattan'ın Batı Yakası'nda devlet okullarına devam etti. Ailesi 1932'de Park Avenue'ya taşınınca, Manhattan'daki bir özel okul olan McBurney School'a yazıldı. Bir Musevi olarak bu yeni okulunda uyum sorunları yaşayan Salinger, David yerine dinî kökenini daha az vurgulayan Jerry ismini kullanmaya başladı. Aile içinde ise Sonny ismi kullanılıyordu. McBurney'de Salinger okçuluk takımının yöneticiliğini yaptı, okul gazetesinde yazılar yazdı ve bazı tiyatro oyunlarında rol aldı. Oynadığı birçok oyunda "doğuştan drama yeteneğini gösterdi", ancak babası J. D.'nin aktör olması fikrine karşı çıktı. Salinger iyi bir öğrenci değildi, derslerinden kaldığı için sonunda okuldan atıldı. Ailesi tarafından Wayne, Pensilvanya'daki Valley Forge Military Academy and College'a yazdırıldı ve buradan 1936'da mezun oldu. McBurney'de okul gazetesinde yazılar yazmıştı ancak Valley Forge'da, "[geceleri] örtülerin altında bir fener yardımıyla" öyküler yazmaya başladı. Ayrıca sınıfının yıllığı olan Cross Sabres'ın edebî editörlüğünü yaptı. Okulda, şarkı kulübü, havacılık kulübü, Fransızca kulübü ve astsubaylar kulübüne katıldı. 1936'da New York Üniversitesi'nde ilk yılına başladı. Burada engelli eğitimi konusunda öğrenim görmeyi düşünüyordu ancak ertesi ilkbaharda okuldan ayrıldı. Takip eden sonbaharda babası Salinger'ın et ithalatı işini öğrenmesini istedi ve yazar Viyana'da bir şirkette çalışmak üzere Avusturya'ya gitti. Yazar Avusturya'yı, 12 Mart 1938'deki Nazi ilhakından bir ay önce terk ederek ABD'ye döndü. 1938 sonbaharında Collegeville, Pensilvanya'daki Ursinus College'a kayıt oldu ancak bir dönem sonra okulu bıraktı. 1939'da Salinger, uzun süredir "Sto
ry" dergisinin editörlüğü yapmakta olan Whit Burnett'ın Columbia Üniversitesi'nde yazarlık dersleri verdiği akşam kursuna devam etti. Burnett'a göre Salinger, kursun ikinci döneminin son birkaç haftasına kadar kendini göstermedi ama o sıralar "birden canlandı" ve üç öykü birden tamamladı. Burnett Salinger'a öykülerinin maharetli ve başarılı olduğunu söyleyerek amaçsız gençler hakkındaki "Gençler" öyküsünü "Story"'de yayımlamayı kabul etti. Salinger'ın ilk eseri olan bu öykü derginin Mart-Nisan 1940 sayısında yayımlandı. Burnett Salinger'ın mentoru oldu ve ikili yıllarca yazıştılar. 1941'de Salinger, oyun yazarı Eugene O'Neill'in kızı Oona O'Neill ile çıkmaya başladı. Genç kız çok kendiyle ilgiliydi ve Salinger'a göre "Küçük Oona çaresizce küçük Oona'ya aşık" idi, ancak yazar kızı sık sık aradı ve ona uzun mektuplar yazdı. İlişkileri Oona'nın Charlie Chaplin ile görüşmeye başlamasına kadar sürdü ve genç kadın daha sonra ünlü aktörle evlendi. 1941'in sonlarında Salinger kısa bir süre, Karayiplere giden bir yolcu gemisinde aktivite yönetmeni ve oyuncu olarak çalıştı. Aynı sene Salinger "The New Yorker"'a kısa öyküler göndermeye başladı. O yıl içinde yazarın içlerinde "Lunch for Three", "Monologue for a Watery Highball" ve "I Went to School with Adolf Hitler"'in de bulunduğu yedi öyküsü dergi tarafından reddedildi. Ancak dergi Aralık 1941'de, hükümetten şikayet eden ve "savaş öncesi asabiyete" sahip Holden Caulfield isimli gencin Manhattan'da geçen öyküsü olan "Slight Rebellion off Madison"'ı kabul etti. Aynı ay içinde Japonya'nın Pearl Harbor Saldırısı'nı gerçekleştirmesinin ardından öykü "yayımlanamaz" olarak değerlendirildi ve 1946'ya kadar dergide yer almadı. Salinger 1942 ilkbaharında, ABD 2. Dünya Savaşı'na girdikten aylar sonra askere alındı ve 4. Piyade Bölüğü 12. Piyade Alayı ile muharebelere katıldı. Normandiya Çıkarması sırasında Utah Plajı'nda çarpıştı, ayrıca Bulge Muharebesi'ne ve Hürtgen Ormanı Muharebesi'ne katıldı. Normandiya'dan Almanya'ya doğru ilerlerken, kendisini etkilemiş bir yazar olan ve savaş muhabiri olarak Paris'te bulunan Ernest Hemingway ile bir buluşma ayarladı. Salinger bu görüşme sırasında Hemingway'in arkadaşça ve alçakgönüllü davranışlarından etkilendi ve onu genelde bilenen huysuz karakterine göre daha "yumuşak" buldu. Heminway ise Salinger'ın yazdıklarından etkilendi ve onu büyük bir yetenek olarak tanımladı. İki yazar mektuplaşmaya başladılar. Temmuz 1946'da Salinger Heminway'e, sohbetlerinin savaşla ilgili birkaç iyi hatırasından biri olduğunu yazdı. Aynı mektupta, "Slight Rebellion off Madison" öyküsünün protagonisti Holden Caulfield ile ilgili bir tiyatro oyunu yazmakta olduğunu ve oyunda bu rolü kendisinin oynamayı düşündüğünü de belirtti. Daha sonra karşı istihbarat biriminde görevlendirilen Salinger, burada Fransızca ve Almancadaki yetkinliğini savaş tutsaklarını sorgulamakta kullandı. Ayrıca, ele geçirilip tutsakların kurtarıldığı bir toplama kampına giren ilk askerler arasında yer aldı. Salinger'ın savaşta yaşadıkları, duygusal açıdan yazarı etkiledi. Almanya'nın çekilmesinin ardından birkaç hafta hastanede kalarak savaş stres reaksiyonu tedavisi gördü. Sonrasında kızına bu döneme ilişkin olarak şunları söyledi: Yazarın hayatını yazan her iki biyografi yazarına göre, Salinger birçok öyküsünde savaş dönemindeki deneyimlerinden yararlandı. Örneğin "Esmé İçin - Sevgi ve Yoksunlukla" öyküsü sarsıntı geçiren bir asker tarafından anlatılmaktaydı. Salinger ordudayken de yazmaya devam etti ve "Collier's" ile "The Saturday Evening Post" gibi dergilerde birçok öyküsü yayımlandı. Ayrıca "The New Yorker"'a da öyküler göndermeye devam etti ancak yayımlatmayı başaramadı. Dergi 1944 ile 1946 arasında yazarın gönderdiği tüm öyküleri, 1945'te ise 15 şiirden oluşan bir dosyayı reddetti. Almanya'nın yenilgisi sonrasında Salinger, Almanya'da denazifikasyon görevinde yer almak için altı aylığına ABD Karşı İstihbarat Birliği'ne yazıldı. Bu dönemde Weissenburg'da yaşadı ve Sylvia Welter isimli bir kadınla evlendi. Nisan 1946'da birlikte ABD'ye döndüler ancak evlilikleri sürmedi ve Sylvia sekiz ay sonra Almanya'ya geri döndü. Yıllar sonra 1972'de Salinger Sylvia'dan bir mektup aldı ama zarfı bile açmadan yırtıp attı. O sırada yanında olan kızı Margaret daha sonra yazdığı biyografide babası için "birisiyle işi bitmişse, onu silip atar" dedi. 1946'da Whit Burnett, yazarın öykülerinden bir derlemeyi "Story" Press'in Lippincott Imprint yayınevinde basmak için Salinger ile anlaştı. 20 öyküden oluşacak bu derlemenin adı "The Young Folks" olacaktı. Kitaba adını veren "Gençler" ve "Slight Rebellion off Madison" ile birlikte on yayımlanmış öykünün yanı sıra henüz yayımlanmamış on öykü de kitapta yer alacaktı. Burnett kitabın yayımlanacağını söylemişti ve hatta Salinger ile 1.000 dolarlık bir avans ödemesi için pazarlık da yapmıştı, ancak Lippincott Burnett'in kararını yok sayarak kitabı reddetti. Salinger kitabın yayımlanmamasından Burnett'ı sorumlu tuttu ve ikili birbirlerinden uzaklaştı. 1940'ların sonlarında Salinger Zen Budizmi'nin tutkulu bir izleyicisi olmuştu; hatta flörtlerine bu konuda okuma listeleri veriyordu ve Budist bilgin D. T. Suzuki ile bir görüşme ayarlamıştı. 1948'de "Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün" isimli bir kısa öyküyü "The New Yorker"'a gönderdi. "Öykünün özgün kalitesinden" çok etkilenen dergi editörleri öyküyü derhal yayımladı ve gelecekteki öyküleri için Salinger ile ilk reddetme hakkını da içeren bir sözleşme imzaladı. Öykünün aldığı olumlu eleştirilerin yanı sıra, diğer yayınlarda öykülerinin değiştiriliyor olmasına kızan Salinger neredeyse sadece "The New Yorker" için yazmaya başladı. Öykü aynı zamanda, yazarın öykülerinde defalarca görünen, iki emekli vodvil oyuncusu ve onların erken olgunlaşmış yedi çocuğundan oluşan hayalî Glass Ailesi'nin yer aldığı ilk öyküydü. Salinger Glass Ailesi ile ilgili toplamda yedi öykü yayımladı ve bunlarda özellikle parlak ama sorunlu en büyük çocuk olan Seymour'a odaklandı. 1940'ların başında Salinger Whit Burnett'a yazdığı bir mektupta, finansal açıdan güvende olmak için bazı öykülerinin sinema uyarlaması haklarını satmak istediğini açıklamıştı. Ian Hamilton'a göre yazar 1943 tarihli kısa öyküsü "The Varioni Brothers" hakkındaki "Hollywood söylentilerinin" sonuçsuz kalmasıyla hayal kırıklığına uğradı. Bu yüzden, 1948'in ortalarında bağımsız film yapımcısı Samuel Goldwyn'in "Sarsak Dayı Connecticut'ta" isimli öyküsünün film haklarını satın alma teklifini derhal kabul etti. Menajeri Dorothy Olding'e göre Salinger öyküyü satarken "iyi bir filme dönüşeceği" umudunu taşıyordu ancak film 1949'da gösterime girdiğinde çok ağır eleştiriler aldı. "My Foolish Heart" ismi verilen ve Dana Andrews ile Susan Hayward'ın başrol oynadığı bu filmin senaryosu da Salinger'ın öyküsünden oldukça farklıydı. Bu kötü deneyim sonrasında Salinger hiçbir eserinin film uyarlamasına izin vermedi. Brigitte Bardot "Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün"'ün haklarını satın almak istediğinde Salinger olumsuz yanıt verdi. (Özgün adıyla: The Catcher in the Rye), 1967'deki Adnan Benk'in İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "L'Attrape-cœurs"den yaptığı dolaylı çevirisinden ötürü kitap Türkiye'de "Gönülçelen" olarak tanınır. Kitabın Yapı Kredi Yayınları basımı çevirisi Coşkun Yerli'ye aittir ve bu kez Türkçe adı özgün adına daha yakındır: "Çavdar Tarlasında Çocuklar". 1940'larda Salinger birçok kişiye, kısa öyküsü "Slight Rebellion off Madison"'ın genç protagonisti Holden Caulfield'ın yer aldığı bir roman üzerinde çalıştığını açıklamıştı ve "Gönülçelen" isimli bu roman 16 Temmuz 1951'de Little, Brown and Company tarafından yayımlandı. Romanın basit bir konusu vardı; elit bir kolejin hazırlık sınıfından kovulan ve burayı terk eden on altı yaşındaki Holden'ın New York'taki deneyimleri anlatılıyordu. Holden daha önceki üç okulundan da atılmış olan bir öğrenciydi. Roman özellikle birinci şahıs anlatıcı olan Holden'ın başından geçenleri kendinden farklı biriymiş ve olaylara tanıklık ediyormuş gibi anlatması sebebiyle kayda değerdir. Olup bitenler hakkında bilgili ancak güvenilmez bir anlatıcı olan Holden, tekrar tekar sadakatten, yetişkinliğin sahteliğinden ve kendi ikiyüzlülüğünden bahseder. 1953'te bir lise gazetesine verdiği röportajda Salinger romanın "bir nevi" otobiyografik olduğunu söylemiş ve şöyle demiştir: Kitaba karşı ilk tepkiler karışıktı. "The New York Times" romanı "alışılmadık derecede parlak bir ilk roman" sözleriyle yüceltirken, eleştiriler kitabın monoton diline ve dini kötüleyen, rastgele cinsel ilişki ile fahişelikten açıkça bahseden Holden'ın "sapkınlığına" odaklanıyordu. Roman popüler başarı yakaladı; yayımlanışının ikinci ayında sekiz baskıya ulaştı. The New York Times Best Seller listesinde otuz hafta boyunca kaldı. Kitabın ilk başarısının ardından popülerliğinin azaldığı bir dönem geldi. Ancak Ian Hamilton'a göre kitap 1950'lerin sonunda "kabuğunu kırmaya çalışan tüm ergenlerin alması gereken bir kitaptı, asiliğin havalı tarzlarının öğrenilebileceği vazgeçilmez bir el kitabıydı." Kitap Mark Twain'in "Huckleberry Finn'in Maceraları" romanıyla karşılaştırılıyordu. Gazeteler, romanın özgün adına atfen "Catcher Cult" olarak adlandırılan olguya ilişkin makaleler yayımlamaya başladı. Konusu ve "Catholic World" gibi dergilerde de bahsi geçen küfürlü anlatım biçimi sebebiyle roman birçok ülkede ve bazı ABD okullarında yasaklandı. Hatta azimli bir veli romandaki küfürlerin listesini oluşturdu: roman boyunca 237 defa "goddam", 58 defa "bastard", 31 defa "Chrissake" ve 6 defa "fuck" geçiyordu. 1970'lerde birçok lise öğretmeni, kitabı okuttukları için istifa etmek zorunda bırakıldı ya da kovuldu. 1979 tarihli bir sansür incelemesine göre "Gönülçelen" bir dönemde "şüpheli bir şekilde hem tüm ülkede en fazla yasaklanan hem de kamu okullarında ikinci en fazla okutulan kitaptı" (ilk sıradaki kitap ise John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar"'ıydı). Kitap halen çok okunmaktadır; 2004 itibarıyla yılda 250.000 kopya satan kitabın tüm dünyadaki toplam
satışı 10 milyondan fazlaydı. Romanın 1950'lerdeki başarısının ardından Salinger, Samuel Goldwyn de dahil olmak üzere birçok kişiden film adaptasyonu için teklif aldı ve hepsini reddetti. Yayımlanışından bu yana romana film yapımcılarını ilgisi büyük oldu; Billy Wilder, Harvey Weinstein ve Steven Spielberg gibi isimler kitabın haklarını satın almaya çalıştı. Salinger'ın 1970'lerdeki bir açıklamasına göre Jerry Lewis, Holden rolünü oynamak için yıllarca uğraştı. Salinger tüm bu teklifleri geri çevirdi. Çavdar Tarlasında Çocuklar`la ünlü olan Salinger, toplumun ilgisinden kaçmaya başladı. New York`tan taşınarak New Hampshire`a yerleşti. Kaçtıkça daha çok ilgi görmeye başlayan Salinger samimi davranmamaya, fotoğraf çektirmemeye, röportaj vermemeye çalıştı. Salinger, "Çavdar Tarlasında Çocuklar"a gösterilen ilgiye herkesten kaçarak, sosyal hayattan uzaklaşıp inzivaya çekilerek cevap vermiştir. Buna paralel olarak da popülaritesi genişleyerek yayıldı. 1965'ten bu yana, herhangi bir şey yayımlamayan, meraklı gözlerden giderek kaçan yazar, kendisi hakkındaki yayınları hukukî yollarla engelemeye çalıştı. Ortak anılarını kamuoyu ile paylaştığı için eski sevgilisi Joyce Maynard ile öz kızı Margaret Salinger'i hayatından çıkardı. Kapalı ve gizli kalmaya önem veren Salinger, hayatı boyunca samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük içine düşmemeye çalıştı. Çavdar Tarlasında Çocuklar`da toplumdan kaçışına dair ipuçları bulunur: "Ortalık oldukça sessizdi, çünkü bizim Ernie piyano çalıyordu. Herifin piyanoya oturması bile, Tanrı aşkına, kutsal bir şeydi sanki. Yani, hiç kimse onun kadar iyi çalamazdı. Piyanonun önünde kocaman lanet bir ayna vardı, Ernie`nin suratına da iri bir spot lamba çevirmişlerdi, böylece o piyano çalarken suratını seyredebiliyordunuz, parmaklarını değil ama; o kocaman moruk suratını yalnızca. Yemin ederim, ben bir piyanist ya da aktör filan olsaydım ve bu sersemler de benim olağanüstü biri olduğumu düşünselerdi, bu durumdan nefret ederdim. Beni alkışlamalarını bile istemezdim. Ben piyanist olsaydım, gider bir kenefe kapanır, öyle çalardım" örneğinde olduğu gibi. Jerome David Salinger da "Ernie" olmaktan hep kaçmıştır. Kendisini bir bakıma kenefe kapamıştır. Yapılan bir biyografi çalışmasına açtığı dava sırasında, yayımlamadığı en az iki romanı ve birçok hikâyesi olduğu ortaya çıktı. Davayı, sözü geçen biyografide, tanıdıklarına yazdığı mektuplar da yer aldığı için açmıştır. 2000`de ikinci karısı Claire Douglas`dan olan kızı Margaret Salinger "Dream Catcher: A Memoir" adında bir otobiyografi yayımladı. Kitapta babasının kendi idrarını içtiği, annesiyle çok az seviştiği gibi iddialar yer aldı. Amorium Amorium, Afyonkarahisar ilinin sınırları içinde, Emirdağ ilçe merkezine 13 km uzaklıkta bir antik kenttir. Eski Yunanca ve Ortaçağ Yunancasında 'Amorion' şeklinde anılagelmiştir. Arap/İslam kaynaklarında "Ammuriye" ya da "Amuriye" şeklinde geçer. Amorium höyüğünün yamacında bugün Hisarköy bulunmaktadır. Arkeolojik alanda bilimsel kazı çalışmaları 1988 yılında Oxford Üniversitesi'nden Prof. R. Martin Harrison tarafından başlatılmıştır. 1993 yılından bu yana New York Metropolitan Sanat Müzesi'nden The Metropolitan Museum of Art Dr. Chris Lightfoot başkanlığında uluslararası bir ekip tarafından yürütülmektedir. Her ne kadar cazip bir düşünce olsa da, kentin ismi, muhtemelen, 'amor' (aşk) kelime kökünden kaynaklanmamakta, daha ziyade ilkçağ Hint-Avrupa kavimlerinin dilinde 'anne' anlamına gelen (ve varlığını bugüne kadar sürdürmüş) 'ma' kelime kökü ile bağlantılandırılmaktadır. Bu da bizi, kentin daha başlangıcından itibaren, Anadolu Ana Tanrıça kültü ile ilişkili olduğuna sonucuna götürmektedir. Kahramanları hayvanlar olan masallarıyla büyük ün kazanmış olan Ezop'un Amorium kentinde yaşadığını da göz ardı etmemek gerekir. Her ne kadar Ezop'un doğum yeri tartışmalı olsa da en yüksek olasılıkla Ezop Amoriumlu'dur. Bildiğimiz gibi kendisi MÖ 6. yüzyılda yaşamıştır. Amorium kentinin MÖ 1. yüzyıldan itibaren (MÖ 133 ila 27 arasında bir tarihten MS 217'ye kadar) kendi sikkelerini bastırmış olması, o dönemde olgun ve büyük bir kent haline gelmiş bulunduğunun kanıtıdır. Kentin refah ve prestij düzeyi Romalılar döneminde de artmaya devam etmiş ve standart Roma kamu yapıları ile donatılmış olmalıdır. Ancak Helenistik ve Roma dönemlerinden günümüze pek az bulgu kalmıştır. Kente ilişkin tarihi kayıtlar da Strabon Coğrafyası nda çok kısa bir atıftan ibarettir. Son dönem kazılarında bölgedeki diğer arkeolojik alanlarda keşfedilen yazıtlar antik çağ Amorium'una ilişkin kayıtların sayısını artırmıştır ve yeni keşiflere de muhtemelen ulaşılacaktır. İslam tarihi bakımından kentin önem arz etmesinin temel nedeni, sahabe Selman-ı Farisi'nin Amorium'da şu an bulunan kilisede çalışması ve emrinde çalıştığı, talebesi olduğu rahip tarafından İslam dininin hak din olduğunun söylenmesi üzerine Müslüman olmak için Medine'ye gitmesi vakıasıdır. Yani şehir Hristiyanlık kadar olmasa da İslamiyet açısındanda önemli bir kenttir. Kent Anadolu coğrafyasında merkezi bir önemi Bizans İmparatorluğu döneminde kazanmıştır. Dönemin Arap kaynakları Amorium'un Anadolu'nun en büyük kenti olduğundan bahsetmektedirler. Kazılar da Bizans kalıntıları üzerinde yoğunlaşmıştır. Kazı bulgularının Antik Çağ ve sonrasında Bizans'ın güçlü ilk dönemleri ile Anadolu Selçuklu Devleti arasında kalan yüzyıllarda (kabaca 750-1100 yılları arası) Anadolu içlerinin kentsel, idari ve kültürel gelişimine ilişkin bilgilerimizde mevcut boşluğu doldurmakta büyük katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Şimdiden, Amorium Üst Kenti'nin evvelce zannedildiği gibi 11. yüzyıl sonunda terkedilmediği, Selçuklularca ve ayrıca Osmanlı'nın son dönemlerinde de kale olarak kullanıldığı, Hisarcık (sonradan Hisarköy) köyünün isminin buradan geldiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla Amorium'da beş ayrı medeniyetin (antik Helen, antik Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı) izleri bir aradadır. Amorium Alt Kenti'nin de ikinci bir tahkimat duvarıyla çevrelenmiş olduğu görülmekte, bu surları korumak için gerekecek askeri güce ilişkin hesaplamalar kentin Bizans İmparatorluğu açısından taşıdığı önemi doğrulamaktadır. Ancak, sitin koruma altına alınmasından önceki yıllarda define avcılarınca yoğun surette kazılmış ve yağmalanmış olması maalesef önemli ölçüde tahribata sebebiyet vermiştir. Bizans döneminde İstanbul yolu üzerindeki en önemli İç Anadolu kalesi kimliğinden ve Marmara bölgesinden önceki son büyük savunma mevzii oluşundan ötürü tahribat Amorium'un kaderi olmuştur. Arapların Anadolu'ya ilk akınlarının kaydedildiği 641 yılından sonra birkaç yıl geçmeden Amorium bir Arap saldırısına maruz kalmıştır. Amorium'a art arda Arap saldırıları yaklaşık iki yüz yıl boyunca sürmüş, 668'de kalenin Araplarca fethine rağmen kısa süre sonra Bizanslılarca geri alınmış, 716 ve 796'daki büyük saldırılar ise püskürtülmüştür. 9. yüzyıla girildiğinde Amorium bir yandan Bizans'a bir imparatorlar hanedanı verirken (Amorian veya Frigya Hanedanı, bu hanedan 820-867 yılları arasında 3 imparatordan ibaret kalmış ve Bizans tarihi açısından başarılı icraatlar yapamamıştır. Hanedana mensup 3 imparator 'Kekeme' II. Mihail, oğlu Teofilos ve torunu 'Sarhoş' III. Mihail'dir), bir yandan da 838'de Abbasi Halifesi Mutasım'in Arap ordularınca tarihinin en büyük yıkımına uğratılmış ve bir daha eski canlılığını ve önemini geri kazanamamıştır (Abbasi Halifelerinin ordularında giderek artan sayıda Türk unsur bulunduğu bilindiğinden, bölgeye, ve dolayısıyla Anadolu'ya, ilk Türk varlığı Arap orduları bünyesinde gelmiş olmalıdır. Bizans ordularında da azımsanamayacak miktarda Türk unsurları bulunmaktaydı). 838 savaşının Amorium'a verdiği zarar dışında Ortodoks Hristiyan tarihi açısından önemi kentten esir olarak alınmış ilerigelen 42 Bizanslının Irak'ın Samarra kentinde 845 tarihinde idam edilmiş olmalarıdır. O çağlarda esirlerin fidye pazarlığına tabi tutularak geri verilmeleri, sanıldığının aksine, idam edilmelerinden daha yaygın bir uygulamaydı. Fidye müzakereleri tamamlanmış bu 42 Bizanslının Halife tarafından idam edilmesi dini gerekçelere bağlanmış ve "Amorium'un 42 şehidi" Rum Ortodoks Hristiyan literatürüne geçmiştir. Aziz mertebesine yükseltilen bu Bizanslılar hala dini törenlerde anılmaktadır. Amorium Malazgirt Meydan Muharebesi öncesinde Anadolu'ya akınlar düzenleyen Türkmen beylerinden Ahmet Şah ve Emir Afşin tarafından 1068 yılında bir süre zaptedilmiştir. Araya Orta Anadolu'dan da geçen Haçlı Seferleri girmiş, bölgeye geniş çaplı Türkmen yerleşimi ve bölge nüfusunun Türkleşmesi ise Anadolu Selçuklu devleti ile Bizans arasında 1116 yılında yapılan Bolybotum (Bolvadin) savaşından sonra cereyan etmiştir. Hisarcık 1516 tarihli Osmanlı kayıtlarında anılmaktadır. Bugünkü Hisarköy 1892 yılında kurulmuştur. Amorium'u ziyaret eden ilk Batılı gezgin William Hamilton'dur ve bölgeye 1836 yılında gelmiştir. 1988 yılından günümüze kadar da Amorium'da düzenli kazılar yürütülmektedir. Amorium'la ilgili önemli tarihler şu zaman çizelgesinde belirtilebilir: Kenan Çoygun Kenan Çoygun (1924 Bursa - 13 Ekim, 2005 Ankara), Kıbrıs'ta 1962-1967 yılları arasında bayraktar lık yapmış, emekli tuğgeneral dir. 1942 yılında Harp Okulu'nu bitirerek (Türk Silahlı Kuvvetleri)'ne (TSK) katıldı. Kıbrıs'ta EOKA saldırılarının artması üzerine, 1962 yılında, Türk Mukavemet Teşkilatı Komutanlığı (Bayraktarlık) yapmak üzere TSK tarafından Kıbrıs’a gönderildi. 1967’de adadan ayrıldıktan sonra 1973 yılında TSK'den tuğgeneral rütbesiyle emekli oldu. Elde Var Hüzün Elde Var Hüzün, Attilâ İlhan`ın 1982`de Adam Yayıncılık`tan çıkardığı şiir kitabıdır. 1979-1981 arası yazdığı şiirlerden oluşur. İlk basımın kapak düzeni Sait Maden tarafından yapılmıştır. Nabi`nin "fakat alup verilür bir selam kalmıştır" dizesiyle başlar. Nesimi`nin "bende sığar iki cihan ben bu cihana sığmazsam" dizesiyle biter. Chet Baker Chet Baker (gerçek adıyla Chesney Henry Baker Jr. (d. 23 Aralık 1929 - ö. 13 Mayıs 1988), Amerikalı caz müzisyeni. Caz geçmişinin en b
üyük trompet çalgıcılarından biridir. ABD-Oklahoma'da müzikle ilgili bir ailede büyüyen Baker'ın babası gitar çalardı. Başarıyı 1951'de ABD'nin batı yakasındaki bir dizi dinleti verme gezisine çıkan Charlie Parker'ın topluluğuna trompet çalgıcısı olarak katılmasıyla yakaladı. 1952'de, Gerry Mulligan Dörtlüsü'ne katıldıktan sonra bu toplulukla yaptığı "My Funny Valentine" çalışmasındaki solosu ile ünlendi. Piyanosuz bir topluluk olan bu dörtlü, kısa zamanda en tutulan caz topluluklarında biri oldu. Gerry Mulligan'ın uyuşturucu yüzünden tutuklanmasıyla, dörtlü de bir yılını tamamlayamadan dağıldı. Bundan sonra bir süre tek başına çalışan Baker, dinletilerinde şarkı da söylemeye başladı. Bu arada edindiği uyuşturucu kullanma alışkanlığı ile düzensiz özel yaşamı, sanatını da etkilemeye başladı. 1960'da İtalya'da uyuşturucu kullanırken yakalanmasıyla başlayan 60'lı yılları, yaptığı birkaç kayıt dışında "yitik on yıl" olarak varsayılır. Sonradan büyük bir geri dönüş gerçekleştiren Baker, yaşamının geri kalanının büyük bölümünü Avrupa'da geçirdi. Son yıllarında sesi bir fısıltıya dönüşse de, Amsterdam'da bir otelin penceresinden düşüp ölümüne dek büyük bir trompetçi olarak kaldı. En iyi uzunçalarları olarak; 1991'de yayımlanan ancak 1952-1953 caz oturumlarının bir derlemesi olan "The Best of the Gerry Mulligan Quartet with Chet Baker", 1956'da yayımlanan "Quartet: Russ Freeman and Chet Baker", 1956 yapımı "The Route" ile 1958 yapımı "It Could Happen To You" sayılabilir. Sergey Brin Sergey Brin (Rusça: Сергей Михайлович Брин, d. 21 Ağustos 1973, Moskova) Rusya doğumlu ABD'li-Yahudi girişimci. Rus Yahudisi bir ailenin çocuğudur. Stanford Üniversitesi'nde doktora yaparken, arkadaşı Larry Page ile birlikte Google arama motorunu oluşturdu ve Google şirketini kurdu. Hâlen Teknoloji başkanı ve yönetim kurulu üyesi olan Sergey Brin, Forbes'a göre 20,3 milyar dolarla , dünyanın en zengin 100 insanından biridir (13. sırada (2012)). Bill Gates, Larry Page ve Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg ile birlikte sadece kendi çabasıyla milyarder olan 4 kişiden biridir ve buna rağmen hâlâ iki odalı bir evde kiracı olarak yaşamakta, lüks olmayan Toyota marka bir araba kullanmakta ve işe ise patenle gidip gelmektedir. 5 yaşında iken ailesiyle Rusya'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmiştir. Maryland Üniversitesi'nde matematik ve bilgisayar mühendisliği okumuş, yüksek lisans ve doktorasını Stanford Üniversitesi'nden almıştır. Lise ve üniversite yıllarında jimnastikle uğraşmıştır. Borsa İstanbul Borsa İstanbul ya da kısaca BİST, Türkiye'de 1985 yılında ilk olarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsası adıyla açılan 2013'te "Borsa İstanbul" olan, sermaye piyasasında faaliyet gösteren Türk ve yabancı kaynaklı bankalara, aracı kurumlara saklama ile takas hizmeti verir. 5 Nisan 2013 tarihinde ise «İstanbul Menkul Kıymetler Borsası» olan adı, "Borsa İstanbul" olarak değiştirilmiştir. Ayrıca "Yatırıma değer!" resmi slogan olarak kabul edilmiştir. 24 Şubat 2017 yılında yayımlanan kararname ile devlete ait bütün hisselerinin Türkiye Varlık Fonuna devredilmesi kararlaştırılmıştır. 6 Ekim 1983 tarih ve 18183 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Menkul Kıymetler Borsaları Hakkında 91 sayılı KHK", Türkiye'nin sermaye piyasalarını daha etkin hale getirmek perspektifi ile Türkiye'de menkul kıymet alım satım işlemlerinin gerçekleştirilmesine elverişli ortam yaratmak amacıyla Türkiye'deki borsaların kuruluş esas ve şartlarını düzenlemek olan görevi ve ilk olarak "İMKB" adıyla 6 Ekim 1984 tarih ve 18637 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan "Menkul Kıymetler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik" ile Türkiye'de menkul kıymetler borsalarının kuruluş, çalışma, denetlenme ve borsada alım satım esasları ile borsa üyelerinin kuruluş, çalışma ve yükümlülükleri düzenlenmiştir. 13 Haziran 2017 tarihinde endeks 100.000 puanı gördü. Borsa İstanbul, genel kurulca seçilen beş üyeden oluşan bir yönetim kurulu tarafından yönetilir. Yine eski İMKB'nin başkanlarından Osman Birsen 25 Ekim 1997 tarihinde üçlü kararname ile İMKB'ye Başkan olarak atanmıştır. Yönetim Kurulu'nun diğer dört üyesi, "yatırım bankaları", "ticari bankalar" ve "aracı kurumlar" olmak üzere borsa üyelerini oluşturan üç ayrı kategorideki aracı kuruluşları temsilen seçilmektedir. 6 Aralık 2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu (esas sözleşmenin bundan sonraki bölümlerinde kısaca "Kanun" olarak ifade edilecektir) hükümleri saklı olmak kaydıyla özel hukuk hükümlerine tabi olarak faaliyette bulunmak ve bu esas sözleşme hükümlerine göre idare edilmek üzere anonim şirket statüsünde bir borsa kurulmuştur. BİST, çalışma usul ve esasları, 19 Şubat 1996 tarih ve 22559 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Resmî Gazete'de yayımlanan "İstanbul Borsası Yönetmeliği"nde düzenlenmiştir. BİST, bir meslek kuruluşu olarak yatırım ve "kalkınma bankaları", ticari bankalar ve aracı kurumlardan oluşan üyelere sahip olup, hisse senetleri Piyasası'nda dört sürekli pazar bulunmaktadır. Bunlar; ulusal pazar, ikinci ulusal pazar, yeni ekonomi pazarı ve gözaltı pazarıdır. BİST tahvil ve bono piyasasında ise kesin alım satım pazarı, repo-ters repo pazarı ve gayrimenkul sertifikaları pazarı bulunmaktadır. Borsada ortaklık hakkı veya alacaklılık hakkı sağlayan ve Sermaye Piyasası Kurulunca menkul kıymet olarak kabul edilen sermaye piyasası araçları işlem görebilmektedir. BIST'de hisse senedi, devlet tahvili ve hazine bonosu işlem görmekte ve Yatırımcıları Koruma Fonu'ndan aracı kuruluşların yaptıkları sermaye piyasası faaliyetleri nedeniyle müşterilerine karşı sadece hisse senedi işlemlerinden doğan nakit ödeme ve hisse senedi teslim yükümlülükleri için ödeme yapılabilmektedir. Takasbank Menkul kıymet alım/satım işlemlerinin takası, Borsa İstanbul'un (BIST) faaliyete geçtiği tarihlerde üyelerin kendi aralarında gerçekleştirilirken, 1988 yılından itibaren Borsa bünyesinde kurulan bir müdürlük tarafından yerine getirilmeye başlanmıştır. 1 Ocak 1992 tarihinden itibaren, Borsada gerçekleşen işlemlere ilişkin menkul kıymetlerin takası ve saklama yetkisi, BIST ve üyelerinin ortaklığı ile kurulan BIST Takas ve Saklama A.Ş.'ye verilmiş ve şirket bu tarihte faaliyete geçmiştir. 01.01.1996 tarihinden itibaren de bu şirket, Takasbank-BIST Takas ve Saklama Bankası A.Ş. adıyla bir sektör bankasına dönüşmüştür. Takasbank, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından Türkiye'nin Merkezi Saklama Kuruluşu ve Ulusal Numaralandırma Kuruluşu olarak görevlendirilmiştir. Merkezi Saklama Kuruluşu faaliyetleri açısından, Takasbank'ın işlev ve faaliyetleri Sermaye Piyasası Kanunu ve SPK'nun düzenlemelerine tabidir. Takasbank, Borsa İstanbul'da (BIST) gerçekleştirilen alım/satım işlemlerinin menkul kıymet ve nakit takasının yerine getirilmesinden sorumlu merkezi takas kurumudur. İstanbul Altın Borsası İstanbul Altın Borsası 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 40/A maddesi hükmüne dayanarak SPK tarafından hazırlanan "Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Genel Yönetmelik", 3 Nisan 1993 tarih ve 21541 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Genel Yönetmeliğe dayanarak Hazine Müsteşarlığı tarafından "Kıymetli Maden Borsaları Üyelik Yetkisi ve Kıymetli Maden Borsası Aracı Kurumlarının Kuruluş ve Faaliyet Şartlarına İlişkin Yönetmelik" 16.10.1993 tarih ve 21730 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmelik hükümlerine dayanılarak 13 Şubat 1994 tarih ve 21848 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İstanbul Altın Borsası Yönetmeliği ile de emlağın'nın çalışma kural ve esasları belirlenmiştir. İstanbul Altın Borsası, 26 Temmuz 1995 tarihinde resmi olarak faaliyetlerine başlamıştır. Borsada sadece külçe altın alım satımı değil, vadeli işlemler de yapılır. 1999'dan itibaren gümüş ve platin işlemleri de yapılmaya başladı. Altın borsasında uluslararası rafine çıkışlı 995/1000 ile 999.9/1000 saflıktaki altınlar işleme girebiliyor. İşlemde altınlarda standart külçeler 1, 10, 50, 100, 250, 500, 1000 gramlık ve 12.5 kilogramlık, 350-450 ons arası külçe standardındadır. Kıymetli Madenler Piyasası'nda işlemler, sabah ve öğle olmak üzere Borsa'nın açık olduğu her işgününde iki seansta gerçekleşir. Sabah seansı 09:30 - 09:40 arası seans öncesi ve 09:45 - 13:00 arası ilk seans olarak yapılır. Öğleden sonra seansı 15:00-17:15 saatleri arasında gerçekleştirilir. TL/gr işlemleri aynı gün valörlü, ötekiler ertesi gün veya iki işgünü valörlüdür. En küçük işlem birimi 5 kgdır. En küçük fiyat hareketi TL'de 100 lira, ötekilerde 5 cent'tir. Üyelerin alıp satabilecekleri altın miktarı Borsa Takas Merkezi'ne teslim ettikleri altınların 20 katı ile sınırlıdır. Alım satım emirleri Reuters ve Telerate ile duyurulur. Vadeli işlemlerde her bir sözleşme 995/1000 ayar ve 3 kg'lıktır. Sözleşmeler TL/gr ve $/ons cinsinden düzenlenir. Altın, teslim tarihinde fiziki veya nakdi uzlaşma ile gerçekleştirilir. İşlemler kesintisiz 11-16 saatlerinde yapılır. Türkiye, uluslararası ham elmas ticaretinin kontrol altında tutulabilmesi amacıyla Güney Afrika Cumhuriyeti'nin öncülüğünde başlatılan 46 ülkenin üye olduğu Kimberley Süreci Sertifika Sistemi üyeliğine 14/08/2007 tarihi itibarıyla kabul edilmiştir. İstanbul Altın Borsası, ham elmasın ithal ve ihracı işlemlerinde yetkili otorite olarak tayin edilmiştir. Buna göre, ham elmasın ithal ve ihraç işlemlerini Kimberley Süreci Sertifika Sistemi çerçevesinde yürütmeye ve ibraz edilen sertifikaların Kimberley Sürecine ilişkin belgelerde belirtilen asgari standartları taşıyıp taşımadığını incelemeye, katılımcı ülke ihracat otoritesi nezdinde sertifikaların teyidini almaya ve sertifika düzenlemeye İstanbul Altın Borsası yetkilidir. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 15 Aralık 1999 tarihli ve 4487 sayılı Kanunla eklenen 40/B ve 40/C maddelerine dayanılarak, Türkiye'de sermaye piy
asasında aracılık faaliyetinde bulunmaya Sermaye Piyasası Kanunu ile yetkili kılınmış kuruluşların üye olacağı, tüzel kişiliği haiz kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu. Anayasa’nın 135’inci maddesine göre kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olarak, mülga 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde 2001 yılında kurulan ve faaliyetlerini sürdüren Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği (TSPAKB), 6362 sayılı yeni Sermaye Piyasası Kanunu’nda “Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği” unvanlı olarak yeniden düzenlenmiştir. 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’ndaki düzenlemelere paralel olarak; Sermaye Piyasası Kurulu’nun önerisi ve ilgili Bakanlığın uygun görüşü üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile 02 Nisan 2014 tarih ve 28960 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulan yeni Birlik Statüsü ile “Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği” (TSPAKB) unvanı, “Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği” (TSPB) olarak değişmiştir. 2014 yılından itibaren sermaye piyasasında faaliyette bulunan tüm banka, aracı kurum, portföy yönetim şirketleri ve payları borsada işlem gören bütün yatırım ortaklıklarından oluşan bir üyelik yapısına sahiptir. Benny Golson Benny Golson (d. 25 Ocak 1929), Amerikan caz tenor saksafoncusu, bestecisi ve düzenlemecisi. En önemli çalışmalarını kapsayan uzunçalarları olarak 1957 yapımı "Benny Golson's New York Scene", 1957'de yayınlanan "The Modern Touch" ile 1991'de yayımlanan "Live" sayılabilir. Baş rolünde Tom Hanks'in oynadığı 2004 yapımı "Terminal" filminde kendisini oynamıştır. Gobson, "Stablemates", "Killer Joe", "Whisper Not" ile "Along Came Betty" gibi tanınmış caz parçalarının bestecisidir. Bağrıyanık Bağrıyanık aşağıdaki anlamlara gelebilir: Ali Canip Yöntem Ali Canip Yöntem, (d. 1887 İstanbul) - (ö. 26 Ekim 1967), Türk şair, yazar , edebiyat tarihi araştırmacısı, siyasetçi. Selanik Hukuk Mektebi mezunudur. İttihat ve Terakki Mektebi ve Ziraat Mekteb-i Âlisi Öğretmenliği, Çanakkale Sultânîsi Edebiyat ve Felsefe Öğretmenliği, İstanbul Gelenbevi Sultânîsi Öğretmenliği, Dâru’l-Muallimîni Âliye Öğretmenliği, Trabzon Sultânîsi Müdürlüğü, Giresun Maârif Müdürlüğü, Maârif Müfettişliği, Daru’l-Fünûn Edebiyat Şubesi Türk Edebiyat Tarihi Hocalığı, İstanbul Erkek Öğretmen Okulu, Kabataş Lisesi Öğretmenliği, İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Heyeti Başkanlığı, Tarih Encümeni Üyeliği, Maârif Vekâleti Umûmî Müfettişliği, Bağçe, Kadın, Yeni Kalemler, Hayat Mecmuası, Yeni Mecmua, Türkiyat Enstitüsü ve Yakın Tarihimiz Mecmuaları Yazarlığı, Türk Tarih Kurumu Üyeliği, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 17. yy. Türk Edebiyatı Profesörlüğü, Yazarlık, TBMM IV. Dönem (Ara Seçim), V. ve VI. Dönem Ordu, IX. Dönem Bursa Milletvekilliği yapmıştır. Evli ve bir çocuk babasıdır. Türk edebiyatının batılılaşma sürecindeki önemli edebiyat hareketlerine katılarak bu gelişmelerin de tanığı olmuş bir edebiyat adamıdır. Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp ile birlikte Yeni Lisan hareketinin kurulmasına öncülük etmiş; Millî Edebiyat akımının teorisyenleri arasında yer almıştır. Şiirleri ve teorik yazılarıyla dilin sadeleşmesi, Türk şiirinin millileşmesi için çalışmıştır. 1887 yılına İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Evkaf Nezareti Cihat Kalemi mensuplarından Halil Saip Bey, annesi Anapa müftüsü İslâm Efendi’nin kızı Hafize Nuriye Hanım’dır. Dedelerinin çoğu Kanlıcalı ve evkaf memurluklarında çalışmış kimselerdi. İstanbul’da önce Üsküdar Gülfem Mektebi'nde, sonra Toptaşı Askeri Rüştiyesi'nde ve iki yıl da Selamsız’daki Fransız okulunda öğrenim gördü. Babasının Selanik'e sürgün edilmesi üzerine öğrenimine Selanik Mülkiye İdadisi'nde devam etti. Bu okulda Cudi Efendi'den aldığı Türkçe ve edebiyat dersleri edebiyata ilgi duymasını sağladı. Lise döneminde en çok okuduğu şair Muallim Naci idi. 1906’da idadinin son sınıfında iken imtihanla İstanbul Hukuk Mektebi'ne kaydoldu ancak daha sonra kaydını Selanik Hukuk Mektebi'ne aldırdı. 1908 yılında edebiyat dünyasına girdi; Bahçe, Aşiyan, Kadın mecmualarına şiirler ve makaleler yazmaya başladı. İstanbul’da kurulan Fecri Âti Topluluğu’nun daveti üzerine bu topluluğa katıldı ve Selanik muhabirliğini yaptı. 1910 yılından itibaren Hüsün ve Şiir mecmuasında şiirler, mensur şiirler ve başmakaleler neşretmeye başladı. Genç Kalemler dergisi adını alan dergide 1911’de başyazar oldu. Ömer Seyfettin ile birlikte Yeni Lisan adlı dil hareketinin ve Millî Edebiyat akımının kuruluşuna öncülük etti. DÖnemin önemli edebiyatçılarından olan ve yeni lisan hareketine cephe alan Cenap Şahabettin'le ciddi bir tartışmaya girdi. Selanik Hukuk Mektebi'nin son sınıfında okurken öğretmenliğe başladı; İttihâd ve Terakkî Mektebi ve Ziraat Mekteb-i Âlisi'nde dersler verdi. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine eğitimini yarıda bırakarak İstanbul’a döndü. İstanbul'da Türk Yurdu dergisinde yazı hayatını devam ettirdi. Geçimini sağlamak için 1912'de öğretmenliğe başladı. 1912-1914 arasında Çanakkale Sultanisi edebiyat ve felsefe öğretmeni olarak görev yaptı. 1914'te İstanbul'da Gelenbevi Sultanisi'nde ve İstanbul Darülmuallimi'nde öğretmenlik yapmaya başladı. I. Dünya Savaşı'dan sonra İstanbul'un işgali üzerine Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele'ye katıldı. Millî Mücadele yıllarında Trabzon Sultânîsi müdürlüğü, Giresun Maârif Müdürlüğü yaptı. Giresun’da hastalanınca İstanbul'un kurtuluşundan sonra Mustafa Kemal'in “şahsi” emri ile İstanbul Maârif Umum Müfettişliği görevlerinde bulundu. 1924’te Maarif Umum Müfettişiği'nden ayırlarak Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Erkek Muallim Mektebi'nde öğretmenliğe geçti. 1926’da, İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde Yahya Kemal’den boşalan kürsüde vekaleten edebiyat dersleri verdi. Lise edebiyat programlarının düzenlenmesi için çeşitli çalışmalara katıldı. Yazdığı “"Edebiyat"” adlı ders kitabı, uzun yıllar liselerde okutuldu. İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Heyeti Başkanlığı, Tarih Encümeni Üyeliği görevlerinde bulunan Ali Canip Bey, 1927'de tekrar Maârif Vekâleti Umûmî Müfettişliği ile görevlendirildi. Bu yıl içinde ""Epope ve Edebî Nevilerle Mesleklere Dâir Ma'lûmât"" adlı kitabı basıldı. 29 Ağustos 1928’de toplanan ve yeni Türk alfabesinin kabul edildiği “"Dolmabahçe Kurultayı"”’na katıldı. 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. 1934’te cemiyetin merkez heyet üyesi oldu, büyük bir Türk lügatı hazırlama çalışmalarına katıldı. 1934 ara seçiminde IV. dönem Ordu milletvekili olarak TBMM'ye girdi. V. ve VI. dönemlerde de Ordu milletvekili olarak seçildi. 1943 yılında mebusluktan ayrıldı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 18. Asır Türk Edebiyatı profesörü olarak atandı. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’den aday olarak yeniden meclise girdi; IX. dönem Bursa milletvekilliği yaptı. 1954 yılında milletvekilliğinden ayrıldı. Münzevi bir emeklilik hayatı yaşadı. 26 Ekim 1967’de felç geçirerek hayatını kaybetti. Sahray-ı Cedid Mezarlığı’na defnedildi. Edebiyata şiirle başlayan Ali Canip Bey, hece ölçüsüyle ve yalın bir dille yazdığı şiirlerini 1917-1918`de Yeni Mecmua`da yayımladı. Tek şiir kitabı Geçtiğim Yol (1918) adını taşır. Şiirleriyle olduğu kadar Genç Kalemler dergisindeki teorik ve polemik yazıları ile Millî Edebiyat’a hizmet etti. Bir süre sonra şiiri bıraksa da teorik yazılarını ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Bağçe, Kadın, Yeni Kalemler, Hayat, Mecmuası, Yeni Mecmua, Türkiyat Enstitüsü ve Yakın Tarihimiz mecmuaları eserleriniyayımladığı yerlerdendir . Makalelerini Millî Edebiyat Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım (1918) adlı kitapta toplamıştır. Epope (1927, 1963) ile Ömer Seyfettin; Hayatı ve Eserleri (1935), diğer önemli iki kitabıdır. Vezirköprü Vezirköprü, Samsun ilinin bir ilçesi. Vezirköprü, Samsun iline bağlı 2007 yılı verilerine göre nüfusu 25,852 olan bir ilçedir. Köyleri ile birlikte 107,868'e ulaşmaktadır. Vezirköprü’nün Samsun’a uzaklığı 110 km dir. İlçe kabaca 35° 48’ – 35° 01’ doğu boylamları ile 41° 00’ – 41° 19’ kuzey enlemleri arasında bulunmaktadır. İlçe, kuzeyden Alaçam ve Sinop'un Durağan, kuzeydoğuda Bafra, doğuda Havza, güneybatıda Çorum'un Osmancık ve batıda Sinop'un Saraydüzü ilçeleriyle çevrilidir. Vezirköprü’nün diğer şehir merkezlerine ulaşım karayolu ile sağlanmaktadır. Vezirköprü ilçesi, Orta Karadeniz Bölümü'nde, Kuzey Anadolu Dağları'nın ikinci sırasının Aşağı Kızılırmak vadisi çevresine rastlayan "(Kuzey Anadolu Dağları'nın ilk sırasını oluşturan dağların orta kesimlerinde, doğusunda Canik Dağları, batısında Küre ve İsfendiyar Dağları'nın bulunduğu saha)" kıyı ardı kesiminde yer almaktadır. Vezirköprü Türkiye'de en fazla köye sahip ilçe olup, Samsun'un en büyük beşinci ilçesidir. Samsun merkezden sonra Samsun ilindeki beşinci büyük nüfus yerleşimine sahiptir. Merkez nüfusu görece düşük olup, nüfusun çoğu kırsal kesimde toplanmıştır. Vezirköprü'nün tarihi Hititlere (MÖ 2000 - MÖ 700) kadar uzanmaktadır. İlk şehir Hititler tarafından şimdiki ilçe merkezinin 2,5 km kadar uzağına kurulmuştur. Bu Vezirköprü'nün ilk kuruluşudur. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar neticesinde Hititlerin kutsal kenti "Nerik"' in Vezirköprü'de olduğu düşünülmektedir. Oymaağaç mahallesindeki höyükte yapılan kazılarda önemli tarihi eserlerin yanı sıra Karadeniz Bölgesinde ilk defa çivi yazısı ile yazılmış tablet parçaları bulunmuştur. Ayrıca bu tablet parçalarının üzerinde kutsal kent "Nerik" ifadeli mühürlerin işlendiği fark edilmiştir. Bu da bu bölgenin önemini yükseltmektedir. Arkeologlar parçaların bulunduğu yerin "Nerik" kentinin yerleştiği yer olduğunu kuvvetle düşünmekte ve bu amaçla kazıları özenle sürdürmektedirler. Bulunan tüm parçalar Samsun'da müzede sergilenmektedir. MÖ 1200 yıllarında bu yöre Frigya hakimiyeti ve Paflagonya idaresine girmiştir. Daha sonra burası Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Frigyalıların akınları ile yıkılan şehri ikinci kez Bizanslılar kurmuştur. O zamanki adı "Fezimon" yahut "Teakliodiopolis"'dir. İlçede Bizanslılar döneminden kalma sutün ve sutün başlıkları bulun
muştur. O dönemde çevredeki en zengin kent olduğu bu gün görülen büyük bina harabelerinden anlaşılmaktadır. Selçukluların Bizanslılarla yaptığı savaşlarda Vezirköprü tekrar harabeye dönmüştür. Daha sonra Danişmentlilerin eline geçen ilçe Haçlı Seferleri nedeniyle inşa edilememiştir. Ancak Sultan Mesut 1160 yılında kasabaya "Gadegara" adıyla üçüncü kez yeniden kurmuştur. Vezirköprü 1695 yıllarındaki Celali isyanları sırasında sık sık baskına uğramış ve kasaba yağmalanıp yıkılmıştır. Bu nedenle insanlar kalelere sığınma ihtiyacı duymuş Taşkale ve Toprakkale olmak üzere iki kale yapılmıştır. Şimdi bu kale yıkıntıları üzerinde kurulan mahalleler aynı adlarla anılmaktadır. Celali isyanlarından sonra Köprülü Mehmet Paşa ilçedeki yıkılmış yapıları tamir ettirmiş ve ayrıca yeni eserler de yaptırmıştır. İskelet olarak bugünkü durumu o zamandan kalmadır. İdari bakımdan Sivas Beyler Beyliğine bağlı Amasya Mutassarrıflığı içinde olan Vezirköprü; 1925 yılına kadar Amasya'ya bağlı bir ilçe iken 1925 yılında Samsun iline bağlanmıştır. Mehmet Paşa Sadareti zamanında da ilçe "Vezirköprüsü" adını almıştır. İlçenin günümüzdeki adı daha kısaltılmış olarak "Vezirköprü" dür. 1892'deki yönetsel bölümünde Canik Sancağı, Trabzon vilayetine bağlıydı. Bu dönemde Trabzon vilayetini, merkez sancağı, Canik, Lazistan ve Gümüşhane sancakları oluşturuyordu. Canik sancağının toplam 8 kazası sırası ile şunlardı: Merkez, Bafra, Ünye, Fatsa, Terme ve Çarşamba. Ladik, Vezirköprü ve Havza bu dönemde Sivas vilayeti sınırları içerisinde idi. Canik sancağı, 1896 ve 1903' teki yönetsel bölünmelerde de 1892'deki konumunu korudu. Karadeniz Bölgesinde olmasına rağmen Kızılırmak vadisi boyunca Akdeniz iklimi özelliğini göstermektedir. Daha çok kışları soğuk geçip, yaz kuraklığı karakteristiktir. Vezirköprü iklim koşulları bakımından kıyı kuşağının nemli ılıman iklim tipi ile iç kesimlerin karasal iklim tipi arasında, geçiş kuşağının kendine özgü termik ve nemlilik özellikleriyle ayrılmakta; Kışları kıyıya göre daha soğuk (Ocak ayı ortalama sıcaklık. 2,5 C.), yazlarda daha sıcak geçmektedir.(Ağustos ayı aylık sıc.ort. 22,3 C). Daha güneyde ve iç kesimde yer alan Merzifon yöresi iklim koşullarına yakınlak göstermektedir. Çevre yüksek alanlara gidildikçe sıcaklıkların azaldığı, düzenli don olaylarıyla kış mevsiminin etkili olduğu görülmektedir. Uzun yıllık ortalamalara göre yıllık yağış miktarı 500 mm.'nin üzerinde bulunmakta (527 mm.), çevre yüksek kesimlerde yağış artışıyla birlikte kar şeklinde yağışların da etkili olduğu görülmektedir. Yıl içinde yağışların mevsimlere göre dağılışı belirgin bir ilkbahar maksimimu (% 35.5) göstermekte; yaz yağışları % 18.6 oranına erişmekte, artan buharlaşmalar sonucu yaz kuraklığı etkili olmaktadır. Arslan, A., N. İğci, B. Kıvrak, "Geçmisten Günümüze Vezirköprü". Vezirköprü 2008. Bekker-Nielsen, T. '350 years of research on Neoklaudiopolis (Vezirköprü)' "Orbis Terrarum" 11 (2012-13) 3-31. Bekker-Nielsen, T., R. Czichon, C. Høgel, B. Kıvrak, J.M. Madsen, V. Sauer, S.L. Sørensen, K. Winther-Jacobsen, Neoklaudiopolis antik kenti (Vezirköprü, Samsun ili): tarihsel ve arkeolojik rehber. Istanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları 2015. TUSAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) "(TAI - Turkish Aerospace Industries, Inc.)", Türkiye’de hava platformlarının tasarımı, geliştirilmesi, üretimi, tamamlanması, yenilenmesi ve satış sonrası hizmetleri alanlarındaki teknoloji merkezidir. Şirket dünyanın en büyük yolcu uçağı Airbus A380'e ve askeri nakliye uçağı Airbus A400M'ye parça üretmektedir. Ayrıca şirket 2013 yılında ilk uçuşunu gerçekleştiren Airbus A350'ye kanatçık üretmeye başlamıştır. Kökeni 1973 yılında Türk Uçak Sanayii A.Ş.'nin (TUSAŞ) kurulmasına kadar gider. Türk Uçak Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) ve TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) şirketleri 28 Nisan 2005 tarihinde TAI (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.) çatısı altında birleşmiş olup, TUSAŞ (TAI), tasarım üretim altyapısı ile insan kaynakları yönünden oldukça etkili bir güç oluşturacak ve “Havacılık Merkezi” olarak hizmet verecektir. TUSAŞ’ın hissedarları Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) (%54.49), Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) (%45.45) ve Türk Hava Kurumu (THK) (%0.06)'dur. TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI), 15 Mayıs 1984 tarihinde Türk Ticaret Kanunu ve Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu uyarınca kurulmuştur. 12 Ocak 2005 tarihinde TUSAŞ tesislerinde imzalanan "Hisse Satış Anlaşması" ile TAI'deki Lockheed Martin of Turkey (%42) ve General Electric International (%7) şirketlerine ait hisseler Türk Uçak Sanayii A.Ş.(TUSAŞ) tarafından satın alınmıştır. TUSAŞ tesisleri 186.000 metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 5.000.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur. Şirketin Akıncı Hava Üssü’nde bulunan yüksek teknoloji ürünü makine ve teçhizatla donatılmış modern uçak üretim tesisi, parça imalatından uçak montajı, uçuş testleri ve teslimine kadar geniş üretim kabiliyetlerine sahiptir. TUSAŞ kalite sistemi dünyaca kabul görmüş NATO AQAP-110, ISO-9001:2000, AS EN 9100 ile AECMA-EASE standartlarını karşılamaktadır. TUSAŞ'ın mevcut deneyimi F-16 Savaşan Şahinler, CN-235 hafif nakliye/deniz karakol/gözetleme uçakları, SF-260D eğitim uçakları, Cougar AS-532 arama kurtarma (SAR), silahlı arama kurtarma (CSAR) ve genel maksat helikopterlerinin ortak üretiminin yanı sıra, kendi tasarımı olan insansız hava aracı, hedef uçağı ve zirai ilaçlama uçağı gibi ürün geliştirme programlarını kapsamaktadır. TUSAŞ’ın ana faaliyet alanları arasında Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerin envanterinde bulunan sabit ve döner kanatlı askeri ve ticari hava platformlarının modernizasyon, modifikasyon ve sistem entegrasyonu programları ile satış sonrası hizmetleri de bulunmaktadır. Hv.K.K. F-16’larının elektronik harp ve yapısal tadilatları, S-2 Tracker Deniz Karakol Uçakları’nın Yangın Söndürme Uçağı’na dönüştürülmesi, CN-235 uçağı ve Black Hawk Helikopteri’nin Özel Kuvvetler için modifikasyonları, Cougar AS-532 helikopterinin modernizasyonu, S-70 helikopterinin dijital kokpit modifikasyonu, CN-235 platformlarının Dz.K.K. ve S.G.K.’nın Deniz Karakol/Gözetleme görevleri için yapısal ve aviyonik modifikasyonu ile B737-700 uçağının Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağı’na (HİK) dönüştürülmesindeki tüm yapısal tadilatları ile sistem entegrasyon faaliyetleri bulunmaktadır. TUSAŞ, 1984 yılında serüvenine çok az kişiyle başladı, askeri projelerden kazandığı deneyimleri ticari projelere aktararak, bugün 3000'in üstünde kalifiye çalışanı ve 50’ye yakın farklı projesi ile bir "Dünya Şirketi" olma hedefine ulaştı. TUSAŞ ayrıca, Millî Sanayi Kuruluşu olarak Airbus Military’ye ortak olup, Fransa, Almanya, İtalya , İngiltere, İspanya , Belçika ve Güney Afrika havacılık firmalarıyla birlikte A400M uçağının tasarım ve geliştirme faaliyetlerine katılmaktadır. Dünyadaki son teknolojik gelişmeleri yakından izleyerek havacılık alanında öncü kuruluşlar arasında yer almaya kararlı olan TUSAŞ, Türkiye'de 21. yüzyılda yeni ufuklar açmayı hedeflemektedir. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) şirketi, 3 Kasım 2005 senesinde RUAG Aerospace (RA) ile imzalanan bir antlaşma gereğince, Airbus A380 uçağı için tam sipariş adeti kadar, D-Nose Panel Gerdirme Kabuklarını Türkiye´de kendi tesislerinde üretecektir. TUSAŞ tarafından son yıllarda artık Türkiye için dış kaynaklardan bağımsız özgün tasarım hava araçları da yapılmaya başlanmıştır. Bunlardan ilki TUSAŞ ZİU adlı zirai ilaçlama uçağı tamamen TUSAŞ tarafından tasarlanmış ve uçmuştur. Bunu takiben yürülükte pek çok özgün tasarım projesi mevcuttur. 2008 yılı itibarı ile Gözcü (antiterör amaçlı insansız gözlem uçağı), Keklik ve Turna-g (her ikisi de avcı pilotları için hedef uçak) insansız uçakları TUSAŞ tasarımı ve üretimi uçaklar olarak Türk Hava Kuvvetleri envanterinde yer almaktadır. Gözcü'nün yeni bir modeli halen tasarlanmaktadır. İnsansız hava araçları dışında HÜRKUŞ adlı bir eğitim uçağı (jet uçağı ile aynı kontrollere sahip ama jet motoru içermeyen düşük işletme maliyetli bir eğitim uçağı) tasarımı ve geliştirilmesi tamamlanmış seri üretimine başlanmıştır. Taktik amaçlı insansız hava aracı ANKA'nın geliştirilmesi devam etmektedir. T-38 ve C-130 Hercules uçaklarının yenilenmesi gerçekleştirilmektedir. Göktürk-1 keşif ve gözlem uydusunun TÜBİTAK UZAY ile birlikte entegrasyonunun gerçekleştirildiği Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi (USET), TUSAŞ'a bağlı olarak işletilmektedir. Türk Havacılığının en gelişmiş parçalarından biri olan TUSAŞ, aynı zamanda sektörün lokomotifi konumundadır. Türkiye'nin aviyonik entegrasyon merkezi konumundaki TUSAŞ, bu alandaki rekabet gücünü her geçen gün arttırmaktadır. TUSAŞ’ın görüşü; her tür hava ve uzay aracının tasarım, üretim ve desteğini sağlayacak kabiliyete ulaşarak dünya markası olmaktır. TUSAŞ’ın görevi; Türkiye’nin ve yurtdışı müşterilerin askeri ve sivil havacılık ve uzay sistem ihtiyaçlarını karşılayacak tasarım dahil teknoloji ve kabiliyetleri geliştirmek; sürekli iyileştirmelerle küresel rekabet ortamında pazar payını artırmak; ülkesi, müşterileri, ortakları, tedarikçileri ve çalışanları için değer yaratmaktır. Tai Italo Calvino Italo Calvino (15 Ekim 1923 - 19 Eylül 1985), İtalyan romancı. Genç yaşta Küba’dan İtalya’ya göç etti. II. Dünya Savaşı sonrası İtalyan kültürünün en önemli adlarından biri olmuştur. Kurmaca yazarlığının yanı sıra, İtalya Komünist Parti üyeliği ve Einaudi Yayınevi’ndeki görevleriyle de tanınmıştır.Postmodernizm akımına bağlı kalmıştır 1960 yılında yayınlanan "I Nostri Antenati" (Atalarımız) adlı kitabında yer alan fantastik hikâyeleriyle uluslararası bir üne ulaştı. Bilinç akımı yöntemiyle yazdığı ve evrenle insanların yaratılışını konu alan Kozmokomik Öyküler’den Marko Polo-Kubilay Han ilişkisi çerçevesinde arzu, bellek, yaşam, ölüm gibi temaları büyük bir incelik ve şiirsellikle işlediği "Görünmez Kentler"e; yazma ve okuma etkinliğini, okurun anlatı sanatıyla karmaşık ilişkisini ele aldığı "Bir Kış Gecesi Eğer Bir Y
olcu"dan, İtalyan masallarını derlediği ve kendisi açısından bir tür anlatıda ekonomiklik alıştırması olan "Fiabe Italiane"ye (İtalyan Masalları) birçok eseri içeren yazarlık yaşamının son ürünü "Amerika Dersleri"dir. 19 Eylül 1985’te geçirdiği beyin kanaması sonucu İtalya'da Siena’da hayatını kaybetti. John Steinbeck John Steinbeck (27 Şubat 1902 - 20 Aralık 1968), Amerikalı yazar. 27 Şubat 1902'de ABD'nin Kaliforniya eyaletinin Salinas kentinde doğdu. 20 Aralık 1968'de New York'ta yaşamını yitirdi. 1940 Pulitzer Ödülü ve 1962 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi gerçekçi roman-öykü yazarı. Bir ırgat ailesinin çocuğudur. Babası Prusyalı, annesi ise İrlandalı göçmen bir aileye mensuptur. Yaşıtları gibi o da küçük yaşlarda çiftçilik yaptı. 1920-1926 arasında aralıklarla Stanford Üniversitesi'ne devam etti. Öğrenimini sürdürebilmek için duvarcılık, boyacılık, kapıcılık, eczacılık gibi işlerde çalıştı. Okulu bitiremedi. Öğrencilik yıllarında başladığı yazmayı sürdürdü. Irgatlık ve işçilik yaparken edindiği deneyimler, eserlerinde işçilerin yaşamlarını gerçekçi bir dile anlatmasına büyük katkı sağladı. İlk romanlarından başlayarak hep işçileri, yaşam koşullarını, ilişkilerini anlattı. İlk kitabı " Altın Kupa " (1929). 1936'da yayınlanan "Bitmeyen Kavga"da tarım işçilerinin grevi ve bu greve önderlik eden iki Marksisti anlattı. Amerikan çalışma sistemine keskin eleştiriler yöneltti. Üçüncü kitabı "Fareler ve İnsanlar" 1937'de yayınlandı. Bu kez iki göçmen işçi arasındaki garip ve karmaşık ilişkinin öyküsünü anlatıyordu. Kendisine "Pulitzer Ödülü" getiren ünlü romanı "Gazap Üzümleri" 1940'ta sinemaya aktarıldı. II. Dünya Savaşı yıllarında daha çok ideolojik eserler verdi. İzleyen yıllarda politikadan uzak, eğlendirici yanı ağır basan duygusal öğelerin de yer aldığı eserler ve senaryolar yazdı. 1962'de edebiyata katkılarından dolayı Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. Hermann Hesse Hermann Karl Hesse (takma adı: Emil Sinclair); 2 Temmuz 1877, Calw; 9 Ağustos 1962, Montagnola, İsviçre. Almanya'da doğmuş İsviçreli yazar ve ressam. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biridir. İlk şiirini yirmi beş yaşında yazmıştır. 1904'te serbest yazarlığa başlamış olup romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşmıştır. Kendini kanıtlama, kendi olma, yazarın kendini yansıtması, bireyin kendini aşması gibi temaları içeren Bozkırkurdu, Siddharta, Peter Camenzind, Demian, Narziss ve Goldmund, Çarklar Arasında ve Boncuk Oyunu romanları yazarın en tanınan edebi eserleridir. 1946'da Nobel Edebiyat Ödülü olmak üzere 1954’te de bilim ve sanat alanında Pour le Mérite Ödülü’nü almıştır. 2 Temmuz 1877’de Almanya’nın Württemberg eyaletine bağlı Calw şehrinde doğmuştur. Hıristiyan bir misyoner aileden gelmekle beraber tutucu ve entelektüel bir aile ortamı içinde büyümüştür. Annesi ve babası annesi Maria Gundert’in (1842–1902) doğduğu Hindistan’daki Basel Misyonu’nda görevliydi. Bir Baltık doktorun oğlu olan babası Johannes Hesse (1840 – 1916) Estonya’daki Weißenstein şehrinden gelmiştir. Babası Rus İmparatorluğu’nun bir Baltık Alman vatandaşı olduğu için (Estonya o zamanlar Rusya’ya bağlıydı.) Hermann Hesse de köken olarak Rus uyrukludur. Johannes Hesse, 1873’den beri Calw şehrindeki “Calw Yayınevi” cemiyetinin bir üyesiydi. Yayınevinin başkanı Hesse’nin kayınpederi Hermann Gundert’ten (1814–1892) sonra Hesse 1893 yılından 1905 yılına kadar yayınevi başkanlığı ve müdürlüğü yapmıştır. Hesse’nin beş kardeşinden ikisi çok erken yaşta ölmüştür. Hesse, çok yaratıcı bir çocuk olduğu gibi güçlü bir ifade mizacına da sahipti. Yeteneği daha erken yaşlarda fark edilmiştir. Şiire ilişkin herhangi bir fikir eksikliği olmayıp harika resimler yapardı. Annesini ve babasını yetersiz görüp annesine 2 Ağustos 1881’de, babası Johannes Hesse’ye bir mektup yazmıştır. Hermann Hesse’nin yaşamının ilk yıllarını sürdürdüğü dünyasında, bir taraftan Suabiya’daki (Suabiya Almanya'nın güneydoğusunda bulunur, dili Suabiya dilidir.) aşırı dindarlık ruhundan etkilenmiştir. Diğer bir yandan da, çocukluğu ve gençliği babasının Baltık kültürünün etkisiyle geliştirilmiş, Hermann Hesse’nin “önemli ve etkili bir gerçektir” diye nitelendirdiği gibi. Böylelikle babası Swabia ya da İsviçre’deki gibi, “her zaman çok kibar, garip ve yalnız, az konuksever olarak anlaşıldığı”, aslına ve toplum kurallarına uymayan bir yabancıydı. Bunun yanı sıra, annesinin ailesi de misyonerlerin büyük ölçüde uluslararası topluma ait olduğu gibi ve büyükannesi Julie Gundert’in de bu asil kökene dayandığı gerçeğiydi. Dubois (1809 – 1885) yaşamı boyunca Fransızca-İsveççe konuşan Svabyalı orta sınıf tabakasında bir yabancı olarak kalmıştır. Çocukluk dönemindeki deneyimleri ve olayları ve Calw’deki gençliği, nehirde geçen maceraları, köprü, küçük kilise, birbirine yakın olan evler, ayrıca takdire değer insanları ve köşeleri gizliyordu, ancak Hesse önceki Gerbersau hikâyesinde farklılıkları ve özellikleri de tasvir etti ve hayata uyarladı. Hesse gençlik zamanında, eski dönemdeki Gerber’in locasından oldukça etkilenmiştir. Hesse’nin Calw şehrinde en sevdiği yer Nikolaus köprüsüydü ve sık sık oraya gider ve orda otururdu. Hermann Hesse’nin birçok dile hâkim olan büyükbabası Hermann Gundert’in mükemmel ve dünya edebiyatını barındıran kütüphanesi onun hizmetindeydi. ”Benim hayatımda koruma ve Nasyonalizme karşı bir tutumu oluşturan nedenler bu dünya vatandaşlığının birimleridir.’’ 1881’de aile beş yıllığına Basel’e taşınmıştır. Burada Hesse’nin okuduğu keşiş okulu vardı. Baba Johannes, 1882’de vatandaşlık hakkını elde etmesiyle bütün aile İsviçre vatandaşlığına geçebilmiştir. Aile Temmuz 1886’da yine Calw’e geri dönmüştür. Hesse burada Calw Latin Okulu’nda 2. sınıfa başlamıştır. Bu okuldaki başarısından sonra Hesse 1891 yıllında evangelik ve teolojik seminere Maulbronn’da katılmıştır. Öğrenci olarak İsviçre vatandaşlık hakkından vazgeçmek durumunda kalmıştır ve 1890 Kasımında babası onun Würrtemberg vatandaşlığı hakkını elde etmesi için başvurmuştur. 1892 Mart ayında isyankâr karakteri ortaya çıkmış ve bu seminerden kaçmış, ama 1 gün sonra yakalanmıştır. Çeşitli kurumlar ve okullar arasındaki macera yolculuğunun başlamasıyla, anne ve babasıyla şiddetli tartışmalar içerisine girmiştir. Hermann Hesse kötü bir dönem geçirmiş ve 20 Mart 1892 tarihli mektubunda da intihar düşüncesini dile getirmiştir. İntihar girişiminde bulunduktan sonra, Christoph Friedrich Blumhardt kontrolünde bulundurmak üzere Mayıs 1892’ta Bad Boll isimli enstitüye yatırılmıştır. Carl Jung’un öğrencisi Lang’ın tedavi ettiği Hesse’nin ruhbilime ve Jung’a duyduğu ilgi bu durum sonrasında körüklenerek iç dünyasının zenginleşmesine neden olmuştur. Hesse on beş yaşında bir gençken, davranışları sebebiyle anne ve babası tarafından Stuttgart yakınlarındaki Remstal Stetten’de sinir hastalıkları hastanesine getirilmiş, burada bahçede çalışmış ve zihinsel engelli çocukların eğitimi konusunda yardımcı olmuştur. Burada buluğ çağına girmesiyle beraber, ailesinin kendisini pek anlamadığı duygusu ve yalnızlığıyla, 14 Eylül 1892 tarihinde babasına bilindik ve suçlayıcı bir mektup yazmıştır, ona yazmış olduğu mektupta öncekinin aksine artık kendisinin, oldukça açık yüreklikle kendini ifade ettiği ve bundan böyle daha mesafeli duracağı söz konusuydu. Dipnot olarak da şunu eklemiştir: “Bu olayda artık kimin aklının eksik olduğu konusunda endişelenmeye başladım”. Anne babasını ve dünyayı geride bırakıp gitmek için Tanrıya yalvarıyordu ve ailesinin tutucu dini gelenekleri arkasında sadece ikiyüzlülüğü görmüştür. 1892 yılının sonunda eğitimine devam etmek üzere Cannstatt’taki liseye başvurmuştur. 1893 yılında girmiş olduğu sınavı geçmesine rağmen, okula devam etmemiştir. Eğitim sistemindeki kısıtlamalar ve misyoner babasının dinsel baskıları Hesse’yi çok rahatsız ediyordu. Bu yüzden kendi yolunu bulmak için uzun süre mücadele etmek zorunda kalan Hesse, bir kitapçıda çalışmaya başladı. Neckar Esslingen şehrinde üç gün süren kısa kitapçılık işinden sonra, Hesse 1894 yılının yaz başlarında Calw şehrindeki saat kulesi fabrikasında 14 ay kadar makinist çıraklığına başlamıştır. Lehim yapan Hermann Hesse, işin mekanik yapısından bunalmış ruhunda çıkış noktaları aradığı bir dönemde edebiyata ve entelektüel bir tartışmaya yönelmiştir.1895 yılının ekim ayında Tübingen’de yeni bir kitapçıda ciddi olarak çalışmaya başlamıştır. Daha sonra gençlik döneminde yaşadığı deneyimlerini “Çarklar Arasında” isimli romanında işlemiştir. Tübingen’deki Heckenhauer isimli kitapçı, Hesse’nin 1895 ve 1899 yılları arasında çalıştığı yerdi. Hesse burada çırak olarak üç yıl çalışmıştır, sonra bir yıl da asistan olarak kalmıştır. Hesse, 17 Ekim 1895 tarihinden itibaren Tübingen’de Heckenhauer isimli kitapçıda çalışmıştır. Burada filoloji, teoloji ve hukuk üzerine uzmanlaşmaya başlamıştır. Hesse, kitapların arşivlenmesi, sıralanması, paketlenmesi ve incelenmesiyle ilgilenirdi. On iki saatlik günlük çalışma temposu onu yıldırmadığı gibi, aksine daha çok bilgi edinmesini sağlıyordu. Boş olan pazar günlerini arkadaşlarından çok kitaplarla geçirmeyi tercih ederdi. Hesse teolojik yazıların dışında, Goethe, Lessing, Schiller gibi yazarlarla özellikle ilgilenir ve Yunan mitolojisi üzerinde çalışırdı. 1896 yılında Madonna isimli şiiri, Alman şairlerin daha sonraki baskılarında (şiir ve eleştiri gazetesi) fazlasıyla takip edeceği,Viyana’da yayımlanan bir dergide yayımlanmıştır. 1898 yılının Ekim ayında çıraklık dönemi bittikten sonra, Hesse kendi ayakları üzerinde durmak adına ve ailesinden herhangi bir maddi yardım almamak için Heckenhauer isimli kitapçıda asistan olarak kalmıştır. O sıralar Alman romantikleri Clemens Brentano, Joseph Freiherr von Eichendorff, Friedrich Holderlin, Ludwig Tieck ve Novalis’ten ilham almıştır. Ailesine yazdığı mektuplarda “Estetiğin sanatçıların ahlakını değiştirdiğine inandığını” dile getirmiştir. Hesse, 1898 yılının sonbaharında şiirlerini bir araya getird
iği Romantik Şarkılar (Romantische Lieder) isimli eserini yayınlamıştır, 1899 yılının yazında da "“Eine Stunde hinter Mitternacht “ (Gece yarısının bir saat ardında)" adlı düzyazılardan oluşan eserini çıkarmıştır. Eserlerin her ikisi de ilgi görmemiştir. “"Romantischen Lieder"” adlı eser, 600 adet basılmış, iki yıl içinde 600 kitaptan yalnızca 54 tanesi satılmış, Eine Stunde hinter Mitternacht adlı eser de, bir baskıda 600 adet basılmış ve çok yavaş bir şekilde satılmıştır. Ancak Leipzig’li yayıncı Eugen Diederichs eserin edebi kalitesinden emin olarak eserin yayımlanmasını başından beri ticari bir kazanç sağlanmaktansa, genç yazarın desteklenmesini istemiştir. Hesse, 1899 yılının Sonbaharından itibaren Basel’de antik kitaplar satan Reich’schen adlı bir kitabevinde çalışmıştır. Ailesinin Baslerin önde gelen bilgin aileleriyle olan yakın ilişkisi sonucunda, hayali sanata karşı büyük bir ihtirasın kapıları kendisine açılmıştır. Aynı zamanda Basel, yalnız olan Hesse’ne kendi köşesine çekilme olanağı veren gezilerde ve yolculuklarda iyi bir yaşam sunmuştur, böylelikle burada zihinsel yaşadıklarını yazıya dökme fırsatı bulmuştur. 1900 yılında, Hesse gözlerindeki rahatsızlık yüzünden askerlik görevinden muaf tutulmuştur. Gözlerindeki rahatsızlık hayatı boyunca devam etmiştir ve bunun yanı sıra bitmek bilmeyen ve yakasını bırakmayan baş ağrıları o dönem başlamıştır. Aynı yıl, başlangıçta bir takma ad altında, Hermann Lauscher adlı kitabı yayınlanmıştır. Hesse, 1901 yılının Ocak ayının sonunda R.Reich adlı kitabevindeki işinden ayrıldıktan sonra, görmeyi çok istediği İtalya’ya seyahat etmiştir, Mart ayından Mayıs ayına kadar İtalya’nın Milano, Cenova, Floransa, Bologna, Ravenna, Padova ve Venedik şehirlerinde kalmıştır. Aynı yılın Ağustos ayında Basel’de Wattenwyl adlı kitabevinde yeni bir işe başlamıştır. Gittikçe ona daha fazla şanslar doğmuştur, dergilerde hikâyeleri ve küçük edebi metinleri yayımlanmıştır. Tabii ki bu yayınlarının sonucunda gelen ödüller de onun gelirine katkıda bulunmuştur. Richard von Schaukal 1902’de Hesse’yi “Lauscher” eserinin yazarı yapmıştır. 1903’de Hesse ikinci İtalya gezisini, aynı zamanda Mia diye anılan karısı Maria Bernoulli ile yapmıştır. Çok geçmeden yayıncı Samuel Fischer, Hesse’yi fark etmiştir, 1903 yılında ilk baskı olarak cıkmış olan Peter Camenzind adlı eserini okuması üzerine Hesse’nin yazarlık kariyeri için bir dönüm noktası olmuştur ve 1904’te Fischer’de düzenli olarak yayımlanmış olması büyük bir atılım anlamına gelmekteydi. Artık sadece kitap yazmaya odaklanabilecek özgür bir yazar olmayı başarmıştır. 1904 yılında Hesse’nin edebi şöhreti kendinden 9 yaş büyük Basler’li fotoğrafçı Maria Bernoulli ile evlenmesine ve Konstanz gölünde olan Gaienhofen’e yerleşmesine imkân sağlamıştır. Karısı Bernoulli’nin tanınmış ailelerinden gelmekteydi. Bu evliliğinden Bruno, Hans Heinrich ve Martin olmak üzere üç oğlu doğmuştur. Hesse Gaienhofen’de, 1906 yılında yayımlanan, “Çarklar Arasında” adlı ikinci romanını yazmıştır, okul ve eğitim dönemindeki deneyimlerini bu eserinde edebi olarak işlemiştir. Sivil hayatına geri döndüğünde şiirler ve hikâyeler oluşturmuştur. 1910 yılında sonraki romanı “Gertrud”, Hesse’yi bir başarı krizine sürüklemiştir. Bu eserle işi zordu, kitap beklenen ilgiyi görmemiştir ve yazıyla başının dertte olduğunu açıklamış bunu başarısızlık olarak nitelendirmiştir. Hesse, Budizm’le ilgilenmekteydi. O dönem Arthur Schopenhauer’la birlikte yapıtları en çok ilgi çeken yazarlardan biriydi ve Teosofiyi keşfetmiştir. Hindistan’a olan ilgisi Schopenhauer’un eserleriyle daha da canlanmıştır. Evliliğinde de uyumsuzluklar artmıştır, bundan uzak durabilmek için Hesse, Hans Sturzenegger ile 1911 yılında Sri Lanka ve Endonezya’ya büyük bir tatil gerçekleştirmiştir. Umduğu ruhi dini burada bulamamıştır. Yine de bu tatil onun edebi eserini etkilemiştir. 1913 yılında “"Aus Indien"” eseriyle aşağı çekmiştir kendini. Hesse’nin Asya’dan geri dönüşünde aile 1912 yılında Bern’e taşınmıştır.1914 yılında “"Rosshalde"” romanında da anlattığı gibi bu değişiklik de evlilik sorunlarını çözmemiştir. 1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında Hesse savaşmak için Almanya Büyükelçiliği’ne gönüllü olarak başvurmuştur. Çünkü savaş esnasında insanlar ölürken onun şöminenin başında oturmaya gönlü razı olmamıştır. Hesse sağlık sorunları nedeniyle bu işe elverişsiz bulunmuştur ancak Bern’deki Alman savaş tutsaklarının bakımı için Alman Büyükelçiliği’ne atanmıştır. Bu bağlamda Hesse Alman savaş tutsakları için kitaplar toplamak ve göndermekle ilgilenmekteydi. Bu zamanlarda “Alman Enternasyon” gazetesinin ( 1916/17) ortak yayımcısı ve Alman savaş tutsakları için yayımlanan “Sonntagsboten”un ( 1916 – 1919) yayımcısıydı ve aynı zamanda da Alman tutsaklarına hizmet veren kütüphaneden sorumluydu. Hesse’nin peşini talihsizlikler bırakmazken ve kendisi daha derin bir yaşam krizine girerken, Alman kamuoyu ile olan bu çatışmalar henüz yatışmamıştı: Babasının 8 Mart 1916 yılındaki ölümü, 13 yaşındaki oğlu Marti’nin ağır hastalığa (Menenjit) yakalanması ve karısının gittikçe artan şizofreni hastalığı. Hesse savaş tutsaklarının bakımı için üstlendiği görevini bırakmak zorunda kalmış ve psikolojik tedaviye yönelmişti. Siyasi ve duygusal olarak kaynaşmış, onun eski ve yol arkadaşı olan, askerliği reddeden ve kurşuna dizilmekten son anda kurtulan usta Gusto Graser ile buluşmuştu. O ve onun arkadaşı olan Bayan Elizabeth onu, aradığı güce kavuşturmuştu. Hesse hayatında büyük bir değişim yaşamıştı. Artık bu savaş gönüllüsünden bir savaş karşıtı ve reddedenin sözcüsü olmuştu. Graser’in topluluğunda kendini kabul ettirmiştir. Bu toplum “Çizilmişler” ve Monte Verita’dan çıkanlardı. Gusto Graser bu yoğun çalışmayı kehanet figürü ile analizinde ve şiirinde anlatmıştır: Eylül ayında / Ekim 1917’de, Hesse üç haftalık bir çabayla arkadaşına anıt niteliğinde bir roman olan “Demian”ı yazmıştır. Kitap savaş sonrasında 1919 yılında Emil Sinclair takma adı altında yayımlanmıştır. Hesse’nin 40 yıldan fazla zaman geçirdiği, artık ana yurdu gibi olan, romanlarının ve öykülerinin çoğunu yazdığı yer Montagnola köyü, Lugano Gölünden yukarıya doğru tırmanan Monte San Salvatore’nin devamındaki Lago di Muzzano gölünün ilerisinde düz, yeşil tepeleriyle uzanan Collina d’Oro’nun arasında görünmektedir. Hesse’nin Montagnola’da Lugano şehrinin geniş manzarasına sahip, gölü ve karşısındaki Monte Bre’yi panoramik bir şekilde görebilen bir evi vardı Hesse 1919 yılında sivil hayata döndüğü zaman evliliği zedelenmiştir. Eşi Mia (Maria) ağır bir psikolojik hastalık geçiriyordu, fakat iyileşse bile artık onunla bir ilişki kurmak istemiyordu. Bern’deki ev satılmış ve 3 küçük erkek çocuğunu başka arkadaşlarının yanına vermişti. En büyük oğlu Bruno’yu ise ressam arkadaşı Cuno Amiet’in yanına yerleştirmişti. Ailesini bırakmasının vermiş olduğu deneyim ve ağır yük, Hesse’yi 1919 yılında yayımlanan “Klein und Wagner” adlı, Klein adındaki orta sınıf insanını konu aldığı eseri yazmaya yönlendirmiştir. Hesse, bu eserinde delirmekten korkan, Wagner adındaki bir öğretmenin tüm ailesini öldürdüğü, İtalya’ya kaçan bir adamı anlatmıştır. Aynı zamanda Klein’nın kendi rüyasında kendi geleceğinin yönetimini ele alabilmek için direksiyondan ittiği Gusto Graser’den ayrıldığını da yansıtmıştır. Hesse 1919 yılının Nisan ayı ortalarında tek başına Ticino’ya taşınmıştır. İlk olarak Locarno yakınlarındaki Minusio’da küçük bir çiftlik evine yerleşmiş ve daha sonra 25 Nisanda müzisyen arkadaşı Volkmar Andrea’nın kendisine aracılık ettiği, basit bir yerleşim yeri olan Muzzano Gölünün yukarısındaki Sorengo’ya taşınmıştır. Sonradan 11 Mayıs 1919 tarihinde Montagnola’da köyün yüksek bir alanının güneybatısında ve Lugano’dan çok uzak olmayan, dört küçük odalı bir kaleye benzer “Casa Camuzzi”den bir ev kiralamıştır. Bu 18. yüzyılda mimar Palazzo’nun eseriydi. Hesse, bu eğimi düşük yerden (“Klingor’s Balkon”) ve yemyeşil orman arazisinden Lugano Gölü üzerindeki ters tepelere ve İtalyan dağları tarafına bakmaktaydı. Yeni yaşam durumu ve binanın konumu, ona sadece yeni edebiyat etkinliğinde değil, ayrıca diğer yazı çalışmalarında da ilham kaynağı olmuştur. Bu da zaten 1920 yılındaki “Klingsors letzter Sommer” eserinde kendini iyice hissettirmiştir. 1922 yılında Hesse’nin “Siddharta” adlı Hint romanı piyasaya çıkmıştır. Bu romanında Hint kültürüne olan ilgisini ve ailesinden öğrenmiş olduğu Budist felsefesini konu almıştır. Eski sevgilisi Ruth Wenger (1897 – 1994, ikinci eşi), Hint şiirinde Siddharta’ya aşkı yaşatan Kamela adlı roman karakterini yazması için kendisine ilham kaynağı olmuştur. Hesse, 1923 yılında, 1890 yılında Göppingen’deki öğrenciliğinden vazgeçmesinden sonra, ikinci kez İsviçre vatandaşlığını almış ve Alman vatandaşlığından çıkmıştır. İlk eşi Maria’dan ayrılan Hesse 1924’de İsviçreli yazar Lisa Wenger’in kızı ve Meret Oppenheim’ın halası Ruth Wenger ile evlenmiştir. Hesse’nin bu ikinci evliliği erotik cazibe ve kültürel benzerliklere rağmen birbirinden apayrı kişileri barındırmaktaydı. Yaşam ihtiyaçları ve hedefleri başarısızlığa mahkûm olmuş ve daha sonra eşinin talebi üzerine 3 yıl sonra, yani 1927’de boşanmışlardır. Bir sonraki büyük eseri 1925 yılında yayımlanan “Kurgast” ve 1927 yılında yayımlanan “Die Nürnberger Reise” (Nürnberg Seyahati) adlı eseri ironi fikirler ima eden otobiyografik öykülerdi. Bu eserlerde, 1927 yılında yayımlanan "Bozkırkurdu" (Der Steppenwolf) adlı en başarılı Hesse romanının geleceğini haber vermekteydi. Bu roman, ona, yaklaşan dünya savaşından önce endişe dolu bir uyarı gibi gelmiştir ve önceki Alman halkına ders verir ya da onlarla dalga geçer nitelikteydi. 50. doğum gününü kutladığı yıl, arkadaşı Hugo Ball tarafından yazılan ilk Hesse biyografisi de yayımlanmıştır. Hesse’nin başarı romanından kısa bir süre sonra üçüncü karısı olan Ninon Dolbin (1895 – 1966) ile yaşamını devam ettirmiştir. Bu üçüncü karısının memleketi Czernowitz Bukownina idi. Daha on dört yaşındayken onunla mektuplaşmaya başlamıştır. Bu ilişkinin eseri de 1930
’da “Narziss und Goldmund” olmuştur. Hermann Hesse üç eşine de birer peri masalı ayırmıştır: İlk eşi Mia’ya Iris masalı (1916), Ressam dönüşümler (1922) Ruth Wenger’e, ve Ninon Dolbin için evliliği sırasında, Mart 1933’te, hazırladığı ve otobiyografi malzemelerle bezenmiş olan son masalı “Kuş” olmuştur, kendisi de kişisel notlarında ve Ninon ile mektuplaşırken sıklıkla “Kuş” kelimesini kullanmaktaydı. Hesse, Casa Camuzzi’de kiraladığı evinden 1931 yılında ayrılarak aynı yıl üçüncü evliliğini yaptığı yeni hayat arkadaşıyla büyük bir eve, dış cephesindeki kırmızı boya nedeniyle Casa Rossa olarak da anılan Casa Hesse’ye taşınmıştı. Arsa ve bina Montagnolo'nun üst kısmında ve kuzey kıyısında ayrıca Casa Camuzzi'ye manzarası olan bir konumda olup yürüyerek sadece on dakika uzaklıktadır. Bina, Hesse’nin isteği üzerine arkadaşı Hans C. Bodmer tarafından inşa edilmiştir ve o hayattayken, hatta ölümünden sonra Ninon'un hayatta olduğu süre boyunca kullanıma açık kalmıştır. 1931 yılında “Boncuk Oyunu” adını taşıyacak son büyük eserinin taslağını yapmaya başladı. 1932'de Gräser'den esinlendiği "Çocuk Haçlılar" eserinde “Yeni Oluşumcuları” model aldığı “Doğuya Yolculuk” anlatısına dair ilk taslağını yayımladı. Doğuya Yolculuk’ta olduğu gibi Boncuk Oyunu’nda da Herrmann Hesse’nin terk ettiği ve ona pişman bir halde “yanaşma” olarak geri dönmek istediği asıl ana tema –Leo ya da müzik ustası, yağmur yağdıran, Yogin ya da günah çıkartan papaz olarak adlandırılan- bir arkadaşın ve bir ustanın müritliğidir. Hesse’nin o dönemki siyasi tutumu medeniyeti eleştiren kültür iyimserliğine dayanmaktaydı. "“…Arkadaşlarım ve düşmanlarım biliyorlar ve çoktandır paylıyorlar: çoğu şeyden haz almıyorum ve bugün insanlığın gururu olan çoğu şeye inanmıyorum: tekniğe inanmıyorum, ilerleme fikrine inanmıyorum, hatta demokrasiye de, ne çağımızın görkemine ve baskın çıkmamasına inanıyorum ne de “doğa” diye anılanın önünde sonsuz saygı duyarken yüksek maaşlı herhangi bir önderlerine inanıyorum.”" Hesse, Nasyonal Sosyalistlerin Almanya’da iktidarı ele geçirmelerini büyük bir endişeyle izledi. Bertold Brecht ve Thomas Mann’ın 1933 yılındaki sürgünleri her defasında olduğu gibi Herrmann Hesse’nin yanında son buldu. Hesse, Almanya’daki gelişmeyi kendi biçimiyle karşı çıkarak yönlendirmeye çalıştı: on yıllardır Alman basınında kitap eleştirileri yayımladı- o dönemde ise artık Yahudi ve Nasyonal Sosyalistler tarafından takibe alınan diğer yazarları etkili bir şekilde dile getirdi. Otuzlu yılların yarısından itibaren hiçbir Alman gazetesi Hesse’nin makalelerini yayımlamaya cesaret edemedi. Suhrkamp Verlag KG Berlin yayınevi 1943'te Knulp’un sonraki baskısını yapabildi. Hesse’nin siyasi tartışmalardan ve İkinci Dünya Savaşının korku bildirimlerinden zihinsel olarak kaçışı 1943 yılında İsviçre’de basılan “Boncuk Oyunu” romanın malzemesi oldu. 1946’da ona edebiyat dalında Nobel ödülü verilmesi bu geç yazılmış eserinden dolayı değildi: “Daha cesur ve etkili bir biçimde gelişen ve klasik hümanizmin ideallerini biçimin yüksek bir sanatı gibi aynı şekilde ortaya serip derine dalarak oluşturulan eseri için”. (Stockholm’deki İsviçre Akademisinin gerekçesi) İkinci Dünya Savaşından sonra Hesse’nin üretkenliği yeniden başladı: Anlatılar ve şiirler yazmış, ama roman yazmamıştır. Uğraşısının ağırlıklı noktası gittikçe daha kapsamlı olan yazışmalarının üzerinde toplandı. Aralıksız gelen mektuplardan günlük yararlanması, Montagnola’daki “bilge yaşlıdan” finansal destek, yaşama yardımı ve yönlendirme uman Alman okuyucuların yeni bir neslinde yeniden canlanan ününü yaşaması için bir fırsattı. Oğulları Bruno ve Heiner Hesse'nin ve Offenbach'taki Hesse Basım Arşivlerinin araştırmasına göre Hesse 35.000 civarında mektup aldı. Kendi isteği doğrultusunda sekretersiz çalıştığı için mektupların büyük bir kısmını kendisi bizzat cevapladı: Cevap verdiği mektuplardan 17 000 tanesine ulaşıldı. Belirgin biçimde bireyci olarak bu yaptığını ahlaki yükümlülük olarak gördü. Bunun yanı sıra aynı taleplere, konu oluşturmalara, kendi bulunduğu duruma, günün akışında herkesin ilgisini çeken olay ve gözlemlere dair Genelge olarak gönderdiği daha uzun izlenimlerinin bir çalışmasını bitirdi. Uzun zamandır kan kanseri olduğunu bilmeyen Hermann Hesse 9 Ağustos 1962’de beyin sektesinin sebep olduğu uykusundayken öldü ve iki gün sonra arkadaşı Hugo Ball’ın yatmakta olduğu Montagnola yakınlarında yer alan Gentilino’da Sant’Abbondio mezarlığında ailesi ve arkadaşları eşliğinde toprağa verildi. Ball, Hesse’nin yazar ve edebiyat sanatçısı olarak edebi özendirmelerinde ve doğruluğunda en iç ruhsal duygu alanına kadar anlaştığını hissettiği nadir yol arkadaşlarından birisiydi. Hesse'nin ilk eserleri 19 yüzyıl geleneği doğrultusundadır: Şiiri Romantizm akımının etkisi altındadır aynı şekilde “Der Grüne Heinrich“in yazarı Gottfried Keller’in sonrasında gelişim romanı olarak bilinen türde yazdığı “Peter Camenzind“ kitabının dili ve üslubu da Romantizm akımının yansımalarını gösterir. Hesse, içerik olarak Yaşam Reformları’nın ve Gençlik Hareketleri’nin bir yönelimini benimsediği, büyüyen sanayileşme ve şehirleşmeye karşı hareketlerin içinde bulunmuştur. Özellikle Gusto Gräser’ın yaşadığı civardaki Monte Verita onun için sembol olmuştur. Biçimdeki ve içerikteki yeni romantikçi bu tutumdan Hesse daha sonraları vazgeçmiştir. Şehir ve kırsalın karşılaştırılması ve kadın erkek zıtlığında kendini gösteren “Peter Camenzind”in tezatlı yapısı buna karşılık Hesse’nin sonraki önemli eserlerinde de (örneğin “Demian” ve “Bozkırkurdu” eserlerinde) hala görünmektedir. Psikolog Carl Gustav Jung’un prototip öğretisiyle tanışıklığı, hatta Jung’un psikoloji çalışmalarına olan bu ilginin Hesse’nin eserleri üzerinde somut etkisi olduğu, ilk olarak “Demian” romanında kendini gösterir. Kendi kendini keşfetme ve ruhsal evrende gizemli olanın ardında öz kimliği yaratma çabaları ile Jung Psikolojisine doğrudan bağlantılar, Hesse’nin arkadaşı Gusto Gräser’in de işaret ettiği bir durumdur. Genç bir insana kendine giden yolu açan eski arkadaşı ya da ustası, kitabın merkezi konusu halindedir. Bu sebepten dolayı sayısız “Hesse nesli” kendilerine en sevdikleri yazarı seçtiler ve hala da seçmektedir. Gelişim romanı geleneği “Demian”da hala görülebilmektedir. Fakat bu eserinde (hatta “Bozkırkurdu’nda” da) tutum gerçek düzeyde değil de, bir iç “ruhlar kırsalında” gerçekleşmektedir. Hesse’nin eserlerindeki başlıca diğer bir yaklaşım her şeyden önce (ama sadece) “Siddharta” romanında bulunan spiritüalizmdir. Hint bilgelik öğretileri, Gusto Gräser’in ona tanıttığı Taoizm ve Hıristiyan mistiği onun arka alanını oluşturmuştur. Birey üzerine bilgeliğe giden yolu açan ana eğilim paralelleri daha çok Theravada Budizm’inde bulunsa da Asya öğretisine hitap etmeyen tipik batı yaklaşımıdır. Bazı eleştirmenler, Hesse’ye, kendi kişisel dünya görüşünü ve ruhsal durumunu aktarmada edebiyatı kullandığına yönelik bir karşı argüman öne sürmüşlerdir. Bu eleştiri ters çevirtilip eleştirmenlerin, onun edebiyatına değil, dünya görüşüne karşı çıktıkları söylenebilmektedir. Hesse’nin tüm eserleri güçlü bir otobiyografik bileşimi barındırır. Bu bileşim özellikle “Demian”da, “Doğuya Yolculuk”ta, hatta “Klein und Wagner” eserinde ve ”yaşam krizi romanı” için doğru bir örnek olan “Bozkırkurdu”nda açıkça bellidir. Sonraki eserinde bu bileşimler daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Hesse birbirine bağlantılı romanlar olan “Doğuya Yolculuk” ve “Boncuk Oyunu”nda ana konusunu çok değişik varyasyonlarda kuvvetlendirmiştir: Bir genç ve onun eski arkadaşı ya da ustası. Ortaya çıkış tarihinin arka alanından, 20. yüzyılın en berbat yıllarında önce Hesse “Boncuk Oyunu”nda insanlığın ve ruhun ütopyasını işaret etmiştir, bunun yanı sıra Hesse tekrar bir klasik gelişim romanı yazmıştır. Her iki unsur diyalektik bir etkileşimde teraziye tutunmaktadır. Hesse hayatı boyunca o zamanda bilgi aktarma, teşvik ve yapıcı eleştiri alanlarında onunkiler gibisini aratan kalite ölçütleriyle 60 farklı gazete ve dergi için yazdığı yaklaşık 3000 kitap eleştirisi hazırlamıştır. Thomas Mann gibi, Hesse de Goethe’nin çalışmalarıyla yoğun bir şekilde uğraşmıştır. Hesse’nin kitaplarının eleştirileri o zamana dek tanınmayan yazarların kitaplarından Asya kültür çevrelerindeki felsefi çalışmalara kadar uzanmıştır. Bu çalışmalar bugün dahi varlığını sürdürmekte; özellikle 1970’li yıllarda batının da edebiyat, felsefe ve düşünce ortak mirası olmadan önce Hesse tarafından keşfedilmiş ve gerekli çalışmaları yapılıp kullanılır duruma getirilmiştir. Hesse’nin ilk eseri o zamanki edebiyat eleştirmenlerince ağırlıklı olarak olumlu değerlendirilmiştir. Hesse’nin her iki dünya savaşında Almanya’da kabul görüşü savaş karşıtı ve anti nasyonalist görüşlere sahip yazarlara karşı yürütülen basın kampanyaları aracılığıyla yer bulmuştur. 1937’den itibaren Hesse’nin kitapları Almanya’da “el altından” satılmıştır. Hesse her iki dünya savaşından sonra halkın bir kısmının, özellikle genç neslin düşünsel ve kısmen ahlaki bakımdan yeni şeylere odaklanma ihtiyacını karşılamıştır. Halkın geniş kitleleri tarafından tekrar “yeni keşfedilmesi” 1945’ten sonra olmuştur. Hesse edebiyat dalında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan on yıl sonra Karlheinz Dreschner 1957’de tartışma yazısında sözde sanat eseri, “Gelenek-Görenekler ve Sanat”ı yazdı. “Hesse’nin böylesine yıkıcı bir sürü seviyesiz mısra yazmış olması üzüntü verici bir disiplinsizlik ve edebi bir barbarlıktır.” Bu haliyle onun düzyazısına ilişkin uygun bir yargı ortaya çıkmadı. Sonraki on yıllarda Alman edebiyat eleştirmenlerinin büyük bir kısmı bu yargıda birleştiler. Hesse kimine göre taklitçi ve edebi değeri olmayan edebiyat üreticisi olarak nitelendirildi. Dolayısıyla Hesse’nin kabul görmesi sarkaç hareketine benzemektedir: Bu sarkaç hareketi 1960’ların Almanya’sında bir dip noktada kaldı, ABD’deki gençler arasında benzeri görülmemiş bir “Hesse Patlaması” baş gösterdi, bu sonra Almanya’ya da sıçradı: Özellikle “Bozkırkurdu” (ondan sonra bir rock grubu bu adı –Ste
ppenwolf- almıştır) uluslararası en çok satan kitap oldu ve Hesse kitabı en çok çevrilen ve okunan Alman yazarlardan biri haline geldi. Dünya genelinde 120 milyon kitabı satıldı (durum: 2007’nin başlangıcı). 1970’li yıllarda Suhrkamp-Verlag yayınevi hayatının sonlarında eserlerinden alıntılar okuduğu plakları yayınladı. Kariyerinin henüz başında kendini yazar okumalarına adadı ve bu bağlamda kendine ait yaşantılarını alışılmışın dışında keyif verici “Yazar Gecesi”nde ele aldı. Uluslararası Hermann Hesse Kolokyumu 1977’den beri düzensiz olarak ve çok yıllı aralıklarla ancak değişen konularla Kara Ormanlar’daki Hesse’nin doğduğu şehir olan Calw’de gerçekleştirilmektedir. Bunun yanı sıra alanlarında uzman olan, Almanya’dan ve Almanya dışından ünlü ve saygın Hesse uzmanları iki üç gün Kolokyuma katılmaktadır. Kayıt olan herkes konferansa katılabilmektedir. Program genellikle değişimli olarak Hesse’nin şiirlerinin seslendirilmesiyle, skeçlerle veya uygun belgesel ya da edebiyat gösterimiyle yürütülür. Hesse’nin anısına iki edebiyat ödülü, onun ismiyle anılır: Calw Hermann Hesse Ödülü ve Karlsruhe Hermann Hesse Edebiyat ödülü. 3 Kasım1914 tarihinde “Neuen Zürcher” adlı gazetede, Alman entelektüellerine seslendiği, milliyetçi tartışmalara girmeyen "“O Freunde, nicht diese Töne”" yazısı çıkmıştır. Hesse, bundan sonra olanları, hayatındaki büyük bir dönüm noktası olarak tanımlamıştır. Kendisini yeniden güçlü bir tartışmanın içinde bulmuştur, Alman Basını ona saldırmış, nefret dolu mektuplar kendisine gönderilmiştir ve eski arkadaşları ona ortadan kaybolmasını söylemiştir. Daha sonradan Almanya’nın ilk Cumhurbaşkanı olacak arkadaşı Theodor Heuss’dan ve Ağustos 1915 yılında kendisini ziyaret eden Fransız yazar Romain Rolland’dan izin almıştır. Bozkırkurdu, Hermann Hesse'nin, toplumun sığ değer yargılarına ve kişiliksiz, yüzeysel yaşamına uyum sağlayamayan bir insanı anlatan bir romanıdır. Hesse bu romanı için, 1961 yılında "(...) okurlarımın çoğu Bozkırkurdu'nun öyküsünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yokolmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim." demiştir. Siddhartha; Bir Hint Destanı, Hermann Hesse’nin bir anlatısıdır ve Berlin’deki S. Fischer Verlag isimli yayınevi tarafından 1922 yılında ilk defa yayımlanmıştır. Hermann Hesse’nin 1910 yılında yayımlanmış romanıdır. Roßhalde Hermann Hesse’nin 1924 yılında yayımlanmış romanıdır. Roman bir sanat öğretmenin başarısızlığını anlatmaktadır. Klein und Wagner Hermann Hesse’nin 1919 yılında yayımlanmış öyküsüdür. Klingsors letzter Sommer (Klingsor’un son yazı) Hermann Hesse’nin 1919/20 yıllarında yayımlanan anlatı kitabıdır. 1919 yılı Hermann Hesse’nin hayatında birçok açıdan yeni bir kesit anlamına gelmekteydi. İlk karısı Maria Bernoulli; iyileşmesi konusunda umut kesildikten sonra bir rehabilitasyon merkezinde bulunmaktaydı. Hesse ilkbaharda I. Dünya Savaşı boyunca çalıştığı savaş esirlerinin bakımının sorumluluğunu taşıdığı görevinden kovulmuştur. Mayıs ayında Bern'den Tessin'e, yani yeni evini bulduğu Montagnola'daki Casa Camuzzi’ne taşınmıştır. Temmuz ayında 1924 yılında evleneceği şarkıcı ve ressam Ruth Wenger ile tanışmıştır. Tüm bu durumlar, yeni kazanılmış özgürlük, yeni aşk, her şeyden önemlisi iklim olarak uygun bir çevre Hesse’nin Tessin’de resim yapmakla, şiir yazmakla ve grotolara gitmekle geçirdiği yılın, hayatının en dolu, en etkin, en çalışkan ve en parlak zamanı olmasını sağlamıştır. Temmuz ve ağustosta birkaç hafta içinde yazdığı “Klingsors Letzter Sommer” adlı anlatısına bir anıt dikmiştir. 1919 yılının Aralık ayında bu anlatısı bir Alman gazetesi olan Deutsche Rundschau'da yayımlanmıştır. 1920 yılında Kinderseele ve Klein und Wagner isimli eserlerini S. Fischer Verlag yayınevi aracılığıyla bir derlemede yayımlamıştır. Anlatının kahramanı ressam Klingsor, Hesse'nin 1932 yılında yayımlanan “Doğuya Yolculuk” romanında sonradan ortaya çıkan bir figürdür. Yaratıcı ve sanatsal oluşturma süreci ve bununla bağlantılı enerji harcaması ve de bu enerji boşalmasıyla bağlantılı düşünceler, umutlar, hatta korkular konu başlıklarıdır. Anlatı Klingsor’un son aylarını konu almaktadır. Önünde duran ölüm korkusunu içinde yaşasa da geriye kalan zamanını mümkün olduğu kadar en iyi şekilde geçirmeye çalışmaktadır. Son günlerini sanatına sarhoşvari bir şekilde düşkünlük göstererek geçirmektedir. Klingsor çevreyi güneyin özelliklerini Pambambio, Karino ve Laguna’yı “erguvan, kızıl kayın ve okaliptüs ağaçlarıyla” anlatarak renkli bir şekilde tuvale dökmektedir. Geceleri Grotto’da güzel kadınların kollarında ve şarapla geçirmektedir. Geriye kalan zamanını düşündükçe uyuyarak daha az zaman geçirmektedir, bu durum onun sağlığını doğal olarak daha da kötüleştirmektedir. Günler uzun olduğu sürece Klingsor kendini Azrail’in pençesinden daha uzak hissetmektedir. Kareno'da yaşadığı günler anlatıda en çok vurguyla anlatılan yerdir. Tanıdıkları arasında sadece Ersilia ile ara sıra ölüm ve fanilik üzerine yaptıkları ateşli konuşmalar yapmaktadır, Klingsor küçük bir şehir olan Kareno'ya arkadaşlarıyla beraber gezinmek için gider, orada “Dağların Kraliçesi”ni ziyaret eder. Dağların Kraliçesi bir insanın gençlik çağına ait tüm özelliklerin bir sureti gibi görünmektedir. Hesse'nin birebir yansıttığı öğle sonu ile akşam, huzur içinde bir gezinti ve ruhani bir derinlik içinde ekmek şarapla geçirilmektedir: "Altın kafesteki kuşlar (...) egzotik şarkılar söylüyordu (...) Cevap yıldızdan ve aydan, ağaçtan ve dağlardan geldi, Goethe orada oturuyordu, Hafız da yanındaydı, Mısır'dan sıcak bir rüzgâr ve Yunanistan'dan hoş bir esinti duyulmaktaydı, Mozart gülümsedi, Hugo Wolf bu saçma gecede kanatlarını oynattı." Klingsor Edith’e yazdığı kısa mektubunda her biçimiyle ve canlı duyguların gezintilerinde hissettiği aşkı savunmaktadır. “Çöküşün müziği” adlı bölümde Klingsor ve kendisine Çinli şair Li Tai Pe ve Thu Fu ismini veren şair dostu ve Ermeni bir yıldız falcısı ile buluşurlar. Ermeni falcı ölümü çok yakınında hisseden, şair dostuna bir veda yemeği düzenleyen Klingsor'a onun içini ferahlatacak bir gelecek hakkında fal bakar. Klingsor bu bölümde Ermeni falcı ile eski Avrupa'nın bir çöküş sürecine gireceği ve Asyalıların bunun hemen sonrasında Avrupalıların yerini devralacağı üzerine uzun uzadıya tartışır. Klingsor’un kuşku ile birlikte içinde hissettiği inadına yaşama hırsı bu tartışma ile birlikte yeniden alevlenir. Yanan yüreğinin ateşini üç yüz bardak içki içerek söndürmek ve her bardakta ayın şerefine kadeh kaldırmak ister. “Abend im August” bölümünde okuyucu Klingsor’un kısa süren ölüm düşüncesine kapıldığı aşk macerasını hissetmektedir. Bunun sonrasında Klingsor ilk kez anılan o yaz kendisinde patlak vermiş gibi birden ortaya çıkan sanatı hakkındaki düşüncelerini Louis’ye yazdığı mektupta kelimelere dökmektedir. Klingsor Louis’ye yakında artık doğa boyamaları yapmayacağını, aksine içindeki fantezileri ve anıları resmedeceğini de anlatmaktadır. Bunun biraz sonrasında mektubu, sürekli içen ve ölüm korkusuna kapılmış olan Klingsor’u nesne edinen Tang-Poesie tarzında bir şiir izlemektedir. Klingsor yaşamının son günlerinde nihayet kendisinin resmini çizmektedir. Alışılagelmiş bir renklilik, fakat sanatı için tipik olmayan bir tarzda ilginç bir yüz “kırlara benzeyen bir çehre (...) yaprakları ve ağaç kabuklarını anımsatan saçlar, kaya çukurlarına benzer göz çukurları” kendini belli etmektedir. Kendi portresinin içine bir sürü yüz çizmiştir, „tatlı ve masum çocuk yüzleri, hayal dolu ve ateşli gençlik hayalleri, aptal aptal bakan ayyaş gözleri, susayan, kovuşturulan, tutkusu olan, arayan, mecnuna benzer birisinin ve “kaybolmuş çocuk’nun dudakları. Bazı gözlemcilere göre bu ressamın korumasız psikolojik öz analizi olarak değerlendirilmektedir, diğerlerine göre bunun tam tersi olarak Klingsor’un akıl almazlığının kanıtı olarak görülmektedir. Resmini bitirdikten sonra onu bir yere kapamıştır ve kimseye göstermemiştir. Resim ancak onun ölümünden sonra keşfedilecektir. Klingsor’un kendi resmi onun son eseridir. Hermann Hesse romanı şu cümle ile bitirmiştir: “Sonra yıkandı, tıraş oldu, yeni çamaşırlarını ve elbiselerini giydi, şehre gitti ve Gina’ya göndermek üzere meyve ve sigara satın aldı.” Günlük hayata bu geri dönüş sadece kısa bir süreliğine olacaktır; çünkü yaz mevsimi artık sona ermek üzeredir ve Klingsor, daha önce de belirtildiği üzere, en geç sonbaharın sonunda öleceğini bilmektedir. Klingsors letzter Sommer eseri Hesse’nin otobiyografik karakterinden güçlü yansıtmalarda bulunmaktadır. Klingsor ismi Wolfram von Eschenbach’ın „Parzival“ eposundaki çok yönlü edebi bir derinliğe sahip bir büyücüye dayanmaktadır. Hermann Hesse kendisini de aynen bu şekilde tanımlamaktadır, bu noktada insanın aklına Kindheit eines Zauberers eseri gelmektedir. Aynı zamanda yazar yıldız falcısı sahnesinde “Şair dostu Hermann” (Thu-Fu) olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat arda kalan figürlerin arkasında Hesse’nin çevresinden kişilere rastlanmaktadır: Kederli Louis ressam Moilett’in sadece adını değil, aynı zamanda onun karakterini de yansıtmaktadır. Ermeni karakterinin arkasındaki isim Hesse ile arkadaşları bulunan mimar Josef Englert’dir, Dağların Kraliçe kişisinin arkasında ise Hesse’nin ikinci karısı Ruth Wenger bulunmaktadır. Anlatıda senaryonun geçtiği yer Hesse’nin 1919 yılından itibaren yaşamaya başladığı Tessin’i anımsatmaktadır. Eserde “Laguno” olarak geçen yer aslında yakınlarında Hesse’nin yaşadığı Montagnola bulunan bir İsviçre kenti olan Lugano’dur. Ruth Wenger’in ebeveyninin yazlık evinin bulunduğu Carona köyü romanda Kareno’ya dönüşmektedir. Hesse’nin Klingsor’da tanımlandığı çevre otobiyografik kısa anlatısında tanımladığı çevreye kızıl kayın ve erguvan ağaçlarıyla benzemektedir. Hermann Hesse nihayetinde yazarlığının yanı sıra resim de yapmıştır- hem de kendi tarzında boyamalar yapmıştır, bu da Klingsor’un tarzına çok benzemektedir. Hesse’nin bu özeliğine 1928 yılında kaleme aldığı Malfreude
, Malsorgen (resim yapma neşesi ve kaygıları) işaret etmektedir. Klingsors letzter Sommer kitabında renkler merkezi bir rol oynamaktadır. Okuyucu uzun soluklu bir okuyuşta kendisini bu renklerin içinde boğulmuş hissetmektedir. Aşağıdaki metin eser hakkında açıklamalarda bulunmaktadır: “Ve şimdi büyük renk taslakları, su renklerinde parlayan renk düzlemleriyle beyaz yapraklar: ahşaptan kızıl villa, yeşil kadife yakut gibi ateşli bir şekilde parıldayan ve Castiglo’daki demir köprü, mavi yeşil dağdaki kızıllık, onun yanındaki erguvan rengindeki gölet, güllerle kaplı sokak. Dahası: kiremithanenin bacası, açık parlak ağaç yeşilinin önündeki kızıl maytap, dalga dalga duran kalın bulutlarla kaplı açık erguvan rengi gökyüzü.” Klingsor’un sanat eserleri için araç olarak işlev görmelerinin yanı sıra renkler insanların hislerini ve duygularını ifade etmektedir. Onun her küçük farkı bağlamında kırmızı rengin oldukça özel bir anlamı ortaya çıkmaktadır. İnsan onun anlatılarında sürekli kırmızı çiçeklere, kiremitlere, dağlara, kiliselere ve sokaklara rastlamaktadır. Bu renk karşımıza Klingsor ve arkadaşların sürekli içtikleri kırmızı şarap olarak da çıkmaktadır, daha da önemlisi Kareno’nun “Kızıl Kraliçesi” derken de kırmızıyı görmekteyiz. Kırmızı, tutkuyu, aşkı ve ateşli gençliği, hatta agresifliği ve öfkeyi simgelemektedir. Her iki mizacı da Klingsor’da bulmak mümkündür. Onun aşkı ve tutkusu kadınlara ve doğaya karşıdır. Öfkesi ve agresifliği de kendi portresini çizdiğinde ölüme karşı bir duruş olarak ortaya çıkmadır. Kırmızı resmedilen şehveti ve yaşama hevesini Klingsor ölüme karşı bir silah olara kullanmaktadır. “Erguvan ölümün inkârıdır, boş laf ise cesedin çürümesiyle dalga geçmektir.” Tüm anlatıda geçtiği üzere Klingsor’un yaşama arzusu dik başlılığa dönüşmektedir, fakat ölümün gölgesi kendini belli etmektedir. Anlatıcı önsözde arkadaşları Klingsor’un ölümünü sonbaharın sonlarına doğru öğreneceklerini bildirmektedir. Sürekli yok oluş ve hasret çekmenin mecazi anlatımı kendini göstermektedir, “alevlenen bayrak” ile başlayan bu mecazlar “yanan mumun her iki sonu” ile Klingsor’un hayatını ifade etmektedir. Ermeni yıldız falı bakıcısı ölüm haberini getirmektedir. Kareno yolunda renklerin ve resimlerin faniliğine, hatta esmer kızın saçlarının geçiciliğine ve de geçen her günün geri getirilemezliğine içten içe üzülmektedir. Hatta orada “ekmek ve şarap” ile yediği akşam yemeği İsa’nın Juda tarafından ihanete uğramasından ve çarmıha gerilmesinden önce havarileriyle yediği son yemeği hatırlatmaktadır. Klingsor sonunda “kurban” gibi ölmeliydi, sanatına kendisini kurban etmiş biri gibi ölmeliydi. Ölmekte olan Avrupa üzerine gönderme yapması yoluyla ölüm motifi yeni bir bakış açısı kazanmaktadır. I. Dünya Savaşının ardından eski kıtanın (Avrupa'nın) yüzyıllardır elinde bulundurduğu hâkimiyeti kaybettiği, genel anlamda kabul edilmekteydi. Bunun ilintili olarak Ermeni yıldız falcısı anlatıda çok kez güncel olarak ele alınan Asya'nın yükselişe geçeceğine işaret etmektedir. Klingsor ve Louris bu arada Çinli şairin ismini taşımaktadırlar, özellikle Arap Yarımadasını canlandıran Kareno günleri bağlamında, kıyıda köşede de Hindistan'ın ve Japonya’nın ismi geçmektedir. Klingsor birçok bakımdan parçalanmış olarak betimlenmektedir. Bir taraftan ölümün eşiğinde olduğunun bilincindeyken diğer yandan bitip tükenmeyen bir yaşama hırsıyla ölüme karşı koymaktadır, her anının tadını çıkarma niyetinde; buna karşın hayatın tek damlasını dahi heba etmemeye özen göstermektedir. Romantizm dolu iç bunaltısı ve dışa vurumcu isyan arasında gidip gelmektedir. Farklı kutuplar arasındaki bu dalgalanması sanatçının yalnız, tutkulu klişesine hitap etmektedir. Klingsor aynı zamanda örnek teşkil eden bir biçimde kendini beğenmiş bir mizaca da sahiptir. Bu durum kadınlara karşı tavırlarında kendini belli etmektedir. İlk bölümün sonunda yansıtılan rüyasında bu durum gün yüzüne çıkmaktadır. Bu rüyada yazar onu seven ve yazarında onu sevdiği aynı yaştaki kadınlarla ve onların saç renkleriyle gönül eğlendirmektedir. Anlatının ilerleyen bölümlerinde yazarın Edith'i ve Gina'yı, Nina’yı, Hermine’yi ve Elisabeth’i kendi egosunun tatmini olarak kullandığı aşikâr olmaktadır. Klingsor bir mektupta şöyle yazmaktadır: "“Aslında sevebilir miyim hiç bilmiyorum. Arzu edebilirim ve kendimi başka insanlarda arayabilirim, egomu sorgulayabilirim, bir ayna talep edebilirim, heves arayabilirim ve bunun hepsi aşk gibi görünebilir.”" Bu kesitte onun âşık olmada oldukça yeteneksiz olduğu ortaya çıkmaktadır, biraz önce sevgilisine, Gina’ya kuşkuyla baktığını açıklamıştır. Dağlar Kraliçesinin aşkını kendine sormaksızın yaş farkı nedeniyle küçümseyerek reddettiği jestleri Klingsor’un egosuna çok bağlı birisi olarak kendine çok değer verdiğini işaret etmektedir. Klingsor’un kendini beğenmişliği kendine ait resimleri değerlendirirken de ortaya çıkmaktadır. Kendisini rengin doğallığının sanatını özgürlüğüne kavuşturan Avrupa sanatının büyük bir yenilikçisi olarak görmektedir. Kederli Louis ile ortak olarak kendisinin bir yüzyıl sonra okullarda profesörler tarafından okutulacağına ve Goethe ve Schiller gibi anıtlarının dikileceğine inanmaktadır. Fakat anlatının anıtsal olarak değerlendirdiği ve kahramanın kişiliğini bir kez daha özetleyen Klingsor’un kendi portresi onun kendini beğenmişliğine en etkili kanıtını bize göstermektedir. Van Gogh’u anımsatan oluşturma sürecinde kahraman kendisini şöyle tanımlamaktadır: “O kafayı ihtişamlı ve vahşice inşa etmiştir, bir orman putunu, âşık olunan birisini, kıskanç Yehova'yı, bebeklerin ve bakirelerin önünde kurban edildiği bir hayaleti çizmiştir.” Buna ilişkin olarak daha sonralardan bir eleştirmenin yargısı şu yönde olmuştur: “Bir tür kendine tapma, tanrıya küfretme ve kendini tanrının yerine koyma, bir çeşit dini inkâr etme.” Ege Üniversitesi Ege Üniversitesi, 20 Mayıs 1955 tarihinde yayınlanan 6595 sayılı kanunla 9 Mart 1956 tarihinde, İzmir'de Ege Bölgesi’nin ilk, Türkiye'nin 4. üniversitesi olarak eğitim-öğretim hayatına başlamıştır. Ülkemizin en çok tercih edilen üniversitelerinin başında gelen Ege Üniversitesi, Türkiye’de ve dünyada birçok ilklere imza atmıştır. Ödemiş, Bayındır, Bergama, Tire ve Çeşme ilçelerinde yüksekokul ve meslek yüksekokulları bulunan Ege Üniversitesi, Bornova’da 3.450 dekarlık bir arazi üzerine kurulmuştur. En son teknoloji ile donatılmış modern bir kütüphanesi, sosyal tesisleri, açık ve kapalı yüzme havuzları, kapalı spor salonları, spor tesisleri, toplum merkezi, alışveriş merkezi, sergi alanları ve Öğrenci Köyü ile 70.000 kişilik bir kampüs kenttir. Kampüs içinde kongre, seminer, kültür ve sanat etkinlikleri için hizmet veren Prof.Dr. Yusuf Vardar – MÖTBE Kültür Merkezi ve kampüs dışında, İzmir kent merkezinde (Konak) Atatürk Kültür Merkezi, Menemen’de Deneme İstasyonu ve Üretme Çiftliği, Kurudağ’da Rasathanesi, Urla’da ve Tuzla’da su ürünleri tesisleri, Özdere’de Yaz Kampı ve Çeşme’de eğitim ve dinlenme tesisleri bulunmaktadır. Ege Üniversitesi´nin ilk fakülteleri, 1955 yılında kurulan Tıp ve Ziraat Fakülteleridir. Aynı öğretim yılı içinde Yüksek Hemşirelik Okulu açılmıştır. Sonraki yıllarda hızlı bir gelişim gösteren Ege Üniversitesi 1961 yılında Fen Fakültesini, 1968´de Mühendislik Fakültesi ve Dişhekimliği Fakültesini çağdaş bilimin hizmetine sunmuştur. Bu dönem içerisinde İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi adı altında Ege Üniversitesi´ne bağlanmıştır. Güzel Sanatlar Fakültesi, Eczacılık Fakültesi ve Sosyal Bilimler Fakültesi 1976 yılında eğitime başlamıştır. 1977 yılında Gıda Fakültesi, Ege Üniversitesi´nin ikinci tıp fakültesi olarak İzmir Tip Fakültesi ve Hukuk Fakültesi kurulmuştur. Bu dönemde İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi haline dönüştürülmüştür. Yaklaşık yirmi yıllık bir zaman diliminde kuruluş sürecini tamamlayan Ege Üniversitesi´nde, değişik tarihlerde birçok yüksekokul ve enstitü açılmıştır. Ege Üniversitesi´nin bazı bölümlerinin genişletilmesiyle Tekstil, Makine, Kimya ve Yer Bilimleri Fakülteleri kurulmuştur. 41 sayılı kanun hükmündeki kararname ile 1982 yılında, o güne kadar bölgenin tek üniversitesi olan Ege Üniversitesi´nin içinden başka bir üniversite, Dokuz Eylül Üniversitesi doğmuş, Ege Üniversitesi´nin kampüs alanı dışındaki fakülte ve yüksekokulları bu üniversiteye devredilmiştir. Ayrıca, Ege Üniversitesi´nin Ege Bölgesi´nin çeşitli il ve ilçelerine yayılan fakülte ve yüksekokulları, bu illerde kurulan Pamukkale Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi, Adnan Menderes Üniversitesi gibi üniversitelerin ilk fakülte ve yüksekokullarını oluşturmuştur. Avrupa Komisyonu’nun verdiği yetki ile 2005 yılı itibarı ile Diploma Eki Etiketi veren ilk iki Türk Üniversitesinden biridir. 2011 yılında Avrupa Komisyonu tarafından yapılan değerlendirmede başarılı bulunulup, Avrupa'daki 40 üniversiteden biri olarak Bologna sürecini tamamlayıp AKTS (Avrupa Kredi Transfer Sistemi Etiketi, ECTS) Etiketi ödülünü almıştır. Ege Üniversitesi Türkiye'de 2003 yılında uygulanmaya başlanan Avrupa Birliği Erasmus Programı Öğrenci Hareketliliği Faaliyeti Avrupa’ya ilk öğrenci gönderen üniversitedir ve şimdiye kadar da Avrupa'ya en çok öğrenci gönderen üniversite olmuştur. Üniversite bünyesinde bulunan birçok bölüm programları ve laboratuvarlar ulusal-uluslararası akreditasyon sertifikası almıştır. Üniversite, Leiden 2016 sıralamasında göre dünyada 482., sıralamaya Türkiye’den giren 3. üniversitedir. URAP (University Ranking by Academic Performance) Laboratuvarı tarafından hazırlanan 2016 yılı Akademik Performans Raporuna göre Ege Üniversitesi; Türkiye deki üniversiteler arasında 5. sırada, “ En İyi Dünya Üniversiteleri” sıralamasında ise 600. sıradadır. USNews Platformu’nun son 5 yılda dünya üniversitelerinin küresel ve bölgesel araştırma itibarları, yayınlar, atıflar, alıntılar, uluslararası işbirlikleri, ödüllendirilen PhD sayıları vb. göstergelere bağlı olarak yaptığı sıralamaya göre “Dünyadaki En İyi Üniversiteler”
kategorisinde ise 593. sıradadır. TÜBİTAK ARDEB istatisliklerine göre Ege Üniversitesi 2016 yılında; Ege Üniversitesi, Türkiye'de öğretim üyesi başına düşen makale sayısı sıralamasında 4. sırada yer almaktadır. 2016 yılı itibarıyla öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı ise 26.37 dir. 2014 yılı itibarıyla, 116 patent ve faydalı model, 243 uluslararası teknoloji transferi ve iş birliği anlaşmaları, 21 mezun öğrenci şirketi, 10 start-up şirketi, 3 Spin-Off ile girşimci ve yenilikçi bir üniversitedir. Ayrıca en yüksek bütçe kullanan 5. üniversitedir. ideEGE Teknoloji Geliştirme Bölgesi'nin vizyonu, İzmir'deki diğer oluşumlarla sinerji içinde, birbirini tamamlayarak rekabet öncesi iş birliği gerçekleştirecek firmaların dâhil olduğu, üniversitenin araştırma deneyiminin, sanayi ile birleştirildiği sürdürülebilir Ar-Ge ve İnovasyon Ekosistemi içerisinde, "Yaşam Bilimleri ve Sağlık" ağırlıklı olmak üzere akademik ve endüstriyel girişimciliği destekleyerek, bölgesel ve ulusal düzlemde en yüksek katma değeri yaratmak olarak belirlenmiştir. nüvEGE Ön-Kuluçkalık ve Kuluçkalık Merkezi ise, yaşam bilimleri genel temasında, Ege Üniversitesi öğrencilerinin yenilikçi iş fikirlerinin geliştirilmesinden bu fikirlerin prototip aşamasına getirilmesine kadar destek sağlayacak bir birim olarak kurulmuştur. Ege Üniversitesi Gözlemevi İzmir yakınlarında Kemalpaşa Dağlarının Kurudağ Tepesinde astronomik gözlemler yapmak amacıyla 1965 yılında kurulmuş olan bir gözlemevidir. Değişik boyutlarda teleskopları ve teleskoplara bağlı algılayıcıları vardır. Ege Üniversitesi'nin kampüs içerisinde yer alan etkinlik alanı olan Kültür Sanat Evi'nde; film gösterimleri, kişisel gelişim seminerleri, konser ve dinletiler, tiyatro gösterileri, söyleşiler ve öğrenci topluluklarının hazırladığı etkinlikler ücretsiz olarak öğrencilere ve diğer katılımcılara sunulmaktadır. Her yıl gerçekleşen ve geniş kapsamlı bir tiyatro festivali olan EÜTT Tiyatro Günleri etkinliği de Mayıs ayı içerisinde bu salonda gerçekleştirilmektedir. Ege Üniversitesi Öğrenci Köyü 2006-2007 öğretim yılında iki bloğun açılmasıyla faaliyete geçmiş, 2010-2011 öğretim yılına kadar açılan 11 blok ile blok sayısı 13'e ulaşarak, üniversitemizin değişik fakülte ve yüksekokullarında öğrenimlerini sürdüren 1710 öğrenciye barınma imkânı sağlanmıştır. Ayrıca eğitsel, kültürel ve sportif faaliyetler kapsamında düzenlenen etkinliklere katılan gruplar için sporcu katı 66 kişiye barınma hizmeti sunabilmektedir. Kampüs içerisinde yer alan Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı yurt ise, 350 dönümlük alanda kurulmuş olup 5.210 yatak kapasiteli 13 bloktan oluşmaktadır. Gabriel García Márquez Gabriel José de la Conciliación García Márquez, (d. 6 Mart 1927 - ö. 17 Nisan 2014), Kolombiyalı, tüm Latin Amerika'da Gabo olarak bilinen yazar, romancı, hikâyeci ve oyun yazarıdır. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından birisi olarak nitelendirilir. 1972'de Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü'nü ve 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır. Montessori eğitim modelini benimsemiş bir anaokulunda eğitim gördü. Sucre'ye geldikten sonra, Gabriel'in resmi eğitimine başlamasına karar verildi ve Río Magdalena'nın ağzındaki bir liman kenti olan Barranquilla'da bir staja gönderildi. Orada, mizahi şiirler yazan ve mizahi çizgi romanlar çeken ürkek bir çocuk olma konusunda bir üne kavuştu. Atletik faaliyetlerde ciddi ve az ilgi duyduğu için sınıf arkadaşları tarafından "El Viejo" olarak anılmıştır. García Márquez, 1940'tan itibaren Colegio jesuita San José'de (bugün Instituto San José'de) lise yıllarını tamamladı ve ilk şiirlerini Juventud'daki okul dergisinde yayınladı. Daha sonra, Hükümet tarafından verilen bir burs sayesinde Gabriel, Bogotá'ya okumaya gönderildi. Başkentten bir saat uzaklıktaki Liceo Nacional de Zipaquirá'ya taşınarak, orta öğrenimini burada tamamladı. Kendi imkanlarıyla okumaya çalıştığı Hukuk Fakültesindeki eğitimini yazar kariyeri için yarıda bıraktı. Genç yaşından itibaren, hiç çekinmeden dış politika ve Kolombiya'yı eleştirdi. 1958 senesinde Mercedes Barcha ile evlendi ve Rodrigo García ve Gonzalo isimli iki çocuğu oldu. García Márquez, yazar olarak başladı ve beğeni toplamış kurgusal olmayan çalışmalar ve kısa hikâyeler yazdı. En iyi bilinen romanları "Yüzyıllık Yalnızlık" (1967), "Başkan Babamızın Sonbaharı" (1975), "Kırmızı Pazartesi" (1981) ve "Kolera Günlerinde Aşk" (1985) olmuştur. En önemlisi sıradan ve gerçekçi durumların aksine sihirli öğeleri ve olayları kullanan Büyülü Gerçekçilik olarak adlandırılmış bir edebiyat tarzı yaygınlaşırken, eserleri önemli eleştirel beğenileri ve geniş bir ticari başarı elde etti. Bazı eserlerinde Macondo (doğduğu şehir olan Aracataca'dan esinlenerek) ismi verilen kurgusal bir köyü anlatır ve çoğunda yalnızlık teması işlendiği gözlemlenir. 17 Nisan 2014 tarihinde Meksika'daki evinde 87 yaşında hayatını kaybetti. Ölümünden sonra, Kolombiya Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos, onu ""bugüne kadar yaşamış en büyük Kolombiyalı"" olarak lanse etmiştir. Yazarın kişisel arşivi ölümünün ardından ailesi tarafından Amerika'nın Austin kentinde bulunan Teksas Üniversitesi'ne satıldı. Arşivde, Marquez'in kitaplarından onun el yazısı ile orijinal kopyaları ve Graham Greene, Gunter Grass ve Carlos Fuentes gibi yazarlarla yaptığı yazışmalara ait mektuplar da bulunmaktadır. Teksas Üniversitesinden yapılan açıklamada arşiv için 2,2 milyon dolar ödendiği belirtilmiştir. Marquez’in külleri, 2015 yılının Aralık ayında Meksika'dan Karayipler’deki Cartegena kentine getirilecek. 2015 yılında The Washington Post'un bulduğu arşivlere göre; FBI'ın 24 yıl boyunca (1961'den 1985'e kadar) Marquez'i takip ettiği ortaya çıktı. Takibin sebebinin Marquez'in Kübalı haber ajansı Prensa Latina'nın kuruluşuna yardımcı olması, olduğu söyleniyor. Marquez'in 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü almasına rağmen, 3 yıl daha takip edildiği bildirildi. Ayrıca yazarın Aralık 1982 de Stokholm'de yaptığı Latin Amerika'nın Yalnızlığı başlıklı Nobel edebiyat ödülü töreni konuşması da dahil olmak üzere bazı yazılar Turhan Ilgaz tarafından çevirisi yapılan Marquez'le Konuşmalar ("Metis Yayınları, Aralık 1983") içinde yer almıştır. Heinrich Böll Heinrich Theodor Böll (d. 21 Aralık 1917 - ö. 16 Temmuz 1985), Alman yazar, 1972 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi. 1917'de Köln'de doğdu. 1924 yılında okula gitmeye başladı. 1937'de liseyi bitirdi. 17 yaşında şiir yazmaya başladı. 1938 yılının sonbaharında çalışma kampına, bir yıl sonra da askere alındı. Piyade olarak, doğu ve batı cephesine gönderildi. 1945 yılının Nisan ayından Eylül ayına kadar, İngilizlerin ve Amerikalıların elinde savaş esiri oldu. Savaş bitip Köln'e döndükten sonra, hem üniversite öğrenimini sürdürdü hem çalıştı. 1947 yılında ilk kısa öyküsü "Haberci", sonra ilk romanı "Ademoğlu Neredeydin?", "Ve O Hiçbir Şey Demedi" yayınlandı. Yapıtlarında İkinci Dünya Savaşı'nı, özellikle de insanların nasıl savaştıklarını, savaşın yıkıntılarını ve acılarını anlattı. "Ve O Hiçbir Şey Demedi" adlı en ünlü romanını yazarken aklında tek bir gerçek vardı. Savaş yanında yoksulluk ve zor koşullar getirmiş, hayatını değiştirmişti. Mayına bastığı için yaralanan dizini iyileştirebilmek için para gerekliydi. O yüzden Böll, 5 gün evden çıkmadan bu eseri yazdı. Yayınevinden aldığı para ile de dizini eski hale getirmeyi başardı ve yazar olarak kariyeri devam etti. Daha sonra yazdığı Babasız Evler adlı romanını, kendi babasını yitirmesinin ardından değil; ama çevresinde savaş yılları sonrasında acı çeken onlarca çocuğu gördükten sonra yazmıştır. Kendisi, savaş sonrası koşullardan, yoksulluk, açlık ve hastalık gibi sıkıntılardan hem kendi geçtiği, hem de çevresinde bu durumlardan acı çeken birçok insan gördüğünden, hiçbir zaman çocuk sahibi olmak istememiş, kendi deyimiyle "Böyle bir dünyaya çocuk getirmek" istememiştir. 16 Temmuz 1985'te, 67 yaşında, evinin merdiveninden yuvarlanarak hayatını kaybetmiştir. José Saramago José Saramago (16 Kasım 1922, Lizbon - 18 Haziran 2010, Lanzarote), Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazardır. Lizbon kentinin kuzeyindeki küçük bir köy olan Azinhaga'da ("Ribatejo") doğdu. Yoksul bir köylü ailenin oğlu olarak büyüdü. Ailesiyle birlikte taşındığı Lizbon’da öğrenim gördü. Öğrenimi sırasında kırsal kesimde çalıştı. Ekonomik sorunları nedeniyle okulu bıraktı. Makinistlik eğitimi aldı. Teknik ressamlıktan redaktörlüğe, editörlüğe ve çevirmenliğe kadar birçok işte çalıştı. Bir yayınevinde, yayın hazırlığı ve üretim departmanında görev yaptı. Diario ve Lisboa gazetelerinde kültür editörü olarak çalıştı. Siyasi yorumlar yazdı. Portekiz Yazarlar Birliği’nin yönetim kurulunda görev üstlendi. 1976’dan sonra kendini tümüyle kitaplarına verdi. 1993’te Kanarya Adaları’nda Lanzarote’ye yerleşti. Pilar del Rio ile evlendi. İlk romanı "Günah Ülkesi" (Terra do Pecado) 1947’de yayınlandı. Yazarın romanları ve denemelerinin yanı sıra iki şiir kitabı ve oyun kitapları da vardır. Saramago, 1998 Nobel Edebiyat Ödülü'ü kazandı. Yazarın biçemi gayet dikkate değerdir. Düz yazılarında, noktalama işareti olarak nokta ve virgülden başkasını kullanmaz. Anlatım dili de oldukça muzipçedir; bu da, okuyucuyu yazara bağlayan bir diğer etkendir.Ünlü yazar 87 yaşında hayatını kaybetmiştir. Mustafa Sayan Mustafa Sayan (20 Nisan 1945 Çanakkale) söz yazarı, bestekar, keman üstadı. Baba mesleği kemancılığa ufak yaşlarda merak salan Mustafa Sayan, 12 yaşında İstanbul`a geldi. Konservatuvara gidememesine rağmen zaman içinde önemli bestekarlardan ders alarak kendini geliştiren Mustafa Sayan, gerek Klasik Türk müziği gerek arabesk gibi birçoklarına birbirinden farklı gelebilecek türlerde dolu eserin altına imzasını atmıştır. Hicaz makamındaki Ölüyorum Kederimden adlı parça Türk Sanat Müziği için iyi bir örnektir. Kadim dostu Ferdi Tayfur ile büyük başarılara imza atmıştır. Gelin mi Oluyorsun adlı parçasının mimarıdır. Esrarlı Gözler,Tanrı İstemezse,Gönül Yorgunu, Bilemezsin Sen , Seninle Öyle, Ölüyorum Kederimden eserlerinden
bazılarıdır.1970’lerin başından başlayarak, 1980’lerin ortasına kadar Ferdi Tayfur’la büyük başarılara imza atmışlardır. Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Hüseyin Altın, Gökhan Güney, Bülent Ersoy, Kibariye, Mine Koşan, Ebru Gündeş eserlerini seslendiren bazı sanatçılardır. Yüzlerce eser bestelemenin yanında Fatih'te kendi müzik atolyesinde keman dersleri de vermektedir. Aklımı Başımdan Aldın Kaybolan Günler Olur mu mu Böyle Olur mu Hayat Arkadaşı (Söz. Cengiz Tekin)Bekledim Durdum (Söz. Halit Çelikoğlu) Ümit Dolu Yıllarım Seninle Öyle Zalim Sevgilim (Söz. Ahmet Selçuk İlkan)Gelin mi Oluyorsun (Söz. Halit Çelikoğlu) İntizar (Söz. Ali Tekintüre) Anlamı Olmaz (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) İki Gözüm (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) Yaprağı Dökülen (Söz. İlkan San) Sevginin Ötesi (Söz. Ferdi Tayfur) Günaha Girme (Söz. Gönül Şen) Eller Mendiller (Söz. Nihat Nikerel) Sabahı Olmayan (Söz. Fethi Demir) Olsan İçmezmiydin Benim Yerimde (Söz Hülya Kaya) İhtiyar Dost Bir Adım Atıpta (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) Seni Dilendim (Söz. Sevim Hikmet) Can Bırakmadın (Söz. Ali Tekintüre) Seni Düşünüyorum (Söz. Salih Korkmaz) Mimar (Söz. Aşık Veysel Şatıroğlu) Gönül Yorgunu (Söz. Y.Yılmaz ile birlikte) Söyleten Sensin (Söz. Gönül Şen) Günahın Bana Kaldı (Söz. İlkan San) Utanıyorum (Söz Hülya Kaya) Haklı Değil mi (Söz. Hülya Kaya) Tiryaki (Söz. Ali Tekintüre) Ne Çıkar (Söz. İlkan San) Herşeyim Sensin (Söz. Lütfi Yılmaz) Nereden Geldim Aklına söz-müzik:ferdi tayfurO Adam Benim (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) Bilemezsin Sen (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) Bilmece Yaktı Güzel Acılar (Söz. Hamza Dekeli) Yüreğin Taş Olsa da (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) Saklama Sevdiğini (Söz. Günay Cantürk) Emanet Gibi (Söz. Gönül Şen) Birini Arıyorum (Söz. Engin Kafkas) Herşeyi Bitirdik (Söz. Ahmet Selçuk İlkan) Yar mı Var Sanki (Söz. Engin Kafkas) Kısrağım (Deli Tayına) (Söz. Saim Çakar) MS MS şu anlamlara gelebilir. Viomisin Viomisin tüberküloz tedavisinde kullanılan bir antibiyotik türüdür. "Streptomyces puniceus" isimli bir bakteri tarafından üretilir. RNA'ya bağlanır, prokaryotik protein sentezini inhibe eder (engeller). Birçok sayıda dirençli tüberküloz suşuna karşı etkilidir. Streptomisin ile beraber kullanılmamalıdır. Neomisin Neomisin, "Streptomyces fradiae" isimli bakteri tarafından doğal olarak üretilen bir antibiyotiktir. İlk kez 1949 yılında mikrobiyolog Selman Waksman tarafından keşfedilen neomisin, bir aminoglikozid antibiyotiğidir. Diğer aminoglikozit antibiyotikler gibi bakteri ribozomlarının 30S ve 50 S alt birimine bağlanır, protein sentezini inhibe eder (engeller). Hızlı ve güçlü bir bakterisid etkiye yol açar. Gastrointestinal yoldan emilemez. Bu nedenle oral veya lokal kolorektal cerrahi profilaksisinde yaygın olarak kullanılır. Neomisin ototoksik ve nefrotoksik etkileri en yüksek olan aminoglikozid antibiyotiğidir. Ototoksik etkisi yüzünden işitme fonksiyonuna zarar verebilir. Ayrıca çizgili kaslarda nöromüsküler blok yaptığı bilinmektedir. Nörotoksik etkisi en yüksek olan aminoglikozid de yine neomisindir. Çoğunlukla diğer antibiyotiklerle (örneğin eritromisin ile) beraber kullanılır. Neomisin sadece Gram (-) Aerop bakteriler üzerine etkilidir. Bu yüzden lokal olarak gastrointestinal sistemde ve mesaneyi yıkama amaçlı kullanılabilir. Fakat yüksek toksisite potansiyeli yüzünden insanlarda kullanımı kısıtlıdır. Ayrıca bazı insanların neomisine karşı alerjik reaksiyonlar gösterdikleri bilinmektedir. Ali Tekintüre Ali Tekintüre (d. 1953; Besni, Adıyaman-ö. 15 Aralık 2017; İstanbul), Müzisyen, söz yazarı ve şair. 1953 yılında Besni, Adıyaman`da doğdu. Genç yaşta İstanbul`a geldi. Askerdeyken yazdığı "Tanrım Beni Baştan Yarat" şiiri daha sonra Muzaffer Özpınar tarafından bestelendi ve Emel Sayın`ın parçayı okumasıyla Ali Tekintüre de tanınmaya başladı. 1978 yılında Dilek Taşı sinema filmi için sözlerini yazdığı 'Dilek Taşı' şarkısı Gülden Karaböcek'e şöhretin kapılarını açmıştır. Hemen ardından sözlerini yazdığı "Sürünüyorum" adlı şarkı stadlarda marş oldu. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Gülden Karaböcek, Müslüm Gürses, Bülent Ersoy gibi dönemin ikon isimleriyle çalışan Ali Tekintüre birçok unutulmaz şarkıya imza attı. 'Dilek Taşı'ndan başka 1985 yılında 'Duyar mısın Feryadımı' adlı şarkının aynı adlı sinema filmi çekilmiştir. Yazdığı "Gitme" parçası 1987`nin en meşhur parçalarından biri oldu. Yaklaşık 1500 eseri kaset ve CD`ler de okundu. Ayrıca 10 şiir kaseti vardır. Yaklaşık 1500 eseri kaset ve CD`ler de okundu. Ayrıca 10 şiir kaseti vardır. Bir süredir kanser tedavisi gören arabesk müzik sanatçısı Ali Tekintüre 15 Aralık 2017'de 64 yaşında İstanbul'da ölmüştür. Cenazesi Şakirin Camii'nden alınarak 17 Aralık 2017'de Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir. Tanrım Beni Baştan Yarat, Kadehi Şişeyi Kırarım, Gidecek Bir Gün (Aldanma Çocuksu Mahsun Yüzüne), Dilek Taşı, Sürünüyorum, Kırılsın Ellerim, Duyar mısın Feryadımı, Ne Fayda, Anadan Ayrı, Baharı Bekleyen Kumrular Gibi, Toprak Alsın Muradımı, Köşe Kapmaca, Düşünürken, Senden Vazgeçmem, Birisi, Kaderi Ben Mi Yarattım(Bir ümit ver), Evlat, Aldana Aldana, Beklemek İbadet Kalmak Zulümdür, Gitme Yarim, Her Saat Başında, Tiryaki, Acı Gerçekler, Hepsi Geçer, Seni Yakacaklar, Canım Dediklerim, Benim İçin Üzülme, Elimde Fotoğrafın, Kahrolayım, Ümitlerim Bitince Gel, Gurbet Yolu, Akşamcı, Güldür Yüzümü, Tövbe Ettim, Aklı Yok, Bir Kadın Tanıdım, İkimizden Bir Kalmadı, Sevmez Olaydım, Hangimiz Sevmedik... Fairuz Derin Bulut, Bergen, Gülden Karaböcek, Neşe Karaböcek, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Bülent Ersoy, Emel Sayın, Zeki Müren, Adnan Şenses, İbrahim Tatlıses, Muazzez Ersoy, Emrah, Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz, Cengiz Kurtoğlu, Ebru Gündeş, Sibel Can..." Ali Tekintüre Resmi Site Roll Önceleri Express dergisinin içerisinde bir bölümken, 1996 yılı Kasım ayında yayımlanmaya başlayan müzik dergisi. Ağustos 2005 itibarıyla 100. sayısını yayımlayan Roll Dergisi, çok sesli, sol, ve muhalif tavrı kadar, muhtelif janrlardaki müziklerle ilgilenmesiyle de dikkat çekmektedir. Aylık yayınlanan dergi, eylül ve ekim aylarında tek sayı olarak çıkması sebebiyle yılda 11 kere baskı yapmaktadır. Gerek yerli-yabancı röportajları, gerek kalburüstü çeviri ve yazılarıyla dergi toplam 144 sayi yayımlamıştır. Kasım 2009 itibarıyla yayım hayatına son vermiştir. Nazımiye Nazımiye, Tunceli ilinin bir ilçesidir. Eski adı Kızılkilise (Osmanlıca: قزيل کليسا)'dir. Halk arasında Kıslê (Qıslê)'de denir. I. Dünya Savaşı sırasında Elâzığ'a bağlı olan Nazımiye 1947 yılından itibaren Tunceli'den yönetilmeye başlandı. Şiri kut, Zerfet, Zerefet : Un, tuz su, tereyagi, sarmisakli taze cokelek ya da yogurt ile pisirilen özel zamanlar ve kiymetli misafirlere sunulan bölgenin yöresel yemeklerindendir. İlçenin Dereova Şelalesi ve Harik Kaplıcaları turistik öneme sahiptir. Ayrıca Bezik Ormanları Tunceli'nin ve Doğu Anadolu Bölgesi'nin en sığ korunmuş ormanlarıdır."Düzgün Baba"yi ziyaret etmek halkın geleneklerindendir.Bunların haricinde gôle hızır kureş baba başta olmak üzere onlarca ziyaret yeri de vardır. Safiye Sultan Haseki Safiye Valide Sultan veya Melike Safiye Vâlide Sultan (Osmanlıca: صفیه سلطان ; d. 1550 - ö. 10 Kasım 1605 veya Ocak 1619), Osmanlı Padişahı III. Murad'ın eşi ve Sultan III. Mehmed'in annesi. Kökeni hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte çeşitli rivayetler vardır. O dönemin Venedik kaynaklarında Dukakin'de Rezi köyünde doğduğu ve "Arnavut" kökenli olduğu belirtilir. III. Murad'ın ilk saltanat yıllarında İstanbul'da bulunan Alman elçilik heyetinden rahip Stephan Gerlach ise Safiye Sultan'ın "Bosna" kökenli olduğunu söyler ve Sultan Murad'a şehzadelik yıllarında "Ferhad Paşa" tarafından hediye edildiğini yazar. Babasının Korfu valisi, gerçek adının "Cecilia Baffo" olduğu, Venedik'le Korfu arasında seyahat ederken Osmanlı korsanları tarafından Adriyatik denizinde kaçırılıp Şehzade Murad'a sunulduğu bilgisi ise doğru olmayıp Nurbanu Sultan ile karıştırılmasından kaynaklanmıştır. Saraydan önceki hayatı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Ferhad Paşa tarafından Şehzade Murad'a takdim edildiği söylenir. Venedik kaynaklarında on üç yaşında Şehzade Murad'a takdim edildiği söylenir. Safiye Sultan, III. Murad tahta geçince baş kadın oldu. Büyüleyici güzelliği ve parlak zekâsı sayesinde büyük bir nüfuz sahibi oldu. Bu nüfuzu yeni Valide Sultan olan Nurbanu Sultan tehdit olarak gördü ve ondan kurtulmak istedi. Bu rekabetin öncüleri Mihrimah Sultan, Esmehan Sultan ve Gevherhan Sultan idi. Sultan Murad'a her gün yeni bir cariye sunuldu ve Safiye Sultan'ın düşmanları onu gözden düşürmek istediler. Ancak III. Murad'ın gözü hep en sevdiği hasekisine baktı. 1585'ten itibaren güçlü kadın düşmanları yoktu, ama halen kadın rakipleri vardı. Bunlar; Mihriban Haseki Sultan, Şahuban Haseki Sultan, Nazperver Haseki Sultan, Şemşi Ruhsar Haseki Sultan, Fahriye Haseki Sultan ve diğerleridir. İktidar yolunda, önüne çıkan engelleri kaldırma mücadelesi verdi. Safiye Sultan sadece devletin iç işlerine değil dış işlerine de müdahale etmekteydi. Bu anlamda yabancı hükümdarlarla doğrudan mektuplaştığı ve diplomatik ilişkiye girdiği bilinmektedir. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth ona 1593'te mücevherlerle işlenmiş bir portresini, o da kraliçeye gümüş işlemeli elbise ve kemerle altın işlemeli iki mendil gönderdi. Bu hediyeleşmeler daha sonra onun valide sultanlığı döneminde de sürdü; kraliçenin sunduğu bir arabaya elbise, kuşak, gümüş işlemeli iki havlu, üç mendil, yakut ve inci ile bezenmiş bir taçla mukabele etti. İngiltere elçisi Edward Barton da valide sultana verdiği hediyeler sayesinde İstanbul’daki tayinlerde etkin rol oynadı. Nitekim bu ilişkiler ve hediyeler etkisini gösterecek ve Safiye Sultan adeta kraliçenin saraydaki en büyük destekçisi olacaktı. Kraliçe ona 1599’da süslü bir araba hediye etmiş ve Safiye Sultan da bu araba ile İstanbul’da o zaman için hiç alışılmadık şekilde gezmeye başlamıştır. Safiye Sultan, özellikle Sokullu Mehmed Paşa'nın 1579 yılındaki ölümünden son
ra devlet yönetiminde oldukça önemli bir rol üstlenmiştir. Safiye Sultan, Valide Sultanlık döneminde etkin bir rol oynadı. 1595 yılında III. Murad’ın vefatı ve oğlu III. Mehmed’in tahta geçmesiyle birlikte valide sultan olarak devlet içindeki konumu daha da güçlendi. Kocasına ve onun ölümünden sonra çevresindeki diğer tehlikelere karşı oğlunu korumaya çalıştı. Nitekim III. Mehmed’in büyük oğlu Mahmud’un annesinin girişimiyle tahta geçme planları yaptığı gerekçesiyle öldürülmesini sağlamıştı. III. Mehmed önemli konularda kendisine danışırdı. Nurbânû Vâlide Sultan günlük 2000 akçe alırken oğlu onun maaşını günlük 3000 akçeye çıkardı ve bu maaş oğlunun ölümünden sonra gönderildiği Eski Saray’da da kendisine ödendi. Devlet adamlarından rüşvet ve hediyeler alarak memuriyetlere tayinlerinde başrolü oynadı. Halk ve memurlar devlet işlerindeki bu etkin rolünü bildiği için işlerini gördürebilmek amacıyla ona başvurur, hatta bazen arabasının önünü kesip bu gibi konularda isteklerde bulunurdu. Sadrazamdan şeyhülislâma kadar bütün azil ve tayinlerde, devlet işlerinin yürütülmesinde birinci derecede etkili oldu. 1596 yılında Eğri seferine çıkan III. Mehmed, 1 milyar akçelik bir hazineyi annesinin kullanımına verdi. Bu sırada İstanbul’daki azil ve tayinlerle devlet işleri onun doğrudan müdahalesine daha açık bir duruma geldi. Ancak söz konusu müdahaleler onun sevilmeyen bir insan olmasına ve merkezde pek çok düşman kazanmasına sebep oldu. Eğri Kalesi’nin fetih haberinin İstanbul’a ulaşması üzerine fakirlere, yetim ve dullara sadaka dağıttı. Dış politikada kayınvalidesi Nurbânû gibi Venedik yanlısı bir tutum izledi. Şüphesiz bu siyasette Venedik elçilerinin kendisine sunduğu zengin hediyelerin payı vardır. Safiye Sultan’ın Venedik’e desteği, kendisine verilen rüşvet ve hediyeler dönemin İstanbul elçilerinin raporlarına kadar yansımıştır. Onun sözünü tutan güvenilir bir kadın olduğunu ifade eden Venedik elçisi Matteo Zane, elçilerin kendisine hediye vermesini beklemeden kendisinin almak istediği şeyi onlardan talep ettiğini belirtir. Venedik, Safiye Sultan sayesinde ikili ilişkilerde ortaya çıkan pek çok tehlikeyi büyümeden atlattı. Vâlide sultan, elçiliklerle olan irtibatını yakın hizmetkârı, kirakadın, yahudi Esparanzo Malchi vasıtasıyla sağlamaktaydı. İşleyen rüşvet çarkının da merkezinde olan Esparanzo, bu sayede büyük bir servete sahip oldu; İstanbul Gümrüğü’nü iltizamla aldı ve karşılığında verdiği kalp akçe yüzünden 1 Nisan 1600 tarihinde hassa sipahilerinin çıkardığı bir isyanda oğluyla birlikte feci şekilde öldürüldü. Asilerin bu işte büyük payı olduğunu düşündükleri Safiye Sultan ise bu badireden zorlukla yakasını kurtardı. Zira padişah annesini uyaracağını söyleyerek isyancıları ancak yatıştırabildi. 1587'de doğan Şehzade Mahmud'un annesi, oğlunun ne zaman tahta çıkacağını merak eder. Bir gün bir falcıya bir mektup yazar. Mektupta oğlunun ne zaman tahta çıkacağını sorar. Verilen cevap ise Safiye Sultan'ın eline geçer. Bunun üzerine 1603 yılında annesi ve şehzade boğdurulur. Safiye Sultan, Şeyhülislâm Sun‘ullah Efendi ile Yemişçi Hasan Paşa arasındaki çekişme neticesinde huzursuzlukları giderek artan kesimlerin 1603'te çıkardığı karışıklıklar sırasında da zor durumda kaldı. Asiler onun sürgüne yollanmasını istedilerse de yakın adamları Kapıağası Gazanfer Ağa ile Dârüssaâde Ağası Osman Ağa’yı öldürtüp onlara teslim etmek zorunda kalan III. Mehmed bu şekilde askeri yatıştırdı. Daha sonra "Safiye Sultan," Vezîriâzam Yemişçi Hasan Paşa ile anlaşmazlığa düştü ve onun da idam edilmesini sağladı. Safiye Sultan günde 3000 akçe maaşı ile yeni Valide Sultan olan Handan Sultan'dan daha fazla maaş alıyordu ve halen haremdeydi. Bu durum uzun sürmedi. Oğlu vefat ettikten sonra makamı düşen Safiye Sultan'ın yerine gelini olan ve Benli Haseki namıyla da bilinen Handan Sultan geçmişti. Bu nedenle kendisinin Büyük Valide Sultan olduğuna ilişkin iddialar bir spekülasyondan ibarettir. Çünkü bu makam ilk defa Kösem Sultan tarafından kullanılmıştır. Haremde çift başlılık olmazdı ve mühür kimde ise esas Valide Sultan o olurdu. Bu yüzden ilk işlerin arasına Sultan Ahmed'in sünneti ile birlikte Safiye Sultan'ın Eski Saray'a gönderilmesi de alınmıştır. Oğlunun vefatından sonra sarayda sadece on sekiz ya da on sokuz gün kalan Safiye Sultan 9 Ocak 1604'te büyük bir alay ile Eski Saray'a gönderildi. Bütün hizmetçileri ve kadınları ile sürgün edilen Safiye Sultan'ın torununa lanetler yağdırdığı da kaynaklarda geçmektedir. Böylece Safiye Sultan'a yakın isimler de haremden uzaklaştırılmış oldu. I. Ahmed sancağa çıkmadan tahta geçtiği ve Safiye Sultan da tüm alayıyla beraber gönderildiğinden saray neredeyse bomboş kalmıştı. Bu yüzden denilebilir ki, genel kanının aksine Safiye Sultan'ı Eski Saray'a gönderen Kösem Sultan değil, bizzat Valide Handan Sultan'dır. Eski Saray'a yerleştikten sonra siyasete müdahale edemeyen Safiye Sultan ömrünün kalanını o sarayda geçirdi. Safiye Sultan 9 Nisan 1598 tarihinde Eminönü'ndeki Yenicami'nin inşasını bir törenle başlattı; ancak oğlu ölüp kendisi Eski Saray’a nakledilince epeyce ilerlemiş olan külliyenin inşası yarım kaldı. 1665’te Avcı Mehmet'in annesi Turhan Sultan tarafından tamamlandı . Bu caminin dışında Üsküdar’da Karamanlı köyünde bir cami ve çeşme yaptırdı; kocasının türbesinde Kur’an okunması için bir vakıf kurdu. Fatih’te Âşıkpaşa mahallesinde bulunan İmam Gazzâlî neslinden bir zatın mezarı üzerinde türbe inşa ettirdi. Dâvud Paşa sahasında bir kasır yaptırdı. Zaman zaman III. Mehmed’le birlikte burada oturuyor ve ziyafetler tertip ediyordu. 1598’de kendi adıyla anılan bir medrese ve 1610 yılında Kahire’de "Melike Safiye Camii" adıyla anılan camiyi inşa ettirdi. Bunların dışında savaş dönemlerinde ordunun giderlerine harcanmak üzere kendi malından bağışlarda bulunur, borcundan dolayı zor durumda kalanların borçlarını öder ve seyahatlerinin geçtiği yerlerdeki fakirlere sadaka dağıtırdı. Ocak 1619'da Payitahta düzenlediği seyahat sırasında fenalaştı. Hekimlerin müdahalelerine rağmen aynı gün vefat etti. Öldüğünde 71 yaşındaydı. Ölüm nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte bir kalp krizi yahut beyin kanaması düşünülmektedir. Necdet Sakaoğlu'na göre, I. Ahmed'in kendi annesi Handan Sultan'ı zehirletmiş olabileceği iddialarının mevcut olduğu göz önüne alınacak olursa, Safiye Sultan'ın kendi eceliyle doğal nedenlerden vefat etmiş olması şüphelidir. Cenazesi İstanbul Ayasofya Camii'nin eski vaftizhanesi olan kocası Sultan III. Murad'ın türbesine defnedildi. Aylak Köpek Aylak Köpek. Sadık Hidayet'in yedi hikâyesinden oluşan kitabı (orijinal adı Seg-i vilgerd). İlk kez 1942 yılında Tahran'da basılmıştır. Genelde karamsarlık hakimdir, mutluluğu bu dünyada bulmanın mümkün olmadığı ve intiharın tek kaçış yolu olduğu sık sık ele alınır. Aylak Köpek : İnsan huylu bir köpeğin yazgısına razı biçimde yaşadığı hayat anlatılır. Kerec Don Juanı : Basit aşk romanlarının alay yollu iğnelenmesidir. Çıkmaz : İnsanın hayatını eninde sonunda yazgının belirlediği anlatılır. Karanlık Oda : Dialoglar arasında yazar yalın bir şekilde kendini anlatmaktadır. Katya, Taht-ı Ebu Nasr, Tecelli kitabın diğer öyküleridir. Portekizce Portekizce, iki yüz milyon üzerinde insan tarafından ana dil olarak konuşulmaktadır. Dünya üzerinde en yaygın altıncı dildir. Güney Amerika'da yaklaşık 190 milyon (nüfusun %51'i) kişi tarafından, Latin Amerika'da ise nüfusun % 34'ü tarafından konuşulmaktadır. Hint-Avrupa dil ailesinin İtalo-Keltik alt grubunun Roman Dilleri koluna bağlıdır. İspanyolcaya çok yakın olmakla birlikte İspanyolca’dan daha yumuşak ve melodiktir. Sözcük hazneleri %70 ortak olsa da, İspanyolcada kullanılmayan burundan seslere Portekizcede çokça rastlanır. Bu sesler aksanlı olduklarında, ã (coração: kalp), õ (corações: kalpler) harfleriyle; aksansız olduğunda ise sözcük sonuna konan m (bem: iyi) harfi ile gösterilir. İtalyanca, Fransızca ve Rumence ile de oldukça benzerlik taşır. Portekizceye en yakın lisan ise İspanya’nın Galiçya bölgesinde konuşulan Galiçyacadır ("Gallego"). Dünya üzerinde yayılımı 15. ve 16. yüzyılda Portekiz'in sömürgeleştirme sürecinde hız kazanmıştır. Brezilya ve Portekiz’de konuşulan şiveler telaffuz açısından pek çok farklılık taşısa da, iki ülkede yaşayanlar birbirlerini en ufak bir zorluk olmadan anlayabilirler. Az sayıda da olsa bazı kelimeler iki ülkede değişik biçimde söylenir. Portekiz’de “ananas”, Brezilya’da “abacaxi”dir. Kokot Kokot, eski Türkçede hafifmeşrep kadın demektir. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Namuslu Kokotlar" adlı romanına da adını vermiştir.Süslü kadın anlamına da gelmektedir. Günümüzde kokona veya kokoş olarak kullanılmaktadır. Mavi Işıklar Mavi Işıklar, Türk rock müzik grubu. 7 Eylül 1964 tarihinde kurulmuştur. Grup Çetin ve Metin Yavuzdoğan kardeşler, Nejat Toksoy, Cihat Günaydın ve Zamir Manisa’dan oluşuyordu. 1964 yılında bir gazetenin çekilişlerinden birine katılarak, sahne alırlar ve çok beğenilirler. Grup üyelerinin hepsi de aynı tip kıyafet giymişler ve müziklerini Amerikan tarzı olarak belirlemişlerdir. Müzikleri geniş beğeni toplamış grubu, ilk başlarda üniversitede okudukları için fazla hızlı yükselmek istemezler ve sadece bir sinema salonunda küçük konserler verirler. Ancak 1964 Aralık ayında, Hürriyet gazetesi'nin tarihinde ilk defa düzenleyeceği Altın Mikrofon yarışmasına katılırlar. Sonuç ilk başta bekledikleri gibi olmayıp ikincilikle yetinseler de, aslında halk gözünde onlar birinci olmuş ve kısa sürede şöhreti yakalamışlardır. Amerikan tarzıyla başlasalar da daha özgün bir hale gelerek Batı müzik aletleri, tekniği ve tarzıyla modern Türk müziği oluştururlar. 1966 yılında Altın mikrofon müzik yarışmasında tekrar ikinci olurlar. Yine bu yıl Ankara Rüzgarı’nın yanına üç İngilizce şarkı katılarak yapılan plak en gürültü koparan bir yapım olmuştur. Eleştirmenlerden tam not alır ve aranjman yönünden çok kuvvetli” bulunur. “Ankara Rüzgarı” Beatles’ın “Paperback Writer”ile liste başı olduğu, Marc Aryan, Peppino Di Capri ve Adamo tarafınd
an parsellenen Top 10'a girmeyi başaran ender Türkçe şarkılardan biridir. Zaman zaman üyelerinde askerlik, yurt dışına gitme gibi nedenleriyle değişiklikler olan Mavi Işıklar grubu pijamayla şarkı söyleme, yatak odalarını sahneye getirme gibi ilginçliklere de imza atarlar. Ancak grubun solisti Nejat Toksoy ile Orgcusu Metin Yavuzdoğan’ın aynı anda uzun süre vatani görev için gruptan ayrılmaları grubu yavaşlatır ve nihayet arabesk rüzgarının da etkisiyle müzik yaşamlarına nokta koyarlar. 1990 yılında tekrar bir araya gelen grup 2000'li yıllarda bile eski hayranlarının yanı sıra yeni hayranlarının beğenisini toplayarak, şarkı söylemeye devam ettiler. 2011 yılında Kanal D ekranlarında yayınlanan "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisindeki baş karakterlerden biri olan Mete'nin "İyi Düşün Taşın" şarkısını söylemesi ile yeniden gündeme gelmişlerdir. Necati'nin söylediği "Helvacı" isimli parçaları da bir hayli ses getirmiştir. Çikolata Çikolata, tropik kakao ağacının çekirdek denen tohumlarından yapılan yiyecek. Çikolataya istendiğinde fıstık, fındık ve süt de katılır. Çikolata kalori değeri yüksek, enerji veren bir yiyecektir. Milattan önce, büyük olasılıkla Olmeklerden oluşan bir grup, Güney Amerika'da kakao ağacı yetiştirir. Mayalar, bir hayvanın bu ağaçtan bir meyve kopardığına tanık olur. Mayalar zamanla bu çekirdekleri nasıl kullanacaklarını öğrenirler. M.S. 600 yılında, Mayalar çikolatalı bir içecek yaparlar. Efsaneye göre, Aztek kralı Moctezuma günde 50 fincan çikolata içiyordu. Azteklerde ve Mayalarda çikolata içmek önemli bir olay sayılırdı. Mayalarda daha çok kraliyet ailesi için uygun görülen bu içeceği sıradan insanlar çok özel durumlarda içebiliyordu. Azteklerde ise yöneticiler, rahipler, rütbeli askerler, onurlandırılmak istenen tüccarlar bu özel içeceği tadabiliyordu. İspanyol kâşifler Kristof Kolomb ve Hernán Cortés'in, 16. yüzyılda Orta Amerika'ya yaptıkları gezide Aztek kralı Moctezuma bu çikolatalı içeceği kaşiflere sunar. Kaşifler bu içeceği vatanlarına götürüp hazırlamasını öğretirler. Bu, Mayalar ile Azteklerin öğütülmüş kakao çekirdeklerinin suyla karıştırılmasıyla elde ettikleri bir içecektir. Aztek dilinde "ekşi, acı içki" anlamına gelen "xocoatl" adındaki bu içeceği Aztekler, içine biber ve başka baharatlar katarak soğuk olarak içiyorlardı. İspanyollar ise aynı içkiyi şekerli olarak içmeye başladılar. 80 yıl sonra, İngiltere'de içecek yapılmak üzere katı çikolata satılmaya başladı. Böylece katı çikolata satan "çikolata evleri" bütün Avrupa'ya yayıldı. 1700'lü yıllarda İngilizler bu içeceklere süt katmaya başladılar. Türkiye'nin ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası ise, cumhuriyetten üç yıl sonra, 1927'de Feriköy'de kuruldu. Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın izlerine 2600 yıllık bir çömleğin içinde rastlanmıştır. Latince adı “tanrıların besini” anlamında "Theobromocacao" olan kakao ağacından elde edilen kakao, Batı Afrika, Batı Hint Adaları ve Güney Amerika’da üretilir. Kakao ağaçları dört yaşından sonra meyve vermeye başlar. Boyu 4-10 metre olan ağaç yılda iki kez ürün verir. Gövdeye ya da ana dallara yakın yerlerde çıkan meyve, olgunlaştığında uzunluğu 35 cm kadardır. Bir meyvenin içinde yaklaşık 2,5 cm boyunda 20-40 tohum, yani kakao çekirdeği bulunur. Etli, olgun meyvelerin içinden çıkarılan çekirdekler birkaç gün muz yaprağında mayalandırılır. Daha sonra güneşte kurutulur ve böylece çekirdekler fabrikada işlenmeye hazır hale gelmiş olur. Fabrikada temizlenen kakao çekirdekleri kavrulur ve öğütülür. Elde edilen macun görünümündeki sıvı,çikolata yapımında kullanılır. Ayrıca preslenerek kakao ve kakao yağı elde edilir. Kavrulmuş kakao parçaları şekerle karıştırılır ve bir kapta ağır silindirlerle hamur haline getirilir. Bu hamur ince çikolata tabakalarına dönüştürülür ve ardından bu tabakalar kakao yağı katılarak yumuşatılır. Sonra dikdörtgen olukları bulunan bir makinenin içine koyulur. Oluklar içindeki silindirlerle çikolatayı yumuşak ve pütürsüz hale getirilir. Sonunda sıvıya dönüşen çikolata kalıplara dökülür ve soğutulur. Katılaşan çikolatayı çıkarmak için kalıp biraz ısıtılır. Sütlü çikolata, inek sütünden süttozu, vanilya ile başka tat ve koku vericiler eklenerek elde edilir. Değişik çikolatalar yaparken, çikolatanın yumuşak ve kolay işlenebilir olması için soya fasulyesinden elde edilen "lesitin" maddesi de eklenir. Bitter çikolata: Bileşiminde en az %18 kakao yağı ve en az %14 yağsız kakao kuru maddesi olacak şekilde en az %35 toplam kakao kuru maddesi içeren çikolatadır. Sütlü çikolata: Bileşiminde en az %2,5 yağsız kakao kuru maddesi olacak şekilde en az %25 toplam kakao kuru maddesi içeren, ayrıca en az %14 süt kuru maddesi ve en az %3,5 süt yağından oluşan, kakao yağı ve süt yağı toplam miktarı ise en az %25 olan çikolatadır. Beyaz çikolata: Bileşiminde en az %20 kakao yağı ve en az %14 süt kuru maddesi içeren ve en az %3,5’i süt yağı olan çikolatadır. Dolgulu çikolata: Dış kısmı toplam ürün ağırlığının en az %25’ini içeren, bitter çikolata, sütlü çikolata, bol sütlü çikolata ve beyaz çikolatalardan birinden oluşan dolgulu çikolatadır. Pralin: Toplam ürün ağırlığının en az %25'i bitter çikolata, sütlü çikolata, bol sütlü çikolata, beyaz çikolataların kombinasyonundan, karışımından veya herhangi birinden ya da dolgulu çikolatadan oluşan bir lokma büyüklüğündeki çikolatadır. Davacı (film) Davacı, Kemal Sunal'ın 1986 yapımı bir filmidir. Bursa'nın Yenişehir ilçesinde çekilmiştir. Filmde, bir köyde yaşayan iki komşunun aralarındaki dava ve süregeçen 7 yıl anlatılmaktadır. Yargı düzenine bir eleştiridir. Bir bakıma adalet kapısına gidip adalet ararken bir daha düşünmenize neden oluyor. Filmin yönetmenliğini Zeki Ökten yapmış, senaryosunu Umur Bugay yazmıştır. İlk gösterim Ocak 1987'de yapılmıştır. Balkan Savaşları Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlardaki dört devlete karşı 1912 - 1913'te yaptığı savaşlardır (8 Ekim 1912 - 10 Ağustos 1913). Çatışmaların temel nedeni Bulgaristan Krallığı ile Sırbistan Krallığı'nın Balkanlarda hızlanan yayılma faaliyetleridir. 1878 tarihli Berlin Antlaşması'nda umduğunu bulamayan Bulgaristan 1908 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlarda etkin bir politika izlemeye başlamıştı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yine 1908 yılında Bosna-Hersek'i ilhak etmesi ise Sırbistan'ı aynı yönde bir politika izlemeye itti. 1912 yılında Rusya bu iki devletin çıkarlarının çatışmaması için Bulgaristan ve Sırbistan arasında arabuluculuk ve düzenleyicilik yapmaya başladı. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılan ittifaka Yunanistan Krallığı ve Karadağ Krallığı da katıldı. Rusya'nın Balkan Devletleriyle Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, Rusya'nın aracılığıyla aralarında anlaşarak, Türkleri Balkanlardan atmak istediler. Trablusgarp Savaşı da onları cesaretlendirdi. 8 Ekim 1912 - 30 Mayıs 1913 tarihleri arasında Bulgaristan Krallığı, Sırbistan Krallığı, Yunanistan Krallığı ve Karadağ Krallığı'ndan oluşan Balkan Birliği, Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlardaki topraklarının çoğunu ele geçirdi. Arnavutluk da bağımsızlığını kazandı. Çok kısa zaman zarfında; Bulgaristan ordusu, Çatalca'ya kadar ilerleyerek, İstanbul'u tehdit etmeye başladı. Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan orduları, Makedonya'yı tamamen işgal ettiler. Diğer Balkan ülkelerini kendine karşı tehdit olarak gören Arnavutluk, mecburen bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan, Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada dışındaki Ege Adaları'nı işgal etti. Taraflar arasında savaşı bitiren anlaşma 1913 yılı Mayıs ayında Londra'da imzalandı. Londra Antlaşması'na göre: Bulgaristan'ın daha fazla toprak almasını kabul etmeyen Yunanistan, Karadağ, Sırbistan ve I. Balkan Savaşı'na katılmayan Romanya Krallığı birleşerek, Bulgaristan'a karşı savaş açtılar. Bulgarların üst üste yenilerek Doğu Trakya'daki birliklerini batıya kaydırmasından faydalanan Osmanlı Ordusu, Midye-Enez çizgisini aşarak, Edirne ve Kırklareli'ni geri aldı. II. Balkan Savaşı Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması ile bitti. Bu antlaşma ile Bulgaristan; Dobruca'yı Romanya'ya, Kavala'yı Yunanistan'a vermiş ve Makedonya'dan ufak bir toprak parçası almıştır. Bu antlaşmayı takiben Osmanlı İmparatorluğu yine 1913 yılında İstanbul Antlaşması'nı yaptı. Kırklareli ve Dimetoka, Osmanlı İmparatorluğu'na geri verildi. Batı Trakya ve Dedeağaç, Bulgaristan'da kaldı. Osmanlı İmparatorluğu bu savaşın sonunda Yunanistan'la Atina Antlaşması'nı yaptı. Girit ve Ege Adaları, Yunanistan'a verildi. Yunanistan'da kalan Türklerin durumu da düzenlendi. Sırbistan ve Karadağ'ın, Osmanlı İmparatorluğu'yla sınırı kalmadığı için antlaşma imzalanmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, Sırbistan ile de Bulgaristan'la yaptığından farklı bir İstanbul Antlaşması imzalamıştır. Her üç anlaşmada da Balkan devletlerinin sınırları içinde kalan Türk topluluğunun durumuna ilişkin hükümler bulunmakta, Balkanlardaki Türk halkının din ve mezhep özgürlüğü, Türkçe öğretim yapan ilk ve orta okulların açılması gibi hususlara yer verilmektedir. İtalya ile Yunanistan'ın işgaline uğramış ve hukuken Osmanlı toprağı olan Ege Adaları konusunda bu anlaşmalarda herhangi bir hüküm yoktur. Bu konu ile Londra'da toplanmış bulunan "Elçiler Konferansı" uğraşıyordu. Konferans 1914 şubat ayında Meis adası dışında İtalya'nın işgal ettiği adalar İtalya'ya, İmroz ve Bozcaada dışında Yunanistan'ın işgal ettiği adalar ise Yunanistan'a bırakılması kararını aldı. Ancak, yine konferansa göre bu kararın hukuki değer kazanabilmesi için İtalya ve Yunanistan'ın Osmanlı Devleti ile ayrı ayrı birer antlaşma yapması gerekiyordu. Bu antlaşmalar imzalanamadan I. Dünya Savaşı patlak vermiştir. Osmanlı son dönemde kaybettiği topraklardan birazını geri kazanmış, Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu yeni kurulan devletler karşısında büyük bir yenilgiye uğramış, Meriç Nehri'nin batısındaki tüm topraklarını kaybetmiş, Ege Adaları'nın kaderini de büyük devletlerin eline bırakmak zoru
nda kalmıştır. Liderlik Lider ya da Önder, bulunduğu çevreye yarar sağlayan, süregelen gelenekte köklü değişiklikler yapan, çevreyi yönetmek için, sorumluluğu; sezgi, zeka ve bilgiye dayalı karar ve uygulamalarla taşıyan kişiye denir. Lider; elindeki gücü kullanabilme kapasitesine bağlı olarak, çevresini etkileyen kişidir. Gerektiğinde aldığı zor kararların ve sonuçlarının ardında durmasını bilir. Lider, insanın başkalarından aldığı bilgilerle bilgili olabildiğini, ancak sadece kendi aklı ile akıllı olabildiğini bilir. Bu nedenle çevresine danışır ancak son kararı tüm sorumluluğu alarak hep kendisi verir. Temel yaklaşım olarak; çevresinde bulunan bireyleri hitabet gücü, sahip olduğu bilgi ve vizyonu ile etkileyip, sürükleyen bir yapıya sahiptir. İnsanları dinler ve anlamak için özel çaba sarf eder. Çevresindeki herkesin en iyi yanlarını geliştirmelerine olanak sağlayacak olumlu değişim ve sürekli öğrenme ortamları sağlar. Sahip olduğu güçlü sosyal değerler sayesinde çevresinde yarattığı “karizma” sahip olduğu örnek kişilik ve tutarlı davranışları, diğer insanlar için etkin bir rol modeli olmasına yol açar. Bilal İnci Bilal İnci (29 Eylül 1936, Adana - 15 Ekim 2005, İstanbul), Türk sinema oyuncusu ve yönetmen. Bilal İnci Adana’da doğdu. Bir süre İzmit Lisesi'nde okudu. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra sinema alanına yöneldi. "Bir Türke Gönül Verdim", "Ala Geyik", "Büyük Yemin", "Beyaz Mendil", "Babanın Oğlu" gibi filmlerde oynadı. Son dönemlerinde İzmir'de yaşayan İnci bir dizi çekimi için İstanbul'a gitmişti. Yüksek tansiyon ve şeker hastası olan sanatçı, 15 Ekim 2005 tarihinde İstanbul Beyoğlu'nda bir otel odasında geçirdiği kalp krizi sonucunda öldü. 16 Ekim 2005 tarihinde Şişli Camisinde düzenlenen cenaze töreninin ardından Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilmiştir Oyuncu, yönetmen, senarist Kemal İnci'nin kardeşi, restoran sahibi Murat İnci ve dizi oyuncusu Elif İnci'nin babası, Ayça İnci ve Ayçin İnci'nin de dedesidir. SQL SQL, (İngilizce "Structured Query Language", Türkçe: "Yapılandırılmış Sorgu Dili", telaffuz: ɛs kjuː ˈɛl/) verileri yönetmek ve tasarlamak için kullanılan bir veritabanı yönetim sistemidir. SQL, kendisi bir programlama dili olmamasına rağmen birçok kişi tarafından programlama dili olarak bilinir. SQL herhangi bir veri tabanı ortamında kullanılan bir alt dildir. SQL ile yalnızca veri tabanı üzerinde işlem yapılabilir. SQL'e özgü cümleler kullanarak veri tabanına kayıt eklenebilir, olan kayıtlar değiştirilebilir, silinebilir ve bu kayıtlardan listeler oluşturulabilir. Veritabanı Yaklaşımı ile birlikte bir veri sorgulama diline veya aracına ihtiyaç duyulmuştur. İlk başta matematiksel bir sözdizimine sahip olan SQUARE adlı bir dil geliştirilmiştir. Geniş kullanıcı kitleleri tarafında kolay kullanılabilmesi için matematiksel söz dizimli SQUARE dilinden vazgeçilerek, İngilizce'ye benzer sözdizimine sahip bir dil oluşturulmuş ve SEQUEL olarak adlandırılmıştır. Daha sonra da bu SEQUEL dili, İngilizce söylenişine paralel olarak SQL olarak adlandırılmıştır. SQL dili ilişkisel alanda büyük ilgi görmüş ve İlişkisel Veri Tabanı Yönetim Sistemlerinin (İVTYS) tümünde yer alan standart dil görünümü kazanmıştır. Bu nedenle Veri Tabanı konusunda çalışan tüm bilişim teknik personeli tarafından bilinmesi gereken bir dil konumundadır. SQL veri tanımlama deyimlerinden başlıcaları şunlardır: Tiflis Tiflis (Gürcüce: თბილისი / "Tbilisi"), Gürcistan'ın başkenti olup, Kura Irmağı'nın her iki yakasında yer alır. Kent, 350 km²'lik bir alana yayılır. Nüfusu 1.345.000 kişidir. Tiflis, sanayi, sosyal ve kültür merkezi olan bir kenttir. Ayrıca önemli bir global enerji projesinin ("bak." Baku-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı) geçiş hattı üzerinde bulunur. Kent, tarihi İpek Yolu üzerinde yer alır ve bundan dolayı Rusya'nın Kuzey Kafkasya bölgesi, Türkiye ve Güney Kafkasya’daki (Transkafkasya) Ermenistan ve Azerbaycan arasında önemli tarihi bir role sahip olmuştur. Kentin Gürcüce adı "Tbilisi"'nin bir efsaneden geldiği kabul edilir. Bu efsaneye göre Tiflis, MÖ 5. yüzyılda ormanlarla kaplı bir yerdir. Bir gün Kral Vahtang Gorgasal ava çıkar. Aralıksız uçan sülünün peşine eğitilmiş atmacasını salar. Aradan zaman geçer, ne atmaca ne de sülün görünürde yoktur. Onlara aramaya başlarlar ve kısa zaman sonra ikisini de sıcak suya düşmüş olarak bulurlar. Kral orayı çok beğenir ve bir kent kurmalarını buyurur. Kente, orada bulunan "tbili" (ılık) sudan dolayı "Tbilisi" adı verilir. Arkeolojik araştırmalar Tiflis'in MÖ 4. binyılda yerleşme alanı olduğunu gösterir. Ancak yazılı kaynaklara göre Tiflis’e ilk yerleşme 4. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşti ve Kral Varaz-Bakur devrinde bir kale inşa edildi. Aynı yüzyılın sonunda İranlılar kaleyi ele geçirdiler. 5. yüzyılın ortalarında Kartli kralı kaleyi geri aldı. Tiflis’i gerçekten imar eden kral Vahtang Gorgasal'dır. Ne var ki kral, başkenti Mtsheta’dan Tiflis'e taşıyamadan öldü. Vahteng Gorgasal’ın halefi Kral Ucarmeli I. Daçi (6. yüzyılın başları), başkenti Mtsheta’dan Tiflis’e taşıdı. Ancak o tarihlerde Tiflis, birleşik Gürcü devletinin değil yalnızca Doğu Gürcistan’ın, Kartli veya İberia denen krallığın başkentiydi. Batı Gürcistan’ı kapsayan Kolheti, ayrı bir devletti. I. Daçi devrinde kentin kale inşaası tamamlandı ve kentin yeni sınırları ortaya çıktı. 6. yüzyılda, Avrupa’ya bağlanan ticaret ve taşımacılık yolu üzerinde, giderek gelişti ve stratejik bir önem kazanmaya başladı. Tiflis, yalnızca Kartli’nin stratejik öneme sahip başkenti değil, aynı zamanda bütün Kafkasya’nın da önemli kentiydi. Kafkasya’da, Avrupa ve Asya arasında merkezi bir konuma sahipti. Bu yüzden kent, Bizans, İran, Arap ve Selçuklular arasındaki güç mücadelesinin de aracı haline geldi. Tiflis’in kültürel gelişimi de bu duruma bağlı olarak şekilleniyordu. Kent, 6. yüzyılın ikinci yarısı ile 10. yüzyılın sonlarına değin değişik güçler arasında el değiştirdi. 570-580 yıllarında Tiflis İranlıların elindeydi ve kenti yaklaşık on yıl İranlılar yönetti. 627 yılında Bizans-Hazar ordusu kenti ele geçirdi. 736-738’de II. Mervan komutasındaki Araplar kente girdiler. Araplar burada bir emirlik kurdular. 764’te Hazarlar kente girdiyse de Araplar kontrolü yeniden ele geçirdi. 853 yılında Arap komutan Buğa Türk, bir halifelik kurmak için kenti istila etti. Arap egemenliği 1050 yılına değin sürdü. 1068’de, bu kez Büyük Selçuklu sutlanı Alp Arslan kenti feth etti. Kral Kurucu Davit, 1122 yılında Tiflis kentine girerek kesin egemenliği sağladı. Birleşik Gürcü devletinin yönetim merkezini Kutaisi’den Tiflis’e taşıdı ve Tiflis Gürcistan’ın başkenti oldu. Gürcistan’ın altın çağını yaşadığı 12-13. yüzyılda Tiflis büyük gelişme gösterdi ve kentin nüfusu 80.000’e ulaştı. Kent, kültür ve edebiyat merkezi haline geldi. Kraliçe Tamar devrinde ünlü şair Şota Rustaveli Tiflis’te çalışmalarını sürdürdü ve büyük bir olasılıkla "Kaplan Postlu Şövalye" adlı meşhur destanını burada yazdı. Bu devirde, Gürcüstan’ın Rönesansı veya Altın Çağı olarak anılır. Tiflis’in “Altın Çağı” bir yüz yıl bile sürmedi. 1236 yılında, Moğol istilasından sonra Gürcistan Moğol egemenliğine girdi. Tiflis, hem siyasi hem de kültürel açıdan sonraki yüzyıl güçlü bir Moğol etkisi altında kaldı. 1320’lerde Moğollar ülkeden çıkarıldı ve Tiflis Gürcü devletinin yeniden başkenti oldu. Ne var ki kent, 1366’da yeni bir yıkımla karşı karşıya geldi. 14. yüzyıldan 18. yüzyılın sonlarına değin Tiflis, değişik güçlerin istilasına uğradı. Timurlenk, Cihan Şah, Uzun Hasan, Ağa Muhammed Han kenti yağmaladılar. XVI. Yüzyılda Safevi Devleti'nin egemenliğine giren kent Kafkasya'nın en önemli şehri olma özelliğini korudu. 1578-90 Osmanlı-İran Savaşı'nın başlangıcında 9 Ağustos 1578'de Çıldır Meydan Savaşı'nda utku kazandıktan sonra ileri harekatına devam eden Türk ordusu tarafından 24 Ağustos 1578'de fethedildi. Fetihten hemen sonra Osmanlı Devleti tarafından Tiflis Eyaleti kurulduysa da eyaletin idari taksimatı İran ile 1590 yılında Ferhat Paşa Antlaşması'ndan sonra yapıldı. Anılan tarihten sonra bölgenin tahrir kayıtları tutuldu ve gerekli kanunnameler çıkarıldı. Yapılan düzenlemelere göre doğu ve batı Kartli ülkelerini de kapsayan Tiflis Eyaleti Gori, Tumanis, Lori ve Tiflis olmak üzere dört sancaktan oluşmaktaydı. Gori sancağında otuz altı, Tiflis sancağında on altı, Tumanıs sancağında otuz dört ve Lori sancağında yirmi köy bulunmaktaydı. 1603'te Osmanlı-İran Savaşı ordusunu modernize eden Şah I. Abbas'ın saldırısıyla tekrar başladı ve aynı yıl İran ordusu Tiflis şehrini Osmanlılar'dan geri aldı. Ancak 1612 tarihinde savaşı sonlandıran Nasuh Paşa Antlaşması uyarınca Kartli ve Kaheti ülkeleri ile birlikte Tiflis de tekrar Osmanlı yönetimine geçtiyse de 1616 yılında yeniden başlayan savaş esnasında Tiflis İran ordusunca kesin olarak ele geçirildi ve 1625'te Safevi idaresine bağlandı. Ancak 1632 yılında tekrar Osmanlı Devleti'ne bağlanan Tiflis yeniden eyalet olarak teşkilatlandırılmış ve Müslümanlığa dönmüş olan Rostom (Rüstem) Bey vali olarak tayin edilmişti. Bu yüzyılda Gürcistan'ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Tiflis'i camileri ve ulemasıyla bir Müslüman şehri olarak tanıtır. Kartli ülkesi beylerinin İran'a bağlılıklarını sunmalarıyla 1711'de Tiflis bölgesinde tekrar Safevi idaresi kuruldu. XVII. Yüzyılın başlarında Safevi Devleti'nin zayıf düşmesinden faydalanan Rusya 1723 yazında Hazar denizinin batı kıyılarını (Derbent ve Bakü) ele geçirmeye başladı. Bu nedenle devletin doğu sınırlarını tehlikede gören Osmanlı Devleti de harekete geçerek bölgeye kuvvet gönderdi. Osmanlı ordusu Kartli ülkesinin büyük şehirleri Tiflis ve Gori'yi 9 Temmuz 1723'te fethetti. Bölge yurtluk ve ocaklık olarak Kartli Beyi Vahtang'ın oğlu olup ihtida eden İbrahim'e verildi. Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 1724 yılında İstanbul'da imzalanan antlaşmaya göre Kartli ve Kaheti bölgeleri, dolayısıyla Tiflis Osmanlı idaresine katıldı. Osmanlı Devleti Kartli ve Kaheti'yi birleştirerek altı sancaktan oluşan Tiflis Eyaleti'ni teşkil etti. Tiflis Eyaleti Baratlı, Baydar,
Demircihasanlı nahiyelerini içine alan Tiflis sancağı; Merkez, Taşir, Penbek nahiyelerinden oluşan Somhurut sancağı; Ahtala, İnce, Çuvar, Osmanlı nahiyelerini içine alan Ağcakale sancağı; Sisi, Bedre, İmrahor, Karakalkan, Şansi, Muhran nahiyelerinden meydana gelen Gori sancağı; Tıryaled ve Kumared nahiyelerinden oluşan Tıryaled sancağı ile Kaygulu sancağından müteşekkildi. Osmanlı Devleti 1728 yılında bölgenin tahririni de yaptırdı. Bu tahrir, "Defter-i Mufassal-Eyalet-i Tiflis" adıyla İstanbul'a sunuldu. Bu faaliyetlere paralel olarak Osmanlılar Tiflis'te bayındırlık icraatına da başladılar. Tiflis Beylerbeyileri Recep Paşa ve İshak Paşa, Gence Beylerbeyi Ahmed Paşa, Şirvan hakimi Davud Han Tiflis'te birer vakıf kurdular. Eyalet, askeri olarak da güçlendirildi. Osmanlı Devleti, Tiflis, Gori, Topkaraağaç ve Havelabar kalelerinde 1113 yeniçeri, 342 topçu, 163 cebeci ile beraber çok sayıda gönüllü, levend ve arabacı bulundurmuş ve bunların masraflarını Tiflis eyaleti mukataa ve ocaklık gelirlerinden karşılamışlardı. 1732'de İran'da iktidarı ele geçiren Nadir Şah Osmanlılar'a karşı başlattığı savaşların hemen başlangıcında Tiflis kentini de savaşsız teslim aldı. Bu şekilde Tiflis'teki Osmanlı egemenliği kesin olarak sonlanmış oldu. İran baskısından yılmış olan Kartli Kralı II. Erekle'nin İran’a karşı Rusya’dan yardım istemesi sonucunda Tiflis'te Rus hakimiyeti başladı. İran ordusunun 1795 yılındaki tedip harekatıyla Tiflis'i yakıp yıkmasına rağmen, şehrin geleceği değişmedi ve 1801’de Rusya Kartli ve Kaheti Krallıklarını ilhak etti. Tiflis, aynı adlı valiliğin yönetim merkezi oldu. 19. yüzyılın başlarında Avrupa tarzı yapılar inşa edilmeye başladı ve yeni yollar ve raylı ulaşım yolları yapıldı. Tiflis, Rusya’nın yönetimi altındaki diğer Transkafkasya kentleri Batum, Poti, Bakü ve Erivan ile birlikte bölgenin en önemli kenti sayılıyordu. 1850’lerde Tiflis, yeniden ticaret ve kültür merkezi haline geldi. 1917 Devrimi’nden sonra Tiflis, önce Transkafkasya Federasyonu’nun, ardından da bağımsız Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti’nin başkentiydi. 1918’de çok kısa bir süre, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’nın oluşturduğu Transkagkasya Federasyonu'nun başkenti olan kent, 1918-1921 arasında bağımsız Gürcistan’ın başkenti olarak kaldı. 25 Şubat 1921’de Kızıl Ordu kenti iişgal etti ve ardından kent, Transkafkasya Sovyet Federe Sovyet Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edildi. 1936’da Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti oldu ve bu devir 1991 yılına kadar sürdü. 1956, 1978 ve 1989 yıllarında Moskova yönetimine karşı Tiflis’te geniş çaplı gösteriler düzenlendi. 1956 ve 1989 gösterileri Moskova yönetimince kanlı biçimde bastırıldı. Utrecht (il) Utrecht, Hollanda'nın 12 ilinden biri olup yüzölçümü en küçük olan ildir. Ülkenin ortasında olmasından dolayı Hollanda'nın dağıtım şehri olarak bilinen ve aynı zamanda ülkenin en büyük 4. şehri olan Utrecht şehri bu ilin başşehridir. Utrecht ilinin kuzeyinde Eemmeer gölü, güneyinde Gelderland ili, batısında Güney Hollanda ili, kuzeybatısında Kuzey Hollanda ili ve yine güneyinde Ren Nehri bulunur. Ülkenin yaklaşık ortasındadır. Bölge, Orta Çağ boyunca 722 yılında Willibrord tarafından kurulmuş olan Utrecht Başpiskoposluğu tarafından yönetildi. Bölge toprakları zaman zaman kendisine komşu olan ülke ve dükalıklarla yaşadığı bazı savaşlara sahne oldu. 1527 yılından itibaren, o sırada bölgedeki illerinin pek çoğunu ele geçirmiş bulunan V. Karl'ın (Şarlken) yönetimine geçti. Fakat Utrecht' in 1579'da İspanya kralı ve V. Karl'ın oğlu II. Filip'e karşı yedi Hollanda eyaletinin bir araya gelmesiyle başlayan Birleşik Eyaletler ayaklanmasına katılması ile bölgedeki Habsburg idaresi çok uzun sürmedi. Utrecht Barışı ile Avrupa haritası değişmiş oldu. II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline uğrayan bölge, Almanların yenilgiye uğramasının ardından 7 Mayıs 1945 tarihinde Kanada müttefik kuvvetleri tarafından ele geçirildi. 1970 yılından itibaren Utrecht'e ait olan Oudewater, Woerden ve Vianen şehirleri aşamalı olarak (1970, 1989, 2002) Güney Hollanda iline dahil edildi. Başkenti olan Utrecht'nin yanı sıra diğer önemli şehirleri: Amersfoort, Zeist'dir. Utrecht ilinde (1 Ocak 2011 itibarıyla) 26 belediye bulunmaktadır: The L Word The L Word, ABD'nin Showtime kanalında yayınlanan, eşcinsel kadınların yaşamlarından kesitler sunan bir televizyon dizisidir. "Earthlings" olarak da bilinir. Prömiyerini 18 Ocak 2004 tarihinde yapan ve türü drama olan bu dizinin yazarları arasında, dizinin yaratıcısı olan Ilene Chaiken ve Guinevere Turner (Go Fish, Amerikan Sapığı) ile Rose Troche (Go Fish, Six Feet Under) bulunmaktadır. Dizinin başrollerini 1980'lerde Flashdance filmiyle meşhur olan Jennifer Beals, Jackie Brown filminin başrol oyuncusu Pam Grier, Katherine Moennig, Erin Daniels, Leisha Hailey, Laurel Holloman, Karina Lombard ve Mia Kirshner paylaşmaktadır. Rosanna Arquette ve Snoop Dogg gibi ünlüler zaman zaman diziye konuk oyuncu olarak katılmaktadırlar. Los Angeles'ta yaşayan bir grup lezbiyenin yaşamlarından kesitler sunan ve lezbiyen/eşcinsel kültürün bilinmeyen yönlerini izleyiciye aktaran The L Word, femme, butch, lipstick, stud, goth gibi her kategorideki lezbiyeni (eşcinsel/gay kadını) senaryo akışına dahil etmektedir. Dizi, eşcinsel kültürünü ve yaşayışını tanıma açısından öğretici olarak kabul edilmektedir. Nipple confidence ve hasbian gibi özel anlamlar içeren kelimelerin anlamları dahi dizi içerisinde detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. 2004 yılında birinci, 2005 yılında ikinci, 2006 yılında üçüncü sezonu yanınlanan dizinin dördüncü sezonu Ocak 2007'de yayına girmiştir. The L Word, ABD'nin ardından tüm Avrupa'da gösterime girdiyse de genel-geçer ahlak kurallarının eşcinselliği dışlaması nedeniyle Türkiye'de gösterilmemektedir. Dizinin CNBC-e kanalında yayınlanması gündeme geldiyse de Six Feet Under'ın aldığı tepki, kanal yönetimi için caydırıcı olmuştur. Ancak, dizinin DVD ve VCD'lerini piyasada kolaylıkla bulmak mümkündür. Diziyi ABD'de Showtime, Birleşik Krallık'ta Living TV, Kanada'da Showcase Television, Almanya'da Pro7 ve Güney Kore'de Catchon kanalları göstermektedir. Bette Porter (Jennifer Beals) ve Tina Kennard (Laurel Holloman) yedi yıldır birlikte yaşayan ve çocuk sahibi olmak isteyen bir çifttir. Komşuları Tim'in(Eric Mabius) yaşamı, nişanlısı Jenny'nin (Mia Kirshner) yanına taşınması ve ardından Marina'ya (Karina Lombard) aşık olması ile allak bullak olacaktır. Bette ve Tina'nın arkadaş çevresinde androjen bir güzelliğe sahip, kalp kırıcı kuaför Shane (Katherine Moennig); kapalı yaşayan, aşkı ve kariyeri arasında sıkışmış tenisçi Dana Fairbanks (Erin Daniels); aşkı arayan biseksüel gazeteci Alice ve The Planet isimli kafenin ilk sahibi, fransız asıllı Marina (Karina Lombard) bulunmaktadır. Bette'in yaşamı müzisyen ablası Kit'in (Pam Grier) şehre geri dönmesi, babası ile olan ilişkileri ve Tina ile yaşadığı sorunlar nedeniyle çıkmaza girer ve Bette yedi yılın ardından Tina'yı aldatır. Bu sırada Tina hamiledir. İkinci sezonda, Bette'in Tina'yı geri kazanma mücadelesinin yanı sıra diziye yeni katılan Carmen de la Pica Morales'in (Sarah Shahi) Shane'e olan aşkı, zengin Helena Peabody'nin (Rachel Shelley) Tina'yı Bette'den tamamen uzaklaştırma çabası ve film yapımcısı Mark Wayland'ın (Eric Lively) ev arkadaşları olan Shane ve Jenny'nin yanına taşınması öne çıkan olaylar arasındadır. Tina, eski sevgilisi Bette ve yeni sevgilisi Helena arasında sıkısıp kalmıştır. Bu arada hamileliği onu psikolojik açıdan zorlamaktadır. Alice, yakın arkadaşı Dana'ya aşık olduğunu fark eder. Dana başka bir kadınla evlenme hazırlıkları yapmaktadır. Dana da Alice'e karşı boş değildir. Dana da Alice ve sevgilisi arasında sıkışmıştır. Carmen, Shane'den umduğunu bulamayınca Jenny ile çıkmaya başlar. Jenny, Shane ile aynı evi paylaşmaktadır. Jenny, üçüncü ev arkadaşları Mark'ın evin her yerine kameralar yerleştirdiğini ve Shane ile kendisinin hayatlarını film yapmaya çalıştığını fark eder. İzlediği kasetlerden birinde Carmen'in Shane'e hâlâ aşık olduğuna dair ipuçlarına rastlar. Üçüncü sezonda, bebekleri için bir arada yaşamaya devam etmelerine karşın Bette ve Tina’nın ilişkisi yeniden kötü gitmeye başlar. İşler Tina’nın bir erkekle romantik ilişkiye girmesiyle daha da çıkmaza girer. İkinci sezonda büyük bir aşkla bir araya gelen Dana ve Alice ayrılmıştır. Dana eski sevgilisine döner. Bu arada göğüs kanseri olduğu ortaya çıkar. Dana’nın ölümü arkadaş çevresinde büyük üzüntü yaratacaktır. İlk iki sezonun bunalımlı kızı Jenny kendine gelmiştir. Kitabının basılacağı haberi onu çok mutlu eder. Jenny, Moira (Max) adında, cinsiyet değiştirme ameliyatıyla erkek olmak isteyen bir kadınla çıkmaktadır. Carmen ve Shane evlenmeye karar verirler ancak Shane’in evlilik törenine gelmemesi Carmen’de büyük bir sarsıntı yaratır. İkinci sezonun kötü kadını Helena kendini sevdirmek ve kabul görmek için elinden geleni yapmaktadır. Bu arada kendisine karşı bir cinsel taciz davası açılır. Bu arada Bette, Tina'dan olan çocuğunu kaçırma kararı alır. Dördüncü sezon 7 Ocak 2007'de ABD'de gösterilmiştir.Dördüncü sezonda diziye; Oscar Ödülü sahibi Marlee Matlin, Altın Küre Ödülü sahibi Cybill Shepherd, Kristanna Loken ve Janina Gavankar katılmıştır. İlk sezonun sonunda diziden ayrılan Karina Lombard ise bu sezonda yeniden diziye dönmüştür.Dizide iki sezon oynayan Sarah Shahi ve üç sezon oynayan Erin Daniels ise diziden ayrılmıştır.Tina Bette'i ne kadar çok sevdiğini anlamıştır.Bette ise Columbia Üniversitesinde sanat bölümü dekanı olmuştur.Sağır Olan Jodi adlı kadın sanatçıya aşık olur. Tina içten içe kıskansa da Bette'e Jodi konusunda yardım edecektir. Beşinci sezonda Marlee Matlin, Cybill Shepherd ve Rose Rollins'in oynamıştır.Beşinci sezon da son iki sezon gibi 12 bölümden oluşmaktadır. Malaya Rivera Drew, Jenny Schecter'ın asistanı Adele olarak oyuncu kadrosuna dahil olmuştur. Helena hakkı olanı aldığı halde hırsızlıkla suçlanır ve hapse girer zor zamanlar geçirir bu süre içerisinde hüc
re arkadaşına aşık olur. Annesi gelip kefaletini öder hapisten çıkar. Sakladığı parayla hücre arkadaşını da hapisten çıkarır ve kaçarlar. Tina ise Jenny ile film çalışmalarına devam eder. Ama işler her iki taraf için de yolunda gitmez. Jenny yönetmenliğini üstlendiği filminin yıldızı Nikki ile beraber olur. Shane ise yine yapacağını yapar ve Paige ile tutmaya karar verdikleri evde emlakçıyla yatar. Paige intikamını Shane'in kaykay dükkanını yakarak alır. Shane şikayetçi olmak istemez. Bu sezonda Tina ve Bette aralarını düzeltmiş arkadaş kalmaya karar vermişlerdir. Bette Jodi ile ilişkisine devam eder. Tina ise Bette'i unutmaya çalışmakla meşguldür. Angelica için sık sık bir araya gelen Tina ve Bette için işler bazen zorlaşır. Tina ve Bette aralarındaki çekimin akımına kapılırlar. Göğüs kanseri için Pembe Pedallar adlı turnuva düzenlenir ve herkes katılır. Kamp alanında küçük bir oyun oynarlar. Bu oyun sonunda Jodi Bette'in kendisini Tina'yla aldattığını öğrenir. Herkes için üzücü bir durum yaşanır. Tina Alice ve Shane'e, Bette ise Kit'e birbirlerine olan aşklarını anlatır. Her ikisinin de hayatının aşkı olduğunu itiraf ettiği bir sahneyle karşımıza çıkarlar. Jenny asistanı Adale'ye çok fazla güvenir, öyle ki bu güven onu yönetmenlikten hatta kendi filminden eder. Sezon finalinde Shane, Nikki ile öpüşür, Jenny onları görür ve "Kalbimi Kırdın" kelimesini söyler. Acaba bunu Nikki'ye mi yoksa Shane'e mi söylemiştir. Jenny için işlerin kontrolden çıktığı bir sezondur. Tinanın canla başla çalıştığı filmin Negatifleri çalınır. Herkes Jenny'i suçlar ama Jenny bunu yapmadığını açık bir dille ifade eder. Herkes için işler çok zorlaşır. Altıncı sezon sekiz bölümden oluşmaktadır. Sezon ilginç bir sahneyle başlıyor ve başladığı sahneyle sona eriyor. Bu sezonda Jenny Shane'e aşık olduğunu fark eder. Ve ikisi beraber olurlar. Jenny, Shane üstünde fazla baskı kurmaya başlar. Shane bu baskıdan sıkılmaya başlar. Bir önceki sezonda çalınan filmin negatifleri bu sezon ortaya çıkar. Hırsız ise herkes için bir şok etkisi yaratacak biridir. Tina ve Bette mutludur. Bette'in üniversitedeyken aşık olduğu oda arkadaşı ikili arasında huzursuzluğa yol açsa da, Bette bu sefer Tinayı aldatmaz... The L Word'ün önemli bir parçası da "çizelge"dir. Dizide çizelgeye sıklıkla atıf yapılmaktadır. The L Word'ün, ilk başta Pam Grier tarafından canlandırılan Kit Porter karakteri etrafında dönmesi ve lezbiyen olacak olan Kit Porter karakterinin sırtında bu çizelgenin (dövmeyle işlenmiş şekilde) gösterilmesi öngörülüyordu. Kit Porter karakteri heteroseksüel bir karaktere dönüştürülünce, çizelge Alice karakterine verildi. Çizelge, L Word'un ana karakterlerinden Alice'in etrafındakilerin yaşadıkları ilişkileri açıklamak için kullanılır. Alice, çizelgeden, insanların kurdukları ilişkiler yoluyla birbirlerine bir şekilde bağlanabileceği teorisini ispatlamak için de yararlanmaktadır. (Örneğin Alice Bette ile birlikte olmuş, Bette Tina ile çıkmaya başlamıştır. Bu durum Alice'i Tina'ya bağlar) Hikayeye göre, Alice bu çizelgeyi önce bir peçete üzerinde çizmiş, daha sonra evinin duvarında asılı büyük bir beyaz tahtaya taşımış, aynı zamanda bilgisayarına da aktarmıştır. (Dizideki her karakterin bir şekilde her bir diğer karakterle birlikte olduğu gözönüne alındığında, çizelgeyi basit bir network şeklinde düşünmek imkânsızlaşmaktadır.) Hikayede, çizelgenin lezbiyen toplum içindeki popülaritesi, çizelgenin kamuya mal olmasını artmıştır. Birinci sezonun ikinci bölümünde (Let's Do It) Alice, "L.A. Magazine" isimli dergiye "çizelge" ile ilgili bir makale yazmayı dener. Derginin editörünü ikna edemeyen Alice çizelgeyi internette yayınlamaya karar verir. Bu çizelge, internetteki ziyaterçiler tarafından da geliştirilir. Dizinin birinci sezonunda, Lara'nın cinsel yönelimlerini belirlemek için de kullanılır. II. Sezonda "çizelge", Alice'in eski kız arkadaşı Gabby Deveaux'un, Alice'i KCRW isimli radyo istasyonunda bir program yaparak çizelgeyi konu başlığı yapmaya ikna etmesiyle büyük önem kazanır. Çizelge, programın yapımcısına gider ve yapımcı çizelgenin karmaşıklığından çok etkilenerek Alice'e çizelgeyi açıklaması ve konu hakkında kamuoyu tartışması yaratması için bir bölüm ayırır. Alice, daha sonra programda sürekli hale gelir. Anılan radyo programı önceleri fazla ilgi çekmezken, Alice ve çizelgesinin programa dahil edilmesiyle bir hite dönüşür. Alice'in bakış açısına göre çizelge, kendisi ve kendisinin diğer insanlara nasıl "bağlı" olduğunun bir göstergesidir. Kit Porter hariç dizideki tüm ana karakterler ilişkiler yoluyla Alice'e en fazla dört adımda bağlıdır. Birinci sezon onikinci bölümde (Locked Up) Alice 1.200 kişiye ilişkiler yoluyla bağlı olduğunu teyit eder. Dizi ilerledikçe çizelge de büyümektedir. Üçüncü sezonda çizelge marjinal bir hikâye örgüsüne de dönüşür: Bölümler, her bölümün başında bir kişiden bir diğerine uzanan bir çizgiyle başlar. Bölüm sonunda başka bir kişide bu çizgi biter ve bir sonraki bölümde kaldığı kişiden bir başkasına yönelerek devam eder. Dizinin ilgi çeken bir yönü bölüm adlarının her birinin "L" harfiyle başlamasıdır. Dizinin bölümlerinin tam listesi için lütfen The L Word dizisinin bölümleri sayfasına bakınız. Bahçelievler Bağcılar (anlam ayrımı) İlçe adları: Semt adları Köy adları: Biseksüellik Biseksüellik, hem erkek hem kadınlara yönelik romantik çekim, cinsel çekim veya cinsel davranış, ya da herhangi bir cins veya cinsiyet kimliğinden kişilere duyulan romantik veya cinsel çekim; bu ikinci görüş, bazen "panseksüellik" olarak da adlandırılır. "Biseksüellik" terimi, çoğunlukla hem kadınlara hem erkeklere yönelik romantik veya cinsel hisleri belirtmek için insan çekimi bağlamında kullanılır, ve heteroseksüel-homoseksüel sürekliliğin birer parçası olan karşıcinsellik (heteroseksüellik) ve eşcinsellikle beraber cinsel yönelimin üç ana sınıflandırmasından biridir. Bir biseksüel kimlik, her iki cinse eşit cinsel çekim hissetmek zorunda değildir; çoğunlukla bir cinse daha çok ilgi duyan kişiler de kendilerini biseksüel olarak tanımlar. Biseksüellik tarih boyunca çeşitli insan topluluklarında ve hayvanlar aleminde de gözlenmiştir. Ancak "biseksüellik" terimi, "hetero-" ve "homoseksüellik" gibi, 19. yüzyılda ortaya atıldı. Kendini algılama biseksüel kimliğin anahtarı olarak kabul edilmektedir. Her iki cinsiyetten kişilerle cinsel etkinlik içine giren biseksüel sayısı hayli fazla olsa da, bu kişilerin çoğu kendilerini biseksüel olarak tanımlamaz. Benzer şekilde, bazı insanlar da yalnızca bir cinsiyet ile cinsel ilişkiye girerler veya hiç cinsel ilişkiye girmezler, ancak yine de kendilerini biseksüel olarak tanımlarlar. Bir kimsenin biseksüel olup olmadığını saptamaya yarayacak bir davranışsal "test" yoktur. Ancak gey ve diğer cinsel yönelimdeki eşcinsellerin bir bireyin biseksüel veya heteroseksüel olmasını anlamasına yarayan gaydar kavramı vardır. Cinsel yönelimi biseksüel olan kimsenin aynı anda hem bir erkekle hem de bir kadınla cinsel olarak ilgili olması gerekmez. Bazı biseksüeller bu ya da diğer toplumsal cinsiyetle veya her ikisiylede cinsel ilişkiye girmemişlerdir. Heteroseksüeller, gey erkekler ile lezbiyenler için geçerli olduğu üzere, cinsel çekim her arzu edildiğinde davranılmasını gerektirmez. Yine heteroseksüeller ve gey kişiler gibi, pek çok biseksüel de cinsel olarak yalnızca bir eşle olmayı seçebilir; uzun-dönemli, monogram ilişkileri olabilir. Diğer biseksüeller, aynı-cinsiyetten eşlere, üç-taraflı ilişkilere veya farklı toplumsal cinsiyetlerden olan birkaç eşli ilişkilere izin veren serbest evlilikler yapabilirler. Biseksüel bireyin cinselliği ve cinsel yönelimi ile alakalı davranış ilkeleriyle, kendini ifade ediş işlevlerinden biri de cinsiyet kimliğidir. Yönelimi "biseksüellik" olan bireyin cinsel kimliği de biseksüeldir. Tarih boyunca biseksüel kimliğe ilişkin farklı yorumlar olmuş, bir takım kişiler yine eşcinsel genellemesine atıfla doğum öncesi hormonal etkiler nedeniyle veya doğum sırasında gerçekleşen etkiler nedeniyle heteroseksüel, eşcinsel veya "biseksüel" olarak doğulduğunu, bu kimliklerin içsel ve değiştirilemez olduğunu söylemişlerdir. Cinsel yönelim ailesel veya toplumsal değerlerle ya da bireyin hürriyeti ile uyumlu sosyal hakları noktasında bilinçli seçimi sonucunda yaşandığı ve bu faktörlerin birbirlerini etkilediklerine inanılır. Yine bazı hekimler biseksüelliğin tıpkı eşcinsellik gibi çoğunlukla zor ve acı dolu bir sürecin sonunda oluşan bir durum olduğunu söylemişlerdir. Biyolojik ve kültürel etmenler her kişi için farklı olduğundan, ister biseksüel, isterse gey, lezbiyen, heteroseksüel veya aseksüel olsun herkesin cinselliği kişiseldir. Bu anlamda cinsel kimliğin oluşması, oturması ve sağlamlaşması kişinin hayatı boyunca devam eden bir süreçtir. Eşcinsel hayat tarzından vazgeçip yeniden karşı cinsle birlikte olmaya başlayan veya eşcinsel hayat tarzı sürdürmekle birlikte gizli gizli kadınlarla birlikte olan erkekleri tanımlamak için kullanılan terimdir. İngilizce yesterday () ve gey kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. 2006 yılında İstanbul'da 393 eşcinsel ve biseksüel birey üzerinde Lambdaistanbul tarafından yapılan bir anket çalışmasına göre katılımcıların 212'si yani %54'ü biseksüelliğin doyumsuz olduğunu hiçbir zaman düşünmediklerini belirtirken, 45 kişi yani %11'i bunu geçmişte düşünmüş, 136 kişiye tekabül eden %35'i ise hala düşünmektedir. Aynı ankete katılanların %40'ı yani 158'i biseksüelliğin kararsızlık olduğunu hiç düşünmemişken %21'i yani 81 kişi bunu geçmişte düşünmüş, 154 kişiye tekabül eden %39'u ise hala düşünmektedir. Yine AİDS biseksüel topluluk üzerinde önemli etkiler yapmıştır. Biseksüel erkekler, AIDS'in geylerden heteroseksüel nüfusa geçmesinden sorumlu tuulan kişiler olarak zorbalık ve ayrımcılığa uğramıştır. Ancak, AIDS'i barındıran virüsün insanlara bulaşma riski cinsel yönelimle değil, kişinin sosyal davranışıyla ilgilidir. Çünkü virüsü taşıyan biseksüel veya heteroseksüel bireyin bir başka bireyle cinsel ilişkisinden virüs, bir
diğer bireye geçmektedir. bedensel sıvıların; sperm, kan ve vajinal sıvının bulaşmasını içeren ilişkiler tehlikeli kabul edilmekte, biseksüeller, araştırma ve eğitim arttırılması, daha iyi bakım ve AIDS'li ile AIDS riski taşıyan kişilere karşı yapılan ayrımcılığın sona erdirilmesi talepleri çevresindeki AIDS'e karşı savaşımları çabasında, gey kişiler ve diğer etkilenen gruplarla bir araya gelmektedirler. Cinsellik hakkındaki çoğu çalışmanın heteroseksüellik veya eşcinsellik üstüne yoğunlaşması ve biseksüellik üzerine çok az çalışma yapılması nedeniyle ne kadar yaygın olduğu kesin olarak bilinmemekte, Alfred Kinsey tarafından 1940-1950'lerde yapılan araştırma, cinsel etkinlikleri ve ilgilerine dayanarak, kadınların %15-25 ve erkeklerinse %33-46 kadarının biseksüel olabileceğini ortaya koymuş, basmakalıp bir biseksüel görünüş veya davranış biçimi olmadığı için, biseksüellerin genellikle ya heteroseksüel ya da eşcinsel oldukları varsayılmıştır. Yine Kinsey toplumda heteroseksüel yaşantıya sahip evli erkeklerin, erkeklerle de cinsel ilişki kurduklarını söylemiş, 1940'lı yıllara ait bir yazısında; Tıpkı diğer eşcinsellere olduğu gibi heteroseksist toplumlarda biseksüellere de cinsel kimlik ve yöneliminden dolayı şiddet ve ayrımcılık uygulanmaktadır. Zaman zaman basın-yayın ve medyada da bu ayrımcılıklar gerek üslup gerekse görsel olarak gözlemlenebilmektedir. LGBT bireylere yapılan homofobinin biseksüllere yapılan ayrımcılık hususunda; bir koluda sık kullanılmasa da bifobi olarak adlandırılmaktır. Boeing Boeing (The Boeing Company), dünyanın en büyük sivil ve askeri uçak ve helikopter üreticilerinden bir tanesidir. William Edward Boeing tarafından 1916 yılında ABD'nin Washington eyaletinde kurulmuştur. Uluslararası Merkezi Chicago, Illinois'dedir. Ticari uçakların yanı sıra askeri uçaklar da üretmektedir. Havacılık ve savunma alanında ise 2011 yılındaki kazancı dikkate alındığında Lockheed Martin'in ardından dünyadaki en büyük ikinci şirkettir. IBM IBM (International Business Machines; "Uluslararası İş Makineleri"), merkezi Armonk, New York, ABD'de olan, dünyanın en büyük bilişim teknolojisi şirketidir. 410.000'i aşkın çalışanı ile 170'ten fazla ülkede faaliyet göstermektedir. Faaliyet gösterdiği alanlar arasında bilgisayar ve donanım üretimi, yazılım, servis hizmetleri, sunucu servisleri ve AR-GE bulunmaktadır. Dünyada her yıl en fazla yeni patent alan şirket durumundadır. Kart delici makinelerin bulucusu Herman Hollerith'in patentlerini işlemek ve geliştirmek üzere Thomas J. Watson tarafından 1911 yılında kuruldu. Kısa zamanda iş hacmini büyüterek kendi alanında ABD ve dünyanın en önde gelen şirketlerinden biri durumuna geldi. Çeşitli sektörlerden farklı büyüklükteki kurumlara, donanım, yazılım ve hizmet çözümleri sunan firma, 100 yıllık tarihi boyunca devrim niteliğindeki birçok buluşa imzasını atmıştır. Interbrand'ın "2010 yılı Dünya'nın en değerli markaları" listesinde 2. sırada yer almaktadır. 2010 faaliyet raporuna göre IBM'in dünya çapındaki geliri 99,870 milyar USD, net karı ise 14,833 milyar USD'dir. Amerika'da yayınlanan Jeopardy yarışmasını arka arkaya 74 kez kazanan Ken Jennings ile yarışmadan 3,3 milyon Dolar kazanarak bir rekora imza atan Brad Rutter IBM'in "Watson" isimli bilgisayarına karşı yarıştı. 14 Şubat'ta gerçekleşen yarışmanın ilk gününde Watson sorulan 30 sorudan 25'ine doğru cevap vererek 35.734 dolar kazandı. Yarışmanın son günü, Watson diğer yarışmacıları geride bırakıp 77.147 dolar ile yarışmayı bitirirken Jennings 24.000 Dolar, Rutter ise 21.600 Dolar ile tamamlayabildiler. Böylece Watson, insan dilini anlayarak günlük dilde kullanılan sözdiziminin anlamını çözen ilk bilgisayar olarak kayıtlara geçti. Daha önce yine IBM'in "Deep Blue" adlı bilgisayarı dünya satranç şampiyonu Gary Kasparov'u yenmişti. 1938 yılında Türkiye'de faaliyet göstermeye başlamıştır. Yazılım, donanım, teknoloji ve iş danışmanlığı hizmetleri alanında faaliyet göstermektedir. IBM Türkiye'de bulunduğu 73 yıl süresince birçok yeniliği ülkemize getirmiştir. Günümüzde de sadece üstün teknolojili ürünleri ve yüksek hizmet kalitesiyle değil aynı zamanda sosyal sorumluluk ve üniversitelere destek olan projeleriyle Türkiye'ye olan katkısını sürdürmektedir. IBM'in Türkiye'deki 70 yılı aşan tarihinde öne çıkan bazı dönüm noktaları : 1935 · IBM tek kişilik bir temsilcilikle Türkiye'deki faaliyetlerine başladı. · İlk IBM 405 alfabetik muhasebe makinesi Ziraat Bankası tarafından satın alındı. 1938 · IBM Türk, Ankara'da Watson Business Machines Türk Limited Şirketi unvanı ile kuruldu. 1944 · IBM Türk, bugünkü ismini aldı. 1960 · Türkiye'nin ilk bilgisayarı IBM 650, Karayolları Umum Müdürlüğü tarafından satın alındı. · Karayollarında Türkiye'nin ilk bilişim merkezi "IBM Merkezi" ismiyle açıldı. 1962 · Türkiye'deki çalışmalar, IBM'in dergisi IBM World Trade News'e kapak konusu oldu. · Türkiye'nin ilk kadın sistem uzmanı Ayla Taşpınar IBM Türk'te çalışmaya başladı. · IBM'in genel merkezi Ankara'dan İstanbul'a taşındı. 1963 · Üniversitelerdeki ilk bilgisayar IBM 1620 İTÜ Taşkışla kampüsüne kuruldu. · Bankacılık sektöründeki ilk bilgisayar IBM 1401 Başak Sigorta'nın binasına kuruldu. 1966 · Özel sanayi sektöründeki ilk bilgisayar IBM 1401 Citra'nın binasına kuruldu. 1971 · Türkiye'de ve Avrupa'da tireleme sorunlarının aşıldığı ilk bilgisayar uygulamalı telefon rehberi olan İstanbul Telefon Rehberi, IBM makineleri yardımıyla hazırlandı. 1973 · IBM Bilgi Sistemleri Merkezi Ankara'da açıldı. 1983 · IBM, Türkiye'de ilk kez servis büro hizmetini uygulamaya başladı. · IBM PC'ler Türkiye'de satışa sunuldu. İlk yıl içinde satılan toplam 800'e yakın PC'nin 670 adeti IBM markasını taşıdı. 1987 · IBM'in National Language Support Team isimli özel çalışma grubuna IBM Türk çalışanı Yılmaz Akyol da dahil edildi. Kendisi bu grupta bulunan dört kişiden biri oldu. 1988 · IBM Türk 50. kuruluş yıldönümünü kutladı. 1995 · IBM Türk, İzmir'de Olağanüstü Durum Merkezi'ni hizmete soktu. 1998 · IBM, Çatalhöyük kazılarını destekledi. 2004 · IBM Türk, İstanbul ve Ankara'da Linux Merkezlerini açtı. 2007 · Üniversitelerle akademik ve araştrma konularında iş birliği oluşturmak üzere dünyadaki 20. merkez olan IBM İleri Araştırmalar Merkezi – İstanbul (CAS-İstanbul) kuruldu. · IBM İleri Araştırmalar Merkezi - İstanbul bünyesinde Bilgi Üniversitesi – IBM Açık Kaynak Yazılım ve Linux Merkezi kuruldu. · Yazılım Akademisi 2008 isimli üniversitelere yönelik programın ilk dersleri verilmeye başlandı. 2008 · IBM, Türkiye'deki 70. yılını kutladı. · IBM İleri Araştırmalar Merkezi - İstanbul bünyesinde Koç Üniversitesi – IBM Tedarik Zinciri İleri Araştırmalar Merkezi kuruldu. · Bahçeşehir Üniversitesi ile birlikte Bilgi Teknolojileri Hizmet Bilimi Yüksek Lisans Programı başlatıldı. · IBM İnovasyon Merkezi (Innovation Center) İstanbul'da açıldı. · IBM, kurumsal sosyal sorumluluk programı KidSmart'ı Türkiye'de başlattı. · IBM'in en önemli etkinliği Business Leadership Forum İstanbul'da gerçekleştirildi. · IBM İleri Araştırmalar Merkezi - İstanbul bünyesinde Yakın Doğu Üniversitesi – IBM Yüksek Başarımlı Hesaplama (HPC) Merkezi kuruldu. 2010 · IBM İleri Araştırmalar Merkezi - İstanbul bünyesinde ODTÜ – IBM Akıllı Toplum Güvenliği Araştırma Laboratuvarı kuruldu. · Kurumsal Hizmet Gücü projesi Özel Sektör Gönüllüler Derneği (ÖSGD) tarafından En Başarılı Gönüllülük Projesi kategorisinde ödüle layık görüldü. IBM, kurumsal sosyal sorumluluk etkinlikleri kapsamında eğitim, toplum, ekonomik ve sosyal kalkınma, sağlık, okur yazarlık, çevre, dil ve kültür gibi belirli toplumsal sorunlara yönelik girişimler geliştirmektedir. Türkiye'de de bu çerçevede aşağıdaki programlar yürütülmektedir. Kurumsal Hizmet Gücü programı ile her yıl, kritik önem taşıyan yerel projelerde devlet kurumları, kâr amaçlı olmayan kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri birlikte çalışmaktadır. Bu program kapsamında, 2008 yılında Gana, Romanya, Tanzanya, Filipinler ve Vietnam gibi gelişmekte olan ülkelerde su kalitesine, felaketlere karşı hazırlığa yönelik projeler gerçekleştirmiştir. 2009 yılından itibaren Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerde projeler yürütülmeye başlanmıştır. 2009 yılında Mersin'de, 2010 yılında Gaziantep ve Malatya'da IBM ekipleri çeşitli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalar Özel Sektör Gönüllüleri Derneği tarafından "2010 Yılı En Başarılı Gönüllülük Projesi" seçilmiştir. Bu program ile IBM, Türkiye genelinde 10.000 anaokulu öğrencisine ulaşmaktadır. Programın amacı,okul öncesi dönemdeki çocukların yeni teknolojiler hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak; kültürel, sosyal veya fiziksel farklılıklarına bakılmaksızın, tüm çocuklara bilgi teknolojilerine erişim olanağı sağlamaktır. Özellikle yoksul yörelerdeki okullarda kurulan üniteler sayesinde, çocuklara bilgi ve iletişim teknolojilerini öğrenme konusunda avantaj sağlamaktadır. Program Türkiye'de Türkçe olarak sunulmakta ve gelecek senelerde kapsamının genişletilmesi planlanmaktadır. Bu doğrultuda şimdiye kadar 22 şehre 28 ünite verildi. 2011'de 125 ünite verilecek KidSmart programının yaygınlaştırılmasına devam edilmektedir. IBM'in web tabanlı okur yazarlık programıdır ve benzersiz bir ses tanıma teknolojisi kullanarak yetişkinler ile çocukların okur yazarlık becerisi kazanmasına veya bu beceriyi geliştirmesine yardımcı olmaktadır. IBM Araştırmacıları tarafından, bu teknolojinin okumayı öğrenen bireylere etkin ve kolay bir şekilde destek olunmasını sağlamak için IBM ortağı okullar ve kâr amaçlı olmayan kuruluşlarla birlikte geliştirilmiştir. Türkiye'de 2009 yılından itibaren Reading Companion programı İstanbul'daki belirli meslek liselerinde uygulanmaya başlanmıştır. 2010 yılında Avrupa Birliği fonlarıyla desteklenen ve Maltepe Kız Teknik ve Meslek Lisesi, Karabük Belediyesi ve IBM Türk'ün öncülük ettiği European Glossary for Vocational Education and Training projesi başlatılmıştır. Türkiye'nin öncülük ettiği bu projeye, İngiltere, Portekiz, İtalya, Romanya, Fransa, Polo
nya ve Litvanya da bulunan okullar katılmaktadır. Boş durumdaki bilgisayarların sahip olduğu işlem gücünden yararlanarak karmaşık biyolojik, çevresel ve sağlıkla ilgili kritik araştırmalar kapsamındaki belirli hesaplamaların gerçekleştirilmesinde grid computing teknolojisinden yararlanılmaktadır. Dünyanın her yanından gönüllüler, bilgisayarlarının açık ancak kullanımda olmadığı süre zarfında sahip olduğu bilgi işlem gücünü bağışlamaktadır ve World Community Grid, bu güçten yararlanarak gelecek vadeden insani araştırma projelerinde ilerleme kaydedilmesine yardımcı olmaktadır. IBM, üniversite öğrencilerinin bilgi birikimlerini arttırmaya yönelik yarışmalar düzenlemektedir. Bu yarışmaların başlıcaları: Cell University Challenge ve IBM Yazılım Akademisi. Katılanların eğitimlerle birlikte gerçek iş projeleri üzerinde çalıştıkları Yazılım Akademisi sonunda dereceye giren takımlar, IBM Zürih Laboratuvarı'na gitme imkanı bulmaktadır. Ayrıca dereceye giren ilk 10 takıma çeşitli ödüller verilip ve katılanlara IBM'de staj yapma, çalışma imkanı sunulmaktadır. "IBM Student Opportunity System", IBM profesyonel sertika sahibi ya da IBM ve Açık Kaynak teknolojisi üzerine teknik beceriye sahip yetenekli öğrencilerin özgeçmişlerinden oluşan bir veritabanıdır. IBM'in İstanbul ile birlikte sayısı dünya genelinde 20'nin üzerindeki İleri Araştırma Merkezleri, araştırma çevreleri ve IBM arasındaki bağları güçlendirmek ve bilgi akışını sağlamak amacıyla kurulan merkezler akademik kurumları, şirketleri ve IBM araştırma birimlerini farklı projelerde bir araya getirmektedir. IBM, İleri Araştırmalar Merkezlerinde yürütülen projelere, 3.000 üzerinde bilim insanı görev yaptığı 8 araştırma laboratuvarını bilgi birikimiyle destek olmaktadır. İstanbul Bilgi Üniversitesi ile gerçekleştirilen iş birliği sonucunda kurulan merkezde, hizmet bilimi ve inovasyon ile iş performanslarının geliştirilmesi, yaşam, sağlık ve çevre koşullarının sürekli iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. İstanbul Bilgi Üniversitesi Doladere Kampüsü'de yer alan merkezde IBM Intel tabanlı Sistem x ve Power 5 tabanlı Sistem p sunucular, Intel tabanlı Intellistation grafik yoğun iş istasyonu, Intel tabanlı Lenovo PC ve Laptop bulunuyor. Merkezin altyapısında 6 node'luk bir cluster ortamıyla, Power5 işlemci doğal sanallatırılabilir yeni nesil Open Power sunucu kullanılıyor. Ayrıca Fiber network bağlantılı IBM Total Storage ürünü ile SAN depolama ortamı bulunuyor. Koç Üniversitesi, IBM'in her yıl, bilimsel araştırmaları desteklemek için dünya genelinde sınırlı sayıda verdiği Araştırma Destek Ödülü'nü (IBM Shared University Research Award) kazanarak bu ödülü alan ilk ve tek Türk üniversitesi oldu. IBM, ödül programı kapsamında Koç Üniversitesi'ne, Sistem x sunucuları ve Intellisation iş istasyonları ile Websphere Business Modeler ve Websphere Process Server yazılımları, bu ürünlerle ilgili teknik eğitim ve destek hizmetleri sağladı. Ayrıca Mühendislik Fakültesi'nde "Tedarik Zinciri Araştırma Merkezi" açıldı Bu merkezde açık kaynak, Linux, SOA, IBM arakatman yazılımları ve bunların uygulanabilirliği konusunda çalışmalar yürütülmektedir. Linux ve açık kaynak dönüştürme (porting) ve belli iş problemlerini çözecek şekilde uygulamalar geliştirilmektedir. IBM ve ODTÜ iş birliği ile gerçekleştirilen Akıllı Kamu Güvenliği Laboratuvarı 9 Aralık 2010 tarihinde düzenlenen imza töreniyle açıldı.. ODTÜ kampüsünde yer alan laboratuvarda kamu güvenliğini iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapılacak. Suç önleme ve acil durumlara yanıt vermek amaçlı akıllı sistemlerin sunulması için çözüm, ileri araştırmalar, ve prototip geliştirilmesi konularında çalışacak olan Akıllı Kamu Güvenliği Laboratuvarı'nda IBM ve ODTÜ'nün ortak araştırma çalışmalarının sonuçları hayata geçirilecek. Ayrıca sonuçların uygulanabilirliği ve ölçeklenebilirliği de test edilecek. Laboratuvarda araştırma ve hizmetler bütünleştirilerek yenilikçi yaklaşımlar ve çözümler oluşturulacak. Yakın Doğu Üniversitesi, IBM ortaklığı ile YDÜ Teknoparkı'nın temeli, araştırma-geliştirme ve inovasyon aktivitelerinin güç merkezi olan "YDÜ-IBM İnovasyon Merkezi"ni kurmuştur. Bu yapı içerisinde içinde yeralacak olan "YDÜ İnovasyon Merkezi"ndeki süper bilgisayarların ilki 1,280 çekirdeklidir. Dörder çekirdekli Intel işlemcinin kullanıldığı süper bilgisayarın, saniyede 12 trilyon işlem yapabilme kapasitesine sahip olacağı hesaplanmaktadır. İkinci süper bilgisayar ise IBM'in yeni geliştirdiği Cell teknolojisi işlemcilerinden oluşmaktadır. "Süper Bilgisayar"lar, iklim değişikliklerinin araştırılması, deprem simülasyonları, savunma araştırmaları, uzay araştırmaları, yüksek fizik enerjisi, geniş uygulama spektrumlu yeni nano ve bioteknoloji ürünlerinin buluş ve tasarımında, disiplinlerarası ve üstü araştırmalarda, bilgi yönetiminde, temel bilimlerde, yaşam bilimleri olan tıp, eczacılık, mikrobiyoloji ve genetik gibi alanlarda bilimsel araştırmalar için büyük önem taşımaktadır. WiMAX WiMAX ("İngilizce'den" Worldwide Interoperability for Microwave Access), IEEE 802.16 standartlarını kullanan aygıtlar için bir sertifika işaretidir. IEEE 802.16, IEEE 802'nin 16 nolu kolu olup kablosuz hızlı internet erişimi için öngörülmüştür. Verici antenden yaklaşık 50 km mesafeye kadar bir etki alanı ve 75 Mbps indirme hızı olması planlanan bir çeşit kablosuz bağlantı sistemidir. 802.16 olarak da bilinen "WiMAX teknolojisinin" 2006 yılında piyasaya tam olarak yayılması ve kablo veya DSL internet bağlantılarına bir alternatif olması beklenmektedir. WiMAX uyumlu yongaların Intel tarafından 2007 ortalarında yaygınlaştırılması beklenmektedir. Günümüzde, ABD'de TowerStream veya SpeakEasy gibi şirketler isteyen şirketlere yüzlerce megabitlik kablosuz erişim için WiMAX teknolojisini kullanmaktadır. Buna ek olarak, Winipeg Üniversitesi (Kanada) veya Dalian ve Chengdu gibi Çin şirketleri de WiMAX hizmeti vermeye başlamıştır. Şimdilik, WiMAX kullanıcılara değil şirketlere yönelik bir teknolojidir. Avrupa Birliği genelinde WiMAX yayını için frekans bandı ayrılması Fransa ve Finlandiya tarafından engellenmiştir. Özellikle Telekom'a bağlı TTNet'in kablolu erişim altyapısı açısından Türkiye'deki internet erişiminin belkemiği, diğer bir açıdan sektörün en büyüğü oldugunu düşünürsek GSM operatörleri açısında 4G lisansı ile WiMAX bant genişliği özel şirketlerinde kullanabilmesi piyasadaki liderliğinin bir son bulması anlamına gelmektedir, ama henüz lisans ihalesi yapılmadığı ve kimin alacağı da belli olmadığı için GSM'cilerin fazla beklenti içine girmemesi gerekir. Özellikle internet erşiminin sabit telefon veya sabit fiziksel donanım (fiziki kablo döşeme)olarak altyapı hizmeti üzerinde bir noktada tekel olmuş operatörlerin sunduğu hizmet bedeli anlayışı aylık bakım gereksinimlerini ve bu iş için kablo temelli donanım güncelleme ve bu işi yapan işçi personelin maliyet ücreti her ay düzenli bir şekilde bu alt yapıyı kullanan vatandaşlardan talep edilmektedir. WiMAX'ın gelmesi öncelikle fiziksel altyapı gereksinimi olamamasından ötürü vatandaşlara altyapı maliyetlerinin düşmesi olarak yansıyacaktır. Özellikle fiziksel altyapı gerektiren kablo ve kablolama işçiliği ve personel maliyetlerini ortadan kaldıracağı içindir. WiMAX internet erişimine açık cep pc ve wimax uyumlu cep telefonu sayesinde kullanıcılar skype ve benzeri internet üzerinde konuşmaya olanak sağlayan yazılımlar sayesinde internet + telefon konuşma ücretlerinde çok ciddi fiyat düşüşlerine kavuşabileceklerdir. Acer firmasının "Aspire One" notebook'unun WiMAX altypısı vardır. Özellikle sınırlara yakın ucra köşelerde güneş ve rüzgar enerjisiyle bağımsız çalışan güvenlik izleme kameralarında gömülü olarak İsrail'de kullanılmaktadır. Opus Dei Opus Dei, (Latince: "Tanrının eseri"); 2 Ekim 1928'de Madrid’te sıradan bir papaz olan Jose Maria Escriva de Balaguery Albas tarafından kurulan, katolik bir örgüt. Tam adı " Sociedad de la Santa Cruz de Opus Dei" dir. Latince "Tanrının Yapıtı" manasındadır. 1950 yılında papalık tarafından resmen onaylanmıştır. Papalık, güçlü anti-komünist misyonu nedeniyle açık destek verdiği "Opus Dei"nin statüsünü 1982'de yükselterek, örgüt önderine, tarikat başkanlarına mahsus "piskopos" unvanını bahşetti (Devlet, Ocak, Dergah, Tanıl Bora-Kemal Can, s.135-136/ alıntı: Suat Parlar, Silahlı Bürokrasinin Ekonomi Politiği, s. 230) Opus Dei, İspanyol asıllıdır ve sadece 85 yıllık bir örgüttür. Katolikliğe sadık Laik iş ve meslek sahiplerini bir araya getirerek Papa’ya Vatikan dışında destek olacak varlıklı ve iyi eğitim görmüş elit bir kadroyu oluşturmak amacı ile kurulan ama günümüzde Vatikan’da en etkili olan Laik kurumdur. Gizli bir örgüt olan Opus Dei’nin tüm üyeleri meslek sahibi Katoliklerden oluşmakta, her ülkede örgütten sorumlu bir Kardinal bulunmaktadır. Onlara göre Papa'nın kimliği, Kilise'nin de, Papalık Makamı’nın da üstündedir. Papa, Tanrı-Krallığı’nın kutsal önderidir. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen kişi de elbette "Olağanüstü" bir kişidir. Bu nedenle Opus Dei, böylesine olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti’ni yüceltir ve Kilise’yi ikinci planda görür. Opus Dei ile ilgili pek çok tartışma yaşanmış ve olumsuz görüşler dile getirilmiş buna rağmen örgüt herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu görüşlerden bazıları şunlardır: İsviçreli parlamenter ve toplum bilimci Jean Ziegler; Opus Dei kendisiyle terörizm kadar mücadele edilmesi gereken, gizli çalışan aşırı sağcı bir harekettir. İngiliz araştırmacı Michael Walsh; "Bu örgüte Opus Dei (Tanrının işi) değil Actopus Dei (Tanrının ahtapotu) denilmelidir." 2.8 milyar dolar serveti,600 medya aracı bulunmaktadır; 15 üniversitesi, 97 teknik okulu, 36 ilköğretim okulu olan Opus Dei Tarikatı son olarak karikatür krizi ile gündeme geldi. Tarikata bağlı 'Studi cattolici' dergisi Muhammed'i cehennemde tasvir eden bir karikatür yayınlayarak dinlerarası diyalog girişimine ağır bir darbe vurdu. Tarikat dünya siyasetinde de varlık gösterir. İngiltere Millî Eğitim Bakanı, Pol
onya hükümetinde görev yapan 3 bakan, Perulu 2 bakan, ABD Anayasa Mahkemesi'nin 2 yargıcı, Amerikan Kongresi'nin onlarca üyesi, eski FBI Başkanı Louis Freeh ve Fox televizyonunun yorumcusu Robert Novak; Opus Dei müridi olduğunu gizlemiyor.ABD'de kürtaj, eşcinsel evlilikleri ve kök hücre çalışmaları konusunda yönetimin muhafazakar tutum göstermesinin ardında Opus Dei'nin yattığı vurgulanıyor. Opus Dei tarikatı Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi kitabının sayfalarında ölümsüzleştirilmiş ve sağ kanat politik gündemini belirlemekle suçlanmıştır. Opus Dei, hakkında çok fazla konuşulan fakat günümüz dinsel toplulukları içinde hakkında en az şey bilinen örgüttür. Hangi Seks Hangi Seks, Attilâ İlhan'ın deneme kitabı. Erkek/kadın ve Kadın/erkek olmak üzere iki bölümden oluşan kitap,başta eşcinsellik olmak üzere dünyadaki ve Türkiye'deki cinsel eğilimleri irdelemektedir. Nanoteknoloji Nanoteknoloji, maddenin atomik, moleküler ayrıca supramoleküler seviyede kontrolüdür. Nanoteknolojinin ayrıca bugün moleküler nanoteknoloji olarak bahsedilen en eski ve yaygın tanımı, tam olarak ‘makroölçek ürünlerinin imalatı için atomların ve moleküllerin kontrolünün belirli bir amacını ifade etmektedir. Nanoteknolojinin daha genel tanımı sonradan National Nanotechnology Initiative tarafından yapılmıştır. National Nanotechnology Initiative, nanoteknolijiyi ‘en az bir boyutunun büyüklüğü 1’den 100 nanometreye kadar olan maddenin kontrolü’ olarak tanımlar. Bu tanım şu gerçeği gösteriyor ki; kuantum mekaniği etkileri bu kuantum-alan ölçeğinde önemlidir. Bu yüzden tanım belirli bir teknolojik amaçtan çok, verilen büyüklük sınırının altında oluşan maddenin özel niteliklerini ele alan tüm teknoloji ve araştırma türlerini kapsayan bir araştırma kategorisine dönüştü. Bu yüzden “nanoteknolojileri”nin ve “nanoölçek teknolojileri”nin çoğul formunun ‘ortak özelliği büyüklük olan geniş bir dizi araştırma ve uygulamaları ifade ettiğine sıkça rastlanır. Potansiyel uygulamaların (endüstriyel ve askeri dahil) çeşitliliği yüzünden devletler nanoteknoloji araştırmaları için milyarlarca dolar yatırım yaptı. National Nanotechnology Initiative dolayısıyla ABD 3.7 milyar dolar yatırım yaptı. Avrupa Birliği 1,2 milyar dolar ve Japonya 750 milyon dolar yatırım yaptı. Nanoteknoloji büyüklükle tanımlandığı için yer bilimi, organik kimya, moleküler biyoloji, yarı iletken fiziği, mikro fabrikasyon gibi bilim alanlarını içerir ve doğal olarak çok geniştir. İlgili araştırma ve uygulamalar da aynı şekilde çeşitlidirler. Atomik olmayan aygıt fiziğinin uzantılarından temelleri moleküler kendinden montaj olan tamamen yeni yaklaşımlara, nanoölçekteki boyutlarıyla yeni materyaller geliştirmekten atomik ölçekteki maddenin direkt kontrolüne kadar çeşitlilik gösterirler. Bugünlerde bilim adamları nanoteknolojinin olası sonuçları üzerinde tartışıyorlar. Nanoteknoloji ilaç, elektronik, biyomalzeme ve enerji üretiminde olduğu gibi geniş uygulama yelpazesiyle birçok araç ve madde yaratabilir. Diğer yandan, nanoteknoloji her yeni teknolojinin yarattığı sorunların çoğunu yaratabilir; bunlara zehirlilik, nanomaddelerin çevresel etkisi ve bunların küresel ekonomiye olası etkisi ve çeşitli kıyamet günü senaryoları şüpheleri gibi kaygılar örnek verilebilir. Bu kaygılar savunma grupları ve hükümet arasında nanoteknoloji için özel bir düzenlemenin garanti olup olmadığı konusunda tartışmaya neden oldu. Nanoteknolojiyi besleyen ilk kavramlar, ünlü fizikçi Richard Feynman tarafından atomların direkt kontrolü aracılığıyla bir sentezin olasılığından bahsettiği konuşması "There's Plenty of Room at the Bottom" sırasında tartışılmıştır. “Nanoteknoloji” terimi ilk kez 1974’te Norio Taniguchi tarafından kullanılmıştır. Yine de çok bilinmiyordu. Feyman’ın kavramlarından etkilenen K. Eric Drexler, “nanoteknoloji” terimini bağımsız olarak 1986’da kitabı Engines of Creation: The Coming Era of Nanotechnology’de kullanmıştır. Bu kitap, hem kendinin hem diğer kestirilmiş karmaşıklık maddelerinin atomik kontrol ile bir kopyasını oluşturabilecek nano-ölçek çevirici fikrini öne sürmüştür. Drexler ayrıca 1986’da nanoteknoloji kavramları ve sonuçları hakkında toplum bilinci oluşturmak için The Foresight Institute (Öngörü Enstitüsü) ‘nü kurmuştur. Bu şekilde, 1980lerde nanoteknolojinin bilim dalı olarak ortaya çıkması, teorik ve kamu işlerinin birleşmesiyle olmuştur. Bu birleşim, nanoteknoloji için ve maddenin atomik kontrolüne biraz daha dikkat çeken yüksek görünürlüklü deneysel gelişmeler için kavramsal bir çerçeve geliştirmiş ve yaygınlaştırmıştır. Örneğin; 1981’de tarama tünelleme mikroskobunun icadı atom ve bağların daha önce yapılandan farklı bir şekilde görüntülenmesini sağlamıştır, ve 1989’da atomların kontrolünde başarılı bir şekilde kullanılmıştır. IBM Zurich Research Laboratory’da mikroskobu geliştiren Gerd Binnig ve Heinrich Rohrer 1986’da Fizik dalında Nobel Ödülü aldı. Ayrıca Binnig, Quate ve Gerber o yıl analog atomsal kuvvet mikroskobunu bulmuştur. Fulerinler 1985’te birlikte Kimya dalında Nobel Ödülü kazanan Harry Kroto, Richard Smalley, ve Robert Curl tarafından keşfedilmiştir. C60 ilk başta nanoteknoloji olarak tanımlanmamıştır; bu terim, nano-ölçek elektroniği ve araçları için olası uygulamalar öneren ilgili grafen tüpleri (karbon nanotüpleri veya Bucky tüpleri) ile daha sonraki çalışmaya ilişkin kullanılmıştır. 2000'li yılların başında, biriken alan hem anlaşmazlığa hem ilerlemeye sebep olan bilimsel, siyasi ve ticari dikkati arttırdı. Anlaşmazlıklar, Royal Society’nin nanoteknoloji hakkındaki raporu tarafından ispat edilen nanoteknoloji tanımları ve olası sonuçlarına ilişkin ortaya çıkmıştır. Moleküler nanoteknoloji taraftarları tarafından planlanan uygulamaların uygulanılabilirliğine ilişkin karşı görüşler ortaya atıldı. Bu tartışmalar 2001 ve 2003 yılında Drexler ve Smalley arasında bir kamu tartışmasında doruk noktasına ulaşmıştır. Bu sırada, nano-ölçek teknolojilerindeki gelişmelere dayanan ürünlerin ticarileşmesi başladı. Bu ürünler nanomateryallerin dökme uygulamalarıyla sınırlıdır ve maddenin atomik kontrolünü içermemektedir. Bazı örnekler; gümüş nanoparçacıkların anti-bakteriyel bir madde ve nanoparçacık temelli şeffaf güneş kremleri olarak kullanılması, ve karbon nanotüplerin leke tutmaz tekstil ürünleri için kullanılması için Gümüş Nano platformu içermektedir. Devletler, ABD’ de nanoteknolojinin büyüklüğe dayalı tanımını formülize eden ve nano-ölçek araştırmaları üzerine fon kuran National Nanotechnology Initiative ile başlayarak nanoteknoloji araştırmalarını desteklemeye ve finanse etmeye başladılar. 2000'li yılların ortalarına doğru yeni ve bilimsel ilgi gelişmeye başladı. Maddenin atomik hassas kontrolü üzerine odaklanan, ayrıca var olan ve tasarlanmış kapasiteler, amaçlar ve uygulamaları tartışan nanoteknoloji yol haritaları üretmek için projeler ortaya çıktı. Nanoteknoloji, fonksiyonel sistemlerin moleküler ölçekte mühendisliğidir. Bu, güncel çalışmayı ve daha gelişmiş kavramları içerir. Orijinal anlamıyla nanoteknoloji, bugün tam ve yüksek performanslı ürünler yapmak için geliştirilen araçlar ve teknikleri kullanarak maddeleri aşağıdan yukarıya oluşturmada tahmini gücü ifade eder. Bir nanometre (nm), metrenin milyarda biri, ya da 10-9 katıdır. Tipik karbon-karbon bağ uzunluğu, ya da bir moleküldeki atomların arasındaki boşluk 0.12–0.15 nm arasında değişiklik gösterir, ve bir DNA çift sarmalı yaklaşık 2 nm çapa sahiptir. Diğer yandan, en küçük hücresel yaşam formları, Mikoplazma familyasının bakterileri, yaklaşık 200 nm uzunluğundadır. Genel kabul ile, ABD’deki National Nanotechnology Initiative tarafından kullanılan tanımın ardınca nanoteknoloji 1’den 100’e ölçü aralığı olarak alınmaktadır. Daha düşük limit atomların boyutu tarafından belirlenmektedir (hidrojen, yaklaşık bir nm çapın çeyreği kadar olan en küçük atomlara sahiptir.) çünkü nanoteknoloji aygıtlarını atom ve moleküllerden inşa etmek zorundadır. Üst limit aşağı yukarı rastlantısal ama yaklaşık olarak daha geniş yapılarda gözlemlenmeyen olayların belirgin hale gelmeye başladığı ve nano aygıtta yararlanılabildiği boyuttur. Bu yeni olaylar, nanoteknolojiyi eşdeğer makroskobik aygıtın sadece küçültülmüş versiyonları olan aygıtlardan farklı kılar. Böyle aygıtlar daha büyük ölçektedir ve mikroteknoloji tanımı altındadır. Bu ölçeği başka bir bağlama koyarsak, bir nanometrenin boyutunun bir metreye oranı bir bilyenin boyutunun dünyaya oranıyla aynıdır. Diğer bir deyişle, bir nanometre ortalama bir adamın tıraş makinesini yüzüne yaklaştırdığı zamanda uzayan sakal miktarıdır. Nanoteknolojide iki ana yaklaşım kullanılmaktadır. “Aşağıdan yukarı” yaklaşımında; aygıt ve materyaller, moleküler tanıma ilkeleri ile kendilerini kimyasal olarak bir araya getiren moleküler bileşenlerden oluşturulur. “Yukarıdan aşağı” yaklaşımında, nano-nesneler atomik-düzey kontrolü olmayan daha büyük oluşumlardan oluşturulur. Nanoelektronik, nanomekanik, nanofotonik ve nanoiyonik gibi fizik alanları, nanoteknolojinin temel bilimsel kurulumunun sağlanması için son birkaç on yıllık periyotlarda oluşmuştur. Sistemin büyüklüğü azaldıkça bazı olaylar belirgin hale gelmektedir. Bu olaylar kuantum mekanik etkilerini olduğu gibi istatistiksel mekanik etkileri de içerir; örneğin, katı maddenin elektronik özelliklerinin parçacık büyüklüğündeki çok büyük azalmalar ile değiştirildiği “kuantum boyut etkisi”. Bu etki makro boyutlardan mikro boyutlara gitmeyle ortaya çıkmaz. Bununla beraber, nanometre aralığına (genellikle 100 nanometre aralık ya da daha az) ulaşıldığında kuantum etkileri daha büyük hale gelebilir. Buna kuantum alanı denir. Ek olarak, makroskobik sistemlere nazaran birçok fiziksel (mekanik, elektriksel, optik, vb.) özellikler değişir. Materyallerin mekanik, termal ve katalitik özelliklerini değiştiren oranı yükselten yüzey alanındaki artış buna bir örnektir. Nano-ölçekteki difüzyon ve reaksiyonlar, hızlı iyon taşımalı nanoaygıtlar ve nano-yapı materyalleri genellikle nanoiyonikler olarak tanımlanır. Nanosistemlerin mekani
k özellikleri nanomekanik araştırmalarının ilgi alanıdır. Nanomateryalleirn katalitik faaliyeti ayrıca biyomateryaller ile etkileşimlerinde olası riskler oluşturur. Nano-ölçeğe düşürülen materyaller, eşsiz uygulamalara olanak vererek, makro-ölçekte gösterdiği özelliklere nazaran farklı özellikler gösterebilir. Örneğin; opak maddeler şeffaf hale gelebilir (bakır); kararlı maddeler yanıcı hale gelebilir (alüminyum); çözünmeyen maddeler çözünür hale gelebilir (altın). Altın gibi normal ölçeklerde kimyasal olarak inert olan bir madde, nano-ölçekte potansiyel kimyasal katalizör işlevi görebilir. Nanoteknolojiye ilginin çoğu maddenin nano-ölçekte gösterdiği kuantum ve yüzey olaylarından kaynaklanmaktadır. Modern sentetik kimya, küçük moleküllerin hemen her yapıya hazırlanmasının mümkün olduğu bir noktaya ulaşmıştır. Bu yöntemler, tıbbi ürünler veya ticari polimerler gibi birçok yararlı kimyasalı üretmede kullanılır. Bu kapasite, bu tür kontrolü bir sonraki daha geniş seviyeye genişletme, bu tek molekülleri iyi tanımlanmış bir biçimde düzenlenen birçok molekülden oluşan supramoleküler birleşime dönüştürme yolları arama, sorusunu gündeme getirir. Bu yaklaşımlar, aşağıdan yukarı yaklaşımıyla kendilerini otomatik olarak yararlı biçimlere dönüştürmek için moleküler öz toplanma ve/veya supramoleküler kimyayı kullanır. Moleküler tanıma kavramı özellikler önemlidir: moleküller kovalent olmayan moleküller arası güçler nedeniyle belirli bir konfigürasyon veya düzenleme tercih edilsin diye moleküller tasarlanabilir. Watson-Crick temel eşleşmesi kuralları, tek bir tabakaya hedef alınan bir enzimin belirliliği ya da proteinin kendisinin belirli bir katlanmasının da olduğu gibi, bunun da direkt sonucudur. Bu şekilde, iki ya da daha fazla bileşen, daha karmaşık ve kullanışlı bir bütün yapsınlar diye birbirlerini tamamlayıcı ve karşılıklı çekici olmaları için tasarlanabilir. Böyle yukarıdan aşağı yaklaşımlar, paralel olarak aygıtlar üretebilme kapasitesine sahip olmalıdır ve yukarıdan aşağı yöntemlerden daha ucuz olmalıdır, ama istenilen birleşimin boyutu ve karmaşıklığı arttıkça potansiyel olarak mahvolabilir. Birçok yararlı yapılar karmaşık ve termodinamik olarak mümkün olmayan atom düzenlemeleri gerektirir. Bununla beraber, biyolojide moleküler tanıma temelli öz birleşmenin birçok örneği vardır, en önemlileri Watson-Crick baz eşleşmesi ve enzim-tabaka etkileşimleridir. Nanoteknoloji için sorun, bu prensiplerin doğal olanlara ek olarak yeni yapılar yapmak için de kullanılabilip kullanılamamasıdır. Moleküler nanoteknoloji (moleküler üretim), moleküler ölçekte çalışan tasarlanmış nanosistemleri (nano-ölçek makinelerini) ifade eder. Moleküler nanoteknoloji, özellikle mekanosentez prensiplerini kullanarak atom istenilen yapı ve aygıtı atom atom üretebilen bir makine olan moleküler çevirici ile ilişkilendirilir. Verimli nanosistemler bağlamında üretimin, karbon nanotüpleri ve nanoparçacıklar gibi nanomateryalleri üretmekte kullanılan geleneksel teknolojilerle alakası yoktur ve açık bir şekilde ayırt edilmelidir. Nanoteknoloji” terimi Erik Drexler (Norio Taniguchi tarafından daha önce kullanıldığını bilmiyordu.) tarafından bağımsız olarak dile kazandırıldığında ve yaygınlaştırıldığında, moleküler makine sistemlerine dayalı gelecekte olabilecek bir üretim teknolojisi anlamına gelmekteydi. Önerme şöyleydi: Geleneksel makine birleşenlerinin moleküler ölçek biyolojik analojilerinin moleküler makineleri örneklemesi mümkündü. Biyolojide bulunan sayısız örnek sayesinde, gelişmiş ve davranışsal olarak optimize edilmiş biyolojik makineler üretilebildiği bilinmektedir. Umuluyor ki nanoteknolojideki gelişmeler diğer verileri, belki de biyobenzetim prensiplerini kullanarak olası yapılar oluşturacak. Bununla beraber, Drexler ve diğer araştırmacılar, gelişmiş nanoteknolojinin, belki de ilk başta biyobenzetim veriler tarafından gerçekleştirilmesine rağmen, tamamen makine yapım ilkelerine dayalı olması gerektiğini öne sürmektedir. Yani nanoteknoloji; programlanabilir, konumsal birleşimin atomik spesifikasyonunu sağlayacak bu bileşenlerin (örneğin; dişliler, motorlar ve yapısal üyeler) mekanik fonksiyonelliğine dayalı üretim teknolojisi olmalıdır. Örnek tasarımların fizik ve teknik performansı, Drexler’in Nanosistemler kitabında analiz edilmiştir. Genel olarak, aygıtları atomik ölçekte birleştirmek çok zordur. Çünkü birisi benzer boyut ve dirençteki diğer atomlar üzerine atomlar yerleştirmek zorundadır. Carlo Montemagno tarafından öne sürülen diğer bir görüşe göre, gelecek nanosistemler silikon teknolojinin ve biyolojik moleküler makinelerin karışımı olacak. Richard Smalley, tek moleküllerin mekanik olarak kontrolündeki zorluklar nedeniyle mekanosentezlerin imkansız olduğunu ileri sürmüştür. Biyolojinin açık olarak moleküler makine sistemlerinin mümkün olduğunu göstermesine rağmen, bugün biyolojik olmayan moleküler makineler onların sadece başlangıç aşamasıdır. Biyolojik olmayan moleküler makineler üzerine araştırmaların liderleri Dr. Alex Zettl ve onun Lawrence Berkeley Laboratuvarları ve UC Berkeley’deki arkadaşlarıdır. Hareketi değişen voltajla masaüstünden kontrol edilen en az üç farklı moleküler aygıt geliştirmişlerdir: bir nanotüp nanomotor, bir moleküler uyarıcı ve bir nanoelektromekanik gevşeme osilatörü. Ho ve Lee tarafından 1999’da Cornell Üniversitesi’nde konumsal birleşimin mümkün olduğunu gösteren bir deney yapılmıştır. Tek karbon monoksit molekülünü (CO) düz gümüş kristal üzerinde bulunan tek demir atomuna (Fe) doğru hareket ettirmek için bir tarama tünelleme mikroskobu kullanmışlardır, ve voltaj uygulayarak CO’yu Fe’ye kimyasal olarak bağlamışlardır. Nanomateryaller alanı, nano-ölçek boyutlarından kaynaklanan eşsiz özelliklere sahip materyaller üzerine çalışan ya da bu materyalleri geliştiren alt alanlar içerir. Bunlar daha küçük bileşenleri daha karmaşık birleşimlere dönüştürme yolları ararlar. Bu yaklaşımlar, birleşimlerini oluşturmak için daha büyük aygıtları kullanarak daha küçük aygıtlar meydana getirmeye çalışır. Bu yaklaşımlar, nasıl birleştiklerine dikkat etmeden istenilen işlevsellikte bileşenler geliştirmeye çalışır. Bu alt alanlar nanoteknolojinin hangi buluşları yapabileceğini tahmin etmeye çalışır, ya da araştırmanın ilerleyebileceği bir süreç öne sürmeye çalışır. Bu alt alanlar; böyle buluşların nasıl yapılabildiği detaylarından çok nanoteknolojinin toplumsal sonuçlarına önem vererek nanoteknolojinin genel görünümüne odaklanır. Birkaç önemli modern gelişme vardır. Atomik kuvvet mikroskobu ve Taramalı Tünelleme Mikroskobu, nanoteknolojiyi başlatan tarama sondalarının ilk versiyonlarıdır. Başka taramalı sondalı mikroskopi türleri de vardır. Kavramsal olarak Marvin Minsky tarafından 1961’de geliştirilen taramalı eşodaklı mikroskoba ve Calvin Quate ve arkadaşları tarafından 1970lerde geliştirilen taramalı akustik mikroskoba benzemesine rağmen, daha yeni taramalı sondalı mikroskoplar çözünürlüğe sahiptir. Çünkü bunlar, sesin ve ışığın dalga boyu tarafından kısıtlanmamaktadır. Taramalı sondanın ucu nanoyapıların kontrolü (konumsal birleşim denilen aşama) için de kullanılabilir. Rostislav Lapshin tarafından öne sürülen özellik odaklı tarama yöntemi, bu nanokontrolleri otomatik şekilde uygulamanın umut vadeden bir yolu gibi gözükmektedir. Bununla birlikte, bu yol mikroskobun düşük tarama hızı nedeniyle hala yavaş bir süreçtir. Optik litografi, X-ray litografi, daldırma kalem nanolitografi, elektron ışın litografi veya nanodamga litografi gibi çeşitli nanolitografi teknikleri de geliştirildi. Litografi, yığın maddenin büyüklüğünün nano-ölçek biçime azaltıldığı bir yukarıdan aşağı üretim tekniğidir. Bir diğer nanoteknolojik teknikler grubu; nanotüpleirn ve nanotellerin üretiminde kullanılan teknikleri, derin ultraviyole litografi, elektron ışın litografi, odaklanmış iyon demeti işleme, nanodamga litografi, atomik tabaka çökeltme, ve moleküler buhar biriktirme tekniklerini, ve di-blok eşpolimerlerini çalıştıran moleküler özbirleşim teknikleri gibi yarı iletken üretiminde kullanılan teknikleri içerir. Bu tekniklerin öncüleri nanoteknolojik dönemin önünü çekmişlerdir. Ayrıca nanoteknoloji araştırmalarının sonuçları olan ve sadece nanoteknoloji yaratmak amacı ile oluşturulan tekniklerin değil, bilimsel gelişmelerin uzantılarıdır. Yukarıdan aşağı yaklaşımı, imal edilmiş maddelerin yapıldığı gibi, nanoaygıtların aşamalarla parça parça üretilmesi gerektiğini öngörür. Taramalı sondalı mikroskop nanomateryallerin sentezi ve tanımı için önemli bir tekniktir. Atomik kuvvet mikroskopları ve taramalı tünelleme mikroskopları yüzeyleri incelemek ve atomları hareket ettirmek için kullanılabilir. Bu mikroskoplar için farklı uçlar tasarlanarak, kendiliğinden kurulan yapılara yön vermek ve yüzeylerde yapılar oluşturmak için kullanılabilirler. Örneğin; özellik odaklı taramalı yaklaşım kullanılarak taramalı sondalı mikroskop tekniği ile atom veya moleküller hareket ettirilebilir. Şu anda, bu toplu üretim için çok pahalı ve zaman alıcı bir şeydir, ama laboratuvar deneyleri için çok uygundur. Aşağıdan yukarı teknikleri, yukarıdan aşağının aksine, adım adım daha büyük yapılar oluşturur. Bu teknikler; kimyasal sentez, öz toplanma ve konumsal toplanmayı içerir. Dual kutuplaşma interferometri kendinden monteli ince filmlerin tanımı için uygun bir araçtır. Aşağıdan yukarı yaklaşımının bir diğer çeşidi moleküler ışın epitaksisidir. Bell Telephone Laboratuvarları’ndaki John R. Arthur, Alfred Y. Cho, ve Art C. Gossard gibi araştırmacılar, 1960ların sonlarında ve 1970lerde moleküler ışın epitaksisini bir araştırma aracı olarak uyguladılar ve geliştirdiler. Moleküler ışın epitaksisi tarafından yapılan örnekler, kesirli kuantum Hall etkisinin keşfinin anahtarıdır. Kesirli kuantum Hall etkisi için 1998’de fizik alanında Nobel Ödülü verilmiştir. Moleküler ışın epitaksisi, bilim adamlarının atomların atomik olarak hassas tabakalarından vazgeçip karmaşık yapılar oluşturmalarını sağlar. Moleküler ışın epitaksi ayrıca yarı iletkenler üzerine araş
tırmalar için önemlidir. Ayrıca yeni oluşan spintronik için aygıtlar ve örnekler yapmak için yaygın bir şekilde kullanılır. Bununla beraber, hassas nanomateryallere dayalı yeni terapik ürünler (örneğin; strese duyarlı taşıyıcı kesecikler) gelişmektedir ve bazı ülkelerde çoktan insan kullanımı için onaylanmıştır. 21 Ağustos 2008’de Project on Emerging Nanotechnology (Yeni Gelişen Nanoteknoloji üzerine Proje)’ nin tahminlerine göre 800’den fazla nanoteknolojik ürün halka açıktır. Haftada 3-4 kez yenileri piyasaya sürülmektedir. Bu proje bütün ürünleri halka açık online bir database üzerinde listeler. Çoğu uygulama “birinci nesil” pasif nanomateryallerin kullanımına sınırlıdır. Bu pasif nanomateryaller; güneş kremi, kozmetik, yüzey kaplama ve bazı yiyecek ürünlerindeki titanyum oksidi içerir. Ayrıca gecko tape üretmek için kullanılan Carbon allotropları; yiyecek paketlemede, giyim, dezenfektanlar ve ev aletlerindeki gümüş; kozmetik ve güneş kremindeki çinko oksit; ve yakıt katalizörü olarak seryum oksit de bu nanomateryallere örnektir. Daha ileri uygulamalar tenis topunun daha uzun dayanmasını, golf topunun daha düz uçmasını, ve bowling topunun daha dayanıklı olmasını ve daha sert yüzeye sahip olmasını sağlar. Pantolonlar ve çoraplarda da daha uzun süre dayanmaları ve yazın insanları serin tutmaları için nanoteknoloji kullanılır. Bandajlarda yaraları çabuk iyileştirmeleri için gümüş parçacıkları kullanılır. Arabalar da nanomateryallerle üretilmektedir, bu sayede gelecekte daha az metal ve yakıta ihtiyaç duyabilirler. Video oyun konsolları ve kişisel bilgisayarlar nanoteknoloji sayesinde daha ucuz, daha hızlı hale gelebilir ve daha çok hafızaya sahip olabilir. Nanoteknoloji var olan tıbbi uygulamaların evde ve pratisyen hekimin ofisi gibi yerlerde daha ucuz ve daha kolay kullanılmasını sağlayabilir. The National Science Foundation (ABD’deki en büyük nanoteknoloji araştırma merkezlerinden biri), nanoteknoloji alanını çalışması için araştırmacı David Berube’yi finansal olarak desteklemiştir. David Berube’nin bulguları, Nano-Hype: The Truth Behind the Nanotechnology Buzz (Nano-Aldatmacası: Nanoteknoloji Vızıltısının Arkasındaki Gerçek) adlı monografide yayınlanmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre nanoteknoloji olarak satılan şeylerin çoğu aslında basit maddeler biliminin yeniden önümüze koyulmuş halidir. Bu durum; nanoteknoloji endüstrisinin sadece nanotüpler, nanoteller satmak üzerine kurulu olmasına neden olmaktadır ve büyük hacimlerde düşük marj ürünler satan çok az satıcının kalmasıyla sonuçlanacaktır. Nano-ölçek bileşenlerin gerçek kontrol ve düzenlenmesini gerektiren daha ileri uygulamalar daha ileri araştırmalar beklemektedir. ‘Nano’ terimi ile etiketlenen teknolojiler, bazen moleküler üretim tasarılarındaki türlerin en kararlı ve dönüştürülebilir amaçlarından çok uzak düşmekte ya da çok az alakalı olmaktadır. Buna rağmen nanoteknoloji terimi bu fikirleri ifade etmektedir. Berube’ye göre; daha iddialı ve öngörülü çalışmanın dönüştürücü olasılıklarına olan ilgiye bakmaksızın, terimin girişimciler ve bilim adamları tarafından fon biriktirmek için kullanmasından dolayı “nano kabarcık” oluşma tehlikesi oluşabilir ya da oluşmakta olabilir. İlgili alanı, nanotoksikoloji araştırması tarafından öne sürüldüğüne göre, nanomateryallerin kullanımının ve endüstriyel-ölçek üretiminin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkileridir. Bu nedenlerden dolayı bazı gruplar nanoteknolojinin devlet tarafından düzenlenmesini savunur. Diğerleri, fazla düzenlemenin, gerekli yeniliklerin gelişmesini ve bilimsel araştırmaları engelleyeceğini savunmaktadır. Kamu sağlık araştırma kuruluşları, örneğin National Institute for Occupational Safety and Health (Ulusal İş ve Güvenliği ve Sağlık Kuruluşu), nanoparçacıklara maruz kalmaktan kaynaklanan olası sağlık etkileri üzerine araştırma yapmaktadırlar. Bazı nanoparçacıkların istenmeyen sonuçları olabilir. Araştırmacılar, çoraplarda ayak kokusunu azaltmak için kullanılan bakteriyostatik gümüş parçacıkların yıkayınca bırakıldığını keşfetmişlerdir. O zaman bu parçacıklar atık suyun içinde kalır ve doğal ekosistemin, tarlaların ve atık arıtma işleminin önemli parçaları olan bakterilere zarar verebilir. ABD’de ve Birleşik Krallık’ta Center for Nanotechnology in Society (Toplum Nanoteknoloji Merkezi) tarafından gerçekleştirilen risk algısı üzerine kamu müzakerelerine göre katılımcılar nanoteknolojinin sağlık uygulamalarından çok enerji uygulamaları hakkında daha pozitiftiler. Sağlık uygulamaları fiyat ve ulaşılabilirlik gibi etik ve ahlaki ikilemler ortaya çıkarmaktadır. Woodrow Wilson Center’ın Project on Emerging Nanotechnologies (Yeni Gelişen Nanoteknoloji üzerine Proje)’ in yöneticisi David Rejeski gibi bilim adamları; başarılı ticarileştirmenin yeterli gözetim, risk araştırma stratejisi ve kamu katılımına bağlı olduğunu doğrulamışlardır. Berkeley, Kaliforniya ABD’de nanoteknoloji işleyişini düzenleyen tek şehirdir. Cambridge, Massachussets 2008’de benzer bir yasa çıkarmayı düşündü, ancak sonunda reddetti. Hem nanoteknoloji uygulamaları hem araştırmalarıyla alakalı olarak nanoteknolojinin garantisi tartışmaya açıktır. Devlet nanoteknoloji düzenlemeleri olmadan, olası zararlar için özel sigortanın ulaşılabilirliği sorumlulukların tamamen devletleştirilmemesini sağlamak için gerekli görülmektedir. Nanofiberler; uçak kanadından tenis raketine kadar değişik ürünlerde ve bazı alanlarda kullanılmaktadır. Uçuşan nanoparçacıkları ve nanofiberleri içine çekmek fibröz gibi birçok akciğer hastalığına sebep olabilir. Araştırmacılar; deney fareleri nanoparçacıkları içine soluduğunda bu parçacıkların beyine ve akciğere yerleştiğini, ve bunun da stres tepkisi ve iltihaplanma için biyo-işaretlerde önemli artışa sebep olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca nanoparçacıklar tüysüz farelerde oksidatif stres yoluyla cilt yaşlanmasını tetikler. UCLA’s School of Public Health’te gerçekleştirilen iki yıllık çalışmanın sonuçlarına göre, nano-titanyum dioksit tüketen laboratuvar faresinde; kanser, kalp rahatsızlığı, nörolojik rahatsızlık ve yaşlanma gibi insan için ölümcül olan durumlara sebep olacak şekilde DNA ve kromozom hasarı görülmüştür. Nature Nanotechnology’de son zamanlarda yayınlanan bir çalışmaya, karbon nanotüplerinin bazı formlarının -nanoteknoloji devriminin tipik bir örneği- eğer yeterli sayıda solunursa asbest kadar zararlı olabileceğini öne sürmüştür. İskoçya Edinburgh Institute of Occupational Medicine (Meslek Hekimliği Enstitüsü)’nde çalışan ve karbon nanotüpleri hakkındaki makaleye katkıda bulunan Anthony Seaton’a göre “Biliyoruz ki bunların bazılarının mezotelyoma neden olabilir. Bu yüzden bu tür materyaller çok dikkatli işlenmelidir. Devletlerden gelecek olan belirli bir düzenlemenin yokluğunda, Paull ve Lyons (2008) yiyeceklerde nanoparçacıkların kullanılmaması için çağrıda bulunmuşlardır. Bir gazete makalesi boya fabrikasındaki işçilerin ciddi akciğer kanserine yakalandıklarını ve akciğerlerinde nanoparçacıkların bulunduğunu bildirmiştir. Nanoteknoloji ile ilgili daha sıkı düzenlemelerin gerekmesi, insan sağlığına ve nanoteknolojinin güvenlik riskleriyle alakalı tartışmalar ile birlikte ortaya çıkmıştır. Nanoteknoloji düzenlemelerinden kimin sorumlu olduğu konusunda çok büyük bir tartışma vardır. Bazı düzenleme kurumları, bugünlerde nanoteknolojiyi var olan düzenlemeler üzerine “ekleyerek” bazı nanoteknoloji ürünlerini ve süreçlerini (değişik derecelerde) kapsamaktadır - bu düzenlemelerde açık bir şekilde boşluklar vardır. David (2008), bu eksikliklerle baş etme aşamalarını açıklayan düzenleyici bir yol haritası öne sürmüştür. Nanoparçacıkların ve nanotüplerin piyasaya sürülmesiyle alakalı riskleri kontrol eden ve değerlendiren bir düzenleyici sistemin eksikliği konusunda endişelenen yetkililer; deli dana hastalığı, talidomit, genetiği değiştirilmiş yiyecek, nükleer enerji, üreme teknolojileri, biyoteknoloji, ve asbest ile paralel gitmektedirler. Woodrow Wilson Center’ın Project on Emerging Nanotechnologies (Yeni Gelişen Nanoteknoloji üzerine Proje) ’in baş bilim danışmanı Dr. Andrew Maynard, insan sağlığı ve güvenli araştırma için yetersiz fon olduğu kararına varmıştır. Sonuç olarak, nanoteknolojiyle ilişkilendirilen güvenlik riskleri ve insan sağlığı ilgili sınırlı bir anlayış vardır. Sonuç itibarıyla, bazı akademikler, ihtiyatlılık ilkesinin daha sıkı uygulanması için çağrıda bulunmuşlardır. Bu ilke; gecikmiş pazarlama onayı, geliştirilmiş etiketleme ve bazı nanoteknoloji formlarıyla ilişkili ek güvenlik veri kalkınma gerekliliklerini içermektedir. The Royal Society raporu; imha, yok etme ve geri dönüşüm sırasında nanotüplerin veya nanoparçacıkların açığa çıkma riski olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca bu rapor; genişletilmiş üretici sorumluluk sistemi altına düşen ürünlerin üreticilerinin bu maddelerin insan ve çevreye zararlarının nasıl minimuma indirileceğini belirten prosedürler yayınlaması gerektiğini önermektedir. Sorumlu yaşam döngüsü düzenlemesinin zorluklarını belirten the Institute for Food and Agricultural Standarts (Gıda ve Tarım Standartları Enstitüsü), nanoteknoloji araştırmaları ve gelişmeleri için standartların tüketici, çalışan ve çevresel standartlar ile entegre edilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Ayrıca sivil toplum örgütlerinin ve diğer vatandaş gruplarının bu standartların gelişmesinde önemli bir rol oynadığını öne sürmüştür. The Center for Nanotechnology in Society (Toplum Nanoteknoloji Merkezi), insanların nanoteknolojiye farklı tepkiler gösterdiklerini ortaya çıkarmıştır. Tepkiler uygulamaya bağlıdır –kamu müzakerelerindeki katılımcılar nanoteknolojinin sağlıktan çok enerji için kullanımına karşı daha pozitiftiler. Bu da nano düzenlemeleri isteğinde bulunan herhangi bir halk teknoloji sektörüyle farklılık gösterebilir. Borussia Dortmund Ballspielverein Borussia 09 e.V. Dortmund (kısaca Borussia Dortmund, Dortmund veya BVB), Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Dortmund kentinde kurulmuş spor kulübü. Özellikle futbol takımıyla tanınmıştır; bunun dışında atlet
izm, boks, hentbol ve masa tenisi dallarında da faaliyet göstermektedir. Borussia Dortmund futbol takımının, Almanya'da 8 Bundesliga şampiyonluğu, 3 DFB-Pokal şampiyonluğu ve 4 DFL-Supercup şampiyonluğu gibi başarıları bulunmaktadır. Ayrıca; Avrupa'da UEFA Şampiyonlar Ligi'nde iki kez final oynamış, bunlardan birinde kupayı kaldırmış, diğerinde ise mağlup olmuştur. Bir kere de UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kazanmıştır. 1966 yılında kazandığı bu başarıyla, Avrupa'da kupa kaldıran ilk futbol takımı olmuştur. Bu başarılarla Dortmund, Almanya futbol tarihindeki en başarılı kulüplerden biridir.Ezeli rakipleri Schalke 04 tür. Borussia Dortmund, 1974 yılından beri iç sahadaki maçlarını, Almanya'nın en büyük stadyumu olan Sıgnal Iduna Park'ta oynamaktadır. 2011-12 sezonunu kapsayan bir araştırmaya göre, dünyada en çok taraftar ortalaması olan kulüp Borussia Dortmund'dur. Ayrıca kulüp, 2014 yılında 100.000 üye sayısını aşmış ve Almanya'da bu sayıyı aşan üçüncü kulüp olmuştur. Dortmund'un renkleri siyah ve sarıdır, bu yüzden taraftarlar kulübe "Siyah-Sarılılar" anlamına gelen "die Schwarzgelben" takma adını vermişlerdir. Borussia Dortmund kulübünün sloganı, "Gerçek Aşk" anlamına gelen "Echte Liebe"'dir. Deloitte'nin Futbol Para Ligi gelir yıllığına göre Dortmund, Almanya'nın en büyük 2., dünyanın en büyük 11. kulübüdür. Kulübün şu anki başkanı Reinhard Rauball, CEO'su ise Hans-Joachim Watzke'dir. Futbol takımının şu anki teknik direktörü ise Thomas Tuchel'dir. Kulüp, 19 Aralık 1909 tarihinde, futbol oynadıkları kilise sponsorluğundaki "Catholic Holy Trinity" kulübünden ayrılan bir grup genç tarafından, Dortmund kentinin kuzeydoğusunda kurulmuştur. Kulübü kuran Franz ve Paul Braun, Henry Cleve, Hans Debest, Paul Dziendzielle, Julius and Wilhelm Jacobi, Hans Kahn, Gustav Müller, Franz Risse, Fritz Schulte, Hans Siebold, August Tönnesmann, Heinrich ve Robert Unger, Fritz Weber ve Franz Wendt; bu kararı yerel bir barda almışlardır. Kulübün adı da, Borussia bira fabrikasında üretilen "Borussia" birasından alınmıştır. Ayrıca, "Borussia" Latince'de Prusya anlamına gelmektedir. Takım, kırmızı kuşaklı mavi-beyaz çubuklu formayla oynamaya başlamıştır. 1913 yılında ise renklerini sarı-siyah olarak değiştirmiş ve bu renklerde çubuklu forma giymeye başlamıştır. Lübnan Lübnan Cumhuriyeti, (Arapça: الجمهورية اللبنانية, "el-Cumhûriyyetü'l-Lübnâniyye") Doğu Akdeniz kıyısında bir Arap ve Orta Doğu ülkesi. Başkenti Beyrut'tur. Tarihteki Fenike uygarlığının vatanı Lübnan ve kıyılarıdır. Kuzeyinde ve doğusunda Suriye, güneyinde İsrail yer alır. Yüzölçümü 10.452 km, nüfusu 4.224.000'dir. Lübnan'ın ulusal ve resmî dili Arapça'dır. Lübnan, karışık dini yapıya sahip bir devlet olmasına rağmen sosyal yapının gerektirdiği politik dengenin kurulmasıyla, Orta Doğu'nun en düzenli ve yaşam koşulları oldukça uygun olan ülkelerinden biri idi. Ülke istikrarı, Arap-İsrail çatışması sonucu Lübnan'a gelen Filistinliler'in çoğalmasıyla bozulmaya başladı. Özellikle 1970'lerden itibaren Müslümanlar, demografik üstünlüğü elde ettiler ve bu üstünlüğü egemenlik faktörüne yansıtarak ülke yönetiminde Hristiyanlar kadar söz hakkı alma mücadelesine başladılar. Böylece ülkede başlayan Müslüman-Hristiyan mücadelesi, 13 Nisan 1975'ten itibaren iç savaşa dönüştü. Ordu ülkedeki kontrolünü neredeyse tamamı ile kaybettiği. Bölünmenin eşiğindeki ülkede darbe girişimine ve istifa çağrılarına maruz kalan Cumhurbaşkanı Franciye'nin yardım çağrısı üzerine Suriye, Nisan 1976'da Hristiyanlar lehine iç savaşa müdahil olmuş. Diplomatik arabuluculuk girişimleri sonuç vermeyince 1 Haziran'dan itibaren eski müttefikleri Lübnan Ulusal Hareketi ve FKÖ karşısında askeri çatışmalar başlamiştir. 1975-1991 Lübnan İç Savaşı; Lübnan, Suriye, Mısır, Kuveyt ve Suudi Arabistan devlet başkanlarının 17-18 Ekim 1976'da Riyad Toplantısında aldıkları kararlarla yeni bir boyut kazandı. Bu antlaşmanın üç ana unsuru şöyle idi: a. Lübnan'da 21 Ekim'den itibaren ateşkes yürürlüğe girecek ve savaşan taraflar, 1975 Nisan'ından önceki hatlara çekileceklerdir. b. Lübnan için 30. 000 kişilik bir Arap Barış Gücü teşkil olunacaktır. Bu güç esas itibarı ile Suriye askerlerinden oluşmuştur. c. FKÖ gerillaları Lübnan'da kalmaya devam etmekle beraber, Lübnan'ın egemenlik ve güvenliğine saygı göstereceklerdir. Bu sonuncu şartı birçok FKÖ gerillası kabul etmedi. İsrail de bunu bildiğinden, Litani nehrine kadar olan Güney Lübnan topraklarını kendi kontrolü altına alıp, bu toprakları kendisi için "Güvenlik Bölgesi" ilan etmiştir. İsrail kuvvetleri daha sonra Beyrut'u kuşattılar ve bunun sonucunda, Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan'ı terk etmek zorunda kalmıştır. FKÖ unsurları, Lübnan'a çıkan Amerikan, Fransız ve İtalyan askerlerinden oluşan 2.000 kişilik Barış Gücü himayesinde, 21 Ağustos 1982'de Beyrut'tan ayrıldılar. FKÖ'yü Lübnan'ı terke muvaffak olan İsrail, 1985 yılında kademeli olarak bölgeden çekilmeye başladı, İsrail'in çekilmesi Müslüman - Hristiyan mücadelesini tekrar başlattı. Bunun üzerine, Suriye Lübnan'a müdahale etmek için harekete geçti. Ayrıca, İran da dolaylı olarak müdahaleye katıldı. 1989 yılı sonlarından itibaren ise, FKÖ tekrar Güney Lübnan'a yerleşmeye başladı. Sonuç olarak; 1970 yılında başlayan Lübnan sorunu ve 1975 yılında başlayan Lübnan iç savaşı, çeşitli aşamalardan geçti. İç savaş Lübnan'da çok ağır maddi hasara ve can kaybına yol açtı. Savaş 1991 yılında resmen sona erdiğinde Lübnan ve Beyrut bir harabeye dönüşmüştü ve 150.000 Lübnan'lı can vermişti. 1992 yılından itibaren İsrail ile FKÖ arasında başlayan olumlu gelişmeler üzerine de olaylar şiddetini kaybetmeye başladı. Fakat, Lübnan, 1976 Riyad Antlaşması ile bölgeye 30 bin kişilik bir askeri güç göndermeye muvaffak olan Suriye'nin belirli ölçüde eyaleti durumuna geldi. Ancak 2005 yılında patlak veren ve eski başbakan Refik Hariri'nin suikastiyle sonuçlanan kriz sonrası birçok askerini geri çekmiştir. 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan 2006 İsrail-Lübnan Krizi'nde İsrail’in hava saldırıları sırasında Lübnan ve Beyrut kenti, özellikle güney kısmı ağır hasar görmüştür ve ülke ekonomisi büyük ölçüde çökme noktasına gelmiştir. Lübnan'ın ulusal ve resmî dili Arapça'dır. Lübnanlıların ekseriyeti, ana dil Arapça'nın yanı sıra Fransızca ve İngilizce konuşabilmektedir. Zira ülkede anaokulundan itibaren yabancı dil öğrenimi mecburdur. anadili olarak Arapça, Lübnan'daki tüm etnik ve dini gruplar arasında kullanılmaktadır. Eskiden Fransız sömürgesi olan Lübnan'da çoğunlukla kullanılan yabancı dil İngilizce olmasına karşın üst ve orta sınıflarda Fransızca daha yaygın olarak bilinir ve konuşulur. Lübnan, Fransızca konuşan ülkeler topluluğu (Frankofon) içerisinde yer alır. Bugün nüfusun %20'si Fransızca bilmektedir. 1866'da Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin kuruluşuyla ilk defa konuşulmaya başlanan ve özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlık kazanan İngilizce ise günlük hayatta iletişim dili olarak kullanılmasa da, uzun seneler ülkedeki Fransız etkisinden rahatsızlık duyan Müslümanlar tarafından öğrenilmesi siyaseten tercih edilen bir yabancı dil olmuştur. Lübnan'ın nüfusu tahminen 6.185.000'dür (2016). Lübnan %93 Arap nüfusuyla etnik açıdan homojen bir ülkedir. Araplar; Lübnanlı Arapları, Filistinli mültecileri, Suriyelileri ve başka göçmen Arap cemiyetleri de içine alır. İç savaştan önce Lübnan'da Hıristiyanların ve Müslümanların sayısı hemen hemen eşitti. Şimdi Müslümanlar çoğunlukta ve Müslüman nüfus içinde de artık Şiiler çoğunlukta. Halkın tahminen %54'si Müslüman, %40.4'u Hristiyan, %5.6'ü ise Dürzi. Fakat 1932 yılından beri nüfus sayımı yapılmadığından ve halkın dini kimliği sorulmadığından ve Lübnan İç Savaşından dolayı oluşan göç ve demografik değişiklikten, dolayı Hıristiyanların sayısı hızla azalmıştır ve Müslümanların (özellikle Şiilerin) sayısı hızla artmıştır. Hıristiyanlar hem nüfus ve hem de oran olarak azalmaya devam etmektedir. 1975'te %67 olan şehirleşme oranı, iç savaş sırasında yaşanan büyük nüfus hareketliliği neticesinde 2008'de %87'ye ulaşmıştır. 1932'deki sayıma göre nüfusuyla 161.947 olan Beyrut, bugün iki milyona yaklaşan nüfusuyla Lübnan'daki tüm mezheplerin yaşadığı kozmopolit bir şehir haline dönüşmüştür. Lübnan’daki tüm okullar Millî Eğitim'e bağlıdır. ABD'nin 2005'te hazırladığı bir rapora göre Lübnan'daki 140.000 öğrencinin yarısı ülkenin tek devlet üniversitesi olan Lübnan Üniversitesi'nde, diğer yarısı 42 özel üniversitede öğretim görmektedir. Arap dünyasının en modern, özgür ve eğitimli kesimlerinden birini teşkil etmekle övünen Lübnan'da, 15 yaş ve üstü nüfusta okuma-yazma oranının 2003 itibarıyla %87,4´dir. Bu oran erkekler arasında %93,1, kadınlar arasında ise %82,2'dir. Transpirasyon Transpirasyon, "terleme olarak" da bilinir, havanın emme kuvveti sayesinde bitkinin hava ile temasta organlarından dışarıya subuharı verilmesi olayı. Transprasyon bitkilerin serinlemesine yardımcı olduğu gibi yapraklardan itibaren zincirleme bir emme kuvveti de doğurur. Bu ise topraktan su emilimini kolaylaştırır. Akdeniz anemisi Akdeniz anemisi, Akdeniz kansızlığı ya da tıptaki adıyla Talasemi; Akdeniz ülkelerindeki toplumlarda görülen, doğacak çocuğa anne-babasından ”Beta Talasemi” geninin kalıtımsal olarak geçen bir tür “kansızlık” hastalığıdır. Anemi (kansızlık) oluşmasına neden olan etmen, kanda alyuvarların yapısında yer alan “hemoglobin” molekülünün yapısındaki bozukluktur. Genellikle kadınlarda görülme olasılığı fazladır. Hastalığın iki apayrı biçimi vardır: Talasemi Major ile Talasemi Minör. Talasemi minör, major’a göre çok daha hafif izler. Bireylerdeki tek bulgu yalnızca kansızlık ve buna bağlı halsizliktir. Üstelik, kimi hastalar evlenme işlemlerinde yapılan zorunlu kan incelemelerine dek taşıyıcı olduklarını hiç bilmeyebilirler. Bu hastalarda yapılan incelemede, serum demir düzeyi olağan ya da artmıştır. En çok görülen kansızlık türü olan ve bu hastalıkla en çok karıştırılan Demir eksikliği anemisi’nde ise demir azalmıştır. Tanı, “Hemoglobin Elektroforezi”
ile konur. Bu hastalığın anlaşılmasında işe yarayan en önemli inceleme ölçütlerinden biri olan HbA2 (kanda oksijenin taşınmasını sağlayan hemoglobin molekülünün küçük bir oranı) normal kişilerde %3,4 iken bu hastalıkta % 7 ye yükselmiştir; HbF ise küçük bir düzeyde (%2-6) artmıştır. T. Minor’ün asıl önemi bu hastalığın evli çiftin her iki bireyinde de olmasında ortaya çıkar; çocuğun %25 T. Major, yani hastalığın ağır ve ölümcül seyreden biçiminden olma olasılığı vardır. Anne ve babadan yalnızca biri Akdeniz Anemisi taşıyıcısı (Talasemi Minör) ise doğacak çocuklarının taşıyıcı olma olasılığı % 50'dir. Talasemi major olma olasılıkları ise yoktur. Talasemi Major hastalığın ağır izleyen biçimdir ve bir öbür adı da Cooley anemisidir. Sağlıklı insanlarda iki alfa ve iki beta altbirimlerinden oluşan hemoglobin molekülünün aksine, Cooley anemisi olan hastada beta birimleri düzgün oluşamadığı için, sorunsuz oluşan alfa altbirimleri beta altbirimleri olmadan hücre içinde çöker, ve alyuvarların yaklaşık %90'ı daha olgunlaşmadan ilik içinde ölür. Buna etkisiz kan üretimi (inefektif hematopoez) denir. Çoğunlukla bebek daha 6 aylıkken birdenbire başlayan ağır kansızlık sonucu kalp yetmezliği gelişir. Bunun olmaması için düzenli olarak sık sık kan nakli yapılmalıdır. Kan nakli yapılmazsa hasta birkaç yılda ölür. Kan nakli yetersiz yapılırsa, kan eksikliğini karşılamak için normalde kan yapımının gerçekleşmediği organlarda da (karaciğer, dalak, yassı kemikler (özellikle kafatası kemiklerinde)) ilik doku gelişmeye başlar ve bu kemiklerin kırılmalarına neden olup, aynı zamanda çocuğun yüz şeklinde belirgin değişikliklere yol açabilir. Kan yapımındaki tüm bu çabalara karşın, üretilen alyuvarların hemoglobinin yapısındaki bozukluk bu üretimi etkisiz kılar. Yüz şeklinin değişmesi şu biçimdedir: Burun kökü çökük, alın ve elmacık kemikleri çıkıktır. Üst dişler öne fırlamıştır. Baş dört köşe şeklini alır. Dalak ve karaciğer büyür. Boy kısa kalır. Çocuk ergenlik çağına giremez. Kan nakilleriyle vücutta biriken aşırı demirin yol açtığı kalp sorunları (myokardit, kalp yetmezliği vs.) ileri yaşlarda çoğunlukla ölüm nedenidir. Hemoglobin elektroforezi incelemesinde; normal yetişkin insanlarda bulunmayan, ancak bu hastalıkta % 50-90 vakada görülen ve bir tür hemoglobin olan HbF’in kanda bulunması tanı koydurucudur. Anne ile babanın ikisi de Akdeniz anemisi taşıyıcısı (Talasemi Minör) ise doğacak çocukların Talasemi Major olma olasılığı % 25, taşıyıcı olma olasılığı % 50 olacaktır. Ancak % 25 olasılıkla çocuk normal olacaktır. Tedavide kan nakillerinin yanı sıra nakledilen kan nedeniyle vücutta biriken fazla demirin idrarla atılımını sağlayan “Desferoksamin” ve “C vitamini” verilir. Aşırı büyümüş dalak ameliyatla alınır. Dalak ameliyatı öncesi pnömokok aşısı yapılır sonrasında da depo penisilin koruma tedavisi önerilir. Özellikle erken yaşta (henüz kan nakilleri fazlaca yapılmadan) kemik iliği nakli ile bu hastalar %70-80 tam olarak sağlıklarına kavuşabilmektedir. Türkiye'nin de bir Akdeniz ülkesi olması nedeniyle bu hastalığın taşınma riski vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 2,1 i taşıyıcıdır. Bu oran Antalya, Antakya, Mersin gibi bölgelerde % 12 lere kadar çıkabilmektedir. Bunun için her çifte evlenmeden önce mecburi yapılan tahliller içinde Hemoglobin (Hemogram dahilinde) ve Hemoglobin Elektroforezi tahlilleri de yer alır. Ailevi Akdeniz Ateşi Ailevi Akdeniz Ateşi (), veya eskiden yabancı literatürde Periyodik Hastalık veya Ermeni Hastalığı, sıklıkla Ermeni, Yahudi, Türk, Orta Doğu Arap toplumlarında ve Japonlarda görülen irsi ateşli hastalıktır. Ailevi Akdeniz Ateşi, tekrarlayan ateş, karın ağrısı, göğüs ağrısı ve eklem ağrısı nöbetleri yapan bir hastalıktır. Nöbetler genellikle 24-48 saat sürer. Hastalarda nöbetler dışında hiçbir belirti yoktur. Ailevi Akdeniz Ateşinin adından da anlaşılabileceği gibi 3 temel özelliği vardır; Hastalık uzun dönemde amiloidoz denen başka bir hastalığa yol açabilir. Amiloidozda vücutta değişik organlarda "amiloid" denilen madde birikir, bunun sonucu kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, bilinç kaybı, felç gibi sorunlar ortaya çıkar. Ailevi akdeniz ateşi kalıtsal bir hastalıktır. 1992 yılında hastalığa yol açan gen bulunmuştur. Bu gen MEFV(pyrin) genidir. Hastalıkla ilişkili genetik bozukluklar 1997 yılında gösterilebilmiştir. Bu gen hastalığın oluşmasında %98 etkilidir. Diğer etken olan gen ya da genler henüz bilinmemektedir. Türkiye'de bu hastalığa sebep olan genetik bozukluğu her 6 kişiden biri taşımaktadır. Ve her 1000 kişiden 1-3'ü FMF hastasıdır. Bu nedenle hastalığın sık görüldüğü bölgelerde evlenmeden önce genetik test yapılması ve genetik danışma alınması zorunludur. Ayrıca diğer bölgelerde yaşayanlara da önerilmektedir. Nöbetler sırasında kan lökosit sayımı ve CRP yükselebilir, ancak nöbet esnasında alınan kanda fibrinojen seviyesinin yükselmesi daha özgül bir bulgudur. Kesin tanı genetik inceleme ile mümkündür ve çok yaygın olarak birçok üniversitede ve genetik tanı merkezinde yapılmaktadır. Hastanın nöbetler sırasında ve nöbet dışı zamanlarda muayene edilmesi ve bazı laboratuvar incelemeleri ile tanı genetik inceleme olmadan da kolaylıkla konur. Ancak hem genetik danışma açısından hem de hastalık tanısının kesinleşmesi bakımından genetik test önerilir. Ailevi Akdeniz ateşi tanısı her şeyden önce yukarıda tanımlanan iltihabi atakların varlığına, yani klinik bulgulara dayanarak konur. 1. Tekrarlayan ataklar Hastaların tekrarlayan hastalık belirtilerini tanımlaması tanı için en önemli bulgudur. Benzer belirtilere neden olabilecek hastalıkların da ayırt edilmesi gereklidir. Hasta ilk atak sırasında görülmüşse, hastalığın tekrarlayıcı niteliğinin görülmesi amacıyla takibe alınması yararlı olacaktır. 2. Kan testleri Hasta eğer atak sırasında görülmüşse, atağa eşlik eden iltihap bulgularının varlığı (ateş, kanda beyaz kürelerin (lökosit) sayısının artması, eritrositlerin sedimentasyon (çökelme) hızının artması, fibrinojen ve CRP'nin yükselmesi) ve bu testlerin atak sonlanınca normal değerlere inmesi tanıya yardımcı olur. Bu testlerin pozitif bulunmasının ailevi Akdeniz ateşine özgü olmadığı, sadece vücutta iltihabi bir reaksiyonun varlığına işaret ettiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla başka bir iltihabi hastalıkta (örneğin akut apandisit, bakterilere bağlı enfeksiyonlar, vb) da yüksek çıkabilirler. 3. Aile öyküsü Hastaların yaklaşık yarısında ailede benzer şikayetleri olan akrabaların olması tanıyı destekleyen önemli bir bulgudur. Bununla beraber, ailevi Akdeniz ateşinin çekinik geçen bir kalıtsal bir hastalık olması nedeniyle, ailede başka bir hastanın olmaması da şaşırtıcı olmaz. 4. Amiloidoz Hastada ikincil amiloidozun varlığı da tanıyı kuvvetle destekler. 5. Kolşisin tedavisine yanıt Ailevi Akdeniz ateşi olduğu düşünülen hastalarda yeterli dozda kolşisin verildikten sonra atakların hiç tekrarlamaması ya da atak sıklığının ve şiddetinin belirgin olarak azalması tanıyı destekler. 6. Genetik testler Günümüzde ailevi Akdeniz ateşi ile ilişkili olan MEFV geninde hastalığa neden olabilen mutasyonların taraması da yapılabilmektedir. Bununla beraber, hastalıkla ilişkili olduğu gösterilen mutasyonların sayısı oldukça fazladır ve yaygın olarak kullanılan laboratuvar yöntemleri ile bunların tamamını taramak mümkün olmamaktadır. Bugün için bilinen mutasyonlar klinik olarak ailevi Akdeniz ateşi tanısı konan hastaların ancak %60-80’inde pozitif bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye'de taşıyıcılık oranı da oldukça fazladır (yaklaşık %10-20) ve herhangi bir şikayeti olmayan insanlarda hastalıkla ilişkili bir mutasyon bulma olasılığı da yüksektir. Ayrıca klinik bulgularla ailevi Akdeniz ateşi hastalığı tanısı konan hastaların yaklaşık %5-15’inde MEFV geninde hiç mutasyon bulunamayabilir. Yorumlama güçlükleri nedeniyle, belirli merkezler dışında genetik yöntemlerin “tanı amaçlı” olarak kullanılması önerilmemektedir. Ayrıca, 11 Şubat 2011 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 80 hasta ile yapılan kontrollü çalışmaya göre sağ alt kadranda hassasiyet, dışkılama bozuklukları ve diz ağrısı olan hastaların %50'sinde MEFV geninde heterozigot mutasyon olduğu tespit edilmiştir. Ailevi Akdeniz ateşi tedavi edilebilir bir hastalıktır. Bu tedavi, hastalığın genetik bir hastalık olması nedeniyle, hastalığın tamamen ortadan kalkması (şifa) şeklinde bir tedavi değildir. Hastalığın oluşturduğu bozuklukları ortadan kaldırmaya yöneliktir ve bu amaçla kolşisin ilacı kullanılmaktadır. Kolşisin, çiğdem ("Colchicum autumnale") bitkisinden elde edilmektedir ve Türkiye'de "Colchicum-Dispert" ve "Kolsin" isimleriyle satılmaktadır (0.5 mg draje). İltihabı baskılayıcı özellikleri nedeniyle gut ve Behçet hastalığı gibi başka hastalıkların tedavisinde de kullanılmaktadır. Ailevi Akdeniz ateşi tedavisinde kolşisin 2 önemli amaçla kullanılır: Düzenli olarak kolşisin kullanan hastalarda ataklar ya hiç tekrarlamaz ya da daha öncekilere oranla çok daha seyrek gelir ve hafif geçerler. Sadece atak döneminde kullanılmasının bir yararı yoktur ve bu şekilde başlamış olan atağı geçirici bir etki sağlamaz. Etkinliği ilacın düzenli kullanımına bağlıdır ve ataklardan “koruyucu” bir etkinliktir. Kolşisin düzenli ve yeterli dozda kullanıldığında amiloidoz gelişimini engeller. Hatta, amiloidoz gelişmiş hastalarda, idrarla protein kaybı ve böbrek yetersizliği belirtilerinde bir miktar düzelme bile sağlayabilir. Alınması gereken kolşisin dozu hastanın kilosuna göre farklılık göstermekle beraber, bir erişkinin günde 1.5 mg veya üzerinde olması önerilmektedir. Daha düşük dozların atakların tekrarlamasını engellese bile, amiloidoz gelişimini engellemediği düşünülmektedir. İlaç günde bölünmüş iki veya ya da üç doz halinde alınabilir. Doz aksamalarının atakların tekrarlamasına neden olabildiği bilinmektedir. Akdeniz Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi, Antalya, Burdur ve Isparta illerindeki yüksek öğretim kurumlarını kapsayacak şekilde 20 Temmuz 1982'de kurulmuş bir devlet üniversitesidir. Türkiye'nin en köklü ün
iversitelerinden biridir. Dönemin başbakanı Turgut Özal ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından kurulmuştur. Tıp Fakültesi, İdari Bilgiler Fakültesi ve Hukuk Fakültesi ile ülkenin önde gelen öğretim kurumlarından biridir. Türkiye'nin en saygın eğitim kurumlarından biri olan Akdeniz Üniversitesi, çok sayıda sporcu, kaymakam, doktor ve vali çıkarmıştır. Kamu personeli seçme sınavı (KPSS) kapsamında elde ettiği başarı Türkiye ortalamasının üstünde olup Türkiye'nin en iyi 7. devlet üniversitesidir. Akademik çalışmaları baz alındığında en çok akademik makale veren 5. üniversitedir. Kampüs'ünün geniş bir araziye sahip olması ve Konyaaltı sahiline 15 dakikalık mesafede olması ile Boğaziçi Üniversitesi'nden sonra Türkiye'nin en güzel ikinci kampüsü seçilmiştir. İlk yüz naklinin yapıldığı üniversite, tıp tarihinde bir devrim yaratmıştır. 20 fakülte, 7 enstitü, 3 yüksekokul, 1 konservatuvar ve 11 meslek yüksekokulu olmak üzere toplam 42 birim barındırmaktadır.  Akdeniz Üniversitesi'nde akademik yıl Güz ve Bahar dönemi olarak iki döneme ayrılmıştır. Güz dönemi Eylül-Ocak, Bahar dönemi Şubat-Haziran aylarını kapsamaktadır. Öğrencilerin kayıt, kabul, sınav ve değerlendirme işlemleri 2547 sayılı Yüksek Öğrenim Kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan Yüksek Öğrenim Kurulu kararlarına ve yönetmeliklerine göre yapılmaktadır. Bu konuda Öğrenci İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan kitapçık kayıt sırasında öğrencilere sunulmaktadır. Akdeniz Üniversitesi'ne giriş ve kayıtlarla ilgili her türlü başvuru, Öğrenci İşleri Dairesi Başkanlığı'na yapılır. Öğrenciler, her dönem başında ilan edilen süreler içinde kayıtlarını yenilemek zorundadırlar. Akdeniz Üniversitesi'nde her öğrencinin kendi bölümünden bir danışmanı vardır. Dönem kayıtlarında öğrenci, akademik danışmanına başvurabilir. Danışman, öğrencinin diğer sorunları ile de yakından ilgilenir. T.C. vatandaşları ve yabancı uyruklu öğrencilerin bir yüksek öğrenim kurumundan diğerine veya aynı üniversitenin bir bölümünden diğerine geçişleri Yüksek öğretim Kurulu'nca belirlenen "Yüksek Öğretim Kurumları arasında öğrencilerin Yatay Geçiş Esasları"na uygun olarak yapılır. Akdeniz Üniversitesi içinde fakülte, yüksek okul veya bölümler arasında yatay geçişler "Yüksek Öğretim Kurumları Arasında Ön lisans ve Lisans Düzeyinde Yatay Geçiş Esaslarına İlişkin Yönetmelik" çerçevesinde yapılır. Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir. Nurbanu Sultan Nurbanu Sultan (Osmanlı Türkçesi: خاصكي نور بانو سلطانة; d. 1525 veya 1530 - ö. 6 Aralık 1583, İstanbul), Osmanlı Padişahı II. Selim'in hasekisi ve Sultan III. Murad'ın annesi. Haseki Hürrem Sultan'ın gelinidir. Kökeni ve nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler vardır. Şehzade Selim'in 1559 Ekim'inde Venedik'e gönderdiği Hasan Çavuş'un senatoda verdiği bilgilere göre adının Cecilia olduğu, Paros adasında Venedikli idareci Nicolò Venier ile Baffo ailesinden Violante'nin kızı olarak doğduğu söylenir ancak bu bilgiler başka kaynakla teyit edilememektedir. Bir başka rivayette, 1537'de savaş esnasında Venedik idaresindeki Korfu adasından Grek bir ailenin kızıyken esir alındığı ve adının Kali olduğu söylenir. Rivayetler arasında Korfu'da Venedikli soylu ve zengin bir aile olan Quartaniler'e mensup bulunduğu da söylenir. Stephan Gerlach Korfu'da esir alındığını Korfulu ya da Paros adasından Rum asıllı olduğunu belirtirken günlüğünün bir başka yerinde Venedikli olabileceğini söyler. Benjamin Arbel "Nur Banu (1530-1583) A Venetian Sultana" makalesinde Nurbanu'nun Korfulu olduğunu açıklar. Ahmed Refik ise devlet işlerine Yahudileri bulaştırdığından Yahudi olduğunu söyler. Hakkındaki çeşitli rivayetler Nurbanu Sultan'ın Rum mu, Yahudi mi, İtalyan mı olduğu sorusunu muallakta bırakmıştır. Doğum adının, Olivia / Cecilia Venier-Baffo veya Rachel Marié Nassi olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır. I. Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan tarafından saraya alınarak eğitime yollandı. Daha sonraki yıllarda kendisine Haseki Hürrem Sultan tarafından "Nurbanu" yani ""ışık saçan kraliçe"" adı verilerek II. Selim ile evlendirildi. İlk adı Afife ise "namuslu" anlamına gelmektedir. Henüz on yaşındayken Osmanlı korsanları tarafından kaçırılan Nurbanu Sultan zekasıyla Hürrem Sultan'ın ilgisini çekmiş ve onun tarafından Manisa sancağına eğitime yollanmıştır. Döndüğünde ise güzelliğiyle de Hürrem Sultan'ın beğenisini kazanmayı başaran Nurbanu Sultan Şehzade Selim ile evlenir ve Hürrem Sultan'ın gelini olur. Şehzade Selim'in Nurbanu'nun aşkıyla yazdığı şiirler Divan Edebiyatı'nın en güzel örnekleri arasında yer alır. Selim tüm kardeşlerinin ölümüyle önce Kanuni Sultan Süleyman'nın varisi, daha sonra da 29 Eylül 1566 tarihinde I. Süleyman'ın vefat etmesi üzerine Osmanlı Padişahı oldu. Selim'in 21 Aralık 1574 tarihinde ölümü üzerine ise, Nûr-Banû Sultan'ın oğlu Murat'ın Osmanlı tahtına çıkmasıyla, Nûr-Banû Sultan da "Valide-i Atik Sultan" unvanını aldı. "Atik" eski anlamına gelmektedir; ilk ve en büyük valideyi kasteder. Bazı tarihçilere göre cariyelikden gelerek "Valide Sultan" unvanını alan ilk kişidir. Bundan dolayı "atik" unvanını aldığı düşünülür. Afife Nûr-Banû Sultan Valide Sultanlığı döneminde İstanbul'un Üsküdar semtinde külliye, cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, kervansaray, hamam, darülkurra ve darüşşifa'dan oluşan Nûrbanû Sultan Valide-î Atik Camii ve Külliyesi'ni Mimar Sinan'a yaptırdı. Bu eserin 1583 tarihinde tamamlanmasının hemen ardından 7 Aralık 1583 tarihinde oğlu III. Murat'ın saltanatı döneminde vefat etti. Ayasofya Camii'nde bulunan II. Selim Türbesi'ne defnedildi. 2011-2015 yılları arasında yayınlanan "Muhteşem Yüzyıl" adlı Türk televizyon dizisinde Nurbanu Sultan'ı Merve Boluğur canlandırdı. Genetik danışma Genetik danışma, ailevî bir hastalığa yakalanmış kişilerin, gelecek nesillerinin, birinci dereceden ve ikinci dereceden yakın akrabalarının bu hastalığı taşıma riskini açıklayan ve bu kişileri olası sonuçlara karşı bilgilendiren hizmete denir. Kesinlikle uzman kişilerden genetik danışma alınmalıdır, aksi takdirde istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Genetik danışma süreci içinde ailelerin soy ağacı çıkarılır ve bilinen tüm üyeler ile ilgili sağlık durumları belirlenir; eldeki tüm tıbbi veriler incelenir; tanıyı koymak ya da doğrulamak için gerekli genetik testler gerçekleştirilir. Sonuçta aile veya kişide söz konusu genetik hastalığın olup olmadığı, varsa hastalığın ne olduğu, uzun sürede nasıl seyredeceği, yaratabileceği problemler, sonuçları ve alınabilecek önlemler, varsa tedavisi hakkında bilgi verilebilir. Ailedeki diğer kişilerin veya doğacak çocukların söz konusu genetik hastalıklar açısından taşıyabilecekleri risk belirlenir. Hastalığın gebelik sırasında teşhis (doğum öncesi tanı) olanağının olup olmadığı saptanır; doğumöncesi tanı yaklaşımları anlatılır; testleri kabul eden ailelerde, uygun koşullarda bu yaklaşımlar gerçekleştirilerek, gebelik sırasında söz konusu genetik hastalığın tanınması sağlanır ya da alternatif yaklaşımlar gerçekleştirilir. Genetik tanı merkezi Genetik tanı merkezleri, üniversitelerde, araştırma hastanelerinde, enstitülerde ve özel kurumlarda bulunabilir. Bu merkezlerin amacı, kalıtsal olduğu bilinen hastalıkların tanısında, tedavisinde ve daha sonraki genetik danışmada gerekli olabilen prenatal ve/veya postnatal genetik testleri yapmaktır. Genetik Tanı Merkezi, Yönetmelik'te ifade edilen şekliyle, genetik hastalıklarda prenatal veya postnatal tanı koymak için invaziv yöntemlerin dışında çeşitli yöntemlerin uygulandığı, kamu kurum ve kuruluşlarına, özel hukuk tüzel kişilere ve gerçek kişilere ait genetik tanı merkezlerini ifade eder. FC Schalke 04 FC Gelsenkirchen-Schalke 04, daha çok bilinen adıyla FC Schalke 04, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde Gelsenkirchen'e bağlı Schalke yönetim biriminde kurulu bir Alman futbol kulübüdür. Büyük başarıları 1930larda ve 1940ların başında yaşasa da Schalke Almanya'nın en popüler futbol takımlarından biridir. Kulüp, Mart 2014 itibarıyla 129.672 üyesiyle birçok spor kulübünden daha büyüktür ve Almanya'nın ikinci, Dünya'nın en büyük üçüncü spor kulübü durumundadır. Kulüp bünyesinde yer verilen diğer etkinlikler basketbol, hentbol, masa tenisi, kış sporları ve atletizmdir. Schalke 04 ilk Avrupa zaferini 1997 yılında Milano'da penaltı vuruşları sonucunda yendiği FC Internazionale Milano karşısında UEFA Kupası'nı kazanarak elde etmiştir. Papa Jan Pol 1987 yılında Park stadyumundaki bir seronomi sırasında kulübün onursal üyesi olmuştur. Schalke'nin Borussia Dortmund kulübü ile uzun yıllara dayalı bir rekabeti (Nehir derbisi) ve Nuremberg ile bir dostluk ilişkisi vardır. 1904 yılında Almanya'nın işçi sınıfının, özellikle en büyük maden ocaklarının yoğun olduğu bölgede kurulduğu için madenciler lakabıyla anılmaktadır. Kulübün şu anda kullandığı 61.482 kapasiteli stad 2001 yılında açılmıştır. Önceleri Gelsenkirchen Stadt ve Arena AufSchalke olarak anılan stadyum 2005 yılında Veltins firmasının sponsor olmasıyla Veltins-Arena adını almıştır. Borussia Dortmund, Schalke'nin en büyük rakibidir. İki takımın da Westfalen Eyaletinde bulunması ve birbirine yakın olması sonucu aralarında oynadıkları maçlar derbi mücadelesi şeklinde geçer. 7 Almanya Şampiyonluğu olmasına rağmen en son şampiyonluğunu 1958 yılında alması şaşırtıcıdır. Uzun süren Şampiyonluk hasretini son dönemlerde yaptığı flaş translerle bitirmek istemektedirler. Almanya içinde uzun süren sessizliğe rağmen 1997 yılında FC Internazionale Milano'yu penaltılarla geçerek UEFA Kupası'nı kazanmışlardır. UEFA Şampiyonlar Ligi 'ndeki en büyük başarısını ise 2011 yılında yarı final oynayarak göstermiştir. Son zamanlarda Avrupa'da başarılı bir grafiği vardır. Ve en son olarak Gazprom Rus petrol firmasıyla 125 Milyon Euro'luk bir sponsorluk anlaşması yaparak kulüp finansal biçimden zenginleşmiştir. Ayrıca istenildiği zaman kullanılmak üzerine her yıl için 10 Milyon Euro anlaşılmıştır. "12 Ağustos 2016" "31 Ocak 2014 itibarıyla" Teknik direktör: Bernhard Trares Celia Cruz Ce
lia Cruz (Celia de la Caridad Cruz Alfonso) (21 Ekim 1925 – 16 Temmuz 2003), Kübalı Salsa şarkıcısı. Havana, Küba'da doğan Cruz, kariyerinin büyük bir kısmını Amerika Birleşik Devletleri'nde edinmiş ve orada yaşamıştır. 20. yüzyılın en başarılı Kübalı müzisyenlerinden biri kabul edilen Celia Cruz, 22 altın plak doldurmuştur. Müzik camiasında "La Guarachera de Cuba" (Küba'nın "guarachera"sı) ya da Salsa Kraliçesi olarak anılır. Cruz, kariyerine yetenek yarışmalarına katılarak başlamış olup ilk kaydını 1948'de Venezuela'da Turpial etiketi ile yapmıştır. Bu kayıtlar Leonard Melody ve Alfonso Larrain orkestraları ile alınmıştır. Celia Cruz, daha önce birçok radyo için de kayıt doldurmuş ancak bu kayıtlar piyasaya sunulmamıştır. 1950'de ünlü Kübalı grup La Sonora Matancera'da solistliğe başlayan Cruz, ilk büyük çıkışını yapmış olur. Baş solistin Porto Riko'ya dönmesinin ardından gruba misafir olarak çağırılan Cruz, önceleri dinleyenler tarafından kabul görmemişse de tüm Küba'da tanınır olmuştur. 15 yıl boyunca La Sonora Matancera ile birlikte Latin Amerika ülkelerine turneye çıkmış, kendisine "Café Con Leche" ("sütlü kahve") müstearı ithaf edilmiştir. Celia Cruz, sloganı hâline getirdiği ""¡Azúcar!"" ("Şeker!/Şekerim!/Tatlım!") haykırışıyla hafızalarda yer eder. 1960'ta Küba devriminin ardından Celia Cruz ve grubu, Amerika Birleşik Devletleri'ne iltica ederler. 1962'de grubun trompetçisi Pedro Knight'la hayatını birleştiren Cruz, 1965'te La Sonora Matancera ile yollarını ayırır. ABD vatandaşlığına geçen Celia Cruz, bir daha "çok sevdiğini söylediği" ülkesine geri dönemez. 1966'da Cruz ve ünlü müzisyen Tito Puente'nin ortak çalışmaları sekiz albüm doğurur. Albümler beklenen başarıyı elde etmeseler de, 1974'te Cruz'un Johnny Pacheco ile birlikte çıkarttığı "Celia y Johnny" adlı albüm altın plak ödülü kazanır. Celia Cruz kariyerine, Fania markası altında çalışan her orkestradan bir salsa müzisyeninin katılımıyla oluşturulan Fania All Stars grubuyla devam eder. Fania All Stars, İngiltere, Fransa, Zaire ve çeşitli Latin Amerika ülkelerinde konserler verir. 1980'lerde, Celia Cruz birçok Latin Amerika ülkesini dolaşarak hem genç müzisyenlerde hem de kendi çağdaşlarıyla konserler verir, televizyon gösterilerine katılır. 1990 yılında Cruz, Ray Barretto ile birlikte çalıştığı "Ritmo en el Corazon" albümü ile Grammy ödülüne lâyık bulunur. Cruz, ilerleyen yıllarda, La Sonora Matancera ile birlikte yıldönümü albümlerine imza atar. 1992'de The Mambo Kings adlı filmde Andy Garcia ve Antonio Banderas'a eşlik eder. Celia Cruz, 2003 yılının Temmuz ayında New Jersey Amerika'da beyin tümörü nedeni ile 77 yaşında hayata veda eder. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Latin Amerika kökenli toplum arasında hatırı sayılır bir itibara sahip olan Cruz'un naaşı, birçok şehirde dolaştırılarak hayranlarının ona son kez saygılarını sunmaları sağlanır. 2004 yılında Cruz'un son albümü "Regalo del Alma" yayımlanır. Kılcallık Kılcallık ya da Kapiler Olay bir maddenin başka bir maddeyi kendine çekmesi olayıdır. Bir bitkinin iletim sisteminde veya pürüzlü kâğıtla kolayca gözlenebilir. Bir sıvı ile başka bir maddenin moleküler seviyedeki çekiminin, sıvının kendi molekülleri arasındaki çekim kuvvetinden daha kuvvetli olması sonucunda meydana gelir. Bu etki sıvının dik bir yüzeye dokunduğu kısımda sıvı yüzeyinin menisküs denilen içbükey bir hal almasına sebep olur. Aynı etki sünger gibi maddelerin suyu emmesinde de görülür. Kılcallığı gözlemlemek için en çok kullanılan deney düzeneği "kılcal boru"lardır. Cam bir borunun, dikey vaziyette, su gibi bir sıvının içine batırılması sonucunda konkav bir menisküs oluşur. Yüzey gerilimi, sıvı kolununu, yer çekimi ile moleküller arası kuvvetler dengeye gelene kadar yukarı çeker. Sıvı kolonunun ağırlığı borunun yarıçapının karesiyle, sıvı ve boru arasındaki temas uzaklığı borunun yarıçapıyla orantılı olduğundan dar bir boru sıvıyı geniş bir borudan daha yukarı taşır. Örnek olarak, 0.5 mm yarıçaplı cam bir boru suyu ortalama 2.8 mm yüksekliğe ulaştırır. Bazı madde çiftlerinde, mesela cam ve cıva ikilisinde, atomlar arasındaki kuvvetler, sıvı ile katı arasındaki çekim kuvvetinden güçlüdür. Bu yüzden konveks bir menisküs oluşur ve kılcallık tersine işler. SI birim sistemi dikkate alınarak, sıvı kolonunun yüksekliği "h" şu formülle bulunur: Burada: Deniz seviyesinde, su ve cam boru kullanılarak Bu veriler göz önüne alınarak "h" 'yi veren formül şöyle düzenlenebilir. Yani 2 metre çapında bir boruda su, 0.014 mm gibi fark edilmeyecek bir birimde yükselirken, 2 cm çapındaki bir boruda sonuç 1.4 mm olmakta ve 0.2 mm çapındaki bir boruda ise su 140 mm yükselmektedir. Bayer 04 Leverkusen Bayer Leverkusen, Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Leverkusen şehrinde kurulan spor kulübü. Genel olarak futbol takımıyla tanınsa da atletizm ve basketbol gibi branşlarda da aktiftir. 1904 yılında ünlü ilaç firması Bayer tarafından kurulmuştur. Buna rağmen futbol takımının Avrupa kupalarındaki ilk başarısı 1987-1988 sezonunda İspanyol ekibi Espanyol karşısında UEFA Kupası'nı almasıdır. Bunun dışındaki bir diğer Avrupa kupası başarısı ise 2001-2002 sezonunda sürpriz bir şekilde UEFA Şampiyonlar Ligi finaline çıkmasıdır. Ancak finalde Real Madrid'e karşı alınan 2-1'lik skorla kupayı ellerinden kaçırmışlardır. "31 Ağustos 2016 itibarıyla" Trabzon Yomra Fen Lisesi Trabzon Yomra Fen Lisesi (TYFL) 21 Şubat 1989 yılında kuruldu. Kurulduğunda adı Trabzon Fen Lisesi idi. Trabzon (şehir)’da eğitim ve öğretime açılması planlanan Trabzon Fen Lisesi, Trabzon Belediye sınırları içerisinde kendisine tahsis edilecek bina bulunamadığından Yomra ilçesinde, Yomra Lisesi için Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’nca yaptırılan ve inşaatı bitmiş olan lise binası, Trabzon Valiliği Millî Eğitim Müdürlüğü’nce Trabzon Fen Lisesi’ne tahsis edildi. 1990 yılında Lise Yomra ilçesinde olması nedeniyle Trabzon Fen Lisesi’nin isminin Trabzon Yomra Fen Lisesi olarak değiştirilmesi teklifi, Millî Eğitim Bakanlığınca uygun görülerek lisenin adı Trabzon Yomra Fen Lisesi olarak değiştirildi. 1989-1990 eğitim-öğretim yılında açılan liseye 95 öğrenci kaydını yaptırmış ve 4 (dört) sınıf teşekkül ettirilmiştir. Öğrencilerin barınma ve diğer sosyal ihtiyaçları, okul bünyesinde yapılan tadilatla karşılanmaya çalışılmış, 1990-1991 eğitim-öğretim yılında öğrenci pansiyonun da hizmete açılmasıyla öğrencilerin bu ihtiyaçları büyük ölçüde giderildi. 1998 yılında ilave hizmet ve pansiyon binasının yapımına başlanmış ve bu bina da 2001-2002 eğitim- öğretim yılının ikinci döneminde hizmet vermeye başlamıştır. Necmettin Ali BULUTOĞLU Affan Kitapçıoğlu Lisesi Baş Müdür Yardımcı iken, TYFL’nin kurucu müdürü olmuştur. 2002-2003 Eğitim-Öğretim yılında emekliye ayrılmıştır. Okul, çok kısa süre içerisinde güçlü bir eğitim-öğretim kadrosu oluşturmuş,değerli öğretmenleri sayesinde elde ettiği başarılarla sadece Trabzon’un değil bütün Türkiye’nin gururu olmayı başarmıştır. TYFL öğrencilerinden Murat KAYA 1996 Yılı ÖSS birincisi olarak sayısal,sözel ve eşit ağırlıklı puan dallarında TÜRKİYE ŞAMPİYONU olmuştur. Halil GÖKOĞLU, Avrupa Genç Çevre Araştırmacıları Proje Yarışmasında Almanya’da 22 Kasım 1992 tarihinde MANSİYON kazanmıştır, 1997 tarihinde yapılan proje yarışmasında JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ’ nü almışlardır. 1998-1999 eğitim-öğretim yılında Henry FORD Vakfı’ nın düzenlediği proje yarışmasında TYFL öğrencilerinden Esra SİPAHİ ile Beray HACIAHMETOĞLU yüzlerce proje arasında seçilerek önce ilk 10 arasında yer almış, daha sonra da MANSİYON’a layık görülmüşlerdir. Damla ALTINTAŞ: 10-14 Mart 2004 tarihleri arasında düzenlenen Türkiye Küçük çap Ateşli silahlar şampiyonasında Genç şampiyonlar Türkiye 1. olmuştur. Her dönem genel yayın yönetmenliğini Halim Aytekin ERGÜL'ün yaptığı bir Bilim Kültür Dergisi olan İz Dergisi yayımlanmaktadır. 2004 ÖSS sınavında Çağrı SARIGÖZ sayısal puan TÜRKİYE 2. si olmuştur. 2004-2005 yılları arasında Halim Aytekin ERGÜL liderliğinde Samet ÇAYKARA, Koray KIYAKOĞLU ve Ozan ŞENER adlı öğrenciler okulun internet sitesi olan www.tyfl.org'u kurdular. Mezunları ve okulu bir arada tutma amacı taşıyan bu site daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nın yönetmeliklerine göre tekrar yenilendi. 2007 ÖSS sınavında da öğrencilerini ağırlıklı olarak İstanbul ve Ankara daki tıp ve mühendislik fakültelerine yerleştirmeyi başarmıştır. 2011 LYS'de Uğur Berkay Saraç'ın Türkiye 8. olması okulun Türkiye'de uzun zaman sonra adını tekrar duyurmasını sağlamıştır. Stefan Kuntz Stefan Kuntz (d. 30 Ekim 1962, Nuenkirchen) forvet mevkiinde görev almış Alman futbolcudur. Almanya millî takımı ile 1996'da Avrupa şampiyonluğu yaşamıştır. 1. FC Kaiserslautern ile de bir Almanya Ligi şampiyonluğu görmüştür. Futbolu bıraktıktan sonra bir süre teknik direktörlük yapan Kuntz, şimdi Bundesliga takımı 1. FC Kaiserslautern'in başkanlığını yapmaktadır. 1962 yılında doğan Kuntz, futbola 8 yaşında Borussia Neunkirchen takımında başladı. 1981'e kadar bu takımın altyapısında yetişen Kuntz, 1980-1981 sezonunda A takıma yükselen Kuntz, 2. Bundesliga'da 1 maç forma giydi. Sezon sonunda Oberliga'ya düştüler. Kuntz, 2 sezon daha bu takımda top koşturdu. Kariyerine orta saha olarak başlayan Kuntz, forvette oynatılmaya başlayınca kendini gösterdi. 1983'te Kuntz, Bundesliga takımlarından VfL Bochum'a transfer oldu. 1983-84 sezonunda ligden düşmekten son maçlarda kurtuldular. Stefan Kuntz ise sezona fırtına gibi bir giriş yaptı. 13 Ağustos 1983'te ligin ilk maçı olan Kickers Offenbach maçında ilk 11'de sahaya çıkıp, ilk kez Bundesliga'da forma giyen Kuntz, 73. dakikada attığı golle takımına 1-0'lık galibiyet getirdi. İlk 4 hafta, 4 gol kaydetti. Sezonun ikinci yarısında gol kaydedemese de toplamda 32 maçta 8 gol attı. 1984-85 sezonunda Kuntz 34 maçın 34'ünde de forma giydi. Ayrıca ligde 11 gol kaydetti. Bochum'daki ilk hat-trick'ini DFB-Pokal'da TSV Havelse takımına karşı yaptı. 1985-86 sezonunda da Bochum ligde başarılı olmasa da Kuntz, 34 maçın h
epsinde yine oynadı ve 22 gol kaydetti. Bu performansı ile Bundesliga'da gol kralı oldu. Bochum'un tarihinde çıkardığı ilk gol kralı olmuş oldu. Borussia Dortmund karşısında alınan 6-1'lik galibiyette sezonun ilk hat-trick'ini yapan Kuntz, sezon sonu şampiyon olan FC Bayern München karşısında alınan 3-0'lık galibiyette de hat-trick yaptı. Kuntz, 1986'da Bayer Uerdingen'e transfer oldu. Kuntz, ilk sezonunda Bochum'daki performansını tekrarlayamadı ve 29 maçta 6 gol kaydetti. Ancak UEFA Kupası'nda oynayarak ilk kez Avrupa arenasına çıktı. 6 maçta forma giyen Kuntz, FC Carl Zeiss Jena takımına bir gol attı. Çeyrek finalde FC Barcelona'ya elendiler. 1987-88 ve 1988-89 sezonlarında 13'er gol kaydetti. Ancak takım ligde ve kupada başarılı sonuçlar alamıyordu. 1989'de Kuntz, 1. FC Kaiserslautern'e transfer olarak uzun yıllar sürecek bir dönemi başlattı. İlk sezon takım için başarılı bir sezon olmasa da Kuntz, ilk 10 maçta 9 gol atarak iyi bir başlangıç yaptı. Sezonu 32 maçta 15 gol kaydederek bitirdi. Sezon içinde takımın en golcü ismi oldu. Sezon sonu SV Werder Bremen'i 3-2 yenerek Almanya Kupası'nı kazandılar. Kuntz, kariyerinin ilk kupasını böylece kazanamış olurken takımını 3-0 öne geçiren golü attı. 1990-91 sezonuna da Kuntz golle başladı. 27 maçta 11 gol atıp, takımının yine en golcüsü olan Kuntz, kariyerinin ilk ve tek Bundesliga şampiyonluğunu yaşadı. UEFA Kupası'nda ise Sampdoria ile oynanan ilk maçta attığı golla takımının maçı 1-0 kazanmasını sağlasa da iknici maç 2-0 yenilip elendiler. 1991-92 sezonunda da 11 gol atan Kuntz'lu Kaiserslautern ligi 5. bitirdi. Şampiyon Kulüpler Kupası'nda ise FC Barcelona ile eşleşen K'latuern'de Kuntz iki maçta da forma giydi ancak turu geçen taraf deplasman golü avantajıyla Barcelona oldu. 1992-93 sezonunu 26 maçta 6 gol ile durgun geçirdi. Sezonun ortasında uzun bir süre sakatlık nedeniyle forma giyemedi. Böylece K'lautern'de ilk kez takımın en golcü ismi olma başarısını sağlayamadı. 1993-94 sezonunda K'lautern bir puan ile şampiyonluğu kaçırıp ikinci oldu. 25. hafta SC Freiburg ile oynanan maçta sakatlanıp 23. dakikada oyunu terk edip sezon sonuna doğru forma giyememesine rağmen Kuntz da 26 maçta 18 gollük muhteşem bir performans gösterdi. Son iki maçta aldıkları iki galibiyette de gol atan Kuntz, rakipleri Münih'in de puan kaybetmemesi ile şampiyonluk fırsatını kaçırdı. Sezon sonunda Kuntz, Eintracht Frankfurt'lu Anthony Yeboah ile gol krallığını paylaştı. Bu da Kuntz'un ikinci ve son Bundesliga gol krallığı oldu. 1994-95 sezonunda da 28 maçta 14 gol kaydetti. 1995'te Alman teknik adam Christoph Daum tarafından Türkiye Ligi şampiyonu Beşiktaş'ye transfer oldu. Böylece kariyerinde ilk ve son kez Almanya dışına çıkmış oldu. Türkiye'de 32 lig, 2 kupa maçına çıktı. Sezon başında Şampiyonlar Ligi elemelerinde Rosenborg ile Beşiktaş, ilk maçını 3-0 kaybetmişti. Rövanş maçında 8. dakikada Kuntz, takımını 1-0 öne geçirse de daha sonra Rosenborg skoru 1-1 yaptı. Kuntz, 85. dakikada attığı penaltı ile Beşiktaş'ı oyunda tutsa da, Beşiktaş maçı 3-1 kazanmasına rağmen elendi. Beşiktaş, başarılı bir sezon geçiremese de Kuntz, biri penaltıdan 9 gol kaydetti. Kuntz, 1996'da Bundesliga'ya geri dönerek DSC Arminia Bielefeld takımı forması giymeye başladı. Takımı ligde kötü dereceyle bitirse de Kuntz, 33 maçta 14 gol kaydederek, hem takımının en golcü oyuncusu oldu, hem de performansından bir şey yitirmediğini gösterdi. Özellikle şampiyon Bayern Münih'in 3 yenilgisinden biri olan 2-0'lık Bielefeld maçında 2 golü de kendisi kaydetti. Sonraki sezon da 32 maçta 11 gol atıp takımın en golcüsü olsa da takımı Bundesliga sonucusu olarak küme düştü. Kariyerinin son hat-trick'ini de bu sezon içinde 1. FC Köln'ü deplasmanda 5-3 yendikleri maçta kaydetti. 1998-99'da Kuntz, eski takımlarından Bochum'a geri döndü. Ancak Bochum da ligde 17. olarak küme düştü. Kuntz 20 maçta 6 gol kaydetti. 29 Mayıs 1999'da ligin son haftasında oynanan Hansa Rostock maçında hem seyiricisinin önüne hem de Bundesliga'ya son kez çıktı. 58. dakikada oyuna giren Kuntz, 70. dakikada kafayla attığı golle maçı 1-1 yaparak, son Bundesliga golünü de atmış oldu ancak maçı 3-2 kaybettiler. 1983 ve 1999 yılları arasında oynadığı Bundesliga'da toplam 449 maçta attığı 179 golle bu ligde en çok gol atan 6. futbolcu olmuştur. 1991 yılında Almanya'da Kaiserslautern formasıyla Almanya'da Yılın Futbolcusu seçilmiştir. 18 Aralık 1993'te ABD ile deplasmanda oynanan hazırlık maçıyla ilk kez Almanya millî futbol takımı forması giydi. İlk golünü de aynı maçta 79. dakikada kaydetti. Kuntz, Almanya forması altında 6 gol attı. Bunları ABD, Rusya, Liehtenstein (2 gol), İngiltere ve Ermenistan'a kaydetti. 1994 Dünya Kupası, Euro 1996 elemeler, Euro 1996 ve 1998 Dünya Kupası elemelerinde forma giydi. Almanya'nın 11 Kasım 1997'de Arnavutluk'u 4-3 yendiği Dünya Kupası eleme maçında ilk 11'de başlayıp 72. dakikada oyundan çıktı. Bu maç Kuntz'un son millî maçı oldu. Kuntz millî takımda 25 maç forma giydi, bunların 14'ünde oyuna yedek kulübesinden dahil oldu. Kuntz'un oynadığı 25 maçta Almanya hiç yenilmedi ve 21 galibiyet 4 beraberlik aldı. Almanya, İspanya, Kore ve Bolivya'nın grubunda birinci oldu. Kuntz ise grup maçlarında hiç forma giyemedi. Grup birincisi olan Almanya, son 16'larda Belçika ile eşleşti. Almanlar, Belçika'yı 3-2 yenerlerken, Kuntz, 86. dakikada Jürgen Klinsmann'ın yerine oyuna girdi. Almanya, Kuntz'un oynamadığı çeyrek final maçında Bulgaristan'a yenilerek elendiler. Euro 1996 elemelerinde 5 maçta forma giyen Stefan Kuntz, Beşiktaş forması giyerken, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası kadrosunda yer aldı. Almanya kadrosunda yurtdışında futbol oynayıp millî takım çağrılan iki isimden biri oldu. Teknik direktör Hans-Hubert Vogts tarafından Çek Cumhuriyeti ile oynanan ilk maçta ilk 11'de yer aldı ve 83 dakika oyunda kaldı. Rusya ile oynanan ikinci maçta ise 85. dakikada oyuna girdi. Son grup maçı olan İtalya maçında forma giymedi. Almanya grup birincisi olarak, çeyrek finale kaldı. Çeyrek finalde Hırvatistan ile oynanan maçta Kuntz, devre arası oyuna girdi. Almanya maçı 2-1 kazanarak yarı finale çıktı. Yarı finalde rakip İngiltere'ydi. 3. dakikada Alan Shearer ile öne geçen İngiltere'ye cevap 16. dakikada Kuntz'dan geldi. Maç 1-1 sonuçlandı. Uzatmalarda Kuntz bir gol kaydetse de ofsayt nedeniyle gol geçerli sayılmadı. Uzatmada gol gelmeyince maç penaltılara kaldı. Almanya'nın dördüncü penaltısını kullanan Kuntz gol atarak durumu 4-4 yaptı. Son penaltılarda İngiltere penaltı kaçırıp, Almanya golü kaydedince Almanya finale kaldı. Kuntz'un ilk 11'de başlayıp 90 dakika forma giydiği final 1-1 biterek uzatmalara kaldı ve Oliver Bierhoff'un attığı golle Almanya kupayı kazandı. 1999'da futbolu bırakan Kuntz, 15 Kasım 1999'da ilk takımı Borussia Neunkirchen tarafından takımın başarına getirildi. Sezon sonunda 4. seviye lig olan Oberliga Südwest'te grup birincisi olmayı başardılar ancak play-off'ları geçemeyerek bir üst lig olan Regionalliga'ya çıkamadılar. 2000'de 2. Bundesliga'dan yerel lig Regionalliga Süd'e düşen Karlsruher SC takımının başına geçti. 34 maçta 17 galibiyet 10 beraberlik ve 7 mağlubiyet ile lig şampiyonu olarak 2. Bundesliga'ya geri döndüler. 2000-2001 sezonunda ise işler çok parlak gitmedi Karlsruher, son hafta aldığı galibiyetle düşmekten kurtuldu. Yönetim, Kuntz'la devam etme kararı alsa da takım 6 haftada sadece 2 beraberlik alıp, lig sonuna demir atınca Kuntz ile yollar ayrıldı. Aynı sezonun 27. haftası öncesi Kuntz, ine 2. Bundesliga'da oynayan ve 17. sırada bulunan SV Waldhof Mannheim takımının başına getirildi. 8 maçta sadece 1 galibiyet 2 beraberlik alabilen ekip, sezon sonunda lig sonuncusu olarak küme düştü. Kuntz 2003-04 sezonunda yine 2. Bundesliga ekiplerinden LR Ahlen ile anlaştı. Ancak 12 haftada 3 galibiyet, 1 beraberlik ve 8 mağlubiyet alan takım lig sonunculuğundan kurtulamayınca Kuntz ile yollar ayrıldı. Teknik direktörlük kariyerine son veren Kuntz 2005-2006'da Regionnalliga takımı TuS Koblenz'de sportif direktör olarak çalışmaya başladı. Takım lig ikincisi olup, elemelerde başarılı olarak 2. Bundesliga'ya çıkma başarısını gösterdi. Kuntz, 2006'da eski takımı Bochum'a da aynı görev ile geldi. 2008'e dek bu görevini sürdürdü. 8 Nisan 2008'de Kuntz, daha da farklı bir yetki üstlenmeye karar verdi ve K'lautern'in başkanı oldu. 2009-10 sezonu sonunda 2. Bundesliga birincisi olarak Bundesliga'ya geri dönme hakkını kazandı. Ağustos 2016'da uzun bir süre boyunca Almanya 21 yaş altı millî futbol takımıni yöneten Horst Hrubesch'in yerine millî takımın başına getirildi. O zaman kadar bütün maçlarını kazanmış olan Almanya U-21 ile son üç maçı da kazanıp 2017 UEFA Avrupa 21 Yaş Altı Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı kazandı. Finale çıkan Almanya, finalde İspanya'yı 1-0 yendi. Böylece Kuntz, Almanya U-21'e tarihindeki ikinci Almanya şampiyonluğunu yaşattı. BJK İnönü Stadyumu BJK İnönü Stadyumu, İstanbul Boğazı kıyısında, Beşiktaş ile Kabataş semtleri arasında 1947 ile 2013 yılları arasında hizmet vermiş stadyum. Stadyum 2004 yılında yenilenerek, kapasitesi 32.086'ya çıkarılmıştır. Uzun yıllar Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş takımlarının maçlarında kullanılan stadyum, Beşiktaş'ın yeni stadyum projesi kapsamında 2013 yılında yıkılmıştır. İstanbul'da futbol karşılaşmaları 1910'lu yıllardan başlayarak 1928'e kadar eski Union Club Sahası'nda, 1929-1947 arasında da Fenerbahçe Stadı ile Taksim Topçu Kışlası avlusunda yapılan Taksim Stadyumu'nda oynanmaktaydı. İstanbul'daki ilk statlar ahşap ve tek tribünlü Fenerbahçe ile Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki ilkel görünümlü Şeref Stadyumu'ydı. Taksim Kışlası'yla birlikte buradaki top sahası da kaldırılınca İstanbul'a büyük ve modern bir stat yapımı önem kazandı. 1939'da İtalya'dan davet edilen ve bu konuda uzmanlığı bulunan stadyum mimarı Paolo Vietti Violi, mimar Fazıl Aysu ve mimar Şinasi Şahingiray'la birlikte stadyum için seçilen Dolmabahçe Sarayı'nın eski hasahırlarının bulunduğu yere uygun bir plan hazırladı. Stadyumun temeli, 19 Mayıs 193
9'da Dolmabahçe Sarayı'nın eski has ahırlarının bulunduğu arazide atıldı. Ancak kısa bir süre sonra II. Dünya Savaşı'nın getirdiği sıkıntılar inşaatı engelledi. Bu nedenle 19 Mayıs 1943'te yeniden bir temel atma töreni yapıldı ve hafriyat işine girişildi. Harap durumda olan hasahırlar kolayca ortadan kaldırılıp hafriyat yapılabildi. Ancak arkada bulunan Gazhane tesisleri en büyük problemi teşkil ediyordu. Mimar Vietti Violi'nin çizdiği planın Gazhane'ya bakan kısmına el sürülemedi. Stadyumun diğer yerleri plana uygun olarak yapıldı. Ancak stadyumun Dolmabahçe Sarayı'na bakan yüzündeki büyük demir kapısının iki yanındaki duvara gömülecek tunç rölyefler yapılamadığı gibi, yine bu tribünün sahaya bakan yüzündeki iki küçük kulenin üzerine konulması gereken disk ve cirit atan sporcu heykelleri de yapılıp yerlerine konulamadı. Stadyumun Gazhane'ye bakan kısmı da yüksek bir taş duvarla kaplandı. Stada, dönemin Cumhurbaşkanı ve Mustafa Kemal Atatürk'ün silah arkadaşlarından olan İsmet İnönü'nün soyadı verildi. Stadyumun açılışını, dönemin İstanbul valisi ve belediye başkanı Lütfi Kırdar yaptı. Stadyum, o dönemin parasal değeriyle 5.000.000 TL'ye mal oldu. İnönü Stadyumu, 27 Kasım 1947'de Beşiktaş ile İsveç'in AIK Solna takımı arasında oynanan maçla açıldı. Bu stadyumdaki ilk golü de o zamanlar Beşiktaş’ın futbolcusu olan Süleyman Seba atmıştır. İlk maç 3-2 Beşiktaş'ın mağlubiyeti ile bitmiştir. 1947'de açılışında adı İnönü Stadyumu iken 1952'de siyasi nedenlerle adı Mithatpaşa Stadyumu'na çevrildi. Mart 1974'te tekrar İnönü Stadyumu oldu. Beşiktaş JK, açılışından beri bu stadyumu kullanmaktadır. Kısa bir süre Dolmabahçe Stadyumu ismiyle de anıldı. 1998 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile BJK arasında imzalan sözleşme ile 49 yıllığına kiralanmış ve adı Beşiktaş İnönü Stadyumu olarak değiştirilmiştir. Bu sözleşmeyle BJK İnönü Stadyumu ile ilgili tasarruflarda bulunmaya sadece Beşiktaş Jimnastik Kulübü Derneği’nin yetkili olduğu hukuken tescil edilmiştir. Beşiktaş Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş., İMKB’ye yaptığı açıklamada BJK İnönü Stadyumu’nun isminin 2 dönem için Fi-Yapı İnönü Stadyumu olarak kullanılacağını bildirdi. Ancak yapılan antlaşma 30 Aralık 2011 tarihinde Fİ-Yapı tarafından feshedildi. İnönü Stadyumu ilk inşa edildiği yıllarda günlük ihtiyaca göre düzenlenmiş, çok sayıda seyirci alacak kapasiteli tribünler yerine yapıda estetik görüntüye daha fazla ağırlık verilmişti. İstanbul'un artan nüfusuyla orantılı olarak futbol seyircisi de bir çığ gibi büyüdükçe stadyum ihtiyaca cevap veremez oldu. 1947'de açıldığında 16.000 kişilik olan stadyumun kapasitesi 1950'li yıllarda, ilk olarak numaralı tribünün sol tarafına düşen bölüme 5 bin kişilik eklenti yapıldı. Bir süre sonra gazhanenin kaldırılmasıyla meydana çıkan arsaya 15 bin kişilik kale arkası tribünün yapılmasıyla stadyum ayakta 40 bin seyirci alacak duruma geldi. İnönü Stadyumu uzun süre Türkiye'deki tek karşılıklı iki kapalı tribüne sahip stadyum özelliğini korudu. 2003-04 sezonunun tamamlanmasının ardından hemen başlayan çalışmalarla İnönü Stadyumu, yeni bir görünüm kazandı. Zemin indirme projesiyle, tribünler ile saha arasında artık sadece 4 metre uzaklık var. Bu sayede yüzde 50 artışla, toplam koltuk kapasitesi 21.500'den 32.145'e ulaştı. Kapalı Tribün'de bulunan basın tribünü, taraftarlardan gelen istek üzerine Numaralı Tribün kısmına alındı. Kapalı Tribünün orta bölümündeki localar, tribünlerle saha arasında bulunan tel örgüler kaldırıldı. Stadyumun giriş ve çıkışlarını rahatlatmak için kapı sayısı da yüzde 100 artırılarak, 36'dan 72'ye çıkartıldı. BJK TV için stat içerisinde bir bölüm yapıldı. Ayrıca, tuvalet ve büfelere yenisi eklenerek, bakımları tamamlandı. 2013 yılı mayıs ayı ile birlikte stadyumun 41.903 kişi olması için çalışmalara başlanması planlanmaktadır, inşaatın tahmini süresi 18 aydır. İETT Garajı' da BJK İnönü Stadyumu'na dahil edilmiştir. Ana hatları ortaya çıkan projeye göre sahanın zemini 40 metre kuzeye doğru çekilip deniz tarafındaki eski açık tribünün iç tarafına amfitiyatro yapılmıştır. Yeni projeye göre BJK İnönü Stadyumu'nun içinde alışveriş merkezleri, büyük bir otopark, değişik damak zevklerine uygun restoranlar, mağazalar, ofisler, çok amaçlı kullanılabilen salonlar da olacaktır. Ayrıca Anıtlar Kurulu ve İstanbul İl Turizm Müdürlüğü ile yapılacak ortak çalışmalar sonucunda stadyumun tam altından geçen ve gizemini yıllardır koruyan dehlizin turizme kazandırılması da hayata geçirilmiştir. İnönü Stadyumu'nun bütün izinleri alındıktan sonra 2 Haziran 2013 tarihinde, Beşiktaş başkanı Fikret Orman tarafından temsili yıkımı gerçekleşmiştir. Kapasitesi 10.000'dir. Deniz tarafındaki tribündür, ucuzdur ve genellikle ailelerin oturduğu bölümdür. Feda sezonunda Çarşı grubunun büyük bir kısmı bu bölümde maç seyretmektedir. Kapasitesi 15.156'dir. 2010-11 sezonuna kadar Eski Açık ile aynı bilet fiyatına sahip iken 2010-11 sezonuyla beraber bilet fiyatları Eski Açık'tan çok düşük miktarda da olsa yüksek tutulmaya başlanmıştır Kapasitesi 7.237'dir. Basın tribününü ağırlamaktadır. Çoğunlukla ailelerin bulunduğu tribündür. Stadyumun diğer bölümlerine göre bu tribunde bilet fiyatları pahalıdır. Kapasitesi 9.610'dur. Çarşı taraftar grubunun bulunduğu bölümdür. Okay Temiz Okay Temiz, (d. 1939, İstanbul). Türk caz sanatçısı. Türk müziği ile ilgili ilk bilgilerini, musiki eğitimi almış annesinden edindi. Annesinin desteği ile Ankara Klasik Müzik Devlet Konservatuarında vurmalı çalgılar ve timpani eğitimi aldı. 1955'te profesyonel müzik yaşantısına başladı. 1957-1959 yıllarında Tophane Sanat Enstitüsü'nde eğitimini sürdürdü. 1959-1967 yılları arasında dans müziği orkestralarında çeşitli programlar yaptı. 1967'de Ulvi Temel orkestrası ile birlikte Avrupa'da dans lokallerinde çalıştı. İsveç'te trompetçi Maffy Falay ile tanıştı ve "Sevda" grubunu kurdular. Bir başka trompet ustası Don Cherry ile birlikte festivaller, konserler ve plaklar yaptı. Afrikalı basçı Johnny Dyani'nin de gruba katılmasıyla New Hamphsire kolejinde dersler verdiler. 1974 yılında kurduğu İsveç-Türk caz grubu Oriental Wind ile, batı kökenli enstrümanların yanı sıra Türk enstrümanlarını bir araya getirerek bir sentez yarattı. Temiz, 1990 yılına kadar İsveç'teki çalışmalarını sürdürdü. Avrupa, Hindistan ve Amerika turları, konserler, albüm çalışmaları yaptı, seminerler verdi. 1993 yılından sonra çalışmalarını Finlandiya'da sürdürdü. Selanik, Atina, Barselona, Budapeşte, Zürih, Ljubliana, Amsterdam, Rotterdam, Lahey, Lizbon gibi Avrupa şehirlerinde Türk ve dünya ritimlerini tanıtım programları, seminerler düzenledi. Ayrıca Kültür Bakanlığı Türk Müziği topluluğunda kadrolu sanatçısı olarak İstanbul, Ankara ve İzmir'de konserler verdi. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Eray Canberk Eray Canberk (d. 1940, İstanbul), Türk ozan, yazar, çevirmen. İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da gördü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nda okudu. İlkokul öğretmenliği yaptı ve Afşar Timuçin ile birlikte Kavram Yayınevini kurdu,yönetti. Birçok ansiklopedi ile sözlükte konu yazarı olarak , ayrıca "Milliyet Çocuk", "Bando", "Kırmızı Balon" gibi çocuk dergilerinde çalıştı. 1963'ten başlayarak şiirleri, öyküleri, denemeleri, eleştirileri, günlükleri, incelemeleri ile çevirileri "Yelken", "Varlık", "Yeditepe", "Şiir Sanatı", "Yeni Gerçek", "MAY", "Broy", "Yandıma", "Adam Sanat", "Ludingirra", "Hürriyet Gösteri", "Cumhuriyet Kitap", "Dünya Kitap" gibi dergilerde yayımlandı. SV Werder Bremen Sportverein Werder Bremen, Bremen kentinde kurulu Alman spor kulübü. Futbol takımı Bundesliga'da mücadele etmektedir. Müzesinde 4 Almanya Şampiyonluğu ve 5 Almanya Kupası vardır. 1965 yılında yeni kurulan Bundesliga'yı alan ilk kulüplerden olmuştur. Her zaman üst seviyede bir takım görüntüsünde olmasına rağmen bunu şampiyonluklara dönüştürmekte zorlanmıştır. Bu yüzden kazandığı kupalar kadar ikincilikleri de fazladır. Hatta 1979-80 sezonunda 2. lige düşmüş ve 1 sezon bu ligde oynamıştır. Son zamanda tekrar atılım yapmış ve 2004 sezonunu çifte kupa ile kapattıktan sonraki ilk kupasını 2008/09 sezonu sonunda Bayer Leverkusen'i Almanya Kupası finalinde 1-0 yenerek kazanmıştır. Avrupa Kupalarındaki en büyük başarısı 1992 yılında Lizbon'da Monaco'yu 2-0 yenerek kazandığı UEFA Kupa Galipleri Kupası'dır. Ayrıca 20 Mayıs 2009 tarihinde Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda oynanan UEFA Kupası finalinde FK Şahtar Donetsk ile karşılaşmıştır. Uzatmalara kalan maçı 2-1 kaybetmiştir. Altınordu FK Altınordu Futbol Kulübü ya da kısaca "Altınordu", İzmir merkezli Türk futbol kulübü. 26 Aralık 1923 tarihinde kuruldu. Renkleri kırmızı-laciverttir. Kulüp şu anda 1. Lig'te mücadele etmektedir. Süper Lig'in kurulduğu ilk sezonda yer alan 16 takımdan bir tanesidir. Kulüp daha önce İzmir Futbol Ligi'nde 6 defa şampiyon oldu. Ayrıca 2012-13 sezonunda 3. Lig'de, 2013-14 sezonunda ise 2. Lig'de şampiyonluğa ulaştı. Altınordu, 26 Aralık 1923 tarihinde 11 kişi tarafından İzmir'de kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan kısa bir süre sonra Kurtuluş Savaşı nedeniyle kulüp bünyesinde ara verilen sportif faaliyetler tekrar başladı. İzmir'de 1912 yılında Karşıyaka ve 1914 yılında ise Altay'ın yanı sıra Eşrefpaşa'da Altınay, Mısırlı Caddesi'nde de Sakarya kulüpleri bulunmaktaydı. Basmane, Tilkilik ve Namazgâh semtlerinde bir kulübün olmaması nedeniyle, semtte yaşayan Mustafa (Balöz), Hüseyin (Yurdakul) ve Mehmet Hancıoğlu'nun girişimleri ve semtte yaşayan Doktor Hacı Hasanzade Ethem Bey tarafından bölgede de bir spor kulübü kurulması fikri diğer büyüklere anlatıldı. Kulübün kurulması fikri üzerinde herkesin uzlaşması üzerine konu Süleyman Ferit Bey'e anlatıldı. Süleyman Ferit Bey, Tilkilik, Hatuniye, Namazgah ve İkiçeşmelik semtlerinde oturan insanları iyi tanıyordu ve içlerinde Kuva-yi Milliye yıllarında birlikte görev yaptığı insanlarda vardı. Sonrasında V
ilayet Mektubi Kalemi'nden cemiyet nizamnamesi örneğini temin ederek kulübün kurulması için çalışmaları başlattı. Daha sonra kulübün isminin belirlenmesi için hemen her gün tartışmalar yapıldı. O dönemde ülkede kazanılan savaşlardan sonra cumhuriyetin kurulması ile birlikte kulübün ismininde buna uygun olması kararı alındı. Bu doğrultuda önerilen ilk isimler Zafer, Hilal ve Kurtuluş oldu. Yapılan her toplantıda yeni isimler önerilmeye devam ediliyordu. Önerilen isimlerden Göktürk ve Sakatürk diğerlerine göre ağırlık kazanmaya başlamıştı. Muallim Mehmet Rıza Bey, Göktürk ismi üzerinde duruyordu. Toplantıyı idare eden Süleyman Ferit Bey ise bir Türk İmparatorluğu olan Altınordu'yu kulübün adı olması için teklif etti. Bu teklif diğer kişiler tarafından da kabul edildi ve kulübün ismi Altınordu oldu. Süleyman Ferit Bey ise Altınordu'nun kurucu başkanı ve isim babası oldu. İstanbul'da da aynı ismi taşıyan bir kulüp daha vardı. Bu durum Vali Yardımcısı Murat Bey'e bildirildi ve bir sorun olmayacağı anlaşılarak kulübün ismi tescil ettirildi. Altınordu Spor Kulübü, resmî olarak 26 Aralık 1923 tarihinde kuruldu. Altınordu, tarihindeki ilk resmî maçını Altay takımı ile oynadı. Kulübün kuruluşunun hemen sonrasında Şifa Eczanesi Kupası adı altında organize edilen bu maçı Altınordu 2-1 kazandı. Kulübün temsil renkleri kırmızı ve laciverttir. Bu renklerden kırmızı kanı, lacivert ise çeliği temsil eder. Kulübün kurucuları şunlardır: Kulüp daha önce İzmir Futbol Ligi'ni 6 kez şampiyon olarak tamamladı. 1927, 1932 ve 1935 yıllarında Türkiye Futbol Şampiyonası ikincisi oldu. 1959 yılında ulusal bir organizasyon olan Millî Lig'e İzmir'den katılan Altınordu, ilk iki sezonda baraj maçları sonucunda küme düşmekten kurtuldu. 1961-62 sezonunda ligi 8. sırada bitirdi. 1964-1965 sezonu sonunda ligi 24 puanla son sırada tamamlayan kulüp bu sonuçla birlikte küme düştü. 1965-66 sezonunda 2. Lig'de Kırmızı Grubu 31 puanla ilk sırada tamamlayan Altınordu, bu sonuçla birlikte yükselme grubunda mücadele etme hakkı kazandı. Yükselme grubunu ise Eskişehirspor'un ardından 21 puanla 2. sırada tamamlayan Altınordu bir sezon sonra tekrar 1. Lig'e dönmeyi başardı. 1. Lig'de 1969-70 sezonuna kadar mücadele eden kulüp, aynı sezonda ligi 17 puanla sonuncu sırada tamamlayarak küme düştü. 1977-78 sezonunda 2. Lig'de sezonu 23 puanla son sırada tamamlayan Altınordu, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından; İzmir'de İskenderunspor ile oynanan ve 8-1 Altınordu'nun galibiyeti ile sonuçlanan maçta şike yapıldığı kararına vararak, Altınordu takımıyla birlikte ligi 6. sırada tamamlayan İskenderunspor'u küme düşürdü. Bir sonraki sezon 3. Lig'de grubunu 28 puanla 2. sırada tamamladı ve yeniden 2. Lig'e yükseldi. 2. Lig'de aralıksız 13 sezon boyunca mücadele eden Altınordu, 1991-1992 sezonunda ligi 33 puanla 16. sırada bitirerek 3. Lig'e, 1995-1996'da ise 3. Lig'de mücadele ettiği 7. Grubu sonuncu bitirerek Amatör Küme'ye düştü. 2002-2003 sezonunda yeniden 3. Lig'e yükseldi. 2007-2008 sezonunda 3. Lig'de play-off serisinde Belediye Bingölspor ve Keçiörengücü takımlarını geride bırakarak 2. Lig'e terfi etti. 2008-2009 sezonunda 2. Lig'de mücadele eden ve 9 takımlı 2. Klasman Grubu'nu 7. sırada tamamlayan Altınordu yeniden 3. Lig'e düştü. 2010-2011 sezonunda 3. Lig'de grubunu 5. sırada bitirdi ve play-off oynamaya hak kazandı. Play-off serisinde Afyonkarahisarspor ve Darıca Gençlerbirliği takımlarını mağlup ederek yeniden 2. Lig'e terfi etti. 2011-2012 sezonu sonunda ligi 38 puanla 15. sırada tamamlayarak tekrar 3. Lig'e düştü. 2012-13 sezonunda 3. Lig 3. Grup'ta sezonu 76 puanla şampiyon olarak tamamlayan Altınordu tekrar 2. Lig'e yükseldi. 2013-14 sezonunda ise 2. Lig Kırmızı Grup'ta sezonu 81 puanla şampiyon olarak tamamlayan takım, 1. Lig'e terfi etti. Kulüp halen 1. Lig'de mücadele etmektedir. Altınordu, 22 yıl aradan sonra mücadele ettği PTT 1.Lig'deki ilk sezonunda bir hayli başarılı bir performans sergiledi. Son 10 maçta 9 galibiyet, 1 beraberlik alan kırmızı-lacivertliler, ligi Samsunspor'un hemen arkasında ve play-off barajının bir basamak altında 7. sırada tamamladı. Altınordu, uzun yıllar İzmir'in basketboldaki en başarılı kulübü olarak temayüz ettiği gibi Türkiye Basketbol Ligi'nin organize edilmeye başlandığı ilk sezonda ligin ilk şampiyonu Altınordu oldu. İzmir Basketbol Ligi'nde 1947-48 sezonundan ligin son kez oynandığı 1965-66 sezonuna kadar toplam 17 kez şampiyon oldu ve 17 kez İzmir'i Türkiye Şampiyonası'nda temsil etti. 1966-67 sezonunda başlayan 12 takımlı Türkiye Basketbol Ligi'nde İstanbul'un altı ve Ankara'nın dört takımına karşı Karşıyaka'yla birlikte İzmir'i temsil etti. Hüseyin Alp, Mahir Aras, Cengiz Atilla, Erdoğan Çengelli, Halil Dağlı, Akın Gönülşen, Ercan Hephoşcan, Engin Özsu, Haluk Tunçeri, Sabri Turmak, Yılmaz Vardaroğlu ve Türkay Yener'den oluşan kadrosuyla ve Samim Göreç'in antrenörlüğünde 22 maçta 20 galibiyet ve bir beraberlik alan takım 63 puanla 61 puanlı Galatasaray'ın önünde Lig şampiyonluğuna ulaştı ve basketbolda Türkiye şampiyonluğunu ilk kez İzmir'e getirdi. Aynı zamanda İstanbul takımlarının 1953'ten beri sürdürdüğü hegemonyaya son verdi (İstanbul dışından son kez 1952'de Ankara takımı Harbokulu Türkiye şampiyonu olmuştu). İzmir'in diğer demsilcisi Karşıyaka küme düşmenin olmadığı ligde 12. ve sonuncu olmuştu. Bir sezon sonra Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'na katılacak takımı belirleyecek Şampiyonlar Şampiyonu karşılaşmalarında Türkiye Kupası şampiyonu Fenerbahçe'yi iki maçta da mağlup etti. 1967-68 sezonunda Çekoslovakya'nın Spartak Brno takımına ilk turda 61-65 ve 69-102 yenilerek elendi . Esasen sezon başında ulusal yıldızlar Hüseyin Alp ve Halil Dağlı'nın eski takımları İTÜ ve Fenerbahçe'ye dönmeleriyle güç kaybetmiş bulunan takım Türkiye Basketbol Ligi'nde dördüncülüğe gerilese de, Türkiye Kupası'nda finalde Muhafızgücü'nü safdışı bırakarak şampiyon oldu . 1968-69 sezonunda Türkiye'yi bu defa Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nda temsil ettiyse de, bu defa Yugoslavya'nın Olimpija Ljubljana takımına ilk turda elendi . 1972 yılına kadar orta sıralarda mücadele eden Altınordu, 1972-73 sezonunda son sırada kalarak küme düştü ve bir daha liglere dönemedi. Altınordu'nun altın çağından sonra İzmir basketbolunun bayrağını 1974-75 sezonundan itibaren Karşıyaka devraldı ve 1986-87 sezonunda (1967'de Altınordu'nun yaptığı gibi) Galatasaray'ı geride bırakarak şampiyonluğu 20 yıl sonra İzmir'e taşımayı başardı. 1959-1965, 1966-1970 1965-1966, 1970-1978, 1979-1992, 2014- 2008-2009, 2011-2012, 2013-2014 1978-1979, 1992-1996, 2003-2008, 2009-2011, 2012-2013 1996-2003 Sergey Ayzenştayn Sergey Mihayloviç Ayzenştayn (; d. 23 Ocak 1898, Riga - ö. 10 Şubat 1948, Moskova), Sovyet sinema yönetmeni ve kuramcısı. Rusya'da 1910'lu yıllarda hareketlere çok genç yaşta katılan Eisenstein, 1920'lerin başında avangard tiyatro ve sanat dünyasıyla temas kurdu ve Moskova'daki Proletkult Tiyatrosu`na girdi. Kısa sürede büyük gelişme göstermesiyle birlikte sanat yönetmenliği, yönetmenlik yapmaya başladı. Mekân ve kurgu konusunda kendisini kısıtlamamak için tiyatroyu bırakıp sinemaya yöneldi. İlk filmi "Grev"'de(1925) yeni bir temsil alanı, anlatı dünyası, kahraman tipi yarattı. Mekân gerçek bir metalurji fabrikasıdır. Kahraman kitleler, insan topluluklarıdır ve bireyler daha arka planda kalır. Anlatı biçimi ve çekim montajı hemen göze çarpar. Zaten Eisenstein`a göre iyi kurgulanmış bir montaj sadece sahneleri birbirine bağlamakla kalmaz, aynı zamanda izleyicinin hislerini istenilen yöne çekebilmek ve seyirci kitlesini heyecanlandırmak için de iyi bir yoldur. İkinci filmi "Potemkin Zırhlısı" (sessiz film 1925), tüm zamanların en etkileyici filmlerinden biri olarak sinema tarihine altın harflerle kazındı. Film 1905 Bolşevik İhtilalini anlatması için devlet tarafından sipariş edilmiş olmasına rağmen, Eisenstein filmi yepyeni montaj teknikleri, estetik anlatımı ve etki yöntemleriyle basit bir propaganda filmi olmanın çok ötesinde bir klasik haline getirdi. 1929'da Sovyet makamlarından izin alarak Avrupa'ya geçti. Avrupa'da bir süre dolaştıktan sonra 1930'da Amerikan Paramount film şirketinin teklifini kabul etti ve Hollywood'a geçti. Thedor Dreiser'in romanı olan "An American Tragedy" (İnsanlık Suçu) eserini sinemaya uyarlamak için çalışmalar yaptı. Ancak stüdyonun çalışma koşulları uymayınca kontratı iptal etti. 1932'de Upton Sinclair yardımıyla daha sonra "Que Viva Mexico" (Yaşasın Meksika) dört bölümlük filmi çekmek üzere Meksika'ya geçti ancak hiçbir zaman bu filmi tamamlayamadı. Filmin yapımcısıyla tartıştıktan sonra 1933'de Sovyetler Birliğine geri döndü. Meksika'da yaşadığı skandalın ardından partiden ayrıldığı söylentilerinin dolaşmasının yanı sıra şekilci olduğu söylenerek eleştirilerin hedefi olmuştu. Eisenstein bütün suçlamaları kabul etti ve Sovyetlere döndükten sonraki ilk filmi olan "Aleksandr Nevskiy (film)"i Mosfilm Stüdyolarında 1938'de çekti. Sovyetlerde büyük bir ilgi ile izlenen film diğer ülkelerde düş kırıklığına uğramıştı. "Korkunç İvan (film)"(İvan Grozni)'ın birinci bölümünü 1944, ikinci bölümünü 1946'da çevirdi. Korkunç İvan'ı eleştirel bir dille anlatan ikinci bölümü Stalin tarafından yasaklandı ve Stalin ölene değin yayınlanmadı. Filmin üçüncü bölümü çekilemedi. Son filmlerinde yurtseverlik ve kahramanlık temalarını işledi. 50. yaş gününden birkaç gün sonra hayatını kaybetti. Seeds of Freedom (1943) Time In the Sun (1940) Fergana Canal, The (1939) Aleksandr Nevsky (1938) Bezhin lug (1937) Death Day (1934) Eisenstein in Mexico (1933) Thunder Over Mexico (1933) Che viva Mexico! (1932) Romance sentimentale (1930) Staroye i novoye (1929) Ekim (1927) Potemkin Zırhlısı (1925) Stachka/Grev (1924) Dnevnik Glumova (1923) Sergej Eisenstein. Mexikanskaja fantasija (1998) (screenplay Que via mexico) Sergei Eisenstein. Avtobiografiya (1996) (autobiography) Que Viva Mexico! - Da zdravstvuyet Meksika! (1979) Ivan Grozny II (1958) Ivan Grozny I (1945) Seeds of Freedom (1943) Time In the Sun (1940) Aleksandr Ne
vsky (1938) Bezhin lug (1937) Thunder Over Mexico (1933) Staroye i novoye (1929) Ekim (1927) Potemkin Zırhlısı (1925) Stachka/Grev (1924) Jennifer Beals Jennifer Beals (19 Aralık 1963; Chicago, Illinois), ABD'li oyuncu. Siyahi bir baba ve İrlandalı bir annenin kızı olan Jenifer Beals, 19 Aralık 1963 tarihinde Illinois, Chicago'da dünyaya geldi. Francis W. Parker School'da lise eğitimini tamamladı. Beals, şov dünyasına katılmadan önce uzun süre bebek bakıcılığı yaptı. Kısa bir süre modellik de yapan Jenifer Beals'ın aktris olarak yıldızı 1983 yılında -henüz Yale Üniversitesi'nde edebiyat eğitimine devam ederken- Flashdance isimli filmde canlandırdığı Alex Owens karakteriyle parladı. 1983 yılının hit filmi olarak kabul edilen Flashdance, Jenifer Beals'ı Hollywood starlığına taşıdı. Yale Üniversitesi'nden mezun olabilmek için kariyerini bir süre askıya alan Beals, daha sonra 50'den fazla az bilinen filmde ve bağımsız projede yer aldı. Beals 1986 yılında Alexandre Rockwell ile evlendi. Nani Moretti'nin yönetmenliğini üstlendiği İtalyan filmi Caro Diario'da kocasıyla birlikta rol aldı. İtalyanca bilmemesine karşın filmdeki bir sahnede yaptığı İngilizce-İtalyanca çeviri çok başarılı bulundu ve basında Beals'in İtalyanca'yı çok akıcı biçimde konuştuğuna dair haberler yer aldı. Beals, Alexandre Rockwell'den 1996 yılında boşandı. Jennifer Beals Quentin Tarantino'nun yakın arkadaşıdır. Quentin Tarantino'nun Ucuz Roman isimli filmi çekmeden önce uzun süre Beals'ın evinde kaldığı ve film hakkında görüşlerine başvurduğu bilinmektedir. Beals ve Tarantino Dört Oda isimli filmde birlikte rol de almışlardır. 1998 yılında Kevin Dixon ile evlenen Beals, Dixon'ın önceki evliliğinden olan iki çocuğuna annelik yapmaktadır ve 2005 yılı ekim ayında kendi ilk çocuğu (kızı) dünyaya gelmiştir. Ailesine ve özel hayata verdiği önemden ötürü Beals, kızının adını ve tam doğum tarihini açıklamamıştır. Beals, 2006 yılı itibarıyla The L Word isimli dizinin başrol oyuncularından biridir. Beals 2006'da "The Grudge 2" ve "Troubled Waters" filmlerinde de rol almıştır. Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Projesi TAY, Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri sözcüklerinin kısaltması. TAY Projesi, Türkiye'nin arkeolojik yerleşim yerlerinin envanterini çıkarmayı, bugüne kadar oluşan tahribatı saptamayı ve bu bilgiyi kamuoyuna sunarak bundan böyle oluşacak tahribatı engellemeyi amaçlayan bir proje. TASK Vakfı (Tarih, Arkeoloji, Sanat ve Kültür Mirasını Koruma Vakfı) tarafından yürütülüyor. TASK Vakfı, Türkiye kültür emanetlerinin korunması, her tür tahribatın önünün alınması ve bu değerlerin uluslararası kamuoyuna tanıtılması ilkesinden yola çıkılarak 2000 yılında beş kişi tarafından kuruldu. Bugüne kadar elli gönüllüyle envanter ve tarama çalışmaları sürdürülmüş, 5 yılda 75 ilde 2.800'den fazla yerleşme yeri envantere alınmış, fotoğraflanarak arşivlenmiştir. André Gide André Paul Guillaume Gide (22 Kasım 1869, Paris - 19 Şubat 1951, Paris) Fransız yazar. 1947 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi. Gide, 22 Kasım 1869 tarihinde Paris, Fransa'da dünyaya geldi. Babası Protestan ve köylü kökenli, annesi Katolikti. 8 yaşında Paris'te Alsace Okulu'na gönderildi. Sık sık hastalandığı için öğrenimi kesintiye uğradı. Gide henüz 11 yaşındayken (1880) Paris Üniversitesi'nde hukuk profesörü olan babasını kaybetti. Ailedeki kadınların etkisi ve annesinin katı otoritesi altında büyüdü. 1889'da okuldan mezun oldu. Yaşamını yazarak geçirmeye karar verdi.Yazı hayatına 1891’de 21 yaşındayken yayımladığı André Walter'in Günlükleri (Les Cahiers d'André Walter) ve Narsis Üstüne İnceleme ile başladı. Ama ikisi de başarısız bulundu. 1893'te Kuzey Afrika gezisine çıktı. Arap dünyasının tümüyle farklı değerleriyle tanıştı. Fransa'ya döndüğünde oradaki katı Victorya dönemi yaşantısının olumsuzluklarından rahatsız oldu. 1894'te tekrar Kuzey Afrika'ya gitti. Burada Oscar Wilde ve Lord Alfred Douglas'la tanıştı. Onların yüreklendirmesiyle baskı altında tuttuğu eşcinselliğini kabul etti. Annesi hastalanınca Fransa'ya döndü. 1895'te kuzeniyle evlendi. 1896'da Normandiya'da bir e belediye başkanı oldu. 1908`de bazı seçkin yazarlarla birlikte Nouvelle Revue Française adında bir edebiyat dergisi kurdu. 1916`da 16 yaşındaki Marc Allégret ile sevgili oldu. Marc Allegret ile eşcinsel ilişkisi ailesinde huzursuzluk yarattı. Eşi Gide'nin kendisine yazdığı mektupları yok etti. I. Dünya Savaşı yıllarında Kızılhaç ile gönüllü insani kuruluşlarda çalıştı. 1923'te ilk feministlerden ünlü Elizabeth van Byyselberghe ile olan yasak ilişkisinden tek çocuğu kızı Catherine doğdu. 1924 yılında Corydon adlı homoseksüelliği savunan bir kitap yayımladı, fakat eser ilk etapta kınandı. 1925'te Fransız Ekvator Afrikası'na gitti. Burada gördüklerinden de etkilendi. Dönüşünde sömürgeciliği eleştiren yazılar yazdı. 1925 yılında yayımladığı Kalpazanlar Gide`nin en önemli eserlerinden biri olarak görülür. 1926`da otobiyografik eser olan "Si le grain ne meurt"u yayımladı. Komünizme ilgi duydu. 1936'da büyük umutlarla gittiği Sovyetler Birliği'nden hayal kırıklığı ile döndü. 1938'de eşini kaybetti. II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra 1942'de tekrar Kuzey Afrika'ya gitti. Savaşın sonuna kadar burada yaşadı. 1947'de Oxford Üniversitesi'nden "Edebiyat Doktoru" unvanı aldı. Aynı yıl Kasım ayında da Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu. 19 Şubat 1951'de yaşamını yitirdi. Yaşamı boyunca toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütünün, bireyin içtenliği ve kendisini tanıması olduğunu savundu. Edebi, siyasal ve toplumsal sorunlara karşı hoşgörülü bir tutum benimsedi. Genel ahlak anlayışının karşısında bireysel özgürlüklerin savunucusu oldu. Ama aynı zamanda 19'uncu yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli hümanist ve ahlakçı yazarı olarak tanındı. Düşüncelerindeki bütünlük ve soyluluk, üslubundaki arılık ve uyumla Fransız edebiyatının saygın isimleri arasında yer aldı. Katolik kilisesi André Gide'in eserlerini 1952 yılında Yasak kitaplar listesi'ne koymuştur. MB mb, Mb ve MB aşağıdaki maddeler için kısaltma olarak kullanılmaktadır: Megabayt Megabayt (MB) bilgisayarlarda kullanılan, 1.048.576 bayt (1024*1024 bayt) anlamına gelen bir ölçü birimidir. Alt ve üst birimleri: Aslan Aslan ("Panthera leo"), Panthera cinsindeki büyük kedilerden biridir ve kedigiller (Felidae) ailesinin bir üyesidir. Yaygın olarak kullanılan Afrika aslanı topluca Afrika'daki birkaç alttürü belirtir. Bazı erkek aslanlar ağırlığı aşmaktadır. Aslanlar, kaplandan sonra yer yüzünde yaşayan en büyük kedidir. Vahşi aslanlar şu anda Sahra Altı Afrika'da ve Hindistan'da(Nesli tehlikede olan hayvanların bulunduğu Gir Forest Ulusal Parkı'nda) yaşamaktadır. Antik tarihi zamanlarda, Kuzey Afrika dahil olmak üzere Afrika'nın büyük bölümünde, Yunanistan ve Güneydoğu Avrupa'dan Hindistan'a kadar Avrasya'da etkin olarak yaşamaktaydılar. Yaklaşık 10.000 yıl önceki geç dönem buzul çağında (Pleistosende) aslan insanlardan sonra en yaygın kara memelisiydi: Mağara aslanı (Panthera leo spelaea) Kuzey ve Batı Avrupa'da, Amerika aslanı (Panthera leo atrox) ise Amerika'da Yukon ile Peru civarında yaşıyordu. Aslan, Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından savunmasız bir tür olarak sınıflandırılmıştır ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında 20 yılda Afrika'daki aslan nüfusunda % 30-50 aralığında önemli bir nüfus azalması görülmüştür. Nüfuslarının azalmasının nedeni tam olarak anlaşılmasa da, yaşam alanlarının işgal edilmesi ve insanlar tarafından zarar görmeleri en başlıca sebepler olarak ön görülmektedir. Afrika'da, özellikle Batı Afrika aslanı nüfusu tehlike altındadır. Rakip erkeklerle sürekli olarak savaşmaktan kaynaklanan yaralanmalar ömürlerini büyük ölçüde azalttığından, vahşi ortamda nadiren 10 ila 14 yaş arasında yaşamaktadırlar. Esaret altında 20 yıldan fazla yaşayabilirler. Aslanlar genellikle savan ve otlak alanlarda yaşamlarını sürdürürler. Aslanlar diğer kedilere kıyasla alışılmadık biçimde sosyaldirler. Genelde avlanan kadın aslan grupları, çoğunlukla büyük toynaklıları hedef alır. Aslanlar yapıları gereği genellikle insanları avlamaktan uzak dururlar ancak yine de bazı aslanlar bu davranışın dışına çıkabilir. Gün boyunca ağırlıklı olarak uyumayı tercih eden aslanlar, nadiren alacakaranlıkta sıklıkla gece (Gececil hayvanlar) aktiftir. Erkek aslan, oldukça ayırt edici olan yelesinden kolayca tanınır ve yüzü insan kültürünün en çok bilinen hayvan simgelerinden biridir. Heykellerde, resimlerde, ulusal bayraklarda ve çağdaş sinema ve edebiyatta geniş bir biçimde tasvir edilmiştir. Aslanlar Roma İmparatorluğu zamanından beri insanlar tarafından tutulmuş ve on sekizinci yüzyılın sonlarından bu yana hayvanat bahçelerinde sergilenmek üzere aranan önemli hayvan türünden biri olmuştur. Hayvanat Bahçeleri, nesli tükenmekte olan Asya kökenli alt türleri için hazırlanan ıslah programlarında dünya çapında işbirliği yapmaktadır. Aslanın en yakın akrabaları, panthera cinsinin diğer türleri olan kaplan, kar leoparı, jaguar ve parstır. Geleneksel olarak, yırtıcı görünüşü, boyutu ve dağılımı ile ayırt edilen aslanın günümüzde 8 alt türü olduğu kabul edilmiştir. Günümüzde sekiz (Holosen) alt tür kabul edilmektedir: Tarih öncesi çağlarda aslanın çeşitli ek alt türleri mevcuttu: Afrika aslanı, kaplandan sonra dünyanın yaşayan en büyük ikinci kedisidir. Erkek Afrika aslanı ortalama 250 kg'dır. Kaydedilmiş en ağır aslan 1970 yılında İngiltere'deki Colchester Zoo adlı hayvanat bahçesindeki Simba adlı aslandır. Ağırlığı 435 kg olarak kaydedilmiştir. Dişiler ise ortalama 150 kg ağırlığında olabilirler. Postu kahverengimsi sarıdır. Erkeğin yelesi kahverengimsi sarıdan siyaha kadar değişir. Geniş alınlı, güçlü çeneli, uzayıp çekilebilen tırnaklı, sarımtırak kısa ve yatık tüylüdür. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve güzel bir yele ile süslüdür. Omuzlarının üzerine kadar dağılan bu perçem, kızdığı zaman kabarır. Pençelerinin büyük olması, yere sağlam basmasını sağlar. Aslanlar birbirleriyle bö
lgeleri için kavga eder. Genellikle bu ölümle sonuçlanabilir. Aslanların pençeleri ve dişleri çok keskindir. Bir insanı bir vuruşta öldürebilir veya yaralayabilir. Genellikle Afrika kıtasında yaşamlarını sürdürürler. Aslanlar dünya üzerinde yaşayan kedi türleri içinde en sosyal cinstir. Diğer tüm kedi cinsleri antisosyal olup yalnız yaşamayı tercih ederken aslanlar büyük gruplar oluşturan tek kedi cinsidir. Grup oluşturmalarının en büyük sebebi kendilerinden çok hızlı olan avlarını grupsal pusu kurarak yakalamak olduğu bazı bilim dünyasınca öne sürülmektedir. Yaklaşık 10 bin yıl önce aslanlar Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika olmak üzere 5 kıtada yaygın haldeydiler. Bugün ise Amerika kıtasının tamamında, Asya kıtasının Hindistan hariç her yerinde, Avrupa’nın tamamında ve Afrika kıtasının bir bölümünde nesilleri tamamen tükenmiş halde. Bugün Afrika aslanı alt türü, aslan türünün en kalabalık ırkını teşkil ediyor. Vahşi doğada Afrika aslanı, sadece Afrika kıtasının bazı bölümlerinde bulunur. Sahra Çölü’nün güney bölgelerinde, Orta Afrika’nın yaklaşık yarısında, Doğu Afrika’da ve Güney Afrika’nın küçük bir bölümünde yaşamaktadır. Savunmada ve av sırasında birleşen aslanlar, avlarını kovalar ya da pusuya düşürür. Genellikle gece avlanırlar. Av esnasında genellikle kükremezler. Fakat avı kovalarken birbirleriyle bağlantıyı sürdürmek için homurdandıkları olur.Buldukları takdirde leş yemekten de geri durmazlar. Aslanlarda av paylaşımı hiyerarşik bir düzende olur. Avdan ilk olarak yararlanma ayrıcalığı erkek aslandadır fakat sürünün erkek aslanı av mahallinde mevcudiyet gösterene kadar avı yere düşüren dişiler öncelikli faydalanır. Avlanan hayvan antilop ya da afrika mandası yavrusu gibi küçük veya orta boy av ise avlanma esnasında takımdan ayrı düşmüş daha yaşlı aslanların avın düşürüldüğü noktaya daha çabuk ulaşan diğerlerinin sırasını bekledikleri gözlemlenmiştir. Ortalama bir Afrika aslanının hızı saatte 55 km’yi bulabilir. Ancak bu hızını yalnızca kısa bir süre devam ettirebilir. Hız almadan 2 m yüksekliğe zıplayıp, 8 metre uzaklığa atlayabilir. Erkek aslanlar dişilerden daha ağırdır. Aslanlar etçildirler. Afrika Aslanları 2 yaşında çiftleşmeye başlarlar. Fakat tam olgunluğa 5 yaşında erişir. Erkekler poligamdır, yani birden fazla eşleri vardır. Çiftleşme sırasında ve öncesinde erkek sürekli kükrer. İşe karışan erkeklerle kavga edebilir. Gebelik süresi 105-112 gün arasında değişir. Dişi bir doğuruşta 2-5 arası yavru dünyaya getirir. Yeni doğan yavrular kördür. Ayrıca kürkleri de beneklidir. Gözleri doğumdan 6 gün sonra açılır. Dişi, 3 aylıkken yavruları sütten keser ve onlara avlanma dersleri vermeye başlar. Bir yaşındaki yavrular bunu kendileri başarırlar. Yavrular arasındaki ölüm oranı fazladır. Bunun nedeni yavruların en son beslenmesidir. Bu yüzden yavrularda vitamin eksikliği görülür. Fakat bu doğal bir nüfus kontrol yöntemidir. Böyle durumlarda da dişiler yavruları ölümden kurtarmak için avlanır ve önce yavrularını beslerler ve sonra kendilerinden ayrılana dek yavrularına bakarlar. Afrika aslanı, fundalarda, gövde yaparak onları sıcaktan koruyan ağaçların olduğu yerlerde, sazlıklarda yaşarlar. Açık toprakları severler. Kedigiller familyasının tek sosyal türüdürler. Sayısı 20 kadar olan sürüler halinde yaşarlar. Çok büyük sürüler 30 üyeyi barındırabilir. Grubu bir erkek aslan ya da birden fazla erkeğin oluşturduğu bir koalisyon yönetir. Genelde geceleri aktiftirler. Gündüzleri ise tembel bir kediden farkları yoktur. Gölgelik yerlere uzanır ve serinlemeye çalışırlar. Afrika'da Serengeti Millî Parkındaki aslanlar günde 20 saat uyur. Bir aslanın ömrü genellikle 20-25 yıl arasında değişir. İyi şartlarda yaşayan ve beslenen bir aslan 30 yıl yaşayabilir. Aslanların doğal düşmanı azdır. Av esnasında nadir de olsa zebralar sert bir çifte atarak aslanların dişlerini, kemiklerini kırabilirler. Bu durumda aslan sakat kalabilir, küçük kemirgenlerle beslenmek zorunda kalır. Ayrıca gnu, beyaz antilop, afrika mandası gibi güçlü boynuzları olan avlarından ağır bir boynuz yarası alabilirler. Bu yara onları doğrudan öldürebilir ya da enfeksiyon kapmalarına neden olur. Yani her iki durumda da aslanın hayatı tehlikeye girer. Ya da avlarını almak isteyen benekli sırtlanlar onlar için tehlike arz edebilir. Ayrıca bazen ağaca tırmanan bir aslan inerken sivri dallara takılarak can verebilir. Hayati tehlike arzeden insanlar ve timsahlar olmak üzere sadece iki doğal düşmanı bulunur. Timsahlar sudan uzak düşürüldüklerinde aslanların kolaylıkla alt edebileceği rakipleridir. Aslanların insan ile ilişkisi ise aslanlar için çok daha kritik bir seyir izlemektedir. Daha iki yüzyıl önce Anadolu'dan Hindistan yarımadasına kadar geniş alanlarda bulunan Asya aslanı bugün sadece Hindistan yarımadasında Hindistan devletinin koruması altına alınmış bir bölge içerisinde varlığını sürdürmektedir. Afrika aslanı korumaya alınmış bir tür olmasına karşın günümüzde Afrika aslanı için en büyük tehlike insanlarca avlanması değil, yaşam alanlarının insanlarca bozulmasıdır. Pek çok kültürde hayvanlar aleminin en güçlü yaratığı olarak görülen aslan büyük saygı görmüş, tanrı ve kahramanlarla özdeşleştirilmiş hatta bazı kültürlerde tapınılmıştır. Hint Mitolojisinde Vişnu’nun dokuz avatarından dördüncüsü, Mısır Mitolojisinde Savaş tanrıçası Sekhmet’in sembolü, Yakındoğu Mitolojisinde Ana Tanrıça’nın yanı sıra Marduk, Ninib ve Nergal'in sembolüdür. Hristiyan inancında Yeni Ahit’te İsa’nın sembolü olarak gösterilirken, Eski Ahit’te Yahuda ile özdeşleştirilmiştir. Yakup oğlu için 'Yahuda bir aslan yavrusudur' sözlerini sarf etmiştir.. Cin Cin (Arapça: جن), ~[#cnn] 1. gece karanlığı, 2. bir tür görünmez varlık < Ar cunūn جنون [msd.] gizleme, saklama, örtme (= Aram genyā גניא cin, görünmez varlık < Aram #gny גני gizleme, saklama = Aram #gnn גננ koruma, çitle çevirme, kapatma ) Modern veya antik birçok din ve inanışta, İbrahimi dinler de dahil, bulunan bir tür ruhani mitolojik yaratıktır. Farklı inanışlarda farklı karakteristiklere ve özelliklere sahiptir. Cin; İslam mitolojisinde gözle görülmeyen, çeşitli şekillere girebilen manalarından ötürü, zaman zaman farklı yorumlanmıştır. Kimi yorumlara göre insanlarla cinsel ilişki kurabilen, onları yönetimi ve etkisi altına aldığı gibi birçok korku unsuru fiilin kendilerine yüklendiği ruhanî varlıkları ifade eder. Modernist yorumculardan bazıları ise onları kelime anlamlarına dayanarak bazıları mikroorganizma, tespit edilemeyen şahıs, radyasyon gibi gözle tespit edilemeyen varlıklar olarak ifede etmişlerdir. Kitab-ı Mukaddes cinleri “günah işlemiş melekler” olarak, Tanrının sadık melekleriyken şeytanın yönetimi altına girmiş, Şeytan'ın “melekleri” olarak tanımlar. Hıristiyanlık'a göre Şeytan'ın isyanından sonra bazı ruhani varlıklar, Nuh Tufanı öncesinde, gökteki görevlerini bırakarak yeryüzüne geldiler. Onlar bunu, Şeytan'ı desteklemek amacıyla yapmadılarsa da sonunda onun tarafına geçmiş oldular. Bunlar erkek şeklinde maddeleşerek kadınlarla ilişkiye girmeye başladılar ve Nefilim türünü oluşturdular. Tufan esnasında bedenleri olan Nefilimler öldüler, Cinler ise boğulmadılar, maddeleşmiş bedenlerini ruha çevirerek göğe döndüler ve Tanrı onları kabul etmeyerek alçaltılmış bir durumda (zihinsel karanlık durumu olan Tartaros) bırakıp yeryüzüne attı. Artık maddeleşemeseler de hâlâ insanlara kötülük yapmak için yaklaşmaya devam ederler. Yehova'nın Şahitleri Cinlerin, bize fiziksel olarak da zarar verebileceklerini fakat Yehova'ya inanıyorsak ve Cinlerden korunmak için dua edersek korunabileceğimizi anlatır. Ayrıca Cinler tarafından saldırıya uğrayan insanların geçmişte veya halen Ruhçuluk ile uğraşmış olabilecekleri anlatılır. Önceleri Ruhçuluk ile uğraşmış bazı insanlar, Cinler tarafından rahatsız edildikten sonra; Yehova'nın Şahidi olup ve ruhçulukla uğraşmayıp, onunla bağlantılı her şeyden (ruhçuluğu teşvik eden müzik kayıtları, kitaplar, dergiler, posterler ve videolar, tılsımlar, muskalar, nazarlıklar) kurtulduktan sonra bir daha hiç rahatsız edilmediklerinden bahsederler. Kitab-ı Mukaddes'te bir gün Tanrı'nın, Şeytan'ı ve ordusundaki Cinleri cezalandıracağından bahseder. Buna göre Şeytan ve Cinler bir süre zincirlenip insanlardan uzak kalır ve insanlar yeryüzündeki yeni cennetlerinde yaşarlar, bin yılın sonunda Şeytan ve Cinler serbest bırakılır ve insanlığın karşılaşacağı son test sırasında Cinler Şeytan ile işbirliği yaptıktan sonra ateş gölüne atılarak yok edilirler. Sonra Dünyada kurulan Cennette insanlar eskiden oldukları gibi kusursuzca yaşarlar. Ayrıca Herkül gibi bazı mitolojik yaratıkların birer Nefilim olduklarını kabul ederler. Yahudikler cinlere Şedim denir. İslami inanışta olduğu gibi, ya iyi ya da kötü olabilirler, ye ve iç, doğurmak ve ölmek. Bazı geleneklerde, bedensiz insanlar olarak kabul edilirler. Talmudik gelenekte sahte tanrılara atıfta bulunurlar. Orada Şeytan bir Şedim değildir çünkü Tanrı'nın emrinde hareket eder. Hristiyanlıkta bir cin, hatta birçok cin bir kişinin içine girebilir. Bu cinler içine girdikleri kişinin içinden çıkarılabilirler; Hıristiyanlık'ta cin çıkarma olgusu mevcuttur. Cinlerin faaliyetleri üç ana grupta özetlenebilir; insanlara cinsel yaklaşımları (seks), sahte tapınmayı desteklemeleri (dinsel) ve insanlara eziyet etmeleri (sadizm-şiddet). Kutsal Metin insanları falcılık, büyücülük, ruh çağırma, sihirbazlık, ölülerden medet umarak onlara yaklaşmak gibi cinlerle ilgili faaliyetlere karışmak konusunda uyarır. Cinlerin üstün yetenekleriyle insanların beyinlerini etkileme güçleri olduğuna inanılır. Cinlerin rüyaları kendi mesajlarını vermek amacıyla kullanabileceğine inanılır. Hıristiyanlık inancında cinler kudretli varlıklardır, insanları aldatırlar ve bazı insanları aracı -medyum- olarak kullanırlar. Buna göre bu medyumun söyledikleri eğer bu cinler medyuma doğruyu söylüyorlarsa doğru olabilir. Zira Kitabı Mukaddes cinlerin İblis gibi yalan söylediklerini belirtir. Ayrıca insanlara zarar verebilirler, bu nedenle Kutsal Metin onlarla ilg
ili şeylerden, ruhçuluğun her türünden uzak durulması gerektiğini söyler. İblis şeytan ile aynı kişiliktir. Kur'an'a göre, Muhammed peygamber olarak hem insanlara hem de cinlere gönderilmiştir. Kuran'ın 72. suresinin adı cinlerden bahseden, yirmi sekiz âyetten oluşan Cin Suresi bulunmaktadır ve cinleri anlatır. Ayrıca Kur’anda insanüstü yetenek ve icraatlarıyla anlatılan Süleymanla ilişkileri söz konusu edilen Saba melikesi Belkıs hakkında bazı rivayetler onun annesinin bir cin olduğunu söyler. Bu rivayetlere dayanarak cinlerle evliliğin mümkün ve caiz olup olmadığı konuları İslam'da uzun uzadıya tartışılmıştır. Kuran'a göre insan topraktan, cinler ise ateş ve hava karışımı yaratılmıştır. "Cinleri da ‘yalın-dumansız bir ateşten’ yarattı" (er-Rahmân 55/15), "And olsun biz insanı, kuru kara çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık". (el-Hicr 15/26-27) İslam mitolojisinde cinlerin ateş ve hava karışımı ve insanlardan önce yaratıldığına inanılır. Bazı açılardan insanlara benzerler; iradeleri mevcuttur, iyi veya kötü eylemlerde bulunabilirler, insanlar gibi yiyip içer, evlenip, çoğalabilirler. Erkeklik ve dişiliklerinin olduğuna inanılır, yani doğar, büyür ve ölürler. Fakat ömürlerinin insanlarınkine oranla daha uzun olduğuna inanılır. İslam dininde cinler de insanlar gibi inanan ve inanmayan şeklinde ayrılır. İnanmayan cinlerin sayısının daha fazla olduğu düşünülür. İnsanlar gibi ibadet ile yükümlüdürler. İnanan cinlerin inanan insanlarla beraber cennete gideceğine, inanmayan cinlerin ise inanmayan insanlarla birlikte cehenneme gideceğine inanılır. Bunların dışında cinlerin insanlardan farklı çeşitli özellikleri olduğu düşüncesi çerçevesinde birçok varsayım mevcuttur. Bunlardan bazıları; çeşitli şekillere girebildikleri, çok kuvvetli olup bazı ağır işleri gerçekleştirebilecekleri, istedikleri takdirde gözle görülebilir olabildikleri, çok hızlı hareket edebildikleri şeklinde sıralanabilir. Genel kanının tersine İslam inancına göre cinler geleceği ve gaybı bilemezler. Her ne kadar ruhani bir varlık türü olduklarından insanların bilmediği bazı gizemleri bildiklerine inanılsa da, geleceği ve gaybı bilmezler. Diğer kültürlerde de dahiler inanıyordu. Tenerife antik Guanches mitolojisinde (Kanarya Adaları) olarak adlandırılan Maxios yerli dahiler ve doğa bir dizi Ceia olduğunu. Evil dahilerin de Tibicenas çağırdı. Onlar denilen şeytan kendisi Guayota da İslam'da İblis gibi, bir deha gibi görünüyordu. Guanches Kuzey Afrika'daki Berberi kökenli idi. Cin ve şeytanlar; saf ateşten, yani, dumansız ateş alevinden ve havadan yaratılmış ruhani varlıklardır. Ama cinde hava şeytanda ateş fazladır. Cinler de melekler gibi görünmeyen gizli varlıklar olup çeşitli suret ve şekle girmeye ve zor işler başarmaya muktedir, fakat cins ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır. Cinler arasında da insanlar gibi evlenme vardır. Onlar da Allah'a iman ve ibadetle mükelleftirler. Bazıları isyankar olup kafir, bazıları da itaatli mümindirler. Ancak şeytanların hepsi isyankar ve kâfirdirler. Sırf şer işleyen, insanları yoldan çıkarmakla meşgul olan varlıklardır. Şeytanların mü`mini ve itaatlisi yoktur. Cinler, Allah`ın izni ve hükmü olmadan hiç kimseye ne iyilik ne de kötülük yapabilirler. Cinler gaybı bilmez, Allah`ın peygamberlerine bildirdiği İlahi vahye muttali olamazlar. Cinler, insanın doğrudan beynine, aklına, düşünce sistemine nüfuz edebilir, o bölgeleri tesir altına alabilir. (Korku, endişe, ürperti, hayal kurma gibi olaylarda olduğu gibi) Şeytanlar ise farklıdır, o yaratılış gereği kalbe ve inanç merkezine nüfuz eder. Kalbin yanında bulunan lümme-i şeytaniye denilen yerde, devamlı surette insana vesvese verir, onu ifsad etmeye çalışır. Şeytan, en büyük düşman olduğu halde, gerektiğinde cinleri, gerektiğinde habis ruhları, gerektiğinde ise insî şeytanları kullanarak, kötülüklerini bunlar vasıtasıyla sergileyerek varlığını insanlara unutturmaya çalışır. Bu gaflet hâlinden kurtulmak için, insanın inancı kuvvetli, düşünce ufku berrak, temiz kalbli, hizmet şuurundaki insanlarla münasebetinin çok olması, hakikat derslerinin yapıldığı sohbetlere sık sık gitmesi ve dünyayı bir misafirhane olarak görmesi gerekir. Cinler insandan evvel yeryüzünün idare ve tedbirini görmekle vazifelendirilmişlerdir; ancak yeryüzünde çok kötülük yaptıkları, fesad çıkardıkları için, sonunda bu görevden azledilmişlerdir. Yerlerine, insanoğlu tayin edilmiş, yeryüzünün sahipliği makamına getirilmiştir. Kur'ana göre İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah, insanlara olduğu gibi cinlere de elçi olarak gönderilmiş, tebliğ vazifesini cinler arasında da yerine getirmiştir. Kur`an-ı Kerim`de Cin suresinde bu husus, açık bir şekilde beyan buyurulmuştur. CCD CCD-algılayıcı veya CCD-çip olarak da adlandırılır. Yüklenme iliştirilimiş araç "(İngilizce; Charge Coupled Device)". Ml l Dijital fotoğraf makineleri ve video kameralarda ışığa duyarlı yüzey olarak iş görür. Bir tabakanın üstüne dizilmiş ışığa duyarlı foto diyotlardan oluşur. Bunlar, düşen ışığı elektrik gerilimine çevirir. Ne kadar aydınlık olursa ışık hücresinde (fotosel) biriken gerilim de o kadar yüksek olur. Matriks gerilim, bir analog-dijital çevirici (ADC) ve işlemci vasıtası ile resme çevrilir. CCD algılayıcı teknolojisi, CMOS teknolojisinden daha eskidir. CMOS teknolojisi, daha az enerji tükettiği ve daha ucuz olduğu için pek çok fotoğraf makinesi üreticisi, özellikle orta format makine üreticileri tarafından tercih edilmektedir. CCD sensörlerin ise yüksek kalite olanları PhaseOne, Hasselblad, Leica, Mamiya gibi Büyük Format fotoğraf makinesi üreticileri tarafından tercih edilmektedir. Bunun sebebi CMOS sensörün büyük formatlar için yetersiz oluşudur. CCD sensörler, CMOS sensörlere göre daha iyi ışık alır, buna karşılık çok aydınlık veya direkt olarak objektife ışık giren ortamlarda zaaf gösterirler. CCD sensörler profesyonel çekimler için, CMOS sensörler ise aktüel çekimler ve meraklılar için daha uygundur. Pembe Köşk (İsmet İnönü Evi) Pembe Köşk, Türkiye Cumhuriyeti 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 48 yılını geçirdiği köşk. İsmet İnönü Pembe Köşk'ü 10 Eylül 1923 tarihinde bir bağ evi olarak evin eski sahibi Mehmet Uzunzade'den satın alıp, 1925 yılında ailesiyle birlikte taşındı ve 1973 yılına kadar burada yaşadı. Ankara'nın en eski evlerinden biri olan Pembe Köşk, Ankara Başkent olduktan sonra, sosyal ve kültürel hayatımızdaki "ilk"lerin birçoğuna sahne oldu. Atatürk'ün başkanlığını yaptığı toplantılar, devrim çalışmaları burada yaşandı. 22 Şubat 1927'de Ankara'nın ilk balosu burada verildi. İlk konserler, ilk sergiler, ilk ilmi toplantılar, satranç ve bilardo, ata binme, mania atlama yarışmaları bu evde, bu bahçede düzenlendi. Ankara'nın iklimine uygun çiçek ve ağaçların, çamların yetiştirilme deneyleri bu bahçede yapıldı. İnönü Vakfı tarafından Müze-Ev olarak düzenlenen Pembe Köşk, her yıl millî bayramlarda ziyarete açılmaktadır. Pembe Köşk’te İnönü ailesine ait eşya, madalyalar, Atatürk ile yemek yedikleri oda, İsmet İnönü’nün Atatürk ile bilardo oynadığı masa, İsmet İnönü’nün sahra dürbünü, satranç masası, silahlar, üniformalar sergilenmektedir. Köşkün üst yanındaki ağaçlık alanda İsmet İnönü ve eşi Mevhibe İnönü’nün birlikte bir heykelleri, köşkün karşısındaki parkta ise heykeltıraş Mine Sunar tarafından yapılan 4,5 metre boyunda, 3 ton ağırlığında bir İnönü heykeli yer alır. CMOS CMOS (İngilizce: Complementary Metal Oxide Semiconductor; "Bütünleyici Metal Oksit Yarı İletken"), bir tümleşik devre üretim teknolojisidir. N-tipi ve P-tipi olarak adlandırılan NMOS ve PMOS transistorların aynı tümdevre üzerinde gerçeklenmesine olanak tanır. Genel olarak günümüzde kullanılan sayısal (dijital) devrelerin neredeyse tamamı (örneğin mikroişlemciler) CMOS teknolojisi ile üretilir. Bu teknolojinin yaygın olarak kullanılmasının nedeni, bu teknolojinin birim silisyum alanda en fazla transistor gerçeklenmesini olanaklı kılması, gerçeklenen devre açık durumda fakat işlem yapmazken neredeyse güç tüketmemesi gibi önemli özelliklerdir. Böylece elektronik endüstrisinin temel taleplerinden olan düşük maliyet ve düşük güç tüketimi (uzun pil ömrü) sağlanmış olur. Günümüzde artık Dijital Fotoğraf Makinelerinde CMOS tercih edilmektedir. Az ısınması nedeni ile Dijital Video çekimine uygundur. François Truffaut François Roland Truffaut (6 Şubat 1932, Paris - 21 Ekim 1984, Neuilly-sur-Seine), Fransız yönetmen, senarist, oyuncu ve Fransız Yeni Dalga akımının kurucularından. Evlilik dışı bir ilişkinin çocuğu olarak 1932 yılında dünyaya geldi. Anneannesi, üvey babası ve annesi üçgeninde yetişti. Yahudi bir diş hekimi olan gerçek babasıyla asla tanışmadı. Kitaplara gömülü zor bir çocukluk ve ergenlik dönemi geçirmesi, onu derinden etkiledi. François Truffaut, 26 yaşında çektiği 400 Darbe adlı filmin de geniş ölçüde o günleri anlatan otobiyografik bir çalışma olduğunu söyler. 1950'li yılların ikinci yarısında Avrupa'daki Yeni Dalga akımının öncülerinden olan François Truffaut'nun sinema serüveni ünlü "Cahiers du cinéma" dergisinde film eleştirmeni ve sinema tarihçisi olarak başladı. Truffaut'nun 1954'te bu dergide yayınlanan ve bir filmin asıl yaratıcısının yönetmen olduğunu savunan "auteur teorisi", bir nesile ilham kaynağı oldu. O dönemlerde kısa filmler yapmaya başlayan Truffaut, ünlü yönetmen Roberto Rosselini'nin asistanlığını yaptıktan sonra 1959'da ilk filmi "400 Darbe"ye imza attı. Yarı otobiyografik film, Jean Pierre Leaud'nun oynadığı Antoine Doinel'in zor geçen ergenlik dönemini öykülüyordu. Yönetmene en iyi senaryo Oscar adaylığı ve Cannes'da en iyi yönetmen ödülü getiren filmden sonra Truffaut, zaman zaman Doinel'e geri dönecek ve hep Leaud'nun oynadığı karakterin yetişkinliğe geçişini sinemaseverlere sunmaya devam edecekti. Antoine Doinel'ın öyküsü üç filmde daha sürdü. Çalınmış Buseler’de (Baisers Voles, 1968), sevgi ve sıcaklık arayan bir dedektifti. Antoine çocukluk aşkı Christine Darbon (Claude Jade) evlenec
ek. Aile Yuvası’nda (Domicile Conjugal, 1970) Antoine ve Christine evliyiz. Ayrıca artık bir çiftin hikâyesi.. Kaçak Aşık (L'amour en fuite, 1970) filminde, Antoine ve Christine boşanma, ancak birkaç arkadaş kalır.. Antoine Doinel hayal ürünü bir kişiydi, ama bir bakıma da Truffaut idi. Onun alter egosuydu. Jean-Pierre Leaud, bu kişiliği başarıyla canlandırdı. François Truffaut ve Claude Jade meşgul edildi gibi, aynı zamanda onların kişilik filmi döngüsünde yansıtır. "400 Darbe"nin ticari ve eleştirel anlamdaki başarısı Truffaut'nun uluslararası arenada tanınmasını sağladı. 1960 yılında çektiği sonraki filmi "Tirez sur le pianiste", B-sınıfı Amerikan filmlerden esinlenmiş, hınzır bir zeka ve teknik erdemlerle zenginleştirilmiş daha karmaşık bir duyarlılık yansıtıyordu. I. Dünya Savaşı sonrası yıllarda iki erkek, bir kadın üç arkadaşın öyküsünü anlattığı "Jules ve Jim" ise daha sonradan bazı eleştirmenlerce Truffaut'nun en iyi filmi olarak nitelendirilecekti. "400 Darbe" ve "Jules ve Jim"de, Jena Renoir'a saygı gösterisinde bulunan Truffaut'nun "Tirez sur le pianiste" ve birçok diğer filmi onun daha karanlık, daha ironik yüzünü sergileyecekti. "La Peau douce", "La Sirène du Mississippi", "Vivement dimanche" ve özellikle "Baisers volés", onun Amerikan gerlimlerine duyduğu ilgi ve sevgiyi yansıtırken, Ray Bradbury'nin ünlü "Fahrenheit 451"ini sinemaya uyarlayarak bilim-kurgu türünü; "L'Enfant sauvage", "L'Histoire d'Adèle H.", "La Chambre verte" ve "Le Dernier Metro - Son Metro" ile de dönem filmlerini ele alacaktı. "Kadınları Seven Adam" ve "La Femme d'à côté"de ise Truffaut aşk acılarını öykülüyordu. Bazı eleştirmenler Truffaut'nun son dönem filmlerinin, ilk dönemindeki kalitenin çok altında kaldığını söyleseler de Joseph McBride, "Eğer Truffaut'nun ilk eserlerindeki olağanüstü kamera hareketleri, nefes kesen kurgu ve keyif duygusu, daha sonraki filmlerinde daha az belirginse bunun sebebi anlatım ve tarzda daha bilinçli bir yaklaşım ve duygusal zenginliğin artmasıdır" diyordu. Truffaut, "La Nuit américaine" ile 1973'te en iyi yabancı film Oscar'ını kazandı, en iyi yönetmen ve senaryo dallarında Oscar'a aday gösterildi. Truffaut, sadece kameranın arkasında kalmadı; zaman zaman oyunculuğa da soyundu. "L'Enfant sauvage", "La Nuit américaine" ve "L'Histoire d'Adèle H."de küçük roller üstlenen Truffaut, "La Chambre verte"de başrole soyunurken, Steven Spielberg'in "Close Encounters Of The Third Kind - Üçüncü Türle Yakınlaşmalar"ında da Steven Spielberg ile oyuncu olarak çalışmış oldu. Yeni Dalga'nın en önemli isimlerinden, "auteur teorisi"nin babası Truffaut, 1984'te 52 yaşında bir beyin tümörü yüzünden ölmeden önce "Küçük Hırsız" filmi üzerinde çalışmaktaydı. Truffaut'nun vasiyet filmini daha sonra Claude Miller beyazperdeye aktardı. Chelsea FC Chelsea Football Club (), Batı Londra merkezli İngiliz futbol kulübü. 1905'te kurulan kulüp Premier League'de oynamaktadır ve tarihi boyunca İngiliz liglerinde üst sıralarda yer almıştır. 6 kez İngiltere şampiyonu olan Chelsea, 7 kez FA Cup, 5 kez Lig Kupası'nı müzesine götürmüştür. Kulüp, iki kere de UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı, bir kez UEFA Avrupa Ligi ve bir kez de UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanarak Avrupa'da başarılı bir tablo sergilemiştir. Chelsea ilk önemli başarısını 1955'te lig şampiyonu olarak gösterdi. 1960 ve 1970'lerde birçok kupa kazanan kulüp, 1997'ye kadar başka önemli bir başarı gösteremedi. Son on yıl, kulüp tarihinin en başarılı dönemi oldu. 2005 ve 2006 yılında lig şampiyonluğunu elde eden kulüp en son ki lig şampiyonluğunu 2015 yılında yaşadı. En büyük başarısı ise bu 2012 yılında Şampiyonlar Ligi șampiyonluğunu kazanarak yaşadı. Adında Chelsea geçmesine rağmen Chelsea FC'nin merkezi aslında Chelsea değil, komşusu Fulham'dır. Kulüp, kuruluşundan itibaren iç saha karşılaşmalarını Fulham'da bulunan 42.449 seyirci kapasiteli Stamford Bridge'de oynar. 2003 yılından beri Rus milyarder Roman Abramoviç takımın sahibidir. Chelsea'nin klasik forması 1960'tan bu yana kullanılan kraliyet mavisi üst ve şort ile beyaz çoraptır. Kulübün arması modernleştirme ve yeniden markalaştırma çabaları için birkaç kez değiştirilmiştir. Günümüzde asa taşıyan bir aslan şeklinde olan arma, 1950'lerdeki armanın düzenlenmiş bir versiyonudur. Kulüp, İngiliz futbolun en yüksek beşinci seyirci katılımı ortalamasını yakalamıştır. 2010-11 sezonunda maç başına ortalama 41.435 bilet satarak bu alanda altıncı sırada yer almıştır. Chelsea FC, 10 Mart 1905'te Fulham Road'un karşısındaki The Rising Sun (şimdiki The Butcher's Hook) adlı bir barda kuruldu ve kısa süre sonra da lige girmeyi başardı. 1915'e kadar çok bir başarı gösteremediyse de, 1915 yılında FA Cup Finali'ne kaldı; ancak Sheffield United'a elenerek çok yaklaştığı bu kupayı alamadı. Kulüp büyük oyuncuları getirerek adından söz ettirmeyi başarsa da iki savaş arası dönemde pek etkili olamadı. 1952 yılında Arsenal'lı eski forvet Ted Drake Chelsea FC'nin başına getirildi. Ted Drake, Chelsea'nin modernleşmesinde büyük rol oynadı. Teknik adam Chelsea'nin armasını, genç kadroyu ve antrenman düzenini değiştirdi ve takımı yeniden kurdu. Bunun sonucunda Chelsea FC ilk kupasını 1954-1955 sezonunda ligi kazanarak aldı. Ertesi sezon UEFA Şampiyonlar Ligi'ni düzenlemeye başlarken, English Football League ve FA'in itirazları sonucu Chelsea turnuva başlamadan katılmaktan vazgeçti. Kulüp 1960'lar boyunca kupa mücadelesine devam etti ve birkaç kez kıl payı hüsrana uğradı. 1964-65 sezonun sonlarına doğru; lig, FA Cup ve lig kupasında yoluna devam eden kulüp lig kupasını elde ederken diğer iki kupayı sonlara doğru kaybetti. 1970 yılında Chelsea ilk karşılaşmada 2-2 berbere kaldığı Leeds United'ı tekrar maçında 2-1 yenerek 1970 FA Cup'ı müzesine götürdü. Ertesi sezon yine 1-1 biten ilk karşılaşmanın ardından oynanan tekrar maçında Chelsea, Atina'da Real Madrid'i 2-1 yenerek ilk UEFA Kupa Galipleri Kupası zaferini elde etti. 1970'lerin sonlarından 1980'lere dek Chelsea sarsıntılı bir süreç geçirdi. Stamford Bridge'in yeniden imarı kulübün finansal bütçesine zarar verdi. Bu gelişmelerden sonra yıldız oyuncular satıldı ve kulüp küme düştü. Azılı bir taraftar grubu da bu on yıllık süreçte kulübün başına bela oldu. Kulüp her şeyini yitirmişken 1982 yılında Ken Bates tarafından göstermelik olarak 1 sterline satın alındı. Günümüzde Stamford Bridge'in mülki haklarını gayrimenkul şirketlerine satan kulüp, evini kaybetmeyle karşı karşıya kaldı. Bazı Teknik direktörleri Chelsea formasını giymiş olup takımın başına gelmiştir. Takımın şimdiki teknik direktörü Roberto Di Matteo 1996-2002 yılına kadar Chelsea forması giymiş olup, orta saha mevkisinde görev almıştır. 119 maçta 15 gol kaydetme başarısı gösterip jübilesini de Chelsea forması ile yapmıştır. 20 Kasım 2012'de Chelsea'nin Juventus'a 3-0 yenilgisinin ardından Di Matteo görevden alınmıştır. Şimdiki teknik direktörü ise Antonio Conte'dir. 2016-17 sezonunda bitime iki hafta kala deplasmanda oynadıkları West Bromwich Albion maçını 82. dakikada Michy Batshuayi'nin attığı golle 1-0 kazanarak Premier League'teki 5. şampiyonluğunu ilan etti. Chelsea takımının en önemli mabedi Stamford Bridge stadyumudur. 42.000 kişilik kapasitesi bulunan ev sahibi stadyumu, 1899 yılında açılmıştır. Stadyum tamamen doğal çim olarak yapılmıştır. "Ana Madde : Chelsea FC rekorları ve istatistikleri listesi" Chelsea evinde 82.905 kişi ile 12 Ekim 1935 yılında 1935 yılının en çok maçı izlenen kulüp olmuştur. 1971-72 Avrupa Kupası'nda Lüksemburg takımlarından UN Käerjéng 97, o dönemki adıyla Jeunesse Hautcharage'yi 21-0 yenerek tarihte rekor kırmıştır. 2004'te Rennes'den transfer edilen Petr Čech fazla maliyet yapmamıştır. İlerleyen zamanlarda Čech, yeteneğini kanıtlamıştır. Ve şu ana kadar en çok penaltı kurtaran kaleci Petr Čech'dir. Bu kayıtların elde olan yanı, Chelsea bir sezon büyük bir rekor kırdı. Kulüp 1978 ve 1980 yılları arasında evinde NaMağlubiyet ile tarihe geçmiştir. Kuruluşundan bu yana Chelsea, 4 farklı amblem kullanmıştır. 1905 yılında oluşturulan ilk amblem, bir memurdan ve kulübün isminden ibaretti. Kulübün eski lakabı olan The Pensioners "(Memurlar)", bu amblem sebebiyle takılmıştı. 1953 yılına kadar kullanılan bu ilk amblem, Chelsea formasında bulunmamaktaydı. Ted Drake'nin 1952 yılında kulübü modernleştirmek için attığı adımlardan biri de amblemi değiştirmek oldu. Bir yıl süresince amblem, sadece kulübün isminin baş harflerini belirten C.FC oldu. 1953 yılında amblem, arkasına bakan ve elinde bir değnek tutan mavi aslan olarak değiştirildi. Amblem ayrıca üç kırmızı gül, İngiltere'yi sembolize etmesi için, ve iki futbol topu içeriyordu. 1960'ların başında bu amblem, kulübün formalarında kullanılmaya başladı. 1986 yılında, kulübün yeni sahiplerinin isteğiyle, amblem tekrar değişti. Bu amblemde kullanılan aslan, daha doğal görünümlü ve sarı renkteydi. Amblemde, kulübün baş harfleri olan C.FC bulunuyordu. 3. amblem 19 yıl boyunca, küçük renk değişiklikleri haricinde, değiştirilmeden kullanıldı. 2005 yılında kulübün, 100. yılını kutlaması, yönetim değişikliği ve taraftarların istekleri doğrultusunda yeni bir amblem oluşturuldu. Bu amblem, 2. amblemde bulunan arkasına bakan ve elinde bir değnek tutan mavi aslan biraz değiştirilip, altın rengi ve beyaz tonları eklenerek elde edilmiştir. 2. (1) 2007-08 Finger Finger, İngilizce'de kelime anlamı "parmak" demektir. Kişinin çalıştığı kurumun makinesini sorgulamak için "finger anahtar@kurumun makinası" komutu kullanılır. Bunun için o kişinin sisteme kayıtlı olması sistemde 'finger' deamon'un çalışıyor olması gereklidir. "Anahtar"'in kişinin adı, soyadı gibi belirleyici bir kelime olmasında yarar vardır. Bir ağ ortamında, mümkün olan en tepedeki makineyi sorgulamak gerekir. 'finger' sistemdeki var olan çeşitli bilgileri okur. Kullanıcının, bu programın okuyacağı bazı kütükleri hazırlayıp gerekli bilgileri bırakmasının anlamı vardır (örneğin, ev telefon numarası, izin tarihleri gibi). Bunlar '.plan' ve '.project' gibi dosyalara konabilir. Fing
er yoluyla fiyatları, ve başka bilgileri otamatik olarak sunabilirsiniz. Örneğin, finger [email protected] komutu o günkü doların değerini size iletecektir. finger [email protected] komutu ise TR-NET merkezindeki hatların çalışma durumunu gösterecektir. 'finger' komutu Marc Van Heyningen tarafından yazılmıştır.İnternetin yaygınlaşmasıyla beraber güvenlik sebeplerinden ötürü 'finger' komutunu çalıştıran pek site kalmamıştır. Alagöz Karargâh Müzesi Sakarya Savaşı'nda düşmanın Polatlı yakınlarına kadar ilerlemesi üzerine Batı Cephesi Komutanlığı, Ankara-Polatlı arasındaki Alagöz Köyü'nü Cephe Karargâhı olarak seçmiştir. Bu köyün halkından, Türkoğlu Ali Ağa'ya ait çiftlik evi karargâh olarak kullanılmıştır. Sakarya Savaşı'nın bitiminde bina, sahipleri olan Ali Türkoğlu ve oğulları tarafından 1965 yılına kadar ev olarak kullanılmıştır. 1965 yılında vârisleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir. 1967 yılında, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı olan Anıtkabir Müze Müdürlüğü'ne devredilen binanın, restorasyonu yapılarak müze haline getirilmiştir. 10 Kasım 1968 tarihinde sadece üst katı tanzim edilerek teşhire açılmış, alt kat odaları ise 1983 yılında yapılan yeni bir düzenlemeyle teşhire açılmıştır. Bina iki katlıdır ve, Giysi Odası, Kitaplık ve Hatıra Eşya Odası, Zabitan Yemek Odası, Mutfak, Muhabere Odası, Başkumandanlık Odası, Kurmay Heyeti Odası, Dinlenme Odası, Yaveler Odası, Atatürk'ün Yatak Odası, Atatürk'ün Yemek Odası ve Hizmet Eri Odası olmak üzere 12 odadan oluşmaktadır. Mevlid Kandili Mevlid Kandili ya da Veladet Kandili (Arapça: لیلة مواليد, Mevlid (مولد), Mevlid en-Nebi (مولد النبي), İslam dininin peygamberi olan Muhammed bin Abdullah'ın doğum gecesi ve aynı zamanda Hicrî Rebiülevvel ayının "Onikinci" gecesidir. İslam Nebisi Ashab-ı Kiram, Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde herhangi bir kutlama örneğine rastlanmayan Rebiulevvel ayının "Onikinci gecesi" olan Mevlid kandili, ilk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır'da, Şii Fâtımî Devleti döneminde kutlanmaya başlamıştır. Mevlid, "doğum zamanı" demektir. Kuranı kerimde yer almamaktadır. İslam'da Muhammed'in doğum günü farklı mezheplerde kutlanır. Sünniler Rebiülevvel ayının Onbirinci gecesini Onikinci'ye bağlayan geceyi "(25-26 Nisan 571 Miladi tarihine Muhammed'in doğum gününe rastlaması nedeniyle mevlid kutlanır )," Şiiler ise 17. günü Mevlid günü ve 17'ye dönen geceyi de "Mevlid Gecesi" olarak adlandırırlar. Bu iki tarih arasındaki haftayı da "Kutlu Doğum Haftası" olarak ilan etmişlerdir Kandil geceleri İslam'ın ilk zamanlarında var olan bir âdet olmayıp, hicrî 3. asırdan itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye'de Osmanlı Devleti padişahı II. Selim'den itibaren bu kutlama gün ve gecelerinde, minarelerde kandil yakılmasıyla birlikte "kandil" adını almıştır. Kadir gecesinden başka kandil gecesi kuranı kerimde yer almaz. İslami takvimin ay takvimi, miladî takvimin ise güneş takvimi olmasından dolayı mevlid günleri farklı zamanlara denk gelir. Ayrıca ülkeden ülkeye farklı islamî ay başladığında sabitleme metodu kullanılır. Bu terimlerin çoğu Arapça ve-le-de (V-L-D) kökünden gelmektedir. Anlamı "doğum vermek", "yapmak", veya "yaratmak". Yıldız Teknik Üniversitesi Yıldız Teknik Üniversitesi (kısaca YTÜ), İstanbul, Türkiye'de yer alan; 1911 yılında "Kondüktör Mekteb-i Âlîsi" adıyla kurulmuş devlet üniversitesidir. Yıldız Teknik Üniversitesi, 1911’de Kondüktör Mekteb-i Âlîsi adıyla “Fen Memuru” (eski adıyla kondüktör, yeni adıyla tekniker) gereksinimlerini karşılamak amacıyla Paris’teki “Ecol De Conducteur”ün müfredat programı esas alınarak kurulmuştur. Zamanla büyüyüp gelişen okul bugün merkezi İstanbul'un kültür ve iş merkezlerinden Beşiktaş'ta bulunan 3 yerleşkeye sahiptir. Yıldız ve Davutpaşa yerleşkelerinde Osmanlı döneminden kalan binalarda halen eğitim yapılmaktadır. Yıldız Teknik Üniversitesi bugün 25000 'den fazla lisans, 9000'den fazla lisansüstü öğrenci ve 1700 civarında akademik personel ile akademik faaliyetlerini sürdürmektedir. Bünyesinde 10 fakülte, 2 enstitü ve 3 yüksekokul bulunmaktadır. Türkiye'deki pek çok üniversiteden farklı olarak kuruluşunda elektrik, inşaat, kimya-metalurji ve makine olarak 4 fakülteye ayrılmıştır. Mayıs 2012 tarihinde Yıldız Teknik Üniversitesi Türkiye'nin ilk tam kapsamlı ISO 9001 belgeli üniversitesi olmuştur. Üniversite günümüzdeki durumuna gelinceye kadar çeşitli aşamalardan geçmiştir. Kondüktör Mekteb-i Âlîsi (1911-1922): Vilayet nafia idarelerinin "fen memuru" (eski adıyla kondüktör, yeni adıyla tekniker) gereksinimlerini karşılamak amacıyla 1911'de Kondüktör Mekteb-i Âlîsi adıyla, Paris'teki "Ecol de Conducteur"ün müfredat programı esas alınarak Bayındırlık Bakanlığı'na bağlı bir okul kurulmuş ve okula öğrenci kaydına 22 Ağustos 1911'de başlanmıştır. Nafia Fen Mektebi (1922-1937): 1922 'de okulun adı Nafia Fen Mektebi'ne dönüştürülmüş, öğrenim süresi 1926'da 2.5 yıla ve 1931'de 3 yıla çıkarılmıştır. İstanbul Teknik Okulu (1937-1969): Türkiye'de imar işlerinin ve teknik hizmetlerin artması nedeniyle Fen memurları ile yüksek mühendisler arasında oluşan Türkiye'de imar işlerinin ve teknik hizmetlerin artması nedeniyle oluşan boşluğu doldurmak amacıyla 19 Aralık 1936 tarihinde yayımlanan ve 1 Haziran 1937 tarihinde yürürlüğe giren 3074 sayılı Yasa ile Nafia Fen Mektebi lağvedilerek yerine Teknik Okul kurulmuştur. 2 yıllık Fen memuru ve 4 yıllık mühendislik bölümleri olan okula Yıldız Sarayı müştemilatından, bugün de kullanılmakta olan binalar tahsis edilmiş ve buraya taşınılmıştır. İlk kuruluşta fen memuru ve mühendislik dalında öğrenci yetiştiren inşaat ve makine bölümleri varken 1942 ve 1943 ders yılından itibaren mühendislik kısmında elektrik ve mimarlık bölümleri açılmıştır. Okul, 26 Eylül 1941 tarihinde yayımlanan İstanbul Yüksek Mühendis Okulu ve Teknik Okulu'nun Maarif Vekaleti'ne devri Hakkında Kanun uyarınca Nafia Vekaleti'nden alınarak Maarif Vekaletine bağlanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı'nın 07 Haziran 1949 tarihli kararıyla Harita ve Kadostro Mühendisliği kurulmuş ve Türkiye'de bu dalda mühendis yetiştiren ilk kuruluş olarak 1949-1950 ders yılında öğretime başlamıştır. 1951-1952 ders yılından itibaren Teknikerlik kısmı kapatılmıştır. 1959-1960 ders yılında İstanbul Teknik Okulu içinde bir ihtisas bölümü açılarak bir yıllık öğrenim sonunda yüksek mühendis ve yüksek mimar unvanları verilmeye başlanmıştır. İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Dönemi (1969-1982): 03 Haziran 1969 tarihinde yayımlanan 1184 sayılı Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademileri Yasası ile, özerkliği olan yüksek dereceli bir öğretim ve araştırma kurumu olarak kurulmuştur. 1971'de özel yüksekokullar 1472 sayılı yasa ile kapatılmış, bunlardan mühendislikle ilgili olanları İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi'ne bağlanmıştır. Yıldız Üniversitesi (1982-1992): İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi ile buna bağlanmış olan mühendislik yüksekokulları, Kocaeli Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi ve Kocaeli Meslek Yüksekokulu'nun ilgili fakülte ve bölümleri, 20 Temmuz 1982 tarihli 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve bu Kararnamenin değiştirilerek kabulüne dair 30 Mart 1983 tarihli 2809 sayılı Yasa ile Yıldız Üniversitesi adı ile kurulmuştur. Yeni kurulan üniversite Fen-Edebiyat, Mühendislik, Kocaeli'nde bulunan Meslek Yüksekokulu, Fen Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Rektörlüğe bağlı Yabancı Diller, Atatürk İlkeleri ve İnkılap tarihi, Türk Dili, Beden Eğitimi ve Güzel Sanatlar bölümlerinden oluşmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi (1992- ): 03 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı Yasa ile üniversitenin adı Yıldız Teknik Üniversitesi olarak değiştirilmiş; Mühendislik, Elektrik-Elektronik, İnşaat, Makina ve Kimya-Metalurji Fakülteleri olarak dört fakülteye ayrılmış, ayrıca İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi kurulmuş; Kocaeli Mühendislik Fakültesi ile Kocaeli Meslek Yüksekokulu ayrılarak Kocaeli Üniversitesi adı altında örgütlenmiştir. Günümüzde Üniversite 10 Fakülte, 2 Enstitü, Meslek Yüksekokulu, Yabancı Diller Yüksekokulu ve 22000'i aşan öğrencisi ile eğitim-öğretimini sürdürmektedir. Önceden Yıldız Üniversitesi Mühendislik Fakültesi dahilindeki Elektrik Mühendisliği, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri ve Mühendisliği bölümlerinin 1992 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Elektrik-Elektronik Fakültesi adı altında toplanmasıyla oluşmuştur. 2011 yılı itibarıyla üniversitenin Davutpaşa Kampüsü'nde yer alan Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: Sekiz bölümden oluşan Fakültenin ilk kuruluşundan bu yana hizmet veren bölümler Fizik, Kimya ve Matematik bölümleridir. Fakülte Davutpaşa Kampüsü'ndeki tarihi taş binada faaliyetlerini sürdüren Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: Makina Fakültesi, Mühendislik Fakültesinden 1992 yılında ayrılmıştır. Makina Fakültesi,1993 yılında kurulmuş olup, Fakülte bölümlerinden, Makina Mühendisliği 1938-1939, Endüstri Mühendisliği 1993 ve Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği 1982 yıllarında eğitime başlamıştır.Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği Bölümü 2009 yılı itibarıyla Makine Fakültesi bünyesinden ayrılmıştır. Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: Gemi İnşaatı ve Denizcilik Fakültesi'nin kökeni 1967 yılında İstanbul Teknik Okulu bünyesindeki Makine Bölümü'ne bağlı olarak kurulan Gemi Opsiyonu bölümüne dayanır.Bu bölüm 1969 yılında İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi bünyesindeki Makine Bölümü'nde Gemi Makinaları Dalı adını almıştır.Gemi Makinaları Dalı,akademinin 1982'de Yıldız Üniversitesi'ne dönüşmesiyle kurulan Mühendislik Fakültesi bünyesinde Gemi İnşaatı Mühendisliği Bölümü adıyla faaliyete geçmiştir.1993'te aynı adla Yıldız Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi bünyesine geçmiş,2006'da aynı fakültede Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği Bölümü adını almıştır.Makina Fakültesi bünyesinde 2008 yılında kurulan Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği ile birlikte 2009 yılında Gemi İnşaat
ı ve Denizcilik Fakültesi olarak Makina Fakültesi'nden ayrılan Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: 1942 yılında İstanbul Teknik Okulu'nun bir bölümü olarak kurulan Mimarlık Fakültesi, lisans düzeyinde Mimarlık ve Şehir ve Bölge Planlama bölümleri, 11 uzmanlık programı (bilgisayar ortamında mimarlık, bina araştırma ve planlama, mimari tasarım, mimarlık tarihi ve kuramı, rölöve ve restorasyon, yapı, yapi fiziği, kentsel koruma ve planlama, kentsel mekân organizasyonu ve tasarım, kentsel dönüşüm ve planlama, peyzaj planlama) ile 80 öğretim üyesi, 5 öğretim görevlisi, 43 araştırma görevlisi, 1300'ü aşkın lisans, 350'yi aşkın yüksek lisans, 150 doktora öğrencisi ve 10000'den fazla mezunuyla faaliyetlerini sürdürmektedir. Fakülte Yıldız Kampüsü'nde 1880'lerde yapılmış tarihi binasında faaliyetlerini sürdüren Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 1992 yılında Yıldız Kampüsünde yer alan Çukursaray binasında faaliyetine başlamıştır. Fakülte, 1993 yılında kurulan İktisat Bölümü ile faaliyetlerine başlamıştır. 1996 yılında İşletme Bölümü ve 1999 yılında Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü kurulmuştur. Fakülte 2000'den 2015'e kadar, Yıldız Sarayının bir parçası olan Yaverler Dairesi'nde hizmet vermekte idi. Fakülte binası aynı zamanda 1925 senesinden 1936 senesine kadar hizmet veren ve 1936 yılında Atatürk'ün isteği ile Ankara'ya taşınan bugünkü adı ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne (Mekteb-i Mülkiye) ev sahipliği yapmıştır. Fakülte Davutpaşa Kampüsündeki yeni binasına 2016 taşınacaktır. Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: 1911 yılında kurulmuş olan, üniversite'nin en köklü bölümü olan İnşaat Mühendisliği bölümünü'nün de bağlı bulunduğu fakülte Davutpaşa Kampüsünde eğitimine devam etmektedir. Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: Davutpaşa Kampüsü'nde bulunan Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: Davutpaşa Kampüsü'nde yer alan Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: 1997 yılında kurulan Sanat ve Tasarım Fakültesinde 7 lisans, 5 lisansüstü programı mevcuttur. Geçmişi 1989 yılında kurulan Müzecilik Yüksek Lisans Programı'na kadar gitmektedir. Davutpaşa Kampüsü'ndeki Fakülteye bağlı olan bölümler şunlardır: Üniversitede yüksek lisans eğitimine 1959 yılında (o zamanki adı İstanbul Teknik Okulu) "İhtisas Bölümü" adıyla başlanmıştır. Fen Bilimleri Enstitüsü’nün 21 anabilim dalı; 49 tezli, 4 tezsiz ve 4 ikinci öğretimde tezsiz yüksek lisans ve 42 doktora olmak üzere toplam 103 programı bulunmaktadır. Programlardan 57’si mühendislik, 22’si mimarlık ve 20’si temel bilimler alanları ile ilgilidir.Yıldız Kampüsü Çukursaray Binasında yer almaktadır. 1983 tarihinde kurulan Sosyal Bilimler Enstitüsüsü'nde 8 anabilim dalına bağlı 19 programda çalışmalar yapılmaktadır. Enstitü Yıldız Kampüsünde tarihi Çukursaray binasındadır. Milli Saraylar ve Tarihi Yapılar Meslek Yüksek Okulu'nun kurulmasına ilişkin protokol, Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç ve YTÜ Rektörü Prof. Dr. Durul Ören tarafından imzalanmıştır. Yıldız Kampüsünde yer almaktadır. Yabancı Diller Yüksek Okulu, Temel İngilizce ve Modern Diller olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Temel İngilizce Bölümü'nde yeterlik sınavında başarılı olamayan öğrencilere İngilizce Hazırlık öğretimi verilir. İleri düzeyde İngilizce dersleri ile diğer yabancı dillerin dersleri Modern Diller Bölümü tarafından verilmektedir. Yabancı Diller Yüksekokulu Davutpaşa Kampüsü'nde yer almaktadır. Meslek yüksek okulu bu kampüste yer almaktadır. Gaziosmanpaşa'dadır. Üniversitenin önlisans, lisans ve lisansüstü eğitim programları Yıldız, Davutpaşa ve Ayazağa'da yürütülmektedir. Yedikule'de ise YTÜ İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi bulunmaktadır. İkitelli'de Teknopark yerleşkesine sahip olan Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Rumeli Hisarı'nda ve Ankara'da sosyal tesisleri bulunmaktadır. Üniversite personelinin ikamet ettiği lojmanlar ise Davutpaşa Kampüsü dışında Halkalı ve Acıbadem'de yer almaktadır. Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir. Ege (anlam ayrımı) Ege, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Sahih-i Buhari Sahih-i Buhârî (Arapça: صحيح البخاري), asıl adı el-Câmiu's-Sahih olan, ancak müellifinin adına (İmam Buhari) nispetle 'Buhârî', 'Buhârî-i Şerîf' gibi isimlerle anılan hadis kitabının en meşhur ismidir. Dokuzuncu asır ricâlinden Ebü'l Abbâs Zeynü'd-Dîn Ahmed bin Abdi'l-Lâtif eş-Şercî ez-Zebîdî'de Sahih-i Buhârî'yi "Et-Tecrîdü's-sarîh li-ahâdîsi'l-câmii's-sahîh" unvanıyla ihtisara himmet etmiştir ki hüsn-i tertîb ve tensîki itibarıyla pek ziyade şöhret bulmuştur. Diyanet İşleri, Riyaset-i Zebîdî'nin bu muhtasarını Türkçeye tercüme ettirdi. Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi ismiyle 13 cilt olarak yayınladı. Ehl-i Sünnet tarafından en güvenilir hadis kitabı olarak kabul edilir. İmam Buhârî, bu kitabı için "Sahih olandan başkasını yazmadım. Kitap uzamasın diye terk edip yazmadığım Sahîh'ler de yazdıklarımdan çoktur" dediği gibi "Bunların altı yüz bin hadîs içinden tahrîc ve intihâb eyledim. Ve tasnifini on altı senede ikmâl edebildim. Onu kendim ile Allah arasında huccet ittihaz ederim" demiştir. Zekât Zekât (Arapça: الزكاة al-zzaka) İslam'ın beş şartından biridir. Kelime olarak; temizlik, artmak, bereketli olmak, iyi ve düzgün olmak anlamına gelir. Terim olarak Şeriatte "asli ihtiyaçlar" dışında nisab miktarı mala sahip olan ve bu sebeple zengin sayılan Müslüman'ın, bu zenginliği üzerinden 1 tam yıl geçtiğinde dini yükümlülük gereği zekat olarak vermesi gereken miktarın adıdır. Veren kimseyi cimrilikten, kirlerinden ve günahlardan temizlediği ve malında berekete vesile olduğu inancıyla kelime manası ile dinî manası arasında bir bağ kurulur. Dini terminolojide mecburi olmayan, belirli şartlarla kısıtlanmayan bağışlar için sadaka kelimesi kullanılır. Tevbe suresi 60. ayetinde ise bu anlayışın tersine olarak zekat kavramı yerine "sadakalar" kelimesi kullanılmıştır. Zekâtın, hicretin ikinci yılında, Ramazan orucundan sonra farz kılındığı bilinmektedir Kur'anda zekâttan Ahzap Suresi 33, Araf 156, Bakara 43, 83, 110, 177, 277, Beyyine 5, Enbiya 73, Fussilet 7, Hac 41, 78, Lokman 4, Maide 12, 55, Meryem 31, 55, Mücadele 13, Müminun 4, Müzzemmil 20, Neml 3, Nisa 77, 162, Nur 37, 56, Rum 39, Tevbe 5, 11, 18, 60, 71. ayetlerinde bahsedilir. Bakara Suresi: 277) Bu ayette beraber anılan namaz ve zekât Kur'anda aynı ifade ile birçok yerde daha tekrarlanır. Fıkıhta kişinin zengin sayılması için ev, bina, elbise, ev eşyaları, bir yıllık yiyecekleri gibi asli ihtiyaçları dışında sahip olması gereken 80 gr altın veya eşdeğer mal miktarına nisap denir. Asli ihtiyaçlar kişinin yaşadığı zaman, mekan, sosyal çevre ve anlayışa göre değişkenlik gösterir. The Velvet Underground The Velvet Underground (The Velvets olarak da bilinir) 1965`te Amerika`da kurulan rock grubu. Lou Reed grubun en öne çıkan elemanıdır. Zaman zaman onun ismiyle de anılır. Gerçek anlamda 5 yıllık birliktelik sürecinde ticari olarak çok başarılı olamasa da, The Velvet Underground zamanın en önemli gruplarından biri olarak kabul edilir. The Velvets`in daha sonra ortaya çıkacak müzik türlerinin öncülüğünü yapması, şarkı sözleri ve Lou Reed`in vokali grubu müzik tarihindeki yerine koyar. Türkçede Kadife Yeraltı anlamına gelen grubun adı The Velvet Underground Michael Leigh`in sadomazoşizm hakkında yazdığı bir kitabın adından geliyor. Lou Reed 1965 yılında öğrenim görmek için New York City`de bulunan Galli John Cale`le tanışır. Reed psikiyatrik tedavi görmüş biri, John da temiz kalpli öğrenci olmasına rağmen çabuk anlaşırlar. Grup kurmaya karar verirler, başlangıçta değişik isimler (The Warlocks, The Falling Spikes) alsalar da sonradan The Velvet Underground`da karar kılarlar. Lou`nun arkadaşı Sterling Morrison ve Cale`in arkadaşı Angus Maclisa`nın katılmasıyla birlikte grup yavaş yavaş partilerde insanları coşturmaya başlar. Grup sahne alması için verilen ilk parayı kabul ettiğinde, Maclisa gruptan ayrılır. Sanat için grupta bulunduğunu, parayı kabul etmeyeceğini söyler. Daha sonra 21 yaşında bir kız olan Maureen Tucker 1965 yılında gruba dahil olur. Artık grup kendini bulmuştur. Grubun henüz ortada hiçbir albümü yoktur. Buna rağmen şöhretleri günden güne artmaktadır. Andy Warhol da grubu çıktıkları mekanda izlemeye gider. Beğenir, grubun menajeri olur. Eski manken, ince bir Alman ve şarkıcı olmak isteyen Nico`yu katar onların yanına. Warhol`un itibarı sayesinde MGM`e bağlı Verve Records`dan albüm çıkar. Nico gruba çok iyi oturmuştur, fakat Lou Reed`in egosu ve kıskançlığı henüz hesaba katılmamıştır. The Velvet Underground and Nico, 1967 yılında MGM`den çıkmıştır. Bu albümün bir ya da iki gün içinde kaydedildiği söylenir. Albümün kapağı Andy Warhol'un tasarladığı bir muz resmi. Albümün ilk basımlarında çıkartma olan muz resminin üstünde "Peel Slowly and See" (Yavaşça Soy ve Gör) yazıyordu. Çıkartmayı çıkarınca altından pembe renkli bir muz çıkıyordu. "Peel Slowly and See" isimli çalışma, 1995`de çıkan 1965-70 arası kayıtları kapsayan 5 CDlik derlemenin de adı olmuştur. Albüm belki birkaç bin satmıştır fakat "bu albümü dinleyen insanların her biri hemen grup kurma isteğiyle tutuşmuştur", Brian Eno tarafından daha sonra söylenen bu söz ilk albümü genel olarak özetler. The Velvet Underground`un birçok parçası çeşitli gruplar tarafından yorumlanmıştır. Eminem Marshall Bruce Mathers III (d. 17 Ekim 1972), meşhur olduğu sahne adıyla Eminem ya da ikinci kişiliği Slim Shady, Akademi ve Grammy ödüllü Amerikalı rapçi, yapımcı ve aktördür. 1999 yılında çıkardığı ilk ciddi albümü "The Slim Shady LP" ile şöhrete ulaştı ve bu albümle "En İyi Rap Albümü" dalında Grammy Ödülü kazandı. Bir sonraki albümü "The Marshall Mathers LP", en hızlı satan rap albümü olarak tarihe geçti. Bu albümle yakaladığı başarıyla kendi plak şirketi Shady Records'u kuran Eminem, arkadaşlarıyla birlikte planladığı hiphop grubu projesi D12'i de hayata geçirme fırsatı buldu. "The Marshall Mathers LP" ve ü
çüncü albümü "The Eminem Show" ile de Grammy ödüllerini başkasına kaptırmayan Eminem, 2002 yılında başrol oynadığı 8 Mile filmi için yaptığı Lose Yourself şarkısıyla da "En İyi Şarkı" dalında ödül kazandı. Tüm zamanların en iyi rapçilerinden biri olan Eminem, 2005'te çıktığı turlardan sonra bir duraksama dönemine girdi. Ancak daha sonra çalışmalarına devam eden sanatçı, 19 Mayıs 2009'da, 2004'ten beri ilk albümü olan Relapse'i çıkarttı. 2010 yılında Eminem yedinci stüdyo albümü "Recovery"yi çıkarttı. Albüm, sanatçının ABD'de bir numara olan arka arkaya altıncı albümü oldu ve uluslararası piyasada da başarılı olarak birçok ülkede bir numaraya oturdu. ABD'de Billboard 200 listelerinde 7 hafta boyunca bir numarada kaldı. Sekizinci albümü "The Marshall Mathers LP 2", Kasım 2013'te piyasaya çıktı. Nielsen SoundScan'e göre Eminem 2000'li yılların en çok satan sanatçısıdır ve 100 milyonun üzerinde albüm satmıştır. Bu rakamla gelmiş geçmiş en çok satanlar arasına da girmektedir. Eminem, "Rolling Stone" dergisinin Tüm Zamanların En Büyük 100 Sanatçısı listesinde 82 numarada yer aldı. Ayrıca "Vibe" dergisi tarafından 2008 yılında gelmiş geçmiş en iyi rapçi ilan edildi. Şu ana kadar D12 ile birlikte çıkardığı albümler de dahil olmak üzere toplam 10 albümü (8 solo, 2 D12 ile) "Billboard" Top 200 listesinde 1. sıraya ulaştı. Ayrıca tüm dünyada 13 teklisi listelerde 1 numara oldu. Aralık 2009’da "Billboard" dergisi tarafından son on yılın sanatçısı ilan edildi. "The Eminem Show", "The Marshall Mathers LP" ve "Encore" albümlerinin yine Billboard tarafından son on yılın sırasıyla 3., 7., ve 40. en çok satan albümleri olduğu açıklandı. Billboard’a göre, Eminem’in iki albümü 2000’lerin en çok satan 5 albümü arasında yer alıyor. Eminem, Birleşik Krallık’ta da 12.5 milyon albüm sattı. Marshall Bruce Mathers III, Deborah Mathers-Briggs ve Marshall Bruce Mathers Jr.'ın oğulları olarak St. Joseph, Missouri'de dünyaya geldi. Doğumundan kısa bir süre sonra babası ailesini terketti. Yirmisine gelene kadar annesiyle birlikte göçebe hayatı yaşadı. Bir genç olarak on dört yaşında "M&M" takma adıyla amatör anlamda rap yapmaya başladı. 1995 yılında ilk teklisini çıkardığında Soul Intent adlı hiphop grubuna katıldı. Warren'daki Lincoln Lisesi'nin bir öğrencisi olmasına rağmen, sık sık şehrin öbür tarafındaki Osborn Lisesi'nde freestyle rap kapışmalarına katılırdı. Bu şekilde gün geçtiçe yeraltı hiphop kitlesi tarafından onay gördü. 9. sınıfta ikinci kez kalınca 17 yaşında okulu bıraktı. Mathers 1992'ye kadar, Jeff ve Mark Bass kardeşlerin yönetimindeki FBT Productions bünyesinde müzik hayatını sürdürdü. Bu arada bir restoranda asgari ücretle aşçılık ve bulaşıkçılık da yapıyordu. 1996'da, Bass Brothers'a ait Bassment adındaki bir stüdyoda ilk albümü "Infinite" 'i kaydetti ve bağımsız plak şirketi Web Entertainment altında piyasaya çıkarttı. Eminem daha sonra bu albümü şöyle yorumladı : "Açıkçası, o zamanlar gençtim ve başka rapçilerden etkiledim. Nas ve AZ'yi taklit ettiğim yönünde birçok eleştiri aldım. "Infinite", tarzını ve nasıl bir ses istediğini bulmaya çalışan bendim. O büyüyen bir evreydi. "Infinite" sadece bir egzersizmiş gibi hissettim." Albümdeki konular arasında Eminem'in yeni doğan kızı Hailie Jade Scott'u sınırlı parayla büyütmek için verdiği çabalar da vardı. Kariyerinin başlarında Eminem, kendi gibi Detroit'ten olan rapçi Royce da 5'9" ile Bad Meets Evil adında bir grup kurdu. "The Slim Shady EP" 'nin çıkışıyla, Mathers bir yeraltı rapçisi olan Cage'in tarzını ve fikirlerini çalmakla suçlandı. EP'nin düzenlemeleri sürerken, Mathers Insane Clown Posse üyesi Joseph Bruce ile görüştü ve ona bir broşür verdi. Broşürde EP'nin çıkış partisine Insane Clown Posse'un da katılacağı yazıyordu. ancak Bruce katılmayı reddetti, çünkü Mathers grubun ismini bu şekilde kullanmak için önceden izin almamıştı. Bu tepkiyi kişisel bir tepki olarak kabul eden Eminem, sonradan radyo röportajlarında gruba saldırılarda bulundu. Insane Clown Posse ve Eminem arasındaki sataşmalar daha sonra da devam etti. Eminem 1997 yılında Rap Olimpiyatları'nda 2. oldu. Bunun üzerine Interscope Records'un CEO'su Jimmy Iovine Eminem'den demo kaydı istedi. Iovine demo kaydını Aftermath Entertainment'ın kurucusu yapımcı Dr.Dre'ye verdi ve Dre Eminem'i yanına aldı. Daha sonra ikili, Eminem'in büyük bir şirketten çıkacak ilk albümü "The Slim Shady LP" için çalışmalara başladılar. Bu arada Eminem Kid Rock'ın "Devil Without a Cause" albümünde düet yaptı. Mart 1998'de hiphop dergisi "The Source", yeni yetenekleri tanıttığı "Unsigned Hype" sütununda Eminem'i yazdı. Billboard dergisine göre hayatının bu noktasında Eminem mutsuz hayatından kurtulmak için tek çıkar yolun müzik olduğunu fark etti. 1999 yılında, büyük ölçüde Dr.Dre'nin yapımcılığını üstlendiği "The Slim Shady LP" albümünü çıkarttı. Albüm, yine aynı "Billboard" makalesine göre, "sert" ve "önceden yazdığı sözlerin ışık yılı ötesindeydi." 1999'un en popüler albümlerinden olan The Slim Shady LP, yıl sonunda 3x platinum oldu. Albümdeki şarkıların sözleri tartışmalara yol açtı. "'97 Bonnie and Clyde" adlı şarkıda Eminem, küçük kızıyla çıktığı bir yolculukta eşinin cesedinden kurtulmaya çalıştığını anlatıyordu. Diğer bir şarkı, "Guilty Conscience" ise, Eminem'in bir adamı, eşini ve eşinin aşığını öldürmesi için kışkırtmasıyla bitiyordu. "Guilty Conscience", aynı zamanda Dre ve Eminem arasındaki güçlü dostluk ve müziksel bağa bir işarettir. Bu ikili daha sonra Dre'nin "2001" albümünden "Forgot About Dre" ve "What's the Difference", "The Marshall Mathers LP" 'den "Bitch Please II" , "The Eminem Show" 'dan "Say What You Say", "Encore" 'dan "Encore/Curtains Down" ve "Relapse" 'ten "Old Time's Sake" adlı şarkılarda düet yaptılar. Böylece Dr.Dre, Eminem'in Aftermath altında çıkardığı albümlerin her birinde en az bir düet yapmış oldu. "The Marshall Mathers LP" Mayıs 2000'de çıktı. İlk haftasında 1.76 milyon satarak Snoop Dogg'un "Doggystyle" albümünün en hızlı satan hiphop albümü ve Britney Spears'ın "...Baby One More Time" albümünün en hızlı satan solo albüm rekorlarını kırdı. Albümün ilk teklisi "The Real Slim Shady" başarılı oldu ancak bazı ünlüleri aşağılayıcı sözler içerdiği için tartışmalara yol açtı. Şarkının bir bölümünde Eminem, Christina Aguilera'nın Fred Durst ve Carson Daly'ye oral seks yaptığını söylüyordu. İkinci tekli "The Way I Am"de ise bağlı olduğu plak şirketinin daha çok albüm satması için yaptığı baskıları anlattı. Üçüncü tekli "Stan" 'de nakarat olarak Dido'un Thank You şarkısının nakaratını kullanan Eminem, çıldırmış bir hayranın "97 Bonnie & Clyde" 'daki gibi kendini ve hamile kız arkadaşını öldürmesini anlattı ve bu kadar meşhur olmanın getirdiği zorluklardan bahsetti. "Q" dergisi "Stan"i tüm zamanların üçüncü en iyi rap şarkısı olarak gösterdi, ve aynı şarkı Top40-Charts.com'un listesinde de onuncu oldu. Ayrıca "Rolling Stone" dergisi de "Tüm Zamanların En İyi 500 Şarkısı" listesinde şarkıya 290. sırada yer verdi. Temmuz 2000'de, Eminem "The Source" dergisine kapak olan ilk beyaz insan oldu. 2001'de çıktığı turlar arasında Dr. Dre, Snoop Dogg, Xzibit ve Ice Cube'la birlikte çıktığı Up In Smoke Tour ve Limp Bizkit'le çıktığı Family Values Tour bulunmaktadır. Eminem'in üçüncü büyük albümü "The Eminem Show", 2002 yazında piyasaya çıktı ve daha ilk haftadan 1 milyon kopya sattı. Albümün çıkış şarkısı "Without Me", "The Real Slim Shady" 'nin açık bir devamıydı. Şarkıda Eminem'in boybandler, Limp Bizkit, Moby ve eski ABD second lady'si Lynne Cheney hakkında küçük düşürücü yorumları vardı. Albüm, Eminem'in şöhrete ulaşmasının etkilerini, kızıyla ve eşiyle olan ilişkilerini, hiphop kitlesindeki statüsünü yansıtıyordu. Allmusic yazarı Stephen Thomas Erlewine'e göre çoğu şarkıda açık öfke öğeleri olmasına rağmen, bu albüm "The Marshall Mathers LP" kadar tahrik edici değildi. Ancak "The Marshall Mathers LP" 'yi şarkılardaki mizojinik sözlerden dolayı eleştiren Amerikan Medya Araşırma Merkezi'nin kurucusu L. Brent Bozell III, "The Eminem Show" 'u da müstehcen sözlerinden dolayı eleştirdi ve albümde çok sık geçen motherfucker kelimesinin sansürlenmesinden dolayı Eminem'e "Eminef" adını taktı. 8 Aralık 2003'te USSS, Eminem'in Amerika Birleşik Devletleri başkanını tehdit ettiğine dair soruşturma başlattığını açıkladı. Soruşturmaya neden olan şey, "We As American" şarkısındaki "Fuck money / I don't rap for dead presidents / I'd rather see the president dead / It's never been said, but I set precedents..." sözleriydi. Muhetemelen Encore albümü için yapılan şarkı, albüme konulmadı ancak daha sonra çıkan bonus CD'ye konuldu. 2004 yılında Eminem'in dördüncü büyük albümü Encore çıktı. Bu albüm de yeni bir hit oldu ve çıkış şarkısı Just Lose It, özellikle Michael Jackson'ı alaya alan sözleri ile dikkat çekti. Şarkının klibinde Eminem, Jackson'ın çocuk tacizi davasıyla, estetik ameliyatlarıyla ve 1984 yılındaki Pepsi reklamları çekimindeki kaza sonucu saçlarının yanmasıyla dalga geçiyordu. Teklinin çıkışından bir hafta sonra, 12 Ekim 2004'te, bir radyo programına katılan Jackson klipten dolayı hoşnutsuzluğunu dile getirdi. Eminem şarkıda "...and that's not a stab at Michael/That's just a metaphor/I'm just psycho..." (bu Michael'a bir bıçak değil, bu sadece kinaye, ben sadece çatlağım) demesine rağmen, açıkça Jackson'a saldırıyordu. Jackson'ın hayranları ve arkadaşları buna tepkisiz kalmadı. Yapımcı ve söz yazarı Stevie Wonder şarkıyı "düşene bir tekme daha atmak" olarak değerlendirdi. Klipte Eminem ayrıca Pee Wee Herman, MC Hammer, ve Blonde-Ambition turundaki Madonna'nın da parodisini yaptı. Jackson'ın protestosuna dönecek olursak, 2003'te "Poodle Hat" albümündeki "Couch Potato" şarkısında Lose Yourself'in parodisini yapan "Weird Al" Yankovic, Chicago Sun-Times'a şunları söyledi: "Geçen yıl Eminem "Lose Yourself" parodim için klip çekmemi engelledi, çünkü imajına ve kariyerine zarar vereceğini düşünüyordu. Şimdi bu durumdaki çelişkisini anlayamıyorum." Black Entertainment Television, Just Lose It'in klibini yayın
lamayı kesen ilk kanal oldu. Ancak MTV klibi yayınlamaya devam edeceğini açıkladı."The Source", CEO'su Raymond "Benzino" Scott vasıtasıyla, sadece vidyonun kanldırılmasını değil, şarkının da albümden çıkartılmasını ve Eminem'in Michael Jackson'dan özür dilemesini istedi. 2007'de Jackson ve Sony, Famous Music LLC'yi Viacom'dan satın aldı. Bu anlaşma ona Shakira ve Beck de dahil birçok sanatçının olduğu gibi Eminem'in de şarkılarının haklarını verdi. Çıkış parçasının mizahi bir temada olmasına rağmen, "Encore" albümünde ciddi konulu şarkıların payı büyüktü. Örneğin savaş karşıtı şarkı "Mosh" oldukça dikkat çekti. 25 Ekim 2004'te, yani başkanın seçilmesinden bir hafta önce, Eminem Mosh'un klibini internette yayınladı. Şarkıda geçen "fuck Bush" ve "this weapon of mass destruction that we call our president." (...başkanımız dediğimiz bu kitle imha silahı...) sözleriyle, Eminem tam bir anti-Bush propagandası yaptı. Klipte Eminem rapçi Lloyd Banks de dahil olmak üzere Bush yönetiminin kurbanlarından oluşan bir ordu toplayıp Beyaz Saray'a götürüyordu. Ancak içeri girdiklerinde sadece oy vermek için kayıt oluyorlardı ve vidyo "VOTE Tuesday November 2" (2 Kasım Salı günü oy kullanın) sözleriyle bitiyordu. Bush'un seçimleri kazanmasından sonra vidyonun sonu değiştirildi ve yeni vidyo Eminem'in topladığı ordunun Bush'un zafer konuşmasını basmasıyla bitirildi. 2005'te, rap dünyasındaki altı yıllık kariyeri ve multi-platinum albümlerinden sonra Eminem'in artık rap kariyerini bitirmeyi düşündüğü söyletileri çıktı. Söylentilere göre Eminem 2005'in sonunda "The Funeral" (Cenaze) adında çift disklik bir albüm çıkartacaktı. Albüm Aftermath Entertainment'tan 6 Aralık 2005'te en iyi şarkılar albümü olarak "" adıyla piyasa çıktı. Albümün çıktığı gün Eminem Detroit merkezli WKQI radyosuna konuştu ve kariyerini noktalayacağı haberlerini yalanladı. Ancak en azından bir süre ara vereceğini ima etti: “Şu an hayatımda kariyerimin nereye gideceğini bilmediğim bir noktadayım... Albüme Curtain Call (alkışlarla son kez tekrar sahneye çıkma) ismini vermemizin nedeni bu, çünkü bu son şey olabilir. Tam olarak bilmiyoruz.” O yıl Eminem, Bernard Goldberg'in "100 People Who Are Screwing Up America" (Amerika'yı berbat eden 100 insan) kitabında 58. sırada yer aldı. Goldberg, Bob Herbert'ın 2001'de "The New York Times" için yazdığı bir makaleden alıntı yaptı. Makalede Herbert şunu söylüyordu. “Eminem'in dünyasında tüm kadınlar kötü ve o kadınlara tecavüz edip öldürmeye hevesli”." Goldberg, "The Slim Shady EP" albümünden "No One's Iller" şarkısını müzikte kadın düşmanlığına bir örnek olarak kullandı. Eminem 2005 yazında, 50 Cent, G-Unit, Lil' Jon, D12, Obie Trice ve The Alchemist'le birlikte, üç yıldır ilk defa konser turunda çıktı: Anger Management 3 Tour. Ağustos ayında uyku haplarına olan bağımlılığından dolayı rehabilitasyona girdiği için turun Avrupa ayağını iptal etti. Eylül 2007'de bir 50 Cent röportajı sırasında New York radyosu Hot 97'ye bağlanan Eminem, yeni bir albüm çıkarmak konusunda düşündüğünü ve muallakta olduğunu açıkladı. Bağlantıda şunları söyledi: “Sürekli çalışıyorum – Sürekli stüdyodayım. Şimdilik buradaki enerji iyi hissettiriyor. Bir süreliğine stüdyoya dönmek istememiştim... Bazı kişisel şeylerle uğraşıyordum. Bu kişisel şeylerden kurtuluyorum ve bu iyi hissettiriyor. " Eylül 2008'de kendi radyo kanalı Shade 45'ta bir programa katılan Eminem şunları söyledi: “Şu anda kendi materyalime yoğunlaşmış durumdayım, sedece şarkılar dinliyorum ve bir sürü malzeme üretiyorum. Bildiğiniz gibi, ne kadar çok üretirsem o kadar iyi malzeme elde ediyorum.” O günlerde Interscope da sonunda yeni bir Eminem albümünün varlığını onayladı, 2009 baharında hazır olacağını açıkladı. Aralık 2008'de, Eminem albüm hakkında daha ayrıntılı bilgi verdi ve adını "Relapse" olarak açıkladı ve şunları söyledi: "Dre ve ben eski günlerdeki gibi stüdyodayız. Dre Relapse'deki şarkıların ana yapımcılığını üstlenecek. Bu işi eski yollarımızla yapıyoruz." Eminem, 5 Mart 2009’da o yıl iki albüm çıkartacağını söyledi. Relapse’in ilk resmi teklisi We Made You klibiyle birlikte 7 Nisan’da çıktı. Albüm ise 19 Mayıs’ta yayımlandı. Relapse albümü, Eminem’in önceki albümleri kadar satmadı ancak yine de ticari bir başarıydı. Ayrıca eleştirmenler tarafından da olumlu yorumlar aldı ve Eminem’in hiphop dünyasındaki varlığını yeniden pekiştirdi. Albüm 2009’un en iyi albümlerindendi ve dünya çapında beş milyon kopyadan fazla sattı. Eminem 30 Ekim’de, New Orleans’ta bir assolist olarak 2009 yılındaki ilk tam performansını sergiledi. Konserin bir kısmında D12 de yer alırken, Eminem hem eski hitlerini hem de yeni şarkılarını seslendirdi. 19 Kasımda Eminem web sitesinden "Relapse: Refill"i 21 Aralıkta çıkartacağını duyurdu. Bu, Relapse albümünün 7 yeni şarkı dahil edilmiş haliydi. Eminem müstakbel albümünü şöyle tanımladı: 13 Nisan 2010’da, Eminem twitter’a Relapse 2 diye bir şeyin olmayacağını yazdı. Bunu okuyanlar da yeni bir albüm yayınlamayacağı anlamını çıkardılar. Ancak Eminem sadece albümün isminin Relapse 2 olmayacağını kastediyordu. Eminem isim değişikliğini şöyle açıkladı: “Relapse 2’yi geçen sene çıkartmayı planlıyordum. Ancak kayıt yapmaya ve yeni yeni yapımcılarla çalışmaya devam ettikçe Relapse’e bir devam albümü yapma fikri daha az mantıklı gelmeye başladı. Bu yüzden tamamen yeni bir albüm yapmaya karar verdim. Recovery’nin müziği Relapse’den tamamen farklı ve bence kendi ismini hak ediyor.” Eminem’in yedinci stüdyo albümü olan Recovery 21 Haziran’da yayımlandı. ABD’de çıkışının ilk haftasında 741,000 satan Recovery, Billboard 200 listesinde ilk sıraya oturdu. Albümün ilk teklisi "Not Afraid" 29 Nisan’da çıktı ve "Billboard" Hot 100’e ilk sıradan giriş yaptı. İkinci tekli "Love the Way You Lie" ise ikinci sıradan giriş yapıp daha sonra birinciliğe yükseldi. 15 Temmuz itibarıyla "Recovery" ABD’de 2010’un en çok satan beşinci albümü idi. Ve 1 Ağustos itibarıyla de 1.828 milyon satmıştı. Eminem 2010 BET Ödülleri’ne katılıp, B.o.B ile "Airplanes Part II"’yu ve "Not Afraid"’i söyledi. Ayrıca Activison E3 konserinde de yer aldı. Haziran 2010’da Eminem ve Jay-Z Detroit ve New York’da beraber konserler vereceklerini açıkladılar. Etkinliğin adı “Home & Home” (Ev & Ev) kondu. İlk iki konserin biletleri çok hızlı tükenince aynı yerlerde ek konserlerin yapılmasına karar verildi. 2010'da Eminem, 1999'da Bad Meets Evil grubunu kurduğu Royce da 5'9" ile yeniden çalışmaya başladı. Bu arada Mart 2011'de, "The Eminem Show" ve "The Marshall Mathers LP" birkaç gün arayla ABD'de elmas plak kazandı. Böylece Eminem, elmas plak sahibi iki albümü olan ilk rapçi oldu. EP'nin ilk single'ı "Fast Lane", 3 Mayıs'ta yayınlandı. Haziran ayında çıkan EP, ABD'de zirveye yerleşti ve Eminem beş yıl sonra 12 aylık bir dönemde çıkan iki albümü de bir numara olan ilk sanatçı oldu. Bad Meets Evil, EP'den ikinci single'ı "Lighters"ı 6 Temmuz'da piyasaya çıkardı. 24 Mayıs 2012'de Eminem, yeni albümü üzerinde çalışmaya başladığını açıkladı. 30 Haziran 2012'de, sahibi olduğu Shade 45 radyosunda DJ Whoo Kid'in programına katılan Eminem, yeni albümün şekillenmeye başladığını ve Dr. Dre'nin de albümde yer alacağını belirtti. O yılın Eylül ayında, "The Truth About Love" albümündeki "Here Comes the Weekend" şarkısında Pink'e eşlik etti. 8 Şubat 2013'te "Billboard"a konuşan Shady Records başkanı ve Eminem'in menajeri Paul Rosenberg, Eminem'in sekizinci stüdyo albümünün 2013 Anma Günü'nden sonra yayınlanacağını ifade etti. 22 Mart 2013'te Power 106 radyosunda katıldığı programda Dr. Dre, Eminem'in "albümü tamamlamakta" olduğunu söyledi. Bu dönemde, prodüktör No I.D.'nin de albümde görev alacağı yönünde haberler yayınlandı. Albüm MTV, "Complex" ve "XXL" gibi yayınlarca "2013'ün En Merakla Beklenen Albümleri" arasında sayıldı. Vokallerinde Liz Rodrigues'in yer aldığı ve prodüktörlüğünü DJ Khalil'in üstlendiği "Survival" adlı şarkı, 14 Ağustos 2013'te "" video oyununun tanıtım videosuyla birlikte ilk kez yayınlandı. Ayrıca, yayınlanan basın açıklamasında sanatçının sekizinci albümünün ilk single'ının yakında yayınlanacağı belirtildi. 25 Ağustos 2013'te gerçekleşen MTV Video Müzik Ödülleri'nde, Eminem'in "The Marshall Mathers LP 2" adını taşıyacak sekizinci albümünün 5 Kasım 2013'te yayınlanacağı duyuruldu. Albümün ilk single'ı "Berzerk", 27 Ağustos'ta yayınlandı. Şarkı Canadian Hot 100'de iki ve Amerikan "Billboard" Hot 100'de üç numaraya yükseldi. Onu "Rap God" ve Rihanna düeti "The Monster" single'ları izledi. "The Marshall Mathers LP 2", 5 Kasım 2013'te piyasaya çıktı. Albümün standart baskısında 16 şarkı yer alırken; iki disklik delüks baskısında 21 şarkı yer aldı. Albüm, Eminem'in ABD'de bir numara olan yedinci albümü oldu. Aynı zamanda 2013'ün en büyük ikinci satış haftasının sahibi albüm oldu. Birleşik Krallık'ta UK Albums Chart'a birinci sıradan giren albüm, Eminem'in İngiltere'de zirveye oturan peş peşe yedinci albümü oldu. Eminem böylece bu başarıyı elde eden ilk Amerikalı sanatçı unvanını kazandı. Haziran 2014'te Eminem ve menajeri Paul Rosenberg sosyal ağlarda #SHADYXV hashtag'ini kullanmaya başladılar. 25 Ağustos 2014'te Eminem'in resmî sitesinden yapılan açıklamada Shady Records plak şirketinden yayınlanacak "Shady XV" adlı derleme albüm duyuruldu. Yayınlanma tarihi 24 Kasım olarak açıklanan albümün iki diskten oluşacağı, bunlardan birinin greatest hits albümü olacağı, diğerinin ise Shady Records sanatçıları D12, Slaughterhouse, Bad Meets Evil ve Yelawolf tarafından seslendirilen yeni parçalardan oluşacağı belirtildi. Aynı gün albümün ilk single'ı, Eminem ve Sia tarafından seslendirilen "Guts Over Fear" piyasaya çıktı. 3 Kasım'da Slaughterhouse'un "Y'all Ready Know" adlı parçası video klibiyle birlikte yayınlandı. Sonraki hafta Shady sanatçılarının yer aldığı 18 dakikalık bir freestyle videosu yayınlandı. Bu arada, 11 Kasım'da Eminem'e Royce da 5'9", Danny Brown, Big Sean, Dej Loaf ve Trick Trick'in eşlik ettiği "Detroit Vs. Everybody" piyasaya çıktı. 2015 Haziran'da Eminem, Southpaw filmi için
soundtrack hazırlamaya başladı ve albümün tek video klibi olan "Phenomenal" için kamera karşısına geçti. Infinite'in kaydedildiği sıralarda, Eminem ile arkadaşları Proof ve Kon Artis, bir grup rapçiyi bir araya getirerek şimdiki adıyla D12'i ("Detroit Twelve" veya "Dirty Dozen") kurdu ve Wu-Tang Clan tarzında müzik yapmaya başladılar. 2001'de Eminem grubu D12'i popüler müzik sahnesine çıkardı ve ilk albümleri "Devil's Night" o yıl çıktı. Albümün ilk teklisi "Shit on You"oldu. İkinci tekli ise eğlence amaçlı hap kullanımını öven sözleriyle Purple Pills'di. Radyo ve televizyon yayınları için şarkı büyük oranda sansürlenmek zorunda kaldı ve yeniden yazıldı. Hap kullanımı ve cinsellikle ilgi bütün sözlerden arındırılan şarkının adı da "Purple Hills" olarak değiştirildi. Bu şarkı bir hit oldu ama sonraki tekli "Fight Music" o kadar başarılı olamadı. İlk albümden sonra üç yıllık bir ara veren D12, 2004'te ikinci albümleri D12 World'ü çıkarmak için tekrar toplandı. Albümün çıkış parçası "My Band" başarılı bir hit oldu. Nisan 2006'da D12 üyesi ve Eminem'in en yakın arkadaşı Deshaun "Proof " Holton, bir gece kulübünde Keith Bender Jr adındaki bir askerle girdiği kavgada öldürüldü. Kavganın bilardo oyunu yüzünden çıktığından şüphe edilmekte. İddiaya göre Proof, kulüpteki korumalardan Bender'in kuzeni Mario Etheridge tarafından vuruldu. Vurulduktan sonra özel bir araçla hastaneye kaldırıldı, ancak hastaneye vardığından kısa bir süre sonra öldüğü açıklandı. Eminem ve eski Shady Records sanatçısı Obie Trice cenaze töreninde konuşma yaptı. D12 üyesi Bizarre'ın söylediklerine göre Eminem kendi işleriyle meşgul olduğu için yeni D12 albümü Blue Cheese & Coney Island'da yer almayacak. Bizarre Aralık 2007'de "DefSounds.com" sitesiyle yaptığı röportajda, grubun üçüncü stüdyo albümü üzerinde çalıştığını onayladı. Adını geçici olarak "The Ambition" koyduklarını söyledi ve yapımını yarıladıklarını açıkladı. Albümün yapımcıları arasında Dr. Dre, Eminem, Luis Resto ve Hi-Tek bulunmaktadır. Eminem'in albüm satışlarındaki büyük başarısından sonra Interscope yöneticileri Eminem için kendi plak şirketini kurma kararı aldılar. Bunun üzerine 2000 yılının sonlarına doğru Eminem ve menajeri Paul Rosenberg Shady Records'u kurdu. Hemen ardından kendi müzik grubu D12'i ve Obie Trice'i şirket bünyesine kattı. Daha sonra 2002'de 50 Cent'le, Shady ve Aftermath'in ortak girişimi olarak anlaştı. Label. 2003 yılında, Eminem ve Dr. Dre Atlanta'lı rapçi Stat Quo'yu da Shady/Aftermath'in sanatçı listesine ekledi. DJ Green Lantern da Eminem'in DJ'i olarak Shady kadrosuna katılmıştı, ancak 50 Cent'le girdiği bir anlaşmazlıktan sonra ayrılmak zorunda kaldı. Onun ayrılışından sonra The Alchemist, Eminem'in resmi tur DJ'i oldu. 2005'te Eminem, Batı Yakası rapçisi Cashis'le beraber diğer bir Atlanta'lı rapçi Bobby Creekwater'ı da şirkete kazandırdı. 5 Aralık 2006'da, Shady Records "" adında toplama bir albüm çıkardı. İlk başta bir mixtape projesi olarak yapımına başlanan albüm, Eminem'in umduğundan daha iyi olmasıyla tam albüm olarak piyasaya sürüldü. Albümün amacı Stat Quo, Cashis ve Bobby Creekwater gibi yeni rapçilerin sahneye çıkartılmasıdır. 2001 yapımı "The Wash" filminde küçük bir rolü olmasına rağmen, Eminem'in ilk resmi Hollywood filmi Kasım 2002'de vizyona giren, yarı-otobiyografik "8 Mil" filmidir. Açıklamalarına göre film kendi hayatının bir açıklaması değil, Detroit'te büyümenin nasıl olduğunu gösteren bir sunumdur. Filmin soundtrack'i için kaydettiği birçok şarkıdan biri olan "Lose Yourself", 2003 yılında En İyi Özgün Şarkı dalında Akademi Ödülü kazandı."8 Mil" için yazdığı "Lose Yourself" ile En İyi Özgün Şarkı dalında aday olan Eminemden şarkı sözlerini sansür etmesi ve konuşurken ağzından çıkana dikkat etmesi istenince yıldız geceye katılmaktan vazgeçti. Bu yüzden Lose Yourself bu ödülü kazanıp da törende performe edilmeyen ilk şarkı oldu. Ödülü Eminem'in yerine şarkının yazarlarından Luis Resto kabul etti. Eminem ayrıca çeşitli seslendirme rollerinde de bulundu. Örneğin vidyo oyunu 'da argo konuşan yolsuz bir polisi seslendirmektedir. Eminem yapımı süren "Have Gun – Will Travel" filminde de ödül avcısı Paladin'i oynayacak. Aynı zamanda filmin soundtrackiyle de ilgilenecek. Ayrıca 2008 filmi Jumper'ın çekimlerinden iki hafta önce Tom Sturridge'in kadrodan çıkartılmasıyla film kadrosuna alındı. Ancak filmin yönetmeni, daha tecrübeli bir aktör oynatması yönündeki baskılar yüzünden Eminem yerine Hayden Christensen'i seçmek zorunda kaldı. 21 Ekim 2008'de, Eminem "The Way I Am" adındaki otobiyografisini yayımladı. Otobiyografide fakirlikle mücadelesinden, haplarla ilişkisinden, geçirdiği depresyondan, geçmişteki kavgalarından ve şöhrete ulaşırken geçtiği yollardan bahsediyordu. Ayrıca Eminem'in annesi Debbie Nelson, Eminem'in babası(Marshall Bruce Mathers, Jnr.) ile nasıl tanıştığını, Eminem'i nasıl büyüttüğünü ve Eminem'in popülarite mücadelesi hakkında "My Son Marshall, My Son Eminem" (Oğlum Marshall, Oğlum Eminem) adlı bir otobiyografi yayınlamıştır. Eminem birçok rapçinin kendi tarzını etkilediği söyler. Saydığı isimler şu şekildedir: Esham, Kool G Rap, Masta Ace, Big Daddy Kane, Newcleus, Ice-T, Mantronix, Melle Mel (özellikle "The Message" şarkısı), LL Cool J, The Beastie Boys, Run-DMC, Rakim, ve Boogie Down Productions. "How to Rap" (Nasıl Rap Yapılır) adlı kitapta, Guerilla Black Eminem’in kendi tarzını oluşturmak için diğer MClerin tarzlarını incelediğini belirtir – “Eminem her şeyi dinlerdi ve bu onu en iyilerden biri yaptı.” Aynı kitapta, birçok MC Eminem’in tarzını çeşitli yönlerden övmüştür. Bu teknikler arasında şarkılarında dile getirdiği çeşitli ve mizahi konular, dinleyicisiyle bağ kurması, albümlerinde bir konseptin olması, karmaşık kafiye şemaları, kelimeleri farklı okuyarak yapay kafiyeler oluşturması, çok heceli kafiyeleri, her satırda birçok kafiye kullanması, sözlerindeki karmaşık ahenk, açık ifadeleri, melodiyi kullanması, ve heceleri yutması vardır. Eminem ayrıca sözlerinin büyük bir kısmını yazarken sadece kâğıt kalem kullanması, sözlerini birkaç gün veya bir haftada yazması, işkolokliği ve sesleri üst üste bindirmesiyle de bilinir. Eminem genelde Aftermath Entertainment ve Shady Records altındaki Dr. Dre ve 50 Cent gibi belirli sanatçılarla düet yapmıştır. Ancak Redman, Kid Rock, DMX, Missy Elliott, Jay-Z, Method Man, The Notorious B.I.G., Jadakiss, Fat Joe, Sticky Fingaz, T.I., Lil Wayne gibi pek çok diğer sanatçı ve grupla da düetleri vardır. Eminem 27 haziran 2006'da BET Müzik Ödülleri'nde Busta Rhymes'ın "Touch It" şarkısının remixinin bir bölümünü söyledi. Ayrıca 2006'ın hit parçalarından Smack That'te de Akon'la düet yaptı. Eminem aynı zamanda aktif bir rap yapımcısıdır da. D12'in iki albümü "Devil's Night" ve "D12 World" 'ün yanı sıra, Obie Trice'i "Cheers" ve "Second Round's on Me" albümleriyle 50 Cent'in "Get Rich or Die Tryin'" ve "The Massacre" albümlerinin de ana yapımcılığını yapmıştır. Ayrıca diğer ünlü rap müzik sanatçılarıyla yaptığı düet şarkıların birçoğunun aynı zamanda yapımcılığını da üstlenmiştir. Bunlar arasında Jadakiss'den "Welcome To D-Block", Jay-Z'den "Renagade" ve "Moment of Clarity", Lloyd Banks'ten "Warrior Part 2" ve "Hands Up", Tony Yayo'dan "Drama Setter", Trick Trick'den "Welcome 2 Detroit" ve Xzibit'ten "My Name" ile "Don't Approach Me" şarkıları bulunmaktadır. "The Eminem Show" albümünün büyük bir kısmının yapımcılığını uzun süreli ortağı Jeff Bass'la birlikte yapan Eminem,"Encore" albümünün yapımcılığını da Dr.Dre ile birlikte yapmıştır. 2004'te Eminem, 2Pac albümü Loyal to the Game'in yapımcılığını 2Pac'ın annesi Afeni Shakur ile birlikte yaptı. Nakaratını Elton John'ın söylediği Birleşik Krallık'ta #1 olan tekli "Ghetto Gospel" da Eminem'in elinden çıktı. Nas'ın albümü God's Son'dan "The Cross" şarkısı da yine bir Eminem işidir. 15 Ağustos 2006'da çıkan Obie Trice albümü Second Round's on Me'den sekiz şarkı da Eminem tarafından yapıldı. Ayrıca "There They Go" şarkısında da Trice'le düet yaptı. Trick Trick'in albümü The Villain'daki bazı şarkıları da yapan Eminem "Who Want It" şarkısında da onunla düet yaptı. Marshall Mathers bir rap müzik sanatçısı olarak aile hayatıyla fazlasıyla gündeme gelmiştir. Kimberley Anne Scott, Mathers'ın iki kez evlenip boşandığı eski karısıdır. Çift, lisede tanışmış ve ilişkileri 1989 yılında başlamıştır. İlk evliliklerini 1999'da yapan çift, iki yıl sonra 2001'de boşanmıştır. 2000 yılında, Scott intihar teşebbüsünde bulunmuş ve "Kim" adlı şarkıdaki kendisini karalamaya yönelik sözlerden dolayı Eminem'e dava açmıştır. 2006'da tekrar evlenen çiftin bu seferki evliliği üç aydan daha kısa sürmüştür. Kızları Hailie Jade Scott'un velayetini paylaşmayı kabul ederek yeniden boşanmışlardır. Eminem birçok şarkıda kızına olan sevgisini dile getirmiştir. Bunlar arasında özellikle "'97 Bonnie & Clyde", "Hailie's Song", "My Dad's Gone Crazy", "Mockingbird", "Forgot About Dre", "Cleanin' Out My Closet", "When I'm Gone" ve "Beautiful" adlı şarkılar gösterilebilir. Mathers ayrıca Kimberley Scott'un kız kardeşinin kızı Alaina'yı da evlat edinmiştir. 1999'da annesi "The Slim Shady LP" albümündeki kendini kötüleyen sözlerden ötürü Mathers'a 10 milyon dolarlık bir dava açtı. Ancak sadece 1,600$ alabildi. Mathers 3 Haziran 2000 tarihinde bir mekanda girdiği münakaşada silah çekitiği için (silah boştu) Douglas Dail'le birlikte tutuklandı. Bir sonraki gün, söylentilere göre, eşi Kim'i bir gecekulübünün park yerinde John Guerrera adlı bir korumayı öperken gördü ve ona saldırdı. İki olay için de toplam 2 yıl göz hapsine mahkûm edildi. Mathers, 2001 yazında bir kez daha silah kullanımı yüzünden tutuklandı ve göz hapsine alındı. Ceza olarak 2,000$'ın yanı sıra saatlerce kamu hizmeti de yapmak zorunda kaldı. En yakın arkadaşı Proof, 2002 yılıda Eminem'in hap ve alkol bağımlılığından kurtulduğunu söylemişti. Ancak daha sonra uyku problemleri yüzünden Zolpidem adlı bir uyku hapı kullanmaya başladı. Bu hapların da bağımlılık yapmasıyla 2005 yazındaki Anger Manag
ement Tour'un Avrupa ayağını iptal etmek zorunda kalan Eminem rehabilitasyona girdi. 2009 yılında yaptığı bir röportajda ilaç bağımlılığının had safhaya ulaştığı sıralarda intihar etmeyi bile düşündüğünü itiraf etti. Tamamen düzeldiğini söyleyen Eminem sözlerine şöyle devam etti : "benim ilacım rap... Beni iyi hissettirmesi için başka şeylere başvurmak zorundaydım. Şimdi rap beni uçuruyor." Eminem pop müzik sanatçısı Mariah Carey ile ilişkisi olduğuna dair birçok şarkı yazdı, ancak Carey bu iddiayı reddetti. Carey’e göre beraber takıldılar ancak cinsel veya duygusal anlamda bir yakınlaşmaları olmadı. Eminem bu ilişkiye değindiği "Superman", "Jimmy Crack Corn", "Bagpipes From Baghdad" ve "The Warning" şarkılarına karşılık Carey 2003’teki "Charmbracelet" albümünde "Clown" adlı şarkıyı ve 2009’da olan "Obsessed" şarkısını çıkardı. Relapse albümündeki "Bagpipes From Baghdad" şarkısı belki de Eminem’in olaya dair en bilinen şarkısıdır. Şarkıda Eminem Carey ile eşi Nick Cannon’ın ilişkisini kötülemektedir. Cannon buna karşılık Eminem’in kariyerinin “ırkçı yobazlığa” dayandığını iddia etti ve ondan intikamını alacağını söyledi. Eminem daha sonra ikilinin şarkıyı yanlış yorumladığını, aslında ikisi içinde en iyi dileklerini sunduğunu açıkladı. Ayrıca Cannon da Eminem’e karşı bir garezinin olmadığını sadece şarkı hakkındaki hislerini belirtmek istediğini açıkladı. Carey’in 2009 yılında yayımladığı "Obsessed" adlı şarkıda Carey ile ilişkisi olduğunu iddia eden takıntılı bir adamdan bahsediyordu. Cannon göre şarkı Eminem’e yönelik değildi. Ancak Eminem 2009’un Haziran ayında "The Warning" adlı bir şarkıyla Carey’e cevap verdi. Şarkıda Eminem ile Carey beraberken, Carey’in Eminem’e gönderdiği sesli iletiler yer alıyordu. Eminem şarkıda ayrıca Carey ile ilişkilerine dair başka kanıtlarının da olduğunu ima ediyordu, ancak ne Carey ne de Cannon buna cevap vermediler. Eminem "doğal enerjisi" ve şarkı sözlerinin kalitesi sayesinde birçok Grammy Ödülü kazanmıştır. Ayrıca MTV'nin "Tüm Zamanların En İyi MC'leri" listesinde 9 numarada; "Müziğin 22 En Büyük Sesi" listesinde 13 numarada; ve "Rolling Stone"'un "The Immortals" listesinde 82 numarada yer almıştır. 2008 yılında, "Vibe Dergisi" okuyucuları Eminem'i "Yaşayan En İyi Rapçi" seçti. Süleyman Seba Süleyman Seba (5 Nisan 1926, Hendek - 13 Ağustos 2014, İstanbul), Türk futbolcu, MİT mensubu, Spor yöneticisi ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 30. başkanıdır. Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 1984 ile 2000 yılları arasında kesintisiz başkanlığını yaptı. Hakkı Yeten ile birlikte Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün iki onursal başkanından biridir. 5 Nisan 1926 tarihinde Hendek'te doğan Süleyman Seba, ilkokulu Sakarya'da okuduktan sonra liseyi okumak için İstanbul'a geldi. İki yıl Galatasaray Lisesi'nde okuduktan sonra Kabataş Erkek Lisesi'ne geçti. Mezun olduğu Kabataş Erkek Lisesi'nin futbol takımında futbola başladı. Lisedeki ilk yıllarında Beşiktaş Genç Takımı'na girdi. Beşiktaş'ta oynadığı sırada Mimar Sinan Üniversitesi Fransız Filolojisine başlamasına rağmen eğitimine devam etmedi. Seba, 1946'da Refik Osman Top döneminde A takıma yükseldi. 1946-47 sezonunda ilk İstanbul Ligi maçına sezonun ilk maçı olan Fenerbahçe derbisiyle çıktı. 4-3 yenildikleri maçta bir gol kaydetti. İlk sezonunda 9 maçta 6 gol atmıştı. O sezon Millî Küme'de şampiyonluk yaşayarak kariyerinin ilk şampiyonluğunu kazandı. 1947-48 sezonu Seba'nın geçirdiği en etkili sezondu. Sezona Başbakanlık Kupası'yla başlasalar da Seba o maçta forma şansı bulamamıştı. Ancak İstanbul Ligi'nde 14 maçta 8 gol atıp, takımının en golcü ikinci ismiydi. Ancak İstanbul ikincisi olmuşlardı. 1949-50 sezonunda kariyerinin ilk İstanbul Ligi şampiyonluğunu kazandı. 14 maçın hepsinde forma giyen Seba, bir gol atmıştı. Bu sezondan sonra 1950-51 ve İstanbul Profesyonel Ligi adına geçiş yapılan 1951-52 sezonunda da forma şansı buldu. Ancak 1951-52 sezonunda sakatlığı nedeniyle sadece 3 maç forma giyebilmişti. 1952-53 sezonunda da 9 maçta forma giyip 2 gol kaydetti. 1954'de 28 yaşındayken menisküs sebebiyle futbolu bıraktı. 1947 yılında BJK İnönü Stadyumu'nun açılışı sebebiyle Beşiktaş ile İsveç'in AIK takımı yapılan maçta bu stattaki ilk golü atarak tarihe geçti. 1950'de Beşiktaş'ın ABD turnesinde de yer aldı. Süleyman Seba, kısa süren futbol hayatı nedeniyle sadece 15 Mayıs 1952'de Yunanistan karşısında Türkiye millî futbol takımı forması giydi. Türkiye'nin 1-0 kaybettiği maçın önemi Futbol Federasyonu'nun millî takımı temsil etme hakkını Beşiktaş'a vermiş olmasıydı. 1957'de Beşiktaş'a üye oldu. Altı sene sonra 1963'de ilk kez yönetim kurulunda yer aldı. Bundan sonra çeşitli dönemlerde aralıklarla kulüpte yöneticilik yaptı. 1984 yılında çok zor bir dönemde Mehmet Üstünkaya'dan yönetimi devraldığı başkanlık görevini 2000 yılına kadar devam ettirdi. 16 yıl süren Başkanlığı boyunca 8 kongrede rakiplerine sürekli üstünlük sağladı. Süleyman Seba başkanlığı döneminde kazanılan kupalar şu şekildedir: Bu başarılar dışında istikrarlı bir şekilde başarıyı daim kılmıştır. 16 sezonun beşinde futbol takımı şampiyon olmuş, sekizinde ise ikinci olmuştur. Futbol takımının altın dönemini yaşadığı bu dönemde Süleyman Seba'ya gelen eleştiri, amatör branşlara aynı ilgiyi göstermemesi olmuştur. Seba, 1992-93 sezonunun sonunda Galatasaray'ın Ankaragücü takımını 8-0 yenerek averajla şampiyon olması üzerine "şerefli ikincilik" terimini literatüre sokmuştur. Sportif başarılar dışında 1980'lerin başında maddi yönden son derece sıkıntılı olan kulübü yönetimi boyunca tesis zengini ve maddi açıdan zengin bir kulüp haline gelmiştir. Seba döneminde Akaretler'deki BJK Plaza, Fulya Stadı ve Kamp Tesisleri Yeşilköy, Pendik ve Çilekli tesisleri, BJK Koleji yapılırken, BJK İnönü Stadı da, 1998'de 49 yıllığına Beşiktaş'a devredildi. Beşiktaş'a büyük hizmetlerde bulunan Seba, 1999-2000 sezonunda futbol takımının gösterdiği kötü performans sonucu tribün ve muhalefetin tepkisini çekmesi üzerine 2000 yılı Mart ayındaki kongrede aday olmamış ve yerine Serdar Bilgili seçilmiştir. Bu kongrede kongre üyeleri oybirliği ile Hakkı Yeten'den sonra Beşiktaş'ın ikinci onursal başkanı olarak Süleymen Seba'yı seçmiştir. Seba'nın son sezonunda futbol takımı ligi ikinci sırada bitirmiştir. Başkanlığı bıraktığı 2000 yılında anısına Akaretler ile Maçka semtleri arasında uzanan Spor Caddesinin adı Süleyman Seba Caddesi olarak değiştirildi. Seba'dan sonraki 15 sezonda Beşiktaş futbol takımı, ligi sadece iki kere şampiyon olarak, bir kere de ikinci olarak bitirmiştir. 16. sezonda, futbol takımı Seba sonrası üçüncü şampiyonluğunu yaşamıştır. Seba, spor yaşamının dışında Millî İstihbarat Teşkilatı İstanbul Bölge Müdürlüğünde görev yaptı. Seba, 13 Ağustos 2014 tarihinde bir süredir sağlık sorunları nedeniyle tedavi gördüğü hastanede, 88 yaşında hayatını kaybetti. Süleyman Seba'nın başkanlığı altında Beşiktaş JK futbol takımı 16 sezonda ve toplam 538 maçta; 339 galibiyet (%63,0) ve 129 beraberlik (%24,0) almış, toplam 1084 gol (2,01 gol/maç) atıp 426 gol (0,79 gol/maç) yemiştir. 16 sezonun yedisinde Gordon Milne teknik direktör olmuştur. Hendek (anlam ayrımı) Hendek, geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmış derin çukurdur. Hendek ayrıca şu anlamlara gelebilir: Hakkı Yeten Hakkı Yeten (3 Aralık 1910, Vodina - 16 Nisan 1989, İstanbul), Santrafor mevkinde görev almış Türk futbolcu, teknik direktör, Spor yöneticisi ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 18. başkanıdır. Baba Hakkı lakabıyla da tanınan Yeten, 1926-1931 yılları arasında Karagümrük'te oynadı. 1931 ile 1948 yılları arasını geçirdiği Beşiktaş'ın tarihindeki önemli isimler arasına girdi. Futbolculuk kariyerini sonlandırmasının ardından Beşiktaş'ta teknik direktörlük ve kulüp başkanlığı da yaptı. Süleyman Seba ile birlikte Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün iki onursal başkanından biridir. 1 yaşında iken ailesi İstanbul'da Beşiktaş semtine yerleşti. Babası Binbaşı Mahmut Nedim Bey 1914'de I. Dünya Savaşı'nda şehit düşünce o da asker olmaya karar verdi. 5 kardeşiyle birlikte yaşam savaşı veren Hakkı Yeten askeri okula yazıldı. Bu dönemde Karagümrük'te futbola başladı. Maltepe, Halıcıoğlu ve Kuleli askeri takımlarında da oynadı. Beşiktaş Futbol Şubesi’nin kurucusu Şeref Bey tarafından Karagümrük'ten, Siyah-Beyazlı renklere kazandırıldı. Bu arada askerlik mesleğini bırakarak 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi ve avukat oldu. Karagümrük'de oynadığı dönemde; Bozkurt Kulübü, Karagümrük ile bir maç almıştı. Bozkurt takımı devrin kuvvetli kulüplerinin futbolcularıyla takviye edilmişti. Rakip kaleyi zamanın meşhur kalecilerinden; Harbiyeli Paşa Sırrı koruyordu. Maç Halıcıoğlu Sahası'nda yapılacaktı. Maç günü takımlar karşılıklı dizildiği zaman, Baba Hakkı'nın olmadığı fark edildi. Maç başladıktan az sonra Hakkı Yeten, Balat istikametinden gelen bir sandal içinde göründü. Taraftarlar oyunu bırakmış sevinçle ona doğru koşmaya başladı. Maça geç kaldığını anlamış olacak ki; sandalda soyunuyordu. O sahile çıktı, idareciler da takım kaptanı Sebahattin'e geldiğini haber verdi. Fakat kaptan Hakkı'nın geç kalmasına kızarak oyuna sokmadı. Maçın ikinci yarısında Hakkı'nın oynaması için idareciler Sabahattin'i ikna ettiler. Kaptan da verdiği cezayı yeterli görerek Hakkı Yeten'i oyuna dahil etti. O gün yarım devre oynayan Hakkı Yeten, Bozkurt takımına 6 gol attı. 1931 yılında Hakkı Karagümrük'te oynarken Şeref Bey, Fenerbahçe'li Zeki Rıza Sporel'den daha atik davranarak Beşiktaş'a kazandırdı. On yedi yıl boyunca Beşiktaş formasını giydi ve bu dönemde takım kaptanlığı yaptı. Beşiktaş forvetinde özellikle sağ açık olarak yer aldı. Otoriter ve teknik oyunculuğuyla kısa sürede kaptan oldu. Özellikle disipline verdiği önem nedeniyle kısa süre içinde “Baba” lakabını aldı. Saha dışında da tam bir beyefendi olan Hakkı Yeten, güçlü yapısıyla rakip oyuncularla ikili mücadelelerde kollarını açar ve karşı takım oyuncusu önüne geçemezdi. Askerliği sırasında Ankara Demirspor'da oynadığı 1 sezon hariç hep Beşiktaş'ta o
ynadı. Beşiktaş formasıyla gol kralı da oldu. İngiliz kulübü Arsenal'dan teklif aldığı ancak kabul etmediği söylenir. Oynadığı 439 maçta 382 gol kaydederek Beşiktaş'ın en golcü futbolcusu olmuştur. Derbilerde de en çok gol atan futbolculardandır. Hem Fenerbahçe'ye hem Galatasaray'a 30 gol atarak çok zor kırılacak bir rekora sahiptir. 1948 yılında "(38 Yaşında)" bir maçta taraftarın onu ıslıklamasından sonra diyerek futbolu o maçta bırakmıştır. Otoriter yapısı ve takım üzerindeki ağırlığı üzerine anlatılanlar gerçekten bugünkü profesyonel futbolda zor inanılacak olaylardır. Bu anılara örnek olarak; kırmızı kart gören futbolcunun önce Baba Hakkı'ya dönerek, "Çıkayım mı?" diye sorması ve o "Evet" deyince çıkması veya Harp Okulu ile Ankara'da oynanan ve ilk yarısı 3-0 yenik kapanan maçın devre arasında soyunma odasında tehditi sonucu maçın ikinci yarısında Beşiktaş'ın 6 gol atarak maçı 6-3 kazanması verilebilir. Ne kadar güçlü ruha sahip olduğuna ve sportmenliğine örnek olarak anlatılan başka bir olay ise şu şekildedir. Fenerbahçe ile Şeref Stadı'nın çamurlu ortamında oynanan maçta Beşiktaş 2 farklı skorla önde gitmektedir. Maçın ortasında Beşiktaş atakları art arda devam ederken orta sahada Fenerbahçe kaptanının yanına gelen Hakkı Yeten şöyle der: II. Dünya Savaşı nedeniyle Türkiye A millî takım çok az sayıda maç yaptığından Hakkı Yeten de yalnızca 3 kez ay-yıldızlı formayı giyebildi. Türkiye'nin 27 Eylül 1931'de Bulgaristan'a 5-1 yenildiği maçta, Türkiye'nin tek golünü Baba Hakkı atmıştı. iki defa, 1948-1949 ve 1950-1951 yılları arasında Beşiktaş teknik direktörlüğü yapmıştır. 1951 yılında Vefa'yı çalıştırmaya başladı. Futbol Federasyonu'nda asbaşkanlık görevi de yapan Yeten, 1960-68 arasında üç kez Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanlığı yapmıştır. Yönetimde olmasa da her zaman takım içinde söz sahibi olan Hakkı Yeten sert ve otoriter tutumunun ve hem kendi takımındaki hem de rakip takımdaki futbolculardaki ona karşı duyulan saygı nedeniyle "Baba Hakkı" unvanıyla anılmıştır. Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün Süleyman Seba ile birlikte iki onursal başkanından biridir. Cristiano Ronaldo Cristiano Ronaldo dos Santos Aveiro (; d. 5 Şubat 1985, Funchal), forvet pozisyonunda oynayan Portekizli futbolcudur. La Liga ekiplerinden Real Madrid takımında 7 numaralı formayı giymektedir ve Portekiz millî takımında kaptanıdır. Cristiano Ronaldo 5 Şubat 1985'te Funchal, Madeira'da doğmuştur. Maria Dolores dos Santos Aveiro ve José Dinis Aveiro'nun son çocuklarıdır. İkinci ismi olan Ronaldo'yu babası Ronald Reagan hayranı olduğu için koydu. Hugo adında bir abisi, Elma ve Liliana Cátia adlarında iki ablası vardır. Profesyonel olmadan önce Andorinha, CD Nacional ve son olarak Sporting CP genç takımında oynayan Ronaldo, 17 yaş altı Portekiz millî takımında da dikkat çekmişti. Profesyonel kariyerine yine Sporting Lizbon'da başlayan genç oyuncu, 2003 yılından 2009 yılına kadar Manchester United'da oynadı. 2008-2009 sezonun sonunda Real Madrid kulübüne transfer oldu. Ronaldo'nun çocukluğunda tuttuğu takım Benfica'ydı. 8 yaşındayken, babasının malzemeci olarak çalıştığı amatör takım olan Andorinha kulübünde oynuyordu. Ronaldo 1995 yılında C.D. Nacional kulübüyle anlaştı ve bir unvan yarışmasında başarılı olduktan sonra 3 günlük denemeliğine Sporting Lizbon'a gitti. Sporting kulübü kendisini transfer ücretini açıklamadığı bir anlaşmayla renklerine kattı. Ronaldo, Sporting'in genç oyuncularının eğitim gördüğü "Alcochete" futbol okuluna katıldı. 1 sezon içinde Sporting U-16, U-17, U-18, B-takımı, ve A takımında oynayan ilk ve tek oyuncu oldu. İlk çıktığı maçta Moreirense takımına 2 gol attı. Ayrıca Avrupa 17 Yaş Altı Futbol Şampiyonası'nda oynuyordu. Ronaldo 15 yaşındayken kendisine futbolu bıraktırmaya zorlayabilecek bir kalp çarpıntısı tanısı konuldu. Sporting kulübü çalışanları bu durumdan haberdar edildi ve annesi, Ronaldo'nun hastanede yatması için onayını verdi. Hastanedeyken, kalbindeki probleme neden olan bölge, bir lazer operasyonuyla yakıldı. Ameliyat sabahleyin başladı ve Ronaldo öğleden sonra taburcu edildi. Sadece birkaç gün sonra antrenmanlara devam etti. 16 yaşındayken o zamanki Liverpool teknik direktörü Gérard Houllier tarafından fark edildi, ama Liverpool, Ronaldo'nun henüz çok genç olduğunu ve yeteneklerini geliştirmesi gerektiğine karar verdi ve reddetti.. 2003 yılının yazında Lizbon'da Estádio José Alvalade stadının açılış maçında, Sporting Lizbon'un Manchester United'ı 3-1 mağlup ettiği maçta Manchester United teknik direktörü Alex Ferguson'un dikkatini çekti. Ronaldo'nun performansı Manchester United'li futbolcuları da etkiledi ve Alex Ferguson'a Ronaldo'yu transfer etmesi için istekte bulundular. Tam üç kez Ballon d'Or ödülünü kazanan Johan Cruyff 2 Nisan 2008'de yaptığı bir röportajında: "Ronaldo, Manchester United tarihindeki iki harika futbolcu George Best ve Denis Law'dan daha iyi bir futbolcudur." demiştir. Ronaldo, Manchester United'ın ilk portekizli oyuncusu oldu. FA Premier lig 2002-2003 sezonundan sonra 12.24 milyon sterline transfer edildi. Daha önce George Best, Bryan Robson, Eric Cantona, David Beckham gibi futbolcuların giydiği 7 numaralı formadaki beklentilerin yaratabileceği baskıları istemediği için 28 numaralı formayı tercih etti (Sporting'te giydiği forma numarası 28'di.) : dedi. Ronaldo takımıyla ilk maçına Bolton Wanderers'ı 4-0 yendikleri maçta 60.dakikada dahil oldu. Manchester United'taki ilk golünü 1 Kasım 2003'te Portsmouth'u 3-0 yendikleri maçta frikikten attı. United'ın Premier Ligdeki 1000. golünü 29 Ekim 2005'te Middlesbrough'a 5-1 yenildikleri maçta attı. Tüm müsabakalarda 10 gol kaydetti ve taraftarların oylamasıyla Ronaldo, ilk ödülü olan FIFPro Special Young Player of the Year ödülünü kazandı. Ronaldo, 2006 yılının Kasım ve Aralık ayında art arda Barclays Ayın Futbolcusu şerefine erişti. Dennis Bergkamp ve Robbie Fowler'dan sonra Premier Lig tarihinde bu şerefe ulaşan 3.futbolcu oldu. Kariyerindeki 50. golünü Manchester City'ye attı. Yıl sonunda ""FIFPro Special Young Player of the Year"" ödülünü tekrar kazandı. Mart 2007'de ortaya çıkan, Real Madrid'in Ronaldo için bugüne kadar görülmemiş 80 milyon euro'luk transfer teklifi dedikodularına rağmen, 13 Nisan'da kendisini Manchester United tarihinde en fazla ödenen futbolcu yapan haftalık 120000 sterlinlik (toplam 31 milyon £) 5 senelik anlaşma yaptı. Aralık 2006'da Middlesbrough'ya karşı oynanan maçta teknik direktör Gareth Southgate tarafından kendisini yere attığı iddiasıyla eleştirildi. 4 Şubat 2007'de, Tottenham Hotspur maçında kazandığı penaltıda Tottenham kanat oyuncusu Steed Malbranque tarafından küçük bir temasa olmasına rağmen kendisini yere attığı iddiasıyla tekrar suçlandı. Tüm tartışmalara rağmen Ronaldo çok sayıda kişisel ödül kazandı. İngiltere'de Yılın Futbolcusu Ödülü ve İngiltere'de Yılın Genç Futbolcusu Ödülü ödüllerini kazandı. Andy Gray ile birlikte bu şerefe erişen tek futbolcu oldu. Nisan ayında İngiltere'de Taraftarların Oyuncusu ödülünü de kazanarak üçlemiş oldu. Ayrıca Ronaldo 2006-2007 sezonunda Premier Lig Yılın Takımında yer alan 7 Manchester United futbolcusundan biriydi. Ronaldo için 2007-2008 sezonu Portsmouth'lu oyuncu Richard Hughes'e kafa attığı maçta kırmızı kart görmesiyle başladı. 3 maç ceza aldı Ronaldo bu tecrübeden sonra ""çok şey"" öğrendiğini ve gelecekte oyuncuların kendisini kışkırtmasına izin vermeyeceğini söyledi. Şampiyonlar Ligi grup maçlarında Sporting Lizbon'a karşı deplasmanda attığı golle galibiyeti getirdi ve ayrıca evinde oynadığı maçta da uzatmalarda attığı golle Manchester United'ın grupta lider olmasını sağladı 2007 Ballon d'Or'ı Kaká'nın ardından ikinci, FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ödülünde Kaká ve Lionel Messi'nin ardından 3. oldu. Ronaldo Manchester United forması altında ilk hattrickini 12 Ocak 2008'de Old Trafford'da Newcastle United'ı 6-0 yendikleri maçta yaptı. Böylece Manchester United Premier Lig'de liderliğe yükseldi. Reading'i 2-0 yendikleri maçta 23. golünü kaydetti, ki önceki sezon attığı gol sayısı da 23'tü. 20 Şubat'ta Lyon ile yaptıkları Şampiyonlar Ligi eleme maçında belirlenemeyen bir Lyon taraftarı sürekli olarak Ronaldo'ya ve takım arkadaşı Nani'ye yeşil lazer tuttu. 1 ay sonra Lyon bu olaydan dolayı 5000 isviçre frankı (£2,427) para cezasına çarptırıldı. 19 Mart 2008'de, Bolton'u 2-0 yendikleri maçta takımının iki golünü de attı ve ilk defa Manchester United'ın kaptanlığını yaptı. Attığı ikinci gol, Ronaldo'nun o sezon attığı 33. goldü. Böylece 1967-68 sezonunda attığı 32 golle George Best'e ait olan 40 senelik rekoru kırmış oldu. 29 Mart'ta Aston Villa'ya attığı golle beraber, İngiltere'de ve Avrupa kupalarında oynadığı toplam 37 maçta 35 gole ulaştı. Ronaldo'nun bu süper gol serisi, 2007-08 Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü'nü ilk defa bir kanat oyuncusunun kazanmasını sağladı. Real Mallorca'lı Dani Güiza'nın 8 puan önünde bu ödülü kazandı. Ronaldo, 21 Mayıs'ta 2008 UEFA Şampiyonlar LigiFinali'nde ayrıca ligdeki rakibi Chelsea'ye karşı maçın 26. dakikasında açılış golünü attı. Penaltı atışlarında kaçırdığı gol, Chelsea'ye Şampiyonlar Ligi Kupası'ni kazanma fırsatı verdi ama John Terry'nin de penaltı kaçırmasıyla, Manchester United penaltılari 6-5 kazandı. Ronaldo UEFA Fans' Maçın Adamı seçildi, ve o sezon attığı toplam 42 golle, Denis Law'ın 1963-64 sezonunda eriştiği rekorunun sadece 4 gol gerisinde tamamladı. 5 Haziran 2008'de Sky Sports, Ronaldo'nun Real Madrid tarafından kendisine daha önce yapılan sözde transfer teklifindeki miktar ile aynı miktarda para verilmesi durumunda bu takıma gidebileceğini söylediğini bildirdi. Manchester United 9 Haziran'da Real Madrid'i FIFA'ya şikayet etti ama FIFA herhangi bir şey yapmaya gerek duymadı. Transfer spekülasyonları 6 Ağustos'a kadar sürdü ta ki Ronaldo'nun en az bir sene daha Manchester'da kalacağını söylemesine kadar spekülasyonlar devam etti. Ronaldo 7 Temmuz'da Amsterdam'da ayak bileğinden ameliyat oldu. 17 Eylül'de Manchester United'ın 2008-09 UEFA Şampiyonlar Ligi grup maçları
nda Villarreal ile 0-0 berabere kaldığı maçta Park Ji-Sung'ın yerine 60.dakikada oyuna dahil oldu. Sezondaki ilk golünü 24 Eylül'de Lig Kupası 3.tur maçında Middlesbrough'yu 3-1 yendikleri maçta attı. 15 Eylül 2008'de Stoke City'yi 5-0 yendikleri maçta Ronaldo Manchester United forması altında oynadığı tüm müsabakalardaki 100. ve 101. golünü attı. Attığı 2 gol de serbest vuruştandı. Ronaldo böylece Premier Lig'deki mücadele eden tüm takımlara gol atmış oldu. 2 Aralık 2008'de Ronaldo, George Best'in 1968'de kazandığı Ballon d'Or'dan sonra bu ödülü kazanan ilk Manchester United'lı futbolcu oldu. İkinci Lionel Messi'nin 165 puan önünde 446 puan topladı. Manchester United 19 Aralık'ta, 2008 FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda şampiyon oldu ve Ronaldo turnuvada attığı iki golle "Silver Ball" ödülünü kazandı. 12 Ocak 2009'da FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü'nü kazanan ilk Premier Lig futbolcusu oldu. Ayrıca, Luis Figo'dan sonra bu ödülü kazanan ilk Portekizli futbolcu oldu. Şampiyonlar Ligi'nde FC Internazionale Milano'yu 2-0 yenip çeyrek finale çıktıkları maçta 1 gol attı. 5 Nisan 2009'da Aston Villa'yı 3-2 yendikleri maçta takımının ilk 2 golünü attı. Ronaldo Şampiyonlar Ligi çeyrek final ikinci maçında Porto'ya 36 metre mesafeden harika bir gol attı ve bu sayede Manchester United yarı finale yükseldi. Bu golü Alex Ferguson çok övdü ve maçtan sonra bu golün Ronaldo'nun attığı en güzel gol olduğunu söyledi. 5 Mayis 2009'da Emirates Stadyumu'nda Arsenal ile oynanan Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında Manchester United, Arsenal'in evinde 27 maçlık yenilmezlik serisine 3-1'lik skorla son verdi ve finale çıktı. Ronaldo bu maçta 2 gol ve 1 asistle oynadı. Bu maçtaki ilk golünü 35 metre mesafeden serbest vuruştan attı. 2008-09 sezonunda Ronaldo tüm müsabakalarda toplam 53 kez forma giydi ve 26 gol kaydetti. 11 Haziran 2009'da Manchester United, Real Madrid tarafından yapılan 80 milyon sterlinlik (94 milyon euro) teklifi Ronaldo'nun takımdan ayrılmak istediğini tekrar belirtmesi üzerine kabul etti. Kulübün sahipleri olan Glazer ailesi bu transferi onayladı. Transferın tamamlanmasından sonra Ronaldo, kendisini futbolcu olarak yetiştirdiği için Alex Ferguson'a minnettar olduğunu belirtti ve "Kariyerimdeki en önemli ve en etkili faktörlerden biri" dedi. 2007-2008 sezonunda toplam 42 gol atarak George Best'in bir sezonda en çok gol atan kanat oyuncusu rekorunu kırmıştır. Ligde 31 gol atarak gol kralı olmuştur. Aynı sezon Premier League şampiyonluğunu yeniden yaşamıştır. FIFPro Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü ve FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü'ne layık görülmüştür. 2006-2007 yılında yaptığı gibi 2007-2008 sezonunda da İngiltere'de hem yılın futbolcusu hem de yılın genç futbolcusu seçilmiştir. 1977'de Andy Gray'den sonra bu ödüllerin ikisini de aynı sene içinde almayı başarmış olan ilk sporcudur. Manchester United'ın 40 yıl sonra Ballon d'Or ödülünü kazanan ilk futbolcusu olmuştur. İspanya'nın Real Madrid takımında oynamaktadır ve 94 milyon € bonservis bedeli ile şu anda dünyanın en pahalı üçüncü futbolcusudur. 26 Haziran tarihinde Real Madrid, Ronaldo'nun 1 Temmuz'dan itibaren takımda olacağını ve sözleşmesinin 6 yıllık olduğunu açıkladı. Real Madrid'in sitesinden yapılan açıklamada ayrıca; 6 Temmuz 2009 Pazartesi günü Cristiano Ronaldo'nun Santiago Bernabéu Stadyumu'nda taraftarın karşısına çıkarılacağı ve Portekizli oyuncunun yıllık 13 milyon Euro alacağı belirtildi. Santiago Bernabéu'da yapılan törenle, Ronaldo basın ve taraftarlara tanıtıldı ve yaptığı açıklamada en büyük hayalinin gerçekleştiğini ve bunun inanılmaz olduğunu söyledi. Törende kulüp tarihinde bir ilk yaşandı ve 80,000'den fazla taraftar stada akın etti. Böylece 1984 yılında Diego Maradona'nın Napoli'deki transfer töreni için stada gelen 75,000 rekor taraftar sayısı da kırılmış olmuş oldu. 9 numaralı forması, efsane Real Madrid'li eski futbolcu Alfredo di Stéfano tarafından verildi. Ronaldo, Real Madrid formasıyla ilk maçına 21 Temmuz'da Shamrock Rovers takımına karşı çıktı. İlk golünü Liga de Quito takımına bir hazırlık karşılaşmasında penaltıdan attı. La Liga'da oynadığı ilk maç RC Deportivo de La Coruña'ya karşıydı. Real Madrid'in 3-2 üstünlüğüyle biten bu karşılaşmada Ronaldo takımının 2. golünü penaltıdan kaydetti. 15 Eylül 2009'da Şampiyonlar Ligi'ne iyi bir başlangıç yaptı. FC Zürich'i deplasmanda 5-2 yendikleri maçta serbest vuruşlardan 2 gol attı. 20 Eylül'de Santiago Bernabéu'da La Liga'nın yeni takımı Xerez CD'ye de 2 gol attı. Sonraki hafta Villareal deplasmanında attığı golle yıldızlaşan Ronaldo, La Liga'da oynadığı 4 maçta toplam 5 gole ulaştı ve Real Madrid kulübü tarihinde çıktığı ilk 4 lig maçında da gol atmayı başaran ilk futbolcu olarak tarihe geçti. Ronaldo, Real Madrid'de gösterdiği yüksek performansını 30 Eylül 2009 tarihinde Şampiyonlar Ligi grup maçlarında Bernabeu'da Marsilya'yı 3-0 mağlup ettikleri maçta 2 gol atarak devam ettirdi. 10 Ekim 2009'da Macaristan ile yaptıkları millî maçta ayak bileğinden sakatlandı. 1 ay sahalardan uzak kalacağı açıklandı. Ronaldo, 3 Kasım 2009'daki Şampiyonlar Ligi'ndeki Milan maçında oynamayı hedeflediğini söyledi.. Fakat sakatlığı iyileşmedi. Milan maçında oynayamayan Ronaldo, 29 Kasım'daki Barcelona maçına kadar hazır olmak istediğini söyledi. 2010-11 sezonunun başında Raúl, Schalke 04' e gittiğinde Ronaldo 7 numaralı formayı aldı ve müthiş bir sezon geçirdi. Bu sezonda 54 resmi maça çıkan C. Ronaldo 53 gol atmayı başardı ve Real Madrid tarihindeki bir sezonda en fazla gol atma rekorunu kırdı. Önceki rekor 49 golle efsanevi futbolcu Ferenc Puskás'a aitti. Ligde ise 34 maçta 40 gol atarak, 82 yıllık lig tarihinin bir sezonda en çok gol atan futbolcusu olmayı başardı. Bu şekilde daha önce 38 golle Real Madrid'li Hugo Sánchez (1989-90) ve Athletic Bilbao'lu Telmo Zarra’ya (1950-51) ait olan La Liga’da bir sezonda en fazla gol atma rekorunu da kırmış oldu. Attığı 40 gol ile La Liga gol kralı oldu ve 2007-08 sezonunda bir kanat oyuncusu olarak ilk defa kazandığı Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü'nü tekrar kazanmayı başardı. 2011-12 sezonunun başında La Liga’da Real Madrid'in Real Zaragoza deplasmanda 6-0 mağlup ettiği maçta, C. Ronaldo sezona hat-trick yaparak başladı. Mesut Özil’in ilk 11’de sahaya çıktığı maçta millî futbolcular Nuri Şahin ve Hamit Altıntop sakatlıkları nedeniyle ilk maçta kadroda yer almadı. Attığı 46 gol ile La Liga gol kralığında ikinci oldu ve La Liga'da 38 maçta 46 gol 13 asist yapan C. Ronaldo toplamda ise 55 maçta 60 gol atmış bu maçlarda 17 asist yapmayı başarmıştır. 2012-2013 sezonunda La Liga'da iki hafta boş geçen Ronaldo, 3. haftada Granada'ya 2 gol atmayı başarmıştır. Bu sezonda Real Madrid formasıyla çıktığı 55 maçta 55 gol ve 14 asistlik performans sergilemiştir. 13 sarı kart ve 1 kırmızı kart görmüştür. 2013-14 sezonunda 2013 yılında attığı 69 gol ile FIFA Ballon d'Or ödülünü kazandı. 2013 yılında 59 maçta attığı 69 golün 18'ini sol ayak, 37'sini sağ ayakla, 14'ü de kafayla kaydetti. 59 maçta 8 kez hat-trick yaptı ve 69 golün 6 tanesini free kick'den attı ayrıca bu maçlarda 17 de asist yaptı. 59 Maçta 69 gol atarak maç başına 1,17 gol istatistiği yakaladı. 1 Kasım 2014 tarihinde kariyerindeki 700. maçına çıktı. 395 birinci lig maçı, 55 Kupa, 12 Lig Kupası, 7 Süper Kupa, 112 Avrupa Kupası, 2 FIFA Kulüpler Dünya Kupası, 1 UEFA Süper Kupa ve 116 millî takım maçı olmak üzere toplamda 700. maçına çıkan C.Ronaldo bu maçlarda 448 gol atıp 108'de asist yapmıştır. Ronaldo, 2008 yılından beri Portekiz millî takımının kaptanıdır. Ronaldo Portekiz millî takımında ilk defa Ağustos 2003'te Kazakistan'ı 1-0 yendikleri maçta oynadı. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası için kadroya çağrıldı. Yunanistan'a 2-1 yenildikleri maçta ve Hollanda'yı yarı finalde 2-1 yendikleri maçta birer gol attı. Turnuvada 2 gol atmasına rağmen turnuva ilk onbirine seçildi. Aynı yıl ayrıca 2004 Yaz Olimpiyatları Futbol Turnuvası'nda da sahne alan yıldız futbolcu başarısıyla herkesin begenisini kazandı. Ronaldo, Avrupa kıtasındaki Dünya Kupası grup elemelerinde 7 golle en çok gol atan 2. futbolcuydu. Dünya Kupası'ndaki ilk ve tek golünü penaltıdan İran'a attı. 1 Temmuz 2006'da çeyrek finalde İngiltere ile karşılaştıkları maçta, Ronaldo'nun Manchester United'tan takım arkadaşı Wayne Rooney, Portekizli defans oyuncusu Ricardo Carvalho'nun üzerine bastığı için oyundan atıldı. Rooney'nin oyundan atılışından sonra yedek kulübesine göz kırpmasından ötürü İngiliz medyasında Ronaldo'nun kızgın tavırları nedeniye hakem Horacio Elizondo'nun kararını etkilediği spekülasyonları yer aldı. Ronaldo maçtan sonra Rooney'nin arkadaşı olduğunu ve onun oyundan atılmasını istemediğini söyledi. 4 Temmuzda, hakem Elizondo Rooney'nin oyun kurallarını çiğnediği için atıldığını ve Ronaldo ile Rooney arasında geçen arbedeyle bir alakasının olmadığını söyledi ve konuya açıklık getirdi. İngiliz medyasının öfkeli tepkisi Ronaldo'yu Manchester United'tan ayırmanın eşiğine getirdi ve Ronaldo İspanyol günlük spor gazetesi "Marca"'ya verdiği röportajda açıkça Real Madrid'e gitmek istediğini söyledi. Bu spekülasyona karşılık Alex Ferguson, Portekizli asistanı Carlos Queiroz'u Ronaldo'nun fikrini değiştirmesini sağlamak için yanına yolladı. Ronaldo takımında kaldı ve Nisan 2007'de sözleşmesini 5 sene uzattı. Ronaldo, Portekiz'in Fransa'ya mağlup olduğu yarı final karşılaşmasında ıslıklandı ve turnuvanın En İyi Genç Oyuncu ödülünü İngiliz taraftarlardan gelen olumsuz e-posta kampanyası nedeniyle kazanamadı. Bu oyların sadece adaylık sürecini etkilemesine rağmen, FIFA'nın Teknik Çalışma Ekibi Ronaldo'nun davranışlarını kararda bir etken olarak gösterdi ve ödülü Almanya'dan Lukas Podolski'ye verdi. 6 Şubat 2007'de yani 22. yaşgününden 1 gün sonra Brezilya ile karşılaştıkları hazırlık maçında ilk defa millî takım kaptanlığı yaptı. Bu değişiklik 2 gün önce vefat eden Portekiz Futbol Federasyonu başkanı Carlos Silva'nın şerefineydi. O zamanki Portekiz teknik direktörü Luiz Felipe Scolari'nin açıklaması şöyleydi: ""Carlos Silva, Ronaldo
'yu kaptan yapmamı rica etti. Kaptan olması için çok genç, ama Silva rica etti ve o artık aramızda değil."" Ronaldo 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri'nde 8 gol attı, ama Portekiz çeyrek finalde Almanya'ya elendiği için turnuvayı 1 golle tamamlayabildi. Portekiz millî takımının başına Carlos Queiroz'un gelişiyle birlikte Ronaldo takım kaptanı oldu. 10 Ekim 2009'da 2010 FIFA Dünya Kupası elemeleri'nde Macaristan'ı 3-0 yendikleri maçta Ronaldo ilk golün asistini yaptı. Ronaldo 2007'de "Moments" adını verdiği otobiyografisini yazdı. 15 Aralık 2007'de yayınlandı. Bunun yanı sıra aynı sene içerisinde Manchester United kulübündeki yükselişinden, ayrıca arkadaşlarından ve ailesinden bahsedildiği "The Boy Who Had A Dream" adındaki DVD'si, ve 27 Ekim 2008'de hayatını ve kariyerini anlatan, ayrıca Manchester United'de 7 numaralı formayı giyen ünlü futbolcularla kendisinin karşılaştırıldığı "The Story" adlı DVD'si piyasaya sürüldü. Pepe Jeans, Fuji Xerox, Extra Joss, Coca Cola, Suzuki, Castrol ve Türk Telekom gibi çeşitli markaların reklamlarında oynamıştır. "Fifa Street 2" ve "Pro Evolution Soccer 2008", "Pro Evolution Soccer 2012" gibi bilgisayar oyunlarında kapak oyuncusu olmuştur. Nike şirketiyle sponsorluğa sahiptir. Nike şirketinin yarattığı Joga Bonito takımının oyuncuları arasında bulunmaktadır. Ronaldo, kızkardeşiyle beraber "CR7" adı altında bir butik mağazası açtı (adının ilk iki harfini ve forma numarasını içeriyor) Şu anda 2 tane CR7 mağazası vardır. Bunlardan biri Lizbon, diğeri ise Madeira şehrindedir. "Forbes"e göre Cristiano Ronaldo 2008 yılında dünyanın en çok kazanan 5. futbolcusudur. 21 milyon $ net gelirinin 12 milyon dolarını Manchester United'dan, 9 milyon dolarını ise Nike ve Coca Cola gibi markalarla yaptığı sponsorluklarla elde etmiştir. 8 Ocak 2009'da Ronaldo, Manchester Havalimanı yakınlarındaki bir tünelde Ferrari 599 GT marka otomobiliyle bariyerlere çarparak kaza yaptı. Kazadan şans eseri yara almadan kurtuldu. Birkaç saat sonra antrenmanlara katıldı. Ronaldo, 2007'de meme kanseri olan annesinin tedavi edildiği hastaneye 2009 yılının mart ayında 100.000 sterlin bağış yaptı. Annesinin hayatını kurtaran doktorlara ve hemşirelere çok minnettar olduğunu söyledi. Ekim 2009'da Giorgio Armani, Ronaldo'nun Emporio Armani erkek iç çamaşırı ve jeans modelliğini David Beckham'dan alacağını duyurdu. Sonrasında Ronaldo, reklamlarda 2010 yılının ilkbaharından itibaren oynamıştır. Rıza Çalımbay Rıza Çalımbay (d. 2 Şubat 1963, Sivas), Türk eski milli futbolcu ve teknik direktör. Beşiktaş'ın ve Türkiye millî futbol takımının eski kaptanı olan Çalımbay, Atom Karınca lakabıyla anılmaktaydı. Kariyeri boyunca sadece Beşiktaş'ın formasını giymiştir (1980-1996). Uzun süre kaptanlığını yaptığı Beşiktaş'ın resmi maçlarda en çok formasını giyen futbolcusudur. Futbola Beşiktaş'ın altyapısında başladı. 1980/1981 sezonunda A takım kadrosuna yükseldi. Orta sahanın sağında görev almasına rağmen orta sahanın ortasında ve sağ bek mevkiinin de alternatif adamıydı. Beşiktaş A Takımı'nda 16 sezonda 494 lig maçı oynadı ve toplam 41 gol kaydetti. 1. Lig tarihinde en çok forma giyen Beşiktaşlı oyuncu unvanını aldı. Futbol yaşantısı boyunca sadece Beşiktaş forması giydi ve yıllarca başarıyla kaptanlık yaptı. 16 sezonda 6 lig, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1 Başbakanlık Kupası ve 6 TSYD Kupası kazanan Rıza Çalımbay, 1996 Temmuz'unda jübile yaparak aktif futbola veda etti. Rıza Çalımbay, 37 kez A, 8 kez Ümit ve 6 kez de Genç olmak üzere toplam 52 kez Millî formayı giydi. 13 Kasım 1991'de 3-1 kaybedilen İrlanda maçında tek golü penaltıdan kaydetti. 1992'de UNICEF'in düzenlediği dünya karması maçında Almanya'ya karşı Dünya Karması'na seçildi. NOT:"Evsahibi olarak Türkiye baz alınmıştır." Futbolu bıraktıktan sonra İngiltere'ye teknik direktörlük kurslarına giden Rıza Çalımbay, daha sonra Türkiye'ye dönerek Christoph Daum'un yardımcı antrenörü olarak 2000-01 sezonunda Beşiktaş'da ilk teknik hocalık görevini aldı. Ardından Alman Hoca ile anlaşamayarak, Göztepe'nin başına teknik direktör olarak geçen Çalımbay Göztepe'yi ligde 8. yaptı, daha sonra Denizlispor ve Çaykur Rizespor'da görev almış; çalıştırdığı tüm takımlar da başarılı sonuçlar almıştır. Özellikle Denizlispor'la UEFA Kupası'nda son derece başarılı sonuçlar almıştır. 2004-05 sezonun ortasında Vicente Del Bosque'den boşalan Beşiktaş teknik direktörlüğü görevine gelmiştir. Çok kötü bir sezon geçiren moralsiz Beşiktaş onun yönetiminde sezonun ikinci yarısı başarılı bir dönem geçirdi ve onun takımın başında bulunduğu dönem göz önünde bulundurulunca devreyi lider olarak kapıyordu. Bir sonraki sezonun başında, 11 Eylül 2005'te Beşiktaş Malmö FF'i kendi sahasında ezip geçerek 4-1 yendi. Arkasından 2005/2006 sezonu başında Süper Lig'nde bir türlü istenen sonuçların gelmediği ortaya atılınca ligin 9.haftasında Beşiktaş'daki görevinden istifa etti. Beşiktaş'tan ayrıldıktan sonra Ankaraspor'un teknik direktörlüğüne getirildi. Ancak iddialı başladığı sezonda aradığını bulamayan ve düşme tehlikesi yaşayan bu takımda da başarılı olamadı. Sezon tamamlanmadan Ankaraspor teknik direktörlüğü görevinden de ayrılmak durumunda kaldı. 2006-07 sezonunun ilk yarısında herhangi bir takım çalıştırmayan Çalımbay, 18 Aralık 2006 tarihinde Beşiktaş'a gelmeden önce teknik direktörlük yaptığı Çaykur Rizespor'un başına ikinci kez getirilmiştir. 29 Mayıs 2013 tarihinde üçüncü kez iş başı yapmıştır. 2007-08 sezonunda, Altınbaş Holding'in Göztepe yönetimini TMSF'den satın alması sonucu, Çalımbay ile iyi ilişkiler içerisindeki holding yönetimince Göztepe'de sportif direktör olarak görevlendirilmiştir. Çalımbay, 2008-09 sezonunda Süper Lig'e yeniden yükselmiş olan Eskişehirspor ile anlaşarak kariyerine burada devam etme kararı vermiştir. 2010-11 sezonunun 6. haftasında Eskişehirspor yönetimi kararıyla görevine son verilmiştir. Sözleşmesinin fesh edilmesine sebep olarak yapılan yatırımlara rağmen ve takımın başında üçüncü sezonu olmasına rağmen istenilen başarıyı ve istikrarı elde edememesi gösterilmiştir. 2010-11 sezonunda altı müsabakadan dört yenilgi ve iki beraberlik alabilmiştir. Eskişehirspor'da genel olarak başarılı bir dönem geçirmiştir. 2008-09 sezonunda takım Süper Lig'e yeni yükselmesine rağmen sezonu 11. sırada noktalamıştır. 2009-10 sezonunu da 7. sırada bitirmiştir. Bu iki sezonda özellikle Dört Büyük 'lere karşı oynanılan maçlarda çok başarılı olmuştur. Fakat bu başarısını istikrarlı biçimde sürdürememiştir. Rıza Çalımbay görevinden alınmasını şöyle değerlendirmiştir: Rıza Çalımbay son olarak Türkiye Süper Lig 2010-11 sezonunun 10. haftasında kendi memleketinin takımı olan Sivasspor'un teknik direktörlük görevini üstlenmiştir. 2012-13 sezonu sonunda görevinden ayrılmıştır. Behçet Çelik Behçet Çelik, (d. 1968, Adana) modern Türk yazar. Öykü ve roman yazarıdır. 2008 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 2011 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazanan sanatçı, ilk romanını 2009 yılında yayımlamıştır. Adana Anadolu Lisesi'nden 1986'da, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1990 yılında mezun oldu. İlk öyküsü 1987'de Varlık Dergisi'nde yayımlandı. Çeşitli dergi ve gazetelerde öykü, deneme ve çevirileri yayımlandı. "Yazılı Günler" ve "Virgül" dergisini hazırlayanlar arasında yer aldı. 1989’da Akademi Kitabevi Öykü Başarı Ödülü’nü kazandı. İçeriğinin büyük bölümü bu dosyadaki öykülerden oluşan ilk kitabını "İki Deli Derviş" (1992) adıyla yayımladı. 1991-1993 arasında "Yazılı Günler" dergisinin yayıncıları arasında yer aldı. 1996'da "Yazyalnızı" adlı ikinci öykü kitabını yayımladıktan sonra uzun süre kitap yayımlamadı. 2002’de "Herkes Kadar" ile yeniden kitap yayımlamaya başladı. "Düğün Birahanesi" (2004) adlı öykü kitabının ardından doğduğu kent Adana üzerine yazıları derlediği "Adana’ya Kar Yağmış" (2006) adlı kitabı yayımlayan Çelik, 18 hikâyeden oluşan Gün Ortasında Arzu (2007) adlı kitabıyla 54. Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazandı. ""Soğuk Bir Ateş"" adlı hikâyesi Hollanda'da yayımlanan "Kent ve İnsan" adlı seçkide, ""Çok Tanıdık Çok Bildik"" adlı öyküsü ABD'de "Istanbul Noir" adlı antolojide yer aldı (2008). "Dünyanın Uğultusu" adlı ilk romanını 2009 yılında yayımlayan Behçet Çelik, 2010'da yayımlanan "Diken Ucu" adlı hikâye kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazandı. "Sınıfın Yenisi" (2011) adlı bir de gençlik romanı yayımlayan Çelik, 2012’de "Ateşe Atılmış Bir Çiçek" adlı deneme kitabını ve "Soluk Bir An" adlı romanını yayımladı. 2015'te yayınlanan öykü kitabı "Kaldığımız Yer", Erendiz Atasü'nün öykü kitabı "Kızıl Kale" ile birlikte 5. Türkan Saylan Sanat Ödülüne layık görüldü. Çelik, 2016'da Barış Bıçakçı ve Ayhan Geçgin'le birlikte üç yazarın edebiyat üzerine yazışmalarını içeren"Kurbağalara İnanıyorum / Edebiyat Üzerine Yazışmalar" adlı kitabı yayınladı. İlk çocuk romanı olan "Çantasızlar Kampı" 2016'da yayınlandı. Çelik'in sekizinci öykü kitabı "Yolun Gölgesi" 2017'de yayınlandı. Yumurtalık, Adana Yumurtalık, Adana ilinin bir ilçesidir. Eski adı "Ayas" olup, Türkçeleştirmek adına ismi Yumurtalık'a çevrilmiştir. İlçenin eski adı Ayas'tır ve halk arasında bu isim hala kullanılmaktadır. 1959 yılına kadar Ceyhan'a bağlı bir bucak olan Ayas bu tarihte ilçe olmuştur. İlçenin tarihi ortaçağa kadar uzanır. Adana merkezine 80 km, komşu Ceyhan'a 30 km mesafededir. Yüzölçümü 501 km² olup 24 mahallesi vardır. Yumurtalık'ın 24 mahallesinin 6'sı merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 5.236 kişi (% 30,4) yaşamaktadır. En uzak mahallesi ise 34,4 km uzaklıktaki Yeşilköy'dür. Merkez mahalleleri dışında nüfusu en fazla olan mahalle, 1.669 kişi ile Kuzupınarı'dır. Yumurtalık'ınn nüfusu 2017 yılında % 2,49 azalmıştır. Yumurtalık ilçesinin mahallelerinin ilçeye uzaklığı, rakımı ve nüfusu * Km,  Ayaş Mahallesi'nde bulunan kaymakamlığa olan uzaklıktır. 10ncu Sahil Muhafaza Bölge Karargâhı , Kagoshima (Amami Adaları dahil), Kumamoto (Amakusa Adası dahil) ve Miyazaki eyaletlerindeki 13 adet sahil muhafaza istasyonu, bölgedek
i deniz fenerleri ve bir sahil muhafaza hava istasyonundan sorumludur. Ayrıca karargaha doğrudan bağlı bir hidrografi bürosu ihtiva eder. Bölgede değişik maksatlar için kullanılan 33 adet tekne ve altı adet hava aracı mevcuttur. "10ncu Sahil Muhafaza Bölge Hidrografi Bürosu:" Kagoshima Sahil Muhafaza İstasyonu’nda yerleşik büro; hidrografi, oşinografi, jeodezi, jeofizik, meteoroloji ölçümleri ve deniz kirliliği kontrol görevlerini yerine getirir. İstasyonda bir adet tekne görev yapmaktadır. "Hososhima Sahil Muhafaza İstasyonu, Miyazaki:" İstasyonda iki adet tekne görev yapmaktadır. "Aburatsu Sahil Muhafaza İstasyonu, Miyazaki:" İstasyonda üç adet tekne görev yapmaktadır. "Shibushi Sahil Muhafaza İstasyonu, Kagoshima:" İstasyonda bir adet tekne görev yapmaktadır. "Kagoshima Sahil Muhafaza İstasyonu, Kagoshima:" İstasyonda 9 adet tekne görev yapmaktadır. "Kiire Sahil Muhafaza İstasyonu, Kagoshima:" İstasyonda bir adet tekne görev yapmaktadır. "Makurazaki-Yamakawa Sahil Muhafaza İstasyonu, Kagoshima:" İstasyonda bir adet tekne görev yapmaktadır. "Kushikino Sahil Muhafaza İstasyonu, Kagoshima:" İstasyonda iki adet tekne görev yapmaktadır. "Misumi Sahil Muhafaza İstasyonu, Kumamoto:" İstasyonda dört adet tekne görev yapmaktadır. "Ushibuka Sahil Muhafaza İstasyonu, Kumamoto:" İstasyonda bir adet tekne görev yapmaktadır. "Misumi-Yatsushiro Sahil Muhafaza Birimi, Kumamoto:" İstasyonda iki adet tekne görev yapmaktadır. "Amakusa Sahil Muhafaza Birimi, Kumamoto:" İstasyonda bir adet tekne görev yapmaktadır. "Naze Sahil Muhafaza İstasyonu, Amami Adaları, Kagoshima:" İstasyonda üç adet tekne görev yapmaktadır. "Koniya Sahil Muhafaza İstasyonu, Amami Adaları, Kagoshima:" İstasyonda iki adet tekne görev yapmaktadır. "Kagoshima Sahil Muhafaza Hava İstasyonu, Kagoshima:" Hava istasyonunda toplam altı adet helikopter ve uçak görev yapmaktadır. İki helikopter Kagoshima Sahil Muhafaza İstasyonu’na bağlı devriye gemileri (PLH) üzerindeki platformlarda kullanılmaktadır. Zlatan Arnavutović Zlatan Arnavutoviç, (13 Şubat 1954, Zagrep). Yugoslav futbolcu. Hırvatistan'ın başkenti Zagrep'te 13 Şubat 1954'te doğdu. Aslen Boşnak kökenlidir. Dinamo Zagreb adlı takımdan 1983 yazında transfer edildi. Beşiktaş'ta 1983-84 sezonunda Cevdet Şekerbegoviç, Necdet Ergün, Ziya Doğan, Metin Tekin, Bora Öztürk, Fikret Demirer, Sinan Ergün, Feyyaz Uçar, Rasim Kara, Samet Aybaba, Rıza Çalımbay, Ulvi Güveneroğlu ve Kadir Akbulut gibi yıldızlarla birlikte oynadı. O sezon Beşiktaş ligi Trabzonspor, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın arkasından dördüncü bitirdi. Genelde orta sahanın solunda görev alırdı. O dönemde Türkiye Birinci Ligi takımları kadrolarında sadece iki yabancı oyuncu bulunduralabilirlerdi. 1984-85 sezonunda Mirsad Kovaçeviç transfer edilince Arnavutoviç ülkesine gönderildi. Şekerbegoviç (solaçık mevkiinde oynardı) ile iyi bir uyum göstermişti. Dr. Dre Andre Romelle Young (d. 18 Şubat 1965), bilindiği sahne adıyla Dr. Dre, Amerikalı prodüktör, rapçi, plak şirketi yöneticisi ve aktör. Aftermath Entertainment'ın kurucusu ve bugünkü CEO'su ve Death Row Records'un kurucularından biri ve sanatçısıdır. Bu plak şirketlerine bağlı Snoop Dogg, Eminem ve 50 Cent gibi sanatçıların albümlerinin prodüktörlüğünü ve akıl hocalığını yapmaktadır. Prodüktör olarak, rap müziğin synthesizer-karakterli ağır ritmlerden oluşmuş biri türü olan West Coast G-funk tarzının popülerleşmesinde önemli rol oynadı. Dr. Dre müzik kariyerine World Class Wreckin' Cru'nun bir üyesi olarak başladı ve daha sonraları Eazy-E ve Ice Cube'un da bir üyesi olduğu gangsta rap grubu N.W.A ile şöhreti yakaladı. Grup, sözleriyle sokak hayatındaki şiddeti açıkça dile getirdi. 1992'de çıkan solo albümü "The Chronic", Death Row Records etiketiyle yayımlandı. Dre, albümüyle 1993 yılının en çok satan Amerikalı sanatçılarından biri oldu ve "Let Me Ride" parçasıyla bir de Grammy Ödülü kazandı. 1996'da Death Row'dan ayrıldı ve kendi şirketi Aftermath Entertainment'ı kurdu. Bu şirketten 1996'da Dr. Dre Presents the Aftermath adında bir toplama albüm ve 1999'da sonraki yıl ona bir Grammy kazandıracak olan "2001" albümlerini piyasaya çıkardı. 2000'ler boyunca, diğer sanatçıların prodüksiyonlarına ve düetlere ağırlık veren Dr. Dre, 1996'da Eminem ve 2003'te 50 Cent'i plak şirketine kattı. Bu sanatçılar 2000'li yıllarda hip hop müziğin en büyük isimlerinden ikisi oldular. "Rolling Stone" dergisi Dr. Dre'yi 2001 ve 2004 yıllarında en çok kazanan sanatçı ilan etti. Dr. Dre ayrıca "Set It Off", "The Wash" ve "Training Day" gibi filmlerde rol aldı. Verna Jean (kızlık soyadı Silverson) ve Theodore Young çiftinin ilk çocuğu olan André Romelle Young, anne ve babası on altı ve on yedi yaşlarındayken 18 Şubat 1965'te dünyaya geldi. Young'ın babası ve annesi 1964'te evlendi. Young'ın göbek adı olan "Romelle", babasının amatör R&B grubu The Romells'ten gelmektedir. 1968'de anne ve babası boşandı. Annesi daha sonra Curtis Crayon ile evlendi. Bu evlilikten Jerome ve Tyree adlarında iki oğulları (ikisi de öldü) ve Shameka adında bir kızları oldu. 1976'da Vanguard Junior High School'a başlayan Young, Vanguard'daki çete şiddeti nedeniyle daha güvenli bir yer olan banliyödeki Roosevelt Junior High School'a geçti. Verna, daha sonra Long Beach'teki yeni işinde tanıştığı Warren Griffin ile evlendi. Bu evlilikten üç kız ve bir erkek çocuk dünyaya geldi. Bu erkek çocuk Warren Griffin III, sonraları rapçi oldu ve Warren G sahne adını aldı. 1979'da Compton'daki Centennial High School'a başladı, ancak düşük notları nedeniyle Fremont High School'a geçti. Stajı için Northrop Aviation Company'ye kaydoldu, ancak burada da okuldaki düşük notları nedeniyle staja elverişsiz sayıldı. Lise öğreniminin geri kalan yıllarında sosyal hayatına ağırlık verdi. Young'ın 15 Aralık 1981'de Lisa Johnson'dan Curtis adında bir çocuğu oldu. Curtis Young'ı annesi büyüttü ve yirmi yıl sonra Hood Surgeon takma adıyla bir rapçi oldu ve babasıyla ilk kez bu dönemde tanıştı. Grandmaster Flash'ın "The Adventures of Grandmaster Flash on the Wheels of Steel" şarkısından esinlenen Dr. Dre, DJ ve rapçilerin canlı performanslarını izlemek için sık sık The Eve After Dark adlı bir kulübe gidiyordu. Nitekim bu kulüpte DJ olarak çalışmaya başladı ve en sevdiği basketbolcu Julius Erving'den esinlenerek "Dr. J" adını aldı. Kulüpte tanıştığı Antoine Carraby, sonradan DJ Yella adıyla N.W.A grubunun bir üyesi olacaktı. Sonraları Dr. J ile kendi adını birleştirerek Dr. Dre adını seçti ve kendini "Master of Mixology" (Miksoloji Ustası) olarak adlandırdı. 1984'te bağımsız Kru-Cut Records şirketine bağlı World Class Wreckin' Cru grubuna katıldı. Grubun, 1980'lerin başlarında hakim olan West Coast hip hop sahnesinde electro-hop tarzı ile yıldızları parladı ve Dr. Dre'nin de turntable'da yer aldığı "Surgery" adlı parça Compton bölgesinde 50.000 kopya sattı. Bu dönemde DJ Yella ile birlikte yerel radyo kanalı KDAY'de iş çıkışı saatlerinde yaptıkları "The Traffic Jam" programıyla da kanalın reytinglerini artırdılar. Dr. Dre'nin bu ilk kayıtları 1994'te "Concrete Roots" adında bir albüm hâlinde yayımlandı. Allmusic'ten Stephen Thomas Erlewine, derlenmiş müzik için şu yorumu yaptı: "Dre kendine özgü bir tarz geliştirmeden yıllar önce, sürpriz bir şekilde kendi türüne özgü ve serbest ve yalnızca kendini adamış hayranlar için." Okuldaki devamsızlığı okulun yüzme takımındaki dalıcı pozisyonunu riske soktu. Liseden sonra, annesinin iş bulması ya da eğitimine devam etmesi isteği karşısında Compton'daki Chester Adult School'a yazıldı. Radyo yayıncılığı bölümüne kısa bir süre devam eden Dr. Dre, annesinin evine dönmeden önce babası ile büyükanne ve büyükbabasının yanına taşındı. Daha sonra Chester'dan ayrıldı ve Eve After Dark kulübündeki işine odaklandı. Dr. Dre, 1986'da rapçi Ice Cube ile tanıştı ve birlikte yerel rapçi Eazy-E'nin işlettiği Ruthless Records şirketi için şarkılar kaydettiler. N.W.A ve diğer bir batı yakası rapçisi Ice T, hip hop'ın kentteki suçlar ve siyahi gangster yaşam tarzından cesur tasvirler içeren sövgü ağırlıklı bir alt türü olan gangsta rap'te ufuklar açan isimler olarak anıldılar. Özellikle Public Enemy veya Boogie Down Productions gibi grupların sıklıkla işlediği ırkla ilgili politik konuların yanı sıra, N.W.A şehrin sokaklarındaki şiddeti katı sözlerle ve bütün çıplaklığıyla tasvir etti. Grubun ilk albümü "Straight Outta Compton" ve öncü single'ı "Fuck tha Police", neredeyse tüm radyolarda yasaklanması ve grubun konserlerinin iptal edilmesine rağmen büyük hit oldu. Federal Bureau of Investigation, şarkının içeriğine karşılık Ruthless Records'a bir uyarı mektubu gönderdi. Ice Cube'un mali anlaşmazlıklar nedeniyle 1989'da gruptan ayrılmasıyla, Dr. Dre grubun ikinci albümü "Efil4zaggin"in prodüksiyonunu üstlendi ve şarkıların çoğunu seslendirdi. Ayrıca Above the Law ve The D.O.C. (1989'daki "No One Can Do It Better" albümü) başta olmak üzere bazı Ruthless Records sanatçılarının albümleri için parçalar yaptı. 1991'de Hollywood'da verilen bir partide, N.W.A üyeleri ile Ice Cube arasında anlaşmazlıkla ilgili yaptığı haberden duyduğu rahatsızlık sebebiyle, Fox kanalında yayınlanan "Pump it Up" programı sunucusu Dee Barnes'a saldırdı. Sonuç olarak Dr. Dre, 2500 dolar para cezası, iki yıllık denetimli serbestlik ve 240 saat kamu hizmeti cezasına çarptırıldı. Ayrıca televizyonda şiddet karşıtı bir konuşma yaptı. Eazy-E ile yaşanan bir anlaşmazlık sonucu Dr. Dre, 1991'de popülaritesinin zirvesindeyken N.W.A söz yazarı The D.O.C. ve koruması Suge Knight'ın önerisiyle gruptan ayrıldı. Tehditkar, güçlü ve kötü bir adam olarak anılan Knight, Eazy-E'nin Young'ın sözleşmesini iptal etmesini sağladı ve Dr. Dre'yi amiral gemisi olarak kullanarak Death Row Records'u kurdu. 1992'de Young, "Deep Cover" filminin aynı adı taşıyan şarkısını, Warren G aracılığıyla tanıştığı Snoop Dogg ile birlikte yaptı. Dr. Dre'nin ilk solo albümü "The Chronic", Death Row Records etiketiyle piyasaya çıktı. Young, hem müzik tarzı hem de sözlerinin içeriğiyle yeni b
ir tarz başlattı. Snoop Dogg'un eşlik ettiği "Nuthin' but a 'G' Thang", "Let Me Ride" ve "Fuck wit Dre Day (and Everybody's Celebratin')" (radyo ve televizyonda "Dre Day" adıyla çalındı) singlelarının başarısıyla "The Chronic", kültürel bir fenomen haline geldi ve albümün G-funk soundu 1990'ların başlarında hip hop müzik sahnesine hakim oldu. 1993'te Recording Industry Association of America, albüme üçüncü kez platin plak verdi ve Dr. Dre, "Let Me Ride" parçası ile En İyi Rap Solo Performansı dalında Grammy Ödülü kazandı. O yıl, "Billboard" dergisi Dr. Dre'yi yılın en çok satan sekizinci müzik sanatçısı, "The Chronic"i en çok satan altıncı albüm ve "Nuthin' but a 'G' Thang"i en çok satan on birinci single olarak belirledi. Kendi çalışmalarının yanı sıra Dr. Dre, Snoop Dogg'un ilk albümü "Doggystyle"ın prodüktörlüğünü üstlendi. Albüm, "Billboard" 200 listesine zirveden giriş yaptı ve listeye bir numaradan giren ve bir sanatçının ilk albümü olan ilk kayıt unvanına sahip oldu. 1994'te Dr. Dre, "Above the Rim" ve "Murder Was the Case" filmlerinin müzikleri için bazı parçalar yaptı. 1995'te eski N.W.A üyesi Ice Cube ile "Natural Born Killaz" parçasında iş birliği yaptı. Dr. Dre'nin "Friday" filmi için kaydettiği "Keep Their Heads Ringin'" parçası "Billboard" Hot 100'de on ve Hot Rap Singles listesinde bir numaraya yükseldi. 1995'te Death Row Records'un 2Pac'ı bünyesine kattığı ve büyük yıldızı olarak tanıttığı dönemde, sözleşme ile ilgili anlaşmazlıklar ve şirket patronu Suge Knight'ın rüşvetçi ve sahtekar olduğu şüpheleri arasında Young şirketten ayrıldı. 1996'da Death Row Records'un dağıtıcı firması Interscope Records'un altında kendi plak şirketi Aftermath Entertainment'i kurdu. Sonuç itibarıyla, 2Pac'ın ölümü sonrası satış rakamlarında düşüş yaşandı ve Knight, haraç kesme suçlamalarıyla yüz yüze geldi. "Dr. Dre Presents the Aftermath" albümü 26 Kasım 1996'da piyasaya çıktı. Albümde, şirkete yeni katılmış sanatçıların yanı sıra, Dr. Dre'nin "Been There, Done That" adını taşıyan ve gangsta rap'e sembolik bir veda olarak kabul edilen solo bir parça da yer aldı. RIAA'den platin plak alsa da, albüm müzikseverler arasında fazla popüler olamadı. Dr. Dre, Ekim 1996'da "Been There, Done That"i "Saturday Night Live"da seslendirdi. 1997'de Dr. Dre'nin de katkıda bulunduğu The Firm'in "The Album" adlı albümü eleştirmenlerden çoğunlukla olumsuz yorumlar aldı. Aftermath'in mali zorluklarla yüz yüze olduğu söylentileri ortaya çıktı. Ayrıca Aftermath Entertainment'e yer altı thrash metal grubu Aftermath tarafından ticari marka ihlâli davası açıldı. Dr. Dre'nin vokaliyle yer aldığı ve prodüksiyonunu üstlendiği "First Round Knock Out" adlı derleme albüm, 1996'da yayımlandı ve World Class Wreckin' Cru'dan N.W.A'ye çok sayıda sanatçı ve grup da albüme konuk oldu. Albümün karşılaştığı karışık eleştirilere rağmen, Dr. Dre 1996'da "Billboard" Hot 100'de bir numaraya ulaşan iki şarkıda yer almış oldu. Biri 2Pac'ın "California Love" ve diğeri R&B grubu Blackstreet'in "No Diggity" şarkısıydı. Bu şarkılar Dr. Dre'nin solo ya da konuk sanatçı olarak bulunduğu ilk bir numara singleları oldu. Interscope yöneticisi Jimmy Iovine'in Detroitli rapçi Eminem'i Dr. Dre'ye önermesiyle 1998 yılı Aftermath için dönüm noktası oldu. Dre Eminem'in 1999'da çıkan ilk albümü "The Slim Shady LP"de üç şarkının prodüktörlüğünü üstlendi ve iki şarkıda düet yaptı. Dr. Dre ile birlikte kaydettiği "My Name Is" adlı parça Eminem'e şöhret yolunu açtı. Albüm, dört kez platin plak kazandı ve Aftermath'in toparlanmasını sağladı. Bu dönemde Dre, Nine Inch Nails'in 1999 çıkışlı "The Fragile" albümündeki "Even Deeper" parçası miksajında görev aldı. Dr. Dre'nin ikinci solo albümü "2001", 16 Kasım 1999'da yayımlandı ve albüm, Dre'nin gangsta rap köklerine iddialı bir geri dönüş olarak nitelendirildi. Albümün adı başlarda "The Chronic 2000" konularak Dre'nin ilk albümü "The Chronic"in devamı niteliğinde olması öngörülmekteydi. Ancak Death Row Records'un Mayıs 1999'da "Chronic 2000: Still Smokin" adında bir derleme albüm çıkarması nedeniyle bu albümün adı "2001" olarak değişti. Diğer geçici isimler "The Chronic 2001" ve "Dr. Dre" idi. Albüme Devin the Dude, Hittman, Snoop Dogg, Xzibit, Nate Dogg ve Eminem'in de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı konuk oldu. Allmusic sitesinden Stephen Thomas Erlewine albümün soundunu Dr. Dre'nin tarzının "kaygı verici yaylılar, ruh dolu vokaller ve reggae eklenmiş hâli" olarak tanımladı. Albüm büyük başarı yakalayarak "Billboard" 200'de iki numaraya yükseldi ve altı kez platin plak aldı. Ayrıca yinelenen bir temayı da doğruladı: "Dr. Dre hala hesaba katılacak bir güç, önceki yıllarda önemli albümleri olmamasına rağmen." Albümden "Still D.R.E." ve "Forgot About Dre" gibi popüler hit singlelar piyasaya çıktı. Dr. Dre her iki parçayı da 23 Ekim 1999'da NBC'nin "Saturday Night Live" programında sergiledi. Dr. Dre 2000'de Eminem, Snoop Dogg ve Ice Cube ile Up in Smoke Tour'da sahne aldı ve 2001 Grammy Ödülleri'nde Yılın Prodüktörü ödülünü kazandı. "2001"in popülerliğinin devam ettiği dönemde Dr. Dre'ye çeşitli davalar açıldı. "Yıldız Savaşları"nın ardındaki şirket Lucasfilm Ltd., THX marka "Deep Note"un kullanımı nedeniyle Dre'ye dava açtı. The Fatback Band, "Backstrokin'" adlı parçalarının Dre tarafından "2001" albümündeki "Let's Get High" parçasında izinsiz kullanıldığı iddiasıyla dava açtı. Dr. Dre 2003'te gruba 1.5 milyon dolar ödemeye mahkûm edildi. Dr. Dre, çevrimiçi müzik dosya paylaşım sitesi Napster'a 2001 yazında dava açan heavy metal grubu Metallica'ya destek verdi ve Napster'ın, sanatçıların ağda paylaşmak istemedikleri belli dosyaları engellemesi üzerinde anlaşma sağlandı. "2001" albümünün başarısından sonra Dr. Dre, diğer sanatçıların şarkı ve albümlerine odaklandı. Eminem'in "The Marshall Mathers LP" albümündeki altı parçanın prodüksiyonundan sorumluydu ve ilk single "The Real Slim Shady", bir Grammy kazandı. Albüm de bir Grammy kazandı ve ilk haftasında 1.76 milyon satarak tüm zamanların en hızlı satan rap albümü unvanına sahip oldu. 2001'de R&B sanatçısı Mary J. Blige'ın "No More Drama" albümündeki "Family Affair" parçasının yapımını üstlendi. Aynı yıl rapçi Eve ile No Doubt ana solisti Gwen Stefani'nin düeti "Let Me Blow Ya Mind"ın yapımcısı oldu ve R&B şarkıcısı Truth Hurts'ü Aftermath'e kattı. Dr. Dre, Eminem'in 2002 çıkışlı "The Eminem Show" albümünün baş yapımcısı oldu. Albümde yapımcısı olduğu üç şarkıdan biri single olarak piyasaya çıktı ve Dre, "Without Me" klibinde rol aldı. Telifle ilgili bir başka dava Dr. Dre'ye 2002'de Kalküta merkezli film ve müzik şirketi Sa Re Ga Ma tarafından açıldı. Sa Re Ga Ma, Lata Mangeshkar'ın "Thoda Resham Lagta Hai" şarkısından bir bölümün Truth Hurts'ün "Addictive" şarkısında isim verilmeksizin kullanıldığı gerekçesiyle Aftermath Entertainment'ı dava etti. Şubat 2003'te yargıç, Mangeshkar'ın ismini kullanmadıkları takdirde, Aftermath'in "Truthfully Speaking" albümünün satışını durdurmasına hükmetti. Aftermath'ten çıkan bir diğer başarılı albüm, Queens, New York kökenli rapçi 50 Cent'in 2003'te çıkan ilk bandrollü albümü "Get Rich or Die Tryin'" oldu. Aftermath, Eminem'in plak şirketi Shady Records ve Interscope ortak yapımı albümdeki parçalardan dördünün prodüksiyonunda Dr. Dre de rol oynadı. Eminem'in dördüncü albümü "Encore", Aftermath'ten piyasaya çıktı ve Dr. Dre bu kez de albümün baş yapımcısı oldu. Albümün müziğinde daha aktif olan Dre, sekiz parçanın prodüksiyonunda görev aldı ve bunlardan üçü single olarak yayımlandı. Kasım 2004'te, Los Angeles'ta düzenlenen "Vibe" dergisi ödül töreninde Dr. Dre, kendisinden imza isteyen Jimmy James Johnson adlı bir hayranı tarafından saldırıya uğradı. Yaşanan boğuşmada, G-Unit rapçisi Young Buck saldırganı bıçakladı. Johnson, Death Row Records başkanı Suge Knight'ın, Dre'nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü alacağı gece öncesi ona saldırması ve onu küçük düşürmesi için kendisine 5.000 dolar verdiğini iddia etti. CBS'teki "The Late Late Show"a konuk olan Knight, iddiaları yalanlayarak Dr. Dre'yi desteklediğini ve Johnson'ın cezalandırmasını istediğini belirtti. Johnson'a Eylül 2005'te bir yıl hapis cezası verildi ve 2008'e kadar Dr. Dre'ye yaklaşması yasaklandı. Dr. Dre, rapçi The Game'in ilk stüdyo albümü "The Documentary"de yer alan 2005 çıkışlı hit single'ı "How We Do"nun prodüksiyonunu üstlendi. "Rolling Stone" dergisi Nisan 2005 tarihli sayısında "Ölümsüzler: Tüm Zamanların En Büyük Sanatçıları" konulu bir liste yayımladı ve Dr. Dre, listedeki yüz sanatçı içinde elli dördüncü sırada yer aldı. Dr. Dre ile ilgili özeti Kanye West yazdı ve "tüm soundu Dr.Dre'nin 'Xxplosive' şarkısından aldığını" ifade etti. Kasım 2006'da Dr. Dre, Raekwon ile birlikte "Only Built 4 Cuban Linx II" albümü üzerinde çalışmaya başladı. Ayrıca Young Buck'ın "Buck the World", 50 Cent'in "Curtis", Snoop Dogg'un "Tha Blue Carpet Treatment" ve Jay-Z'nin "Kingdom Come" albümleri için çeşitli parçalar yaptı. Dr. Dre ayrıca Timbaland'ın 2007 çıkışlı "Timbaland Presents Shock Value" albümündeki "Bounce" adlı parçada Missy Elliott ve Justin Timberlake ile birlikte yer aldı. Dr. Dre'nin Aftermath dönemi boyunca yayımlanması planlanan ancak yayımlanmayan bazı stüdyo albümleri şunlardır: Snoop Dogg ile birlikte "Breakup to Makeup", eski N.W.A üyesi Ice Cube ile birlikte "Heltah Skeltah", N.W.A yeniden birleşme albümü ve Timbaland ile birlikte "Chairmen of the Board" adında bir ortak albüm. Dr. Dre'nin de yapımcısı olduğu ve yakında çıkması beklenen albümler ise Bishop Lamont'ın "The Reformation", Papoose'un "The Nacirema Dream", Eve'in "Flirt" ve Queen Latifah'ın yeni albümüdür. "Detox" Dr. Dre'nin son albümü olacaktır. 2002'de MTV News'den Corey Moss'a konuşan Dre, "Detox"un bir konsept albüm olacağını ifade etti. Albümün çalışmaları 2004'te başladı, ancak o yıl çalışmayı durdurup diğer sanatçıların projelerine ağırlık veren Dre, fikrini değiştirdi ve albümün 2005 sonbaharında çıkacağı haberleri yayınlandı. Çok kez ertelenen albümün Interscope Records tarafından 2010
yılı içinde yayımlanması beklenmektedir. Temmuz 2010 itibarıyla albüm için resmî bir tarih verilmedi. Albümde görev alması beklenen yapımcılar arasında DJ Khalil, Nottz, Bernard "Focus" Edwards Jr., Hi-Tek, J. R. Rotem, RZA, Jay-Z, Warren G ve Boi-1da yer almaktadır. "Rolling Stone" dergisinin Haziran 2008 sayısına konuşan Snoop Dogg, "Detox" albümünün bittiğini belirtmişti. Albümle ilgili ertelemelerden biri de, albümün Dre'nin çokça katkıda bulunduğu 50 Cent'in "Before I Self Destruct" ve Eminem'in "Relapse" albümlerinden sonra piyasaya çıkacağı yönündeydi. Dr. Dre, Kanadalı rapçi Kardinal Offishall'ın "Set It Off" parçasının remixine Pusha T ile birlikte konuk oldu ve bu remix, Aralık 2008'de DJ Skee'nin radyo programında çalındı. 2009'un başında prodüksiyonunu üstlendiği ve vokaliyle de yer aldığı Eminem'in "Crack a Bottle" parçası ilk haftasında internet üzerinden 418.000 kez indirildi ve 12 Şubat'ta "Billboard" Hot 100 listesine zirveden giriş yaptı. Ayrıca Eminem'in "Relapse" albümündeki yirmi parçanın on dokuzunun altyapısını Dr. Dre hazırladı. Albümden çıkan "We Made You", "Old Time's Sake" ve "3 a.m." singleları da bunlar arasındaydı. (Dre'nin katkıda bulunmadığı tek şarkı Eminem'in prodüktörü olduğu "Beautiful" idi.) 28 Mayıs 2009'da yayına giren Dr Pepper reklam filminde rol alan Dre, "Detox" albümünden bir bölümü bu reklamda çaldı. 50 Cent ve Eminem, BET'deki "106 & Park" programına konuk oldular ve Dr. Dre'nin "Detox" için bir düzine kadar şarkıyı tamamladığını açıkladılar. Nisan 2010'da albümün "Under Pressure" adını taşıyan ilk single'ının yakında çıkacağı duyuruldu. Şarkının tamamlanmamış demo hâli 16 Haziran'da internete sızdırıldı. American Society of Composers, Authors and Publishers, Dr. Dre'ye diğer sanatçılara verdiği ilham nedeniyle Kurucular Ödülü'nü verdi. Dr. Dre ilk kez 1996 yapımı banka soygunu filmi "Set It Off"da canlandırdığı silah satıcısı rolüyle beyazperdeye yansıdı. Ayrıca 2001'de "The Wash" ve "Training Day" filmlerinde rol aldı. Knoc-Turn'Al ile seslendirdiği ve Mahogany'nin de prodüktörü olduğu "Bad Intentions" parçası "The Wash" filminin müzik albümünde kullanıldı. Dr. Dre'nin Snoop Dogg ile seslendirdiği "On the Blvd." ve "The Wash" parçaları da aynı albümde yer aldı. Şubat 2007'de Dr. Dre'nin New Line Cinema'nın sahibi olduğu Crucial Films şirketine bağlı olarak yönetmen Phillip Atwell ile birlikte kara mizah ve korku filmleri yapacağı duyuruldu. Dr. Dre konuyla ilgili şunları söyledi: "Bu benim için doğal bir değişiklik, çok sayıda video klip yönettim ve artık yönetmenliğe girmek istiyorum." Dr. Dre'nin ayrıca Ice Cube ile birlikte N.W.A hakkında "Straight Outta Compton" adını taşıyan biyografik bir film çekeceği haberleri basında yer aldı. Temmuz 2008'de Dr. Dre, yüksek performanslı kulaklık markası "Beats by Dr. Dre"yi tanıttı. Seride yer alan ürünler Beats Studio, çevresel kulaklık, Beats Tour, kulak içi kulaklık, Beats Solo & Solo HD, yüksek duyarlılıklı kulaklık, Beats Spin, Heartbeats by Lady Gaga, bir başka kulak içi kulaklık ve Diddy Beats'dir. Kulaklıklar Monster şirketince üretildi. Dr. Dre, "Detox" albümünü çıkaracağı dönemde "Aftermath konyak ve votka"larını da piyasaya çıkarmayı planlamaktadır. 2009 sonbahar sezonunda HP ve Dr. Dre, Beats by Dr. Dre ürünlerini HP dizüstü bilgisayarlarla birlikte satmak üzere anlaştılar. HP ve Dr. Dre, anlaşmayı 9 Ekim 2009'da Santa Monica, Kaliforniya'da düzenlenen bir basın açıklamasında duyurdular. Sınırlı sayıdaki HP ENVY 15 Beats model dizüstü bilgisayarlar, 22 Ekim itibarıyla Dr. Dre imzalı birer kulaklıkla birlikte satışa sunuldu. Young'ın beş farklı kadından altı çocuğu olduğu bilinmektedir. Ancak başka kadınlardan on çocuğu olduğu sanılmaktadır. Young'ın en küçük çocuğu 1981'de Young on altı yaşındayken dünyaya gelen Curtis'dir. Young, 2002'de McClemore'un genetik testi için kendisine ulaşmasına dek bu oğlunun varlığından haberdar değildi. Sonuç % 99.9 pozitif çıktı. McClemore babalık testinin sonuçları geldikten sonra, yirmi bir yaşındayken babasıyla tanıştı. Rapçi olmak isteyen ve "Hood Surgeon" takma adını kullanan McClemore'un da iki oğlu bulunmaktadır. Young'ın Jenita Porter'dan 1988'de Andre Young Jr. adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi. 1990'dan 1996'ya kadar Death Row Records albümlerinde vokalist olarak görev alan şarkıcı Michel'le ile ilişkisi oldu. 1991'de bu birliktelikten bir çocukları oldu: Marcel. Young'ın bilinmeyen bir kadından da Latoya adında bir kızı vardır. Young'ın şimdiki karısı 1996'da evlendiği Nicole Threatt'tir. Nicole Threatt, NBA basketbolcusu Sedale Threatt'in eski karısıdır. Young ve Threatt'in iki çocuğu vardır: Truth (d. 1997) ve Truly (d. 2001). 23 Ağustos 2008'de Young'ın ikinci oğlu Andre Young Jr., annesinin Woodland Hills'deki evinde ölü bulundu. Young'ın aşırı dozda eroin ve morfinden öldüğü saptandı. 2001'de Dr. Dre, Aftermath Entertainment'taki hissesini Interscope Records'a satarak ve Mary J. Blige'ın "Family Affair" gibi parçası gibi prodüksiyonlarıyla 52 milyon dolar kazandı. "Rolling Stone", Dre'yi o yılın en çok kazanan ikinci sanatçısı ilan etti. Dr. Dre, 2004'te G-Unit ile D12'in albümleri ve Gwen Stefani ile Eve'in "Rich Girl" şarkısı gibi prodüksiyonlarıyla 11.4 milyon dolar kazanarak aynı listede kırk dördüncü sırada yer aldı. Dr. Dre, stüdyoda kullandığı enstrümanların en başında Akai MPC3000 elektronik bateri ve sampler geldiğini ve bunları tek bir kayıtta dört ya da beş kez kullandığını belirtti. Birincil müzikal etkilenimleri olarak George Clinton, Isaac Hayes ve Curtis Mayfield'i gösterdi. Birçok hip hop prodüktörünün aksine, diğer sanatçıların parçalarından örnekler kullanmak yerine, kullanmak istediği müziği yeniden çalmak için mümkün olduğunca stüdyo müzisyenleriyle çalışmaktadır; bu da ritm ve tempoyu değiştirmesinde ona esneklik sağlamaktadır. Konuyla ilgili olarak 2001'de "Time" dergisine şunları söyledi: "Eski bir kayıtta bana ilham veren bir şeyler duyabilirim, bu soundu yeniden yaratmak ve ayrıntılarına girebilmek için müzisyenler kullanmayı tercih ediyorum. Bu şekilde daha iyi kontrol edebiliyorum." Dr. Dre'nin kullandığı diğer enstrümanlar arasında E-mu SP-1200 elektronik bateri ile Korg, Rhodes, Wurlitzer, Moog ve Roland üretimi klavyeler bulunmaktadır. 1996'da Aftermath Entertainment'ı kurduktan sonra Mel-Man'i yardımcı prodüktörü olarak işe almasıyla, Dr. Dre'nin müziği daha synthesizer karakterli ve daha az vokal örnekleri içeren (örneğin "The Chronic"taki "Lil' Ghetto Boy" ve "Let Me Ride"da kullandığı gibi) bir hal aldı. Mel-Man'in ismi 2002'ye dek Dr. Dre'nin yanında ortak yapımcı olarak geçmedi, ancak Aftermath yapımcılarından Focus, Mel-Man'den, Aftermath soundu imzasındaki anahtar mimar olarak bahsetti. About.com, düzenlediği "En İyi 50 Hip-Hop Prodüktörleri" listesinde Dr. Dre'ye ikinci sırada (Pete Rock ile aynı sırada) yer verdi. 1999'da Dr. Dre; Fiona Apple ve Alanis Morissette gibi sanatçıların prodüktörü olan basçı, gitarist ve klavyeci Mike Elizondo ile birlikte çalışmaya başladı. Sonraki yıllarda Elizondo, Dr. Dre'nin birçok prodüksiyonunda onunla çalıştı. Dr. Dre ayrıca 2004'te "Scratch" dergisine verdiği bir röportajda piyano ve müzik teorisi eğitimi aldığını belirtti. Aynı röportajda 1960'ların meşhur söz yazarı Burt Bacharach ile ona hip hop beatleri göndererek iş birliği yaptığını ve gelecekte kendisiyle bizzat çalışmak istediğini ifade etti. Dr. Dre, mükemmeliyetçi olduğunu ve birlikte kayıt yaptığı sanatçıların kusursuz performanslar vermeleri için hissettikleri baskıyı bildiğini ifade etti. 2006'da Dubcnn.com'a konuşan Snoop Dogg, Dr. Dre'nin, bir parçanın kayıtları esnasında yeni sanatçısı Bishop Lamont'a bir kısmı 107 kez tekrarlattırdığını ifade etti. Dr. Dre, Eminem'in de mükemmeliyetçi olduğunu belirtti ve onun Aftermath'teki başarısını aynı çalışma ahlâkına sahip olmalarına bağladı. Dr. Dre, vokallerle ilgili çok kez tavsiye vermekte ve eğer beğenmezse MC'yi durdurmaktadır. Ancak, konsept bir kayıt değilse çok fazla talimat almadan söz yazabilmeleri için MC'lere bir oda vermektedir. Dr. Dre ile sözleşip Aftermath'e katılan sanatçıların bazıları Dre'nin mükemmeliyetçiliğinin de bir sonucu olarak hiç albüm yayımlamadılar. 2001'de Aftermath, "The Wash" filminin müzik albümünü yayımladı ve bu albümde şirketin Shaunta, Daks, Joe Beast ve Toi gibi sanatçıları da yer aldılar. Bu isimler şimdiye dek hiç albüm piyasaya çıkarmadılar ve şirket ile ilişiklerini kestiler. Albüm çıkarmadan şirketten ayrılan diğer önemli rapçiler arasında King Tee, "2001" vokalisti Hittman, Joell Ortiz, Raekwon ve Rakim bulunmaktadır. Kariyeri boyunca Dr. Dre'nin diğer sanatçılarla yaptığı birçok iş birliği su yüzüne çıktı. Death Row Records'taki yılları boyunca üvey kardeşi Warren G ve Tha Dogg Pound üyesi Daz Dillinger, "The Chronic" ve Snoop Dogg'un "Doggystyle" albümlerinde isimleri geçmeksizin birçok şarkıda yer aldılar (Dre, Death Row'dan ayrıldıktan sonra Daz, Snoop'un benzer soundlu, ancak daha az başarılı albümü "Tha Doggfather"da prodüktör olarak görev aldı). Solo çalışmalarıyla tanınan başarılı prodüktör Scott Storch, Dr. Dre'nin ikinci albümü "2001"deki bazı parçaların yazımına katkıda bulundu ve bazı parçalarda klavye çaldı. Storch, 2006'da "Rolling Stone"a şöyle konuştu: "O zaman, Dr. Dre'nin çaresizce bir şeye ihtiyaç duyduğunu gördüm. Yakıt enjeksiyonuna ihtiyacı vardı ve Dr. Dre benden azot oksit olarak yararlandı. Beni mix'in içine attı; piyano soundu, yaylılar ve orkestrasyonla yeni bir tat yakaladım. Ben klavyedeydim, Mike [Elizondo] bas gitardaydı ve Dr. Dre elektronik davulun başındaydı". Mike Elizondo, Young ile yaptığı çalışmalardan bahsederken; kayıt sürecini birçok müzisyenin de katıldığı ortak bir çaba olarak tanımladı. 2004'te "Songwriter Universe" dergisine konuşan Elizondo, Eminem'in "The Real Slim Shady" parçasının temel yapısını kendisinin yazdığından bahsetti: "Ben başta şarkıda bir bass kısmını çaldım, Dr. Dre, Tommy Coster Jr. ve ben parçayı oradan inşa ettik. Eminem parçayı dinledi ve rap'ini
bunun üzerine yazdı." "Angry Blonde" kitabında bunu doğrulayan Eminem, şarkının melodisinin Dr. Dre stüdyo dışındayken bir stüdyo basçısı ve klavyecisi tarafından bestelendiğini ve döndükten sonra Dre'nin beat'i programladığını belirtti. "The Source" dergisinin Eylül 2003 sayısına konuşan bir grup eski Aftermath üyesi, şirket için yaptıkları çalışmalar karşılığında hak ettiklerini alamadıklarından şikayet ettiler. Neff-U adlı bir prodüktör "The Eminem Show" albümündeki "Say What You Say" ve "My Dad's Gone Crazy" ile 50 Cent'in "Get Rich or Die Tryin'" albümündeki "If I Can't" ve "Back Down" parçaları ile Dr. Dre'nin Coors bira reklamında kullandığı müziği kendisinin yaptığını iddia etti. Piyano ve müzik teorisi üzerine dersler alan Young, kendini bir müzisyenden ziyade orkestra şefi olarak addetmektedir. "Time" dergisinden Josh Tyrangiel, makalesinde şöyle demektedir: Her Dre parçası aynı şekilde başlamakta, elektronik baterinin arkasında Dre ve bir oda dolusu güvenilir müzisyenler. (Çağrı cihazı taşıyorlar, o çalışmak istediğinde çalışıyorlar.) Bir beat programlıyor ve müzisyenlerden bunu solo olarak çalmalarını istiyor. Hoşuna giden bir şey duyduğunda, o müzisyeni diğerlerinin yanından ayrırıyor ve ona soundu nasıl daha iyi hâle getireceğini söylüyor. Dre diyor ki: "En büyük yeteneğim, gerçekten ne duymak istediğimi biliyor olmam." Warren G ve Daz ile çalışmalarını sonraki yıllarda sürdüren Snoop Dogg, Dr. Dre'nin başkalarının yardımı olmadan beat'ler üretebildiğini ve birçok albümünün başarısından onun sorumlu olduğunu ifade etti. Dr. Dre'nin önemli yardımcıları arasında bulunan Storch, Elizondo, Mark Batson ve Dawaun Parker; Dre'nin prodüktörü olduğu çok sayıda şarkıda yazar, enstrümantalist ve yardımcı prodüktör olarak görev almaktadırlar. Dr. Dre'nin parçalarının çoğu zaman başka söz yazarları tarafından yazıldığı bilinmektedir. Bunu yaparken Dre, şarkıların konusu ve sözlerinde nihai kontrolü elinde tutmaktadır. "Scratch" dergisine konuşan Aftermath yapımcısı Mahogany, "Bir odada ayrılmış bir sınıf gibi. Orada üç yazar var. Bir şeyler yazıyorlar, o bunları tekrar ediyor ve sonra 'Şu satırı değiştir, şu kelimeyi değiştir' diyor, kâğıtları sınıflandırır gibi." Young'ın da yer aldığı parçaların yazarlarına bakıldığına çok sayıda kişinin katkıda bulunduğu görülmektedir. "How to Rap" kitabında RBX, "The Chronic" albümünün yazımının bir "ekip çalışması" olduğunu ve "Let Me Ride"ı Dre için nasıl yazdığını anlattı. "Dre mükemmel bir rap adamı olma iddiasında değil - Dre mükemmel bir prodüktör." N.W.A üyesi olduğu dönemde prodüksiyona odaklanan Dre'nin yerine sözleri çoğunlukla The D.O.C. yazmıştır. Popüler rapçi Jay-Z, Dr. Dre'nin "2001" albümündeki "Still D.R.E."nin yazarlarından biridir. Britney Spears Britney Jean Spears (d. 2 Aralık 1981, McComb, Mississippi) Grammy Ödülü kazanmış Amerikan pop müzik sanatçısı, dansçı ve sinema oyuncusudur. Spears, dünya genelinde 100 milyondan fazla kayıt satarak tüm zamanların en çok satan müzik sanatçılarından biri olmuştur. Amerikan müzik tarihinde "En Çok Satan 8. Kadın", "En Çok Satan En Genç Kadın Şarkıcı"dır. 2009 yılında Guiness Rekorlar Kitabına 21. yüzyılın En İyi Kadın Şarkıcısı olarak geçmiştir. Forbes dergisinin 2003 yılında belirlediği "En Zengin 25 Yaş Altı Ünlüler" listesinde birinci sırada, 2006 yılında belirlediği "En Zengin Ünlüler" listesinde ise 100 milyon dolarlık servetiyle dokuzuncu sırada yer almaktadır (Eylül 2014 itibarıyla 500 milyon dolar). İlk önce 1990'ların başlarında "The Mickey Mouse Club" ile tanındı. Beş yıllık bir aradan sonra ilk albümü "...Baby One More Time" ile geri döndü ve pop müzikte bir süre çok genç şarkıcıların hakim olacağı bir dönem başlattı. Ertesi yıl ikinci albümü "Oops!... I Did It Again" ile yine birçok listenin ilk sırasına oturdu. Albüm ilk haftasında 1,3 milyon satarak tüm zamanların bir haftada en çok satan albümü oldu. 2000'li yılların gelişiyle beraber öncelikle Pepsi ile yaptığı reklam anlaşmasıyla, sonra da o dönemki erkek arkadaşı Justin Timberlake ile sürekli gündemde kalan Spears, bu dönemde arka arkaya üçüncü ve dördüncü albümünü çıkardı. Bu albümleri öncekilerine göre içerik olarak daha sanatsal, ancak satış olarak daha düşüktü. 2004'te dansçı Kevin Federline ile evlenen sanatçı bir yıl içinde ilk oğlu Sean Preston'ı, 12 Eylül 2006'da da ikinci oğlu Jayden James'i dünyaya getirdi. 2007'de Kevin Federline'den boşandı ve bunu izleyen dönemde düştüğü bunalımlar ve skandallarla gündeme geldi. 2007 yılında yeni albümü "Blackout" ile tekrar müzik kariyerine dönen Spears, bu albümü ile önemli başarılar yakaladı. 2008 yılında "Circus" albümünü çıkaran Spears, Amerikan albüm listesinde ve birçok diğer uluslararası albüm listesinde zirveye çıktı. 2009 yılında "The Singles Collection" adlı toplama albümünü yayınlayarak "3" teklisiyle Billboard Hot 100 listesine ilk sıradan giriş yaptı. 2011 yılında yayımladığı yeni albümü "Femme Fatale" Billboard 200 listesine yine ilk sıradan giriş yapmıştır. Dört albümünün dördü birden listelere bir numaradan giriş yapan tek kadın sanatçıdır. Amerika'da en çok bir numara albümü bulunan kadın sanatçılar sıralamasında üçüncü sırada bulunmaktadır. Ayrıca albümün ilk teklisi "Hold It Against Me" Billboard Hot 100 listesine ilk sıradan girmiştir ve Britney, Mariah Carey'den sonra Billboard Hot 100 listesinde iki şarkısı arka arkaya bir numaradan listelere giriş yapan ikinci kadın şarkıcıdır. Spears, 29 Kasım 2013 yılında yayınladıgı "Britney Jean" ile Amerika'da ilk hafta 107.000 sattı. Bu albümle iTunes'ta "En kısa sürede bir numara olan albüm" rekorunu kırmış oldu (19 dakika). Albümden yalnızca iki tane tekli çıktı. (Work B**ch-Perfume) Spears'ın bu albümü digerlerine nazaran fazla satış gerçekleştiremedi ve dünya çapında yaklaşık 1.3m satmıştır. Spears 29 Aralık 2013'te Vegas konserleri olan "Britney:Piece Of Me" konserlerine de start verdi. Konserin gerektiginden fazla ilgi görmesi üzerine yeni showlar da eklenmiş oldu. Spears'ın iki yıl sürecek olan Las Vegas konserleri Aralık 2015'te son bulacak. Spears kadın iç çamaşırı sektörüne de girdi."Intimate Britney Spears" adını verdiği koleksiyonun tanıtımını 9 Eylül 2014'te New York'ta yaptı. Bu arada 9.albüm için çalışmalarını titizlikle sürdürdüğünü ve yeni bir tarzla karşımıza çıkacağını röportajlarında duyurdu."Pretty Girls" adını verdiği "Iggy Azalea" düeti 5 Mayıs 2015'te yayınlanmıştır. Spears 26 Ağustos 2016'da 9. stüdyo albümü Glory'i RCA Records etiketiyle piyasaya sürdü. Albüm ilk haftasında 111.000 satış yaptı ve ABD Billboard 200 listesine 3 numaradan giriş yaptı. Spears, McComb, Mississippi'da doğdu ve Kentwood, Louisiana'da büyüdü. Lynne Irene (née Bridges) ve James Parnell Spears'ın ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Britney, anne tarafından İngiliz kökenlidir. Erkek kardeşi Bryan Spears, (d. 1977) menajerlerinden biridir, kız kardeşi Jamie-Lynn (d. 1991) ise aktris ve şarkıcıdır. 3 yaşındayken Britney, Kentwood'da dans derslerine katılmaya başladı. Çocukluk yıllarında Britney, okulunun jimnastik derslerine katıldı, kilise korosunda da söyledi. Bu sırada Disney kanalının seçmelerine de katılıyordu. Bu seçmelerden birinde The Mickey Mouse Club'a seçildi. Yaşı çok küçük olduğu için yapımcılardan biri onun New York 'Broadway'de bir ajans ile tanıştırarak 3 yıl boyunca gösteri sanatları okuluna gitmesini sağladı. Daha sonra Spears Disney kanalına "New Mickey Mouse Club" ile geri döndü. Programdaki diğer isimler, Justin Timberlake, Christina Aguilera, Joshua Chasez, aktris Keri Russell ve aktör Ryan Gosling idi. Birkaç yıl sonra Spears bir demo hazırladı ve bu Jive Record'un eline geçti. Plak şirketi Britney Spears ile anlaşma imzaladı ve Britney tüm gençlik dergilerinde ve televizyon programlarında görünmeye başladı. Nsync gurubunun da reklamlarını seslendirmeye devam etti. 1998'in sonlarına doğru Britney'nin ilk teklisi "...Baby One More Time" radyolarda çalınmaya başladı. Klibi ise müzik kanallarında dönmeye başlamıştı. Bu tekli Britney'nin uluslararası alanda büyük bir başarı kazanmasına ve tanınmasına neden oldu. O dönem yeni çıkan Nsync grubu için grupla birlikte yaptığı "Oppening for Nsync Mall" turu onun birinci ve en az gelirli ilk turnesiydi. Spears, bu turda kendini tanıtmaya başladı. 2 Ocak 1999 tarihinde ilk albümü "...Baby One More Time" Jive Records tarafından piyasaya sürüldü. Albüm sadece Amerika'da 14 milyon satarak Elmas Sertifika aldı ve tüm dünyada yaklaşık 32 milyon sattı. Albümü ve Single'ı aynı anda listelere 1 numaradan giriş yapan Spears bu albüm ve Single ile haftalarca bir numarada kaldı. 1999 yapımı Longshot isimli video filmde N'SYNC grubuyla kısa bir rol aldı. Nisan 1999'da Spears, Rolling Stone dergisinin kapağına çıktı. 1999 yazında ikinci turnesine çıktı ve 1999'un sonunda Britney, eleştirmenlerce o yılın en büyük yıldızı kabul edilmişti. Her yandan övgü dolu eleştiriler alan Spears, MTV Avrupa Müzik Ödülleri'nde "...Baby One More Time" adlı şarkısındaki gösterisi ile herkesin beğenisini topladı. O yılın en iyi şarkısı kategorisinde ödülü kimseye kaptırmamasının yanında toplamda 4 ödül kazanarak diğer sanatçılara da fark attı. Ödülünü alırken ""Tanrı'ya lütuflarından dolayı ve buraya kadar beni getirdiği için teşekkürler ederim"" dedi ve geniş çevrelere göre adeta şirin pop idol imajını pekiştirdi. Bu dönemde ilk dizi deneyimi olan Sabrina'da küçük bir rolle hayranlarının karşısına çıktı. Albümden çıkan diğer tekliler ise sırasıyla "Sometimes, "(You Drive Me) Crazy", "Born To Make You Happy" ve "From The Bottom Of My Broken Heart" oldu. Almanyada'da 2000 yılında, Uluslararası yılın gelecek vadedeni(Newcomer des Jahres international) ödülüne Britney Spears aday gösterildi, diğer üç aday Tarkan, Jennifer Lopez ve Bloodhound Gang idi. 2000'de Britney 2. stüdyo albümü "Oops!...I Did It Again"'i piyasaya çıkardı. Albüm ilk haftasında 1.3 milyon sattı. O yılın En İyi İlk Hafta satışını elde eden Britney, toplamda yaklaşık 25 milyonluk bir satış grafiği yakaladı
. "Oops!...I Did It Again" adlı albüme de ismini veren şarkıya çekti. Klip yine listelere bir numaradan giriş yaptı. Hayallerini süsleyen Grammy ödüllerinde 2 dalda aday gösterildiği için çok mutluydu. Tabi asıl hedefi Grammy'i kazanmaktı. Ama ödülü Christina Aguilera'ya kaptırdı. Britney, son 50 yılın en başarılı kadınları arasında 8. sırayı aldı. Ardından peş peşe klipler çekti. Bu albümden çıkan diğer tekliler sırasıyla "Lucky", "Stornger" ve "Don't Let Me Be The Last To Know" oldu. "Oops!...I Did It Again" adlı turneye çıktı. Britney, annesi ile birlikte yazdığı ""Britney Spears' Heart-to-Heart"" isimli kitabını çıkardı. 2000'in sonlarına yaklaşırken sanatçı "Oops!...I Did It Again" adlı turnesinden büyük bir gelir elde ederek geri döndü. Britney uzun albüm hazırlıkları için stüdyoya kapandı. 2001 yılı başlarında adı tekrar, Pepsi ile 8 milyon dolarlık reklam antlaşması yaptığında duyuldu. Aynı yıl MTV Müzik Ödülleri "I'm A Slave For You" isimli çıkış şarkısında bir pitonla dans ettiği için hayvan hakları, Peta savunucularını kızdırdı. Gençlere kötü örnek olan sanatçı olma imajını kazandığı için kınandı. Ardından bu şarkıya çektiği olaylı klip aylarca konuşuldu. Temmuz'da da "Dream Within' A Dream tour" adlı dördüncü büyük gelirli turnesine çıktı. Kasım ayında tamamen kadınlığını ön plana çıkaran 3. stüdyo albümü "Britney"i çıkardı. Bu albümü de listelere bir numaradan girdi ve Britney, Amerikan müzik tarihinde peşpeşe üç albümü de listelere bir numaradan giriş yapan tek kadın şarkıcı oldu. Bu albüm satışları 10 milyondan fazlaydı. Bu dönemde Dream Within A Dream turnesine çıktı. Şubat 2002'de ilk filmi "Crossroads" u çekti. Tanınmamış oyuncularla kamera karşısına geçti. Filmde Britney adlı albümünden üç parça kullandı. Filmin asıl müziği "I'm Not a Girl, Not Yet a Woman", karaoke parçası canlı olarak söylediği ve düzenlenmiş bir eski şarkı olan "I Love Rock'n Roll", kamera arkası olarak kullanılan "Overprotected"dır. Film büyük bir gişe başarısızlığı göstermesinin yanında yılın en kötü filmleri arasında kendine yer buldu. Bunun ardından da dört yıllık erkek arkadaşı Justin Timberlake'ten ayrıldı. Sevgilisini aldattığı ortaya çıkan sanatçı için Justin Timberlake "Cry Me a River" adlı şarkıyı yazdı. Bundan sonra kariyeri bir anda düşüşe geçti ancak Forbes dergisi onu yılın en güçlü ünlü ismi seçti. Bu kadar kötü giden giden hayatının yanı sıra ailesinde de sorunlar yaşanmaya başladı. Ağustos 2003'te Madonna ve Christina Aguilera ile MTV Müzik Ödülleri'nde olay yaratan gösteriyi gerçekleştirdi. Madonna'nın 80'ler hiti Like a Virgin'in sergilendiği sırada Spears ile Madonna dudak dudağa öpüştü. Bu olay aylarca konuşuldu ve kısa sürede bir eşcinsel sembol haline geldi. Madonna'nın etkisi ile Kabbala ile ilgilenmeye başladı ve Kabbala Merkezi'nin üyesi haline geldi. Kasım 2003'te 4. stüdyo albümü "In the Zone"'u çıkardı. İlk haftasında 750 bin satan Britney, 2003 yılının En İyi İlk Hafta Satış'ını gerçekleştirdi. Albümün çıkış döneminde Hollywood Walk Of Fame'de ilk yıldızını aldı. Britney, 22 yaşında şöhretler kaldırımın da yıldızı bulunan En Genç 2. Şarkıcı oldu. In The Zone' da bulunan parçaların çoğunun sözlerini de yazan Britney, bu albüm ile de arka arkaya dört albümü de listelere 1 numaradan giren tek kadın şarkıcı oldu. Albüm toplamda 7 milyon sattı. Bu albümde yer alan "Toxic" parçası ile en iyi dans parçası kaydı dalında ilk Grammy Ödülü'nü kazandı. Sanatçı, büyük gelirli Onyx Hotel Tour isimli dünya turnesine çıktı. Turnenin yarısında "Outrageous" klibinin çekimlerinde diz kapağını incitti ve turneyi tamamlayamadı. Bu turdan yüksek bir kazançla geri döndü. Son yılların en başarılı ismi olan Britney Spears'ın Londra'daki Madame Tussauds balmumu müzesine balmumundan bir heykelinin dikilmesi teklifi götürüldü. "I'm a Slave for You" isimli şarkısında dans ederken figüratifize edilen Britney Spears'ın heykeli hâlâ Londra'da sergilenmektedir. Ocak 2004'te çocukluk arkadaşı Jason Allen Alexander ile Las Vegas'ta evlendi. Evliliği 54 saat sürdü. Britney'e neden evlendiği sorulduğunda ise "sadece evlenmenin nasıl bir şey olduğunu görmek istedim" yanıtını verdi. Sadece bir reklam olarak Temmuz 2004'te ise dansçı Kevin Federline ile nişanlandığını açıkladı. Tanıştıktan üç ay sonra nişanlanan çift, ailelelerine ve tüm dünyaya sürpriz yaparak Eylül 2004'te evlendiler. Britney'in ailesi bu olaya karşı çıktı. Boşanmasını isteseler de Britney'e dinletemediler. Bir süre ailesinde kardeşi Jamie Lynn dışında kimse onla konuşmadı. O sırada Kevin, aktris Shar Jackson'dan ikinci çocuğunu bekliyordu. Balayından döndükten sonra Britney genç bir anne olmak istediğini söyledi. Bir röportajında Başkan Bush'un her kararını desteklediğini açıkladı ve bu Michael Moore'un belgesel filmi Fahrenheit 9/11'de de kullanıldı. Zaten sevilmeyen başkan olan George W. bush'un yanında yer alan Britney popülaritesini bir miktar kaybetti. Eylül 2004'te Britney, 12 milyon dolar kazandığı, ilk parfümü "Curious"u çıkardı. 1 yıl içinde parfüm 100 milyon dolar kazandı. Bunun devamında Britney ikinci parfümü "Fantasy"i çıkardı. 2004'ün sonlarında ilk "Best of" albümü "Greatest Hits:My Prerogative"'i çıkardı. Albümde üç tane de yeni parça bulunmaktaydı. Eski bir Bobby Brown şarkısı olan My Prerogative'i yeniden düzenledi. Albüm öncekiler kadar ses getirmese de toplama albüm olmasına rağmen 5 milyon sattı. Artık Britney için zor günler başladı. 2005'in ortalarında kocası Kevin ile "Britney and Kevin:Chaotic" isimli bir televizyon programı hazırladı. Program beklenen ilgiyi görmedi. Nisan 2005'te Britney ilk bebeğine hamile olduğunu açıkladı. 14 Eylül 2005'te ilk oğlu Sean Preston'ı dünyaya getirdi. Bu doğum Daniel Edwards'e ilham verdi, Daniel Edwards, Britney'nin garip bir şekilde doğum yaparken heykelini yaptı. Doğumla birlikte Britney'in kariyeri iyice düşüşe geçti ve bir düzenleme albümü çıkardıysa da çok az sattı. Britney bir yandan düşüşe geçen popüleritesini düşünürken Kevin'in onu aldattığı ortaya çıktı. Britney çocuğu için evliliğine devam etme kararı aldı. Dünyaca bu evliliği fazla sürmeyeceği düşüncesi yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Mart 2006'da ünlü komedi programı Will & Grace'te konuk oyuncu olarak yer aldı. Mayıs 2006'da "The Late Show with David Letterman"'da da ikinci hamileliğini açıkladı. Bunun ardında da adı Baby's All Rock 'n' Roll yeni bir bebek giyim serisi çıkaracağını açıkladı. Harper's Bazaar dergisinin Ağustos 2006 sayısının kapağı için çıplak poz verdi. Japonya'da sansürlenen bu poz yine aylarca konuşuldu. 12 Eylül 2006'da ikinci oğlu Jayden James'i doğurdu. Evliliğini kurtardığını düşünürken eşler iyice işi abartmış ve ayrı yaşamaya başlamışlardı. 6 Kasım 2006'da kocası Kevin Federline'den boşanmak için mahkemeye başvurdu. Britney'in tek ayrılma sebebi aldatılmış olmasıydı. Federline Britney ile balaylarında kaydettiği özel görüntüleri basına sızdıracağını söyleyerek çocukların haklarını tümü ile istedi. Buna rağmen Britney, hakların %50'sini devretmeyi kabul etmedi. Boşanmanın hemen ardından yaşadıklarını sindiremedi ve bunalıma girdi, kendini içki ve gece hayatına vurdu. Sürekli Paris Hilton ile gezen Britney'in adı, önce Isaac Cohen, sonra ise JR Rotem ile aşk dedikodularına karıştı. Ardından da Kevin Federline velayet davası açtı. Mahkeme çocukları Kevin Federline'e verdi ve Britney haftada kısıtlı olarak çocuklarını görme kararı alındı. Bir süre sonra Spears, yeni albümü için çalışmaya başladı. 100.000.000 dolarlık servetiyle dünyanın 12. en zengin kadını seçildi. Yeni albümü için 3. albümünde birlikte çalıştığı Pharrell Williams görüşmelere başladı. Bu sırada çarpıcı bir haberle dünyası karardı. 25 Ocak'ta teyzesi Sandra Bridges Covington kansere yenik düştü ve hayatını kaybetti. Şubat ayında ikinci oğlu Jayden James'in resimleri basına sızdı. 16 Şubat'ta bir günlük rehabilitasyondan sonra saçlarını tamamen kazıttı ve iki dövme daha yaptırdı. Zamanların pop ilahesi çökmüş bir halde hayatına geri döndü. Serveti bitme dercesine geldi. Mayıs ayında hayranlarına kendini gösterebilmek için 12-15 dakikalık konserler vermeye başladı. Konserleri gereken ilgiyi görmedi. Haziran ve Temmuz aylarında ise dansçı ve albüm başlığı seçimlerine başladı. Nihayet 31 Ağustos 2007 sabahı internette yayınlanan teklisi Gimme More daha çok yeni olmasına rağmen büyük ilgi gördü ve 2 günde çoklu ortam indirme listesinde 59. sıraya yükseldi. 13 Kasım 2007 tarihinde albümünü resmî olarak satışa çıkaracak olan Spears'ın klibi de gösterime girdi. Bu sırada Spears, Believe adlı yeni bir parfüm çıkarttı. Aynı zamanda bir paparazzi ile aşk yaşamaya başladı. Hayatı gittikçe düzensizleşti, çocuklarını daha seyrek görmeye başladı. Yanında bulundurduğu menajeri olaylara kayıtsız kalmaya devam etti. Spears, sonrasında albümünden ikinci teklisi Piece of Me yayınlandı. Bu tekli listelerde ortalama üstü başarı gösterdi. Şarkıda magazincileri eleştiren Britney, kendini savunmayı da ihmal etmedi. Blackout albümü ve albümdeki şarkılar bazı eleştirmenler tarafından yerden yere vurulurken, bazı eleştirmenler tarafından bir başyapıt olarak gösterildi. 3. tekli olarak animasyon şeklinde klibe sahip Break the Ice, Amerikan listelerine 50 numaradan girdi. Her ne kadar listelerde başarı gösterememiş olsa da şarkı radyo istasyonlarında ve müzik kanallarında sıkça çalınmaya başladı. 4 Ocak 2008'de medyanın eskiye döndüğünü düşündüğü Britney, evinde belirsiz bir maddenin etkisine girerek bir kez daha hayranlarını ve tüm dünyayı şok etti. Çocuklarını görmek için kocası Kevin Federline'dan Sean Preston ve Jayden James'i alan şarkıcı çocuklarını geri vermek istemeyince yüksek dozda madde bağımlılığı şüphesi ile hastaneye kaldırıldı. Durumunun iyi olduğu belirtilen şarkıcı 1 gün sonra hastaneden taburcu oldu. Spears'ın tüm serveti babası Jamie Spears'a devredildi. Daha önceki menajeri Sam Luthfi ani bir kararla işten çıkarıldı ve "sanatçının ünü, parası ve isminden yararlanmak" suçu ile mahkeme açıldı. Rehabilitasyondan, umulandan daha kısa sürede çıkan Sp
ears, önceleri terapi için girdiği stüdyoda başarılı işler çıkarınca yeni bir kararla albüm çalışmalarına başladığını duyurdu. Mart'da tek tek her şeyini gözden geçiren Spears ve babası, daha temkinli adımlar atmaya, kendine çekidüzen vermeye başladı. Britney, yeni albümü Circus'ı 2 Aralık 2008'de, 27. yaş gününde çıkaracağını duyurdu. Ağustosta görünümünü yenileyen ve tekrar sağlıklı bir birey olan Spears, albümünün üzerine yoğunlaştı, bazı haklarını geri aldı, daha önce çalıştığı menajer ve asistanlarını geri çağırdı. İlk tekli olan Womanizer'ın yapımını, Atlantalı yapım grubu The Outsyders üstlendi. Bu tekli çıkar çıkmaz Billboard listelerine 93. sıradan giriş yaptı ve 1 hafta sonra #1 olarak, Billboard tarihinde en büyük sıçrayışı gerçekleştirdi. Eylül ayında düzenlenen MTV Video Müzik Ödülleri gecesinde Piece of Me videosuyla "En İyi Pop Videosu", "En İyi Kadın Sanatçı Videosu" ve "Yılın Videosu" dallarında kazandığı 3 MTV Ödülü'nün ardından klibi gelen tekli, daha çok ilgi gördü ve satış rakamı itunes listelerinde tavan yaptı. Aralık ayında Jive Records, Spears'ın yeni albümü "Circus"'u piyasaya çıkardı. Spears albüm tanımıtmın Britney bu albümde, Dr. Luke (albüme adını veren Circus adlı şarkının yazarı ve bestecisi), Danja, Max Martin (Spears'ın ünlü şarkısı "...Baby One More Time" şarkısının bestecisi ve yazarı), Bloodshy & Avant ve Guy Sigsworth gibi besteci ve söz yazarlarından yardım aldı. Spears albümünün tanıtımını Big Apple Circus ve Good Morning America işbirliği ile yine kendi doğumgününe denk gelen 2 Aralık 2008 de gerçekleştirdi. Olağanüstü performansı ve göz dolduran fiziği ile Britney, artık geri döndüğünü tüm dünyaya duyurdu. Albümü Circus, 2008 yılının sonunda çıkmasına rağmen, o yıl en çok satanlar listesine girdi. Bu sırada Spears, Hidden Fantasy adlı yeni bir parfüm daha çıkardı. İkinci klip "Circus" şarkısına çekildi. Bu şarkı sözleriyle dikkat çektiği gibi, başlayan yeni turnenin simgesi olan "sirk" temasını tanıttı. Candie's adlı giyim markasının yüzü olan Spears, fiziğini ve güzelliğini tekrar tekrar göz önüne serdi. Sanatçı, kapsamında gittiği şehirlerde verdiği konserlerle büyük ilgi topladı. Toplamda 96 konser verdi. Üçüncü klip "If U Seek Amy" şarkısına çekildi. Şarkı gerek söz oyunu , gerek klibi ile büyük ilgi topladı.Bu klipten sonra yüzü olduğu Candie's markası sponsorluğunda "Radar" şarkısına klip çekildi. Britney, tüm yılını turne kapsamında ülkeleri dolaşıp, konser vererek geçirdi. Albümünün adını da kullanarak daha öncekilerin devamı niteliğinde Circus Fantasy adlı yeni bir parfüm çıkaran sanatçının bu ürünü oldukça ilgi gördü. Bu sırada MTV Video Müzik Ödüllerinde Womanizer teklisi ile "En İyi Pop Videosu" ödülünü aldı. Kariyerinin onuncu yılına özel bir albüm için çalışmalara başlayan Spears, The Singles Collection adlı bir toplama albüm çıkaracağını duyurdu.Eylül ayında turnesinin son ayağına başlayan sanatçı, toplama albümünde yeni bir şarkının yer alacağını da ekledi. Ekim ayında, 3 adlı son derece sansasyon yaratan teklisini yayınladı. Şarkıda ...Baby One More Time yaratıcısı ile çalışan Spears, adından da anlaşılacağı gibi üçlü ilişkilere dikkat çekti. Daha önceki Billboard rekoru yine kendi elinde olan sanatçı, 3 teklisi ile 98 numaradan 1 numaraya atlayarak, kendi rekorunu egale etti.Amerika müzik listelerine bir numaradan giriş yaptı ve bununla birlikte 2006 yılından beri bu listelere bir numaradan giriş yapan ilk sanatçı oldu. Kasım ayında "3" adlı şarkıya klip çekti. Bu klip yayınlandığı günden itibaren büyük etki uyandırdı. Şarkının video klibi, YouTube'da yayınlandığı bir hafta içinde 1 milyon kişi tarafından izlenerek bir rekora imza attı. Birçok radyo ve televizyon kanalında en çok istek alan şarkılar arasına girdi. Tekli ilk hafta içinde 285.000 kopya sattı. Ayrıca ITunes listelerinin zirvesine oturdu. "The Circus: Starring Britney Spears" adını verdiği turnesini ise 29 Kasım'da Adelaide'de verdiği bir konserle bitirdi. Bu turnenin bilet satışlarının geliri ise 131.8 milyon dolardır ve en kazançlı kadın turneleri arasında ilk 5'e giren en genç sanatçı oldu. Ocak 2010'da , Womanizer teklisi ile Grammy'ye aday oldu. Fakat Ödülü küçük bir farkla Lady GaGa ya kaptırdı. Ödül törenine kahverengi saçlar ve gösterişten uzak bir kıyafetle katılan sanatçı, uzun süredir birlikte olduğu Jason Trawick ile el ele gösterileri izledi ve artık olgunlaştığını herkese gösterdi. 2010 yılı kreasyonları için tekrar Candie's markasıyla anlaştı. Ardından kendi kreasyonu için kamera karşısına geçti ve reklam filmlerinde boy gösterdi. 2010'un yaz aylarında Spears,yeni parfümünü çıkaracağını duyurdu. Eylül'de Radiance adlı parfümü Elizabeth Arden tarafından piyasaya sürüldü. 28 Eylül 2010'da yayınlanacak Glee adlı dizide hit şarkılarının yer alacağı Britney/Brittany bölümünde kendini oynadı. Dizide yer aldığı bölüm Madonna ve Lady GaGa bölümünü geçerek Glee'nin en çok izlenen bölümü oldu ve dizide seslendirilen şarkılar iTunes listelerinde büyük başarılar elde etti. 2 Aralık 2010'da Britney, Twitter hesabı aracılığıyla hayranlarına müjdeli haberi vererek yeni albümünün 29 Mart 2011'de çıkacağını duyurdu. Bu albümden çıkacak olan ilk single çalışmasının adının ise "Hold It Against Me" olduğu açıklandı. Şarkı Billboard listelerine 1 numaradan girdi ve iTunes da yeni bir rekor kırdı. Şarkının klibi Rolling Stone tarafından 2011 yılının En İyi Klibi seçildi. Britney Spears'ın yeni şarkılarını dinleyen müzik otoriteleri şarkıcının en iyi dönemini yaşayacağını iddia etti. Ardından çıkardığı 2. single olan Till The World Ends müzik otorotilerince tam not aldı. Şarkı Amerika radyolarında Britney'nin şimdiye kadarki en büyük hiti haline geldi. Hot 100 Airplay listesinde 4 numaraya kadar yükseldi ve listede Britney'in en yüksek zirve noktası oldu. Albümün 3. single'ı olarak ilk önce Big Fat Bass düşünülsede daha sonra fan favorisi olan I Wanna Go seçildi ve 3. single olarak yayımlandı. Britney aynı zamanda kariyerinin 7. dünya turu olan "The Femme Fatale Tour" Amerika'da start verdi. Tur 79 konserden sonra sona erdi. Konser 2D ve 3D olarak filme alındı. Konser DVD'si 21 Kasım'da satışa sunuldu. 2011 MTV MVA ödüllerinde ömür boyu başarı ödülü aldı. 9 Eylül'de Spears yeni remix albümü, B in the Mix: The Remixes Vol. 2'yi çıkaracağını duyurdu. 16 Aralık'ta uzun süredir birlikte olduğu erkek arkadaşı Jason Trawick'le nişanlandı. 2012 yılının başında will.i.am 4. stüdyo albümü #willpower için Britney'le şarkı kaydedeceklerini duyurdu. Bu sırada Simon Cowell, The X Factor juriliği için Spears'la görüştüğünü bildirdi. Spears bir yılda 15 Milyon Dolar karşılığında juri olmayı kabul etti aynı zamanda Britney'in eski nişanlısı Jason Trawick de X Factor'de prodüktör olarak alındı. X Factor 12 Eylül'de Amerika'da yayınlanmaya başladı. Will.i.am ile yaptığı büyük düet Scream and Shout'un ilk 1 dakikalık gösterimi burada yayımlandı. Britney Spears, jüri olarak yer aldığı ilk sezonun sonunda programdan ayrılacağını duyurdu. Bu sırada Scream and Shout 71 ülkede 1 numaraya yerleşti. 2013 Ocak ayında, 2011'de nişanlandığı Jason Trawick'ten ayrıldı. Britney 8. albümünün 2013 yılının sonunda çıkacağını hayranlarıyla paylaştı. Aynı yıl Şirinler filmi için şarkı söylemek üzere stüdyoya girdi. 2013 yazında vizyona girecek olan Şirinler 2 filmi için bir şarkı kaydeden sanatçı, şarkının adının "Ooh La La" olduğunu duyurdu. Şarkının demosu sızdı fakat Britney Spears 17 Haziran'da yayınlanacağını ve klipte de çocukları Jayden James ve Sean Preston'un oynadığını duyurdu. Britney boş durmayıp, sonbaharda Las Vegas konserlerine başlayacağını belirtti. Başta Celine Dion olmak üzere birçok şarkıcı tarafından Las Vegas konserlerine destek geldi. Shape dergisinin kapağına bikinili ve seksi fotoğraflarıyla konuk oldu. "Ooh La La" şarkısının video klibi 11 Temmuz 2013 tarihinde yayınlandı. Klipte çocukları Sean Preston ve Jayden James de oynamaktadır. Britney, 28 Temmuz 2013 tarihinde yapılan Şirinler 2 galasına çocuklarıyla beraber katılmıştır. Britney, yeni albümünün çıkış teklisinin Work Bitch olduğunu, 17 Eylül'de yayınlanacağını ve aynı gün Las Vegas konserlerini duyuracağını açıkladı. Britney, Work Bitch'in video klip çekimlerini Nevada Çölü'nde gerçekleştirdi. Ancak şarkının internete sızmasıyla ve 15 Eylül'de yayınlamak zorunda kaldı. 17 Eylül'de Good Morning America programına katılarak Las Vegas konserlerinin isminin Piece Of Me olduğunu ve detayları açıkladı. Ayrıca yeni albümün de 3 Aralık'ta çıkacağını duyurdu. Work Bitch klibini 2 Ekim'de yayınladı. Britney, Londra'ya giderek albüm tanıtımı yapmaya başladı. Albümünün en kişisel albümü olduğunu söyleyen şarkıcı, albümün isminin kendi adını taşıyan "Britney Jean" olduğunu açıkladı. Britney Jean 3 Aralıkta yayınlandı. İlk haftasında 107 Bin satarak Billboard 200 Listesine 4 Numaradan girdi. Las Vegas Konserleri 27 Aralık'ta başladı. 2 yıl sürecek olan konserlerde Britney toplam 50 show yapacaktı. Konserlerin beklenenden daha fazla ilgi görmesi üzerine 30 show daha eklendi ve toplam 80 showa çıkarıldı. Spears kadın iç çamaşırı sektörüne girerek "Intimate:Britney Spears" adını verdiği koleksiyonu Eylül'de tanıttı. Amerika ve Avrupa'da tanıtımlar gerçekleşti. Britney Spears, "Piece Of Me" konser serisiyle Las Vegas'ın kalkınmasına katkı sağladığı için şehrin sembolik anahtarı Las Vegas valisi tarafından kendisine sunuldu ve her yıl Kasım aynın beşinci gününün bundan sonra "Britney Günü" olarak kutlanacağı bildirildi. Iggy Azalea, 25 Mart tarihinde Britney Spears'la "Pretty Girls" adında ortak bir şarkı üzerinde çalıştıklarını onayladı. Şarkı 5 Mayıs 2015'te piyasaya sunuldu. Billboard Hot 100 listesine 29 numaradan girdi. Spears ve Azalea 2015 Billboard Müzik Ödülleri'nde performans sergilediler.Performans müzik otoriteleri tarafından büyük beğeni topladı.16 Haziran 2015'te Giorgio Moroder'ın yeni albümü için Suzanne Vega şarkısı "Tom's Diner"ı coverladı. Şarkı büyük beğeni topladı. 2015 Teen Choice Awards'da Candies Stil ikonu ödülü ile 9. Teen Cho
ice Awards ödülü kazandı. 9 Ekim'de İtalyan DJ Giorgio Moroder Britney Spears'ın seslendirdiği Tom's Diner adlı şarkısını dördüncü single olarak yayınladı. Kasım ayında kendisi olarak The CW kanalında yayınlanan Jane The Virgin adlı dizinin ikinci sezon beşinci bölümünde konuk oyuncu olarak yer aldı. Dizide Gino Rodriguez'in canlandırdığı karakterle epik Toxic performansını gerçekleştirdi. Dizinin ilk yayınlandığı günden itibaren en çok reyting alan bölümü oldu. 2016'da Spears, yeni albüm kayıtlarının başladığını sosyal medya üzerinden duyurdu. 1 Mart 2016'da V dergisi 100. sayısında Spears'ın kapak kızı olabileceğini ve 8 Mart 2016'ya ayarlandığını ayrıca üç farklı kapak çekimi için Mario Testino ile çalışacaklarını duyurdu. Derginin baş editörü Stephen Gan, Spears'ın "V100" için seçildiğini çünkü müzik endüstrisinin ikonu olduğunu söyledi ve "Kim onun müziklerini dinleyerek büyümedi ki?" diye yazdı. Gündelik oyun olan RPG oyunu "Britney Spears: American Dream" 2016 yılının Mayıs ayında Glu Mobile tarafından iOS ve Google Play platformlarında yayımlandı. 22 Mayıs 2016'da Spears, 2016 Billboard Müzik Ödülleri gecesinde eski single'larından oluşan bir performans sergiledi. Gecenin açılışında Billboard Milenyum Ödülü'nü aldı. 15 Temmuz 2016'da, yakında yayımlanacak olan dokuzuncu stüdyo albümü "Glory"den ilk single'ı "Make Me..." yayımlandı. 3 Ağustos 2016'da Spears yeni albümünün 26 Ağustos 2016'da yayımlanacağını duyurmuş ve albümünü de çıkarmıştır.Spears 25 Agustos'ta James Corden Carpool Karaoke programında eski ve Glory'den bazı şarkıları seslendirdiler.26 Agustos'ta 9 yıllık aradan sonra VMA'ya muhteşem bir dönüş yapan Spears;birçok kaynaktan da muhteşem övgüler aldı.1 Eylül'de 15 yıllık aradan sonra Today Show programına katıldı.8 Eylül'de Ellen DeGeneres programına katıldı.24 Eylül'de İHeartRadio Müzik Festivali'nde performans yaptı.27 Eylül'de Londra'da Apple Müzik Festivali'nde sahne aldı.1 Ekim'de 8 yıllık aradan sonra The Jonathan Ross Show programına katıldı.10 Aralık'ta ise Britney B96 Pepsi Jingle Bash'da sahne alacak. Fethi Heper Fethi Heper (d. 3 Şubat 1944, Eskişehir), Türk eski millî futbolcu ve maliye profesörü. Eskişehirspor formasıyla iki kez Süper Lig gol kralı olmuştur. Eskişehirspor'un 70'lı yıllarda Süper Lig'in zirvesine oynadığı zamanlarda Eskişehirspor taraftarların en çok kullandıkları slogan olan "Fethi-Nihat-Ender filelere gönder" sloganındaki Fethi'dir. Havadan gelen topları yine havada ve göğüsünde kontrol ettiği için 'Çengel lakabı ile tanınırdı. Türk futbolu'nun önemli futbolcularından Metin Oktay'la Anne tarafında akraba olur. Futbol kariyerine yanında akademik eğitimini sürdürdü ve Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ndeki lisans eğitimini 1967'de, doktorasını 1978'de tamamladı. Maliye alanında 1981'de doçent 1988'de profesör unvanlarını aldı. Daha sonra Türkiye Futbol Federasyonu 2012 seçimlerinde Yıldırım Demirören'in başkanlığa seçilmesi ve listesinden seçimlere girmesi dolayısıyla, Millî Takımlar Komitesi'nden sorumlu olarak yönetim kurulunda yerini almıştır. Fethi Heper, profesyonel futbolculuktan profesörlüğe giden ilk ve tek Türk futbolcusudur. Futbola memleketi Eskişehir'de başladı ve daha sonra 1960 yılında lisanslı olarak iki ağabeyinin futbol oynadığı Eskişehir Gençlik Kulübü'nde oynamaya başladı. Genç yaşına rağmen Fethi Heper bu takımda iki kez gol kralı olmayı başardı. Bu yıllarda ağabeyi tarafından Galatasaray’a götürülür ve Galatasaray teknik direktörü Gündüz Kılıç’a yeni futbolcu olarak sunuluyordu. Fakat Galatasaray'a alınmaz. Ardından 1962-63 sezonunda amatör seviyede Eskişehir Ticari İlimler Akademisi'nin futbol takımında futbol oynadı. Bu ekiple 1963 yılında Türkiye Akademiler arası düzenlenen futbol şampiyonasını kazandı. Bu başarının ardından kurulan Eskişehirspor'da kurucu kadroya dahil edildi. Ardından tüm futbol kariyerıni Eskişehirspor forması altında geçirdi. Eskişehirspor'un 70'lı yıllarda başarıdan başarıya koşan kadrosunun en önmeli futbolcuları arasında sayıldı. 1974 yılına kadar Türkiye birinci liginde profesyonel olarak futbol oynayan Heper, 1969-70 (13 gol) ve 1971-72 (20 gol) dönemlerinde gol kralı oldu. İlk kez 16 yaşında, 5 kez millî forma giydi. UEFA Kupası'nda attığı 6 golle gol krallığında 3. olmuştur. Fethi Heper’in Mikkeli (Fin) maçında attığı 4 gol, bir uluslararası karşılaşmada bir Türk futbolcunun attığın en çok sayıda goldür. 2008 Yılında Fenerbahçe ile MTK Arasında Oynanan Maçta Semih Şentürk 4 gol atana kadar bu rekor egale edilememiştir. Heper, havada gelen topları göğsünde kontrol ettiği için “Demir Gömlek Fethi” olarak anılırdı. Robert J. Aumann Israel Robert John Aumann (d. 8 Haziran 1930, Frankfurt), 2005 yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi matematikçi ve ekonomist. İsrail ve ABD çifte vatandaşı Aumann, Almanya doğumludur. Üniversite eğitimini City College of New York’ta matematik alanında tamamladıktan sonra doktorasını 1955’de Massachusetts Institute of Technology’de tamamladı. Oyun teorisinin modern ekonomide önemli bir rol almasında etkili olmuştur. 1956’dan beri Kudüs’te İbrani Üniversitesi’nde ders vermektedir. İbrani Üniversitesi’nde Rasyonalite Merkezi adlı disiplinlerarası bir merkezin kurulmasında rol almıştır. 2005 Nobel Ekonomi Ödülünü Thomas C. Schelling ile paylaşmıştır. Oyun kuramı ile ekonomik iş birliği ve çatışma konularına getirdikleri açıklamadan ötürü ödüle layık görülmüştür. Yığılma noktası Yığılma noktası, üzerinde bir metrik tanımlanmış bir kümenin, herhangi bir komşuluğunda kümenin başka elemanlarını barındıran noktalarıdır.Yakınsama noktası, yakınsadığı nokta da denebilir. Thomas C. Schelling Thomas Crombie Schelling, (d. 14 Nisan 1921, Oakland - ö. 13 Aralık 2016, Bethesda), Amerikalı ekonomist. Dış ilişkiler, milli güvenlik, nükleer strateji konularında uzman. Üniversite eğitimini Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nde 1944 yılında ekonomi alanında tamamladı. Doktorasını 1951’de Harvard Üniversitesi’nden aldı. En önemli kitabı "Strategy of Conflict" ("Çatışma Stratejisi") 1960’da yayımladı. 1964’ten itibaren Pentagon’un Vietnam Savaşı sırasındaki bombalama ve gerginlik politikalarının formüle edilmesinde çalıştı. 1971’de "Ayrımcılığın Dinamik Modelleri" adlı ünlü makalesini yayımladı ve birinin komşusunun aynı ırktan olmasını tercih etmesi şeklindeki küçük bir tercihinin tümden ayrımcılığa yol açabileceğini ispatladı. Küresel ısınma tartışmalarının içinde yer aldı ve küresel ısınma sonuçlarının fazla büyütüldüğünü savundu. Harvard Üniversitesi’nde ömürboyu profesörlük payesine sahip olan Schelling, Maryland Üniversitesi öğretim kadrosunda yer almaktadır. 2005 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü, Robert J. Aumann ile paylaşmıştır. Oyun kuramı ile ekonomik iş birliği ve çatışma konularına getirdikleri açıklamadan ötürü ödüle layık görülmüştür. Münir Özkul Münir Özkul (15 Ağustos 1925, İstanbul - 5 Ocak 2018, İstanbul), Türk meddâh, tiyatro ve sinema oyuncusu. Münir Özkul, İstanbul Erkek Lisesi mezunudur. Sanat hayatına henüz lise öğrencisiyken 1940 yılında Bakırköy Halkevi'nde tiyatro ile başladı. Bir süre İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne ve Edebiyat Fakültesi'nin sanat tarihi bölümüne devam etti. 1948'de Ses Tiyatrosu'nda sahnelenen ""Aşk Köprüsü"" oyunuyla profesyonel oldu. Daha sonra Muhsin Ertuğrul'un yönetimindeki Küçük Sahne'ye geçti. Bu dönemde John Steinbeck'ten "Fareler ve İnsanlar" (1951), John Millington Synge'den "Babayiğit", George Axelrod'dan "Yaz Bekarı" (1954), John Patrick'ten "Çayhane" (1955) gibi oyunlarda oynadı. Daha sonra İstanbul Şehir Tiyatroları'nda (1958-59), Ankara Devlet Tiyatrosu'nda (1959-60) ve İstanbul Aksaray'daki Bulvar Tiyatrosu'nda arkadaşlarıyla kurduğu kendi topluluğunda (1960-62) çalıştı. 1963-67 arasında çeşitli topluluklarla turnelere çıktı; zaman zaman sahneden uzak kaldığı dönemler oldu. Sahne aldığı özel tiyatrolarda Sadri Alışık, Cahit Irgat, Nevin Akkaya ve Şükran Güngör gibi oyuncularla çalıştı. 1978'de yeniden Şehir Tiyatroları'na döndü. 1983-84'te, daha önce kendi topluluğunda (1961) sahneye konan ve büyük ilgi gören, Jean Anouilh'in ""Generalin Aşkı"" oyunuyla Dormen Tiyatrosu'nda sahneye çıktı. 1980'lerin ortalarında Ferhan Şensoy'un Ortaoyuncular topluluğuna katıldı, aralarında ""İstanbul'u Satıyorum""un da yer aldığı dört oyunda rol aldıktan sonra sahnelere veda etti. Özkul 1968'de Altan Karındaş topluluğunda oynanan Sadık Şendil'in "Kanlı Nigar" oyunundaki rolüyle İlhan İskender Armağanı'nı kazandı. Gene bu başarısı üzerine İsmail Dümbüllü, Kel Hasan'dan devraldığı 50 yıllık simgesel kavuğu Özkul'a verdi (Özkul bu kavuğu 1989'da Ferhan Şensoy'a devretti.). Daha önce de oynadığı Haldun Taner'in "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı" (1978) oyunundaki rolüyle Avni Dilligil (1978), Ulvi Uraz (1979), İsmet Küntay (1979) ve İsmail Dümbüllü (1980) ödüllerini kazandı. Özkul 1950'lerden itibaren sinemada da rol almaya başladı. İlk dönem filmlerinden dikkat çekenleri "Edi ile Büdü", "Balıkçı Güzeli" ve "Kalbimin Şarkısı"'dır. 1965'ten sonra sinemada canlandırdığı karakterlerle övgü topladı. 1970'li yıllarda, kalabalık kadrolu ve genellikle Ertem Eğilmez'in yönettiği filmlerde önemli roller aldı. En bilinen rollerinden biri onunla özdeşleşen "Hababam Sınıfı" serisindeki Özel Çamlıca Lisesi'nin tatlı sert müdür yardımcısı "Kel Mahmut" karakteri oldu. Özkul'un kadrosunda yer aldığı bu dönemde çekilen kalabalık kadrolu aile filmlerinden bazıları "Mavi Boncuk", "Bizim Aile", "Aile Şerefi", "Gülen Gözler", "Neşeli Günler", "Gırgıriye" ve "Görgüsüzler" olarak sayılabilir. Bu filmlerin büyük kısmında Adile Naşit'le beraber, Türk sinemasının unutulmaz ikililerinden birini oluşturmuştur. 1980 sonrası ise dönemin akımı olan video için çekilen pek çok filmde rol almıştır. Kariyeri boyunca 200'den fazla filmde rol alan Özkul, "Sev Kardeşim" filmindeki oyunuyla 1972 Altın Portakal Film Festivali'nde "en iyi erkek oyuncu" ödülünü kazandı. ""Bizim Aile"" filminde canlandirdigi "Yaşar Usta" rolüyle de 1977 A
zerbaycan Film Festivali'nde özel ödül kazandı. ""Süt Kardeşler"" filminde yönetmen yardımcılığı da yapmıştır. Tarık Buğra'nın romanından televizyona aktarılan ve Naşit Özcan'ın yaşam öyküsünden bir kesiti canlandıran ""İbiş'in Rüyası""nda canlandırdığı İbiş karakteri de unutulmazlar arasındadır. Televizyon dizilerinin yaygınlaşmaya başladığı 90'lı yıllarda dizi oyunculuğundan uzak dursa da "Uzaylı Zekiye", "Ana Kuzusu" ve "Şaban ile Şirin" gibi dizilerde rol aldı. Son olarak 2000'li yılların başında, Hamdi Alkan'ın canlandırdığı "Yarmagül" karakterinin dedesini oynadığı Reyting Hamdi televizyon programında kamera karşısına geçti. 1980'de yapılan bir jübileyle 40. sanat yılı, 1996 yılında da Atatürk Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen gecede 55. sanat yılı kutlandı. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Münir Özkul'a "devlet sanatçısı" ünvânı verildi.. Özkul dört kez evlendi ve üç çocuğu oldu. İlk eşi Şadan, ikinci eşi Suna Selen, üçüncü eşi Yaşar ve son eşi 1986'da evlendiği Umman Özkul'dur. Oyuncu ve sunucu Güner Özkul'un babasıdır. Güner Özkul'a göre babası "evlilikten korkmazdı ama boşanamamaktan korkardı". Hayatının önemli bir kısmını alkolle savaşarak geçiren Özkul, 1990'lı yılların ortasında alkolü tamamen bıraktı. 2003 yılından beri demans ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı ile mücadele eden Özkul, bu tarihten beri evinden dışarıya çıkmak ve kimseyle görüşmek istemedi. Hastalığına bağlı olarak geçmişe dâir hafıza kaybı yaşayan oyuncu, vefat etmiş birçok tanıdığının hayatta olduklarını sandı. Uzun süre mücadele ettiği hastalıkları süresince hakkında birçok kez asılsız ölüm haberleri çıktı. 5 Ocak 2018'de Beyoğlu'nun Cihangir semtindeki evinde 92 yaşında hayatını kaybetti. 7 Ocak 2018'de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde düzenlenen anma etkinliğinin ardından Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze namazı sonrası Bakırköy Mezarlığı'ndaki aile kabristanına defnedildi. Kariye Müzesi Kariye Müzesi İstanbul'da Karagümrük semtinde Edirnekapı bölümünde bulunan müzedir. Bizans döneminde kilise, fetihten sonra ise cami olarak kullanılmış tarihi bir yapıdır. Kariye "(Chora)" Kilisesi, 6. yüzyıla kadar giden bir geçmişe sahiptir. Günümüze ulaşmış hali Osmanlı döneminde ve 20. yüzyılin ikinci yarısında geçirdiği onarımların sonucudur. Daha önceleri kilise çevresinde, manastır kompleksi de ihtiva etmekteyken bu yapılar geçen zamana dayanamamışlardır. İlk önce manastır olarak 534 yılında I. Justinianus döneminde Aziz Teodius tarafından yapılmıştır. 11. yüzyılda I. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır Teodor Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarılmıştır. Dış narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklenmiştir. (Metokhites Parekklesion’u kendisi için inşa etmiştir ve mezarı da kilisenin girişinde mermer Bir taşla belirlenmiş olan yerdedir.) Yapının önemi, Bizans İmparatorluğu'nun imparatorluk sarayı ve devlet idare merkezinin, Haliç kıyısında, surlara yakın bir yerde konumlanmış olan "Blackhernai Sarayı"na taşınmasıyla artmıştır. 1296’daki büyük depremden sağ olarak çıkmıştır. Bina Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden 58 yıl kadar sonra 1511 yılında Sultan II. Bayezid sadrazamlarından olan Atik Ali Paşa tarafından camiye tevdi edilmiştir ve "Atik Ali Paşa Camii" veya "Kariye Camii" olarak anılagelmiştir. Bu dönüştürme sırasında bu eski kilisenin duvaraları üzerinde bulunan mozaik ve freskler sıva ile kaplanmıştır. Fakat cami olarak yapıya sadece köşesindeki minare ve içeride güneydoğu köşesindeki mihrap eklenmiş ve yapının orijiinalliğinin korunmasına çalışılmıştır. 20. yüzyılda bu cami kapatılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki "Amerika Bizans Enstitüsü (Byzantine Institute of America)" ve "Bizans Incelemeleri İcin Dumbarton Oaks Merkezi (Dumbarton Oaks Center for Byzantine Studies)" tarafından, bu camideki sıvalar altında kalmış mozaik ve freskler ile birçok kez depremlerden zarar görüp restore edilmiş yapının restorasyonu için çalışmalara sponsorluk verilmiştir. Bu restorasyon çalışmaları, adı geçen Amerikan akademik kurumları mensupları olan Thomas Whittemore ve Paul A. Underwood idaresi altında başlatılmıştır. 1948'den 1958'e kadar yapılan çalışmalar sonucunda tüm mozaik ve freskler ortaya çıkarılmıştır. 1956’da açılan yapı, "Kariye Müzesi" adıyla günümüzde de müze olarak hizmet vermektedir. Kariye Kilisesi, tipik bir Bizans yapısıdır. Dışarıdan tuğla duvarlarıyla oldukça sade görünmekle birlikte içi en süslü kiliselerden biridir. Güney cephede uzanan dar uzun tek nefli bir şapel olan "parekklesion" bir bodrum uzerine yapılmıştır. Üstü kısmen kubbe, diğer kısımları tonozla örtülüdür. Tek apsisi vardır. Bütün batı cephesi boyunca uzanan dış narteks bugünkü cepheyi oluşturur. Yapının orta mekanını örten kubbe yüksek kasnaklıdır. Osmanlı döneminde onarım görmüştür ve ahşaptır. Dış cephelerde yuvarlak kemerler, yarım payeler, nişler ve taş tuğla örgü sıraları ile plastik ve hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Doğu cephesi dışa taşkın apsislerle bitmektedir. Orta apsis dıştan yarım kemerli bir "payanda" ile desteklenmiştir. Bu payanda, gotik mimarlıkta yaygın olarak kullanılan bir destek ögesidir. Haç tonozların, yük etkisiyle sütun, paye gibi taşıyıcı destekleri iterek yıkılmalarını önleme amaçlıdır. Yarım kemer biçimlidir, dıştan destek sağlar. Esas ibadet mekanı işlevini gören "naos", yapının merkezinde yer alır. Naos pandantifler ile geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Naosun doğu uzantısı, "sunak masası"nın yer aldığı "bema" ya da kutsal mekandır. Bema’nın iki yanında "pastoforium" yer alır. Şükran ayininin hazırlandığı kuzey şapel "prothesis", giyinme odası olarak kullanılmış güney şapel "diakonikon" olarak adlandırılır. 14. yüzyıldan itibaren "diakonikon" özel şapel işlevi görmüştür. İki katlı kuzey ek bölüm naosa birleşir. Geçiş niteliğindeki alt katı giyinme odası olarak kullanılmış olabilir. Manastır kütüphanesini barındıran ve naosa bir pencere ile açılan üst katı büyük olasılıkla kurucunun çalışma mekanıdır. Batıda, mozaiklerle süslü iki geniş narteks yer almaktadır. Özgün planında güneybatı köşesinde bir çan kulesinin yer aldığı dış "narteks", kapının bulunduğu revaklı cephesi ile dışa açılır. nartekslerde mozaikler, mermer kaplamalar ve kabartmalar görünmektedir. Ek şapel konumundaki "parekklesion" mezar şapeli işlevini görmüştür. Buradaki fresklerin hemen hemen tümü korunmuştur. "Parekklesion"la "naos" arasında, tamamlanmamış depo ve muhtemelen keşiş odası olarak kullanılan özel bölümü bağlayan geçit bulunmaktadır. Özel bölüm "naos"a bir pencere ile açılmaktadır. Kariye mozaik ve freskleri Bizans resim sanatının son dönemine ait (14. yy.) en güzel örneklerdir. Önceki Dönemin yeknesak fonu burada görülmez. Derinlik fikri, figürlerin hareket ve plastik değerlerinin verilişi, figürlerdeki uzama bu üslubun özellikleridir. İtalyan Rönesansina paralel ilerleyen Bizans sanatındaki yeni uyanışın önemli örnekleridir. Dış nartekste İsa'nın hayatı, iç nartekste ise Meryem'in hayatı ile ilgili sahneler yer alır. Bu sahneler, Meryem'in ve İsa'nın hayatındaki olaylara göre kronolojik bir sıra takip ederler. Kronolojik sıraya göre iç nartekste mevcut ilk mozaik, çocuğu olmayan üzgün Joachim'in (Meryem'in babası) dağdaki halini betimler, son mozaik ise Yusuf ve Meryem'in ayrılışını betimler. Kronolojik sıraya göre, dış narteksteki ilk mozaik ise Yusuf'un düşünü betimleyen mozaiktir. Dış narteksten iç nartekse geçilen kapının üzerinde bir “Pantokrator İsa” vardır. (Bu betim birçok ortodoks kilisesinde kullanılan İsa’nin yüceliğini ifade eden, kalıp pozlardan biridir. Sakallı olarak tasvir edilen İsa, sağ eli ile takdis işareti yaparken, sol elinde yeni ahit’i tutmaktadır.) Sol tarafta İsa'nın doğumu, vali Quirinus'un önünde nüfus sayımı, meleğin Yusuf'a görünüp Meryem'i alıp gitmesini öğütlemesi, ekmeğin çoğaltılması, suyun şaraba dönüştürülmesi; sağ tarafta ise haberci krallarin İsa'nın doğumunu haber vermesi, felçlilerin iyileştirilmesi ve çocukların katli gibi sahneler vardır. İç mekandaki mozaikler “Bakire Meryem”in hayatından kesitler sunar ve İsa’nın mucizelerini gösterir. Gerek duvarlarda, gerekse tavandaki mozaik betimlemeler günümüze çok az hasarla ulaşmıştır. Mozaiklerin yanı sıra renkli ve desenli mermer süslemeler de vardır. İç nartekse geçildiğinde en güzel ve en eski mozaik “deisis”tir. Bu mozaikte İsa'nın sağ ve sol gözleri birbirinden farklı olarak tasvir edilmiştir, Ayasofya'daki deisis mozaiğinde olduğu gibi. Mozaikte, ortada İsa, solunda Meryem, Meryem'in altında İsaakios, Kommenos ve İsa'nin sağında bir rahibe görülür. Bu kadın VIII. Mihail'in kızıdır. Moğol Prensi Abaka Han ile evlendirilmiş ve kocasının ölümünün ardından İstanbul'a dönerek rahibe olmuştur. Bu bölümde kubbede İsa ve dilimler içinde İsa'nın ataları gösterilmiştir. Ana nefe giriş kapısı üzerinde ortada İsa, sol tarafta kiliseyi onaran ve mozaiklerle süsleyen Theodoros Metokhites kilisenin maketini sunar şekilde gösterilmiştir. Meryem'in İncil'de yer almayan hayat hikâyesi ise apokriflere dayalı konulardan alınmıştır. İç nartekste Meryem'in doğumu, ilk adımları, Cebrail'in Meryem'e bir çocuğu olacağını haber vermesi, tapınağa örtülecek örtü için yün alınmasi gibi sahneler yer almaktadır. Kilisenin ana nefinde abside bakan duvarda Meryem'in ölümünü betimleyen mozaik, yan duvarlarda ise çocuk İsa'yı taşıyan Meryem ve bir aziz mozaiği yer alır. Parekklesion'un tümü freskolarla süslüdür. Apsiste görülen "Cehenneme İniş", yani "diriliş" (anastasis) sahnesi çok az hasarla günümüze ulaşmış gerçek bir sanat eseridir. Onun üst kısmında yer alan "son duruşma" sahnesi burada tüm olarak gösterilmiştir. Tavanın tepe kısmında evren bir salyongozu andırırcasına, spiral biçimde tasvir edilmiştir. Parekklesionun sağ ve sol duvarlarında görülen nişlerin mezar olduğu bilinir. Parekklesion kubbesinin ortasında Meryem ve Çocuk İsa, dilimlerinde ise 12 melek tasviri görünmektedir. Charles Texier Félix Marie
Charles Texier 1802 Versailles'de doğdu, 1871 Paris'de öldü; Fransız mimar, arkeolog ve gezgin. Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunu bitirmiş; Fransız Bilimler Akademisi ve Paris Arkeoloji Enstitüsü üyelikleri yapmıştır. Bayındırlık İşleri Müfettişliği görevi esnasında Fransız Hükümeti tarafından Anadolu'ya gönderilmiştir. İlki 1833 ve ikincisi 1843 yılında olmak üzere Anadolu'da yıllarca süren seyahat ve incelemeleri sırasında Türkiye'nın çok büyük bir kısmını baştan başa gezip dolaşmış, kazılar yapmış, araştırmalarda bulunmuş ve bütün bu çalışmalarının sonuçlarını yayınlamıştır. Bu eserin, Türkiye Arkeolojisi için belki de en orijinal kısmı, topografik haritasını çıkartıp birçok yerini resimlediği Hititler'in başşehri Hattuşaş (Boğazköy) ile buranın açık hava tapınağı olan Yazılıkaya'yı bulmuş ve dünyaya tanıtmış olmasıdır. Gezip dolaştığı yerlerde sadece antik devirlere ait değil, daha sonraki devirlere ait (Selçuklu, Beylikler, Osmanlı vb.) de önemli şehirlerin, yapı ve anıtların çizimlerini yapmış, uzmanlar tarafından gravürlerle durumlarını tespit etmiştir. Bunlarla da yetinmemiş, Anadolu'nun jeolojik yapısı, coğrafi özellikleri, yer altı ve yer üstü kaynakları ve kültür merkezlerinin tarihi ve o günkü halkın etnik, demografik, kültürel, ekonomik vb. durumu hakkında bilgi vermiş, gözlemlerini aktarmıştır. Texier ilmi merak ve özel ilgileri ile Osmanlı Devletinin hakim olduğu topraklarda seyahat ve araştırma yapmak isteyenleri caydırıcı, kasıtlı ve yanlış propaganda ve görüşleri, kendi çalışmalarına ve görüp yaşadıklarına dayanarak, gerek basın-yayın yoluyla, gerekse aydınlatıcı konferanslarıyla, etkisiz kılmak için de gayret sarf etmiştir. Yazarın Türkiye'ye ilk seyahatinin (1833-1837) sonuçlarını ihtiva eden Fransızca orijinali, büyük boyda 862 sayfa metin, 239 gravür ve plan ile 5 haritadan oluşmaktadır. Texier ilk seyahatinden on yıl sonra (1843 yılında) Türkiye'ye yaptığı ikinci seyahatini takiben bu eserini, yeni bilgi ve belgeler eklemek suretiyle, daha da olgunlaştırarak yeni bir versiyonunu, yine Paris'te önce 1862, sonra 1882 yıllarında olmak üzere iki kez daha bastırmıştır. Bu defa tek cilt halinde ve 757 sayfa (fakat küçük punto ile çift sütun/1514 sayfa) olarak yayınlanan bu yeni baskı, yukarıda anılan üç ciltlik ilk baskıdan daha az hacimli değildir. Ancak gravürler ve çizimler bakımından ilk baskı daha zengindir. Ali Suat Bey'in son baskıdan yaptığı tercümeyi esas almakla birlikte, ilk baskıdaki gravür ve çizimlerle bu eseri zenginleştirildi. Ali Suat Bey'in Arap harfli Türkçe tercümesinde 63 gravür, çizim ve resim varken son bu neşride 300 dolayında fazla gravür, çizim ve resim vardır. Texier'in bu dev eseri, yayınlanır yayınlanmaz ilim dünyasında büyük yankı yapmıştır. İçeriği bakımından özelikle Anadolu'yu ilgilendirmesi sebebiyle Türk aydınlarının da dikkatini çekmiş ve daha Milli Mücadele devam ederken, Ali Suat Bey (1869-1932) tarafından Türkçeye tercüme edildi. Yerebatan Sarnıcı Yerebatan Sarnıcı İstanbul'daki en büyük kapalı sarnıçtır. Ayasofya binasının batısındaki küçük binadan girilir. Sütun ormanı görünümündeki mekanın tavanı tuğla örülü, çapraz tonozludur. Zamanında civardaki bir bazilikadan dolayı bu isimle anılmıştır. Hâlihazırda İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden Kültür A.Ş. tarafından işletilen Yerebatan Sarnıcı, müze olmanın yanında ulusal ve uluslararası birçok etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. Nem oranı astım hastalarının sağlığı açısından sakıncalıdır. Beylerbeyi Sarayı Beylerbeyi Sarayı, İstanbul'un Üsküdar ilçesinin Beylerbeyi semtinde bulunan ve Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yıllarında mimar Sarkis Balyan'a yaptırılan saraydır. Sarayın bulunduğu yer tarihi bir yer olup, buranın yerleşim alanı olarak kullanılması Bizans dönemine kadar uzanmaktadır. Bu bölgede Bizans döneminde İstavroz Bahçeleri olarak anılan bir koruluk bulunmaktaydı. Bizans döneminde bu bölgeye, 2. Konstantinos’un diktirdiği büyük haçtan ötürü İstavroz (Stavroz) adının verildiği söylenmektedir. Eremya Çelebi Kömürcüyan, bu bölgede Bizans dönemine ait kilise ve bir ayazmanın 17. yüzyılda hala ayakta olduğunu belirtmiştir. Osmanlı dönemine ait buradaki ilk yapı ise II. Selim’in kızı olan Gevher Sultan’ın sarayıdır. IV. Murad bu sarayda dünyaya gelmiştir. Daha sonra 17. yüzyılda bu bölgede I. Ahmet tarafından Şevkabad Kasrı, III. Ahmet döneminde ise Ferahabad yalısı yaptırılmış, I. Mahmud ise annesi için Ferahfeza Kasrı’nı yaptırmıştır. Bu bölge padişahların hasbahçesi olarak da kullanılmıştır. III. Mustafa döneminde buradaki yapılar yıktırılıp arazisi halka satılmıştır. II. Mahmud daha sonra bu satılan arsaları tekrar geri alıp, 1829 yılında burada bir ahşap saray yaptırmıştır. Bu sarayın 1851 yılında çıkan bir yangın sonucunda bir kısmı yanmıştır. Sultan Abdülmecid’in de içinde olduğu bir sırada yanan saray uğursuz olduğu düşünülerek bir süre kullanılmamıştır. Daha sonra 1861-1865 yılları arasında yanan sarayın yerine Sultan Abdülaziz tarafından bugünkü Beylerbeyi Sarayı yaptırılmıştır. Sarayın mimarı Sarkis Balyan ve kardeşi hassa mimarı Agop Balyan’dır... Beylerbeyi Sarayı bir saray kompleksi olup geniş bir bahçenin içinde asıl saray (yazlık saray) ile birlikte Mermer Köşk, Sarı Köşk, Ahır Köşk ve iki küçük deniz köşkünden oluşur. Asıl saray olan yazlık saray, Rönesans, Barok ve doğu-batı üslubunun kaynaştırılması ile yapılmıştır. Deniz kenarındaki rıhtım üzerinde inşa edilen saray kagir bir yapı olup yüksek bir bodrumun üzerine yapılmış 2 katlı bir yapıdır. Saray; Harem ( kuzey bölümü) ve Mabeyn-i Hümayun (güney bölümü) dairelerinden oluşup; üç giriş, altı büyük salon 24 oda 1 hamam ve 1 banyo içermektedir. Saray dikdörtgen bir yapıdadır. Sarayın çatısı bütün cepheleri dolaşan bir korkuluk ile gizlenmiştir. Sarayın dış görünüşü zemin katla üst katı birbirinden ayıran kuvvetle belirtilmiş bir silme ile ayrılmıştır. Sarayın deniz ve yan cephelerinin orta bölümleri dışarıya doğru taşan üç bölüm halinde düzenlenmiştir. Yapının pencereleri dikdörtgen şeklinde olup kemerlerle süslenmiştir. Pencerelerin ve duvar köşelerinin arasında tek ve çift sütunlar bulunmaktadır. Birinci kat tamamen mermerle, ikinci kat ise mermer benzeri taşlarla döşenmiştir. Sarayın içi de ahşap oymacılığı, altın nakış işçiliği, resim ve yazı gibi öğelerle süslenmiştir. Sarayın iki katının planı da ortadaki büyük bir salonun çevresindeki odalardan oluşmaktadır. Zemin katta suyu denizden alınan ve üzeri camekanla örtülü bir havuz bulunmaktadır. Zemin katta salonun köşelerinde toplam dört oda vardır. Zemin kattan üst kata havuzun karşısında bulunan çift kollu geniş bir merdiven ya da servis merdiveninden çıkılır. Üst katta bulunan büyük salona Kabul Salonu denir. İkinci katta büyük salonun dışında iki küçük salon ile deniz ve kara cephesine bakan küçük odalar vardır. Sultan Abdülaziz sarayın iç dekarosyonuna özel bir ilgi göstermiş denize olan tutkusu nedeni ile sarayın tavanlarındaki bazı çerçeve ve kartuşların içine deniz ve gemi temaları işletmiştir. Bunun dışında sülüs ve ta’lik hatlarıyla yazılmış manzumeler vardır. Sarayın harem bölümü ise daha sade düzenlenmiştir. Sarayın Harem, Selamlık ve koltuk kapılarından olmak üzere üç girişi vardır. Saray kompleksinin diğer yapıları olan Mermer ve Sarı Köşkler 2. Mahmud döneminde yapılan eski sarayın parçalarıdır. Mermer Köşkün cepheleri büyük mermer levhalarla kaplı olduğundan bu adı almıştır. Bahçedeki büyük havuzun arka kısmında yer alır. Tek katlı olup ampir üslupta yapılmış bir yapıdır. Büyük bir salon ile iki odadan oluşur. Salonunda büyük oval bir havuz bulunmaktadır. Sarı Köşk ise havuzun kenarında bulunup bodrumuyla birlikte toplam üç katlı kagir bir yapıdır. Bütün katlarında birer salon ve ikişer oda vardır. Salonunda barok merdiven bulunan toplam üç bölümden oluşan sade bir yapıdır. Köşkün içinde deniz resimleri vardır. Yapının ön ve arka cephelerinde yarım daire kemerli üçlü pencere grupları vardır. Ahır Köşk, padişahın atlarının bakımı için yaptırılmıştır. Saray arazisini güney bölgesinde bulunmaktadır. Sarayın kapı ve pencereleri at nalı kemerlidir. İçerisinde bir havuz ve yirmi bölmeli bir ahır vardır. Bu Köşk hayvan resimleri ve at figürleri ile süslenmiştir. Beylerbeyi sarayı denizden geriye doğru setler halinde yükselen geniş bir bahçenin içinde yer alır. Sarayın bahçesinde ağaç ve havuzlarla birlikte tümü Paris’te yaptırılmış olan tunçtan hayvan heykelleri ile süslüdür. Bahçede 80*30 m boylarında içinde sandalla gezilebilecek büyük bir havuz vardır. Bahçe, denize paralel, rıhtım boyunca uzanan süslü bir duvarla çevrilidir. Duvarın üzerinde saraya denizden girişi sağlamak amacı ile iki kapı yapılmıştır. Bunun dışında duvarın her iki tarafında küçük deniz köşkleri bulunmaktadır. Bu köşkler altıgen bir yapıda olup, çatıları çadır biçiminde yapılmıştır. Her iki köşkte de bir oda ve bir tuvalet bulunmaktadır. Saray padişahların yanı sıra bugüne kadar birçok ünlü ismi ağırlamıştır. 2. Abdülhamid Balkan Savaşlarından sonra güvenlik nedeniyle Selanik’teki Alatini Köşkü’nden alınıp Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiş ve hayatının geri kalan kısmını bu sarayda geçirmiştir. Sarayın ilk önemli yabancı konuğu ise 3. Napolyon’un karısı Eugénie olmuştur. Sarayın diğer önemli konukları ise Karadağ Kralı Nikola, İran Şahı Nasrüddin ile Ayastefanos Anlaşmasını imzalamak için İstanbul’a gelen Gran Dük Nikola ve Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’tir. Cumhuriyet döneminde ise Atatürk’ün davetlisi olarak 1934 yılında İstanbul’a gelen İran Şahı Rıza Pehlevi bu sarayda konuk edilmiştir. 1936 yılında ise Balkan Oyunları Festivali bu sarayda düzenlenmiş ve Mustafa Kemal Atatürk o geceyi Beylerbeyi Sarayı’nda geçirmiştir. Beylerbeyi Sarayı, 1909 yılında mimar Vedat Tek tarafından onarılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise saraya gereken ilgi gösterilmemiştir. Boğaziçi Köprüsü’nün sarayın yakınına yapılması sarayın bütünlüğün bozulmasına neden olmuştur. Ayrıca sarayın büyük bahçesinin bir kısmı Karayollarına bir kısmı Deniz Astsubay Okulu’n
a verilmiştir. Gerek Boğaziçi Köprüsü’nün yapımı gerekse çeşitli kurumlarca kullanılan yapıları sarayın orijinalliğinin bozulmasına sebep vermiştir. Saray günümüzde Pazartesi ve Perşembe günleri hariç ziyaretçilere açık bir müzedir. Tarkan Gözübüyük Tarkan Gözübüyük (d. 15 Temmuz 1970, Erzurum), Türk müzisyen ve yapımcıdır. Bursa'da büyüdü ve 14 yaşında basgitarla tanıştı. Lise yıllarında katıldığı rock gruplarıyla ve Bursa Anadolu Lisesi okul orkestrası ile çeşitli konser ve festivallerde sahneye çıktı. Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesi'nde dört yıl caz eğitimi aldı. 1987'den bugüne basgitaristi olduğu Pentagram'ın yerli ve yabancı plak şirketleriyle yayınladığı toplam altı albüm yapımında ve birçok konser etkinliğinde yer aldı. Bu süre içinde Şebnem Ferah, Mor ve Ötesi, Teoman, Nazan Öncel, Turgut Berkes, Demir Demirkan, Knight Errant, Athena gibi grup ve sanatçıların albüm çalışmalarında basgitarist, aranjör, prodüktör ve benzeri roller üstlendi. Ogün Sanlısoy'un "Üç" adlı albümüne de büyük katkıları olmuştur. Halen Pentagram'ın basgitaristliğini üstlenmektedir. 30 yıldır grupta bu görevde kalmaya devam eden müzik gönüllüsüdür. Pentagram ile beraber 1 demo,2 live albüm, 6 stüdyo olmak üzere 8 kompozisyona imza atmıştır. Sulfamidochrysoidin Sulfamidochrysoidin (Prontosil), 1930'ların başında Gerhard Domagk tarafından keşfedilen antibiyotiktir. Yaygın olarak kullanılan ilk kemoterapötik ajan, ilk oral antibiyotik olan prontosil'in kaşifi Gerhard Domagk 1939 yılında Nobel Tıp Ödülü almıştır. Prontosil'in kimyasal formülü CHNOS - HCl'dir. John Carew John Alieu Carew (d. 5 Eylül 1979, Oslo), Santrafor mevkiinde görev alan Gambiya asıllı Norveçli futbolcudur. Carew, Aston Villa 7. takımı Valencia'da oynarken adına Gambiya dilinde güç demek ve babasının da adı olan Alieu’yu ekledi. Yüksek kapasitesine rağmen sakatlıklar ve ailesindeki sorunlar nedeniyle uzun süreli istikrar yakalayamadı. Avrupa Birliği pasaportu da bulunan yıldız oyuncu, futbol hayatına ülkesinde Lorenskog kulübünde başladı. Daha sonra transfer olduğu Vålerenga’da 33 maçta 14 kez fileleri havalandırarak dikkat çekti. 5 Kasım 1998’de Vålerenga formasıyla Beşiktaş’a karşı çok iyi bir performans sergileyip bir de gol attıktan sonra 18 Kasım’da oynanacak Mısır millî maçı kadrosuna çağırıldı. Bu, 19 yaşındaki futbolcunun ilk millî müsabakasıydı. Başarılı performansıyla bir sonraki sezon Norveç’te şampiyonluk yaşayacağı Rosenborg’a transfer oldu ve 18 maçta 22 gole imza attı. Büyük cüssesine kıyasla iyi sayılabilecek top tekniği ve rakip savunmayı rahatsız eden stili onu, 2000-2001 sezonunda da 17 milyon dolara Valencia’ya taşıdı. La Liga’da ilk yılında 37 karşılaşmada yer alıp, 19 gol attı ve ekibinin UEFA Şampiyonlar Ligi’nde final oynamasında da başrol oynadı. 2001-2002’de dizinden ciddi bir sakatlık geçiren genç futbolcu fazla bir varlık gösteremedi ancak 2002-2003’te tekrar toparlanarak La Liga’da ve Avrupa Kupaları’nda başarılı bir performans sergiledi. 2003-2004 sezonunu Serie A’da Roma’da kiralık geçiren Carew, 34 maçın 20’sinde forma giydi. Sahada kaldığı 923 dakikada 17 gole imza attı ve 2004-2005 sezounda Beşiktaş'a transfer oldu. Beşiktaş'ta ise, Süper Lig’de oynadığı 24 maçta 13 gol, 3 UEFA Kupası’nda maçında 1 gol kaydetmişti. Türkiye Kupası maçında ise gol atamamıştı. Toplamda 14 gol atmasına rağmen medya organları tarafından yoğun şekilde eleştirildi. Beşiktaşlı taraftarların en sevdiği oyunculardan biri iken yaklaşık 8 milyon Euro karşılığında Lyon'a satıldı. Genç yaşına rağmen büyük uluslararası tecrübesi olan Carew, Avrupa Kupaları’nda 20'nin üzerinde gol attı. 2006-2007 yılının transfer döneminde Lyon'dan Milan Baros ile Aston Villa'ya takas edildi. Aston Villa'da oynadığı ilk Premier League maçı olan West Ham United'a karşı bir de gol attı. Şu an hala Aston Villa oyuncusudur ama 2010 - 2011 sezonu devre arasında İngiltere Premier Lig takımlarından Stoke City'ye kiralık olarak transfer olmuştur. 2011-2012 sezonunda West Ham United'la anlaşmıştır. 26 Şubat 2013 tarihi itibarıyla İnternazionale FC ile sözleşme imzalamıştır. 31.07.2013 tarihinde , 33 yaşında futbolu bıraktığını açıklamıştır . 85 kez Norveç millî takım forması giymiş bu maçlarda 23 gol atmıştır. Konstantinopolis Konstantinopolis (Yunanca: Κωνσταντινούπολις, "Konstantinúpolis" veya "i Pólis", Latince: , Osmanlıca: قسطنطينيه "Kostantîniyye"); Roma İmparatorluğu (330–395), Bizans İmparatorluğu (395–1204 ve 1261–1453), Latin İmparatorluğu (1204–1261) ve Osmanlı İmparatorluğu'na (1453–1922) başkentlik yapmış bir şehirdir. Günümüzde İstanbul diye adlandırılmaktadır. Bizans döneminde kullanılan adıyla Konstantinopolis; 1453'te Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet'in fethinden sonra Kostantiniyye, İstanbul, Dersaadet gibi değişik adlarla anılmıştır. Bunlardan resmi amaçlarla en çok kullanılanı Kostantiniyye'dir. Kentin şimdiki adı olan İstanbul'un Konstantinopolis'ten türediği ya da Yunanca "εις τήν Πόλι(ν)" (/is tin boli/) yani "kente" ve "kentte" kullanımının Türkçeleştirilmesiyle oluştuğu kabul görür. Şehir Osmanlıların eline geçtikten sonra da Konstantinopolis (Kostantiniyye) ismi kullanılmaya devam edilmiştir, bunun yanında İstanbul adı da yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına doğru İstanbul dışındaki adlar kullanımdan kalkmıştır. Buna karşın diğer dillerde Konstantinopolis adlandırması devam etmiş, kent Osmanlı Türkçesinde استانبول (İstanbul) olarak adlandırılırken Latin harfleriyle yazıldığında Konstantinopolis kullanılmıştır. Türkçede Latin harflerine geçiş sonrasında Türk Devleti diğer ülkelerden kentin Türkçe adını kullanmalarını talep etmeye başlamış, zamanla dünya genelinde İstanbul adı yaygınlaşmıştır. MÖ 667 yılında Antik Yunanistan'dan gelen Megaralı kolonistler bugünkü tarihi yarımadanın en doğusuna Byzantion (Yunanca: "Βυζάντιον") adlı şehir devletini kurdular. Byzantion, MÖ 196'da Romalılar tarafından işgal edilinceye kadar şehir devleti özelliğini korumuştur. Bu antik Yunan şehri bugünkü İstanbul'un kentsel ilk atası olarak kabul edilir. İstanbul'un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğu'nun Doğu-Batı ayrılmasından 65 yıl önce başlamıştır. 11 Mayıs 330 tarihinde Roma İmparatoru I. Konstantin Byzantion'u imparatorluğun yeni başkenti seçmiş ve Yeni Roma (Latince: "Nova Roma") diye tekrar isimlendirmiştir. İlk zamanlarından itibaren yeni başkentin tarihçileri kurucusunun adından dolayı onu "Konstantin'in Şehri"; "Konstantinopolis" diye anmaya başlamışlardır (Yunanca: "Κωνσταντινούπολις" veya "Κωνσταντίνου Πόλις"). Şehir hızla eski site sınırlarından taşarak batıya doğru yayılmaya başlamıştır. Büyük Konstantin döneminden başlayarak Roma İmparatorluğu'nun başkenti ve Roma İmparatorluğu yıkıldığı MS 395'ten itibaren ardılı olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur. Konstantinopolis, önce Doğu Roma İmparatorluğu adıyla kurulan ve Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu'na dönüşen devletin de 395'te başkenti olmuştur. Konstantinopolis erken ortaçağda da dünyanın en parlak ve zengin şehridir. Şehir ve güneyindeki Theodosius Limanı, 13. yüzyıla dek dünyanın en büyük ticaret merkezlerinden biri olur. 1204-1261 yılları arasında Latinlerin işgaline uğrayan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelmiştir. Latin egemenliğinden sonra Konstantinopolis daha sonra tekrar 1453'e kadar Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur. 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet'in Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle şehir Osmanlı Devleti'nin başkenti olmuştur. Kostantiniyye ve İstanbul adlarını alan şehir, bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur, Üç kıtada yayılan toprakları 400 yıldan uzun süre hakimiyetinde bulundurmayı başarmıştır. İstanbul'un fethi ile Karadeniz ticaret yolu Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçmiştir. 1923'te Ankara'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti ilan edilmesiyle, MS 330'dan beri sürdürdüğü 1600 yıllık başkentlik özelliğini kaybetmiştir. İstanbul'un stratejik özelliklerinin başında Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlaması gelmektedir. Bir nevi köprü vazifesi görmektedir ve tarih boyunca kültürler arası köprü vazifesini başarıyla yerine getirmiştir. Doğu Roma İmparatorluğuna ve Osmanlı Devletlerine başkentlik yapmıştır. Tarih boyunca birçok devlet tarafından kuşatmaya uğramıştır ama emsali görülmemiş surlarını kimse aşmayı başaramamıştır. Bu surlar üç aşamadan oluşuyordu ve aralarında boşluklar bulunuyordu bu boşluklara da hendekler kazılmıştı ve içlerinde göletler oluşturulmuştu. Bu surları Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet geçmeyi başarmıştır ve Osmanlı'nın yeni başkenti olmuştur. İstanbul ayrıca Yunan mitolojisinde de geçer ve "Altın Boynuz" olarak da bilinen Haliç'in oluşumu mitolojide anlatılagelir. İstanbul'un Dünya haritasına bakıldığında hem Asya hem de Avrupa'ya hakim bir yapısı bulunmaktadır. İstanbul Boğazı'ndan geçerek Rusya Federasyonu'na deniz yolu ile geçilebilir ya da Akdeniz havzasına inilebilir. Sırasıyla: WordPress WordPress, GPL lisanslı, PHP ve MySQL kullanılarak yazılmış bir kişisel yayın sistemidir. B2/cafelog projesinin resmi devamı kabul edilir. Wordpress bir CMS (Content Management System / İçerik Yönetim Sistemi)'dir. Bu niteliği ile sadece makale yazma ve düzenleme veya blog sistemi olarak değil, her türlü içeriğin düzenlenip yayımlanabileceği bir platform olduğu anlamına gelmektedir. Google tarafından çok hızlı indexlenir ve sayfa açılışları hızlıdır. WordPress yeni bir yazılımdır, kökleri ve gelişimi 2001'e kadar uzanır. Kullanım, hız, geniş kullanıcı tecrübesi ve rahatlığına odaklanmış bir yayım yazılımı olup açık kaynak yazılımına katılan aktif bir toplulukla geliştirilmektedir. Wordpress'in ilk çıktığı zamanlardan bugüne kadar kullanımı sürekli artmış ve yaygın kullanım oranı arttıkça da wordpress daha da kullanışlı hale getirilmek için sürekli geliştirilmiş ve hala geliştirilmeye devam etmektedir. İlk çıkışı bir blog alt yapsı olsa
da günümüzde artık wordpress ile sadece blog değil, haber, e-ticaret, sosyal medya, kurumsal siteler ve hatta forum siteleri dahi kurulabilmektedir. Keza Türkiye'deki popüler ve milyonlarca ziyaretçisi olan birçok site de wordpress alt yapısı kullanmaktadır. Buna Türkiye'nin en büyük haber sitelerinden biri de dahildir. WordPress güçlü bir kişisel yayım platformudur ve internette bir yayımcı olarak kullanıcının tecrübesini mümkün olduğu kadar çekici hale getirmek için tasarlanmış özellikler ile gelmektedir. Özgürce dağıtımı yapılan, standart, hızlı, hafif ve kişisel ayarlarıyla ve tamamen istenilen özelliklere göre değiştirilebilir çekirdeğiyle bir yayım platformu sunmaktadır. Bunun yanında her kullanıcı kendi ihtiyaçları ve kodlama bilgisi doğrultusunda temalar üretip kullanabilmektedir. Bu alanda WordPress, rakiplerine göre oldukça başarılı ve zengindir. Wordpress'in en büyük özelliklerinden bir tanesi, çok iyi ve geniş kapsamlı dokümentasyona ve oldukça kalabalık ve kişilerin her türlü sorun ve sorularına cevap bulabileceği forumlarının ve kaynakların bulunmasıdır. Bütün bunlara ek olarak, Wordpress üzerine geliştirilen çok sayıda eklenti kullanılarak hiçbir yazılım bilgisine sahip olunmadan çok hızlı bir şekilde sadece blog değil, e-ticaret veya sosyal medya platformu haline getirilebileceğidir. Buddypress ve Woocommerce bu tür eklentilere örnek olarak verilebilir. Wordpress temaları wordpress kullanıcıların siteleri için kullanabilecekleri hazır tasarımları / giydirmelerdir. Wordpress için sadece WordPress'in işlevsel sistemi değil, aynı zamanda temalar da geliştirilmektedir. Dolayısı ile wordpress'in alt yapısında kullanıcıya sunulan binlerce ücretsiz wordpress teması bulunur. Tabii bu tema üretimi sadece wordpress'in geliştiricileri tarafından değil, aynı zamanda dış kaynaklı olarak da yapılır ve bu üretimler de genellikle ücretli olarak kullanıcıya sunulur. Temalar, kullanıcıların bir WordPress web sitesinin görünümünü ve işlevselliğini değiştirmelerine izin verir ve sitenin içeriğini değiştirmeden yüklenebilir. Her WordPress web sitesinde en az bir temanın bulunması ve her temanın yapısal PHP, HTML ve Stil Sayfaları (CSS) ile WordPress standartlarını kullanarak tasarlanması gerekir. Temalar, doğrudan wordpress admin panelindeki WordPress "Görünüm" sekmesinden yükleme aracı kullanarak veya FTP ile yüklenebilir. Temalarda bulunan PHP, HTML ve CSS kodu, daha gelişmiş özellikler sağlamak için düzenlenebilir veya daha da ekleme yapılabilinir. WordPress temaları genel olarak iki kategoriye, ücretsiz temalar ve ücretli temalar olarak sınıflandırılır. Tüm ücretsiz temalar WordPress tema dizininde listelenir ve ücretli temalar ise birçok tema yazılımı yapan firma ya da online pazar yerlerinden bireysel WordPress geliştiricilerinden satın alınabilir. WordPress kullanıcıları, bunu yapacak bilgi ve beceriye sahip oldukları takdirde, kendi özel temalarını yaratabilir ve geliştirebilirler. WordPress kullanıcıları, yeterli tema geliştirme bilgisine sahip değillerse, ücretsiz ya da ücretli WordPress temaları indirebilir ve nerede ise hiçbir kodlama bilgisine sahip omadan kullanabilirler WordPress'in eklentileri kullanıcıların bir wordpress sitesinin veya blogunun özelliklerini ve işlevselliğini genişletmelerini sağlar. WordPress 40.000'den fazla eklentiyi bünyesinde barındırır. Bunların her biri, kullanıcıların sitelerini kendi özel ihtiyaçlarına göre uyarlamasını sağlayan özel işlevler ve özellikler sunar. Bu özelleştirmeler, arama motoru optimizasyonundan, üyelik sistemlerine, içerik yönetim sistemlerine gibi wordpress'e birçok ek özellik kazandırmaya kadar uzanır. Kullanılabilir tüm eklentiler yükseltmelerle daima aynı değildir ve sonuç olarak düzgün çalışmayabilir veya hiç çalışmayabilir. WordPress kişilerin kendi web sunucusunda ya da paylaşılan hosting hesabında kurulmak için tasarlanmıştır. Üçüncü kişiler tarafından host edilmiş servislerden farklı olarak, weblogla ilgili her şeyi değiştirebilir ve weblogla ilgili her şeye ulaşılabilir. WordPress evdeki bilgisayarın masaüstüne, hatta bir iç ağa bile kurulabilir. WordPress'in en bilinen özelliklerinden olan 5 dakikalık kurulumu, basitliği ve kullanım kolaylığı açısından çok pratik bir konumdadır. Yazılımı en son sürüme yükseltmek kolaydır ve kurulumdan daha kısa bir süre almaktadır. Óscar Córdoba Óscar Eduardo Córdoba Arce (d. 3 Şubat 1970, Cali), kaleci mevkiinde görev alan Kolombiyalı eski futbolcudur. Profesyonel futbolculuğa 1988 yılında Atlético Nacional takımında başladı. Daha sonra birçok Kolombiya takımında oynadıktan sonra Arjantin Ligi'nde Boca Juniors'a transfer oldu ve burada birçok kupa kazanılmasında rol aldı. 2001-2002 sezonunda İtalya’nın Perugia takımında forma giydi. 2002-2003 sezonunda Beşiktaş’a transfer oldu. 2003 yılında Beşiktaş'ın 100. yılında kazandığı şampiyonlukta önemli payı vardı. 7 Mayıs 2006 günü oynanan Galatasaray maçı sonrası hakkında çıkartılan şike söylentileri sonucu 2005-2006 sezonu sonunda Beşiktaş'tan ayrılmak istediğini belirtti ve kulüpten ayrıldı. 2006 yılında takımdan ayrıldıktan sonra Antalyaspor ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştır. 93 kez Kolombiya millî takımının kalesini korudu. Óscar Córdoba Aralık 2009 yılında futboldan emekli olana kadar Kolombiya Ligi takımlarından Millonarios ile sözleşme imzalamıştır. Emre Belözoğlu Emre Belözoğlu (d. 7 Eylül 1980; İstanbul), orta saha mevkisinde oynayan Türk futbolcudur. 2004 yılında Pele 'nin açıkladığı "Yaşayan en iyi 125 futbolcu" listesi FIFA 100 'de yer aldı.Süper Lig Ekiplerinden Medipol İstanbul Başakşehir'de forma giymektedir. Emre resmen Galatasaray'ın futbolcusu oldu. Sol ayağını çok iyi kullanıyordu. Galatasaray'da ilk sezonu olan 1996-97 sezonunda çok fazla forma bulamıyordu. 1997-98 sezonundan itibaren sezonda düzenli olarak forma giymeye başladı. İkinci sezonunda 23 lig maçında görev aldı ve bu maçlarda 2 gol attı. Galatasaray'da 4 Süper Lig şampiyonluğu, 2 Türkiye Kupası şampiyonluğu, 1 UEFA Kupası başarıları bulunmaktadır. Üçüncü sezonunda henüz 17 yaşındayken 27 lig maçında görev aldı ve 2 gol attı. Toplamda ise 34 maçta görev alıp bu maçlarda 4 gol atmayı başardı. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazandığı yılda iskelet kadroda kendine yer bulan Emre, Süper Lig, Türkiye Kupası, UEFA Kupası ve UEFA Süper Kupası kazanan takıma büyük katkıda bulundu. Son sezonundan itibaren Avrupa'nın köklü kulüplerinin dikkatini çekmeyi başaran Emre, Galatasaray forması ile 102 lig maçında forma giydi ve 14 gol attı. Toplamda ise 144 maçta forma giyip 21 gol atmayı başardı. Emre Internazionale Milano'da Avrupa'daki büyük futbol kulüplerinin ilgisini çekmeyi başarmıştır. İtalyan spor gazetesi Tuttosport Emre'nin bir orkestra şefi gibi olduğunu belirtti, o yıllarda Emre'yle Real Madrid, Barcelona, Valencia, AC Milan ve Internazionale Milano gibi Avrupa'nın büyük futbol kulüpleri ilgileniyorlardı. 2001 yılında Hakan Şükür ve Okan Buruk'un da forma giydiği Inter Milan'a, henüz 20 yaşındayken €10 milyon bedel ile transfer oldu. İlk sezonunda 14 lig maçında forma giydi. Inter Milan'daki ikinci sezonunda daha çok forma giymeye başladı 25 lig, 12 Avrupa Kupası olmak üzere 37 maçta forma giydi ve bu maçlarda 4 gol atıp 1 asist yapmıştır. Emre üçüncü sezonunda takımdaki başarısından dolayı "Pirata d'Oro" (Altın Korsan) ödülünü kazanan 17. futbolcu oldu. Emre Internazionale Milano'da sakatlıklar yaşamaya başladı, ve 2004-05 sezonunda sadece 19 maçta görev yaptıktan sonra transfer spekülasyonlarının hedefi oldu: şehir rakibi AC Milan ve İngiliz devleri Manchester United, Arsenal ve Liverpool ile anıldı. Premier Lig takımlarından Newcastle United'a transfer oldu. Temmuz 2005'te Newcastle United'a €3,8 milyon karşılığında transfer oldu. Newcastle United taraftarı tarafından sevilen bir futbolcu olduğunu kanıtladı. Yeteneğini sergilediği futbolla, golleriyle ve asistleriyle gösterdi. Premier League'de Sunderland'e attığı golle hatırlanmaktadır. Newcastle United'da oynarken ırkçılık iddiaları ile karşı karşıya kalmıştır. 30 Aralık 2006 tarihinde Everton ile oynanan ve 3-0 kaybedilen maç sonrasında Everton'un Nijeryalı savunma oyuncusu Joseph Yobo, Emre'nin kendisine ırkçı sözler söylediğini iddia etmiştir. Bu iddialar üzerine Emre bunu kesinlikle kabul etmeyerek "Oda arkadaşım bir siyahi, Nijeryalı Obafemi Martins. Böyle birşeyi kesinlikle yapmadım." diyerek kendisini savunmuştur. Bu ırkçılık iddiaları üzerine Bolton Wanderers kulübünün siyahi oyuncusu El Hadji Diouf, "Emre 15 Ekim 2006 tarihinde 2-1 kazandığımız maç esnasında bana da ırkçı sözler söylemişti" diyerek bir kez daha Emre'yi suçlamıştır. 1 Mart 2007 tarihinde de Watford'lu Alhassan Bangoura, Emre'nin kendisine ırkçı sözler söylediğini iddia etmiştir. İngiltere Futbol Federasyonu tarafından açılan soruşturmada iddialar ispat edilememiştir 2008 yılında Newcastle United'dan ayrılmıştır. Newcastle United forması ile 58 Premier League maçında 5 gol 5 asist, 3 FA Cup maçı, 2 EFL Cup maçı ve 8'de Avrupa Kupasında olmak üzere 71 maçta forma giymiş, 5 gol atıp, 6 asist yapmıştır. Temmuz 2008'de €4,5 milyon bedel ile Fenerbahçe'ye transfer olarak Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda seremoni yapıldı. Tecrübeli olması nedeni ile Fenerbahçe'de geldiği ilk sezonda 2. kaptan oldu. 2009-10 sezonunda Galatasaray ile oynanacak maçta gol atıp gerçek Fenerbahçe'li olduğunu kanıtlamak istediğini dile getirdi ancak bu maçta sakatlığı nedeniyle forma giyemedi. Emre'nin Fenerbahçe'ye transfer olması birçok Galatasaray taraftarının "anti-Emre" pankartı açmasına yol açtı. Ancak Emre her zaman Fenerbahçe'ye hayranlık duyduğunu belirtti. İlk sezonda beklenenleri pek karşılayamayan Emre Fenerbahçe'deki ikinci sezonunda ise Süper Lig'de 2009-10 sezonunun en iyi futbolcusu seçildi. Fenerbahçe'deki 3. sezonu da 27 maçta forma giymiş 3 gol atıp 6 asist yaparak Fenerbahçe'nin Süper Lig şampiyonluğuna katkı yapmıştır. Fenerbahçe'deki son sezonunda İngiltere'de olduğu gibi Türkiye'de de ırkçılık iddiaları ile karşı karşıya
kaldı. 15 Nisan 2012 tarihinde Trabzonspor ile oynanan maçtan sonra Trabzonspor'lu Didier Zokora, Emre'nin kendisine "fucking nigger" dediğini iddia etmiş ve Emre'yi suçlamıştır. Emre ise maçtan 1 gün sonra 16 Nisan 2012 tarihinde, Newcastle'da oynarken ırkçı sözler söylediği iddia edilen daha sonra Fenerbahçe'de takım arkadaşı olan Joseph Yobo ile basın toplantısı düzenlemiş ve iddiaları kesinlikle kabul etmediğini, nigger değil prick dediğini söylemiştir. Ayrıca Emre, Lig Tv'de yayınlanan bir programa telefonla bağlanıp Şansal Büyüka ile yaptığı röportajda "Zokora'nın söylediği kelimeyi [negro] telaffuz etmiş olabilirim, kabul ediyorum." şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Emre bu olaydan sonra rakip futbolcuya hakaret nedeniyle Türkiye Futbol Federasyonu tarafından 2 maç cezaya çarptırılmıştır. Emre Belözoğlu 31 Mayıs 2012 tarihinde yapılan resmi açıklamaya Atlético Madrid ile 2 yıllık sözleşme imzaladı. 31 Ağustos 2012 tarihinde Chelsea takımıyla oynanan ve 4-1 Atlético Madrid'in galibiyeti ile biten Süper Kupa maçı sonucunda Madrid ekibi kupayı müzesine götürmüştür. Emre böylece Galatasaray ile 2000 UEFA Süper Kupası'ndan sonra kariyerindeki ikinci Süper Kupa zaferini tatmış oldu.Atletico'ya geldikten sonra kendisi için ayrı bir öneme sahip olan 5 numaralı formanın dolu olmasından sonra Emre,Galatasaray'da ilk giymiş olduğu 21 numaralı formayı giydi. 2012-2013 sezonunun ilk devresini Atlético Madrid takımında geçiren Emre ilk devre sonunda €350.000 karşılığında eski kulübü Fenerbahçe ile yeniden anlaşmış ve 2,5 yıllık sözleşme imzalamıştır. Bu dönemde 5 numaralı forma Mehmet Topal'da olduğu için 25 numaralı formayı seçmiştir.2 Şubat 2013 akşamı Volkan Demirel kaptanlığı kendisine devretmiştir.Emre 2. Fenerbahçe döneminde ilk maçına Sivasspor karşısında çıkmıştır ve yeniden formasını giydiği Fenerbahçe'de 2012-2013 sezonunda ilk golünü ligin 23. Haftasında Kasımpaşa SK ile oynanan mücadelenin 89. dakikasında kazanılan penaltı atışı ile atmıştır.Emre 2.golünü 4-1 kazanılan Bursaspor macında atmıştır. Emre 2013-14 sezonunda Fenerbahçe ile 23 resmî maçta forma şansı buldu. Bunların 20si lig maçı olmak üzere; 2 UEFA, 1 Süper Kupa maçı. Forma giydiği 23 maçta 6 gol kaydetti. 6 sarı kart görüp ligin 28. haftasında Galatasaray karşısında oynanan karşılaşmada 40. dakikada kırmızı kart görüp oyundan ihraç edildi. Kaptan 2014-15 sezonunda Fenerbahçe'nin 20. şampiyonluğa ulaşıp 4. yıldızı alma umutlarına karşılık 20 numaralı formayı aldı. 27 Haziran 2015 tarihinde Fenerbahçe Sportif Direktörü Terranao tarafından Belözoğlu'nun sözleşmesinin yenilenmeyeceği açıklanmıştır. 22 Nisan 2017'de Çaykur Rizespor'la 3-3 berabere biten maç sonrasında tel örgüler arkasında kendisine küfür eden taraftara tepki gösteren Emre Belözoğlu ve bazı futbolcular, maç sonunda görüntü alan bir kameraman ve muhabire saldırdı. Olayda yaralanan muhabir ve kameraman polise giderek şikayetçi oldu. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'na sevkedilen Emre 50 bin TL para cezası aldı. İlk millî maçına 2000 yılındaki Norveç karşısında çıktı. UEFA Euro 2000 turnuvasından sonra ilk büyük sakatlığını yaşadı. Ancak, 2002 FIFA Dünya Kupası'nda forma giydi. UEFA Euro 2008'in açılış maçında forma giyebilen Emre, bu maçta da sakatlanarak takımının yarı finale çıktığı bu turnuvanın kalan maçlarını da saha dışından izledi. Nihat Kahveci Nihat Kahveci (d. 23 Kasım 1979, İstanbul) forvet mevkinde görev yapmış Türk eski futbolcudur.Şu anda Villarreal'in altyapı teknik direktörlüğünü yapmaktadır. Nihat Kahveci futbola Esenlerspor'da lise yıllarında başladı. Lise boyunca bu takımın yıldızlar kategorisinde forma giyip liseyi bitirdikten sonra Beşiktaş tarama ekibinde bulunan Rauf Başer tarafından siyah-beyazlı kulübün alt yapısına alındı. Alt yapıda antrenör Hürser Tekinoktay tarafından yetiştirildi. 1996'da Beşiktaş A2 forması giymeye başladı. 27 maçta 11 gol kaydetti. 1997-1998 sezonunda Fuat Çapa'nın tavsiyesiyla gençleştirme operasyonu yapan teknik direktör John Toshack tarafından A takıma alındı. 9 Kasım 1997'de Bursaspor'a 2-1 yenildikleri maçta Yusuf Tokaç'ın yerine son 18 dakikada dahil olarak ilk resmi maçına çıktı. Beşiktaş'ta genel olarak sağ kanatta görev yaptı. İlk golünü 14 Şubat 1998'de Trabzonspor'a 3-1 yenildikleri maçta kaydetti. Sezon sonunda Türkiye Kupası'nı kazandılar. Final maçlarından birinde oynayan Nihat da ilk kupasını kazanmış oldu. Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda da 90 dakikanın sonlarında oyuna giren Nihat, uzatmalara giden maçta 112. dakikada attığı golle Beşiktaş'ın Galatasaray'ı 2-1 yenmesini sağlayıp kupayı müzeye taşıdı. Sezon içinde 16 PAF maçında da oynayan Kahveci 13 gol kaydetti. 1998-99 sezonunda 28 maçta görev yaptı. Son 4 maçında ise ilk 11'de şans buldu. 7 gol kaydeden Nihat, Kocaelispor'u 2-0 yendikleri maçta 2 golü de atarak dikkat çekti. Sezonun son 2 maçında da 3 gol kaydetti. 1999-2000 sezonunun özellikle ikinci yarısında ilk 11'in değişmez oyuncusu haline geldi. 2000-2001 sezonunun 31 maçında forma giyip 30'unda ilk 11'de oynadı. Sezon içinde Atatürk Kupası'nı kazansalar da Nihat maçın ilk 18'inde değildi. 2001-02 Nihat'ın Beşiktaş'taki ilk döneminin son sezonu oldu. Sadece ilk yarıda forma giyen Nihat, 13 lig maçının hepsinde 90 dakika forma giyip 6 gol kaydetmişti. Nihat'in Avrupa maçı 1998-1999 sezonu Kupa Galipleri Kupası elemelerinde Valerenga ile İstanbul'da 3-3 berabere kalınan maç oldu. 1999-2000'de MK Hapoel Hayfa karşısındaki iki maçta da forma giymişti. 2000-2001'de 4 eleme maçında da forma giydi ve Lokomotiv Moskva'ya 2 maçta da birer gol kaydetti. Böylece Beşiktaş ile ilk kez Şampiyonlar Ligi gruplarında yer aldı. Gruplarda 5 maçta 90 dakika forma giydi ve AC Milan, FC Barcelona ve Leeds United gibi güçlü takımlar karşısında forma giymiş oldu. 2002 yılının Ocak ayında, eski teknik direktörü Toshack tarafından, İspanya La Liga takımı Real Sociedad'a 5 milyon € karşılığında transfer edildi. Takımda bir başka Türk Tayfun Korkut de yer almaktaydı. Nihat, 26 Ocak 2002'de Celta Vigo karşısında ilk maçına çıktı ve son 18 dakika oyunda yer aldı. Yaklaşık bir ay sonra ise ilk golünü Rayo Vallecano'ya karşı kaydetti. Genel olarak ilk sezon fazla kadroya girme imkânı bulamamasına rağmen sonraki senelerde forvet pozisyonunda forma giydi. 2002-03 sezonu Nihat'ın kariyerinin en etkili olduğu sezon oldu. Sezonun ilk maçında Athletic Bilbao'yu 4-2 yenerken, Nihat iki golle sezonu açtı. Darko Kovaçeviç ile iyi bir ikili oluşturan Nihat, gollerine sezon boyunca devam etti. Ligin ilk yarısını Real Madrid'in 5 puan önünde lider bitirdi. 24. hafta kaybettikleri liderliği 34. hafta geri almışlardı. 37. hafta Celta Vigo'ya 3-2 yenilerek liderliği kaybettiler. Nihat'ın maçta attığı 2 gol takımını kurtarmaya yeterli olmamıştı. Son hafta Real Madrid, Sociedad'ın 2 puan önündeydi. Sociedad, Nihat'ın da gol attığı maçta Atletico Madrid'i 3-0 yenerken, Real Madrid de maçını kazanınca sezonu ikinci olarak tamamladılar. Nihat, 38 maçın 35'inde oynayıp 23 gol kaydetti. Takımının en golcü ismi olan Nihat, 29 gol atan Roy Makaay'ın ardından, Ronaldo ile birlikte gol krallığında ikinci oldu. 2003 yılında Ballon d'Or ödülünde 3 oy alıp listeye girmeyi başardı. 2003-04 sezonunda Nihat, 32 maçta 14 golle oynadı. Şampiyonlar Ligi'ne geri dönen futbolcu bütün maçlarda forma giydi. Juventus FC, Galatasaray ve Olimpiakos'lu grupta ikinci olarak bitiren Sociedad, sonraki turda Olympique Lyonnais'a elendi. 2004 yılında İspanya'da yılın futbolcusu seçildi. 2004-2005 sezonun ortasında ciddi bir sakatlık geçirerek sakatlanarak sezonu kapandı. Sakatlanana kadar son 3 sezonda Ronaldo ile birlikte La Liga'da en çok gol atan (50 üzeri) iki oyuncudan biri olma başarısını gösterdi. 2004-05 sezonunda 23 maçta 13 gol kaydetti. İlk 24 maçın 23'ünde oynadıktan sonra sakatlık geçirerek sezonu kapatmak zorunda kaldı. 2005-06 sezonu Sociedad'daki son sezonu oldu ve 32 maçta 7 gol kaydetti. Sociedad'da geçirdiği 4,5 yıldan sonra, 2006'da sözleşmesi bitince Villareal'e bonservis ödenmeden transfer oldu. 2006-07 sezonuna kadroda yer almaya başlasa da yine bir sakatlık geçirip sadece 9 maç forma giyip, Kasım ayında sezonu kapadı. Villareal sezonu 5. olarak kapamıştı. 2007-08 sezonu Nihat'ın geri dönüşü anlamına geliyordu. 38 maçın 34'ünde forma giyen futbolcu 18 gol kaydetti. Böylece takımının en golcü ismi ve gol krallığında 4. oldu. Raul Gonzalez ve David Villa da 18 gol atmıştı ancak Nihat'ın attığı 18 golün hiçbiri penaltıdan değildi. Villareal sezon sonunda kariyerinin en iyi derecesini alarak La Liga ikincisi oldu. UEFA Kupası ile Avrupa'ya dönen Nihat, 6 maçta 3 gol kaydetti ancak Villareal, son 32'de o sezon şampiyon olacak FK Zenit'a uzatmalarda elendi. 2008-09 sezonuna ise yine sakatlıklarla uğraşarak başladı. Çoğu zaman oyuna yedekten dahil oldu ve sadece 19 maç oynadı. UEFA Şampiyonlar Ligi grup seviyesinde de sakatlığı yüzünden sadece Celtic maçında forma şansı bulabildi. Son 16'da Panathinaikos karşısındaki iki maçta da forma şansı buldu. Takımı çeyrek finalde Arsenal FC'ye elendi. Nihat ikinci maçta son 27 dakika forma şansı bulabildi. 2009-10 sezonunda Villareal'den 4,5 milyon € bonservis bedeli ile başkan Yıldırım Demirören tarafından tekrar Beşiktaş'a getirildi ve 3 yıllık sözleşme imzaladı. 17 Ekim 2009'da Kasımpaşa karşısında uzun yıllar sonra Süper Lig'deki ilk golünü kaydetti. Nihat, ilk sezonunda 23 maç oynadığı Beşiktaş'ta ağları ligde 3 kez havalandırıp, hayal kırıklığı yarattı. Türkiye Kupası'nda ise 3 maçta 2 gol attı. Bir kez daha UEFA Şampiyonlar Ligi'nde oynayan Nihat, 4 kez de Avrupa maçına çıktı. 2010-11 sezonunun başında Víkingur Gøta ile yapılan 2 maçta toplam 3 gol atarak sezona iyi bir başlangıç yapmıştır. Ancak daha sonra bu performansın devamı gelemedi. Kasım ayına kadar forma giyen Nihat, yine bir sakatlık geçirip uzun süre sahalardan uzak kaldı. Vikingur maçları dışında attığı tek gol UEFA Kupası'nda FC Porto'ya uzaktan attığı gol oldu. Ligde toplamda 11 maçta forma giyen Nihat, Konyaspor ile 1-1 biten
maç içinde Ricardo Quaresma ve daha sonra spor yazarı Turgay Demir ile tartışan Nihat, sezon sonu takımdan ayrılacağını açıkladı. 18 Mayıs 2011 tarihinde kulübün resmi sitesinde "Profesyonel futbolcularımızdan Nihat Kahveci ile aramızdaki mevcut sözleşme karşılıklı anlaşılarak sona erdirilmiştir." yazılı açıklamasıyla sözleşmesi karşılıklı feshedilmiştir. Kahveci 17 Ocak 2012'de profesyonel kariyerini noktaladığını duyurdu. 1 kez Türkiye U-18 millî takım formasını giymiş ve ilk golünü atmıştır 25 kez Türkiye U-21 formasını giymiş bu maçlarda 1 de gol atmıştır... Norveç ve Bosna Hersek ile yaptığımız kader maçlarında galibiyet gollerini atarak, Türk millî takımının EURO 2008 Finalleri'ne gitmesinde başrolü oynadı. 15 Haziran 2008 tarihinde Çek Cumhuriyeti'ne karşı oynadığı grup maçında 2 dakika içerisinde 2 gol atmış ve UEFA tarafından maçın adamı seçilmiştir. Ayrıca Çek Cumhuriyeti 'ne attığı galibiyet golü de UEFA tarafından turnuvanın en iyi 10 golünden biri seçilmiştir. 2003 yılında Fransa'da düzenlenen FIFA FIFA Konfederasyonlar Kupası kadrosunda da yer almasına rağmen sakatlığı sebebiyle hiçbir maçta görev almamıştır. Temmuz 2012'de, futbolculuk kariyerinde bir dönem formasını giydiği Villarreal'in altyapı teknik direktörü olmuştur..13 Kasım 2013 tarihiyle twitter hesabından görevinden istifa ettiğini açıklamıştır NOT:"Evsahibi olarak Türkiye baz alınmıştır." Beşiktaş Sava Paunović Sava Paunović (; d. 1947), Yugoslav eski futbolcudur. 1977 Temmuz ayında Partizan'dan 2 yıllık sözleşme ile Beşiktaş'a transfer oldu. 1977-1978 sezonunda 27 lig maçında 7 gol attı. Ertesi sezon ise oynadığı 28 maçta 14 gol atarak gol krallığında ikinci sırada yer aldı. Özellikle derbilerde ve deplasmanlardaki üstün formuyla dikkat çeken Paunović, attığı goller kadar attırdıklarıyla da gündemde kalmayı başarmıştı. Ancak Türk futboluna yabancı oyuncu yasağı gelmesiyle 1978 Haziran'ında Yugoslav takımı Radniki Kragujevac'a transfer oldu. Anarşizm Anarşizm, (Antik Yunanca'da an ""-sız", olumsuzluk eki" ve archos "yönetici" sözcüklerinden türetilmiştir, "yöneticisiz" anlamına gelir) toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşizm, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir. Bu hareketler genellikle, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular. Bu felsefeler, anarşi terimiyle özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder. Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin asli ilkelerindendir ve ayrıca anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü ifade eder. Anarşist felsefeler arasında hatrı sayılır bir çeşitlilik vardır. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar bu nedenlerle birbirlerinden çok farklı ve hatta karşı olabilirler. Örneğin anarşist komünizmin yanı sıra Hristiyan anarşizmi gibi anarşist akımlar da mevcuttur. Anarşizm, geleneksel siyasete karşıdır; devletsizlik ve şiddetsizlik temel ilkeleridir. Klasik anarşizmde parlamento sahte bir kurumdur, halkın iktidarı değildir, bu yüzden oy vermemek gerekir. Devlet, doğası gereği kötüdür, kötü olduğu için değil. Partiler düzenin elemanlarıdır. Anarşizm değil anarşizmler vardır. Ortak özellikleri bütünsellikten yoksunluk, anti dogmatizm, devrimcilik, çelişki ve tutarsızlığı tutarlı kabullenme, birey özgürlüğüdür. Zerzan, kültür ve teknolojiyi ortadan kaldırıp neandertalizme gitmeyi önermiştir. İspanya İç Savaşında anarşistler de yer almış, yenilmişler ve marjinalize olmuşlardır. Birinci Enternasyonal'de güçlü bir anarşist akım vardır. Anarkokomünistler, bireysel terörcüler, Malatestacılar, liberterler, genel grevciler ortaya çıkmıştır. Proudhon, mülkiyet hırsızlıktır demiştir. Anti politik politika üretenler, nonapolitik olanlar, Anarko-kapitalizmi savunanlarla çeşitli kollarda Stirner, Proudhon, Bakunin, Kropotkin, Godwin, Sorel, Goldman, Rothbard anarşist teoriye katkılarda bulunmuştur. Bireyci anarşizmde devlet yoktur, vergi yoktur, askerlik yoktur, polis yoktur, kanun yoktur, bütün kolektiviteler yoktur ve sonunda toplum yoktur. Bu kavramları Warren, Spooner, Tucker'de belirgindir. Anarşistler bolşevik devrimine karşıdır. Devletin yok olmasını kabul eder, düzenin sağlanmasını doğal hale bırakır. Kendi kendine işleyen bir ahlak düzeni, yasasız ve devletsiz işleyebilir. Yerel cemaatler doğrudan dayanışma ile devlet, sermaye, kiliseye karşı özgürlükleri savunabilir. Bu toplumsallıkta sınır tanımama ana ilkedir. Bir anarşist kol ise şiddeti savunur. Eylem ile propagandayı itici güç olarak görür. Buna savunmacı şiddet diyen ve suikastlerle düzeni sarsmayı öngören devrimci Malatesta, Neçayev, Bakunin ortaya çıkmıştır. Kropotkin evrimci, Tolstoy pasifist, Gandhi boykotçu, Proudhon kooperatifçidir. Devletin emilmesini savunanlara göre halk bankaları kurulmalıdır. Postyapısalcı anarşistler ise merkezsizliği öne çıkarırlar. Mutualizm, 18. yüzyılda İngiliz ve Fransız işçi hareketleri ile ortaya çıktı ve ardından Fransa'da Pierre-Joseph Proudhon, ABD'de diğer bazı düşünürlerle bağlantılı olarak anarşist görünüm kazandı. Birleşik Devletler'de, örneğin Benjamin Tucker ve William B. Greene gibi bireyci anarşistler üzerinde etkisi görüldü. Mutualizmin önemli kavramları arasında; federasyon, karşılıklılık, özgür ortaklık, gönüllülüğe dayanan sözleşmeler, kredi ve para reformu bulunur. Birçok mutualistin görüşüne göre hükümet müdahalesinin olmadığı bir serbest piyasa - emek değer teorisine göre - kar, kira ve faizi kaldırarak, fiyatları emek maliyetlerine çeker ve şirketler için işçilerin rekabeti yerine; firmaların ücretleri arttırarak işçiler için rekabet ettiği bir düzen sağlanır. Mutualizm, kimi zaman bireyci ve kollektivist anarşizm arasında bir yerlerde bir sentez olarak görülür. Bu düşünce mutualistlerin kendi eserlerinde dile getirilmiştir. "Mülkiyet Nedir?" adlı eserinde Proudhon "özgürlük" kavramına eşdeğer olarak komünizm ve mülkiyetin diyalektik sentezi olan "anarşi" kavramını önerir. Pierre-Leroux'tan esinlenen Greene, mutualizmi üç felsefenin sentezinde arar:“komünizm, kapitalizm ve sosyalizm. Sonraki bireyci anarşistler mutualist terimini “sentez” temasına çok az vurgu yaparak kullandılar. Proudhon’dan önce, Josiah Warren’de başarısız Owencı deneyimin ardından benzer görüşler öne sürmüştür. 1840 ve 1850’lerde, Charles A. Dana ve William B. Greene, Proudhon’un çalışmalarını ABD’de tanıttı. Greene Proudhon’un mutualizm kavramını ABD koşullarında yeniden değerlendirdi ve Benjamin R. Tucker'a bundan bahsetti. Kollektivist anarşizm (daha geniş anlamda komünal anarşizmle karıştırılmaması gerekir ) özellikle Mikhail Bakunin ve Birinci Enternasyonal’in anti-otoriter kesimi ile ifade edilen anarşist akımdır. Ayrıca Johann Most da bu yaklaşımın üyelerindendir. Mutualistlerden farklı olarak kollektivist anarşistler üretim araçlarının her türlü özel mülkiyetine karşıdırlar ve mülkiyetin kolektifleştirilmesini savunurlar. Fakat kolektifleştirme, gelir paylaşımına kadar genişletilmemelidir, çünkü işçiler anarko-komünizmin "herkesin ihtiyacına göre" anlayışından farklı olarak çalışma zamanına göre ücretlendirileceklerdir. 1880’li yılların ilk bölümünde, Avrupa anarşist hareketinin büyük kısmı temelde ücrete dayalı işçiliğin kaldırılması ve emeğine göre değil, ihtiyaca göre dağıtımı savunan anarko-komünist düşünceye bağlı bulunurken, İspanya’nın erken dönem anarşist hareketi bazı dönemlerde kollektivizmi benimsemiştir. Kollektivist anarşistler çalışma tazminatlarını desteklerler ve ihtiyaca göre komünist paylaşımı devrim sonrası süreçte olanaklı görürler. Kollektivist anarşizm, devletsiz, kollektivist toplum için birlikte mücadele ettiği ve kendisiyle aynı dönemde yükselişe geçen marksizmin işçi diktatörlüğüne mesafeli yaklaşmış onu reddetmiştir. Farklı geleneklerden oluşan bireyci anarşizm bireysel bilincin ve bireysel çıkarın herhangi bir kolektif organ ya da kamu otoritesi tarafından engellenmemesi gerektiğine inanır. Bireyci anarşizm, sosyal, sosyalist, kollektivist, komünalist akımların ortak mülkiyet düşüncesine karşı mülkiyetin bireylerin elinde bulunmasına olumlu yaklaşır. Bazı önemli temsilcileri: Henry David Thoreau, Josiah Warren ve Murray Rothbard’dır. Ayrıca genelde William Godwin de bireyci anarşist olarak değerlendirilir. Godwin, yardımseverlik düşüncesini savunurken bunun yanında her bireyin, kendi emek ve mülkiyeti üzerinde bireysel söz hakkını dile getirmiş ve sonunda ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak olan hükümetin zamanla küçülmesine yol açacak ilerlemeci akılcılığa inanmıştır. Max Stirner ise en tanınmış ayrıca ilk bireyci anarşisttir. Stirner’ın felsefesi bireyci anarşizmin egoist formudur; ona göre tanrı, devlet, ahlak kuralları ve toplumu dikkate almadan istediği gibi eyleyen bireyin, toplum üyelerine karşı hiçbir sorumluluğu yoktur. Stirner’a göre haklar insan aklındaki korkulardır ve toplum denen şey yoktur; “bireyler onun gerçekliğidir” Mülkiyeti haklarla değil, güç ve kudretle sahip olunan varlıklar olarak görür. Stirner merhametsizliğe saygının gösterileceği egoistler birliğini insanları bir araya getirecek örgütlenme modeli olarak görür. Daha az radikal olmak üzere farklı bir bireyci anarşizm türü, Boston anarşistleri'nce savunuldu. Bunlar, serbest piyasa ve özel mülkiyeti destekliyorlardı. Özgürlüğün ve mülkiyetin korunmasını özel sözleşmelerle sağlama taraftarıydılar. Bunun yanında emeğin, maaş karşılığı takasını öngörüyorlardı, buna
rağmen devlet tekelinde kapitalizmin (devlet garantisinde tekel olarak tanımlanır) emeğin karşılığını sağlamayacağı uyarısını da yapıyorlardı. 19 yüzyılda dahi Amerikalı bireyciler arasında çeşitli konularda görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştı ve bu yüzden bireyci anarşizm açısından belirli bir teoriden bahsetmek mümkün görünmemektedir. Örneğin Tucker entelektüel mülkiyet haklarına karşı çıkarken; Spooner desteklemekteydi Tucker sadece kullanıldığı sürece toprak mülkiyetini savunurken, Byington ve Spooner mülkiyet konusunda bu tür bir kısıtlamadan bahsetmiyordu. Önemli bir ayrışma, 19. yüzyılda Tucker ve bazı başka anarşistler, doğal haklar düşüncesini terkedip, Stirner'in felsefesi ışığında "egoizm"i benimsediklerinde görüldü. Bu yüzyılın ardından “bireyci anarşizmin doruk dönemi kapandı” Fakat, bireyci anarşizm, daha sonra Murray Rothbard ve 20. yüzyılın ortalarında anarko-kapitalistlerce daha geniş bir çerçevede özgürlükçü hareket akımlarından biri olarak çeşitli değişikliklerle benimsendi. Anarko komünistler kolektif üretim araçlarına sahip özyönetimli komünlerden oluşan ve siyasal organizasyon biçimi olarak doğrudan demokrasinin işlediği, diğer komünlerle federasyon ilişkisinin geçerli olduğu bir toplumun olabilecek en özgür toplumsal örgütleme biçimi olduğunu savunurlar. Fakat, bazı anarko komünistler, doğrudan demokrasinin çoğulcu yapısına karşı durmuş, bunun bireyesel özgürlüğü engellediğini dile getirmiş ve konsensusa dayanan bir demokrasi anlayışını öne sürmüşlerdir. Joseph Déjacque ilk anarko komünistlerdendir ayrıca Déjacque kendini özgürlükçü olarak ifade eden ilk anarşisttir Diğer anarko komünistler Peter Kropotkin, Emman Goldman, Alexander Berkman ve Errico Maletesta'dır. Anarko komünizm düşüncesinde, "kar"ın paylaşılması veya ücret yoluyla emeklerinin karşılığında işçilerin doğrudan bir tazminat alması öngörülmez, bunun yerine komünün artı değerine ve kaynaklarına özgürce erişim hakkı verilir. Kropotkin ve daha sonra Murray Bookchin’in dile getirdiği düşünceye göre; bu tür bir toplum üyeleri kendiliğinden gerekli bütün görevleri yerine getirecektir çünkü komünal girişimin ve karşılıklı yardımlaşmanın yararlarını, baskı ve sömürünün nedenlerini görecekler ve onun ilgasını talep edeceklerdir Özel mülkiyetin baskı ve sömürünün kaynağı olarak gösteren Kropotkin buna karşı , “barınaklar, toprak ve fabrikalar artık özel mülkiyet olmayacak, komüne veya ulusa ait olacaklar” sözleriye ortak mülkiyeti savunmuştur. Anarko komünizmin anarşizm ideolojisi içindeki konumu tartışmalıdır, çünkü bireyci ve anarko kapitalist anarşistler onu özgürlük düşüncesi ile uzlaşmaz görürler. Anarko sendikalistler ise anarko komünist toplumu, kendi amaçlarıyla uyumlu bir hedef kabul ederler; örneğin, İspanyol CNT, Isaac Puente'nin 1932 tarihli El Comunismo Libertario adlı eserini devrim sonrası toplum için manifestoları olarak kabul ettiler. Platformizm de, örgüte olan acil ihtiyacı dile getiren Nestor Makhno geleneğinden bir anarşist komünizm eğilimidir. Makhno'ya göre bu örgüt "anarşist hareketin üyelerinin çoğunluğunu kendine katarak, anarşizm için ortak bir taktiksel ve siyasal hat çizecek ve hareketin bütünü için rehber görevi görecektir" 20. yüzyılın başlarında, anarko sendikalizm, anarşizm içinde farklı bir düşünce akımı olarak yükselişe geçmiştir. Önceki anarşizm akımlarından farklı olarak emek hareketine odaklanan anarko sendikalizm, radikal sendikaları devrimci toplumsal değişimi sağlayacak güç olarak görür, kapitalizm ve devleti, işçilerin özyönetimine dayanan yeni bir toplumla alaşağı etmek temel amacıdır. Anarko sendikalistler ücret sistemini ve üretim araçlarının özel mülkiyetini sınıf ayrımını yarattıkları gerekçesiyle reddeder. Sendikalizmin önemli ilkelerinden bazıları; işçi dayanışması, doğrudan eylem (genel grev ve işyeri işgalleri gibi) ve işçilerin özyönetimidir. Rudolf Rocker erken dönem anarko-sendikalist düşünürlerdendir. Rocker bu hareketin kökenine dair düşüncelerini ortaya koyduğu 1938 el yazmaları Anarko-sendikalizm'de hareketin ne istediğini ve emeğin geleceği için neden önemli olduğunu dile getirmiştir. 20. yüzyılın başlarında önemli yer tutan hareket günümüzde özellikle Fransa ve İspanya’da olmak üzere birçok sendikalist örgüt aracılığıyla etkinliğini sürdürmektedir... Hareketin temel sorunu endüstri öncesi toplumu hatta bazen tarım öncesi toplumu yeniden canlandırmaktır. İnsanları doğal yaşamdan yabancılaştıran teknoloji ve ilerleme düşüncesiyle ifade edilen endüstri toplumu, bu ekolün eleştirilerinde önemli yer tutar. Felsefesinde Ludditelerin politik eylemlerinin ve Jean-Jacques Rousseau’nun yazılarının etkileri görülür. Fakat bunlardan daha fazla, primitizm ortaya çıktığında, Frankfurt Okulu’nun Marksistleri Teoder Adorno ve Herbert Marcuse’ün düşünceleri ile Marshall Sahlins, Richard Lee, Lewis Mumford, Jean Baudrillard ve Gary Snyder gibi antropologların düşünceleri bu ekolün şekillenmesinde önemli yer tutmuşlardır. Kendilerini primitivist olarak adlandıran bazı yeşil anarşistler, doğal yaşama tam bir dönüş ve göçebe avcı-toplayıcı hayat tarzını savunurken, birçok yeşil anarşist ise gündemine sadece endüstri toplumunun ortadan kaldırılmasını alır, evcilleştirmeye veya tarım etkinliğine karşı kesin bir karşı duruş sergilemezler. İlk kategoride teorisyenlere, Derrick Jensen ve John Zerzan örnek gösterilebilir. Birçok yeşil anarşist devrim sonrası gelecek ile bağlantılı bu sorunları bir kenara bırakıp, bugünün dünyasının karşı karşıya olduğu sorunlara ve toplumsal devrim konusuna odaklanmıştır. Günümüzde birçok anarşist yeşil anarşizmin en yetkin şekli olarak Murray Bookchin’in toplumsal ekoloji düşüncesini izlemektedir. Bu akım (aydınlatma endüstrisi, tarım ve sürdürülebilir şehircilikle birlikte) gelişmiş ekolojik toplum düşüncesine ve sınıf çatışmasına dayalı anarşizm olarak ifade edilebilir. Tarihçi George Richard Esenwein’in cümleleriyle anarşizm (önadsız): "anarşizmin sıfatsız formudur, yani komünist, kollektivist, mutualist veya bireyci gibi belirleyici sıfatların olmadığı bir düşünce akımı. Diğerleri için .. [Anarşizm (önadsız)] sadece, farklı anarşist ekollerin bir arada varolmasına tolerans gösteren bir tutumu ifade eder." Bu düşünce farklı anarşist ekoller arasında ortak noktaları vurgular ve bunları anti otoriter inançlar çevresinde birleştirmeyi amaçlar. İfade Küba doğumlu Fernando Tarrido del Mármol tarafından 1889 kasım ayında, farklı anarşist hareketler arasında şiddetli tartışmaların yaşandığı bir dönemde, uzlaşmaya çağrısı sırasında kullanılmıştır. Voltairine de Cleyre (başlangıçta kendini bireyci anarşist olarak ifade etmiş sonra ise çağdaş herhangi bir ekolle kendini tanımlamamakla birlikte anarşizmin kollektivist eğilimlerine yaklaşmış) anarşizm (önadsız) akımın bir temsilcisidir. Cleyre'e göre "sosyalizm ve komünizm her ikisi de belirli bir düzeyde ortak eylemi ve yönetim organını gerektirir ki bu anarşizm idealiyle tam anamıyla tutarlı olmayan yeni yönetimsel düzenlemeleri doğurur." ayrıca Cleyre "Mülkiyete dayanan bireycilik ve mutualizm benim özgürlük anlayışıma uyuşmayan bir özel polisin gelişimini içerir." sözleriyle diğer akımlarla arasındaki ayrışma noktalarını vurgular, ancak sözlerini bu hareketleri anarşist olmayan hareketler olarak tanımlamaya kadar götürmemiştir. Ekolün diğer bir temsilcisi Errico Maletesta, anarşistlerin hipotezler üzerine çatışmaya girişmek gibi bir lüksünün olmadığını söyleyerek anarşizmi (önadsız) bütünleştirici bir hareket olarak savunmuştur. Ekolün çağdaş temsilcisi olarak Fred Woodworth kabul edilir. Şiddetli reaksiyoner dönemin takip edeceği 1848 devrimleri sosyalist hareket açısından önemli bir aşamaydı. Devrimci hareketin ikinci en önemli aşaması yaklaşık yirmi yıl sonra 1864’de Uluslararası Emekçiler Birliği’nin kurulması ile başladı. İçinde Fransız Proudhon taraftarları, Blanquistler, İngiliz sendikalistler sosyalist ve sosyal demokratların bulunduğu Uluslararası Emekçiler Birliği -diğer ismiyle Birinci Enternasyonal- farklı devrimci hareketleri ve dünya işçilerini bir araya getirmek üzere sınırları aşan uluslararası sosyalist bir örgüt olarak kuruldu. İşçi hareketi ile olan doğrudan bağı nedeniyle zamanla önemli bir güç haline geldi. Karl Marx örgütte önde gelen ve Genel Kurul üyelerinden biriydi. Sol siyasetten geniş yelpazede birçok oluşumu içinde barındıran birlik bu özelliğinden dolayı çeşitli görüş ayrılıklarına da sahne olmaktaydı. Proudhon taraftarları, mutualistler, Marx'ın devlet sosyalizmi düşüncesine karşı çıkıyorlar, küçük mülkiyet hakkını savunuyorlardı. Aynı şekilde Enternasyonal’in anti otoriter seksiyonunun yanında 1868 yılında örgüte katılan Bakunin'de, devletin devrimci alaşağı edilmesini ve mülkiyetin kolektifleştirilmesini savunuyordu. Başlangıçta kollektivistler ile marksistler birlikte Enternasyonal’i daha devrimci sosyalist bir eğilime çekmek için çalışmış olsalarda sonraları örgüt, Marx ve Bakunin ile diğer önemli figürler çevresinde kamplara ayrıldı. Bakunin, Marx’ın düşüncelerini otoriter buluyor eğer Marksist bir parti iktidara gelirse, parti liderlerinin, karşısında savaştıkları yönetici sınıfın yerini alacağı öngörüsünü ileri sürüyordu. 1872 yılında bu çatışma iki grup arasında doruk noktasına ulaştı ve Lahey Kongresinde ayrılık kesinleşti. Marx’ın girişimleriyle Bakunin ve James Guillaume, Enternasyonal’den ihraç edildi ve yönetim merkezi New York’a taşındı. Buna karşılık Enternasyonal’in anti-otoriter grubu devrimci anarşist bir program kabul ederek St Imier Kongresi'nde anarşist enternasyonali kurdu. Birinci Enternasyonal’in anti otoriter kesimi “ayrıcalıkları ve devlet otoritesini” özgür emek örgütleri ile alaşağı etmek “ isteyen anarko sendikalislerin öncüleri oldular. Amsterdam Uluslararası Anarşist Kongresi 1907 yılında, Amsterdam Uluslararası Anarşist Kongresi 14 ülkeden temsilcilerin katılımıyla gerçekleşti. Hareketin önemli isimleri arasında; Errico Malatesta, Pierre Manatte, Luigi Fabbri, Benoil Broutchoux, Emma Goldman, Rudolf Rocker, Christiaan Cornelissen bulunuyor
du. Çeşitli konuların ele alındığı kongre'de özellikle anarşist hareketin örgütlülüğü, kitlelerin eğitimi, genel grev ve anti militarizm konuları üzerinde duruldu. Tartışmanın merkezinde ise anarşizmle sendikalizm arasındaki ilişki bulunuyordu. Maletesta ve Monatte özellikle bu konuda birbirlerine karşı savlar öne sürdü. Monatte sendikalizmin devrimci bir tutum olduğunu ve toplumsal devrimin koşullarını yaratacağını savurken, Malatesta sendikalizmin kendi başına yeterli olmadığını düşünüyordu. Malatesta'ya göre sendikalar reformistti ve hatta bazen muhafazakar olabiliyorlardı. Örnek olarak ABD sendikalarını gösteren Malatesta, vasıflı işçilerce oluşturulmuş bu sendikaların kimi zaman , vasıfsız işçilere karşı ayrıcalıklarını koruma yönünde eylemlere giriştiğini söylüyordu. Genel İş Konfederasyonu ve CNT Confédération Générale du Travail (Genel İş Konfederasyonu ) Fransa'da 1895'de kurulan, ilk büyük anarko sendikalist harekettir, 1881 yılında İspanyol İşçi Federasyonu onu takip etti. Anarşist sendika federasyonları, her zaman İspanya'da özel bir yere sahip olmuştur, bunlardan en önemlisi Ulusal Emek Konfederasyonu(CNT) 1910 yılında kurulmuştu ve 1940'lardan önce İspanyol işçi sınıfı siyasetinde en büyük güçtü ve İspanya İç Savaşında önemli bir role sahipti. Bu örgüt daha sonra, 1922'de kurulan anarko sendikalist federasyon olan Avrupa ve Latin Amerika'dan 2 milyon işçiyi temsil den Uluslararası Emekçiler Birliğine katıldı. Genel Emek Konfederasyonu CGT ve CNT ile günümüzde, örgütlü en büyük anarşist hareket İspanya'da bulunuyor. CGT'nin üye sayısının, 2003 yılı için 100.000 civarında olduğu tahmin ediliyor. Diğer etkin anarko sendikalist hareketler, ABD’de İşçi Dayanışma Birliği ve Birleşik Krallık’ta Dayanışma Federasyonu'dur. Devrimci sanayi sendikası, "Dünya Endüstri İşçileri" 2.000 aktif üyesinin olduğunu açıklamıştır. Ayrıca Birinci Enternasyonal'in varisi anarko sendikalist Uluslararası Emekçiler Birliği halen işçi mücadelesi alanındaki etkinliklerine devam etmektedir. Anarşistler Bolşeviklerle aynı saflarda Şubat ve Ekim devrimlerine katıldılar. Başlangıçta anarşistler Bolşevik hareketi destekliyordu. Fakat bir süre sonra Bolşevikler, anarşistleri ve diğer sol muhalifleri karşısına almayı yeğledi, bu karşı karşıya geliş, 1921 Kronstadt ayaklanmasına neden oldu. Bu baskı ortamında Anarşistler, kimi zaman hapsedildiler ya da yeraltına çekildiler bir kısmı ise muzaffer Bolşeviklere katıldı. Ukrayna’da ise anarşistler iç savaşta, önce Beyazlara ve sonra Bolşeviklere karşı, birkaç ay bölgede anarşist toplum kurma girimlerinde bulunan Nestor Makhno'nun lideri olduğu İsyancı Ukrayna Ordusu'a katılarak savaştılar. Anarşistlere uygulanan baskı karşısında, Emma Goldman ve Alexander Berkman Bolşevik siyasetini, Kronstadt ayaklanmasının bastırılmasını şiddetle eleştirdi, ardından bu eleştiriler nedeniyle Rusya’dan ihraç edildiler. Goldman ve Berkman’a göre Rus devrimi deneyimi, Bakunin'in Marksist stratejinin sonuçları hakkındaki tahminlerini fazlasıyla doğrulamıştır. Bolşeviklerin Ekim zaferi ve sonucunda ortaya çıkan Rusya İç Savaşı, uluslararası alanda anarşist hareketi ciddi şekilde olumsuz etkiledi. Birçok işçi ve aktivist Bolşevik başarıyı örnek olarak gördü; komünist partiler, anarşizm ve diğer sosyalist hareketlerden kopan kitlelerle büyüdü. Fransa ve ABD’de örneğin bir kısım CGT ve IWW sendikalisti örgütlerini bırakarak Komünist Enternasyonal’e katıldı. Bu kriz ortamında Paris'te sürgünde bulunan, aralarında Nestor Makhno’nun da bulunduğu Rusya anarşistleri grubu “Dielo Turda”, Bolşevizme cevap olacak yeni örgütlerin geliştirilmesi gerektiği sonucuna vardı. Bu tespit ile yayınladıkları "Anarşistlerin Genel Birliği'nin Örgütsel Platformu" (taslak) adlı 1926 tarihli manifestoları bazı komünist anarşistler tarafından desteklendi ancak başka birçokları tarafından kabul görmedi. Günümüzde bu mirasa dayanan Platformist gruplar arasında, Irlanda'nın “İşçi Dayanışma” hareketi ve “Kuzey Amerika Anarşist Komünistleri Kuzey Doğu Federasyonu” bulunmaktadır. 1920 ve 1930’lu yıllarda, Avrupa’da faşizmin yükselişi, anarşizmle devlet arasındaki çatışmanın dönüşüme uğramasına neden oldu, ve bu sorun anarşistlerin gündeminde öncelik kazandı. İtalya, anarşistler ile faşistler arasındaki ilk çatışmalara tanık oldu. Bu yüzden anarşistlerin ağırlıkta olduğu anti faşist örgüt Arditi del Popolo faşizmle mücadelede önemli rol oynadı. Bu grup, aralarında, Ağustos 1922’de Parma’dan Blackshirt'lerin geri püskürtülmesininde yer aldığı sayısız başarıya imza attı. Fransa’da 1934 Şubat ayaklanmalarında aşırı sağ lig isyana kalkıştığı sırada anarşistler "Birleşik Cephe" stratejisi yürüttüler. Fransa'daki durumun aksine İspanya'da CNT ve diğer anarşistler, halk cephesine katılmadılar. Bu tavır halk cephesinin seçimleri kaybetmesinde etkili oldu. Fakat 1936’da CNT ve anarşistler, strateji değişikliğine giderek bir sonraki seçimde halk cephesine destek verdiler. Yönetici sınıfın buna cevabı bir darbeyle oldu ve İspanya İç savaşı (1936-1939) patlak verdi. İç savaşta, anarşist gelenekten köylü ve işçilerin desteklediği silahlı milisler, ordunun isyanı ile gelişen süreçte, Barselona ve İspanya’nın bazı bölgelerini denetim altına aldılar. Fakat 1939’daki kesin faşist zaferle anarşist hareket İspanya’da yenilgiye uğradı. Aslında, bundan daha önce anarşistler stalinistlerle giriştikleri şiddetli mücadele nedeniyle zemin kaybetmişlerdi. George Orwell ve yabancı gözlemcilere göre, Stalinist ordular hem kolektifleri ezdiler hem de marksistler ile anarşistleri baskı altında tuttular. Bu sırada CNT liderleri ve anarşistler arasında fikir ayrılıkları oldukça yaygındı ve hatta aralarından bazıları cumhuriyetçi hükümete katılmıştı.. 1970'lerin sonlarından günümüze, bazı anarşist gruplar yükselen neo-faşizme karşı mücadelenin bir parçası oldular, Almanya ve Birleşik Krallık'ta bazı anarşistler, militan anti-faşist gruplarla ve marksistlerle birlikte savaştılar. Anarşistler, faşizmle mücadelede devletin müdahalesine bel bağlamak yerine doğrudan eyleme ve güce dayalı mücadeleyi savundu. Buna paralel olarak 06.12.2008'de Yunanistan'ın başkenti Atina'da, Aleksis Grigoropoulos'un polis kurşunu ile öldürülmesi sonucunda başlayan anarşist toplumsal eylem ve çatışma süreci 6 gün içerisinde Yunanistan'da Kostas Karamanlis başkanlığındaki Yeni Demokrasi Partisi hükümetini istifaya davet eden bir genel grev halini almıştır. Anarşizm birçok farklı tutum, eğilim ve düşünce okulunu barındıran bir felsefedir. Değerler, ideoloji ve taktikler, hala üzerinde anlaşma sağlanmamış ortak sorunlardır. Medeniyet, teknoloji, ve demokratik süreçler keskin biçimde bazı anarşist eğilimlerce eleştirilirken başka anarşistler tarafından alkışlanabilmektedir. Anarşizmin, kapitalizm, milliyetçilik ve din ile olan ilişkisi yaygın olarak tartışılmaktadır. Marksizm, komünizm, anarko kapitalizm gibi ideolojilerle karmaşık ilişki biçimlerine sahip olan anaşizm; hümanizm, kutsal otorite, bireysel çıkar veya çeşitli alternatif etik doktrinler ışığında şekillenmiştir. Irk cinsiyet, ve çevre konusunda ise anarşist tutum 18. yüzyıl felsefesinden bu yana önemli değişiklikler göstermiştir. Marksistler ve anarşistler en son ünlü Lahey Kongresi'nde bir araya gelmişler ve o tarihten sonra devamlı mücadele içerisinde olmuşlardır. Bu kongrede Marx ve Bakunin karşılıklı tartışmıştır. Bakunin'in Marx'ın fikirlerini otoriter olarak değerlendirmesiyle başlayan gruplar arasındaki tartışmanın sonunda anarşistler dışlanmış ve kongreden kovulmuşlardır. Bu anarşist ve sosyalist grupların birlikte yer aldığı son kongre olmuştur. Marksist yazarlar genelde anarşist düşüncenin bir küçük burjuva ideolojisi olduğu tezini öne sürmektedirler. Engels, kaleme aldığı ünlü "Otorite Üzerine" adlı makalesinde, her türlü otoriteyi reddeden Bakunincilerin görüşlerini sert bir dille eleştirmiş ve proleter devrimin, devlet karşısındaki tutumuna dair anarşistlerle olan temel ayrılıklarını konu almıştır. Buna göre; devleti yaratmış olan toplumsal ilişkileri kaldırmadan "devleti kaldırmak"tan sözeden anarşist düşünce bilim dışı, karşı devrimci ve hatta ihanet içerisindedir. Engels bu durumu şöyle tarif etmiştir; Marksist düşünür ve aynı zamanda SSCB'nin kurucusu olan Lenin de anarşist tezleri reddederek ""Alelade bir burjuva parlamenter devletin değil, ama sürekli ordusu olmayan, halk düşmanı bir polisi bulunmayan halkın üzerinde yer alan bürokrasisi olmayan bir devletin gereğini savunuyorum."" demek suretiyle devlet otoritesinin proleter bir devrim için olmazsa olmaz olduğunu belirtmiştir. Rasim Kara Rasim Kara (10 Haziran 1950, Eskişehir), eski Türkiye millî futbol takımı kalecisi ve teknik direktör. Türk futbolunun renkli simalarından bir olan Rasim Kara, Beşiktaş'a hem futbolcu hem de teknik adam olarak hizmet veren ender isimlerdendir. Eskişehir Işıkspor'da futbola kaleci olarak başlayan Kara, Uşakspor'dan Bursaspor'a transfer oldu. Oradan da Türkiye millî futbol takımına kadar yükseldi. 1972-73 sezonunda Osman Uçaner'in yedeği olarak kadroya dahil edilen Kara, 15 Ekim 1972'de Mersin İdman Yurdu ile oynanan lig maçında kaleyi koruyarak ilk lig maçına çıktı ve 0-0 biten maçta kalesini gole kapattı. Bir sonraki sezon Bursaspor, Türkiye Kupası'nın sahibi olurken, Kara takımının ilk iki kademesinde takımın kalesini korudu. 1974-75 sezonu Kara'nın kendisini gösterdiği sezon oldu. Bir kupa maçı dışında bütün maçlarda Bursaspor'un kalesini korudu. UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda çeyrek final oynayan takımın 6 maçında da forma giyen Kara, bu maçların yarısında gol yemedi. Sonraki sezonda da birinci kaleciliği devam etti. 2 Kasım 1977'de Eskişehirspor ile oynanan maçta takımının penaltıdan golünü kaydeden Kara, kariyerinin ilk golünü atmış oldu. 1975-1976 sezonunda Beşiktaş'a transfer oldu ve 9 sezon boyunca Beşiktaş'ın kalesini korudu. Beşiktaş ile ilk maçı ligin ilk haftasında eski takımı Bursaspor ile oynanan maçtı. Kara, o maçta gol yemeyerek Beşiktaş'a iyi bir başlangıç yaptı. Sezonun ikinci yarısında ask
ere giden Rasim Kara, kaleyi bir süreliğine Mete Bozkurt'a bıraktı. Sezon sonuna doğru takıma geri dönen kaleci Türkiye Kupası finali, Başbakanlık Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası maçlarında takımının kalesini korudu. Bu finallerden Başbakanlık Kupası'nı kazandılar. Bu kupa, Kara'nın Beşiktaş ile kazandığı ilk kupa oldu. 1977-78 sezonunun hazırlık kampının başında sakatlanan Rasim Kara, Beşiktaş kalesine ancak Ekim ayında dönebildi. İki sene boyunca Beşiktaş'ın kalesini aralıksız koruyan Kara, Ekim 1979'da performans düşüklüğü nedeniyle Mustafa Özbey'in arkasında ikinci kaleci olsa da Şubat 1980'de yeniden kaleye döndü. Sonraki sezona da Özbey'in yedeği olarak başlayan Rasim Kara, kısa süre sonra birinci kaleciliği kazandı. 9 Mayıs 1981'de Orduspor ile oynanan maçta Rasim Kara, Beşiktaş formasıyla ilk golünü penaltıdan attı. 1981-82 sezonunda Rasim Kara'lı Beşiktaş, lig şampiyonluğunu yakaladı. Kara, şampiyonluk sezonunda Adem İbrahimoğlu'nun yedeği olarak sadece dokuz maçta takımının kalesini koruyabildi. Bir sonraki sezon da genellikle İbrahimoğlu'nun yedeği olan Kara, Aston Villa ile oynanan maçta takımının kalesini koruyarak Şampiyon Kulüpler Kupası'nda boy göstermiş oldu. Aynı sezon ligde penaltıdan iki gol attı. 1983-1984 sezonu, Zafer Öğer'in de forma şansı bulmasıyla, Kara'nın üçüncü kaleciliğe düştüğü sezon oldu. Sadece Orduspor ile oynanan ligin son hafta maçında forma giyen kaleci Rasim, sezon sonunda emekli olmaya karar verdi. 7 Ağustos 1984'te Malatyaspor ile oynanan jübile maçıyla Rasim Kara, 34 yaşında futbola vefa etti. Kara, 0-0 biten jübile maçının 12. dakikasında kalesini İbrahimoğlu'na bıraktı. 2 kez U-21 forması giyen Rasim Kara, Euro 1976 elemelerinde 29 Ekim 1975'te Dublin'de oynanan İrlanda maçıyla ilk kez millî formayı giydi. Yasin Özdenak yerine 38. dakikada kaleye geçen Bursasporlu Rasim Kara, maçta farkın artmasını önleyen isim oldu. Buna rağmen Türkiye maçı 4-0 kaybetti. 23 Kasım'da oynanan SSCB maçında ise ilk 11'de sahaya çıktı. Rasim Kara, Bursaspor'da oynarken 4 millî maça çıktı. Beşiktaş'a geçtikten sonra 6 maç daha millî forma giyen Kara, bir 1978 FIFA Dünya Kupası ve bir Balkan Kupası maçında daha forma giydi. Rasim Kara, teknik direktörlüğe 1988-89 sezonunda 2. Lig ekiplerinden Uzunköprüspor'da görev yaparak başladı. Ancak bu ilk denemesinde başarısız oldu ve Uzunköprüspor, 34 maçta 19 puan toplayarak 3. Lig'e düştü. Antalyaspor'da görev yaptıktan sonra, önce Sepp Piontek'in sonra da Fatih Terim'in yardımcılığını üstlendi. Bu dönemde millî takımın yükselişinde rol oynayan teknik adamlardan biri oldu ve Türk Milll Takımı 1996 Avrupa Futbol Şampiyonasına katılma hakkını kazanarak tarihinde ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonası finaline katılma hakkını elde etti. 1996-1997 sezonunda Beşiktaş'ın teknik direktörü oldu. Siyah-Beyazlı takım onu çalıştırdığı dönemde şampiyonluğu son haftaya kadar kovalamış, lig tarihinin en yüksek gol sayısına ulaşmış ve Avrupa Kupaları'nda ki en başarılı sezonlarından birini yaşamıştır. "1996-1997 sezonunda Beşiktaş, UEFA Kupası'nda (Şimdiki adı ile UEFA Avrupa Ligi) Kara yönetiminde son 16'ya kalmıştır." Buna rağmen Beşiktaş'tan anlamsız bir şekilde ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Daha sonra Bursaspor, Çanakkale Dardanelspor, Çaykur Rizespor, Kocaelispor gibi birçok takımda kısa süreli görevler almıştır. Yurt dışında da görev alan Rasim Kara, Kanada'nın Ottawa Wizards takımını çalıştırdı. 2001 yılında Türk iş adamı Ömür Sezerman tarafından kurulan takımın ilk antrenörü olan Kara, takımı normal sezonda birinci yaptı, ancak şampiyonluk play-off'larında başarısız olup ligi dördüncü tamamladılar. Öte yandan Open Canada Cup'ı kazanarak, buk upayı ilk kez müzelerine götürdüler. Sezon sonunda Kara, görevinden ayrıldı. 2004 yılı devre arasında o sezon kurulmuş ve ilk kez profesyonel Azerbaycan liginde oynayan Hazar Lankaran'ın başına geçti. Burada Oktay Derelioğlu'nun başını çektiği takımı Kanada'da olduğu gibi normal sezon şampiyonu yaptı. Ancak yine Kanada'da olduğu gibi play-off'ta şampiyonluğu kaybettiler. Ancak takım ilk sezonunda Avrupa kupalarına kalmayı başardı. Ancak sonraki sezona kötü başlayan Lankaran, UEFA Kupası'ndan da elenince Kara görevinden istifa etti. 2006-07 sezonunun ikinci yarısında Azerbaycan'ın Karabağ takımını çalıştırmaya başladı. 2007-08 sezonunda da Karabağ'da kalan Kara, ligi beşinci bitirip Avrupa'ya kalamayınca takımdan ayrıldı. 2008-09 sezonu öncesi eski takımı Hazar Lankaran'a geri döndü. Takımın genel menejerliğine eski öğrencisi Oktay Derelioğlu'nu getirdi ve futbolcunun jübilesi için Lankaran ekibini Beşiktaş'la oynamak üzere Türkiye'ye getirdi. Takım sezona mağlubiyetle başlayıp UEFA Kupası'ndan elense de daha sonra yedi maçlık bir galibiyet serisi yakalayarak dikkat çekti. Ancak evinde Inter Baku ve Karabağ'a üst üste iki mağlubiyet alınca Kara görevini bıraktı. Kara son olarak Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Gelişim Direktörlüğü Bölgeler Sorumlusu olarak görev yapmaktadır. Faryd Mondragón Faryd Aly Camilo Mondragón (d. 21 Haziran 1971, Cali) kaleci mevkiinde forma giyen Kolombiyalı eski futbolcudur. Mondragón, Deportivo Cali, Independiente Santa Fe (Kolombiya), Cerro Porteño (Paraguay), Argentinos Juniors, Independiente (Arjantin), Real Zaragoza (İspanya), FC Metz (Fransa), Galatasaray takımlarında forma giymiştir. 2001-2007 yılından arasında 6 sezon Galatasaray'ın kalesini korumuştur. 2001-2002 sezonu başında kadrosu tamamen dağılan ve maddi imkânsızlıklar yüzünden transfer yapamayan Galatasaray'a küme düşen Fransız kulübü Metz'den kiralanmıştır. Kulüp ertesi sezon bonservisini alabilmek için Beşiktaş'la yarışa girmiş ve Mondragón'nun bonservisini satın almayı başarmıştır. 6 sezonda takımıyla 2 lig ve 1 Türkiye kupası kazanmıştır.Özellikle birçok Avrupa maçında ön plana çıkmış ve Şampiyonlar Ligi'nde 2 kez haftanın futbolcusu seçilmiştir. Türkiye'ye nişanlısıyla çok çabuk uyum sağlayan "Mondi" sarı kırmızılı taraftarlarla duygusal bir bağ kurmuş ve Ali Sami Yen'de senelerce "I love you Mondi" tezahüratlarıyla çağrılmıştır. Dindar kişiliğiyle de ön plana çıkan kaleci maçlarda sürekli hac çıkararak ve dua ederek kameralara yansımıştır.Ayrıca Florya personeli tarafından da çok sevilen kaleci dini bayramlardan önce personele yaptığı maddi yardımlarla uzun süre gündemde kalmıştır. 2005 yazında Palermo ile her konuda anlaşmış fakat teknik direktör Eric Gerets'in isteğiyle sözleşme yenilenmiştir. 2007-2008 sezonu öncesi kulüp bu talepleri kabul etmemiş ve zaten gençleştirme operasyonu yapılmasından da dolayı sözleşme yenilenmemiştir. Christoph Daum'un isteğiyle Köln'e transfer olmuştur. Ancak Galatasaray kendisine veda yemeği düzenlemiş ve Köln ile oynanan hazırlık maçında plaket vermiştir. Faryd Mondragón Galatasaray'ın kaptanlarından biridir. 30 Ocak 2012'de ilk profesyonel takımı Deportivo Cali ile bir yıllık sözleşme imzalamış ve futbolu burada bırakacağını açıklamıştır. 56 kez Kolombiya millî takım formasını giymiştir. Bu maçlarda 567 dakikada gol yememiştir. 21 Haziran 2014'te 43 yaşına giren Mondragon, millî takımının 2014 FIFA Dünya Kupası'nda 23 kişilik kadrosunda yer almayı başarmıştır. 25 Haziran 2014'teki Japonya-Kolombiya maçının 85. dakikasında kaleyi Ospina'dan devralmış ve Dünya Kupası'nda oynayan en yaşlı futbolcu unvanını Roger Milla'nın elinden almıştır. Evli ve 1 tane oğlu vardır. Eşiyle 6 yıl nişanlılığın sonunda evlendiler. Camilo ismi ailelerinde bir gelenek olarak tüm erkek çocuklarda vardır. Aile kökleri, Lübnan Hristiyan Arap tebasına mensuptur. Ailesi Osmanlı'nın son dönemlerinde Lübnan'dan Güney Amerika'ya göç etmiştir. 2001-2007 yılları arasında 6 sezon sarı-kırmızılı formayı giyen 41 yaşındaki Mondragon, Polonya Başbakanı Kaczynski'nin ölümünden sonra takım arkadaşı Lukas Podolski'nin siyah bantla sahaya çıkmasına izin verilmesinden sonra, Alman Futbol Federasyonu'nun kapısını çaldı. Bundesliga'da Köln forması giyen deneyimli kaleci, 2010 yılında ölen 'Babam' dediği Özhan Canaydın'a vefasını göstermek ve onu anmak için maça siyah bant takarak çıkmak istemiştir. Fevzi Elmas Fevzi Elmas (d. 9 Haziran 1983, Biga), Türk kaleci. 1. Lig ekiplerinden Adana Demirspor'da oynamaktadır. Futbola Çanakkale Dardanelspor altyapısında başladı ve sonra A takımına yükseldi. 6 sezon burada oynadıktan sonra Galatasaray teknik direktörü Gheorghe Hagi (2005-06) tarafından Galatasaray'a transfer edildi. Daha sonra Orkun Uşak alınıp üçüncü kaleciliğe düşünce takımdan ayrılmaya karar verip Antalyaspor'a gitmiştir. İki sezon Antalyaspor'da file bekçiliği yapan Fevzi Elmas 2009-10 sezonunda Orduspor'a transfer olmuştur. Dört sezon Orduspor'da file bekçiliği yaptıktan sonra 2013-2014 sezonunda Şanlıurfaspor'a transfer olmuştur. Şanlıurfaspor'da geçen başarılı iki sezonun ardından 2015-2016 yılında gelen başarısız sonuçlardan sonra devre arasında takımdan gönderilmiştir. Şanlıurfaspor'dan ayrılan tecrübeli file bekçisi Adana Demirspor ile 1,5 yıllık sözleşme imzalamıştır. Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı ve altı bütün kademelerde görev almıştır. Stjepan Tomas Stjepan Tomas (d. 6 Mart 1976 Bugojno) Okan Buruk'un teknik direktör yardımcılığı yapmakta olan eski Hırvat futbolcudur. Daha önce Dinamo Zagreb, Vicenza Como, Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarında oynamıştır. 2003-2004 sezonunun başında kiralık olarak Fenerbahçe'ye transfer olan Tomas, Fabio Luciano ile savunmada uyumlu bir ikili oluşturdu ve sarı-lacivertli takımın sezon sonunda şampiyon olmasında pay sahibi oldu. Buna rağmen, ikinci yarıdaki Adanaspor karşılaşmasında 35. dakikada oyundan alınmasına sinirlenerek formasını yere fırlatması sonucunda, sezon sonuna kadar takımda oynatılmasına rağmen, sözleşmesinin uzatma opsiyonu geçerli hale getirilmedi ve takımdan ayrılmak zorunda kaldı. Tomas, bir sezon sonra yaptığı açıklamada, takımdan gönderiliş sebebinin formasını yere fırlatması değil, teknik direktör Christoph Daum'un kendini kadroda istememesi olduğunu savundu . 2004-2005 sezonunun başında bedelsiz olarak
Galatasaray'a transfer oldu. Galatasaray'da Rigobert Song'la beraber gösterdikleri uyum ve performansla en iyi defans ikilileri listelerinde yer bulmuşlardır. Euro 2004'te Hırvatistan kadrosunda yer almıştır. Galatasaray'da 2005-2006'da şampiyon kadroda yer bulmuştur ve şampiyonluk sonrası statta sadece iç çamaşırı ile kalıp Hırvat bayrağı ile şampiyonluk turu atmıştır. Daha sonra Hasan Kabze'yi kadrosuna katan Rus ekibi Rubin, Tomas'ı da transfer etmiştir. Rus ekibiyle birlikte bir lig şampiyonluğu daha kazandı. Daha sonra da Stjepan Tomas 2009-2010 devre arası transferinin sonlarına gelirken Gaziantepspor'a transfer olmuştur. Burada geçirdiği yarım sezonun sonunda takımdan ayrılarak 2010-2011 sezonu için Süper Lig'in yeni takımlarından Bucaspor ile anlaşmıştır. Bucaspor'da seyrek forma şansı bulan Tomas, takımında kadro dışı kaldıktan sonra 26 Kasım 2010 tarihinde yaptığı açıklama ile profesyonel futbol hayatına nokta koyduğunu açıklamıştır. Tomas, 49 kez Hırvatistan millî futbol takımında forma giymiş, bu maçlarda 1 gol atmıştır. 2013-14 ara transfer döneminde Okan Buruk'un yardımcılığına Elazığspor'a getirildi. Halihazırda Akhisarspor'da Okan Buruk'un yardımcı antrenörlüğünü yapmaktadır. Rigobert Song Rigobert Song Bahanag (d. 1 Temmuz 1976, Nkanglikock), Kamerun'lu eski millî futbolcudur. Song, Trabzonspor'a gelmeden önce Metz, Salernitana, Liverpool, West Ham United, Köln, Lens ve Galatasaray gibi takımlarda oynadı. Kariyerindeki ilk profesyonel lig maçı, 31 Ağustos 1994'de 1-1 biten Metz - Lille karşılaşmasıdır. 13 Temmuz 2004 tarihinde teknik direktör Gheorghe Hagi yönetimindeki Galatasaray'a transfer oldu. İlk lig maçına 8 Ağustos 2004'te Konyaspor karşısında çıkarken, ilk lig golünüde 4 Şubat 2005'te Gaziantepspor ile oynanan ve 5-1 galip gelinen maçta attı. Galatasaray'da ki ilk yıllarında Stjepan Tomas'la savunmada güçlü bir ortaklık oluşturdu. 2007-08 sezonunda Emre Güngör'ün transferiyle sezonun ikinci yarısında yedek kalmaya başladı. Sözleşmesinin bitmesiyle 24 Haziran 2008 tarihinde Trabzonspor'la anlaştı ve yeni takımıyla 2 yıllık sözleşme imzaladı. 2008-09 sezonunda Egemen Korkmaz ve İbrahima Yattara'nın ardından takımın 3. kaptanlık görevini üstlendi. Trabzonspor'da ilk lig maçına 24 Ağustos 2008 tarihinde Ankaraspor'la oynanan maçta çıktı. 2 Aralık 2009 tarihinde Trabzonspor'da kaptanlığa getirilmiştir. Fakat 2010-2011 sezonu transfer döneminde Trabzonspor tarafından serbest bırakılmıştır. millî takımının formasını ilk kez Eylül 1993'te Meksika karşısında giydi. 17 yaşında ülkesinin 1994 FIFA Dünya Kupası kadrosunda yer aldı ve Brezilya ile oynanan maçta kırmızı kart görerek "FIFA Dünya Kupaları" tarihinde en genç kırmızı kart gören ve Zinedine Zidane dışında 2 kez kırmızı kart gören "(1994-1998)" tek futbolcu olarak tarihe geçti. 15 yıl boyunca Kamerun için anahtar bir futbolcu olan Song, millî takımının 1994 ABD, 1998 Fransa, 2002 Güney Kore-Japonya ve 2010 Güney Afrika dünya kupaları kadrolarında yer aldı. 4 Dünya Kupasında oynayan tek Afrikalı olmuştur. 2010 yılında millî takımı bıraktığını açıklamıştır. Barcelona'da oynayan Alexandre Song Rigobert Song'un yeğenidir. 3 Ekim 2016 tarihinde Afrika basınında yer alan haberlere göre, 40 yaşındaki Song'un evinde beyin kanaması nedeniyle felç geçirdiği belirtildi. Hastaneye kaldırılan Song'un, yoğun bakıma alındığı ve durumunun ciddi olduğu bildirildi. "'Millî takım" Kulüp Orhan Ak Orhan Ak (d. 29 Eylül 1979, Adapazarı), Türk futbolcudur. Futbolculuk kariyerini sonlandırmış olup, aktif olduğu dönemde sol bek pozisyonunda görev almaktaydı. Kocaali'nin Koğükpelit mahallesinde doğan Orhan Ak Sakarya'da bir amatör küme takımı olana "Et Balık Spor" altyapısında futbola başladı. Burada oynadığında Türkiye genç millî futbol takımları için kesfedildi ve Türkiye genç millî futbol takımları için ilk karşılaşmasına 22 Şubat 1995 tarihinde Almanya'ya karşı oynanan "U-15 millî" hazırlık karşılaşmasında çıktı. Bu karşılaşma sonrası birçok Süper Lig takımının dikkatini çekti. Gelen birçok transfer teklifleri arasında o zamanın Marmara Bölgesi'nin güçlü temsilcilerinden Kocaelispor'un teklifi kabul ederek 15 yaşında Kocaelispor altyapısına transfer oldu. 1996 yılında profesyonelliğe geçiş sözleşmesi imzalayarak as takımına dahil edildi. Kocaelispor as takımı için ilk resmî karşılaşmasına 8 Şubat 1997 tarihinde Beşiktaş'a karşı oynanan Süper Lig karşılaşmasında çıktı. Bu karşılaşmadan sonra sık sık oynama fırsatı buldu. Aynı sezonun sonunda Kocaelispor'la kulüp tarihinde ilk kez Türkiye Kupası'nı kazanan kadroda yer aldı. Daha önce Kocaelispor takımında oynamıştır. 24 Temmuz 2007 tarihinde Galatasaray'ın eski teknik direktörü Karl Heinz Feldkamp tarafından kadro dışı bırakılmıştır ve bunun üzerine sezonun kalan kısmı için Ankaraspor'a kiralanmıştır. 2008'de Antalyaspor'a transfer olmuştur. Bir zamanlar Orhan-Ogan-Emre-Kayra'yla zamanın en iyi defans hattını oluşturmuşturlar. 2010 yılının Temmuz ayında Süper ligin yeni takımlarından Bucaspor'a transfer olmuştur. Sezonun sonu takımdan olaylı bir şekilde ayrılmıştır. 2011-12 sezonunun yaz transfer döneminin son gününde 1. Lig ekiplerinden Boluspor'a transfer oldu. 2012-13 sezonunun başında Süper Lig'in yeni ekiplerinden Elazığspor'a transfer olmuştur. 2013-14 sezonunda ise İstanbul BB'ye transfer olmuştur. Yalçın Ayhan Yalçın Ayhan (d. 1 Mayıs 1982, İstanbul), Türk futbolcudur. Süper Lig ekiplerinden Yeni Malatyaspor'da forma giymektedir. Beşiktaş alt yapısından çıkmıştır. 1998 yılında İstanbulspor'a transfer olmuştur. 2001 yılında ise bu takımda profesyonel olmuştur. 2001-2005 yılları arasında bu takımda oynayan Yalçın, 54 maça çıkıp 5 gol atmıştır. Yalçın 2002-2003 ara transfer döneminde ise Çanakkale Dardanel ile kiralık olarak sözleşme imzalamıştır. Burada 16 maça çıkan Yalçın, 4 büyüklerin dikkatini çekmiştir. Kiralık sözleşmesi sona eren Yalçın, 500.000 Euro bedel ile 3 yıllığına Galatasaray'a transfer olmuştur. "6" numaralı formasıyla ilk maçına ise 3 Aralık günü Ankaraspor maçında Ümit Karan'ın yerine girerek çıkmıştır. Yalçın Galatasaray ile 5 maça çıkmıştır bundan sonra ise takımda Rigobert Song ve Stjepan Tomas gibi isimlerin olması nedeniyle forma şansı bulamamıştır. Sezon sonunda ise takımıyla Süper Lig şampiyonluğu yaşamıştır. 2006-07 sezonunda ise Kayseri Erciyesspor'a transfer olmuş ve bu takımla ise 7 lig ve 2 kupa maçına çıkmıştır. Devre arasında Sakaryaspor'a transfer olsa da sakatlığı nedeniyle bu takımda forma giyememiştir. 2007-08 sezonunda ise Manisaspor'a transfer olmuş ancak "24" numaralı formasıyla Giray Bulak yönetiminde sadece Çaykur Rizespor maçıyla 1 maça çıkabilmiştir. 2007-08 devre arasında ise 1. Lig ekibi İstanbulspor takımına transfer olmuş bu takımla ise sadece 4 maça çıkabilmiştir. 2008-09 sezonunda ise Süper Lig ekibi Antalyaspor'a transfer olmuştur. Mehmet Özdilek'in takımında "2" numaralı formasıyla ligde 28 maça çıkmıştır. Türkiye Kupası'nda ise 7 maça çıkabilmiştir. 2009-10 sezonunda da savunmanın Orhan Ak ve Musa Nizam gibi isimlerle göbeğinde oynayan Ayhan, Süper Lig'de 29 maça çıkmıştır ve 21 Kasım 2009 tarihinde bu takımın formasıyla ilk golünü Lig'de Denizlispor'a atmıştır. O sezon kupa'da Fenerbahçe'ye ve Lig'de İstanbul BB'ye de birer gol atan Yalçın, 8 Mayıs 2010 tarihinde Antalyaspor'un deplasmanda eski takımı Galatasaray ile 2-1 kazandığı maçta Galatasaray adına kendi kalesine gol atmıştır. Sezon boyunca ligde 29 maç 2 gol Kupa'da ise 7 maç 1 gol performansıyla oynamıştır. Antalya'da başarılı iki sezon geçirdikten sonra 300.000 TL bedel ile 2010-2011 sezonu için Gaziantepspor ile 2 yıllığına anlaşmıştır. 2010-11 sezonunda ligde27 maça çıkan oyuncu ilk ve tek golünü de 19 Şubat 2011 günü Bursaspor ağlarına yollamıştır. Kupa'da ise 7 maça çıkan Ayhan, Türk Telekom ağlarına da 1 gol atmıştır. 2010-11sezonu sonunda sözleşmesi feshedilmiştir. 2011-2012 sezonundan itibaren ise Orduspor'la 2 yıllık sözleşme imzalamıştır. Orduspor'da 32 maçta oynayan ve 3 gol kaydeden Yalçın, takımın küme düşmesiyle 2012-13 sezonun başında Kasımpaşa'ya transfer olmuştur. Kasımpaşa ile ilk maçına Galatasaray karşısında çıkan Yalçın, ilk golünü ise 8 Aralık 2012'de Gençlerbirliği maçında attı. Sezon boyunca Süper Ligde 31 maça çıkan Yalçın 1 gol ve 1 asist yaptı, savunmada partneri İlhan Eker ile görev yaptı.Türkiye Kupası'nda ise 2 maçta görev yaptı. Toplamda ise 33 maçta forma giydi bu maçlarda 1 gol ve 1 asist yaptı. Yalçın 2. sezonunda da istikrarlı bir grafik çizdi ve 33 Süper Lig maçına çıktı ve 1 gol attı. Türkiye Kupası'da da 1 maçta forma giyen Yalçın, Sezon boyunca Kasımpaşa fotması ile toplam 34 maçta görev yaptı ve 1 de gol attı. 13 Temmuz 2014 tarihinde, Yalçın Ayhan ile Beşiktaş 2 yıllık sözleşme sağlandı ve Beşiktaş tarafından 2014-2015 sezon öncesi İngiltere kampına katıldı.. 1 gün sonra Beşiktaş, anlaşmaya vardığı ve İngiltere kampına götürdüğü savunma oyuncusu Yalçın Ayhan'ın transferinden vazgeçti ve Yalçın, Türkiye'ye döndü. İstanbul Basaksehir ile iki yilk sozlesme imzaladi Bir kez Millî olan Yalçın, Galatasaray da forma giyerken Türkiye A2 millî takım davet edildi ve 6 Eylül 2005 tarihinde Almanya A2 ile oynana ve 1-1 biten maçta 4 numaralı forma ile ilk 11 de maça başladı ve 90 görev yaptı. Uğur Uçar Uğur Uçar (d. 5 Nisan 1987, Bakırköy), Türk futbolcudur. Süper Lig ekiplerinden İstanbul Başakşehir'de forma giymektedir. Galatasaray altyapısında yetişip 2004 yılından itibaren A takımda forma şansı bulan isimlerden biri olan Uğur Uçar, savunmanın sağında görev yapmaktadır ve 2006-07 sezonunda, Eric Gerets döneminde, Kayserispor'a kiralanmıştır. Karl-Heinz Feldkamp ile beraber tekrar Galatasaray'a dönen Uğur, 2007-08 sezonunda defansın vazgeçilmezi oldu. Üç yıldır ümit millî takımda da forma giyen Uğur, karlı zemin nedeniyle ertelenmesi istenen Konyaspor maçında Batista ile çarpışarak diz kapağını kırdı. Yaklaşık 1 yıl süre sakatlık geçiren Uğur Uçar, 5 Şubat 2009 tarihli antrenmana fizyoterapistler eşliğine
katılmıştır. 21 Şubat 2009'da takımla birlikte çalışmalara başlamıştır. Uğur Uçar'ın sahalara dönüşü, 2008-09 sezonunun son maçı olan Sivasspor karşılaşmasında olmuştur. 23 Haziran 2010 tarihinde 1,3 milyon TL bedelle Galatasaray'dan, Ankaragücü 'ne transfer edildiği açıklanmıştır. 2011-12 sezonu öncesinde şike soruşturması kapsamında ifadesine başvurulmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne çağrıldı. Soruşturma sonrası medyaya kendisine şike teklif edildiği fakat kabul etmediğini açıkladı. Ankaragücünde 2011-12 sezonunda yaşanan ekonomik sorunlar yüzünden alacaklarını tahsil edemediği için takım arkadaşı Özgür Çek'le beraber noter aracılığıyla sözleşmelerini feshettirdi. 2011-12 sezonunn ara transfer döneminde eski takımı Galatasaray'la anlaşıldığı duyuruldu. Bu transferin daha sonra gerçekleri yansıtmadığını ve medya'nın çıkardığı haber olduğu açıklandı. Daha sonra aynı transfer döneminde Galatasaray'dan eski teknik direktörü olan Bülent Korkmaz'ın çalıştırdığı Kardemir Karabükspor'a transfer oldu. Kardemir Karabükspor da 2,5 sezonda 39 lig maçında oynamıştır.2014-2015 sezonunun başında eski takım arkadaşı Ferhat Öztorun ile İstanbul Başakşehir FK'ya transfer olmuştur. 88 kez millî takımlara çağrılan Uğur Uçar, 9 kez Türkiye U-16, 35 kez Türkiye U-17, 9 kez Türkiye U-18, 1 kez Türkiye U-19, 7 kez Türkiye U-20, 18 kez Türkiye U-21 ve 2 kez de Türkiye A2 forması olmak üzere toplam 81 kez millî formayı giymiştir ve bu müsabakalarda 1 gol kaydetmiştir. 8 ve 9 Şubat 2011 tarihlerinde Belarus ile Antalya'da oynanan özel karşılaşmalarda ilk kez Türkiye A2 millî takımı aday kadrosuna davet edilmiştir. Suat Usta Suat Usta (d. 3 Ağustos 1981) Türk savunma oyuncusudur. Kardeşi Fuat Usta gibi geleceğin yıldızlarından biri olarak görülüp Galatasaray'a PSV'den transfer olmuştur ancak kardeşi Fuat'ın Beşiktaş'ta yaşattığı hayal kırıklığına benzer bir şekilde Fatih Terim döneminde takımdan ayrılmıştır. 2006 sezonunda Sakaryaspor'a transfer olmuştur. 2007 yılında Çaykur Rizespor' transfer oldu. 2008-09 sezounda Azerbaycan'ın Neftçi kulübüne transfer oldu. Burada iki sezon oynadıktan sonra 1. Lig ekiplerinden Diyarbakırspor transfer olmuştur. 50 kez millî takımlara çağrılan Suat Usta, 11 kez Türkiye U-17, 8 kez Türkiye U-18, 2 kez Türkiye U-19, 25 kez de Türkiye U-21 forması olmak üzere toplam 46 kez millî formayı giymiştir. Cihan Can Cihan Can (d. 1 Ağustos 1986, Bakırköy, İstanbul, Türkiye), Türk, futbol savunma oyuncusudur. Şu anda Giresunspor'da futbol oynamaktadır. 2001 yılında Altınovaspor'dan Galatasaray altyapısına ve burada yetişti. Galatasaray'da UEFA Kupası olmak üzere birçok lig maçında da kadroda yer aldı fakat hiçbir resmî müsabakada oynama fırsatı bulamadı. Kiralık olarak Sakaryaspor, Mersin İdman Yurdu, Gaziantep Büyükşehir Belediyespor ve Orduspor'da oynadı. Özellikle Galatasaray altyapısından eski antrenörü Suat Kaya'nın çalıştırdığı Gaziantep BB ve Orduspor'da kiralık olarak görev aldı. 2010 yılında Galatasaray ile anlaşması sona eren Cihan Can, |Galatasaray ile anlaşma sağlayamamış. Bunun üzerine son oynadığı takım olan Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'la 2.5 yıllığına sözleşme imzalamıştır. 27 kez millî takımlara çağrılan Cihan Can, 19 kez Türkiye U-18, 3 kez Türkiye U-19, 4 kez de Türkiye U-20 forması olmak üzere toplam 26 kez millî formayı giymiştir ve bu müsabakalarda 1 gol kaydetmiştir. Alioum Saidou Alioum Saidou (d. 19 Şubat 1978, Maroua) Kamerunlu eski millî futbolcudur. Alioum Saidou, ön libero olarak görev yapmaktadır. Süper Lig'de 1999-2004 yılları arasında İstanbulspor forması giymiştir. İstanbulspor forması ile 146 maçta görev almıştır. 2004 yılında Galatasaray'a transfer olmuştur. 2005 yılında ise kiralık olarak Malatyaspor forması giymiştir. 2006 yılında Galatasaray'a tekrar gelmiş ve Süper Lig Şampiyonluğu yaşamıştır. 2006-2007 sezonunda Fransa Lig 1 takımlarından FC Nantes'e transfer olmuştur. Sezon sonunda ise Kayserispor'a transfer olmuştur. Kayserispor ile Türkiye Kupası Şampiyonluğu yaşamış ve UEFA Kupası'nda mücadele etmiştir. Kayserispor ile sözleşmesi 31 Haziran 2009 tarihinde son ermiş, sözleşme yenilememiştir. 2010-2011 transfer sezonunun son günü olan 1 Eylül 2010 tarihinde Sivasspor'la sözleşme imzalamış ve devre arasında sözleşmesini fesh ederek aktif futbol yaşantısını sonlandırmıştır. 1997 yılında Kamerun 21 yaş altı millî futbol takımına seçilen Saidou, 2000 yılına kadar da takımın kaptanlığını yaptı. 2003-2008 yılları arasında Kamerun millî futbol takımı forması giyen Saidou, 15 kez millî oldu. 17-28 Kasım 2014 tarihinde Hasan Doğan Millî Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri'nde düzenlenen UEFA B Lisans 1. aşama kursuna katılmıştır. Hasan Şaş Hasan Şaş (d. 1 Ağustos 1976, Adana), orta saha mevkiinde oynayan Türk eski millî futbolcu, futbol antrenörü ve yorumcusu. 1 Ağustos 1976 yılında Adana, Karataş'ta doğdu. 1996 yılında Ankara 50. Yıl Lisesinden mezun oldu. Küçük yaşta futbola olan ilgisi ve sürekli okuldan kaçarak futbol oynaması üzerine, futbola amatör olarak Akdeniz Karataşspor'da başladı. Kısa sürede gösterdiği başarılı performans ile sırasıyla Adana Demirspor, Ankaragücü, Galatasaray ve Türk millî takımında görev aldı. Efsanevi Galatasaray kadrosu ve dünya üçüncüsü olan millî takım kadrosunda yer alan oyuncular arasındaydı. Akdeniz Karataşspor kısa sürede dikkat çekerek Adana Demirspor'a geçti ve ilk profesyonel sözleşmesini imzaladı. Burada çıkardığı başarılı maçlar ile Süper Lig (o dönemki ismiyle 1. Lig) kulüplerinin dikkatini çekti ve MKE Ankaragücü'ne transfer oldu. Ankaragücü'ne geldiğinde henüz 17 yaşında iken gösterdiği performans ile üç büyük kulübün listesine girmeyi başardı. 1998 yılında Fenerbahçe'nin verdiği yüksek ücrete rağmen kendi tabiri ile "Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum takım" dediği Galatasaray'a transfer oldu. Fatih Terim yönetimindeki ve gerek Avrupa'da, gerekse Türkiye'de büyük mücadele gösteren Galatasaray'da kısa sürede yıldızı parlayarak hem kulübünün hem de millî takımın değişilmez isimleri arasına girdi. Efsanevi Galatasaray kadrosunda yer alarak 2000 yılında UEFA Kupası şampiyonluğu ile 2000 yılı UEFA Süper Kupası şampiyonluları yaşadı. Aynı yıl Galatasaray formasıyla UEFA Şampiyonlar Ligi'nde, o dönem uygulanan ve çok zorlu olan çift gruplu sistemde grup birinciliği alarak, Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali'nde oynayan ilk Türk takımı unvanını kazanan futbolcular arasındaydı. Burada gösterdiği üstün performans ile Liverpool ve Monaco gibi dünya devlerinin transfer listesine girdi. Kendisine gelen teklifleri reddederek Galatasaray'da kalmaya karar verdi. Türkiye millî futbol takımı forması ile Japonya ve Güney Kore'de düzenlenen 2002 FIFA Dünya Kupası'na katıldı. Bu turnuvada dünya üçüncülüsü olan Türk millî takımının kadrosunda yer aldı. Brezilya maçında attığı gol ile 2002 FIFA Dünya Kupası'nın jeneriklerinde yer almasının yanı sıra, turnuvanın en iyi 6. oyuncusu seçildi ve bu listeye giren ilk Türk futbolcu oldu. France Football tarafından da Avrupa'nın en iyi 11. futbolcusu seçildi. 2003 yılında düzenlenen FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda dünya üçüncülüğü elde eden takımın arasındaydı. Aynı yıl Galatasaray ile sözleşmesi sona ermek üzere olan Hasan Şaş bir süre Avrupa'da bazı kulüplerle görüşmelerde bulundu. Fenerbahçe'nin kendisine yapmış olduğu teklifi reddederek, Galatasaray'da kalmaya karar verdi ve sözleşmesini süresiz olarak uzattı. Usta çalımları, futbol zekası ve sahadaki hırsı ile her zaman gündemde olan bir futbolcu olan Hasan Şaş, 2009 yılında Galatasaray ile sözleşmesinin yenilenmemesi üzerine aktif futbol kariyerine son verdi. Galatasaray takımının sembol isimleri arasında yerini alan Hasan Şaş aynı zamanda başta Mısır olmak üzere birçok Arap ülkesinde idol olarak görülmekte ve en çok bilinen futbolcular arasında yer almaktadır. Mısır'da ismi birçok dükkâna verilmiş ve en çok forması talep edilen futbolcular arasında yer almıştır. 2003 yılında evlenip, 2014'te boşandığı bale eğitmeni Sibel Yalçın ile evliliğinden iki çocuk babasıdır. Altan Aksoy Altan Aksoy (d. 5 Şubat 1976, Rize) Türk eski millî futbolcudur. Son olarak 2010-11 sezonunda 1. Lig ekiplerinden Giresunspor'da oynadı. Futbola Göztepe altyapısında başlayan Altan, etkili oyunuyla 92-93 sezonunun ikinci yarısında daha 17 yaşında A takımda yer almıştır. Göztepe için ilk resmî karşılaşmasına 2 Mayıs 1993 tarihinde Sakaryaspor'a karşı oynanan 1. Lig karşılaşmasında çıktı. 1.5 sezon daha Göztepe'de forma giyen Altan diğer kulüplerinde dikkatini çeker ve 94-95 sezonunun ikinci yarısında İstanbulspor'a transfer olur. 1.5 sezonda İstanbulspor forması giyen Altan 96-97 sezonu başında Türk futbolseverlerin kendisini tanıyacağı Adanaspor'a transfer olur. Adanaspor'da tam 6 sezonda, 183 lig, 10 Türkiye Kupası mücadelesinde forma giydi. Bu karşılaşmalarda toplam 82 gole imza attı. Adanaspor'un bugün bile hatırlanan, Cenk İşler, Ali Asım Balkaya gibi futbolcuların bulunduğu takımdaki en önemli isimlerinden biriydi. Altan, takıma katıldığı 96-97 sezonunda Adanaspor 1.ligdeydi. Altan 35 maç ve 15 gol ile yüksek bir performans göstermişti. O sezon ligi orta sıralarda bitiren Adanaspor, 97-98 sezonuna şampiyonluk parolasıyla giriyordu. Nitekim Altan oynadığı 33 maç ve attığı 22 gol ile sezon sonunda gelen şampiyonluk da en büyük pay sahiplerinden biriydi. Adanaspor SüperLig'e çıkmıştı. İlerleyen sezonlarda oynadığı mevki orta sahanın ortası olmuş ve Altan takımda oyun kurucu görevini üstlenmişti. Artık gol atmaktan çok gol attırmaktı işi. Bu görevide çok iyi başarıyordu. Ayrıca attığı usta işi frikik golleride futboluna ayrı bir renk katıyordu. 2000-2001 sezonunda takımdaki aksilikler, şanssızlıklar sonucu tekrar 1.lige düşülmüştü. Fakat Altan takımdan ayrılmamıştı. 2001-2002 sezonunda Altan yine yüksek bir performansla, 30 maç, 19 gol istatistiğiyle Adanaspor'un, 1 sezon aradan sonra tekrar SüperLig'e çıkmasında büyük emek sahibi olmuş ve takımdan ayrılmıştı. 2002-2003 sezonunda Kocaelispor'da birtakım aksilikler
nedeniyle sadece 6 maç forma giymiş ve 1 gol atmıştı. 2003 yılının başında tekrar büyük işler yapacağı Konyaspor'a transfer olmuştu. Burada 2 sezon boyunca takımın beyni olması, oyun kurması, attığı frikik golleri, attırdığı goller ile Konyaspor'un SüperLig'de konuşulan bir takım olmasını ve ligi hep iyi yerlerde bitirmesini sağladı. Bu başarılarından dolayı 2005-2006 sezonu başında Galatasaray'a transfer oldu. Galatasaray'da 9 lig ve 2 Türkiye kupası mücadelesinde forma giydi. Bu forma altında 1 gole imza attı. İlerleyen maçlarda yedek kalması nedeniyle, takımdan kendi isteği ile ayrıldı ve Çaykur Çaykur Rizespor'a kiralık olarak gitti. Bu konuyla ilgili olarak "Ben Galatasaray'da kalsaydım ilk 11'de oynardım. Daha genç yaşta Galatasaray'a gelseydim sabrederdim ancak benim sabredecek bir konumum yoktu. Artık futbolu nerede oynadığım değil, ne kadar oynadığım, iyi oynadığım önemli benim için. Bunları düşünerek zaman kaybetmeden ayrılma kararını verdim, kararımdan da mutluyum." demiştir. Çaykur Rizespor'da oynadığı 2.5 sezonda yine takımın en önemli ismi olmayı başardı. 59 maçta 12 gol atarken çok daha fazlasını da attırdı. 2007-2008 sezonu sonunda kulüpten ayrıldı. 2008-2009 sezonunda 2. lig takımlarından, Mersin İdman Yurdu ile anlaşan Altan, sezon sonunda takımının ligi 2. sırada bitirerek 1. Lige çıkmasında büyük pay sahibi olmuştu. 2009-2010 sezonunun ilk yarısını futbol oynamadan geçiren Altan, bir tv programı olan, Acun Ilıcalı'nın organize ettiği Devler Ligi müsabakalarında forma giydi. 2010 yılı Ocak ayında 2. lig takımlarından Eyüpspor ile anlaşmıştır ve bu kulüple sözleşmesi 2010-2011 sezonu sonunda bitecektir. 2010-11 sezonun başında 1. Lig ekiplerinden Giresunspor'a transfer oldu. Bir sezon ardından sözleşmesi uzatılmadığı için 2011-12 sezonunda kulüpsüz kaldı. 27 kez millî takımlara çağrılan Altan Aksoy, 5 kez Türkiye U-18, 14 kez Türkiye U-21, 5 kez Türkiye Olimpik ve 1 kez de Türkiye forması olmak üzere toplam 25 kez millî formayı giymiştir ve müsabakalarda 2 gol kaydetmiştir. Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı ile 1997 yılında oynanan Akdeniz Oyunları katıldı ve final müsabakasında İtalya Olimpik millî futbol takımına yenilerek ikincilik kazanan kadroda bulundu. Ayhan Akman Ayhan Akman (d. 23 Şubat 1977; İnegöl), Türk teknik direktör ve eski millî futbolcudur. 1998-99 sezonunda John Toshack'ın isteğiyle 8.750.000 $ ücretle, Beşiktaş'a imza attı. Siyah beyazlı kulüpte üç yıl top koşturan Ayhan Akman, 81 maçta 19 golle oynamasına karşın geçirdiği sakatlıklar nedeniyle giderek takımdan uzaklaştı. 2000-01 sezonunun sonlarında yaşadığı sakatlıklar nedeniyle, üç ay gibi büyük bir dönemi kadroya giremedi. Sakatlık yaşadığı ve bir türlü sahalara dönemediği dönemde, takımın başında olan Alman çalıştırıcı Christoph Daum'un, Akman'ın gereksiz olduğunu söyledi. Beşiktaş'ın Gaziantepspor'a 3-1 yenildiği maçta, Ayhan Akman'ın kulübede gülmesine kızan taraftarlar havaalanında Ayhan'ı tartaklıyor, güvenliğin araya girmesiyle olaylar daha da ciddileşmeden önleniyordu. Yaşananların ardından, Ayhan'ın ağzından şu ifadeler dökülüyordu: Aynı dönemde, Mircea Lucescu ile yeni bir yapılanma içinde olan Galatasaray kulübü, Gheorghe Hagi'nin futbolu bırakması, Okan Buruk ve Emre Belözoğlu'nun İtalya'nın dünyaca ünlü kulübü İnter'e transferinin ardından orta saha arayışı içerisinde Ayhan 'la ilgilenmeye başladı. Yaşananların ardından Beşiktaş kulübü, Ahmet Yıldırım ve Mehmet Aksu‘nun yanı sıra, 500 bin dolar karşılığında Ayhan'i Galatasaray kulübüne verdi. Mircea Lucescu’nun sisteminde orta sahada defansif görevler de almaya başlayan ve yine bu dönemde sıkça sol kanatta da başarıyla görev yapan Ayhan Akman, Fatih Terim ve Gheorghe Hagi dönemlerinde ön libero, Eric Gerets ile beraber sol açık olarak oynadı. Karl-Heinz Feldkamp ile tekrar ön liberoda görevi yapmaya başlayan Ayhan Akman, teknik direktör Michael Skibbe ile Lincoln'un olmadığı maçlarda oyun kurucu olarak da görev almaya başladı. 2008-09 sezonunda Hasan Şaş ve Ümit Karan'ın ardından Galatasaray'ın 3.kaptanı oldu. Bu sezonda gösterdiği performansla seyircilerin gözüne girmiştir. 2009-10 sezonunda Arda Turan'dan sonra 2. kaptan olmuştur. 2011-12 sezonunda Fatih Terim yaptığı açıklamada Arda Turan'ın Galatasaray'dan gitmesinin ardından kaptanlığın Ayhan Akman'a verildiğini açıklamıştır. Ayhan 2011-2012 sezonunda Kayserispor ve Adana Demirspor maçında forma giymiştir ve Adana Demirspor maçında kariyerinin son golünü atmıştır. 12 Mayıs 2012 tarihinde Fenerbahçe maçı sonrası yaptığı açıklamada futbolu bıraktığını söyledi. Ayhan Akman 1994 yılından 2012 yılına kadar aralıksız forma giyerek Süper Lig'de üst üste en uzun süre (18 sezon) oynayan futbolcu olmuştur. Ayrıca toplamda en fazla sezon oynayan futbolcu rekorunu da paylaşmaktadır. Futbolu bıraktıktan sonra Galatasaray'da görev yapmak isteyen Ayhan, Galatasaray A2 takımı yardımcı antrenörlüğüne getirilmiştir. Kayseri Erciyesspor takımında Bülent Korkmaz'ın yardımcılığını yaptı. Şubat 2015'te, Karşıyaka ile, teknik direktörlük yapması için gerekli belgelere sahip olmadığından antrenör olarak 1,5 yıllık sözleşme imzalasa da fiili olarak takımın teknik direktörü pozisyonundaydı. Ancak bir İzmir derbisinde Altınordu'ya karşı aldığı 5-0'lık sonuç nedeniyle görevinde istifa etti. 2015-16 sezonu için Sarıyer ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2. Lig 'de mücadele eden takımın başında 5 maçta 4 galibiyet 1 mağlubiyet alarak başarılı bir başlangıç yapmıştır. Cihan Haspolatlı Cihan Haspolatlı (d. 4 Ocak 1980, Diyarbakır), eski futbolcudur. Profesyonel futbol hayatına Kocaelispor'da başlamıştır. Burada ve genç millî takimlardaki performansından dolayı 2002-2003 sezonunda Galatasaray'a transfer olmuştur. Fatih Terim'in ikinci kez Galatasaray'ın başına geçtiği bu dönemde takımın orta sahada değişmez oyuncularından biri olmuş attığı ve attırdığı goller ile yüksek performans göstermiştir. 2002-03 UEFA Şampiyonlar Ligi sezonu grup maçında Olimpiyat Stadındaki Galatasaray-Olympiakos karşılaşmasında takımının tek golünü atarak 3 puan kazandırmıştır. 5 sezon Galatasaray forması giyen Cihan, teknik direktör Eric Gerets döneminde sağ bek mevkiinde forma giymiş, kendi mevkisi olmamasına rağmen başarılı bir performans göstererek kulübün 2005-2006 sezonundaki efsanevi şampiyonluğunda pay sahibi olmuştur. Galatasaray'dan sonra 2007-2008 sezonunda Bursaspor'a transfer olmuştur. Ardından birer sene arayla Konyaspor ve MKE Ankaragücü'nde oynamıştır. 2010-2011 sezonunda İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile anlaşmıştır. Belediye ile 2010-11 sezonunda Türkiye Kupası finaline kadar çıkmış ancak finalde takım ile Beşiktaş'a elenmiştir. 2013-14 sezonu öncesine kadar bu takımda oynayan Cihan, 70 lig maçına çıkıp 3 gol atmıştır. 2013-14 sezonu öncesinde ise sözleşmesi bitmiş ve başta Boluspor olmak üzere birçok takıma önerilmiştir. Transferi gerçekleşmeyince futbolu bırakmıştır. 27 kez millî takımlara çağrılan Cihan Haspolatlı, 3 kez Türkiye U-18, 18 kez Türkiye U-21, 1 kez Türkiye A2, 3 kez de Türkiye A millî takım forması olmak üzere toplam 25 kez millî formayı giymiştir. 2002 FIFA Dünya Kupası kadrosunda olmamasına rağmen, Japonya ve Güney Kore'deki millî takım kamplarına teknik direktör Şenol Güneş tarafından çağrılmış bir futbolcudur. NOT:"Evsahibi olarak Türkiye alınmıştır." Saša Ilić Saša Ilić (Okunuş: Saşa İliç, Sırpça yazılış: Саша Илић, d. 30 Aralık 1977; Požarevac, Sırbistan (eski Yugoslavya, Sırp futbolcudur. Partizan futbol takımı oyuncusu. Saša Ilić, yetenekli bir orta saha oyun kurucusu ve üretken bir golcü olarak tanınmaktadır. Topu iyi süzen futbolculardan biridir. Bir orta saha oyuncusuna göre attığı gol sayısı/ortalaması oldukça yüksektir. 2005 yazında Galatasaray'a transfer olmuştur. Galatasaray'da kendisine itibarlı bir forma olan 10 numara teklif edilmiş, ancak Ilić, Partizan'da giydiği numara olan 22'yi tercih etmiştir. Galatasaray formasıyla oynadığı ilk resmî Süper Lig maçında iki gol birden kaydetmiştir. 2005-2006 sezonunda kaydettiği 12 golle Galatasaray'ın en golcü üçüncü ismi olmuştur. Saša, 2006-2007 sezonunda da 4 Süper Lig maçında 5 gol kaydederek üstün bir başlangıç yapmıştır. 8 Ağustos 2007 tarihinde €900.000 bedelle Avusturya'nın Red Bull Salzburg futbol kulübüne transfer olmuştur. 2009-2010 döneminin 2.yarısında eski kulübü olan Partizan'a geri dönmüştür. Sırbistan Karadağ'ın Almanya'daki 2006 FIFA Dünya Kupası kadrosunda yer almıştır. Turnuvanın son grup maçına yedek olarak başlamasına rağmen Fildişi Sahili'ne bir gol atmayı başarmıştır, ancak maçı 3-2'lik skorla Fildişi Sahili kazanmıştır. Sırp millî futbol takımıyla toplamda 37 maça çıkmıştır. Zafer Şakar Zafer Şakar (d. 25 Ekim 1985, Akçadağ, Malatya), Türk futbolcudur. Son olarak 1. Lig ekiplerinden İstanbul Güngörenspor'de oynamaktadır. Galatasaray altyapısından yetişmiştir. Orta Sahanın ortasında oyun kurucu olarak görev yapmaktadır, hem defansif hem ofansif yeteneklere sahip olup birçok kez genç millî takımlarda oynamıştır. En önemli meziyetlerinden biri de uzak mesafelerden çektiği sert ve isabetli şutlardır. Samsunspor'la olan sözleşmesi 31 Mayıs 2009 tarihine bitmiştir. 2010-11 sezonu için Diyarbakırspor ile anlaşmıştır. 2010-11 sezonunun ara transfer döneminde buradan ayrılıp Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'a transfer olmuştur. Burada sadece yarım sezon oynadıktan sonra 2011-12 sezonunun yaz transfer döneminin son haftalarında takımıyla olan sözleşmesini karşılıklı olarak feshederek takımdan ayrıldı. Bunun üzerine 2011-12 sezonunun başında başka bir 1. Lig ekibi olan İstanbul Güngörenspor'a transfer oldu. Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı ve altı bütün kademelerde görev almıştır. Türkiye 19 yaş altı millî futbol takımı ile 2004 yılında düzenlenen UEFA 19 Yaş Altı Şampiyonası'na katildi ve final oynadı. Özgür Can Özcan Özgür Can Özcan (d. 10 Nisan 1988; Manavgat), Türk futbolcudur. Forvet mevkiinde oynayan oyuncu, Giresunspor'da forma giymektedir. İlköğretimi Toros İ
lköğretim okulunda bitirmiştir. Futbol kariyerine Manavgat Belediyespor'un altyapısında başladı. Oradan Galatasaray altyapısına transfer oldu. 2005 yılında Gheorghe Hagi tarafından A Takıma alınmıştır. PAF Takımda eliyle gol atmış ve bunu hakem görmemiştir, bunun üzerine kendisi hakeme söyleyip bir de sarı kart görmüştür. Bu olaydan sonra Özgürcan dünya fair-play ödülüne layık görülmüştür. Galatasaray altyapısından yetişmiştir. Az forma şansı bulan genç oyuncu Türk futbolunda kral lâkaplı Hakan Şükür tarafından veliaht olarak değerlendirilmiştir. 2007 yılında Kayserispor, 2008 yılında Gaziantepspor' da 2008-2009 sezonunun sonuna kadar Sakaryaspor'da kiralık olarak oynamıştır. Sakaryaspor'un kümede kalma yarışında attığı gollerle büyük yarar sağladı. Oyuncu 2009-2010 sezonunda Çaykur Rizespor da kiralık olarak oynadıktan sonra bonservisiyle beraber Adanaspor'a transfer oldu. 2010-2011 sezonunda Adanaspor' da oynadıktan sonra 2011-12 sezonunun yaz transfer döneminde 1. Lig ekiplerinden Karşıyaka'ya, 2012-2013 sezonunda 1. Lig ekiplerinden Denizlispor' a, 2013-2014 sezonunda Akhisar Belediyespor' a transfer oldu. 2014 yılı devre arasında Tavşanlı Linyitspor'a kiralandı. 21 Ağustos 2014 tarihinde Adana Demirspor'a transfer oldu. 9 Ağustos 2016'da Giresunspor'a transfer olmuştur. 74 kez millî takımlara çağrılan Özgür Can Özcan, 2 kez Türkiye U-15, 22 kez Türkiye U-16, 25 kez Türkiye U-17, 5 kez Türkiye U-18, 10 kez Türkiye U-19, 6 kez de Türkiye U-21 forması olmak üzere toplam 70 kez millî formayı giymiştir ve bu müsabakalarda 33 gol kaydetmiştir. Mülayim Erdem Mülayim Erdem (d. 10 Ocak 1987, Zeytinburnu) orta saha mevkiinde oynuyan Türk futbolcudur.Pazarspor'da oynamaktadır. Arif Erdem'in yeğenidir. Arif Erdem'in yeğeni olarak Galatasaray altyapısında futbola başladı ve burada profesyonel olup A takımla antremanlara çıkmaya başladı. Galatasaray altyapısında Arda Turan, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun, Aydın Yılmaz, Mehmet Güven gibi futbolcularla aynı yaş altı takımlarında oynadı. Galatasaray için ilk resmî maçını 20 Mart 2004'te Çaykur Rizespor ile oynanan Süper Lig müsabakasının 46. dakikasında Florin Bratu yerine sonradan oyuna girerek oynadı. Bunun dışında genç millî takımların değişik kademelerinde düzenli olarak oynasa da Galatasaray'da şans bulamadı ve neticesinde 2006-07 sezonunda Galatasaray altyapısındaki eski hocası Abdullah Avcı'nın takımı İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a kiralık olarak verildi. Ardından birer sezon da Orduspor ile Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'a kiralık olarak verildi. 1 Ocak 2009'da Gaziantep BB ile sözleşmesini feshedip Galatasaray'a döndü. Sezon sonu Galatasaray ile karşılıklı olarak sözleşmesi feshedildi ve neticesinde serbest kaldı. Bunun ardından Yalovaspor anlaştı ve 2009-2010 sezonundan beri Yalovaspor'da oynamaktadır. 2011-12 sezonunun yaz transfer döneminde 2. Lig ekiplerinden Kızılcahamamspor'a transfer oldu. 2013-2014 sezonunun yaz transfer döneminde Körfez FK takımı ile 1 yıllık sözleşme imzaladı. 2014-2015 sezonunun yaz transfer döneminde Pazarspor ile 1 yıllık sözleşme imzaladı. 58 kez millî takımlara çağrılan Mülayim Erdem, 6 kez Türkiye U-16, 29 kez Türkiye U-17, 12 kez Türkiye U-18, 12 kez Türkiye U-19, 1 kez de Türkiye U-20 forması olmak üzere toplam 54 kez millî formayı giydi ve müsabakalarda 15 gol kaydeti. Haziran 2008 tarihinde Yeşim Oral ile evlendi. Sabri Sarıoğlu Sabri Sarıoğlu, (d. 26 Temmuz 1984; İstanbul), Türk futbolcudur. 1999 yılından 2017'ye kadar Galatasaray'da forma giyen Sarıoğlu A takımda 475 resmî maçta forma giymiş ve 6 lig şampiyonluğu yaşamıştır. Şu an Süper Lig ekiplerinden Göztepe'de oynamaktadır. Ailesi Çarşambalı olan Sabri Sarıoğlu, 26 Temmuz 1984'te İstanbul'da dünyaya geldi. 1995-1999 yılları arasında amatör kulüplerde top koşturduktan sonra, 1999 yılında o sezon A takımı UEFA Kupası'nı müzeye götürecek Galatasaray A2 takımının kadrosuna katıldı. Sabri ilk sezonunda PAF Ligi'nde forma giyemese de bir sonraki sezonun takımın planlamasında yer almış ve o dönemde yerli olarak Sedat Yeşilkaya ve Murat Akyüz gibi ve yabancı olarak kadrosunda Yaw Rush ve Elvis Nurkovic gibi oyuncular arasında şans buldu. 21 Ekim 2000'de ilk maçına Beşiktaş PAF takımı karşısında çıktı. O sezon toplamda 11 maça çıkan Sarıoğlu, ilk golünü ise 23 Aralık 2000'de Denizlispor ağlarına attı. Sabri bir sonraki sezon ise ilk maçına Gaziantepspor karşısında 12 Ağustos 2001'de çıktı. O sezon 25 maçta 10 gol atan Sarıoğlu, 16 Şubat 2002'de Fenerbahçe PAF takımıyla oynanan maçta hat-trick yaptı ve savunmadaki Ahmet Görkem Görk ile birlikte en çok dikkat çeken oyuncu oldu. 2002-03 sezonunun başında ise memleketinin takımı Samsunspor'un A2 takımı karşısında ilk maçına çıktı. İlk golünü de bu maçta attı. Oyuncu o sezon PAF Ligi'nde 22 maça çıkıp 7 gol attı. PAF Ligi'nde çıkardığı başarılı maçların ardından ilk kez 2001-2002 sezonunda, teknik direktör Mircea Lucescu tarafından A takıma çağrıldı. "30" numaralı formasıyla A takıma katılan Sabri, ilk kez 23 Şubat 2002 tarihinde Gençlerbirliği ile oynanan Süper Lig maçında 18 kişilik kadroya dahil oldu; fakat maçta süre alamadı. Ardından 26 Şubat 2002 tarihinde Liverpool FC ile oynanan Şampiyonlar Ligi maçında 18 kişilik kadroda yer alarak Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk tecrübesini yaşadı; fakat bu maçta da süre alamadı. Sezon sonunda ise Galatasaray ile ilk Süper Lig şampiyonluğunu yaşadı. 2002-03 sezonunda takımın başına Fatih Terim'in getirilmesiyle tamamen A takımın bir oyuncusu olan Sabri, "34" numaralı formasıyla 2002-2003 sezonunda, 4 Mayıs 2003 tarihinde oynanan ve Galatasaray'ın 1-1 berabere kaldığı Trabzonspor maçı ile A Takım kadrosuna giren Sabri, bu maçın 89.dakikasında Ümit Karan'ın yerine girerek ilk kez resmi formayı Trabzon, Avni Aker Stadyumu'nda giydi. Bu maçın ardından ise Bülent Korkmaz, Ümit Karan, Arif Erdem, Hakan Ünsal, Vedat İnceefe, Suat Kaya, Hasan Şaş, Ergün Penbe ve Haim Revivo gibi yıldızların bulunduğu kadroda Ali Sami Yen Stadyumu'nda ilk maçına 17 Mayıs 2003'te MKE Ankaragücü karşısında maçın 81.dakikasında Cihan Haspolatlı'nın yerine girerek çıktı. Bu maçtan sonraki hafta yani ligin son haftasında da 30 Mayıs 2003 tarihinde Gaziantepspor karşısında çıktı. Sabri Sarıoğlu bu maça ilk 11 başladı ve 89 dakika ön libero mevkiinde sahada kaldı. 2003-2004'te dönemin Galatasaray (futbol takımı) teknik direktörü Fatih Terim tarafından A Takım'a kalıcı olarak dahil edilen oyuncu, Galatasaray forması altında ilk maçına yeni forma numarası "55" ile 9 Ağustos 2003'te Diyarbakırspor karşısında çıktı. Kısa sürede genç yaşına rağmen takımının vazgeçilmezlerinden biri olan Sarıoğlu, ilk golünü ise 23 Ağustos 2003'te Bursaspor ağlarına yolladı. 27 Ağustos 2003 tarihinde oynanan UEFA Şampiyonlar Ligi 3. eleme turu maçında CSKA Sofya karşısında forma giyen ve bu maçta bir de gol atan Sabri, ilk 11'de forma giydiği ilk Avrupa maçında ilk golünü atmış oldu. Galatasaray'ın grupları 3. sırada tamamlaması üzerine UEFA Kupası'nda mücadele eden oyuncu, böylelikle ilk UEFA tecrübesini de bu sezonda Villarreal CF karşısında Şubat 2004'te yaşadı. Sarıoğlu sezon boyunca Avrupa'da toplam 594 dakika şans bulurken 8 maçta forma giydi. Süper Lig'de ise 31 maça çıkan oyuncu, ön libero mevkiinde oynamasına rağmen 4 gol attı. Türkiye Kupası'nda ise o sezon bu alan kariyerinin ilk maçına 17 Aralık 2003'te Türk Telekom karşısında çıktı. Bu maçın arından Çaykur Rizespor maçında da oynayan oyuncu 2 tane de Türkiye Kupası maçına çıkmış oldu. Ancak bu maçı takımının 5-0 gibi farklı bir skorla yenilmesi hayal kırıklığı yarattı ve bu turnuvadan elendi. Sabri'ye sezon sonunda ise "yeni Emre Belözoğlu" yakıştırmaları yapıldı. Sezon sonlarına doğru ise Sağ bek mevkiinde görev yapmaya başladı. 2004-2005'te yani Galatasaray'ın 100. yılında "Şampiyonluk" parolasıyla çıktığı sezonda teknik direktörlüğe takımın efsane futbolcusu Gheorghe Hagi getirildi. Sezona Sağ bek mevkiinde başlayan oyuncu, ilk maçına Süper Lig'in ilk haftasında Konyaspor maçında oyuna sonradan Elvir Baljic'in yerine dahil olarak çıktı. 12 Aralık 2004'te oynanan Fenerbahçe derbisinde maça teknik direktör Hagi tarafından Sağ bek başlatılan oyuncu, takımının 1-0 galip gelmesinde 90 dakika sahada kalarak büyük pay sahibi oldu. O sezon sağ bek mevkiinde Orhan Ak ile kıyasıya rekabet içerisin giren Sabri, ilk golünü ise 16 Nisan 2005'te Akçaabat Sebatspor ağlarına yolladı. 28 Mayıs 2005'te de Denizlispor ağlarına gol atan Sabri, Süper Lig'i 31 maç 2 gol ile tamamlarken Galatasaray 100. yılında şampiyon olamadı. Türkiye Kupası'nda ise o sezon ilk kez Kardemir Karabükspor karşısında Aralık 2004'te forma giyen oyuncu, daha sonra Diyarbakırspor ve yarı finalde de 5-3 kazanılan Trabzonspor maçında çıktı. 2004 Türkiye Kupası Finali'nde ise Fenerbahçe ile oynanan karşılaşmada ilk 11'de forma giyen oyuncu takımının 5-1 kazanmasında büyük pay sahibi oldu ve Galatasaray bu kupayı müzeye götürdü. 2005-06 sezonuna ise mutlak şampiyonluk parolasıyla çıkan Galatasaray'da takımın başına Belçikalı Eric Gerets getirildi. Sabri ise o sezon ligin ilk haftasında takımın yeni hocası Sağ bek mevkiinde Sabri'nin yerine Cihan Haspolatlı'yı tercih etmiş, Sabri'yi ise yedek bırakmıştır. Sabri 12 Ağustos 2005'te ise o sezonun kendi adına ilk resmi maçına 0-0 devam eden MKE Ankaragücü maçının 74.dakikasında Altan Aksoy'un yerine dahil oldu. Bu maça sonradan girse de takımının tek golünü 90.dakikada atan Ümit Karan'ın golünün asistini yapmıştır. 15 Eylül'de ise Tromsö maçında yedek olarak başlayan Sabri, sahanın kötü şartları nedeniyle takımının 1-0 mağlup olduğu ve "Tromsö faciası" olarak adlandırılan maçta forma giymese de bu maçın rövanşında ise Ali Sami Yen Stadyumu'nda 29 Eylül 2005'te maçın 46.dakikasında Ergün Penbe'nin yerine çıktı. Ancak Galatasaray bu maçta 1-1 berabere kalırken, elendi. O sezon zaman zaman Sağ bek'ten daha çok Uğur Uçar'ın performansı nedeniyle sol bek, ön libero ve Sağ açık mevkiilerinde forma giyen Sabri, ilk golünü ise 25 Şubat 2006'da Manisaspor'a attı. Sezo
n boyunca Süper Lig'de 21 maça çıkan oyuncu 3 gol atıp 1 asist yaparken, Türkiye Kupası'nda bir maça çıktı. Avrupa'da da bir maça çıkan Sabri, ligin son haftasında Fenerbahçe ile girilen kıyasıya rekabet sonrası sezonun kaderini belirleyecek Kayserispor maçına ilk 11'de başlamış ve 2 güzel gol atarak maçın adamı seçilmiştir. Bu maçın bitmesiyle Ali Sami Yen Stadyumu tarihinin en sessiz dakikalarını yaşamış ve yaklaşık 10 dakika boyunca Fenerbahçe ile Denizlispor maçının bimesini beklemiştir. Bu maçta Fenerbahçe berabere kalınca Sabri Galatasaray ile ikinci Süper Lig şampiyonluğunu yaşamıştır. 2006-07 sezonuna yine Belçikalı Eric Gerets ile devam eden Galatasaray'da Sabri ilk resmi maçına Beşiktaş karşısında Türkiye Süper Kupası maçında çıktı ancak takımı 1-0 mağlup oldu. Sabri, UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ise o sezon ilk kez eleme maçında Mladá Boleslav karşısında çıktı. Galatasaray ilk maçı 5-2 yenerken, Sabri de Avrupa kariyerinin ikinci golünü attı. Bu maçın rövanşında ise 1-1 berabere kalan Galatasaray adını bir üst tura yazdırdı. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalan Galatasaray'da ilk maçına 12 Eylül 2006'da çıkan Sabri, Süper Lig'de ise 4 Ağustos 2006'da Ankaraspor karşısında sonradan girdi. Bu maçtan bir hafta sonra Kayserispor maçında 90 dakika forma giyen oyuncu, 4-0 biten maçta 2 golün 2 asistini yaptı. 27 Eylül 2006'da Liverpool FC ile Anfield Road stadyumunda oynanan maçta da süre bulan oyuncu, Ümit Karan'ın 66.dakikada attığı golün asistini yapsa da takımının 3-2 mağlup olmasına engel olamadı. 3 Aralık 2006'da Fenerbahçe derbisinde oynanan maçta Ümit Karan'a asist yapan oyuncu beğeni toplasa da takımının mağlup olmasını engelleyemedi. Sabri bir hafta sonra Galatasaray ile çıktığı 100. maçta, 10 Aralık 2006 tarihinde Bursaspor’a attığı gol ile unutulmazlar arasına girdi. Kendi ceza sahasından, karşı kaleye sürdüğü topu filelerle buluşturması, genç yeteneğin ününü pekiştirdi. 2006-2007 sezonundaki Liverpool-Galatasaray Şampiyonlar Ligi maçında performansıyla büyük ilgi gördü. Hızı, ortaları, top kapışı ve asisti ile övgüler alan Sarıoğlu, İspanyol ve İngilizler’in beğenisini kazandı. Ancak Sabri grubu 6 maçın tamamında forma giyse de takımının elenmesini engelleyemedi. Süper Lig'de o sezon 30 maça çıkan oyuncu 2 tane de gol attı ve 4 asist yaptı. 2007-08 sezonunun başında ise takımın başına Karl-Heinz Feldkamp'ı getiren Galatasaray'da ilk resmi maçına UEFA Kupası elemelerinde 16 Ağustos 2007 tarihinde Slaven Belupo karşısında çıktı. Her iki maçta da takmının formasını giyen Sabri, bu maçlarda tekrar Sağ bek mevkiine döndürüldü. Sabri Süper Lig'de ise ilk maçına 12 Ağustos 2007'de Çaykur Rizespor karşısında çıktı. Takımının 2 Eylül 2007'de deplasmanda oynadığı ve 2-2 berabere kaldığı Manisaspor maçına kadar tüm maçlarda oynayan ve takımıyla puan kaybetmeyen Sarıoğlu, bu maçın 63.dakikasında sakatlanmış ve yerini Uğur Uçar'a bırakmıştır. Süper Lig'de 6 hafta, UEFA Kupası'nda ise 3 maç forma giyemeyen Sabri, 4 Kasım 2007'de sahalara dönse de Gaziantepspor maçında yedek bekledi. O sezon ilk Avrupa maçına ise 8 Kasım 2007'de Helsingborgs IF karşısında ilk 11 başlayarak çıkan Sabri, 42.dakikada sakatlanarak oyundan çıkmış yerine giren Arda Turan ise girdikten 1 dakika sonra takımını 1-0 öne geçiren Shabani Nonda'nın golünün asistini yapmıştır. Daha sonra 13.hafta Trabzonspor maçıyla tekrar sahalara dönen Sarıoğlu, bu maçın 44.dakikasında Barış Özbek'in yerine dahil olmuştur. Bu maçın ardından sonraki maçına UEFA Kupası'nda Panionios maçının bitmesine sadece 5 dakika kala çıkmıştır. Bu maçın ardından düzenli olarak forma giyen Sarıoğlu, ilk golünü 8 Mart 2008'de Kayserispor ağlarına yollamıştır. O sezon UEFA Kupası'nda 3.tura çıkan Galatasaray, Alman ekibi Bayer 04 Leverkusen ile eşleşmiş ancak 3. turda elenerek turnuvaya veda etmiştir. Sabri ise sakatlığı nedeniyle 6 maç 345 dakika performans gösterebilmiştir. Türkiye Kupası'nda ise yarı finale kadar mücadele eden takımında içinde 1 Fenerbahçe maçı olmak üzere 7 maçın 6' sında forma giydi. Ancak yarı final'de Gençlerbirliği'ne ilk maçta 1-0'lık skorla boyun eğen Galatasaray rövanşında da 0-0 berabere kalınca bu turnuvaya veda etti. Sabri ise her iki karşılaşmada da forma giydi. O sezon teknik direktörü ile sezon ortasında yollarını ayıran Galatasaray, neredeyse sezonun yarısın yardımcı antrenör Cevat Güler yönetiminde Fenerbahçe ile kıyasıya bir rekabet içerisinde geçirmiştir. O sezonun kilit maçı olan Galatasaray - Fenerbahçe maçında 37.dakikada topu şişirerek Shabani Nonda'ya atmasının ardından rakip kaleci Volkan Demirel ve Edu Dracena hata yapmış Nonda ise topu ağlara yollamıştır. Galatasaray'ın şampiyon olduğu 2007-08 sezonunda Sabri ise 28'i ilk on bir olmak üzere 34 maçta forma giymiş ve 1 gol atmıştır. Sabri böylelikle takımındaki üçüncü şampiyonluğunu yaşamıştır. 2008-2009 sezonunda ise teknik direktörlüğe Michael Skibbe'nin takıma getirilmesiyel ilk maçına 13 Ağustos'ta Steaua București karşısında çıktı. Bu maçtan 4 gün sonra Türkiye Süper Kupası'nda Kayserispor ile eşleşen Galatasaray kadrosunda 90 dakika forma giyen Sabri 2-1 biten maçla kariyerinin ilk Süper kupasını da kazandı. Bu maçın ardından kasık problemi yaşayan Sarıoğlu, Bükreş maçının rövanşında forma giyemedi. Galatasaray bu maçtan 2-1 mağlup ayrıldı ve UEFA Şampiyonlar Ligi'nden elenerek UEFA Kupası'na katılma hakkı kazandı. İlk maçına Süper Lig'in ilk haftasında Denizlispor maçında çıkan Sabri, bu maçın 57.dakikasında sakatlanarak oyunu terk etti. Kasık problemlerinin tekrar etmesi nedeniyle 4 hafta Süper Lig'de forma giyemeyen oyuncu, 5 Ekim 2008'de oynanan Bursaspor maçıyla sahalara döndü ve Barış Özbek'e kaptırdığı formasını geri aldı. 23 Ekim 2008'de ise UEFA Kupası'na katılan Galatasaray'da o sezon ilk Avrupa maçına çıkan oyuncu takımının 1-0 galip geldiği maçta 90 dakika sahada kaldı.Geride kalan 4 grup maçında da oynayan Sabri, takımının gruptan çıkmasında büyük pay sahibi oldu. Sezon boyunca genel olarak 39 maçta görev alan Sabri, bu maçlarda ise 1 gol attı ve 7 sarı kart gördü. Michael Skibbe'nin yerine Bülent Korkmaz'ın takımın başına geldiği ilk maç olan ve Bordeaux ile oynanan UEFA 4. Tur maçının son dakikasında attığı golle takımının UEFA Avrupa Liginde bir üst tura çıkmasını sağladı. Bu gol ile tarihe geçen Sabri, taraftarlarla bozulan ilişkilerini düzeltti ve maç sonu kendiyle özdeşleşen üçlüyü çektirdi. 2009-2010 sezonunda ise Galatasaray'da Teknik direktörlüğe Frank Rijkaard'ın getirilmesiyle ilk maçına 16 Temmuz 2009'da Tobol maçıyla sahalara çıkan Sabri, 30 Temmuz 2009'da ise Maccabi Netanya maçında ise o sezonki ilk golünü attı. Bir sonraki eleme turunda ise Levadia maçında forma şansı bulan Sabri ve takımı rakibi ile ilk maçta 1-1 berabere kalmış, ikinci maçta ise 5-0 mağlup ederek adını gruplara yazdırmıştır. Süper Lig'de ise ilk maçına ligin ilk haftasında Gaziantepspor karşısında çıkan Sabri, UEFA Avrupa Ligi gruplarında ise ilk maçına Panathinaikos karşısında grubun ilk maçında çıktı. Süper Lig'de ilk golünü 8 Kasım 2009'da Diyarbakırspor ağlarına atan Sabri, bu maçtan iki hafta sonra kas problemleri yaşamış ve bir süre forma giyememiştir. Bu dönemde Sabri'nin mevkiinde dönem dönem Uğur Uçar dönem dönem ise Lucas Neill foram giyse de bu ikili beklentileri karşılamayı başaramamıştır. Sahalara 25 Şubat 2010'da UEFA Avrupa Ligi'nde Atlético Madrid maçı ile dönen Sabri, bu maçta kadroya girmeyi başarsa da süre bulamadı. Sezon boyunca UEFA Avrupa Ligi'nde 10 maça çıkan oyuncu 3 asist yapmıştır. Türkiye Kupası'nda 1 maça çıkan Sabri bu maçta bir de asist yapsa da bir daha bu turnuvada forma giyememiştir. Süper Lig'de ise 24 maça çıkan oyuncu 1 gol atmış ve 2 asist yapmıştır. O sezon "Los galacticos, uzay takımı" gibi yakıştırmalar alan Galatasaray ise beklentileri karşılayamamıştır. 2010-2011 sezonunda takımın kaptanı Ayhan Akman'ın ardından Arda Turan'ın da 2.kaptan olmasıyla takımın 3. kaptanı oldu. O sezonki ilk maçına 29 Temmuz 2010'da UEFA Kupası elemelerinde Beograd karşısında çıktı. Her iki maçta da 90 dakika forma giyen Sarıoğlu, ikinci maçta bir de asist yaptı. Ancak bu maçın ardından sakatlanarak sahalardan uzak kalan Sabri, bir sonraki turda oynanan Karpaty Lviv maçında forma giyememiş ve takıma büyük umutlarla transfer edilen Ali Turan'a formasını kaptırmıştır. Ancak Galatasaray bu iki maç sonucunda rakibine elenerek büyük bir sürprize imza atmıştır. Süper Lig'in ilk haftasında da sakatlığı nedeniyle forma giyemeyen Sabri, ligin ikinci haftasında Bursaspor maçıyla sahalara dönmüş ancak sonraki haftada hafif sakatlığı nedeniyle forma giyememiştir. 4. hafta sahalara Gaziantepspor maçıyla dönen Sabri, oyuna ikinci yarıda Ali Turan'ın yerine dahil olsa da maç 2-1 mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Bu maçtan sonra tekrar sakatlanan Sabri 2 maç daha forma giyememiştir. 7.haftada Kardemir Karabükspor maçının 72.dakikasında sahalara dönen Sabri, bir sonraki hafta ise Beşiktaş ile oynanan maçta sağ açık başlamıştır. Bu maçta Sabri'nin as mevkiinde forma giyen Ali Turan çok büyük hatalar yapmış ve büyük tepki tolamıştır. Galatasaray Ali Sami Yen Stadyumu'nda oynanan son derbide rakibine boyun eğmiştir. 8. haftada oynanan MKE Ankaragücü maçında sahalara dönen Sabri, bu maçta Sağ bek mevkiinde forma giymiş ve Ali Turan'ı yedek bırakmıştır. Ancak takımı 4-2 mağlup olmuş ve Frank Rijkaard'ın görevine son verilmiştir. Teknik direktörlüğe Gheorghe Hagi'nin gelmesiyle vazgeçilmez olan Sabri, 4 Aralık 2012'de oynanan maçta Kasımpaşa SK karşısında 2 asist yapan oyuncu hem o sezon Lig'deki ilk asistlerini yapmış hem de maçın adamı seçilmiştir. 11 Ocak 2011'de Beypazarı Şekerspor ile oynanan Türkiye Kupası maçında kadroda bulunan ancak dakika bulamayan Sabri, Sami Yen'in son maçında da kadroda bulunarak Galatasaray tarihine geçmiştir. Türk Telekom Arena'nın açılış maçında ise forma giyen Sabri bir kez daha tarihie geçmiştir. Türk Telekom Arena'nın ilk resmi Süper Lig maçı olan Sivasspor maçında da 90 dakika sahada kalan Sabri o stadyumda yaşanan ilk galibiyeti de yaşamışt
ır. Tarihinin en kötü sezonunu geçiren Galatasaray'da Sabri o sezon gol atamasa da 24 maça çıkmış ve 5 asist yapmıştır. Türkiye Kupası'nda ise 4, UEFA Avrupa Ligi'nde de 2 maç forma giymiştir. 2011-2012 sezonunda ise ilk olarak başkanlığa Ünal Aysal getirilmiş, başkan ise teknik direktörlüğe Fatih Terim'i getirmiştir. "İmparator" lakaplı Fatih Terim'in getirilmesi ve takımın 1.kaptanı Arda Turan'ın Atlético Madrid takımına transfer olmasıyla birlikte ise Ayhan Akman'ın arkasında Galatasaray'ın 2.kaptanı olmuştur. Sezon öncesinde Liverpool FC, Inter FC, Olimpiakos ve Real Madrid CF maçlarında sağ bek mevkiinde forma giyen Sabri, bu maçların bazılarında ise formasını takımın Atlético Madrid'den transfer ettiği Çek oyuncu Tomáš Ujfaluši'ye kaptırmıştır. Takıma Emmanuel Eboué'nin transferinin ardından asıl mevkii sağ bek olan Eboué, sol açık, sağ açık ve ön libero bölgelerinde denense de o da bir süre sonra kendi mevkii olan Sağ bek'te forma giydi. Süper Lig'in ilk haftasında maça ilk on birde İstanbul BB karşısında çıkan Sabri, bu maçta Ön libero'da oynamış savunma kurgusu ise Çağlar Birinci, Gökhan Zan, Servet Çetin ve Tomáš Ujfaluši şeklinde kurulmuştur. Ancak takım 2-0 mağlup olmuştur. Süper Lig'in ikinci haftasında da Felipe Melo ve Selçuk İnan ile orta sahanın ortasında oynayan Sarıoğlu'nun asıl mevkii sağ bek'te ise Emmanuel Eboué forma giymiştir. Süper Lig'in 8.haftasında ise Eskişehirspor maçında 2-0 galip gelen Galatasaray kadrosunda kendi mevkii Sağ bek mevkiinde forma giymiştir. 4 ile 7.haftalar arasında Emmanuel Eboué'yi yedek bırakarak Süper Lig'de tüm maçlarda 90 dakika forma giyen Sabri, 26 Ekim 2011 günü oynanan Gaziantepspor maçında ikinci sarı karttan kırmızı kart görerek oyundan atılmıştır. Bir sonraki hafta da ise Servet Çetin gibi kırmızı kart cezalısı olduğu için forma giyemeyen Sabri'nin mevkiinde Emmanuel Eboué, Servet Çetin'in mevkiinde ise takımın genç defans oyuncusu Semih Kaya oynamıştır. Bu maçla birlikte savunma kurgusu değişen Galatasaray'da Sabri Sarıoğlu bir sonraki maçta Mersin İdman Yurdu karşısında ilk 11'de başlamıştır bu maçta Orta saha'nın ortasında görev yapan oyuncu 45 dakika sahada kalmış daha sonra oyundan alınmıştır. 20 Kasım 2011'de oynanan Beşiktaş derbisinde ise oyuna 46.dakikada Ayhan Akman'ın yerine girerek çıkmıştır. Ancak bu maçın 57.dakikasında sakatlanan Sabri, yerini Albert Riera'ya bırakmıştır. Maçtan sonra ise yapılan açıklamada bu oyuncuda diz iç bag yırtığı tespit edildiği açıklanmış ve Sabri Süper Lig'in ilk yarısında oynanan 6 maçta forma giyemezken sezonu kapatmıştır. Sabri Süper Lig'in son haftalarında 2011-2012 sezonundaki ilk golünü Orduspor'a atmıştır. Gol sevincini ise yeni doğan oğlu Sarp ile yaşamıştır. Normal sezonunu lider tamamlayan Galatasaray'da Sabri toplam 26 kez kadrodaydı 15 kez ilk on birde başladı 8 kez oyuna sonradan girdi ve 3 kez kulübede oturdu. Ayrıca bağ yırtığı nedeniyle 6 hafta sakat geçiren Sabri, o sezon statü gereği oynanan Süper Final'de 6 maçın dördünde forma giydi. Sezonun son maçında ise maçın berabere bitmesi halinde dahi Galatasaray'ın şampiyonluğunu ilan edeceği Fenerbahçe maçına yedek başlayan Sabri bu maçta forma giyemese de takımı 0-0 berabere kaldı ve rakibinin sahasında 18. Şampiyonluğunu ilan etti. Sabri ise Galatasaray formasıyla dördüncü şampiyonluğunu yaşadı. 2012-13 sezonu öncesinde ise Ayhan Akman'ın takımdan ayrılmasıyla takımın 1. kaptanı olan Sabri'nin 2. kaptanlığını ise Hakan Balta yaptı. O sezon Galatasaray, 2012 Türkiye Süper Kupası'nda Fenerbahçe ile karşılaştı. Sabri sakatlığı nedeniyle bu maçta forma giyemedi ancak Galatasaray bu kupayı müzesine götürdü Sabri de ikinci Türkiye Süper Kupası şampiyonluğunu yaşadı. Süper Lig'in ilk 7 haftasında sakatlığı nedeniyle formasını Emmanuel Eboué'ye kaptıran Sabri, 2 Ekim 2012'de SC Braga ile oynanan UEFA Şampiyonlar Ligi'nde sahalara dönse de forma giyemedi. Süper Lig'de 17 gün sonra Gençlerbirliği maçıyla Süper Lig'e döndü. Bu maçta kadroya dönen Sabri, bu maçta da forma giyemedi. Süper Lig'de ilk maçına 27 Ekim 2012 tarihinde çıkan Sabri, bu maçın son 22 dakikasında şans buldu. O sezon Elazığspor ile 13.haftada oynanan maçta 90 dakika forma giydi. Daha sonra Süper Lig'de forma giyemeyen Sabri, Türkiye Kupası'nda ise Balıkesirspor ve 1461 Trabzon maçlarında forma giydi ancak takımı 1461 Trabzon'a 2-1 yenilerek bu turnuvaya veda etti. Süper Lig'in 2. yarısında ise Emmanuel Eboué'nin Aftika Uluslar Kupası'na gitmesi daha sonrasında ise sakat dönmesiyle formasını geri alan Sabri, 18. hafta oynanan Kasımpaşa SK maçında 22. hafta oynanan Akhisar Belediyespor maçına kadar tüm maçlarda forma giydi. UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamasında CFR Cluj'la oynanan iki maçta da forma giyen Sabri, başka maçta şans bulamasa da Galatasaray gruptan çıkmış gruptan sonra ise elemelerde Schalke 04 ile eşleşmiştir. Sabri ilk maçta Schalke 04 karşısında 83 dakika sahada kaldı. Bu maçın rövanşında ise Sabri, Emmanuel Eboué'nin dönmesi nedeniyle forma giyemedi ve Galatasaray rövanşı 3-2 kazanarak bir üsttura yükseldi. Çeyrek finalde ise Real Madrid CF ile eşleşen Galatasaray'da Sabri bu maçta yedek beklesede forma giyemedi ve takımı 3-0 mağlup oldu. Bu maçın Türk Telekom Arena'da oynanan rövanşında ise Galatasaray kendi evinde rakibini 3-2 mağlup etti. Bu maçın 63.dakikasında Umut Bulut'un yerine oyuna giren Sabri, Galatasaray'ı 2-1 öne geçiren golü atan Wesley Sneijder'in asistini yaptı. Galatasaray bu maçı 3-2 kazansa da averajla turnuvaya veda etti. Süper Lig'in 33.haftasında Fenerbahçe ile Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda oynanan maça "Şampiyon" unvanı ile çıkan Galatasaray'da kadroda bulunan Sabri, 75.dakikada oyuna girdi. Bu maçın sonlarına doğru Volkan Demirel ile girdiği bir pozisyon sonrası rakibinin boğazını sıkan Sabri'ye Volkan da cevap verince her iki oyuncu da kırmızı kart gördü ve takımlarını 10 kişi bıraktı. Maçın ardından ise PFDK kırmızı kart gören Volkan Demirel'e 5, Sabri Sarıoğlu ile centilmenlik dışı harekette bulunan Raul Meireles'e 4'er maç ceza verdi. Sabri o sezon Süper Lig'de ise toplam 21 kez kadrodaydı 8 kez ilk on birde başladı 8 kez oyuna sonradan girdi ve 5 kez kulübede oturdu. Ayrıca Galatasaray'daki 5. Süper Lig Şampiyonluğunu yaşadı. 2013-14 sezonu öncesinde SSC Napoli, Málaga CF maçları ve Emirates Kupası'nda mücadele eden Sabri, Emirates Kupası'nı müzesine götüren takımın kaptanı olarak kupayı kaldırdı. O sezon ki ilk resmi maçta ise Galatasaray topkı bir önceki sezon olduğu gibi Türkiye Süper Kupası mücadelesinde Fenerbahçe ile karşılaştı. Bu maçta cezası nedeniyle forma giyemese de Galatasaray 109. dakikada Didier Drogba'nın golüyle 1-0 kazanmış Sabri de kaptan bulunduğu takımı ile 3. Türkiye Süper Kupası madalyasını almıştır. Süper Lig'de ilk iki haftayı kırmızı kart cezalısı olarak geçiren Sarıoğlu bu maçlarda formasını Emmanuel Eboué'ye kaptırsa da, Süper Lig'in 3. haftasında Eskişehirspor maçıya sahalara döndü. O sezon Süper Lig'de ilk asistini ise bir sonraki haftada Antalyaspor maçında Didier Drogba'ya yapan Sabri, Bu maçın ardından Süper Lig'de Fenerbahçe, Sivasspor ve Elazığspor maçlarında forma giyememiş ancak diğer tüm karşılaşmalarda yabancı kontenjanının da etkisiyle Fatih Terim ve Roberto Mancini'nin değişilmez oyuncusu olmuştur. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ise son maç olan Juventus FC maçı dışında tüm maçlarda kadroda olmasa da diğer tüm maçlarda kadroda bulundu ancak süre bulamadı. Galatasaray ise Juventus FC'yi Wesley Sneijder'in golüyle 1-0 mağlup etti ve tıpkı bir sezon önce olduğu gibi grupları geçti. Türkiye Kupası'nda ise ilk maçına Gaziantep BB karşısında maçın 99.dakikasında çıkan Sabri, bu maçta yaptığı hatalarla dikkat çekti ve penaltılara giden karşılaşmada bir de penaltı kaçırdı. Ancak Galatasaray rakibini 8-7 yenerek bir üst tura yükseldi. Türkiye Kupası 5. tur müsabakasında ise Balıkesirspor karşısında ilk 11 başlayan futbolcu, 90 dakika sahada kaldı ve takımı rakibini 4-0 mağlup ederek adını gruplara yazdırdı. Devre arasında ise Sabri'nin bölgesi olan Sağ bek'e Salih Dursun transfer edildi. Ayrıca Sabri'nin kaptanlığı da Roberto Mancini tarafından Selçuk İnan'a verildi. Kaptanlığı verilse ve Türkiye Kupası'nda Antalyaspor ve Elazığspor maçlarında kadroya alınmasa da Süper Lig'in 2. yarısının ilk maçı olan Gaziantepspor maçında 90 dakika forma giydi. Daha sonra 29 Ocak 2014'te de Elazığspor ile oynanan Türkiye Kupası maçında şans buldu ve Umut Gündoğan'ın asisti sonucu 85. dakikada golü buldu. Sabri böylelikle tam 669 gün sonra bir maçta gol attı. Sahada Selçuk İnan, Felipe Melo ve Burak Yılmaz'ın olmamasına rağmen kaptanlık pazubandı daha önce 2. kaptan olan Hakan Balta'daydı. Mancini Sabri'nin kaptanlığının alınmasıyla ilgili "Evet son maçlarımızda farklı kaptanlarla oynadık. Ben bunu bir ödül olarak nitelendiriyorum. Oyuncum iyi bir performans sergilediğinde kaptanlık için tercihimi ondan yana kullanıyorum. Bu nedenle farklı oyuncuları kaptan olarak gördük ve bundan sonra da görebiliriz. Sabri Sarıoğlu da iyi bir oyuncu. İyi oynadığında mutlaka kaptanlığı alacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın." ifadelerinde bulundu. Sabri ise "Maçın başından sonuna kadar bir bütün oynadık. Ben yıllardı Galatasaray'da oynuyorum. Hiçbir zaman oynadığım mevkiiyi sorun etmem. Bugün de sol tarafta oynadım, sonra sağa geçtim. Benim için sorun değil, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ben burada olmasam da Galatasaraylıyım. Kaptanlık yapmak benim için şereftir. Son zamanlar takmayabilirim. Zaman zaman iyi, zaman zaman kötü yaptım görevimi. Galatasaray'da 17-18 senedir buradayım, ben buranın evladıyım. Burada oynadığım için onur duyuyorum. Ben elimden geldiğince, süre aldığım sürece en iyisini yaparım. Ben G.Saray'ın başarısı için yaşayan bir insanım. Oynasam da, oynamasam da yüreğim burada..." ifadelerinde bulunmuştur. 2 Şubat 2014 günü ise Sabri Bursaspor ile oynanan Süper Lig maçında ise kaptan olarak çıkmıştır. Sabri'nin sol bek oynadığı maçı Galatasaray 6-0 kazanmıştır. 2013-14 sezonunda Lig'de 24 maça çıkan Sabri, 16
35 dk sahada kalmıştır. 99 orta yapan Sabri, 31 isabetli orta açmış ve takımın en çok orta yapan 2. ismi olmuştur. 840 pas veren Sabri, 739 pasta ise başarılı olmuştur. Aynı zamanda 2 tane de asist yapmıştır. Galatasaray sezonu 2. tamamlamış, Türkiye Kupası'nı ise müzesine götürmüştür. 2014-15 sezonu başında sözleşmesi otomatik olarak uzayan Sabri, Cesare Prandelli'nin teknik direktörlüğe getirilmesiyle Gökhan Zan, Engin Baytar, Sercan Yıldırım, Lucas Ontivero gibi isimlerle birlikte kadro dışı kalmıştır. Galatasaray A2 takımına yollanan Sabri Sarıoğlu, ilk maçına 13 Eylül 2014 günü Eskişehirspor A2 takımı karşısında çıktı. Bu maçta 90 dakika görev yapan oyuncu, 1 gol attı ve Engin Baytar'ın golünün asistini yaptı. 27 Ekim 2014 tarihinde affedilmiş ve A takıma geri alınmıştır. Yeniden A takıma gelmesiyle çıktığı lig maçlarında 5 asist yapan Sabri, Galatasaray'daki 6. Süper Lig Şampiyonluğunu yaşadı. Türkiye Kupası'nda 1 golü ve 1 asisti bulunan Sabri, Türkiye Kupası'nda 3. Şampiyonluğunu yaşadı. Transfer döneminde Galatasaray ile kontratını 1+1 yıllık uzatmış ve sezona çok iyi başlayan Sabri, çıktığı 3 lig maçında 3 asist yaptı. Kontratındaki +1 yıllık opsiyonunun geçerli olması için 15 resmî müsabakada ilk 11'de başlama şartı bulunan Sabri, ilk 11'de çıkacağı 15. maçtan hemen önce uzama opsiyonunu yönetimle karşılıklı varılan mutabakat çerçevesinde iptal etti. Sezon sonuna kadar 32 resmî maçta ilk 11'de oynayan Sabri, toplamda 43 maçta forma giyip 1 gole ve 8 asiste imza attı. Türkiye Kupası'nda 2 asisti bulunan Sabri, Türkiye Kupası'nda 4. Şampiyonluğunu yaşadı. 2015-16 sezonu sonunda Galatasaray ile olan sözleşmesi sona eren Sabri Sarıoğlu yeni sezonda Galatasaray ile 1 yıllık yeni bir anlaşma imzaladı. Anlaşma yıllık net 1.250.000 euro, kazanılan her puan başına 5.000 euro şeklindeydi. Sezon sonunda Sabri Sarıoğlu'nun sözleşmesi uzatılmadı. 2017 yılında Süper Lig'in İzmir ekibi olan Göztepe ile anlaşma sağlamıştır. Sabri, bugüne dek millî takımların Türkiye U-15 kategorisinden başlamak üzere tüm kademelerinde forma giymiştir. Toplam 142 kez millî takımlara çağrılan Sabri, 2006 yılından beri 44 kez de A Millî formayı giymiştir. Asıl mevkii olan sağ açığın yanı sıra sağ bek olarak da oynayabilmektedir. millî takımda genelde sağ bek olarak görev yapmıştır. !Toplam!!44!!1 NOT:"Evsahibi olarak Türkiye baz alınmıştır." 20 Nisan 2010 tarihinde İngilizce öğretmeni Yağmur Yılmaz ile evlendi. 19 Haziran 2011 tarihinde baba oldu ve oğluna Sarp ismi konuldu. Sarıoğlu, 2014 Şubat'ında yayınlanan Turkcell reklamında yer aldı. Arda Turan Arda Turan (d. 30 Ocak 1987; Bayrampaşa, İstanbul), Türk futbolcudur. Süper Lig ekiplerinden Başakşehir forması giymektedir. Genellikle sol kanatta oynayan Turan, sağ kanat ile forvet arkası pozisyonlarında da görev yapabilmektedir. 2006 yılından bu yana Türkiye millî futbol takımında da forma giymektedir. Turan, 30 Ocak 1987'de Türkiye'nin İstanbul şehrinde dünyaya geldi. Futbola da Bayrampaşa'nın Altıntepsi mahallesindeki Altıntepsi Makelspor'da başladı. 1997'den 2000 yılına kadar bu kulüpte oynadı. 2000 yılında Galatasaray'a transfer oldu. 2005 yılına kadar alt yapıda oynadı. 2005-06 sezonunun ikinci yarısında Manisaspor'a kiralandı. Ankaragücü'ne karşı deplasmanda 2-0 kazandıkları karşılaşmada, hem kulüp kariyerindeki hem de Süper Lig'deki ilk golünü attı. Ayrıca bu maç Manisaspor formasıyla çıktığı ilk resmî karşılaşma oldu. Manisaspor'da yarım sezon forma giyen Turan daha sonra Galatasaray'a döndü. Sarı kırmızılı forma ile ilk resmî maçına, 22 Ocak 2005 tarihinde Bursaspor ile oynanan Türkiye Kupası maçında çıktı. Galatasaray'ın 9 Ağustos 2006 tarihinde, Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turu'nda Mladá Boleslav karşısında 5-2 kazandığı karşılaşmada 2 gol atıp 1 asist yaptı. Böylece Galatasaray forması altında ilk resmî golünü attı. Bu kulüpte kaptanlığa kadar yükselen Turan, 2011 yılına kadar çeşitli kulvarlarda toplamda 189 kez Galatasaray formasını giydi ve 44 gol kaydetti. Sarı kırmızılı takım ile, 2007-08 sezonunda Süper Lig, 2004-05 sezonunda Türkiye Kupası ve 2008 yılında Türkiye Süper Kupası şampiyonlukları yaşadı. 2011 yılının Ağustos ayında, €12.000.000 bonservis ücreti karşılığında İspanyol kulübü Atlético Madrid'e transfer oldu. Bu bonservis bedeli Türkiye'den yurt dışına transfer olan en pahalı Türk futbolcu olmasını sağladı. Atlético Madrid formasıyla ilk resmî maçına 28 Ağustos 2011'de, Osasuna ile oynanan La Liga maçında çıktı. Kasım 2011 tarihinde, Avrupa Ligi'nde Celtic'e karşı 1-0 kazandıkları karşılaşmada bu takımdaki ilk resmî golünü attı. Dört sezon Atlético formasını giyen Turan, bu kulüpte 2012 yılında UEFA Süper Kupası, 2011-12 sezonunda UEFA Avrupa Ligi, 2013-14 sezonun La Liga, 2012-13 sezonunda Copa del Rey ve 2014 yılında Supercopa de España şampiyonluklarını yaşadı. 6 Temmuz 2015 tarihinde €34 milyon bonservis bedeli ile Barcelona'ya transfer oldu. Turan, 6 Ocak 2016 tarihinde Espanyol ile oynanan Copa del Rey maçıyla birlikte Barcelona'daki ilk resmî maçına çıktı. Burada çeşitli kulvarlarda toplam 55 karşılaşmaya çıktı ve 15 gol kaydetti. Barcelona'da 2015 yılında UEFA Süper Kupası ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası, 2015-2016 sezonunda La Liga ve Copa del Rey, 2016 yılında da Supercopa de España şampiyonlukları yaşadı. Turan, 13 Ocak 2018 tarihinde Barcelona'dan 2017-18 sezonunun ikinci yarısından itibaren iki buçuk sezon kiralık olarak İstanbul Başakşehir takımına transfer oldu. Turan, 2006 yılından bu yana Türkiye millî futbol takımı formasını da giymektedir. Türkiye millî futbol takımında ilk maçına 16 Ağustos 2006'da, 19 yaşında, Lüksemburg ile oynanan özel maçta çıktı. Türkiye forması ile ilk golünü ise 25 Mayıs 2008 tarihinde Uruguay ile oynanan ve 3-2 mağlubiyetle sonuçlanan özel maçta attı. Turan ay yıldızlı forma ile 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda da mücadele etti. Türkiye yarı finale kadar yükselirken, Turan turnuvanın ardından Alman Bild gazetesi tarafından oluşturulan, turnuvanın en iyi on biri listesinde gösterildi. Futbola henüz 8 yaşındayken, doğup büyüdüğü Bayrampaşa'nın Altıntepsi mahallesindeki amatör bir takım olan Altıntepsi Makelspor'da başladı. 1997'den 2000'e kadar futbol yaşamını Altıntepsi Makelspor'da sürdürdü. 2000 yılında 12 yaşındayken, Galatasaray'a transfer oldu. 2000'den 2005 yılına kadar Galatasaray altyapısında futbol oynadı. Galatasaray forması ile ilk resmî maçına, 22 Ocak 2005 tarihinde Bursaspor ile oynanan Türkiye Kupası maçında çıktı. Profesyonel olduktan sonra da bir süre Galatasaray altyapısında forma giyen Turan, 2005-06 sezonunun ikinci yarısında Manisaspor'a kiralandı. Bu takımdaki ilk resmî maçına Ankaragücü ile deplasmanda oynanan maçta çıktı ve 2-0 kazanılan karşılaşmada, hem kulüp kariyerindeki hem de Süper Lig'deki ilk golünü attı. Manisaspor'da geçirdiği yarım sezonun ardından Galatasaray'a döndü. Galatasaray'ın 9 Ağustos 2006 tarihinde, Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turu'nda Mladá Boleslav karşısında 5-2 kazandığı karşılaşmada 2 gol atıp 1 asist yaptı. Böylece Galatasaray forması altında ilk resmî golünü attı. 13 Ağustos 2006 tarihinde, Galatasaray'ın Kayserispor'u 4-0 mağlup ettiği karşılaşmada Galatasaray forması ile Süper Lig'deki ilk golünü attı. 2009-10 sezonunda, henüz 22 yaşındayken Galatasaray A takımının kaptanlığına getirildi ve 10 numaralı forma kendisine verildi. Arda Turan, Galatasaray forması ile birer Süper Lig, Türkiye Kupası ve Türkiye Süper Kupası şampiyonluğu yaşadı. 2011 yılının Ağustos ayında, €12.000.000 bonservis ücreti karşılığında İspanyol kulübü Atlético Madrid'e transfer oldu. Ödenen bu bonservis bedeliyle birlikte Türkiye'den yurt dışına transfer olan en pahalı Türk futbolcu oldu. Madrid ekibindeki ilk resmî maçına 28 Ağustos 2011'de, Osasuna ile oynanan La Liga maçında çıktı. Atlético Madrid'de oynadığı sezonlarda birer La Liga, UEFA Süper Kupası, Copa del Rey, Supercopa de España ile 1 UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğu yaşarken, 2014 yılında, Şampiyonlar Ligi yarı finalinde attığı gol ile takımının finale yükselmesinde etkin rol oynadı. 2015-16 sezonu öncesinde €34 milyon (€7 milyon başarı bonusları) bonservis bedeli karşılığında bir başka İspanyol takımı Barcelona'ya transfer oldu ve en pahalı Türk futbolcu unvanını elde etti. Barcelona ile ilk resmî maçına 6 Ocak 2016 tarihinde Espanyol ile oynanan Copa del Rey maçında çıktı. Barcelona formasıyla ilk La Liga maçına ise 9 Ocak 2016 tarihinde Granada ile oynanan karşılaşmada çıktı. Turan, Barcelona ile La Liga, Copa del Rey, Supercopa de España, UEFA Süper Kupası ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası şampiyonluğu yaşadı. Türkiye forması da giyen Arda Turan, Türkiye millî takımında oynamadan önce, Türkiye 16 Yaş Altı, Türkiye 17 Yaş Altı, Türkiye 18 Yaş Altı, Türkiye 19 Yaş Altı, Türkiye 20 Yaş Altı ve Türkiye 21 Yaş Altı takımlarında forma giydi. Türkiye millî futbol takımı ile ilk maçına 16 Ağustos 2006 tarihinde Lüksemburg ile oynanan hazırlık maçında çıktı. Arda Türkiye ile 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda mücadele etti ve takımı adına turnuvada 2 gol attı. Milliyet Spor Ödülü'nü, 2008 ve 2009 yıllarında Yılın Futbolcusu, 2013 yılında Yılın Sporcusu kategorilerinde kazandı. 2010 yılında Yılın Futbolcusu ve 2012 ile 2013 yıllarında ise Avrupa'da Yılın Türk Futbolcusu kategorilerinde "Futbol Plus" Dergisi Yılın Futbol Oscarları ödülünün sahibi oldu. 2014 yılında 13. Uluslararası Türkiye Spor Adamları Ödülleri kapsamında; Avrupa'da Yılın Futbolcusu ödülünü kazandı. 2008 yılında İspanyol spor dergisi "Don Balón" tarafından, 1987 ve üstü doğumlu 100 yıldız futbolcu arasında en iyi 8. futbolcu seçildi. Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu tarafından 2009 yılının en popüler aktif futbolcusu olarak gösterildi. 2015 yılında GQ dergisi tarafından Yılın Adamı seçildi. 6 Haziran 2017 Makedonya maçından dönerken uçakta gazeteci Bilal Meşe'ye küfredip boğazını sıkarak saldırdığı için eleştirilere uğrayan Turan, millî takım kariyerini sonlandırdı. Arda Turan, İstanbul iline bağlı Bayrampaşa ilçesinde 30
Ocak 1987 tarihinde, Adnan ve Yüksel çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Turan'ın babası Türk Hava Yolları'ndan emekli Adnan Turan, annesi ev hanımı Yüksel Turan ve kardeşi Okan Turan'dır. Lise eğitimini Fatih ilçesindeki Şehremini Lisesi'nde tamamladı. Çocukluğunda sokakta futbol oynamaya başlayan Turan, "doğduğu mahalledeki arkadaşlarıyla birlikte oynadığı orta-kafa-gol oyununun, orta ve pas yeteneğinin gelişmesinde önemli rol oynadığını" ve "dar sokaklarda futbol oynamasının da futbol tekniğini geliştirdiğini" ifade etmiştir. Futbol yaşantısına, henüz 8 yaşındayken babasının ve amcalarının da daha önceleri futbol oynadığı, doğduğu ilçenin amatör takımlarından Altıntepsi Makelspor'da başladı. 2000 yılında Galatasaray'ın altyapı seçmelerine katıldı. İlk katıldığı seçmelerde 15 dakika oynadıktan sonra, birkaç gün sonraki seçmeye de çağrıldı. Buradaki seçmeleri de kazanarak Galatasaray'da futbol oynamaya başladı. Galatasaray altyapısında yaklaşık 4 yıl boyunca forma giydi. Bu süre içerisinde 56 lig maçına çıktı ve 17 gol attı. Turan, kendi ifadeleriyle topa sahip olmayı, çabuk kaybetmemeyi ve maçın 90 dakika olduğunu unutmamayı, Galatasaray'daki teknik direktörü Gheorghe Hagi'den öğrendi. Turan, Galatasaray'daki ilk resmî maçına altyapıda oynadığı dönemde çıktı. 22 Ocak 2005 tarihinde, Bursaspor ile oynanan Türkiye Kupası maçının 60. dakikasında, Ayhan Akman'ın yerine oyuna dahil olarak ilk defa sarı-kırmızılı forma ile resmî bir karşılaşmada görev yaptı. Bu maçtan sonra tekrar altyapı takımda oynamaya devam etti. Yaklaşık 4 ay sonra, Süper Lig'de Denizlispor ile oynanan karşılaşmanın 64. dakikasında Ergün Penbe'nin yerine oyuna dahil olarak, Galatasaray forması ile ilk kez Süper Lig maçında forma giydi. 11 Mayıs 2005 tarihinde, Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi 5-1 yendiği Türkiye Kupası Final karşılaşmasında forma şansı bulamadı; ancak Galatasaray'ın kupada elde ettiği bu şampiyonlukla birlikte kariyerinde ilk defa resmî bir organizasyonda şampiyonluk sevinci yaşadı. Gheorghe Hagi'nin teknik direktörlüğü döneminde profesyonelliğe adım atan Turan, 2004-05 sezonunda ağırlıklı olarak paf takımda görev yaptı. Galatasaray'da 2 resmî karşılaşmada forma giydi ve toplam 56 dakika süre aldı. Turan, 2005-06 sezonunun ilk yarısı geride kaldığında Galatasaray'da forma şansı bulamamıştı. Kulüp tarafından tecrübe kazanması için Süper Lig'de mücadele eden Manisaspor'a, €500.000 ücretle kiralık olarak verildi. Bu takımda 99 numarayı aldı. Manisaspor'daki ilk maçına, Ankaragücü ile oynanan Süper Lig karşılaşmasında çıktı. Bu karşılaşma, profesyonel futbol yaşantısında ilk on birde başladığı ilk maç oldu. Maçın 53. dakikasında hem kulüp kariyerindeki hem de Süper Lig'deki ilk golünü attı. Manisaspor'un 18 Mart 2006 tarihinde Denizlispor'u 4-2 mağlup ettiği Süper Lig maçında, kariyerindeki 2. golünü attı. Galatasaray'a şampiyonluk yolunu açan, Manisaspor'un 5-3'lük Fenerbahçe galibiyetinde 2 asistlik performans gösterdi. Arda Turan, Galatasaray'a daha hazır bir halde dönmek amacıyla 1 sezon daha Manisaspor'da kiralık olarak oynamak istemesine rağmen, Fenerbahçe maçında kendisini izleyenler arasında bulunan Galatasaray başkan yardımcısı Adnan Polat'ın beğenisini kazandı ve onun talimatıyla bir sonraki sezon Galatasaray'a tekrar döndü. Turan, Manisaspor kariyeri boyunca teknik direktörü Ersun Yanal tarafından sağ kanatta oynatıldı. Turan, 2005-06 sezonunun ikinci yarısında Manisaspor'da toplam 15 maça çıktı ve 2 gol kaydetti. Toplam 1123 dakika süre aldı. 15 maçın 13'ünde ilk 11'de sahaya çıktı. Manisaspor'da geçirdiği yarım sezonda Galatasaraylı yöneticiler ve teknik ekip tarafından beğenilen Turan, 2006-07 sezonunda Galatasaray'a döndü. Galatasaray'a döndükten sonra sözleşmesini 2011 yılına kadar uzattı. 4 Ağustos 2006 tarihinde Ankaraspor ile deplasmanda oynanan ve 1-1 biten Süper Lig maçının 46. dakikasında Hasan Şaş'ın yerine oyuna dahil olarak, 2006-07 sezonunda sarı-kırmızılı forma ile ilk maçına çıktı. 9 Ağustos 2006 tarihinde Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turunda Mladá Boleslav ile oynanan 5-2 kazanılan karşılaşmada, Galatasaray formasıyla ilk defa bir resmî karşılaşmada ilk on birde sahaya çıktı. Maçı 2 gol atıp 1 asist ile tamamlarken, attığı bu gol hem Galatasaray forması altındaki ilk resmî golü hem de bir Avrupa kupası maçında attığı ilk goldü. Bu maçtaki performansı ile bundan sonraki haftalarda, teknik direktör Eric Gerets'in ilk on birlerinde kendisine yer bulmaya başladı. Bu maçtan 4 gün sonra ligde oynanan ve 4-0 galibiyetle tamamlanan Kayserispor karşılaşmasına ilk on birde başladı. Maçın 44. dakikasında attığı gol, Galatasaray formasıyla Süper Lig'deki ilk golü oldu. 12 Eylül 2006 tarihinde, Şampiyonlar Ligi'nde Girondins de Bordeaux ile oynanan ve 0-0 beraberlikle sonuçlanan karşılaşmada, ilk defa sarı-kırmızılı formayla Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etti. Bu karşılaşmadan sonra oynanan ligdeki iki maçta da ilk on birde sahaya çıktı. 27 Eylül 2006 tarihinde, Liverpool ile deplasmanda oynanan ve 3-2 kaybedilen Şampiyonlar Ligi maçına ilk on birde başladı. 86 dakika kaldığı maçın 59. dakikasında Galatasaraylı Ümit Karan'ın attığı ilk golde asisti yapan isim oldu. 30 Eylül 2006 tarihinde, Konyaspor ile oynanan ve 3-3 berabere biten lig karşılaşmasında, takımını 3-1 öne geçiren golü attı. Ayrıca, Saša Ilić'in attığı golün pasını veren isim oldu. 22 Kasım 2006 tarihinde, Girondins de Bordeaux'ya 3-1 kaybedilen Şampiyonlar Ligi karşılaşmasının 59. dakikasında rakibine kafa attı ve kırmızı kart görerek oyundan ihraç edildi. Turan, 11 Altın Adam Yarışması'nda Eylül ayının futbolcusu ödülünü kazansa da Girondins de Bordeaux maçında rakibine kafa atması sebebiyle ödül kendisinden alınarak Trabzonsporlu Gökdeniz Karadeniz'e verildi. Bu kart, Turan'ın Galatasaray kariyerinde gördüğü ilk kırmızı kart oldu. 3 Aralık 2006 tarihinde deplasmanda 2-1 kaybedilen Fenerbahçe maçında ilk on bir de başladı. Bu maçla birlikte ilk kez bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde forma giymiş oldu. 27 Şubat 2007 tarihinde, Galatasaray'ın Kayseri Erciyesspor ile 1-1 berabere kalıp elendiği Türkiye Kupası Çeyrek Final maçında takımının tek golünü attı. Bu attığı gol, 2006-07 sezonundaki tek Türkiye Kupası golü oldu. 11 Mart 2007 tarihinde, Galatasaray'ın Trabzonspor'u 2-1 mağlup ettiği lig karşılaşmasında takımını 1-0 öne geçiren golü attı. Bu gol, kariyerinde Trabzonspor'a attığı ilk gol oldu. Bu maçtan 5 gün sonra Konyaspor ile deplasmanda oynanan ve 2-2 berabere sonuçlanan maçta, rakip takım kalecisinden aldığı darbe sonucu sağ üst uyluk adalesinden sakatlandı ve 6 hafta sahalardan uzak kaldı. 19 Mayıs 2007 tarihinde Fenerbahçe ile oynanan lig maçına yedek olarak başladı. Karşılaşmanın 53. dakikasında Mehmet Topal'ın yerine oyuna dahil oldu. Galatasaray'ın 2-1 kaybettiği maçın 89. dakikasında takımının tek golünü attı. Bu golle birlikte ilk defa bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde gol atmış oldu. Turan, 2006-07 sezonunda Galatasaray forması ile ligde toplam 26 maçta görev yaptı. Bu maçların 24'ünde kendisine ilk on birde yer buldu. 2058 dakika süre aldı ve toplam 5 gol attı. Türkiye Kupası'nda 3 maçta 1 gol attı. Şampiyonlar Ligi'nde 2'si ön eleme maçı olmak üzere toplam 7 karşılaşmada forma giydi. Ön eleme maçlarında toplam 2 gol attı. Galatasaray, 2007-08 sezonuna Eric Gerets'in yerine Karl-Heinz Feldkamp'ı teknik direktörlüğe getirerek başladı. Turan, 12 Ağustos 2007 tarihinde 4-0 galibiyetle sonuçlanan Çaykur Rizespor maçında bu sezonki ilk resmî maçına çıktı. Maça yedek kulübesinde başlayan Turan, 65. dakikada Cassio Lincoln'ün yerine oyuna dahil oldu. Sezonun ilk lig maçında Hakan Şükür'ün kafa ile attığı üçüncü golde asisti yapan isim oldu. Süper Lig'in ilk 7 maçında da 90 dakika sahada kalamadı. 28 Ekim 2007 tarihinde oynanan ve 2-1 kazanılan Denizlispor maçında, ligde ilk kez 90 dakika forma şansı buldu. UEFA Kupası birinci turunda karşılaştıkları Sion mücadelesinin 68. dakikasında, skoru 4-0'a getiren golü attı. Attığı bu gol hem bu sezondaki ilk resmî golü, hem de bir Avrupa kupası maçındaki ilk golüydü. Ayrıca bu gol, futbol kariyerindeki ilk UEFA Kupası golü oldu. Turan, 2007-08 sezonunda ligin ilk yarısında golle tanışamazken, UEFA Kupası'nda ise Sion maçında attığı gol dışında başka gol atamadı. Sezonun ikinci yarısında, Çaykur Rizespor ile deplasmanda oynanan ve 5-2'lik skorla kazanılan maçta ligdeki ilk golünü attı. Ayrıca maçın 45. dakikasında Shabani Nonda'nın skoru 3-1'e getiren golünde asist yaptı. 27 Ocak 2008 tarihinde deplasmanda oynanan ve 4-0 galibiyetle tamamlanan Ankaragücü karşılaşmasında attığı golle takımını 2-0 öne geçirdi. Bu golden iki dakika sonra, Ümit Karan'ın skoru 3-0'a taşıyan golünün asistini yaptı. Bu maçtan 13 gün sonra ise eski takımı Manisaspor'a karşı 6-3 kazanılan maçta, penaltıdan takımını takımını 3-0 öne geçiren golü attı. Bu gol Manisaspor'a attığı ilk lig golü olurken, Galatasaray kariyerinde penaltıdan attığı ilk resmî gol oldu. Türkiye Kupası'nda, 19 Mart 2008 tarihinde Gençlerbirliği ile oynanan ve 1-0 kaybedilen yarı final mücadelesine ilk on birde sahaya çıktı. Bu maç Türkiye Kupası'nda oynadığı ilk yarı final mücadelesiydi. 12 Nisan 2008 tarihinde, Galatasaray'ın Trabzonspor'u 1-0 mağlup ettiği lig karşılaşmasında tek golü atan isim oldu. Bu maçtan 18 gün önce Galatasaray teknik direktörü Karl-Heinz Feldkamp, çeşitli nedenlerden dolayı istifa etmiş ve yerine yardımcısı Cevat Güler getirilmişti. Ligin 33. haftasındaki Sivasspor deplasmanında 3 gol attı ve kariyerinin ilk hat trick başarısını gösterdi. Galatasaray karşılaşmayı 5-3 galip tamamladı ve ligde son haftaya 3 puan farkla lider girdi. 2007-08 sezonunda ligde oynanan Gençlerbirliği OFTAŞ mücadelesinde 90 dakika forma giydi. Hakan Şükür'ün attığı golde asisti yapan isim oldu. Galatasaray maçı 2-0 kazanarak 2007-08 sezonunu Süper Lig şampiyonu olarak tamamlarken, Turan hem futbol hem de Galatasaray kariyerindeki ilk lig şampiyonluğunu elde etti. Arda Turan, 2007-08 sezonunda ligde 30, Türkiye Kupası ve UEFA Kupası
'nda 7'şer karşılaşmada forma giydi. Ligde toplam 2418 dakika süre alırken, toplam 7 gol attı. Türkiye Kupası'nda ise 581 dakika süre alırken, gol atma başarısı gösteremedi. UEFA Kupası'nda toplam 488 dakika süre aldı ve 1 gol attı. Sezonun sona ermesinin ardından İspanyol spor dergisi "Don Balón" tarafından, 1987 ve üstü doğumlu 100 yıldız futbolcu arasında en iyi 8. futbolcu olarak gösterildi. 2008-09 sezonunda Galatasaray'ın yeni teknik direktörü Alman Michael Skibbe oldu. Arda sezonun ilk resmî maçına, 13 Ağustos 2008 tarihinde UEFA Şampiyonlar Ligi üçüncü ön eleme turunda oynanan ve 2-2 berabere sonuçlanan Steaua București maçında çıkarken, Nonda'nın attığı 2. golde ortayı yapan isim oldu. 17 Ağustos 2008 tarihinde Kayserispor ile oynanan Türkiye Süper Kupası maçında sakatlığı sebebiyle forma giyemedi. Galatasaray, 2-1'lik sonuçla kupada şampiyonluğu elde etti. Turan, kariyerinde ilk defa bir Türkiye Süper Kupası şampiyonluğu yaşadı. Turan, 23 Ağustos 2008 tarihinde Galatasaray'ın 4-1 kazandığı Denizlispor mücadelesine yedek kulübesinde başladı. Maçın 46. dakikasında Hasan Şaş'ın yerine oyuna dahil olarak, sezonun ilk lig maçına çıktı. 5 Ekim 2008 tarihinde 2-1 kaybettikleri Bursaspor maçında takımının tek golünü attı. Bu gol, bu sezon attığı ilk resmî gol oldu. Bu maçtan 14 gün sonra, 3-0 kazandıkları Trabzonspor karşılaşmasındaki ilk golü attı. Maçta atılan 2. golde ise altı pas bölgesinden yaptığı vuruşta, top takım arkadaşı Servet Çetin'e çarparak ağlarla buluştu ve atılan gol Çetin'e yazıldı. Maçta attığı gol, Galatasaray resmî İnternet sitesinde yapılan oylamada taraftarlar tarafından Ekim ayının en güzel golü seçildi. 23 Ekim 2008 tarihinde, 1-0 kazandıkları UEFA Kupası B Grubu maçında, Yunan ekibi Olympiakos karşılaşmasında ilk on birde sahaya çıktı. Bu maçla birlikte bu sezonki ilk Avrupa kupası maçına çıkmış oldu. 90 dakika oyunda kalmasına karşın gol atamadı. Bu maçtan bir hafta sonra, Türkiye Kupası B Grubu'nda 1-1 eşitlikle biten Ankaraspor maçında forma giyerek, bu sezonki ilk Türkiye Kupası maçına çıktı. 2 Kasım 2008 tarihinde ligde oynanan ve 3-1 galibiyetle sonuçlanan Gaziantepspor maçında skoru belirleyen son golü attı. Ayrıca, Harry Kewell'ın attığı maçın ilk golünde asist yaparken, Gaziantepspor'un golle sonuçlanan penaltısına sebebiyet veren isim oldu. 16 Kasım günü İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile oynanan lig maçının 75. dakikasında yere yığıldı. Ambulansla hastaneye kaldırılan Turan'ın kalp ritminin yükseldiği belirtilirken, ertesi gün taburcu edildi. 22 Şubat 2009 tarihinde ligde Kocaelispor karşısında alınan 5-2'lik mağlubiyet sonrasında, teknik direktör Skibbe gönderildi ve yerine Galatasaray'ın eski kaptanlarından Bülent Korkmaz getirildi. 26 Şubat 2009 tarihinde Girondins de Bordeaux ile oynanan UEFA Kupası 3. tur maçında 2 gol attı. Bu gol, Turan'ın hem kulüp hem de Galatasaray kariyerinde, Avrupa kupalarında bir maçta 2 gol attığı ilk karşılaşma oldu. Ayrıca bu maçtaki performansı ile Galatasaray resmî İnternet sitesi üzerinde yapılan oylamada taraftarlar tarafından maçın adamı olarak seçildi. 1 Mart 2009 tarihinde 1-0 kazanılan Konyaspor ve 15 Mart 2009 tarihinde 2-2'lik skorla biten Trabzonspor lig maçlarında 1'er gol attı. Ayrıca, Trabzonspor mücadelesinde Milan Baroš'un attığı ilk golün pasını veren isim oldu. 12 Nisan 2009 tarihinde 0-0 eşitlikle sonuçlanan Fenerbahçe derbisinde, oyuncular arasında çıkan kavga sırasında rakip futbolcu Semih Şentürk'e yumruk atması nedeniyle kırmızı kart gördü. 30 Mayıs 2009 tarihinde Sivasspor ile oynanan ve 2-1'lik galibiyetle sonuçlanan ligin son karşılaşmasında takımına galibiyeti getiren golleri attı. Arda Turan, Galatasaray takımıyla 2008-09 sezonunda yalnızca 1 kupa şampiyonluğu yaşadı. Ligde toplam 29 maçta forma giydi ve 7 gol attı. Bu maçların 27'sinde ilk on birde sahaya çıkarken, toplam 2471 dakika süre aldı. Türkiye Kupası'nda toplam 6 maçta forma giydi ve 2 gol attı. 5 maçta sahaya ilk on birde çıktı. Bu maçlarda toplam 510 dakika sahada kaldı. Şampiyonlar Ligi elemelerinde 2 maçta ilk on birde sahaya çıktı ve toplam 180 dakika forma giydi. Bu maçlarda gol atma başarısı gösteremedi. UEFA Kupası'nda forma giydiği 8 maçın tamamında ilk on birde sahaya çıktı. 711 dakika süre aldığı bu maçlarda toplam 2 gol attı. Galatasaray, 2009-10 sezonuna da teknik direktör değişikliği ile başladı. Bir önceki sezon başında göreve gelen Bülent Korkmaz'ın yerine, Hollandalı Frank Rijkaard getirildi. Arda Turan, 10 Temmuz 2009 tarihinde düzenlenen bir basın toplantısı ile Galatasaray kaptanlığına getirildi. Böylelikle 22 yaşındayken bu göreve getirilen Turan, Turgay Şeren, Bülent Korkmaz ve Tugay Kerimoğlu'ndan sonra Galatasaray tarihinin en genç kaptanı oldu. Yine aynı tarihte, yeni sezonda 10 numaralı formayı giyeceği açıklandı. Arda sezonun ilk maçına, 9 Ağustos 2009 tarihinde deplasmanda 3-2 kazandıkları Gaziantepspor karşılaşmasında çıktı. Ayrıca bu karşılaşma, Galatasaray kaptanı olarak çıktığı ilk maç oldu. Karşılaşmanın 8. dakikasında takımını 1-0 öne geçiren golü attı. Ayrıca Galatasaray'ın 2009-10 sezonundaki ilk resmî golünü kaydetti. Attığı bu golle birlikte Galatasaray'da, beş sezon sonra sezonun ilk golünü ilk kez bir Türk oyuncu atmış oldu. 15 Ağustos 2009 tarihinde, ligde 4-1 kazanılan Denizlispor karşılaşmasında takımını 2-1 öne geçiren golü attı. Böylece ligde oynadığı ilk iki karşılaşmada da gol atma başarısı gösterdi. Galatasaray'ın 20 Ağustos 2009 tarihinde, Levadia Tallinn'i 5-0 mağlup ettiği Avrupa Ligi karşılaşmasında 90 dakika forma giydi. Yıl sonunda, Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu tarafından 2009 yılının en popüler aktif futbolcusu olarak gösterildi. 31 Ocak 2010 tarihinde, Galatasaray'ın deplasmanda Denizlispor'u 2-1 mağlup ettiği lig karşılaşmasında, takımını 1-0 öne geçiren golü attı. Bu gol, 2010 yılında attığı ilk resmî gol oldu. 28 Şubat 2010 tarihinde Kasımpaşa ile oynanan ve 4-1 kazanılan lig maçında, takımını 1-0 öne geçiren golü attı. Attığı bu gol, 2009-10 sezonundaki son resmî golü oldu. 11 Nisan 2010 tarihinde Galatasaray'ın Diyarbakırspor'u 4-1 mağlup ettiği karşılaşmanın 60. dakikasında, oyundan alındığı sırada taraftarların bir bölümü tarafından ıslıklı protestoya maruz kaldı. Bu protestolara alkışla karşılık verdikten sonra doğrudan soyunma odasına gitti. Turan, ligin 31. haftasında oynanan Bursaspor maçının ardından, "Avrupa’da oynamak istiyorum. Herhalde taraftar da burada daha fazla faydalı olamayacağımı düşünüyor." açıklamasını yaptı. Bu haberler üzerine ulusal basında, Premier League takımlarından Tottenham Hotspur'un Arda için Galatasaray'a €12.000.000 teklif ettiği haberleri çıktı. Kasım 2010'daki yurt dışındaki tatili sırasında domuz gribine yakalandı; ancak birkaç günlük tedavinin ardından iyileşerek takımla birlikte çalışmalara başladı. Ligde takımı ile 29 maça çıktı ve 7 gol attı. Bu maçların 27'sinde ilk on birde görev alırken toplam 2279 dakika sahada kaldı. Takımı ise ligi 3. sırada tamamladı. Türkiye Kupası'nda toplam 6 maça çıktı. Oynadığı maçların hepsinde ilk on birde başlayan Turan, 467 dakika süre alırken toplam 4 gol attı. Galatasaray kupada çeyrek finalde elendi. Avrupa Ligi'nde ise 8 maça çıktı. 6 maçta ilk on bir başlayan Turan, 593 dakika süre aldığı bu organizasyonda hiç gol atamadı. Galatasaray turnuvaya 2. turda veda etti. Arda 2010-11 sezonunun ilk resmî maçına, 29 Temmuz 2010 tarihinde Galatasaray'ın OFK Beograd ile 2-2 berabere kaldığı Avrupa Ligi maçında çıktı. Karşılaşmada takımının 2 golünü de kendisi attı. Böylece sezonun ilk resmî maçında 2 gol attı. Ligdeki ilk maçına ise 14 Ağustos 2010 tarihinde Galatasaray'ın deplasmanda Sivasspor'u 2-1 mağlup ettiği karşılaşmada çıktı. 79 dakika saha kalan Turan, Mustafa Sarp'ın attığı ilk golde asisti yapan isim oldu. Galatasaray 31 Ağustos 2010 tarihinde, resmî İnternet sitesi aracılığıyla İspanyol kulübü Atlético Madrid'den Arda Turan için yazılı bir transfer teklifi geldiğini ancak oyuncuyu satmayı düşünmediğini duyurdu. Ligdeki ilk 3 karşılaşmada ilk on birde forma giyen Turan, Türkiye'nin Belçika ile oynadığı millî maçta sakatlık geçirdi ve 12 hafta boyunca sahalardan uzak kaldı. Ekim 2010 tarihinde, Almanya'nın başkenti Münih'te ameliyat oldu. Galatasaray'ın ligde 15 Ekim 2010 tarihinde Ankaragücü'ne 4-2 kaybettiği maçında ardından, teknik direktör Frank Rijkaard'ın görevine son verildi ve yerine Gheorghe Hagi getirildi. Ekim 2010 tarihinde, Galatasaray ile 2012-13 sezonunun sonuna kadar geçerli olacak yeni bir sözleşme imzaladı. Turan, Aralık 2010 tarihinde takımla birlikte çalışmalara başladı ancak ligin 15. haftasında oynanan Kasımpaşa maçında, teknik direktör Hagi tarafından kadroya alınmadı. Sakatlık döneminin ardından ilk resmî maçına, 11 Aralık 2010 tarihinde 2-0 kaybedilen Gençlerbirliği maçında çıktı. Ligde oynanan bu mücadelenin 55. dakikasında, sakatlanan Sabri Sarıoğlu'nun yerine oyuna dahil oldu. Bu maç, Ali Sami Yen Stadyumu'nda oynanan son lig maçı oldu. Nike firması, Turan'ın uzun süren sakatlık döneminden sonra yeşil sahalara dönmesi sebebiyle, futbol kariyerindeki sayısal verilere dayalı kısa bir film yayınladı. 19 Aralık 2010 tarihindeki sezonun ilk yarısının son lig karşılaşmasında, Konyaspor'a karşı deplasmanda 1-0'lık sonuçla kazanılan karşılaşmada tedbir amaçlı maç kadrosuna alınmadı. 11 Ocak 2011 tarihinde, Türkiye Kupası'nda 3-1 kazanılan Beypazarı Şekerspor mücadelesinde ilk on birde sahaya çıktı. Maçta takımını 2-1 öne geçiren golü attı. Bu gol bu sezonki ilk Türkiye Kupası golü oldu. Ayrıca bu maç Ali Sam Yen Stadyumu'nda oynanan son resmî karşılaşma oldu. 18 Ocak 2011 tarihinde, Antalyaspor ile oynanan ve 0-0 eşitlikle sonuçlanan Türkiye Kupası maçında 90 dakika forma giydi. Bu maçtan sonra sakatlığı tekrar nüksetti. Bu maçtan 5 gün sonra Sivasspor ile oynanan ve 1-0 kazanılan ligin ikinci yarısındaki ilk maçta kasık ağrısı sebebiyle kadrodan çıkarıldı. Turan'ın kasığından tekrar sakatlanması üzerine, Galatasaray'ın eski sağlık kurulu başkanı Mehmet K
urtoğlu, Münih'teki ameliyatının yanlış olduğunu iddia etti. Galatasaray resmî İnternet sitesi üzerinden Turan'ın sakatlığı için, "Sol kasığında belirgin olmak üzere çift taraflı karın kaslarının altyapışma yerinde zorlanma saptandı." açıklaması yaptı. Bu açıklamanın ardından, Turan'ın sakatlığının pubis olduğu iddia edildi. Arda yaşadığı sakatlık sebebiyle sahalardan yaklaşık 2 ay uzak kaldı. 13 Mart 2011 tarihinde, ligde oynanan ve 3-2 kaybedilen Ankaragücü karşılaşmasının son 10 dakikasında oyuna girerek 2 aylık aranın ardından ilk kez forma giydi. Ulusal basında Turan'ın Atlético Madrid ile anlaştığı haberleri yazıldı. 18 Mart 2011 tarihinde Galatasaray'ın kendi evinde Fenerbahçe'ye 2-1 kaybettiği maçın son 30 dakikasında oyuna dahil oldu. Maçın ardından verdiği röportajda, "Gelecek sezon bu statta mücadele edecek arkaşlarıma Allah kolaylık versin" şeklindeki açıklaması, ulusal basın tarafından ayrılık işareti olarak yorumlandı. Ayrıca üst üste başarısız sonuçlar alan Galatasaray, bu maçında kaybedilmesinin ardından teknik direktör Hagi'nin yerine antrenör Bülent Ünder'i sezon sonuna kadar takımın başına getirdi. 4 Nisan 2011 tarihinde Antalyaspor ile karşılaşan Galatasaray maçı 3-0 kaybederken, Arda uzun bir sakatlık döneminin ardından ilk kez ilk on birde şans buldu. 18 Nisan 2011 tarihinde ligde 3-2 kazanılan Manisaspor karşısında 2 gol atarak galibiyette önemli bir rol oynadı. Bu maçla birlikte, Galatasaray'da 4. kez bir maçta 2 gol atma sevincini yaşadı. Ayrıca bu sezon sarı-kırmızılı forma ile ligdeki ilk golünü attı. Galatasaray ise 6 maç aranın ardından ligde galip gelmeyi başardı. Turan, 20 Mayıs 2011 tarihinde ligde 2-0 kazanılan Konyaspor maçıyla birlikte sezonun son resmî karşılaşmasına çıktı ve böylece Galatasaray formasıyla da son maçını oynadı. Takımıyla mücadele ettiği hiçbir organizasyonda şampiyonluğa ulaşamadı. Galatasaray tarihinin en kötü sezonlarından birini geçirerek ligi eksi averajla 7. sırada tamamladı. Galatasaray, 9 Ağustos 2011 tarihinde Atlético Madrid ile Arda Turan transferi için görüşmelere başlandığını resmî İnternet sitesi aracılığıyla kamuoyuna duyurdu. Birkaç saat sonra ise €12.000.000 transfer bedeli, €1.000.000 bonus ve gelecekte Türkiye'ye transferi durumunda Galatasaray'a öncelikli alım hakkı tanınması şartlarıyla transfer görüşmelerinin olumlu sonuçlandığını bildirdi. 11 Ağustos 2011 tarihinde ise Arda Turan bir basın toplantısı düzenleyerek Galatasaray'a veda etti. Turan, 2010-11 sezonunda ağır sakatlıklar yaşadı ve birçok maçta forma giyemedi. Ligde 12 maçta oynadı. İlk on birde başladığı 8 karşılaşmada 817 dakika süre alırken toplam 2 gol kaydetti. Türkiye Kupası'nda 3 maça çıktı. 2 maçta ilk on birde sahaya çıktı ve 224 dakika süre aldı. Toplam 1 gol attı. Avrupa Ligi'nde oynadığı 4 maçın tamamında ilk on birde başladı. 352 dakika süre alırken toplam 3 gol kaydetti. Turan, 12 Ağustos 2011 tarihinde İspanyol kulübü Atlético Madrid ile 4 yıllık resmî sözleşme imzaladı. Her sezon için €2.500.000 ücret alacağı açıklandı. 16 Ağustos 2011 tarihinde, Vicente Calderón Stadyumu'nun VIP salonunda basına tanıtıldı. Burada yaptığı açıklamada, "Gol atmak veya asist vermek elbette çok önemli ama ben her maçta forma giyip, takım için mücadele etmeyi, önce takımın parçası olmayı her şeyden önce görüyorum" ifadelerini kullandı. Atlético Madrid Sportif Direktörü José Luis Caminero, Arda'yı "dinamik, arzulu ve son paslarda başarılı bir futbolcu" olması sebebiyle transfer ettiklerini açıkladı. Turan, yapılan tanıtımın ardından Atlético forması ile taraftarların hazır bulunduğu sahaya çıktı ve basına karşı fotoğraf çektirdi. İlk sezonda 11 forma numarasını aldı. La Liga'da, 28 Ağustos 2011 tarihinde oynanan ve 0-0 biten Osasuna maçının 61. dakikasında Eduardo Salvio'nun yerine oyuna dahil oldu ve Atlético Madrid forması ile ilk maçına çıktı. Bu takımdaki ilk resmî golünü ise bir Avrupa kupası maçında attı. 30 Kasım 2011 tarihinde, Avrupa Ligi'nde Celtic ile oynanan karşılaşmanın 30. dakikasında, maçtaki tek golü atarak takımına 3 puanı kazandıran isim oldu. 11 Aralık 2011 tarihinde, ligde oynanan ve 4-2 kaybedilen Espanyol karşılaşmasında, Atlético formasıyla La Liga'daki ilk golünü attı. 15 Aralık 2011 tarihinde, Avrupa Ligi'nde 3-1 galibiyetle sonuçlanan Stade Rennais maçında takımının son golünü attı. Atlético yönetimi, 8 Aralık 2011 tarihinde 2-1 kaybedilen Albacete Balompié maçının ardından, teknik direktör Gregorio Manzano'nun görevine son verdi ve yerine Arjantinli Diego Simeone'yi getirdi. 22 Nisan 2012 tarihinde, 3-1 kazanılan Espanyol karşılaşmasında 2 gol attı. Bu gol, bu sezon attığı son resmî gol oldu. Ligde attığı toplam 3 golün tamamını Espanyol ile yapılan iki maçta kaydetti. 9 Mayıs 2012 tarihinde, takımının 3-0 kazanarak şampiyon olduğu 2012 UEFA Avrupa Ligi Finali'nde 90 dakika forma giydi. Maçta Radamel Falcao'nun attığı 2. golün pasını verdi. Böylelikle kariyerinde ilk defa bir Avrupa kupası finalinde forma giyerek şampiyonluk sevinci yaşadı. Turan, Atlético ile yaşadığı bu şampiyonlukla birlikte, Türkiye dışından bir kulüple Avrupa Ligi şampiyonluğu yaşayan ikinci Türk futbolcu oldu. Atlético, ligi Avrupa Ligi'ne katılma hakkı elde edecek bir pozisyonda tamamladığı için, Turan'ın transferinde yapılan sözleşme gereği, Galatasaray'a fazladan €500.000 daha ödeme yaptı. Turan, Atlético'daki ilk sezonunda ligde toplam 33 maçta forma giydi. Bu maçların 24'ünde ilk on birde sahaya çıktı. 2157 dakika süre alırken toplam 3 gol attı. Takımı ligi 5. sırada tamamladı ve Avrupa Ligi'ne katılım hakkı kazandı. Avrupa Ligi'nde ise takımıyla 12 maçta forma giydi. Bunların 10'unda ilk on bir başladı. Sahada 874 dakika kaldı ve 2 gol attı. Takımı ile Avrupa Ligi'nde şampiyonluğa ulaştı. Sezon boyunca toplam 6 asist yaptı ve takımının asist kralı oldu. 2011-12 sezonunda gösterdiği performans nedeniyle, İspanyol basını tarafından yılın en kârlı transferi olarak nitelendirildi. Yeni sezon öncesinde basına açıklamalarda bulunan Turan, yeni sezonda daha büyük bir takımda oynayabileceğini söyledi. Ayrıca yaptığı açıklamada, ilk sezonunda Simeone'nin taktik bilgisini geliştirdiğini ve hücumda mücadele ederken bile defansa gelmesi gerektiğini öğrettiğini söyledi. Sezonun ilk maçına 20 Ağustos 2012 tarihinde, Levante ile oynanan ve 1-1 eşitlikle sona eren La Liga maçında çıktı. Karşılaşmanın 22. dakikasında attığı gol ile takımına 1 puanı kazandıran isim oldu. Böylece 2012-13 sezonunda hem kendisinin hem de takımının ilk resmî golünü attı. Levante'ye attığı bu gol La Liga'da haftanın golü seçildi. 31 Ağustos 2012 tarihinde, Chelsea ile oynanan ve 4-1 Atlético Madrid'in galibiyeti ile sonuçlanan Süper Kupa maçında 90 dakika forma giydi. Maçta Falcao'nun attığı üçüncü golün pasını verdi. Kariyerinde ilk defa forma giydiği UEFA Süper Kupası'nda Atlético ile şampiyonluk sevinci yaşadı. Atlético teknik direktörü Simeone maçtan sonra verdiği röportajda, Turan'ın çok teknik ve büyük bir oyuncu olduğunu söyledi. Rayo Vallecano ile 16 Eylül 2012 tarihinde oynanan ve 4-1 kazanılan lig maçında takımının 3. golünü attı. 11 Kasım 2012 tarihinde Getafe ile oynanan ve 2-0 kazanılan lig maçında, takımını 2-0 öne geçiren golü kaydetti. Bu maçtan 1 hafta sonra ligde Granada ile oynanan karşılaşmada, takımına galibiyeti getiren tek golü attı. Ara transfer dönemine doğru birçok basın organı tarafından, Turan'ın İtalyan kulüplerinden Internazionale Milano'ya transfer olacağı iddia edildi. Ancak Turan, ara transfer döneminde takımda kaldı. 17 Mayıs 2013 tarihinde, Real Madrid'e karşı oynanan ve 2-1 galibiyetle sonuçlanan Copa del Rey Finali'nde 110 dakika forma giydi. Atlético Madrid uzatmalarda bulduğu golle kupayı kazandı. Arda böylece, takımıyla bu sezonki ikinci kupasını kazanırken, kariyerinde ilk defa Copa del Rey şampiyonluğuna ulaştı. 19 Eylül 2013 tarihinde Atlético ile olan sözleşmesini 2017 yılına kadar uzattı. Yeni sözleşmesiyle beraber yıllık maaşını yaklaşık €1.000.000 artırırken, serbest kalma ücreti Atlético tarafından €41.000.000 olarak belirlendi. Böylelikle Turan'ın değeri 3 yılda yaklaşık 3,5 kat artmış oldu. 1 Haziran 2013 tarihinde, Real Betis ile oynanan ve 3-1 galibiyetle sonuçlanan lig maçında takımını 1-0 öne geçiren golü attı. Bu gol bu sezon attığı son resmî gol oldu. Turan, 2012-13 sezonunda ligde 32 maçta forma giydi. 26 maçta sahaya ilk on birde çıktı. 2171 dakika süre alırken toplam 5 gol attı. Takımı ligi 3. sırada tamamlayarak Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkı kazandı. UEFA Süper Kupası'nda kariyerinde ilk kez forma giydi ve şampiyonluk sevinci yaşadı. Copa del Rey'de toplam 7 maça çıktı. 572 dakika sahada kalmasına rağmen golle tanışamadı. Ancak sezon boyunca forma giydiği tüm organizasyonlarda attığı 5 gol ile takımının en çok gol atan 3. oyuncusu oldu. Avrupa Ligi'nde ise Rubin Kazan ile oynanan maçta 90 dakika sahada kaldı. Bu maç onun bu sezon oynadığı iki Avrupa kupası maçından birisi oldu. Takımı ile 2012-13 sezonunda toplam 2 kupa şampiyonluğu yaşadı. 2013-14 sezonunun ilk resmî maçına, 19 Ağustos 2013 tarihinde Sevilla ile oynanan ve 3-1 galibiyetle sonuçlanan lig karşılaşmasında çıktı. Bu maçtan 6 gün sonra ligde Rayo Vallecano ile oynanan ve 5-0 kazanılan maçta, kendisi adına sezonun ilk resmî golünü attı. Ayrıca bu maçta atılan 2 golünde pasını veren isim oldu. Gösterdiği bu performans ile İspanyol basının tarafından haftanın en iyi futbolcusu seçildi. 29 Ağustos 2013 tarihinde, Copa del Rey Finali'nde 0-0 eşitlikle biten Barcelona maçında yaklaşık 70 dakika forma giydi. Maçın uzatma dakikalarında, yedek kulübesinden maçın yan hakemine itiraz etmesi sebebiyle direk kırmızı kart gördü. Bu kart Atlético kariyerinde gördüğü ilk kırmızı kart oldu. 18 Eylül 2013 tarihinde Şampiyonlar Ligi G Grubu'nda, FK Zenit takımıyla oynanan ve 3-1 galibiyetle sonuçlanan karşılaşmada takımını 2-1 öne geçiren golü attı. Böylelikle kariyerinde ilk defa Şampiyonlar Ligi'nde gol atmış oldu. Bu maçtan iki hafta sonra, Şampiyonlar Ligi G Grubu'nda Porto ile oynanan ve 2-1 kazan
ılan maçta da takımına galibiyeti getiren son golü attı. 7 Aralık 2013 tarihinde, Sant Andreu ile oynanan ve 4-0 kazanılan Copa del Rey'de maçında 2 gol attı. Kariyerinde ilk defa bu organizasyonda gol atma başarısına ulaştı. 26 Ocak 2014 tarihinde, Rayo Vallecano'i 4-2 mağlup ettikleri lig maçında 2 gol attı. Böylece bu sezon ligde ilk kez bir maçta 2 gol attı. 11 Mart 2013 tarihinde, Milan ile oynanan ve 4-1 kazanılan Şampiyonlar Ligi 2. tur maçında, takımını 2-1 öne geçiren golü attı. 30 Nisan 2014 tarihinde, Chelsea'yi 3-1 mağlup ettikleri Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında, Atlético'nun son golünü attı ve takımının finale yükselmesinde önemli bir rol oynadı. Bu maçında ardından UEFA tarafından oluşturulan haftanın en iyi 11'ine seçildi. Atlético, Turan'ın sözleşmesindeki madde gereğince, Şampiyonlar Ligi'nde finale kaldığı için Galatasaray'a €1.000.000 ödeme yaptı. 17 Mayıs 2014 tarihinde, ligin son maçında Barcelona ile deplasmanda karşılaşan Atlético Madrid, 1-1'lik sonuçla 2013-14 sezonunu şampiyon olarak tamamladı. Turan, karşılaşmanın 23. dakikasında sakatlanarak oyundan çıktı. Bu sonuçla takımıyla ilk kez La Liga'da şampiyonluk sevinci yaşadı. Maçta yaşadığı sakatlık sebebiyle, Şampiyonlar Ligi'nde Real Madrid ile oynanacak final maçında oynayıp oynamayacağı gündeme geldi. Final maçından önce yapılan son antrenmanda takımla birlikte çalışmalara katıldı. Ancak maç saatinde sakatlığı oynamasına engel olunca kadroya alınmadı. 24 Mayıs 2014 tarihinde oynanan final maçını ise Real Madrid uzatmalar sonucunda 4-1 kazanarak Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. İspanyol basını Turan'ın bu maçta kendi isteğiyle oynamadığını iddia etti. Turan, 2013-14 sezonunda ligde 30 maçta forma giydi. Bu maçların 22'sinde ilk on birde sahaya çıktı. 1933 dakika süre aldı ve 3 gol attı. Supercopa de España'da, takımının oynadığı 2 karşılaşmada da ilk on birde sahaya çıktı. Toplam 166 dakika sahada kaldı. Copa del Rey'de 5 maçta forma giydi. 3 maçta ilk on birde sahaya çıktı. 285 dakika süre aldığı bu maçlarda toplam 2 gol attı. Şampiyonlar Ligi'nde ise 7'si ilk on birde olmak üzere 9 maçta forma giydi. 639 dakika süre aldığı bu maçlarda toplam 4 gol attı. 2013-14 sezonu, Turan'ın kulüp kariyerinde Şampiyonlar Ligi'nde en fazla gol attığı sezon oldu. Arda takımıyla bu sezonda toplam 1 şampiyonluk elde etti. Turan, 2014-15 sezonu başında Real Madrid ile oynanan 2014 Supercopa de España maçlarında, bir önceki sezonda oynanan Süper Kupa maçında gördüğü kart sebebiyle forma giyemedi. Atlético Madrid, Real Madrid'i 1-1'in rövanşında 1-0'lık sonuçla mağlup ederek 2014 Supercopa de España'yı kazandı. Turan, kariyerinde ilk defa Supercopa de España şampiyonluğu yaşadı. La Liga'nın ilk maçında SD Eibar takımıyla oynanan karşılaşmada sakatlığı sebebiyle forma giyemedi. Turan, 2014-15 sezonundaki ilk lig maçına 13 Eylül 2014 tarihinde Santiago Bernabéu Stadyumu'nda Real Madrid'e karşı 2-1 galibiyetle tamamlanan karşılaşmada çıktı. Bu karşılaşmanın 75. dakikasında takımını 2-1 öne geçiren golü atan Turan, böylece bu sezonki ilk resmî kulüp maçındaki ilk golünü atmış oldu. Maçın ardından İspanyol medyası Arda Turan'ı överken, UEFA'nın resmî internet sitesi ise "Madrid derbisini Arda kazandı" başlığı altında maçtaki performans ile ilgili habere yer verdi. 16 Eylül 2014 tarihinde Olimpiakos ile oynanan ve 3-2 kaybedilen Şampiyonlar Ligi maçında 90 dakika forma giydi. Bu maçla birlikte bu sezonki ilk Şampiyonlar Ligi maçına çıktı. Ayrıca bu sezon 90 dakika süre aldığı ilk maç oldu. 1 Ekim 2014 tarihinde Juventus ile oynanan Şampiyonlar Ligi maçının 75. dakikasında attığı golle takımının karşılaşmayı 1-0 kazanmasını sağladı. Attığı bu gol ile birlikte bu sezonki ilk Avrupa kupası golüne ulaştı. Bu maçın ardından UEFA tarafından maçın adamı seçildi. 4 Ekim 2014 tarihinde Valencia takımına karşı 3-1 kaybedilen maçta, kariyerindeki 100. La Liga maçına çıktı. Daha önce Real Sociedad ve Villarreal takımlarıyla toplam 194 kez La Liga'da forma giyen Nihat Kahveci'den sonra, La Liga'da en fazla forma giyen Türk oyuncu oldu. Turan'ın menajeri Ahmet Bulut, 2014 yılının Ekim ayında "Fanatik"e verdiği röportajda, 2013-14 sezonunda Manchester United'in ciddi olarak Arda ile ilgilendiğini, bunun yanında Türkiye'den de transfer teklifleri geldiğini açıkladı. Ayrıca Turan'ın 2014-15 sezonu sonunda Avrupa'nın ilk 8 takımından bir tanesine transfer olabileceğini belirtti. Turan, 22 Ekim 2014 tarihinde Şampiyonlar Ligi'nde 5-0'lık galibiyetle sonuçlanan Malmö karşılaşmasında, Koke'nin attığı ilk golde asisti yapan isim oldu. Bu maçın ardından İspanyol medyası, Turan'ın maçtaki performansını övdü. 30 Kasım 2014 tarihinde RC Deportivo de La Coruña ile oynanan ve 2-0 Atlético takımının galibiyetiyle sonuçlanan La Liga karşılaşmasında 1 gol kaydetti. Turan, Marca tarafından La Liga'da 13. haftanın en iyi on bir oyuncusu arasında gösterildi. Kasım 2014 tarihinde UEFA tarafından açıklanan yılın on biri adayları arasında yer alsa da, aldığı 291.116 oyla yılın 11'ine giremedi. Turan, Atlético Madrid'in sponsorlarından birisi olan Mahou tarafından Kasım ayının en iyi sporcusu ödülüne layık görüldü. Bunun yanı sıra Fransız spor gazetesi "L'Équipe" tarafından, 2014'ün en iyi 100 futbolcusu arasında 66. sırada gösterildi. 28 Ocak 2015 tarihinde Barcelona'nın 3-2'lik galibiyetiyle sonuçlanan Copa del Rey maçında, hakemin verdiği karara kızarak yardımcı hakemin bulunduğu yöne doğru ayakkabısını fırlattı ve sarı kart gördü. 22 Nisan 2015 tarihinde Şampiyonlar Ligi çeyrek final rövanş mücadelesinde Real Madrid'e karşı oynanan ve 1-0 Atlético Madrid'in yenilgisiyle sonuçlanan mücadelenin 76. dakikasında ikinci sarı karttan kırmızı kart görerek oyun dışı kaldı. Atlético Madrid teknik direktörü Simeone, 2015 haziran ayında bir İspanyol televizyon kanalında Arda Turan'ın kendileri için en iyi futbolculardan biri olduğunu ancak daha fazla gol atması gerektiğini belirtti. Turan, 2014-15 sezonunda La Liga'da 28 tanesi ilk on bir olmak üzere toplam 32 maça çıktı. Bu maçlarda 2 gol atarken 4 kez de asist yaptı. Ligde toplam 7 kez sarı kart görürken, hiç kırmızı kart görmedi. Toplam 2355 dakika süre aldı. Atlético, La Liga'da sezonu 78 puanla şampiyon Barcelona ve ikinci Real Madrid'in ardından üçüncü sırada tamamladı. Turan, Copa del Rey'de da 4 defa forma giydi. Atlético Copa del Rey'de Barcelona'ya çeyrek finalde elendi. Turan, 2014-15 UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ise hepsi ilk on birde olmak üzere toplam 10 kez forma giydi. Bu maçlarda 1 gol atarken 1 kez de asist yaptı. Ayrıca forma giydiği 10 maçta toplam 1 kez sarı kart ve 1 kez kırmızı kart gördü. 2014-15 sezonunun bitmesiyle birlikte Turan'ın ismi birçok takımla anılmaya başlandı. Chelsea, Manchester United, Paris Saint Germain ve Barcelona gibi takımlara transfer olacağı yönünde haberler gündeme geldi. Turan, bu haberler üzerine twitter üzerinden ""Hakkımdaki transfer haberleri gerçeği yansıtmıyor. Menajerim 3-4 kulüple görüşüyor. Bir anlaşma sağlanırsa buradan bilgilendirme yapacağım."" açıklamasında bulundu. Turan'ın menajeri Ahmet Bulut ise bir televizyon programına yaptığı açıklamada, Turan'ın yeni sezonda Atlético Madrid'de kalmayacağını, kendisini isteyen 3 kulübün olduğunu ve yeni kulübünün en geç 10 gün içerisinde belli olacağını açıkladı. İspanya'da yayın yapan Marca ve AS gazeteleri ise internet siteleri aracılığıyla, Turan'ın €35 milyon ücret karşılığında Barcelona'ya transfer olduğunu iddia ettiler. Ayrıca bu transferden sonra transfer yasağı bulunan Barcelona'nın Turan'ı oynatamayacağı için yarım sezonluğuna Galatasaray'a kiralayacağı iddia edildi. Katalonya Radyosu'nda iki takımın Turan'ın transferi konusunda anlaştıklarını açıkladı. Barcelona, 6 Temmuz 2015 tarihinde €34 milyon bonservis bedeli karşılığında Arda Turan ile 5 yıllık sözleşme imzalandığını açıkladı. Ayrıca 2015-16 Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona'nın çeyrek ya da yarı finale yükselmesi veya La Liga şampiyonluğunu kazanması halinde de Turan için Atlético Madrid'e €7 milyon daha ödeneceği duyuruldu. Bu transferle birlikte Turan, bonservisine en çok ücret ödenen Türk futbolcu oldu. Bunun yanında 18 Temmuz 2015 tarihinde başkanlık seçimleri olan Barcelona sözleşmeye yeni seçilecek başkanında bu transfere onay vermesi amacıyla 20 Temmuz 2015 tarihine kadar Turan'ın, €30.6 milyon karşılığında tekrar eski kulübüne geri satılabilmesi hakkını içeren özel bir madde koydurdu. Turan'ın ise Barcelona'dan yıllık €8 milyon alacağı ve 5 yıllık toplam maliyetinin €81 milyon olacağı açıklandı. Turan, 11 Temmuz 2015 tarihinde Barcelona ile 5 yıllık sözleşme imzaladı. Bonservisine €41 milyon ödenen Turan, Luis Suarez (€75 ), Neymar (€48.6 m.) ve Zlatan Ibrahimović & Samuel Eto'o (€40 m.)'dan sonra Barcelona tarihinin en pahalı dördüncü futbolcusu oldu. Turan imzayı attıktan sonra ""Dünyanın en büyük kulübüne geldim. Sloganlarındaki Bir Kulüpten Daha Fazlası'nda dediği gibi. Daha fazlası için buradayım. Hayatımda en çok olmak istediğim yerdeyim; Barcelona'dayım. Beni yakından tanıyanlar bilir, her zaman Barça'ya sempatim vardı. Şu anda burada Barça'dayım."" açıklamasını yaptı. İmza töreninin ardından Barcelonaformasını giyerek Nou Camp'a çıktı ve 5 binden fazla taraftarın önünde topla gösteri yaptı. Barcelona'nın sponsorlarından Audi firması, Turan'a Audi A7 Sportback model otomobil tahsis etti. Arda törenin son bölümünde taraftarlara kendisinin imzaladığı topları attı. Turan, Barcelona'nın 2016 yılının Ocak ayına kadar transfer yasağının olması ve bu zamana kadar Barcelona forması giyemeyecek olması sebebiyle, bu süre zarfında başka bir takımda kiralık olarak oynayacağı iddialarını ise yalanlayarak bu süre boyunca yeni kulübüne adapte olmak için uğraşacağını söyledi. Turan'ın transferinin ardından Barcelona kulübü "ardaturan" ismiyle bir Twitter kullanıcı hesabı aldı. Barcelona tarafından satışa çıkarılan Arda Turan formaları 2 gün içerisinde 24 bin adet sattı. Atlético Madrid başkanı Enrique Cerezo, 2015 Temmuz ayında yaptığı açıklamada; Turan'ın Barcelona
'ya transferinde bazı büyük Türk firmaların etkisi olduğunu ve Turan'ın İngiltere'de oynamak istemesine rağmen ticari çıkarlar sebebiyle Barcelona'ya transfer olduğunu iddia etti. Barcelona, Turan'ın 7 numaralı formayı giyeceğini resmî internet sitesinden yayınladığı bir video aracılığıyla duyurdu. Turan, 12 Ağustos 2015 tarihinde Barcelona'nın Sevilla'yı 5-4 yenerek müzesine götürdüğü Süper Kupa maçında transfer yasağı nedeniyle kadroda yer alamadı. Barcelona kulübü, 2015'in Eylül ayında Rafinha'nın sakatlanması nedeniyle Turan'ı La Liga ve Copa del Rey maçlarında oynatmak için FIFA'ya bir başvuru yaptı. Ancak FIFA bu başvuruyu reddetti. Turan, Barcelona'nın 20 Aralık 2015'te River Plate takımını 3-0 yenerek müzesine götürdüğü FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda da Barcelona'nın transfer cezası nedeniyle forma giyemedi. Turan, 6 Ocak 2016 tarihinde Espanyol ile oynanan Copa del Rey mücadelesiyle birlikte Barcelona forması ile ilk maçına çıktı. Barcelona'nın aldığı transfer yasağı sebebiyle bu maça kadar forma giyemeyen Turan, bu karşılaşma ile birlikte 8 ay aradan sonra İspanya'da bir resmî maçta forma giymiş oldu. Turan 67. dakikada yerini Ivan Rakitić'e bırakırken, Barcelona mücadeleyi 4-1 kazandı. Turan, Barcelona formasıyla La Liga'da ilk maçına, 9 Ocak 2016 tarihinde Granada karşılaşmasıyla çıktı. Maça ilk on birde başlayan Turan 72 dakika süre aldı. Barcelona karşılaşmayı 4-0 galip tamamlarken, Turan maçtaki ilk golde Messi'ye asisti yapan isim oldu. Turan, 13 Ocak 2016 tarihinde Espanyol ile oynanan Copa del Rey karşılaşmasında Barcelona formasıyla ilk kez 90 dakika sahada kaldı. Barcelona maçı 2-0 kazanarak çeyrek finale yükseldi. Barcelona'nın 17 Ocak 2016 tarihinde La Liga'da Athletic Bilbao'yu 6-0 yendiği karşılaşmanın 46. dakikasında Lionel Messi'nin yerine oyuna dahil olan Turan, Luis Suárez'in attığı 5. golde asisti yapan isim oldu. Böylece La Liga'da Barcelona formasıyla oynadığı ilk iki karşılaşmada da asist yapma başarısı gösterdi. Turan, Barcelona'da oynadığı ilk dört resmî maçta dört farklı mevkide görev aldı. Turan, 3 Şubat 2016 tarihinde Barcelona'nın Valencia'yı 7-0 yendiği Copa del Rey karşılaşmasında, Suarez'in attığı 7. golün asistini yaptı. Turan, Barcelona'nın deplasmanda Rayo Vallecano'yu 5-1 mağlup ettiği La Liga karşılaşmasının 86. dakikasında, Barcelona forması altındaki ilk golüne imza attı. Karşılaşmada skoru belirleyen bu gol ayrıca Barcelona formasıyla La Liga'da attığı ilk gol oldu. Yine bu golle birlikte 2015-16 sezonunda ilk kez resmî bir mücadele de gol atmış oldu. Turan, 12 Mart 2016 tarihinde Barcelona'nın Getafe'yi 6-0 mağlup ettiği La Liga mücadelesinde röveşata vuruşuyla maçın skorunu belirleyen golü kaydetti. Attığı bu gol Barcelona forması altındaki ikinci golü oldu. 16 Mart 2016 tarihinde Barcelona'nın Arsenal takımını 3-1 mağlup ettiği Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında, 77. dakikada takım arkadaşı Rakitić'in yerine oyuna giren Turan, bu sezonki ilk Avrupa maçına çıktı. Ayrıca Turan, bu maçla birlikte ilk kez Barcelona formasıyla Şampiyonlar Ligi'nde forma giydi. Turan, 2 Nisan 2016 tarihinde Barcelona ile Real Madrid arasında oynanan karşılaşmanın 74. dakikasında Ivan Rakitić'in yerine oyuna dahil oldu ve böylece kariyerinde ilk kez El Clásico'da forma giydi. Turan İspanyol basını tarafından yılın en kötü 11 listesinde gösterildi. Turan, 2015-16 sezonunda Barcelona'nın cezası sebebiyle Ocak ayına kadar forma giyemedi. Bu tarihten itibaren Barcelona formasıyla La Liga'da 9 tanesi ilk on bir olmak üzere toplam 18 maçta forma giydi ve toplam 823 dakika sahada kaldı. Bu maçlarda 2 gol atıp 3 asist yaparken 5 defa da sarı kart gördü. Copa del Rey'de ise 4 maçta forma giyen Turan 1 asistlik performans gösterdi ve toplam 314 dakika sahada kaldı. Barcelona La Liga ve Copa del Rey organizasyonlarında şampiyonluğa ulaştı. Turan Şampiyonlar Ligi'nde ise 3 maçta forma giydi ve toplam 49 dakika süre aldı. 2015-16 sezonun bitmesiyle birlikte Turan hakkında medyada çeşitli transfer söylentileri çıkmaya başladı. Medyada yer alan haberlerin birçoğu Turan'ın Arsenal'e transfer olacağı yönündeydi. Ancak bu iddiaların aksine Barcelona Genel Sekreteri Robert Fernandez, Arda'yı satmayı hiç düşünmediklerini ve takımda kalacağını açıkladı. Barcelona, 30 Temmuz 2016 tarihinde İrlanda'nın başkenti Dublin'nde Celtic ile özel turnuva kapsamında karşılaştı. Turan, Barcelona'nın 3-1 galip tamamladığı mücadelenin 11. dakikasında takımını 1-0 öne geçiren golü atarken, Barcelona'nın 2016-17 sezonundaki ilk golünü de atmış oldu. 10 Ağustos 2016 tarihinde Joan Gamper Kupası'nda Barcelona'nın Sampdoria'yı 3-2 mağlup edip kupayı kazandığı karşılaşmada 90 dakika forma giydi. Turan, sezonun ilk resmî maçına, 14 Ağustos 2016 tarihinde Sevilla ile oynanan Supercopa de España maçıyla çıktı. Barcelona'nın 2-0 kazandığı karşılaşmada takım arkadaşı Luis Suárez'in attığı golün asistini yaptı. 18 Ağustos 2016 tarihinde oynanan rövanş mücadelesinde ise Barcelona Sevilla'yı 3-0 yenerek kupayı müzesine götürdü. Turan bu karşılaşmada iki gol kaydetti. Böylece Barcelona formasıyla ilk kez bir resmî karşılaşmada birden fazla gol atma başarısına ulaştı. Barcelona, 20 Ağustos 2016 tarihinde 2016-17 sezonunun ilk lig maçında Real Betis'i 6-2 mağlup etti. Turan karşılaşmanın ilk golüne imza atarak, 2016-17 sezonunda Barcelona'nın La Liga'daki ilk golünü atan isim oldu. Turan, 6 Aralık 2016 tarihinde Şampiyonlar Ligi C Grubu'nda Borussia Mönchengladbach ile oynanan ve 4-0 Barcelona'nın galibiyetiyle sonuçlanan karşılaşmada 3 gol atıp bir asist yaptı. Bu karşılaşmada gösterdiği performans ile UEFA tarafından Şampiyonlar Ligi'nde haftanın en iyi oyuncusu seçildi ve haftanın on birinde kendisine yer buldu. Turan bu maçta yaptığı hat-trick ile Tuncay Şanlı ve Burak Yılmaz'ın ardından Şampiyonlar Ligi'nde bu başarıya ulaşan üçüncü Türk futbolcu oldu. Bu turnuvada kendisi adına ilk kez hat-trick yaptı. Barcelona'da ise Messi (7), Neymar (1), Eto'o (1), Ronaldinho (1) ve Rivaldo'nun ardından Şampiyonlar Ligi'nde hat-trick yapan altıncı futbolcu oldu. Ayrıca Turan, ülkesi dışındaki bir takımla hat-trick yapan ilk Türk futbolcu oldu. Turan 22 Aralık 2016 tarihinde Hércules ile oynanan Copa del Rey karşılaşmasında attığı 3 golle hat-trick yaptı. Turan, Barcelona'nın 7-0 kazandığı mücadelede bir golün asistini yaparken, takımı adına birde penaltı kazandırdı. Barcelona ise turnuvada son 16 turuna yükseldi. Turan, 2016-17 sezonunda kariyeri boyunca bir sezonda en çok gol attığı sezonu (2008-09'da Galatasaray'da 46 maçta ve 2009-10'da 44 maçta 11 gol) yakalarken, maç başına gol ortalamasına vurulduğunda (% 55) kariyerindeki en başarılı dönemine ulaştı. Turan, 14 Ocak 2017 tarihinde Barcelona'nın ligde Las Palmas'ı 5-0 mağlup ettiği karşılaşmada takımının dördüncü golünü kaydetti. Böylece kariyeri boyunca resmî karşılaşmalarda en çok gol attığı sezona ulaşmış oldu. 2016-17 sezonunun ilk yarısının bitmesiyle birlikte, Turan'ın Barcelona'dan ayrılacağı haberleri gündeme geldi. Uzun süre Çin takımlarından Shanghai Greenland'ın Turan için yüksek bir ücret teklif ettiği haberleri medyada yer aldı. Ancak bu transfer Barcelona teknik direktörü Luis Enrique'nin Turan'ı takımda tutmak istemesi nedeniyle geri çevrildi. Daha sonra ise Turan'ın Şubat ayında Londra'ya giderek eski takım arkadaşı Diego Costa ile görüşmesi İspanyol basınında gündem oluşturdu. Turan'ın Chelsea'ye transfer olacağı iddia edildi. Turan'ın Londra'dan ev satın alması ile birlikte bu iddialar medyada geniş yer buldu. Turan ise aldığı evin sadece yatırım amaçlı olduğunu açıkladı. 13 Ocak 2018 tarihinde Barcelona ve Başakşehir takımlarının resmî sitelerinden yapılan açıklamada, Turan'ın 2017-18 sezonunun ikinci yarısından itibaren Barcelona'dan Başakşehir'e iki buçuk sezon kiralık olarak transfer olduğu açıklandı. Transfer olduğu bu sezonun ikinci yarısında takımın Bursaspor ile karşılaştığı ilk maçında forma giydi ve ilk golünü attı. Turan, 20 Nisan 2018 tarihinde Başakşehir'in Kayserispor'u 3-1 yendiği lig karşılaşmasında 1 gol atarken 1 de asist yaptı. 4 Mayıs 2018 tarihinde Sivasspor ile oynanan lig maçında ise yardımcı hakeme yaptığı fiziki müdahale sonrasında direk kırmızı kart gördü. Bu hareketi sonucunda, PFDK tarafından 16 resmî müsabakadan men ve 39.000 para cezasına çarptırıldı. Turan Başakşehir formasıyla 2017-18 sezonunda ligde 7 tanesi ilk on birde olmak üzere toplam 11 kez forma giydi. Bu maçlarda 2 gol atan Turan, 1 defa sarı 1 defa da kırmızı kart gördü. 16 Temmuz 2002 tarihinde, Romanya'ya karşı oynadığı bir 16 Yaş altı hazırlık maçı ile birlikte Arda ilk kez Türkiye forması giydi. 4-1 kazanılan bu maçta, kırmızı beyazlı forma ile ilk millî golünü attı. Türkiye U-16 takımı ile katıldığı 2002 16 Yaş Altı Balkan (B) Gençler Futbol Şampiyonası'nda şampiyonluk sevinci yaşadı. Daha sonra sırasıyla Türkiye U-17, Türkiye U-18, Türkiye U-19 ve Türkiye U-20 takımlarında forma giydi. Türkiye 21 yaş altı millî takımıyla birlikte Almería'daki 2005 Akdeniz Oyunları'nda mücadele etti ve finale kadar yükseldi. Ancak takım, finalde İspanya'ya kaybetti ve oyuncular gümüş madalyanın sahibi oldu. Türkiye millî futbol takımında ilk maçına 16 Ağustos 2006'da, 19 yaşında, Lüksemburg ile oynanan özel maçta çıktı. Türkiye forması ile ilk golünü ise 25 Mayıs 2008 tarihinde Uruguay ile oynanan ve 3-2 mağlubiyetle sonuçlanan özel maçta attı. Turan, Türkiye'nin 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda mücadele edecek 23 kişilik oyuncu kadrosunda kendine yer buldu. 7 Haziran 2008 tarihinde, Portekiz'e 2-0 kaybedilen grup maçında yedek başladı ancak forma şansı bulamadı. 11 Haziran 2008 tarihinde İsviçre ile oynanan ve 2-1 kazanılan maçın 90. dakikasında, takımını 2-1 öne geçiren golü attı. Bu maçtaki performansı nedeniyle UEFA tarafından maçın adamı seçildi. Bu maçla birlikte kariyerinde ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası'nda forma giydi ve gol attı. 15 Haziran 2008 tarihinde, Çek Cumhuriyeti'ne karşı 3-2 galibiyetle sonuçlanan Avrupa Şampiyonası grup maçında, Türkiye adına ilk golü a
ttı. Böylelikle Türkiye, bu galibiyetle birlikte turnuvada çeyrek finale yükseldi. Turnuvada grup maçlarının ardından, Eurosport tarafından en iyi on bir oyuncu arasında gösterildi. 20 Haziran 2008 tarihinde, Hırvatistan ile çeyrek finalde oynanan ve normal süresi 0-0, uzatma bölümü ise 1-1 eşitlikle tamamlanan maçın seri penaltı atışlarında kullandığı penaltıyı gole çevirdi. Türkiye penaltılar sonucunda maçı 4-2 kazanarak turnuvada yarı finale yükseldi. 25 Haziran 2008 tarihinde, yarı finalde Almanya'ya karşı 3-2 kaybedilen maçta, kart cezası sebebiyle forma giyemedi. Turnuvanın ardından Alman "Bild" gazetesi tarafından oluşturulan, turnuvanın en iyi on biri listesinde gösterildi. Turan, 2010 Dünya Kupası elemeleri kapsamında, 11 Ekim 2008 tarihinde Bosna-Hersek ile oynanan ve 2-1 kazanılan maçta 1 gol attı. Aynı organizasyonda 5 Eylül 2009 tarihinde Estonya ile oynanan ve 4-2 kazanılan karşılaşmada da 1 gol atarak takımının maçı kazanmasına katkı sağladı. Estonya'ya attığı bu gol Türkiye millî takımının tarihindeki 600. golü oldu. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Türkiye formasıyla toplam 9 maça çıkıp 2 gol atmasına karşın takımının 2010 Dünya Kupası'nı kaçırmasına engel olamadı. 2012 Avrupa Şampiyonası elemeleri kapsamında, 3 Eylül 2010 tarihinde Kazakistan ile oynanan ve 3-0 Türkiye galibiyeti ile sonuçlanan maçın 24. dakikasında takımını öne geçiren golü attı. Bu maçtan dört gün sonra oynanan ve 3-2 kazanılan Belçika maçında ise takımına galibiyeti getiren son golü attı. Bu golle birlikte Türkiye'nin oynadığı son 6 maçın 5'inde gol atma başarısı gösterdi. 29 Mart 2011 tarihinde, 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde oynanan ve 2-0 kazanılan Avusturya maçında takımının ilk golünü attı. Turan, 2 Eylül 2011 tarihinde Kazakistan ile oynanan maçın uzatma dakikalarında frikikten attığı gol ile takımına 3 puanı kazandıran isim oldu. Türkiye, play-off'ta Hırvatistan'a elenerek 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na gitme hakkını kazanamadı. Turan, elemelerde toplam 9 maçta forma giydi. Bu maçlarda attığı 4 golle, takımının 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerindeki en golcü oyuncusu oldu. Turan, 6 Eylül 2013 tarihinde, Andorra ile oynanan ve 5-0 kazanılan 2014 FIFA Dünya Kupası eleme maçında takımının son golünü attı. Türkiye, 6 takımın mücadele ettiği eleme grubunu 4. sırada tamamlayarak 2014 Dünya Kupası'na katılma hakkı elde edemedi. Turan ise elemelerde çıktığı 9 karşılaşmada 1 gol kaydetti. Turan, 31 Mart 2015 tarihinde 2016 Avrupa Şampiyonası elemeleri A Grubu'nda Türkiye'nin 2-1 galibiyetiyle sonuçlanan Lüksemburg karşılaşmasına takım kaptanı olarak sahaya çıktı. Maçta, Mevlüt Erdinç'in attığı ilk golün pasını veren isim oldu. Turan, 8 Haziran 2015 tarihinde Bulgaristan ile oynanan ve 4-0 Türkiye'nin galibiyetiyle sonuçlanan özel karşılaşmada, Burak Yılmaz'ın attığı 3. golde asisti yapan isim oldu. 12 Haziran 2015 tarihinde 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri kapsamında deplasmanda Kazakistan ile oynanan maçın 83. dakikasında takımına galibiyeti getiren golü attı. 6 Eylül 2015 tarihinde 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri kapsamında, Türkiye'nin Hollanda'yı kendi evinde 3-0 mağlup ettiği mücadelenin 26. dakikasında takımının 2. golünü attı. Ayrıca Oğuzhan Özyakup'un attığı ilk golde asisti yapan isim oldu. 13 Kasım 2015 tarihinde Katar ile oynanan dostluk karşılaşmasının 70. dakikasında bir gol attı. Cenk Tosun'un 73. dakikada attığı golde de asisti yapan isim oldu. Turan, 10 Haziran-10 Temmuz tarihleri arasında Fransa'da düzenlenen 2016 Avrupa Şampiyonası'nda Türkiye formasıyla mücadele etti. Organizasyonda toplam 3 karşılaşmada forma giyen Turan, toplam 245 dakika süre aldı. Türkiye mücadele ettiği d grubunda 3. sırayı alarak turnuvaya grup aşamasında veda etti. 6 Haziran 2017 Makedonya maçından dönerken uçakta gazeteci Bilal Meşe'ye küfredip boğazını sıkarak saldıran Turan, ertesi akşam yaptığı basın açıklamasında pişman olmadığını, kuş gibi hafif olduğunu ve millî takım kariyerini sonlandırdığını açıkladı. Arda 2009 yılında, bir dergide yapım asistanı olarak çalışan Eda Türkmen ile aşk yaşamaya başladı. Daha sonra, Türk sinema ve televizyon dünyasının tanınan isimlerinden Sinem Kobal ile olduğu iddiaları gündeme geldi. Turan, basında çıkan bu haberleri yalanladı. Ancak daha sonra Sinem Kobal ile birliktelik yaşamaya başladı. 2012 yılının ocak ayında Sinem Kobal ile nişanlandı. Nişanlandıktan birkaç ay sonra Sinem Kobal ile kısa süreli bir ayrılık yaşadı. Bu ayrılıktan sonra tekrar barışan çift, düğün tarihi olarak 15 Haziran 2013'ü belirlediler. Ancak düğün Turan'ın transfer durumundan ve Ramazan ayına denk gelmesi sebebiyle 26 Aralık 2013 tarihine ertelendi. 26 Aralık tarihinde yapılacak olan düğün, Sinem Kobal'ın teyzesinin yaşamını kaybetmesi sebebiyle ikinci kez ertelendi. İkili 2013 yılı sonlarında birlikteliklerine son verdiler. Daha sonra Aslıhan Doğan ile birliktelik yaşamaya başladı. Çift, iki buçuk yıllık birlikteliğin ardından 11 Mart 2018'de evlendi. Turan, özel yaşamında birçok kez yardıma muhtaç çocuklara ve vakıflara yaptığı bağışlar ve ziyaretler ile gündeme geldi. 2009 yılı içerisinde birçok kez engelli çocuklar ve vakıflar yararına düzenlenen etkinliklerde yer aldı. 2009 senesinde düzenlenen bir organizasyonla Süper Lig'deki bazı futbolcularla birlikte, Gazze'deki Filistin halkına para yardımında bulundu. Turan, 2013 yılında İspanya'da yayın yapan Libero dergisine verdiği röportajda, ailesinin oturduğu eve ait faturaları kendisinin ödediğini belirtti. Yine aynı röportajda, Galatasaray'da oynarken futbolda Emre Belözoğlu'nu idol olarak gördüğünü ancak artık idolünün Aîdrés Iniesta olduğunu açıkladı. 2015 yılı aralık ayında cilt kanseri olan 16 yaşındaki Ahmet Özgen'i yattığı hastane odasında görüntülü olarak arayarak doğum gününü kutladı ve forma hediye etti. 11 Mayıs 2014'te Atlético Madrid'e transfer olmasının ardından yaşamını Madrid'de sürdüren Turan, ilk olarak kiralık bir evde oturmaya başladı. 2014 yazında Serrano caddesinde €1 milyon karşılığında satın aldığı eve yerleşen Turan, Madrid'deki yaşamını burada sürdürmüştür. İstanbul'da da çeşitli mülklere sahip olan futbolcu, 2013 yılında Sarıyer ilçesindeki Saklı Koru Villaları'ndan, 5 milyona kaba inşaatı tamamlanmış 3 katlı villa satın aldı. Ancak Sinem Kobal ile olan birlikteliğinin sona ermesi üzerine burayı sattı ve ertesi yıl, İstanbul'un Bakırköy ilçesindeki Selenium Ataköy’den hem kendisi hem de anne ve babası için birer daire aldı. 2015 yılı içerisinde kardeşi Okan Turan'a ₺700.000 değerinde Audi RS 4 marka otomobil hediye etti. 2015 yılında Barcelona'ya transfer olduktan sonra, Castelldefels'ta aylık kirası €5 bin olan iki katlı bir villa kiraladı. Turan, 2015 ekim ayında ise Avrupa'daki satış değeri €300.000 olan kırmızı renkte Ferrari F12berlinetta marka bir otomobil satın aldı. 2016 yılında İstanbul'un Şişli ilçesinde bir restoran açtı. 2017 yılı nisan ayında kardeşi Okan Turan için Boğaz'da aylık kirası € 15.000 olan bir yalı kiraladı. Arda Turan, 2005 yılında spor giyim markası Puma ile bireysel sponsorluk anlaşması imzaladı. 2007 yılında bir dergi ile yapılan röportaj sırasında, başka bir firmanın ürününü giydiği için Puma tarafından Arda'ya tazminat davası açıldı. 2009 yılında Jetix TV tarafından her sene düzenli olarak yapılan Çocuk Oscarları töreninde En Sevilen Sporcu ödülünü kazandı. 2010 yılında Galatasaray'dan takım arkadaşı Lucas Neill ile birlikte GSBonus'un reklam filminde rol aldı. 2012 yılında, bir giyim markası olan DeFacto'nun reklam çekimlerinde Paris Hilton ile birlikte kamera karşısına geçti. Bunların yanında Simit Sarayı, Nike, Türkiye Finans, Turkcell, Clear, Bank of Azerbaijan ve Opet reklamlarında oynadı. 2013 yılında, Türk yapımı "Hükümet Kadın 2" filminde konuk oyuncu olarak rol aldı. Turan, 2015 yılında Şampiyonlar Ligi'nin sponsorlarından MasterCard ve UEFA iş birliği ile planlanan ve sokakta futbol oynayan küçük çocuklara sürpriz yapma amacı taşıyan bir projede yer aldı. Turan, Deri Tanıtım Grubu'nun 2016 yılındaki yurt dışı tanıtım yüzü oldu ve bir video filminde rol aldı. Atlético Madrid'in resmî televizyon kanalı, Beşiktaş ile İstanbul'da oynadıkları Avrupa Ligi maçından önce, Arda Turan'ın geçmişten bugüne hayatını ve futbol kariyerini anlatan mini bir belgesel hazırladı. Belgeselde, Turan'ın çocukluğunun geçtiği Bayrampaşa, Turan ailesi ve Galatasaray'ın o tarihteki teknik direktörü Fatih Terim'le yapılan söyleşiler yer aldı. Türk spor spikeri Sabri Ugan, 2010 yılında Arda Turan'ın yaşam öyküsünü anlatan "Arda Turan: Aslan Yürekli Kaptan" isimli bir çocuk kitabı çıkardı. Bu kitap Arda Turan'ı konu alan ilk kitap oldu. 2014 yılında ise İspanyol yazar Juan Rodriguez Garrido, "Arda Turan Bayrampaşa'nın Dâhisi" ismiyle Turan'ın futbol hayatını konu alan bir kitap piyasaya çıkardı. Arda Turan, Kanada kökenli oyun üreticisi EA Sports'un piyasaya çıkardığı "FIFA 15"in Türkiye kapağında, oyunun küresel kapak yıldızı Lionel Messi ile birlikte yer aldı. 2014 yılında, Hublot firmasının Arda Turan adına 100 adet özel saat üreteceği açıklandı. Turan, Atlético Madrid'in Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (UNHCR) dayanışma amacıyla hazırladığı 2015 yılı takvimi için poz verdi. Atlético Madrid, resmî Facebook hesabının 10 milyon kullanıcıya ulaşması sebebiyle, üzerinde Arda Turan'ın fotoğrafı olan 10 Euro'luk temsili banknot bastı ve taraftarlara indirim çeki olarak dağıttı. Turan, 2015 yılının eylül ayında Türk firması Lassa ile imzaladığı sponsorluk anlaşması ile birlikte markanın 2 yıl boyunca reklam yüzü oldu. Turan, 2015 aralık ayında GQ Türkiye dergisi tarafından "Yılın Adamı" ödülüne layık görüldü ve bir sonraki ay derginin kapağında yer aldı. Turan, 15 Ocak 2017 tarihinde organize edilen TBL All-Star organizasyonuna konuk oldu. Maçın ikinci yarısının 3. çeyreğinde Avrupa kadrosunda 10 numaralı formasıyla oyuna dahil oldu ve bu süre içerisinde 7 sayı kaydetti. Ergün Penbe Ergün Penbe (17 Mayıs 1972, Zonguldak), eski Türk millî futbolcu, teknik di
rektör, televizyon yorumcusu. Futbola Kilimlispor'da başladı. 1992-1994 yılları arasında Gençlerbirliği'nde oynayan Ergün Penbe, 1994'te Galatasaray'a transfer olmuştur. Gençlerbirliği'nde 1 Mart 1992 ile 8 Mayıs 1994 tarihleri arasında toplam 57 lig maçında forma giydi ve 3 gol attı. Buradaki ilk resmi maçı, 1991-1992 sezonununda (1. Lig 19. haftada) oynanan Gençlerbirliği-Altay maçıdır. 2000 yılındaki UEFA Kupası finalinde Arsenal'e karşı kullandığı ve gole çevirdiği penaltı takımının kupayı kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Kariyerinde sadece 1 kez kırmızı kart görmüştür. O da, 1996 yılındaki Trabzonspor maçında çift sarı karttan dolayı verilmiştir. En son Galatasaray'dan bedelsiz olarak sözleşmesi bittiği ve yenilenmediği için ayrılmış ve Gaziantepspor'a transfer olmuştur. İlk kez 1994'ün Mayıs ayındaki Rusya maçıyla millî formayı giymiştir. Uluslararası deneyimi ile gene 48 defa görev aldığı (2000 Kasım'a kadar) Türkiye millî futbol takımının dünya üçüncülüğünü alan kadrosunda yer aldı. 2008-2009 sezonunda Süper Ligde Hacettepe'yi çalıştırmıştır. Teknik adam olarak çıktığı ilk maçında Beşiktaş'a 2-3 kaybetmiştir. 2009-2010 sezonunun 2.yarısında bank asya 1.lig takımlarından Mersin İdman Yurdu'nu çalıştırmıştır. Başarılı bir çıkıs göstererek Mersin İdman Yurdu'nun lige tutunmasını sağlamıştır. 2010-11 sezonu için 1. Lig ekiplerınden Kartalspor ile anlaşmıştır fakat Aralık 2010 istifasini yönetime sunarak takımdan ayrılmıştır. 2010-2011 sezonu ikinci yarısında Kayseri Erciyesspor ile sezon sonuna kadar anlaşmıştır. Ergün Penbe'den Genç Futbolculara Tavsiyeler. Futbol yaşamında sakin tavırlarıyla tanınan ve 18 yıllık profesyonel futbol yaşamında 1 kez kırmızı kart gören eski Galatasaraylı futbolcu Ergün Penbe, genç oyuncuların sinirlerine hakim olabildiği ölçüde başarılı olacağını belirtti. Hakan Şükür Hakan Şükür (d. 1 Eylül 1971; Sapanca, Sakarya), eski Türk millî futbolcu, futbol yorumcusu ve siyasetçi. 11 Nisan 2011 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi'nden, İstanbul 3. Bölge 4. sıradan milletvekili adayı oldu ve 11 Haziran 2011'de yapılan seçimde milletvekili seçildi. Hakan Şükür; futbola 1987 yılında, doğup büyüdüğü şehrin takımı Sakaryaspor'da başladı. Burada geçirdiği üç sezon ve yaşadığı bir Türkiye Kupası şampiyonluğunun ardından 1990'da Bursaspor'a transfer oldu. 1992 yılında Galatasaray ile sözleşme imzaladı. Galatasaray'da iki sezon üst üste Süper Lig, bir Başbakanlık Kupası ile Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası şampiyonluğu yaşadıktan sonra 1995'te, Serie A ekiplerinden Torino ile anlaştı. 4 aylık Torino kariyerinin ardından, aynı yıl içerisinde Galatasaray'a döndü. Takımın, dört yıl üst üste Süper Lig, üç yıl üst üste Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası, üç Türkiye Kupası ve 2000'de kazanılan UEFA Kupası şampiyonluklarında pay sahibi oldu. 2000'de yeniden İtalya'ya giden Hakan, 2000-01 sezonunda Internazionale, 2001-02 sezonunda ise kiralık olarak Parma formalarını giydi. Aynı sezon Parma ile Coppa Italia'nın sahibi oldu. 2002 yazında, eski takım arkadaşı Tugay Kerimoğlu'nun da formasını giydiği Premier League ekiplerinden Blackburn Rovers'a transfer oldu. Fakat sezonun 9. maçının ardından ağır bir şekilde sakatlanması sebebiyle Blackburn ile sadece 9 maça çıkabildi. Sezon sonunda kulüp tarafından serbest bırakıldı ve bunun üzerine tekrar Galatasaray'a döndü. Burada iki Süper Lig ve bir Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşayan Şükür, 2008'de futbolculuğu bıraktığını açıkladı. Çeşitli yaş gruplarındaki millî takımlarla Türkiye'yi temsil eden Hakan Şükür, Türkiye U-21 millî takımıyla 1993 Akdeniz Oyunları'nda altın madalya kazandı. A millî takım formasıyla ilk maçına 1992'de, Bursaspor oyuncusuyken çıkan Hakan; 1996 ve 2000 Avrupa şampiyonaları ile 2002 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele etti. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda bronz madalyanın sahibi olan ve üçüncülük maçında 10,8. saniyede kaydettiği golle FIFA Dünya Kupası tarihinin en erken golünü atan Hakan Şükür; 2007'ye kadar giydiği formayla çıktığı 112 maçta 51 gol kaydederek, Türkiye formasıyla en çok gol atan oyuncu unvanının da sahibi oldu. Şükür, 249 golle Süper Lig'de en çok gol atan oyuncu ve 38 golle Avrupa kupalarında en çok gol atan Türk futbolcu unvanlarına da sahiptir. 1996-97, 1997-98, 1998-99 sezonlarında sahip olduğu Süper Lig gol krallıklarıyla birlikte, 2004 yılında son 50 yılın en fazla dikkat çeken Türk futbolcusu olarak UEFA Jübile Ödülü'nün sahibi oldu. Hakan Şükür; Arnavut kökenli olan Priştine, Kosova göçmeni Sermet Şükür ve Üsküp, Makedonya göçmeni Nermin Şükür'ün ikinci çocuğu olarak, Sakarya'nın Sapanca ilçesinde doğdu. Gerçek doğum tarihi 29 Temmuz 1971 olmasına rağmen, nüfus kaydı 1 Eylül 1971'de yaptırılabildi. İlk öğrenimini Ahmet Akkoç İlköğretim Okulu'nda tamamladı. Bu sıralarda okulun basketbol takımında oynayan Şükür; babası Sermet Şükür'ün de etkisiyle futbola on yaşında, doğup büyüdüğü şehrin takımı olan Sakaryaspor'un altyapısında başladı. Burada çeşitli mevkilerde forma giydi. Türkiye Ligi tarihinde 249 golle en çok gol atan futbolcu olan Hakan Şükür, lig tarihindeki ilk golünü 1988-1989 sezonunda Eskişehirspor'a, 100. golünü 1996-1997 sezonunda Altay'a, 200. golünü 2003-2004 sezonunda Samsunspor'a, son golünü ise 2007-2008 sezonunda Hacettepe (Gençlerbirliği Oftaş)'a atmıştır. 3 kez gol kralı olan Hakan Şükür, 3 kez de asist kralı olmuştur. Türkiye Ligi tarihinde 8 şampiyonluk yaşayan Hakan Şükür, Bülent Korkmaz ve Suat Kaya ile birlikte en fazla şampiyonluk yaşayan futbolcu olmuştur. Hakan Şükür profesyonel kariyerinde sadece bir kez kırmızı kart görmüştür. Ona bu kartı 26 Mart 2004 tarihindeki Samsunspor maçında Bülent Uzun göstermiştir. Hakan Şükür, 1986-87 sezonunda Sakaryaspor'da profesyonel oldu. Kulübüyle ilk maçına 28 Ocak 1987'de, Türkiye Kupası beşinci tur mücadelesinde Denizlispor karşısında çıktı. Takımıyla ikinci maçına yine kupada çıkan Şükür, 27 Nisan 1988'de Zonguldakspor ile oynanan maçta, durum 4-0 iken oyuna girdi ve kariyerindeki ilk resmî golünü kaydederek takımının sahadan 5-0'lık galibiyetle ayrılmasında rol oynadı. Aynı sezon ligde üç, kupada ise iki maçta forma giydi. Sakaryaspor, sezon sonunda ligi 11. sırada tamamlarken, tarihindeki ilk Türkiye Kupası şampiyonluğunu yaşadı. Böylece Şükür, ilk profesyonel olduğu sezonda ilk kupasını kazanmış oldu. Ertesi sezon; 26 Şubat 1989'da Eskişehirspor ile oynanan ve 2-1 devam eden maçta, lig tarihindeki ilk golünü attı ve skorda eşitliği sağladı. Sezon boyunca ligde 11 maça çıkan Şükür; Adanaspor, Fenerbahçe, Konyaspor ve Rizespor maçlarında birer gol kaydetti. Takım ise ligi 10. sırada tamamlamıştı. 1989-90 sezonunda ise 27 maçta forma giyen Şükür; Boluspor, Bursaspor, Adana Demirspor, Fenerbahçe ve Trabzonspor maçlarında olmak üzere ligde beş gol attı. Sezon sonu takımının ligi sonuncu tamamlayıp küme düşmesi üzerine, 5 Haziran 1990'da Bursaspor ile 600 milyon lira karşılığında sözleşme imzaladı. 26 Ağustos 1990'daki 3-0 kaybedilen Sarıyer maçında, ligde ilk kez Bursaspor formasını giydi. Ligde oynadığı ilk on maç boyunca gol kaydedemeyen Şükür, 2 Aralık 1990'da Zeytinburnuspor ile oynanan ve 2-1 kaybedilen maçta takımının tek golünü kaydetti. Sezon boyunca ligde görev aldığı 27 maçta dört gol kaydederek Bursaspor'un ligi 8. sırada bitirmesinde pay sahibi oldu. 1991-92 sezonunda takımın başına Yılmaz Vural'ın gelmesiyle takımın performansı da giderek yükselmeye başladı. Sezon sonunda ligi 6. sırada bitiren ve Türkiye Kupası'nda final oynayan Bursaspor'da geçen sezon olduğu gibi 27 lig maçında forma giyen Şükür, ligde 7 kez ağları havalandırırken; 8 gollü Mümün Kaşmer'in ardından takımın en golcü ikinci oyuncusu oldu. Kupada ise oynadığı 7 maçta 3 gole imza attı. 1 Mart 1992'de, 2-2 biten Trabzonspor maçında takımının iki golünü atarak kariyerinde ilk kez bir maçta iki gol atmış oldu. 21 Mayıs 1992'de, Fenerbahçe ile oynanan Başbakanlık Kupası maçında attığı golle takımının 3-1'lik galibiyetinde pay sahibi oldu ve kariyerinin ikinci kupasını kaldırdı. Aynı sezon Galatasaray ile transfer görüşmelerine başladı. Türkiye'nin, 25 Mart 1992'de Lüksemburg ile oynadığı maç öncesi, kaldığı otelde Galatasaraylı yöneticilerle görüşen Şükür; takımla prensip anlaşmasına vardı. 1 Haziran 1992'de, Konyaspor'dan Suat Kaya ile birlikte Galatasaray ile iki yıllık sözleşme imzaladı. Şükür, Galatasaray formasıyla ilk resmî maçına, 12 Ağustos 1992'de, Beşiktaş ile oynanan ve 3-2 kazanılan TSYD Kupası yarı finalinde çıktı. 4 gün sonra Fenerbahçe ile oynanan final maçının 3. dakikasında açılış golünü kaydeden Şükür'lü Galatasaray, rakibini 3-2 mağlup ederek sezonun ilk kupasının sahibi oldu. 23 Ağustos 1992'de ise 3-0 kazanılan Gençlerbirliği karşısında yeni formasıyla ligdeki ilk maçına çıktı. İlk haftalarda millî takımda gösterdiği performansı kulübünde gösteremediği ve gol sıkıntısı çektiği yönünde eleştiriler alsa da 26 Eylül 1992'de, Kayserispor ile oynanan ve 1-1 sona eren ligdeki dördüncü maçında ilk golünü kaydetti. Ertesi hafta oynanan 1-1'lik Trabzonspor maçında da takımının tek golünü atan Şükür, teknik direktör Karl-Heinz Feldkamp'ın takımda genç oyunculara yer vermesiyle ilk sezonunda ligde 30 maçta görev aldı ve 19 gol kaydetti. Millî takımın İtalya da kamp yaptığı dönemde Türk futbolunda yeni parlayan bir yıldız olan Hakan, İtalyan menajerlerce izleniyordu. Görüşmeler sonucu 1995 yılının Haziran ayında Serie A'da orta sıralarda yer alan Torino takımı ile anlaşıldı. Takımın forvet mevkiinde oynayan Şükür, yaz döneminde başarılı bir hazırlık kampı geçirdi ve takımla çıktığı yedi hazırlık maçında altı gol attı. Torino'daki ilk resmi maçına 27 Ağustosta sezonun ilk maçı olan Fiorentina deplasmanında çıktı. Ancak daha ligin ilk yarısı sona ermeden dört yıllık sözleşmesi bulunmasına karşın kendi isteğiyle Galatasaray'a geri döndü. Torina'da gösterdiği performans nedeniyle bir dönem taraftarlar arasında "Torinolu Şaban" lakabıyla anıldı. Hakan Şükür, teknik direktör Greame Souness'in de istediği transfer sonucu yaklaşık dö
rt ay sonra Ekim 1995'te Galatasaray'a geri döndü. 1995-96 sezonunda dokuzuncu haftadaki Fenerbahçe maçından itibaran sezon sonuna kadar takımın bütün karşılaşmalarında ilk 11'de maça başladı. Takım ise sezonu Türkiye Kupası'nı kazanarak bitirdi. 1996-1997 sezonunda takımın teknik direktörlüğünü daha önce Türkiye millî takımını çalıştıran Fatih Terim yapmaya başladı. Futbol kariyerindeki en başarılı sezonu bu sezonda yaşayan Şükür, yaşayacağı gol krallıkları ile bu sezondan itibaren "Kral" lakabıyla anılmaya başlanacaktı. 27 Ekim 1996 tarihinde Galatasaray'ın 8-1 galibiyetiyle biten Altay deplasman maçının 48. saniyesinde ligdeki 100. golünü attı. Galatasaray formasıyla 39 maçta 48 gol attı. Ligde attığı 38 golle ligin gol kralı olan Şükür, Metin Oktay'la birlikte, 39 gole sahip Tanju Çolak'tan sonra bir sezonda en fazla gol atan ikinci futbolcu oldu. Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda Kocaelispor karşısında attığı golle toplamda 5 gole ulaşarak kupa tarihinde en çok gol atan futbolcu oldu. Ligdeki 38 golü ile Avrupa gol krallığı Altın Ayakkabı yarışında üçüncü olan Şükür, daha önce birinci ve üçüncü olan Tanju Çolak'tan sonra ödül alan ikinci Türk futbolcu oldu. Kulüp başarısının yanı sıra millî takım formasıyla San Marino karşısında attığı golle toplamda 22 gole ulaşarak millî takımın yeni gol kralı oldu. Sezon sonunda Bayern Münih ve Atlético Madrid'den transfer teklifi alsa da takımda kalan Hakan Şükür, Hong Kong'un İngiltere'den Çin'e devredilişinin anısına düzenlenen maça FIFA tarafından davet edildi ve Dünya Karması kadrosunda oynadı. Bu sezondan itibaren 4 yıl boyunca Lig şampiyonluğunun ve 2000 yılında UEFA Kupası'nın kazanılmasında en büyük katkıyı yapan futbolculardan biriydi. 1997-1998 sezonuna Galatasaray, Şükür'ün sakatlığı nedeniyle oynayamadığı hazırlık maçında Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası'nı kazanarak başladı. Hakan Şükür ise Monako ile Ali Sami Yen Stadyumu'ında oynanan sezon açılışı maçında 2 gol atarak sezona başladı. 13 Ekim 1997 tarihinde ırkçılığı protesto amacıyla Dünya Profesyonel Futbolcular Birliği tarafından Madrid'de düzenlenen Dünya karması maçında forma giydi ve iki gol attı. Bu maçtan kısa bir süre sonra Deportivo'ya transfer olacağını açıklasa da takımda kaldı. Ligin ilk yarısında formsuz bir gürüntü sergilemiş olsa da ilk yarıyı 15 golle gol kralı olarak tamamladı. Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Birliği tarafından Dünya'da 1997 yılının en iyi golcüsü seçilen Şükür, 12 Ocak 1998 tarihinde Almanya'nın Rotenborg kentinde düzenlenen törenle Klaus Fischer'in elinden ödülünü aldı. Devre arasında Deportivo Galatasaray kulübüne Hakan Şükür'ün transferi için 8 milyon Dolar (1,7 trilyon TL) önerse de kulüp yönetimi ve Şükür bu teklifi reddetti. Galatasaray takımı ligin 33. haftasında İstanbulspor'u yenerek şampiyon oldu. 86 gol atarak şampiyon olan takımda Hakan şükür 32 gol atarak geçen sezon olduğu gibi bu sezonda gol kralı oldu. Sezon sonunda Real Madrid gibi büyük kulüplerden transfer teklifi aldı ancak Galatasaray'la 2 yıllık sözleşme imzaladı. 1998-1999 sezonuna Galatasaray geçen sezon olduğu gibi Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası'nı kazanarak başladı. 10 Ekim 1998 tarihinde Avrupa Şampiyonası eleme grubu maçında Almanya karşısında 47 yıl sonra galibiyet alan Türkiye millî futbol takımının tek golünü atan oyuncuydu. Galatasaray'ın üçüncü olarak tamamladığı ligin ilk yarısını Hakan Şükür Elvir Baliç'le beraber 12'şer golle gol kralı olarak tamamladı. Devre arasında Juventus'tan transfer teklifi aldı. 10 günden fazla süren transfer görüşmeleri sonucunda Juventus yöneticileriyle anlaşma yapmak için İsviçre'nin Lugano kentine, daha sonra da İtalya'nın Torino kentine gitti. Yapılan bu görüşmelerde de anlaşma sağlayamadı ve Galatasaray'da kaldı Galatasaray, sezon bitimine bir hafta kala şampiyon oldu, Hakan Şükür ise 19 golle ligi gol kralı olarak tamamladı. 1999-2000 sezonunda Galatasaray takımı UEFA Kupası'nı kazandı. Kazanılan bu kupa Şükür'ün kulüp kariyerindeki en büyük başarıydı. Sezon sonunda İtalya'nın Inter kulübüne transfer oldu. Transferi sırasında Galatasaray yönetimiyle anlaşamadı ve bonservis sorununun çözülmesiiçin FIFA ya başvuruldu: "Yöneticiler beni tutmak için ellerinden geleni yaptıklarını söylüyorlar. Bu doğru ama kendi şartlarına göre anlaşmak için. Maç başına para anlaşması yapmak istemediğimi söyledim. Bana, "Prensiplerimiz var, kimse için prensiplerimizi çiğneyemeyiz" yanıtını verdiler. Kimse demagoji yapmasın. Hagi'ye olduğu gibi bana da toplu para verilse ben şu anda kesinlikle Galatasaray'daydım." 1999-2000 sezonu sona erdiğinde Avrupa'da oynamak istediğini belirten Hakan Şükür, Bundesliga ekiplerinden Bayern Münih, Premier League ekiplerinden Chelsea ve Serie A ekiplerinden Juventus, Milan, Roma ve Internazionale Milano tarafından izleniyordu. 6 Temmuz 2000'de, Hakan Şükür, teknik direktörlüğünü Marcello Lippi'nin yaptığı Internazionale Milano ile 3 yıllık sözleşme imzaladı. Tam 5 yıl 36 gün sonra bir İtalyan kulübüne transfer olan Hakan; ""Geçmişe dönmek istemiyorum ama Torino'dan giderken, bir gün mutlaka İtalya'ya döneceğim dedim ve döndüm. Çok büyük bir kulübe döndüm. Tek hedefim burada sürekli oynamaktır."" diye konuştu. Inter'de 54 numaralı formayı giymek istemesinin nedenlerini ise şöyle sıraladı: ""Inter'de 54 numaralı formayı giymek istiyorum ve bunun 2 nedeni var. Bunlardan biri depremde büyük hasar gören Sakarya'yı hatırlamak, ikincisi 9 numaralı formayı Ronaldo giyiyor. Bu yüzden de 5+4=9 olduğu için bu numarayı seçtim."" Takımın menajeri Giacinto Facchetti ise Hakan'a güvendiklerini ve onun "İtalya'da yılın transferi" olacağını belirtti. Yaklaşık 1 yıl süren bonservis bedeli pazarlıkları sonucunda Inter, Galatasaray'a 16 milyon mark (8,5 milyon TL) ödedi. Inter'in Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme maçında İsveç'in Helsinborgs takımına elenmesiyle takım UEFA kupasında mücadele etti. İtalya'nın FC Internazionale Milano kulübünde istediği forma şansını bulamayan Hakan Şükür, Serie A’da zor günler yaşayan AC Parma ile anlaştı. 8 Ocak 2002'de Parma'ya imzayı atan Kral, burada 11 numaralı forma ile mücadele etmiştir. Forvet hattında Marco Di Vaio ile iyi bir ikili oluşturan Kral,sezon sonunda İtalya Kupası sevinci yaşamıştır. Torino'dan tekrar Galatasaray'a döndüğü sırada birlikte çalıştığı hocası Graeme Souness'ın isteği üzerine Parma'dan ayrılarak İngiltere Premier Lig takımlarından Blackburn Rovers'la anlaşmıştır. Blackburn Rovers'da Galatasaraylı eski oyuncu Tugay Kerimoğlu ile beraber oynamıştır. Blackburn Rovers'taki ilk gollerini Fulham karşısında atmıştır. Hakan Şükür'ün 2 gol attığı maçı, takımı 4-0 kazanmıştır. Ligin 10. haftasındaki Manchester United maçı öncesi antrenmanda ayağı kırılınca sezonu kapatmıştır. İngiltere Premier Lig tecrübesinin ardından tekrar Galatasaray ile anlaşan Hakan Şükür 5 yıl boyunca bu formayı giymiştir. Süper Lig'de forma giydiği 540 lig maçında toplam 260 gol atmış, UEFA'nın düzenlediği turnuvalarda ve şampiyonalarda ise 94 maçta 38 gole imza atmıştır. 2004-05 Türkiye Kupası'nda Gol Kralı olan Hakan şükür, 2005-06, 2007-08 sezonlarında Galatasaray ile şampiyonluk yaşamıştır. 2003 yılında TFF tarafından son 50 yıla damgasını vuran futbolcu olarak seçilerek UEFA tarafından Jübile Ödülü ile taltif edilmiş ve "Altın Oyuncu" unvanı kazanmıştır. Hakan Şükür aynı zamanda futbol hayatındaki son golünü 10 Mayıs 2008 tarihinde oynan Galatasaray-Hacettepe maçının 36.dakikasında atmış ve maç 2-0 bitmiştir. 25 Mart 1992'de Türkiye'nin Lüksemburg'u 3-2 yendiği hazırlık maçında ilk kez Türkiye millî futbol takımının formasını giyen Hakan Şükür, Türk millî futbol takımının 85 yıllık tarihinde en fazla gol atan futbolcusudur. 10 Eylül 1997 tarihinde San Marino ile oynanan millî maçta attığı golle millî takımda attığı gol sayısı 22'ye ulaşan Şükür, Lefter Küçükandonyadis'in 21 gollük rekorunu kırarak yeni gol kralı oldu. Millî formayla çıktığı 112 maçta toplam 51 gole imza atmıştır. 1987 yılından beri 112 defa A Milli, 25 defa Ümit Milli, 13 defa A Genç Milli, 6 defa B Genç Milli, 5 defa Olimpik millî takım formasını giyen Hakan Şükür, toplam 161 defa millî takım forması giyerek toplamda en çok millî olan futbolcudur. Hakan Şükür, U-16 millî takımının 25 Ekim 1987'de Polonya ile 1-1 berabere kaldığı Avrupa Futbol Şampiyonası eleme maçında ilk kez millî olmuştur. O karşılaşmada ay yıldızlı ekibin tek golünü atan Hakan Şükür atmıştır. 2002 FIFA Dünya Kupası grup eleme maçlarında atmış olduğu 6 gol ve 3 asistiyle Türkiye'nin 48 yıl aradan sonra FIFA Dünya Kupası'na katılmasında başrol oynayan Hakan Şükür'ün, FIFA Dünya Kupası Finalleri'nde Türkiye'nin Güney Kore ile yaptığı üçüncülük maçında, maçın başlama vuruşundan 9 saniye sonra attığı gol, Dünya Kupaları'nda atılan en erken gol olarak tarihe geçmiştir. Hakan Şükür, FIFA Dünya Kupası Finalleri'nde Türkiye adına yaptığı 2 asistle (Hasan Şaş ile birlikte) asist kralı olmuştur. Hakan Şükür'ün FIFA Dünya Kupası Finalleri'nde toplam 1 golü ve 2 asisti bulunmaktadır. FIFA Dünya Kupası golleri Hakan Şükür, futbolu bırakmasının ardından, Sakaryaspor'dayken aynı takımda oynadığı Bülent Uygun ile birlikte enerji ve gıda sektörlerine girdi. İkili, Enda Grup ile birlikte, Ankara'da üç adet restoranın açılışını yaptı. Bunun yanında Albe Enerji ile ortak olarak kurulan "HBA Enerji Üretim, Gıda, Turizm ve İnşaat" adlı şirket ile ikili, başta enerji olmak üzere çeşitli sektörlerde yer aldı. 2009 yılında TRT 1 kanalında yayınlanan Stadyum programında TV yorumculuğu yaptı. Milletvekili seçildikten sonra 2012 yılı Ocak ayında Lig TV'de yorumculuk yapmaya başladı. 2011 yılında televizyonda sürdürdüğü spor yorumculuğunu bırakarak siyasete girmeye karar verdi ve 12 Haziran seçimlerinin ardından Adalet ve Kalkınma Partisi'nden İstanbul 3. bölge milletvekili seçildi. 16 Aralık 2013 günü mensubu olduğu partisinden istifa etmesinin ardından siyasi hayatını bağımsız milletvekili olarak devam ettirdi. 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde yine İstanbul 3. bölgeden, bu kez bağı
msız milletvekili adayı oldu, ancak seçilemedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaretten yargılanan Hakan Şükür, ilk duruşmaya katılmadı, avukatı ise Hakan Şükür'ün Amerika Birleşik Devletleri'ne taşındığını söyledi. 65. Türkiye Hükûmeti ve dönemin yargı kuruluşlarınca Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) adıyla terör örgütü olarak tanımlanan Gülen Hareketi'ne verdiği destekler üzerine kendisi ve babası hakkında gözaltı kararı çıkartıldı. Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Şükür'ün kırmızı bülten ile aranacağı belirtilirken, babası Sermet Şükür gözaltına alındı. Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye finansal destek sağladıklarını belirlemesi üzerine mahkeme yaklaşık olarak ₺200 milyon değerindeki mal varlıklarına el konulması kararı verdi. 14 Temmuz 2017 tarihinde çıkan KHK ile Arif Erdem ile birlikte kendisine verilen tüm madalyalarının geri alınmasına karar verildi. İki kez evlenen Hakan Şükür, ilk evliliğini Temmuz 1995'te İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencisi olan Esra Elbirlik ile yaptı. Bu evlilik dört ay sonra sona erdi. İkinci evliliğini 1999 yılında İstanbul'da Beyda Sertbaş ile yapan Hakan Şükür'ün bu evlilikten 15 Nisan 2000'de Zeynep Sude, 2002 yılında Buse ve 19 Ekim 2006 tarihinde Ömer Hakan isminde üç çocuğu dünyaya geldi. 18 Ağustos 1999 günü Anadolu Ajansı, Hakan Şükür'ün Sakarya'da yaşayan annesi ve babasının 1999 Gölcük Depremi'nde öldüğünü duyurdu. Daha sonra haberin yanlış olduğu anlaşıldı. İlk eşi Esra Elbirlik ise bu deprem sırasında anne ve babasıyla birlikte hayatını kaybetti. Hakan Şükür'ün kardeşi Gökhan Şükür de kendisi gibi eski bir futbolcudur. Şükür, dünya medyası tarafından "Boğaz'ın Boğası" lakabıyla anılırken, Türk medyası tarafından ise "Kral" lakabıyla anılmaktadır. Şükür, 26 Nisan 1995'teki İsviçre maçı öncesi yayımlanmaya başlanan Tadelle reklamında, teknik direktör Fatih Terim ve bazı millî takım oyuncularıyla birlikte yer aldı. Necati Ateş Necati Ateş (3 Ocak 1980, İzmir), Türk eski futbolcudur. Çoçukluk yıllarının bir kısmını Almanya'da geçirmiş olan Necati daha 14 yaşında ailesiyle beraber Türkiye'ye döndü. Memleketi olan İzmir'de Narlıdere Esnafspor altyapısında futbola başladı. Burada üç sene oynadıktan sonra İzmir'in güçlü ekiplerinden Altay'ın altyapısına transfer edildi. Burada önce ağırlıklı olarak PAF takımı için oynasa da ilk sezonundan itibaren A takımla antrenmanlara çıkmaya başladı ve Altay'da ilk resmî müsabakasını 16 Aralık 1997 tarihinde İstanbulspor'a karşı oynanan Türkiye Kupası maçında 46. dakikada Ömer Pehlivan'ın yerine oyuna girerek oynadı. İlk lig müsabakasına da 18 Ocak 1998 tarihinde Bursaspor'a karşı oynanan Süper Lig müsabakasında 56. dakikada oyuna sonradan girerek çıktı. Altay'daki ilk sezonunda genç yaşına rağmen 8 müsabakada görev aldı ve bu müsabakalarda iki gol kaydetti. Altay'da sonraki iki sezonu bu kadar olumlu geçmedi ve iki sezonda 14 müsabakada görev alabildi. Altay'daki üçüncü sezonunun devre arasından itibaren sezon sonuna kadar Aydınspor'a kiralık olarak verildi. Sezon sonu Altay'a geri döndükten sonra Altay'ın 1. Lig'e düşmesi ile düzenli olarak forma giyme fırsatı buldu ve 25 lig maçında 19 gol kaydetti. Bu başarısından dolayı tüm dikkatleri üzerine çekti ve büyük takımların onu istemesine rağmen 2001-02 sezonun ilk haftalarında Cem Uzan'ın desteklediği Adanaspor'a transfer oldu. Adanaspor'da hiç uyum sorunu yaşamadı ve ilk sezonunda 32 müsabakada 17 gol atarak Adanaspor'un 1. Lig'i üçüncü sırada bitirip Süper Lig'e yükselmesine önemli katkıda bulundu. Adanaspor ile Süper Lig'deki ilk sezonunda oldukça başarılı bir performans sergiledi ve 33 maçta 18 gol atarak gol krallığında ikinci oldu. Bu başarısı sayesinde dört büyüklerin hepsinden transfer teklifi aldı. 2003-04 sezonunun devre arasında Galatasaray'a transfer oldu. Galatasaray'da uyum sorunu yaşamadan takımda düzenli oynamaya başladı ve sezon sonuna kadar 14 müsabakada 9 gol kaydetti. Galatasaray'da ileriki üç sezonda takımın değişmez oyuncusu oldu ve millî takımda da düzenli olarak oynamaya başladı. 2007-08 sezonunda yeni teknik direktör Karl-Heinz Feldkamp ile büyük sorunlar yaşadı ve Feldkamp, Necati'yi takımında düşünmediğini defalarca dile getirdi. Başka bir sorun da yeni transfer Lincoln'a verilmek istenen 10 numarayı Necati'nin giymesi oldu. Neticesinde 24 Temmuz 2007 tarihinde, teknik direktör Karl-Heinz Feldkamp tarafından kadro dışı bırakıldı. Bunun üzerine Necati 2007-08 sezonunda yarım sezon Ankaraspor ve yarım sezon da İstanbul BB'de kiralık olarak oynadı. 2008-09 sezonunda Feldkamp'ın takımdan ayrılmasına rağmen özellikle başkan yardımcısı Adnan Sezgin'in ısrarla Necati'yi istememesinden dolayı İspanya'nın Real Sociedad takımına kiralık olarak verildi. Necati'nin Galatasaray ile olan sözleşmesi, 2009 yılında karşılıklı feshedildi. 1 Eylül 2008'de İspanya 2. Lig takımlarından Real Sociedad takımına kiralık olarak transfer olan oyuncu, bu takımda 10 numaralı formayı giydi. İlk defa dönemin teknik direktörü Juan Manuel Lillo tarafından Murcia maçı kadrosuna alınan Necati, Sociedad forması ile 12 maça ilk 11 başlarken 23 karşılaşmada ise sonradan oyuna dahil oldu. Sociedad teknik direktörünün Necati'ye orta sahada görev vermesi nedeniyle gol bölgelerinden uzakta kalan futbolcu sezonu 1 golle kapatırken 4 sarı kart görmüş, ilk ve tek golünü takımının RC Celta de Vigo ile 2-2 berabere kalınan maçta atan oyuncu, gol pozisyonunda sakatlanmış ve bu nedenle oyunu terk etmiştir. Sezon sonunda Necati, Sociedad takımında beklenen performansı gösteremedi ve Galatasaray'a geri döndü. 2009-10 transfer döneminin son gününde Antalyaspor ile 1 yıllık sözleşme imzaladı. Antalyaspor'daki ilk sezonunda eski formunu yakalamasından dolayı birçok Süper Lig ekibinin transfer listesine girmeyi başardı ve özellikle Bursaspor ile uzun pazarlıklar yaptı. Fakat, Necati tercihini Antalyaspor lehine yaparak 2010-11 ve 2011-12 sezonları için Antalyaspor ile sözleşme yeniledi. 18 Ağustos 2010 tarihinde MKE Ankaragücü ile oynanan Süper Lig karşılaşmasında iki gol atarak Süper Lig'deki gol sayısını 100'e çıkartarak 100'ler kulübü'ne girmeyi başardı. Necati, 2011-12 sezonu başında da birçok kulübün transfer listesine girdi fakat Antalyaspor'da kaldı. Ara transfer döneminin son gününde eski kulübü Galatasaray ile anlaştı. Galatasaray ile anlaşan Necati Ateş ayrıca 30 golle Antalyaspor tarihinin en skorer oyuncusu oldu. 1 Şubat 2012 tarihinde eski takımı olan Galatasaray'a geri döndü. Transferi sonrasında şu açıklamaları yaptı : Galatasaray, Necati Ateş'in transferi karşılığında Antalyaspor'a 250 bin dolar transfer ücreti vermiştir. Necati, Galatasaray'la 2011-12 sezonu sonuna kadar anlaşmıştır ve Galatasaray'dan yarım sezon için 400 bin dolar ve maç başına 10 bin dolar almıştır. Necati, transferi sonrasında 77 numaralı formayı tercih ettiğini çünkü Antalya'nın plakası olan iki tane 7'den oluştuğunu söylemiştir. 2. Galatasaray döneminde çıktığı ilk maçta takımının ilk golünü atıp durumu 1-1'e getirmiştir. Maç sonu ise Galatasaray deplasmanda Gaziantepspor'u 2-1 mağlup etmiştir. 3. maçında Mersin İdman Yurdu'na 2 gol atıp 1 de penaltı yaptırarak takımının 3-1 galip gelmesinde büyük pay sahibi olmuştur ve GS TV tarafından maçın adamı seçilmiştir. Galatasaray'a ara transfer döneminde katılan Necati, Sivasspor'a biri 30 metreden olmak üzere iki gol atmıştır ve gol sayısını beşe çıkarmıştır. Necati, Türk Telekom Arena'daki ilk golünü ise 31 Mart 2012'de Orduspor'a 33 metre uzaklıktan 110 km/s süratle attı. Ayrıca bu gol Türk Telekom Stadyumu'nda atılan 50. gol oldu. Necati attığı bu golden sonra şu açıklamalarda bulundu: “Taraftarımızın önünde gol atmak muhteşem bir duyguydu. Umarım bu gollerin devamı gelecek ve hep birlikte şampiyonluğu kutlayacağız.” Ayrıca Necati, takımının Trabzonspor ile oynadığı Süper Final 3. hafta maçında 2 gol kaydederek takımının galip gelmesinde büyük pay sahibi oldu. 2011-12 sezonunu şampiyon bitiren Galatasaray'da 8 gol atan Necati, Galatasaray'ın Fenerbahçe ile Süper Final 6. haftasında oynadığı ve şampiyonluğunu ilan ettiği maçta da ilk 11 başladı. Temmuz ayında Necati Galatasaray ile olan sözleşmesini uzattı Galatasaray KAP'a gönderdiği yazıda "Profesyonel futbolcu Necati Ateş'le 2012-2013 ve 2013-2014 (opsiyonlu) sezonları için anlaşmaya varılmıştır. Futbolcu 2012-2013 sezonunda 1.100.000 EUR sabit transfer ücreti ve 12.500 EUR maç başı ücreti alacak ve 2012-2013 sezonunda 30 resmi müsabakada oynaması durumunda sözleşmesi 2013-2014 sezonunda da aynı şartlarda devam edecektir." açıklamalarında bulundu. Necati, Galatasaray takımına Umut Bulut ve Burak Yılmaz'ın katılmasıyla kadroda şans bulamamış ve forvet arayışında olan Eskişehirspor'a transfer olmuştur. Ayrıca Necati'ye Trabzonspor ve Beşiktaş'ın da talip olduğu belirtilmiştir. Eskişehirspor resmî sitesinde ise açıklamalarında bulunulmuştur. Ayrıca Necati Ateş ilk maçında ilk golünü kaydetmeyi başarmıştır. 2013-14 sezonunun ardından Haziran ayında kulübü ile olan sözleşmesini tek taraflı olarak feshetti. 11 Temmuz 2014 tarihinde Kayseri Erciyesspor ile iki yıllık sözleşme imzaladı. 2015 yılının Ocak ayında takım kaptanı Cem Can'ın ayrılması ile kaptanlık görevine getirildi. 2016-2017 yaz transfer sezonunda herhangi bir takımdan teklif almadığı ve anlaşamadığı için futbolu bırakmıştır. İlk kez 1998 yılında millî olan Necati Ateş, 2003 yılında A Milli takıma çağrıldı. 2 kez U-17, 10 kez U-18, 3 kez U-19, 4 kez U-20, 1 kez U-21, 6 kez A2, 19 kez de A Milli olmak üzere 43 kez millî takım forması giyen Necati Ateş, bu maçlarda 5'i A millî takımda olmak üzere toplam 9 gol attı. !Toplam||19||5 Hasan Kabze Hasan Kabze (d. 26 Mayıs 1982, Ankara), Türk futbolcudur. 1. Lig ekiplerinden Altınordu'da forma giymektedir. Çanakkale Dardanelspor'da gösterdiği performansla dikkatleri üzerine çeken Kabze, 2004-2005 sezonunun yaz transfer sezonunda Galatasaray'a transfer oldu ve takımda ilk golünü 4 Şubat 2005'te oynanan ve 5-1 kazanı
lan Gaziantepspor maçında attı. Süper Lig'in 33. haftasında Beşiktaş'a 2 gol atarak 2-1'lik galibiyeti sağladı. Galatasaray'da 2007 sezonunda Karl-Heinz Feldkamp'ın teknik direktörlüğe gelmesiyle takımda büyük değişikliğe gidildi. Hasan Kabze, Necati Ateş, Cihan Haspolatlı, Orhan Ak, Emre Aşık gibi isimlerle birlikte takımdan ayrıldı. 9 Ağustos 2007'de Çempionat Rossii Po Futbolu takımlarından Rubin'a 1,5 milyon € karşılığında transfer oldu. Rubin Kazan'daki ilk golünü Spartak Moskova'ya attı ve o maçtan 3-1'lik zaferle ayrıldılar. Rubin tarihindeki ilk Rusya Ligi şampiyonluğu kadrosunda bulunan ve şampiyonluk maçında yapmış olduğu asistle hafızalara kazınan Hasan Kabze, Galatasaray'dan sonra yurt dışında da şampiyonluk yaşadı. 2009 sezonunda bir kez daha şampiyonluk yasayan Hasan Kabze son olarak Superkubok Rossii'yi kazanarak, Rusya'da oynadigi 3 yılın ardından Fransız ekibi Montpellier ile 3 yıllık anlaşma sağladı. Temmuz 2010'da Montpellier'e transfer olan Hasan Kabze ilk yılında sakatlık ve cezalı durumlar haricinde 23 karşılamada forma giydi. Devre arasında eski takımı Galatasaray'dan teklif aldı, fakat kulübünden ayrılmasına izin verilmedi. O sezon kupa maçlarında attığı 3 golle takımının kupada en çok gol atan futbolcusu oldu ve takımını tarihinde ilk kez Lig Kupası finaline taşıyan isim oldu. Finalde Marsilya'ya 83. dakikada yediği golle mağlup olan Montpellier kupayı kazanamadı. 2011-12 sezonu başında Monaco'dan resmi teklif almış olmasına rağmen takımda kalmak isteyen Hasan Kabze o sezon takımda fazla forma şansı bulamadı ve 2011-12 sezonu devre arasında Orduspor'la anlaştı. 20 Ocak 2012 tarihinde Orduspor ile 1,5 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2011-2012 sezonunda Orduspor formasıyla çıktığı 15 maçta 3 gol kaydetmiştir. 14 Ağustos 2013 tarihinde Konyaspor ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştır. 1 Temmuz 2015 tarihinde, Süper Lig ekiplerinden Akhisar Belediyespor'a transfer olmuştur. Hasan Kabze, Türkiye millî futbol takımı ile ilk maçına 12 Nisan 2006'da Azerbaycan karşısında çıktı. Oynadığı bu ilk maçta gol atmayı başardı. Toplamda 7 kez A millî takim formasi giyen Hasan Kabze 2 gol kaydetti. Ayrıca 3 kere Future Cup '05 için Türkiye B takımı ile maça çıktı. İskoçya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti karşısında mücadele eden oyuncu İskoçya ile Çek Cumhuriyeti'ne birer gol attı ve 2 kez asist yapti. 4 kez de Türkiye U-18 ile maça çıktı. O maçlarda da 2 gol attı. "7 Şubat 2012'ye kadar" Türkiye Volkan Arslan (futbolcu) Volkan Arslan (d. 29 Ağustos 1978, Hannover), Türk eski millî futbolcudur. Şu anda Bozüyükspor'da futbol oynamaktadır. Aslen Sinop, Ayancık'lıdır. 30 Ağustos 2006 tarihinde Galatasaray'dan Ankaraspor'a transfer olmuştur. Daha sonra 2007-2008 transfer sezonunda Gaziantepspor'a ve sonrasında Orduspor'a transfer olmuştur. Daha önce Hannover 96, Adanaspor, Kocaelispor ve Galatasaray takımlarında oynamıştır. Son olarak 2010-11 sezonu ara transfer döneminde İstanbul kulüplerinden Eyüpspor'a transfer olmuştur. Sezon bitimi Eyüpspor'dan ayrıldı ve başka bir 2. Lig ekibi olan Bozüyükspor'a transfer oldu. 4 kez Türkiye U-15, 5 kez Türkiye U-18 , 2 kez Türkiye A2 ve 12 kezde Türkiye millî futbol takımı olmak üzere 23 kez millî takımlarda forma giymiştir. Necdet Kent İsmail Necdet Kent (d. 1 Ocak 1911 - ö. 20 Eylül 2002), Türk diplomat. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde, yüksek öğrenimini New York Üniversitesi Kamu Hukuku bölümünde tamamladı. 1937 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. 1941 yılında tayin olduğu ve 1944 yılına kadar kaldığı Marsilya Başkonsolosluğundaki görevinden önce Atina'ya Muavin Konsolos olarak atanmıştı. 1941 - 1944 arasında Türkiye'nin Marsilya Başkonsolosluğunda Muavin Konsolos idi. II. Dünya Savaşı sırasında birçok Yahudiye Türk pasaportu vererek hayatlarını kurtardı. Nazi işgali altındaki Fransa'da geçirdiği bu yıllardaki kahramanlıklar Alman toplama kamplarına giden treni durdurmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda güney Fransa'da yaşayan veya oraya kaçan, geçerli Türk pasaportu olmayan birçok Türk Musevi'ye Türk kimliği sağladı. Kent bir keresinde, Gestapo karargahına giderek, erkeklerin Musevi olup olmadıklarını anlamak için sokaklarda soyulmalarını protesto etti. Alman komutanını azarlayarak, sünnetin, bir kişinin Musevi olduğunu kanıtlamak için yeterli olmadığını söyledi. Kent anılarında, "Komutanın gözlerindeki boş bakışları gördüğüm zaman, ne demek istediğimi anlamadığını farkettim ve onların doktorları tarafından muayene edilmeye razı olabileceğimi söyledim" diyor. Bir akşam, Konsolosluktaki yardımcısı, o bölgede yaşayan Türk Musevilerin Alman toplama kamplarına gönderilmek üzere hayvan vagonlarına yüklendiklerini bildirdi. Kent, bunun üzerine hemen Saint Charles tren istasyonuna gitti. Kent trene yaklaştı ve daha sonra hatıralarında bu olayı şöyle anlattı: "O akşama dair hatıralarımdan silinmeyecek olan tek anı, vagonlardan birinin üzerinde gördüğüm, 'Bu vagona 20 baş hayvan ve 500 kilo ot konulabilir' şeklindeki yazıydı." Kent'in kısa sürede fark edeceği gibi bu vagonların içinde tıka basa sıkıştırılmış 80 kişi vardı. İstasyondaki Gestapo kumandanı, Kent'in orada bulunuşundan haberdar olunca kendisine yaklaştı ve hemen ayrılmasını istedi. Ancak Kent, nezaketini zorlayarak, bu insanların Türk vatandaşı olduklarını ve ortada hemen düzeltilmesi gereken bir hata bulunduğunu söyledi. Gestapo kumandanı, kendisinin sadece emirleri yerine getirdiği ve vagonlardaki bu insanların Türk değil, sıradan Museviler oldukları şeklinde yanıt verdi. Kent, daha sonraki hatıralarında şunları söylemişti: "Tehditlerimin sonuçsuz kaldığını gördüğüm zaman birdenbire yardımcıma döndüm ve 'Hadi gidiyoruz, biz de bu trene biniyoruz' dedim. Beni durdurmaya çalışan askeri bir kenara iterek vagonlardan birine bindim. Böylece yalvarma sırası Gestapo subayına gelmişti. Hiçbir uyarıya yanıt vermedim ve tren de hareket etmeye başladı." Tren bir sonraki istasyonda durdu ve Alman subayları trene binerek, Marsilya'da trenden ayrılmasına izin verilmediği için kendisinden özür dilediler. Dışarıda kendisini ofise geri götürmek üzere bekleyen bir Mercedes vardı. Ancak Kent yerinden kımıldamadı. Anılarında bu olaydan şöyle bahsetmişti: "Musevi oldukları için 80'den fazla Türk vatandaşının bu hayvan vagonlarına yüklendiklerini ve benim de, böylesi bir davranışı reddeden bir hükümetin temsilcisi olduğumu açıkladım." Onun bu taviz vermeyen tutumuyla şaşkına dönen Almanlar herkesi trenden indirdiler ve bu drama bir son verdiler. Kent, daha sonra şöyle demişti: "Kurtardığımız insanların boynumuza ve ellerimize sarılmalarını, gözlerindeki minnettarlığı ve sabaha karşı yatağa giderken duyduğum iç rahatlığını unutamam." Kent savaştan sonra Türkiye'nin New York Başkonsolosu olarak görev yaptı ve bunu takiben Bangkok, Yeni Delhi, Stokholm ve Varşova'da büyükelçilik görevlerinde bulundu. Artık emekli bir diplomat olan Kent'e, 15 Mayıs 2001 tarihinde, İsrail'den gelen ve üzerinde "Bir can kurtarmak dünyayı kurtarmak gibidir" yazan özel bir madalya ile beraber Türkiye'nin en yüksek şeref madalyalarından birisi olan Üstün Hizmet Madalyası verildi. Bu tören sırasında Kent, "Benim yaptığım, yapmam gereken şeydi. Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum" dedi. Yine kendisi gibi İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudileri Nazi soykırımından kurtaran iki Türk diplomat Namık Kemal Yolga ve Selahattin Ülkümen ile birlikte Türk Dışişleri tarafından ‘Üstün Hizmet Madalyası’ ile ödüllendirildi. 23 Nisan 2009 tarihinde Coca Cola'nın Yönetim Kurulu Başkanlığına seçilen Muhtar Kent'in babasıdır. Ayrıca, yazar Ayşe Kulin'in yazdığı ve II. Dünya Savaşı sırasında Museviler'in çektiği Nazi zulmünü anlatan ""Nefes Nefese"" adlı romanda geçen ""T.C. Marsilya Başkonsolosu Nazım Kender"" karakteri de Necdet Kent'i temsil eder. Naim Süleymanoğlu Naim Süleymanoğlu (Bulgaristan'da değiştirilen adı: Naum Sulejmanow 23 Ocak 1967; Kırcaali - 18 Kasım 2017, İstanbul), Bulgaristan Türkü halterci. Bütün otoritelere göre tüm zamanların en iyi haltercisidir. Lakabı, yapıca ufak tefek ancak çok güçlü olması nedeniyle Cep Herkülü'dür. Haltere 1977'de, henüz 9 yaşındayken başladı. 15 yaşında Brezilya'da düzenlenen Dünya Gençler Halter Şampiyonası'nda iki altın madalya alarak şampiyon oldu. On altı yaşında rekor kırarak yine şampiyon oldu. Böylece halter tarihinde en genç dünya rekortmeni unvanını aldı. Kariyeri boyunca üç Olimpiyat Altın madalyası, yedi Dünya Şampiyonluğu ve altı Avrupa Şampiyonluğu vardır. Tam 46 kere dünya rekoru kırmıştır.1984 yılında (16 yaşındayken), silkme kategorisinde vücut ağırlığının üç katını kaldıran ikinci halterci olarak tarihe geçti. 1983 - 1986 arasında gençlerde 13, büyüklerde 50 olmak üzere tam altmış üç rekor kırarken, yine bu dönemde Dünya ve Avrupa şampiyonalarında 52, 56 ve 60 kilolarda şampiyonluklar yaşadı. 1984, 1985 ve 1986'da dünyada yılın haltercisi seçildi. 1984 Los Angeles Olimpiyatları'na Bulgaristan'ın da Sovyet'lerle boykota katılması nedeniyle katılamadı. Bu dönemde Bulgar Hükümeti'nin Türk isimlerini yasaklaması nedeniyle adı "Naum Shalamanov" olarak biliniyordu. Bulgaristan'daki bu baskılardan kurtulmak ve Türkiye adına müsabakalara katılmak için 1986'da Melbourne'de düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası'nda Türkiye Büyükelçiliği'ne sığınarak Türkiye'ye iltica etti. Türkiye'ye ilticasında ve getirilmesinde bizzat Turgut Özal devreye girdi. Naim Süleymanoğlu 18 Kasım 2017 günü tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir. 1988 Seul Olimpiyatları'na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödenerek gerekli izin alındı. Bu olimpiyatlarda Süleymanoğlu 60 kg koparmada sırasıyla 145 kg, 150.5 kg, 152.5 kg, silkmede 175 kg, 188,5 kg, 190 kg, toplamda da 320 kg, 339 kg, 342.5 kg kaldırarak 6 dünya 9 olimpiyat rekoru kırarak muhteşem bir zafer elde etti ve böylece Türkiye'ye olimpiyatlar tarihinde güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 1992 Barselona Olimpiyatları'nda rakiplerine karşı ezici bir üstünlük sağladı ve altı
n madalyayı çok rahat kazandı. Aynı yıl Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda 64 kiloda 4 dünya rekoru kırarak 3. kez olimpiyatlarda madalya kazanarak tarihe geçti. 2000 Sidney Olimpiyatları'nda ise artık 33 yaşında olması ve sakatlığı nedeniyle 3 kaldırışta sıfır çekerek başarı gösteremedi. 1993 Dünya Şampiyonasında ise 3 altın madalya kazanırken 2 de dünya rekoru kırdı. İstanbul'da yapılan Dünya Halter Şampiyonası'nda ilk kez Türk Seyircisi önüne çıktı. Sakat olmasına rağmen 3 dünya rekoru kırarak üç altın madalya kazandı. 1995 Avrupa halter şampiyonasında yine sakat olmasına rağmen 1 altın, 2 gümüş kazanarak Türkiye’nin takım halinde birinci olmasında önemli katkı sağladı. Çin'de yapılan dünya şampiyonasında sakatlığı devam ediyordu ve 3 altın madalya kazandı. 1988'de Avrupa Halter Şampiyonası'na Türkiye adına katıldı ve üç altın madalya kazandı. 1994'te Bulgaristan'da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası'nda sadece üç kaldırış yaparak üç dünya rekoru kırdı. Naim Süleymanoğlu, Uluslararası Halter Federasyonu'nun Aralık 2000'de Atina'da toplanan kongresinde asbaşkanlığa seçildi. Naim Süleymanoğlu; 2004 Yerel Seçimlerinde MHP'den Büyükçekmece'nin Kıraç Beldesi belediye başkanlığına, 2007 Genel Seçimlerinde yine MHP'den İstanbul milletvekili adayı olmuştur. Ancak ikisinde de seçilememiştir. Resmi kayıtlarda evli olarak gözükmeyen Naim Süleymanoğlu'nun Ankara'da Japon bir kadın gazeteciyle ve İstanbul'da yaşadığı bir beraberliğinden olmak üzere 4 tane kız çocuğu bulunmakta; anneleriyle beraber yaşamaktadırlar. Siroza bağlı karaciğer yetmezliğinden dolayı tedavi gören Süleymanoğlu'na 6 Ekim 2017'de ameliyatla karaciğer nakli yapıldı. Nakil sonrası beyin kanamasına bağlı ödem nedeniyle beyin ameliyatına alınan Süleymanoğlu'nun hayati tehlikesinin devam ettiği açıklandı. O günden itibaren yoğun bakım ünitesinde tedavi gören Naim Süleymanoğlu 18 Kasım 2017 tarihinde vefat etmiş, cenazesi 19 Kasım 2017 pazar günü Fatih Camii'nden kaldırılarak Edirnekapı Şehitliği'nde şair Mehmet Akif Ersoy'un yakınında defnedilmiştir. Toplumsal devrim Sahip olunan siyasal perspektife göre çeşitli anlamlar yüklenen Toplumsal Devrim kavramı, anarşist teoride, toplumun tümüyle yeniden örgütlenmesini amaçlayan öncü veya politik değil, aksine aşağıdan yukarıya gelişen bir devrimi ifade eder. Peter Kropotkin kavramı şöyle dile getirmiştir; "Toplumsal devrim, ülkenin endüstriyel, ekonomik yaşamının ve aynı zamanda tüm toplum yapısının yeniden örgütlenmesi demektir." Troçkist hareket açısından ise toplumsal devrim, varolan mülkiyet ilişkilerinin parçalandığı bir ayaklanmaya işaret eder. 20. yüzyılın başlarında İspanya'da gelişen ve sonunda iç savaşa dönüşen Franco rejimi ile kesintiye uğrayan süreç (İspanya iç savaşı) ve Latin Amerika'nın Zapatista hareketi toplumsal devrimlerin özgün örnekleridir. Amerikan İç Savaşı'da, köleliğin sonunu işaret etmesi nedeniyle sıklıkla toplumsal devrim olarak ele alınır. Toplumsal devrimler, sadece hükümetlerin değiştiği saf politik devrimlerle veya devlet şeklinin değiştirildiği ancak mülkiyet ilişkilerinin değişmeden kaldığı devrimlerle önemli farklılılar gösterir. "Toplumsal devrim" terimi en genel anlamda, toplumun bir parçasında kütlesel bir değişime atfen kullanılmaktadır. Millî Nizam Partisi 1950'lerde Demokrat Parti, 1960'larda da Adalet Partisi'nde örgütlenerek merkez sağ partiler içinde yer almayı tercih eden siyasal İslamcı akım, 26 Ocak 1970'te Millî Nizam Partisi (MNP) adıyla ayrı bir siyasi güç olarak ortaya çıktı. MNP, 1969 seçimlerinde Konya'dan bağımsız olarak parlamentoya giren Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı tarafından kuruldu. Kurucuları: Necmettin Erbakan, Ahmet Tevfik Paksu, Süleyman Karagülle, Ali Haydar Aksay, Süleyman Arif Emre, H.Tahsin Armutcuoğlu, Ömer Çoktosun, Ekrem Ocaklı, Ö. Faruk Ergin, Saffet Solak, Hasan Aksay, Ali Oğuz, İsmail Müftüoğlu, Nail Sürel, Fehmi Cumalıoğlu, Hüsamettin Fadıloğlu, Bahattin Çarhoğlu, Mehmet Satoğlu, Rıfat Boynukalın, Hüsamettin Akmumcu, Hüseyin Abbas, İkbal Şen Ahmet Didin Amblemi, işaret parmağını kaldıran sağ bir yumruktu. Genel başkanlığına Necmettin Erbakan'ın geldiği parti içinde, Ahmet Tevfik Paksu, Süleyman Arif Emre, Hasan Aksay ve Fehmi Cumalıoğlu gibi isimler vardı. MNP, Adalet Partisi'nden (AP) ayrılan Isparta milletvekili Hüsamettin Akmumcu ve Tokat milletvekili Hüseyin Abbas'ın da katılımıyla TBMM'de 3 milletvekili ile temsil edildi. İslamcı bir söylemin egemen olduğu MNP'nin programında, millî ve manevi kalkınmaya önem verildi. Parti, ahlak ve fazilet kavramlarını ön plana çıkarttı. Serbest rekabetçi ekonomik anlayışa ve faiz sistemine karşı çıkarak, devlet müdahalesiyle ekonomide bir "nizam" sağlanması gerektiğini öne sürdü. Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (Avrupa Birliği) girilmesine de karşı çıkan parti, Türkiye'de ağır sanayi yatırımlarına hız verilmesi gerektiğini savundu. Partinin Kuruluş Beyannamesi'nde "Aziz Milletimiz; Bugün, daima Hak'ka bağlılıkta, Hak'kı tutmakta, iyiyi destekleyici, kötüyü men edici hüviyetiyle insanlık tarihinin en ulvi mahreki üzerinde yürüyen Büyük Milletimizin çeşitli tesirlerle kendi yolundan saptırılması gayretlerinin hüküm sürdüğü oldukça uzun bir devreden sonra yeniden ulvi ve şanlı tarihi yörüngesi üzerine oturtulması için füzelerin ateşlendiği gündür. Millî Nizam Partisi; Milletimizi karışık ve karanlık devrelerden sonra aydınlığa götürecek, onu parlak tarihi yörüngesi üzerine yeniden oturtmak için ateşlenen güçlü füzedir. Bugün bu füzenin ateşlendiği gündür. Bugün bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve hayırlı olsun. Ey daima Hak'kı tutmak, iyiyi sağlamak ve kötüyü men etmek yolunda bulunmak üzere seçilmiş mümtaz ve Aziz Milletimiz!" deniliyordu. MNP programı ile ortaya atılan bu görüşler, sonraki yıllarda "Millî Görüş" adı altında, Erbakan ve arkadaşlarınca kurulan veya kurdurulan bütün partilerin programlarının genel çerçevesini oluşturdu. Cumhuriyet Başsavcılığı, 5 Mart 1971'de, MNP hakkında ""laikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü"" gerekçesiyle dava açtı. Anayasa Mahkemesi, 20 Mayıs 1971'de, partinin ""laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine aykırı olduğu"" gerekçesiyle kapatılmasına karar verdi. Bununla birlikte, MNP yöneticileri hakkında herhangi bir ceza davası açılmadı. Erbakan, MNP'nin kapatılmasından sonra İsviçre'ye gitti ve bir süre orada kaldı. Kapatılan MNP'nin kadroları, benzer bir tüzükle, yaklaşık 1,5 yıl sonra 11 Ekim 1972'de, Millî Selamet Partisi (MSP) adıyla yeni bir parti kurdular. Partinin genel başkanlığına Süleyman Arif Emre getirildi. Millî Selamet Partisi Millî Selamet Partisi (kısaca MSP), 1972 ile 1980 arasında Türkiye'de faaliyet göstermiş İslamcı bir siyasi parti. Anayasa Mahkemesi "laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine aykırı" bulduğu için 20 Mayıs 1971'de Millî Nizam Partisi'nin (MNP) kapatılmasına karar vermiştir. Genel Başkan Necmettin Erbakan MNP'nin kapatılmasından sonra ilk önce Almanya'ya daha sonra da İsviçre'ye gitti. Kapatılan MNP'nin kadroları, 11 Ekim 1972'de, Millî Selamet Partisi (MSP) adıyla bir parti kurdular. Partinin Genel Başkanlığı'na Süleyman Arif Emre getirildi. MNP kurucularından hiçbiri MSP kurucusu değildi. Parti 42 ilde teşkilatlandı. MSP'nin kuruluş çalışmaları içinde yer alan Necmettin Erbakan, bu partiye resmen 1973'ün Mayıs ayında katıldı, 20 Ekim 1973'te partinin genel başkanı oldu. 14 Ekim 1973 seçimlerinde MSP 1,2 milyon oy aldı, %11'lik bu oyla 48 milletvekiliyle meclise girdi. Senato seçimleri sonucunda ise 3 senatörlük kazandı. 26 Ocak 1974'te CHP-MSP koalisyonu kuruldu. Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan olurken, parti din işlerinden sorumlu devlet bakanlığı, içişleri, adalet, ticaret, gıda tarım hayvancılık, sanayi teknoloji bakanlıklarını aldı. MSP kamuoyunda takunyalı parti olarak tanındı. Ahlak ve maneviyat ve ağır sanayi partisiydi. Genel Af Kanunu'na 22 milletvekili ret oyu verdi, 141 ve 142 mahkûmları af dışı kaldı. Bülent Ecevit, 7 aylık bu koalisyonu, Kıbrıs Harekâtı başarısıyla yürüttü ancak iki parti anlaşamadı, hükûmet dağıldı. MSP, soldan sonra sağla koalisyona girdi. 31 Mart 1975'de AP-MSP-MHP-CGP 1. MC'yi (Milliyetçi Cephe) kurdular. Arkasından 77 seçimleri sonunda 2. MC kuruldu. MSP bu koalisyonlarda anahtar partiydi. Ancak daha sonra 12 Eylül askerî müdahalesi gerçekleşti. MSP'liler Konya mitingi sebebiyle yargılandılar, beraat ettiler. MSP, 12 Eylül 1980'e kadar, Türkiye'nin siyasal yaşamında etkin bir rol oynadı. Üç kez koalisyon hükûmetlerinde yer aldı. 12 Eylül Askerî Yönetimi tarafından diğer partilerle birlikte kapatıldı. Türkiye Komünist Partisi (1920) Türkiye Komünist Partisi, 1920 yılında kurulan, Türkiye'de faaliyet göstermeye başlayan ilk yasal komünist siyasi parti. Osmanlı İmparatorluğu döneminde sosyalist gruplar olmasına rağmen bunlar geniş kitle örgütlerine dönüşememişlerdi. Bu gruplar genelde küçük ve sosyalist düşüncenin taşıyıcıları oldular. Özellikle Selanik ve İstanbul merkezli idiler. Bir kısmı kurulacak olan TKP'ye katılmıştır. Özellikle de Şefik Hüsnü'nün liderlik ettiği Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) bunlardan biridir. İttihat ve Terakki hükûmetine muhalefetten Sinop'a sürgün edilen Mustafa Suphi buradan Çarlık Rusyası'na geçti ve burada Ruslara esir düştü. Esirliği sırasında tanıştığı mahkûm devrimcilerin ve Ekim Devrimi'nden sonra Bolşevizm'in etkisi ile 1918 yılında Sosyalist Müslüman Doğu Halklar Kurulatayı'nın ardından sürgündeki askerler ve Türkiye'deki gruplarla beraber 10 Eylül 1920 yılında Bakü'de yapılan kongre ile TKP (TKF) kuruldu. Mustafa Suphi ve arkadaşları Anadolu'da gerçekleşen Kurtuluş Savaşı'na destek vermek için önce Mustafa Kemal ile irtibat sağlamışlardır. Mustafa Kemal'in daveti ile Ankara'ya gelmek için yola çıkmışlardır. TKP'nin Azerbaycan'da oluşturulmuş bir grup silahlı birliği de Kurtuluş Savaşı'nı desteklemek için gönderilmişlerdir.
TKP üyelerinin yurda girmeleri ile protestolar gerçekleşmiştir. Kimi kaynaklarda bu protestoların 9. Kolordu (?) Komutanı Kâzım Karabekir tarafından tertiplendiği iddia edilmektedir. Kars ve Erzurum'dan sonra Kazım Karabekir'in yönlendirmesi ile Trabzona geçmişlerdir. Mustafa Suphilerin amacı buradan gemi ile Samsun'a geçip Ankara'ya ulaşmaktadır. Ama Kazım Karabekir'in ise Rusya'ya geri göndermeyi istediği iddia edilmektedir. Gemi Karadeniz'e açıldıktan sonra Trabzon kabadayılarından Yahya Kahya ve adamları gemiye arkadan yetişip Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürmüşlerdir. Bu cinayette genel kanı planlayanın Kazım Karabekir olduğudur. Başka bir iddia ise bizzat Stalin'in Sultan Galiyev ve ulusal komünistler ile hücre kurduğu iddiasıyla Mustafa Suphi'yi o dönem desteklediği Enver ve İttihatçıların tertibiyle ortadan kaldırmış olabileceğidir. Zira daha sonra Stalin tarafından yargılanan Sultan Galiyev'e yöneltilen suçlamalardan biri Mustafa Suphi'yle birlikte yasadışı Pan-Türkist ve Turancı bir fraksiyon kurduğu iddiasıydı. Gizli yazışmalar/telgraflar ancak bunu kanıtlayabilir ki bunlar hala açıklanmamıştır. Bir süre sonra Yahya Kahya, Muhafız Alay Komutanı İsmail Hakkı Tekçe tarafından öldürülmüştür. Bu cinayeti işleyenlere karşı tepkiler artınca Kahya Yahya, Sivas'ta kurulan göstermelik bir mahkemede 'yargılanır' ve 'delil' yetersizliğinden beraat eder. Kahya Trabzon'a döndüğünde üzerindeki psikolojik baskılar devam edince, suç ortaklarını tehdit etmeye başlar. Sağda solda 'Sanki bütün işlerde ben tek başına mı idim. Daha üstüme varırlarsa her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim' demesi Kahya Yahya'nın arkasındaki güçleri rahatsız eder. Kahya'nın ortadan kaldırılmasına karar verilir. Ansızın Trabzon kışlasına yakın bir yerde Kahya Yahya, adamlarıyla birlikte pusuya düşürülür ve öldürülür." Mustafa Suphiler Kurtuluş Savaşı'na yardım edemeseler de Sovyet Rusya'nın (1924'e kadar böyle adlandırılmaktadır.) silah ve altın yardımını sağlamıştır. Daha sonra Türkiye'deki kadrolar Kemalizm'e karşı direkt bir tavır almasalar da bu cinayetlerden dolayı mesafeli durmuşlardır. TKP'nin kurucusu Mustafa Suphi ve (aralarında parti sekreteri Ethem Nejat'ın da bulunduğu) on dört yoldaşı Ocak 1921 yılında Bakü'ye giderken öldürüldü. Bu olay TKP'nin siyasi iktidara karşı yasa dışı mücadelesinin de başlangıcını oluşturdu. 1920'li ve 1930'lu yıllarda TKP yasa dışı mücadeleyi devam ettirdi. 15 Ağustos 1922'de hükümetin yasaklaması üzerine Ankara'da gizli olarak gerçekleştirilen 2. Kongre'de Genel Sekreterliğe Salih Hacıoğlu getirildi. Kongreden yaklaşık üç hafta sonra 12 Eylül 1922'de, Ankara Hükümeti o güne kadar yasal çalışma yürüten TKP'yi kapattı. Yasal çalışma olanağı ortadan kaldırılan TKP'nin üçüncü kongresi 31 Aralık 1924-1 Ocak 1925'te İstanbul Akaretler'de yasadışı olarak toplandı ve Şefik Hüsnü genel sekreterliğe getirildi. Kongreden sonra, Şeyh Said İsyanı'nı gerekçe gösteren hükümet Takrir-i Sükun kanununu çıkartarak ülkedeki CHP harici tüm siyasi oluşumları kapattı. TBMM tutanaklarına bakıldığında bu zaten görülecektir. Çok geniş tutuklamalar ve yargılamalar yapıldı. 1925'te yapılan tutuklamaların yol açtığı dağınıklığı, kargaşayı durdurmak üzere, 1926 yılının Mayıs ayında, Şefik Hüsnü'nün girişimiyle, Viyana'da bir parti konferansı yapıldı. Yeni bir faaliyet programının taslağı hazırlandı ve Vedat Nedim Tör genel sekreterliğe getirildi. Vedat Nedim Tör, Burjuvazi ve Kemalizm ile uzlaşarak ılımlı bir politika izledi. 1927 yılında Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir partiden ayrılarak Kemalist Kadro dergisini çıkardı. Ayrılışları parti kayıtlarına, parti arşivini emniyete teslim ettikleri gerekçesi ile ihanet olarak geçti. Parti işçi sınıfı içerisinde belli bir örgütlenme yakaladıysa da (tütün işçileri ve demiryolu işçileri), parti içi problemler daha güçlü bir etki yaratmasının önüne geçti. Komünist şair Nâzım Hikmet partiye üye oldu ve partiye olduğu kadar Türkiye'deki komünizm hareketine de önemli katkılarda bulundu. Parti, 1940'ların başında yeniden örgütlendi. Reşat Fuat Baraner'in Teşkilat Sekreterliğinde II. Dünya Savaşı boyunca faşizm karşıtı bir politika izledi. 1950'lere kadar Dr. Şefik Hüsnü denetiminde faaliyetlerine devam etti. 1951 tutuklamalarını ve Şefik Hüsnü'nün 1959 yılında hapis sonrası sürgüne gönderildiği Manisa’da ölmesini takiben, Yakup Demir, (Zeki Baştımar) ve bazı TKP kadroları 1960 yılında yurt dışına çıkarak partiyi yurt dışında yeniden örgütlediler. İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada esen demokrat havanın etkisiyle Türkiye'de de Temmuz 1945'te çok partili sisteme geçme kararı alınır. Uzun yıllar illegal çalışma yapan TKP kadrolarınca bu dönemde iki parti kurulur. 1946 mayıs ayında kurulan Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) muhalif kanatı temsil ederken, merkez komitenin kararıyla Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) kurulur. Her iki parti de 1946 yılının aralık ayında kapatılır. 1960'ların en önemli olaylarından biri bir sosyalist partinin, TİP'in, kuruluşu ve ülke genelinde yarattığı etkidir. 1960 ile 1970 arası, TKP'nin ülke içindeki kadroları TİP'i desteklediler. Millî Demokratik Devrim–Sosyalist Devrim tartışmalarının başlangıcı yine bu döneme denk düşer. Zeki Baştımar'ın (Yakup Demir) ölmesinin ardından 24 Mayıs 1973 tarihinde İsmail Bilen'in TKP genel sekreteri olması ile birlikte ülke içinde örgütlenme faaliyetlerine hız veren TKP, Marksist-Leninist dünya görüşü doğrultusunda, bilimsel sosyalizmi esas alan bir politik çizgi izledi. İşçi sınıfı içinde örgütlenmeyi ana hedef olarak koyan TKP, SSCB ile de ideolojik ve politik bir yakınlık içindeydi. 1970'li yıllar boyunca parti, tarihinin en hızlı gelişme dönemlerinden birini yaşadı. TKP bu tarihlerde bir diriliş yaşayarak Türkiye'de önemli bir yasa dışı siyasi güç haline dönüştü. Sendika, gençlik, memur, köylü, kooperatif ve kadın hareketi içinde kitleselleşti. 1972 yılında TKP'nin Sesi radyosu kuruldu. 1974 başında "Atılım" dergisi yayınlanmaya başladı. Yeni bir program ve tüzük hazırlandı. 1977'de yapılan Parti Konferansında Program ve Tüzük onaylandı. 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın kitlesel olarak kutlanmasında, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne karşı direnişte, sağ görüşlü çevrelere karşı kitlesel sosyalist direnişlerin örgütlenmesinde, kapitalist sınıfa karşı güçlü grevler düzenlenmesinde, 1 Mayıs komiteleri ve can güvenliği komiteleri gibi yapıların yaratılmasında, 141. ve 142. maddelerin kaldırılması kampanyasında, barış hareketinin örgütlenmesinde, Marksizm-Leninizm propagandasında, sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma kampanyalarının geliştirilmesinde TKP önemli görevler üstlendi. Basın-yayın, kültür ve sanat cephelerinde etkili çalışmalar yürüten TKP, aydınların işçi sınıfıyla bağlaşmasında önemli etkenlerden biri oldu. 12 Eylül Darbesiyle birlikte sol ağır bir yara aldı. 12 Eylül döneminde TKP'nin yurtiçindeki kadroları tutuklandı. 1983'te TKP Genel Sekreterliği'ne Nabi Yağcı getirildi. Ardından gelen yıllarda Sovyetler Birliği’nin tüm dünyadaki kendine bağlı sosyalist örgütleri likidasyona sürüklemesiyle eş zamanlı olarak Türkiye Sosyalist hareketi de likidasyon sürecini yaşadı. Diğer taraftan, 7 Ekim 1987'de yapılan TKP'nin 6. Kongresi ve TİP'in 8. Kongresi'nde alınan birleşme kararları gereğince, her iki partiden eşit sayıda delegenin katılımıyla aynı yılın Ekim ayında Türkiye Birleşik Komünist Partisi kurularak 1. Kongresi toplandı. TBKP progamını eleştiren ve bu oluşumun Sovyetler Birliğin'de yaşanan likidasyonun bir parçası olduğunu savunan muhalif bir grup TKP'li Eylül 1989 yılında "10 Eylül" dergisini çıkarmaya başladı. 4 Haziran 1990 yılında yasal olarak da kurulan TBKP, Ocak 1991'de "sosyalistlerin geniş birliği" çalışmaları doğrultusunda, gerçekleşen kongresinde aldığı kararla Sosyalist Birlik Partisi (SBP) oluşumuna katıldı. TBKP 1991'de Anayasa Mahkemesi Kararıyla kapatıldı. Julio Cortázar Julio Cortázar, (26 Ağustos 1914 - 12 Şubat 1984) Arjantinli yazar. Arjantin'in en büyük yazarlarından biri olan "Cortázar", 1914'te Ixelles, Brüksel Bölgesi'nde doğdu. Arjantin'de eğitim gördü. 1938'de Presencia adlı şiir kitabı yayınlandı. Üniversitede öğretim görevlisiyken Peron yönetimine karşı girişilen eyleme katılınca hapse girdi, daha sonra üniversiteden ayrıldı. İlk kısa öykü kitabı Bestiario 1951'de yayımlandı. UNESCO'da çevirmen olarak çalışmak üzere Paris'e yerleşti, en ünlü kitaplarını da bu kentte yazdı. Öykülerinde fantastik öğelere yer veren, gerçek dünyayla olağandışı yaşantıları iç içe geçiren Cortázar'ın edebiyat dışında ilgilendiği şeyler arasında mitoloji, antropoloji, psikoloji, boks, sinema ve fotoğrafçılık da vardır. Julio Cortázar 1984 yılında Paris'te öldü. Cenotaph (müzik grubu) Cenotaph, Türk death metal grubu. İsminin anlamı 'anıt mezar' olan grup, 1994 yılında Batu Çetin tarafından Ankara'da kuruldu. Grup çeşitli grup elemanları değiştirdikten sonra ilk demosunu Life Immortal adıyla 1995'de yayınladı. Bu kadroda vokalde Batu Çetin, gitarda Coşkun Kaplan, basta Bülent İzgeç ve davulda Bülent Güngör (eski Suicide davulcusu) yer alıyordu. 1996 yılında Goremaster gruba yeni davulcu olarak katıldı ve grup 2.demosunu Promo tape 1996 kaydetti. Yerli ve yabanci underground basında adını duyurmaya başladı. 1996 yazında grup, İstanbul Yeşilkart Studyosu'nda ilk albümü Voluptuously Minced'i kaydetti ve Hammer Müzik etiketi ile piyasaya çıkardı. Birçok yabancı dergide söyleşi ve incelemelerine yer verildi. Çok iyi tepkiler alan grubun CD'leri yaklaşık 25 ülkede dağıtıldı. İlk albüm kaset formatındaydı ve yurt içinde geniş bir dinleyici kitlesine ulaştı. Cenotaph bu arada yeni parçalar yazmayı ve konserler vermeyi sürdürdü. 1998'de 2.albümleri Puked Genital Purulency'yi kaydetti (toplam 3 kez ve 2 ayrı stüdyoda, en iyi sonuç alınana kadar). Albüm 1999'da kaset ve cd formatında Hammer Müzik etiketi ile yayınlandı. Yurtiçi ve yurtdışı ekstrem metal hayranları tarafından beğeni ile karşılanan album birçok compilation cd-kaset ve dergide yer a
ldı. Albümden sonra grup elemanlarından basist Bülent ve gitarist Coşkun çeşitli sebeplerden dolayı gruptan ayrıldılar, bu dönemde Cenotaph çalışmalarını bir süre yavaşlatmak zorunda kaldı. Bu süre içerisinde Batu grup için yeni elemanlari toparladı ve 2 yeni gitarist Başar Çetin ve Cihan Akün'ü gruba alarak çalışmalara tam gaz devam etti. Cenotaph kısa bir kadro sorunundan sonra 2002 yılında Rock station Festivali'nde Ankaralı die hard dinliyecileri ile tekrar buluştu. Festivalden sonra grup yeni albümün parça calışmalarına başladı ve 2003 Ocak ve Mart dönemi içinde 3. albümü olan "Pseudo Verminal Cadaverium"un kayıtlarını Ankara Zoo Sound stüdyosunda tamamladı, daha sonra albümün masteringi Almanya'da ünlü Mega Wimp Sound studyosunda yapıldı, yeni album Amerikalı şirket United Guttural Records etiketi ile 2003 yazında dünya çapında piyasaya sürüldü. Albümden sonra grup yine birçok yerli ve yabancı dergilerde yer aldı. Albümün yurtiçi basımı ve dağıtımı Batu Çetin'in kendi şirketi Drain Productions tarafından yapıldı. Albüm promosyonu çerçevesinde yurtiçi birçok konser ve büyük metal festivallerinde de çalan Cenotaph, ayrıca 2005 Mayıs ayında Almanya'da sekizincisi düzenlenen ekstrem metal festivali Fuck The Commerce'da ve Ukrayna'da düzenlenen Metal Heads Mission Festivali'nde ön grup olarak sahne aldı ve Türkiye ekstrem deathgrindini Almanya ve Ukrayna'da temsil etti. Grubun yurtdışı konserleri açık hava ekstrem metal festivallerinde devam etmektedir. Amerika'da gerçekleşecek Maryland Death Fest, Çek Cumhuriyeti'nde yapılacak olan Obscene Fest ve Brutal assault ekstrem müzik festivalleri icin konfirme oldu. Cenotaph şu an itibarıyla 4. albümü için yeni parçalar yazmaya ve düzenlemeye devam etmektedir. Deli (müzik grubu) Deli, 2001'de Bursa'da kurulan bir punk rock müzik grubudur. Ö.S.Y.M. isimli parçaları ile tanınırlar. Vokalde Cengiz Sarı, gitarlarda Mehmet Alhas ve Bahadır Eser ve Çağdaş Sobeli, bas gitarda İlker Deliceoğlu ve davulda Reşat Saral bulunur. Saral gruba 2006 başında katılmıştır. Daha önce davulları İbrahim Akkaya çalmaktaydı. Bugüne kadar birçok konser verdiler. Zeytinli Rock Festivali, Barışarock (2005-2006) gibi organizasyonlarda yer aldılar. 2004 yılında 9. Efes Dark Roxy Müzik Günleri Jüri Özel Ödülü'nü aldılar. 2007 Yılında ÖSYM adlı şarkı nedeniyle dava açıldı ama davayı kazandılar. Inti-Illimani Inti-Illimani, Şilili bir müzik grubu. Grubun adı Aymara dilinden gelir: ""Inti"", aynı zamanda ataları saydıkları yaratıcı tanrı Viracocha'nın oğlu İnka Güneş Tanrısı ve Güneş, ""Illimani"" de bir kuş olan kondor ve La Paz, Bolivya dolaylarında "Illimani Dağı" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kelimelerin birleşmesi "Illimani Dağı'nın güneşi"" veya "Güneşin kondorları" demektir. 1967 yılının Mayıs ayında eski Santiago Teknik Üniversitesi'nde okuyan gençlerce kuruldu. 1973 yılında Şili diktatörü Pinochet'nin Salvador Allende'ye yönelik darbesi sırasında Avrupa'da konser vermekteydiler. Bu darbenin başarıya ulaşması sonucu 14 yıl boyunca ülkelerine geri dönemediler. Bu yıllar boyunca gruba İtalya evsahipliği yaptı. 1988`de yasakları kalktıktan kısa süre sonra Şili'yi turlayarak konser vermeye başladılar. Şili kültürünün temsilcileri olarak görülürler. 2002 yılı tarihli Viva Italia albümü, kendilerine kucak açan ülkeye bir teşekkür mahiyetindedir. Grupta müzikal anlamda Horacio Salinas etkisi görülmekteydi, 2001 yılında yaşanan bölünme sonucunda üç önemli üye (José Seves, Horacio Durán ve Horacio Salinas) gruptan ayrıldı. Yerlerine Manuel Meriño, Cristián González ve Juan Flores geldi. Eski elemanların ayrılmasından sonra grubun aynı ismi kullanıp kullanamayacağı tartışma yarattı. Bu süreçte ayrılan üç eleman aynı isimle yeni bir grup kurdu. 2005`ten beri bu ismi taşıyan iki grup vardır: "Inti Illimani Histórico" (José Seves, Horacio Durán ve Horacio Salinas), "Inti-Illimani" (Jorge Coulón kardeşler). Inti Illimani popüler müzik geleneğinden gelen gitar, tiple colombiano, charango, cuatro venezolano, sikus, quena, rondador, bombo leguero, zampoña, maracas, guiro, quijada ve pandereta gibi çeşitli enstrümanlarla viyolonsel, kontrbas ve keman gibi klasik müzik enstrümanlarını birlikte kullanır. Grup ilk dönemlerde geleneksel müziklerin yanı sıra, Violeta Parra ve Víctor Jara gibi bestecilerin eserlerini de seslendirmiştir. Daha sonraları kendi bestelerini yaparken Pablo Neruda ve Rafael Alberti gibi şairlerden yararlanmışlardır. Akdeniz iklimi Akdeniz iklimi, yaz sıcaklığı güneş ışınlarının düşme açısına, kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır. En sıcak ay ortalaması 26-28 °C, en soğuk ay ortalaması 8-10 °C dir. Yıllık sıcaklık ortalaması 18 °C dir. Kar yağışı ve don olayı çok ender görülür. En fazla yağış kışın, en az yağış yazın düşer. Kışın görülen yağışlar cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu iklimde görülür. Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600 –1000 mm arasındadır. Yağış rejimi düzensizdir. Bitki örtüsü Kızılçam ormanlarıdır. Alçak alanlarda (0–800 m) Makiler bu ormanların tahribiyle oluşmuştur. Maki yaz kuraklığına dayanabilen; Mersin, Defne, Kocayemiş, Zeytin, Zakkum, Keçiboynuzu gibi kısa bodur ağaçlardan meydana gelen bir bitki topluluğudur. Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler, Avustralya'nın güneybatısı, Güney Afrika Cumhuriyetinde Kap bölgesi, Şili'nin orta kesimleri ve Kuzey Amerika'da Kaliforniya çevresinde etkilidir. Akdenize kıyısı bulunmasına rağmen Libya ve Mısır kıyılarında görülmez. Yer şekillerinin engebesiz olmasından dolayı iç kısımlardaki çöl iklimi kıyılara kadar etkilidir. Türkiye'de Akdeniz iklimi esas karakterini Akdeniz Bölgesi'nde, Torosların denize bakan yamaçlarında 800-1000 metre yüksekliğe kadar olan alanlarda gösterir. Daha yüksek alanlarda ise "Akdeniz dağ iklimi" görülür. Ege kıyları boyunca kuzeye gidildikçe karakterinde değişiklikler görülmekle birlikte, kıyılar ve içeriye doğru uzanan grabenler boyunca görülür. Marmara Bölgesi'nde ise Güney Marmara kıyıları ile Trakya'nın Ege kıyılarında görülür. Yemek borusu Yemek borusu, oesophagus yenilen yiyeceklerin ağız ve yutaktan sonraki geçiş bölgesidir. İçten dışa doğru örtü epiteli, düz kas ve bağ dokudan oluşmuştur. Boyu insanlarda yaklaşık 25 cm, çapı 2 cm kadardır. Erişkin sığırlarda 1 metreyi geçer. Besinler yemek borusundan geçerken yemek borusu peristaltik hareketler yapar. Yemek borusunda sindirim gerçekleşmez. Besinler yemek borusundan mideye geçiş yapar. Yemek borusu ağız ve mideyi birleştirir. Besinler yemek borusundan geçerek mideye ulaşır.Yemek borusunda sindirim yoktur fakat kasılıp gevşeme hareketleri yaparak az da olsa mekanik sindirime katkıda bulunur. Türkiye'deki üniversiteler listesi Türkiye'de 2017 yılı itibarıyla 186 üniversite vardır. Bunlardan 119'i devlet üniversitesi, 67'ü vakıf üniversitesidir. "Devlet üniversitesi", yönetim olarak herhangi bir vakıf veya özel kurumla bağlantısı bulunmayan, bütçesi devlet tarafından karşılanan üniversite tipidir. 2008 yılında alınan yeni üniversitelerin kurulması kanunuyla Türkiye'nin her ilinde en az bir devlet üniversitesi bulunmaktadır. Aşağıdaki öğrenci sayıları 2015-2016 Öğretim Yılı için yalnızca Lisans ve Önlisans düzeyinde öğrenim görenler baz alınarak hazırlanmıştır. "*" Açıköğretim fakültesi ve Uzaktan Eğitim dahil edilmemiştir. "**" İsmi değişen üniversiteler. Ülkelere göre üniversite sayısı Haliç Üniversitesi Haliç Üniversitesi, 1998 yılında Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı tarafından İstanbul'da kurulmuş bir vakıf üniversitesi. 18 Ocak 1998 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 14 Ocak 1998 tarih ve 4324 sayılı kanunla kurulan ve bünyesinde Rektörlüğe bağlı olarak, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tıp Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, İşletme Fakültesi, Hemşirelik Yüksekokulu, Su Ürünleri Yüksekokulu, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Sağlık Bilimleri Enstitüsü ve Konservatuvar yer almış olan Haliç Üniversitesi 23 Kasım 1998 tarihinde eğitim ve öğretime başlamıştır. Üniversitenin hızlı büyüme ve gelişimi süreci içerisinde, Rektörlüğe bağlı olarak, 2002 / 4306 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Fen Bilimleri Enstitüsü ve Sosyal Bilimler Enstitüsü,2003 / 6330 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Güzel Sanatlar Fakültesi,2006/10372 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Mimarlık Fakültesi ve 9.07.2007 tarih 2007/12481 Sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile de Sağlık Bilimleri Yüksek okulu kurulmuştur. 09.07.2007 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanarak, 04.08.2007 tarih ve 26300 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmış bulunan T.C. Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu'nun kuruluşu Yükseköğretim Kurulunca uygun görülmüş olup, 2007 yılı ÖSS Ek kontenjanıyla öğrenci alınmış, 2007-2008 eğitim-öğretim yılında eğitim-öğretime başlamıştır. Son olarak Yükseköğretim Genel Kurulunun 22.05.2008 tarihli kararıyla Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu eğitime açılarak 2008-2009 eğitim - öğretim döneminden itibaren eğitime başlamıştır. Öğrencilerine sağladığı bir ".edu.tr" e-posta servisi bulunmaktadır. Mayıs 2016'da YÖK tarafından kötü yönetim nedeniyle çeşitli risk faktörleri taşıdığı gerekçesiyle geçici olarak faaliyetlerine son verilen üniversitenin öğretim elemanları garantör üniversite olan İstanbul Üniversitesi'ne devredilmiş, öğrenciler ise öğrenimlerine sorunsuz olarak devam etmişlerdir. Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği uyarınca Haliç Üniversitesi'nin geçici Mütevelli Heyeti Başkanı garantör üniversite rektörü olarak Prof. Dr. Mahmut Ak olmuştur. Minnesota Minnesota ya da "Minesota", Amerika Birleşik Devletleri'ne katılan 32. eyâlet. Birliğe katılma tarihi 11 Mayıs 1858'dir. ABD'nin ortabatı bölümünün en büyük eyaletidir. 5 milyon nüfusu ile ABD'deki en kalabalık 21. eyalettir. Eyalet nüfusunun yarıdan fazlası, bölgenin sanayi, endüstri ve ulaştırma merkezi olan Twin Cities olarak da anılan Minneapolis-St. Paul bölgesinde yaşar. Eyalette yaşayanların çoğu Kuzey Avrupa'dan göçen beyazlar olsa da, son yıllarda Afrika'dan (Özellikle Somali
ve Sudan) gelen Afrika kökenli halkın nüfusu da hızla artmaktadır. Minnesota ABD'deki en iyi sağlık hizmetlerine sahip olan, eğitim ve okur yazarlık oranı en yüksek eyaletlerden biridir. Eyaletteki en büyük eğitim kurumları The University of Minnesota ve Minnesota State Colleges and Universities grubuna bağlı okullardır. Minnesota sözcüğü Kuzey Dakota dilinde "Mnisota" denilen bir nehirden gelmektedir. "Mni" takısı ("Mini" ve "Minne" olarak da yazılabilir) "su" anlamına gelir. "Mnisota", "Gök rengi su" ya da "Bulutlu su" anlamına gelmektedir. Refik Koraltan Bekir Refik Koraltan (1889, Divriği, Sivas, Osmanlı İmparatorluğu - 17 Haziran 1974, İstanbul, Türkiye), Türk siyasetçi, Demokrat Parti döneminde, 1950 ile 1960 arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı. İlk ve orta öğrenimini Divriği'de, liseyi İstanbul'da Mercan İdadisi'nde tamamladı. 1910'da Dâru'l-Fünun Hukuk Şubesi'ni (İstanbul Hukuk Fakültesi) bitirdi. 1914'te devlet hizmetine girdi. Savcılık ve emniyet müdürlüğü yaptı; 1919'a kadar sırasıyla Bursa, Gelibolu ve Karaman'da savcı yardımcılığı ve savcılık, daha sonra da emniyet müfettişliği, son olarak da Trabzon'da polis müdürlüğü yaptı. Mondros Mütarekesi'nden (30 Ekim 1918) sonra, Pontus Rum Cemiyeti'ne karşı kurulan Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti'nin çalışmalarına katılınca Damat Ferit Paşa hükümetince görevine son verildi. Bir süre İstanbul'da avukatlık yaptıktan sonra, Konya'ya geçti ve Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Kurtuluş Savaşı'nda Konya'da bir süre Kuva-yi Milliye içinde çalıştı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) Birinci Dönem Konya milletvekili seçildi. İstiklal Mahkemesi üyeliğinde bulundu; 8 Eylül 1921-31 Temmuz 1922 tarihleri arasında Yozgat İstiklal Mahkemesi Başkanlığına getirildi. II. Dönemde yeniden Konya Milletvekili seçildi. Bu dönemde 8 Aralık 1923 - 5 şubat 1924 tarihleri arasında İstanbul İstiklal Mahkemesi üyeliğinde görevlendirildi. III. ve IV. Dönem Konya Milletvekilliği yapan Koraltan 1935'e değin mecliste kaldı. 1935 yılında yöneticilik görevine döndü. Artvin (1936-1938), Trabzon (1938-1939), Bursa (1939-1942) valiliklerinde bulundu. 1939'da İçel milletvekili olarak tekrar TBMM'ye girdi. VI., VII. ve VIII. Dönem İçel (Mersin) Milletvekilliği yaptı. 1945'te Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuad Köprülü ile birlikte Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu'na verdikleri, "Dörtlü Takrir" olarak bilinen önergeye imza koydu ve bu nedenle partiden çıkarıldı. 1946 yılında kurulan Demokrat Parti'nin (DP) dört kurucusundan biri oldu. DP'den 1950, 1954 ve 1957'de İçel milletvekili seçildi. 22 Mayıs 1950'de seçildiği TBMM başkanlığını DP iktidarının sürdüğü 10 yıl boyunca, 27 Mayıs Darbesi'ne (1960) kadar sürdürdü. 27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra tutuklandı ve Yassıada Yargılamaları'nda yargılandı. Mahkeme sonunda Yüksek Adalet Divanı'nca ölüm cezasına çarptırıldı; daha sonra cezası ömür boyu hapse çevrildi. 3 Ağustos 1966'da kabul edilen af yasasıyla serbest bırakıldı. 16 Nisan 1974'te öteki DP'lilerle birlikte Koraltan'ın da siyasal hakları geri verildi, ancak siyaset hayatına bir daha dönmedi. Uzun zamandır rahatsız olduğu gut hastalığına bağlı olarak bir böbrek rahatsızlığı geçiren Koraltan, 3 Haziran 1974'te hastaneye kaldırıldı. Durumu gittikçe kötüleşerek böbrek yetmezliği üremiye neden oldu ve ardından kanama geçirdi. 17 Haziran'da Amerikan Hastanesi'nde saat 11.20'de vefat etti. Cenazesi, 19 Haziran'da İstanbul'daki evinin önünde yapılan saygı duruşunun ardından Ankara'ya nakledilerek, 20 Haziran'da Hacı Bayram Camii'nde kılınan öğle namazını müteakip Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. İletişim protokolü İletişim protokolü veya ağ protokolü, iki ya da daha fazla bilgisayar arasındaki iletişimi sağlamak amacıyla verileri düzenlemeye yarayan, standart olarak kabul edilmiş kurallar dizisidir. İki sistem arasında iletişim için kullanılan dili, yani mesajlaşma kurallarını belirtir. "Dil" yerine "protokol" kelimesinin seçilmiş olmasının sebebi, bu kelimenin programlama dili terimleri arasında, daha önceden yer alıyor olmasından kaynaklanır. Sistemler iletişim için tek bir protokol kullanmazlar. Bunun yerine, protokol ailesi ya da diğer bir deyişle protokol takımı kullanırlar. Protokollerin birbirleriyle iletişiminin koordinasyonu için, konsept bir yapı gereklidir. Bunu sağlayacak yazılım hem protokolü, hem de 'xfer-mekanizmasını' sağlamak zorundadır. Bilgisayar iletişimi programlamaya benzetilebilir. 'Xfer-mekanizması' da işlemci'ye benzer gibi bir analoji de bu benzetim üzerine doğru olur; 'Xfer-mekanizması' iletişimi sağlar ve cpu da işler, sistem de protokollere, diğer protokollerle olan iletişimler için bağımsız bir çalışma çevresi tanımlar. Önemli bir tanım da, protokollerin bilgisayar iletişim için, programlamlamanın ise işlem için olduğudur. Popüler iletişim protokolleri örnekleri: GSM, GPRS, TCP/IP, HTTP veya ISDN olabilir. Deli Deli sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir: Vehbi Koç Ahmet Vehbi Koç (20 Temmuz 1901, Ankara - 25 Şubat 1996, Antalya), Türk sanayici ve iş adamı. Vehbi Koç, 1901 yılında Ankara’da o zaman ismi Çoraklık olan Keçiören semtindeki bağ evinde doğdu. Babası Koçzade Hacı Mustafa Efendi (1874-1928), annesi Kütükçüzade Hacı Rıfat Efendi'nin kızı Fatma Hanım (ölümü 1963). Baba tarafından üç asırlık, anne tarafından Hacı Bayram-ı Veli sülalesine dayanan altı asırlık bir aileden geliyordu. Ankara İdadisi'nde okudu. 1917 yılında iş hayatına atıldı.Doğduğu günü hiç bilmedi. Annesi “üzüme alaca düştüğü günlerde” deyince, sonradan çocuklarıyla birlikte 20 Temmuz’u doğum günü kabul etti. 1928 yılında teyzesinin kızı Sadberk hanımla evlenmiştir. 10 yaşında mahalle mektebine başladı. Hacı Bayram Camii’nin yanındaki "Topal Hoca’nın Mektebi"nde ilk dersini aldı. Mahalle Mektebi’nden sonra yine Hacı Bayram Camii’nin yanında kiralık bir evde ders görülen ilkokula başladı. Bu okulu birincilikle bitirdi. Daha sonra, bugün Tıp Fakültesi (İhtisas Hastanesi)’nin bulunduğu yerde olan "Taş Mektep" denilen Ankara İdadi’sine (lise) gitti. Ancak idadi hayatı uzun sürmedi. Vehbi Koç çalışma hayatına, 1917 yılında babasının onun için açtığı küçük bakkal dükkanında ayakkabı lastiği, şeker, kaşar peynir, zeytin, makarna gibi mallar satarak başladı. "Koçzade Ahmet Vehbi" adlı ilk firma Ankara Ticaret Odasına 1926 yılında tescil edilmiştir. Ticaret ile uğraşırken, 1928 yılında Ford Motor Company ve Standard Oil (şu anda Mobil)'in yerel temsilcisi oldu. Ankara başkent olunca, ortaya çıkan yapılaşma ihtiyacını görerek, yapı malzemeleri işine girdi. İstanbul'da ve Eskişehir'de (1938) şubeler açtı, Koç şirketlerini Koç Ticaret A.Ş.'nin altında topladı. General Electric ile 1948 yılında yapılan anlaşma ile 1952 yılında açılan ampul fabrikasını yaptı. Koç 1950 yılında çok büyük bir adım atarak otomobil, ev aletleri, radyatör, elektronik cihazlar, tekstil üretimine başladı. Bozkurt Mensucat, Arçelik (1955), Demir Döküm (1954), Türkay, Aygaz (1962), Siemens ile ortak kablo fabrikası, Gazal, Türk Elektrik Endüstrisi gibi işletmeler kuruldu. Ayrıca traktör üretimine Fiat lisans altında başladı. Otomotiv sektöründe ilk girişim Koç tarafından tam ölçekli bir sanayi döndüştü. Ford Motor Company ile yapılan anlaşmadan sonra 1959 yılında kamyon montajına başlandı ve bugünün önde gelen otomotiv şirketi Otosan’ın kurulmasını sağladı. ilk yerel seri üretim araba Anadol 1966 yılında üretildikten sonra Türkiye'de ekonomik faaliyetlerini iyileştirilmek üzere Vehbi Koç FIAT ile anlaşarak Tofaş’ı kurdu ve ikinci yerli araç olan Murat’ı 1971 yılında üretti. Vehbi Koç’un başlattığı küçük kıvılcım sayesinde bugünkü büyük otomotiv sanayi ve yan sanayi firmaları kurulmuştur. Vehbi Koç 1963 yılında tüm Koç şirketlerini Koç Holding çatısı altında toplayarak Türkiye'nin ekonomik hayatında önemli bir adım daha attı. Türkiye’de Holding dönemi Vehbi Koç’un attığı bu adımla başladı ve çok sayıda iş adamı bunu takip etti. Grup ayrıca, Fiat, Ford Motor Company, Yamaha ve Allianz gibi tanınmış şirketler ile uluslararası ortaklıkları bulunmaktadır. 76 yıllık kariyerinde 108 şirketten fazlası Koç Grup altında oluşturulmuştur. Gıda, perakende, finans, enerji, otomotiv, turizm ve teknoloji gibi farklı sektörlerde birçok şirket kurulmuştur. Koç Topluluğu yaklaşık 80.000 çalışan, 40 milyar $ ciro, 900 milyon $ ihracat ve yıllık 500-600 milyon $ dolar yatırım ile bugün, dünyanın en büyük 200 işletmesinden biridir. Vehbi Koç sosyal faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek için 1984 yılında emekli oldu. Oğlu Rahmi Koç, Koç Topluluğu şirketlerinin liderliğini devraldı. 1987 yılında, Uluslararası Ticaret Odası Vehbi Koç'u "Yılın İşadamı" seçti ve plaketini Yeni Delhi'de dönemin Hindistan başbakanı Rajiv Gandhi'nin elinden aldı. 1994'te Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Boutros Boutros-Ghali kendisine, yaptığı katkılardan dolayı "Dünya Aile Planlama Ödülü" verdi. Şarkılarım Dağlara Şarkılarım Dağlara, Ahmet Kaya'nın 14. müzik albümüdür. Mayıs 1994'te Raks Müzik tarafından piyasaya sürülmüştür. 2.800.000 adet bandrolle o zamanın rekorunu kırmıştır. Albümün düzenlemesi Osman İşmen'e, kayıt ve miksajı Sıtkı Acim'e aittir. Güney Afrika (anlam ayrımı) Cumhuriyet Cumhuriyet, hükûmet başkanının, halk tarafından "belli bir süre için" ve "belirli yetkilerle" seçildiği yönetim biçimidir. Egemenlik hakkının belli bir kişi veya aileye ait olduğu monarşi ve oligarşi kavramlarının karşıtıdır. Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça "cumhur" kökü "bir araya toplanma, topluluk oluşturma", bu kökten türeyen "cumhūr" ise "cemiyet, toplum, kamu" anlamına gelir. 18. yüzyıl Avrupa'sında monarşi ile yönetilmeyen Hollanda, İsviçre (ve 1789 Devrimi sonrasında Fransa) gibi ülkeleri tanımlayan Latince "respublica" ile Fransızca "république" sözcüğünün Türkçe çevirisi olarak benimsenmiştir. Latince "res publica" klasik kullanımda "kamusal olan" anlamındadır. Bir topluluğa onların birleşti
rmek suretiyle halk olma özelliğini kazandıran, kamusal nesne anlamına gelir. Bu hal monarşiye karşı, devlet başkanının halk tarafından seçildiği ve halk iradesince meşrulaştırıldığı devlet şekli anlamında kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde cumhuriyet fikri ilk kez 1870'li yıllarda Genç Osmanlılar ve Mithat Paşa tarafından (açıkça savunulmaksızın) tartışılmıştır. Cumhuriyet kavramı genel olarak temsili demokrasinin uygulanmasını ifade eder. Federasyonların da Cumhuriyet olarak anıldığı durumlara da rastlanır (Örneğin; "Federal Almanya Cumhuriyeti"). Federasyonlarda tercih edilen daha çok Başkanlık Sistemidir. Ancak bu da kesin bir kural değildir. Başkanlık Sistemi ayrı bir kategori olarak ele alındığında Cumhuriyetler genel olarak ikiye ayrılır. Robot Robot, otonom veya önceden programlanmış görevleri yerine getirebilen elektro-mekanik bir cihazdır. Güncel tanımı ile robotlar, elektronik ve mekanik birimlerden oluşan, algılama yeteneğine sahip olan ve programlanabilen cihazlardır. Başka bir tanımla robotlar, canlıların işlevlerini ve davranışlarını taklit edebilen, fiziksel yeteneklere ve yapay zekâya sahip, disiplinler arası öğeler içeren mühendislik ürünleridir. Robotlar doğrudan bir operatörün kontrolünde çalışabildikleri gibi bağımsız olarak bir bilgisayar programının kontrolünde de çalışabilir. Robot deyince insan benzeri makineler akla gelse de robotların çok azı insana benzer. Günümüzde robotların en büyük kullanım alanı endüstriyel üretimdir. Özellikle otomotiv endüstrisinde çok sayıda robot kullanılır. Bunların çoğu kol şeklindeki robotlardır. Bunlar parçaları monte eden, birleştiren, kaynak ve boya yapan robotlardır. Evlerde robot kullanımı giderek artmaktadır. Evlere giren ilk robotlar Furby, AIBO gibi oyuncaklardır. Başta ABD'de olmak üzere ev işlerine yardımcı olan robotların kullanımı da giderek yaygınlaşmaktadır. Yerleri kendi kendine süpüren robot elektrik süpürgeleri büyük talep görmektedir. Robot kelimesi, ilk defa Karel Čapek'in 1920 yılında yazdığı "R.U.R. - Rossum's Universal Robots" adlı (ve Türkçeye Halid Fahri tarafından "R.U.R. - Alemşumul Suni Adamlar Fabrikası" adıyla çevrilip, Osmanlıca olarak 1927 yılında Devlet Matbaası tarafından da yayınlanan) eserinde yer almış ve daha sonra tüm dünyada kullanılmaya başlanmıştır. Karel Čapek'in R.U.R. adlı oyununda mekanik ve otonom, ama insanca duygulardan yoksun yaratıklar olarak kullanılan robot, daha sonra birçok bilim kurgu romanına konu olmuştur. Isaac Asimov ünlü robot serisiyle teknolojik açıdan tutarlı bir robot kavramı yaratır ve robotların amacının insana hizmet olduğunu, bir robotun kendi amaçlarını insanların amaçlarına hiçbir zaman tercih edemeyeceğini koyduğu 3 Robot Yasası'yla belirler. Bu robot yasaları şu anda insanla robot arasındaki ahlaksal ve hukuksal ilişkinin temelini oluşturmaktadır. Bazı görevler için insanın yerini tamamen alabilecek, bazı görevler için ise insanlara yardım edebilecek sistemlerin hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları kapsayan bilim dalıdır. Bu bilim dalında çalışan kişiler genel olarak yazılımcılar, elektriksel donanım tasarımcıları, mekanik donanım tasarımcıları ve bunların üreticileridir. Robot duyargaları (sensör) ile çevresini algılayan, algıladıklarını yorumlayan, bunun sonucunda karar alan (yapay zeka), karar sonucuna göre davranan, eylem olarak hareket organlarını çalıştıran veya durduran bir aygıttır. Bu tanıma göre bilgisayara paralel port ile bağlı ve klavyeden kontrol edilen bir araba robot değildir. Çünkü kendisi tek başına karar vermemekte, bizim klavyeden verdiğimiz talimatları uygulamaktadır. Ancak aynı araba duyargaları ile algıladıklarını yorumlamak üzere bilgisayarın mikroişlemcisini kullanıp, yorumlatıyor ve kendi karar alabiliyor, algılamalarına göre bizden bağımsız davranabiliyorsa o artık bir robottur. Sinema da Robotik konvansiyonel bir görsel efekt tekniği olarak yer bulmuştur. Sanatsal görüş, malzeme bilgisi ve teknik birleştiğinde çok gerçek efektler elde edilebilmektedir. Genellikle bu konuda bilgi azdır, çünkü efekt şirketleri tekniklerini gizli tutmaktadır. Ancak genel olarak Mekatronik konusunda bilgili kişilerin ilgilendiği bir alandır. Sinemada robotikin nasıl gerçekleştirildiğini görmek için korku ve yaratık filmleri: İrfan Sayar İrfan Sayar (d. 15 Mayıs 1951, Manisa) Porof. Zihni Sinir karakterinin yaratıcısı, karikatürist ve tasarımcı. İrfan Sayar, çiftçi kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1951 yılında Manisa'da dünyaya geldi. Manisa Lisesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğrenim görmeye başladı. Akademinin Yüksek Dekoratif Sanatlar Bölümü, Sahne ve Görüntü Sanatları İhtisas atölyesinden mezun oldu. Akademide öğrenciyken Oğuz Aral'la tanıştı ve 1975'de "Gırgır" dergisinde profesyonel olarak karikatür çizmeye başladı. 1977 yılında Porof. Zihni Sinir tiplemesini yarattı. Porof. Zihni Sinir'in ilk hikâyesi "Gırgır" dergisinin 30 Ocak 1977 tarihli sayısında yayınlandı. "Gırgır"dan ayrıldıktan sonra beş arkadaşı ile birlikte "Mikrop" dergisini çıkardı. "Hıbır" dergisinde yöneticilik yaptı. Sarkis Paçacı ve Ergün Gündüz ile birlikte Hayal Mahsulleri Ofisi] adıyla bir şirket kurup "RR Resimli Roman" dergisini çıkardı. HBR Maymun dergisini kurdu ve yöneticiliğini yaptı. İrfan Sayar psikiyatrist Dr. Gökben Hızlı Sayar ile evlidir, iki çocuk babasıdır. Bir teknoloji tutkunu olan İrfan Sayar, yarattığı Porof. Zihni Sinir karakterinin "proceleri" ile teknolojinin mizahını yapmıştır. Dört yıl boyunca TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinde Porof. Zihni Sinir sayfasını çizmiştir. 100 orijinal karikatürden oluşan bir sergisi bulunmaktadır. Sayar, karikatür ile heykeli birleştirmiş, Arnavutköy’deki atölyesinde "procelerin" üç boyutlularını üretmiştir. Tasarım alanındaki çalışmaları sinema ve televizyona da yansımış, Vizontele filminin baş karakterinin bisikletini, atölyesini ve çeşitli elektronik ve mekanik aletlerini tasarlamış, çeşitli reklam filimlerine özel efektler ve çizgi filmler hazırlamıştır. Arnavutköy’deki atölyesini Taksim'de Lamartin caddesine taşıdıktan sonra kurumlara ve çocuklara yönelik atölye çalışmaları başlatmış, 2008 yılında da seri üretim atölyesini kurmuştur. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Enformatik Bölümünde Ögretim görevlisi olarak ders vermektedir. Zihni Sinir Zihni Sinir, karikatürist İrfan Sayar tarafından 1977 yılında Gırgır dergisinde dünyaya gelen pratik zekâlı, meraklı ve mizahi bir "bilim insanı" karikatür karakterdir. Çalışmaları, Ocak 2003'ten beri Bilim ve Teknik Dergisi'nde yayınlanmaktadır. İngiltere'de Heath Robinson, ABD'de ise Rube Goldberg gibi karikatüristlerce kullanılan temalara benzerlik taşır. Protokol Protokol şu anlamlara gelebilir: Isı aktarımı Isı aktarımı, sıcaklıkları farklı iki veya daha fazla nesne arasında iletim, taşınım ya da ışınım yoluyla (veya bu yolların birbiri ile olan birleşimları yoluyla) gerçekleşen enerji aktarımının incelenmesidir. Bu transferin matematiksel olarak modellenmesi "ısı aktarımı" dersinin temel konusunu oluşturur. Termodinamik, akışkanlar mekaniği ve malzeme ile ilişkilidir. Taşınımla Isı Aktarımı temel olarak moleküllerin kitleler halinde hareketinden kaynaklanır. İki farklı sıcaklıktaki yüzey arasında hareket halindeki akışkan bu hareketi sırasında ısı taşınımını sağlar. İletimle Isı Aktarımı ise durgun bir ortamda gerçekleşir, birbirleriyle temas halindeki moleküllerin kafes yapısındaki titreşimler sayesinde ısı bir sonraki moleküle taşınır. Işınımla Isı Aktarımında ise ısı aktarımı için bir ortama gerek duyulmaz. Birbirini gören yüzeyler arasında sıcaklık farkı olduğu sürece ışınımla ısı aktarımı olduğunu söylemek mümkündür. Eczane Eczane Türk Dil Kurumunun sözlüğünde ilaçların yapıldığı ve satıldığı yer olarak tanımlanmaktadır. Eczane kelimesi Arapça 'Ecza' ve Farsça 'hane' kelimelerinin birleşiminden oluşmuş ve zamanla evrimleşerek kısalmıştır. Osmanlı döneminde Fenn-i saydalâni veya fenn-i ispençiyari denilmekteydi. Müslümanlar, ilk resmi eczaneleri daha 708'de, el-Mansur’un hükümdarlığı zamanında kurdular. 9. yüzyıldan itibaren, askeri sağlık işlerine ait olanları da dahil bütün eczaneler, resmi denetlemeye tabi tutuluyorlardı. Her şehirde yeni eczacıları imtihan eden ve onlara lisans veren, eczacıların bir şefi vardı. Bu eczaneler, bizzat sağlık zabıtası memurları tarafından muntazam şekilde denetlenirlerdi. Türkiye'de açılan ilk eczanelerden biri Eczane-i Hamdi'dir. Modern eczaneleri 5 yıllık eczacılık fakülterinden mezun olarak eczacı unvanı almış kişiler açabilir. Eczanelerin ruhsatları sağlık müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı'nın sorumluluğu altındadır. Bir eczanenin kullanım alanı 35 metrekareden küçük olamaz. Zemini yanmaz ve temizlemesi kolay bir madde ile kaplanması gerekir. Bir eczanede izin verilen giriş kapısı sayısı 1 ile sınırlıdır. Herhangi bir ilçede 2 veya daha fazla eczane varsa nöbet düzenlenir. Nöbet listeleri eczacı odaları tarafından düzenlenir. Eczaneler ilaç satılmasına ruhsat verilen dükkânlardır. Eczanelerde eczacılara yardım eden kişilere Eczane Teknisyeni (eczacı kalfası) denir. Eczaneler özel ve kamu kurumları (Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı) ile özel anlaşmalar yaparak bu kurumlara bağlı olanların ilaçlara ulaşmasını sağlarlar. Yer fıstığı Yer fıstığı ("Arachis hypogaea"), baklagiller (Fabaceae) familyasından tohumlarında %45-60 oranında yağ, %20-30 oranında protein, %18 oranında karbonhidrat, vitaminler ve madensel maddeler içeren, özellikle yağ sanayi ve çerez yapımı başta olmak üzere, sapı kuru ot ve kabuğu da çeşitli şekillerde değerlendirilen değerli bir bitkidir. Yer fıstığının 32 türü tespit edilmiştir; bunların bir kısmı tek yıllık, bir kısmı ise çok yıllıktır. Sulama, üstün verim için önemli bir üretim faktörüdür. Aynı zamanda toprağın çoraklaşmaması ve korunması açısının da bilgi gerektiren bir uygulamadır. Sulama zamanının ve bir sulamada verilmesi gereken su miktarının bilinmesi için bitki gelişme ve kritik dönemlerinin iyi bilinmesi gerekir. Başlangıç dönemi
(10-20 gün), vejetatif gelişme dönemi (25-35 gün), çiçeklenme dönemi (30-40 gün), ürün oluşum dönemi (30-35 gün) ve olgunluk (hasat) dönemi (10-20 gün) şeklinde bölümlendirilir. Çiçeklenme dönemleri, su kısıntısına karşı en duyarlı dönemdir. Bunun ürün oluşum dönemi izler. Genel olarak, vejetatif dönemdeki su kısıntısı çiçeklenmenin ve hasadın gecikmesine, ürün miktarının düşmesine neden olur. Çiçeklenme dönemindeki su kısıntısı çiçek dökülmesine ve tozlaşmanın zayıf olmasına neden olur. Ürün oluşum dönemindeki su kısıntısı kabuk içinin dolmasını zayıflatır veya engeller. Ürün oluşumunun erken dönemlerinde, yani yumru teşekkülü esnasında genellikle bitki su eksikliğine karşı duyarlıdır. Olgunluk döneminde su tüketimi azalır. Yer fıstığının mevsimlik su tüketimi 500–700 mm arasındadır. Yağmur ile karşılanamayan kısım sulama ile verilir. Bir takım pratik deneyimlere göre, ilk sulama genellikle çiçeklenme başladıktan sonra yapılmalıdır. Erken sulama kök sisteminin zayıf ve gövdenin irileşmesine neden olur ve susuzluk belirtisi çabuk görülür. Çiçeklenme ve meyve bağlama döneminde su tüketimi maksimuma ulaşır. Bu dönem suya karşı duyarlı bir dönemdir. Yer fıstığı tarımında su yetmezliği varsa çiçeklenme ve ürün oluşum dönemlerinde su kısıntısı yapılmaması gerekir. Sulama aralıkları toprak bünyesine göre değişir. Tınlı toprakta 6-14 gün, killi topraklarda 21 güne kadar çıkar. Sulama aralığının çiçeklenme döneminde kısa tutulması, toprağın kullanılabilir nem düzeyinin %40'tan aşağı inmemesi gerekir. Bitki sulama ile desteklendiği zaman en uygun zaman çiçeklenme zamanıdır. Yerfıstığı için en iyi sulama sistemi yağmurlama sulamadır. Yer fıstığı üretiminde çapalama, ilaçlama gibi diğer üretim faktörleri de önemlidir. Hasat, ayrı önemi olan bir konudur. Bunlarında usulüne göre zamanında yapılması emeğin karşılığının alınması için önemlidir. Yer fıstığı daha çok çerez olarak tüketilmektedir. Bu amaçla yerfıstığı tohumları ya dış kabuk kırılmadan ya da kabuk kırılıp tohumlar ayrıldıktan sonra kavrulup çiğ fıstık tadı giderilmiş ve aynı zamanda dayanıklılığı arttırılmış olarak tüketime sunulur. Yer fıstığı tohumunda yağ oranının çok yüksek olması yer fıstığının birçok yağlı tohumlar arasında bitkisel yağ üretimi bakımından önemli bir yer almasını sağlar. Yer fıstığı yağının tadı güzel olup, rengi açık, görünüşü berrak ve yüksek sıcaklık derecelerine karşı oldukça dayanıklıdır. İçinde doğal halde bulunan antioksidan maddelerden dolayı kızartıldıktan sonra bir süre saklanacak olan gıda maddeleri için özellikle tercih edilir. Yer fıstığı yağı yüksek oranda oleik asit içermesi nedeniyle gerek fiziksel özellikleri ve gerekse besin değeri bakımından çeşitli bitkisel yağlar içinde zeytinyağına en yakın bitkisel yağ olarak tanımlanır. Yer fıstığı tohumundan yağ elde edildikten sonra arta kalan küspe üstün bir protein kaynağıdır. Yer fıstığı küspesinden sağlanan proteinin besin değeri yüksek olduğundan çeşitli çocuk mamalarının hazırlanmasında ve proteince yeterli olmayan gıda maddelerinin protein değerinin yükseltilmesinde yararlanılır. Yer fıstığı az miktarlarda da olsa çeşitli tatlı ve şekerlemelerin içinde veya üzerinde de kullanılmaktadır. Yer fıstığı özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde yer fıstığı ezmesi şeklinde tüketilmektedir. Amerikan toplumunun yer fıstığının beslenme değeri konusunda aydınlatılmış olması ve yer fıstığı tüketiminin sağlamış olduğu bazı kolaylıklar nedeniyle bir saatte 8-10 ton yer fıstığını ezmeye çeviren ve tam gün çalışan büyük tesislerin kurulmasını zorunlu kılmıştır. Yer fıstığı ezmesinin bir toplumda aranılan bir gıda maddesi olabilmesini sağlayacak özelliklerden başlıcaları olarak tadının güzel oluşu nedeniyle yalın halde ve diğer gıda maddeleri içine katılarak tüketilebilmesi, tüketime hazır halde bulunması ve mikrobiyolojik bozulmalara karşı dayanıklı ve bu nedenle de muhafazasının kolay olması sayılabilir. Yer fıstığı tohumu, tohum kabuğu ile kaplanmış iki adet kotiledon ve bir adet embriyodan oluşur. Ağırlık esasına göre kotiledonlar yer fıstığı tohumunun ortalama %93'ünü oluştururken, bu oranlar tohum kabuğu ve embriyo için sırasıyla %4 ve %3 kadardır. Herhangi bir işleme tabi tutulmamış çiğ yer fıstığı tohumunda nem oranı %5-7 arasında değişir. Tohumların kavrulması ile bu oran yaklaşık %2'ye düşürülürken, aynı zamanda yer fıstığı tohumlarının küflenme yoluyla bozulmaları, bayatlamaları ve tadındaki acılaşma da önlenmiş olur. Yer fıstığı tohumunun yağ içeriği çeşit özelliklerine bağlı olarak değişmekle beraber ortalama %50 civarındadır. Bu yağın yaklaşık tümünün kotiledonlarda bulunduğu söylenebilirse de gerek tohum kabuğunun ve gerekse embriyonun az miktarda yağ içerdikleri de bilinmektedir. Yer fıstığı tohumunda bol miktarda riboflavin, tiyamin, nikotinik asit ve E vitamini bulunur. Yer fıstığı tohumundaki A, C ve D vitaminlerinin miktarı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle yer fıstığı tohumundan yapılan işlenmiş ürünlere eksik olan vitaminlerin dışarıdan katılması yarar sağlar. Kavurma işlemi sırasında tiyamindeki azalmaya karşılık niyasin, kolin ve riboflavin miktarlarında önemli bir değişme olmaz. Pascal Nouma Pascal Oliver Nouma (d. 6 Ocak 1972), Fransız eski futbolcudur. Futbola Fransa'da başlayan futbolcu başta Paris Saint-Germain ile kazandığı UEFA Kupa Galipleri Kupası olmak üzere büyük başarılar kazandı. Beşiktaş'ta geçirdiği iki başarılı sezon ile takım tarihine geçen futbolcu, takımının 100. yıl şampiyonluğundan kısa süre önce Fenerbahçe derbisinde yaptığı hareketten dolayı aldığı yedi ay ceza sonrası Beşiktaş ile yollarını ayırdı. Futbol kariyerini İskoçya'da sonlandıran futbolcu, Türkiye ile bağlarını koparmadı ve farklı televizyon programlarında ve filmlerde rol aldı. Kamerun asıllı olan Nouma, futbol kariyerine Paris Saint-Germain FC'in genç takımında başladı. 1988'de Genç takımla şampiyon olurken, 24 maçta 28 gol attı. 1989-92 arasında PSG'de çok fazla forma şansı bulamadı. 4 Şubat 1990'da Lille ile oynanan lig maçında 44. dakikada oyuna girdi. Takımla görebildiği en büyük başarı, son sezonundaki lig üçüncülüğü oldu. Sadece iki maçta 90 dakika forma giyebildi. Nouma aynı zamanda genç takımda da forma giyiyordu. 1989'da Gambardella Kupası'nda PSG Genç takımı ikinci olurken, 6 maçta 5 gol atmıştı. 1991'de bu kupayı kazandılar. Futbolcu, daha sonra Lille ve Caen'de futbol oynadı. 9 Ocak 1992'de ilk golünü Lille forması ile Caen'e penaltıdan kaydetti. Caen'de geçirdiği sezonda ise gol sayısını yediye çıkararak dikkat çekti. O sezon takımın en golcüsü oldu. 1994 yılında tekrar Paris'e döndü. 2 sezon oynadığı PSG'de ilk sezonda bir Coupe de France, bir Coupe de la Ligue, bir Trophée des champions gördü. Fransa Kupası final maçında 90. dakikada, Lig Kupası final maçında ise 60. dakikada oyuna girdi. Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale kaldılar ve AC Milan'a elendiler. Sonraki sezona ise 1995 Fransa Süper Kupası'nı kazanarak başladılar. Normal sürede bir gol atan Nouma, penaltılara kalan maçta penaltısını da atmıştı. Sezon sonunda ise dört puan farkla Ligue 1 ikincisi oldular. Ayrıca UEFA Kupa Galipleri Kupası'nın da sahibi oldular. Bu kupa hala PSG'nin tarihindeki en önemli Avrupa Kupası'dır. Nouma, bu turnuvada sekiz maçta üç gol attı. Ancak kupa finalinde yedeklerde oturdu. Burada da önceki kulüplerinde olduğu gibi oynadığı maçlarda başarılı olmasına rağmen disiplinden uzak yapısı ve istikrarsız olması nedeniyle 1996'da Strasbourg'a transfer oldu. RC Strasbourg ile ilk sezonunda Fransa Lig Kupası'nı kazandı. Takım tarihinde ilk kez bu kupayı penaltılarla kazanırken, Nouma da ilk penaltı vuruşunu gole çevirdi. O sezon David Zitelli ile beraber takımın gol yollarında etki gösterdi. Ligde ilk sezonunda 14 gol attı. 26 Nisan 1997'de Montpellier HSC'i 4-1 yendikleri maçta takımının bütün gollerini attı. 1997-98 sezonunda ise Gérald Baticle ile takımın en golcü ismiydi. Ligde 8 gol kaydetti. Daha sonraki durağı 1998 yılının şampiyon RC Lens oldu. Bu sayede Lens ile UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarında mücadele etti ve altı maçta da forma giydi. Ligde ise 8 maçta gol attı. Sezonun en büyük başarısı Fransa Lig Kupası oldu ve 1999 Fransa Lig Kupası finalinde de forma şansı buldu. Bir sonraki sezon Lens'de oynadığı futbol ile takımını UEFA Kupası yarı finaline kadar çıkaran oyunculardan biri oldu. 11 kupa maçında 6 gol kaydetti. Bunlardan birini yarı final ikinci maçında Arsenal FC'ye attı. Ligde ise yine 8 gol attı. 2000 yılında Beşiktaş'a transfer oldu. 26 Temmuz 2000'de Levski Sofya ile oynanan Şampiyonlar Ligi ön eleme maçında ilk kez Beşiktaş formasını giyen futbolcu, maçın tek golünü kaydedip Beşiktaş için ilk golünü attı. Ligdeki ilk golünü ise ikinci hafta Antalyaspor'a kaydetti. Nouma'nın ilk sezonu çok başarılı geçti. 24 maçta 18 gol atan futbolcu, Antalyaspor'a bir de hat-trick yaptı. Şampiyonlar Ligi'nde ise 7 maçta 4 gol atan futbolcunun gollerinden biri Beşiktaş'ın FC Barcelona'yı evinde 3-0 yendiği maçta atıldı. Öte yandan Nouma, Beşiktaş'ta yarattığı sansasyonlarla da dikkat çekti. 2000-01 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde Marcus Münch ile tartışan Leeds United'lı Danny Mills'e tokat attı ve aldığı sarı karttan sonra teknik direktör Nevio Scala tarafından oyundan alındı. Ancak futbolcu bu maçtan sonra 4 maç oynamama cezası da aldı. Ayrıca Türkiye Kupası yarı finali uzatmalarında Gençlerbirliği ile oynanan maçta kırmızı kart gördü. Ligde de Galatasaray'a 2-0 yenildikleri derbide kırmızı kart gördü. Ayrıca ligde 10 maçta sarı kart gördü. Sezon sonunda Türkiye'den ayrılan Nouma Fransa'ya geri döndü. 2001-02 sezonunda eski takımı PSG'nin ezeli rakibi Olympique de Marseille'ya geçti. Ancak eski sezonlarından uzak bir görünüm sergileyen futbolcu 11 maçta sadece 1 golle buluştu. Sonraki sezon Beşiktaş'a geri döndü. Beşiktaş'a geri döndüğü 2002-03 sezonundaki ilk maçında İstanbulspor karşılaşmasında 70. dakikada oyuna girdi ve 72. dakikada sarı kart gördü. Beşiktaş 75. dakikada gol attıktan sonra Nouma, rakip takımdan Selçuk Şahin ile sözlü atışmaya gi
rince, 5 dakika içinde 2. sarı kartını görüp, oyundan atıldı. İlk maçlarında oyuna sonra dan dahil olan forvet, Kasım-Aralık aylarında oynanan maçlarda sahaya ilk 11'de çıktı. Ligin ikinci yarısının başında tekrar kulübeye dönse de sonlara doğru bir kez daha ilk 11 oyuncusu oldu ve bu dönemde ligdeki gol sayısını arttırdı. Beşiktaş ile UEFA Kupası'nda çeyrek final gördü. Türkiye Kupası'nda da çeyrek finalde Gençlerbirliği'ne elendi. O mücadelede maç boyunca küfürleştiği Tomasz Zdebel'e kafa atıp, kırmızı kartın yanında 3 maç oynamama cezası da aldı. 20 Nisan 2003 günü oynanan Fenerbahçe maçı kendi kariyeri için dönüm noktası oldu. Takımı şampiyonluğa giderken bu maçta Fenerbahçe'ye attığı gol sonrası tribünlere yaptığı "Tombala" hareketi kamuoyunda tepkiyle karşılandı. Beşiktaş Yönetim Kurulu baskılara dayanamayarak ligin bitimine birkaç hafta kala sözleşmesini feshetti ve şampiyonluk kutlamalarına katılmasına dahi izin verilmedi. Bu hareketi ile ayrıca Türkiye Futbol Federasyonu'ndan 7 ay men cezası aldı. Beşiktaş'ta iki ayrı sezonda oynadığı 43 lig maçında 22 gole imzasını attı. Topladığı kartlarla da Türkiye'ye gelmiş en agresif yabancı futbolcular arasında yer aldı. Beşiktaş'tan sonra Katar takımı Al Khor'da bir sezon oynadı. Ligde yedi gol kaydetti. 2004-05 sezonunda İskoç takımı Livingston FC ile sözleşme imzaladı. Ancak sadece 2 maç oynadı. Daha sonra futbolu bıraktı. Caen de oynarken, 1993 Akdeniz Oyunları'nda Fransa millî futbol takımına seçildi. Zinedine Zidane ve Lilian Thuram gibi isimlerle oynadığı turnuvada yarı finalde Türkiye'ye elendiler. Pascal Nouma, saha içindeki davranışlarının yanı sıra, futbol dışı hareketleriyle de dikkat çeken bir figür oldu. Lens'te forma giyerken, UEFA Kupası'nda Vitesse'yi eledikleri maç sonrası, iç çamaşırıyla dolaşmasıyla manşetlere çıkmıştı. Nouma'nın en çok konuşulan hareketi Fenerbahçe'ye attığı golden sonra yaptığı hareket olmuştu. Aynı sezon Kupa'daki Gençlerbirliği maçında Türkiye kariyerinde eski hocası Nevio Scala ile kavgası, antrenman sırasında tesis duvarına tuvaletini yapması ve gece hayatıyla konuşuldu. Nouma'nın Türkiye kariyerini bitiren olay Fenerbahçe'ye attığı golden sonra elini şortuna sokarak yaptığı gol sevinci oldu. Nouma, menajer Sinan Engin'in antrenmanlarda yaptığı hareketi taklit ettiğini söylemişti. Futbolu bıraktıktan sonra Türkiye'de kopamayan Nouma, Dünyayı Kurtaran Adam'ın Oğlu filminde oynadı. Ayrıca Acun Ilıcalı 'nın hazırladığı Devler Ligi turnuvasında da top koşturdu.Daha Sonra da Yok Böyle Dansta 2.oldu.Yine aynı sene Acun Ilıcalı'nın hazırlayıp sunduğu Survivor yarışmasında Nihat Doğan'la olan tartışmasından dolayı elenmek zorunda kaldı. Nouma'nın eski eşi Celine'den Noah ve Marin isimli 1 kız 1 erkek çocuğu var. Ayrıca Metro FM'de Kadir Çöpdemir ile Aragaz programını yapmaktadır. Pascal Nouma Temmuz 2012'de Beşiktaş Kongre üyesi olmuştur.. Sultan (film, 1978) Sultan, yönetmenliğini Kartal Tibet'in üstlendiği, dram ve komedi türlerindeki 1978 yapımı Türk filmi. Başrollerini Türkân Şoray ile Bulut Aras paylaşmaktadır. İstanbul'un varoşlarında geçen filmde, mahallenin genç ve yakışıklı genci ve aynı zamanda mahalle muhtarının oğlu olan Kemal (Bulut Aras) minibüsçülük yapmaktadır. Mahallede pek çok genç kız ile çıkmakta olan Kemal, bir gün Sultan'ı (Türkân Şoray) elde etmeyi planlar. Ancak çetin ceviz çıkan kız yakışıklı genci bayağı bir hırpalar. Bu esnada genç kıza gerçekten aşık olur. Diğer taraftan mahalle muhtarına gelen bazı kişiler gecekonduların bulunduğu yeri satın almış ve herkesi evlerinden atmak istemektedirler. Mahalleli ve muhtar arasında kıyasıya bir kavga başlar. Mahallede en son kalan dul kadın ve birkaç aile daha başka bir yere ev yapmak üzere göç ederken, yakışıklı delikanlı dul kadının peşinden giderek ona evlenme teklif eder. Oyun (spor) Berlin in Berlin Berlin in Berlin, 1993 yapımı film. Berlin'de bir inşaatta ustabaşı olarak çalışan Mehmet, üç kuşaktır Almanya'da bulunan ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Öğle paydoslarında sefertasıyla kocasına yemek getiren Dilber'e, dayanılmaz bir ilgi duyan Alman Mühendis Thomas, genç kadının gizlice fotoğraflarını çeker. Thomas'ın şantiyedeki odasında duvara asılmış fotoğrafları gören Mehmet, birden çılgına döner ve Dilber'i dövmeye başlar. Aralarına girip onları ayırmaya çalışan mühendisin, bu itişme sırasında duvara ittiği Mehmet, kafasına bir inşaat çivisi saplanarak ölür. Olaydan sonra vicdan azabı duyan Thomas, özür dilemek için Mehmet'in ailesine gider. Ne var ki o ana kadar ağabeyinin ölüm nedenini kaza sanan en büyük kardeşi Mürtüz, Thomas'ı öldürmeye kalkar. Ama araya girip töreleri hatırlatan büyükanne olayı yumuşatmaya çalışır. Törelere göre "özür dilemeye gelip evlerine sığınan Tanrı misafiri öldürülemez. Ailesine ve törelerine başkaldırmayan Mürtüz, silahıyla Thomas'ın evden çıkmasını bekler. Günlerce süren bir tutsaklık sonucu Thomas bir yolunu bulup evden kaçmayı başarır. Özgürlüğüne kavuşan Thomas artık mutludur. Çünkü yalnız değildir. Ailesini terkeden Dilber yanındadır. Giderek psikopatlaşan Mürtüz'ün gözleri önünde Berlin sokaklarında Alman Thomas'la Türk Dilber el ele yürümektedirler. Çekildiği yıllarda büyük gişe başarısı sağlayan Berlin in Berlin, Hülya Avşar'ın mastürbasyon sahnelerinin yanı sıra senaryosunun kendisinden çalındığı gerekçesiyle Gökhan Akçura tarafından açılan davayla da gündemi işgal etmişti. Karakoçan (anlam ayrımı) Karakoçan aşağıdaki anlamlara gelebilir: Deniz ürünleri Su ürünleri, denizden veya tatlı sudan elde edilen her türlü gıda maddesine verilen ortak addır. Deniz ürünleri, balık, ıstakoz, karides gibi canlılardan oluşmaktadır. Deniz ürünleri, özellikle ihtiva ettiği yoğun omega yağı ile önerilen menülerdendir. Su ürünleri, suyun bulunduğu hemen hemen her yerde elde edilebilir. Özellikle ılıman iklimin egemen olduğu bölgelerde, bu ürünlerdeki çeşitlilik artmaktadır. Kimi yerlerde sadece balık ve türevleri tüketilirken, dünyanın bazı mutfaklarında ahtapot gibi az tercih edilen yiyecekler, hatta denizde yetişen bitkiler tüketilmektedir. Türkiye'de, bu doğrultuda, balık tüketimi oldukça düşüktür. Aynı şekilde, artan kirliliğin yol açtığı balık göçleri, deniz ürünlerinin fiyatını arttırmaktadır. Bu da az olan üretimi daha da düşürmektedir. İstihsal yerleri İstihsal yerleri, su ürünlerinin yetiştirildiği veya doğal olarak ürediği, avlanma, üretim, yetiştirme ve istihsal yapılmak üzere içinde veya üzerinde herhangi bir istihsal vasıtasının veya tesisinin kurulabildiği, kullanılabildiği su sahalarıdır. Balık boyu Ağız kapalı iken balık başının ön ucu ile kuyruk yüzgecinin en uzun ışınının bitim noktası arasındaki izdüşüm uzunluğudur. Okishio sınıfı hidrografi araştırma gemisi , Japon İmparatorluk Donanması’na ait 10 metre boyunda ahşap gövdeli 14 adet hidrografi teknesi II. Dünya Savaşı sonrası 1948-1953 yılları arasında Japon Sahil Güvenlik Teşkilatı (Maritime Safety Agency) tarafından hidrografi araştırma görevleri için kullanılmaya başladı. Gemiler 1972 yılına kadar hizmete devam etti. "Okishio sınıfı" hidrografi araştırma gemilerinin isimleri aşağıdaki gibidir: Amatör balıkçılık Amatör balıkçılık, sadece spor ve dinlence amacıyla yapılan, maddi ve ticari kazanç gayesi gütmeyen balıkçılık etkinliğidir. Amatör balıkçı hiçbir ticari düşünce ve fikir gütmeyen sadece eğlence ve boş vakit geçirme amacıyla hobi olarak balık avcılığı yapan kişi veya kişilerdir. Amatör balıkçılık turizmi Amatör balıkçılık turizmi, yerli ve yabancı amatör balıkçıların maddi bir kazanç sağlamaksızın, belirlenen kurallar çerçevesinde, bu amaçla ayrılmış içsular ve denizlerde yaptıkları balıkçılık turizmi etkinliğidir. Balık ağı Balık ağı, balık avında kullanılan değişik ağ gözü açıklığına sahip uzatma ve serpme türleri olan ağlardır. Olta iğnesi Olta iğnesi, olta balıkçılığında kullanılan, soru işareti (?) biçiminde ucu çengelli basit bir malzeme. Olta balıkçılığı daha çok hobi olarak yapılır. Olta ile balık avlama ya kıyılardaki kayalıklarda ya da açık denizlerde tekne üzerinde yapılır. Olta ile balık avlamak için seçilecek olta halkası ile olta halkasına takılacak yemin cinsi önemlidir. Anadolu topraklarında ilk olta, Karain Mağarası yaşayanlarından olan Çuka'nın kardeşi Anin tarafından günümüzden on bin yıl önce kullanılmıştır. Köstek (olta) Köstek, bedene bir veya birden fazla iğnenin bağlanmasını sağlayan, kalınlığı beden kalınlığından daha az olan, bir ucu bedene, diğer ucu olta iğnesine bağlı misina parçası. Livar Livar, tutulan balıkların salınmak veya alıkoyulmak üzere canlı olarak bekletildiği file, saz, kafes veya tekne bölmesi gibi, balığın yaşam ortamı ile su alışverişini doğrudan sağlayan bölmedir. Rotasyon tekniği ile polietilen malzemeden belli hacimlerde kare şekillerde üretilmiş tanklardır. Kapaklı ve kapaksız da kullanılabilir.Orkinos çiftliklerinde; dondurulmuş halde İspanya dan gelen sardalya,tirsi ve uskumru gibi balıkların en az bir gece önceden livarlarda bekletilerek sabah yemleyeme çıkıldığında orkinoslara da verilmektedir. Livarlar genellikl 200lt, 400 lt, 680 lt,1000lt ve 1400 lt ebatlarında üretilmektedir. Tankın iki duvarı arasında poliüretan malzeme doldurulup izolasyonu güçlendirmiştir. Ayrıca alttan tekerlekli modelleri de mevcuttur. Başarmak Başarmak, kişi veya topluluğun istediği düşünülen şey veya şeylere ulaşmasıdır. Bir kişi kendisinin başarısını doğrudan kendi istedikleriyle tartar. Benzer şekilde, bir kişi, başka bir insan ve toplumun başarısı hakkında düşünürken de kendi istekleri önemlidir. Çünkü başkasının veya başkalarının başarısından bahsederken, onların isteklri olduğunu düşünmeli ve bu isteklerin ne olduğu hakkında varsayımda bulunmalıdır -ki bu varsayımlar da kişinin kendi istekleriyle doğrudan alakalıdır. Buradaki ikinci öğe ise, başarının hakkında düşünüldüğü kişi veya toplumdur. Aynı kişinin başka kişi veya toplumlar hakkında düşünürken istekleri değişmemesine karşın, başarı kriterleri değ
işebilir. Çünkü farklı kişi veya toplumlar için farklı istekler varsayabilir. Pinter Pinter veya sepet, balık ve diğer su ürünlerinin avlanmasında veya yakalanmasında kullanılan kasnak ve ağlardan yapılmış tuzaklardır. Pinterler genelde nehir, dere, sazlık, göl ve drenaj kanallarında kullanılır. 3'ten fazla kasnak (demir veya ağır başka bir madde) üzerine baskı plastik ya da sentetik ip ile yapılmış ağın geçirilmesiyle yapılan konik yapıda av aracıdır.Yol ağını takip ederek içeriye giren balık (Balıklar akıntıya karşı yüzerler; bu suyun kaynağına gitme güdüsünden kaynaklanır.) geri dönmeye çalıştığında her kasnağınağzında bulunan iç ağlar yüzünden bunu başaramaz. Yılanbalığı için daha küçük gözlüleri kullanılır. İç kısımdaki ağa fan adı verilir. Dikdörtgen, kapaklı ve küçük gözenekli örgü telden yapılır. Bu tipi genelde piknik amaçlı kullanılır. Silindirik pinterlerin yanlara doğru açılan kolları sayesinde orta büyüklükteki bir drenaj kanalı rahatlıkla kapatılabilir. Gelişimini tamamlamamış balıklar ile kaplumbağaların zarar görmemesi için pinterler her 4saatte bir kontrol edilmelidir. Başarı Başarı, aşağıdaki anlamlara gelebilir Kepçe Bahane (albüm) Bahane, Sezen Aksu'nun 10 Şubat 2005 tarihinde yayımlanmış olan on dokuzuncu stüdyo albümüdür. Albümde toplamda on altı şarkı yer alıyor olup on dört şarkının söz ve müziklerinde Sezen Aksu imzası vardır. Aksu, albümünde sözleri Yıldırım Türker' ait ilk sırada yer alan "Bahane" ve sözleri Murathan Mungan'a ait "Eskidendi, Çok Eskiden" adlı iki şarkıya yer vermiş her iki şarkının müzikleri de Aksu'ya aittir. Albümün personel ekibinde birçok isim Sezen Aksu'la birlikte çalışmış DMC müzik etiketiyle yayınlanan albümde "Perişanım Şimdi", "Yanmışım Sönmüşüm Ben" ve "Eskidendi, Çok Eskiden" adlı şarkılar kliplendirilmiştir. Yalancı Yem Yalancı yem, tüy ve iplikten yapılan sinekler, bir veya daha çok uçlu iğne ile donatılmış yumuşak plastik yemler, muhtelif kaşıklar, döner kanatlı yemler, çeşitli şekillerde ve renkte yemlerdir. Bivalvia Midyeler (Latince Bivalvia ya da Bivalva, Pelecypoda, Lamellibranchia.), Yumuşakçalar şubesine ait bir sınıftır. Suyu filtre ederek suda bulunan gıdalarla beslenirler, vücudu bir menteşe ile birleşen iki kabuk içinde bulunurlar. Genellikle simetrik, iki kabuklu yumuşakçalar olarak bilinirler. Sınıf, tamamı tatlısu ya da denizlerde yaşayan 30,000 türü bulundurmaktadır. Kum midyesi, kara midye, kıllı midye, istiridye, akivades, kidonya gibi takımları vardır. Bivalvialar, diğer molluscalardan bir çift karbonatlı kavkı içerisinde yer alan yassı gövdeleriyle ayıklanırlar. Kavkıları genellikle iki kavkının birleştiği yerden geçen bir düzleme göre simetrik olup hayvanın sırt (dorsal) tarafından elastik boynuzumsu maddeden oluşan bir ligoment ile birleşirler. Kavkıları manto tarafından salgılanır ve eklenme yolu ile büyür. Kavkıların birleştiği taraf dorsal (sırt) karşı taraf ise ventral (karın) taraftır. Kavkıların kendileri sağ kavkı ve sol kavkı olarak tanımlanır. Ağızın bulunduğu taraf kavkının ön, anüsün bulunduğu taraf arka taraftır. Kavkılar genellike caco3 bileşimli olup değişik özelliklerde gelişmiş olabilirler. Kavkıların birleştiği yere menteşe levhası denir.Bu levhada her iki kavkıda dişler ve diş çukurları bulunur. Bunlar karşılıklı olarak birbirleri içine geçecek şekilde düzenlenmişlerdir. Kavkı büyürken ilk oluşan kısım umbo`dur. Umbonun altındaki dişler kordinal dişler, yanlardakiler ise yan dişlerdir. Kapalı tohumlular Kapalı tohumlular, çiçekli bitkiler ya da anjiyospermler (), bitkiler aleminin çoğunluğunu kapsayan bir şubedir. Kara bitkileri içindeki en önemli topluluğu, "çiçekli bitkiler" oluşturmaktadır. Yeryüzünün en gelişmiş ve baskın bitkileridir. Morfolojik olarak, ot, çalı gibi değişik formları bulunur. Kapalı tohumluların en belirgin özelliği farkılaşmış çiçekleri ve meyveleridir. Tohum taslakları kapalı bir odacık içinde geliştiği için bu gruba "kapalı tohumlular" denilmiştir. Açık tohumlulardan şu özellikleriyle ayrılırlar: Uluslararası bitki bilimsel adlandırma kuralları, familya basamağının üstünde yer alan basamakların adlandırılmasında seçim serbestliği tanır ve bahsi geçen kuralların 16. maddesi, tanımlayıcı ya da içerilen bir cinse bağlı tanıtıcı (jenerik) adlara izin verir. Dolayısıyla, kapalı tohumluların da bölüm olarak adlandırılmasında geçerli olan ve birbirinin yerine kullanılabilen çeşitli bitki bilimsel adlar bulunmaktadır; bunlar şöyle sıralanabilir: Kapalı tohumlular, tohumlu bitkilerin iki topluluğundan biridir; diğer topluluğu ise Açık tohumlular oluşturur. Kapalı tohumluların en çok tür sayısı bulunan familyaları şunlardır: Çiçekli Bitkilerin Kökü Vardır. Ağ gözü açıklığı Ağ gözü açıklığı, Ağ ıslakken, ağ ipinin ve düğümünün kalınlığına bakılmaksızın, gergin halde bir ağ gözünün birbirine karşılıklı iki düğümü arasındaki mesafedir. Ağın akış yönü dikkate alınarak, birbirini takip eden yirmi ağ gözünde yapılan ölçümün ortalamasını ifade eder. Uzatma ağları Uzatma ağları, balıkların galsamalarından ağa takılması veya ağa vurdukları esnada yaptıkları hareketlerle ağlara sarılması ya da sık gözlü ağa çarparak seyrek gözlü ağda torba yapmak suretiyle yakalanmalarını sağlayan istihsal aracıdır. Bu ağlar çok çeşitli olup her balığın türüne göre ayrılır. Örneğin barbun ağları, sinarit fangri gibi iri balıklar için genellile derin sulara atılan kalın ağlar, köpek ağları, trança ağları, palamut ağları gibi fakat Ege kıyılarında genellikle kullanılan ve kallananların çoğu küçük balıkçıdır. 3-4 metre yükseklikteki uzatma ağlarıdır. Bu ağların seçilmesinin en önemli nedeni, her balığı yakalama özelliğine sahip olmasıdır. Fakat balığın büyüklüğü ve ağları kalınlığı çok önemlidir. Yaz Bitmeden Yaz Bitmeden, Sezen Aksu'nun 6 Ağustos 2003 çıkışlı on sekizinci stüdyo albümüdür. Gırgır ağları "'Gırgır ağları", Çevirme ağları grubunun ve tüm ağlar içinde pelajik balıkların avlanmasında kullanılan en etkin av araçlarıdır. Gırgır ağlarıyla sürü oluşturan pelajik balıklar avlanmaktadır. Çalışma ilkesi balık sürüsünün çevrilip hapsedilmesine dayanmaktadır. Bu çevirme hem yatay hem de dikey yönde olduğundan verimli bir av yöntemidir. Bir gırgır ağı tor denilen uzun ve derin bir ağ ile boci ya da bocilik denilen balığın sıkıştırıldığı bölümden oluşur. Ağın tekneye bağlı olan ucuna peçe denir. Mantar ve kurşun yaka halatları geniş gözlü sağlam sardon ağlarıyla esas ağa birleştirilir. Mapalar ağın altının büzülmesinde kullanılan istinga halatının içerisinden geçtiği metal halkalardır. Gırgır ağları iki tekne ve tek tekneyle kullanılanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. İki tekneyle kullanılan gırgır ağlarında boci ağın ortasında, tek tekneyle kullanılanlarda ise ağın bir ucundadır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de 1970 li yıllara kadar iki tekneyle kullanılan gırgır ağları oldukça yaygınken günümüzde mekanizasyonun artmasıyla sadece tek tekne tipi gırgır ağları kullanılmaktadır. Şarkı Söylemek Lazım (albüm) Şarkı Söylemek Lazım, Sezen Aksu'nun 8 Mayıs 2002 çıkışlı on yedinci stüdyo albümüdür. Albüm Yaşar Gaga tarafından fotoğraflandırılmış, vokalde Levent Yüksel yer almıştır. Perküsyonda Arto Tunçboyacıyan yer alırken ses mikserleri Ender Akay, Alp Turaç ve Martin Gordon'a aittir. Sürütme ağları Sürütme ağları, insan gücü veya mekanik bir güçle istihsal alanının dibinden sürütülerek çekilmek suretiyle toplanıp karaya veya gemiye alınabilen su ürünleri istihsal vasıtası. Çökertme ağları Çökertme ağları, istihsal sahalarında suyun dibine veya içine çökertilmek suretiyle kullanılan su ürünleri istihsal vasıtası. Trol (ağ) Trol ağları, yelkenli gemilerden bu yana kullanılan av araçlarıdır. İlk tipleri Danimarka ığrıpları ve kirişli trollerdir. Daha sonra iki gemi ile çekilen troller ve en son olarak kapılı troller geliştirilmiştir. Günümüzde kullanılan trolleri Kapılı (tek gemi ile çekilen) troller ve Kapısız (iki gemi ile çekilen) troller olarak iki gruba ayırabiliriz. Trol gemileriyle balık avlamaya ise "Trollemek" ismi verilir. Kapılı trollerde ağın yatay açılımı kapılar aracılığıyla sağlanırken iki tekneyle çekilen trol ağlarında ağı her iki yandan çeken tekneler tarafından sağlanır. Diğer yandan trol ağlarını yapıları yönünden dip trolleri ve pelajik troller olarak da iki gruba ayırabiliriz. Hem dip trolleri hem de pelajik troller kapılı veya kapısız olabilirler. Diğer bir ifadeyle dip trollerinin ve pelajik trollerin hem tek tekneyle hem de iki tekneyle çekilen tipleri vardır. Trol donanımı; ırgat ve direkler, trol teli, kapılar, halat ve ağ olmak üzere çeşitli bölümlerden oluşur. Trol ırgatı; trol ağının denize atılıp çekilmesinde işlev görür. Gücünü ana ya da yardımcı makineden alır ve tel tamburları, fenerlikler, firen ve kumanda sistemlerinden oluşur. Trol teli iki adet olan tel tamburları üzerine sarılmaktadır. Yine iki adet olan fenerlikler ise palamar halatının toplanmasında kullanılır. Fren ve kumanda sistemleri sayesinde motordan kayış-kasnak sistemi veya hidrolik pompa aracılığıyla alınan gücün tel tamburuna ya da fenerliklere aktarılması, ırgatın çalıştırılıp durdurulması sağlanır. Ayrıca çağdaş trol teknelerinde ağ tamburları ve daha fonksiyonel trol ırgatları da kullanılmaktadır. Bu tür ırgatlar çoğunlukla hidrolik güç ile çalışır, bu nedenle kolayca kumanda edilebilir. Trol telinin toplanması ve tamburlara sarılması daha pratik ve düzgün biçimde yapılabilir. Trol teknesinin direk donanımı ana bom direğine bağlı iki matafora ile bir bumba (seren) dan oluşur. Çağdaş trol teknelerinde tekne kıç aynasında ağın güverteye alınmasını kolaylaştırıcı bir rampa ve üzerinde her iki bordayı bir köprü gibi birbirine bağlayan asma mataforalar bulunur. Kapılar; tek tekne ile çekilen trol ağlarının yatay ağız açıklığını sağlarlar. Trol teli ile palamar halatı arasında yer alır. Farklı trol tipleri için farklı kapılar kullanılır. Yaygın kapı tipleri klasik dikdörtgen, oval, V kapı ve süberkrüb kapıdır. Trol dona
nımında kapı ile ağ arasındaki bağlantıyı sağlayan halatlar trolün halat donanımını oluşturur. Palamar halatı; ağ ile kapıları birbirine bağlar. Derinlik arttıkça daha uzun, sığ sularda ise daha kısa palamar halatı kullanılmaktadır. Çağdaş ağlarda palamar halatı dışında baş halatı denilen maçadan ağa kadar uzanan halatlar bulunurken, klasik ağlarda palamar halatı ile maça arasında kalın (birkaç kat ve 30 mm kalınlığında) üçlük ya da üçleme halatları bulunur. Baş halatları kanat ağlarını maçanın sınırlamasından kurtararak trol ağının ağız yüksekliğinin artırılmasını sağlar. Üçleme halatı ise ağın deniz dibinden kalkmasını engeller. Gaydaroz halatı ağın parçalanmasını engelleme, ürünle dolan torbadan avlanan ürünü bölmelere ayırıp bölümler halinde tekneye alma ve torba ağzının bağlanmasında yardımcı olur. Maçalardan torbanın arkasına kadar devam eder. Maça ağaç ya da demirden yapılan ve baş halatlarını tutan bir ekipmandır. Çağdaş trol ağlarında maça yerine danleno denilen küremsi dengeleyiciler kullanılır. Trol ağları kanat, omuz, tünel (boru) ve torba bölümlerinden oluşur. Kanat ya da kol ağları avlanacak su ürünlerini ağa yönlendirir. Palamut ağı olarak da isimlendirilir. Genellikle geniş göz açıklığına sahip ağlardan yapılır. Klasik ağlarda tek parça düz dikdörtgen şeklinde ya da maçaya gelen kısmı dar omuza gelen kısmı geniş bir yamuk biçimindedir. Çağdaş ağların çoğunda iki ya da daha fazla parçalıdır. Omuz ağları kanat ağları ile tünelin arasında yer alır. Kurşun yakanın gerisindeki omuz bölümüne alt omuz ya da karın denilirken, mantar yakanın gerisindeki bölüm ise üst omuz olarak adlandırılır. Dip trollerinde alt omuz üst omuzdan daha geriden başlar. Böylece ağa girmekte olan balıklar kurşun yaka ile karşı karşıya geldikleri ve ağı gördükleri an ağ tarafından sarılmış olur. Omuz ile torbayı bir birine bağlayan ve ağın içerisine giren balıkların torbaya yönlenmesini sağlayan bölüme tünel denilir. Tünelin omuz ağlarına bağlandığı bölge geniş, torbaya bağlandığı bölge ise daha dar olduğu için bu bölüm tam bir koni görünümündedir. Ağ gözü açıklığı omuzdan dar, torbadan geniştir. Klasik ağlarda ise omuz, tünel ve torba bölümleri aynı göz açıklığındadır. Torba avlanan ürünün biriktiği bölüm olup, en küçük göz açıklığına sahip bölgedir. Tünele bağlandığı bölümden son ucuna kadar genişliği aynıdır. Torbada balıkların biriktiği son bölüm, deniz zeminine sürtünerek aşınmasını önlemek amacıyla daha kalın iplerden örülmüş geniş gözlü bir örtü (Katiküla) ile kaplanmıştır. Özellikle dip balıkları ve eklembacaklıların (karides vs.) avcılığında kullanılırlarsa da farklı tipleri semipelajik ve pelajik balıkların avcılığında da kullanılır. Bu ağların en önemli özelliği ağ çekimi sırasında ağın sürekli olarak deniz tabanıyla irtibatlı olmasıdır. İstenmeyen durumlar dışında ağ zeminden ayrılmaz. Farklı tipte dip trolü ağları vardır. Akdeniz ülkelerine özgü bir ağ türüdür, bu nedenle Akdeniz tipi kapılı klasik dip trolü olarak isimlendirilir. Yapımında ağ kesim tekniği ve çağdaş yapım kuralları uygulanmadığı için düşük verimli bir ağdır. Diğer ağlara oranla yapım ve kullanım maliyeti yüksek, av gücü düşük, seçiciliği yok denecek ölçüde az bir ağdır. Tüm Akdeniz ülkelerinde halen kullanılan en yaygın dip trolü ağıdır. Yüz yıldır kullanılmakta olup yapımı basittir. Çağdaş ağlara göre tek avantajı ağ yıprandığında tamirinin kolay olmasıdır. Akdeniz ülkelerinde genellikle klasik dip trollerinin küçük boyutluları karides avcılığında kullanılmaktadır. Bununla beraber balıkçılık ve her türlü teknolojide gelişmiş diğer dünya ülkelerinde karides avcılığında özel trol ağları kullanılır. Bu ağların başlıca özelliği küçük olmalarıdır. Genellikle 6-10 metre ağız genişliğine sahip 40–80 cm civarında ağız yüksekliğindedirler. Küçük yapılmalarının en önemli nedenleri kullanan teknelerin küçüklüğüdür ayrıca ağa balık girmesini engellemenin de en kolay yolu ağın küçük yapılmasıdır. Çoğu tipinde palamar halatı oldukça kısadır. Bazı tiplerinde kapılar direk baş halatlarına bağlanır. Küçük ağlar oldukları için bir tekneyle iki ya da daha fazlası bir arada çekilebilir. Çağdaş trol ağlarının en çok bilinenlerindendir. Dip balıklarından pelajik balıklara kadar pek çok türün avcılığında kullanılır. Seçici ve yüksek verimli bir ağdır. Ağız genişliği 12-20 metre yüksekliği 2,5- 8 metre arasında değişir. Bazı yüksek ağız açan dip trollerinde ağız açıklığını artırmak için mantar yaka üzerine açma uçurtması denilen üçüncü bir kapı kullanılır. Pelajik troller ortasu trolü adıyla da anılır. Genellikle hamsi, sardalya, uskumru, ringa ve istavrit gibi pelajik balıkların avcılığında kullanılır. İki tekneyle ve tek tekneyle kullanılan tipleri vardır. Ortasu trolleri Türkiye'de özellikle Samsun ve çevresinde hamsi ve çaça balığı avcılığında yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Balıkçılık teknolojisi gelişmiş ülkelerde sadece tek tekneyle çekilen ortasu trol ağları kullanılmasına rağmen Türkiye'de 1960 lı yıllardan bu yana yapılan çalışmalar sonunda ancak iki tekneyle çekilen ortasu trollerinin kullanılması yaygınlaştırılabilmiştir. İki tekneyle çekilen ortasu trol ağlarında kapı bulunmaz. Ağın yatay yönde (horizontal) açılması ağı her iki yandan çeken tekneler ile sağlanır. Ortasu trolleri çok büyük ağlardır. Ağız genişliği 30-60 metre, yüksekliği 10-50 metre olabilir. Çoğu ortasu ağlarında kanat ağı bulunmaz. Dip trollerinin mantar yakası kurşun yakadan daha önde gelirken ortasu ağlarında her iki yaka da çoğunlukla aynı seviyededir. Tüm trol ağlarında olduğu gibi seçiciliği düzenlenebildiği için yüzey balıkların avcılığında kullanılan diğer endüstriyel av aracı olan gırgır ağlarına göre balık stoklarının korunması yönünden daha faydalıdırlar. Öte yandan Karadeniz’in açık sularında bulunan çaça balığı stoklarının değerlendirilmesi yoluyla ülkemiz balıkçılık üretimini bugünkü düzeyinin beş katına çıkaracak bir potansiyele sahip olmasıyla geleceğin av aracı olarak kabul edilebilir. Trol ağını iki tekne kullanarak her biri diğer ucundan çekerek geniş bir alan taranabilse de genellikle tek bir geminin çaktığı trol daha popülerdir. Bunun için yatay bir genişlik elde etmeyi ağın ağız yapısı sağlar. Trol ağının giriş kısmı değişik ölçü ve şekillerde mevcuttur ve denizin dibi ile temas sağlaması için tasarlanmış veya suda belirli bir yükseklikte kalması için dizayn edilmiş olabilir. Her iki durumda da, ağın ağız yapısı yatay açılımı sağlamak için hidrodinamik şekli ile bir kanat gibi çalışır. Bütün kanatlar olduğu gibi, çekici tekne ağın düzgün bir şekilde ve işler kalması için sabit bir hızda ilerlemelidir. Bu hız değişir fakat genelde 2.5-4.0 deniz mili aralığındadır. Trol ağının dikey açılımı üst tarafın yukarı doğru suda durması ve ağ ağzının aşağı tarafının ağırlığını kullanılarak sağlanılır. Aşağı tarafın yapısı dibin şekli ile bağlantılıdır. Eğer suyun taban yapısı düzensiz eğri büğrü ise ağa gelecek hasarı önlemek için ağın taban yapısı daha sağlam olmalıdır. Trol ağlarının deniz dibine ve dolayısıyla deniz canlılarına verdiği zarardan dolayı 1380 sayılı kanunun bazı maddeleri değiştirilerek trol avcılığı Marmara Denizi'nde tamamen yasaklanmış, Türkiye'nin kıyı şeritlerinde ise ancak 3 milden sonra serbest bırakılmıştır. Deliveren Deliveren, Sezen Aksu'nun 16. stüdyo albümüdür. 2 Haziran 2000 tarihinde piyasaya çıkmıştır. Albümde beşinci sırada bulunan "Rumeli Havası" adlı şarkı bir Cihan Sezer bestesi olup şarkının sözleri Sezen Aksu'ya aittir. Yedinci sırada bulunan "O-kudum-da" adlı şarkının sözlerini Aysel Gürel'e, sekizinci sırada bulunan "Yine mi Çiçek?" adı şarkının sözleri ise Meral Okay'a aittir. Albümde diğer şarkıların sözleri Sezen Aksu'ya aittir. Şarkı düzenlemelerinde Aykut Gürel, Arto Tunçboyacıyan ve Ara Dinkjian ile çalışan sanatçının albüm dağıtımını ise Balet Plak yapmıştır. Albümde Sezen Aksu'nun ön kapak resmi için ayna karşısında makyajını temizlerken ve arka kapak resmi için ise makyajını temizledikten sonraki halini anlatan resimleri seçilmiştir. Albümde kliplenen şarkılar sırasıyla; ikinci sırada yer alan, klip yönetmenliğini Gül Oğuz'un yaptığı "Oh Oh", dördüncü sırada yer alan "Keskin Bıçak" ve onuncu sırada yer alan, klip yönetmenliğini Gül Oğuz'un yaptığı "Sarı Odalar" şarkıları olmuştur. Mansaplar Akarsuların göl veya denizlere açıldığı bölgelerde akarsuyun etkisi altında kalan su ürünleri istihsaline elverişli sahalardır. Arapça kökten gelen mansap sözü kaynak dışındaki alanlardır. Kazak Türkçesinde "özen atıravı" (Kazakça: Өзен атырауы / özen atırawı )denilir. Akarsunun ağzı olarak veya akarsuyun atıldığı , döküldüğü yerdir. Eski Türkçenin etkisindeki Moğolca ve Moğol dillerinden Buryatça'da aşağısı, altı, ayağı manasında (Buryatça: Адаг / "Adag" ) denilir. Zoka Zoka balıkçılıkta, büyük balıkları tutmakta kullanılan ucu iğneli kurşun parçası. Marina Marina, küçük teknelerin ve yatların barınabilmeleri için özel bir mendirekle çevrilen veya bir liman içinde ayrılan deniz alanı, yat limanı. Serpme ağ Serpme ağ, balığın üstten atılan ağ ile kapatılmasını ve ağ içinde kalmasını sağlayan av aracı. İç su balıkçılığında en yaygın olarak kullanılan ve kullanılması çok basit olan bir ağ grubudur. Genellikle Sazan ve Alabalık bu ağlarla avlanmaktadır. Serpme ağlarının çeşitli şekilleri vardır. Genellikle Akarsularda, sabit cepli serpme ağı kullanılır. Bu ağ akarsu kenarından atılır. Balıklar ağdan kaçmak isterlerken yanlarda bulunan ceplere takılırlar. Ağ çekilmek suretiyle kurşun yaka birleşirken veya ağ açıkken bile balıklar dışarı çıkamaz. Serpme ağlarda diğer bir kullanma şekli göllerde ve sığ sularda kullanılan şekil alan büzmeli serpme ağı kullanımıdır. Sığ sularda kullanımda ağın dibe teması şarttır. Göllerde ise yoğun av sürüsü aranır. Ağ balığın üzerine bırakılır, bir müddet çökmesi beklenir ve süratle halatlar çekilmek suretiyle ağ büzülür. Ağ büzüldükçe büzülen kısmın üzeri torba halini alır. Serpme ağlarının, Yeşilırmak, Kızılırmak, Sakarya, Gediz, Fırat, Dicle, Büyük ve Küçük Mend
eres, Seyhan ve Ceyhan nehirleri gibi büyük nehirlerimizin dışındaki iç sularımızda sportif amaçlı bile olsa kullanımları Tarım ve Köy işleri Bakanlığınca yasaklanmıştır. Kardelen (albüm) Kardelen albümü Turkcell'in 1998 yılından bu yana Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte yürüttüğü, ailelerinin maddi yetersizliği nedeniyle eğitime devam edemeyen yaklaşık 10.000 kız çocuğuna burs imkânı sağlayan Kardelenler projesinden etkilenerek hazırlamış olduğu bir albümdür. Sezen Aksu 2005 yılı Eylül ve 2006 yılı Mart ayları arasında 17 farklı noktada verdiği 21 konser ile albümün tüm geliri de Kardelenler projesine aktarıldı. Albümün ismini taşıyan şarkıya'da 2005 yılında Mardin'de bir klip çekildi. Arboretum Arboretum ya da ağaç parkı, esasen ağaçlar ile ağaççık ve çalı gibi diğer odunsu bitkilerin yetiştirilmesine adanmış botanik bahçesidir. Böyle bahçeler bilimsel araştırma ve gözlemler için kullanılmakla birlikte, çeşitli canlı ağaç türlerinin derlemini (koleksiyonunu) barındıran birer müzedir. Bunun dışında, bir botanik bahçesinde bulunan ve ağaç, ağaççık ve çalıların dikimine ayrılmış olan bölüm de "arboretum" olarak anılabilir. Pinetum ise iğne yapraklı ağaçların yetiştirilmesinde özelleşmiş arboretumdur. Arboretum teriminin kökeni, Latince'deki "arboretum"dur. Bu sözcük, "ağaç" anlamına gelen "arbor" sözcüğü ile "belli bitkilerin yetiştirildiği alan" anlamındaki "-etum" son ekinin birleşmesinden oluşur. Pinetum terimi de Latince'dir ve "çam ağacı" anlamındaki "pinus" sözcüğü ile "-etum" son ekinin birleşmesinden oluşur. Türkiye'de bulunan arboretumlar şunlardır: Bahane Remixes "Bahane Remixes", Sezen Aksu'nun 23 Haziran 2005'te yayınlanan remiks albümüdür. Bahane albümü, tek CD olarak ilk yayınlandığında 30.000 civarında bir satış rakamına ulaşmıştı, daha sonra aynı albüm "Bahane Remixes" ismiyle içine yeni remiksler eklenerek çift CD formatında yayınlanarak çok büyük bir satış başarısı yakaladı ve yılın en çok satan albümü olarak MÜYAP Platinium ödülünü kazandı. Aynı yıl "İkili Delilik" Altın Kelebek ödüllerinde yılın şarkısı seçildi. Bu albümde yapılan bir kartonet hatası sebebiyle albümün belki de en popüler remikslerinden biri olarak öne çıkan ve klasikleşen "İkili Delilik" in Kıvanch K ve Cem Oyal tarafından yapıldığı sanılmaktadır oysa bu parça Can Bener ve Cem Oyal tarafından Unkapanı'ndaki Yonca Müzik stüdyolarında yapılmıştır. 2005 yılında Can Bener, o dönem Yonca Müzik (DMC'nin yani Sezen Aksu'nun plak şirketinin türkiye distributörlüğünü yapan plak şirketi)'in yönetici ortağıdır. Bahane albümü basılıp Yonca Müzik depolarına girdiği anda daha yayınlanmadan ilk dinleyişte İkili Delilik şarkısı dikkatini çeker. Orijinal albümde bossa-nova bir slow olan "İkili Delilik"'in remiksi yapıldığında çok büyük bir club hiti olabileceğini fark eder. Bu sırada Can Bener'in liseden arkadaşı olan Cem Oyal, Kıvanch K. ile "Bahane" albümüne remiks yapmak için görüşür. Şarkının orijinal kanallarını alır ve Can Bener'in Unkapanı'ndaki stüdyosuna getirir. "İkili Delilik" isimli şarkının remiksinin yapımı için Can Bener ve Cem Oyal tam 3 ay uğraşır. İlk 2 ay sayısız versiyonu deneyip hiç birinden tatmin olmayan ikili, bir gece "Kosheen - Hide U" isimli parçanın riff'ini keyboard da çalarken, aslında bunun tam da "İkili Delilik"'e uyacağını fark eder. Şarkının geçiş kısmında da "Chicane - Don't Give Up" parçasının riff'inden esinlenirler. Bundan sonra şarkının prodüksyonu çok büyük bir hızla tamamlanır. İkili şarkıyı bitirdiğinde, yayınlandığı anda bunun Türkiye'ye mal olacak bir club hiti olacağının farkındadır. Bu şarkıyla beraber "Perişanım" ve "Eskidendi, Çok Eskiden" parçalarına da remiks yaparlar. Can Bener yaptıkları çalışmanın final halini tüm kanallarıyla CD'ye aktarıp ses teknisyenliği yapması için Kıvanch K.'ya teslim eder. Prodüksiyonu tamamlanarak ODEON CD fabrikasında basılan "Bahane Remixes" albümü Unkapanı İMÇ'de dağıtılmak üzere Yonca Müzik depolarına girer. Bu sırada Yonca Müzik şirketinin yöneticisi ve ortağı olan Can Bener, albümün kartonetinde kendi isminin geçmediğini, yerine Kıvanch K. isminin yazıldığını görür. Albüm çok yüksek miktarda basıldığı ve satış anlaşmaları önceden yapıldığı için albümün kartoneti değiştirilemez. Sezen Aksu'ya, Kıvanch K.'ya ve şirketine iletilen bu hata, Sezen Aksu'nun talimatı ile, eserlerinin telif haklarını koruyan MSG "(Musiki Eseri Sahipleri Grubu Meslek Birliği)" tarafından düzeltilir. MSG kayıtlarında İkili Delilik Remix parçasının telif hakları Can Bener, Cem Oyal ve Kıvanch K. üstünde görünmektedir. Aslında tüm prodüksiyon'u ve düzenlemesi Can Bener ve Cem Oyal 'a ait olan bu İkili Delilik, Perişanım ve Eskidendi Çok Eskiden isimli parçalar yukarıdaki sebeplerden ötürü Kıvanch K remiksi olarak bilinmektedir. Remix Maxi Single Parkorman hediyesidir. Piyasaya verilmemiştir. Albümde "Kahpe Kader" ve "Oh Oh" şarkılarının Kıvanch K'ya ait mix versiyonları bulunmaktadır. 01 - Kahpe Kader (Full Vox Mix) 02 - Oh Oh (Full Vox Mix) 03 - Kahpe Kader (Club Mix) 04 - Oh Oh (Club Mix) Sarı Odalar Sarı Odalar, 1999 yapımı Sezen Aksu albümüdür. Bu albümde "'Sarı Odalar" şarkısının dört farklı sürümü yer almaktadır. Söz ve müziği Sezen Aksu'ya ait şarkının düzenlemesini Kıvanç K yapmıştır. Albüm, Post Müzik tarafından piyasaya sürülmüştür. Adı Bende Saklı Adı Bende Saklı, Sezen Aksu'nun 20 Aralık 1998 çıkışlı on beşinci stüdyo albümüdür. Levent Semerci yönetmenliğinde hazırlanan albüm "Universal Müzik Yapım" etiketiyle Türkiye de yayınlanmış olan albüme ismini veren şarkının hikâyesini Sezen Aksu'nun dilinden Sabah gazetesi yazarı İzzet Çapa şöyle yorumlamıştır; Albümde ilk kliplenen şarkı Tutuklu olmuş, şarkının klip yönetmenliği Yannick Saillet tarafından yapılmış, temada şarkısını seslendiren Aksu, dans eden erkek ve teknede yalnız oturan adam figürlerine yer verilmiştir. Sezen Aksu'nun ölümünün ardından "Gitti ömrümün geri kalanı, yetemedim" dediği can dostu olarak nitelendirdiği Meral Okay ile albümde sekzinci sırada yer alan aynı zamanda albümede adını veren söz ve müziği Okay'a ait "Adı Bende Saklı" adlı şarkıya Gül Oğuz yönetmenliğinde Galata Köprüsü ve Eminönü sahili gibi yerlerde kliplendirilmiştir. Şarkının müziği Yannis Karalis'in "Eclipse" bestesidir. Yine bir Aksu, Okay çalışması olan albümde on dördüncü sırada yer alan sözleri her iki sanatçıya ait "Adı Menekşe" 1998 tarihindeki Levent Yüksel yorumunun ardından Aksu tarafından tekrar yorumlanmıştır. Albümde bir diğer kliplenen şarkı söz ve müzikleri Aksu'ya ait "Ruhuma Asla" şarkısına çekilmiştir. Erkekler Erkekler, Sezen Aksu'nun 27 Şubat 1998 tarihinde çıkardığı teklidir. "Erkekler" şarkısının sözü Sezen Aksu tarafından, "Helal Ettim Hakkımı" şarkısının sözü Sezen Aksu ile birlikte Meral Okay tarafından yazılmış, tüm şarkıların müzikleri Goran Bregović tarafından bestelenmiş, "Erkekler" şarkısının remiksleri Kıvanch K. tarafından yapılmıştır. Düğün ve Cenaze Düğün ve Cenaze, Sezen Aksu'nun 22 Aralık 1997 çıkışlı on dördüncü stüdyo albümüdür. 280.000 tirajla o güne kadar en az satan Sezen Aksu albümü olmuştur. Adını Goran Bregoviç'in aynı adlı orkestrasından alan albüm, çoğu Emir Kusturica filmlerinin müzikleri olmak üzere Bregoviç şarkılarının Sezen Aksu, Meral Okay ve Pakize Barışta'nın yazdığı Türkçe sözlerle yorumlanmasından oluşmuştur. Albümden Erkekler şarkısı farklı versiyonlarıyla tekli olarak yayınlamıştır. "Erkekler", "Hıdrellez" ,"Allah'ın Varsa" "Kalaşnikof" şarkılarına klip çekilmiştir. Albüm 1999'da "The Wedding and the Funeral" adıyla yurtdışında da yayınlanırken albümdeki "Gül" şarkısı 2000'de Bregoviç'in çıkardığı best of albümünde yer almıştır. Cumartesi Türküsü Cumartesi Anneleri'ne destek amacıyla hazırlanmış olan 2 şarkılık Sezen Aksu albümü. Albüm satışa çıkartılmamıştır. Aktüel dergisinin 5. yıl kutlaması için tasarlanmış ve dergi ile dağıtılmış versiyondur. 1996 yılında tasarlanmış ve dağıtılmıştır. Düş Bahçeleri Düş Bahçeleri, Sezen Aksu'nun 14 Temmuz 1996 tarihinde çıkan on üçüncü stüdyo albümüdür. Albüm Sezen Aksu tarafından aranjörü, bestecisi ve yakın dostu Onno Tunç'a ithafen 1995 yılında yapılmıştır.Onno Tunç 21 Ocak 1996 tarihinde Bursa'dan Yalova’ya dönerken, bindiği özel uçağının Selimiye köyü yakınlarına düşmesi sonucu arkadaşı Hasan Kanik ile birlikte hayatını kaybetmiştir. Sezen Aksu, Haziran 2008'de DMC etiketi ile "Deniz Yıldızı" adlı albümünü yayınlamış, “Sezen Aksu Kaybolmayan Yıllar Arşiv Serisi” arşivine ise "Düğün ve Cenaze" ve "Düş Bahçeleri" albümlerini de ilave etmiştir. 1996 yılında yayınlanan "Düş Bahçeleri" ve 1997 yılında yayınlanan "Düğün ve Cenaze" albümlerini yeniden satışa sunan sanatçı diğer albümlerindeki gibi yeni bir kartonet tasarım ve bilgi kitapçığı ile albümlerini arşivcilere sunmuştur. Albümde sekizinci sırada yer alan ve albüme de ismini veren "Düş Bahçeleri" adlı Onno Tunç ve Sezen Aksu ortak çalışması şarkı Azmi adlı televizyon dizisinin jenerik müziği olmuştur. Işık Doğudan Yükselir Işık Doğudan Yükselir, Sezen Aksu'nun 28 Haziran 1995 tarihinde çıkan on ikinci albümüdür. "Var Git Turnam" adlı şarkının bestecisi olarak CD kapağında A.İsahakian yazılmıştır. Fakat bu şarkı iki ayrı şarkının bir araya getirilmesi ile oluşmuş bir şarkıdır. İkisinin de bestecisi A. İsahakian değildir. A. İsahakian "Bingöl" adlı şarkının Ermenice sözlerini yazmıştır. Bu iki şarkının Ermenice adları "Yar ko parag boyin mernem" ve "Bingöl"'dür. Deli Kızın Türküsü Deli Kızın Türküsü, Sezen Aksu'nun 17 Eylül 1993 çıkışlı on birinci stüdyo albümüdür. Sezen Aksu'nun çok satan albümü, Gülümse'den sonra çıkmıştır. Sezen Aksu uzun zamandan sonra ilk kez Onno Tunç olmadan bir albüm yapmıştır. (Sadece "Tenna"nın bestesi Onno Tunç'undur.) Albümdeki bu eksiklik başta yoğun bir şekilde hissedilmiş ancak sindirildikçe albümün satışları giderek artmış ve Sezen Aksu'nun sevilen albümlerinden biri olmuştur. Şarkıların yapımlarında genelde Uzay Heparı ve Attila Özdemiroğlu ile
çalışılmıştır. Aranjör olarak da iş yapan Uzay Heparı albümün çıkışından kısa bir süre sonra geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. Aslı MFÖ'nün 1990 tarihli Geldiler adlı albümünde bulunmaktadır. Tamamını Yeşua Aroyo (Koro Şefi) yönetimindeki İstanbul Oda Korosu Sezen Aksu'ya eşlik etmiştir. Albümde klibi olan ve en çok öne çıkan şarkılardan biridir. Günümüzde bir Türk pop müziği klasiği olmuştur. Meral Okay'ın, eşi Yaman Okay'ın ölümünün ardından Sezen Aksu'yla yaptığı ortak şarkı sözü çalışmalarının ilkidir. Akıl hastanesinde geçen esprili bir klibi vardır. Klipte Sezen Aksu ve Sertab Erener de hastalardan ikisini oynamıştır. "I Trata Mas I Kourelou" adlı İzmir şarkısından örneklenmiştir. Gülten Akın'ın aynı adlı şiirinden bestelenmiştir. Bu şarkıda ayrıca Erkan Oğur da çalmaktadır. Şarkının introsu David Darling'in Ode isimli parçasından alıntıdır. İzmirli olan Sezen Aksu bu şarkıda Türk - Yunan melodileri kullanıp, Ege Denizi ve kıyılarını anlatmıştır. Albüm kartonetinde, bu şarkı için, 'Marika'nın Şarkısı' notu vardır. Türk sanat müziği sazları kullanılmıştır. Klibinde Sezen Aksu'ya Sertab Erener, Mustafa Süder, Levent Yüksel ve Uzay Heparı eşlik etmiştir. Şarkının sözleri, Nâzım Hikmet'in bir rubaisidir. Albümdeki tek Onno Tunç bestesidir. Sezen Aksu bu şarkıyı doğaçlama olarak seslendirmiştir. Müziği anonim olan bu şarkı, 2 Temmuz 1993'te Sivas katliamında yakılarak öldürülen aydınlar için yazılmıştır. Sezen Aksu - Levent Yüksel ortak bestesidir. Klibinde Ferhan Şensoy oynamıştır. Melodik olarak ağır başlayıp sona doğru hareketlenen şarkıdır. Albümün bir diğer klasiği olan bu şarkı yalnızca piyano (Uzay Heparı) ve vokalden olmuşmaktadır. Uzay Heparı komadayken Sezen Aksu bu şarkıyı Heparı'nın kulağına söylemiştir. sezen-aksu com Gülümse Gülümse, Türk müzisyen Sezen Aksu'nun 16 Temmuz 1991 tarihinde çıkardığı albümüdür. Albüm, Coşkun Plak tarafından satışa sunulmuştur. 1990'lı yılların efsanevi albümü olarak değerlendirilen albüm, aynı zamanda 2 milyondan fazla satarak Türkiye'nin en çok satan albümlerden biri olmuştur. Albüm, 1991 yılının Ocak ve Haziran ayları arasında İstanbul'da kaydedildi. Şarkı sözlerinin yazımının büyük bölümü, dört şarkıyla, Sezen Aksu tarafından gerçekleştirildi. Sezen Aksu albüm çıktıktan 13 gün sonra "Hadi Bakalım" adlı şarkısını yayınladı. Şarkı yayınlanır yayınlanmaz albümün satışları bir anda patladı. Klip televizyonlarda sıkça yayınlandı. Hem şarkı hem de albüm bir anda listelerin zirvesine yerleşti. Bu albüm Yonca Evcimik'in aynı yıl yayınladığı Abone albümüyle birlikte Türk pop müziği'nin patlama yaratmasına neden olmuştur. Albüm, Türk müziğinde çok büyük etki bırakmıştır. Albüm ayrıca Türkiye'nin en çok satan albümleri arasında da yer almaktadır. Albümdeki sekiz şarkının videosu yayınlandı. Videosu yayınlanan şarkıların tümü listelerde ilk 10'da yer alırken, çoğu şarkı da bu listelerin zirvesine oturdu. Albümün çıkış şarkısı dönemin siyasî partisi Anap'ın seçim şarkısı olmuştur. Sezen Aksu'nun 1989 yılında yayınlanan önceki albümü Sezen Aksu Söylüyor, eleştirel açıdan kayda değer yorumlar almıştı. "Sezen Aksu Söylüyor", ayrıca 1 milyondan fazla satarak 80'lerin müzik piyasasına göre önemli bir başarı elde etmişti. "Sezen Aksu Söylüyor" ve "Gülümse" albümünün çıkış yılları arasındaki zaman diliminde, Sezen Aksu'nun başından çeşitli olaylar geçmiştir. Öğrencisi Aşkın Nur Yengi'yi piyasaya kazandırmıştır. Diğer iki öğrencisi Sertap Erener ve Levent Yüksel'ide piyasaya kazandırmak için uğraş içindeydi. "Gülümse", albümü Onno Tunç ile birlikte çalıştığı son albümdür ve albümün kayıtları sırasında büyük kavgalar etmiştir. Sezen Aksu bu albümde yine Onno Tunç ve Aysel Gürel ile çalışmıştır. Albümdeki şarkılar günümüzde de popülerliğini korumaktadır, şarkıların tamamı çeşitli yorumcular tarafından tekrar seslendirilmiştir. "Gülümse", aynı zamanda Sezen Aksu'nun 1,5 milyon tirajını geçen son albümüdür. Sezen Aksu, albüm için daha önceki albümderinde çalıştığı Onno Tunç ve Aysel Gürel yer almıştır. Birçok şarkı üzerinde çalıştı, ancak bunların sadece on tanesi albüme dahil edildi. Albüm, 1991 yılının Ocak ve Haziran ayları arasında kaydedildi. Sezen Aksu, albümdeki "Vazgeçtim", "Her Şeyi Yak", "Seni Kimler Aldı?" ve "Güllerim Soldu" adlı şarkıları kendisi yazmıştır. Sezen Aksu, kayıt sırasında devamlı farklılıklar yaptığı için, Onno Tunç ile arasında gerginlikler yaşandı. Albümün kayılarında, Onno Tunç bazı şarkıların düzenlemelerini yapmıştır. Albümdeki "Hadi Bakalım ve "Her Şeyi Yak" şarkılarının geri vokalleri Sertab Erener, Levent Yüksel ve Seden Gürel olmuştur. Arto Tunçboyacıyan albümdeki vurmalı çalgıların olduğu şarkıları düzenlenmiştir. Ara Dinkjian altı şarkı için ud çalmıştır. Atilla Özdemiroğlu ise albümdeki yedi şarkının çalgılarını yönetmiş ve düzenlemelerini yapmıştır. MFÖ grubunun üyelerinden Özkan Uğur albümdeki dokuz şarkı için basgitar çalmıştır. Bir diğer üye Fuat Güner ise akustik gitar ve çalgılar bölümünde yer almıştır. Albümün kayıtları sırasında bu kişilerin yanı sıra Ahmet Kadri Rizeli, Tamer Pınarbaşı, Celal Bağlan, Seyfi Hayta, Serdar Erbaşı, Reyhan Dinletir, İlyas Tetik, Ergin Kızılay, Sevingül Bahadır, Ercan Irmak ve Orhan Topçuoğlu gibi isimlerde yer almıştır. Albüme adını veren şarkı Kemal Burkay'ın şiiri olan "Gülümse" olmuştur. Albüme adını veren şarkı haricinde, dört slow şarkı yer almaktadır. Bu şarkılar içinden "Vazgeçtim" ve "Her Şeyi Yak" en çok ses getirenleri olmuştur. "Seni Kimler Aldı?" adlı parça daha sonra birçok kişi tarafından seslendirildi. Bir diğer slow parça ise "Tutsak" olmuştur. Slow parçalar o dönem çok büyük ilgi görmüştür. "Güllerim Soldu" adlı parça ise slow olmasına rağmen hareketli bir altyapıya sahiptir. Albümde bu parçaya klip çekilmese de en çok ses getiren parçalardan oldu. Sözlerini Aysel Gürel'in yazdığı haraketli parça ve albümün çıkış parçası olan "Hadi Bakalım" albümün en çok ses getiren ve en çok sevilen parçası oldu. Parça yayınlandığı sırada albümün satışları patladı ve albüm Türkiye'nin en çok satan albümleri arasına girdi. Albümdeki parçaların çoğu listelerde bir numaraya kadar yükseldi. Sözlerini, Aysel Gürel'in yazdığı bir diğer parça "Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam" büyük derecede olumlu tepkiler almıştır. Albümün son şarkısı "Değer mi?", Sezen Aksu'nun 1986 yılında yayınlanan Git albümünde yer alan şarkının aynısıdır. Fakat bu albüm için şarkıya farklı bir aranje yapılmıştır. Gülümse, 16 Temmuz 1991'de satışa sunuldu. Albüm, ilk haftasında sakin bir satış grafiği çiziyordu. Albüm yayınlandıktan 13 gün sonra yayınlanan "Hadi Bakalım" adlı albümün ilk çıkış parçasından sonra albümün bir anda satışları patladı. Radyolarda, televizyonlarda, barlarda ve her yerde bir anda bu parça çalmaya başladı. Parça ve albüm listelerde bir numaralara kadar yükseldi. Parça listelerde haftalarca bir numarada kaldı. Daha sonra, şarkı Avrupa'da single olarak piyasaya sürüldü. Zirvede olduğu haftalar boyunca albüm, her hafta 25 bin kadar sattı. Böylece, albüm yayınlanan ilk şarkısıyla büyük bir çıkış yapmıştır. İlk şarkının yayınlanmasından dört ay sonra albümün ikinci şarkısı "Herşeyi Yak" yayınlandı. Yayınlanan ikinci parça slow bir parçaydı. İlk şarkının yarattığı etkiye ulaşamasa da döneminde çok beğenildi. Şarkı dilden dile dolanıyordu. Şarkı listelerin ilk on numarasına kadar girmeyi başardı. Eleştirmenlerden de olumlu tepkiler almayı başardı. 1991 yılının Kasım ayında "Seni Kimler Aldı?" adlı üçüncü parça yayınlandı. Bu şarkıda ikinci şarkı gibi slow bir şarkıydı. İyi bir çıkış yapan parça ikincisi gibi aynı tepkiyi almadı. Fakat listelere girmeyi de başardı. Albümün yayınlanan dördüncü şarkısı "Tutsak" olmuştur. 1992 yılının Nisan ayında yayınlanan şarkı yine bir slow parçaydı. Albümde yayınlanan ikinci ve üçüncü slow parçalar kadar ilgi görmemiştir. Parça, daha önce yayınlanan diğer iki parça gibi olumlu tepkiler almamıştır. Dördüncü parça yayınlandıktan bir ay sonra, "Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam" adlı hareketli parça yayınlanmıştır. Bu şarkı yayınlanan ilk parça gibi çok iyi olumlu eleştiriler almıştır. Bir anda her yerde çalmaya başlayan bu şarkı yıla damgasını vurmuştur. Listelerde bir numaraya kadar yükselmiştir. Eleştirmenlerden olumlu tepkiler almayı başarmıştır. Bu başarılı parçanın sözlerini Aysel Gürel yazmıştır. Ayrıca, Gürel ilk parçanın sözlerini de yazmıştır. 21 Haziran'da "Gülümse" adlı slow parçayı yayınlamıştır. Albümün yayınlanan altıncı şarkısı olma özelliğini taşıyan bu parça ayrıca Kemal Burkay'ın şiirinden şarkıya çevrilmiştir. Albüme ismini veren bu parça olumlu eleştiriler almıştır. İnsanlar tarafından çok beğenilmiştir. O dönem radyolarda ise sıkça çalınmıştır. Haziran ayında yayınlanan altıncı şarkıdan sonra aynı ayın sonunda "Namus" adlı hareketli parça yayınlanmıştır. Daha önce yayınlanan iki hareketli parça kadar olmasa da yine olumlu tepkiler almıştır. Listelere giren bu şarkı eleştirmenler tarafından da olumlu karşılanmıştır. Ağustos ayının son günü albümün yedinci ve son şarkısı yayılandı. Yine bir slow parça olan şarkının adı "Vazgeçtim" idi. Şarkı albümdeki diğer slow şarkıların aksine farklı bir yer edindi kendine. İnsanlar ve eleştirmenler tarafından büyük derecede olumlu tepkiler aldı. Yıla damgasını vuran slow şarkılar arasında da yer aldı. Söz ve müziği Sezen Aksu'ya ait olan "Güllerim Soldu" adlı şarkıya klip çekilmemiştir. Fakat şarkı albümün en iyi şarkılarının arasında yer almıştır. Bu şarkıya klip çekilmese de bir televizyon programında klip tarzı bir şey ile yayınlanmıştır. İnsanların büyük beğenisini kazanan bu şarkı yıla damgasını vurmuştur. Slow bir parça olsa da aranjesi ile hareketli bir parçaya dönüşmüştür. Albümün son parçası ise, Sezen Aksu'nun 1986 yılında yayınlanan albümü Git'in içinde yer alan "Değer mi?" adlı şarkı olmuştur. Farklı bir aranje yapılarak albüme konulan bu parçaya klip çekilmemiştir. Sezen Aksu, birçok kişiye müzik sanayisindeki görünüşü ve duruşu değiştirdi ve aynı anda hem artistik, hem de kazançlı olabilmey
i başardı. Gülümse'nin yayımlandığı sıralarda Sezen Aksu, birçok sanayinin gelişmesinde rol oynadı. Albümün, 2 milyonluk bir satış rakamına ulaşmasıyla Unkapanı'nda zirveye yerleşmiştir. Basının albüm üzerindeki yoğun ilgisi de albüm satışları üzerinde büyük bir etken yaratmıştır. Müzik piyasası, 1980'lerin sonlarına doğru hareketlenmiş, değişen ve gelişen teknoloji müziği de etkilemişti. Akustik enstrümanlardan bilgisayar seslerine geçiş yıllarıydı bunlar ve yapılan düzenlemelerde artık bu yeni sesler kullanılıyordu. Albümün satışları ilk başta durgun gitmiştir. Fakat albüm yayınlandıktan tam 13 gün sonra sözlerini Aysel Gürel'in yazdığı "Hadi Bakalım" adlı parçanın klibi yayınlandı. Parçanın klibi yayınlandığı anda albüm satışları bir anda patladı. 1980'li yıllardaki hayatı ele veren bu parça o dönem herkesin diline dolandı. Şarkı o kadar büyük bir etki yarattı ki dönemin siyasi partisi ANAP'ın seçim müziği oldu. Sezen Aksu'nun yeni zihniyetle alay ettiği bu şarkı yeni zihniyetin seçim şarkısı oldu. Böylece bu şarkı hem 1990'lı yılların açılışını yaptı, hem de 1990'lı yıllardaki pop müzik patlamasının işaretini verdi. Sadece müzikte değil yaşamın her yönünde bir salgın yaşanmaya başlandı. Bu şarkıdan sonra Sezen Aksu albümündeki yedi şarkıya daha klip çekti. Albüm, aradan yıllar geçmesine rağmen halen olumlu eleştiriler almaktadır. Albümdeki sound'ların hala en iyilerin içinde yer alır. Albümdeki en iyi şarkıların "Hadi Bakalım", "Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam", "Vazgeçtim" ve "Gülümse" olduğu üzerinde durulmaktadır. Albümün yıllar süren etkisinin ardından, Türkiye'nin en iyi ve en çok satan albümleri arasında yer almıştır. Sezen Aksu, bu albüm sayesinde 1992 yılında MÜ-YAP tarafından en çok satan kadın sanatçı ödülünü almıştır. Fauna Fauna veya direy, belli bir bölgede yaşayan hayvanların tümüne verilen addır. Yeryüzünde ekolojik olarak sınırlanabilir bir yaşam alanında bulunan hayvan türlerinin tamamıdır. Bakteriler gibi tek hücreli canlılar genellikle Flora (botanik) içinde değerlendirilir. Fenotip Fenotip ya da Dışyapı, genetik (genotip) ve çevresel etkenlerin yarattığı özelliklerin canlının dış görünüşündeki yansıması. Fenotip çoğunlukla genler tarafından belirlenir ancak bazı koşullarda diğer etkenler, fenotipin genotipe yüzde yüz uymasını engelleyebilir. Bu duruma "hipomorfizm" denir. Fenotip, zaman içinde değişebilir. Birden çok genle kontrol edilen özelliklerin fenotipleri de karmaşıklık gösterir. Genlerin durumuna göre çeşitlilik gösteren fenotip sınıflarına "pleitropik" fenotipler denir. Örneğin kıvırcık saçlı anne ile düz saçlı baba çiftleşirse doğacak çocuklar 1. kuşak olur. Kıvırcık saç, düz saça baskın olduğundan kıvırcık saçlı birey "AA" ve düz saçlı birey "aa" olur. Mendel'in de yaptığı gibi bireyler arasında çaprazlama yapılır. AA ve aa olan bireylerin harfleri çaprazlanır. A ile a, A ile a, a ile A ve a ile A genleri ortaya çıkar. Fakat baskın gen harfi (büyük harf) başa ya-zıldığından tüm bireyler %100 melez döl; fakat kıvırık saçlı doğar. Çünkü çekinik gen, baskın genin yanında özelliğini gösteremez. 2. kuşağın bireyleri ise şöyledir: Aa, Aa, Aa ve Aa 1. kuşak üyeleriydi. Bir Aa diğer bir Aa ile çiftleşirse: Aa, Aa bireyleri çaprazlanır ve 2. kuşak bireyleri AA, Aa, Aa ve aa olur. Yani 2. kuşak bireylerinin %25'i arıdöl ve kıvırcık, %50'si melez ve kıvırcık, %25'iyse düz saçlı doğar. Yani fenotip olarak 2. kuşağın bireylerinin %75'i kıvırcık saçlı ve %25'i düz saçlı doğar. Sezen Aksu Söylüyor Sezen Aksu Söylüyor, Sezen Aksu'nun 7 Temmuz 1989 çıkışlı dokuzuncu stüdyo albümüdür. Sezen Aksu ve Onno Tunç konseptinin yanı sıra Aysel Gürel, Zülfü Livaneli, Bülent Ortaçgil, Orhan Atasoy, Hümeyra, Selim İleri, Melih Cevdet Anday gibi isimlerin yer aldığı, hem Sezen Aksu diskografisinde hem de Popüler Türk müziğinde kilometre taşı sayılabilecek bir Aksu albümüdür. "Şinanay" sarkısının bestesinin Fuat Güner'e mi yoksa Onno Tunç'a mı ait olduğu konusunda şüpheler vardır. Genom Genom, bir kalıtım birimi. Bir organizmanın kalıtım materyalinde bulunan genetik şifrelerin tamamını simgeler. Canlıların en temel birimi olan hücrede fizikokimyasal özelliklerin ortaya çıkarılmasında kullanılan genetik talimatların hepsine de genom denilebilir. Her canlının hücrelerinin içine yerleştirilmiş genetik program, o canlının "genom"unu oluşturur. Furby Furby, 1990'ların sonunda Hasbro tarafından satışa sunulan, ışığa ve sese duyarlı, dışı peluş modeli bulunan bir robot oyuncaktır. Furby satışa çıkışından itibaren büyük ilgi topladı ve 40 milyon adet sattı. Bazı yerlerde bu oyuncağı satın alabilmek için uzun kuyruklar bile oluştu. Milyonlarca adet satan bu oyuncak 2005 yılında çok daha gelişmiş özelliklerle donanmış olarak tekrar satışa sunuldu. Furby 2005 yılında yeniden günümüzün teknolojileriyle daha da yenilendi. Artık şaka yapabiliyor ve saklambaç bile oynuyor. Furbynin bir şaşırtıcı özelliği de (emo-tronic) olmasıdır. Bu kurulum Furby'nin duygusal olmasını ve söylenenleri anlamasını sağlıyor. Furby'leri yere atınca yerde bağırır, sadece pillerini çıkarınca veya ilgi gösterince susar. Furby ve benzeri oyuncaklar duygusal oyuncak kapsamında nitelenen cihazlardır. Çok bilinen başka bir örnek Tamagotchi'dir. Değişik şeyler söyler: Genetiği değiştirilmiş organizmalar Genetik mühendisliğinin çeşitli teknikler kullanarak yaptığı müdahalelerle kalıtımsal değişikliğe uğrattığı organizmalar günümüzde, G.D.O. (genetiği değiştirilmiş organizmalar) kısaltılmış adıyla ifade edilmektedir. Bu teknikler; rekombinant DNA ya da "rekombinant DNA teknolojisi" olarak bilinirler. Rekombinant DNA teknolojisi sayesinde DNA molekülleri tüpte (LN "vitro"), yani canlı organizmanın ya da hücrenin dışında, yeni bir tür yaratmak üzere bir molekül içinde bir araya getirilebilmektedir. Bu DNA da bir organizmaya aktarıldığında değiştirilmiş özellikleri ya da kendine özgü özellikleri olan bir canlının ortaya çıkmasını sağlamaktadır. 1970'lerde tarımsal ilaçlar ve kimyasal gübrelerin çevre ve insan üzerindeki olumsuz etkileri tartışılmaya başlanmıştır. Bu maddelerden birçoğunun sağlığa zararı kanıtlanmıştır. Ancak bu durum çevre ve insan üzerindeki tahribata engel olamamıştır. Bunun üzerine artan insan nüfusuna besin maddesi ihtiyacı konusunda sıkıntılar yaşanmıştır. Besin maddesi sıkıntısına yeni çözümler aranmasını beraberinde getirmiştir. 1972'de Paul Berg ilk kez genetiği değiştirilmiş rekombinant DNA molekülü üretmiştir. Bir yıl sonra 1973’de ilk kez genetiği değiştirilmiş bir bakteri yaratılmıştır. Bu olay bilimciler topluluğunda bu tür genetik uygulamaların potansiyel tehlikeleri olduğu konusunda kaygılara neden olmuş ve konu Pacific Grove’daki (Kaliforniya) Asilomar Konferansı’nda tartışmalara yol açmıştır. Rekombinant DNA teknolojisini kullanan ilk şirket Herbert Boyer tarafından kurulmuş ve şirket, 1978’de "escherichia coli" bakterisinin genetik manipülasyon yoluyla, insülin üreten bir türünü yarattığını açıklamıştır. 1983'te dört ayrı ekip genetiği değiştirilmiş bitkiler üzerine çalışmışlardır. 1995'te genetiği değiştirilmiş mısır ekimi yapılmıştır. Sonraki yıllarda bu alanda çalışmaların hızı artarak devam etmiştir. 1998 yılında genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkında etiketleme kuralları belirlenmiştir. Günümüzde bu yolla yaratılan mikroplara transjenik ( rekombinant DNA yöntemleriyle kalıtımsal olarak değiştirilmiş) mikroplar, hayvanlara transjenik hayvanlar, bitkilere ise transjenik bitkiler denmektedir. Genetik bilgilerinin uygulamaları kısaca şöyle özetlenebilir: G.D.O. (genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar) uygulamalarına karşı olanlar, özellikle çevrecilerin bir kısmı ve I.Asimov, J. Naisbitt, P Aburden gibi bazı araştırmacı yazarlar, bilime karşı olmamakla birlikte, genetikteki veri ve buluşların uygulanmasıyla ilgili bazı konularda huzursuz olduklarını ifade ederek, şu gelişmelere işaret etmektedirler: Bu gelişmelere işaret edenler ayrıca bazı tehlikelere dikkat çekerek şu soruları yöneltmekteler: Tarım Bakanlığı'nın mevcut yönetmeliğinde Türkiye'de GDO'lu gıda ve yem maddeleri yasaktır. Ancak bu denetlemeyi yapacak kuruluş Türkiye'de mevcut değildir. Ayrıca yönetmeliğin AB mevzuatına göre ciddi eksikleri vardır. 2003 yılının başlarından itibaren Avustralya'nın bazı eyaletleri transgenik bitkilerin yetiştirilmesini engellemekte idi. Ancak 2007'nin sonlarıda New South Wales ve Victoria eyaletleri yasakları kaldırdılar. Güney Avustralya yasakları kaldırmazken, Batı Avustralya Aralık 2008'de yasağı kaldırdı. Tazmanya Kasım 2014'e kadar yasağı uzattı. Queensland eyaleti 1995 yılından beri transgenik bitki yetiştirilmesine izin vermekte ve hiçbir zaman yasak getirmemiştir. 2005 yılında Prince Edward Adası'nda (Prince Edward Islands - PEI) bir komite transgenik ürünlerin eyalet içinde yasaklanması için bir tasarı hazırladı. Tasarı kabul edilmedi. Ocak 2008'den beri PEA'daki transgenik ürünlerin kullanımı hızla artmaktadır. Kanada transgenik kanolanın en fazla üretildiği ülkelerden biridir. Yeni Zelanda'da GDO'lu ürünler yetiştirilmemekte ve genetiği değiştirilmiş canlı organizma içeren ilaçlar yasaktır. Ancak genetiği değiştirilmiş canlı organizma içermeyen ilaçların satışı yasak değildir. 2004 yılında Mendocino County, Kaliforniya GDO'yu yasaklayan ilk ilçe oldu. %57'lik güvenle yasak geçti. Kaliforniya'da, Trinity ve Marin ilçeleri GDO'lu bitkiler için yasaklar getirdiler, ancak Butte, Lake, San Luis Obispo, Humboldt, and Sonoma ilçelerinde ise yasaklamak başarısız oldu. Fresno, Kern, Kings, Solano, Sutter ve Tulare gibi tarımsal açıdan zengin ilçelerin uzmanları bu kararı uygulamalarla yok saydılar. Zambiya hükümeti transgenik bitkileri de içeren biyoteknolojik çalışmaların faydalarına karşı farkındalığı artırmak ve eğitim amacıyla toplumun olumsuz düşüncesini değiştirmek kapsamında bir proje başlattı. Monsanto'nun MON810 mısırının kullanımı Fransız hükümeti tarafından 9 Şubat 2008 tarihinde yasaklanmıştır . Bu ürün Fransa'da izin verilen tek üründü. Korunma ö
nlemleri insan sağlığına etkileri öğrenilmesine göre alınacak. GDO içeren ürünlerde GDO oranı yüzde 1’in üzerinde ise etiketlenmesi zorunlu. GDO içeren ürünlerin etiketlenmesi isteğe bağlı. Almanya, Fransa, Macaristan, Avusturya, Lüksemburg ve Yunanistan’da GDO’suz ürünler ""GDO içermemektedir"" şeklinde etiketlenebiliyor. Gen aktarımı ile hayvanların, olumsuz çevre koşullarına karşı daha dayanıklı olması, en az maliyetle en verimli ürünü vermesi hedeflenir. Örneğin, daha fazla süt vermesi hedeflenen inekler, floresanslı ışıma yapan (balıklar, domuzlar vs.) hayvanlar bu şekildeki çalışmalarla daha verimli, kaliteli ya da gösterişli hale getirilmeye çalışılmaktadır. Pirinç gibi bazı tahılların vitamin değerlerinin artırılması ve bazı sebzelerin uzun süre taze kalmasını sağlamak, bitkilerde gen aktarımının hedefleri arasındadır. Bu şekilde gen aktarımı yapılmış bitkilere transgenetik bitkiler de denir. Transgenetik bitkiler genellikle tarımsal üretimde kullanılır. Tarım zararlılarına karşı dirençli olan bu bitkiler ilk bakışta avantaj olarak görülebilir. Ancak bu avantajlarının yanında çok fazla dezavantajları, zararları göze çarpar. Kısa vadede tarımsal üretimde fayda sağlasalar bile ileriki dönemlerde toprakları kısırlaştırarak, türü tehlikeye atar ve tarımsal üretimin şimdiki halinden çok daha kötü durumlara gelmesine neden olabilir. Bunun yanı sıra ekolojik dengeleri bozarak çevreye zarar verebilir. Ekolojik sistemde besin zincirirnin en temel katmanını oluşturan bitkilerin zarar görmesi diğer canlılarada olabileceğinden daha fazla zarara neden olabilir. Biyosfer Dünyada canlıların yaşadığı 16–20 km kalınlığında tabaka; "canlı yüzey" de denir. Bu ad ilk kez Fransız bilgini Lamarck tarafından ortaya atıldı ve 20. yüzyılın başında bilim dünyasınca benimsendi. Biyosferin atmosfer içindeki yüksekliği 10000 m'ye ulaşır. Bu yükseklikten öte bakteri ve mantar sporlarına rastlanmamıştır. Yerde yaşayan kara hayvanları için biyosfer 6500–6800 m, yeşil bitkiler için 6200 m, yüksekliğe kadar çıkabilir. Denizin altında 5000 m derinlikte canlıların yaşadığı saptandığından bu da biyosferin alt sınırını oluşturur. Biyosfer, bir gezegenin dış kabuğunun ; hava, toprak, kaya ve su (atmosfer, Kriyosfer, hidrosfer ve litosfer) içeren, içinde yaşam bulunan, biyotik dönüşümler ve çevirimler gerçekleşen bir bölümüdür. Jeofiziksel olarak bakıldığında, biyosfer yaşayan tüm canlı türlerini ve ilişkilerini; canlıların litosfer, hidrosfer ve atmosfer ile etkileşimini inceleyen evrensel ekolojik sistemdir. Biyosferin yaklaşık 3,5 milyar yıl önce bazı aşamalardan geçerek evrim geçirdiği düşünülür. "Biyosfer" kelimesinin bir sayı ile anılmasi genellikle aşağıdaki anlamlara denk gelmektedir: Beko Beko, Koç Holding bünyesinde etkinlik gösteren beyaz eşya ve elektronik markasıdır. Türkiye'nin yeni yeni sanayileşmeye başladığı 1950'li yıllarda, Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç, Türkiye'ye döviz kazandıracak bir ürün arayışındaydı. O yıllardaki ülke koşulları çerçevesinde, bir salça ve konserve fabrikası yatırımı için bu alanda tecrübe sahibi olan Bejerano ile ortaklık kurdu. 1954'te kurulan şirketin ismi, Bejerano'nun ve Koç'un ilk iki harflerinin birleşmesiyle Beko olarak tescil edildi. Ancak, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle, şirket faaliyete geçemedi. O yıllarda, General Elektrik ampullerinin satış ve bayiliğini kurma fırsatı doğunca, konserve şirketinin ismi Beko Ticaret A.Ş. olarak değiştirildi. Böylece, Anadolu'da ilk kez bayilik sistemi kuran Vehbi Koç, Arçelik ürünlerini de bu sistemle tüketicinin evine kadar ulaştırdı. 1977 yılında Arçelik distribütörlüğünü Atılım'a devreden Beko Ticaret, 1983 yılından itibaren güçlü tecrübe birikimi ile Beko markası adı altında Türkiye beyaz eşya sektöründe faaliyet göstermeye başladı. Koç Holding Dayanıklı Tüketim Grubu'nun 1990'lı yıllardan itibaren yurt dışı faaliyetlerine yönelmesiyle, Beko ihracat markası olarak belirlendi. 2000 yılına gelindiğinde ise Koç Holding Dayanıklı Tüketim Grubu'nun yeniden yapılanması sonucu Beko, Beko Ticaret A.Ş. bünyesinden çıkarak, Arçelik markası ile birlikte Arçelik A.Ş. çatısı altına girdi. Yurt dışına kendi markasıyla satış yapan ilk marka olma özelliğini taşıyan Beko, "Dünya Markası" olma hedefiyle yola çıktı. İlk başarısını Türkiye pazarında kazanan Beko, bu başarıyı yurt dışına da taşıyarak, bugün dünyanın 100'den fazla ülkesinde milyonlarca insanı markası ile tanıştırdı. Beko, birçok basketbol organizasyonuna sponsorluk yapmaktadır. Bunların dışında 2014 yılında İspanyol futbol kulüplerinden Barcelona'ya sponsor oldu. Sponsorluk anlaşması gereğince, Barcelona'nın 4 yıl boyunca formalarının sol kol kısmında Beko logosu yer alacak. Ayrıca 1988-2004 arası Beşiktaş ana forma sponsoru olan Beko, 2014-2015 sezonu için yeniden Beşiktaş'la forma sırt sponsoru olarak anlaşmıştır. Biyolojik mücadele (tarım) Biyolojik mücadele, zararlıların populasyonlarını düşürmek için kimyasal maddeler yerine populasyonlarını düşürecek diğer canlıların kullanılması. Kültür bitkilerinde zararlılar ve yabancı otlar aleyhine yaşayan organizmaları kullanmak suretiyle zararlı populasyonu ekonomik zarar eşiği altında tutmak amacıyla yapılan çalışmalardır. Borsa Borsa belli kurallara göre, talep edilen mallar için organize edilmiş piyasaya verilen addır. Örneğin menkul kıymetler (değerli taşınırlar) ile (örnek olarak hisse senetleri, borçlar) dövizler, belli mallar (ör. Metaller ve diğer hammaddeler) veya türev hesaplamalar ile alınıp satılabilir. Borsa arz-talep şeklinde - komisyoncunun aracılık yapmasıyla - piyasa koşulları ile birlikte işler ve fiyatların (kurların) resmi olarak belirlenmesiyle dengelenir. Alınıp satılan malların fiyatlarının ya da kurların belirlenmesi arz ve talebe göre düzenlenir. Borsaların kendine özgü kuralları ve standartları vardır. Hisse senedi, bono ve tahviller genellikle menkul kıymetler borsalarının içerisinde ticareti yapılageldiği halde, döviz ticareti için döviz borsaları (foreign exchange market) veya mal ticareti için emtia borsaları (commodity exchange) vardır. Ana trendin yönü yükselme ise “boğa eğilimi” , düşüş ise “ayı eğilimi” denir. Ayılar düşerken alım yapar, yükselişte uykuda bekler. Boğalar ise yükselirken saldırır, alım yaparlar. Borsa isminin ortaya çıkışı tartışmalıdır. Bununla ilgili üç kuram vardır: İlk borsa 1531’de Anvers’te kuruldu, dünyanın ilk borsa binası 1613’te Amsterdam’da açılmıştır.Kaynak Malların, her şeyden önce ithal ve tarımsal ürünlerin ticaretine yönelik ticari mal borsaları ilk borsa türleridir. Daha sonradan paslanmayan değerli maden ya da kahve gibi belli ürünlerin ticaretinde uzmanlaşmış uzman ürün borsaları ve özel borsalar ortaya çıkmıştır. Bir ticari mal borsası – diğer adıyla ürün borsası– hammadde, tarım ürünleri ya da gıda malzemeleri gibi geri ödenebilir malların işlem gördüğü borsadır. Burada normalde tarım ve sanayi hammaddeleri, mineraller ve de diğer doğal ürünler söz konusudur, ancak sanayi ürünleri bu kapsama girmez. İnsan tarihinin en eski borsaları ticari mal borsalarıdır. Bu borsalar yoğun mal değiş tokuşu yapılan yerlerdeki pazar yerlerinden ve ticaret pazarlarından meydana gelmiştir. Bununla birlikte değerli kâğıt borsalarından birkaç yüzyıl daha eskidirler, günümüzde endüstri ülkelerinde bir zamanlar sahip olduğu anlamlarını geniş ölçüde yitirmişlerdir. 1409’da Brugge’de ilk borsa kuruldu; “borsa” kavramı da orada ortaya çıkmıştır. Avrupa borsaları arasında en eski Alman ticari mal borsası 1541’de kurulan Augsburg Borsasıdır; tahminen Lyon Borsası aynı yıl ortaya çıkmıştır. 1611 yılında işlemlerine başlayan Amsterdam Borsası 17. yüzyılın en önemli ticari mal borsasıydı. Bir ticari mal borsasındaki ücretler sadece arz ve talep yoluyla değil, aynı zamanda spekülasyon yoluyla belirlenmektedir. Ticari mal borsasındaki işler ya hemen bitirme süresiyle lokomotif işler olarak ya da futures işler (futures ticari mal borsası) olarak yürütülür. Bugün ticari mal borsalarında ticaretin devamı ağırlıklı olarak arka alana bağlıdır. Buna rağmen bölgenin satıcıları, alıcıları ve üreticileri için kota etme (listeleme) önceden olduğu gibi öneme sahiptir. Kota etmelerden kasıt hemen teslimatta gerçekten işlem gören ürünler için bölgesel ücretlerdir. Bu, uluslararası ticaret yerlerinde kota edilen ücretlerin bilgisi olarak bölgelerde günlük iş için oldukça önemlidir. Bir futures borsası (türev borsası ya da seçenekli borsa) futures işlerin (seçeneklerin) tasfiye edildiği borsadır. Burada söz konusu gelecekte tasfiye edilecek işlemlerdir. Sözleşmeler bugünden yapılmıştır. Zamanlı iş olarak da bilinen futures iş, anlaşmadan sonra belli bir süreyi kapsayan, kesin bir şekilde kararlaştırılmış fiyat üzerinden malın alışı ya da satışı üzerinden yürütülen iştir. İki günden daha fazla bir süreçten itibaren genel olarak bir futures işten bunun yanı sıra bir değerli kâğıt alım satımından bahsedilir. Şartsız futures iş hem alıcı hem satıcı hem de alıcı tarafından her durumda - aynı zamanda şartsız olarak - yerine getirilmek durumundadır. Hakların ve yükümlülüklerin paylaştırılması yoluyla sözleşme imzalanması sırasında prim akışı olmaz. İşin, yerine getirilmesinde nakit dengelemesi ya da verimli bir teslimat ortaya çıkar. Türler genelde aşağıda olduğu gibi birbirinden ayrılır: Futures işleri yürütmek isteyen müşterilere söz konusu ülkenin Değerli Kâğıtlar Yasasının ilgili maddesi gereğince değerli kâğıt hizmeti şirketince ortaya çıkan riskler hakkında ayrıntılı bilgi verilmelidir. Futures işler manevila etkisi nedeniyle başarı durumunda yüksek kar payını mümkün kılan, fakat yüksek riskleri de ortadan kaldıran aşırı riskli para yatırımları olarak bilinir. Böylesi bir bilgilendirme verildiği takdirde banka ya da broker, müşterinin zararını karşılamakla yükümlüdür. Futures işler aynı zamanda işletmelere özgü riskleri güvence altına almak için işletmeler tarafından işleme konulur. Bu nedenle futures işler birçok işletme için risk yönetiminin tümleyici oluşumunu oluştu
rur. Kıymetli kâğıt borsası, diğer ismiyle hisse senedi borsası ya da etki borsası ulusal değerli kâğıt ticareti yasası bağlamında kıymetli kâğıtların, hisselerin ve türevlerin işlendiği bir borsadır. Burada büyük izleyici toplumunun hisse kurları, tabiri caizse standart kâğıtlar sürekli not edilir. Değerli kâğıt borsaları unvanların emisyonuna hizmet etmez, hatta yatırımcıların az masrafla ve mümkün mertebe düşük maliyetlerle değerli kâğıtları elde etmelerine ve onlardan tekrar kurtulmalarına olanak sağlayan sirkülasyon (para piyasası) piyasası olarak vazife görür. Bu durumda değerli kâğıt borsaları çağdaş finans piyasası kuramı olarak bağımsız kurum, işlevi sözleşme ortaklarının bir araya gelmesinden oluşan bir hizmet işletmesi olarak görülür. Örneğin Almanya’da öncelikli ticaretin işlendiği yedi tane çağdaş kıymetli kâğıt borsası vardır (Ocak 2009). Bunların en büyüğü FWB, yani Frankfurt Kıymetli Kâğıt Borsasıdır. Elektronik üzerinden ticaret yapmanın (Almanya'da örneğin XETRA) ve yerel banka üzerinden hemen hemen gerçek zamanda borsalarda dünya çapında doğrudan işlem yapabilmeksizin özel yatırımcılara da erişme olanaklarının gelişmesi yoluyla sonu kestirilemeyen uluslararası bir yapı dönüşümüne doğru yol almıştır. Bu noktada uluslararası tanınan işletmelerin hisselerinin dünya çapında farklı borsa merkezlerinde işlem görebildiği (örn. Frankfurt, Londra, New York) ve böylelikle açılış saatlerinden kaynaklanan daralmalar olmadığı için her bir borsanın bulunduğu noktanın bağımsızlığı söz konusudur. Hem borsa hem de kıymetli kâğıt ticareti kıymetli kâğıt borsası için eş anlam olarak yorumlanır. Borsalar işlem gören malın biçimine göre adlandırılır: kıymetli kâğıt borsaları bu nedenle ticari mal borsalarından, futures borsalardan ve döviz borsalarından ayrılırlar. Borsa, denetimli fiyatlandırma altında olan karşılanabilir malların zamansal ve yerel olarak yoğunlaştırılmış ticarete hizmet eder. Hedefler; menkul kıymetler, verimlilik artışı, Pazar likiditesi, manipülasyonlara (müdahalelere) karşı koruma gibi işlem maliyetlerinin azaltılması adına artan bir pazar şeffaflığıdır. Daha önce adı geçen borsa dışı ticaretin aksine borsa ticareti, genelde borsa denetleyicisi olan bir kurum, Almanya örneğinde konuşmak gerekirse, Alman Finans Denetim Makamı aracılığıyla ve her ülkenin kendine özgü borsa denetim organları ile kontrol altında tutulmaktadır. ISO 10383 Pazar Tanımlayıcı Kodu sayesinde her bir borsa diğer ticaret platformu gibi dünya çapında tanımlanabilir. Finansal ürünleri satın almak ve satmak için borsalar, merkezi olan karşı tarafın (sözleşmede) önemli faaliyetlerini üstlenmektedir. Takas Edilebilirlik kolayca değiştirilebilir malların, dövizlerin ve menkul kıymetlerin bir özelliğidir. Karşılanabilir (değiştirilebilir) değerler bireysel değildir, aynı zamanda kesin olarak diğer parçalar sayesinde cinsi ve miktarı değiştirilebilir. Takas edilebilirlik, borsa (ticareti) için bir ön koşuldur ve kalite normlarının saptanması sayesinde oluşturulur. Pazar Şeffaflığı ekonomide bir pazarın içerisi hakkındaki bilgilerin mevcut olması anlamına gelmektedir. Bir pazar hakkında ne kadar çok bilgi varsa, o pazar o kadar çok şeffaflaşır. Harika ya da mükemmel pazar şeffaflığı mükemmel rekabetin teorik modeli için bir varsayımdır ve tüm pazar katılımcıları alınıp satılan mallar hakkında, bu malların fiyatları ve diğer koşulları (örnek: yer-teslimat) hakkında eksiksiz bilgi sahibi olmaları gerçeği vardır. Likidite kavramı genel anlamda pazar içerisinde ekonomik cinsten bir malın çabucak bir diğerine karşı değiş tokuş edilmesi anlamına gelir. Likidite, döviz piyasalarının dışında en az bir iki varlığın (ekonomik malın) parasal ödeme aracıdır. Likidite bu nedenle yeterli nakit durumunu da ifade eder. Bu durumun yanı sıra istenilen işlemin nakit para olmasını isteyen bir döviz ortağı bulunmalıdır. Likidite derecelerinin (düzeylerinin) yardımıyla bir şirketin kapasitesi bütün ödeme yükümlülüklerini zamanında yerine getirebilmesi yönünden incelenebilir. Varlık kapsamında benzer şekilde olduğu gibi burada da sermaye tarafının durumları ile varlık tarafının durumları karşılaştırılmaktadır (Yatay Bilanço Analizleri). Dinamik Likidite’nin geçerliliği mevcut ödeme araçları ile tahmin edilmektedir ve bir dönem hakkında tahmini gelirlerin (en çok 1 aydan en az 3 aya kadar) bu dönem zarfında mevcut ödeme yükümlülükleri hizmete koyulabilir. Borsanın klasik biçimi Mevcut Borsalardır (Präsenzbörse) (ya da Parketthandel’dir). Komisyoncular orada şahsen bir araya gelirler ve görüşme yoluyla iş bağlarlar. Bu ya bireysel ticarette ya da müşterilerin vekâletinde ortaya çıkar. XETRA ticaret platformunda olduğu gibi bilgisayardan yürütülen borsalarda bilgisayar destekli ticaret sistemi komisyoncu işlevini üstlenir. Burada veriler bilgisayar maskeleri üzerinden yapılır, bilgisayar sistemi ticareti tasfiye eder ve kurları hesaplar (örn. günlük ortalamaları). Ödeneğin ana payı günlük dünya genelinde komisyoncuların kısmen kendilerinin ekran başında oturdukları bilgisayar destekli borsalar üzerinden tasfiye edilir. Borsa biçimlerinin tanımı genelde işlem gören nesneler yardımıyla gerçekleştirilir: Teslimat ve ödemenin tasfiyesi için piyasa katılımcıları arasında kısmen yasalarla derlenmemiş (kural bağlı) yabancı tahvillerin ödenmesi vadesinden oluşur. Avrupa Merkez Bankasının en önemli açık piyasa işlemi yaklaşık %70 oranla ana finansman aletleridir. Burada, ticari bankaların ihale süreci içerisinde Avrupa Merkez Bankası’ndan merkez bankası parası elde ederken faiz ödemelerine karşı kullandığı açık piyasa politikası söz konusudur. İhale süreci 2000 yılından itibaren faiz koruma yoluyla hayata geçmiştir. Bunun yanı sıra en yüksek Merkez Bankası parası teklifini veren ticaret bankasına hisse verilmiştir. Daha iyi bir yönlendirme için, Avrupa Merkez Bankası asgari faiz oranı hazırlar. Bu asgari faiz oranı (ana finansman oranı dahil) kendini Avrupa Merkez Bankası’nın taban değeri olarak tanıttı. Bu büyük ölçüdeki mali muameleler haftada bir kez gerçekleştirilecektir. 2007’deki finansal krizle mücadele etmek için, 15 Ekim 2008’den beri Avrupa Merkez Bankası sabit ihale sonrası ödünç para vermektedir. Avrupa Merkez Bankası’nın diğer üç açık piyasa işlemleri, uzun vadeli finansman ticaretleri, ufak ve yapısal operasyonlardır fakat bunlar para politikası amaçları için değil, sadece ticaret bankalarına gerekli likiditeleri temin etmek için kullanılır. Avrupa Merkez Bankası’nın abone sermayesi 5,6 milyar dolar tutmaktadır. Bunlar sahipleri ve aboneleri olan ulusal merkez bankaları tarafından ödenir. Bir Ulusal Merkez Bankası’nın toplam ödeme oranı Bir anahtar olarak tanımlanmalıdır, bu anahtar her üye devletin geçtiğimiz yıllarda Avrupa Merkez Bankası’nın kuruluşundan önce ve üye devlet topluluğunun Avrupa Merkez Bankası’nın kuruluşundan beş sene öncesindeki piyasa fiyatlarını sıraya koymasıdır. %21 gibi büyük bir kısmına Federal Alman Bankası sahiptir. Ağırlıkları her 5 yılda bir güncellenir. Euro alanının Ulusal Merkez Bankası tüm sermayeyi ödemek zorundadır Ve diğer AB üyesi devletlerin işletim masraflarına katkıda bulunmak için kendi abone sermaye yüzde yedisini kasaya yatırırlar. Ayrıca Avrupa Merkez Bankası, Euro bölgesi döviz rezervlerinin Ulusal Merkez Bankası’ndan karşılık olarak 50 Milyar Euro kazanıyordu, şu anda bu fiyat geçici olarak 40 Milyar Euro. Rezervler sadece Avrupa Merkez Bankası tarafından muhafaza edilip tahsis edilir, bu işlemlere ulusal Merkez bankası tarafından devam edilecektir. Belli bir rezerv limitinden sonra şirketler Avrupa Merkez Bankası’nın onayına ihtiyaç duymaktadır. Her bir Ulusal Merkez Bankasının hesaptaki hissesi abone sermaye miktarı ile orantılıdır. Hesabının yüzde 15’i altın şeklinde ödenmiş, geri kalan kısmı Amerikan Doları ya da Japon Yeni olarak tahsis edilir. 2007 yılının sonunda kur rezervinin %79,7’si dolar ve %23’ü Japon yeni olarak hesap edildi. 2006 dolar rezervlerinin payı hala %83’te, Yen ise %17 idi. Avrupa Merkez Bankası demokratik kurum ve halkın denetimine tabidir. Ayrıca Avrupa Merkez Bankası raporlama ihtiyaçlarını karşılar. Euro sisteminin işleyişi hakkında her hafta ve yıllık olarak, mevcut ve önceki yılların para ve kur politikaları hakkında yıllık rapor verir. Bu yılık raporları Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Konseyi muhafaza eder. Bu kontrole ek olarak Avrupa Merkez Bankası’nın çalışmaları, mali tabloların incelenmesi, dış denetçilerin gözetimine tabidir, Avrupa Hesap Mahkemesi denetçilerin ve iç denetim organlarının verimliliğini inceliyor. Bunların arasında; Avrupa Merkez Bankası personeli ve yönetim kurulu için bir davranış kodu geçerlidir, içeride işlemler personele göre yapılmalıdır. Bir etik danışmanı, profesyonel davranış ve saygıyı gizli bir rehberlik çerçevesinde sağlamalıdır. 1. Avrupa Parlamentosu kararı üzerine 1 Ocak 2002 tarihinde dahili bir veri koruma görevlisi atanmıştır. Bu koruma görevlisi Avrupa Merkez Bankası Yönetim Kurulu İç Denetim Komitesi adına denetimleri yürütür. Bankanın tamamından sorumludur ve bu revizyonları koordine eder. Dolandırıcılıkla mücadele etmek için Avrupa Merkez Bankası 2004 yılından beri Avrupa Sahtecilikle Mücadele Ofisi tarafından kontrol edilir. 1999 dan beri dolandırıcılıkla mücadele için özel bir programları vardır; çünkü bağımsızlıkları için Avrupa Sahtecilikle Mücadele Ofisi tarafından kontrol edilmek istememektedirler. Komisyon bu karara karşı Avrupa Adalet Divanına şikayette bulunmuş ve mahkeme Avrupa Merkez Bankası’nın bağımsız kalmak için yasalara dikkat etmesi gerektiğini açıklamıştır. Avrupa Merkez Bankası kendi şeffaflığını elde etmeye çalışan bir kurumdur ayrıca, yani kamu ve pazarlarını, önemli bilgilerini stratejileri, değerlendirmeler, kendi para politikası kararlarını kendi yöntemlerine açık, anlaşılır bir şekilde hazırlar. Avrupa Merkez Bankası hangi hedefleri hangi yolu izleyerek yaptığını kamuoyu ile paylaşmak istiyor. Diğer merkez bankaları tarafından da gerekli görüle
n şeffaflık aracılığı ile güvenilirlik ve para politikasının etkisi güçlenir. Şeffaflık, güvenirlilik, disiplin ve öngörülebilirliğe bağlıdır. Güvenirlilik, geniş kapsamlı ve net bilgiler ile Avrupa Merkez Bankasının görevleri yerine getirilir. Avrupa Merkez Bankası ekonomik durumunun yanı sıra kendi değerlendirmesi ve para politikası sınırları üzerine görüşlerini yayınlar. Şeffaflık öz disiplin ve para politikasına tutarlılık getirmelidir, böylelikle politikacıların çalışmaları daha kolay doğrulanabilir. Kararlarının öngörülebilirliği için Avrupa Merkez Bankası ekonomik gelişmesindeki değerlendirmeleri ve para politikası stratejilerini duyurur. Böylece para politikası eylemleri tahmin edilebilir ve pazarda daha fazla ve daha doğru bir yer alır. Makul beklentiler sayesinde önlemler ile onların etkileri arasındaki zaman dilimi azalmakta, ekonomik gelişime uyum hızlandırılmakta ve para politikasının etkinliği arttırılmaktadır. Organize Piyasa’nın örneğin Alman Menkul Kıymetler Kanunu’na göre tanımı; bir ülkede, Avrupa Birliği üyesi olan başka bir devlette ya da Avrupa Ekonomisi üzerine anlaşma yapmış başka bir ülkede devletin düzenlemeleri aracılığıyla işletilen ya da yönetilen, onaylanmış ve çok taraflı izlenen bir sistemdir. Bu, ticarette kişilerin satın alma ve satıştaki çokluğun talebinin sistem içerisinde onaylanmış mali araçların ve bir yöntem içinde düzenlenmiş hükümlere göre bir araya getirilmesinin ya da bir araya getirilmesinin teşvik edilmesidir. Bu ise, finansal araçların satın alınması üzerine bir anlaşma yapıldığının göstergesidir. Borsanın bu tanımı genellikle her bir Borsa Segmenti Menkul Kıymetler Kanunu’nun organize piyasaları olmayan Dış Borsa Ticareti anlamına gelmektedir, yani borsalar devlet (devlet kuruluşları) ve Merkez Bankası aracılığıyla denetlenir, kontrol edilir ve genel anlamda makro ekonomik vadelerden etkilenir. Borsalar kusursuz bir piyasanın mikro ekonomik tanımına en yakındır örnektir. Finansal ürünleri hem talep edenler hem de sağlayanlar, organize piyasalarda bu pazar tipinin faydalarını bir sırada sunmaktadır. Resmi denetleme aracılığıyla ayrıca garanti altına alınan sürekli olaylar bütün katılımcılar adına manipülasyon (kullanma) ve yasadışı firmaların riskini azaltmaktadır. Organize piyasalarda giriş çoğunlukla bir dizi kabul şartlarından oluşmaktadır. Bu nedenle performanslar, işlemler, gerekli kamu işi ve aşırı talepler, örneğin listelere alınmış firmaların muhasebesi için önemsiz olmayan harcamalar ortaya çıkmaktadır. Şayet bir firma seçici bir kitleye ulaşmışsa, firmanın ticarette organize piyasalara katılması bu yüzden çok kez kârlı olmamaktadır. Aynı zamanda muhasebe gereksinimleri ile firma ödemelerine yönelik kamuoyu duyuruları da organize piyasalara katılmış olan şirketleri korkutmaktadır. Resmi komisyoncu bir ülkenin resmi makamlarında döviz denetim kurumu adına sorumludur, bu kuruma mahsustur ve yeminlidir. Bu komisyoncuların görevi atanan segmentlerden iki yabancı menkul kıymetin bazı hesaplarının yapılmasına aracı olmak ve bu şekilde kurları (döviz kurlarını) belirlemektir. 3. Finansal Piyasa Promosyon Yasası’ndan beri resmi ve serbest borsa komisyoncusu arasında çok fazla bir fark yoktur. Daha ziyade sadece menkul kıymetler (değerli kâğıtlar) ve kurları belirleyen sipariş kılavuzları ile ticaret yapan borsacılar vardır. Bunun yanı sıra sipariş kılavuzları hem resmi olarak düzenlenmiş pazarın menkul kıymetlerini hem de borsa dışı ticaretle ilgilenebilirler. Borsa komisyoncusunun tanımı bu akıcılık sayesinde değişmektedir. Serbest komisyoncu, borsa dışı alınıp satılan menkul kıymetlerin kurlarını belirlemektedir. Bu komisyoncular resmi pazarın bütün menkul kıymetleri ile değiş tokuş yapabilirler. Bu komisyoncuların değiş tokuşlarındaki zor nokta ise düzenlenmiş pazarda ve borsa dışı ticarette yer almalarıdır. Döviz Kurulu aracılığıyla serbest komisyonculara izin verilmektedir. Borsa komisyoncusu mesleği sıkı bir şekilde düzenlenmiştir. Piyasaya girme izni almak için sadece yeterli mesleki niteliklere ihtiyaç duyulmuyor, aynı zamanda uygun mesleki eğitime ve uygulamalı deneyime ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ayrıca finansal kaynakları ya da en azından garanti şeklinde teminatı gerektirir.Bununla birlikte borsa aracı kurumlarındaki elemanlar, borsada belirli aylar staj alarak eğitimini tamamlar. İşlem maliyetleri şunlardır: Pazarın kullanımı sayesinde, yani mülkiyet haklarının işlemi ile bağlantılı olması (örnek: alım, satım, kiralama) ya da dâhili bir hiyerarşinin var olmasıdır. İşlem maliyeti teorisi (yöntemi) her bir işlemde işlem maliyetlerinin ortaya çıkması anlamına gelmektedir. İşlem maliyeti teorisi Yeni Kurumsal İktisat’ın temel bir bileşenidir. İşlem maliyetleri; fırsatçılık ile birlikte olan takım oyunu aktörlerinin sınırlı rasyonelliği, yatırımların özgüllüğü ve çevre karmaşıklığıdır. Bir işlemin maliyetleri koordinasyon şekline (Kurumlar Ekonomisi) bağlı olarak gerçekleşir. Mal paylaşımı işlem maliyetleri miktarına bağlı olarak bu nedenle yatay veya dikey olarak yapılmaktadır. Temel ilke: Sözleşme sorunu olarak ekonomik sorunların formülasyonu. Aşağıdaki maliyetler işlem maliyetlerine dâhildir; Ex ante (İşlem maliyeti ortaya konulmadan önce) Ex post (İşlem maliyetleri ortaya konduktan sonra) İşlem maliyetleri adı altında araştırma, hazırlama, bilgi, yükümlülük, görüşme, karar, anlaşma, tasfiye, güvence, uygulama, kontrol, uyum ve bitirme maliyetleri daha somut şekilde anlaşılır. İşlem maliyetleri, örneğin bir işleme katılmış kişiler arasında iletişim ihtiyacı, anlaşma sorunları, yanlış anlaşılmalar ya da çatışmalar ortaya çıktığında meydana gelir. Manipülasyon kavramı gerçek anlamda “kullanım” (elle yürütmek) anlamına gelir ve teknik alanda da aynı anlamda kullanılır. Genel olarak manipülasyon psikoloji, sosyoloji ve politika alanının bir kavramıdır; hedeflenmiş ve örtülü bilinçli etkileme, aynı zamanda bireylerin ve grupların yaşamalarını ve davranışlarını yönlendirmeyi amaçlayan süreçlerin tümü ve bunların saklı kalması (kamuflaj) anlamına gelmektedir. Manüel terapi alanındaki manipülasyon, kökeninde ‘el hareketi’ anlamında olup bir tıkanıklığın giderilmesinde elle yürütülen tekniklerin bir dizisi anlamına gelmektedir. Bir özdeşleştirme teklifinin ya da bir malın ve hizmetin kabulünün kişinin yararına değil de zararına yol açtığında bir insanın manipülasyonundan söz edilir. Kandırma ve ikna çabası, etkilenen kimselerde ekonomik ve ahlaki tahribe yol açarsa o zaman ahlaki olmayan manipülasyon söz konusu olur. Aşağılık duygusuna sahip, eksik özgüveni veya korkusu olan kimse daha kolay aldanır ve kolayca manipüle edilir. İnsanın manipülasyonu hedefleri takip eder ve davranışları bakımından diğer insanları etki altına almaya yarar. Manipülasyon kavramı olumsuz anlamdadır; manipülasyon, tanımı uyarınca olumlu olamaz - olumlu bir sonuç amaçlanır ve ona erişilirse kandırma ve ikna iletişimi söz konusu olur. Manipüle edilen insanlar kendi kavrayış ve inançlarına göre davranmazlar, aksine başkalarınca yönlendirilirler. Dıştan etkilenme yoluyla gerçekleşen bu yönelim doğal olarak kurbanda olumsuz duyguların ortaya çıkmasına neden olur, çünkü manipüle edilen kimse kendi yararına değil, manipüle edenin yararına göre davranır. Mind Security (Düşünce Güvenliği), manipülasyona karşı insanların ve örgütlerin organize bir şekilde korunması olarak tanımlanabilir. Aydınlanma ve emansipasyon, manipülasyonun farklı türlerine karşı yönelim içindedir. İstenilen bir değişiklikten bahsedilince, bu istek hedef kişi tarafından olacaksa, öncelikle öğrenme ve gelişim söz konusu olur. Social Engineering (Toplum Mühendisliği) adı altında bilgilerin izinsiz bir şekilde ele geçirilmesine dair insanın manipülasyonu bilgi güvenliği alanında tartışılmaktadır. OTC ticareti ya da borsa dışı ticaret, borsa üzerinden tasviye görmeyen ekonomi piyasası katılımcılarının arasındaki finansal işlemleri tanımlar. OTC'nin İngilizce yazılışı "Over The Counter’dır ve Türkçeye “Tezgâh Üstü Piyasa” olarak çevrilebilir. Bugün her ne kadar ağırlıklı olarak elektronik yollardan yürütülse de OTC ticareti Türkçede “Telefondan Yapılan Ticaret” anlamına gelmektedir. OTC ticareti üç kısma ayrılabilir: Borsalar sadece ticaret yapan ortakların genellikle teminat istemini karşılamayan standart ürünler sunar. Bir işletme, örneğin bir yatırımın faiz değişikliği risklerini güvence altına aldığında sadece borsalardaki olağanüstü durumlarda bunun için vadeye uygun belge bulacaktır. Finans piyasasında işlem gören ürünlerden bir kaçı için OTC ticareti bu yüzden borsa işleminden, örneğin sertifikalardan daha önemlidir. Özel yatırımcılar da online brokarlar (Online komisyoncular) yoluyla doğrudan işleri bir ihraççı veya komisyoncu ile yürütme olanağına sahiptirler. Bu noktada yatırımcı kendi online komisyoncusuna değer biçilen piyasa ürünü üzerine internet yoluyla talepte bulunur. Bunun hemen sonrasında ihraççı değer biçilen miktar için bağlayıcı alış ve satış fiyatlarını bildirir. Bunun üzerine yatırımcı birkaç saniye içinde bu koşullarda işin yapılıp yapılmayacağına karar vermek durumundadır. Avantajları: Her iki ortak arasında doğrudan ticaretle sağlanan hızlılık Dezavantajları:• Eksik kontrol ve denetim Borsaya bağlı türev ticareti 1990’dan 2002'ye kadar yaklaşık beş kat, OTC türev ticareti ise kırk kattan daha fazla yükselmiştir. Bu arada Lang & Schwarz, Tradegate, CATS-OS ve T.I.Q.S. gibi OTC ticareti sayılan ve "borsa dışı" olarak tanımlanan organize değerli kâğıtlar piyasaları mevcuttur. Borsa kavramının tanımına göre, bu organize piyasalarda borsalar söz konusudur, aynı zamanda „borsa dışı“ tanımı burada çelişkilidir.Kaynak “Yüz yüze sesli pazarlık” ya da “bulunmalı pazarlık” borsada kur oluşturmanın bir biçimidir. Açık sesli pazarlık kavramının yanı sıra İngilizce open outcry trading kavramı da kullanılmaktadır. Tüccarlar hisselerin ve teminatların fiyatlarını birbirlerine sesli bir şekilde duyurdukları ve bu fiyata satış için anlaştıklarını el işaretleriyle anlattıkları için borsa tic
aretinin bu biçimi "Open Outcry Trading" olarak adlandırılmaktadır. Asıl ticaret arka planda kişilerce tasfiye edilmektedir. Bu yüzden kıymetli kâğıt ticaretinde “para” demek bir kimsenin satın almak istemesi anlamına gelir. Bir kimse satış yapmak istediğinde bunun tam tersine “zarf” diye çağrıda bulunulur. Frankfurt’taki bilgisayar destekli yüz yüze sesli ticaret, 2008 New York Stock Exchange borsa satış yeri, 2008 Borsa ticareti zamanlarında borsada izin verilen şirketler, onların tüccarları ve iskonto yöneticileri toplanırlar. Tüccarlar kredi kurumlarının ve finans şirketlerinin çalışanlarıdır. Müşterilerini temsilen ya da kendi hesaplamalarına göre alım satım yaparlar. Yüz yüze sesli ticaret, bugün sürekli bilgisayar destekli ticaret sistemlerince saf dışı edilmektedir. Bu bankanın görevlerini doğrudan borsaya ve böylelikle iskonto yöneticilerinin emir defterine ileten elektronik emir iletme sistemleriyle gerçekleşmektedir. Borsadaki işlem yerinde kısmen 09.00’dan 14.30’a kadar işlem yapılır (örn. Light, Sweet Crude Oil Futures and Options). Borsa sonrası ticaret sadece bilgisayarda gerçekleşir. Dünya genelindeki en önemli yüz yüze sesli ticaret borsası Exchange’dır. Kuzey Amerika’nın büyük futures borsaları NYMEX’te ve CBOT’ta ve de Londra Metal Borsasında buluşmalı ticaretten sonra gerçekleşir. Bilgisayarlı borsalar ya da elektronik ticaret sistemleri (Xetra gibi Bilgisayarlı Ticaret Sistemleri) dünya genelinde herkesçe erişilebilirdir ve klasik yüz yüze ticaretin yerini almaktadır. Bir borsa komisyoncusu üzerinden emirlerin klasik biçimi Xetra ticareti tarafından özellikle borsa aracısının uygun düşen alım için satış araması yoluyla birbirinden ayrılır. Görevler bilgisayarlı ticaret sistemlerinde ve bilgisayarlı borsalarda bunun tam tersi olarak kısaca karşı pozisyonlardan aranıp taranır ve limitler yardımıyla tamamlanır. Xetra ticaretinde bir görevin banka ücretlerinin ödendiği birden çok göreve ayrılması normal şartlar altında olabilir. Komisyoncu buna karşılık komisyoncu ücreti talep etse de toplam görevi birlikte yürütür. Yerel borsanın borsa komisyoncusu bundan ötürü oldukça nakit para özelliği taşımayan değerlerde daha iyi kurlar elde eder. Avrupa’daki en önemli yüz yüze sesli borsalar şunlardır: Özellikle yerel borsalar küçük odalarda iş görmeye çalışarak bulunmalı ticarette yer almaktadırlar. Xetra 28 Kasım 1997’de IBIS sisteminin yerini aldı. Sistemin giriş yapması karşısında özellikle diğer borsa yerlerinde ve bulunmalı borsa savunucularından eleştiri gördü. Bunun yanlıları piyasaya uyumlu yürütme ücretlerini, düşük işlem maliyetlerini, eşit haklara sahip olmayı, bulunulan yere bağlı kalmamayı ve ticaret ortaklarının anonimliğini bir araya getirdiler. Xetra gibi elektronik ticaret sistemi için meydan okumalar her şeyden önce istikrarı, elde bulundurmayı, ölçekliliği ve gecikme süresini (latans) ve de uzun vadeli yükselen piyasa etkinliğini ilgilendirmektedir. Xetra o zamanki iletişim müdürü Wilhelm Brandt tarafından piyasa ürünü olarak geliştirildi. Hedef Xetra’yı kullanıcıların ve kamuoyunun yanında daha iyi konuşlandırmak ve de diğer borsalara satabilmekti. Xetra, Alman Borsası AŞ.'nin teknik el kitabında Electronic Trading ya da Exchange kavramlarının kısaltması olarak yorumlanır. Xetra sisteminin algılanma biçimi ve bilgi tekniksel satılması Alman Borsası Sistemlerince biçimlendirilen Eurex sistemine dayanır ve Alman Borsası AŞ.’nin vekâletinde Andersen Consulting (bugün Accenture) ve Alman Borsa Sistemleri tarafından yürütülür. Alman borsalarındaki toplam hisse ticaretinin yüzde 83’ü Xetra Ticaret Sistemi üzerinden tasfiye edilir. Xetra, Frankfurt Kıymetli Kâğıtlar Borsası’nın ticaret günlerinde 09.00’dan 17.30’a kadar açıktır. Frankfurt am Main’daki bulunmalı borsada bunun aksine 20.00’a kadar işlem yapmaktadır. Xetra üzerindeki fiyatlar en bilindik Alman hisse endeksinin DAX hesaplamasına dair temeldir. Bir kıymetli kâğıt emri yüksek arz ve talep (likidite) yoluyla özellikle DAX değerlerinde diğer ticaret yerlerine göre daha hızlı ve piyasaya uygun fiyatlarda yürütülür. Bu ilke likidite sağlayıcıları (diğer adıyla Designated Sponsors) desteklenir, bunlar Xetra üzerinden işlem gören seçilmiş kıymetli kâğıtlara sürekli olarak bağlayıcı alış ve satış fiyatlarını (kotalar) piyasaya sokarlar. Toplam ticaret elektronik olarak gerçekleştirildiği için Xetra bulunmalı borsada olduğundan daha sık görevlerin kısmi yürütülmesine sahip olabilir. İstenmeyen ciddi fiyat düşüşlerinden kaçınmak için kıymetli bir kâğıtta ticaret için otomatik olarak bir gelgeç müdahalesi uygulanabilir ya da kıymetli kâğıt Alman Borsası AŞ.'nin ticaret denetleme merkezinden (HÜSt) el yordamıyla ticaretten çekilir. Xetra üzerinde ticarete katılma yüz yüze sesli borsada olduğu gibi ayrı bir izin gerektirmemektedir, hatta yeni listelenmiş kıymetli kâğıtlar her iki ticaret sisteminde ticaret için otomatik olarak işleme sokulurlar. Alman Borsası bugün Frankfurt’taki yerinde Xetra sisteminin birçok mercisini işletmektedir: Xetra teknolojisi Bulgaristan Borsası’nda da ve Leipzig Enerji Piyasasında EEX faaliyete sokuldu ve Shangai Menkul Değerler Borsası'nda da kullanılacaktır. Türkiye'de borsanın tarihi Osmanlının son dönemlerine kadar uzanmakla (özellikle bono piyasası) birlikte 1970 ve 1980 lerin ilk yarısında, mekân olarak Sirkeci Vakıf Han'da bir tür tezgâh üstü piyasa (OTC; over the counter) şeklinde faaliyette bulunuyordu. (Tezgâh üstü piyasalarda, sermaye piyasasına aracılık eden kurumlar, kendi aralarında bir borsanın belirleyici kural ve tüzüklerine uyma zorunluğu duymadan işlem (alım/satım) yaparlar.Bugün en gelişmiş piyasalardan biri olan Amerika Birleşik Devletlerinde bazı küçük işlem hacmine sahip firmalar, borsa haricinde OTC olarak işlem görürler.) İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), konjektürel gelişmeler sonucu, hisse senetlerinin ticaretinin düzenlenmesi ve standartlaştırılması amacıyla 1986 yılında Karaköy-Tophane'de faaliyete geçmiş bulunmaktaydı. Günümüzde, kendi modern binasıyla İstinye'de faaliyetini sürdürmektedir. İlk zamanlarda az sayıda şirket, düşük işlem hacmi ve Türk ekonomisine endeksli hareket eden İMKB, günümüzde Hisse Senetleri Piyasası'nda 330'dan fazla şirketin hisse senedi, Tahvil ve Bono Piyasası'nda ise devlet tahvili ve hazine bonolarının yoğun olarak işlem gördüğü bir borsa haline gelmiştir. Hisse Senetleri Piyasası'nda günlük ortalama 1 milyar dolar, Tahvil ve Bono Piyasası'nda ise günlük ortalama 8,5 milyar dolarlık işlem hacmiyle dünya ekonomileriyle entegre bir şekilde faaliyetini sürdürmektedir. Uluslararası öneme sahip borsa merkezleri: Piyasa sermayeciliği ve ticaret ödenekleri uyarınca CEE bölgesi için (Consortium for Energy Efficiency - Enerji Verimliliği Konsorsiyumu) en önemli ticaret birliği CEE Menkul Kıymetler Borsası Grubudur (CEE Stock Exchange Group). Polonya'daki Varşova Borsası önemli bir merkez olarak görülmektedir. Dünya genelindeki borsalar günlük yaklaşık 2 milyar dolar ticaret hacmiyle dünya ticaretinin belirleyici bir etmenidir. New York Menkul Kıymetler Borsası (NYSE) dünyanın en büyük kıymetli kâğıt borsasıdır ve NYSE Euronext Grubu’na aittir. NYSE, ABD’de New York’ta yerleşik olduğu sokağın adı olan “Wall Street” ismiyle de bilinmektedir. NYSE’deki işlem saatleri iş günlerinde yerel saatle 09.00’dan 16.00’ya kadardır (GMT:16.30-23.00). Britanya’nın başkenti Londra’da kurulu olan Londra Borsası (LSE) Avrupa’nın en eski ve en büyük borsalarından birisidir. LES bir hisse şirketidir ve üç kısma ayrılmıştır: Ana Pazar (Main Market), Alternatif Yatırım Pazarı (Alternative Investment Market AIM) ve EDX London. LSE’nin vekâletinde FTSE Group hisse göstergelerini oluşturmuştur, bunların en çok bilineni FTSE 100’dür. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 1992 BM Rio Zirvesi’nde biyolojik çeşitliliğin mevcut ve gelecek nesillerin yararına korunmasını ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını hedef alan sözleşmedir. 1992 Rio Çevre Zirvesi’nin en somut sonuçlarından birisi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin imzaya açılması olmuştur. Bağlayıcı bir sözleşme olan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi taraflarına bazı yükümlülükler getirmektedir. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz: • Ulusal stratejilerin belirlenmesi, bir eylem plan ve programının oluşturulması. • Biyolojik çeşitliliğin acil olarak korunma gereksinimi olan türlere veya mekanlara öncelik verilerek izlenmesi. • Koruma alanlarının belirlenmesi ve kurulması • Koruma altına alınmayan bölgelerde de doğa ve kaynakların kullanımında sürdürülebilirlik ilkesinin geçerli olması. • Sözleşmenin uygulanması için gerekli yasal ve idari düzenlemelerin yapılması. • Halkın biyolojik çeşitliliğin değeri ve önemi konusunda eğitilmesi. • Bu konuda yapılan araştırmaların ve bulguların ülkeler arasında serbestçe paylaşılması • Kalkınmış ülkelerin, biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için kalkınmakta olan ülkelere gerekli parasal ve teknik yardımları sağlamaları. Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından GEF mali desteğiyle ve ilgili bütün kurum ve kuruluşların yanı sıra çeşitli üniversiteler ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla Türkiye Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007 yılında hazırlanmış ve 2008 yılında ilgili kurumlara dağıtılmıştır.Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Sitesi Beyaz Beyaz (veya akça), görülebilir dalga boylarındaki tüm renkleri kapsayan renk. Beyaz ışık, kırmızı, yeşil ve mavi ışıkların karıştırılması ile oluşturulabilir. Eskiden, beyazın ışığın doğal rengi olduğu kabul edilirdi, ancak Newton, tam tersine beyazın tüm renklerin birleşimi olduğunu kanıtladı. Resimde beyazın kullanımı çok beceri isteyen bir tekniktir. Işığın tersine, boya olarak beyaz hiçbir renkle karışmamalıdır. Türk toplumunda ve diğer pek çok toplumda beyaz saflığın simgesidir. Gelinlikler bu yüzden beyaz olur. Ayrıca siyahın tam karşıtı kabul edilen beyaz, aydınlığın da simgesidir ve Türkçede beyaz sözcüğüyle karşıt anlamlıdır. Beyaz bayrak iyi
niyetin, beyaz bir sayfa da yeni başlangıçların ifadesidir. Yalnızca Çin ve Hint kültürlerinde durum terstir ve beyaz, ölümün, yasın ve kötülüğün simgesidir. İstikrarı, devamlılığı da simgeler. Politikada beyaz renk temizlik, dürüstlük çağrışımları yaptığı için sık kullanılır. Türkçe'deki "akça" ve onun kısaltılmışı olan ak ile yetinilmemiş; Arapça "süt" anlamındaki "beyaz" alınmıştır. BSH BSH (BSH Hausgeräte GmbH; Türkçe; BSH Ev Aletleri) Avrupa'daki ev aletlerinin en büyük üreticisidir ve sektörün önde gelen şirketlerinden biridir. Grup, 1967 yılında Robert Bosch GmbH Stuttgart ile Siemens AG Munich’in ortak girişimiyle kurulmuş ve 2015 yılında yıllık satışları 12.6 milyar € değerine ulaşmıştır. Bugün, BSH dünya genelinde yaklaşık 40 fabrika işletmektedir. BSH Holding, global bir satış ve müşteri hizmetleri ağıyla birlikte 50 ülkede yaklaşık 80 şirketten oluşmakta ve toplam 56.000 kişinin üzerinde işgücüne sahiptir. Eylül 2014'te Robert Bosch GmbH, ortak girişimdeki Siemens'in %50 hissesini 3 milyar € karşılığında satın almıştır. BSH Hausgerate'nin Türkiye'deki iştiraki BSH Ev Aletleri Sanayi ve Ticaret A.Ş., 1992 yılından bu yana faaliyet göstermektedir. Ana markaları Bosch ve Siemens, özel markası Gaggenau ve yerel markası Profilo ile Türkiye'nin yabancı yatırımlı beyaz eşya şirketidir. Türkiye de Çerkezköy fabrikalarında soğutucu, çamaşır makinesi, fırın, gardrop tipi buzdolabı, ve bulaşık makinesi olarak beş ana grupta üretim yapmaktadır. Fabrikada Türk-Metal Sendikası bulunmaktadır. 550.000 metre kare alana sahiptir. Türkiye'deki idari merkezleri Ümraniye / İstanbul'dadır. Feodalizm Feodalizm ya da derebeylik, başta Ortaçağ Avrupası olmak üzere tarihin birçok evresinde rastlanan toplumsal, siyasal ve ekonomik örgütleniş biçimidir. Feodalizm kelimesi, Latince "feodum" (tımar) ile taşınabilir değerli mal anlamına gelen Latin kökenli bir kelimeden türetilmiştir. Feodal toplumun siyasi örgütlenişi, koruyan-korunan ("süzeren-vassal") ilişkisine dayanan hiyerarşik bir örgütleniştir. Merkezî otorite zayıftır, yerellik görülür. Feodal ekonomi ise, kendi kendine yeterlik üzerine kuruludur. Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından güçlü ulusal monarşilerin ortaya çıkmasına kadar olan sürede, Avrupa'da hâkim olan örgütleniş biçimi feodal örgütleniştir. İlk Çağ'da Roma'dan yönetilen topraklarda Cermen istilaları ile Roma döneminin merkeziyetçi siyasi düzeni bozulmuş ve sayısız irili ufaklı feodal beylik ortaya çıkmıştır. Ticaretin tekrar canlanması ile temelleri sarsılan feodalizmin son kalıntıları Sanayi Devrimi ile tamamen yok olmuştur. Feodalizmin ortaya çıkmasındaki en önemli sebep, Roma İmparatorluğu'nun düzeninin karşılaştığı büyük ekonomik bunalımdır. Roma İmparatorluğu'nda, özellikle İtalya Yarımadası'nda tarımsal üretim, toprak sahibi özgür Roma vatandaşlarının geniş çiftliklerinde, ağırlıklı olarak köle emeği kullanılarak ve imparatorluğun ticaret hatlarındaki hâkimiyeti sayesinde çeşitli pazarlara yönelik olarak yapılıyordu. İyi işleyen ticaret sayesinde gelişmiş bir işbölümü sağlanmıştı ve tarımsal üretim kırsal alanlarda, zanaatlar ise ticari merkez durumundaki kentlerde sürdürülüyordu. Kentler, kırsal kesim için gerekli üretim araçlarını ve lüks malzemeleri, kırsal kesim ise kentlerin gıda ihtiyacını sağlıyordu. Bu şekilde canlı bir kent-kır ticareti oluşmuştu. Fetihler boyunca Roma yeni vergi kaynakları yaratıyor ve savaşlardan gelen yağma gelirleriyle besleniyordu. Ancak, fetihlerin durması ve savaşların kısır savunma savaşlarına dönmesinin ardından Roma maliyesi zor duruma düştü. Bunu dengelemek amacıyla, vergilerin artırılması yoluna gidilmiştir. Vergilerin artırılması köylüyü çok zor durumda bırakıp alım gücünü azalttığı gibi, köyden kente göçü de tetiklemiştir. Bu durum ilk etkilerini ticaret üzerinde göstermiştir. Köylünün alım gücünün azalması köy-kent ticaretini zayıflatmış, kentli zanaatkârlar pazar bulmakta zorlandıklarından iflasa sürüklenmiş, kentle ticaret yapamayan "latifundia"lar (köle emeğiyle üretim yapan tarımsal işletmeler) zor duruma düşmüştür. Bu, Roma dönemindeki ekonomik düzeni yok edecek bir kısır döngüdür. Ürünlerin pazarlamasında sorunlar yaşanmaya başlandığında, kölelerin üretim dönemleri dışında da beslenmesi zorunluluğu katlanılması olanaksız bir maliyet unsuru haline gelmiştir. Bu tür işletmeler, kölelerin bir kısmını azat ederek, belirli bir toprak kirası karşılığında geçimlik toprakları işleme hakkı tanıdılar. Azat edilmiş bu yeni küçük çiftçiler tümüyle özgür değillerdi, kendilerine tahsis edilen toprakları terk etmeleri durumunda toprak sahibinin gelir kaynağı da ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla bu topraklardan ayrılmama koşuluyla azat edilmişlerdir. Böylece, verilen toprağı işleyerek geçimini sağlayan, karşılık olarak efendisine toprak kullanım kirası ödeyen bu çiftçilerle yeni bir sınıf doğmuş oldu. Bu sınıf, feodal ekonominin ana üretici gücü olan "serf"ler sınıfıdır. Buna ek olarak, kent-köy ticaretinin azalması, "latifundia"ları kendi ihtiyaçlarını karşılamaya itti. Daha önce kentten aldıkları malları, aynı kalitede olmasa bile, üretmeye başladılar. Bu durum, pazara dönük üretimi durdurduğu gibi ekonomik bütünlüğü yok ederek yerelliğe yol açtı. Görüldüğü gibi ekonomik koşulları daha Roma düzeninin son günlerinde oluşan feodal yapı, Roma İmparatorluğu'nun Cermen istilaları ile yıkılmasının ardından ortaya çıktı. Roma mirası üzerine kurulan Cermen krallıklar, Roma gibi merkeziyetçi devletler olamadılar. Daha önce Roma'dan yönetilen topraklarda, her biri kendine yeter ekonomiye sahip sayısız feodal beylik kuruldu. Feodal düzen, Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla ortaya çıkmış olsa da, bu düzenin kurumsallaşıp tipik şeklini alması 9. ve 10. yüzyıllara kadar sürmüştür. Bu tarihlerde Avrupa'da yayılan iki yeni buluş, feodal yapının Avrupa'nın hâkim düzeni olmasını sağlamıştır. Bu iki buluş ağır saban ve üzengidir. Kuzey Avrupa topraklarının çok yağış alması ve drenaj sistemlerinin ihtiyaca cevap verememesi bu bölgelerdeki tarım üretimini kısıtlamış ve nüfus birikimini engellemiştir. Bu nedenle İlk Çağ'da nüfus iç bölgelerde değil, nispeten daha az yağış alan Akdeniz Havzası'nda birikmiştir. Ağır sabanın bulunması Kuzey Avrupa topraklarında verimli tarım yapılmasına imkân sağlamış ve toplanan artı ürün ile Avrupa'yı göçebe istilalarından koruyacak bir askerî sınıfın beslenmesini olanaklı kılmıştır. Şövalyeler diye adlandırılacak olan bu askerî sınıf, üretim yapan köylünün üzerine koruyucu soylular olarak yerleşmiştir. Oluşan düzende serfler soyluların toprağını işlemiş, karşılığında ise soylular serfleri korumuştur. Üzengi ise dönemin savaş taktiklerinin değişmesine yol açmış ve piyade ile durdurulması çok güç olan "ağır süvarileri", yani "zırhlı şövalyeleri" ortaya çıkarmıştır. Giydikleri kalın demir zırha rağmen üzengi sayesinde atın üstünde rahatça durabilen şövalyeler, ateşli silahların yaygın kullanımına kadar Avrupa'nın en etkili askerî gücü olmuşlardır. Avrupa'daki göçebe istilaları, giderek daha çok toprağın feodal düzene uygun düzenlenerek şövalyelerin beslenmesine ayrılmasını gerektirmiştir. Savaş hizmeti karşılığında toprak dağıtım ilkesine dayalı düzen bu ihtiyaçtan oluştu. Bu sayede Avrupa'yı kasıp kavuran göçebe istilaları büyük ölçüde engellenmiş ve Avrupa'ya görece bir güvenlik gelmiştir. Feodal kurumların tipik haliyle ortaya çıkması ilk olarak Frank Karolenj İmparatorluğu'nun bünyesinde gerçekleşti. Bu nedenle Fransa feodalizmin anavatanı sayılabilir. Britanya Adasını istila eden Normanlar (1076), feodalizmi İngiltere'ye taşıdılar. Anglosakson istilalarının ardından İngiltere'de feodal yapıyı andıran kurumlar oluşmaya başlasa da ancak Normanlar'ın İngiltere'yi ele geçirip toprakları feodal düzene uygun biçimde dağıtmasından sonra tipik haliyle feodalizm oluşmuştur. Diğer bölgelerin aksine İngiltere'de feodalizmin yukarıdan aşağıya doğru kurulması, İngiltere'de merkezî otoritenin nispeten daha güçlü olmasına yol açmıştır. Feodalizm Roma ve Cermen uygarlıklarının bir sentezi olarak ortaya çıktığından, Roma uygarlığının bir parçası olmayan Almanya'da geç oluştu. Feodal kurumların Almanya'ya yerleşmesi Frank Karolenj İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra 12. yüzyılda gerçekleşti. İspanya'daki Roma düzeninin bozulmasıyla Müslüman Arapların burayı ele geçirmesi arasında sadece iki asırlık bir süre olduğundan, İspanya feodal kurumlarını oluşturamadan Arap egemenliğine girdi. Bu nedenle İspanya'daki siyasi kurumlar, Avrupa'nın geri kalanından çok farklı biçimde gelişti. Frank Karolenj İmparatorluğu'na bağlı kalan kuzeydeki Katalonya bölgesi haricinde İspanya'nın büyük bölümünde feodalite oluşmadı. Avrupa'nın farklı yol izleyen diğer bir bölgesi de İtalya oldu. Kuzey İtalya'da Roma mirasının çok güçlü olması, kent hayatının tamamıyla ortadan kalkarak kırsal kültürün hâkim olmasını önledi. İtalya'nın kuzeyinde kentlerin kıra hâkim olduğu bir düzen oluştu. İtalya'nın güneyi ise feodal çağ boyunca Bizans egemenliğinde kaldığından feodal kurumlar oluşmadı. Ancak bölgenin Lombard istilası ile Bizans'ın elinden çıkmasının ardından Fransa'dakinin benzeri bir feodalite kuruldu. Feodal düzenin siyasi yapısı bir piramit gibidir. En üstte kral (veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular bulunur. Bu soyluların altında daha başka soylular olur. Bu hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş tabakasını serfler oluşturur. Piramidin en tepesinde otursa da kralın mutlak egemenliği yoktur. Feodal düzende kralın yetkisi çok sınırlıdır. Bu sınırlamanın başlıca nedeni, idarenin tek merkezden (kralın sarayından) yapılmamasıdır. Temel üretim aracı olan toprak, birçok feodal bey arasında paylaştırılmıştır. Ekonomik gücü ellerinde bulunduran ve kralın rakiplerine karşı tek dayanağı olan feodal beyler, kendi iradelerini krala, gerekirse zor kullanarak kabul ettirecek güce sahiptir. Bunun en tipik örneği, 1215'te İngiliz feodalitesinin kral Yurtsuz John'a kabul ettirdiği Magna Carta'dır. Feodal sistemde sadece üretim araçları değil, askerî güç
de feodal beyler arasında paylaşılmıştır. Donanımlı askerlerden oluşan merkezî bir ordunun kurulması kral açısından pahalı olduğundan, bu ihtiyacı feodal beyler karşılamıştır. Bu sebeple kralın savaşta başarılı olması, feodalitenin desteğine bağlıdır. Savaş teknolojisindeki gelişmelere rağmen feodal çağda kaleleri güç kullanarak ele geçirmek hâlâ imkânsıza yakındır. Şövalyelerle birlikte şatosunun surlarının arkasına saklanan bir feodal bey, kralın gücünden bile korunmuş oluyordu. Bu durum, feodal beylerin bağımsız, hatta krala karşı hareket etmelerini kolaylaştırdığı gibi kralların mutlak egemenlik kurmasını da engellemiştir. Özet olarak, feodalizmin siyasal yapısının en temel özellikleri bölünmüşlük ve yerelliktir. Feodal ekonomik yapı basittir. Soylunun toprağında üretim yapıp, gereken çok az miktarı kendine ayırdıktan sonra geriye kalanı soyluya veren köylüler, ana üretici güçtür. Ticaret gelişmediği için uzmanlaşmış bir ekonomi ve gelişmiş iş bölümü yoktur. Üretim toprakta yapıldığından zenginliğin ölçüsü topraktır, "taşınabilir servet" olgusu gelişmemiştir. Roma düzeninin sağladığı ortamda gelişen ticaret, Cermen istilaları ile durma noktasına geldikten sonra her feodal beylik kendine yeter bir ekonomi kurmuştur. Böylece, feodal beylikler dışa kapalı topluluklar haline gelmiş, etkileşim en aza inerek gelişmenin önü kesilmiştir. Artı ürünün ticaretle satışı olmadığından, pazar ekonomisi ve dolayısıyla rekabet ortamı oluşmamıştır. Ancak feodal çağın sonlarında dirilmeye başlayan ticaret ile birlikte feodal ekonomi değişmeye başlayacaktır. Feodalizmin temeli olan kapalı ve yerel ekonomik düzenin değişmesi bütün feodal yapıyı sarsacak ve bu yapı yavaş yavaş yok olacaktır. Feodal sözleşme, soylular arasındaki koruyan-korunan ilişkisini düzenleyen, karşılıklı hukuki, mali ve tabii askeri yükümlülükleri kapsayan bir sözleşmedir. Yazılı bir belge olmak zorunda değildir, sözlü olarak da yapılabilir. Feodal sözleşmeye göre koruyana "süzeren", korunana ise "vassal" denir. Vassal bağlı olduğu senyörle savaşa gidecek, ona yardım edecektir. Bir yılda belirli ödemeler vardır. Vassal veya senyörü esir düşerlerse birbirlerinin fidye parasına katkıda bulunacaklar; vassal veya ailesi evlenir, eş seçerken bağlı oldukları senyörün rızası alınacaktır. Kuşkusuz vassaline karşı bir senyörün de yükümlülükleri vardır; vassali genç yaşta ölürse çocuklarının yetişmesi ve korunması, kızlarının evlendirilmesi, vassalinin mal, can ve ırzına saygılı olması gibi. Vassal çocuksuz ve varissiz ölürse onun mülkünü bağlı olduğu bey müsadere eder. Her lordun yargı yetkisi vardır ve davaları görür. Soylular sınıfı, üretim yapan serflerin çalıştığı toprağın sahibi olan ve serfler üzerinde askerî/yönetici sınıf olarak oturan sınıftır. Ortalama olarak soylu sınıf, feodal düzende yaşayan nüfusun onda birini oluştururdu. Üretim yapmaz, serflerin yaptığı üretimden pay alarak geçinirlerdi. Değişik coğrafyalarda değişik isimler alan soylu sınıfa, "senyörler sınıfı" da denirdi. Soylu sınıftan olanlar barış zamanında malikâneleri, yani feodal beyliği yönetir; savaş zamanında ise şövalye olarak donanıp kendilerine bağlı diğer şövalyelerle birlikte kralın veya başka bir soylunun ordusuna katılırdı. Soylular, kendi içlerinde hiyerarşik bir yapı oluştururdu. Daha zayıf olanlar büyük toprak sahibi soyluların hizmetine veya korumasına girer, bu korumanın karşılığında, koruyan soylunun yaptığı savaşlara şövalye olarak katılırlardı. Ayrıca sınıflamada kont, baron gibi ünvanlar da vardı. Bunların hiyerarşik sıralaması şöyle idi: Ortaçağ'da ruhban sınıfı güç ve nüfuz sahibidir. Ruhban, Katolik kilisesine bağlı papaz, keşiş ve diğer din adamlarıdır. Örgütsel karakteri feodal olmamasına rağmen kilise de feodalizmin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Kilise; manastırlar, kilise ileri gelenleri ve bizzat kilise tarafından elde tutulan geniş topraklara sahipti. Dindar ve çocuksuz soylular tarafından ölmeden önce bağışlanan bu toprakların büyük kısmı feodal yükümlülükler içeriyordu. Bu yüzden de kilise, zamanın feodal sisteminin bir parçası haline gelmişti. Birçok başkeşiş ve başrahip, feodal beylere benzer bir konuma gelmişti. Dinsel ideolojinin hâkim olduğu Ortaçağ'da Katoliklerin ruhani lideri Papa'nın çok büyük yaptırım gücü vardı. Kralları bile aforoz edebiliyordu. Ayrıca Frank Karolenj ve Kutsal Roma-Germen İmparatorları, Papa'nın önünde diz çökerek taç giyiyorlardı. Feodal piramitin en alt ve en geniş tabakasını oluşturan serfler, soylunun toprağında üretim yapar ve tükettikleri çok az miktar haricindeki bütün ürünü soyluya verirlerdi. Bunun dışında serfler, soyluların şato tamiri gibi işlerinde işçi olarak da çalışırlardı. Serfler, siyasal haklara ve istediği zaman başka köylere göç etme hakkına sahip değildir. Serf, feodal beye bağlıdır ve beyliği terk etmesi yasaklanmıştır. Feodalizm, Avrupa'daki ekonomik dengelerin değişmesiyle yıkılmıştır. Avrupa'da 10. yüzyıl sonrasında yavaş yavaş güçlenmekte olan ticaret, feodal düzeni kıracak kadar dinamik olmuştur. Buna rağmen feodalizmin fiilen ortadan kalkması uzun zaman almış, son kalıntıları ancak Sanayi Devrimi ile yok olmuştur. Roma lejyonlarının sağladığı güven ortamında ticaret gelişme imkânı bulmuştu. Roma düzeninin çökmesinin ardından ise Avrupa'da ticaret yok olma derecesine gelmişti. Fakat, 9. yüzyıl sonrasında Avrupa'da feodal düzenin kurumsallaşmasıyla yerel beylikler güvenliği az da olsa sağlamış ve göçebe istilalarını durdurmayı başarmıştı. Bu gelişme, ticaretin tekrar gelişmesine zemin hazırlamıştır. Ticaretin tekrar canlanmasında etkili diğer bir sebep Haçlı Seferleri'dir. Haçlı Seferleri ile doğuyla tanışan Venedik, Ceneviz, Pisa gibi İtalyan kentleri Akdeniz'de İslam uygarlığı ile ticarete başlamıştı. Akdeniz'e hâkim olan ve Orta Çağ'ın ilk denizaşırı imparatorluklarını kuran bu devletler, ticaretten gelen artı ürün ile zenginleştiler. Ticaretin canlanması Avrupa'daki krallara, bu ekonomik aktiviteyi vergilendirerek iyi bir gelire sahip olma imkânı sağlamıştı. Ticaret ile zenginleşen kentsoylulara, yani burjuva sınıfına sırtını dayayan krallar feodal beyler karşısında güç kazanmaya başlayacaktır. Feodal beylerin ekonomik güç üzerindeki hâkimiyeti kalkınca, krallar feodal beyler karşısında güçlü duruma geçti. Artık Avrupalı krallar, ticaret vergileri ile merkeze bağlı bir ordu kurabilecek ve feodal beyleri daha sıkı denetleyebilecekti. Fakat feodal beylerin şatolarının alınması imkânsız yerler olarak kalması kralların mutlakiyetçi yönetimi kurmasını geçici olarak engellemiştir. Mutlak krallıkların ortaya çıkması ancak ateşli silahların savaş alanlarında kullanılmasından sonra olacaktır. İlk kez 1389 Kosova Savaşı'nda kullanılan topun kaleleri ele geçirmek için mükemmel bir silah olduğu İstanbul'un fethinin ardından anlaşıldı. Top sayesinde kalelerin arkasında saklanma avantajını yitiren feodal beyler krala bağlanmak zorunda kaldı. Böylece feodalite siyasi örgütlenmedeki yerini güçlü ve mutlakiyetçi monarşilere bıraktı. Değişen ekonomik koşullar sonucunda para, yani taşınabilir servet olgusu tekrar önem kazandı. Serflerden vergi değil ürettikleri ürünü alan feodal beyler bu değişim karşısında zor duruma düştüler. Ticaret yoluyla mal sağlayabilmeleri için paraya ihtiyaçları vardı ve bu parayı yıllık vergi karşılığında serflere özgürlüklerini verme yoluna giderek temin etmeye çalıştılar. Bu sebepten dolayı 15. ve 16. yüzyıllara gelindiğinde Avrupa'nın büyük kısmında hukuksal olarak olmasa da fiilî olarak "serf" lik kalktı. Hukuksal olarak kaldırılması ise ancak Napolyon Savaşları sırasında gerçekleşmiştir. Sezen Aksu'88 Sezen Aksu'88, Sezen Aksu'nun 22 Şubat 1988 çıkışlı sekizinci stüdyo albümüdür. Bu albümde Türk pop müziğinin şu an güçlü temsicileri olan Aşkın Nur Yengi, Harun Kolçak, Sertab Erener gibi isimlerin back vokalleri bulunmaktadır. Sezen Aksu, 1988 yılında albümün tanıtımı için TV1'de albümdeki şarkılarının çoğunu seslendirdiği bir canlı performans sergilemiştir. Bu performansın görüntüleri, şarkıların klipleri yerine kullanılmıştır. Metin Altıok'un bir şiir olup sözleri ve müziği Onno Tunç tarafından yazılan, albümde yedinci sırada bulunan "Kavaklar" isimli şarkı Sezen Aksu tarafından seslendirilmiştir. sezen-aksu com Git (albüm) Git, Sezen Aksu'nun 2 Eylül 1986 çıkışlı yedinci stüdyo albümüdür. Fotoğrafları Stüdyo Erol tarafından çekilen albümün yapımcılığını Ahmet Güngörmüş üstlenmiştir. Dijital mastering'de Duyal Karagözoğlu, konseptte ise Onno Tunç ve Sezen Aksu yer almıştır. Sen Ağlama (albüm) Sen Ağlama, Sezen Aksu'nun 6 Eylül 1984 çıkışlı altıncı stüdyo albümüdür. "Sen Ağlama", çoğunlukla Aysel Gürel ve Sezen Aksu sözlerine yapılan Onno Tunç besteleriyle oluşturuldu. Albümdeki müziklerin ve şarkı sözlerinin her biri Türk popundaki sayısız şarkıya esin kaynağı oldu. Albüm, LP ve MC formatlarında basıldı ve 1984-1985 sezonunda haftalarca liste başı kalarak Sezen Aksu'nun en sevilen ve en çok satan klasikleşmiş albümü oldu. Yıllar sonra CD baskısı da piyasaya sürüldü. Firuze (albüm) Firuze, Sezen Aksu'nun 2 Temmuz 1982 çıkışlı beşinci stüdyo albümüdür. Kervan Plakçılık etiketiyle 1982 yılında "LP.66" katalog numarasıyla yayınlanan albüm Sezen Aksu'nun beşinci stüdyo albümüdür. Plak Sezen Aksu imzalı olup; ön kapaktaki imzada plak sahibine hitaben Aksu'nun 1980 yılında çıkardığı albümünde adı olan Sezen Aksu'nun el yazısıyla "Sevgilerimle" notu yer almaktadır. Albümün arka kapağında albümde yer alan şarkılar ile söz ve bestecileri yer almaktadır. Ayrıca albümdeki Beni Unutma şarkısı Git albümündeki aynı isimli şarkı ile karıştırılmamalıdır. "Git" albümündeki şarkının sözleri Aysel Gürel'e bestesi ise Onno Tunç'a aittir. Sözleri Aysel Gürel'e ait şarkı albümde birinci sırada Aksu tarafından seslendirilmiştir. Duygusal bir temaya sahip olan şarkının sözlerinin Aysel Gürel'in kızı Müjde Ar'a yazıldığı Soner Yalçın ve Cüneyt Özdemir tarafından iddia edilmiştir. Şarkıya klip çekilmemiştir. Sözleri Sezen Aksu'ya ait olan şarkı
aynı yıl Özdemir Erdoğan tarafından da seslendirilmiş, ayrıca baş rollerinde Türkân Şoray ve Şener Şen'in oynadığı İkinci Bahar dizisine ismini vermiş, şarkı Sezen Aksu'nun da misafir oyuncu olduğu dizinin bir bölümünde birlikte Masum Değiliz, Adı Bende Saklı gibi şarkıların sözlerine imza atmış olan iki yakın dost Meral Okay ve Sezen Aksu birlikte kamera karşısına geçmişlerdir. Şarkı yayını süresince de dizinin de fon müziği olmuştur. Ağlamak Güzeldir Ağlamak Güzeldir, Sezen Aksu'nun 1 Ocak 1981 çıkışlı dördüncü stüdyo albümüdür. Bu albümdeki "Yak Bir Sigara" adlı şarkı, bir Özdemir Erdoğan ve Sezen Aksu düetidir. Sevgilerimle (Sezen Aksu albümü) Sevgilerimle, Sezen Aksu'nun 26 Ağustos 1980 çıkışlı üçüncü stüdyo albümüdür. Albümün 1980 yılında LP baskısı yayınlanmıştır. Albümün yayınladığı etiket Kervan Plak, Sezen Aksu albümlerini kaset olarak yayınladığı için bu albümde yer alan 10 şarkıyı Ağlamak Güzeldir ve Firuze albümlerinde dağıtarak "Sevgilerimle" albümünü kaset olarak yayınlamamıştır. 1990′larda ise albüm orijinal şarkı sıralaması ve içeriğiyle CD olarak tekrar yayınlanmıştır. Sanatçı bu albümünde Nilüfer'in desteğini almış ve sözleri Nilüfer'e ait iki şarkı seslendirmiştir. Albümde son sırada yer alan "Hata" adlı şarkı daha sonradan Ebru Gündeş ve Mustafa Ceceli tarafından yeniden yorumlanmıştır. Sezen Aksu albümünde kendi besteleri dışında sözleri Recep Aktuğ'a ait "Küçük Yaz Çiçeği", Nilüfer'e ait "Uzaklarda Bir Çizgide" ve "Sürüklüyorum Çaresizliğimi", Zeren'e ait "Bir Acı Kahvenin", Cenk Taşkan'a ait "Dört Günlük Bir Şey" adlı şarkılara yer vermiştir. Düzenlemeler: Osman İşmen Hendek, Sakarya Hendek, çok küçük bir bölümü Karadeniz Bölgesi, daha büyük bölümü Marmara Bölgesi sınırları içinde kalan, İdari olarak Sakarya iline bağlı bir ilçedir. 1907 yılında belediye olan Hendek, 1926 yılında Kocaeli iline bağlı bir ilçe olarak yapılanmış, 1954 yılında merkezi Adapazarı olmak üzere oluşturulan Sakarya iline dahil edilmiştir. Hendek ilçesi 1 belde, 20 mahalle ve 70 Köyden oluşmaktadır. 2012 yılı ADNKS verilerine göre ilçe toplam nüfusu 75.113’tür. Bunun 46.273'ü ilçe merkezinde, geri kalan 29.238 kişisi köylerde yaşamaktadır. 2014 yılı verilerine göre Hendek nüfusu 76.664 olarak belirlenmiş. Yeni büyükşehir belediye yasasına göre köylerin hepsi mahalle olduğundan kır nüfusu bulunmamaktadır. İlk çağlarda bölgenin hakimi Bitinyalılar'dan hiçbir eser yoktur. Ancak bu bölgeye hakim olan Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklular'dan yalnızca Bizans dönemine ait olmak üzere civar köylerde mezarlar ve kalıntılar vardır. Haraklı, Dikmen ve Nuriye'de örnekleri bulunmuştur. Ancak Hendek´te önemli bir iz yoktur. Bunun nedeni, o zamanlar Adapazarı-Hendek ovasının bataklık olup yerleşime uygun olmadığı olabilir. O dönemlerde Hendek ve civarında yerleşmiş olan İslam kolanizatör dervişlerine ait olduğunu sandığımız Selman Dede, Sarı Dede, Erenler türbesindeki dervişler bölgenin islamlaşmasında rol oynamışlardır. 1300´lü yılların başlarında Osmanlılar bu bölgeyi fethettiğinde Hendek ve civarında yaşayan Türk kabilelerinin müslüman olduğu sanılmaktadır. Bu da bu bölgede yaşayan Türklerin Osmanlı Devletinin yönetimine geçmeden önce İslam Dinini benimsediklerini gösteriyor. Hendek'in Bizanslılardan Osmanlı İdaresine geçişi, Orhan Bey zamanında Konuralp kumandasındaki bir askeri birlik tarafından sağlanmıştır. Kasabaya bir süre "Konuralp" dendiği eldeki belgeler ve rivayetlerden öğrenilmektedir. Orhan Bey´in kasabaya gelerek burayı gördüğü, burada gördüğü iltifattan dolayı Şeyh İbn-ü İbrahim´e kasabayı vakf ettiğini 700 Hicri Tarihini taşıyan Berat Vakıf Name vesikasından öğreniyoruz. Miladi 1401 yılında Hendek´te Şemsi Paşa vakfiyesi tarafından; bir han, bir hamam ve 35 dükkân yapıldığına dair Topkapı Sarayı Kütüphanesinde belgeler vardır. 1500´lü yıllarda Bağdat seferleri için yapılan ünlü Bağdat yolu kalıntıları, Hendek´te bugünkü Kemal Paşa Caddesi, Eski Düzce Caddesi, Hüseyin Şeyh ve Kalayık´tan geçmekteydi. Evliya Çelebi Seyahatname'sinde 17. yüzyılda Hendek'i; Yeniçeri Serdarı Kethuda (Kahyalık) Yeri ve Subasışı olan 150 hanelik bir kasaba olarak anar. 1800´lü yıllarda Kocaeli Sancağı´na bağlı küçük bir yerleşim yeri olan Hendek, 93 Harbi denen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrası göçlerle önem kazanmıştır. 1887-1888 yıllarına ait muhacirun defterlerinde bu bölgeye 2000 Kafkasya göçmeni yerleştirildiğini yazmaktadır. 241 Laz, 580 Gürcü, sayısı belirtilmeyen Çerkez ve Abaza bölgeye yerleştirilmiştir. 1890 nüfus sayımında Hendek nahiyesinde 10025 Müslüman, 300 Rum-Ortodoks, 1800 Ermeni-Gregoryan , 875 Kıpti olmak üzere 13000 kişi yaşamaktaydı. Bu sayıya nahiyeye bağlı köylerde dahildir. Zira Akyazı da, o dönemde Hendek'e bağlı Aksaray köyü idi. 1890 istatistiklerinde Hendek´te toplam 37 camii, 1 kilise, 6 çeşme, 2 hamam, 32 han, 3 fırın, 111 dükkân, 26 çiftlik ve 35 öğrencilik bir rüştiyesi varmış. Hendek, cumhuriyetten önce Kocaeli mutasarraflığına bağlı kaza haline getirilmiştir. 1907 yılında belediye kurulmuştur. İlk Belediye Başkanı Alabacak Mehmet Ağa olmuştur. Cumhuriyet öncesi kargaşa döneminde 13 Nisan 1. Düzce Ayaklanmasında ilçe olumsuz bir isimle tarihe geçmiştir. Geyve'de bulunan 24. Tümen Komutanı Miralay Mahmut Bey (Kendisine daha sonra Atatürk tarafından Hendek soyadı verilmiştir. Bkz. Mahmut Nedim Hendek), Kurtuluş Savaşı'nda Düzce'de çıkan isyanı bastırmak için bölgeye gönderildi. Mahmut Bey, isyancıların haberci beylerini Hendek'te kabul etti. İsyancılar, su istediklerini ve kendilerini Düzce'de karşılayacaklarını bildirdiler. Bu sözlerin samimiyetine inanan Mahmut Bey ordusu ile Sarıbayırlar mevkiinde pusuya düşürüldü. Mahmut Bey ve 3 arkadaşı şehit edildi. Mahmut Bey ve arkadaşları vurulduktan sonra, Hendek Hükümet Konağı yanındaki caminin bahçesine törenle gömülmüşlerdir. Bagdat Yolu üzerinde bulunan Hendek dönem dönem gezginlerin de uğrak yeri olmuştur. Hendek'e uğrayan gezginler ve Hendek için söyledikleri şunlardır. Topraklarının büyük bölümünü Hendek Ovası oluşturur. Marmara ve Karadeniz bölgeleri arasında bir geçiş alanı niteliği taşıdığından çok yağış alır. Güneydeki Samanlı Dağları ile kuzeydeki Çam Dağı ormanlarla kaplıdır. Dağların arasındaki platoların dışında da çeşitli yüksekliklerde yaylalar vardır. İlçe topraklarının sularını, Karasu ile doğuda ilçenin doğal sınırını çizen Sakarya Irmağı ve onun kolu Mudurnu Çayı toplar. Bu akarsular ve kolları boyunca irili ufaklı, verimli tarım alanları uzanır. İlçe, eski E-5 yeni adı ile D-100 Karayolu üzerinde İstanbul'a 170 km, Ankara'ya 275 km Adapazarı'na 30 km kurulmuştur. TEM Otoyolu da güneyinden geçip deniz seviyesinden yüksekliği 175 metredir. Sakarya merkezin 10 metropol ilçesinden biridir. Cumhuriyetten sonra Tekel kurulmuş uzun yıllar tek sanayi kuruluşu olarak varlığını sürdürmüştür. Hendek halkı, tütüncülerin yüzde bir bağışları ile 1945-1946 yılında Hendek Ortaokulu'nu kurmuştur. Bu okul eski bir hamamın temelleri üzerine kurulmuştur. Bu hamam ve aynı yerdeki binada eskiden Hendek Rüştiyesi bulunmaktaydı. İlçeyi çevreleyen dağlarda akan su kaynakları üzerine tüm çevre illere dağımı yapılan fabrikalar kurulmuştur. Türkiye'nin önde gelen firmalarından olan Aytaç Su, Kardelen Su, Flora Su kaynakları ve fabrikalarının bulunmasının yanında, ilçe sınırlarında bulunan Uludere mevkiinden de içme suyu temin edilmektedir. Büyük şehirlere yakınlığı ve doğal yapısının müsait olması nedeniyle geçtiğimiz yılarda ilçede büyük bir Organize Sanayi Bölgesi kurulmuş olup, burada yoğun bir fabrikalaşma başlamış ve ilçe sanayi şehri görünümüne kavuşmuştur. Ülkenin her köşesinde karayolu ile ulaşım her an mümkün olup, nakliyecilik de gelişmiştir. Yurt içi ve yurt dışı taşımacılığında ilçedeki araçların katkısı büyüktür. İlçedeki tır taşımacılığı hayli ilerlemiştir. İlçe halkı önceden tütün rençperliği ile geçinirken, bugün geçiminin büyük bir bölümünü fındık üretimi ile sağlamaktadır. İlçe halkı günlük ihtiyaçlarını Salı günleri kurulan sebze, meyve ve giyim pazarından karşılamaktadır. İlçede Sakarya Üniversitesi´ne bağlı olarak Eğitim Fakültesi ile Meslek Yüksek Okulu eğitim vermekte, bu okullarda 6300 civarında öğrenci okumakta ve öğrneciler ilçe ekonomisine büyük ölçüde katkıda bulunmaktadır. Hendek'in verimli ve sulak topraklarında yetiştirilen başlıca ürünler mısır, buğday, şeker pancarı, fındık, patates, elma, soğan ve az miktarda tütündür. Ovalık kesimlerde sığır, yaylalarda ise koyun beslenir. Hendek'in gerek ismi gerekse ilk yerleşim zamanı tartışmaya açık bir konudur. Hendek; Sakarya’nın doğusunda, Düzce ili ile komşudur. 16. yüzyılda gelişme gösteren ve daha önce Akyazı'ya bağlı Hendek diye işaret edilen kasabadır. Kızıl Ahmedlilerden Mustafa Paşa’nın yaptırdığı han/kervansaray ile göze çarpmaya başladı. Ayrıca yeni cadde üzerinde oluşu nedeniyle çevre köylerinin toplandığı mekân olmuştur. Bu nedenle, Han Dağı pazarı denilmiştir. Hendek adı da zamanla Han-Dağ’dan türetilmiştir. Daha sonra da Köprülü Mehmet Paşa Hendek’in gelişmesinde, büyümesinde rol oynadı. İsazâde’nin yazdığına göre büyük bir han yaptırmış, Darûlhâdisi yanında da Karban saray bina ettirmişti. J.A. Cramer, Hendek ile Lateas’ın aynı yer olduğunu yazmaktadır. Buradan geçen gezginler de aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Evliya Çelebi, “Hendek Bazarı” ile Hendek’ten bahsetmekte ve şunları kaydetmektedir: “Ormanlı, dağlı, pazarlı güzel bir kasabacıktır. Yüzeli akçelik kazadır. Yeniçeri serdarı, kethüda yeri, subaşısı vardır. Burada, bir çamurlu meşhur bataklık bulunur ki üzerinde uzun bir tahta köprü vardır”. Sieur de Boullaye, Ainsworth, E. Smith de Candac imlâsı ile kaydettiği Hendek, uzun zaman Akyazı ile birlikte resmi belgelere geçmiştir. Bir rivayete göre Hendek küçük bir kasaba iken; bu kasabada tek bir han varmış. Bundan esinlenerek "Hantek" diye anıldığı ve zamanla Hendek'e dönüştüğü sanılmaktadır. Diğer bir rivayete göre ise; kasabanın coğrafi konumunun çok iyi ve düz bir saha üzerinde bulunduğu yalnız kuzey ve güneyden sıralana
n dağlarla kuşatıldığı ve bu jeolojik durumundan ötürü halk arasında "Hendek" diye anıldığı söylenmektedir. Coğrafi yapısı, yumuşak iklimi ile son yüzyılda çok çeşitli toplulukların göçüne uğramış olması, Hendek mutfağının zenginleşmesinde en büyük rolü oynar. Ayrıca büyük şehirlere yakınlığı, ana ulaşım yolları üzerinde bir kavşak oluşturması da, çeşitli kültürlerden etkilenmesine yol açmıştır. Hendek mutfağının ana yemekleri yaprak sarma dolma, sulu pirinçli köfte, soğan oturtması, pirinçli mancar, sütlü üzüm ve tarhana gibi sayabiliriz. Ayrıca bölgedeki Manav, Abhaz, Çerkes, Laz, Gürcü ve Arnavut halklarının birbirinden değişik ve çeşitli yemekleri bu yörede yaydıkları bilinmektedir. İlçede Çiğdem Yaylası, Dikmen Yaylası Selman Dede Mesire Alanı gibi yayla turizmi yaygındır ve doğal güzellikleri ve büyük şehirlere yakınlığı ile tercih edilir. İlçenin etrafı zengin ormanlarla çevrili olup, zümrüt gibi yeşillikler arasında yer almakla ilçeye, Adapazarı yönünden girişte iki tarafı süsleyen kavlan (çınar) ve akasya ağaçları güzel görünüm verir. İlçenin kuzeyinde Çam Dağı, güneyinde Keremali Dağı bulunur. Bu dağlar ormanlık olup; kayın, meşe, ıhlamur, kestane, dış budak, köknar vs ağaçlarından oluşur. Uludere adı ile bir de akarsuyu vardır. Bu dere ilçenin ortasından geçmekte olup, dinlenme yeri olarak da kullanıma uygundur. Türbeler bakımından çok zengin olan İlçe Din Turizmi için de uygun sayılabilir. John Fante John Fante (d. 8 Nisan 1909 - ö. 8 Mayıs 1983) İtalyan asıllı Amerikalı romancı, kısa hikâye yazarı, senarist. John Fante`nin babası olan duvar işçisi Nick Fante, bir İtalyandı. Yüzyılın başında ABD`ye göç etti, 8 yıl sonra da oğul John dünyaya geldi. Boulder`da yetişti, Colorado Üniversitesi`ne kayıt yaptırdıysa da eğitimini tamamlayamadı, 20 yaşındayken okuldan ayrıldı. 1918`de ABD vatandaşı olan baba Nick Fante, 1929 yılında ailesini terk etti. Babanın da ayrılmasıyla aile gittikçe fakirleşti. John da Kaliforniya`ya gitti, bir balık fabrikasında çalışmaya başladı, kısa bir süre sonra annesini de yanına aldırdı. Balık fabrikasında çalışmaya başlayınca hayatı bir düzene girdi. Boş zamanlarında sürekli okuyan Fante, işçilikten arta kalan zamanlarda sürekli hikâyeler yazmaya başladı. 1933`te ilk romanı Los Angeles Yolu'nu bitirdi, bu kitapla birlikte aynı zamanda hep başkahraman olarak kalacak Arturo Bandini de doğuyordu. İlk kitabı yayınevlerince provokatif olduğu gerekçesiyle reddedildi. 1938 yılında ilk romanı yayımlanabildi: "Bahara Dek Bekle, Bandini". 1939 yılında da Charles Bukowski`nin öve öve bitiremediği Toza Sor yayımlandı. Daha sonra Hollywood`a doğru kaymaya başlayan Bandini, ünlü yönetmenlerle (Orson Welles, Francis Ford Coppola) ahbap oldu. Yazın dünyasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı, evlendi. Edebiyat dünyasına "Hayat Dolu"`yla geri döndü fakat eski hırçın hali biraz geride kalmış gibi görünüyordu. Hayat Dolu`nun senaryosuyla Oscar`a aday oldu. 1955`te şeker hastası olduğunu öğrendi, giderek sağlığı bozuldu, kör oldu ve iki bacağı kesildi. Bu nedenle son romanı olan "Bunker Tepesi Düşleri"ni (1982) karısına yazdırmak zorunda kaldı, ertesi yıl da öldü. Ömrünün son yıllarında Bukowski hep Fante`nin yanında oldu. Black Sparrow Press`e baskı yaparak Fante ölmeden kitaplarının tekrar basılmasını sağladı. Ona adeta tapan Bukowski, zamanında fazla ilgi gösterilmeyen Toza Sor`un en sevdiği kitap olduğunu yineleyip durdu. Arturo Bandini serisinin tekrar popüler olmasını sağladı. 2000`de John Fante biyografisi ""Full of Life: The Biography of John Fante"" piyasaya çıktı. 2003`de "The Fante Reader" takip etti, bu kitapta da bazı öyküleri ve mektupları yer alır. 2006'da "Toza Sor" beyaz perdeye aktarıldı. Bütük kitaplar Parantez Yayınları tarafından basıldı ve tüm seriyi Avi Pardo çevirdi. Orhan Orhan Gazi veya Orhan Bey (Osmanlı Türkçesi: اورخان بك; d. 1281, Söğüt – ö. Mart 1362, Bursa), Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci padişahı. 1326 ile 1359 yılları arasında beylik yapmıştır. Babası Osman Gazi'den 16.000 km² olarak aldığı devleti, oğlu I. Murad'a 95.000 km² olarak bırakmıştır. Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Gazi ve Malhun Hatun'un oğludur. Sarışın, uzun boylu ve mavi gözlü, halk tarafından çok sevilen, ulemaya saygılı, merhametli bir hükümdar olarak tanımlanır. Sık sık halkın arasına karıştığı, ve dertlerini dinlediği söylenir. Babası Osman Gazi'nin vefatı üzerine 1326'te bey olmuştur. Orhan Bey'e "Şücaeddin", "İhtiyareddin" ve "Seyfeddin" unvanları verilmiştir. Ölüm tarihini 1359, 1360, 1361 ve 1362 gösteren kaynaklar da vardır. "Menâkıb-ı Orhânî" adlı çağdaş kroniğe göre, Orhan Bey 1280/1281 yılında doğmuş ve 80 yıl yaşamıştır. Daha sonraki kaynakların bir kısmında doğum tarihi 1281 olarak verilmekle beraber, "doğum tarihini 1274, 1279, 1287 olarak veren kaynaklar vardır. Osmanoğullarının en uzun ömürlüsü olan Orhan Bey'in çocukluğu ve gençliği bilinmemektedir. Nasıl yetiştiği, nasıl eğitim aldığı, hatta okur yazar olup olmadığı bilinmemektedir. Osmanlı tarihlerinde adının ilk geçişi 1298'de Nilüfer Hatun (Yarhisar Tekfuru kızı Holofira) ile evlendirilmesi nedeniyle olmuştur. 1300'de Köprühisar'ın fethinde bulunmuş ve Karacahisar uç beyliği verilmiştir. Osman Bey oğlunu "emir-i kebir" (beylerbeyi) rütbesi ile küçük beylik ordusuna komutan atamış ve bundan sonraki babasının her askerî eylemine katılmıştır. Beyliğe babasının sağlığında mı yoksa ölümünden sonra mı geçtiği konusu tartışmalıdır. Bizans tarihçisi Laonikos Halkokondiles, kaynak göstermeden, babası ölünce oğlu Orhan'ın Uludağ'a çekildiğini ve sonra yanına asker toplayarak kardeşlerini alt ettiğini bildirir. İlk Osmanlı tarihçilerinden İbn-i Kemal tarihinde Orhan Bey'in ahi liderlerinin kararı ile bey olduğunu bildirmekte ve Ru'us-i hadem ve vücuh, Uluğ oğlu Orhan'i riyasete lâyik gördűler. demektedir. Aşıkpaşazade, Oruç Bey, Nesri gibi ilk Osmanlı tarihçileri ve geleneksel kabul edilen anlatıma göre Beylik ileri gelenleri ve Osman Bey'in çocukları Osman Bey'in ölümü ardından bir toplantı yapmışlar; bu toplantıda Orhan Bey kardeşi Alaaddin'in Bey olmasını önermiş ama Alaaddin bunu kabul etmeyip, kardeşi Orhan'ın askerî başarılarından dolayı, devlet ileri gelenlerinin uygun gördüğü gibi küçük kardeşi Orhan'ı Beylik tahtına münasip gördüğünü ifade etmiş ve böylece Orhan tahta geçmiştir. Adına kesilen ilk Osmanlı akçe sikkesi Rebievvel 724 (Şubat 1324) tarihi taşımakta ve Orhan'ın en geç bu tarihte Bey olduğuna kanıt sağlamaktadır. Osmanlı'nın ilk tapu senedini Miladi 1301 yılında Orhangazi; Şeyh İzzeddin İsmail'e Sakarya Akova'daki Çalıca ve Şehler Köyü vakıf tapusunu vermiştir. Orhan Gazi'ye bey olduktan sonra "Şücaeddin", "İhtiyareddin" ve "Seyfeddin" sanları verilmiştir. Adına tuğra çekilen ilk Osmanlı beyidir. Orhan Bey'in beylik yıllarının ilk dönemi Anadolu'da fetihlerle geçmiştir. Beyliği sırasında bütün diğer Anadolu beylikleri gibi İran'da kurulu İlhanlılar'ı metbu sayıp yıllık vergi ödemekte devam etmiştir. Diğer yandan da Bizans topraklarına yönelik akınlar ve fetihlerle Osmanlı Beyliği daha güç kazanmıştır. Orhan Bey 1321'de Mudanya'yı fethederek beyliğini Marmara Denizi kıyısına ulaştırmıştır. 1323 yılında Gebze de kendi adında camii yaptırmıştır. 1321 ve 1326'ya kadar Gazi komutanlar emri altında Osmanlı beylik birlikleri beylik sınırlarına sevkedilmiş; Konur Alp Batı Karadeniz dolaylarına, Akça Koca İzmit dolaylarına, Abdurrahman Gazi Yalova (Yalakabad) dolaylarına akınlar yaparak Yalova, Akyazı, Mudurnu, Pazaryeri (Ermenipazarı), Sapanca (Ayangölü), Kandıra, Samandra fetihleri yapılmıştır. 1326'da hedef, bölgenin en büyük merkezi olan ve yıllardır abluka altında tutulan Bursa kenti olmuştur. Önce Orhaneli (o zaman Atranos) kalesi alınmış ve yıkılmış; sonra Bursa hisarını kuşatmak üzere Pınarbaşı mevkiinde karargâh kurulmuştur. Fakat Köse Mihal Bey'in diplomatik çabaları sonucu kale muhafızı Evranos kaleyi savaşsız teslim etmiştir. Köse Mihal Bey ve Evranos Bey'in Müslüman olup Orhan Bey'in hizmetinde akıncı beyleri olarak görev yapmaları ve bu misyonu kendi soydaşlarına devretmeleri Osmanlılık kimliği yaratma siyasetinin ilk başarılı sonuçlarıdır. Bir vekayiname Bursa alınışını 2 Cemazievvel 726 (6 Nisan 1326) olarak vermektedir. Fakat elde bulunan bazı, Orhan Gazi adına Bursa'da basılı olduğu gösterilen akçe sikkeleri daha önceki tarihleri göstermektedir. Genel olarak Osmanlı tarihçiler Bursa'nın alınması ile Orhan Gazi tarafından başkent yapıldığını bildirirler. Sonraki yıllarda Orhan Bey'in gazi komutanları akıncıları ile Kocaeli topraklarında ilerlemişler; Kartal ve Aydos kalelerini fethetmişler ve Boğaz kıyılarında görülmüşlerdir. Mayıs 1329'da Bizans imparatoru olan III. Andronikos ve yakın danışmanı (sonra imparator olan) İoannis Kantakuzinos 2.000 paralı asker ile takviyeli bir Bizans ordusu ile Kocaeli'nde ilerlemiş; İzmit kuşatması yapan ise Orhan Gazi ivedi yürüyüşle Darıca üzerinden gelmiş; ve ilk defa bir meydan savaşı olarak Bizans ve Osmanlı orduları 11 Haziran 1329'da Maltepe (Palekanon) Savaşı'na girişmişlerdir. Bu savaşta Bizans ordusu Osmanlı ordusuna yenik düşüp bozguna uğramış ve Bizans İmparatoru III. Andronikos yaralı olarak kurtulmuştur. Böylece III. Andronikos'un Bizans Anadolu topraklarını geri alma planları suya düşmüştür ve Bizanslılar bir daha böyle planlara girişmemişlerdir. Orhan Bey'in bu askerî zaferi sonucu olarak bütün Hristiyanlar için ana itikat prensibi sağlayan "Nicea İtikadı"'nin 325'te kabul edildiği şehir olan ve Bizans Konstantinopolis'i Latinlerin elinden alıp kurtaran İznik İmparatorluğu'nun başkenti olmuş olan İznik (Nicea) 2 Mart 1331'de hiç direniş görünmeden fethedilmiştir. Orhan Bey ve yakınları tarafından yapılan imar çalışmaları çok kısa bir zamanda İznik bir Osmanlı kültür, ticaret ve sanat merkezi olan bir İslam şehrine döndürmüştür. Özellikle Orhan Bey İznik büyük katedralini camiye ve bir manastırı medreseye çevirtmiş; eşi Nilüfer Hatun bir imaret yaptırmış; oğlu Süleyman Paşa ise yeni bir medrese inşa ettirmiştir
. Orta Çağın en büyük seyyahi olduğu kabul edilen İbn-i Batutta 1332–1347 döneminde yaptığı seyahatte Anadolu'ya gelmiş ve Alanya'dan başlayarak kuzey doğru Orhan Bey'in yönettiği Osmanlı Beyliği dahil, Anadolu beyliklerini ziyaret etmiştir. "Rıhlet-ü İbn Battûta" adıyla anılan yazdığı seyahatnâmesinde Orhan Bey'i "Osman-Cık oğlu İhtiyareddin Sultan Orhan Bek" olarak adlandırdığı Orhan Bey'i ve yönettiği beylik hakkında şunları yazmıştır: Bursa'nın sultanı "Osman-cık" oğlu "Orkhan Bek"'dir. Bu hükümdar Türkmen hükümdarların en ulusu olup servet, araziler ve askeri güçler bakımından da en üstünüdür. Yaklaşık yüz kadar kaleye sahiptir. Çok zamanını devamli olarak bu kaleleri kısa süreli olarak ziyaret edip orayı teftiş etmekle ve doğru olmayan sorunları doğrulaştırmaya çalışmakla geçirir. Kafirlerle savaşır ve onları kalelerinde kuşatma altına alır. Bizanslı Rumlardan Bursa'yı beyliğin eline geçiren babasıdır. Söylenenlere göre babası İznik'i (Nicea) yirmi yıl kuşatma altında tutmuştur ama şehri ele geçirmeden önce ölmüştür. Oğlu Orkhan bu şehri eline geçirmeden oniki yıl kuşatama altında tutmuştur. Ben kendisini orada gördüm. Üç yıldan beri başkent olan kente ulaşmadan gece bastırdı ve Gürle köyünde bir Ahinin zaviyesinde kaldık. Ertesi sabah nar ağaçları ile kaplı bir vadiden tam gün yol alarak İznik şehri kalesi önüne geldik. İznik dört tarafı gölle çevrili bir kale ve kaleye sadece atlılar için tek yönlü geçiş sağlayan bir köprü ile girilmekte. Kentin bir kısmı terkedilmiş harabelik olup Bey'in hizmetinde bulunan küçük sayıda asker hariç yaşanılmaz durumda. Şehrin dört bir tarafı aralarında su dolu hendek bulunan iki taraflı taştan surlarla çevrili ve buralardan kaleye hendek üzerinde bulunan ahşaptan iner-kalkar köprüler vasıtası ile girilip çıkılabilmekte. Surlar içinde evler, meyva bahçeleri ve tarlalar bulunmakta ve içme suyu kuyulardan elde edilmekte. İznik'e Orhan Bey'in eşlerinden Buyon Hatun (Bayalun/Nilüfer) egemen. Bu kadın olgunluğu ve dindarlığı ile tanınıyor(..) Kendisini imam Hoca Alaeddin ile ziyaret ettik ve bizlere ikram ve iltfatta bulundu. Birkaç gün sonra Orhan Bey geldi. Atlarımın birinin hastalığı nedeni ile kentte kırk gün kaldım. Ama sonunda sabırsızlanıp yol arkadaşım üç kişi ve üç erkek bir kız kolelerimle birlikte kentten ayrıldım. (..) Bu kentten ayrıldıktan sonra Sagari (Sakarya Nehri) adlı bir nehrinin üzerinden birbirine sıkıca kalın iplerle bağlanmış dört uzun kütükten yapılmış ve eğerleri ile taşıdıkları eşya torbalarıyla yolcuların üzerinde taşındığı, yolcularının atlarının yüzerek arkadan geldikleri ve sahilden iplere çekilip ilerletilen bir salla bir müddet seyahat ettik.(..) İznik'te imar faaliyetleri devam etmekte iken Kara Timurtaş Paşa Marmara'nın Gemlik ve Armutlu kıyılarını Osmanlı sınırlarına katmıştır. Sonra daha eski klasik Roma İmparatorluğu'nun (284 ve civarında) başkentliğini yapmış olan ve 6 yıldır Osmanlı ablukası altında bulunan İzmit (Nikomedia) 1337'de Bizans tarafından savunulamaz duruma gelmiş; son Bizans valisi Prenses Marika Paleialogos tarafından terkedilip Osmanlı orduları tarafından fethedip yönetimi Süleyman Paşa'ya verilmiştir. Bunun üzerine III. Andronikos 1333'de Osmanlı hükümdarı Orhan Beye bir barış anlaşması teklif etmiş ve yıllık 12.000 Bizans altını haraç karşılığında Bitinya'da Bizans elinde kalmış olan arazilere Osmanlı'ları hücum etmemesini teklif etmiştir. Böylece Orhan Bey'in Anadolu'da "küffardan fethedeceği" önemli bir yer kalmamıştır. Orhan Bey bu nedenle 1340'lı yıllarda beyliğini yeni bir strateji olan komşu Türkmen beyliklerin fethine yöneltmiştir. Önce Karesi Beyliğinde hükümdarlık kavgasına geçen Demirhan Bey ile Dursun Bey'in arasını bulmak nedeniyle Orhan Bey 1342'de Ulubad, Karacabey (Mihaliç) ve Mustafakemalpaşa (Kırmastı) kalelerini işgal etmiştir. Bununla da yetinmeyerek önemli bir askerî kuvvetle 1345'te Karesi Seferi'ne çıkmıştır. Bu iki kavgalı bey Bergama'da sıkıştırılmış; Dursun Bey kuşatma sırasında ölmüş; Demirhan Bey esir olarak alınmıştır. Böylelikle Karesi Beyliğine ait geniş topraklar ve Balıkesir, Manyas, Edincik ve Erdek kentleri Orhan Bey idaresine geçmiştir. Sonra İç Anadolu'ya akınlar başlamıştır. Bu akınlar 1354'te Gerede ve Osmanlılara kuruluştan beri destek sağlayan Ahilerinin merkezi Ankara kalelerinin Orhan Bey'in eline geçmesi ile sonuçlanmıştır. Orhan Bey'in hükümdarlığının son döneminde yeni bir strateji ortaya çıkmıştır. Bu strateji Bizans'a yardım etme vesilesiyle Rumeli'ye Osmanlı askeri gönderilmesi ile başlayıp; Osmanlıların ve Türklerin Rumeli'de toprak edinip şehirlere de yerleşmesi ve yeni bir "küffar elinden toprak fethetme" sürecinin (sonucunda ta orta Avrupa'ya uzanacak olan sürecin) başlaması ile devam etmiştir. Orhan Bey'in Bizans'a yardım etmesi, bir iç isyan sonrası imparatorluk tahtına geçen VI. İoannis'la kurulan yakın ilişkilerle başlamıştır. 1344'te Bizans İmparatoru zor bir durumda bulunuyordu. Selanik'teki valisi olan İoannis Apokaukos duruma hakim olamamış ve "bağnaz fanatik"ler (Selanikli Zealotlar) olarak anılan bir parti tekrar idareyi eline almıştı. Sırp Kralı IV. Stefan Duşan tekrar Bizans aleyhine dönmüş ve tüm Makedonya'yı istila etmek niyetiyle Serez kalesini kuşatma altına almıştı. Anadolu'da müttefiki olan ve daha önce askerî yardım sağlayan Aydınoğlu Umur Bey'in donanması Papa'nın kurduğu Lig müttefikleri donanması tarafından İzmir'de yakılmış ve İzmir Papalık Devleti müttefiklerinin işgali altına alınmıştı. Saruhanoğulları Beyliği asker sağlayabilecek durumda idi; ama bu kuvvetin hem Selanik hem de Sırp Kralına karşı bir askerî sefer için yeterli olmayacağı gayet açıktı. Onun için 1345'in ilk aylarında VI. İoannis Orhan Bey'le yakın ilişkiler kurmak için temaslara başlamıştır. Kendisi tarih yazarı da olan Kantakuzenos bu evlilik hakkında kitabında bir bölüm ayırmıştır. Buna göre Kantekuzanos biraz Türkçe öğrenmiş; iki hükümdar birbirleri ile yakın şahsi bağlantı kurmuşlar ve Orhan Bey'le şahsi görüşmeleri sırasında birbirinden güzel üç kızını da Orhan Bey'le tanıştırmıştır. İkinci kızı olan Theodora Hatun'u Orhan Bey ile evlendirmek için anlaşmışlardır. 1346'da Orhan Bey'i düğün yeri olan Silivri'ye (Salymbria'ya) getirmesi için 30 gemilik Bizans donanması kullanılmış ve 3 gün 3 gece süren düğünden sonra aynı filo Orhan Bey'i ve maiyetini geri götürmüştür. Ertesi yıl Orhan Bey yeni karısı Theodora ile bu sefer Üsküdar'da kayınbabası ile buluşmuştur. 1350'de Selanik'teki "bağnaz fanatik"leri (Selanikli Zealotlar) ortadan kaldırmak için harekete geçen VI. İoannis yine damadı Orhan Bey'den Türk süvari kuvveti desteği istemiştir. 20.000 kişilik, Osmanlı süvari kuvveti ile takviyeli, Bizans kuvvetleri ile VI. İoannis'un oğlu olan Matheos Kantakuzinos komutası altında Selanik'e doğru ilerlerken Orhan Bey'in askerlerinin Anadolu'ya geri gitmeleri gerekmiş ve bu askerlerin gitmesi ile gücü çok azalan Matheos'un şansı yaver gidip Selanik yakınlarında bir Türk asıllı korsan filosu bularak bunları paralı olarak tutup Selanik'e girmeyi başarmıştır. 1352'de VI. İoannis'un ortak imparator olan V. İoannis ile arası açılmış ve V. İoannis, Edirne'de hüküm süren Matheos'a Sırplar yardımı ile hücum edip şehrin idaresini eline almıştır. Buna karşılık Konstantinopolis bulunan VI. İoannis damadı Orhan Bey'den askerî destek istemiştir. Orhan Bey bunun üzerine komutanlığını oğlu olan Süleyman Paşa'nın yaptığı bir büyük Osmanlı birliğini VI. İoannis emrine girmek üzere göndermiştir. Bu Osmanlı birliği ile takviyeli Bizans ordusu Bizans İmparatoru VI. İoannis başkomutanlığı altında Edirne'ye yürüyüp bu şehri kurtarmıştır. Aynı Osmanlı birliği birkaç ay sonra bir karışık Sırp-Bulgar ordusunu, donmuş olan Meriç Nehri kıyılarında yenik düşürüp imha etmiştir. Bazı Türk tarihlerine göre bu başarının sonucu olarak 1353'te Çimpe Kalesi Süleyman Paşa'ya bir askerî üs olarak verilmiştir. Süleyman Paşa buraya ve civarına askerlerinin ailelerini ve göçmen Türkmenleri yerleştirmeye başlamıştır ve bu kale Osmanlıların Avrupa'ya bir köprübaşı noktası olmuştur. Bunu önlemeye çalışan İmparator VI. İoannis, Çimpe kalesini geri almak için 10.000 altın tazminat vermeyi teklif etmiş ve bunu müzakere etmek için Orhan Bey'le şahsen görüşmek istemiştir. Fakat yaşlılığını ve hastalığını ileri süren Orhan Bey bu görüşmeyi kabul etmemiştir. Bir başka açıklamaya göre ise 2 Mart 1354'te bütün Trakya büyük bir deprem geçirmiş ve bu afetin hemen arkasından gelen kar tipi fırtınaları ve şiddetli yağmur afetleri hayatı daha da fenalaştırmıştır. Bu afetten önce büyük bir Bizans şehri olan Gelibolu taş taşın üzerinde kalmayacak kadar zarar görmüş ve tüm halkı tarafından denizden terk edilmiştir. Biga'da bu haberi alan Süleyman Paşa, bir anlatıma göre zaten kendine üs verilen Çimpe'ye gitmek üzere hazır bulunmaktaydı. Diğer bir anlatıma göre, Süleyman Paşa, daha önceki yardım seferinde Rumeli topraklarının zenginliğini görmüştü ve Rumeli'ye geçmek için bir böyle bir fırsat kollamaktaydı. Her nedenle olursa olsun, Süleyman Paşa ve ordusu ile Çanakkale Boğazı'nı geçip ve birlikte getirilen Türkmen göçmenleri bomboş olan Gelibolu'ya yerleştirmiştir. Birkaç ay içinde şehirdeki binalar yaşanacak şekilde onarılıp ve şehrin surları yeniden inşa edilmiş ve Gelibolu nüfusunun hepsi Türk olan bir müslüman şehrine dönüştürülmüştür. Bizans imparatoru resmen Süleyman Paşa'dan Gelibolu'dan orada yerleştirdiği bütün Türkmenlerle birlikte çekilmesini istemiştir. Ancak Süleyman Paşa yanıt olarak buraya Türklerin Allah'ın niyeti ile geldiklerini; geldiklerinde şehrin terkedilmiş olduğunu; burada oturan hiçbir kimsenin evinden zorla atılmadığını ve bu şehri terketmenin Allah'ın inayetini reddetme olacağını bildirmiştir. İmparator bu şehrin boşaltılması masraflarını karşılayacağını ve üstüne tazminat vereceğini bildirdiyse de Süleyman Paşa'yı fikrinden caydıramamıştır. İmparator bu sefer damadı Orhan Bey'e de durumu şikayet etmiştir; Orhan Bey İmparatorla İzmit'te görüşebileceğini bildirmiş ise de görüşmeye hastalık bahanesine gi
tmemiştir. Bunu bir felaket olarak kabul eden İmparator büyük bir yeise kapılmıştır. Bu sorun daha bir hal yoluna konulmadan Kantakuzenos, ortak imparator olan V. İoannis'le açık mücadeleye girişmiş; önce damadı V. İoannis'u ortak imparatorluktan atıp; Bozcaada'ya (Tenedos'a) sürgüne göndermiştir. Ama oradan Venedikliler yardımıyla Bozcaada'dan kaçan V. İoannis İstanbul'a gelip Konstantinopolis'te idareyi yeniden eline almıştır. V. İoannis ile kayınpederi VI. İoannis anlaşma yapıp birlikte imparatorluk yapmayı kabul etmişlerdir. Fakat, büyük bir depresyon içinde bulunan VI. İoannis birkaç gün sonra, 4 Aralık 1354'te kendi isteği ile tahtından feragat etmiş; bir manastıra keşiş olarak girmiştir. Böylece Osmanlıların Rumeli'ye geçmeleri bir emrivaki olarak kalmış, ama Orhan Bey'in kayınbabası iktidardan ayrılmıştır. Masallaşmış bir açıklamaya göre ise Süleyman Paşa ve ufak ordusu Rumeli'ye salla geçiş yapmış ve orada ilk yerleşkiyi kurmuşlardır. Her ne şekilde geçiş ve köprübaşı kurulmuş olursa olsun, Osmanlılar Trakya'da Bizans şehirlerini birer birer zaptetmeye başlamışlardır. Çimpe Kalesi ve Gelibolu kale ve şehrinden başlayarak Bolayır, Keşan ve Rodoscuk (Tekirdağ) 1354'te fethedilmiştir. Bunun yanında fethedilen toprakları korumak amacıyla Rumeli'de geniş bir iskan politikası uygulanmış ve Anadolu'dan Trakya'ya Türkler getirilip yeni fethedilen yerleşkelere iskan edilmişlerdir. Ayrıca, zaten Trakya topraklarında bulunan Türkler, Aydınoğulları ve Saruhanoğulları orduları kalıntıları da Osmanlılara katılmışlardır. 1356'da Osmanlılar Çorlu'ya kadar ilerlemişlerdir. Rumeli'deki Osmanlı toprakları üzerinde beylerbeylik görevi yapan Süleyman Paşa, Çorlu civarında bir sürek avı sırasında atından düşerek ölmüştür (1357). Süleyman Paşa'nın ölümü ile; 1359-1362 arasında Orhan Bey'in oğlu ve veliahtı Murad Bey Rumeli'de Osmanlı ordularına komutaya başlamıştır. Osmanlılar 1361'de Dimetoka ve Edirne'yi ellerine geçirmişlerdir. Mart 1362'de ise Orhan Bey vefat etmiş ve yerine oğlu Murad geçmiştir. Orhan Bey Osmanlı Beyliği'ni yeni yasalar ve düzenlemeler sayesinde devlet yapmıştır. İlk kez vezir ataması bu dönemde yapılmıştır. İlk kadı ve subaşı atamaları bu dönemde yapılmıştır. Sancaklara kadılar gönderilmiştir. Divan Örgütü kurulmuştur. Vakıf sistemi, adli teşkilat kurulmuştur. Yaya ve müsellem olarak ilk düzenli Osmanlı ordusu kurulmuştur. İlk donanma çalışmaları yapılmıştır ve Osmanlı Devleti gücüne güç katmıştır. Orhan Gazi, babası Osman Gazi'nin 699/1300 yılı civarında Eskişehir'de çıkardığı ilk Bac kanunundan sonra, Bursa'da Osmanlılar'ın en eski ticarî kanunu olan 21 maddelik ilk İhtisab Kanunnamesini çıkarmıştır. Sonraki kanunnamelerinde yer alan bazı maddelerin nüvesini de içeren bu küçük kanunnamede, Bursa'daki ehl-i hirfet ve dükkânların ödeyeceği Bac miktarlarını belirleyen maddelerin yanı sıra, ilk defa şarap satıcıları, kalaycılar ve hamam işletmecilerinin işletim ve üretim standardını tespite yönelik birtakım kriterlere de yer verilmiştir. Kanunnamede genel çerçevede Osman Gazi'nin Bac kanununda belirlediği 2 akça bac bedeli korunmuş; "kilinder", "lidre" (libre) gibi ölçü birimlerinin o dönemdeki varlığı ve Orhan Bey zamanında Bursa'daki esnafın hangi sınıflardan ibaret olduğu da önemli birer tarihî veri olarak ortaya konulmuştur. Orhan Gazi; mavi gözlü, sarışın, beyaz tenli, geniş göğüslü, iri yapılı bir insandı. Kulağında siyah bir beni vardı. Sık sık halkın arasına karışıp onların dertlerini dinlerdi. Davranışları dengeli ve kararlı idi. Daima tedbirli davranırdı. İyi ahlâklı olarak bilinirdi.. Orhan Gazi, son yıllarında Osmanlı Devleti'nin idaresini, oğlu şehzade Murat`a bırakarak hayatını Bursa'da geçirmiştir. Ölüm nedeni ve yılı hakkında tarihçiler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Zamanının tarihçisi olan Âşıkpaşazâde, Orhan Bey'in Süleyman Bey'le aynı yılda, 1358'de, öldüğünü yazmaktadır Bazı tarihçiler 1360 yılında 79 yaşında iken vefat ettiğini bildirirler ve diğerleri ise ölümünün 1362'de olduğunu belirtir. Orhan Bey, Bursa'da, Gümüşlü Kümbet'te babasının türbesine gömülmüştür. Allahaşkına (45'lik) Allahaşkına / Sensiz İçime Sinmiyor, Sezen Aksu'nun 1979 yılında Kent Plak etiketiyle yayınlanan 45'liğidir. İçinde iki adet şarkı bulunmaktadır. İlk Gün Gibi İlk Gün Gibi, Sezen Aksu'nun 1979 çıkışlı beşinci 45'liğidir. Düzenlemeler ve Orkestra: Esin Engin sezen-aksu com Serçe (albüm) Serçe, Sezen Aksu'nun 1 Temmuz 1978 çıkışlı ikinci stüdyo albümüdür. Sezen Aksu'nun Kent Müzik tarafından piyasaya çıkarılan Serçe albümü 2 LP olarak piyasaya çıkmıştır. İlk LP'de 10, 2. LP'de 11, toplam 21 şarkı bu albümde yer almıştır. Murat Şahin Murat Şahin (d. 4 Şubat 1976, İstanbul , Merdivenköy) geçmişte Beşiktaş ve Fenerbahçe'de forma giymiş olan futbolcudur. Gaziantepspor'da antrenör olarak görev yapmaktadır. Futbola amatör olarak İstanbul'un Göztepe Hilal Spor'da başladı. 17 yaşında Fenerbahçe'ye geçti ve 18 yaşında profesyonel oldu. 7 sezon kaldığı Fenerbahçe'de Engin İpekoğlu ile Rüştü Reçber'in yedeğiydi. 1998/1999 sezonu devre arasında Konyaspor'a gitti. Sonra sırayla Diyarbakırspor, Adanaspor, Çaykur Rizespor, Beşiktaş, Gaziantepspor ve Kasımpaşa takımlarında forma giydi. 1993 yılında Fenerbahçe altyapısına geçti. 1993-1994 sezonunda Fenerbahçe A2 takımı kadrosunda yer aldı. Sonraki sezon ise A takıma yükseldi. Ancak Engin İpekoğlu ve Rüştü Reçber gibi kalecilerin ardında üçüncü kaleciydi. 19 Şubat 1995'te Vanspor karşısında ilk kez forma şansı buldu. Sonraki iki sezon forma şansı bulamadı. 1997-98 sezonunda Şekerspor karşısında oynanan maçta Rüştü'nün sakatlanması ile son 15 dakika forma giydi. Sezon içinde bir maçta daha forma şansı buldu. 1998-99 sezonuna Karabükspor karşısında alınan 4-1'lik galibiyette kaleyi koruyarak başladı. 10 Kasım 1998'de düzenlenen Atatürk Kupası'nda Joachim Löw tarafından kale, Şahin'e teslim edildi. Fenerbahçe maçı 2-0 kazandı. Murat Şahin, o sezonki üçüncü maçına 5 ay sonra yine Beşiktaş'la oynanan lig maçında çıktı. Rüştü'nün maç öncesi kazara ellerini kesmesi nedeniyle formayı alan Şahin, 43. dakikada takım arkadaşı Uche Okechukwu'nun bacağının kırılıp aylarca futboldan uzak kalmasına neden oldu. Fenerbahçe maçı 2-1 kaybetti. O sezon iki maça daha çıktı. 1999-2000 sezonuna da yedek kaleci olarak bşalayıp, Erzurumspor'u 2-0 yendikleri lig maçında devre arasında Rüştü'nün yerine oyuna girdi. Bu karşılaşma sarı-lacivertli formayla son maçı oldu. Devre arasında ve 2000-01 sezonlarında kiralık verilen futbolcunun 2001 yılında biten sözleşmesi uzatılmadı. 2000 yılında 2. Lig'de mücadele eden Konyaspor'a kiralandı. Yarım sezonda 15 kez bu takımın kalesini korudu. Takımın 1. Lig'e çıkma play-off'larına kalmasına yardım etti. Pay-off'ların yarı finalinde Diyarbakırspor'a penaltılarla elendiler. Murat Şahin, penaltılardan birini kullanıp gole çevirdi. 2000-01 sezonunda ise bu sefer Diyarbakırspor'a kiralandı. Etkili bir sezon geçirip 32 Lig maçında, 2 kez de Türkiye Kupası'nda forma şansı buldu. Diyarbakırspor, ilk grubunu lider olarak, grubun en az gol yiyen takımı olarak bitirdi. Play-off'larda da başarılı bir performans gösterip, ikinci olarak Süper Lig'e yükseldiler. Murat Şahin, sezon içinde iki tane penaltıdan gol attı. Biri Kayserispor'u 3-2 yendikleri maçta galibiyeti getiren goldü. Sezonun son maçı olan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında da 9. dakikada penaltıdan attığı golle durumu 1-0'a getirdi. Diyarbakırspor o maçı 3-2 kazanarak, 1. Lig'e çıkmayı garantiledi. Fenerbahçe'den ayrılan futbolcu, yine bir 2. Lig ekibi olan Adanaspor'a transfer oldu. 38 lig maçının 35'inde forma giyen kaleci, bu sefer 2. Lig üçüncüsü olarak, ikinci kez üst üste Süper Lig'e çıkma başarısını tattı. Ayrıca, Ankaragücü ve İstanbulspor'u devirerek Türkiye Kupası'nda yarı finale yükseldiler ancak Kocaelispor'a 1-0 yenilip, finale çıkamadılar. Murat Şahin, bu maçların hepsinde kaleyi korudu. 2002-03 sezonunda bir maç dışında tüm maçlarda Adanaspor kalesini korudu ve yıllar sonra Süper Lig'e dönmüş oldu. 2003-04 sezonuna da Adanaspor'da başladı ancak kötü geçen bir yarım sezon sonrası takımdan ayrıldı. Devre arasında kümede kalma mücadelesi veren Çaykur Rizespor'a transfer oldu. 14 maç Rizespor formasını giyen kaleci, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray derbilerinde forma giydi ve Rizespor, üç maçı da kazandı. Sezon sonunda küme kalmayı başardılar. Murat Şahin'in Türkiye futbol gündeminde üst sıralara tırmanması ise 2004-2005 sezonunda transfer olduğu Beşiktaş'ta gerçekleşti. Oscar Cordoba ve Ramazan Kurşunlu'nun ardından üçüncü kaleci olarak düşünüldüğü takımda, sezonun ilk yarısında beklenenden çok daha fazla forma şansı buldu. Bunda Cordoba ve Ramazan'ın sakatlıklar ve formsuzluk nedeniyle istikrarsız bir seyir izlemesi kadar takıma yeni bir anlayış yerleştirmeye çalışan yeni teknik direktör Vicente Del Bosque'nin tercihleri de belirleyiciydi. 7 Ağustos 2004'te Malatyaspor ile 1-1 berabere kaldıkları maçta ilk kez siyah beyazlı formayı giydi. 16 Eylül 2004'te 7. dakikada sakatlanan Cordoba'nın yerine Bodo/Glimt karşısında oynanan UEFA Kupası maçında forma giydi. Ancak Del Bosque'nin sezon ortasında ani bir kararla görevden alınmasından sonra göreve gelen Rıza Çalımbay ona fazla forma şansı vermedi. Bu durum bir sezon sonra Çalımbay'ın yerine göreve gelen Jean Tigana döneminde de değişmedi. Buna karşın yüksek profesyonel motivasyonu, uzun süre oynamamış olması halinde bile forma şansı bulduğunda da hazır bir görüntü çizmesini sağlıyordu. 2006-2007 sezounun ikinci yarısındaki Antalyaspor karşılaşması bir anda bütün dikkatlerin Murat Şahin'e dönmesine yol açtı. O sezon sadece Bucaspor karşısında alınan 5-1'lik Türkiye Kupası galibiyetinde forma şansı bulmuştu. Takımın tüm profesyonel kalecilerinin oynayamayacak durumda olması nedeniyle, şampiyonluk yarışındaki bu kritik maçta kaleyi genç ve daha önce hiç profseyonel bir maça çıkmamış Erdem Köse'nin koruması gerekecekti. Ağır bir sakatlığı bulunan Murat Şahin futbol yaşamını tehlikeye atarak
kaleye geçti. Adeta yalnızca tek bacağını kullanabildiği maçta çok başarılı bir performans göstererek takımının kazanarak şampiyonluk yarışında kalmasında büyük katkı sağladı. Bu jestine Beşiktaş yönetimi de sezon sonunda bitecek olan sözleşmesini (Şahin'i, onu uzun süre futboldan ayıracak bir ameliyat dönemi bekliyor olmasına karşın) koşulsuz olarak uzatarak karşılık verdi. 2007-08 sezonuna Beşiktaş'ta başlasa da forma şansı bulamadı. 2008 yılının başında Gaziantepspor'a kiralandı ve Kayserispor karşısındaki Türkiye Kupası maçı ile sahalara döndü. İlk lig maçında ise BJK İnönü Stadyumu'nda sözleşmesinin devam ettiği Beşiktaş karşısına çıktı. 10 maç formasını giydiği Gaziantepspor'a sezon sonunda imzayı attı. 2008-2009 sezonunda da Gaziantepspor'un kalesini birçok maçta korudu. Sezonun bitmesine iki hafta kala Kocaelispor ile oynadıkları karşılaşmada 49. dakikada ters ayağının üzerine düşerek 4 ay sahalardan uzak kaldı. 2009-10 sezonu devre arasında sakatlığının geçmesinin ardından Gaziantepspor ile karşılıklı anlaşarak sözleşmesini çift taraflı fesh etti. 2010 yılının başında Süper Lig ekibi Kasımpaşa'un kalesine geçti. 2010-11 sezonunda daha az forma şansı bulmaya başladı. Sezon sonunda küme düştüler. Murat Şahin'in sözleşmesi uzatılmadı. 2011-12 sezonu için Eyüpspor'a bir yıllığına transfer oldu. 2012-13 sezonunda Eyüpspor'da teknik direktörlüğe getirildi. Kariyerinde sadece 2003 yılında düzenlenen FIFA Konfederasyonlar Kupası için Türkiye millî futbol takımı kadrosuna çağrıldı. Ancak Rüştü Reçber ve Ömer Çatkıç'ın ardında üçüncü kaleci olup forma şansı bulamadı. Türkiye, kupada üçüncülük yaşadı. Gölge Etme Serçe, Sezen Aksu'nun 1977 çıkışlı beşinci 45'liğidir. sezen-aksu com Volkan Ünlü Volkan Ünlü (d. 8 Temmuz 1983, Gelsenkirchen) Türk kaleci. Schalke 04 altyapısında kaleci antrenörlüğü yapmaktadır. Futbola 1995'te 12 yaşındayken FC Gladbeck takımında başladı. Bir yıl sonra SV Höntrop kulübüne transfer oldu. Buradaki ikinci yılında kaleci mevkiinde görev almaya başladı. Kaledeki yeteneği ile göz doldurdu ve kariyerini bu mevkiide devam etti. 1998 yılında Schalke 04'e transfer oldu. Çeşitli altyapı seviyelerinde forma giydikten sonra 2002-03 sezonunda ilk kez A takım ile çalışmaya başladı. 2003-04 sezonunda FC Schalke 04 II takımına yükseldi. Yerel ligde mücadele eden takımda 9 maç forma şansı buldu. Ancak küme düştüler. Buna rağmen Ünlü, A takımın dikkatini çekmişti. Ünlü hoca Jupp Heynckes tarafından A takımla antrenmanlarda yer aldı. 6 Mart 2004'te SC Freiburg ile oynanan Bundesliga karşılaşmasında birinci kaleci Frank Rost'un yerine forma şansı buldu. Maçı 3-0 kazandılar. Ünlü, dört hafta arka arkaya Schalke'nin kalesini korudu. 4 maçta 6 gol yedi, Schalke bu dört maçın ikisini kazandı. 2004-05 sezonunda ikinci takımdan çıkıp, tamamen A takıma dahil oldu. Ancak Rost ve Christofer Heimeroth'un ardından üçüncü kaleci olan Ünlü, formayla tanışamadı. Haziran 2005'te Beşiktaş, Ünlü'yü 100,000 € karşılığında transfer etti. 11 Temmuz 2005'te Beşiktaş ile ilk hazırlık maçı olan SC Schwaz karşılaşmasında kaleyi korudu. Kamp döneminde başka hazırlık maçlarında şans bulsa da Oscar Cordoba ve Murat Şahin'in ardında üçüncü kaleci oldu. Sezon içinde Rıza Çalımbay'ın yerine gelen Jean Tigana tarafından kadro dışı bırakılan futbolcunun sözleşmesi Eylül 2006'de karşılıklı olarak feshedildi. Sezona kulüpsüz başlayan futbolcu, devre arasında Çalımbay'ın yeni kulübü Çaykur Rizespor ile anlaşma imzaladı. 1 Nisan 2007'de Denizlispor ile 2-2 beraber kaldıkları maçta ilk kez Rizespor forması giydi. Bu maç 3 yıl sonra Ünlü'nün forma giydiği ilk profesyonel maç olup, ilk Süper Lig maçı da oluyordu. Ancak sezonun geri kalanında forma şansı bulamadı. 2007-08 sezonuna Bülent Uygun'un Sivasspor'unda başladı. Ancak burada da Michael Petkoviç ve Akın Vardar'ın ardında üçüncü kaleci oldu. Sivasspor çok başarılı bir sezon geçirip, ilk yarıyı lider bitirip, sezon sonunda da UEFA Intertoto Kupası'na katılma hakkı kazandı. 5 Temmuz 2008'de Intertoto Kupası ikinci tur maçında OFK Grbalj karşısında yedeklerdeydi. Sivasspor'un da ilk Avrupa maçı olan mücadelede kaleci Akın, 28. dakikada kırmızı kart görünce Volkan Ünlü, kariyerinin ilk Sivasspor ve Avrupa kupası maçına çıktı. Durum 1-1'ken oyuna dahil olan Ünlü, bir gol daha yese de maç 2-2 bitti. Bir hafta sonra oynanan rövanş maçında kaleyi korudu ve Sivasspor rakibini 1-0 yenerek bir üst tura çıktı. Bir hafta sonra ise Portekiz'in SC Braga takımı ile karşılaştılar. Volkan Ünlü, ilk golde büyük bir hata yaptı. Sivasspor maçı 2-0 kaybetti. Bülent Uygun, Volkan'ı kiralık vermek istemelerine rağmen, ona destek olmak için takımda tutacaklarını açıkladı. Ancak Volkan, o sezon herhangi bir lig maçında forma giyemedi. 2009-2010 sezonunda Türkiye'den ayrılan kaleci Hollanda'nın MVV Maastricht takımıyla anlaştı. Takımın Türk teknik direktörü Fuat Çapa tarafından transfer edildi. Sezonun ikinci yarısında 13 maçta takımının kalesini korudu. 17 Ağustos 2010'da Trabzonspor tarafından bir yılı opsiyonlu olmak üzere 2 yıllık sözleşme imzaladı. Sözleşme ile birlikte Trabzonspor'un alt takımı olan 1461 Trabzon'a kiralık verildi. 2. Lig'de 26 maçta forma giydi. Bunların yedisini gol yemeden tamamladı. Ayrıca kariyerinde ilk kez Türkiye Kupası maçına çıktı. Ancak takım, sezonu 14. olarak bitirdi. Sezon sonunda sözleşmesi uzatılmadı. 2011-12 sezonunda kalecileri Milan Jurkovic'in sakatlanması sonrası kaleci arayan dördüncü lig ekiplerinden SG Sonnenhof Großaspach tarafından transfer edildi. İlk kez 11 Aralık 2011'de 1. FC Nürnberg II karşısında forma giydi. Ancak bundan sonra sadece sezonun son üç maçında sahaya çıktı. Sezon sonunda takımdan ayrılan kaleci bir sezon boş kaldıktan sonra 2013-2014 sezonu öncesi dördüncü ligdeki KFC Uerdingen'e ikinci kaleci olarak transfer oldu. Sekizinci hafta Sportfreunde Lotte ile oynanan maçta ilk kez Uerdingen forması giyen kaleci, kalesinde 7 gol gördü. Sonraki hafta ise Borussia Mönchengladbach II ile oynanan maçın 7. dakikasında kırmızı kart görerek oyun dışında kaldı. Devre arasında takımdan ayrılan kaleci, futbol hayatını sonlandırdı. 17 Şubat 2004'te Danimarka ile oynanan Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı hazırlık karşılaşmasıyla ilk kez millî oldu. İkinci yarının başında Tolga Zengin'in yerine oyuna girdi. Haziran 2004'te Touloun turnuvası kadrosuna dahil edildi. Fevzi Elmas'ın yedeği olup, bir maçta forma şansı bulabildi. Avrupa 21 Yaş Altı Futbol Şampiyonası eleme maçlarının yedisine çağrılan Ünlü, bir tanesinde forma şansı bulsa da Türkiye'nin turnuvaya katılmasını sağlayamadı. Futbolculuğu bıraktıktan sonra Gelsenkirchen'e geri dönen Ünlü, 2013-14 sezonunda yerel ekiplerden Arminia Ückendorf'ın teknik direktörlüğünü yaptı. Allahaısmarladık (albüm) Allahaısmarladık, Sezen Aksu'nun 1 Eylül 1977 çıkışlı ilk stüdyo albümüdür. Bu albümün, aynı yıl içerisinde hem 33'lüğü, hem de 45'liği çıkmıştır. 1977 yılında "Allahaısmarladık" albümünün hem LP, hem de MCsini müzik piyasasına sunan Sezen Aksu'nun LP 33'lük albümünde sadece "Kaç Yıl Geçti Aradan" ile "Allahaısmarladık" isimli parçaları bulunmaktadır. 2006'da, bu albüm (LP hali) Kaybolmayan Yıllar serisinin dahilinde, Mod ve SN Müzik Yapım tarafından tekrar basılarak Sezen Aksu'nun piyasada bulunan en eski albümü olma özelliğini kazanmıştır. Albümün içerisindeki bir açıklamada Sezen Aksu şöyle demiştir; "Allahaısmarladık" 33'lük albümünde dördüncü sırada yer alan şarkının söz ve müziklerinin Sezen Aksu'ya olduğu şarkıya klip çekilmiştir. Adem Dursun Adem Dursun (d. 26 Aralık 1979, Yıldızeli, Sivas), Türk futbolcudur. şu anda Adana Demirspor'da oynayan futbolcudur. 10 yaşındayken Sivas Güvenspor’un altyapısında futbola başlayan Adem Dursun, Güvenspor kapandıktan sonra Volkanspor’a geçti. Ankara Karması için altyapı seçmelerine katılan Adem bir yıl sonra genç millî takımın 30 kişilik aday kadrosuna çağrıldı. millî takıma seçilmeyi başaran Adem Dursun, ardından bir sene Sivasspor'da amatör olarak top koşturdu. Daha sonra MKE Ankaragücü seçmelerine katılan Adem, burada gösterdiği performansı beğenilince Başkent ekibinin formasını giymeye başladı. Ankaragücü altyapısında oynarken Ankara 50. Yıl Lisesi futbol takımında da yer aldı. Bu takım 1997 yılında Peru'da yapılan Liselerarası Dünya Şampiyonası'nda Dünya şampiyonu olmuştur. 10 yıl boyunca Ankaragücü Kulübü'nde futbol oynayan Adem 2005-2006 sezonunun başında Beşiktaş ile 1 yılı opsiyonlu 2 yıllık sözleşme imzaladı. 2005/2006 sezon ortasında Gaziantepspor'a transfer edilmiştir. 1 Eylül 2006 tarihinde Gaziantepspor'dan Gençlerbirliği'ne transfer oldu. Gençlerbirliği'nde oynadığı ilk maç; 2006-2007 Sezonu Türkiye Kupası 2. turunda gerçekleşti. Adem Dursun 2007/2008 sezonunda Kayseri Erciyesspor'a transfer omuştur. Kaybolan Yıllar Kaybolan Yıllar, Sezen Aksu'nun 1977 çıkışlı dördüncü 45'liğidir. 2011 yılında "Kaybolan Yıllar" adlı şarkıya Ozan Doğulu kendi albümünde remix haline yer vermiştir. Şarkıyı Sezen Aksu tekrar yorumlamıştır. Şarkıya çekilen klipte Sezen Aksu ve Ozan Doğulu yer almıştır. Olmaz Olsun Olmaz Olsun, Sezen Aksu'nun 1976 çıkışlı üçüncü 45'liğidir. Bu 3. kırkbeşlik sayesinde giderek ünlenen Sezen Aksu bir yılbaşı gecesi televizyonda söylediği Olmaz Olsun şarkısıyla ertesi gün tüm Türkiye'nin konuştuğu ünlü olmuştu. sezen-aksu com Emre Aşık Emre Aşık (d. 13 Aralık 1973, Bursa), defans mevkisinde görev alan eski Türk millî futbolcudur. Sönmez Filamentspor'da futbola başladı ve 1992'de profesyonel oldu. 1992-93 sezonunda Balıkesirspor'dayken keşfedildi. 1993-94 sezonunda, 20 yaşında Fenerbahçe'ye geçti. Fenerbahçe'den bedelsiz olarak 1996'da İstanbulspor'a transfer oldu. 4 yıl sonra Galatasaray'la anlaştı.Emre, Avrupa'da son derece başarılı günler geçiren Galatasaray savunmasında Kaptan Bülent ile sağlam bir ikili oluşturdu. Ağustos 2003'te Beşiktaş'a transfer oldu. 2005 yılında Teknik Direktör Rıza Çalımbay tarafından kadro dışı bırakıldı.Ve tekrar yuvasının yolunu tuttu. Şubat 2006'da