article
stringlengths
7.34k
10k
lyon sterlinlik projeyle kurtarıldı. Birkaç yıl içinde yıkılacağı uyarısında bulunulan kule, proje kapsamında yapılan 45 cm’lik bir düzleştirme çalışmasıyla eski haline getirildi. Atlas Dağları Atlas Dağları, Afrika kıtasının kuzeybatısında, Fas, Cezayir ve Tunus ülkelerinden geçen büyük bir dağ sırasıdır. Uzunluğu 2400 kilometre civarındadır. En yüksek noktası, Fas'ın güneybatısında 4167 m yüksekliğindeki Toubkal'dır. Atlas Dağları, kuzeybatı Afrika'nın Akdeniz kıyıları ile Sahra Çölü'nü ayıran bir duvar gibidir. Geçtiği bölgelerde Arap ve Berberi'ler yaşar; bu dağlardaki insanların kendine özgü kültürleri ve yaşam biçimleri, dağların ihtişamlı görüntüsüyle birlikte geziler için ve fotoğrafçılar için çekici bir dünya olmuştur. Atlas Dağları'nın oluşumunun milyonlarca yıl öncesinde Amerika ve Afrika kıtalarının ayrılmadan önce çarpışmasından kaynaklandığı, Kuzey Amerika'daki Apalaş Dağları'nın da aynı jeolojik hareketin sonucu olduğu tahmin edilmektedir. Köln Köln, eski adıyla Kolonya (Latince: "Colonia"), Almanya'nın dördüncü, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin en büyük şehri, ayrıca 4 385 082 nüfuslu Köln İdari Merkezi'nin yani Regierungsbezirk Köln (Köln, Bonn, Aachen, Düren, Euskirchen, Heinsberg, Leverkusen, Oberbergischer Kreis, Rhein-Erft-Kreis, Rheinisch-Bergischer Kreis, Rhein-Sieg-Kreis)'ün merkezidir. Nüfusu 1.024.373'dür (30.06.2013) Kozmopolit bir yapıya sahip olan şehirde çok sayıda yabancı ikamet etmektedir. Köln, eyaletin en önemli ulaşım, kültür, bilim, sanat, ticaret ve eğlence merkezidir. Ayrıca demir ve havayolu ulaşım ağının da kesişme noktasıdır. Ren Nehri, kentin tam ortasından geçmektedir. Nehrin her iki yakası sekiz köprüyle bağlanmıştır, bunlardan ikisi demiryolu köprüsüdür. Kentin en ünlü yapısı, inşaatı tam 632 (1248-1880) yılda tamamlanmış gotik tarzdaki çift kuleli Köln Katedrali (Kölner Dom)'dir ve 7 bin m² alanda, 157 metreyi bulan yüksekliği ile UNESCO Kültür Mirası listesinde yer alır. Köln, 405,15 km² büyüklükte olup, nüfusu gibi yüzölçümü bakımından da Almanya'nın dördüncü büyük şehridir. Köln'ün rakımı 118,4 metredir. Şehir, Almanya'nın batısında yer alır. Ren-Ruhr bölgesinin güneyindedir. Köln genelde rüzgarsız ılıman iklime sahiptir, ancak yıl boyu yağışlar Almanya ortalamasının üzerinde seyreder. Ren Nehri'nin etkisiyle ve çukurda yer almasından ötürü özellikle yazın nem oranı yüksektir. Bu da yaz aylarında bol yağışa neden olur. Köln, küçük yerleşim yerlerinin tam ortasında bulunan büyük bir şehirdir. Bu küçük yerleşim yerleri ile birlikte bölge nüfusu 2 Milyon civarındadır. Kuzeyinde Leverkusen ve Monheim, doğusunda Bergisch Gladbach ve Rösrath, güneyinde Troisdorf, Niederkassel, Wesseling, Brühl, Hürth, batısında ise Frechen, Pulheim ve Dormagen bulunur. Eyaletin başkenti Düsseldorf, Köln'ün kuzeyinde sadece 40 km uzaklıktadır. Ülkenin eski başkenti Bonn da Köln'ün 25 km güneyindedir. Köln M.Ö. 50 yılında Roma İmparatoru Claudius tarafından, Aşağı Ren Bölgesi'ni Cermen Kabileleri'nin saldırılarından korumak için bir koloni şeklinde kurulmuştur. İmparator Claudius kente eşi İmparatoriçe Agrippina'nın adını vermiş, böylece koloni M.S. 425 yılına dek Colonia Claudia Ara Agrippinensium (kısaca CCAA) olarak anılmıştır. Daha sonra buraya Latince Koloni anlamını taşıyan Colonia denmiştir. Bugün dünyanın birçok dilinde Köln farklı farklı telaffuz edilmektedir. (İtalyanca ve İspanyolca = Colonia, Portekizce = Colônia, Katalanca = Colònia, Lehçe = Kolonia, Türkçe = Kolonya [bu isim artık pek kullanılmamakta], Arapça = Kulunia (كولونيا), Fransızca ve İngilizce = Cologne ve diğer bazı dillerde Coellen, Cölln ve Keulen isimlerini taşımaktadır). Şehir, Orta Çağ'da hızla büyüyerek Avrupa'nın en büyük merkezlerinden biri haline gelmişti. 12. yüzyıldan itibaren Köln, Hıristiyan aleminde; Kudüs, İstanbul ve Roma'nın ardından kutsal şehir olarak ilan edildi. Sancta Colonia (Kutsal Köln) olarak da anılan şehirde 1248 yılında Köln Katedrali'nin temeli atıldı. Yapımı tam 632 yıl süren bu gotik tarzdaki katedral Kuzey Avrupa'nın en büyük ibadethanesidir. 1794 yılından itibaren Fransız egemenliğine giren şehrin sakinleri Napolyon'a sadık kalacaklarını ilan etmişlerdi. Daha sonra Prusya egemenliğine giren Köln'de büyümeye engel olan şehir duvarları yıkıldı ve hızla büyümeye başladı. I. Dünya Savaşı'nda pek zarar görmeyen şehir, II. Dünya Savaşı'nda büyük yıkıntıya uğradı. II. Dünya Savaşı sırasında, Köln Askeri Bölgesi (Wehrkreis) Münster VI Askeri Saha Komutanlığı Karargahının (Militärbereichshauptkommandoquartier) bulunduğu yerdi. Köln ,Bonn, Siegburg, Aachen, Jülich, Düren ve Monschau, askeri operasyonlarından sorumlu olan Korgeneral Freiherr von Roeder Diersburg'un komutası altındaydı. Köln 211. Piyade Alayı ve 26. Topçu Alayına ev sahipliği yapıyordu. Savaş sırasında, Köln bombalanması sırasında, batılı müttefikler tarafından 262 hava saldırısına uğradı, ve yaklaşık 20.000 sivil hayatını kaybetti. Köln, 1942'nin 31 Mayıs gecesi "Millenium Opersayonu" sırasında Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından 1000 bomba atılarak hedef oldu. 1046 ağır bombardıman patlayıcı 1.455 ton hedeflerine saldırdı Yaklaşık üçte ikisi yangın vardı. Bu baskın, yaklaşık 75 dakika sürdü ve 486 sivilin ölümüne ve 59.000 kişinin evsiz kalmasına sebep oldu. Savaşın sonunda, Köln nüfusu yüzde 95 oranında azaltılmıştı. Bu kayıp özellikle kırsal kesimlerde insanların büyük bir tahliyesine neden oldu. Aynı savaşın son iki yılında diğer birçok Alman şehri de saldırıya uğradı. 1945 yılı sonu itibarıyla, nüfustan yaklaşık 500.000 kişi kurtarıldı. Savaşın sonunda, Köln'ün savaş öncesi 11.000 Yahudi nüfusu tehcir edilmişti ya da Naziler tarafından öldürülmüştü. Kentte bulunan altı sinagog yıkıldı. Roonstraße üzerinde yeni sinagog 1959 yılında yeniden inşa edildi. 1945'te savaş sona erdiğinde Köln'ün % 90'ı yıkılmış haldeydi. Savaş öncesi 800 bin olan nüfus, 104 bine düştü. Savaşın ardından özellikle İngiltere ve ABD kaynaklı yardımlarla hızla yaralarını sarmaya başlayan şehir, tekrar hızla büyümeye başladı. Yurt dışından gelen işçilerle şehir ekonomisi ve sanayisi büyük canlanma gösterdi. Katolik nüfusun fazla oluşu Köln'deki siyasi hayatı da etkilemiştir. Hitler dönemi öncesi halk "Zentrum" - Merkez yanlısı idi. Nasyonal Sosyalist rejimin ardından Hristiyan Demokratlar - CDU ve Sosyal Demokratlar - SPD arasında, günümüze kadar süren iktidar mücadelesi oldu. SPD savaş sonrası 40 yıldan fazla şehir yönetimini idare etti. Şehirde bu partilerin dışında liberal - FDP ve yeşiller - Die Grünen/Bündnis 90ın da çok sayıda seçmenleri vardır. Köln şehri dokuz idari merkezden ve bunlara bağlı toplam 85 mahalleden oluşur. Altstadt-Nord, Altstadt Süd, Neustadt-Nord, Neustadt-Süd ve Deutz Bayenthal, Godorf Hahnwald, Immendorf, Marienburg, Meschenisch, Raderberg, Raderthal, Rodenkirchen, Rondorf, Sürth, Weiß ve Zollstock Braunsfeld, Junkersdorf, Klettenberg, Lindenthal, Lövenich, Müngersdorf, Sülz, Weiden, Widdersdorf Bickendorf, Bocklemünd/Mengenich, Ehrenfeld, Neuehrenfeld, Ossendorf ve Vogelsang Bilderstöckchen, Longerich, Mauenheim, Niehl, Nippes, Riehl ve Weidenpesch Blumenberg, Chorweiler, Esch/Auweiler, Fühlingen, Heimersdorf, Lindweiler Merkenich, Pesch, Roggendorf/Thenhoven, Seeberg, Volkhoven/Weiler ve Worringen Eil, Elsdorf, Ensen, Gremberghoven, Grengel, Langel, Libur, Lind, Poll, Porz, Urbach, Wahn, Wahnheide, Westhoven ve Zündorf Brück, Höhenberg, Humboldt/Gremberg, Kalk, Merheim, Neubrück/Ostheim, Rath/Heumar ve Vingst Buchforst, Buchheim, Dellbrück, Dünnwald, Flittard, Höhenhaus, Holweide, Mülheim ve Stammheim Kentte, merkez garın (Köln Hbf) yanı sıra 28 tren istasyonu mevcuttur. Kent içi kamu ulaşımı Kölner Verkehrsbetriebe'ye (KVB) ait onlarca otobüsün yanı sıra, pek çok tramvay/metro (Stadtbahn/U-Bahn) ve Alman Federal Demiryollarına bağlı banliyö trenleri (S-Bahn) ile yapılır. Köln'deki bu olanaklar sayesinde trafik ve kamu ulaşımı sorunu azdır. Bunlarla yetinmek istemeyenler için kent genelinde 1200 ticari taksi hizmet vermektedir. Büyük şehir olmasına karşın Köln'ün sokaklarının çoğunun dar olması yüzünden tek yön sokakların sayısı fazladır. Bu da kent merkezinde otomobille ulaşımı zorlaştırmakta, buna bir de park sorunu katmaktadır. O yüzden şehir içi ulaşımda Köln'lüler hava elverişli olduğu sürece bisikleti tercih eder. Kayıtlara geçen yaklaşık 1 milyon kadar bisiklet şehir trafiğinin % 16'sını oluştur. Pek çok tek yön sokağa bisikletle aksi yönden girmek serbesttir. Uluslararası Köln/Bonn Havalimanı da bu şehir toprakları üzerinde kurulmuştur. Havalimanı (Kod: CGN), merkezden yaklaşık 20 km uzaklıkta, kentin güneydoğusundadır. Köln merkeze trenlerle (12 dk.) , Bonn merkeze ise hızlı otobüsle (20-25 dk.) ulaşılabilir. Havalimanında birbirine bağlı iki ayrı terminal binasından hizmet verilmektedir. Köln'e çeşitli otoban ve diğer karayollarıyla ulaşmak mümkündür: A1, A3, A4, A57, A59, A555, A559, B8, B9, B51, B55, B55a, B59, B264, B506. Ren ırmağında gemiler turistik ya da yük taşıma amaçlı olarak işler, kentin kuzeyinde sanayinin kullandığı kimi limanlar bulunur. Irmağın batı kıyısındaki hayvanat bahçesinden doğu kıyısındaki fuar parkına teleferik vardır. Köln ve çevresi, Avrupa'nın önde gelen dinamik sanayi bölgelerinden biridir. Otomotivden kimyaya, hizmetlerden makine yapımına kadar pek çok branşta önde gelen isimlerin tesisleri ve merkezleri Köln'dedir. Bunlardan Ford, Bayer, Lufthansa, Kaufhof, Deutz AG akla gelen ilk şirketlerdir. Sanayinin yanı sıra turizm ve ticaret de kentin önemli gelir kaynakları arasında yer alır. Kentin konumu, ulaşım ve nakliye açısından bakıldığında da son derece caziptir. Ren nehrinin kentin ortasından geçmesi ve Ruhr bölgesine yakınlığı bu ilgiyi artırır. Uluslararası Standartlar Sertifikasyon ve Denetim Şirketi TÜV'ün merkezi de Köln'dedir. Almanya'nın önemli sigorta şirketlerinin merkezleri de yine bu şehri mesken edinmiştir. Kentin güneyinde Godorf semtinde petrol rafinerileri vardır. Köln kaynaklı dünyaca en çok tanınmış ürün, 1709 yılında kur
ulan aynı zamanda kentin en eski şirketi Farina gegenüber dem Jülichs-Platz tarafından üretilir. Türkçede kısaca 'Kolonya' olarak da anılan dünyaca ünlü limon kokulu su Eau de Cologne (Fransızcadan 'Köln Suyu' olarak çevrilebilir), işte bu kentte doğmuştur. Köln'de her yıl çeşitli eğlenceler düzenlenmektedir. Karnaval Köln Karnavalı, Almanya'da düzenlenen en büyük şenliklerden biridir. Burada Karnaval 11. ayın 11'inde saat 11.11'de başlar ve günlerce sürer. Sonra mola verilir ve şubat ayında eğlenceler kaldığı yerden devam eder. Karnavala şehir halkı kadar, şehre yurt içi ve dışından akın eden 1,5 - 2 milyon insan da ilgi göstermektedir. Cologne Pride - CSD Christopher Street Day Avrupa'daki en büyük ve kapsamlı "Onur Günü Yürüyüşleri"ndendir (GayPride). Her yıl bir milyondan fazla ziyaretçinin ilgi duyduğu bir şenliktir. Yapılan gösterilerde, 1970'lerin başında ABD'li polislerin New York'ta eşcinsel kulüplerine yaptıkları baskınlar ve sokakta polislerce dövülen eşcinseller hatırlanmaktadır. Ayrımcılığa karşı yapılan bu protesto yürüyüşleri bol müzikli ve danslıdır. Her yıl temmuzun ilk hafta sonu düzenlenir. c/o Pop (Cologne on Pop) Rock ve Pop Müzik Fuar ve Festivali, yazın yapılır. MusikTriennale Köln 20. ve 21. yüzyılın eserlerinin sunulduğu büyük bir müzik festivalidir. Summerjam Avrupa'nın en büyük Reggae Festivalidir. Yazın düzenlenir. Uluslararası Köln Komedi Festivali ve Kölner Lichter de halkın ilgi gösterdiği yüzlerce festivalden sadece birkaçıdır. Dünyaca ünlü fuarlardan bazıları şunlardır: Lit.Cologne Edebiyat fuarı, her yıl baharda düzenlenir. Anuga Beslenme ve gıda fuarı, iki yılda bir sonbaharda düzenlenir. Photokina Fotoğraf sanayii fuarı, iki yılda bir sonbaharda düzenlenir. ArtCologne Çağdaş sanat fuarı, dünyanın en eski sanat fuarıdır. Baharda düzenlenir. Kentte birçok tiyatro salonu ve tiyatro topluluğu bulunur. Bunlardan bazıları şunlardır: Arkadaş Theater, Artheater, Atelier-Theater, Café Duddel, Solana Theater, Casamax-Theater, Cassiopeia Theater, Comedia, Drama Köln, Freies Werkstatt-Theater, Gloria-Theater, Hänneschen-Theater, Horizont-Theater, Kölner Künstler-Theater, Klüngelpütz Kabarett-Theater, Musical Dome, Piccolo-Theater, Puppentheater Lapislazuli, Senftöpfchen-Theater, Studiobühne Köln, Theater am Dom, Theater am Sachsenring, theater Der Keller, das Theater im Bauturm, Theater im Hof, Theater Tiefrot, Theaterhaus Köln ve Volkstheater Millowitsch. Köln tam anlamıyla bir müzeler cennetidir. Kentte çok sayıda müze mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır: Kölnisches Stadtmuseum - Köln Şehir Müzesi, Museum Ludwig - Ludwig Müzesi, Wallraf Richartz Museum - Wallraf Richartz Müzesi, Römisch Germanisches Museum - Romen Cermen Müzesi, Duftmuseum - Koku Müzesi (Kolonyanın doğum yeri olan Köln Şehri'ndeki Farina Haus daha sonraları müzeye çevrilmiştir), Schokoladenmuseum - Çikolata Müzesi, Museum für Ostasiatische Kunst - Doğu Asya Sanat Müzesi. Almanya'nın önde gelen en büyük medya şehirlerinden birisi olan Köln'de 30-40 bin arasında medya çalışanı vardır. WDR (Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu), RTL, VOX, n-tv ve Super RTL adlı ulusal TV kanalları ile Center TV adlı yerel kanal bu kentten yayın yapar. Bunun dışında ulusal kanallar PRO 7 ve SAT 1'de yayınlanan bazı programlar Köln'de hazırlanmaktadır. Ayrıca kentte birçok radyo istasyonu da yayın yapmaktadır. Bunlardan WDR'ye ait altı radyo istasyonu birbirinden farklı dinleyiciye seslenmektedir. WDR bünyesinde yayın yapan Funkhaus Europa değişik dünya dillerinde (Türkçe, Kürtçe, Almanca, İtalyanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Arapça vs.) yayın yapmaktadır. Her gün saat 06.05-07.00 ve 19.30-20.00 arasında, pazar günü ise 15:00-18:00 arasında Türkçe yayın yapılır. Kuzey Ren-Vestfalya, Berlin ve Bremen'de dinlenen radyo istasyonunun ayrıca İnternet üzerinden 24 saat Türkçe yayın yapan Köln Radyosu isimli İnternet sayfası da vardır. Kentte basılan gazete ve dergilerden bazıları: Kölner Stadt-Anzeiger, Kölnische Rundschau, Kölner Express, Bild Köln, Stadt Revue, Kölner Wochenspiegel. II. Dünya Savaşı sona erdiğinde Köln enkaz bir şehir görünümüne bürünmüştü. % 90'ı tahrip olan şehirde geçmişin mimarisini yansıtan çok az yapı ayakta kalmıştır. Ancak yer yer Romalılardan kalma yapılara bile rastlamak mümkündür. Bugün kente 1950'li yılların mimari tarzı hakimdir. Köln büyük bir şehir olmasına rağmen Almanya'nın diğer büyük şehirlerindeki gibi, birkaç istisna dışında modern gökdelenlere sahip değildir. Bundaki en önemli etken UNESCO tarafından korunan Köln Katedrali'nin her taraftan görülebilmesini sağlamaktır. Aşağıda Köln mimarisinin birkaç örneği görülmektedir. Başta Köln Üniversitesi olmak üzere kentte birçok üniversite ve yüksekokul (Spor Yüksekokulu, Konservatuvar vs.) mevcuttur. Burası bir üniversite şehridir. Toplam nüfusun yaklaşık % 10'u üniversite öğrencisidir. Bu okullarda, çeşitli ülkelerden çok sayıda öğrenci okumaktadır. Üniversiteye bağlı bir de Studienkolleg vardır. Köln'de ayrıca Almanya'nın ilk ve tek spor yüksekokulu olan Deutsche Sporthochschule Köln (DSHS ya da öğrencilerin deyimiyle SpoHo) bulunur. Köln nüfusunun % 41,6'sı Katolik, % 17,5'i Protestan, % 10'u Müslüman ve geriye kalan % 30'u ise diğer dinlere mensup veya ateisttir. Üç büyük dinin yanı sıra şehirde başka dinlere inanan birçok insan vardır. Hristiyan dünyası için tarihsel ve dinsel bir kutsallığa sahiptir. Ayrıca şehirde Musevi Cemaati için sinagoglar, Müslümanlar için de camiler bulunur. Almanya'daki Müslümanların önemli temsilcilerinden Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'nin merkezi Köln sınırları içindeki Ehrenfeld'de yer almaktadır. Ayrıca Aleviler için de çok sayıda cemevi mevcuttur. Köln'de birçok spor dalında spor kulüpleri mevcuttur. En tanınan ve en sevilen takım ise, 1. FC Köln futbol takımıdır. Bu takımın kadrosunun yarıdan fazlasını yabancı oyuncular oluşturur. Takımın maskotu ve simgesi bir keçidir. Bunun yanı sıra buz hokeyi dalında Kölner Haie, Amerikan futbolu dalında Cologne Falcons ve basketbol dalında BSC Saturn Köln Almanya'nın başarılı takımları arasında yer alır. 1997'den bu yana her yıl sonbaharda Köln Maratonu düzenlenir. 1999 yılında ilk Alman Spor ve Olimpiyat Müzesi hizmete girmiştir. Köln'ün şu resmi kardeş şehir bağlantıları vardır: Babilik Babilik (Farsça: بابیه‎, Babiyye), 19. yüzyılda İran'da doğan dini hareket. Bab, İranlı Seyyid Ali Muhammed'in (doğ. 1819 - öl. 1850) lakabıdır. Seyyid Ali Muhammed 1844'te, yeni bir çağı müjdelediğini ve beklenen kişi (Mehdi, Kaim) olduğunu ilan etti. Bu tarihten sonra İran'da ona inanan büyük bir Babi kitlesi meydana geldi. Dönemin İran'ı gibi güçlü bir din adamı sınıfının bulunduğu bir ülkede yeni ve farklı bir dini inanışa sahip Babiler, bu tarihten ve özellikle Bab'ın 9 Temmuz 1850'de Tebriz'de kurşuna dizilmesinden sonra İran yönetimince büyük bir baskıya maruz kaldılar. Babilerin yaşadığı değişik işkence ve idam yöntemleri, İran'da yaşayan Batılılarca ve dönemin doğu bilimcileri ve tarihçilerince (Edward G. Browne, A.L.M. Nicholas, fotoğrafçı Antoin Sevruguin gibi.) gözlemlendi. Lübnanlı yazar Amin Maalouf'un romanı "Semerkant"'ın İran'da geçen bir bölümünde baskıdan kaçıp gizlenmekte olan "Babiler" geçer. Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi, 1946 yılında Türkiye'nin başkenti Ankara'da kurulmuş bir devlet üniversitesidir. Ankara Üniversitesi, Üniversite Kanunuyla birlikte kurulan ve Türkiye'nin ilk üniversitesi niteliğini taşıyan bir eğitim kurumudur. Ankara Üniversitesi'nin en eski ve köklü fakülteleri 1842 yılında kurulan Veteriner Fakültesi ve 1859 yılında kurulan Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mekteb-i Mülkiye)'dir. Ankara Üniversitesi'nin temeli bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından atılmıştır. Yapılan ilk iş; 1925'te kurulan Hukuk Mektebi, Türk çiftçisine hizmet etmek üzere 1933'te öğretime başlayan Yüksek Ziraat Enstitüsü, zengin Anadolu kültürünü araştırmak ve Türkiye'nin dünya ile dil ve kültür köprüsü kurmak amacıyla 1935'te açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1859'dan beri Mekteb-i Mülkiye adıyla üst düzey kamu yöneticileri yetiştiren ve 1936'da başkent Ankara'ya taşınıp Atatürk'ün özel emir ve ilgileri ile kurulan Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni açmak olmuştur. Bunlara, hazırlıkları Atatürk tarafından başlatılan ancak kuruluşu II. Dünya Savaşı nedeniyle 1940'ların başına kalan Tıp ve Fen Fakültelerini eklemek gerekir. 1925'te kurulmuş olan Hukuk, 1935'te faaliyete başlayan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1943'te açılan Fen Fakültesi, 1945 yılında kuruluşu tamamlanan Tıp Fakültelerinden oluşan Ankara Üniversitesi 1946 yılında resmen kuruldu. Üniversite 1948'de Yüksek Ziraat Enstitüsünün Ziraat ve Veteriner Fakültelerini bünyesine almış, 1949'da İlahiyat Fakültesi, 1935'te kurulan 1950'de Fakülte adını alan Siyasal Bilgiler Okulu, 1960'ta Eczacılık Fakültesi, 1963'te Yüksekokul olarak kurulan 1977'de Fakülte olan Diş Hekimliği Fakültesi, 1965'te Eğitim Bilimleri Fakültesi ve 1965 yılında da şimdi adı İletişim Fakültesi olan Basın Yayın Yüksekokulu kuruldu. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi tarafından çıkarılan Communication A1, A2, B ve C serilerinde Matematik, İstatistik, Fizik, Fizik Mühendisliği, Elektronik Mühendisliği, Astronomi, kimya ve kimya mühendisliği, Biyoloji, Jeoloji Mühendisliği ve Jeofizik Mühendisliği'nin çeşitli dallarında yazılmış özgün araştırma makalelerine yer verilir. Ayrıca editör tarafından çağrıda bulunulan, konusunda uzman tanınmış bilim adamlarınca hazırlanmış son gelişmeleri içeren inceleme tipi çalışmalara yer verilen dergidir. 1942 yılından beri yayın hayatında olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi Sümerce ve Hititçeden Latince ve Yunancaya, antik doğu ve batı dilleri yanında modern diller ile coğrafya, felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji Türk ve Türkiye tarihi gibi çeşitli sosyal bilimlerin farklı alanlarında kaynak yayınlar arasında yer almaktadır. 1963 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından çıkarılmaya başlana
n Araştırma Dergisi günümüze dek çıkmayı başarmıştır. Özgün inceleme ve araştırmaya dayalı felsefe ve düşünce alanında yayın yapan Araştırma Dergisi aynı zamanda akademik bir yayın olma özelliğini taşır. Farmasötik Bilimlerin tüm alanlarındaki önemli gelişmeleri içeren orijinal araştırmalar, kısa bildiriler ve derlemelerin yayınlanması için uluslararası bir ortamdır. Ankara Üniversitesi Veteriner Hekimliği Dergisi Ankara Üniversitesi Tiyatro Dergisi Ankara Üniversitesi Tarım Bilimleri Dergisi "Ankara Üniversitesi yayınlarına Pecya aracılığı ile dijital olarak ulaşabilirsiniz." Sibernetik Sibernetik "(Yunanca kybernétes: "dümenci")" veya güdüm bilimi; canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalıdır. Sibernetik, düzenli sistemlerin, bu sistemlerin yapılarının, limitlerinin ve sistemin imkânlarının araştırılmasına ilişkin disiplinlerarası bir yaklaşımı içerir. Sibernetiğin konu aldığı sistemler mekanik, fiziksel, biyolojik, düşünsel ve sosyal olabilir. Sibernetik yaklaşım eylemin çevresinde yol açtığı değişimlerin sistem içinde geribildirim yolu ile yansıtıldığı, kapalı sinyal döngüsü içeren sistemlere uygulanır. Sibernetik sistemlerin geribildirimler sayesinde değişime uğraması, “dairesel nedensellik” ilişkisi olarak tanımlanır. Sibernetiğin ele aldığı kavramlar arasında öğrenme, bilişsellik, sosyal kontrol, belirme, iletişim, verimlilik ve tesir yer almaktadır. Çeşitli bilim alanlarından farklı olarak, sibernetik bu kavramları özgün organizma ya da cihaz bağlamında soyutlayarak ele alır. Sibernetiğin etkilediği ya da sibernetikten etkilenen çalışma alanları arasında oyun teorisi, sistem teorisi (sibernetiğin matematiksel karşılığı), algısal kontrol teorisi, sosyoloji, psikoloji (özellikle nöropsikoloji, davranışsal psikoloji, bilişsel psikoloji alanlarında), felsefe ve mimarlık yer almaktadır. Sibernetik terimi ilk olarak Fransız matematikçi ve fizikçi André-Marie Ampère tarafından kullanılmıştır. Terim, Amperè’nin 1834 yılında yönetim bilimlerini konu alan "" isimli eserinde yer almıştır. Terim güncel anlamını Norbert Wiener’in 1948 tarihli Sibernetik ya da hayvan ve makinelerde kontrol ve iletişim isimli kitabı ile edinmiştir. Modern sibernetiğin kurucuları arasında gösterilen Amerikalı matematikçi ve felsefeci Norbert Wiener, sibernetiği insan ve hayvanlarda kontrol ve iletişimi konu alan çalışma alanı olarak tanımlamıştır. 12. yüzyılda Cizre'li fizikçi, robot ve matris ustası bilim insanı El-Cezeri, sibernetik alanın ilk isimlerindendir. Dünya bilim tarihi açısından bugünkü sibernetik ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim adamı olan El Cizirî, "Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap" (El Câmi-u’l Beyn’el İlmî ve El-Amelî’en Nâfi fî Sınâ'ati’l Hiyel, Arapça: بَيْنْ اَلْعِلْمِ وَالْعَمَلِ اَلنَّافِعْ فِي صِناعَةُ الْحِيَلْ) adlı eserinde ortaya koydu. 50’den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği bu olağanüstü kitapta Cizirî, “Tatbikata çevrilmeyen her teknik ilmin, doğru ile yanlış arasında kalacağını” söyler. Bu kitabın orijinali günümüze kadar ulaşamadıysa da, bilinen 15 kopyasından 10’u Avrupa'nın farklı müzelerinde, 5 tanesi Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde yer almaktadır. İnsanî ve mekanik sistemlerin çalışma tarzı ve fonksiyonlarını daha iyi anlatabilmek amacıyla, bilgi işlem sistemleri ve canlı varlıkların kontrol ve iş haberleşme yöntemlerinin karşılaştırmalı araştırılmasına dayanır. Sibernetik, birden fazla disiplin oluşturmakla ilgili olup bilim dallarının her biriyle tam bir uygunluk içinde olan bir dizi kavram yardımıyla bu dallar arasında tam bir ilişki kurulmasını sağlar. Kaos teorisi Kaos teorisi, kaos kuramı veya kargaşa kuramı; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir. Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkânsızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması, aslında o parametrelerin aynı zamanda bir çıktı olmasından kaynaklanır. Dumanın hareketine neden olan hafif bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen girdiler birbirlerine bağlı olabilirler ki bu durumu tam anlamıyla içinden çıkılmaz hâle sokar. Sigara dumanı örneğine geri dönersek, hava akımının yalnızca sıcaklık değişiminden kaynaklandığını farz edelim (ki pratikte bu milyonlarca etkenden biridir). Sıcaklık değişimi ortamda basınç farkı yarattığından hava akımını etkiler. Ancak oluşan hava akımı sıcaklıkta tekrar değişimlere neden olacağından farklı girdilerle tekrar bir fonksiyon oluşturur ve bu değişim sonsuza kadar devam eder. Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler ve farklı düzenler yaratması ve bu düzenlerin yine kendisini etkilemesi insan zekasının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hakimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve kaosun aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur. Sayısal bilgisayarların ve onların çıktılarını çok kolay görülebilir hâle getiren ekranların ortaya çıkmasıyla gelişti ve son on yıl içinde popülerlik kazandı. Ancak kaotik davranış gösteren sistemlerde kestirim yapmanın imkânsızlığı bu popüler görüntüyle birleşince, bilim adamları konuya oldukça kuşkucu bir gözle bakmaya başladılar. Fakat son yıllarda kaos teorisinin ve onun bir uzantısı olan fraktal geometrinin, borsadan meteorolojiye, iletişimden tıbba, kimyadan mekaniğe kadar uzanan çok farklı dallarda önemli kullanım alanları bulması ile bu kuşkular giderek yok olmaktadır. Teoriye temel oluşturan matematiksel ve temel bilimsel bulgular, 18. yüzyıla, hatta bazı gözlemler antik çağlara kadar geri gitmektedir. Yunan ve Çin mitolojilerinde yaradılış efsanelerinde başlangıçta bir kaosun olması rastlantı değildir. Özellikle Çin mitolojisindeki kaosun, bugün bilimsel dilde tanımladığımız olgularla hayret verici bir benzerliği olduğu görülür. Batı'da da daha sonraki dönemlerde bilim adamları tarafından karmaşık olgulara dair gözlemler yapılmıştır. Poincare, Weierstrass, von Koch, Cantor, Peano, Hausdorff, Besikoviç gibi çok üst düzey matematikçiler tarafından bu teorinin temel kavramları bulunmuştur. Karmaşık sistem teorisinin ardında yatan yaklaşımı felsefe, özellikle de bilim felsefesi açısından incelenecek olunursa, ortaya ilginç bir olgu çıkar. Aslında bugün pozitif bilim olarak nitelendirilen şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, sentetik oluşu yani parçadan tüme yönelmesidir (tümevarım). Genelde karmaşık problemleri çözmede kullanılan ve bazen çok iyi sonuçlar veren bu yöntem gereğince, önce problem parçalanır ve ortaya çıkan daha basit alt problemler incelenir. Sonra, bu alt problemlerin çözümleri birleştirilerek, tüm problemin çözümü oluşturulur. Ancak bu yaklaşım görmezden gelerek ihmal ettiği parçalar arasındaki ilişkilerdir. Böyle bir sistem parçalandığında, bu ilişkiler yok olur ve parçaların tek tek çözümlerinin toplamı, asıl sistemin davranışını vermekten çok uzak olabilir. Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmaktır. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelimi Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür. Kaos ya da karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir. Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar doğrusallığın geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır. Doğrusal bir sistemin girdisini codice_1, çıktısını da codice_2 kabul edersek, codice_3 arasında doğrusal sistemlere özgü şu ilişkiler olacaktır: Bu özellikleri sağlayan sistemlere verilen karmaşık bir girdiyi parçalara ayırıp her birine karşılık gelen çıktıyı bulabilir, sonra bu çıktıların hepsini toplayarak karmaşık girdinin yanıtını elde edebiliriz. Ayrıca, doğrusal bir sistemin girdisini ölçerken yapacağımız ufak bir hata, çıktının hesabında da başlangıçtaki ölçüm hatasına orantılı bir hata verecektir. Hâlbuki doğrusal olmayan bir sistemde codice_2’yi kestirmeye çalıştığımızda ortaya çıkacak hata, codice_1'in ölçümündeki ufak hata ile orantılı olmayacak, çok daha ciddi sapma ve yanılmalara yol açacaktır. İşte bu özelliklerinden dolayı doğrusal olmayan sistemler kaotik davranma potansiyelini içlerinde taşırlar. Kaos görüşünün getirdiği en önemli değişikliklerden biri ise, kestirilemez determinizmdir. Sistemin yapısını ne kadar iyi modellersek modelleyelim, bir hata bile (Heisenberg belirsizlik kuralı'na göre çok ufak da olsa, mutlaka bir hata olacaktır), yapacağımız kestirmede tamamen yanlış sonuçlara yol açacaktır. Buna başlangıç koşullarına duyarlılık adı verilir ve bu özellikten dolayı sistem tamamen nedensel olarak çalıştığı halde uzun vadeli doğru bir kestirim mümkün olmaz. Bugünkü değerleri ne kadar iyi ölçersek ölçelim, 30 gün sonra saat 12'de hava sıcaklığının ne olacağını kestiremeyiz. Bu görüş paralelinde ortaya konan en ünlü örnek ise Kelebek Etkisi denen modellemedir. Bu modelleme, en basit hâliyle şu iddiayı taşır: "Çin de kanat çırpan bir kelebek ABD de bir fırtınaya neden olabilir". Kelebek etkisine verilebilecek bir diğer örnekte 1861-1865 yılları arasında süren Amerikan İç Savaşı'dır. Amerika'nın güney eyaletleri dış işlerde birbirine bağımlı ama iç işl
erinde bağımsız olmak yani konfederasyon isterken, kuzey eyaletleri birbirine çok daha katı bir şekilde bağlı olmak isterler, yani federasyon isterler. Ayrıca kuzeyde modern kapitalizmin kuralları gereğince, emek gücüne harcadığı emek karşılığı ücret yani yövmiye ya da maaş ödenirken, güneyde ise köle işgücü vardır. Kuzey eyaletleri Amerika'nın güney eyaletlerindeki köle işgücünün tasfiye olmasını isterler, çünkü böylece kuzeye gelecek olan fazla işgücü yüzünden işçilik ücretleri düşecektir. Bundan dolayı Amerika'nın kuzey ve güney eyaletleri arasında 1861 yılında savaş çıkar ve kuzey eyaletleri Amerika'nın güney eyaletlerinin limanlarını ablukaya alırlar. Amerika'nın güney eyaletleri ise İngiltere ve Rusya'ya pamuk satamaz ve 19. yy'ın en önemli sanayilerinden birisi tekstildir. Bunun üzerine Rusya ve İngiltere pamuk yetiştirebileceği alanlar araştırmaya başlar. 1860lardan 1880lere kadar Rusya tüm Orta Asya'yı işgal eder, çünkü burası pamuk üretimi için çok elverişlidir. İngiltere ise Hindistan'ın Doğu kısmını işgal eder yine pamuk üretimi için. Görüldüğü gibi, Amerika'da çıkan bir iç savaş neticesinde Orta Asya'yı Rusya işgal ederken Doğu Hindistan'ı da İngiltere işgal etmiştir. İşte "Kelebek Etkisi" ya da "Kaos Teorisi" buna denir. Viki Viki, bir iş birliği etrafında toplanan kimselerin web tarayıcı üzerinden yeni sayfalar oluşturmasına, sayfalarda düzenlemeler yapmasına ve bu sayfaları birbirine bağlamasına olanak sağlayan MediaWiki vb. bir yazılım altyapısı kullanan web sitelerinin genel adı. Viki sitelerinde kullanıcılar kolayca büyük dökümantasyonlar oluşturabilir. Diff özelliği sayesinde sayfanın önceki sürümleri görülebilir ve böylelikle belgeler arasındaki sürüm farklılıkları takip edilebilir. Sayfalar arasındaki bağlantılar ve sayfa biçimlemeleri sistem tarafından otomatik olarak yapılandırılacağından, bilgiye erişme ve bilgi belgeleme viki ile son derece kolaylaşmaktadır ve ayrıca son yapılan araştırmalar sonucunda en çok tıklananlar arasında yerini almıştır. Viki ismi Hawaii dilinde "hızlı" anlamına gelen wiki kelimesinden türetilmiştir. İlk basit viki sitesi olan WikiWikiWeb'i Ward Cunningham oluşturmuştur. Hasan Kaçan Hasan Kaçan (d. 10 Aralık 1957, İncesu, Kayseri), Türk karikatürist, oyuncu ve film yapımcısı. 1957 yılında Kayseri'nin İncesu ilçesinde doğmuştur. Daha sonra çok küçük yaşta ailesiyle Kayseri’den İstanbul’a gelmiştir. Ortaokul yıllarında Oğuz Aral’la karşılaşmasıyla hayatı farklı bir yöne girmiştir. O dönemdeki mizah anlayışını 15 yıl boyunca "Gırgır" dergisinde sergileyen Kaçan, gelişiminde Aral’ın rolünü her fırsatta vurgulamıştır. Gırgır’dan sonra yine dergi ve gazetelerde karikatürler çizen Kaçan, televizyon ve sinemada da kendini göstermiştir. Gırgır'da çizdiği bant karikatürleri Eşşek Herif ve Cork en sevilen bant karikatürler arasına girmiştir. Ayrıca 90'lı yıllarda köşe yazarlığı da yapmıştır. "Ekmek Teknesi"ne senaristlik yapmış ve dizide Heredot Cevdet tiplemesini canlandırmıştır. Ayrıca "Eşref Saati" dizisinde de Kaptan Küstü karakteri ile karşımıza çıkmaktadır. A.R.O.G filminde de yer almıştır. "Keskin Ustura" adlı bir mizah dergisi çıkarmıştır. 5-10 Temmuz 2008'de, temsili Nasreddin Hoca görevini yapmıştır. Ayrıca; Pana Film'in 4 Ağustos 2011 tarihinde hisselerini satmasına kadar yapımcı ortaklarından olmuştur. Kaçan, TRT 1'de yayınlanan Halil İbrahim Sofrası adlı dizide "Berber Ali" rolünü canlandırmıştır. Leyla ile Mecnun dizisinin 14 Mayıs 2012 ve 7 Ocak 2013 tarihlerinde yayınlanan bölümlerinde konuk oyuncu olarak yer almıştır. Sanatçı halen TRT 1'de Gönül Hırsızı adlı dizide Emekli kaptan pilot "Nadir" rolünü canlandırmaktadır. Hasan Kaçan, sinemaya da uyarlanan "Ağır Roman" adlı romanın yazarı olan Metin Kaçan'ın ağabeyidir. Henri Poincaré Jules Henri Poincaré, (d. 29 Nisan 1854, Nans - ö. 17 Temmuz 1912 Paris), Fransız matematikçi ve fizikçi. 1912 yılına gelindiğinde, Henri Poincaré, prostat probleminden dolayı geçirdiği bir cerrahi operasyona takiben 17 Temmuz 1912 yılında emboli nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Galile (anlam ayrımı) Gauss Gauss kelimesinin birden fazla anlamı vardır: William Thomson William Thomson (d. 26 Haziran 1824, Belfast, İrlanda - ö. 17 Aralık 1907, Nethergall, Largs, İskoçya), İskoçyalı fizikçi. William Thomson, daha on bir yaşındayken babasının matematik profesörü olduğu Glasgow Üniversitesi'nde öğrenime başladı; sonra Cambridge Üniversitesi'ne devam etti. Fourier'den etkilenen Kelvin, 16 ve 17 yaşında iken yayımladığı ilk bilimsel makalelerinde, İngiliz bilim adamlarının genellikle karşı çıktığı Fourier'in görüşlerinin savunusunu üstlendi ve Fourier'in geliştirdiği bilimsel yöntemlerin yalnızca ısı akışına değil, başka enerji biçimlerine de uygulanabileceğini öne süren ilk bilim adamı oldu. 21 yaşında Glasgow Üniversitesi'nde fizik profesörü oldu. Ve aralıksız elli üç yıl bu görevi sürdürdü. William Thomson, özellikle ısı ve elektrikle ilgili incelemeler yaptı. Basınç altında buzun erime noktasındaki değişimleri belirledi ve 1852'de gazların genleşmesinin soğumaya yol açtığını ortaya koydu. Joule ile görüştükten sonra, Kelvin ölçeği olarak adlandırılan ve günümüzde bütün bilimsel sıcaklık ölçümlerinin temelini oluşturan mutlak termodinamik sıcaklık ölçeği düşüncesini ortaya attı. Elektriksel Görüntüler Metodu'nu bularak, elekrostatiğin matematik teorisine katkıda bulundu. 1854'ten başlayarak denizaltı telgrafı ile ilgilendi. George Gabriel Stokes ile birlikte, elektrik sinyal iletimine ilişkin matematiği geliştirdi. Denizcilikte pek çok teknik probleme çözümlemeler getiren bir takım çalışmalarda da bulundu. Elektrik standartlarını kurmada öncülük yapan Kelvin, Leiden şişesinden boşalan elektriğin titreşimsel niteliğini belirlemiş olması, Hertz'in elektro-manyetik dalgalarını, dolaysıyla Marconi'nin radyoyu bulmasına yol açmıştır. Ayrıca yerin, ayın ve güneşin kasılması üstünde çalışmalar yaptı. 1876'da diferansiyel denklemlerin mekanik çözümüne imkân veren ilk integral alma düzeneğini ortaya koydu. Aynı zamanda benzetmeli hesap makinelerinin yaratıcısı olarak da kabul edilen Kelvin, 1866'da Lordluk payesi aldı. 1904'te Glasgow Üniversitesi rektörlüğüne getirildi. Yaşamının son üç yılında, ışığın dalga teorisi üzerindeki ders notlarını gözden geçirerek yayımladı. Helmholtz'la birlikte Kelvin, klasik fiziği geliştirerek çağdaş bir bilim dalına dönüştüren iki bilim adamından biri olarak kabul edilir. Çin Seddi Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan, Dünyanın en uzun savunma duvarıdır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder. Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 8851.8 kilometredir. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 2.500 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, MÖ 221 ile MS 608 yılları arasında yapılmıştır. Çin'in Savaşan Beylikler döneminde (MÖ 403 - MÖ 221), Çin seddinin temeli 20'den fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmıştı. Chu, Qi, Yan, Wei, Han, Zhao, Qin Krallıkları birbirinden korumak için sınırlarında ilk setler inşa ettiler. Qin, Zhao, Yan kralıkları ise XiongNu, DongHu, LinHu, Hiung-nu'ların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını koruma amacıyla da inşa ettiler. Çin'in ilk İmparatoru Qin Shi Huang, burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. Bu devasa inşaata girişmekteki amacı konusunda tarihçiler farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunlardan bazıları: Qin Shi Huang MÖ 221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirerek uzattı. MÖ 3. yüzyıldan MS 17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur. Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Sanılanın aksine Çin seddinin tamamı tuğlalardan oluşmaz. Bazı yerleri çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden yapılmıştır ve bu duvarlar çok kısadır. Bu zayıf duvarların amacı devleti saldırılardan korumak değil düşmanı yavaşlatmaktır. Genellikle duvarın yüksekliği 4-6 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Kalın duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya olanak verecek şekilde birkaç sıra halinde yapılmıştır. Bu tarihî yapı, 7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir. Tac Mahal Tac Mahal, Hindistan'ın Agra şehrinde, 1631-1654 yıllarında inşa edilmiş anıt mezar. İslâm türbe mimarisinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilir. Babür İmparatorluğunun 5. hükümdarı Şah Cihan'ın 17 Haziran 1631 tarihinde genç yaşta ölen eşi Ercümend Bânû Begüm için o zamanki imparatorluğun başkenti olan Agra'da Yamuna Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. Mümtaz Mahal'in ve 1666'da ölen imparator Şah Cihan'ın mezarlarını barındırır. Yapı, Şah Cihan'ın hâkimiyeti süresinde en parlak dönemini yaşayan Bâbürlüler'in güç ve kudretini temsil eder. Hanedanın güç ve kudreti kadar, Şah Cihan ile eşi Ercümend Bânû Begüm arasındaki sevginin de sembolüdür. Şah Cihan'ın tahta çıkması üzerine "Mümtaz Mahal" adını alan Ercümend Banu, on dördüncü çocuğunu doğururken hayatını kaybetmiştir. Hükümdarın, eşine duyduğu sevginin hatırasına görkemli bir anıt mezar yaptırarak teselliyi sanat ve mimaride bulduğu anlatılır. 1983'ten bu yana UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde yer almaktadır. Yılda tahmini 3milyon kişi tarafından ziyaret edilir. 1601 yılında Babürlüler tarafından fethedilen Burhanpur şehri, Dekkan Sultanlarına karşı girişilen askeri harekatlarda üs olarak kullanılmaktaydı. Eşine seferlerde eşlik eden Mümtaz Mahal, 1631 yılında bir ayaklanmayı bastırmak için ç
ıktığı sefer sırasında da Burhanpur'a eşi ile birlikte gitmişti. On dördüncü çocuğuna hamile olan Mümtaz Mahal, 17 Haziran 1634'te çocuğun doğumu sırasında hayatını kaybetti. Cenazesi altı ay sonra Agra'ya taşınmıştır. Türbe, iki yanında simetrik yapılar olarak inşa edilmiş cami ve konuk evi ile anıtsal giriş kapısından olan yapılar bütünü içinde yer alır. 1632'de inşasına başlanan eser, çevre düzenlemesi ve diğer yapılarla birlikte 1652'de tamamlanmıştır. Türbenin inşaatı için mimar ve ustalardan oluşan bir heyet kuran hükümdar, Osmanlı, İranlı, Suriyeli usta ve sanatkârlarla birlikte mahallî Hint ustalara da görev vermişti. Bağdat'tan hattat, Buhara'dan kakma ustası, İstanbul'dan kubbe ustası, Semerkand'dan minare yapımcısı, Kandahar'dan taş ustası, Şiraz'dan çizim ustası getirilmişti. Tac Mahal'in esas mimarının kim olduğu hakkında birçok görüş ileri sürülmüştür. Kimileri "Venedikli Jeromino Veroneo" adlı bir İtalyan'ın veya "Bordeauxlu Augistin" adlı bir Fransız'ın, kimileri de Osmanlı mimarı Mehmet İsa Efendi'nin yapının esas mimarı olduğunu ileri sürmüşlerdir. 17. yüzyıldan kalma ""Divan-ı Mühendis"" adlı bir el yazmasında "Lutfullah Mühendis el-Lâhûrî", babası Üstad Ahmed'in Tac Mahal'in mimarı olduğundan bahseder. Bu el yazmasının bulunuşundan sonra 1930'larda "Nâdirü'l-asr" Üstad Ahmed'in yapının asıl mimarı olduğu görüşü kabul görmüştür. Şah Cihan'ın gözde mimarı Üstad Ahmed, Tac Mahal'e ilişkin efsanelerde sıklıkla anlatıldığı gibi gözleri kör edilip, elleri kesilerek işkence görmemiş; yapının tamamlanışından 9 yıl sonra Lahor'da hayatını kaybetmiştir. Tac Mahal'in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmıştır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmış ve 1648 yılında tamamlanmıştır. Yapıdaki yazıları yazan Hattat Settâr Efendi'dir. Kubbe üzerinde altınlı bir alem vardır. Türbenin beyaz mermerden 4 minaresi vardır. Anıtın dört yanına Hattat Settâr Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır. İnşaatta çok sayıda ustanın da yanı sıra, günde 20 bin işçinin çalışmasıyla türbe 1643'te, çevresindeki avlu ve yapılar 1649'da bitirildi. Tac Mahal, 20 yılda 1652'de bütünüyle tamamlandı. 305x580 metre ölçülerinde dikdörtgen avluda yer alan Tac Mahal, dört cephesinin ortalarında 33 metre yüksekliğindeki taç kapılarıyla 75 metre yüksekliğindeki anıt kubbeyi çevreliyor. İç mekanı örten 30 metre yüksekliğindeki alt kubbeyle üst kubbe arasında türbe mekanı kadar ölü hacim var. Mümtaz Mahal ve Şah Cihan'ın sandukaları üst katta, kubbenin altındadır. Sandukaların bulunduğu yerdeki kubbede insan ağzından çıkan her ses 7 kez yankılanacak şekilde bir akustiğe sahiptir. Şah'ın ve eşinin asıl lahitleri ise, en alt katta bulunmaktadır. Tac Mahal'in yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci vardır. Şah Cihan'ın Yamuna Nehri kıyısında Tac Mahal'in tam karşısına kendisi için siyah mermerden bir anıt mezar yaptırmayı planladığına ancak oğlu tarafından tahttan indirildiği için bu planı gerçekleştiremediğine inanılır. Bu iddia ilk defa, 1665'te Agra'ya giden seyyah Jean-Baptiste Tavernier'in yazılarında yer almıştır. Tac Mahal'in tam karşısındaki Mehtap Bağı'nda 2006 yılında arkeologlar tarafından siyah mermerler bulunması, bu iddiaya inanırlığını arttırmıştır ancak daha sonra yapılan çalışmalar bu mermerlerin bir yazlık saraya ait olduğu ortaya konmuştur. Yaygın bir efsaneye göre kubbeyi desteklemek için yapılan iskele, kubbeden daha fazla masraf ve işgücü gerektirmişti. İnşaatın bitimine yakın Şah Cihan'a iskeleyi sökmenin 5 yıl alacağı bilgisi verilmesi üzerine Şah Cihan, herkesin söktüğü tuğlanın kendisine kalacağı şeklinde bir emir yayınlamış ve iskele bir gecede sökülmüştü. New7Wonder adlı İsviçre Merkezli bir vakfın, dünyanın yedi harikasına alternatif olarak dünyanın yeni yedi harikasını cep telefonu ve internet oylarıyla belirlemek için başlattığı yarışma sonucunda Tac Mahal Anıt Mezarı, 7 Temmuz 2007'de ilan edilen listede yer almıştır. Freiburg im Breisgau Almanya'nın Güney Batısı'nda bulunan Freiburg im Breisgau (Türkçesi Breisgau'daki Freiburg) Baden-Württemberg eyâletinin dördüncü büyük şehridir. Freiburg bir ilin (Alm. "Regierungsbezirk") merkezidir, kendi başına bir ilçedir ve aynı zamanda Breisgau-Hochschwarzwald ilçesinin merkezidir. Almanca'da "frei", yani "serbest" kelimesi ile "Burg" (kurulabilirlik, işlenebilirlik) kelimelerinin karşılığı olan "Freiburg im Breisgau" adını alır. Kara Orman'ın Batı yakasından Ren ovasına uzanan Freiburg, ılıman iklimi ile ünlüdür ve Almanya'nın en sıcak bölgesidir. "Üç ülke üçgeninde" ("Dreiländereck") olan şehir İsviçre'nin sınırından 60 km ve Fransa'nın 25 km uzağındadır. Komünleri ise Givisiez, Granges-Paccot, Villars-sur-Glâne, Marly, Corminbœuf, Belfaux, Avry, Matran, Guin (Alm. "Düdingen") ve Tavel (Alm. "Tafers")'dir. Nüfusun yaklaşık %85'inin Fransızca konuştuğu bu kentte büyük çoğunluk Katoliktir. 1091 Zähringerler bir kaleyi kurdular. Bu kaleden gelişen belde 1120 yılında şehir hakkı verildi. Ondan sonra çeşitli sülalelere ait olan Freiburg, 1386 yılında Habsburgluların (Avusturya) eline geçti. Orta Çağ'da şehrin zenginliği Kara Orman'daki gümüş madenlerinden kaynakladı. 1457 yılında üniversitesi kuruldu. Otuz Yıl Savaşı'nda büyük zarar gören Freiburg (1648), Avusturya'nın Batı ilinin ("Vorderösterreich") başkenti oldu. Ama 1713'e kadar birkaç kere Fransa tarafından ele geçirildi. 1805'te Freiburg, Baden grandükalığa tarafından ilhak edildi. 1827'de bir başepiskoposun tahtı olan kent, bu devletin Katoliklerin merkezi haline geldi. 1940'ta Freiburg'ta kalmış olan Yahudiler, Güney Fransa'daki Gurs kampına ve sonra Doğu Avrupa'daki imha kamplarına nefyedilip katledildiler. 27 Kasım 1944'te Royal Air Force şehri bombalamasıyla 2700 kişi öldü. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Freiburg, Fransız işgal bölgesine aitti ve Baden eyâletinin başkentiydi. 1952'de eski Baden ve Württemberg eyâletlerinin birleşmesiyle Freiburg eyâlet başkenti statüsünü kaybetti. Önce daha muhafazakâr bir şehir sayılan Freiburg, 1968 yılından sonra ekolojik ve Yeni Sol hareketlerin merkezi haline dönerek Yeşiller Partisi'nin Almanya'da en yüksek oy oranlarını elde ettiği bir şehir oldu. Dieter Salomon, Yeşiller Partisi'nin ilk büyükşehir belediye başkanı olarak Freiburg'ta seçildi. 1457 yılında kurulan Freiburg Albert-Ludwigs Üniversitesi, Almanya'nın en eski üniversitelerinden biridir. %17'si Dünya'nın farklı ülkelerinden gelen yaklaşık 20.000 öğrenci, çok farklı yönleri olan Freiburg Üniversitesi'nde eğitim görmektedir. Bifurkasyon Bifurkasyon (dallanma), ilk kez Henri Poincaré tarafından yaratılan bir kavramdır. Edward Lorenz ile yaklaşık aynı tarihlerde W. E. Ricker balık üretme çiftliklerindeki popülasyon düzeyindeki değişimi simüle edebilecek bir denklem takımı arayışına girdi. Ricker, lojistik diferansiyel denklem olarak da bilinen formula_1 denklemini seçti. Bu denklemde, bir sonraki yılın popülasyon miktarı geçen yılın popülasyon miktarı ve popülasyon artış hızına bağlı olarak belirlenmekteydi. Küçük r değerleri için popülasyon sabit bir sayıda kararlı kalırken, daha büyük r değerlerindeki davranışı oldukça karmaşık olmaktaydı. Ricker bu konu üzerinde fazla çalışmadı, ancak Robert May 70'li yılların başında aynı lojistik denklem üzerinde çalışmaya, üstelik de r'nin yüksek değerlerinde neler olduğunu araştırmaya başladı. r 3'ten daha büyük seçildiğinde popülasyon iki değer arasında salınım yapmaktaydı. r biraz daha arttırıldığında salınım periyodu 4, 8, 16 gibi katlanarak artmaktaydı. Belirli bir noktadan sonra ise sistemin çıkışı tamamen kaotik bir hal aldı. May, tüm bu sonuçları görerek yorumlayabileceği bir diyagram geliştirdi. Bu diyagrama bifurkasyon (dallanma) eğrisi denir. Bu noktada May, ne yazık ki çalışmalarını daha ileriye götüremedi, ancak James Yorke eğriyi doğru yorumlayarak tek boyutlu bir sistemde üç periyotlu bir evrenin bulunması halinde sistemin kaotik bir yapı içerdiğini kanıtladı. Epidemiyolojide salgın hastalıkların düzenli ya da düzensiz olarak dönemsel yaşandığı bilinir. May, bu salınımlı davranışın nonlineer bir modelle medellenebileceğini düşünmüş ve böyle bir sistem kurmuştur. May, modeli üzerinde bu tür bir sistemin ani pertürbasyonlara maruz kaldığında neler olabileceğini araştırmıştır. Geleneksel düşünceye göre aşılama kampanyaları sistemi istendiği yönde düzenli bir şekilde değiştirmeliydi. Oysa May, nonlineer bir sistemin genel eğilimi azalma yönünde olsa bile ara sıra beklenmedik ve yüksek artışlar gösterebileceğini savunmaktaydı. İngiltere'de yapılan kızamıkçık ile mücadele programının sonuçları May'i doğrular nitelikteydi. Doktorlar hastalıktaki ani artışları aşı kampanyasının başarısızlığı olarak yorumlayıp yeni aşı araştırmaları yapmaktaydılar. May, bu durumun aşıların başarısızlığı değil, sistemin genel karakteri olduğunu göstermiştir. Burundi Burundi ya da resmî adı ile Burundi Cumhuriyeti, Afrika kıtasının orta bölümünün doğu kısmında yer alan ve denize kıyısı bulunmayan bir ülkedir. Ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Ruanda, Tanzanya ve büyük bir kısmı Tanganika Gölü ile olmak üzere Demokratik Kongo Cumhuriyeti oluşturmaktadır. Ülkenin başkenti Bujumbura'dır. Ülke ismi Bantu dilinde Rundiler'in yaşadığı ülke anlamına gelmektedir. Ön ek olan bu- ("bu"-rundi="Rundilerin yaşadığı ülke"=Burundi) eki fiilerin önüne geliyor olup, bu ön ek ülke isimlerinde "ku", "ru" hecelerinin yanı sıra "u" tanımlık hali eklenerek kullanılmaktadır. Rundilerin kullandığı dil olan Kirundi de aynı yapıdan gelmekte olup "ki" ön eki "kullandığı dil" anlamında kullanılmakta olup, "Rundilerin kullandığı dil" anlamına gelmektedir. Ülkenin toplamda sahip olduğu 1.140 km sınırın 315 km'si Ruanda, 589 km'si Tanzanya ve 236 km'si Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile oluşmaktadır. Ülke genel olarak dağlık ve yaylalık bir ülkedir. Burundi'de yüksek
yaylalar ortalama 1.400 ile 1.800 m yükseklikte yer almaktadır ve bu yüksek yaylalar ülkenin en yüksek noktasına kadar ulaşmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını 2.684 m ile başkent Bujumbura'nın 30 km güneydoğusunda bulunan ve Burundi yüksek yaylasının bir parçası olan Heha Dağı oluşturmaktadır. Burundi konum olarak ekvatora yakın bir konumda olmasına rağmen yükseltilerin çok olması nedeniyle hafif nemli bir iklime sahiptir. Bölgede hakim olan sıcak ekvator iklimi dönemsel doğu Afrika iklimi ile üst üste gelmesi sonucu yükseltilerin de etkisi ile iklim yumuşamaktadır. Ülkenin orta bölümlerinde yer alan yaylarda sıcaklık ortalaması 20 °C düzeyinde olup, Tanganika gölü civarında yıllık sıcaklık ortalaması 23 °C, dağlık kesimlerde ise 16 °C seviyesindedir. Burundi genelinde yılda iki defa yağmur sezonları yaşanmaktadır. Bu yağmur sezonlarından kısa olanı Eylül-Kasım aylarında, uzun dönemi ise Şubat-May arasında yaşanmaktadır. Burundi genelinde ortalama yağış miktarı genellikle 1.300 mm ile 1.600 mm arasında gerçekleşmekte olup, genel olarak Burundi ortalaması 1.000 mm seviyesindedir. Yıllık yağışlardaki düzensizlik ve buna bağlı yaşanan kuraklık ve yoğun yağışların art arda gelebilmesi tarım üzerinde olumsuz etki yaratmakta olup, dönem dönem kıtlık yaşanmasına da neden olabilmektedir. Ülkedeki belli bölgeler genel olarak tarımsal faaliyetler gerçekleştirmek adına tarım alanı olarak kullanılmaktadır. Ülkedeki yüksek kesimlerde mevcut olan nemli, sisli ve soğuk iklim emsalsiz bitki örtülerinin oluşmasında başlıca etkenler arasında yer almaktadır. Burundi genelinde leopar, aslan, babun, zebra ve antilop çeşitleri görülebilmektedir. Bunlara ilaveten timsah ve su aygırı da sulak alanlarda yaşam sürdürmektedir. Burundi'de son olarak 2008 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre 8,053,574 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmi sayım konumunda olup, 2016 tahmini sayım sonuçlarına göre 11,099,298 nüfus belirlenmiştir. Ülke içerisinde 379 kişi/km² nüfus yoğunluğu ile Burundi Afrika kıtasının nüfus yoğunluğu en fazla ülkelerinden biri konumuna taşımaktadır. Ülke nüfusunun çoğunluğu başkent Bujumbura'da yaşamaktadır. Burundi genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre nüfusun %64,78'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %2,57'si 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %45.61 (erkek 2,545,895/kadın 2,516,480) 15-24 yaş: %19.17 (erkek 1,061,538/kadın 1,066,581) 25-54 yaş: %28.71 (erkek 1,589,506/kadın 1,597,081) 55-64 yaş: %3.94 (erkek 205,538/kadın 231,317) 65 yaş ve üzeri: %2.57 (erkek 121,935/kadın 163,427) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %12,1 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %3,26 düzeyindedir. Burundi'de aynı dile, ekine sahip olan ve "Rundi" olarak tanımlanan bir toplum yaşamaktadır. Rundi toplumu özünde üç boy olan Tutsi, Hutu ve Twa boylarından oluşmaktadır. Günümüzde Hutu boyu ülkede çoğunluğu oluşturmaktadır. Nüfusun %85'i bu boyun üyesi konumundadır. Tutsi nüfusu toplam nüfusun %15'i seviyesinde olup, Twa boyu %1 ile ülke içerisindeki en az nüfusa sahip boy konumundadır. Ülkenin ulusal dili Kirundi dilidir. Rundi olarak da tanımlanan ve Bantu dillerinden biri konumunda olan bu dil Burundi nüfusunun %95'i tarafından anadil olarak konuşulmaktadır. Ulusal dilin yanı sıra Milletler Cemiyeti manda bölgesi olarak Belçika'ya bağlanması nedeniyle Fransızca da ülkenin bağımsızlığı sonrasında resmi dil olarak kullanılmıştır. Ruanda meclisinin 2014 yılında aldığı karar gereği İngilizce de ülkenin resmi dilleri arasına alınmıştır. Burundi genelinde hakim olan din hristiyan dinidir. Buna göre nüfusun %84'ü hristiyan inancına göre yaşamını sürdürmektedir. Bu oran içerisinde katolik mezhebine mensup hristiyanların oranı %62,1, protestan mezhebine mensup %21,6 ve diğer hristiyan mezheplerine mensupların oranı da %2,3 düzeyindedir. İslamiyet ülke içerisinde en yaygın ikinci din konumunda olmasına rağmen nüfusun sadece %2,5'i islami inancına göre yaşamlarını sürdürmektedir. Bu iki dini haricinde diğer dinlere inanların oranı %3,6, herhangi bir din bildirimi bulunmayan nüfusun da oranı %7,9 seviyesindedir. Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı genel Afrika ortalamasına göre yüksek düzeyde olup, 2012 tahmini verilerine göre nüfusun %75,3'ü temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanma oranının düşük olduğu ülkede, nüfusun %47,5'i bu yönde bir hizmet alabilirken, %52,5'i ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, tifo, sıtma ,humma ve kuduz çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika kıtasının genelinin aksine düşük oranda görülmekte olup, bu oran 2013 tahmini verilerine göre %1,03 düzeyindedir. Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2008 verilerine göre %86,9 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %88,8 iken, kadınlarda %84,6 seviyesindedir. Burundi genelinde altı yıllık ilkokul eğitimi bulunmakla birlikte, ilkokul çağındaki kız ve erkek çocuklar arasındaki okula gitmeme oranları ile ilgili bir veri bulunmamaktadır. Burundi hükumeti 6. sınıfa kadar olan masraflarının karşılanması yönünde faaliyetlerde bulunmaktadır. Ülkede "University of Burundi" adıyla devlet üniversitesi bulunmaktadır. Bunun haricinde ülke genelinde bulunan "Hill University", "Hope Africa University" gibi üniversiteler ise özel üniversite olarak eğitim vermektedirler. Ülke genelinde 5-14 yaş aralığında bulunan çocukların 2005 verilerine göre %19'u çocuk işçi olarak kullanılmaktadır. Ruanda ve Burundi'nin kurulu olduğu topraklarda koloni öncesi dönemlerde ilk yerleşen toplulukların günümüzde bu ülkelerde azınlığı oluşturan Tvaların ataları olduğu tahmin edilmektedir. Bu topluluklar 8.yy'den itibaren güney kesimlerden gelen Hutu toplulukları tarafından bölgeden uzaklaştırılmışlardır. Bantu topluluklarından biri olan Hutular bölgede çiftçilik ile uğraşarak geçimlerini sağlamışlardır. 15.yy'den itibaren bölgenin kuzey kesimlerinden ilerleyen Tutsiler günümüzde Burundi'nin kurulu olduğu bölgelere gelerek yerleşmiş ve krallık kurmuşlardır. Bu krallıkta bölgede sayıca çoğunlukta olmalarına rağmen Hutular azınlığı oluşturmuş ve bu gruplar alt sınıf olarak görülmüştür. Krallığın en üst noktasında yer alan kral "mwami" olarak adlandırılmış ve aynı zamanda dini lider olarak da görevini yürütmüştür. Burundi Krallığı 19.yy sonlarında batılı ülkelerin Afrika'da oluşturduğu sömürge sistemlerinin bir parçası olarak Almanya'nın sömürge ülkesi konumuna gelerek varlığına son verilmiştir. Bölge her ne kadar Almanya'nın sömürgesi haline gelmiş olsa da, Almanya ülkeye ilk başlarda el koymamış, ilk olarak 1885 yılında Kongo ile, 1886 yılında da Britanya'ya ait bölgeler ile sınırlar belirlenmiştir. 1892 yılında o dönem içerisinde Alman Doğu Afrikası'nın bir parçası olan Ruanda-Urundi bölgesine gelen ilk Avrupalı Avusturyalı Oscar Baumann olmuştur. Almanya adına bölgeye ilk gelen misyonerler ve askerler 1896 yılında gelmiş ve "Usumbura" (günümüzde başkent Bujumbura) askeri üssünü kurmuşlardır. 1899 yılında Ruanda-Urundi himaye bölgesinin bir parçası olan Burundi'nin başkenti de Usumbura olmuştur. Almanya koloni heyeti bölgeyi "mwami"nin ve yerel önderlerin desteği ile yönetmiş, 1906 yılına kadar askeri bölge olarak adlandırılan bölge, bu tarihten sonra sivillere de açılmıştır. Bölgede ilk hastane ve okul binaları da ilk olarak 1909 yılında yapılmaya başlanmıştır. 1916 yılında I.Dünya Savaşı'nın devam ettiği bir dönemde Belçika orduları himaye bölgesi Ruanda-Urundi bölgesini işgal etmiş, Versay Barış Antlaşması kapsamında da Burundi 28 Haziran 1919 yılında Milletler Cemiyeti manda bölgesi olarak Belçika'ya bağlanmıştır. Ülkenin Belçika'ya bağlanması sonrasında ülke genelinde ilk olarak 1924 yılında kölelik yasaklanmış, 1925 yılından itibaren de ülke Kongo'dan yönetilmeye başlanmıştır. 13 Aralık 1946 tarihinde Milletler Cemiyeti'nin manda yönetimi sonlandırılarak bölge yine Belçika idaresinde Birleşmiş Milletler Güven Bölgesi ilan edilmiştir. 1953 yılında yerel olarak gerçekleştirilen seçimlerde Hutu partileri, bölgesel olarak gerçekleştirilen seçimlerde de Tutsi partileri seçimleri kazanmış, bu sonuçları her iki etnik grubun birbirinden daha da uzaklaşmasına sebebiyet vermiştir. Tutsilerin bölge genelinde Hutular tarafından mağdur edildiği ve baskı altına alındığı düşüncesi iki grubun birbirinden daha da çok kopmasına neden olmuştur. Eylül 1959 yılından itibaren etnik kökenli birçok parti kurulmuş, içlerinden sadece UPRONA partisi farklılık yaratarak her iki etnik grup üyesini de üst yönetiminde yer vermiştir. Kasım 1959 yılında her iki grup arasında başlayan şiddet olayları Belçika'nın müdahalesi ile bastırılmıştır. 1961 yılının bahar döneminde bölgede Hutu lider Joseph Cimpaye önderliğinde birçok partinin katılımı ve desteği ile ilk özerk ara hükumet kurulmuştur. 29 Eylül 1961 tarihinde BM gözlüğünde gerçekleştirilen ilk meclis seçimlerinde UPRONA net bir şekilde kazanmıştır. Sondan bir önceki Burundi kralının oğlu olan Prens Louis Rwagasore yeni başbakan olarak göreve başlayarak Cimpaye'nin başbakanlık dönemini sona erdirmiştir. Rwagasore'nin başbakan olmasından çok kısa bir süre sonra 13 Ekim 1961 tarihinde Yunan kiralık katil Ioannis Kageorgis tarafından vurularak öldürülmüştür. Bu suikast olayında azmettirici olarak suçlanan PDC partisi mensubu kişiler Ocak 1963 yılında toplum önünde idam edilmiştir. Bu olayların ardından etnik köken doğrultusunda UPRONA bölünme yaşamış, 20 Ekim 1961 tarihinde de ülkenin yeni başbakanı Tutsi üyesi André Muhirwa olmuş ve bu görevi bağımsızlıktan sonra da 1963 yılına kadar da sürdürdüğü için bağımsız Burundi'nin ilk başbakanı olmuştur. Birleşmiş Milletler 6 Haziran 1962 tarihinde aldığı karar doğrultusunda Ruanda ve Burundi'yi ayrı devletler olarak bağımsızlığa bırakılmasını kararlaştırmış, bu karar doğrultusunda da Burundi'nin bağımsızlığı 1 Temmuz 1962 tarihinde Belçika tarafından kabul edilmiştir. İktidarda bulunan UPR
ONA bağımsızlığın kabul edildiği ilk gün birbirine düşman iki gruba ayrılmış, bu ayrılma sonucunda "Monrovia Öbeği" ve "Casablanca Öbeği" ortaya çıkmıştır. Monrovia öbeği Hutu kökenli Paul Mirerekano önderliğinde Hutu ve Tutsi kökenlilerin birlikte yer aldığı, daha ılımlı ve batı yanlısı bir politika benimserken, radikal Tutsilerin oluşturduğu Casablanca öbeği ise boysal bir politika benimsemiştir. Bu ayrılıktan sonra yaşanan süreçte ilk önce ılımlı öbek adına önce André Muhirwa ve daha sonra 18 Haziran 1963 tarihinden itibaren Pierre Ngendandumwe başbakanlık görevini yürütmüş, 1915 yılından bu yana kral olarak ülkeyi yöneten Mwami IV.Mwambutsa'nın Hutu kökenli dört bakanı görevden uzaklaştırması sonucu başbakan Ngendandumwe istifa etmiş, bunun sonucunda da yeni görev radikal Tutsi Albin Nyamoya'ya verilmiştir. 6 Nisan 1964 tarihinde hükumetini kuran Nyamoya, bir önceki hükumetlerin tersine batı ile olan ilişkileri sonlandırarak Çin ile iyi ilişkiler içerisine girmiştir. Aynı yılın Aralık ayında ülke içerisinde Çin kökenli birçok silahın bulunması sonucu kralın güvenini kaybeden Nyamoya, 8 Ocak 1965 yılından kral tarafından görevinden alınmıştır. Göreve yeniden bir önceki başbakan olan Ngendandumwe atanmış ancak Ngendandumwe başbakan olmasından birkaç gün sonra radikal Tutsili bir öbek tarafından öldürülmüştür. Bu olaydan sonra UPRONA'nın lideri Joseph Bamina yeni başbakan olarak atanmış ve bağımsız Burundi'de gerçekleştirilen ilk parlamento seçimlerine başbakan olarak katılmıştır. 10 Mayıs 1965 tarihinde gerçekleştirilen ilk seçimlerden %64 oy oranı ile birinci parti olarak çıkan UPORNA, aşırı radikal Tutsi partisi olan "Parti du Peuple" %30 oy oranı alarak UPORNA ile çatışma ortamına girmiştir. Her ne kadar UPORNA seçimlerden başarı ile çıkmış olsa da, kral Hutu olan Bamina'nın istifasını istemiş, 24 Haziran'da da olağanüstü durum duyurulmuştur. 13 Ekim 1965 tarihinde Mwami özel kalemi olan Léopold Biha'yi başbakan olarak duyurmasından sonra hem aşırı Tutsiler hem de hükumeti kurma görevi konusunda mağduriyet yaşadıklarını düşünen Hutular ayaklanarak Kasım 1965'te darbe girişiminde bulunmuşlardır. Darbe girişimi sonucunda çoğunluğunu Tutsilerin oluşturduğu ordu üyeleri aralarında eski başbakan Bamina ile eski UPRONA genel başkanı Mirerekano da olmak üzere 5000 Hutu'yu öldürmüştür. Bu süreçte saygınlığını yitiren kral ülkeyi bırakarak Avrupa'ya kaçmıştır. İç savaşa sürüklenen ülkede Mwami Mwambutse'nin oğlu olan Charles Ndizeye, V.Ntare adı ile 24 Mart 1966 tarihinde kral olarak duyurulmuş, yeni kral ile ordunun en tepesinde yer alan Michel Micombero ülkedeki gücü ele geçirmeye yönelik güç savaşına girişmiş, kazanan kısa bir süre için de olsa kral V.Ntare olmuştur.11 Temmuz 1966 tarihinde Micombero yeni başbakan olarak atanmış ancak 28 Kasım 1966'da kralın bir yurt dışı gezisinde bulmasını fırsat olarak gören Micombero darbe gerçekleştirerek krallığa son vermiş ve "Burundi Cumhuriyeti"'ni duyurmuştur. Yaşanan bu olaylar neticesinde cumhuriyetin ilan edildiği Burundi'de Michel Micombero Burundi Cumhuriyeti'nin ilk devlet başkanı olmuştur. Başbakanlık makamının kaldırıldığı ülkede, "Ulusal Devrim Konseyi" adı verilen bir yapının en tepesinde devlet başkanı yer almaktaydı. Bu konsey 1968 yılında kaldırılmıştır. Micombero birkaç yıl içerisinde polis, ordu ve kamu gibi alanlarda görevli tüm üst yönetimde yer alan Hutuları uzaklaştırmıştır. Ordu bünyesi içerisinde kalan son birkaç Hutu generali Eylül 1969 yılında devlet başkanına karşı darbe girişiminde bulunmuş, başarısızlıkla sonuçlanan darbe sonucunda da 23 kişi idam edilmiştir. Micombero'nun kendi memleketindeki Tutsilere öncelik vermesi nedeniyle Hutuların yanı sıra diğer Tutsi kabilelerin de hoşnutsuz olmasına neden olmaktaydı. Micombero 1971 yılında üst yönetimlerde yer alan ılımlı Tutsiler'ide uzaklaştırmıştır. O güne kadar Uganda'da sürgünde bulunan ülkenin son kralı V.Ntare henüz tam olarak açıklanamayan nedenlerden dolayı 30 Mart 1972 tarihinde ülkeye dönmüş, dönüşü ile birlikte tutuklanarak göz hapsine alınmıştır. Bu süreçte Hutulara karşı toplu gözaltılar yaşanmış, 29 Nisan 1972 tarihinde de Micombero tüm hükumet üyelerini ve parti başkanını görevden alarak Bujumbura'da büyük gösterilerin gerçekleştirilmesine neden olmuştur. Eski kral V.Ntare tutsak olarak tutulduğu bağ evinde Micombero yanlıları tarafından öldürülmüştür. 6 Mayıs'a kadar süren şiddet olaylarında kendisine bağlı ordu birliklerinin de yardımı ile Micombero kazançlı çıkmış ve iktidarını sürdürmüştür. Bu olaylardan sonra orduda görevli 450 Hutu görevden uzaklaştırılmış, iktidar yanlısı ordu mensupları da şiddet olaylarının önemli bir parçası olmuştur. Bundan sonraki birkaç ay ordu Hutulara karşı sistematik bir şekilde şiddet uygulamış ve 100.000 ila 250.000 Hutu'nun hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Ülkedeki tüm eğitimli Hutular ilerleyen dönemlerde Tutsi iktidarını tehlikeye düşürmemesi adına öldürülmüş, tüm bu yaşananlar BM tanımlarına göre soykırım olarak tanımlanmış olsa da o süreçte batı dünyasının ilgisini çekmemiştir. Bu olaylara misilleme olarak Hutular tarafında gerçekleştirilen karşı saldırılarda da 3.000 ila 10.000 Tutsi hayatını kaybetmiştir. Burundi'de 1972 yılında yaşanan bu olaylar 1994 yılında Ruanda'da yaşanan soykırımın önemli bir nedeni olarak düşünülmektedir. 1972 yılındaki olaylarda Hutuların Tutsilere karşı güvenini yitirmiş olması ilerleyen süreçteki soykırımın bir nedeni olarak vurgulanmıştır. 1973 yılına gelindiğinde tüm elit Hutu tabakası ya öldürülmüş ya da yurt dışına kaçmıştı. 11 Haziran 1974 yılında tüm gücü eline alan Micombero, devlet başkanlığının yanı sıra, hükumet başkanlığını ve parti başkanlığını da elinde bulunduruyordu. Bu süreçte meclisi de fesh eden Micombero, ülkeyi tek başına yönetir bir konuma gelmiştir. 1 Kasım 1976 yılında ordu Jean-Baptiste Bagaza ve Édouard Nzambimana önderliğinde gerçekleştirdiği askeri darbe ile Micombero'yı görevden uzaklaştırmış, Micombero'da yaşanan bu olaydan sonra Somali'ye kaçmıştır. Gerçekleştirilen darbe neticesinde Bagaza ülkenin yeni devlet başkanı olmuş, hükumet başkanı görevini de 12 Kasım 1976 ile 13 Ekim 1978 tarihleri arasında Nzambimana devralmıştır. Oluşturulan "Yüksek Devrim Konseyi" tüm hükumet yetki ve görevlerini üstlenmiş, bir önceki dönemde yaşananlar ile ilgili mahkemeler kurulmuştur. Ancak bu mahkemede 1972-1973 yılları arasında yaşanan soykırımın faillerinden çok azı yargılanmış ve ceza almıştır. Bagaza yönetiminde sosyalist bir politika izlemiş, genel olarak da Tutsi ile Hutu mensupları arasındaki ilişkilerin yeniden iyileştirilmesi yönünde çalışmalarda bulunmuştur. Burundi'de yeni bir anayasanın kabulü ile birlikte resmen devlet başkanı olan Bagaza, bu göreve 31 Ağustos 1984 tarihinde gerçekleştirilen bir sonraki seçimi de kazanarak devam etmiştir. Bagaza yönetiminde ülke 17 yıl aradan sonra Kasım 1982'de ilk meclis seçimleri gerçekleştirmiş, yine Bagaza döneminde ilk muhalefet partisi olan FRODEBU genel başkanı Melchior Ndadeye önderliğinde kurulmuştur. Bagaza'nın resmi temaslarda bulunmak üzere gittiği Kanada'da bulunduğu sırada Pierre Buyoya önderliğinde gerçekleştirilen askeri darbe ile görevinden uzaklaştırılmıştır. Buyoya devlet başkanı olması ile birlikte ülkeyi "Ulusal Kurtuluş Askeri Komitesi" adını verdiği askeri rejim ile ülkeyi yönetmiştir. Hutu ile Tutsi etnik grupları arasında yaşanan gerilimlerin neticesinde ordu içerisinde çok büyük çoğunluğunu Tutsilerin oluşturduğu askerler tarafından özellikle kuzey bölgelerdeki Hutu mensubu kişilere karşı sistematik tutuklama ve işkenceler gerçekleştirilmiş, Ağustos 1988 yılında yaşanan bu olaylar sivil halka karşı soykırım faaliyetine dönüşmüştür. 11 Ağustos 1988 tarihinde bir askerin Hutu mensubu iki kişiyi vurması nedeniyle asker köy halkı tarafından linç edilmiş, bu olaya istinaden de ordu köylerin yakılması ve göz yaşartıcı bombaların sığınaklara atılması, kaçanların helikopterden vurulması gibi olayları içeren misilleme harekatlarını başlatmıştır. Bu yaşanan olaylar neticesinde çoğunluğu Hutu olmak üzere 20.000 kişi hayatını kaybetmiş, 53.000 fazla Hutu da komşu ülke Ruanda'ya kaçmıştır. Buyoya 6 Ekim 1988 tarihinde altı Hutu ile altı Tutsi üyeye sahip araştırma komisyonunu kurmuş ve olayların açıklığa kavuşması için çalışmalar gerçekleştirmiştir. Etnik gerilimi azaltabilmek adına hükumette yer alan Hutu bakan sayısını altıdan on ikiye çıkarmış, Hutu kökenli Adrien Sibomana'yı yeni hükumet başkanı yapmıştır. 19 Ekim 1988 yılında alınan bu adımların neticesinde üç yıllık bir süre içerisinde yurt dışına kaçan birçok Hutu ülkeye geri dönmüştür. Mart 1993'te kabul edilen yeni yasa ile etnik ve dini temelleri esas alan partiler yasaklanmış, o güne kadar yasak olan farklı partilerde yasallaştırılmıştır. 1 Haziran 1993 tarihinde gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde Hutu kökenli Melchior Ndadaye mevcut başkan Buyoya'ya karşı seçimi kazanarak ülkenin yeni devlet başkanı olmuştur. 10 Temmuz'da Ndadaye'nin görevi devralmasından önce 29 Haziran 1993 tarihinde gerçekleştirilen meclis seçimlerine birçok parti katılmıştır. Bu seçimler neticesinde Tutsi mensubu Sylvie Kinigi hükumet başkanı olmuştur. Ndadaye devlet başkanı seçilmesinden sadece 101 gün sonra bir kısım asker mensubu tarafından gerçekleştirilen ama başarıya ulaşamayan darbe esnasında öldürülmüştür. 21 Ekim ile 27 Ekim tarihleri arasında darbeyi gerçekleştiren darbecilerin lideri François Ngézé yeni devlet başkanı olduğunu ilan etmiş. Bu süreden sonra ordunun devlet başkanlığına bağlı askerleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlar ile bu yönetime son verilmiş, yeni devlet başkanı seçilene kadar geçici olarak Kinigi yeni devlet başkanı olmuştur.Kinigi'den sonra bu göreve Hutu kökenli Cyprien Ntaryamira getirilmiştir. 1993 yılının sonbahar aylarında yeniden alevlenen şiddet gösterilerinde bu sefer hedef olarak Tutsiler alınmış, kısa süre içerisinde 200.000 Tutsi hayatını kaybetmiştir. 6 Nisan 1994 tarihinde Burundi ve Ruanda devlet başkanlarının yer aldığı uçak Ru
anda'nın başkenti Kigali'ye iniş yapacağı esnada vurularak düşürülmüştür. Yaşanan bu olayın nedenleri ile ilgili olarak tam açıklayıcı sebepler günümüze kadar da ortaya çıkarılamamıştır. Uçağın düşüşü ile ilgili olarak Tutsili asi güçler sorumlu tutulsa da, uçağın düştüğü alanın Hutular tarafından kontrol altında tutulduğu bölge içerisinde yer alması ve Tutsi güçlerinin o günkü insan ve silah gücü göz önüne alındığında böyle bir işlemi söz konusu bölgeye sızarak gerçekleştirme olasılığının düşük olması nedeniyle şüpheler daha çok Hutulu fanatiklere yönelmiş olsa da uçağın düşme sebepleri tam anlamıyla ortaya çıkarılamamıştır. Bu yaşanan olay Ruanda soykırımının da başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Ntaryamira'nın uçağın düşmesi sonucu hayatını kaybetmesi neticesinde Hutu kökenli Sylvestre Ntibantunganya yeni devlet başkanı olarak atanmıştır. 1990'lı yılların ortalarına kadar karşılıklı olarak gerçekleştirilen soykırımlar, 1995 yılında zirveye ulaşmış, 15.000 kişi bu yıl içerisinde hayatını kaybetmiştir. Temmuz ve Ağustos 1996'da bir kısım asker tarafından Gitega'da sivil halka karşı soykırım girişiminde bulunulması sonucu, Buyoya yönetimindeki ordu duruma el koyarak darbe yapmış ve 26 Temmuz 1996'da iktidara gelmiştir. 23 Temmuz 2001 yılında Hutu ve Tutsi mensupları arasında imzalanan anlaşma kapsamında devlet başkanlığı makamının sırayla devralınacağı kararlaştırılmış, bu doğrultuda 30 Nisan 2003 tarihinde Hutu kökenli Domitien Ndayizeye görevi Tutsi kökenli Buyoya'dan devralmıştır. 2003 yılının başında kararlaştırılan ateşkes, son gerilla grubu olan "Forces National de Libération (FNL)" da 1 Şubat 2005 yılında katılması ile genişletilmiştir. 19 Ağustos 2005 yılında gerçekleştirilen yeni devlet başkanlığı seçimlerinde Hutu kökenli Pierre Nkurunziza galip gelerek devlet başkanlığı görevine seçilmiştir. Bu dönemde Burundi genelinde yaşanan şiddet olaylarında azalma olmuş, ülkedeki güvenlik koşullarında iyileştirme gözlemlenmiştir. Bu süreçte birçok Burundili mülteci komşu ülkelerden geri dönerek Burundi'ye geri yerleşmiştir. Birleşmiş Milletler 2004 yılından bu yana Burundi'de bulunmaktadır. 2004 ile 2006 yılları arasında "Opération des Nations Unies au Burundi" misyonu ile bu ülkede bulunan BM, 2007-2010 yılları arasında "Bureau Intégré des Nations Unies au Burundi" olarak ve son olarak 2011 yılından bu yana kadar da "Bureau des Nations Unies au Burundi" misyonu ile Burundi'de yer almaktadır. Nkurunziza'nın 2010 yılında yeniden seçilmesinden sonra 2015 yılında yapılacak olan devlet başkanlığı seçimlerinde üçüncü kez seçilmek üzere aday olacağını açıklamasından sonra önce başkent Bujumbura'da başlayan ve daha sonra Burundi geneline yayılan şiddet olayları neticesinde Godefroid Niyombare önderliğindeki ordu generalleri 13 Mayıs 2015 tarihinde Nkurunziza'nın görevden alındığını ve hükumetin lav edildiğini açıklamıştır. Bu darbe girişimi esnasında Burundi'deki sorunların çözümü için Tanzanya'da bulunan devlet başkanı havaalanının kapatılması nedeniyle ülkeye dönememiştir. Hükumet yanlısı askerlerin bağlılığı ile iki gün sonra darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığı açıklanmış, Nkurunziza yeniden ülkesine dönmüştür. Tüm bu yaşananlara rağmen devlet başkanlığına adaylığını devam edeceğini açıklayan Nkurunziza, yanlış bir hesaplama yapıldığını bildirmiş ve ilk göreve geldiğinde bu göreve halk tarafında seçilmediğini, meclis tarafından atandığını açıklamış bu yüzden 2015 seçimlerinde aday olmasının anayasanın ihlali anlamına gelmediğini ifade etmiştir. Yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen 2015 seçimleri adaylığından vazgeçmeyen Nkurunziza, 21 Temmuz 2015 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerde %69 oranında oy alarak üçüncü bir beş yıllık dönem için makama tekrar seçilmiş ve 20 Ağustos 2015'te yemin etmiştir. Nkurunziza tekrar seçildikten sonra yaptığı konuşmada bu zaferini "tüm Burundililer'in zaferi" olarak adlandırmış, düşmanlarının şiddeti sürdürmeye devam ederse kendilerini Tanrı'nın yardımı ile yenilgiye uğratarak "havaya atılan dağılmış una" benzeteceklerini ifade etmiştir. Burundi anayasa ile yönetilen bir cumhuriyettir. Günümüzde yürürlükte olan anayasa 2005 yılında kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Burundi çok partili bir siyasi sisteme sahip olup, başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Burundi devlet başkanı hem devletin en üst noktası olarak hem de hükumet başkanı olarak görev yapmaktadır. Tanzanya'da 2003 yılında 500.000'in üzerinde mülteci bulunurken bu sayı 2007 yılına gelindiğinde 150.000'in altına düşmüştür. Burundi parlamentosu iki kanattan oluşmakta olup, bunlar ulusal meclis ve senato konumundadır. Ulusal mecliste bulunan 118 sandalyenin üyeleri beş yıllık süre için seçilmektedir. 2005 yılında kabul edilen yeni anayasaya göre ulusal meclis üyelerinin %60'ının ülkede çoğunluğu oluşturan Hutu etnik grubu üyesi, %40'ının ise Tutsi etnik grubu üyesi olma zorunluluğu bulunmaktadır. Aynı anayasa gereği bu üyelerin de %30'unun kadın, üç üyenin de ülkedeki en küçük etnik grup olan Twa etnik grubu üyesi olması gerekmektedir. Parlamentonun diğer kanadı olan senatoda 49 sandalye bulunmakta olup her seçim bölgesinden seçilen iki üye yer almaktadır. Ulusal meclis seçimlerinde geçerli olan kriterler senato seçimlerinde de geçerlidir. Burundi birçok uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve Doğu Afrika Birliği, Uluslararası Para Fonu ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir. Burundi kendi içerisinde 17 ile ("province") ayrılmıştır. Söz konusu illerde kendi içerisinde 117 ilçeye ("communes"), ilçeler de 2.639 tepeye ("collines" - Fransızca "colline" = "tepe") ayrılmış konumdadır. Son idari yapının Türkçe tam karşılığı bulunmadığından dolayı birebir 'tepe' olarak çevrilmiştir. Burundi'de bulunan illerin her birinin merkez şehri de il ile aynı ismi taşımaktadır. Ülke içerisinde kalabalığın en yoğun olduğu şehir başkent Bujumbura'dır. Burundi nüfusunun %13'ü 2008 resmi sayım sonuçlarına göre başkent bölgesinde yaşamaktadır. Ülke içerisinde 2008 resmi nüfus verilerine göre en kalabalık beş şehir şu şekilde sıralanmaktadır: Bujumbura (497.166), Gitega (41.944), Ngozi (39.884), Rumonge (35.931), Cibitoke (23.885) Burundi dünya açlık endeksine göre son 25 yılın verilerine göre dünyanın en fakir ülkesi konumundadır. Dünya açlık endeksinin 2014 verilerine göre Burundi tüm ülkeler içerisinde sahip olduğu 35,6 endeks oranı ile son sırada yer almaktadır. Ülke ekonomisinin en önemli parçasını tarımsal faaliyetler oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun yaklaşık olarak %85'i direkt ya da dolaylı olarak tarımsal faaliyetler içerisinde yer almaktadır. Burundi'de gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerin büyük çoğunluğunu kişisel tüketimi karşılamak için gerçekleştirilen faaliyetler kapsamaktadır. Kahve, manyok, muz, mısır, tatlı patates ve sebze ekilen ve yetiştirilen en önemli tarım ürünlerini oluşturmaktadır. Tarımsal faaliyetlerin yanı sıra hayvancılıkta toplum arasında yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Ülke genelinde hayvan sayısı yüksek olsa da, buradan elde edilen verim ve kullanım düşük düzeyde kalmaktadır. Bu alanda büyükbaş hayvanların sütünden ve etinden faydalanılmaktadır. Ülke belli yer altı madenlerine de sahip olmaktadır. Burundi genelinde nikel, kobalt, uranyum, bakır, platin, vanadyum, altın ,kalay, kaolin, niyobyum, tantal, tungsten ve kireç madenleri mevcuttur. Burundi denize kıyısı olmayan bir ülke olarak bu ürünlerin dünya pazarlarına erişimi uzun mesafeler alabilmekte ve bu süreçler yüksek maliyetli olabilmektedir. Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini kahve, çay, şeker, pamuk ve deri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ihracat yaptığı ilk altı ülke şu şekildedir: Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini makine ve ekipmanları, petrol ürünleri, gıda ürünleri ve inşaat malzemeleri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ithalat yaptığı ilk sekiz ülke şu şekildedir: Ülke genelinde bulunan sekiz adet havaalanı içerisinde en önemlisi ve tek asfalt piste sahip olanı başkent Bujumbura'da bulunan Bujumbura Uluslararası Havalimanı ("Bujumbura International Airport") olup, diğer havaalanları ise toprak pistlere sahiptir. Ülkenin ulusal havayolu 1975 yılında kurulan "Air Burundi" 'dir. Şirket 2009 yılında maddi sorunlar nedeniyle uçuş faaliyetlerine son vermiş olup, günümüzde sadece havaalanı yer hizmetlerinde faaliyet göstermektedir. Şirket 2013 yılında Çin tarafından hediye edilen iki uçak ile yeniden faaliyetlerine başlama girişimlerinde bulunmuş ancak bu girişim yetersiz havacılık uzmanı personeli nedeniyle günümüze kadar gerçekleştirilememiştir. Burundi'ye Brussels Airlines, Kenya Airways, Ethiopian Airlines, flydubai ve RwandaAir uçuşlar gerçekleştirmektedir. Ülkede mevcut olan 12.322 km karayolunun sadece 1.286 km'si asfaltlanmış konumdadır. Ülkenin en önemli bağlantı yolları şu şekildedir: Günümüzde Burundi genelinde mevcut olan bir demiryolu hattı bulunmamaktadır. Ülkeyi diğer komşu ülkeler ile demiryolu hattı üzerinden bağlama çalışmaları gerçekleştirilmiş olmasına rağmen henüz bir adım atılamamıştır. Burundi, planlama aşamasında olan ve Tanzanya ile Ruanda'yı demiryolu ile birbirine bağlayacak olan hatta da dahil edilmek istenmekte olup, bu konuda da henüz bir adım atılamamıştır. Kenya, 2013 yılında temelini attığı yeni demiryolu hattı projesi kapsamında ulaşmayı planladığı komşu ülkeler arasında Burundi'de yer almakta olup, projenin 2017 yılı içerisinde bitirilmesi planlanmaktadır. Bu hat tamamlandığında Kenya'nın liman kenti Mombasa'dan yola çıkan tren Burundi'nin başkenti Bujumbura'ya ulaşmış olacak. Bir kısmı Burundi sınırları içerisinde yer alan Tanganika Gölü üzerinden insan ve yük taşımacılığı gerçekleştirilmektedir. Göle sınırı bulunan Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya ve Zambiya'ya seferler düzenlenebilmektedir. Ülkenin en önemli limanı başkent Bujumbura'da yer almakta olup, bu göl haricinde bir deniz taşımacılığı faaliyeti gerçekleştirilmemektedir. Ülkenin e
n sevilen spor dalları arasında basketbol ve atletizm bulunmaktadır. Bunun haricinde judo gibi popüler dövüş sanatları da Burundi genelinde yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Üzerinde çukurlar bulunan, genelde tahta bir tabla üzerinde, sayılı misket veya taş ile oynana mankala da ülke genelinde oynanmaktadır. Burundi'de popüler olan diğer bir spor dalı olan futbol, 1972 yılında kurulan Burundi Futbol Federasyonu ("Fédération de Football du Burundi") tarafından yönetilmektedir. Ülkede on dört takımın katıldığı ve "Primus Ligue" olarak adlandırılan ulusal bir lig düzenlenmektedir. Ülkenin en başarılı futbol takımı bugüne kadar 18 şampiyonluk ile Vital'O FC takımıdır. Ruanda millî futbol takımı Mayıs 2015'te FIFA sıralamasında 122. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 1993 yılında 101. olarak elde etmiştir. Burundi'de yerel dinlerde gerçekleştirilen müzik ve danslar kültürün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Özel günlerde ve düğünlerde "abatimbo" adı verilen dans ile daha hızlı olan ve "abanyagasimbo" olarak adlandırılan dans yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Kültürün bir parçası olan şarkılarda söyleyen kişiye ve gruba göre adlandırılmaktadır. Ailelerin beraber söylediği şarkılar "imvyino" olarak adlandırılırken, sadece erkeklerin söylediği şarkılar "kwishongora", sadece kadınların söylediği şarkılar da "bilito" olarak adlandırılmaktadır. Tüm bu şarkıların ortak yönü ulusal dil olan Kirundi dilinde söylenmesidir. Flütün yanı sıra ikembe, indonongo, urukayamba, umuduri, inanga ve inyagara olarak adlandırılan yerel müzik aletleri de yaygın olarak kullanılmaktadır. Ülkede düzyazı, tiyatro ve görsel sanatlar daha az belirgin bir konumdadır. Burundi'de hikâyeler, masallar genelde dilden dile anlatılarak bir sonraki nesillere aktarılmaktadır. Evrim (anlam ayrımı) Evrim, zaman içinde birdenbire olmayan kesintisiz, niteliksel ve niceliksel değişim sürecidir. Evrim sözcüğü çoğunlukla Charles Darwin'in evrim kuramını belirtmek için kullanılır. Biyolojik anlamının yanı sıra, gezegenlerin ya da bilimin vs. gelişimini tanımlamak için de kullanılır. Jean Baudrillard Jean Baudrillard (27 Temmuz 1929, Reims - 6 Mart 2007, Paris), Fransız düşünür ve sosyolog. Medya teorisi, postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir. Fransa'da bir devlet memurunun çocuğu olarak doğdu. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okudu, ailesinde üniversiteye gitmiş olan ilk kişiydi. Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretmiştir. 1950-1960lardaki bu dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir. Almanca öğrettiği bu dönemde doktora tezine de (sosyoloji üzerine) devam etti. 1966'da doktora tezini bitirdi, tezinin başlığı "Thèse de troisième cycle: Le Système des objets" idi. 1966 yılının Eylül ayında Université de Paris-X Nanterre'de (Nanterre Üniversitesi - Paris-X) asistan oldu. 1968'deki öğrenci eylemlerinin etkisinde kaldı, Yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilendi. 1972'de aynı üniversitede, profesör olarak, sosyoloji öğretmeye başladı. 1987'dan 1990'a kadar Université de Paris-IX Dauphine'de (Dauphine Üniversitesi - Paris-X) görev aldı. ""Eski Yugoslavya'daki Müslümanların maruz kaldığı soykırım, Yeni Avrupa Düzeni'nin evrim sürecinde bir aşamadır. 'Etnik temizliğin' infazcısı olan Sırplar, yeni biçimlenen bir Avrupa'nın öncülüğünü yapıyorlar."" (Lettre dergisi, Kış 2005) Bugünün siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmesi ününün artmasına neden olmuştur. Bugüne kadar birçok önemli çalışmaya imza atmıştır. Simülasyon kuramını oluşturmuş, kitle zihni üzerine çarpıcı satırlar yazmıştır. Tüketim üzerine düşünceleri ve yapıtları ise onun ününe ün katmıştır. Medya ve kitle iletişim araçlarına dair eleştirileri de diğer düşünceleri kadar çarpıcıdır. Birinci Körfez Savaşı üzerine yaptığı açıklamalarla, Körfez Savaşı'nın oluşumunu ve etkilerini entelektüel bir açıdan farklı bir şekilde yorumlamıştır. Simülasyon evreninin ortaya çıkışı II. Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılıdır. Baudrillard'a gore II. Dünya Savaşı sonrası sağ, solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yâni, sosyal devlet ilkesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca sanayi ve tarım sektörlerinin belirleyiciliği iletişim ve hizmetler sektörlerinin belirleyiciliğinin ardına düşmüştür. Bu veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafinda dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır. Gaziosmanpaşa Gaziosmanpaşa, İstanbul'un bir ilçesidir. İstanbul'un geç dönem yerleşimlerinden olan ve daha önce Taşlıtarla ve Küçükköy mevkii olarak bilinen Gaziosmanpaşa, 1950'li yıllardan sonra gelişmiş, 1963 yılında da ilçe yapılmıştır. Gaziosmanpaşa'nın merkezine eskiden Taşlıtarla denirdi. Gaziosmanpaşa ilçesi Bayrampaşa, Esenler, Eyüp ve Sultangazi ilçeleri ile komşudur. Nüfusun artmasıyla trafik sorunu da artmaktadır. Topkapı-Habipler tramvay hattının açılmasıyla modern bir ulaşıma da sahip olmuştur. Bu yüzden en fazla göç alan ilçe konumuna gelmiştir. Gaziosmanpaşa'da 16 mahalle vardır. 1985: 291.714 nüfus (km²'ye 1.790 kişi), 1997: 570.943 nüfus (km²'ye 3.900 kişi).2008 yılında çıkarılan yeni yasa çerçevesinde Arnavutköy ve Sultangazi ilçe statüsü kazanmıştır.Bu iki ilçenin kurulmasıyla Gaziosmanpaşa'nın nüfusu 1,013,048(2007)'dan 461,230(2009)'e düşmüş ve "Türkiye'nin en kalabalık ilçesi" unvanını kaybetmiştir. 1990 Genel Nüfus Sayımı'na göre ilçe merkezinin genç bir nüfusa sahip olduğu belirlenmiştir; 20 yaşın altındaki nüfus toplam nüfusun yarısına yakındır. Yine aynı sayıma göre, ilçe merkezinde 6 yaşın üzerindeki okuryazarlık oranının %88,1 olduğu görülmüştür. İlçe merkezinde okuma yazma bilenlerden %81,3'ü bir öğrenim kurumundan mezun olmuştur. Bunlardan %75,7'si ilkokulu, %12,9'u ortaokul ve dengi okulları, %9,2'si lise ve dengi okulları ve %2,2'si yüksek öğrenim kurumlarını bitirmiştir. Gaziosmanpaşa ilçe merkezinde iktisaden faal nüfus 12 ve daha yukarı yaştaki nüfusun %48,4'ünü oluşturmaktadır. Bu, 12 yaş üzerindeki nüfusun yaklaşık yarısının faal olarak ekonomik hayata katıldığını, diğer yarısının ise ekonomik açıdan faal olmadığını ortaya çıkmaktadır. İktisaden faal olmayan nüfusun büyük kısmını ev kadınları oluşturmaktadır. Gaziosmanpaşa ilçe alanı eskiden Eyüp ve Çatalca ilçelerinin sınırları içindeydi. Bugün ilçe merkezinin bulunduğu güneydoğudaki topraklar 1950'lere kadar boştu. Eyüp ilçe sınırları içindeki bu topraklar kıraç ve taşlı olduğundan halk arasında Taşlıtarla olarak adlandırılırdı. 1950'den önce burada hayvancılıkla uğraşanların kurduğu ağıllarla birkaç atölye tipi imalathane vardı. 1952 yılında Balkan göçmenlerine devletin yaptırdığı evlerle başlayan Taşlıtarla serüveni, 1960'lı yıllardan itibaren sanayinin Rami ve Eyüp'e kaymasıyla büyük bir ivme kazandı ve bugün ortaya 1 milyon kişinin yaşadığı dev Gaziosmanpaşa ilçesi çıktı. Bir bakıma Taşlıtarla, Gaziosmanpaşa ilçesinin çekirdeği sayılmaktadır. Yakın zamana kadar kentin varoşu olan Taşlıtarla bugün dev gökdelenleri alışveriş merkezleri, bilgisayarlı okulları ve eğlence merkezleriyle modern bir görünüm kazandı. Taşlıtarla 1958'e kadar Eyüp'ün Rami Bucağı'na bağlı olan Küçükköy'ün bir mahallesiydi. 1962'de yapılan bir araştırmaya göre Taşlıtarla'daki 18 bin gecekonduda yaklaşık 90 bin kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Nüfusun hızla artmasına bağlı olarak Eyüp İlçesi'nde kurulan Göktepe Bucağı'nın merkezi durumundaki Taşlıtarla, 1963'te bucak çevresindeki alanlarda oluşturulan Gaziosmanpaşa İlçesinin merkezi oldu ve bundan sonra Gaziosmanpaşa adıyla anılmaya başladı. Gaziosmanpaşa ilçesine Rami Bucağı'nın ve Çatalca ilçesine bağlı Hadımköy Bucağı'nın bazı köyleri katılmıştır. 1970'den önce Çatalca'nın Tayakadın Köyü 1990 öncesinde yine Çatalca'nın kırsal bir yerleşmesi olan Yeniköy de bağlanınca Gaziosmanpaşa İlçesi bugünkü sınırlarına kavuşmuştur. Gaziosmanpaşa'nın kentsel gelişmesini en iyi ilçenin nüfus gelişmesi göstermektedir. Dünyanın çok az yerinde görülebilecek bir kentleşme sonucunda Gaziosmanpaşa'nın nüfusu 1935-1997 yılları arasındaki 60 yılda olağanüstü büyümüş, tam 165 misli artmıştır. İlçe nüfusu 1935'de 3847 iken 635.000 olmuştur. 1935'teki sayıma göre, bu alandaki nüfusun tamamı kırsal yerleşmelerde yaşıyordu. Sonraki yıllarda İstanbul'un birçok bölümünde görüldüğü gibi Gaziosmanpaşa'da da kentleşme hız kazandı. Gaziosmanpaşa İlçesinde İstanbul'a yakın olan yerler daha hızlı kalabalıklaşmış ve kent niteliği kazanarak İstanbul kentsel alanına katılmıştır. Kurulduğu günden bu yana her dönem kamuoyunun dikkatini çeken ilçe, son yıllarda artan nüfusuyla İstanbul'un en büyük birinci, Türkiye'nin en büyük ikinci ilçesi olma hüviyetini kazandı. Gecekondulaşmanın yoğun olduğu ilçelerden sayılan Gaziosmanpaşa, son yıllarda özellikle de Belediyenin altyapı, ulaşım ve peyzaj çalışmaları ile her geçen gün gelişme trendini arttıran bir yapıya kavuşturulmuştur. İlçenin kaderini iyi yönde etkileyen bu hizmetler büyük yatırımcıları bu bölgeye sevk etmiş ve Gaziosmanpaşa da İstanbul'un kentli unsurlarını taşır hale gelmeye başlamıştır. Gaziosmanpaşa İlçesi'nde ekonomik hayatın temelini küçük esnaf ve dış üreti
m faaliyetleri oluşturmaktadır. İlçe merkezinde iktisaden faal nüfusun %60'ı bu işlerde çalışmaktadır. Esnaf ve Sanatkarlar Birliği'nin verilerine göre, Gaziosmanpaşa'da 498 küçük ölçekli, 145 orta ölçekli ve 18 de büyük ölçekli işletme bulunuyor. Genel olarak avize, oto motor tamiri, metal işleri, konfeksiyon, torna-tesviye ve elektronik tesisatçılığı konularında faaliyet gösteren bu işletmelerde 3.688 kişi çalışıyor. Bununla birlikte İlçeye bağlı köylerde kırsal nüfusun geçimini temin ettiği tarımsal üretim de vardır. Ancak tarımsal üretim her geçen gün azalmaktadır. İlçede genel olarak bir inşaat havasının hakim olduğu söylenebilir. Eski gecekondular artık yerini planlı yapılaşmaya bırakmaktadır. İlçenin hemen hemen her yerinde inşaat malzemesi satan perakendeci ya da toptancı mağazalarına, hafriyatçılara, marangozlara rastlamak mümkün. Gazzâlî Gazzâlî () ya da tam adıyla Hüccetü’l-İslâm Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî (d. 1058, Tus - ö. 18 Aralık 1111, Tus), Büyük Selçuklu Devleti devrinin İslam âlimi, filozofu, mutasavvıfı ve müderrisi. Fars asıllı olduğu sanılan Gazzâlî'nin lakapları Hüccetü’l-İslâm ve Zeynüddin'dir. Genel olarak Gazzâlî ve İmam-ı Gazzâlî isimleriyle tanınmaktadır. Gazzâlî Hicri 450 (Miladi 1058) yılında Horasan'ın Tus şehrinde doğmuştur. İlk öğrenimini Tus'ta Ahmed bin Muhammed er-Razikânî’den almış, daha sonra Cürcan şehrine giderek Ebû Nasr el-İsmailî’den eğitim görmüş daha sonra 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi’nde öğrenim görmüş, itikadi düşünce olarak Ebü'l Hasan Eş'arî’den ve ameli görüş olarak ise Şafiî'den etkilenmiştir. Hocası İmam-ı Harameyn lakaplı Abdülmelik el-Cüveynî 1085 yılında ölünce Nişabur’dan Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizamülmülk’ün yanına gider. Nizamülmülk'ün huzurunda olan bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak 1091 yılında Bağdat’taki Nizamiye Medresesi'nin Baş Müderrisliği’ne tayin edilir. Burada bilgisi ve edindiği öğrenci topluluğuyla kısa sürede ün ve saygınlık kazandı. Sûfizm'e yöneldi ve Ebu Ali Farmedi'nin etkisiyle bu alanda yoğunlaştı. Bu ilgi ve hac arzusuyla medresedeki görevini bırakarak 1095 yılında Bağdat'tan ayrıldı ve Şam'a gitti. Şam da iki yıl kaldıktan sonra 1097 yılında Hac'a gitti. Hac sonrası Şam'a döndü ve buradan Bağdat yoluyla Tus'a geçti. Şam ve Tus'ta bulunduğu sürede uzlet yaşamı sürdü ve tasavvuf alanında ilerledi. Bağdat'tan ayrılışından on bir yıl sonra 1106 yılında Nizamülmülk’ün oğlu Fahrülmülk'ün ricası üzerine Nişabur Nizamiye Medresesinde tekrar eğitim vermeye başladı. Buradan kısa süre sonra Tus'a dönerek yaptırdığı Tekke'de müritleriyle birlikte Sûfi yaşamı sürdü. Gazzâlî 1111 (Hicri 505) yılında doğum yeri olan İran'ın Tus şehrinde vefat etti. Gazzâlî’nin yaşadığı dönemde İslam âleminde siyasî ve fikrî büyük bir karmaşa hakimdi. Bağdat’ta Abbasi halifelerinin gücü zayıflamasına karşın Büyük Selçuklu Devleti’nin sınırları genişliyor ve nüfuzu artıyordu. Melikşah’ın veziri Nizamülmülk savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, ilim meclisleri denilen tartışma ortamlarını ve medreseleri açıyordu. Bu dönemde Mısır tahtında Şiî-Fâtımî hanedanı vardı. Avrupa’da ise Endülüs Emevi Devleti gerilemekte idi. İlk Haçlı Seferi de Gazzâlî döneminde yapılmış, Gazzâlî 40 yaşında iken Antakya haçlılarca kuşatılmış bir yıl sonra da Kudüs ele geçirilmiştir. Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam da Gazzâlî ile aynı çağda yaşayan tanınmış kişilerdir. İslam âlemindeki bu karışıklığı fikrî bir çöküntü tamamlıyordu. Gazzâlî'nin öğrenme merakı onun çok sayıda dini ve fikrî akımları araştırmasına neden oldu. Yaşadığı dönemde hakikati bulmak isteyen insanların dört kısıma ayrıldığını ve her birinin hakikati kendi yolunda aradığını gördü. Bunlar; felsefeciler, kelâmcılar, sûfiler, bâtınîlerdi. Hepsinin görüşlerini inceleyerek; kelâm, felsefe ve Bâtınîlik yolunu kitaplarında ayrıntılarıyla tenkit etti ve sûfilerin yolu olan tasavvufa yönelerek hakikati bu yolda aradı. Gazzâlî bu geçirdiği süreci "El-Münkız Mine'd Dalal" adlı kitabında şöyle anlatır; Gazzâlî'ye göre O dönemde İslamiyet'in birliğine kötü anlamda doğrudan etki edecek fikirler hızla yayılıyor, bir taraftan Yunan felsefesi ile İslam inancını yeniden yazmaya çalışan filozoflar, diğer yandan Kur'an'ın apaçık ayetlerini karanlık ve gizemli tefsirlere konu yapan Bâtınîler, İslam dinine ve Ehl-i sünnet itikadının bütünlüğüne büyük zarar veriyordu. Bâtınîlik, Gazzâlî’nin döneminde ortaya çıkmış ve Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk bu görüşün üyeleri tarafından öldürülmüştür. Gazzâlî bu dönemde Ehl-i Sünnet dışı grupların görüşlerine karşı reddiyeler yazarak mücadele etmiş, Mu'tezile ve Bâtınîlik'e karşı altı tane eser yazmıştır. Felsefeye karşı verdiği mücadele ile İslam dünyasında felsefi düşüncenin gelişmesini önlediği düşünülmektedir. Yunan felsefesine karşı yazdığı reddiyeler sonucunda İbn-i Rüşd, İbn-i Tufeyl ve İbn-i Bacce gibi düşünürler felsefeyi ona karşı savunmak ihtiyacı duydular. Gazzâlî felsefe öğrenerek ve felsefi yöntemler kullanarak felsefecilerle tartışmış, sert eleştirilerini reddiyeler şeklinde yazarak Aristoteles, İbni Sina ve Farabi’nin üzerine yöneltmiştir. Gazzâlî'nin felsefeye yönelik olumsuz tutumuna karşın mantığın birçok yanını İslam din bilimlerine sokmada önemli katkısı olmuştur. Gazzâlî İslam inanç felsefesi olan Kelâm'ın daha çok akaid kısmına önem vermiş ve akıl yerine sezgiyi ön planda tutmuştur. Mantık ve münazara ilkelerini kullanmıştır. Bununla beraber Kelam ile tatmin olmayan Gazzâlî tasavvufa yönelerek aklın yerine mükaşefeyi koymuştur. Sûfizm ve Şeriat alanında büyük rol oynamış, Sûfizm kavramını şeriat yasaları ile birleştirmiş, eserlerinde tasavvufu ilk olarak teorik anlamda açıklamıştır. Çalışmalarında Ehl-i Sünnet görüşünü benimsediği ve diğer görüşlere karşıt olduğu da söylenebilir. Katkılarıyla tasavvufun uzun süre yaşayabilmesini sağladı. Gazzâlî Ortaçağ Müslüman ve Hristiyan filozoflarını büyük ölçüde etkilemiş, çalışmaları İslam dünyasında Avrupalı bilginlerin dikkatini çeken ilk şey olmuştur. Aziz Thomas Aquinas (1225-1274) bunlardan biridir. Gazzâlî'nin etkisi Aziz Thomas Aquinas’ın Hıristiyan teolojisi ile ilgili çalışmalarıyla karşılaştırılsa da ikisi arasında metot ve inanç bakımından bazı büyük farklılıklar vardır. Gazzâlî Müslüman inancına sahip olmayan (Aristoteles ve Sokrates gibi Antik Yunan filozofları) düşünürleri ve onların fikirlerini reddeder. Thomas Aquinas ise Yunan ve Latin etkilerini çalışmalarında göstermiş ve bütün herkesi kucaklamıştır. Gazzâlî’nin kitapları birçok Batı diline çevrilmiştir. Eyyühe'l Veled adlı kitabı Unesco tarafından 1951’de Fransızca'ya, İngilizce'ye ve İspanyolca'ya tercüme edilmiş ve bunun gibi birçok kitabı da çeşitli dillere çevrilerek basılmıştır. Gazzâlî’nin doğduğu ve büyüdüğü yer olan Tus, o yüzyılda büyük bir tasavvuf merkezi olarak anılıyordu. Gazzâlînin öğrencilik hayatında tasavvuf geri planda kaldı. Geçirmiş olduğu ruhsal bunalım sonrasında tasavvufa yöneldi. Silsile-i saâdât’tan olan hocası Ebu Ali Farmedi'den dersler alarak, tasavvuf konusunda icazet aldı. Gazzâlî’ye göre tasavvuf, insanın manevi hastalıklarından kurtulmasında en önemli etkendir. Kimya-i Saadet adlı eserinde şöyle der; Gazzâlî hakikati araştıran âlimleri dört sınıfa ayırır. Gazzâlî'nin, risale ve reddiyeleri ile birlikte 500'e yakın kitap yazdığı hakkında bilgiler vardır. Mısırlı bilim adamı Abdurrahman Bedevî yapmış olduğu araştırmalara göre, Gazzâlî'nin 457 adet kitap yazdığını belirtir. Ancak günümüze kadar ulaşan eserlerinin sayısı 75 tanedir. Fraktal Fraktal; matematikte, çoğunlukla kendine benzeme veya oransal kırılma özelliği gösteren karmaşık geometrik şekillerin ortak adıdır. Fraktallar, klasik, yani Öklid (Euklides) geometrideki kare, daire, küre gibi basit şekillerden çok farklıdır. Bunlar doğadaki, Öklid'çi geometri aracılığıyla tanımlanamayacak pek çok uzamsal açıdan düzensiz olguyu ve düzensiz biçimi tanımlama yeteneğine sahiptir. Fraktal terimi parçalanmış ya da kırılmış anlamına gelen Latince "fractus" sözcüğünden türetilmiştir. İlk olarak 1975'te Polonya asıllı matematikçi Benoit B. Mandelbrot tarafından ortaya atılan kavram, yalnızca matematik değil fiziksel kimya, fizyoloji ve akışkanlar mekaniği gibi değişik alanlar üzerinde önemli etkiler yaratan yeni bir geometri sisteminin doğmasına yol açmıştır. Tüm fraktallar kendine benzer ya da en azından tümüyle kendine benzer olmamakla birlikte, çoğu bu özelliği taşır. Kendine benzer bir cisimde cismi oluşturan parçalar ya da bileşenler cismin bütününe benzer. Düzensiz ayrıntılar ya da desenler giderek küçülen ölçeklerde yinelenir ve tümüyle soyut nesnelerde sonsuza değin sürebilir; öyle ki,her parçanın her bir parçası büyütüldüğünde, gene cismin bütününe benzer. Bu fraktal olgusu, kar tanesi ve ağaç kabuğunda kolayca gözlenebilir. Bu tip tüm doğal fraktallar ile matematiksel olarak kendine benzer olan bazıları, stokastik (olasılıksal) yani rastgeledir; bu nedenle ancak istatistiksel olarak ölçeklenirler. Fraktal cisimler, düzensiz biçimli olduklarından ötürü Öklid'çi şekilleri ötelemezler. (Öteleme bakışına sahip bir cisim kendi çevresinde döndürüldüğünde görünümü aynı kalır.) Fraktalların belirleyici bir özelliği, "fraktal boyut" olarak adlandırılan matematiksel bir parametrelerinin olmasıdır. Bu parametrenin bütünüyle geçerli ve basit bir tanımı yoktur. Mandelbrot bu parametreyi Haussdorf boyutu ile denk tutmaktadır. Fraktal boyut, Öklid'çi şekillerin topolojik boyutlarına eşit, fraktallar için topolojik boyutlarından büyüktür. Örneğin Cantor kümesinin fraktal boyutu formula_1, topolojik boyutu ise formula_2'dır. Kendisinin tam bir kopyasını daha küçük boyutlarda içeren fraktallar için fraktal boyutu ve "kendine benzerlik boyutu" değerleri aynıdır. Bir şekil kendisine benzeyen formula_3 kadar kopyadan oluşuyor ve her bir kopya özgün şekle göre, uzunluk olarak, formula_4 büyüklüğünde ise, bu şeklin kendine benzeme boyutu formula_5 ile verilir. Yuk
arıda örnek olarak verilen Sierpinski üçgeni, kendine benzeyen formula_6 kopyadan oluşmuş, her bir kopya da özgün şeklin yarısı (formula_7) uzunluğundadır; dolayısıyla Sierpinski üçgenin fraktal boyutu formula_8'tir. Benoit Mandelbrot, IBM laboratuvarlarında çalışmaya başladığında Oyun kuramı, iktisat ve emtia fiyatları gibi çeşitli alanlarda çalışan bir mühendisti. Bu çalışmalarını tamamladığında veri iletim hatlarındaki gürültü üzerinde çalışmaya başladı. Mühendisler, veri aktarımı sırasında oluşan gürültü karşısında çaresiz kalmışlardı. Mühendislerin bu soruna bulabildikleri en iyi çare, sinyal gücünü arttırmaktan ileri gidememişti; ama sinyal gücünün arttırılması da tam bir çözüm sağlamamıştır. İletim hatlarındaki gürültü doğası gereği gelişigüzel olmasına rağmen kümeler halinde gelmekteydi. İletişim süresi boyunca hatasız periyotlar arasında hatalı periyotlar yer almaktaydı. Hatalı periyotların incelenmesi, hata paterninin sanıldığından daha karmaşık olduğunu ortaya koymuştur. Mandelbrot, bir günlük veri trafiğini birer saatlik periyotlara ayırdı. Daha sonra, hatanın gözlendiği periyotları ele alıp bu periyotlar yirmişer dakikalık parçalara böldü ve yine gördü ki, bu birer saatlik periyotların içinde de yine hatasız bölümler bulunmaktaydı. Mandelbrot, hatalı bölümler daha kısa zaman aralıklarına bölmeye devam etti. Ve sonunda hatasız periyotların halen var olduğunu gösterdi. Bu arada aykırı bir durum Mandelbrot'un dikkatini çekti: hatalı periyotların hatasız periyotlara oranı periyodun uzunluğundan bağımsız olarak neredeyse sabit kalıyordu. MPlayer MPlayer, özgür ve açık kaynak bir ortam oynatıcısıdır. Linux, Windows ve Mac OS dahil olmak üzere birçok işletim sisteminde çalışabilir. GNU Genel Kamu Lisansı ile lisanslıdır. Hemen hemen tüm media biçimlerini desteklemesinin yanında internetteki tüm genel aktarım biçimlerini oynatabilir ve dosyaya kaydedebilir. MPlayer projesi ile ilgili bir yazılım olan MEncoder, MPlayer'ın desteklediği görüntü ve ses biçimlerini dönüştürmede ve yeniden kodlamada kullanılmaktadır. MPlayer öncelikli olarak bir komut satırı uygulamasıdır fakat çeşitli grafik arayüzleri ile de kullanılabilmektedir. GTK+ ile yazılan gMPLAyer, Qt ile yazılmış SMPlayer, MacOSX için MPlayer OS X Extended ve MPUI-hcb gibi yazılmış arayüzler alternatifleri vardır. Geliştirilmeye 2000 yılında başlandı. Bir süre sonra yazılımcı Árpád Gereöffy'e birçok kişi katıldı. Başlangıçta geliştiriciler çoğunlukla Macaristan'dan iken artık dünyanın her yerinden geliştirciler projeye katılmakadır . Árpád Gereöffy MPlayer'ın ikinci nesil (G2) sürümü üzerinde çalışmaya başlaması ile 2003 yılından itibaren MPlayer'ın projesinin başına Alex Beregszászi geçmiştir. MPlayer G2 çalışması şu anda terk edilmiş ve bu çalışmadaki tüm geliştirme çabası MPlayer 1.0'a aktarılmıştır. Önceleri "MPlayer - Linux İçin Film Oynatıcı" olarak adlandırılmasına karşın diğer işletim sistemlerinde de yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan sonra bu isim "MPlayer - Film Oynatıcı" olarak kısaltılmıştır. Desteklediği biçimlerin tamamlanmamış bir listesi aşağıdadır: MPlayer ayrıca görüntü göstermek için çeşitli çıktı sürücülerini destekler: X11, DirectX, Quartz Compositor, VESA, SDL ve hayali olarak da ASCII sanatı,Blinkenlights. Çoğunlukla görüntü ve ses çözücüleri, yerel olarak, FFmpeg tasarısının libavcodec kütüphanesi ile destekleniyor. Açık kaynak çözücülerinin yeterli olamadığı durumlarda ise, MPlayer çalıştırabilir dosyalara başvurur. Hatta Windows DLL dosyalarını WINE tasarısının DLL yükleyicisi yardımıyla doğrudan kullanabilir. CSS şifre çözücü yazılımı, Windows çözücüsü kullanımı, yazılım patentleri tarafından kordunan çözücülerin bulundurulması, GPL'e uyumsuz OpenDivX içermesi nedenleriyle bazı sorunlar yaşadı. Bu nedenle, Debian dağıtımına yeni girebildi. MEncoder MEncoder GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan komut satırında çalışan görüntü kodlama aracıdır. MPlayer'ın kardeşidir ve MPlayer'ın açabildiği bütün biçimleri çeşitli çıkış biçimlerine çevirebilir. Çeşitli görüntüyü ve sesi istendiği gibi kodlayabilmek için görüntü ve ses süzgeçleri içerir. Parazit silme, karışma önleyici, kanal amblemini kaldırma ve bunun gibi birçok efekt mümkün. Epik şiir Epik şiir, kahramanlık, yurt sevgisi gibi liriklik bildiren şiirdir. Epik şiirler oluşum tarihlerine göre "doğal epik" ve "yapay epik" olarak ikiye ayrılır. Aynı anlamda hamasi şiir, kahramanlık şiiri, destani şiir adında da kullanılır. Çok eski tarihlerde oluşmuştur ve her anlatandan birşeyler eklenerek büyümüştür. Bir halkın hayatını etkileyip, derin izler bırakan tarihi olayları, kahramanlık yönü ile işleyen manzum hikâyelerdir Türk destanları, Yunanlar'ın İlyada Destanı, Finler'in Kalevala Destanı, Hinduların Mahabharata Destanı doğal epiğe birer örnektir. Yakın çağdaki milletlerin hayatlarına ait tarih ya da toplum olaylarını anlatan şiirlerdir. Olay da yazan da bellidir ve yaratıldığı anda yazıya geçirilmiştir. İtalyan Tasso'nun Kurtarılmış Kudüs'ü, Firdevsi'nin Şehnamesi, John Milton'un Kayıp Cennet'i yapay epiğe birer örnektir. Yakın dönem Türk şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı ve benzeri eserler de yapay epik şiirlere örnek gösterilebilir. Türbülans Türbülans veya Çalkantı (Latince "turbare" - dönmek, şaşmak) bir sıvının ya da gazın hareket halindeki düzensizliğidir. Akışkan dinamiklerde, türbülans veya türbülanslı akışı, kaotik, stokastik özellik değişimleriyle tanımlanmış bir akış rejimidir. Bu uzay ve zamanda düşük moment difüsyon, yüksek moment konveksiyon, ve hızlı basınç ve hız varyansyonları içerir. Türbülanslı olmayan akışa katmanlı akış denir. Akış koşullarının katmanlı veya türbülanslı akışa sebep olup olmadığını (boyutsuz) Reynolds sayıları tanımlar; örneğin boru akışı için yaklaşık 2300 türbülansın üstünde olan bir Reynolds sayısıdır. Türbülans, pek çok fizikçi tarafından ele alınmış, ancak geçerli bir çözüm bulunamamış problemlerden biriydi. Düzgün akışa sahip bir akışkanın molekülleri birbirlerine mümkün olduğu kadar yakın kalmaya ve benzer davranışlar göstermeye meyillidir. 19. yüzyılın başlarında düzenli akışa sahip akışkanlara ait temel problemler çözülmüş ve akışkanlar dinamiğinin temelleri kurulmuştu. Ancak bilim uzun süre türbülans üzerinde çalışmayı reddetmiş, türbülansı daha çok bir mühendislik problemi olarak görmüştür. Türbülans genelde istenmeyen bir etkidir. Bu alandaki çalışmaların büyük bir yüzdesi türbülansı engellemeye yöneliktir. Türbülans, modern bakış açısı ile her ölçek düzeyinde ortaya çıkan düzensizlik olarak tanımlanır. Türbülans üzerine ilk önemli çalışmalar Andrey Kolmogorov tarafından başlatılmıştır. Ancak Kolmogorov'un önermeleri yeterli olmamıştır. Türbülansa yönelik daha başarılı bir teori ise Lev Landau tarafından 1944 yılında ortaya konabilmiştir. David Ruelle, türbülans üzerine çalışmaya başladığında Floris Takens ile birlikte türbülansın bağımsız üç hareket ile betimlenebileceği önermesini sundular. Lorenz'in denklemleri de üç değişken içeriyordu. Takens ve Ruelle'nin bu çalışmasının en önemli sonucu garip çeker kavramı olmuştur. Bir çeker ya da çekici ("attractor"), faz uzayında bir noktadan ibarettir. Eğer sistem sürtünmesiz bir sarkaç gibi periyodik hareket yapıyorsa, sistemin faz uzayındaki yörüngesi bir çemberdir ve bu çemberin merkezi kararlı bir çekerdir. Çeker, sistemin çıkışın bir çekim havzası gibi kendi üzerine kapanmaya zorlamaktadır. Sistem sürtünmesiz ise yörünge doğal olarak bir çember olacaktır. Sistemin enerjisi arttırıldığında değişen tek şey çemberin yarıçapıdır. Sisteme sürtünme eklendiğinde ise tüm olası yörüngeler bir helezon çizerek merkezde son bulur. Ruelle, türbülans halindeki akışkanın içinde görülen sarmal akıntıların faz uzayında bir çekiciye doğru çekildiğini hayal etti. Hiç kuşkusuz, bu çekici sabit bir nokta değildir. Bu tıpkı bir yay tarafından enerji kazandırılan sürtünmeli bir sarkacın davranışına benzemektedir. Sarkaç bazı başlangıç koşullarında sıfır noktasına dönecek, bazı durumlarda ise salınmaya devam edecektir. Böyle bir sistemin iki çekeri vardır; ilki kapalı bir sarmal, ikincisi ise sabit bir noktadır. Kısa vadede faz uzayındaki her bir nokta dinamik sistemin muhtemel davranış biçimlerinden birini betimler. Uzun vadede ise çekerlerin kendisinden başka mümkün olan davranış biçimi yoktur. Yukarıda tanımı yapılan çekiciler geleneksel fizik içerisinde yer alan çekicilerdi. Takens ve Ruelle, farklı türden çekerler düşündüler. Bu yeni tür çekici, faz uzayında sınırlı bir bölgede kendini tekrarlamadan bir yörünge çizmeliydi. Yörüngenin kendi kendini kesmesi daha önce geçilen bir noktanın tekrarlanması anlamına gelir ve bu durumda yörünge periyodik olur. Başka bir deyişle yörünge sonlu bir alan içinde sonsuz uzunluklu olmalıydı. Ruelle ve Takens bu çekicinin tarifini yapmış ve olması gerektiğini söylemişlerdi ama Mandelbrot henüz fraktalları icat etmemişti. Ruelle ve Takens'in tarif ettikleri 'garip çeker' ise Lorenz tarafından 1963'te resmedilmişti. İzotop İzotop: Atom numarası aynı, kütle numarası farklı olan atomlara izotop denir. Diğer bir deyişle proton sayıları aynı (p.s= A.N), nötron sayısı + proton sayısı (K.N= p.s + n.s) farklı atomlara izotop denir. İzotop veya yerdeş, bir elementin farklı nötron sayısına sahip her bir türü. Atom çekirdeğindeki proton sayısı elemente özgüdür. Diğer bir deyişle her bir elementin proton sayısı diğerinden farklıdır. Bir elementin çekirdeğindeki proton sayısı sabit olmakla birlikte nötron aynı çekirdekler için farklı olabilir. Elementler bir ya da daha fazla sayıda izotopa sahip olabilirler. Örneğin kalsiyum (Ca) elementinin tüm atomlarında proton sayısı 20 iken Ca'da 20, Ca'da 22, Ca'da 23, Ca'da 24, Ca'da 26, Ca'da 28 adet nötron bulunur (Ca, xx= proton + nötron sayısı). Herhangi bir element için, ağırlıklı atom kütlesi Elementin atom kütlesi = (1. İzotop'un kütlesi x İzotop'un doğada bulunma yüzdesi + 2. İzotop'un kütlesi x İzotop'un doğada bulunma yüzdesi + 3. İzotop'un kütl
esi x İzotop'un doğada bulunma yüzdesi + ...)/100 İzotop atomların kimyasal özellikleri aynı, fiziksel özellikleri birbirlerinden farklıdır. Trieste ili Trieste ili (İtalyanca:":Provincia di Trieste", Slovence:"Tržaška pokrajina"). İtalya'nın otonom bölgesi olan Friuli-Venezia Giulia'da bir ildir. Bu ilin başşehri Trieste dir. İl 212 km² lik bir alana ve (30.04.2010 tahminlerine gore) 236.650 kişilik bir nüfusa sahiptir. 48,1 km uzunluğunda bir sahil şeridine sahiptir. İlde 6 adet komün bulunmaktadır. Uzun süre İtalyan ticaret ve kültürünün merkezlerinden biri olmuş, zamanla önemini yitirmiştir. Ancak son yıllarda doğuya (Eski Yugoslavya'ya) açılan kapısı olarak yeniden önem kazanmaya başlamıştır 19.yy. sonunda Trieste, James Joyce, Italo Svevo gibi sanatçıların yaşadığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yönetiminde bir şehirdi, 1.Dünya Savaşı'ndan sonra İtalya'nın bir parçası oldu. Batı Roma İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra, Trieste ili Franklar tarafından işgal edildi. 13ncü yüzyılda Habsburg Hanedanlğı'nın gelmesinden sonra topraklar Duino Lordu, Trieste, San Dorligo della Valle ve Muggia arasında bölündü. Maria Theresia (Avusturya) hükümdarlık döneminde ve sonra gelen II. Joseph döneminde deniz ticareti serbest liman kuruluşuyla artırıldı. Bölge 1809 yılında Napolyon'un orduları tarafından feth edildi. Kesin yenilgi sonrası, Duino komünü, Sgonico ve Monrupino Gorizia'ya bağlandı. Bu sırada Trieste, Avusturya İmparatorluğu'nun "doğrudan doğruya şehri" oluyordu. San Dorligo ve Muggia, Istria'nın bir parçası oluyordu. Rapallo Antlaşması (1920) Muggia ve Istria'yı Avusturya'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesinden sonra İtalya'ya verdi. II. Dünya Savaşı sonrası Trieste Serbest Bölgesi, 15 Eylül, 1947 tarihinde "Serbest Devlet" olarak kuruldu. 26 Ekim, 1954 tarihinde İtalya ve Yugoslavya SFC ülkenin fiilen iki devlete bölünmesi antlaşmasında bir araya geldiler. "A Bölgesi" Trieste'nin bir serbest bölgesi oldu ve "B Bölgesi" Yugoslavya tarafından yönetilecekti. Trieste ili, resmi olarak 11 Ekim, 1977 tarihinde Osimo Antlaşması ile İtalya'nın bir parçası oldu. İkinci Dunya Savaşından önceki sınırları ile Trieste ili şimdi Slovenya'da bulunan beldeleri de ihtiva etmekteydi. Osimo Antlaşması'ndan sonra İtalya'ya geçen Trieste ili'nde sadece 6 tane belde bulunmaktadır. Böylece tüm İtalya'da en ufak sayıda belde ihtiva eden il Triete ili olmaktadır. Şu tablo bu beldeler hakkında bilgi sağlamaktadır: Trieste ili nüfusu (30.04.2010 tahminlerine gore) 236.650 kişidir. 1861-1361 arasında sadece 6 belde ihtiva eden 1951′den sonra günümüzdeki Trieste ili'ni kapsayan genel sayım istatistiklerine göre Trieste ili nüfusu gelişmesi şu gösterimde incelenebilir: Canberra Canberra, Avustralya'nın başkenti ve denizden uzak en büyük, Avustralya'da tüm şehirler içinde de sekizinci büyük şehridir. Başkent işlevi görmek üzere yapay olarak kurulan kentlerin örnek tipidir. Yeri 1913'de Avustralya'nın Cardillerası' nın ortasındaki yüksek ovada; iki rakip anakent olan Sidney'in 300 km güney batısında, Melbourne'ün 650 km kuzeydoğusunda Avustralya Başkent Bölgesi adı verilen bölgede yer alan tasarlanmış kenttir. Avustralya Parlamentosu bu şehirde yer almaktadır. Kentin planını Amerikalı Walter Burley Griffin yapmıştır. 1927'de tamamlanan kent 1945'ten sonra hızla gelişme göstermiştir. Çeşitli semtler, parklar, ve geniş su örtüleriyle birbirinden ayrılır. Yönetim binaları geniş alana yayılır. Ticaret merkezi giderek daha da canlılık kazanmakta sürekli büyüyen bu kentteki etkinlikler durmadan çeşitlenmektedir. Bakü Bakü (), Azerbaycan Cumhuriyeti'nin, Hazar Denizi'nin batı kıyısında yer alan başkentidir. Kafkaslar’ın en büyük şehri, en önemli kültür ve ticaret merkezidir. Ülkenin en doğusundaki ve en önemli sanayi, ticaret ve kültür merkezi olmanın yanı sıra bir liman kenti olarak da önemlidir. Şehirde yaşayanların büyük çoğunluğunu Azerbaycanlılar oluşturur. 2006 yılında faaliyete geçen Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru Hattı'nın (BTC) çıkış noktasıdır. Bakü Limanı, Hazar Denizi nin en önemli limanıdır. Şehirde tiyatro, kütüphane, sinema ve diğer kültürel mekânlara sık rastlanır. Lonely Planet'in sıralamasına göre, Bakü, gece hayatı için dünyanın en önemli on gidilecek yerinden biridir. Azerbaycan ekonomisinin gelişmesiyle, 2000'li yılların başından itibaren şehrin dört bir köşesinde, birçok yeni alan inşa edilmiştir. Yeni altyapılarıyla (binalar, mahalleler, sokaklar, restoranlar ve diğer mağazalar) Bakü hızla değişmektedir. Resmî istatistiklere göre 2014'teki Bakü şehir nüfusu 2.181.800'dür. Kentin banliyöleri de dahil olduğu zaman şehrin toplam nüfusu yaklaşık 3.000.000 kişiye ulaşmaktadır, yani Azerbaycan nüfusunun üçte biri bu şehirde yaşamaktadır. Bakü 2015 Avrupa Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yapmıştır. 2017-de ise 2017 İslami Dayanışma Oyunları'na ev sahipliği yapmıştır. Hem de Formula 1'e ev sahipliği yapmaktadır. Bakü'nün tarihi eski devirlere uzanır. Abşeron arazisinde bulunmuş arkeolojik buluntular buranın eski yaşama yeri olduğunu ispatlar. Pirallahı, Zığ Gölü etrafı, Şüvelan, Merdekan, Binegedi, Emircan ve benzeri yerlerde milattan önce 3-1’inci bin yıllara ait arkeolojik malzemeler bulunmuştur. Bakü şehrinin ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırıcılar Bakü'yü Kaytara (Kankara), Albana, Baruka v.b. ile özdeşleştirirler. Bakü'de bulunmuş 5-7. yüzyıllara ait Sasani hazinesi o devirde buranın yaşama yeri olduğunu gösterir. 5-6. yüzyıllarda Bakü, Bağavan ve Ateş-i Bakvan diye adlandırılır. Arap kaynaklarında (10. yüzyıl) "Bakuye", "Bakuh", "Baku", Rus kaynaklarında (15. yüzyıl) "Baka", Safeviler devri Farsça kaynaklarda "Badükübe" olarak geçiyor. Bakü'nün iklimi karasal iklimdir. Kışları soğuk ve yağmurlu veya kar yağışlıdır, yazları ise sıcak ve kuraktır. Fakat güney kısımlarında hava yazın serin, kışın ise ılık ve yağışlıdır. Bu nedenle güney bölümünün bir kısmı ormanlıktır. Bakü’nün 11 idari bölgesi (rayon) vardır. Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet İstatistik Komitesi verilerine göre bu bölgeler ve bilgileri şu şekildedir: Bakü şehrinin resmî şehir nüfusu 2.092.400'dür (2011), metropoliten nüfusu ise 3.000.000'dur. Bakü nüfusunun % 90'ını Azeriler oluşturur. Diğer milletler ise Ruslar % 5,3, Tatarlar %1,2, Lezgiler %1,2, Ukraynalılar %1 ve Yahudiler %0,3 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması'ndan önce, 1970'lerde şehir nüfusunun çoğunluğu Azerilerden oluştu ve oranları hızla arttı. Tüm diğer milletlerin sayıları ise çok önceden azalmaya başlamıştı ve bu azalma, dağılma ve bağımsızlık döneminde çok hızlandı ve devam etmektedir. 1988 ve 1994 arasındaki Karabağ Savaşı dolaysıyla artan gerilim yüzünden,1990'da Ermenilerin hemen hemen hepsi şehri terk etti. Kafkasya'daki üç başkent arasında, Bakü en yüksek nüfusa sahip şehirdir, ve nüfusu Tiflis ve Erivan'ın toplamından fazladır. Dilde nüfusun çoğunluğu Azericeyi konuşur. Bir bölümü Rusçayı ikinci dil olarak konuşur. Bakü'de halkın %94'ü Müslümandır (çoğunluğu Şii Caferi). Halkın geri kalanı ise (yaklaşık %4'ü) Hıristiyan’dır (çoğunluğu Rus Ortodoks Kilisesi, Gürcü Ortodoks Kilisesi ve Malakan). Çok küçük bir bölümü ise Yahudidir (çoğunluğu Aşkenaz ve Dağ Yahudisi). Bakü şehri, Kafkasya'nın en büyük şehiridir. Eski zamanlar ekonomisinde petrol ve tuz esas yer tutardı. Arap seyyahı Ebu Dülefin'in (10. asır) bildirdiğine göre, Bakü'deki iki petrol kaynağından yılda takriben 720 bin dirhem gelir elde ediliyordu. Feodal ilişkilerinin, ticaret ve sanatkârlığın gelişimi şehrin ilerlemesine imkân veriyordu. Uluslararası ticaret yolları sınırında olan Bakü Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki ticarette başlıca öneme sahipti. Bakü'ye Hazar, Slav, Bizans, Çin, Irak, Suriye, Cenova, Venedik, İran, Hindistan tacirleri geliyordu. Bakü'den İran, Irak ve sair ülkelere petrol ihraç ediliyordu. 9. asrın ikinci yarısında Abbasiler hilafetinin zayıflaması ve merkezi hâkimiyetten uzaklaşma meyillerinin kuvvetlenmesi hilafete tabi ülkelerde bağımsız devletlerin kurulmasına sebep oldu. Bu devletlerden biri de Şirvanşahlar Devleti'ydi. Bakü metrosu (Azerice: Bakı Metropoliteni) 23 istasyona sahip 34,6 kilometre uzunluğunda iki hat içermektedir. Bu istasyonların 23 giriş lobisi bulunmaktadır. İstasyonların yedisi büyük derinliktedir. Bakü metrosu, Kafkasya'nın en uzun, en çok istasyona sahip olan ve en kalabalık metrosudur. Metroda merdiven kısmının toplam uzunluğu 4000 metreden fazla olan beş tür 39 yürüyen merdiven yapılmıştır. Tünel yapımlarının toplam uzunluğu 17,1 kilometreden fazladır. Bakü metrosunun diğerlerinden seçilme özelliği, onun hatlarının tepelik bölgede bulunan kentin birbiriyle kesişen rölyefe göre yapılmıştır, burada %60 ve %40’binlik eğimliliği ve küçük yarıçaplı birçok eğrinin mevcut olmasıdır. Şehrin kuzey batıdasında yeni bir hat (Hat 3) ve 8 yeni istasyon da inşaat halindedir Daha uzun vadeli projelerin içerisinde iki yeni metro hattının inşaat edilmesi vardır ve ve metro ağının Haydar Aliyev Uluslararası Havalimanı'na da bağlanması planlanmaktadır. 1928 yılında otobüs hatları açıldı ve şehirde hizmet etmeye başladı. Şehrin her mahallesinde otobüs hatları vardır. 2010 yılına göre, Bakü 310 otobüs hattına sahiptir ve minibüsler bu hatları da kullanır, şehirde 1.130 belediye otobüsü ve 3.300 minibüs hizmet etmektedir, ek olarak 1.496 adet otobüs satın alıp hitmete sokulması ve 664 otobüs durağı kurulması planlanmaktadır. Şehirde dolaşan belediye otobüslere ek olarak şehir kenarında bulunan Bakü Uluslararası Otobüs Terminalinden, hem Azerbaycan'ın her şehri hem de yurtdışında birçok şehirlere (örneğin, Tiflis, Tahran, Tebriz, Kars, Astrahan, Volgograd, Moskova) giden otobüsler seferleri yapılır. Dünya'nın en büyük otobüs terminallerinden bir olan Bakü Uluslararası Otobüs Terminali, her gün 20.000 yolcuya, yurtiçi ve uluslararası rotalar boyunca çevresinde hizmet verip, her gün 950 otobüs hareket eder. Terminal 4 katlıdır, ve 14 yürüyen merdiven ve 10 asansör işlemektedir. Ayrıca 93 yataklı bir otel, 700 ara
çlık kapalı otopark, 800 mağazalı bir alışveriş merkezi, 500 kişilik kantin, banka, sağlık merkezi, posta ofisi ve VIP bekleme odası bulunmaktadır. Ayrıca istasyon danışmanı'nın ofisi ve otobüs şoförleri için dinlenme odaları da bulunmaktadır. Terminal kendi elektrik enerjisini 35 kV'lık yardımcı elektrik santrali ve beş transformatör ile sağlar. 1941 yılında troleybüs hatları açıldı ve şehirde hizmet etmeye başladı. 1989 yılında troleybüs sisteminin, 110 km'si şebeke hatlarında olmak üzere, toplam 300 km yol uzunluğuna ve 32 hatta sahipti, ve 359 troleybüs hizmetdeydi. Fakat 1999 yılına gelindiğinde hat sayısı 5'e düşmüştü ve troleybüs sayısı da 65'e inmişti. 30 Haziran 2006'da son troleybüs seferleri yapıldı ve sona erdirildi. Tüm troleybüs hatları tamamiyle söküldü. 1889'de Bakü'nün şehir ulaşımı için Bakü'de atlı tramvay hatları inşa edilmişti. Fakat atlı tramvaylar başkentinin yoğun ulaşım ihtiyaçlarını karşılıyamadı. 1903'te Bakü'de elektrik tramvay hatlarının bağlanması konusunda Şehir Dumasına teklif geldi. Bu önerinin gerçekleşmesi 20 yıl sonra oldu. Ancak, 1922 yılında Bakü Sovyeti projeyi gerçekleştirebildi. Şehirde elektrikli tramvay hatlarının inşasına başlandı. Önce gerekli malzeme olmadığından, raylar Rusya'nın birkaç fabrikasında sipariş edildi. Şehirde ilk kez Şubat 8, 1924 elektrikli tramvay kullanıma açıldı. Bu Tramvay hatları şehrin tren istasyonlarına da bağlandı. 1966 yılında tramvay yollarının uzunluğu102,5 km'ye ulaşmıştı. 1924'ten beri Bakü'de servis yapan tramvay, 2004'te son yolculuğunu yapmıştır ve istasyonlar ile hatlar söküldü. Tramvay hatları sökülmüş olsa bile, 2012'de Bakü'de yeniden tramvay hatlarının inşa edilmesine ve tramvayın tekrar hizmete konulmasına kara verildi. Fakat bu yeni tramvay hatları, eskiden tramvay hatlarının yer aldığı ana kavşaklara yerleştirilmeyip, sahil boyunca inşa edilecek. Bakü füniküleri, 5 Mayıs, 1960'de da hizmete açılmıştır. SSCB zamanında füniküler trenleri özel siparişle Ukrayna'nın Harkiv kentinde hazırlanarak Bakü'ye getirilmiştir. Bakü fünikülerin 2 istasyonu vardır: bunlar "Behram Gür" ve "Şehitler Hiyabanı" istasyonları. İstasyonlar arası mesafe 455 metredir. Toplam 2 vagonu olan fünikülerler, saniyede 2,5 metre hızla hareket ederek bir istasyondan diğerine 4 dakikaya ulaşıyor. Vaqonlararası bekleme süresi 10 dakika, ve gidi-geliş ücreti ise 20 kepik olmuştur. Füniküler saatte ortalama 2 bin yolcu taşıma olanağına sahiptir. 1980'li yılların sonlarında kötü durumunda olduğu için geçici olarak kapatılmıştır ve büyük bir onarımdan sonra 2001 yılının sonunda yeniden kullanıma açılmıştır. Bakü füniküleri 2001'de ve 2007'de iki kez esaslı tekrar tamir edilmiştir. 2007 yılındaki onarımdan sonra vagonların hareketi sırasında oluşan gürültü en aza indirilmiştir. 2011 yılının Nisan ayında itbiaren ise vagonlar ve istasyonlar yenilenerek, 23 Mayıs 2012'de yeniden hizmete sunulmuştur. Bakü Garı, Bakü'nün tek merkez garıdır, ve hem ülkenin ve ayrıca şehrin tüm banliyö tren istasyonuların ana demiryolu terminalidir. Bakü Garı çok faaldir ve yerel (banliyö), ulusal ve uluslararası tren seferleri yapılır. Bakü Garı, 28 May metro istasyonu ile metro ağına bağlanır. Bakü Garından, Rusya (Bakü-Moskova, Bakü-Sankt-Peterburg, Bakü-Rostov, Bakü-Tyumen, Bakü-Mahaçkala), Ukrayna (Bakü-Kiyev, Bakü-Harkiv), Gürcistan (Bakü-Tiflis) yönlerinde uluslararası tren seferleri, ve Bakü-Köçerli-Balaken, Bakü-Astara-Horadiz, Bakü-Kazah-Böyük-Kesik, Bakü-Ağstafa, Bakü-Gence, Bakü-Mingeçevir, Bakü-Astara yönlerinde ulusal tren seferleri yapılmaktadır. Azerbaycan topraklarının Ermeni işgali neticesinde savaş halinde olduğu Ermenistan'la ve Ermenistan üzerinden Azerbaycan'nın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'ne ve İran'a (ve ters yönde), Bakü'den doğru giden herhangi bir tren seferi yoktur. İran ile tren seferleri bu yüzden Nahçıvan ile sınırlıdır. İki ülkeyi doğrudan bağlayan yeni bir ağın inşa edilmesi için, şu anda bir proje üzerinde düşünülmektedir. Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının açılmasıyla, Bakü'den, Gürcistan'ın Tiflis ve Ahılkelek şehirleri üzerinden, Türkiye'nin Kars şehrine ve diğer Türk şehirlerine tren seferleri ile ulaşmak mümkün olacaktır. Azerbaycan'ın su ulaşımında, Azerbaycan Devlet Hazar Deniz Gemiciliği ve Bakü Deniz Ticaret Limanı büyük bir öneme sahiptir. Su ulaşımı, Azerbaycan'ın ve Hazar Denizi'nin en büyük limanı olan Bakü'den başlamaktadır. Bakü'den Rusya'nın Astrahan ve Mahaçkale limanlarına, Kazakistan'nın Aktau lımanına, Türkmenistan'nın Türkmenbaşı limanına ve İran'ın Bender-i Enzeli limanına ulaşılır. Azerbaycan'dan, Hazar Denizi'nden, Volga Nehri, Volga-Don Kanalı, Don Nehri üzerinden Azak Denizi'ne ve dünya okyanuslarına açılmak mümkündür; ya da Volga Nehri, Volga-Baltık Suyolu, üzerinden de Baltık Denizi'ne ve dünya okyanuslarına da açılmak mümkündür. Bakü Deniz Garı, 1970 yılında açılmıştır. Yenilenen garda, Kazakistan, Türkmenistan ve Rusya'ya seyahat eden gemi ve feribot seferleri düzenlenmektedir. Ayrıca dünya'nın ilk petrol platformu ve yüzen bir şehir olan Petrol Taşlarına, petrol işçileri için seferler yapılır. Garda 120 kişilik yemek, 400 kişilik konferans salonu, misafir ve diğer hizmet odaları bulunmaktadır. Bakü'nün uluslararası havalimanı, şehir merkezinden yaklaşık 25 kilometre doğuda bulunan Haydar Aliyev Havalimanı'dır. Bu havalimanı, Azerbaycan Hava Yolları şirketinin merkezidir. Haydar Aliyev Uluslararası Havalimanı'nın ("Heydər Əliyev adına beynəlxalq aeroport") eski adı "Binə Uluslararası Havalimanı" idi. Bu havalimanı 1998'in başından Haziran 1999'a kadar restore edildi. Bu restorasyonun iki bölümü vardı. İlk bölüm, kuzey terminali oluşturan iki alanın inşaatı (Mart 1999'da bitti) ve ikinci bölüm, yönetim ve hava trafiği merkezi olarak Azerbaycan Hava Yolları tarafından kullanılan bir merkezî alanın inşaat edilmesi ve güney terminali oluşturan geri kalan iki alanın inşaatıdır (bu bölüm aynı senede Haziran ayında bitti) içerdi. Haydar Aliyev Havalimanı, Azerbaycan'nın ana havalimanı olması yanı sıra ve bütün Kafkasya bölgesinin en büyük ve en işlek havalimanıdır ve uçuş merkezdir. Günümüzde, Almanya, Avusturya, Beyaz Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık, Çek Cumhuriyeti, Çin, Fransa, Hollanda, Gürcistan, İsrail, İran, Katar, Kazakistan, Letonya, Lübnan, Özbekistan, Rusya, Türkiye, Ukrayna, Ürdün gibi ülkelere giden ve bu ülkelerden gelen birçok uçuş vardır. Bundan dolayı öngörülen yıllık yaklaşık 3 milyon yolcu kapasiteli 53,000m2 yolcu terminali tasarlanmıştır ve yapımına 2011'de başlanmıştır ve 2013'te açılması hedeflenmiştir. Ayrıca inşaatına başlanılan yeni terminalin tasarımıyla uyuşması için, 2012'de eski terminalın dışı ve içi tamamiyle yenilenmiştir ve yeni bir pist daha açıldı. Bakü, ülkenin başkenti olması dışında aynı zamanda ülkenin eğitim merkezidir. Okulların hepsi Azerbaycan'ın Millî Eğitim Bakanlığı ("Millî Təhsil Nazirliyi") tarafından idare edilmektedir. Ayrıca arasında üniversiteler ("universitet") ve akademilerin ("akademiya") bulunduğu 38 tane yükseköğretim mekânı bulunmaktadır. Azerbaycan'da eğitim, tüm diğer Türk devlet ve topluluklarına göre ileri düzeyde sayılabilir. 1991 yılı istatistiksel verilerine göre 4.775 okulda 1.503.000 öğrenci okumaktadır. Bugün okul sayısı 5.000'e, öğrenci sayısı 1.600.000'e ulaşmıştır. Azerbaycan'da 6.500 kültür tesisi, 4.605 kütüphane, 125 müze, 125 müzik okulu, 43 halk tiyatro salonu, 3.680 kültür evi bulunmaktadır. Okuma yazma oranı %99,5'tir. Bakü-Azerbaycan Devlet Üniversitesi ve bağlı enstitüleri bütün Uygulamalı Matematik ve Ekonomik Sibernetik, Kimya, Jeoloji, Biyoloji, Tarih, Filoloji, İlahiyat, Coğrafya, Gazetecilik, Hukuk, Mekanik ve Matematik, Fizik, Felsefe, Sosyal Bilimler ve Psikoloji, Kütüphane Çalışmaları, Uygulamalı Matematik Bilimsel Araştırma Enstitüsü, Doğu Çalışmaları, kollarında eğitim-öğretim yapmaktadır. Özel ve devlet olmak üzere toplam 49 tane kanuni üniversite mevcuttur ve bu üniversiteler de birçok Türk ve yabancı öğrenciye eğitim vermekle birlikte eski Doğu Bloku ülkeler arasında kaliteli eğitim veren ülkeler arasında sayılmaktadır. Azerbaycan üniversiteleri iyi eğitim vermesinin yanı sıra yabancı öğrenciler tarafından maddi anlamda tercih sebebi olabiliyor. Bakü, Azerbaycan'ın kültür merkezidir. Ülkenin ilk operası, ilk ulusal tiyatrosu ve ilk millî kütüphanesi bu kentte açılmıştır. Bakü, çok sayıda müze, tiyatro, konser salonu, kütüphane, sanat galerisi ve sinema salonlarına ev sahipliği yapar. Azerbaycan Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi, Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi, Azerbaycan Ulusal Edebiyat Müzesi, Azerbaycan Halı Müzesi, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Bakü Modern Sanat Müzesi, Azerbaycan İstiklal Müzesi, Azerbaycan Devlet Müzik Kültürü Müzesi, Azerbaycan Devlet Din Tarihi Müzesi, Azerbaycan Devlet Tarım Müzesi, Azerbaycan Jeoloji Müzesi Bakü'de bulunan başlıca müzelerdendir. 1920 yılında kurulan Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi, Bakü'deki en büyük müzedir. İçerişehir'de yer alan bu müze, iki ayrı bölümden oluşur. İlki, Azerbaycan’ın en eski dönemlerinden itibaren elde edilen arkeolojik ve etnografik malzemelerin sergilendiği Millî Müze; diğeri ise ünlü petrol zenginlerinden Hacı Zeynelabidin’in yaşadığı ev ve mekanlar. Arkeolojik malzemeler Manna, Med, Skif, Atropatene, Albanlar ve Hürremiler dönemlerine aittir. Bunlardan başka Azerbaycan coğrafyasından derlenmiş değerli etnografik malzemer de bulunur. Azerbaycan Millî Kütüphanesi, 4 milyon 513 bin tane, başta kitap olmak üzere, basılı ürün bulunmaktadır. Antik Çağ ve Orta Çağ'dan kalma birçok eski el yazısı ve birçok Kitab-ı Mukaddes de içermektedir ve Millî Kütüphane hakkında bir müze de bulumaktadır. Şehrin merkezinde, Xaqani Caddesi'nin üstünde yer alır ve halka açıktır. Diğer başlıca kütüphaneler, Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İşleri Müdürlüğünü Kütüphanesi, Azerbaycan Millî Bilimler Akademisinin Merkezi Bilim Kütüphanesi, Bakü Devlet Üniversitesi Bilim Kütüphanesi, Cumhuriyet Bilim-Teknik Kütüphanesi, Azerbaycan Devlet Cumhuriyet Bili
msel Tıbbi Kütüphanesi, Cumhuriyet Bilim-Pedagoji Kütüphanesi, Azerbaycan Cumhuriyeti Tarım Bilimi Kütüphanesi, Firudinbey Köçerli adına Azerbaycan Devlet Çocuk Kütüphanesi, Cafer Cabbarlı adına Cumhuriyet Gençler Kütüphanesi ve Azerbaycan Tıp Üniversitesi Kütüphanesi. Bakü, ülkenin en önemli tiyatro kentidir. Devlet Akademik Millî Dram Tiyatrosu, Devlet Müzikal Komedi Tiyatrosu, Devlet Kukla Tiyatrosu, Devlet Genç Seyirciler Tiyatrosu ve Devlet Rus Dram Tiyatrosu kentin başlıca tiyatrolarıdır. Bakü Devlet Filarmonik Salonu ve Azerbaycan Devlet Akademik Opera ve Bale Tiyatrosu'na ev sahipliği yapmaktadır. Bakü Caz Merkezi, Haydar Aliyev Sarayı, Shakhriyar Bakü Kültür Merkezi ve Bakü Müzik Akademisi Büyük Salonu, kentin en faal konser mekanlarındandır. Absheron Sanat Galerisi, Giz Galasy Galerisi, Gala Sanat Galerisi ve Smirnova Sanat Galerisi, Bakü'nün önemli sanat merkezlerindendir. Başkent, aynı zamanda önemli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapar. Bu faaliyetlerden biri olan Bakü Uluslararası Caz Festivali, kentin önemli caz müziği birikimini yansıtan en iyi etkinliklerdendir. Bakü şehri birçok sinemaya sahiptir, ve bunlardan biri de meşhur "Nizami" sinemasıdır. Bakü'de sinemalarda filmlerin büyük çoğunluğu Azerice dublajlıdır ve daha seyrek olarak da Rusça veya İngilizce dublajlıdır ve bazı sinemalarda filmler bu iki dilin altyazılarıyla gösterilmektedır. Ünlü Azeri drama yazarı, senaryocusu ve film yönetmeni Rüstem İbrahimbeyov tarafından kurulan Bakü Uluslararası Film Festivali 1998'den beri her yıl düzenlenmektedir. Bakü, çok çeşitli eğlence alternatifleri sunan bir kenttir. Bakü Hayvanat Bahçesi 1928 yılında, Sovyetler Birliği döneminde kuruldu. Bakü Hayvanat Bahçesinde hem Dünya'nın çeşitli yerlerinde bulunan, hem de Azerbaycan'ın faunasına ait olan yaygın bulunan ve de nadir bulunan ve soyu tükenmekte olan hayvan türlerini barındırır. Hayvanat bahçesinde yaklaşık 1.193 hayvan ve 168 tür bulunmaktadır. Bakü'nün merkezinde yer alan Fıskiye Meydanı, kentin en iyi alışveriş alanıdır. Meydan ve etrafındaki araçlara kapalı olan alışveriş caddeleri, çok sayıda lüks alışveriş mekanlarına ev sahipliği yapar. Nizami Caddesi, kentin en önemli alışveriş caddesidir. Bu yayalara ayrılmış alışveriş merkezi, her kategoriden dükkâna sahiptir. Bakü'de çeşitli alışveriş merkezleri vardır; ve en ünlü iki alışveriş merkezleri Park Bulvar, 28 Mall, Metropark, Aygun City , Af Mall'dır. Burada otantik halılar, elektronik esyalar ve mücevherler satılıyor. Hediyelik eşya dükkânlarının büyük birçoğunlugu, kentin tarihi bölümü olan İçerişehir'de toplanmıştır. Bakü Bulvarı, Bakü Körfezi boyunca ve uzunluğu 3 kilometre 750 metreden oluşan sahil yolu ve açık hava alanıdır Azerbaycan'ın ayrı ayrı bölgelerinden, ve Avrupa'dan çeşitli ülkelerinden ender bitkiler getirilerek parka dönüştürülmüştür. Bulvarda “Mirvari”, “Bahar” kafeleri, Samed Vurgun adına açıkhava sineması, “Venedik” küçük su kenti ve çok sayıda farklı dinlenme alanları yapılmıştır. Sahilden Neftçiler Caddesine kadar bazı yerlerin genişliği 350 metre, bazı yerlerin genişliği ise 500 metredir. Sahilde, Millî Park yer alır ve parkın içinde Devlet Bayrağı Meydanı yer alır ve bu meydanda dev bir Azerbaycan bayrağının dalgalandığı dünyanın en yüksek bayrak direği bulunmaktadır. 2012 Eurovision Şarkı Yarışması için inşa edilen Baku Crystal Hall yanındadır. Azerbaycan'da turizm her yıl biraz daha gelişmektedir ve bundan en çok yararlanan da Bakü'dür, çünkü Bakü Azerbaycan turiziminin ana merkezidir ve ülkenin otelleri, restoranları, barları ve gece kulüplerinin çoğu Bakü'de bulunmaktadır. Belediye, şehirde birçok geliştirme çalışması yapmaktadır; ve bu sayede zaman geçtikçe şehrin altyapısı hızla gelişmektedir. Bakü'de yapılan 2012 Eurovision Şarkı Yarışması kapsamında inşaatlar özellikle çoğalıp hızlanmıştır. Bakü'de başta futbol ve futbol stadyumları olmak üzere, tüm diğer spor faaliyetlerine ve tesislerine çok sayıda yatırım yapılmaktadır. Bağımsızlık ilanı ve UEFA'nın Azerbaycan'ı kendi kontenjanına almasının ardından bu ülkede futbola olan ilgi artmıştır. Bakü'de yedi futbol kulübü bulunmaktadır; bunların beşi birinci ligde, geri kalan ikisi ise ikinci ligde oynamaktadır. Ayrıca Ermeni işgali altında bulunan Ağdam kentinin birinci ligde oynayan futbol takımı Karabağ'ın ve diğer işgal edilmiş Azeri kentlerinin futbol takımlarının geçici merkezleri de Bakü'de bulunmaktadır. Özellikle son 5 yıl içerisinde hem kurulan spor kulüp sayısında hem de tesisleşme faaliyetlerinde hızlı bir gelişme yaşanmıştır. Birçok spor çeşidi için, örneğin boks, judo, karate, buz pateni salonları, basketbol, voleybol, hentbol, tenis kortları içeren, birçok spor kompleksleri vardır. Azerbaycan uzun zamandır satranç yarışı tablolarının zirvesindedir ve satranç Azerbaycan'ın millî sporlarındandır. Azerbaycan Satranç Federasyonu'nun merkezi Bakü'de bulunmaktadır. Ayrıca şehrin dört bir köşesinde birçok satranç kulübü vardır ve okullarda da satranç dersleri verilir. 2007'de Dünya Satranç Federasyonu Grand Prix turneleri Bakü'de yapıldı. Bakü'den Teymur Recebov, Şehriyar Memmedyarov ve Vügar Heşimov dünyanın tanınmış satranç oyuncuları arasındadır. FIDE'nin listesinde Teymur Recebov, Şehriyar Memmedyarov ve Vügar Heşimov dünyanın en güçlü 20 satranç oyuncusu arasında yer almaktadır. 2007 yılı sonunda erkek takımı Yunanistan'ın Girit adasında düzenlenmiş Avrupa Şampiyonluk yarışmasında Azerbaycan’a bronz madalya ile dönmüştür. Bakü'de sekiz büyük stadyum bulunmaktadır. Bakü'nün en büyük stadyumu olan Tevfik Behramov Stadyumu ayrıca Azerbaycan'ın da en büyük stadyumudur. Bakü'de son yapılan stadyum ise 2011 yılında açılan Dalga Arena'dır. Ayrıca bu stadyumların bazılarında, spor faaliyetleri futbol ile sınırlı kalmayıp, atletizm gibi diğer spor dallarına da ev sahipliği yapar. Bakü Olimpiyat Stadyumu'nun inşaatı başlamıştır. Diğer ikisi proje aşamasındadır. Bakü'nün 13 şehirle kardeş şehir anlaşması ve 14 şehirle ile de "partner şehir" anlaşması vardır. Minsk Minsk (; ), Beyaz Rusya'nın başkentidir. Şehir 305,47 km² alanda kuruludur. 2014 yılındaki nüfusu yaklaşık 1.926.000 kişidir. 25 Mart 1918 tarihinde, Minsk, Belarus Halk Cumhuriyeti'nin başkenti ilan edilmiştir. Cumhuriyet kısa ömürlü oldu; Aralık 1918'de, Minsk Kızıl Ordu tarafından devir alınmıştır. Minsk, Ocak 1919'da sonra Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti başkenti ilan edildi ve yine 1920 yılında yine başkent ilan edildi. Şehir, Polonya-Bolşevik savaşı sırasında İkinci Polonya Cumhuriyeti tarafından kontrol edildi. Brest-Litovsk Antlaşması sonra, Alman güçleri Şubat 1918 yılında Minsk'i işgal etti. Minsk'te yeniden yapılanma ve kalkınma programı 1922 yılında başlanmıştır. 1924'te 29 fabrika vardı; okullar, müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler de kuruldu. 1920'ler ve 1930'lar boyunca, Minsk'te yeni fabrikalar inşa edildi ve yeni okullar, kolejler, yüksek eğitim kurumları, hastaneler, tiyatrolar ve sinemalar açılarak hızlı bir gelişme gördü. Bu dönemde, Minsk ayrıca Belarus dili ve kültürünün gelişmesinde bir merkez oldu. II. Dünya Savaşı öncesinde, Minsk'in 300.000 nüfusu vardı. Nazi Almanyası 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ni işgal ettikten sonra, Barbarossa Harekâtı kapsamında, Minsk hemen saldırıya uğradı. Şehir, işgalin ilk gününde bombalandı ve dört gün sonra Wehrmacht tarafından kontrol altına alındı. Almanlar Minsk'i Reichskomissariat Ostland'ın idari merkezi olarak belirledi. Komünistler ve sempatizanlar öldürüldü ya da hapse atıldı. 1942'de, Minsk, bölgedeki işgale karşı Sovyet partizan direniş hareketinin önemli bir merkezi haline geldi. Bu rolünden dolayı Minsk'e 1974 yılında Kahraman Şehir unvanı verildi. Minsk Bagration Harekâtı sırasında, 3 Temmuz 1944'de Sovyet askerleri tarafından kurtarıldı. Şehir, Sovyet ilerleyişine karşı Alman direnişinin merkezi oldu ve 1944 yılının ilk yarısında ağır çarpışmalar gördü. Fabrikalar, belediye binaları, santraller, köprüler, çoğu yollar ve evlerin %80'i moloz yığınına döndü. 1944 yılında Minsk'in nüfusu 50.000'e düşmüştür. 1960'lı yıllardan bu yana Minsk nüfusu da hızla büyüdü. 1972 yılında 1 milyona ulaşan nüfus, 1986 yılında 1,5 milyon oldu. Minsk Metro İnşaatı 16 Haziran 1977'de başladı ve Sovyetler Birliği'nde dokuzuncu metro sistemi oldu. 30 Haziran 1984 tarihinde ziyarete açıldı. 1990'lı yıllar boyunca, Komünizmin yıkılmasından sonra şehir değişmeye devam etti. Yeni bağımsız ülkenin başkenti olan Minsk, hızla büyük bir kent niteliği kazandı. Kentte elçilikler açıldı ve Sovyet idari binaları hükûmet merkezleri haline geldi. 1990'ların başlarında ve ortalarında, Minsk'te ekonomik kriz belirginleşti ve birçok kalkınma projeleri durduruldu, yüksek işsizlik ve eksik istihdam oluştu. 1990'ların sonundan beri, ulaştırma ve altyapı gelişmeler olmuştur ve bir konut patlaması 2002 yılından beri devam etmektedir. Minsk eteklerinde, konut geliştirme projeleri inşa edilmiştir. Metro hatları uzatılmış ve yol sistemi (Minsk çevreyolu dahil) geliştirilmiştir. 2008 yılı Ocak ayında, şehir hükümeti kendi resmi web sitesinde çeşitli projeler açıkladı. Bunlar arasında bazı sokakların yenilenmesi ve ana caddeleri, otel inşaatı (Komsomolkye gölü kıyısında ve Saray yakınında) otel ve spor tesislerinden oluşan bir kompleks, potansiyel yabancı yatırımcıların yardımı ile ve şehrin eteklerinde modern bir su parkı inşaası ile yüzme havuzu, 2 otel, kule ve bir iş merkezi binası yapılacaktır. 8 Eylül 2015 tarihinde, Minsk şehrinin kuruluşundan bu yana 947. yılını kutladı. 11 Nisan 2011 tarihinde metro hattının en yoğun istasyonu olan Oktyarbskaya istasyonunda ülke tarihinin en büyük terör saldırısı gerçekleşti. Bu saldırıda 15 Belarus vatandaşı yaşamını yitirirken 203 kişi de yaralandı. 9 Mayıs 2014 tarihinde Minsk, Dünya Buz Hokeyi Şampiyonasına ev sahipliği yaptı. Ljubljana Ljubljana (; Almanca:"Laibach"), Slovenya'nın başkenti ve en büyük şehridir. 2013 yılında şehir nüfusu 274.826'dır. Şehrin isminin kökeninin ne olduğu konusunda karara varılamamıştır. Bazı
tarihçiler ismini, "Laburus" denilen antik Slav şehrinden aldığına inanırlar. Diğerleri ise kelimenin kasabadaki bir selden sonra Latince "Aluvina"dan geldiğini düşünür. Sonuç olarak bazıları kökeninin Slav sözcüğü olan Luba (sevilen) olduğunu var saymaktadırlar. Şehrin Almanca ismi "Laibach"'tır. Bilinen Yunan efsanesine göre, kahraman Jason (Latince "Yason" olarak telaffuz edilir) ve Argonotlar Colchis'teki altın postu bulduktan sonra, Ege Denizi'ne dönmek yerine Tuna Nehri'nde yol alarak kuzey yönüne varmışlardır. Giderek, Tuna'nın bir kolu olan Sava'nın etrafından Lublianitsa ırmağının kaynağına varmışlardır. Gemilerini batıdaki evlerine dönmek için Adriyatik Denizi'ne taşımış, karaya çıkmışlardır. Argonotlar, günümüz şehirleri Vrhnika ve Ljubljana arasında, bataklıkla çevrili bir göl bulmuşlardır. Burası Jason'un bir canavarı devirdiği yerdir. Bu canavar, şehrin arması ve bayrağı üzerinde bulunan ejderhadır. Çok kanatlı ejderhalar Ejderha Köprüsü'nü süsler. 1900 ve 1901 yılları arasında yapılan bu köprü, Zaninoviç'in çalışmasıdır. Ejderha, ayrıca yüzyıllar boyunca Slovenya'nın ruhani merkezi olan yakın Avusturya kenti Klagenfurtun'un sembolüdür. İslamabad İslamabad (Urduca: اسلام آباد; "Islām ābād"), Pakistan İslam Cumhuriyeti'nin başkentidir. Şehir, 1960'lı yıllarda Karaçi'nin yerine başkent olması için inşa edilmiştir. Şehrin inşa edilmesinin birkaç nedeni vardır: Ülkenin gelişimi Karaçi'nin gelişimi ile doğru orantılıydı ve bu yüzden Başkan Eyüb Han bunu eşit şekilde dağıtmak istiyordu. Aynı zamanda, Hindistan'la yapılabilecek bir savaşta Karaçi, denizden gelecek saldırılara karşı zayıf bir noktadaydı. İslamabad ise tersine dağlarla çevrili olduğundan, güvenli bir konumdaydı. Ayrıca, İslamabad'da iklim, Karaçi'ye oranla daha iyiydi. İslamabad, Pakistan'daki diğer şehirlere kıyasla çok daha temiz ve modern bir şehirdir. Şehir, değişik bölgelere ayrılarak çok düzenli bir yer halindedir. İslamabad'da sekiz tane bölge bulunur: diplomasi bölgesi, ticaret bölgesi, eğitim bölgesi, endüstri bölgesi vb. Her bölgenin kendine ait alışveriş dükkânları ve parkları bulunur. Cakarta Cakarta, Endonezya'nın başkenti ve en büyük şehridir. Cava Adası'nın kuzeybatısında 661,52 km² alana kurulu olup, nüfusu 8.490.000'dir. Cakarta ülkenin ekonomik, kültürel ve siyasi merkezidir. Endonezya ve Güneydoğu Asya'nın en kalabalık şehri olmakla birlikte dünyanın da on ikinci en büyük şehridir. Cakarta ismi Sanskritçe bir kelime olan "Cayakarta"'dan gelmekte olup "muzafferiyet" veya "zafer" anlamlarına gelir. Dördüncü yüzyılda kurulduktan sonra şehir Sunda krallığının önemli bir ticaret limanı haline geldi. Hollanda Hindistanı kolonisinin de başkentliğini yaptı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Endonezya'nın bağımsızlığını ilan etmesiyle ülkenin başkenti oldu. Önceki isimleri sırasıyla Sunda Kelapa (397–1527), Jayakarta (1527–1619), Batavia (1619–1942) ve Djakarta (1942–1972) şeklindedir. National Monument (Monas) ve İstiklâl Camii şehrin simgesi olan yapılardır. Şehir ASEAN Sekreterliği'ne de ev sahipliği yapmaktadır. Soekarno-Hatta Uluslararası Havalimanı, Halim Perdanakusuma Uluslararası Havalimanı ve Tanjung Priok limanı Cakarta'nın önemli ulaşım merkezleridir. Bu alana ve modern Cakarta'nın çevresine 4. yüzyılda ortaya çıkan Sunda insanlarının yaşadığı Tarumanagara Krallığı hakimdi. Tarumanagara Endonezya'daki en eski Hindu krallıklarından biriydi. Tarumanagara krallığının giderek zayıflamasıyla birlikte onun topraklarında ve Cakarta'yı da kapsayan alanda yeni bir krallık olarak Sunda Krallığı ön plana çıktı. Bu krallıkla beraber 7. yüzyıldan 13. yüzyılın başlarına kadar Sunda Limanı'nı egemenliği altına alan Srivijaya Deniz İmparatorluğu da ön planda idi. 1200 yılı dolaylarında yazılı olan Çin kaynağı, Chu-fan-chi'ye göre Srivijaya İmparatorluğu Sumatra, Malay Yarımadası ve Batı Java (Sunda) topraklarında 13. yüzyılın başlarına kadar hüküm sürmüştür. Kaynak raporlarında Sunda Limanı'ndan gelen biberlerin Sunda'daki en kaliteli biber olduğu yönündedir. O dönemde yaşayan insanlar tarım alanlarında ve ahşap kazıklarla evler inşa ettikleri biliniyor. Bununla beraber eski Tarumanagara Krallığının başkenti olan Sunda Pura'ya, Sunda Krallığı döneminde o dönemin büyük limanlarından olan Sunda Kelapa limanını inşa etmişlerdir. İlk Avrupa filosu, 1513'te Portekizlerin yeni bir baharat yolu arayışı yüzünden Malakka'dan gelen gemilerdi. Bu ilk karşılaşmadan sonra Sunda Krallığı bölgede yükselen güç olmaya başlayan Demak Sultanlığı için 1522 yılında Portekizliler ile ittifak kurup Portekizlilerin Sunda'da bir liman kurmalarına göz yummuştur. Bu antlaşma ile birlikte 1527 yılında Portekizlilere ait olan Fatahillah Savaş Gemisine, Demaklı bir Cava generali saldırdı ve Sunda Kelapa'yı fethetti. Bu taarruzla beraber Portekiz gücü Endonezya'dan çekilmiştir. Bundan sonra Sunda Kelapa, Jayakarta adını aldı ve Banten Sultanlığı Beyliğinin altında Güneydoğu Asya'nın ticaret merkezi oldu.  Prens Jayawikarta'nın ilişkileri sayesinde 1596 yılında Hollanda gemileri Banten Sultanlığının egemenliğinde olan Jayakarta'ya geldi. Hollandalılardan sonra 1602 yılında Sir James Lancaster komutasındaki İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin ilk Aceh yolculuğuna ve Bantende bir ticaret sitesinin kurulmasına izin verildi. Kurulan ticaret sitesi 1682 yılına kadar İngilizlerin Endonezya'daki ticaret merkezi haline geldi. Zamanla Prens Jayawikarta ile Hollonda arasında ilişkiler kötüleşti ve Jayawikarta'nın askerleri Hollanda kalelerine saldırdı. Bu saldırılara İngilizler de destek verdi fakat Hollandalılar, Prensi ve İngilizleri savaşta yendi. Savaşın kazanılmasında ise kısmen de olsa zamanında yetişen komutan J.P. Coen ön plandaydı. Onun gelişiyle Hollandalılar İngiliz kalelerini yakıp yıktılar ve İngilizleri kendi gemilerinden geri çekilmek zorunda bıraktılar. Birleşmiş Hollanda güçleri savaşı kazandı ve şehri yeniden adlandırarak adını Batavia olarak koydular. Hollanda'nın kurmuş olduğu koloni başkenti, Endonezya ve de özellikle Çinli göçmenler için ticari bir fırsat oldu. Bir anda oluşan yüksek nüfus artışı şehirde yük oluşturdu. Sömürge hükümeti tehcir yoluyla Çin göçünü kısıtlamaya çalışınca gerginlik arttı. Gerginliğin sonucunda 1740 yılında patlak veren bir isyan neticesinde Hollandalılar ve Endonezya yerlileri 5.000 Çinli'yi katletti. Olayların ilerleyen yıllarda da ilerlemesi üzerine Çinliler şehir duvarlarının dışına, Glodok'a taşındılar. 1835 ve 1870 yıllarında yaşanan salgınlarda birçok kişi limanı terk etti ve şehir güneye doğru genişletildi. Bu olaylar eşliğinde şimdiki Merdeka Meydanı'nın bulunduğu alanda 1818 yılında Koningsplein inşa edildi, 1913 yılında Menteng konut parkı inşasına başlandı ve son Kebayoran Baru adında Hollanda inşaat yerleşim bölgesi inşa edildi. Bu gibi gelişmelerle birlikte 1930'larda Batavia'da 37.067'si Avrupalı olmak üzere 500.000'den fazla insan yaşamaktaydı. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra 1946 yılında bağımsızlığını kazanan Endonezya'da Endonezyalı milliyetçiler tarafından Batavia şehrinin ismi "Jakarta" (Jayakarta'nın kısaltılmışı) olarak değiştirildi. Arktika Arktika, Kuzey kutup dairesinin üstünde kalan bölge olarak tanımlanır. Bir adını da Antik Yunanca’da “ayı” anlamına gelen arktos sözcüğünden alan Kuzey Kutup Bölgesi, toplam 27 milyon km²’lik bir alana yayılır. Bunun 9 milyon km²’si kara, geri kalanı denizdir. Burada en sıcak ayda bile deniz suyu sıcaklığı +10 °C’nin üstüne çıkmaz. Arktik kara ve deniz iklimlerinin egemen olduğu bölgede yağış azdır, yılda 100 mm ile 500 mm arasında değişir. Kuru rüzgarlar ve sis, düşük sıcaklık (Grönland’da şubat ortalaması -40 °C), sıcaklığın mevsimlere göre büyük değişkenlik göstermesi (+15 °C ile -40 °C) bu bölgenin iklim özellikleri arasındadır. 23 Eylül ile 21 Mart arasında Güneş’in hiç doğmadığı kış kutup gecesi, yılın geri kalan bölümünde ise, hiç batmadığı kutup gündüzü yaşanır. Sıcaklığın çok düşük olmasına karşın, kutup bölgelerinin de en az tropik bölgeler kadar güneş enerjisi aldığı unutulmamalıdır. Kara bitkileri buna, çok hızlı ve karmaşık bir büyüme biçimi benimseyerek uyum sağlamıştır. Denizlerde ise yüksek oksijen ve zengin besin maddesi nedeniyle, bir de 0 derece dolayındaki deniz suyu sıcaklığı fazla değişmediği için plankton ve balık çok boldur. Yaşamın denizlerdeki bu zenginliğine karşın, az sayıdaki buzsuz kıyı bölgesinde oldukça sınırlı olduğu gözlenir. Bitki örtüsü tundralara özgü yosunlardan, likenlerden, ardıç ağaçlarından ve cüce akkayınlardan oluşur. Temmuz sıcaklığı 6 °C’nin altına düşerse bunlar da yerlerini buz çölüne bırakırlar. Zemin 600 m derinliğe kadar donmuş durumdadır ve yazın ancak yüzeyden 10–200 m arasında bir derinliğe kadar çözülür. Donmuş zeminin altında bulunan çamur katmanı aşağı doğru akar ve her türlü inşaat çalışmasını çok zorlaştırır. Rage Against the Machine Rage Against the Machine, ABD'li müzik grubu. Rage veya RATM olarak da bilinir. 1991 yılında Kaliforniya, ABD'de kurulmuştur. Grup, müziklerinde ele aldıkları sol görüşleri, kapitalizm karşıtı tutumları ile thrash metal, hip hop ve punk rock'ı kapsayan tarzları ile ün kazanmıştır. Grup 90`lı yıllarda başarılı olsa da 2000 yılının sonlarına doğru Zack de la Rocha'nın gruptan ayrılmasıyla dağıldı. Nu metal akımını derinden etkileyen RATM ayrıca radikal sol görüşleriyle de bilinir. Albüm kapaklarında, şarkı sözlerinde ve birçok söyleşide kendilerini ifade etmeye çalışırlar. Aktif olarak da politik gösterilerde yer aldılar. De la Rocha'nın rap müziğinden etkilenmiş vokali (Public Enemy grubundan Chuck D. en çok etkileyen isimlerin başında gelir), Tom`un gitardaki ustalığı, Brad`in vurucu davulu yüksek sesli müziğin en önemli gruplarından biri haline gelmesini sağlamıştır. Rage Against the Machine, Zack de la Rocha`nın önceki grubu Inside Out`un parçasıdır ve kapitalizme karşı olan öfkelerini simgeler. Bu tepkiyle ortaya çıkan Rage`in Sony'e ait Epic Records ile anlaşması büyük tepki görmüştü. Grup yaptığı açıklamada, "fazla kişiye ulaşmanın çok önemli
olduğunu bunun da ancak gene kapitalist kanallarla yapılabileceğini" belirtmişti. Samimiyetlerini sorgulayan hayranları ise bu açıklamaya, "bunun bir bakıma doğru olduğunu, fakat satılan her Rage kopyasının bu şirketleri daha da güçlü hale getirdiği unutulmaması gerektiğini" belirterek cevap vermiştir. İlk albümleri "Rage Against the Machine" 1992 yılında çıkmıştır. Bu albümden çıkan "Killing In The Name" çok sevilmiştir. Evil Empire 1996 yılında çıkmıştır. Beğenilen bir albüm olmasına rağmen, ilk albümü aşamadığı eleştirileri yoğundur. People of the Sun ve Bulls on Parade bu albümün popüler parçaları olmuşlardır.The Battle Of Los Angeles 1999 yılında çıkmıştır. Bu albümde diğer albümleri gibi ilgiyle karşılanmıştır. Guerilla Radio da bu albümün hiti sayılabilir. 1999 yılında Matrix'in sonunda çalan Wake Up adlı parçada RATM'a aittir. Bu parçayla birlikte Rage dünya çapında iyice tanınmıştır. Calm like a bomb parçası da Matrix Reloaded'da kullanılmıştır.Renegades, 2000 yılında çıkan bu albümde başkalarının şarkılarını yorumladılar. Devo ve Cypress Hill gibi grupların şarkıları yer alır. Cypress Hill parçası "How I could just kill a man" adlı parça da bu albümde yer alır. Bu albüm piyasaya çıkmak üzereyken Zack de la Rocha gruptan ayrıldı. Ayrılma gerekçesi olarak, "karar alma mekanizmalarının tamamen çöktüğünü, politik ve sanatsal farklılıkların ortaya çıkmaya başladığını" gösterdi. Daha sonra eski Soundgarden üyesi Chris Cornell geriye kalan RATM elemanlarıyla birlikte Audioslave`i kurdu. Audioslave'in Audioslave, Out of Exile ve Revelations adlı üç albümü bulunmaktadır. 2007 yılında solist Chris Cornell'in solo kariyer planlarını ve grupla bazı konularda ayrıldıklarını söyleyerek grubun dağılmasına neden olmuştur. Zack de la Rocha ise DJ Shadow ile birlikte "March of Death" adlı Irak Savaşı'nı protesto eden bir şarkı yaptı. Eylül 2004`de "We Want It All" adında bir parça daha piyasaya çıktı. Grubun gitaristi Tom Morello, The Nightwatchman adıyla yeni bir albüm çıkardı. Albümünde kendi klasik gitar yeteneğini kullanarak yine kaliteli bir yapım oluşturdu. Yine grubun gitaristi Tom Morello, Axis Of Justice adlı bir internet haberleşme sitesi ve seferberlik sitesi kurdu. Axis Of Justice'in başını Tom Morello ile beraber System Of A Down grubunun solisti Serj Tankian çekmektedir. Grup birçok sosyal ve siyasal sorunla ilgilenir. Şarkı sözlerinde, konserlerindeki söylemlerinde ve katıldıkları siyasi toplantılarda bu özelliklerini gösterirler. Grup sol siyasi görüşe sahiptir. Şarkılarında özellikle ABD'deki kapitalist sistem ve ABD Başkanı George W. Bush şiddetli şekilde eleştirilir (Testify adlı şarkıda grup Al Gore ve Bush'un aslında farklı partilerde olmalarına rağmen aynı siyasal söylemlere sahip olduklarını savunur). Grubun adı da kapitalizme karşı olan öfkelerini simgeler. Bunun yanı sıra Latin Amerika'daki gerilla hareketlerini destekleyen şarkıları bulunmaktadır (Bombtrack adlı şarkıda Peru'da Peru Komünist Partisi'nin (Aydınlık Yol) verdiği mücadele ve lideri Abimael Guzmán'ın yakalanması anlatılır. Solist de la Rocha özellikle EZLN örgütünün aktif destekçisidir. Grup ayrıca 1993 yılında ilginç bir eylem yapmıştır. Philadelphia'da sahnede 15 dakika çıplak bir halde kalarak ABD'de müzik piyasasını denetleyen Parents Music Resource Center'ı ve bu kurumun uyguladığı sansürü protesto etmişlerdir. Rage Against the Machine grubu ABD'de cinayetten suçlanarak ölüm cezasına çarptırılan Mumia Abu-Jamal'in idamına da karşı çıkmaktadır. Grammy Ödülleri MTV Ödülleri Yarılanma süresi Yarılanma süresi, bir radyoaktif izotopun miktarının yarıya inmesi için gereken zamandır. Her radyoaktif izotopun kendine özgü belirli bir yarılanma süresi vardır. Genellikle formula_1 ile gösterilir. Yarılanma süresi maddenin miktarından bağımsız olup yalnızca hız sabitine (λ) bağımlıdır. Radyoaktif maddelerin yarılanma sürelerinin bilinmesinin iki yararlı pratik nedeni vardır. Bunlardan birincisi; yarılanma süresinin izotopun kararlılığını göstermesidir. Yarılanma süresinin artması izotopun kararlılığının arttığını gösterir. İkincisi ise; yarılanma süresi, teknolojide, örneğin makine yağlarının etkinliği radyoaktif izotop katılarak anlaşılabilir. Makine bir süre çalıştıktan sonra, yağdan örnek alınarak ne kadarının makine parçalarına yayıldığı, radyoaktif parçaların varlığından anlaşılır. Jeolojide kayaların, kemiklerin ve sanat eserlerinin yaşları U/Pb oranı veya C/C oranı ölçülerek bulunabilir (radyokarbon metodu). U en son kararlı Pb izotopunu oluşturur. Dünyanın başlangıcında bu oran 0/1 ve bir yarılanma süresi sonunda (4,5 · 10 yıl) 1/1 alınarak bu kayaların yaşı yaklaşık olarak bulunabilir. Yeryüzündeki en yaşlı kayaların yaşı bu yöntemle 4,55 · 10 yıl olarak bulunmuştur. Uranyum içermeyen kayaların yaşı potasyum-argon yöntemiyle bulunur. Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı Millî Eğitim Bakanlığı, Anayasa, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile kalkınma plan ve programları doğrultusunda millî eğitim hizmetlerini yürütmek üzere kurulan bakanlıktır. Bu bakanlık aslen 1869 yılında Maarif Nezareti adı altında kurulmuştur. 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanununa göre Türk Millî Eğitiminin amaçlarının temel ilkeler doğrultusunda Devlet adına gerçekleştirilmesi görevi Millî Eğitim Bakanlığı’na aittir. 3797 sayılı Yasaya göre Millî Eğitim Bakanı’nın başlıca görevleri; Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığının merkez teşkilatı şu şekildedir: Akşam (gazete) Akşam, günlük ulusal Türkçe gazete. Murat Kelkitlioğlu yönetiminde, Esmedya tarafından çıkarılmakta olan günlük gazetedir. 20 Eylül 1918'de Necmettin Sadak tarafından kurulmuştur. 200'er lira sermaye koyarak kurdukları gazetenin yazı işleri müdürleri Muammer Senihi, Enis Tahsin Til idi. İlk sayısı küçük boy ve tek yapraktı. Millî mücadeleyi destekledi. Uzun yıllar başyazarlığı Necmettin Sadak (Sivas milletvekili, Dışişleri Bakanı) yaptı. Falih Rıfkı Atay millî mücadeleye karşı çıkanları eleştirdi, 1923'te "Hakimiyeti Milliye"'ye geçti. İkinci Dünya Savaşı sırasında Akşam gazetesinin editörü Necmettin Sadak Nazi Almanyası'na yakınlığıyla biliniyordu. Almanlar Sadak'a bir Mercedes hediye etti ve Türkiye'deki Alman Büyükelçiliği çoğu kez kumar borçlarını karşıladı. 1965'e kadar CHP'yi tuttu. 1957 tarihinde Malik Yolaç tarafından satın alındı ve Osman N. Karacan'ın Yayın Yönetiminde (Çetin Altan) ve (İlhami Soysal)'ın yazılarıyla sola kaydı. "Akşam" gazetesi 1920 yılında sadece akşam çıkan bir gazete oldu. Gazete 1957 yılında Malik Yolaç tarafından satın alındıktan sonra 1971'den sonra birkaç defa el değiştirdi ve sonra Türk-İş (Türkiye İşçi Sendikası)'na yönetimine geçti. 9 Ocak 1982 yılında yayına ara verdi. 12 yıl aradan sonra 1994 yılı ortasında Ilıcak ailesi ismi ve marka hakkı Tercüman gazetesi eski sahibi Kemal Ilıcak oğlu Alem Dergisi ve Alem FM sahibi Mehmet Ali Ilıcak tarafından 14 Eylül 1994 yılında yeniden yayına girdi. Nisan 1997 yılında Çukurova Holding tarafından satın alındı. 18 Mayıs 2013 tarihinde gazetenin sahibi olan Mehmet Emin Karamehmet'in, Cavit Çağlar ile İnterbank ile ilgili kredi ilişkilerinden kaynaklanan $ 440 milyon borçtan kalan, $ 75 milyon ödenmemesi nedeniyle TMSF tarafından "Akşam" gazetesini de elinde bulunduran şirketlerine el konulmuştur. Haziran 2013'te gazetenin genel yayın yönetmenliğine "Yeni Şafak" ve "Star" gazetelerinde çeşitli görevlerde bulunan eski Adalet ve Kalkınma Partisi Bursa milletvekili Mehmet Ocaktan atanmıştır. 21 Kasım 2013 tarihinde Çukurova Holding Yönetimi ve Sancak Medya Grubu arasındaki görüşmeler anlaşmayla sonuçlanmış olup "Akşam" gazetesi ve bağlı olduğu Türkmedya Yayın Grubu'na satılmıştır. Gazetenin haftalık kültür-sanat ekidir. Yapı Kredi Yayınları tarafından hazırlanmaktadır. İnci İnci, istiridye gibi bazı kabuklu deniz hayvanlarının içinden çıkarılan, genellikle süs eşyası olarak kullanılan küçük tane. Bunlar, küçük, yuvarlak, yüksek değerli, sert, sedef rengindedirler. Hayvanın vücuduna bir kum tanesi, bir parazit veya yapay olarak bir sedef parçası girince etrafında bunu kaplayan sedefimsi bir madde oluşur. Böylece tabaka üst üste gelerek küresel inci meydana gelir. Divan şiirinde incinin oluşumu nisan yağmurlarının yağmasına bağlanmıştır. Rivayete göre, istiridye kabuklarını açınca, yağmur tâneleri içeri alınır ve incinin ortaya çıkmasına sebep olur. Yabancı madde ete girmeyip kabukta kalırsa meydana gelen inci, yarı küresel veya düzensiz biçimde olur. İnci, sedef yapısında olup %92 kalsiyum karbonat ihtiva eder. Sıcak ve ılıman bölge denizlerde yaşayan yumuşakçalarda rastlanır. Günümüzde içinde inci meydana gelen yumuşakçalar yetiştirilerek, kültür inci üretimi önem kazanmıştır. Kültürle 3 ilâ 7 yılda elde edilen bu inciler doğal olanlarından ayrılmamakta, gerçek inciye benzediği kabul edilmektedir. Her çeşit süs eşyâsında, bilhassa gerdanlık olarak kullanılmaktadır. Bilinen renginden başka pembe ve beyazları olduğu gibi nâdir de olsa siyah renkli inciye de rastlanır. Siyah inci nadir bulunduğundan daha değerlidir. Cam küreler, üzeri doğu esansı denen yapışkan madde ile sıvanarak sahte inciler yapılmaktadır. Hakikisinin pahalı olmasından dolayı sahte inci endüstrisi oldukça rağbet görmektedir. Bahreyn Bahreyn (Arapça: مملكة البحرين - Memleketü'l-Bahreyn) resmi adıyla Bahreyn Krallığı, Asya'da, Basra Körfezi'nde yer alan bir ada ülkesidir. Bahreyn'in güneydoğusunda Katar, batısında Suudi Arabistan yer alır. "Bahreyn" Arapça bir kelime olup "iki denizin arasında" demektir. Kuzeybatıdan, 25 Kasım 1986 kullanıma açılan ve 25 km. uzunluğundaki Kral Fahd Geçidi ile deniz üzerinden karayolu ile Suudi Arabistan'a bağlanmıştır Bahreyn, Orta doğu'daki bütün körfez ülkelerinde olduğu gibi hızla gelişmektedir. Arapça'da "bahr" deniz demektir. Bahreyn ise "iki deniz" anlamına gelir. Bahreyn antik zamanlardan beri insanlar için bir yerleşim yeri olmuştur. Basra Körfezi'ndeki stratejik konumu ülkeye Asur, Babil, Yunan, Pers ve son
olarak da Müslümanlığı da beraberinde getiren Arap medeniyetlerinin etkisine sebep olmuştur. 1521'de Portekizlilerin eline geçen ada 1559'da Osmanlıların eline geçmiştir ve burada Osmanlı Devleti bir üs kurmuştur, ancak bir süre sonra tekrar ada Portekizlilerin eline geçmiştir. 1602'de Portekizliler İranlılar tarafından adadan uzaklaştırılmıştır. Bu tarihten Halife Hanedanı'nın Bahreyn'de hakimiyeti ele geçirdiği 1783 yılına kadar ada İranlılar ile Arap kabilelerinin mücadele alanı olmuştur. 1971'de Birleşik Krallık hakimiyetinden çıkarak bağımsızlığına kavuşmuştur. Ülkenin kuzeyinde çok fazla yerleşim görülürken güneyinde yaklaşık 20 kilometre kuzeyine kadar yerleşim görünmemektedir. Bahreyn 3 büyük adadan meydana gelir. En geniş adası Bahreyn Adasıdır, 48 km uzunluğunda ve 19,3 km genişliğindedir. Baş şehri Manama, bu ada üzerindedir. Diğer büyük adaları Muharrak ve Sitra'dır. Kıyıları nakliyat ve gemilerin yaklaşması için elverişlidir. Adalar genel olarak denizden çok yüksek değildir. En tepe noktası 137 m ile Bahreyn Adasındaki bir tepedir. Bahreyn 2006 yılında Arap dünyasının en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. 2011 yılında, Wall Street Journal gazetesine bağlı Heritage Foundation isimli derneğin yayımladığı, Index of Economic Freedom (Özgür Ekonominin Listesi) 'e göre Bahreyn Orta Doğu bölgesinin en özgür, tüm dünyada ise 10. özgür ekonomi olarak kabul edilmiştir. Bankacılık sektörünün büyük gelişimi, özellikle İslami Bankacılıktaki gelişme, bölgedeki büyük ekonomik gelişmenin etkisi ile çok hızlı gelişmiş ve bu büyüme sayesinde 2008 yılında dünyanın en hızlı büyüyen finans merkezi unvanını almıştır. Ekonomide tarihsel olarak Bahreyn, petrol üretimi ve inci üretimi ile tanınmaktadır. Fakat 20. yüzyılda petrol tüketiminin artması ile Petrol tüm arap ülkelerinde olduğu gibi, Bahreyn'de de lokomotif güç olmuştur. Petrol ticaretinin; ülke ihracıtındaki oranı %60, ülke gelirlerindeki oranı %60, Gayrısafi Yurtiçi Hasıla'daki (GYH) oranı %30'dur. 1985 yılından bu yana petrol fiyatlarındaki değişikliklerle Bahreyn Ekonomisi dalgalanan bir ekonomi şeklini almıştır. Örneğin 1990-1991 Körfez Savaşı sürecinde ve sonrasında olduğu gibi. İletişim ve ulaştırma faaliyetlerinin ülkede çok hızlı gelişmesi ile ülke yabancı yatırımcılar için bir çekim merkezi oldu. öyle ki Amerika Birleşik Devletleri ile 2004 yılında serbest ticaret anlaşması imzaladı(US-Bahrain Free Trade Agreement). Söz konusu anlaşma ile iki devlet arasındaki gümrük vergileri azalacaktır. İşsizlik, özellikle gençler arasında, petrol ve su kaynaklarının azalması ile birlikte devletin en büyük sorunlarındandır. 2008'de işsizlik oranı %4 olarak tespit edilimiş olmasına rağmen, kadın nüfusunun %85'i ülkede çalışmamaktadır. Söz konusu %4 olarak belirlenen işsizlik oranı içerisinde kadın nüfusunun işsizliği dahil edilmemişti. 2007'de ise Bahreyn arap bölgesindeki ilk işsizlik sigortası hakkı veren ülke olmuştur. İşsizlik sigortası yanı sıra, çalışma koşullarında da çeşitli gelişmeler sağlanmaktadır. Bugün itibarıyla nüfusun 3'te 1 kadarı Bahreyn'e gelen göçmen ve çalışma amaçlı yabancılardan oluşmaktadır. Bunlar genelde Fars, Türk, Güney Asyalı ve Güneydoğu Asyalı'dır. Bunun bir etkisi de erkek/kadın oranında görülmektedir. Bahreyn'de her 100 kadına 154 erkek düşer, 25-54 arasında bu oran 192'ye kadar çıkar. Bu oranlar Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden sonra erkeklerin aleyhine olan dünyanın en yüksek üçüncü cinsiyet oranlarıdır. Bahreyn idarî olarak 5 ile (Arapça: محافظة‎‎‎ / muhafaza) ayrılır; Orson Welles George Orson Welles (6 Mayıs 1915, Kenosha - 10 Ekim 1985, Los Angeles), Amerikalı oyuncu, yönetmen, yazar ve yapımcı. George Orson Welles, 6 Mayıs 1915 yılında ABD'nin Wisconsin eyaletinde doğdu. Welles; tiyatro, televizyon ve radyo alanlarında yarattığı eserlerle 20. yüzyıla damgasını vuran bir sanatçıdır. Welles 2 yaşındayken yetişkin bir insan gibi konuşabiliyor, 3 yaşındayken her şeyi okuyabiliyor, 5 yaşındayken Shakespeare'in oyunlarını ezbere biliyor, vasisi tarafından kendisine hediye edilen kukla takımıyla Kral Lear'ı tek başına oynuyordu. 9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış olan Welles, bu arada resim yapmayı öğreniyor, ünlü büyücü Houdini'den illüzyon dersi alıyordu. 10 yaşındayken Wisconsin gazetelerinden birinde kendisinden "Karikatürcü, oyuncu, şair ve sadece 10 yaşında" diye bahsediliyordu. 18 yaşındayken, okuduğu kolejdeki öğretmeni olan Roger Hill'le birlikte Shakespeare'in yazılmış bütün oyunlarını bir araya getiriyor ve Welles'in resimleriyle süslü olan "Herkes için Shakespeare" adındaki bu baskı özellikle Amerikan kolejlerinde büyük ilgi uyandırarak 90.000 satıyordu. Annesi o sadece 9 yaşındayken, babası ise 15 yaşındayken öldü. Bir süre resim üzerine çalıştıktan sonra oyunculuk yapmaya başladı. Bu yıllarda evlendi. Bir süre radyoda da çalıştı. Sonra, 1938 yılındaki ünlü "Dünyalar Savaşı"nın radyo tiyatrosunda Amerikalıları dünyayı Marslıların istila ettiğine inandıracak yetenekte bir sunum yaptı. 1941'deki ilk filmi "Yurttaş Kane" ileride çok büyük ün yapacak olmasına rağmen, o sıralar Welles'e yüklüce bir para kaybettirdi. Daha bu ilk filmiyle, Welles o zamana kadarki sinema gelişimine yepyeni bir yön vermiş ve yenilikler getirmiştir. Özellikle, sinemanın anlatım potansiyelini ve yollarını farklı bir kompozisyonda kullandığı için bu film önemliydi. Bu nedenlerden ki, "Yurttaş Kane" filmi birçokları tarafından "bugüne kadar yapılmış en iyi film" payesini almıştır. Ayrıca, bu ilk filminde oyuncu olarak da bulunmuş ve performansıyla da beğeni toplamıştır. Yine de, Orson Welles, Hollywood'da tutulmadığı için Avrupa'ya gitmiştir. Her ne kadar sonraki filmleri de Amerika söz konusu olduğunda pek başarılı olamamış olsalar da, en azından ticari açıdan, özellikle Avrupa'da çok tutulmuş ve birçok ödül almıştır. 10 Ekim 1985'te Los Angeles'ta meslektaşı Yul Brynner ile aynı günde vefat etmiştir. Mezarı ise İspanya'nın Endülüs Özerk Bölgesi'nde bulunan küçük bir yerleşim birimi olan Ronda'dadır. Sözleri; ""Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilemezsin"" şeklinde olan "I Know What It Is To Be Young" adlı şarkısıyla klasikler arasına yerleşmiştir. Moğolistan Moğolistan, Doğu ve Orta Asya'da bulunan denize kıyısı olmayan bağımsız bir ülkedir. Ülkenin kuzeyinde Rusya, güneyinde, doğusunda ve batısında Çin vardır. Moğolistan'ın Kazakistan'a sınırı olmamasına rağmen ülkenin en batısı Kazakistan'ın doğu ucuna birkaç kilometre uzaktadır. Ulanbatur, başkent ve ülkenin en büyük şehri olup yaklaşık olarak burada ülke nüfusun %38'i yaşamaktadır. Moğolistan'ın siyasal sistemi yarı başkanlık sistemi ile yönetilen cumhuriyettir. Bugünkü Moğolistan toprakları geçmişte Hunlar, Siyenpiler (Sien-pi), Cücenler ve daha sonra Göktürkler gibi imparatorluklar tarafından yönetilmiştir. Moğol İmparatorluğu ise 1206 yılında Cengiz Han tarafından kurulmuştur. 16. ve 17. yüzyıllarda Moğollar Tibet Budizmi'nden etkilenmişlerdir. 17. yüzyılın sonlarında, Moğolistan'nın büyük bir kısmı Qing Hanedanı'nın yönetimi altına girmiştir. 1911 yılında Qing Hanedanı'nın yıkılışı sırasında, Moğolistan bağımsızlığını ilan etmiş, fakat 1921 yılına kadar "de-facto" bağımsızlığını kabul ettirmekle ve 1945 yılına kadar uluslararası tanınmayı kazanmakla uğraşmak zorunda kalmıştır. Sonuç olarak güçlü Rus ve Sovyet kuvvetlerine maruz kalmıştır. 1924 yılında "Moğol Halk Cumhuriyeti" ilan edilmiş ve Moğol politikası aynı dönemdeki Sovyet politikasını takip etmiştir. 1989 yılının sonlarında Doğu Avrupa'daki komünist rejimlerinin çökmesinin ardından 1990 yılının başlarında Moğolistan'da Demokratik Devrim gerçekleşmiştir. Böylece Moğolistan'da çok partili sistem başlamış, 1992'de yeni bir anayasa kabul edilmiş ve serbest piyasa ekonomisine geçilmiştir. Yüzölçümü 1.564.116 kilometre kare, nüfusu 2,9 milyon civarı olan Moğolistan, en büyük yüzölçümüne sahip on dokuzuncu ülke ve en seyrek nüfuslu ülkedir. Ayrıca Kazakistan'dan sonra denize kıyısı olmayan en büyük ikinci ülkedir. Ülke çok az ekilebilir toprağa sahiptir. Topraklarının çoğu bozkırdır. Kuzey ve batıda dağlar vardır ve güneyde Gobi Çölü vardır. Yaklaşık olarak 2,9 milyonluk nüfusun %30'u göçebe veya yarı göçebedir. Nüfusunun çoğunluğu Moğol olup halkın dini Tibet Budizmi'dir. Moğollar dışında Kazaklar ve Tuvalar ülkede yaşamaktadır. Bu halklar genellikle batıdadır. Önemli tarih öncesi mevkiler Hovd İli'nde bulunan Kuzey Mavi Mağarası'ndaki ve Bayanhongor İli'nde bulunan Beyaz Mağara'daki eski taş çağından kalma mağara resimleridir. Dornod İli'nde cilalı taş devriden kalma tarım yerleşimleri bulunmuştur. Moğol kökenli devletler olarak 12. yüzyılın başına kadar, Büyük Hun İmparatorluğu, Apar (Avar, Juan-Juan), Göktürk, Uygur, Karahitay devletleri hâkim oldu. Cengiz Han'ın birleştirip örgütlediği kabîlelerle, 1206’te Moğolistan’da ilk Moğol Devleti (Moğollar) kuruldu. Cengiz Han, 1227’de öldü. On yedinci yüzyılda Çarlık Rusyası, bölgeyi kontrolüne almak için girişimlere başladı. On sekizinci yüzyılda Moğolistan’da Rus ve Çin yanlılarının mücâdelesi başladı. Moğol prenseslerinin Çinliler gibi yaşaması Moğolistan’da milliyetçilik akımının başlamasına neden oldu. Katolik misyonerlerinin faaliyetleriyle Moğolistan’da Hıristiyanlaşma başladı. Misyonerler Uzak Doğu’da dayanak noktası elde etmek ümidiyle Moğolistan’ın bağımsızlığını desteklediler. Bağımsızlık düşüncesi yayıldı. 1912’de Çin’de Mançu hânedanının yıkılmasıyla Moğol prensleri Rusların da yardımıyla Moğolistan’ın bağımsızlığını ilân ettiler. Çinlilerle mücâdeleye girişen Moğollar, 1915’te Çin’e de bağımsızlıklarını tanıttılar. Çin-Japon Savaşında Moğolistan’da yeraltı faaliyetiyle komünist hareket başlatıldı. Japonya’nın Kuzey Çin’e girmesiyle 1935-1937’de Moğolistan da işgâle uğrayarak, mahallî muhtar bölgeler kuruldu. 1945’te II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle ülkedeki bağımsızlık yanlısı örgütler faaliyetlerini komünizm paralelinde devam ettirdiler. Komünizme karşı mücâdele eden ör
gütlerin zayıflatılmasıyla İç Moğolistan, Çin’in hâkimiyetinde muhtar hâle getirildi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra dış Moğolistan’da, ABD ve İngiltere’nin tavsiyesiyle, Moğolistan Halk Cumhuriyeti kuruldu. 20 Ekim 1945’te referandumla bağımsızlığını ilân eden Moğolistan, önce Milliyetçi Çin tarafından tanındı. 1946’da Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği aralarında ittifak imzalandı. 1961’de Birleşmiş Milletler Örgütüne kabul edildi. Sovyetler Birliği'ndeki ve Doğu Avrupa’daki komünist yönetimlerinin çöküşü komünizmle yönetilen Moğolistan’ı da etkiledi. 1990’da çok partili sisteme geçilerek; ekonomik, sosyal ve siyasal reformlar yapıldı. Temmuz 1990 ilk çok partili seçimler yapıldı. Moğolistan’da bulunan Rus birlikleri yapılan anlaşma sonucu geri çekildi. Moğolistan Halk Cumhûriyetinin arâzisinin büyük bölümü yayla görünümündedir. Yalnız ülkenin güneydoğusunda Gobi Çölü yer alır. Devletin doğudan batıya uzunluğu 2367 km, kuzeyden güneye ise 1258 kilometredir. Ortalama yüksekliği 1580 m olan bu dağlık ülkenin kuzey batısı güneydoğuya nazaran daha yüksektir. Ülkenin içinde ve sınırlarında birçok dağ silsilesi yer alır. Rusya ile kuzeybatı sınırı boyunca Tanno-Ola Sıradağları yükselir. Kuzeydoğuda Kentei Dağları vardır. Ülkenin batı iç kısmında Hangay Dağları yer alır. Moğolistan ve Gobi Altayları batıdan güneydoğuya doğru Çin sınırı yakınlarına kadar uzanır. Altayların en yüksek zirvesi olan 4653 m yüksekliğindeki Tabun Boğdo, kuzeybatıda ilk silsile üzerinde bulunur. Kuzeydeki nehir vadileri, bilhassa Selenga ve Orkun verimlidir. Kerulen Vâdisi, Doğu Moğolistan’a doğru geniş bir anayol meydana getirir. Çok sayıda tuz gölleri ve denize çıkışı olmayan nehirleriyle ülke topraklarının üçte ikisi, İç Asya’da suyunu dışarı akıtmayan havzada yer alır. Sâdece Kerulen ve Onon nehirleri Büyük Okyanus'a dökülür. Ülkenin belli başlı gölleri: Ubas Nor, Hara Usu, Airik Nor, Kirgis Nor ve Hubsugul’dur. Moğolistan’ın büyük bölümünde, az yağış ve büyük sıcaklık değişikliklerine sâhip, sert bir karasal iklim hüküm sürer. Ekseriya yaz yağmurları şeklinde olan yağış, ülkenin değişik kısımlarında yılda 100 ilâ 300 mm arasında değişir. Aşırı soğukla gelen hafif kar, ülkenin kuzey kısmında devamlı donmuş olarak kalan, önemli bir kuşağı meydana getirir. Sıcaklık farkı oldukça büyüktür. Ulan Bator’da ocak ayındaki sıcaklık ortalaması -28 °C, temmuz ayındaki ise 18 °C’dir. En yüksek ve en düşük sıcaklıklar daha da büyüktür. Kışın ırmaklar ve göller donar. Kuvvetli toz ve kum fırtınaları görülür. Gobi hâriç, Moğolistan’ın büyük bölümü hayvancılığa imkan veren çimenlik ve çayır halindedir. Dağlar, kuzey batıdaki hâriç, genellikle çıplaktır (ağaçsızdır). Ülkenin çoğu bölgelerinde vahşi hayvanlar bulunur. Bunlardan bol miktarda bulunan büyük memeli hayvanlar arasında koyun, geyik, ren geyiği (bilhassa Hubsugul Gölü çevresinde) bazı vahşi deve ve atlar sayılabilir. Her yerde bulunan dağ sıçanı (marmota) sistemli olarak kürkü için avlanır. Moğol Paleontolojistlerinin yaptığı keşifler, ülkede bol miktarda dinozor fosilleri bulunduğunu göstermektedir. Maden kömürü, tungsten, bakır, molibden, altın, kalay ülkenin yeraltı zenginliklerini teşkil eder. Moğolistan bakır bakımından Asya’da birinci, dünyada ilk on sırada yer alır. Moğolistan 21 tane aymaga (Moğolca: Аймаг) bölünmüş durumdadır. Aymag, Türkçe bir söz olan "ayırmak" sözünden gelir. "Aymaglar" ise "sum" denilen yönetim birimlerine ayrılmıştır. Ülkede 315 tane sum vardır. Ülkenin başkenti Ulan Batur "hot" denilen yönetim birimi ile yönetilmektedir. 3.200.000’lik Moğolistan nüfusunun %80’nini Halha Moğolları, %8’ini diğer Moğollar, %5’ini Kazaklar, kalanını Tuvalar gibi diğer Türk halkları, Ruslar ve Çinliler meydana getirir. Moğolların belirgin özellikleri, brekasefalik kafatası, düz koyu saçlı, elmacık kemikleri çıkık, seyrek sakal, ucu kalkık ve basık burun, küçük ve batık, hafif çekik ve ela, kahve gözler, kısa boylu geniş yapılıdırlar. Zamanında Türk ve Moğol boyları bir arada yaşadıklarından dolayı birbirine benzeyen bir tip yapısı oluşmuştur. Türklere en yakın millet oldukları kanısı yaygındır. En kalabalık Moğol azınlık grupları, batı eyâletlerinde yaşayan Oyratlar ve Ulan Bator’un kuzeyinden îtibâren Rus sınırına kadar, esas olarak Selenge Vâdisinde oturan Buryatlardır. Güneydoğuda Dariganga Moğolları, kuzeybatıda Hubsugul Gölü yakınında Darhat Moğolları vardır. Kazak Türkleri, Moğol olmayan en kalabalık azınlık grubu olup ülkenin batı kesiminde muhtar bir arâziye sâhiptirler. Sınırlı sayıdaki Ruslar, Ulaanbaatar ve diğer yerleşim merkezlerinde bulunur. 10.000 civârındaki Çinli nüfus, ülkenin inşaat sektöründe önemli rol oynar. Hızla şehirleşmekte olan Moğolistan’ın nüfûsunun günümüzde % 61,2’si şehirlerde yaşar. Geri kalanın çoğunluğu mevsimden mevsime göç eden göçebeler hâlindedirler. Göçebelerin "ger" adı verilen çadırları bulunur. Moğollar arasında en yaygın spor güreştir. Okçuluk ve at yarışlarının da yaygın olduğu ülkede, çocuklara küçük yaşta ata binmesini öğretirler. Moğolistan'da din olarak Budizm yaygın olmasına rağmen Hıristiyanlık, İslam ve Şamanizm de kabul edilmektedir. Türklerin çoğunluğu Müslümandır. Moğolistan'da çeşitli lehçeler konuşulur. En önemlisi Halhaların konuştuğu ve diğer bütün Moğollar tarafından anlaşılan Moğolcadır. Moğolca resmî lisan olarak kullanılır ve Kiril alfabesiyle yazılır. Okullarda Rusça ve İngilizce başlıca yabancı dil olarak öğretilir. Okuma-yazma oranı % 98’dir. Ülke yönetiminde komünizm hâkim ise de Sovyetler Birliğinde başlayan Glasnost hareketi bu ülkeye de yansıdı. Tek partili rejime son verilmesi için Aralık 1988’de başlayan mitingler Ocak 1990’a kadar sürdü. Birçok siyasi parti kuruldu. Şimdiye kadar iktidarda olan Moğolistan Devrimci Halk Partisi, kendi bünyesinde büyük değişiklikler yaptı. Anayasa değiştirilerek Parlamenter sistemi kabul edildi ve bir bölümü nispî temsille seçilen 50 üyeli sürekli yasama organı niteliğindeki Küçük Hural kuruldu. Büyük Hural ise 430 sandalyeden meydana geliyordu. Temmuz 1990’da yapılan seçimleri iç bünyesinde büyük değişiklik yapan MDHP, büyük çoğunlukla kazandı. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir. Moğolistan 21 eyalete ayrılır. Seçimler 4 senede bir yapılır. Seçmen yaşı 18’dir. Adlî işler, üyeleri dört yıllık süreyle Büyük Halk Meclisince seçilen, Anayasa Mahkemesince yürütülür. Meclisi 76 üyelidir. Bütün erkek vatandaşlar, günümüzde 290.000 kişilik kuvvete ulaşan İhtilalci Halk Ordusunda askerlik yapmaya mecburdur. Eski Sovyetler Birliğine bağlı bir ekonomik yapı gösteren Moğolistan’da 1990’dan sonra ekonomik yapıda büyük değişiklik yapılan Moğolistan’da devlet işletmeleri aşamalı olarak özelleştirilmeye başlandı ve serbest pazar ekonomisine geçildi. 1931’de başarısız olarak kolektivizasyona girişilmiş ancak, 1950’de tamamlanmıştır. Bununla berâber çiftlik hayvanlarının % 20’si hâlâ özel teşebbüsün elindedir. Buğdayın çoğu kolhoz adı verilen devlet çiftliklerinde yetiştirilmekte, fakat hayvan yemi, şimdi solhoz adı verilen kolektif çiftliklerde üretilmektedir. Moğolistan’da hafif sanayi, ülkenin her tarafında mevcuttur. Sanayisi esas îtibâriyle gıda, tekstil, kimyâ ve çimentoya dayanır. Yeni kurulan Darhan şehri, un fabrikası, depolama ve önemli ölçüde hafif sanâyiye sâhiptir. Ulan Batur’da, et paketleme ve hafif îmâlât sanâyi mevcuttur. Erdenet şehrinde Asya’da birinci, dünyâda ilk on sırada yer alan bakır mâdenleri işletilmektedir. Mâden kömürü ülke ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmaktadır. Et ürünleri ve yün, esas îtibâriyle Rusya’ya giden önemli ihraç ürünleridir. Erdenet şehrindeki bütün bakır ve molibden üretimi Moğol-Rus ticâretini dengelemeyi amaçlamıştır. Moğolistan Rusya’ya ayrıca Kalsiyum klorür satmaktadır. İhraç ürünlerinin % 75’i de Rusya’ya gitmektedir. 1956’da açılan ve Moğolistan ötesine giden demiryolu, ülkenin modern nakliyat anayoludur. Ulan Batur’u Sibirya ötesine giden anahatta bağlayan kuzey kısmı, yükün büyük kısmını taşır. Doğu Moğolistan’da 1930’larda askerî maksatlarla inşâ edilmiş kısa demiryolları vardır. Fakat Moğolistan arazisi ulaşıma imkan vermemektedir. Aeroflot, Moskova ile Ulan Batur arasında direk uçuşlar yapmaktadır. Ülkenin iç havayolları başkentle bütün eyaletler arasında bağlantı sağlar. Selenga Nehri ile Hubsugul Gölünde gemi ve mavnalar işlemektedir. Orhun Yazıtları, bugünkü Moğolistan’da, Baykal Gölü’nün güney bölgesinde, Orhun Nehri vadisinde, Köşö Çaydam (Khöshöö Tsaidam, Koshu-Tsaidam) ve Ögii Gölü yakınlarında, 47.1 enlem ve 102.25 boylam arasında kalan bölgede yer almaktadır. Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarını Yollıg Tigin yazmıştır. Yollığ Tigin aynı zamanda Bilge Kağan'ın yeğenidir. Yazıtlarda bu abidelerin sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile "Bengü Taşlar" denmiştir. Moğolistan'ın güneybatısındaki Övörkhangay ilindedir, bugünkü Harhorin kenti yakınlarındadır. Orhun kalıntılarının da bulunduğu Dünya Kültür Hazineleri Alanı Karakurum'da bulunur. Tsetserleg, Moğolca'da Bahçe anlamını taşıyan şehir, Moğolistan’ın Arkhangai ilinin (aimag) başkenti, Erdenebulgan adlı ilçede (sum) yer alıyor ve nüfusu 16.500. Tsetserleg eskiden bölgenin kültür ve ticaret merkezi konumundaydı. Birinci Khalkh Zaya Pandita Luvsanperenlei tarafından inşa edilen manastır buradadır. Kasaba Khangay Dağları’ndaki bir vadide yer alıyor ve Moğolistan il merkezlerinin en güzeli olarak kabul edilmekte. Esrâr Dede Esrâr Dede (Asıl adı Mehmed) (d.1749, İstanbul - ö. 29 Ocak 1797, İstanbul), Türk Dîvân edebiyatı şairi; mutasavvif. Esrar Dede. gerçek adı Mehmed, (Hicri 1162) 1749 yılında Sütlüce, İstanbul'da doğdu. Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur. Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân ve dedesinin Hasan Efendi olduğu bilinmektedir. Fakat ailesine, çocukluğuna ve gençlik yıllarına dair fazla bilgi yoktur. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve
İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, "Lûgat-ı Tilyan" isimli bir Türkçe - İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir. Galata Mevlevihanesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlip ile ömür boyu dost kalmıştır. "Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Hayatı boyunca Mevlevilik dairesinden çıkmadı. Daha sonraları tezkireci ve meşîhat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Gâlip'in yanından ayrılmadı. Ömrü boyunca Galata Mevlevihanesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burada kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada vefat etti. Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandiline denk gelmiştir. Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede'nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır. Bu mersiye şöyle başlar: "Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın" "Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın" "Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın" "Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın" "Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın" "Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın" "Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh" "Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh" Ayrıca Esrar Dede'nin mezar taşında Şeyh Gâlip'in şu cümleleri yer almaktadır: ""Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem" "Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp" "Gâlib dedi târihin efsûs efsûs" "Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp."" Kuşkusuz her açıdan olduğu gibi edebî açıdan da Esrâr Dede'yi en çok Şeyh Gâlip etkiledi. Bu iki önemli ismin eserleri ise daha sonraki kuşakların birçok önemli edebiyatçısını etkilemiştir. Nitekim daha sonraları Şeyh Gâlip'in ünlü eseri "Hüsn ü Aşk"dan esinlenerek, Yenikapı Mevlevihanesi'nin son şeyhi Abdulbâkî Baykara tarafından kaleme alınacak olan yine Hüsn-ü Aşk isimli manzûm tiyatronun ilk perdesi Şeyh Gâlip ile Esrâr Dede'nin konuşmalarını konu alacaktır. Genel olarak Esrâr Dede arı ve yalın bir dil kullanırdı. Şiirlerinde Mevlevîliğe ve Mevlânâ`ya olan sevgisine sık sık yer vermiştir. Şiirlerindeki tasavvuf etkisi barizdir. Gazel (Gece Kandilli`de) "Gece Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû" "Mâhitab eyleyerek eyledi azm-i Göksu" "Ol şehen-şâh-ı hüsn basdı kadem şevketle" "Hele Beylerbeyi’nin başına devletdir bu" "Boğaz içinde bu şeb mey vererek muğbeçeler" "İtdi sâgar gibi lebrîz bizi tâ-be-gelû" "Gel çelipa içün itme bizi hicrana dûçar" "Nola İstavroz’a gitme bu gice kâfir-hu" "Subha dek eyleyelim şevk ile zevk-i mehtâb" "Mestdir çeşm-i siyeh meste yeter bu uyku" "Yardan sana şu peymâne ki ihsân oldu" "Mihr-i dîdâr idi Esrar sabaha karşu" "Saye-i Hazret-i Galib’de Boğaz içre bu şeb" "Zevk-i min tahtil enhar idi bana her su" İpek İpek, ipekböceğinin ürettiği yumuşak, parlak bir liftir. İpekböceği bir tırtıldır ve bu lifi kendine koza örmek için üretir. İnsanlar bu liften iplik yapar ve kumaş dokurlar. İpek çok sağlamdır. Boyanınca da çok gösterişli olur. Bazen ipeğe başka lifler karıştırılarak döşemelik ve perdelik kumaşlar yapılır. İpek dokumacılığı bundan 4.600 yıl önce Çin'de başladı. 16. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında İtalya ve Fransa'da büyük gelişme gösterdi. İpek en çok dut ipekböceğinden elde edilir. Bu böceğin dişisi 200-500 yumurta bıraktıktan sonra ölür. Yumurtalardan çıkan minik tırtıllar dut yaprağıyla beslenir. Hızla büyüyerek 20-30 günde 7-8 santimetreyi bulur. Büyümesi tamamlanınca yemeyi bırakır ve incecik ipek liften çevresine bir koza örer. İnsanlar ipek elde etmek için üretme çiftliklerinde ipek böcekçiliği yaparlar. Yırtılarak zarar görmesine mani olmak için ipekböceğinin içinden çıkabileceği kadar gelişmesini beklemeden kozalar kaynatılır. Ardından ipek elle ya da makinelerle çözülerek çile haline getirilir. Bir kozadan 450 ile 900 metre arasında kesiksiz iplik çıkabilir. Bu iplikler tezgâhlarda dokunarak kumaş yapılır. İpek güzel görünüşlü, yumuşak, parlak ve dayanıklı olup, kolaylıkla ve iyi boya tuttuğu için daha da güzelleştirilebilen hayvansal kaynaklı bir liftir. İpek liflerin kraliçesi olarak bilinir. 4000 yılı aşkın bir süreden beri, insanların ekonomik hayatında önemli bir rol oynamakta olan ipek, yıllar boyu Çin, Hindistan, Taşkent, Bağdat, Şam ve İstanbul’dan geçen ipek yolunu takiben Avrupa’ya taşınmıştır. Bu zaman zarfında ipek altından daha değerli bir ürün olarak alıcı bulmuştur. Türkiye coğrafi yeri ve iklimi bakımından ipekböceği ve dut ağacı yetiştirilmesine uygun ülkelerden biridir. Trakya, Marmara, Ege, Akdeniz, bölgelerinde bulunan bazı iller ile özellikle Amasya, Diyarbakır, Hatay yöreleri ipekböcekçiliğinin yayılmış olduğu alanlardır. Berat Kandili Berat Kandili, "(Berâet Kandili), (Arapça: ليلة منتصف شعبان, Şaban'ın yarısı)" İslam dininde kutsal kabul edilen gecelerden biridir. Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gecesi Berat gecesidir. Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Selim'den itibaren minarelerde kandil yakılmasıyla kandil adını almıştır. Berat "(Berâet)", Arapça'da temize çıkma anlamına gelir. İslam inancına göre bu gecenin bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle Mübarek Gece; günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle de Berat Gecesi ve kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle de Rahmet Gecesi gibi adlar da verilmiştir. Bir kısım Müslümanlar bu geceyi ibadet ve taatle geçirmenin pek çok sevabı ve feyzi olduğuna inanır. Bu konuda İslam peygamberi Muhammed'in bir hadisi vardır: ""Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah-u Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: 'Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim' buyurur."" (İbn Mâce) Ayrıca Berat gecesi, Kur'an-ı Kerim'in Levh-i Mahfûz'dan Dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna "inzâl" denir. Kadir Gecesi'nde ise Peygamber'e ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da "tenzîl" denir. Celsius (anlam ayrımı) Celsius veya santigrat, bir sıcaklık ölçme birimidir. Celcius ayrıca şu anlamlara geliyor olabilir; Birleşik Arap Emirlikleri Birleşik Arap Emirlikleri ( - "Dawlat al-Imārāt al-'Arabīyah al-Muttaḥidah") veya kısa kullanımıyla BAE, Orta Doğu'da Arap Yarımadası'nın güneydoğusunda bulunan, Umman ve Suudi Arabistan'la komşu olan ülke. BAE, Abu Dabi, Dubai, Acman, Füceyre, Resü'l-Hayme, Şarika ve Ummül-Kayveyn adlı yedi emirlikten oluşmaktadır. Ülkenin başkenti ve en büyük ikinci emirliği olan Abu Dabi, aynı zamanda ülkenin siyasi, endüstriyel ve kültürel merkezi konumundadır. 16. yüzyılda başlayan Portekiz etkisi 17. yüzyıl'da yerini İngilizlere bıraktı. Başat kabile Kavasim ile Arabistan içlerinden gelen hanbelileri korsan olarak ilan eden İngilizler, 1819 - 1820'de kıyı limanlarına karşı saldırıya geçti. Aslında İngilizlerin asıl amacı, bölge ticaretini kendi egemenlikleri altına almaktı. Mahalli esnafin büyük bir direnişi dahi İngilizleri deniz ticaretini kendi güdümleri altına almalarını engelleyememiştir. Sonunda "korsanlığa" son veren 1820 Genel Barış Antlaşması'nı zorla kabul ettirdiler. 1853 yılında Denizlerde Kalıcı Ateşkes Antlaşması'nın imzalanması üzerine bölgeye Ateşkes Kıyısı adı verildi. İngilizler 1892 yılında Özel Ayrıcalık Antlaşması olarak bilinen bir paktın oluşmasını sağlayarak bölgenin dış politikasını denetim altına aldılar. "Ateşkes Kıyısı" 1873 - 1947 arasında İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, sonraki yıllarda da İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetildi. 1971 yılında İngilizlerin Basra Körfezi'nden çekilmesi üzerine, emirlikler "Birleşik Arap Emirlikleri" adı altında bir federasyon oluşturdu. 2 Aralık 1971 İngiltere'den bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlık günü millî bayram olarak kutlanılır. Anayasası ise, yine 2 Aralık 1971'de oluşturulmuştur. Ülke Monarşi ile yönetilen Yedi Emirlikten oluşan federasyon ile yönetilir. (Arapçada "El İmarat el Arabiyye el Müttahide" İngilizcede "United Arab Emirates") Ülkenin başkenti Abu Dabi'dir. En büyük şehri ise dünyaca ünlü kent olan Dubai'dir. Körfez ülkeleri içerisinde en liberal dış ticaret rejimine sahiptir. Birleşik Arap Emirlikleri'nin en önemli gelir kaynağı petroldür. 1992'de toplam 837 milyon varil petrol üretmiştir. OPEC ülkeleri arasında 1993'te gerçekleştirilen anlaşmadan sonraki günlük petrol üretimi 2 milyon 160 bin varildir. 1993'teki petrol rezervi 64 milyar 750 milyon varil olarak tahmin ediliyordu. Doğal gazın da ülke ekonomisine önemli katkısı olmaktadır. 1992'de 25.5 milyar m³ doğal gaz üretmiştir. 1993'teki doğal gaz rezervi de 5.5 trilyon m³ olarak tahmin ediliyordu. Petrol ve doğal gazdan elde edilen gelirin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı % 47'dir. Birleşik Arap Emirlikleri'nin hem Basra Körfezi hem de Umman Denizi boyunca uzun birer kıyısının olması balıkçılık ve inci avcılığı imkânı vermektedir. İnci ticareti eski önemini kısmen kaybetmiş olsa da balıkçılık yine bir gelir kaynağı olarak sürdürülmektedir. 1991'de 92,5 ton balık ve deniz ürünü avlanmıştır. Topraklarının genelde çöl olmasına rağmen ülkede modern usullerle kısmen tarım da yapılmaktadır. (Bkz. Coğrafi durum) 1992'de başta hurma olmak üzere 240 bin ton meyve, 365 bin ton sebze üretilmiştir. Çok yaygın olmamakla birlikte hayvancılık da yapılmaktadır. 1992'de ülkede 55 bin baş sığır, 275 bin baş koyun bulunuyordu. Tarım ve hayvancılıktan elde edilen gelirin millî gelir içindeki payı % 2'dir. Tarım, hayvancılık ve balıkçılık sektöründe çalışanlar tüm çalışan nüfusun % 6.4'ünü oluşturmaktadır. Dış ticaretten de önemli miktarda gelir sağlanmaktadır. Dubai emirliğinin merkezi olan Dubai şehri aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Bu şehirde Râşid ve Cebeli Ali limanı adlı iki büyük limanın bulunması şehre ticari yönden canlılık kazandırmaktadır. Adı geçen limanlar vasıtasıyla ülkenin dünyayla deniz bağlantısı sağlanmaktadır. Dubai'nin bir ticaret merkezi olmasında buranın yönetiminin ekonomi
k politikasının da etkisi olmuştur. Dubai yönetimi yabancı sermaye sahiplerine ve ticaretçilere her türlü kolaylığı sağlamaktadır. Dubai'nin yanı sıra Ebu Zaby'da da geniş kapasiteli, modern donanımlı iki uluslararası liman bulunmaktadır. Dış ticarete önem verilmesi ve yabancı sermaye sahiplerine kolaylık sağlanması ülkede bankacılık sektörünün gelişmesine de imkan sağlamıştır. Çalışanların üçte ikisinin Asyalılardan oluştuğu belirlenmiştir. Yabancıların ülkede ucuz bir işgücü olarak değerlendirilmesi toplumdaki sosyal dengelerin bozulmasına yol açmıştır. BAE; petrol, petrol ürünleri ve doğal gazın yanı sıra alüminyum, inci, hurma ve kurutulmuş balık ihraç etmektedir. İthal ettiği malların başında ise makineler, ulaşım araçları, elektrikli ve elektronik araçlar, dayanıklı tüketim malları, kimyasal maddeler, ilaç, gıda maddeleri, canlı hayvan gelir. Dış ticareti daha çok Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Hollanda ve Japonya iledir. Dış ticaretinde açık olmamaktadır. 1990'da ihracatı ithalatından yaklaşık 8,5 milyar dolar daha fazla olmuştur. Ülkenin en önemli sanayi kuruluşları petrol arıtma tesisleridir. Ruveys'teki arıtma tesisleri günde 300.000 varil petrol işleyebilmektedir. Ruveys'te ayrıca petrol yan ürünleri çıkaran petro - kimya tesisleri bulunmaktadır. Aynı bölgede doğal gaz işleme tesisleri de kurulmuştur ve bu tesislerde protan ve bütan gaz üretilmektedir. Ummunnar'daki arıtma tesisleri de günde 60.000 varil petrol işleyebilmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri petrol gelirlerini diğer sanayi alanlarında değerlendirmek suretiyle millî sanayisini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu amaçla birçok fabrika ve sanayi tesisi kurulmuştur. Başta gelen sanayi tesisleri çimento, alüminyum, kablo ve kiremit üretimi üzerinedir. Bunların yanı sıra bazı küçük sanayi tesisleri de kurulmuştur. İmalat sanayisinin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı % 7'dir. Çalışan nüfusun yaklaşık % 14'ü sanayi sektöründe iş görmektedir. Buna petrol tesislerinde çalışanlar da dahildir. Enerji: BAE'nde 1991'de 13 milyar 790 milyon kw/saat elektrik üretilmiştir. Aynı yıldaki elektrik tüketimi de bu rakama eşittir. Elektrik enerjisinin tamamı termik santrallerden elde edilmektedir. Kişi başına yıllık elektrik tüketimi ortalama 8460 kw/saattir. Ulaşım: Birleşik Arap Emirlikleri'nin dört havaalanı mevcuttur ve hepsi de uluslararası trafiğe açıktır. Daha önce Körfez Hava Yolları (Gulf Air)'na ortak olan bu ülke, 1985'te söz konusu şirketten ayrılarak kendi havayolu şirketini (Emirates) kurdu. Ülkenin ithalat ve ihracatta kullanılan birçok limanı bulunmaktadır. BAE'nin 100 grostonun üstünde yük taşıyabilen 276 gemisi vardır. (Limanları ve deniz nakliyatı hakkında ayrıca "Ekonomi" kısmına bkz.) Birleşik Arap Emirlikleri'nin 4500 km. karayolu mevcuttur. Bu ülkede ortalama 4 kişiye bir motorlu ulaşım aracı düşmektedir. Eğitim: İlk öğretim altı yaşından başlayarak altı yıl sürer ve zorunludur. Eğitim ücretsizdir. İlk ve genel ortaöğretim kurumları bir arada bulunmaktadır. Bu nitelikte 360 öğretim kurumu, ayrıca 10 adet mesleki ortaöğretim kurumu bulunmaktadır. İlkokul çağındaki çocukların tamamı, ortaokul çağındaki çocukların % 60'ı bu öğretimden yararlanabilmektedir. Ülkedeki tek üniversite Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesi'dir. Üniversite çağındaki gençlerden üniversiteye kayıt yaptıranların oranı % 9'dur. Ülkenin en önemli eğitim merkezi el-Ayn şehridir. Üniversite, önemli araştırma kurumları, enstitüleri ve kültür merkezleri bu şehirdedir. Okuma yazma bilenlerin oranı % 100'dür. Sağlık: BAE'de 35 hastane, 3220 doktor, 190 diş doktoru, 7250 hemşire mevcuttur. 615 kişiye bir doktor düşmektedir. Sağlık hizmetleri iyi bir seviyededir. Sağlık kurumları modern cihazlarla donatılmıştır. Birleşik Arap Emirlikleri'nde her 100 kadına 219 erkek düşer, 25-64 arasında bu oran 322'ye kadar çıkar. Bu oranlar Katar'dan sonra erkeklerin aleyhine olan dünyanın en yüksek ikinci cinsiyet oranlarıdır. Ülkede diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi Arapça resmî dildir. Eğitim genelde İngilizcedir. Ülkede çok yabancı olduğu için (Hintçe, Endonezce) İngilizce de yaygındır. Özellikle iş hayatında yaygın olarak İngilizce kullanılır. Ticaret dili Fransızca, Arapça, Farsça ve İngilizcedir. Ülkedeki en yaygın din ise %77'lik oranıyla İslam'dır. Azınlık dinleri olarak da %12 Hıristiyan, %4 Hindu ve diğer dinler takip ederler. Turizm bakımından gelişmiş olan Birleşik Arap Emirlikleri'nde emirlikler iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Birleşik Arap Emirlikleri'ne bağlıdır Askeri Organlar: Silahlı Kuvvetler, Deniz Kuvvetleri (Denizcilik ve Kıyı Güvenlik Kuvvetleri), Hava ve Hava Savunma Kuvvetleri, Federal Polis Kuvvetleri. Askerlik Hizmeti yaşı ve Zorunluluğu: 18 yaşındaki herkes; zorunlu askerlik hizmeti bulunmamaktadır. Anders Celsius Anders Celsius (27 Kasım 1701, Uppsala - 25 Nisan 1744, Uppsala), İsveçli fizikçi, astronom ve matematikçidir. Babası astronomi profesörüydü. Astronomi, matematik ve deneysel fizik okuyan Celsius, bir süre Uppsala Üniversitesi'nde matematik profesörü olarak öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1730'da Astronomi profesörlüğüne getirildi. 1733'te kendisinin ve başkalarının kutup ışıklarına ("aurora borealis") ilişkin, yapmış oldukları 316 gözlemin sonuçlarını derleyerek yayımladı. 1736'da dünyanın kutuplardan daha basık olduğunu ileri süren Newton'un savını kanıtlamak amacıyla saha araştırması yapan Maupertius'un ekibiyle İsveç'in kuzeyindeki Tornia'ya gitti. Meridyen ölçümündeki katkılarıyla bu ekibin Newton'ın savını doğrulamasına yardımcı oldu. 1740'ta Uppsala Gözlemevi'ni kurarak, Jüpiter'in uydularının ışık şiddetindeki değişimi ve fotometrik yöntemlerle yıldızları inceledi. Celsius bugün astronomi alanındaki çalışmalarında çok, 1742'de önerdiği ısı ölçüm sistemi ile tanınır. Termometrelerde yüzlük derecelendirme daha önce kullanılmışsa da, bu skala da bugün kullanılan sistemde iki sabit derecenin bulunması Celsius'un önerisinden kaynaklanmaktadır. Celsius bu amaçla buzun erime ve suyun kaynama derecelerini sabit noktalar olarak alıp aradaki farkı yüz eşit dereceye bölerek bugün kullanılan termometre sistemini oluşturmuştu. Ne var ki suyun kaynama noktasını 0 °C, donma noktasını ise 100 °C olarak kabul etmişti. Bu derecelendirme sekiz yıl sonra Celsius'un öğrencisi Carl von Linné tarafından tersine çevrilerek bugün kullanılan durumuna getirildi. Santigrat ("centigrade") adıyla da bilinen Celsius derecelendirme sistemi, Fahrenheit ve Kelvin'inkilerle birlikte bugün yaygın olarak kullanılan üç ısı ölçüm sisteminden biridir. Ay'daki bir kratere de Celcius adı verilmiştir. Isı Isı, belirli sıcaklıktaki bir sistemin sınırlarından, daha düşük sıcaklıktaki bir sisteme, sıcaklık farkı nedeniyle geçen enerjidir. Isı da iş gibi bir enerji transfer biçimidir. Isı sistem sınırlarında ve geçiş hâlinde iken belirlenebilir. Isı sistemin bir durum fonksiyonu değildir. Kinetik kurama göre ısı, moleküllerin ve fotonların hareketleri ve etkileşimleri sonucu ortaya çıkar. Isı, bir enerji olduğu için skalerdir ve birimi joule'dür (J). Kalorimetre ile doğrudan ölçülebilir ya da termodinamik yasalarıyla matematiksel olarak hesaplanabilir. Isı, termodinamiğin ve istatistiksel mekaniğin temel kavramıdır. Kimya, mühendislik ve diğer disiplinler için de önemlidir. Isının, SI birim sistemindeki birimi joule'dür. Bununla birlikte çeşitli mühendislik alanlarında BTU ve kalori de sık sık kullanılmaktadır. Isı, matematiksel denklemlerde Q harfi ile gösterilir. Isı aktarım hızı, yani birim zamanda akan ısı formula_1 ile gösterilir. Isı akısı birim yüzeydeki ısı aktarım hızı olarak tanımlanır. Nef'i Nef'î, (Osmanlı Türkçesi: نفعي), (d. 1572, Hasankale, Erzurum – ö. 27 Ocak 1635, İstanbul), 17. yüzyıl Türk şâirlerindendir. Kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki eden şâir ve edebiyatçı. Asıl adı Ömer olan Nef'i 1572 yılında Erzurum'un Hasankale'sinde doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumî diye söz ederler. Babası ülkesinin efradından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale'de başlamış, sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Türk edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir. Kürtçe şiirleri vardır. Padişah I. Ahmet zamanında İstanbul'a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile bilinen Nef'î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti.Nef'i için halk arasında şu sözler söylendiği rivayet edilir: Kendisi de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi Nef'i yi öven ancak içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir kıt'a söylemiştir. Nef'i de buna karşılık olarak; diyerek cevap vermiştir. Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi'ye karşılık verir; Osmanlı Türkçesinde büyük harf kuralı olmadığı için bu şiir iki anlama geliyor. Birinci anlamı şöyledir: Tahir Efendi Maliki mezhebine mensup olduğu için ve Maliki mezhebinde köpeğin güvercin gibi temiz bir hayvan olduğuna inanıldığı için Tahir Efendi'ye teşekkür ediyor ve onun da temiz bir varlık olduğunu söylüyor. İkinci anlamda ise Tahir Efendi'ye köpek diyor. Bu olaydan sonra mahkemeye çağrılıp yargılanıyor ve kendisini savunurken şiirin birinci anlamını kullanıyor ve ceza almıyor. Yine de uzunca bir süre IV. Murat tarafından korundu, daha sonraları IV. Murat kendisinden hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nef'î padişah IV. Murat'a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicvi
yesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı'nda denize atılmıştır. Halk arasında Nef'i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir: Nef'i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir. Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef'i de oradadır. Belgeyi bir zenci yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır. Nef'i de bu olay üzerine "Mübarek teriniz damladı efendim" diyerek yaşama şansını kaybetmiştir. Onu ölüme sürükleyen hiciv edebiyatında çok başarılı olduğu aşikârdır. Hicvin yanı sıra övgü edebiyatıyla da göz doldurmuştur, bugün dîvân edebiyatının en beğenilen kasidelerinden birçoğu onun eseridir. Yazdığı kasideler güçlü tekniği ve değişik ahengi ile fark yaratır. Zaman zaman kasidelerinde gördüğümüz aşırı süs ve abartılar bile, güzel ahengi ile sunîlikten uzak doğal bir havadadır. İlkel fonksiyon Türevi "f(x)" veya diferansiyeli "f(x)dx" olan bir F(x) fonksiyonuna, "ilkel fonksiyon" veya "f(x)dx"`in integrali denir. Katodik koruma Katodik koruma, bir tür metal koruma metodu. Metallerin birçoğu su veya hava ile temas ettiğinde korozyona uğrar. Bu özellikle suyun içindeki veya toprağın altındaki metal borular için büyük bir risktir ve bu boruların yapıldığı metalin korozyona uğramaması için birçok koruma yöntemi geliştirilmiştir. Korozyonu önlemek için bu boruların yanına, onlarla temas edecek şekilde, daha aktif bir metalin yerleştirildiği koruma metoduna ise "galvanik usul katodik koruma" denir. Katodik korumanın uygulandığı birçok farklı alan vardır, yine de en çok petrol sondaj kulelerinde kullanılmaktadır. Gemilerin yüzeylerinin paslanmasını önlemek için de kullanılır. Katodik koruma, korunacak metal yapıyı oluşturulacak bir elektrokimyasal hücrenin katodu haline getirerek metal yüzeyinde yürümekte olan anodik reaksiyonların durdurulmasıdır. Katodik korumada amaç, korunacak olan metalin potansiyelini anodun açık devre potansiyeline kadar polarize etmektir. Bunu sağlamak için metale katodik yönde bir dış akım uygulanır. Uygulanmasına 1930’ lu yıllarda başlamış olan katodik korumada son yıllarda büyük gelişmeler olmuş, teknolojik gelişmelere paralel olarak yüksek performanslı yeni anotların bulunması ile katodik koruma korozyonla mücadelede en etkili ve en ekonomik yöntem durumuna gelmiştir. Katodik koruma, dış akım kaynaklı ve galvanik anotlu olmak üzere iki şekilde uygulanır. Dış akım kaynaklı katodik koruma metale dıştan bir doğru akım uygulanarak yapılır. Bir transformatör redresör sisteminden elde edilen doğru akım (-) ucu korunacak olan metale (+) ucu da bir yardımcı anota bağlanır. Dış akım kaynaklı sistemde yardımcı anot olarak; toprak altı yapılarında en yaygın olarak kullanılan anot tipi silis katkılı demir anotlardır. Bu anotların dışında yurt dışından ithal edilen grafit ve metaloksit kaplı titanyum anotlarda kullanılmaktadır. Galvanik anotlu katodik koruma sistemlerinde korunması istenilen metal yapıya kendisinden daha negatif potansiyelde metal (anot) bağlanarak bir galvanik pil oluşturulur. Böylece metal yapı katot haline getirilir. Galvanik anotlar kendiliklerinden çözünerek aynen bir pil gibi akım üretirler. Anodun çözünmesi sonucu açığa çıkan elektronlar, dış bağlantıdan katoda (korunan metal yapı) taşınarak katodik reaksiyon için gerekli olan elektronları sağlar. Galvanik anotlar koruma sırasında belirli hızlarla çözünerek ağırlıklarını kaybederler. Bunları uygun zaman aralıklarıyla yenileyerek koruma işlevine süreklilik kazandırılır Katodik koruma görevlisi metalleri kоrоzyоndan denk gelmek аmаcıylа kullanılan еn еtkili yöntemdir. Katodik korumanın temel ilkеlеri еlеktrokimyasal korozуon teoriѕine daуanır. Buna gereğіnce birleşik elektrоkіmyasal hüсreden ѕafi tek akım gеçtiğindе anotta pаslаnmа reаksiyоnu, katotta buna eşdeğer оlacak şеkildе rеdüksiyon rеaksiуonu yürür. Böyle yаlnız düzenek içindе kаtot bölgesinde hiçbir şеkildе aşındırma olayı mеydana gelmez. Bu tеorіyе dayanarak eş metalіn yüzeyіndekі anodik bölgeler kаtot haline dönüştürülerek aşındırma оlayı kesin şekilde önlenebіlіr. Katodіk korumа yapabilmek için, aуnı elektrolit içine anot görevi yapmak üzеrе ikinci eş metal daldırılır. Anot metali korunacak оlan mеtaldеn daha aktif bir metalden seçіlmіş ise, bu iki metаlin bağlantısından galvanik müşterek bаtаrуа oluşur. Bu durumda dеvrеdеn bizatihi aynı akım geçer. Korunması istenilen metal bu pіlіn katоdu olaсağından kоrоzyоna uğramaz. Buna tаhsisаt devreden geçen аkım miktаrı ile eşdeğer olarak anоt metаlі çözünerek iyon hаline geçer. Böylece yürüyen “galvanіk anotlu katodik koruma” ѕiѕtemleri yetişkin ölçеkli bir galvanik bаtаrуа gibi çаlışır. Kаtodіk korumа görеvlisi metаlleri korozуondаn korumak üzere kullanılan en etkіlі уöntemdir. Katodik korumаnın temel ilkeleri elektrоkimyasal korozyon teorіsіne dayanır. Buna bаkılırsа aуnı elektrokimyаsаl hücreden ѕafi bir akım geçtіğіnde anotta pаslаndırmа rеaksiyonu, katоtta buna eşdeğer olacak şekilde redüksiyоn reaksiyоnu yürür. Böylе аncаk sіstem ѕüreѕince kаtot bölgesinde hiç bіr şekіlde korozуon olayı mеydana gelmez. Bu teoriуe daуanarak müşterek metаlin yüzeyindeki anodik bölgeler katot haline dönüştürülerek aşındırma olayı kesіn şekіlde önlenebіlіr.  Mircea Eliade Mircea Eliade, (d. 13 Mart 1907 - ö. 22 Nisan 1986) din tarihçisi ve filozof. Mircea Eliade, 13 Mart 1907'de Bükreş - Romanya'da doğdu. Çocukluğunda ve gençliğinde biyoloji, özellikle de botanik ve entomoloji ile ilgilenmiştir. Fakat yıllar geçtikçe ilgisi daha çok sosyal bilimlere kaymış, özellikle filoloji ve felsefe ile ilgilenmiştir. Bu yüzden felsefe eğitimi alır. 1928 yılında Bükreş Üniversitesi'nde felsefe dalında yüksek lisans yapar. Master tezinin konusu İtalyan Rönesans dönemi filozoflarıdır. Aynı yıl Sanskritçe ve Hint felsefesi okumak için Kalküta'ya gider. Eliade burada ders aldığı Surendranath Dasgupta'dan etkilenmiştir. Ayrıca altı ay Himalayalar'daki Rişikeş aşram'ında yaşadı. Eğitimini bitirip, dört yıl sonra, 1932'de Bükreş'e geri döndü. 1933 yılında daha sonra Fransızca ""Yoga: Essai sur les origines de la mystique Indienne"" adıyla yayımlanacak olan doktora tezini verdi. Adından da anlaşılacağı gibi doktora tezi Yoga'nın farklı açılardan analizi niteliğindeydi. 1933'den 1939'a kadar Bükreş Üniversitesi'nde felsefe ve din tarihi konuları başta olmak üzere birçok farklı konuda ders verdi. Savaş yıllarında İngiltere'de bulundu ve savaş sonunda Romanya Sovyet kontrolüne geçince Romanya'ya dönüşü imkânsızlaştı. Gençliğinde birçok aşırı sağcı eğitim görevlisiyle yakın ilişkileri olmuştu. 1945'de Paris'e geçti, konuk profesör olarak "École des Hautes Études"`de çalıştı. 1951'de en ünlü eserlerinden biri olan ""Şamanizm"" yayımlandı. 1956 yılında ise aldığı tekliflerden ötürü Paris'ten Amerika'ya geçti ve Chicago Üniversitesi'nde ders verdi. Daha sonra 1958 yılında Chicago Üniversitesi'nde Dinler Tarihi kürsüsünün başına geçti. 1961'de "History of Religions" dergisini kurdu. 22 Nisan 1986'daki ölümüne kadar Chicago Üniversitesi'nde çalışmaya devam etti ve birçok önemli eser kaleme aldı. Bugün eserleri birçok farklı dile tercüme edilen Mircea Eliade, dinler tarihi konusunda gelmiş geçmiş en önemli akademisyenlerden biri olmuştur. Cibuti Cibuti (Arapça: جيبوتي okunuşu: "Cībūtī", Fransızca: "Djibouti", Somalice: "Jabuuti"), resmi adı Cibuti Cumhuriyeti. Doğu Afrika'da küçük bir ülke. Komşuları: Kuzeyde Eritre, batıda ve güneyde Etiyopya, güneydoğusunda ise Somali. Kızıldeniz'e ve Umman Denizi'nin Aden Körfezi'ne kıyısı vardır. Arap Yarımadası'nda bulunan Yemen'e 20 kilometre uzaklıktadır. Başkenti Cibuti şehri'dir. Halkın %95'i Müslüman'dır. Cibuti Cumhuriyeti 27 Haziran 1977 günü Fransa'dan bağımsızlığını ilan etti. Cibuti, hala "Fransız Somalilandı" olarak adlandırılmaktadır. Cibuti'ye bundan yaklaşık 1,000 yıl önce Arap Yarımadası'ndan göçen Müslüman Somalililer ve Afarlar yerleşmiştir. Ülkedeki iki büyük etnik grup Somalililerin İssa klanı ve Afarlar'dır. Ülkede Fransız sömürge dönemlerinden kalan insanlar olmakla birlikte büyük bir Arap nüfus da barındırmaktadır. 1990'lı yıllarda yapılan Cibuti İç Savaşı sırasında büyük bir Afar ve İssa kaybı yaşanmıştır. Fransızca ve Arapça ülkenin resmi dilleri olmakla birlikte Somalice ve Afarca da geniş yayılım bulmuştur. Cibuti'nin en önemli dini İslam'dır. Tıpkı diğer İslam ülkeleri gibi Cibuti'de de her köy ve kasabada bir cami bulunur. Cibuti halkının %94'ü (2012 tahminine göre 740.000) Müslümandır. Müslümanların çoğu Sünniliğin Şafiilik mezhebine bağlıdır. Müslümanlıktan sonra diğer önemli din Hıristiyanlıktır. Cibuti kuzeydoğu Afrika'da Umman Denizi'ne bağlı Aden Körfezi ve Kızıldeniz kıyısında bulunur. Ülkenin 314 kilometre kıyısı bulunmakla birlikte 113 kilometre Eritre ile, 337 kilometre Etiyopya ile ve 58 kilometre Somali ile (toplam 506 kilometre) sınırı vardır.Cibuti Büyük Rift Vadisi üzerinde yer alır. Cibuti'nin, 23.200 km² gibi küçük bir yüzölçümüne sâhip olmasına rağmen, üç farklı fizikî yapısı mevcuttur. Kıyı bölgesi ile yüksek yayla bölgesini en yüksek noktası 1500 m’yi bulan dağlık bölge ayırmaktadır. Yayla bölgesi yer yer derin vâdilerle bölünmüş vaziyettedir. Irmakların mevcut olmadığı Cibuti’de bir çöküntü sonucu meydana geldiği anlaşılan Hanle Ovasında mevcut iki göl vardır. Alalı ve Assal ismindeki göller tuz gölü olup, bunlardan Assal deniz seviyesinden 150 metre aşağıdadır. Sıcak ve kurak bir iklime sâhip olan Cibuti’de senelik sıcaklık ortalaması 32 °C civârındadır. Yağış dağlık bölgelerde kıyı bölgesine nazaran biraz daha fazladır. Yıllık yağış ortalaması kıyı şeridinde 130 mm iken, dağlık bölgelerde 500 mm. civârındadır. Bitki örtüsü çok cılızdır. Yer yer görülen fundalıklar ve otlaklar hâricinde dağlık bölgelerde az da olsa zayıf ormanlara rastlanır. Tuz göllerindeki tuz ülkenin sâhip olduğu en önemli kaynaktır. Tatlı su gölleri ve dereleri bulunmayan ülke başka hiçbir tabiî kaynağa sâhip değildir. Cibuti 5 bölge, 1 şehir ve 11 ilden oluşmuştur. Cibuti devletini
n şu anki stratejisi sahip olduğu iyi jeostratejik konumundan faydalanmaktır. Ülkenin Bab'el Mandeb Boğaza açılımı ve istikrarlı oluşu başlıca avantajlarıdır. Özgürlüğünü ilan ettiğinden beri Cibuti, Fransa'nın dünyadaki en büyük askeri üssünü (yaklaşık 3000 asker) ve 2002'den beri de çok önemli bir Amerikan askeri üssünü barındırmaktadır. Devlet bu üslerden sırasıyla yıllık 30 milyon avro ve 30 milyon dolar gelir elde etmektedir. Devlet bu gelirlerin hemen hemen tamamını ülkenin en önemli gelir kaynağı olan limanın geliştirilmesine yönelik projeler için kullanmaktadır. Cibuti limanı 1892'den beri faaliyet göstermektedir. Liman, 1998 yılında patlayan Etiyopya ile Eritre arasındaki savaş sırasında büyük değişim yaşadı. Eritre bağımsızlığını kazandıktan sonra Etiyopya kıyısız bir ülkeye dönüşmüş ve Assab Limanını kullanmaktaydı. Bu iki ülke arasında savaş patlayınca Etiyopya tüm alışverişini Cibuti Limanı üzerinden gerçekleştirmeye mecburdu. Ayrıca Birleşik Arap Emirleri ve Dubai Ports World (DPW) tan gelen büyük yatırımlar limanın geliştirmesinde büyük rol oynamıştır. Dubai Ports World( dünyanın 3. en büyük liman işletmecisi) 2000 yılından beri limanı yönetmektedir. Ülke, Dorale'de daha gelişmiş ve 3. kuşak gemileri karşılayabilen yeni bir limanın inşaatını tamamlamıştır. Dorale limanı ayrıca 400 Milyon dolarlık yatırımla yapılan 20 hektarlık büyük bir serbest bölgesi içermektedir.USAID, Afrika' ya gönderilecek gıda yardımını bu bölgede depolamaktadır. 2006 yılında hizmete giren petrol terminali ise 153 milyon dolara mal olmuştur. Ülkenin en önemli iş ortağı Fransa'dır, fakat Çin de diğer Afrika ülkelere olduğu gibi Cibuti'ye büyük ilgi göstermektedir. Nisan 2008' de Cumhurbaşkan İsmail Omar Geulleh Başkent Cibuti'den 15 km uzaklıkta bulunan Moucha Adalarında kumarhane ve lüks oteller inşa etmek isteyen Çin projesini açıklamıştır. Turizm bu ülkede hala az gelişmiştir. Cibutililerin giydiği kıyafetler bölgenin sıcak ve kurak iklimini yansıtır. Batılı giyim tarzı olan kot pantolon ve t-shirt yerine erkekler genellikle beli saran sarong benzeri "macawiis" giyerler. Maddenin hâlleri Bir fizik terimi olarak maddenin hali, maddenin aldığı farklı fazlardır. Günlük hayatta maddenin dört farklı hal aldığı görülür. Bunlar; katı, sıvı, gaz ve plazmadır. Maddenin başka halleri de bilinir. Örneğin; Bose-Einstein yoğunlaşması ve nötron-dejeneje maddesi. Fakat bu haller olağanüstü durumlarda gerçekleşir, çok soğuk ya da çok yoğun maddelerde. Maddenin diğer hallerininde, örneğin quark-gluon plazmalar, mümkün olduğuna inanılır fakat şu an sadece teorik olarak bilinir. Tarihsel olarak, maddenin özelliklerindeki niteleyici farklılıklara dayanarak ayrım yapılır. Katı haldeki madde bileşen parçaları ile (atomlar,moleküller ve iyonlar ile ) bir arada tutulur ve böylece sabit hacim ve şeklini korur. Sıvı haldeki madde hacmini korur fakat bulunduğu kabın şeklini alır. Bu parçalar bir arada tutulur ama hareketleri serbesttir. Gaz halindeki madde ise hem hacim olarak hem de şekil olarak bulunduğu kaba ayak uydurur.Bu parçalar ne beraber ne de sabit bir yerde tutulur. Maddenin plazma hali ise ,nötr atomlarda dahil , hacim ve şekil olarak tutarsızdır. Serbestçe ilerleyen önemli sayıda iyon ve elektron içerirler. Plazma,evrende maddenin en yaygın şekilde görülen halidir. Katılarda parçacıklar (iyonlar, atomlar ya da moleküller) sıkı sıkı bir arada tutulmuştur. Parçacıklar arasındaki bağlanma güçlüdür. Bu yüzden bu parçalar serbestçe hareket edemezler fakat titreşim oluşturabilirler.Bu yüzden bir katı sabittir,belli bir hacmi ve şekli vardır. Katıların şekli sadece bir kuvvet tarafından değiştirilebilir. Örneğin kırılabilir ya da kesilebilir. Örnekte,kristal haldeki katıda, parçacıklar (atomlar, moleküller ya da iyonlar) düzenli bir sırada toplanmışlardır. Birden çok,farklı kristal yapılar vardır ve aynı madde birden fazla yapıya (ya da katı fazda) sahip olabilir. Örneğin, demirin kütle merkezi 912 °C den az sıcaklıkta kübik yapıya sahiptir. 912 ve 1394 °C sıcaklık arasında ise yüzey merkezli kübik yapıya sahipir. Buzun çeşitli sıcaklıklarda ve basınçlarda var olan on beş kristal yapısı bilinir. Camlar ve diğer kristal olmayan yani uzun vadeli diziler hariç kendine özgü billurlaşmıs bir biçimi olmayan katılar termal denge durumunda değillerdir. Bu yüzden bunlar maddenin klasik olmayan hali olarak aşağıda tanımlanmıştır. Katılar eritilerek sıvılara, sıvılarda dondurularak katılara dönüşebilirler. Bunun yanında, katılar direkt olarak süblimleşme ile gaz haline dönüşebilirler. Bir sıvı neredeyse sıkıştırılamayacak akışkanlıktadır yani bulunduğu kabın şeklini alır. Fakat basınçtan bağımsız olarak,(neredeyse) sabit bir hacimde kalır. Eğer sıcaklık ve basınç sabitse, belli bir hacmi vardır. Bir sıvı erime noktasının üstünde ısıtılırsa ,yani verilen basınç maddenin üçlü noktasından daha yüksek olursa, bu katı sıvılaşmaya başlar. Moleküller arası (ya da atomlar,iyonlar arası) kuvvetlerde önemlidir. Fakat, moleküllerin birbirleriyle ilişki kurması yeterli enerjiye sahiptir ve yapıları hareketlidir. Bu da verilen sıvının tanımlanamaması anlamına gelir ama bulundakları kap ile tanımlanırlar. Hacimleri genellikle katılardan daha büyüktür .En çok bilinen örneği ise su,TheHO dur. En yüksek sıcaklıkta verilen bir sıvı kritik sıcaklıkta var olabilir. Bir gaz sıkıştırılabilir. Gazlar bulundukları kabın şekline uymak zorunda değillerdir. Hem de bulundukları kabı genişletebilirler. Bir gazda moleküller yeterli kinetik enerjiye sahiplerdir. Bu yüzdenmoleküller arası uygulanan kuvvet çok azdır (ya da ideal gazlarda sıfırdır) ve moleküller arası uzaklık,moleküler boyutlarından çok daha büyüktür. Bir gaz şekil ve hacim tanımlamasına sahip değildir. Ama bulundukları kabı kaplarlar. Bir sıvı sabit basınçta ve kaynama noktasında ısıtma ile ya da sabit sıcaklıkta basınç azaltılarak bir gaza dönüştürülmüş olabilir. Bir gazın kritik sıcaklık değeri altındaki sıcaklıklarda soğutma olmadan tek başına sıkıştırılması ile bu gaz sıvılaştırılabilir. Buna vapor adı da verilir. Katının (ya da sıvının) gaz basıncının buhar basıncına eşit olduğu durumlarda, bir buhar bir sıvı (ya da katı )ile denge içinde olabilir. Sıcaklığı ve basıncı sırasıyla kritik sıcaklık ve kritik basınç tan yüksek olan bir süperkritik akışkan (SCF)gazdır.Bu durumda,sıvı ve gazlar arasında ayrım kaybolur. Bir süperkritik akışkan,bir gazın fiziksel özelliklerine sahiptir.Fakat bazı yararlı uygulamalara yol açan durumlarda yüksek yoğunluğu çözücü özellik sunar. Örneğin; kafeinsizleştirilmiş kahve Bir plazmanın gazlarda da olduğu gibi, belirli bir şekli ya da hacmi yoktur. Gazların aksine, plazmalar elektrik akımını iletirler. Manyetik alan ve elektrik akımı üretirler ve elektromanyetik kuvvetlere karşılık verirler. Pozitif yüklü çekirdek, serbetçe hareket eden ayrılmış elektronların "deniz"inde yüzebilir. Aslında elektrik yapmak için plazma özel meselesi sağlayan bu elektron "deniz " dir. Maddenin plazma hali genellikle yanlış anlaşılır ama gerçekte dünya üzerinde oldukça yaygındır ve insanların çoğu bu plazma halini farkında olmadan düzenli olarak gözlemlerler. Ateş, ışıklandırma, elek kıvılcımları, florasan lambaları, neon ışıklar, plazma televizyonlar ve yıldızlar plazma halindeki ışıklandırılmış maddelerin örnekleridir. Bir gaz genellikle bir plazmaya iki şekilde dönüştürülür. Bunlar; iki nokta arasındaki voltaj farki ve son derece yüksek sıcaklığa maruz bırakmak ile gerçekleşir. Maddeyi yüksek sıcaklıklarda ısıtmak elektronların atomlardan ayrılmasına sebep olur. Böylece serbest elektronlar meydana getirilir. Çok yüksek sıcaklıklarda, örneğin yıldızlarda bulunan, elektronların aslında “serbest” olduğu ve çok yüksek sıcaklıktaki plazmanın bir elektron denizinde yalın bir şekilde yüzdüğü farzedilir. Maddenin hali, faz geçişleri ile de ayırt edici özellik olur. Bir faz geçişi yapıdaki bir değişimi gösterir ve özelliğindeki ani bir değişim ile ayırt edilebilir. Herhangi bir halden,başka bir hale geçen madde bir faz dönüşümü ile ayırt edilebilir. Suyun birçok farklı katı hali olduğu söylenebilir. Süper iletkenliğin görünüşü faz dönüşümü ile ilişkilendirilir. Yani, süperiletkenlik halleri vardır. Örnek olarak, demir manyetizması hali , faz geçişleri ile ayrılır ve ayırt edici özellikleri vardır. Hal değişimi gerçekleştiğinde, aşamaların ara adımları mezofaz olarak adlandırılır. Böyle fazlar sıvı kristal teknolojisinin tanımı ile kullanılır. Verilen maddenin hali ya da fazı basınç ve sıcaklık koşullarına bağlı olarak diğer aşamalara geçiş için değişebilir; Örneğin, sıcaklık artışı ile katıdan sıvıya geçişler. Mutlak sıfır civarlarında, bir madde katı halde bulunur..Eğer bu maddeye ısı verilirse erime noktasında sıvılaşarak erir,kaynama noktasında gazlaşır ve eğer yeterince yüksek derecede ısıtılırsa plazma haline geçer.Plazma halinde elektronlar oldukça enerjilidir bu yüzden atomlarından ayrılırlar. Maddenin formları moleküllerden oluştururulmaz ve farklı güçler tarafından düzenlenen formlarda maddenin durumları olarak düşünülebilir. Süperakışkanlar (Fermiyonik yoğuşma gibi) ve quark–gluon plazma örnekleridir. Kimyasal Denklemlerde maddenin katı hali için (k) , sıvı için (s) , gaz için (g) ile gösterilebilir. Sulu çözelti için ise (aq) ile gösterilir. Kimyasal denklemlerde plazma halindeki maddeler nadiren kullanılır. Bu yüzden plazma halini tanımlamak için standart bir sembol yoktur. Kristal olmayan ya da şekilsiz bir katı olan cam, sıvı haline doğru ısıtıldığında bir cam geçişi gösterir. Camlar oldukça farklı tip malzemeden yapılabilir. Örneğin; inorganik ağlar (silisik asit tuzu eklenerek yapılmış pencere camı), metal alaşımları, iyonik erimeler, sulu çözeltiler, moleküler sıvılar, ve polimerler gibi. Termodinamiksel olarak, bir cam kendi kristal parçalarına uyarak yarı kararlı bir halde bulunur. Bir plastik kristal, uzun menzii dizilimi ile bir moeküler katıdır ama tutunan bileşen moleküller serbestçe döner. Konumsal camlarda bu serbestlik derecesi bastırılmış düzensiz hal
de donmuştur. Benzer olarak, Dönen camlarde manyetik düzensizlik donmuştur. Kristal sıvı hali akışkan sıvılar ile düzenli katılar arasında özelliklere sahiptir. Genellikle, bir sıvı gibi akabilirler ama uzun menzili düzen gösterirler. Örneğin, nematik kristal, 118–136 °C arasındaki sıcaklık aralığında olan para-azoxyanisole gibi uzun çubuk moleküllerden oluşur. Bu halde, moleküller sıvılar gibi akışkandır ama her nokta aynı yöndedir (aynı alan çevresinde) ve serbestçe hareket edemezler. Kristal sıvıların diğer bir çeşidi bu haldeki ana madde yazısında bahsedilir. Birçok çeşidi teknolojik açıdan öneme sahiptir. Örneğin, kristal sıvı gösterimleri Geçiş metal atomlarının kimyasal bağ formu almamış ve bağlanmamış kalan elektronlarından gelen manyetik momentleri vardır. Bazı katılarda, farklı atomların manyetik momentleri düzene geçer ve ferromanyetik, antiferromanyetik, ferrimanyetik formları alabilir. Ferromanyetik maddelerde –örneğin katı demir- her atomun manyetik momenti, manyetik etki alanı içinde aynı yönde hizalanır. Eğer alanlar da sıralıysa, katı geçici manyetiktir; harici bir manyetik alan bulunmasa da manyetikliği devam eder. Mıknatıs, Curie noktasına ( demir için 768 °C) kadar ısıtıldığında manyetiklik kaybolur. Antiferromanyetik maddeler birbirine eşit ve karşıt iki manyetik moment ağı barındırır. Bu ağlar birbirini yokeder ve böylece manyetizm sıfırlanır. Örneğin, nikel(II) oksid (NiO) ‘de, nikel atomlarının yarısı momentlerini bir yönde, kalan yarısı tam tersi yönde hizalar. Ferrimanyetik maddelerde, manyetik momentler karşıt yöndedir ancak birbirine eşit büyüklükte değildir, böylece birbirini sıfırlayamazlar. FeO bu duruma örnektir, Fe ve Fe iyonları farklı manyetik momentlere sahiptir. Kopolimerler periyodik nanoyapıların çeşitli dizinlerini oluşturmak için mikrofaz ayrışması geçirebilir. Mikrofaz ayrışması, yağ ve su arasındaki faz ayrımına bakarak anlaşılabilir. Bloklar arasındaki kimyasal uyumsuzluk sebebiyle, blok kopolimerler benzer bir ayrışma içine girer. Ancak bloklar kovalent bağ ile bağlı oldukları için yağ ve su gibi tekrar karışamazlar. Her bloğun uzunluğuna ve genel blok topolojisine bağlı olarak, her biri kendi madde fazında pek çok morfoloji gözlenebilir. Mutlak sıfır yakınlarında bazı sıvılar bir ikinci sıvı formunda "'superfluid" olarak belirtilir. Çünkü, akışkanlığı sıfırdır (ya da sonsuz akışkanlık vardır; sürtünmesiz akmak gibi].Bu 1937’de, süperakışkan forumunda olan 2.17 K lambda sıcaklığının altındaki helyum için keşfedilmiştir. Bu haldeyken, kendi kabından dışarı çıkmaya kalkışır. Ayrıca sonsuz termal iletkenlik sahibidir. Böylece hiçbir sıcaklık düşümü süperakışkan forumunda olamaz. Bir süperakışkanı dönen bir kaba yerleştirdiğimizde girdap ile sonuçlanır. Bu özellikler, Bose–Einstein yoğuşmasınun formu yaygın izotop olan helium-4 teorisiye açıklanır. Son zamanlarda Fermionic yoğuşması süperakışkanları nadir izotop olan helium-3 ve lithium-6 tarafından düşük sıcaklıklarda bile oluşturulmuştur. Albert Einstein ve Satyendra Nath Bose "Bose–Einstein yoğuşması" ‘ nı 1924’te tahmin etmiştir. Bazen maddenin beşinci hali olduğunu düşünmüşlerdir. Bose–Einstein yoğuşmasında, madde bağımsız parçacık gibi davranmayı durdurur ve tek kuantum haline düşer. Gaz fazında, Bose–Einstein yoğuşması onaylanmamış teorik tahmin olarak kalmıştı. 1955’te, Eric Cornell ve Carl Wieman’nin Colorado Üniversitesi’ndeki araştırma grubu ilk yoğuşma deneyini ürettiler. Bose–Einstein yoğuşması katıdan daha "soğuk"tur. Atomlar çok benzer ( ya da aynı) kuantum seviyesine uaştığında gerçekleşir. Bu damutlak sıfır (−273.15 °C) ‘ a çok yakındır. "Fermiyonik yoğunlaşma ", Bose-Einstein yoğunlaşmasına benzer fakat fermiyonlardan oluşur. Pauli ilkesi fermiyonların aynı kuantum durumuna girmesini engeller, fakat bir çift fermiyon bozon gibi davranabilir, ve böyle çiftler daha sonra bir kısıtlama olmadan aynı kuantum durumuna girebilir Rydberg maddesi, güçlü bir ideal olmayan plazma metastabl durumlarından biridir. Heyecanlı atomların yoğunlaşmasıyla form alır. Bu atomlar eğer kesin bir sıcaklığa ulaşırsa iyonlara ve elektronlara da dönüşebilir. Nisan 2009’da "Nature", Rydberg atoumdan ve zemin atomundan Rydberg molekülü oluşumunu bildirdi. Deneyde ultra soğuk rubidyum atomları kullanıldı, confirming that such a state of matter could exist. The experiment was performed using ultracold rubidium atoms. "Kuantum Hall hali", anlık akışa dik yönde ölçülen kuantize Hall voltajını arttırır. "Kuantum Hall yörüngesi durumu" elektronik cihazların daha az enerji tüketmesi ve daha az ısı üretmesinin önünü açacak teorik bir fazdır. Bu, maddenin Kuantum Hall durumunun bir türevidir . Garip madde,Tolman-Oppenheimer-Volkoff sınırına yakın (yaklaşık 2-3 güneş kütlesi) bazı nötron yıldızları içinde bulunabilen kuark maddenin bir türüdür. Düşük enerji durumlarında kararlı olabilir Fotonik maddede, fotonlar kütleleri varmış gibi davranır ve birbirleriyle etkileşime girerler, fotonik moleküller dahi oluşturabilirler. Bu durum fotonların kütleleri olmaması ve etkileşime girememeleri gibi genel özelliklerine aykırıdır Oldukça yüksek basınç altında, sıradan maddeler birtakım egzotik durum değişimlerine uğrayarak bozulmuş madde olarak bilinen duruma geçerler. Bu şartlarda, maddenin yapısı Pauli dışlama prensibiyle desteklenir. Astrofizikçilerin bu duruma büyük ilgileri vardır, nötron yıldızları ve beyaz cücelerde var olan yüksek basınç durumunun nükleer füzyon için kullanıldığına inanılır. Elektron-dejenere madde beyaz cüce’nin içinde bulunur. Elektronlar atomlarına bağlı kalır fakat yakın atomlara transfer edilebilir. Nötron-dejenere madde nötron yıldızında bulunur. Büyük çekim basıncı atomlara büyük bir sıkıştırma basıncı uygular ki elektronlar protonlarla ters beta bozunması yoluyla birleşmek zorunda kalır, sonuç olarak çok yoğun bir nötron yığını elde edilir. ( Normalde atomik çekirdeğin dışındaki serbest nötronların yarılanma ömrü 15 dakikanın altındadır, fakat nötron yıldızında, atomun çekirdeğinde olduğu gibi diğer etkenler nötronları stabilize eder.) Quark-gluon plasma, kuramsal zerrelerin gluon’lar denizinde (kuramsal zerreleri birrada tutan güçlü kuvveti ileten atomaltı parçalar), serbestçe ve bağımsızca hareket edebildiği (parçaların sürekli bağlı olması yerine) duruma denir. Bu; molekülleri atomlara bölmek ile benzer. Bu durum kısaca parçacığın ivmesinde elde edilebilir ve bilimadamlarının sadece teoride kalmayıp,bireysel quarklarınn özelliklerini gözlemlemesine izin verir. Quark-gluon plasma 2000’de CERN’de keşfedildi. Renkli cam yoğuşması , atomik nötronların ışığın hızına yakın ilerlediğinin varlığını teorize edilmesinin bir çeşididir. Einstein’ın görelilik teorine göre,yüksek enerjili çekirdek , hareketinin yönü boyunca uzunluğu kısaltılmış ya da sıkıştırılmış görülür. Sonuç olarak, çekirdeğin içindeki gluonlar sabit bir gözlemciyi gluonik duvar gibi görünür. Çok yüksek enerjilerde, gluonların bu duvarda ki yoğunluğu çok yüksek şekilde artıyormuş gibi görünür. Quark-gluon plazmanın duvarların çarpışmasında üretilmesinin tersine, rengi cam yoğuşması sadece duvarlarla ifade edilir ve parçacıkların gerçek özlellikleri sadece yüksek enerji koşulları altında gözlenir. The yerçekimsel özellik tahmin edilmiştir. predicted by genel göreceliliğin to exist at the center of a kara deliğin merkezinde var olduğuyla is "not" a phase of matter; it is not a material object at all (although the mass-energy of matter contributed to its creation) but rather a property of spacetime at a location. It could be argued, of course, that all particles are properties of spacetime at a location, leaving a half-note of controversy on the subject. Bir değiştiğinde superfluid özellikleri ile dağınık şekilde sipariş edilen malzeme (diğer bir deyişle, bir katı veya kristal) olduğunu. Benzer bir superfluid, bir değiştiğinde sürtünme hareket edebilir ama sert bir şekli korur. Bir değiştiğinde sağlam olsa da, birçok karakteristik özellikleri birçok konuda. Bir ip-ağ sıvısı, bir sıvı gibi görünüşte kararsız bir dizilimde görünürler. Fakat, genel modelleri bir katı gibi kararlıdır. Normal bir katı fazında atomlar kendilerini bir sistem modeli içinde hizalarlar. Böylece herhangi bir elektron spin dokunmadan bütün elektron spin karşısında bir durumda normal düz ne zaman, maddenin atomları kendilerini bir ızgara deseni hizalayın. Ama bir dize-net sıvı içinde atomlar aynı spin ile komşuları için bazı elektron gerektiren bazı desen düzenlenmiştir. Bu artış meraklı özellikleri gibi alışılmadık bazı öneriler evrenin temel koşulları hakkında destek verir. In a string-net liquid, atoms have apparently unstable arrangement, like a liquid, but are still consistent in overall pattern, like a solid. When in a normal solid state, the atoms of matter align themselves in a grid pattern, so that the spin of any electron is the opposite of the spin of all electrons touching it. But in a string-net liquid, atoms are arranged in some pattern that requires some electrons to have neighbors with the same spin. This gives rise to curious properties, as well as supporting some unusual proposals about the fundamental conditions of the universe itself. Süper cam, süperakışkanlığı ve dondurulmuş biçimsiz yapısı ile ayırt edici özelliği olmuş bir maddedir. Evrenin kütlesinin yaklaşık % 83'ünü karanlık maddeden oluşmasına rağmen,karanlık madde elektromanyetik radyasyonu emmediği ve yayılmadığı için birçok özelliği bir gizem olarak kalır. Buna karşın, karanlık maddenin neden yapıldığı ile ilgili birçok teori vardır. Bu nedenle karanlık maddenin var olduğunu varsayılırken ve evrenin büyük çoğunluğunu oluştururken. Özellikleri bilinmez ve spekülasyon yaratır. Çünkü karanlık madde sadece yerçekiminin etkilerinden dolayı gözlemlenir. Denge jeli Laponite denilen sentetik bir çamurdan yapılmıştır. Diğer jellerin yapısının aksine, yapısı boyunca aynı tutarlıkta ve sabit kalır.Yani katı kütle parçalarına ayrılmaz ve daha çok sıvı kütlenindir. Denge jel filtrasyon kromatog
rafisi, sıvı bağlayıcı ligandın hesaplanması için kullanılan bir tekniktir. Vehhabîlik Vehhabîlik ya da Vehabilik ("Vehabizm" ve "Vahabizm" olarak da bilinir), kökeni Selefilik'e dayanmakla birlikte tam olarak 18. yüzyılda Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulmuş olan dinî-siyasi hareket (akım) ya da mezhep. "Vahhabilik" hareketinin Osmanlılar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Paşa, oğlu Tosun Paşa komutasındaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vahhabilerin elinden kurtardı (1812-1813). Daha sonra bizzat Emir Abdülaziz’in üzerine yürüdü. Emir Abdülaziz’in ölümü (1814) üzerine Vahhabiler ağır bir yenilgiye uğradı. Nihayet Mehmet Ali Paşa'nın kumandanı İbrahim Paşa, Abdülaziz’in yerine geçen oğlu Abdullah ve çocuklarını esir ederek İstanbul’a gönderdi. Bunların İstanbul’da asılarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vahhabilik hareketinin ilk dönemi kapandı. Savaş sırasında kaçarak kurtulmayı başaran Suud hanedanından Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete girişerek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vahhabi devletini kurmayı başardı. Daha sonraları bir takım çekişmeler olmuşsa da Suud hanedanından Abdülaziz bin Suud, Vahhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralık 1916 tarihli anlaşma ile İngilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı diğer bölgelerin hükümdarı olarak tanındı. Bu anlaşmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarına bırakacak ve kendisinin seçtiği veliaht da İngilizlere bağlı kalacaktı. Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı’nın arkasından Vahhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayıs 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilan etti. Böylece Abdülaziz bin Suud, Suudi Arabistan Kralı olarak tüm Hicaz’ı egemenliği altına aldı. Bu devlet, Suudi Arabistan Krallığı adıyla varlığını sürdürmektedir. Vahhabiliğin din anlayışı, Muhammed bin Abdülvahhab'ın üzerinde önemle durduğu tevhid "(Allah’ın birlenmesi)" konusundaki yorumu çevresinde toplanır. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre tevhid, kullukta Allah’ı bir tanımaktır. Tevhid kelimesini "(Lâ ilâhe illallâh)" söylemek Allah'tan başka tapınılan şeyleri tanıdıkça bir anlam taşımaz. Allah kalple, dille ve davranışlarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrılır. İlki, Allah’ı isim ve sıfatlarında birlemek "(tevhid-i esma ve sıfat)," ikincisi Allah’ı Rabb’lıkta birlemek "(tevhid-i rububiyet)," üçüncüsü de Allah’ı ilahlığında birlemektir "(tevhid-i uluhiya)." Allah’ı bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnetin dışında emir ve yasak tanımamak, İslâm Peygamberi’nin döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terk ederek Allah’ı birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah'tan başkasından yardım dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır. Bu tevhit anlayışının getirdiği önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birisi, Peygamber'den şefaat talebinde bulunulamayacağıdır. Şefaat, Allah'a özel bir haktır. Bu nedenle Peygamber'den doğrudan şefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktır. Nitekim Arap paganlar da Allah’ı kabul ettikleri halde, melekleri, putları şefaatçi kabul ettikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaat inancı gibi yaygın olan tevessül inancı da şirktir. Tevessül inancı, daha çok mutasavvıflar arasında yaygındır. Bir takım şeyhlerin, velilerin hem hayatlarında, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarına inanılmakta, onların himmetleri dilenmekte ve Allah'tan şefaat dilenmesi için aracı kılınmaktadırlar. Bu da açık bir şirktir. Çünkü Allah'ın yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, işleri düzenleme ve belirlemede ortağı yoktur. Vahhabiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid'atlar karşısındaki tutumudur. Muhammed bin Abdülvahhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bid'attır. Bir bid'at çıkaran melundur ve çıkardığı şey reddedilmelidir. Bid'atların çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Peygamberin kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Peygamber'in anısını yüceltmek, Hırka-ı Şerif ve Sakal-ı Şerif ziyaretleri yapmak, Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmaktır. Mevlit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlit okumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak yasaklanmalıdır. Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, tas vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmak, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyla şirke neden olan bidatlardandır. Riya için namaz kılmak, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da şirktir. Cami ve mescitlerin süslenmesi, minare yapılması da terk edilmesi gereken bidatlardır. Pekcan Koşar Pekcan Koşar, (d. 11 Nisan 1936, İstanbul - ö. 17 Eylül 2005, Yalova), Türk tiyatro ve sinema oyuncusu. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi. Tiyatroya Güzel Sanatlar Akademisi’nde amatör olarak başladı. Küçük Sahne’de 1955 yılında “"Çayhane"” oyunuyla profesyonelliğe adımını attı. 1958 yılında Oda Tiyatrosu’na girdi; “"Misafir"”, “"Gökteki Kaldırımlar"”, “"Öteki"”, “"Tapılacak Kadın"” ve “"Tersine Dönen Şemsiye"” adlı piyeslerde oynadı. Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nun saat 6 temsillerine katıldı. 1961'de Gong Tiyatrosu’nu kurdu. Engin Cezzar - Gülriz Sururi Topluluğu'nun Küçük Sahne'deki temsillerinde oynadı. Arena Tiyatrosu ve Kadıköy Özel Tiyatrosu'nda kısa bir süre bulunduktan sonra 1969 yılında Kent Oyuncuları Tiyatrosu’nda geçti. Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oyunculuk ve yönetmenlik yaptı. 2005 yılında kalp krizi sonucu Yalova'daki yazlığında öldü. İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Kendisi gibi tiyatro sanatçısı olan ve yaptığı birçok reklam seslendirmesiyle kulağımızda yer eden Itri Koşar'ın babasıdır. Pekcan Koşar, daha çok "Hababam Sınıfı" serilerinde Tarık Akan'ı, "Selvi Boylum Al Yazmalım" filminde de Kadir İnanır'ı seslendirmesiyle akıllarda yer etmiştir. Celsius Celsius ölçeği, 1742'de İsveçli astronom Anders Celsius'un ismiyle adlandırılmış bir sıcaklık ölçme birimidir. Celsius ölçeğine göre, suyun üçlü noktası (aynı anda katı, sıvı ve gaz halinde bulunabildiği sıcaklık: "triple point") 0,01 °C (veya 273,16 °K) olarak tanımlanır. (Bu tanımla, daha önce referans alınan suyun donma noktası 273,15 °K'dir, ancak üçlü noktanın ölçümü çok daha kesin bir şekilde yapılabilmektedir). Bir derece Celsius (1 °C) ise, mutlak sıfır ile suyun üçlü noktasının farkının 1/273,16'sı olarak tanımlanmıştır. İlk olarak Anders Celsius tarafından önerilen buzun erime noktası ile suyun kaynama noktası arasında 100 derecelik bir sıcaklık ölçeği düşüncesi, 1954 yılında daha kesin sonuç vermesi amacıyla bu şekle getirilmiştir. Bu değişiklik ve Uluslararası Ağırlıklar ve Ölçüler konferansının son kararları doğrultusunda (°C) birimindeki C sembolü santigrat olarak değil Celsius (selsiyus) şeklinde okunacak. Yani (°C) nin doğru okunuşu "derece Celsius (selsiyus)" şeklindedir. Daniel Gabriel Fahrenheit Daniel Gabriel Fahrenheit ya da Gabriel Daniel Fahrenheit (24 Mayıs 1686 Danzig - 16 Eylül 1736 Lahey), Alman fizikçi. Hollanda ve İngiltere gezilerinde deneysel fizik ve meteoroloji alanlarında kullanılan kimi araçların yapımını öğrendi. 1710 da yaptığı termometre başlangıç noktası olarak soğuk bir karışımın sıcaklığını bitiş noktası olarak da ağız boşluğunun sıcaklığını ilke saydı. Daha sonra bu termometreyle ölçtüğü suyun donma sıcaklığını 32, kaynama sıcaklığını da 212 derece olarak saptayarak kısaca °F simgesiyle gösterilen Fahrenheit derecesi ölçeğini ortaya koydu. 1720 termometresini daha da geliştirerek ispirto yerine ilk kez civayı kullandı. İngiltere'de, Royal Society üyeliğine seçildi. Maddenin kaynama noktasının hava basıncıyla değiştiğini gösterdi. 1721'de suyun aşırı soğuma özelliğini 1724'te de içine tuz karıştırılan suyun donma ve kaynama sıcaklıklarının değiştiğini ortaya koydu. Günümüzde İngiltere ve ABD'de sıcaklık ölçü birimi olarak kullanılmakta olan Fahrenheit derecesi ile Celsius derecesi arasında şeklinde bir bağıntı vardır. Fahrenheit Fahrenheit şu anlamlara gelebilir: Müzler Müzler veya Musalar (Yunanca "Mουσαι" - "Mousai", Latince "Musa") Grekoromen din ve mitolojilerinde kardeş tanrıçalar. Geleneksel olarak dokuz tanedirler. Çoğunlukla "ilham perisi" olarak tanımlanırlar. Başlangıçta muhtemelen sadece "şiir" tanrıçası iken zamanla bilim ve diğer sanatlarla da ilişkilendirilmişlerdir. Hiçbir Müz plastik sanatlarla (heykel, resim) ilişkili kılınmamıştır. Bu, belki de inanıldıkları toplumlarda el ile çalışmanın değersiz sayılması yüzündendir. Bu sözcük ise etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen ""men"" kökünden gelmektedir. Latince "musa". Hesiodos`un "Theogony"`sine göre, Müzler tanrıların kralı Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne'in kızlarıdır. Bu yüzden Müzlere "Bellek'in Kızları" veya "Ahenk'in Kızları" da denir. Efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirmiştir ve her gece için de bir müz doğmuştur. Müzleri sıralarsak: Müzlerin adları hemen hemen her şiirde geçer, fakat kendilerine ait bir destanları yoktur. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün
şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler. Musalar Musalar şu anlamlara gelebilir: Abdulgaffar Han Abdulgaffar Han (unvanıyla birlikte Han Abdulgaffar Han) veya ona takılan ismiyle Badşah Han ("Hanların Şahı") (1890-1988) ünlü Peştun politik lider. Hudutların Gandhi'si olarak da anılmıştır. Han Abdulgaffar Han, 1890 yılında güçlü bir Peştun aşiretinde doğdu. Kan davası ve iç çatışmalarla adını duyuran hudut bölgesinde ve "vahşi" olarak nitelenen Peştunların eğitilmesi için daha genç yaşlarında çeşitli çalışmalara koyuldu. En büyük hayali halkının yaşam şartlarını geliştirmek ve onlara modern bir eğitim imkânı sağlayabilmekti. Bunun dışında İngiliz yönetiminden hoşnut değildi ve tüm etnik halkların ve farklı din mensuplarının bir arada yaşayacağı bağımsız bir Hindistan taraftarıydı. 1920'lerde "Khudai Khidmatgar" ("Allah'ın hizmetçileri") isimli grubu kurdu. Giydikleri üniforma benzeri kırmızı gömlekler nedeniyle, çevre halkı ve İngiliz yönetimi tarafından "Kırmızı Gömlekliler" ("Red Shirts") olarak anılmışlardır. Dönemin ünlü özgürlük lideri Mohandas Gandhi'nin öğretilerinden fazlasıyla etkilenen Han Abdulgaffar Han bu grubu, Gandhi'nin şiddetsiz direniş öğretisine adadı. Temel amaçları sosyal hizmetlerde bulunmak, eğitim kurumları açmak ve Hindistan'ın bağımsızlık hareketinde şiddetsiz direniş ve sivil itaatsizlik öğretilerine, ""satyagraha""ya itaat etmekti. Zaman içinde üye sayısı 100 bine ulaşan Kırmızı Gömlekliler şiddet kullanmayacaklarına dair bir yemin ederek gruba katılıyorlardı. II. Dünya Savaşı gibi, Hindistan'da Gandhi dışında birçok liderin şiddetsiz öğretiye ara verip silahlı bir mücadeleye girmenin o an için gerektiğini savunduğu zamanlarda, Badşah Han ve onun liderlerliğini yaptığı Kırmızı Gömlekliler şiddetsiz direniş öğretisine ve Gandhi'ye bağlı kalmışlardır. Nitekim Abdulgaffar Han hayatı boyunca bu öğretinin en büyük inananlarından olmuştur. Aynı zamanda dindar bir müslüman olan Han'a göre şiddetsiz eylemlilik süreci İslâmın direnişçi ama barışçıl yönüyle birebir uyuyordu. Şiddetsiz direniş öğretisine bu kadar bağlıyken, inançlı olmasının bir nedeni de budur zira ikisinin çeliştiğini düşünmemiştir. Abdulgaffar Han'ın doğduğu coğrafya ve kültür için bir devrim niteliğinde olan kadın haklarını ve şiddet eylemlerini yasaklayan politikası halkı tarafından ilk başlarda kuşkuyla algılanmasına neden olsa da halk çok kısa bir süre de ona tam destek vermiştir. Hindistan bağımsızlığına ulaştığında ortaya çıkan ve Hindistan'ın ikiye bölünmesini (Hindistan ve Pakistan) öngören "Hindu-Müslüman" ayrılığına başından karşıydı. Ömrü boyu yoğun bir sevgi ve saygı beslediği ve yaşamını her yönden kendine örnek olarak aldığı Gandhi ile bir başka ortak noktaları da budur. Özellikle Müslüman liderlerin çoğu bu ayrılığın şart olduğuna inanırken ve o bu ayrılığa Gandhi gibi kesinlikle karşı çıkmıştır. Hindistan'ın ikiye bölünmesinden ve Pakistan'ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra bağımsız bir Peştunistan hareketinin önderliğini yapmıştır. Hindistan'ın bağımsızlığına kadar dönemin siyasi liderlerinin çoğundan çok daha uzun bir süre hapishanede yatmıştı; Hindistan'ın bağımsızlığından sonra ise yürüttüğü Peştun bağımsızlık hareketi yüzünden de Pakistan hükümeti tarafından sık sık hapse atıldı. Hayatının büyük bir kısmını bu eylemlilik tutkusu yüzünden hapislerde geçirmiştir. Bir süreliğine Afganistan'a sürgüne de gönderilmiştir. Mahatma Gandhi ile olan arkadaşlığı Gandhi ölene kadar sürdü. Hayatı boyu Gandhi ile beraber düşünü kurdukları birleşmiş bir Hindistan, "Bharat" inancını yitirmedi. Peşaver'de 20 Ocak 1988'de öldü. ""Hudutların Gandhi'si"" olarak da anılan Han Abdulgaffar Han vasiyeti üzerine Celalabat - Afganistan'a gömüldü. Bal Bal, arılar tarafından çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından alınarak yutulan nektarın arıların bal midesi denilen organlarında invertaz enzimi sayesinde kimyasal değişime uğramasıyla oluşan ve kovandaki petek hücrelerine yerleştirilen çok faydalı bir besindir. Nektar bala çevrilirken arılar sağladıkları invertaz enzimi sayesinde sakkarozu inversiyona uğratarak fruktoz ve glikoz şeklinde basit şekerlere dönüştürür ve fermantasyonun meydana gelmesini önleyecek miktarda suyunu uçururlar. Kovandaki hücrelere yerleştirilen ve üzeri mumdan bir kapakla örtülen bal arılarca sağlanan özel havalandırma sistemi sayesinde bildiğimiz tat ve kıvama gelir. Balın rengi, şeker dengesi ve tadındaki farklılık tamamen toplanan nektarlardan kaynaklanmaktadır. Balın kokusunu, çiçeklerdeki aromalı uçucu yağlar verir ki bu aynı zamanda çiçeklerin kokularını sağlayan yağdır. Bal üretiminde ½ kg ham nektarı toplamak için 900 bin arının bir gün boyunca çalışması gerekir. Toplanan bu nektarın ise ancak bir kısmı bala çevrilebilir. Elde edilen balın miktarı getirilen nektarın şeker konsantresine bağlıdır. Bal; nem, güneş ışığı, kaynatma gibi sıra dışı bir etkiye maruz kalmadıkça bozulmaz ve zaman faktöründen etkilenmez. Balın içeriğindeki şekerin cinsine bağlı olarak ışığın sağa ya da sola kırılması söz konusudur. Bu özellik bal analizinde bala katılan bazı şekerlerin tespit edilmesini sağlar. Genel olarak balların toplandığı değişik bitki kaynaklarına göre farklı aroma, tat, renk, yoğunluk ve kristalize sahip oldukları tespit edilmiştir. Aynı şekilde ballarda akıcılık kimyasal bileşimi, şekerler, rutubet, enzimler, vitaminler, asitler, kolloidal maddeler ve bileşimi bilinmeyen maddeler bakımından değişik oldukları bildirilmişlerdir. Asitler; Uzun yıllar bal içerisinde sadece formik asit bulunduğu fakat analiz metotları geliştirilince asetik, bütirik, sitrik, kaproik, laktik, formik, malik, okzalik, suksiniletannik, tartarik ve velarikasidlerin varlığı tespit edilmiştir. Balın pH'sı 3,29-4,87 arasında değişmektedir. Enzimler; Çeşitli araştırıcılar balda diyastaz veya amilaz, nikotin, invertaz, katalaz, oksidaz, fosfataz enzimlerini bulmuşlardır. Bu enzimlerin bir kısmı bitkiden gelmekte bir kısmı ise arının başındaki bezlerden salgılamaktadır. Vitaminler; Eskiden bal içerisinde vitamin olmadığı veya çok az olduğu düşüncesi hakimdi fakat kimyasal ve biyolojik araştırma metotları geliştirildikten sonra bal içerisinde çeşitli miktarda, tiamin, riboflavin, askorbik asit, piridoksin, pantotenik asit, niasin ve az miktarda biotin, folik asit tespit edilmiştir. Mineraller; Bal içerisindeki minerallerin miktarı %0,02 ile %1,0 civarındadır. Bu minareller Potasyum, klor, kükürt, kalsiyum, sodyum, fosfor, magnezyum, silisyum, demir, mangan ve bakır’dır. Bunlar içerisinde potasyum, kalsiyum ve fosfor fazla bulunmaktadır. Proteinler; Çeşitli araştırmacılar bal içerisinde az miktarda albuminoidlerin ve protein yapı taşları durumunda olan amino asitlerin olduğunu tespit etmişlerdir. Balın ilk akla gelen özelliği tatlı olmasıdır. Bunun sebebi balın içindeki üç şekerdir. Glikoz (dekstroz; %34), sakkaroz (%2) ve fruktoz (levuloz; meyve şekeri %40) bundan başka balın %17'si su geri kalan %7'lik bölümü ise demir, sodyum, kükürt, magnezyum, fosfor, polen, manganez, alüminyum, gümüş, albumin, dekstril, azot, protein ve çeşitli asitlerden oluşur. Balın kalitesini ise bu %7'lik karışım belirler. Ayrıca bal içerisinde onbeş şeker tespit edilmiş olup bunlardan bazıları şunlardır: fruktoz, glikoz, sakkaroz, maltoz, izomaltoz, erloz, kestoz, melezitoz ve rafinozdur. Genel olarak fruktoz şekeri diğerlerinden farklıdır. Balı bildiğimiz şekerden ayıran çok önemli bir fark vardır. Şeker ancak sindirim sisteminde değişime uğradıktan sonra kana karışırken bal sindirime gerek olmadan çok süratli bir şekilde kana karışır. Ilık su ile karıştırılan balın birkaç dakika içinde vücuda enerji verdiği tespit edilmiştir. Bozulma; Olgunlaşmış bal su içeriğinin düşük olması nedeniyle ozmotik olarak bakteri üremesine ve bozulmaya karşı dirençli iken olgunlaşmadan hasat edilen ballarda bu özellik bulunmaz bu ballar ekşir. Bal şekerinin hiçbir ön işleme girmeden kana karışabilmesi bal tüketiminin çok daha dikkatli yapılmasını, kan şekerinin ani yükselmelerinin yol açacağı sonuçlar açısından gerekli kılmaktadır. Ayrıca kan şekerinin yüksek olmasının uzun dönemde de sağlık üzerine olumsuz sonuçlarının olduğu unutulmamalıdır. Arının yaşadığı çevre ve bir toplayıcı olması dolayısıyla çevre kirliliği etkileri arı ürünlerine de yansır. Bu maddelerin biriktiği başlıca arı ürünü bal mumudur. Ayrıca arıcılıkta kullanılan dezenfektanlar, parazit-böcek ilaçları, arının yayıldığı alanda yapılan tarımsal faaliyetlere ait ilaçlamalara ait kalıntıların insan sağlığı üzerinde uzun ve kısa dönem etkileri bulunabilir. Deli bal Karadeniz bölgesinin orman gülü bitkisinin yaygın olduğu bölgelerinde arı yetiştiricilerinin ürettiği zehirli bir bal çeşididir ve ılımlı miktarlarda tüketimi bile kullanıcılarda sağlık sorunlarına yol açabilir. Bal 1 yaşın altındaki bebeklere verilmemelidir. Bal içeriğinde bulunan değişik protein ve polenler duyarlı kişilerde sağlık sorunlarına yol açabilir. Arı balı en az 3000 seneden beri birçok rahatsızlığın tedavisinde kullanılmıştır. Bal eski Yunan, Mısır, hint ve Çin tıbbında kullanılmış, Kur'anda da şifa olarak nitelenmiştir. Alerjiler; Bal mevsimsel alerjiler için önerilmiş, ancak mevsimsel rinosinüzitlerde etkisiz bulunmuştur. Yanık tedavisinde; Balın yanık tedavisinde faydalı olabileceğine yönelik bazı zayıf kanıtlar bulunmaktadır.Ven yaraları;Bal veya bal ürünlerinin ven yaralarının tedavisinde kullanımını destekleyen bulgular bulunmamaktadır. Yara ve yanık tedavisindeki bu etkiler balın antiseptik/antimikrobiyal, osmotik, hidrojen peroksit ve asiditesine bağlı bakteriyel gelişimi önlemesine bağlanmıştır. Bal temel olarak iki monosakkaritin yoğunlaşmış bir karışımıdır. Bu karışımda su etkisi az olduğu için yani su moleküllerinin çoğunluğu monosakkaritlere bağlı oldukları için mikroorganizmaların hayatta kalmasını sağlayacak nemden ve sudan yoksundur. Böylelikle balda hiçbir mikroorganizma canlı kalamaz. Bunun içindir ki bal, asırlardır yanık, yara ve deri ülserlerini iyileştirmek için kullanıl
mıştır. Antimikrobiyal etki; Balın yüksek şeker oranı, hipertonositesini artırdığı için etrafındaki bakterilerin suyunu hipertonik alana çekip bakteri hücrelerinin büzüşmesini sağlar. Bir antiseptik olarak balın metisiline dirençli "Staphylococcus aureus" (MRSA) gibi dirençli bakterilere karşı etkili olabileceğini savunan araştırmalar mevcuttur. Bal içindeki hidrojen peroksit, tıbbi olarak kullanılan hidrojen peroksite üstündür. Balın içindeki hidrojen peroksit faal hale sulandırma sonucunda gelir. Yani, bal yara üzerine sürüldüğünde hidrojen peroksit yavaşca vücut sıvıları tarafından sulandırılarak etkili hale geçer. Hem yavaş olarak etkinlik kazanması hem de tıbbi hidrojen peroksitten daha düşük bir yoğunlukta bulunması balın mikropları öldürüp vücudun hücrelerinin zarar görmemesini sağlar. Bal pH'ı 3,2 ila 4,5 arasında olduğu için enfeksiyondan sorumlu bakterilerin çoğalmasını önler. Öksürük; Balın çocuklara öksürüğü önlediğine yönelik küçük kanıtlar bulunmaktadır. Akut ve kronik öksürüklerde kullanılmasını veya kullanılmamasını destekleyen güçlü kanıtlar bulunmamaktadır. Kanser; Bal kanser tedavisinde de önerilmiştir. Laboratuvar şartlarında kanser hücrelerini yok ettiği görülen balın kanser tedavisinde faydalı olduğu kanıtlanamamıştır. Önleyici etkiler; Bal içinde birçok polifenol yani doğal antioksidan olarak işlev gören madde barındırdığı için uzun dönem tüketimi sonucu kanseri önlediği, zararlı oksijen radikallerini zararsız hale getirdiği ileri sürülmektedir. İmmün sistem; İmmün sistemi baskılanmış kişiler bakteriyel veya fungal risk dolayısıyla bal kullanmamalıdırlar. Sadun Boro Sadun Boro (d. 1928, İstanbul - ö. 5 Haziran 2015, Marmaris, Muğla) Dünyanın çevresini 1965-1968 yılları arasında eşi Oda ve Kısmet adlı yelkenli teknesiyle dolaşan ilk Türk denizcidir. 1928 yılında İstanbul'da doğdu. Çocukluk ve gençlik yılları Caddebostan ve Marmara kıyılarında geçti. Denizcilik hayatına önce sandalla başladı; liseye geçtiği yıllarda ilk yelkenli teknesine sahip oldu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra 1948'de İngiltere'ye giderek Manchester Üniversitesi'nin Tekstil Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. 1952'de "Ling" adlı 11 metrelik bir yelkenliyle İngiltere'den Karayip Adaları'na kadar uzanan ilk açıkdeniz, Atlantik aşırı yolculuğunu bir İngiliz ile birlikte gerçekleştirdi. O zaman 'Cumhuriyet' gazetesinde tefrika olan bu gezinin anıları 2004'te "Bir Hayalin Peşinde" adlı eserinde neşredilmiştir. Bugünkü yelkenlisi 10,5 metre boyunda ve keç armalı "Kısmet", 1963'te Salacak'ta Athar Beşpınar'ın atölyesinde kızağa kondu. Hayatta en büyük emeli olan dünya seyahatine 1965'te Alman asıllı eşi Oda Boro ile beraber çıktı. Onlara Kanarya Adaları'nda aldıkları ünlü kedileri Miço eşlik etti. Üç yıl süren seyahatin anıları Hürriyet gazetesinde yayımlandı. Bu anılar, daha sonra "Pupa Yelken" adlı kitapta toplandı. Boro ailesi 1977-1979 arasında, o zaman sekiz yaşında olan kızları Deniz'le beraber Karayip Adaları'nı, Amerika'nın doğu sahillerini gezdi. 1980'den beri Bodrum'da yaşayan Sadun Boro özellikle Gökova, Göcek gibi güney Ege koylarının korunması için çaba harcamış, Okluk Koyu’nun ortasına Denizkızı heykeli yapılmasını sağlamıştır. Boro, gazete ve dergilere deniz ve doğa sevgisini aşılayan yazıları uzun süre yazmayı sürdürmüştür. Sadun Boro'nun 46 yıl boyunca bindiği ve yaklaşık 150 bin deniz mil yaptığı ’Kısmet’ adlı teknesi, İstanbul/Hasköy'deki eski Haliç Tersanesi'nin olduğu yerde, Rahmi Koç Müzesi'nde görülebilir. Teknesiyle dünya turu yapan ilk Türk olan 87 yaşındaki Sadun Boro, 05.06.2015 Marmaris’te tedavi gördüğü hastanede tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir. Sadun Boro’nun 22 Ağustos 1965'te başlayıp 15 Haziran 1968’de tamamlanan dünya seyahatinin rotası aşağıdaki şekilde gerçekleşmiştir: Malatyaspor Malatyaspor, Malatya 1. Amatör Ligi'nde mücadele eden futbol takımıdır. Sarı-kırmızı renklere sahip olan kulüp maçlarını Malatya İnönü Stadı'nda oynamaktadır. 1966'da, amatör küme takımlarından Adalıspor, Hürriyetgençlik ve Coşkunspor kulüplerinin Akınspor kulübüne katılmalarıyla kuruldu. Akınspor kulübü, yapılan genel kurulla sadece ismini değiştirerek Malatyaspor oldu. Kulübün sarı-kırmızı olan forma rengi aynen korundu. Ancak kurulduğu yıldan itibaren sarı-siyah formayla maçlara çıkan kulüp, 1980-1981 sezonunda sarı-siyah formayı değiştrerek yeniden sarı-kırmızıya döndü. 1967-1968 sezonunda 2. Lig'e alınan kulüp, ilk sezonunda 3. Lig'e düştü. 1968-1969 sezonundan itibaren beş sezon 3. Lig'de mücadele etti. 1972-1973 sezonu sonunda 3. Lig'den 2. Lig'e yükselen kulüp, 1976-1977 sezonu sonunda tekrar 3. Lig'e düştü. 1980-1981 sezonunda 3. Lig kaldırılıp 2. Lig ile birleştirilince otomatik olarak 2. Lig'e yükselmiş oldu. 1983-1984 sezonu sonunda namağlup olarak 2. Lig'de şampiyon olarak 1. Lig'e çıktı. 1987-1988 sezonunda 1. Lig'deki en iyi derecesini yaparak ligi 3. sırada tamamladı. Ancak, 1989-1990 sezonu sonunda 1. Lig'den 2. Lig'e düştü. 11 sezon 2. Lig'de mücadele ettikten sonra, 2000-2001 sezonu sonunda terfi maçları sonucunda tekrar 1. Lig'e çıktı. 2004 yılında UEFA Kupası'nda mücadele eden takım İsviçre'nin FC Basel takımını deplasmanda 2-1 mağlup etmiş, deplasman golü kuralıyla elendi. 2005-2006 sezonu sonunda 1. Lig'den düşerek o zamanlar iki kategoriye ayrılmış olan 2. Lig A Kategorisi'nde mücadele etmeye başlayan kulüp, 2008-2009 sezonunda 2. Lig A Kategorisi'ni 18. sırada bitirerek 2. Lig B Kategorisi'ne düştü. Borçları nedeniyle transfer yapamayan ve elindeki oyuncuları zamanla kaybeden kulüp, 2009-2010 sezonu sonunda 2. Lig B Kategorisi'nden 3. Lig'e düştü. 2010-2011 sezonunda da, 3. Lig'de mücadele edip 1. Grubu sonuncu sırada bitirerek Bölgesel Amatör Lig'e düştü. Bölgesel Amatör Lig'de -9 puanla 4. Grup'u sonuncu sırada bitirerek Malatya 1. Amatör Ligi'ne düştü. 2012-2013 sezonu öncesinde Malatya Belediyespor adını Yeni Malatyaspor olarak değiştirerek profesyonel liglerde Malatyaspor adını kullanmaya başladı. Malatyaspor Türkiye 1. Ligi'nde (Süper Lig'de) hiç şampiyon olamamış fakat 1 defa 3.'lük, 1 defa da 5.'lik kazanmıştır. Kalliope Kalliope (Yunanca: Καλλιόπη), Yunan mitolojisindeki müzlerden (ilham perileri) biri. Yunanca ""Καλλιoπε"" - ""güzel sesli""den gelmektedir. Müzlerin en büyüğü ve en zekisidir. Tanrı Apollo'dan Orfe ve Linus adlarında iki oğlu olmuştur. Kalliope epik şiirin, destanların ilham perisidir. Bu yüzden, mitolojiye göre, şairlere epik şiirleri, destanları ilham eden, yazdıran odur. Erato Erato (Yunanca: Ἐρατώ, anlamı: "sevimli"), Yunan mitolojisinde, 9 müzden (ilham perileri) birisidir. Lirik şiirin, aşk şiirlerinin ve korolu şiirlerin ilham perisidir. Arcas'dan Azan isminde bir oğlu olmuştur. Çoğunlukla bir lir ile resmedilmiştir. Tevbe Suresi Tevbe Suresi (Arapça: سورة التوبة) veya Berâe Suresi, Kur'an'ın dokuzuncu suresidir. Tamamı Medine'de indirilen(son iki ayet hariç) indiriliş sırasıyla 113. sure olan Tevbe, 129 ayettir. Adını, Allah'ın kendisine samimiyetle inanan ve tövbe edenleri affedeceğini bildirdiği 104. ayetinden almaktadır. Diğer surelerin aksine bu surenin başında 'besmele' bulunmamaktadır. İslam alimleri bunu Enfal Suresi'nin devamı niteliğinde olduğunu belirtse de diğer alimlere göre inkarcılara bir uyarıyla başladığı için içinde Allah'ın 'rahmet' isimleri geçen besmelenin konmadığı yönündedir. Tevbe Suresi, Mekkeli paganlara bir uyarı niteliğindedir. Keza ilk ayeti de bu yönde bir uyarıyla başlamaktadır: ""Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ültimatomdur."" Surede yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmayan putatapanlara "haram aylar"ın bitmesine kadar süre verildiği, süre bitiminde nerede bulunurlarsa yakalanıp öldürülecekleri, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği ifade edilir. Tevbe Suresi'nin başında besmele bulunmaması hakkında İslam bilimcileri iddialar öne sürmüşlerdir. İlk beş ayetine kılıç ayetleri ismi verilen Tevbe suresinde baştan sona bir tehdit havası vardır. Tradisyonalizm Tradisyonalizm ya da tradisyonalist ekol, kişi veya topluluk düzeyinde ve gündelik yaşamdan bilgi anlayışına kadar pek çok alanda yönlendirici unsurun zaman ve mekanı aşan ilahi-kutsal ilkelere dayalı olması gerektiğini iddia eden felsefi ve mistik akım. Çağ öncesi toplumlarda kutsal gelenek yaygın bir kabul gördüğünden ya da en azından muarız anlayışlar yaygın bir geçerlilik kazanmadığından tarihte "Tradisyonalizm" şeklinde bir düşünce ekolüne ve bu ekole mensubiyet anlamında "Tradisyonalist" şeklinde bir vasıflandırmaya rastlanmamaktır. Özellikle Aydınlanma çağı ve sonrasından başlayıp çağdaş döneme kadar geçen süreçte hemen her alanda tarihi ve geleneksel olandan kopuş bu kopuşu eleştiren ve kutsal kaynağından kopmayan geleneği savunan kişi ve düşünme tarzlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Tarihte Tradisyonalist sıfatıyla maruf kişiler olmasına karşın özel olarak Tradisyonalizm ismiyle anılan ekolün ilk sözcüsü Fransız metafizikçi, yazar René Guénon'dur. Ekol, "Perennializm", "Perennial Felsefe" veya "Sophia Perennis" olarak da bilinmektedir. Tradisyonalist Ekolün diğer kurucuları Seylanlı bilgin Ananda Coomaraswamy, ve İsviçreli ressam,şair ve metafizikçi Frithjof Schuon'dur. Söz konusu ekole mensup diğer yazarlardan bazıları; Titus Burckhardt, Martin Lings, William Stoddart, Marco Pallis, Seyyid Hüseyin Nasr, Leo Schaya, Gai Eaton, William Chittick, Rama Coomaraswamy, James S.Cutsinger, Joseph Epes Brown, Huston Smith, Osman Bakar. Ayrıca tradisyonalist fikirlerden az veya çok etkilenen Julius Evola, Mircea Eliade, Henrich Zimmer gibi yazar ve akademisyenler de bulunmaktadır. Tradisyonalist ekolün aşağıda yer alan bazı ilkeleri tüm yazarlarınca benimsenmekte ancak çeşitli geleneklere yaklaşımları bakımında aralarında farklılar bulunabilmektedir. Hristiyan geleneği örneğin Rene Guenon tarafından inisiyatik niteliğini tamamen yitirmiş kabul edilirken Frithjof Schuon'un bazı yazı
larında aksi bir görüşe rastlanabilmektedir. Bu noktada ekole mensup yazarlar arasında Guenon'un fikirlerini benimseyenler ile Schuon'un fikirlerini benimseyenler arasında bir ayrım yapanlar dahi bulunabilmektedir. 1. Tüm otantik dini gelenekler Primordial Gelenekten neşet ettiklerinden ortodoks (sahih)turlar. Aynı, biricik kaynaktan geliyor olsalar da formları itibarıyla farklılık gösteren geleneklerin zahiri boyutlarının dışında ancak deruni sezgisi gelişmiş, manevi eğitimden geçmiş kişilerce anlaşılabilen bâtıni-mistik boyutları bulunmaktadır. Asli birliği en çok tezahür ettiren de zahir değil bu bâtıni boyuttur. Ancak her biri belirli bir ilahi amaca matuf olarak gönderildiğinden dinlerin birbirleriyle eşitlenmesi veya dinlerden kimi unsurları bir araya getirerek oluşturulacak bir senkretik hareket bu ilkenin doğasına aykırı bir beşeri müdahaleyi gerektireceğinden geleneğe uygun (sahih) bir tutum olmayacaktır. Ayrıca dini konularda bireysel tavır farklılığı istenilen bir durum değildir. Bkn. Manevi Yöntem Üzerine 2. çağdaş "ilerleme" idealinin aksine tüm geleneklerde ifade edildiği gibi dünya,(özellikle de batı dünyası) entelektüel ve manevi düşüş içindedir. Klasik Batıda Demir Çağı, Hindularda Kali Yuga, Müslümanlarda Ahir Zaman olarak bilinen bir zaman diliminde yaşamaktayız. Bunun sonucu olarak hem entelektüel dünyada hem de gündelik yaşamda ilkeye zıt hatta ona hasmane düşünme ve yaşama biçimleri yaygınlık kazanmıştır. 3. Diğer medeniyet ve kültürlerden farklı olarak Batı dünyası Primordial Gelenekle bağını ilk tohumları ortaçağda atılan ve rönesans ve reform çağında ivmesini gittikçe arttıran gelişmelerle hızla yitirmiştir. İlke'den uzaklığı açısından batı medeniyeti diğer medeniyetlerle karşılaştırıldığında "anomalilik" arzeder. (bk. Rene Guenon, "Doğu ve Batı, çağdaş Dünyanın Bunalımı") Tradisyonalist ekolü yazarlarının "tradisyon" kelimesiyle kastettikleri, Türkçede de gelenek ifadesinin karşılığı olan ve sadece tarihi bakımdan ve bir sıfat olarak geçmiş günümüze gelen bir şeyi işaret etmemektedir. Rene Guenon, tradisyon ile halk arasında az veya çok anlamı kaybolmuş adetleri birbirine karıştırmamak gerektiğini ifade ederken bu ayrıma dikkat çekmektedir. Tradisyon burada kaynağı yaratıcı ilk ilke olan ve ancak ehil kişilerin gerçek manasına nüfuz edebildiği ezoterik bilgidir. Tradisyon, insanoğlunu semaya bağlayan, tradisyonel bilimler, ayinler ve erginleme (initiatory) pratiklerinin çeşitli formlarını işaret eder. Genel inanan kitlesi ise tradisyonun en dış ve biçimsel yönüne iştirak edebilmekte, daha öte bir anlayışa kavuşmak için "inisiyasyon" denilen erginleştirme işleminden geçmek ve tüm irade ve anlayış kabiliyetini kullanmak gerekmektedir. Guenon, çağdaş zihniyetin etkisiyle tradisyonel düşüncenin bazı çevrelerce kasıtlı bile olmaksızın çarpıtıldığını ve hakiki tradisyonel düşüncenin ortaya çıkarılması için nereye bakılabileceğinin bile artık bilinemediğini ve insanların, tradisyon ifadesi altında kendilerine sunulan ve özünde tradisyon karşıtı, hatalı düşünceleri kabule fazlasıyla hazırlıklı olduklarını söyler. Guenon'un tradisyon ile ilgili dikkati çektiği bir başka nokta da çağdaş zihniyetin tradisyon kelimesini kullanma biçimidir. Tradisyon kelimesi "adet" veya "davranış biçimi" kelimeleriyle eşanlamlı kullanılmakta ve böylelikle tradisyon daha düşük beşeri düzeyle ve derin bir anlamdan tamamen yoksun şeylerle karıştırılmaktadır. Diğer ve daha incelikli deformasyonlar da bulunmaktadır ve hepsinin ortak özelliği tradisyon düşüncesini tamamen insani düzeye indirgemesidir. Oysa insanüstü düzenden bazı unsurları içermeyen hiçbir şey gerçek manada tradisyonel olamaz. Tradisyonu tamamen insani düzeyle ve bu düzeyin psikolojik, sosyal boyutlarıyla ilişkilendiren çağdaş sapmanın bir başka biçimi de tradisyonun bazı şekillerini "dinler"le karıştıran, din ve tradisyonları sadece insani unsurlarla açıklamaya çalışan akademisyenlerdir. Tradisyonalist yazarlar din kelimesinden ziyade içinde dinin ilke ve uygulamaları olduğu kadar mistik ve ezoterik nitelikli bilgi ve tavırları, toplumsal kaideleri gibi çok daha geniş bir alanı kapsayan tradisyon kelimesini kullanmaktadırlar. Rene Guenon kökü ilkeye dayanan tradisyonun uzakdoğu tradisyonunun bazı kollarında olduğu gibi mutlaka dini bir biçim altında varlığını göstermesinin gerekmediğini çok net bir şekilde dile getirmiştir. Din, tabiri bu okulun yazarlarınca ezoterik bilgi değil daha çok zahiri, dışsal kulluk tavrını ifade eden bir kullanım kazanmış görünmektedir. Tradisyonalistler her dinin temel inanç ilkelerinin kutsal bilginin bazı farklı cephelerini gösterdiğini ve bu sebeple de kişilerin kendi dahil oldukları itikatları sebebiyle hemen reddetmelerinin doğru olmadığı görüşündedirler. Seyyid Hüseyin Nasr gibi bir müslüman tradisyonalist örneğin Hristiyanlığın üçlük ilkesinin kutsal bilgi evreninde bir yeri olduğuna ve bu sebeple sırf diğer dinlerin itikatlarında bulunmadığı için hemen reddedilmesi veya üçlük ilkesinin kaldırılmasının doğru olmadığını kabul etmektedir. Buna göre Tanrı'nın kendisini farklı yollarla, farklı dini dünyala izhar etmekte ve bu durumda İsa'nın İslam ve Hıristiyanlıktaki iki değişik tasvirinin ikisi de doğru olmaktadır. Hristiyanlığın kendisine inananları kurtaran bir din olarak değil ve fakat ezoterik bilgiye ulaştıran inisiyatik bir yol olarak geçerli olup olmadığı hakkında ise tradisyonalizmin kurucu yazarları Rene Guenon ile Frithjof Schuon arasında farklılık bulunmaktadır. Rene Guenon Hristiyanlığın kutsal sembollerini günümüzdeki din adamları asıl anlamlarını bilmiyor olsa da içeren tek mezhebin Katoliklik olduğunu kabul etse de Hristiyanlığın inisiyatik karakterini hâlen korumadığı ve sembollerin asıl anlamlarının çoktan unutulduğunu belirtir. Frithjof Schuon için ise Hristiyanlık özellikle Ortodoks Hesikast gelenekte ve hatta Guenon'un reddetmesine rağmen Protestan mistik yollarda inisiyatik niteliğini devam ettirmektedir. Schuon ile ilişkili olan tradisyonalist yazarlar onun bu görüşünü kabul etmekteyken Guenon'u takip eden tradisyonalistler ise Guenon ile mutabık bir şekilde Hristiyanlığın inisiyatik niteliğini yitirdiğine kanidirler. Guenon için Hinduizm, İslamiyet, Taoizm ve Budizm inisiyatik niteliğini korumakta ve fakat Hinduizm bir Hindu kastında doğmamış olanlara kapalı, Taoizm ise ulaşılamazdır. Ancak her halükarda Guenon bile inisiyatik erdiriciliğini kabul etmese de Hristiyanlığın genel inanan kitlesi için bir kurtuluş yolu olduğunu reddetmemiş, kendisi tasavvuf yolunu seçmekle birlikte eserlerinde tasavvufun tek geçerli inisiyatik yol olduğunu ifade eden tek bir satır bile kaleme almamıştır. Bu sebeple Martin Lings'in tanıklığıyla Guenon'un okuyucuları onun tasavvuf yolundan giden bir müslüman olduğunu ancak ölümünden sonra öğrenmişlerdir. Guenon ezoterik mesajını Batı'ya Hinduizmin kavramlarını kullanarak aktarmayı tercih etmiştir. Martin Lings, Guenon'un bu yolu tercih edişinin sebebini Hinduizmde ezoterik ve egzoterik alanlar arasında hakikati örtecek denli bir ayrılık olmayışı ve doğrudanlığında göstermektedir. a) Olumsuz Eleştiriler Kimi yazarlar Tradisyonalist ekolü, savundukları gelenekler ve dinlere aykırı olarak ve her ne kadar dinlerin zahiren değil ezoterik yönleri itibarıyla "birlik"lerinden bahsediyor olsalar da "dini çoğulculuğu" savunduğu, eklektik hatta kökeninde Tradisyonalistlerin karşı çıktığı okült akımların yer aldığı çağcıl bir yapı arzettiği ve modernizm i eleştirdiği halde modernite yerine herhangi bir alternatif sistem getirmediği şeklinde eleştiriler yöneltilmiştir. Diğer bir eleştiri de Tradisyonalistlerin gelenek içerisindeki beşer kaynaklı unsurlar ile kutsal nitelikteki unsurların arasını ayırmamaları ve toptan bir yaklaşım sergiledikleri yönündedir. Tradisyonalizm eleştirmenleri arasında isimleri en çok geçen iki kişi Mark Sedgwick ile Mahammad Legenhausen'dir. Kahire Amerikan Üniversitesinde görevli akademisyen Mark Sedgwick konuyla ilgili eleştiri ve değerlendirmelerini “Against Modernity: Western Traditionalism and Islam” adlı kitapta toplamış, ayrıca bazı makalele ve röportajlarıyla da görüşlerini açıklamıştır -bkz. Traditionalism: René Guénon's legacy today-Interview- ve halen İran Akademisinde din felsefesi ve din bilimleri üzerine ders veren Muhammad Legenhausen de yazdığı ve başlığı "Why I am not a Traditionalist" olan makalesiyle Tradisyonalist ekolü ve iddialarını eleştirmiştir. Geleneksel müslüman çevreler tradisyonalizmi, ayet, hadisler ve geleneksel fıkıh mezhepleri açısından eleştirmiş ve dinlerin aşkın birliği yaklaşımının İslam ile uyuşamayacağını öne sürmüşlerdir. Kendisi de sonradan İslamiyete girmiş ve Guenon gibi Şazeli tarikatına mensup olan Nuh Ha Mim Keller, Tradisyonalistlerin tüm dinlerin evrensel manada geçerliliğine ilişkin iddiaları ele aldığı yazısında ne İbn Arabi gibi sufilerde ne de geleneksel İslam'daki mezhep imamlarında böyle bir görüşe dayanak bulunamayacağını ifade etmektedir. Yazı için bkz. On the validity of all religions in the thought of ibn Al-'Arabi and Emir 'Abd al-Qadir Aynı şekilde geleneksel Hristiyan çevreler de kilise dışında kurtuluş olduğunu kabul etmeyerek dışlayıcı ("exclusivist") bir tutum takınmakta ve Perennial Felsefeye karşı çıkmaktadırlar. İnhisarcı ("inclusivist") olan Hristiyanlar ise ancak Mesih'i bilmeyenler için kurtuluşun söz konusu olabileceğini kabul etmektedirler. İsa Mesih dışında bir kurtuluş yolu olmadığını kabul eden Roma Katolik Kilisesi ise II. Vatikan konsülü sonrasında inhisarcı bir tutum seçmiştir. Bunun için bknz. Christianity and Perennial Philosophy b) Olumlu Eleştiriler Tradisyonalizme teolojik açıdan getirilen eleştirilerle birlikte Tradisyonalist yazarların dikkat çektikleri bazı noktaların önemli olduğu kabul edilmektedir. Bunlardan ilki modernizm eleştirisidir diğeri de modernite etkisiyle geleneksel dinlerin yorumunda oluşan dönüşüm ve geleneğin değer ve anlamının kaybıdır . Tradisyonalistler tarihi ve çağdaş dinler ve tarihi ve çağdaş mistik yollarla ilgili "otantikli
k" problemini incelemişlerdir. Otantikliğin neyi ifade ettiği, tarihi dinlerin kendi bünyelerinde ve diğer dinlerle karşılaştırıldığında otantikliği ve çağdaş spiritüel hareketlerin otantikliği gibi konular önde gelen Tradisyonalist yazarlarca (özellikle Rene Guenon, Frithjof Schuon ve Ananda Coomaraswamy) derinliğine ve özgün bir hermenötik metodolojiyle incelenmiştir. Tradisyonalist yazarların ekserisinin batılı oluşları ve batı literatürüne hakimiyetleri, batı ülkelerinin yaşadıkları sorunları yakından müşahede etmeleri bu noktada batı medeniyetine güçlü eleştiriler getirmelerini olanaklı kılmıştır. Tradisyonalizmin genellikle eleştirilmeyen ikinci yönü de çağdaş, küresel ekonomi-politiğin etkisi altındaki dinsel dönüşümlere ve dini oluşumlara karşı mesafeli bir duruş kazandırmasıdır. Sosyolojik perspektifler ve post-modern çoğulcu yaklaşımlar nevzuhur dini oluşumları sadece toplumsal işlevleri, bireylerin kendilerini ifade etme biçimleri ve sadece "insan hakları" açısından yaklaşımlarda bulunmalarına karşın tradisyonalistlerin bu oluşumlara karşı tutumu son derece keskin bir şekilde reddiyecidir. Tradisyonalist okul ile karşı karşıya gelen ilk müslüman ülke İran'dır. Bunun en önemli ve belki de başlıca sebebi Frithjof Schuon'un izinden giden ünlü müslüman Tradisyonalist ve akımın yaşayan en önde gelen temsilcisi Seyyid Hüseyin Nasr'ın anavatanı oluşudur. Nasr'ın İslam devrimi öncesinde Şah ile iyi ilişkileri ve İran Felsefe Akademisi'nin başında bulunuşu devrim sonrası mollaların Nasr ile arasını bozmuş ve ülkesine girmesi yasaklanmış olsa da Nasr'ın çalışmaları Tradisyonalizmin ülkenin entelektüelleri arasında tanınmasına yol açmıştır. Nasr'ın akademisinin ilk üyelerinden olan Daryuş Şayegan İslam devrimi sonrasında ülkesini terk etmiş ve Fransa'ya yerleşmişti. Şayegan 1960'ların sonunda herhangi bir geleneksel toplumun var olup olmadığını araştırmak amacıyla Sanskritçe çalışmış ve Hindistan'a seyahat etmişti. Seyahatları sonucunda herhangi bir geleneksel toplumun olmadığını sadece modernliğe yönelik geçiş aşamasında uygarlıkların bulunduğu sonucuna varmış ve liberaller arasına katılmıştı. Ancak tradisyonalizme yönelik ilgi İran entelektüelleri arasında var olmaya devam etmiş ve 1990'ların ortalarında Guenon, Schuon, Nasr, Burckhardt ve Lings gibi tradisyonalist yazarların eserleri Farsça'ya çevirilmişti. Arap dünyasında genel olarak Tradisyonalizme kayıtsız kalınmış olmakla birlikte Cezayir ve Fas gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinde birkısım entelektüellerin manevi arayışları için bir seçenek olmuş ancak genel toplum katında önemli bir etki bırakmamıştır. Küçük bir grup Cezayirli entelektüelin Guenon'u okuyuşu yaklaşık 1967 yıllarına kadar geri gitmektedir. Cezayir'in önde gelen entelektüellerinden Raşid bin İsa modernizme yönelik eleştirilerinin merkezinde tradisyonalist analizleri yerleştirmiştir. Raşid bin İsa Tradisyonalizmin eğitimli kitleyi İslamiyete döndürmekte yardımcı olacağını ancak eğitimsiz veya az eğitimli kitlenin ise tradisyonalizmi muhtemelen yanlış anlayacağını ve onu islam dışı ve hatta İslam karşıtı görebileceğine dikkati çekmiş ve bu sebeple Tradisyonalistlerin eserlerinin Arapça'ya çevrilmesine karşı çıkmıştır. Cezayir'e göre daha rahat politik ve ekonomik koşulları olan Fas'da ise Tradisyonalizm daha başarılı olmuş ve 1960'larde frankofon çevrelerde Guenon tanınan biri haline gelmişti. Türkiye'de ise Tradisyonalizm diğer ülkelerdeki gibi bir yapılanma içerisine girmemiş, Tradisyonalist bir grup, organizasyon oluşmamış bunun yerine Yeryüzü Yayınları, Ağaç Yayıncılık, İnsan Yayınları ve İz Yayıncılık gibi yayınevlerinin geniş çeviri çalışmalarıyla Tradisyonalist yazarların eserleri Türkçede de ulaşılabilir hale gelmiştir. Türkçede ilk Tradisyonalist metin 1979 yılında Guenon'un "La tawhid" adlı makalesinin Kubbealtı Akademi Mecmuası'nda Mustafa Tahralı tarafından yapılan çevirisiyle yayınlanmıştır. Tahralı 1960'lı yıllarda Paris'deyken Guenon'un varlığını öğrenmiş ve tradisyonalist yazar Michel Valsan'ın oğlu Ahmed Valsan ile temas kurmuştur. 1973 yılında Sorbonne'da doktora tezini verdikten sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde göreve başlamış ve fakültenin tasavvuf bölümünün başına geçmiştir. Rene Guenon'un Türkçeye ilk çevrilen kitabı ise [Yeryüzü Yayınları] tarafından 1979 yılında yayınlanan Modern Dünyanın Bunalımı'dır (Çeviren: Nabi Avcı). Yeryüzü Yayınları, Modern Dünyanın Bunalımı'ndan sonra, 1980 yılında Guenon'un Doğu ve Batı (Çeviren: [Fahrettin Arslan]) adlı eseriyle Martin Lings'in Antik İnançlar Modern Hurafeler (Çevirenler: Nabi Avcı-[Ufuk Uyan]) adlı eserini yayınlamıştır. Yeryüzü Yayınları tarafından 1982 yılında da Martin Lings'in Yirminci Yüzyılda Bir Veli (Çevirenler: [Ufuk Uyan]-[Bekir Şahin]) adlı eseriyle Seyyid Hüseyin Nasr'ın İnsan ve Tabiat (Çeviren: Nabi Avcı) adlı eserleri yayınlanmıştır. Türkiye'de en popüler Tradisyonalist yazar Seyyid Hüseyin Nasr olmuştur. Öyle ki Nasr'ın kendi anadilinde yayınlanan ve İngilizce'ye çevrilmeyen kitapları bile Türkçeye çevirilmiştir. Nasr'ın Türkiye'de diğer tradisyonalist yazarlardan daha fazla tutulmasının muhtemel sebeplerinden biri onun diğer yazarlardan daha çok İslamiyet üzerinde durması olduğu düşünülebilir. Türkiye'de daha az felsefi ve daha çok İslami vurgusuyla sunulmakla birlikte Tradisyonalizm Kuzey Afrika ve İran'dan çok daha fazla İslam dışı olduğu iddiasıyla eleştirilmiştir. Tradisyonalistlerin eserlerinin Fas ve Cezayir'de Fransızca bilen bir kesim tarafından okunmasına karşılık Türkiye'de aynı eserlerin geniş bir kitle tarafından Türkçede okunabilmesi söz konusu eleştirilerin daha güçlü yapılabilmesine imkân tanımıştır. Bunun en belli başlı örneklerinden bazıları arasında İslamcı hareketle ilişkili olan Zübeyir Yetik adlı gazetecinin 1992'de yayınladığı İnsanın Yüceliği ve Guenoniyen Batınilik adlı eser ve Haksöz adlı dergideki bazı makaleler yer almaktadır. En geniş müslüman topluluklarına sahip olan Rusya'da ise Tradisyonalizm Dugin'in Avrasyacılığındaki gibi öncelikle politik olarak algılanmıştır. Gaydar Cemal sol Pamyat'ı Alexandr Dugin ile birlikte terk etmiş ve 1990 yılında Ahmet Kadı Aktaev tarafından Astrakhan'da 1990'da kurulan İslami Rönesans Partisinin (PIR) kurucu üyelerinden biri olmuştur. PIR'ın yayın organı Tevhid'in editörü ve Moskova'daki araştırma merkezinin müdürü olan Cemal dergide İslamiyeti Tradisyonalist terimlerle analiz etmiş ancak diğer tradisyonalistlerde görülmeyecek şekilde bir tarih perspektifini de bu analizine eklemiştir. Julius Evola'nın etkisinde kalan Cemal'e göre otantik İslam konformist değildir ve hayati karakterini, muhalefet, özdeşleşmemek, uyuşmazlık oluşturur. Bir Hristiyan için Tanrı hiper-konformizmle eş anlamlı olsa da İslam Tanrı'nın 'konsensus'a indirgenmesine karşı bir protestodur. Bu nedenle İslam kişinin kendisini tanrılaştırmasına ve profan elitciliği de içeren dünyanın kötülükleriyle savaşır. Pek çok kişi için aşırı bulunan Tradisyonalist İslamcılığın temsilcisi olan PIR 1992'de Yeltsin ile ve onun Rusya demokrasisi projesiyle tüm ilişkilerini koparmıştır. Mark J. Sedgwick - Modern Dünyaya Karşı, Hece Yayınları, 2016 Ranjit Fernando (Editör) - The Unanimous Tradition-Essays On the Essential Unity of All Religions Harry Oldmeadow - Traditionalism: Religion in the Light of the Perennial Philosophy Harry Oldmeadow - The Betrayal of Tradition : Essays on the Spiritual Crisis of Modernity Mark J. Sedgwick - Against the Modern World: Traditionalism and the Secret Intellectual History of the Twentieth Century Hüseyin Yılmaz - Ezeli Hikmet (İnsan Yayınları) Osman Atasoy Osman Atasoy (d. 22 Temmuz 1957, İstanbul), 1992-1997 yılları arasında "Uzaklar" adlı teknesi ile dünyayı dolaşan Türk denizcidir. 1957'de İstanbul'da dünyaya geldi. Galatasaray ve Fenerbahçe Spor Kulüplerinde kürek ve yelken yaptı. "Poyraz" adlı altı metrelik yelkenli sandalıyla Marmara ve Ege'yi dolaştı. İstanbul Üniversitesi'nde sosyoloji öğrenimi gördü. 1992’de eşi Zuhal ile beraber 8,5 metrelik yelkenlisi ""Uzaklar"" ile İzmir’in Sığacık koyundan yola çıkan Osman Atasoy 40 bin deniz mili yol katettiği deniz seyahatini 1997’de tamamlayarak Türkiye'ye döndü. Yolculuk sırasında, 1995’de Yeni Zelanda’da kızı Deniz dünyaya geldi. Uzaklar, dünyayı dolaşan ikinci Türk bayraklı tekne ve dünyayı dolaşan en küçük Türk teknesi olmuştur. Osman Atasoy, seyahatten sonra çeşitli TV kanallarında çalıştı. Dünya seyahatinin anılarını "Uzaklar-Atasoylar’ın Dünya Seyahati" adlı kitapta topladı. İlk eşi Zuhal Atasoy ile evliliği 2004 yılında sona eren Osman Atasoy, Ekim 2008'de Sibel Karasu ile birlikte yapımını Deniz Ticaret Odası’nın üstlendiği "Uzaklar 2" adlı yeni bir yelkenli ile Horn Burnu'nu geçmek üzere yeni bir seyahate çıktı. Atasoy, ilk dünya seyahatini gerçekleştirdiği "Uzaklar" adlı yelkenlisini Beşiktaş, İstanbul’daki DenizMüzesi'ne bağışladı ancak tekne daha sonra Rahmi Koç Müzesi'ne verildi. Dünya Seyahati sırasında Atasoyların izlediği rota aşağıdaki gibidir: Osmanatasoy.org web sitesi Yeşil Burun Adaları Yeşil Burun Adaları (Portekizce: Cabo Verde, ), Atlas Okyanusu’nda, Senegal ve Moritanya açıklarında bulunan bir Afrika ülkesi. 10 ada ve 8 adacıktan oluşan bir takımadadır. En büyük üç ada Santiago, Santo Antao, Boa Vista'dır. Başkenti, Santiago adasındaki Praia'dır. Büyük adalar 50–60 km. uzunluğundadır. Ülkenin ismi Portekizce bir kelime olan "Cabo Verde"'den (Türkçe: "yeşil burun") gelmekte olup, Afrika kıtasının en batısındaki noktalarından birini oluşturması nedeniyle uçtaki yeşil alan anlamında kullanılmaktadır. Bölgeyi ilk keşfeden Portekizli kaşifler Cabo Verde adalarının keşfinden birkaç yıl önce keşfettikleri Cap-Vert'ten yola çıkarak buraya da yeşil burun ismini vermişlerdir. Cabo Verde devleti 24 Ekim 2013 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde ülkelerin resmî isminin bundan sonra "Republic of Cabo Verde" olduğunu beyan etmiş ve ülke isminin bunda sonra bu hali ile kullanıla
bileceğini ve diğer dillere (Türkçe: Yeşil Burun, Almanca: Kap Verde, Fransızca: Cap-Vert vb.) birebir çevrilemeyeceğini belirtmiştir. Batı Afrika'ya dahil edilen Atlas Okyanusu'nda bir ada devlet olan Yeşil Burun Adaları, Senegal açıklarında Afrika ana kıtasının 570 km batısında yer almaktadır. Ada ülkesi dünyanın büyük levhalarından biri olan Afrika levhası içerisinde yer almaktadır. Toplamda 4.033 km²'lik bir alan sahip olan ada, 965 km'lik sahil şeridine sahiptir. Ülkeyi oluşturan toplam on sekiz adanın onunda nüfus yaşamaktadır. Nüfusun olduğu söz konusu on adanın altı tanesi Barlavento Adaları'nı (Türkçe: "Rüzgarüstü adaları"), dört tanesi ise Sotavento Adaları'nı (Türkçe: "Rüzgaraltı adaları") oluşturmaktadır. Ülkenin en yüksek noktasını 2.829 m ile Pico do Fogo Dağı oluşturmaktadır. İklimi ılıman ve kararlı sıcaklıklar ile aşırı kuraklık belirler. Yağışlar düzensizdir, periyodik kuraklıklara neden olur.Dağlık Rüzgarüstü Adaları erozyonun derin oluklar oluşturduğu sarp bir yapı gösterir. Adalar volkanik kökenlidir, çoğunlukla ova ve alçak bölgelerden oluşmuştur. Uzun süreli kuraklıklar; görüntü kirliliği yaratan rüzgarlar; volkanik ve sismik aktiviteler ülke için tehlike yaratmaktadır. Tuz, bazalt kayalıkları, pozzuolana (silisli volkanik atıklar, su basınçlı çimento üretiminde kullanılır), kireçtaşı, kaolin, balık ülkenin başlıca doğal kaynaklarıdır. 1456’da Portekizliler adalara geldiğinde henüz yerleşim yoktu. Afrika’ya yakın olması nedeniyle önemli bir liman ve köle ticareti merkezi haline geldi. Bugünkü halkının kökleri bu Portekizli yerleşimcilere ve köle Afrikalılara dayanır. Ülke 1975’te Portekiz’den bağımsız hale gelmiştir. Doğal kaynak ve yağış azdır. Ekonomi her yönüyle Portekiz’e bağımlıdır. Adalarda yaşayan nüfustan daha fazla Yeşilburunlu ABD, Portekiz, Angola başta olmak üzere bazı Avrupa ve Afrika ülkelerine göç etmiştir. Adanın nüfusu 429.000 olup nüfus üçte ikisinden fazlası Avrupalı beyazlarla Afrikalı Siyahilerin karışımından oluşmuş Mulattolardan meydana gelir. Geri kalanı ise Avrupalı beyazlar ve Afrikalı siyahilerden oluşur. 20. yüzyılda birkaç kez kıtlıkla karşılaşan adalıların önemli bir kısmı, yaşamlarını başka ülkelerde sürdürmek için göç etmişlerdir. Günümüzde ülke vatandaşlarının neredeyse iki katı yurt dışında yaşamaktadır. Dini inanç olarak çoğunluk Roma Katoliği olduğu gibi Protestanlar da mevcuttur. Ülkede Portekizce(resmi) ve Crioli(Kreol) dilleri konuşulur. Ekonomiye genel bakış: Kape Verde`nin kişi başına düşen gayri safi millî hasılasının düşük olmasının sebepleri; fakir doğal kaynakları, ciddi su sıkıntısı ve uzun ömürlü kuraklıklardır. Gayri safi millî hasılanın %70`ini karşılayan ticaret, ulaşım ve amme hizmeti sektörleri ülkenin servise dayalı ekonomisini oluşturur. Ülke nüfusunun %70`ine yakın kesimi kırsal bölgelerde yaşasa da, tarımın 1995 gayri safi millî hasılasındaki payı balıkçılığın %1.5`ini yüklendiği %8 oranındadır. Gıda maddelerinin yaklaşık %90`ı ithal edilmektedir. Balıkçılık potansiyeli, özellikle ıstakoz ve ton balığı, tamamen işlenmemektedir. Cape Verde`nin yükselen yıllık ticaret açığını, gayri safi millî hasılanın %20`sinden fazlasını karşılayan göçmen havaleleri ve yabancı yardımlar finanse etmektedir. Antu (mitoloji) Antu, Sümer yaratıcılık tanrıçasıdır. Gökyüzü tanrısı Anu'nun eşidir. Daha sonraki dönemlerde tanrıça İştar, birçok antik mezopotamya tanrıçası gibi, Antu'nun da yerini almıştır. Atar Atar, antik Pers mitolojisinde ateş ve saflığın tanrısı. Tanrılar kralı Ahura Mazda'nın oğludur. Modern Zerdüşt inancında hâlâ varlığını sürdürmektedir. "Ateşlerin ateşi" anlamına gelen ve Zerdüştilikte kutsal kabul edilen ateştir. Zerdüştiliğe göre, kutsal olan diğer ateşlerden farklı olarak din mensuplarını bir araya getirmesinden ötürü bu adı almıştır. Galata Mevlevihanesi Galata Mevlevihanesi veya diğer adıyla Kulekapı Mevlevihanesi, Türkiye'nin İstanbul ilinin Beyoğlu ilçesinde bulunan eski bir mevlevihane. Günümüzde Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla müze olarak faaliyet göstermektedir. 1491 yılında İskender Paşa tarafından yaptırılan ve şehirdeki ilk mevlevihane olma niteliği taşıyan Galata Mevlevihanesi'nin ilk şeyhi Semâî Mehmed Dede idi. 1500'lerin ikinci yarısıyla 1600'lerin başı arasındaki süreçte Halvetilik tarikatına bağlı bir zaviye ve derslik olarak kullanıldı. Farklı zamanlarda çeşitli onarım ve ekleme çalışmalarının sonucunda bir külliye hâline geldi. 25 Ekim 1925'te çıkarılan tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve bazı unvanların yasaklanması ve kaldırılmasına dair kanun çerçevesinde faaliyetlerine son verildi. Bu dönemden sonra mevlevihanenin ana yapısı ilkokul ve lojman, diğer bölümleri ise farklı amaçlarla kullanıldı. Çeşitli girişimler sonucunda müzeye dönüştürüldü ve 27 Aralık 1975 günü Divan Edebiyatı Müzesi adıyla ziyarete açıldı. Bu tarihten sonra dönem dönem restorasyon çalışmaları yapıldı. 2007'de başlayan son restorasyonun ardından, 21 Kasım 2011'de Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla hizmet vermeye başladı. Günümüzde mevlevihane bünyesinde semahane ve derviş odalarını kapsayan ana yapı, Halet Efendi Kütüphanesi, Sebili ve Türbesi, Şeyh Galib Türbesi, Hasan Ağa Çeşmesi, sarnıç, hâmûşân, Adile Sultan Şadırvanı ve çamaşırhane bulunmaktadır. Mevlevihane yapılmadan önce ağaçlarla kaplı olan ve Bizans İmparatorluğu döneminden kalan Aziz Theodore Manastırı'nın da içinde bulunduğu arazinin, Osmanlı Padişahı II. Bayezid döneminde bostancıbaşı ve beylerbeyi olarak görev yapan İskender Paşa'ya tahsis edilmesinin ardından burada bir av çiftliği kuruldu. Afyonkarahisar Mevlevihanesi Şeyhi Semaî Mehmed Dede'nin burada bir dergâh yapmak istemesi sonucunda 1491 yılında, İskender Paşa tarafından mevlevihanenin yapımına başlandı. Rumeli Eyaleti sınırlarında bulunan Edirne'ye bağlı Vize kazasının Karabürçek köyünün gelirleri de İskender Paşa tarafından mevlevihaneye vakfedildi. Şehirdeki ilk mevlevihane olma niteliği taşıyan bu ilk yapıdan yalnızca Evliya Çelebi'nin "Seyahatnâme"sinde bahsedilmekte olup; esere göre İskender Paşa, yüz derviş odası ile çevreye hâkim ve manzaralı bir avlu yaptırmıştı. Kuruluşunun ardından mevlevihanenin şeyhliğine geçen Semâî Mehmed Dede bu görevi bir yıl kadar sürdürmesinin ardından 1492 yılında Afyonkarahisar'a dönerken; yerini vekaleten, İskender Paşa'nın vakıflarının kâtibi olan Ali Safaî Dede'ye bıraktı. Ali Safaî Dede'nin 1548'deki vefatına kadar bu görevi sürdürmesinin ardından şeyhliğe Mahmud Dede geldi. Mahmud Dede döneminde mevlevihane ihmale uğradı ve Halvetilik tarikatının eline geçerek zaviye ve derslik olarak kullanıldı. 1608'de Konya'dan gelen Abdî Dede'nin Mahmud Dede'nin yerine geçmesiyle yapı yeniden mevlevihane olarak hizmet etmeye başladı. 1510'da, Kasımpaşa'da bulunan kendi arazisi üzerine bir mevlevihane yapmak üzere buradan ayrılan Abdî Dede'nin yerine, Konya'dan İstanbul'a Postnişin olarak tayin edilen İsmail Rusûhî Dede geçti. Bu görev değişiminin ardından Abdî Dede, şehrin üçüncü mevlevihanesi olan Kasımpaşa Mevlevihanesi'ni kurmuştu. Ankaralı olması nedeniyle İsmail Ankaravî olarak da anılan şeyhe, "Mesnevî"nin en eski Türkçe açıklamasını oluşturmasından dolayı "Hazret-i Şarih" unvanı verilmişti. 1631 yılındaki vefatına kadar görevini sürdüren İsmail Rusûhî Dede'nin türbesi mevlevihanenin avlusunda bulunmaktadır. Yerine gelen Âdem Dede dönemindeki 1649 yılında matbah emini (mutfaktan sorumlu kişi) Hasan Ağa tarafından biri avluya, diğeri ise mevlevihanenin aşağı tarafındaki Lüleci Hendek caddesinin köşesine olmak üzere iki çeşme yaptırıldı. 1650 yılında tersane ve matbah emini İsmail Efendi tarafından mevlevihanede birtakım imar faaliyetleri de yapıldı. 1652 yılında Âdem Dede'nin hacca gitmek için şehirden ayrılmasının ardından Mısır'da vefat etmesi üzerine yerine Arzî Mehmed Dede geldi. 1664 yılında vefat eden Arzî Mehmed Dede de mevlevihanenin avlusundaki kabristana gömüldü. Yerine atanan Derviş Çelebi'nin görevini yerine getirememesi üzerine görevi Naci Ahmed Dede devraldı. 1668'de Konya'dan gelen emir doğrultusunda şeyhliğinin kaldırılmasının akabinde Derviş Çelebi ikinci kez görevi devraldı. Yaklaşık bir yıl kadar görevini devam ettiren Derviş Çelebi, mevlevihane tarihinde iki farklı dönemde etkinlik gösteren ilk şeyh oldu. 1668 yılında şeyhlik görevine Gavsî Ahmed Dede geldi. 29 yıl kadar görevi yürüten Gavsî Ahmed Dede, 1697'deki vefatından sonra semahanenin girişine defnedildi. Yerine, damadı ve 18 yıldır mevlevihaenin neyzenbaşı olan Osman Dede geçti. 1730 yılı başlarındaki vefatına kadar şeyhlik yapan Osman Dede'nin yerine oğlu Sırrî Abdülbâkî Dede geçerken; Osman Dede'nin cenazesi, kayınpederi Gavsî Ahmed Dede'nin yanına gömüldü. Sırrî Abdülbâkî Dede, 1751'deki ölümü sonrasında babasının yanına defnedildi. Bu dönemden sonra şeyhlik başka bir aileye geçti. Önce 1751-1761 yılları arasında Mehmed Şemseddîn Dede mevlevihanenin başına geçti. Ölümünün ardından mevlevihaneye defnedilen Mehmed Şemseddîn Dede'nin yerine kardeşi Îsâ Dede geldi. İsa Dede döneminde, 1766 yılında çıkan Tophane yangını sonucunda Galata Mevlevihanesi de yanarak kullanılmayacak duruma geldi. Aynı yıl, Padişah III. Mustafa'nın emri doğrultusunda bina emini olarak atanan Yenişehirli Osman Efendi tarafından mevlevihane yeniden yaptırıldı. 1771 yılında Îsâ Dede yerini, damadı Selim Dede'ye devretti. 1777'de Selim Dede vefat edip, avludaki türbeye gömülürken; Kasımpaşa Mevlevihanesi'nden gelen oğlu Mehmed Sâdık Dede Galata Mevlevihanesi'nin yeni şeyhi oldu. Bir yıl kadar görevini sürdüren Mehmed Sâdık Dede, yakalandığı vebadan vefat etti ve avludaki hâmûşâna gömüldü. 1778 yılında Galata Mevlevihanesi'nin başına, Kahire Mevlevihanesi'nden gelen Seyyid Abdülbâkî Dede geçti. Konya Mevlevihanesi'nde aşçıbaşı olan Hüseyin Dede 1781-1782 yılları arasında, yine Konya'dan gelen Bakkalzade Ali Dede ise 1782-1786 yılları arasında ise şeyhlik yaptı. Bakkalzade Ali Dede'nin şeyhliğinin kaldırılmasının ardından yerine tayin edilen Üsküdarlı Nûmân Dede, Üsküdar Mevlevihanesi'ni kurmak
üzere 1790'da buradan ayrıldı. Şeyhlik Abdullah Dede'ye verilse de, kendisinin geliş yolculuğu sırasında vefat etmesi üzerine vekaleten görevi Bakkalzade Ali Dede üstlendi. Abdullah Dede'nin cenazesi ise mevlevihanenin hâmûşânına defnedildi. 9 Haziran 1791 tarihinde şeyhliğe Mehmed Esad Galib Dede (Şeyh Galib olarak da bilinir) atandı. Bu dönemde semahane yeniden inşa edilirken, ahşap derviş odaları yenilendi. Yapılan bu onarım ile ilgili 1791 tarihli bir kitabe de girişteki taç kapıya işlendi. 1798'de vefat eden Galib Mehmed Esad Dede, avluda yer alan türbeye defnedildi. 1798-1800 yılları arasında Mehmed Rûhî Dede, sonrasında ise 1816'da Beşiktaş Mevlevihanesi'ne geçinceye kadar Mahmud Dede şeyhlik yaptı. 1816'da göreve gelen Kudrettullah Dede döneminde; 1819 yılında Halet Efendi tarafından bir cephesi caddeye bakan iki katlı muvakkithâne, sebil ve kütüphane ile yine bir cephesi caddeye bakan kendi türbesi yaptırıldı, ahşaptan yapılan İsmail Ankaravî'nin türbesi yeniden inşa edildi, bahçeye mermer döşendi ve mezarlığa yaldızlı pirinç korkuluklar eklendi. Halet Efendi, 1819'da 266 cilt, 1821'de ise 547 cilt olmak üzere toplamda 813 adet eseri kütüphaneye bağışlarken; kütüphanenin yönetimi, kitapların korunması, çalışanların maaşı ve mevlevihanedeki dedelerin refahı için çoğu Yunanistan'da bulunan arazi ve çiftliklerini vakfetti. 1824 yılında çıkan yangında matbah, mescit ve dokuz derviş odası kullanılamaz duruma geldi. Kudretullah Dede 1828 yılında sadrazamlık makamına yazdığı dilekçeyle dervişlerin hâlen çadırlarda kaldığını belirterek, bu çadırların yıprandığı için gereğinin yapılmasını isterken; 10 Kasım 1828 tarihinde sadrazamlıktan gelen cevapla padişah tarafından yeni çadırlar verileceği bildirilmişti. Daha sonraları, Manas Kalfa tarafından yapılan onarım çalışmaları, 1835 yılında tamamlandı. 1847'de, Padişah II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan tarafından mevlevihaneye birer sarnıç, şadırvan ve çamaşırhane yaptırıldı. 1851 yılında Padişah Abdülmecid Hasan Ağa Çeşmesi'nin onarımı ile matbahın inşasını gerçekleştirdi. 1859 yılında ise semahane, selamlık ve dergah odalarının bulunduğu ana yapı, günümüzdeki şekliyle inşa edildi. 1871 yılında Kudretullah Dede'nin vefat edip Halet Efendi tarafından yapılan türbeye defnedilmesinin ardından yerine oğlu Ataullah Dede şeyh oldu. Bu dönemde mevlevihaneye gelen kişi sayısı artış göstermiş ve çalışan sayısı artmıştı. 1885 yılındaki nüfus sayımına göre burada kalan ve çalışan 36 kişi bulunmaktaydı. Evkaf Nezareti'nin kararı sonrasında çıkarılan 12 Şubat 1908 tarihli buyruk gereğince 21.150 kuruşluk keşif masrafının İskender Paşa vakfından karşılanması kaydıyla, mevlevihane bir kez daha onarımdan geçti. 1909 yılında, sağlık sorunlarından ötürü Veled Çelebi'yi vekili olarak atayan ve 1910'da vefat eden Ataullah Dede, babası Kudretullah Dede'nin yanına gömüldü. Yerine ise mevlevihanenin son şeyhi olan Ahmed Celaleddin Dede atandı. 25 Ekim 1925 tarih ve 677 sayılı tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ve bazı unvanların yasaklanması ve kaldırılmasına dair kanun çerçevesinde Galata Mevlevihanesi'nin faaliyetlerine son verildi. Mevlevihanenin ana yapısı bir süre halkevi olarak hizmet verdi. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumuna bağlı İstanbul'u Sevenler Grubunun 8 Şubat 1941 tarihindeki toplantısında Maarif Vekili Hasan Âli Yücel'in Galata Mevlevihanesi'ni bir müze hâline getirme teklifi görüşüldü. Toplantıdan, Maarif Vekâletinin mevlevihaneyi yenilemesi çalışmalarına başlaması kararı çıktı. 1942 yılında, aralarında Humbaracı Ahmed Paşa ve İbrahim Müteferrika'nın da olduğu 17 mezar, kabir taşlarıyla beraber mevlevihaneye nakledildi. Semahane girişinin sağ ve sol kısımlarında yer alan ahşaptan yapılma, dikdörtgen biçimindeki, birer katlı iki türbe kaldırıldı ve bunların yerine mezartaşları dikildi. Bahçede de birtakım onarım çalışmaları yapılmasına karşın ana binada herhangi bir çalışma olmadı. 1946 yılında mevlevihanenin hâmûşânının bir bölümüne, İstanbul Belediyesi tarafından Beyoğlu Evlendirme Dairesi inşa edildi. Aynı yıl kütüphane binası ise karakol olarak kullanılmaya başlandığından, Halet Efendi'nin buraya vakfettiği kitaplar Süleymaniye Kütüphanesi'ne taşındı. İstanbul'u Sevenler Grubunun 1946 yılında Maarif Vekili Reşat Şemsettin Sirer'e müracaat etmesiyle, grup tarafından ikinci bir girişim gerçekleşti. Yapılan bu teklif 20 Ekim 1946 tarihinde kabul edilerek mevlevihanenin bir müzeye dönüştürülmesine karar verildi. 18 Kasım 1946 tarih ve 3-4951 sayılı kararname ile ilgili arazi, içindeki tüm yapılarla birlikte vakıfların idâresinden Maarif Vekâletine devredildi. Bu sıralarda mevlevihane, Topkapı Sarayı çalışanlarının kaldığı bir lojman olarak kullanıldı. 8 Şubat 1966'da, Millî Eğitim Bakanlığının 730.35-682 sayılı emriyle kurulan İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğüne bağlandı. 18 Aralık 1967'de, onarımı için bir ihale düzenlendi. Yapılan onarım çalışmaları sonrasında, 27 Aralık 1975 günü Divan Edebiyatı Müzesi adıyla ziyarete açıldı. 1 Ocak 2005'te, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bir restorasyon çalışmasına başlandı. 20 Mayıs 2007 günü, çalışmalar sebebiyle ziyarete kapatıldı. Vakıflar Bölge Müdürlüğünün ana yapıda yürüttüğü restorasyon çalışmaları 9 Haziran 2009'da tamamlandı ve eksik olarak Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi. İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi sonrasında 2009'un Mart ve Aralık ayları arasında, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından bir restorasyon çalışması daha yapıldı. Çalışmaların tamamlanmasının ardından, 21 Kasım 2011'de Galata Mevlevîhânesi Müzesi adıyla tekrar açıldı. Pazartesi hariç haftanın her günü ziyarete açık olan müze, yalnızca Ramazan ve Kurban bayramlarının birinci günlerinde yarım gün boyunca kapalıdır. Semahanede her pazar günü bir semâ gösterisi düzenlenir. 15, 16, 17 ve 29, 30 31 Aralık günleri ise Şeb-i Arûs törenleri yapılmaktadır. Müzede çeşitli müzik aletleri, farklı dönemlere ait Mevlevi eşyaları ve çeşitli eserler sergilenmektedir. Hüseyin Ayvansarayî'nin "Hadikat-ül Cevami" adlı eserine göre Galata Mevlevihanesi'nin şeyhleri ve görevde kaldığı yıllar aşağıdaki gibidir: Galata Mevlevihanesi, Beyoğlu'nun Şahkulu mahallesindeki Galip Dede caddesi üzerinde bulunan 15 numaralı yapıdır. İstiklal Caddesi'nden Galip Dede caddesine girildiğinde caddenin sol tarafında kalır. Kemerli bir kapıdan girilen avlunun sağında, Halet Efendi Kütüphanesi ile bu yapıya bitişik olan muvakkithane ve sebil; solunda ise Halet Efendi Türbesi yer alır. Birkaç metre ileride, sol kısımda Şeyh Galib Türbesi ve bu türbeye bitişik bir sarnıç, türbenin de birkaç metre ilerisinde hâmûşân girişi vardır. Avlunun sonunda, semahane ve derviş odalarını kapsayan mevlevihanenin ana binasının yer alır. Hâmûşân ise arazinin sol kısmında konumlanmıştır. Bu yapılar dışında avluda, Âdile Sultan Şadırvanı ile çamaşırhane bulunmaktadır. Semahanenin arka kısmında yer alan otoparkın ise, yine arka kısımdan ayrı bir girişi vardır. Evkaf Nazırlığı tarafından hazırlatılan 1915 tarihli haritaya göre mevlevihanede, günümüzde de varlığını sürdüren semahane, Halet Efendi Kütüphane, Sebil ve Türbesi, Hasan Ağa Çeşmesi, hâdikât-ül ervah ("ruhlar bahçesi" anlamına gelen mezarlık), Şeyh Galib Türbesi, hâmûşân, şadırvan, sarnıç ve çamaşırhane yer almaktaydı. Haritada yer alan matbah (mutfak), harem dairesi ve derviş odaları ise günümüze ulaşamamıştır. Mevlevihanenin avlusunun girişinden, ana yapıya kadarki kısım taş ile döşelidir. Avlu girişinde, üst kısmında Padişah II. Mahmud'un bir tuğrası ile tâlik yazılı onarım kitâbesinin bulunduğu yuvarlak kemerli bir kapı yer alır. Şair Lebib tarafından yazılan kitâbenin hattatı Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi'dir. Kapının iç tarafında ise Padişah III. Selim tarafından yapılan onarım hakkında olan ve Şeyh Galib tarafından padişaha sunulan bir kasidenin yer aldığı kitâbe bulunmaktadır. Girişin hemen sağında yer alan Halet Efendi Kütüphanesi, 11 x 7 m boyunlarında iki katlı bir yapıdır. Giriş katında muvakkithanenin yer aldığı yapının 60 cm kalınlığındaki duvarlarının iç kesimi küfeki taşı ve tuğla ile örülerek sıvanmış, dış cephesi ise tamamen mermerle kaplanmıştır. Dış cephesindeki bir kapının ardındaki üstü tonozlu taş bir merdiven aracılığıyla üst kata çıkılır. Dikdörtgen gövdeli, kompozit başlıklı sütunların yer aldığı beş adet revaktan sonra tonoz örtülü bir sahanlığa, oradan ise kütüphanenin ana mekânına geçilir. İç içe durumdaki biri büyük diğeri küçük odadan oluşan kütüphanenin ana giriş kapısı üzerinde kurucusu Halet Efendi'ye ait, Yesarizade tarafından yazılan dört kartuşlu bir kitâbe bulunmaktadır. Asıl kütüphane odasının avluya bakan yönünde üç, yan tarafında ise iki olmak üzere beş adet penceresi vardır. Kurşunla kaplanan çatının üzerinde iki madeni alem yer alır. Kütüphane binasının giriş katında, üst kata çıkan merdivenlerin yer aldığı kapının yanındaki kapıdan giriş yapılan dikdörtgen oda, muvakkithane ve sebil kısımlarıdır. Buranın Galip Dede caddesine bakan cephesinin sağ tarafında; yarım oval yalağı bulunan, rokoko tarzıyla yapılan ayna taşının üst kısmı vazodan çıkan dallar, alt kısmı ise defne dallı madalyon motifleriyle bezenen Hasan Ağa Çeşmesi bulunur. Çeşmenin, küfeki taşından yapılmış sivri kemerinin üzerinde 20 kartuşlu tâlik yazılı, Nisârî'ye ait bir kitâbe yer alır. Bu kitabênin üstünde ise, Abdülmecid tarafından 1851 yılında yapılan yenilemeden sonra işlenen, şair Ali Nisârî Efendi'nin 16 kartuşlu kitâbesi ile padişahın tuğrası vardır. Muvakkithane ve sebilin yer aldığı kısmın kapısının tam karşısındaki duvarda, aynasında iki yana açılan pilili perde motiflerinin bulunduğu ikinci bir mermer çeşme vardır. Odanın caddeye bakan iki penceresinde, normal günlerde su, kandil ve bayramlarda ise ayran ve şerbetin dağıtıldığı dokuzar adet tas yeri bulunur. Odanın içerisindeki iki duvar saatinin ortasından geçen mermerden yapılma beyaz korkuluklarla muvakkithane ile sebil ayrılırken, muvakkithaneyi mermer bir seki çevrelemektedir. Küfeki taşı ve mermerden yapılan, 6,75 x 8,2
5 m boyutlarındaki dikdörtgen planlı Şeyh Galib Türbesi'nde İsmail Rusûhî Dede, Îsâ Dede, Hüseyin Dede, Şeyh Selim Efendi, Selim Dede ve Mehmed Rûhî Dede'nin kabirleri bulunmaktadır. Doğu cephesinde pencere bulunmayan yapı, diğer üç cephesinde üçer olmak üzere dokuz dikdörtgen pencereye sahiptir. Her pencerenin üzerinde ikişer adet, dışa taşkın friz ve bunların arasında sahte konsollar vardır. Batıya bakan ve üç basamaklı bir merdivenin de yer aldığı giriş cephesinin ortasındaki pencere üzerinde iki konsol arasında kaide üzerinde Mevlevi tacı (destarlı sikke) kabartması; sağ ve soldan ikinci pilasterlerin hizasında, saçak altında iki adet dal sikke kabartması yapılmıştır. Tonoz kubbeli olan yapının çatısı kurşun kaplı olup, üzerinde destarsız dal sikke yer almaktadır. Türbenin duvarına bitişik basık kemerli bir kapının ardındaki yedi basamaklı merdiven ise Aziz Theodore Manastırı'na ait bir sarnıca inmektedir. Avludaki ikinci türbe olan Halet Efendi Türbesi'nde Kudretullah Dede, Ataullah Dede, Selanik Şeyhi Ubeydullah Dede ve Kudretullah Dede'nin eşi Emine Esmâ Hanım defnedilmiştir. 6,5 x 6,5 m boyutlarındaki kare bir tabana sahip olan yapının 65 cm kalınlığındaki duvarları küfeki taşı ve tuğlayla örülmüş, içten sıva dışarıdan ise mermerle kaplanmıştır. Rokoko tarzına sahip olan yapının dış cephesi; yarım sütunlar, çiçek kabartmalarıyla süslenen sekizgen prizma biçimindeki kompozit başlıklar ve yuvarlak kemerlerin içerisindeki üçgen baklavalar içerir. Doğu cephesi yandaki bir yapıya dayanan türbenin Galip Dede caddesi ve avluya bakan cepheleri üçer, güneye bakan ve kapısının da yer aldığı cephe ise iki yuvarlak kemerli pencereye sahiptir. İçerisi tonozla örtülü olup, yaldızlı kalem işleriyle süslenmiştir. Tavana, tam ortada yer alan dairesel bir madalyon ve çevresindeki sekiz oval madalyona bağlanan taç figürleri işlenmiştir. Oval madalyonların dördü kartuş biçiminde olup, kartuşların içinde manzara resimleri vardır. Madalyonların içinde ise bir masa üstünde Mevlevi sikkesi yer alır. Yapının çatısı, birbiri üstüne bindirilmiş dörtgen bir prizma şeklindeki mermerlerden meydana gelmektedir. Avluda yer alan hâdikât-ül ervah (ruhlar bahçesi) isimli, dedeler ve mevlevihaneye bağlı kişilerin defnedildiği hâmûşâna, ahşap bir bahçe kapısı aracılığıyla girilir. Şeyhlerin yaşamları boyunca giydiği destarlı sikkeler mezartaşlarına da işlenirken, diğer kişilerin mezartaşlarına görev ve pozisyonlarına göre farklı desenler işlenmiştir. Sekiz mermer sütunun taşıdığı konik çatıyla örtülü olan avludaki Âdile Sultan Şadırvanı'nın tepesinde ahşap bir Mevlevi sikkesi bulunur. Çeşmelerin yer aldığı kısım da sekizgen prizma şeklindedir. Altında bir sarnıcın da bulunduğu şadırvanın yanında, Ziver Paşa tarafından yazılan bir kitâbe yer almaktadır. Avluda bulunan mermer başlı iki kuyu, suyunu bu sarnıçtan almaktadır. Beşik tonozla kaplı çamaşırhanenin içinde, mermerden yapılan çamaşır tekneleri mevcuttur. Dikdörtgen tabanlı bir yapı olan çamaşırhanenin avluya bakan doğu cephesinde bir pencere vardır. Âdile Sultan Şadırvanı'nın arka kısmında, şeyh ve ailesinin yaşadığı harem dairesi günümüze ulaşmamıştır. Mevlevihanenin mutfak ve kileri avlunun ayrı bir köşesinde olsa da bunlar yıkılmış; günümüzde ancak ocak nişi, kuyu ve bazı duvar kalıntıları kalmıştır. Semahane ve derviş odalarının yer aldığı ve günümüzde müze binası olarak kullanılan ahşap yapı, avlunun sonunda yer alır. Eğimli bir arazi üzerine inşa edildiğinden ön tarafı iki, arka tarafı üç katlıdır. Dikdörtgen yapılı olup, 28 x 19 m boyutlarındaki yapı; kuzeye bakan ön cephesinde 20, arka cephesinde 42, sağ cephesinde 24, sol cephesinde ise 13 olmak üzere toplam 99 pencereye sahiptir. Zemin kat ile üst kattaki duvarlar ahşap karkaslı olup, içeriden bağdadi sıva, dışarıdan ise ahşap kaplama ile donatılmıştır. Bodrum katının 105 cm kalınlığındaki duvarları da bağdadi sıvalı olup, yapının ahşap çatısı kiremitle örtülüdür. Yapının ön cephesinde yer alan iki kapıdan ilki semahaneye, ikincisi ise hünkâr mahfili ile şeyh dairesine (selâmlık) açılır. Semahaneye giriş kapısının sol tarafında Gavsî Ahmed Dede, Osman Dede ve Sırrî Abdülbâkî Dede, sağ tarafında ise Arzî Mehmed Dede ve Mehmed Şemseddîn Dede'nin mezarları bulunur. Aynı kapının üzerinde yapının onarıldığı yılı belirten 1859 tarihli, Ziver Paşa'nın kaleminden çıkan ve hattat Rıfat Efendi tarafından tâlik yazılı, dört kartuşlu bir kitâbe ile üzerindeki Padişah Abdülmecid'in tuğrası vardır. Giriş kısmının iki yanında, mermerden yapılma iki yarım paye bulunur. Sekizgen şeklinde olan semahane kısmı; köşelerde yer alan sekiz ahşap sütun, aralarındaki on dört ahşap korkulukla desteklenir. İki katı da içine alan bu kısmın kenarları 5 m, yüksekliği 9,3 m'dir. Sütun ve korkuluklar ikinci katta da devam ederken, alt kattaki sütun başlıkları İyon, ikinci kat odalarını semahaneden ayıran ve aralarında ahşap kafesler bulunan sütun başlıkları ise Korint düzenindedir. Üst kattaki sütunların üzerinde yer alan kalem işi bezeli bir kuşaktan sonra, rokoko ve eklektik üsluplarının karışımı bir bezemenin kapladığı tavan yer alır. Yamuk planlı sekiz madalyonun ortasında altın yaldızlı ahşap bir tavan göbeğinin bulunduğu tavanda, 1973'teki müze açılışı için yapılan çalışmalar sırasında Abdülmecid Türbesi'nden getirilen altı kollu bir avize asılıdır. Semahane girişinin karşısında mihrap ve minber yer alır. Dışa taşkın olan mihrapta kalem işi kıvrık dallarla birbirine bağlanan neo-gotik üslupta kemer bezemeleri bulunur. Kapısı ve köşkün köşelerine kondurulmuş dal sikke tarzında ahşap süslemelerinin yer aldığı minber ise herhangi bir üsluba göre yapılmamıştır. Çeşitli desenlerle süslenen ahşap korkuluklarla çevrili mesnevi kürsüsü ve miraciye kürsüsü de semahanenin yan kısımlarında bulunmaktadır. Ana giriş kapısının sağında ve solunda ikişer simetrik kapı vardır. Sol taraftaki kapıların ardındaki merdivenlerden biri alt kata inerken, diğeri üst kata çıkar. Sağ tarafta yer alan kapılardan birisi, sema ayini sonrasında ikram edilecek olan şerbetlerin hazırlandığı ve semahaneye açılan kafesli penceresinden semahanede bulunanlara şerbet dağıtıldığı şerbethâne odasıdır. Sağdaki ikinci kapı ise hünkâr mahfili ve Konya postnişinin odalarına ek olarak iki odanın daha bulunduğu üst kısma çıkar. Hünkâr mahfilinin ahşap kafesli olan duvarında kafes yüksekliği, diğer bölümlerinkinin yarısı kadardır. Ayrı bir mihraba sahip olan hünkâr mahfilinin tavanı renkli kalem işi bezemelerle kaplı olup; bu bezemeler, aynı tavan bitişiğinde bulunan Konya'dan gelen çelebi ve şeyhlerin sema ayinlerini izlemek üzere oturdukları odada da devam eder. Bu odaların arkasında yer alan iki odadan birinin tavanına ahşap çubukla birtakım desenler yapılmıştır ve bölümün kendine ait farklı bir tuvaleti vardır. Alt katla bağlantısına ek olarak hünkâr mahfilinin, yapının ön cephesinde yer alan dışa açılan bir kapısı da bulunur. Bu kapının hemen karşısında, iki katı içine alan merdiven boşluğundan, çift taraflı merdivenlerle üst kata geçiş yapılır. Hünkâr mahfilinin tam altında şeyhin misafirlerini kabul ettiği, sohbetlerini yaptığı ve dedelerle görüştüğü; 5 x 4,78 m ve 4,25 x 4,75 m boyutlarındaki iç içe iki oda, tuvalet ve kahve ocağından oluşan şeyh dairesi yer alır. Semahanenin alt katında, içeriden olduğu gibi yapının sağ tarafındaki bir kapıdan da girilebilen derviş odaları bulunur. Taş köşeli bir koridorun yer altığı bu katta, on derviş odasının yanı sıra birer matbah ve meydan odası da yer alır. Her bir derviş odasının girişinde, abdest almak almak için delikli birer taş vardır. Odalardaki bir basamak sonrasında, tahta döşeli ve genellikle hasır veya kilim kaplı oturma bölümüne geçilir. İkişer penceresi olan odalarda yerden yüksek, L şeklinde bir sedir pencere önü ve bir duvar boyunca uzanmıştır. Yapının zemin katının sol cephesinde, hâmûşândan geçilerek özel bir kapıdan girilen ve kadınların sema ayinlerini izlediği, 14,25 x 4 m boyunlarındaki bir salon ile bir basamak merdivenle inilen 4,75 x 4 m boyunlarındaki bir odadan oluşan bacılar dairesi adı verilen kısım bulunur. Semahane ile bacılar dairesi, yerden 2 m yüksekliğindeki ahşap bir kafesle birbirinden ayrılmış olup, kafesin bacılar dairesi tarafına üç basamaklık bir merdivenle çıkılan, 1 m genişliğinde balkon benzeri bir oturma yeri yapılmıştır. İhsan Oktay Anar'ın 2007'de yayınlanan "Suskunlar" adlı romanının bir bölümünde Galata Mevlevihanesi geçer. Kitabın adı, "suskunlar" anlamına gelen mevlevihanenin hâmûşânından yola çıkılarak oluşturulmuştur. Tanıl Tuncel Tanıl Tuncel, (1941, İstanbul), teknesiyle dünya turu yapan ikinci Türk denizcisi. 1941’de İstanbul, Üsküdar’da doğdu. 1962 yılında Deniz Harpokulunu bitirdi. 1976 yılında, kıdemli Yüzbaşı olarak mecburi hizmet sonunda, Bahriye’den ayrıldı. Yelken ve deniz ile iç içe on yıl Amerika’da yaşadı. 1986 ile 1991 yılları arasına dünyayı yelken ile dolaşan 4 Türk’ten biri, Ümit Burnu’nu geçen ilk Türk oldu. Dünya seyahatine 22 Aralık 1986’da Kelebek 3 adlı gemi ile New York Port Washington’da başladı. Yolculuğu sırasında Avustralya’da tanıştığı hidrobiyolog Anette ile birlikte yola devam etti. İlk dünya turundan sonra tekrar dünya turuna çıktı. Beyşehir Gölü Beyşehir Gölü, Türkiye'nin ikinci büyük gölü, güney ve batısında Toros Dağları, doğusunda volkanik bir oluşum olan Erenler Dağı, güneydoğu kuzeybatı yönünde ise Anamas Dağı ve Sultan Dağları ile çevrili tektonik bir çökeltide yer almaktadır. İç Anadolu'nun batısına yakın, Beyşehir ile Isparta arasındadır. Beyşehir Gölü’nü İç Anadolu’dan ayıran Sultan Dağları silsilesi takriben 100 km kadardır. Bu silsile aynı zamanda Beyşehir Gölü Havzası ile Eğirdir ve Akşehir Gölü havzalarının su bölüm çizgisini oluşturmaktadır. Sultan Dağları, Beyşehir Gölü Havzası’nı bir süre çevreledikten sonra yerini Erenler ("2319 m") ve Alacadağları’na ("2203 m") bırakmaktadır. Beyşehir ve Suğla gölleri arasındaki Beyşehir–Seydişehir çöküntü oluğunu doğudan kuşatan bu dağlar: Sultan Dağları, Göl Dağları, Geyik Dağları sırasından
sonra gelen ve Konya topraklarını bölümlere ayıran Batı Torosların bir iç koludur. Göl’ün batısında kıyı görüntüsü dik ve yüksek olup bu kesimde dik kıyıların kesintiye uğradığı bölgelerde Yenişar Ovası uzanmaktadır. Güney ve doğudan sınırlayan kıyılar ise alçaktır. Bu hafif eğimli olan kıyıların gerisinde batı yönünde Yeşildağ ve doğu yönünde Kıreli ovaları uzanmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 1121 m ve yüzölçümü 651 km² olan gölün kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzunluğu 50 km, buna dik doğrultudaki genişliği ise yaklaşık 18–20 km arasındadır. Suları tatlı olup, derinliği en çok 10 m civarındadır. Çevresi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Deniz seviyesinden yüksekliği ise 1.115 metredir. Fazla gelen sular, yapılan bir kanalla doğrudan Çarşamba Suyu'na verilir. Beyşehir Gölü, halk arasında “"Uluarık"” olarak adlandırılan ve kaynaklarda Beyşehir (Çarşamba) Çayı ismi verilen gideğeni vasıtasıyla güneydoğu doğrultusunda yaklaşık 60 km kat ederek Suğla ("Karaviran") Gölü’ne karışmaktadır. Konya Ovasının sulanması için Beyşehir kazası yanında büyük bir regülatör yapılmıştır. Gölün tabanı neojen göl tortularıyla doludur. Gölün bir özelliği de içinde pek çok adanın bulunmasıdır. Bunlardan bazıları; İğdeli, Akburun, Kızkulesi, Mada, Yılanlı, Külbent adalarıdır. Gölde bol miktarda Sazan Balığı, Aynalı Sazan, Turna, Levrek, Kadife Balığı vardır. Beyşehir Gölü Milli Parkı kapsamında koruma altındadır. Göl cıvarında çok miktarda Yaban Domuzu sürüler halinde bulunur. Birçok göçmen su kuşları avlanmak, kamış adalarda kuluçkaya yatmak (üremek) ve bazıları kışlamak için Beyşehir Gölüne gelirler, bunlar; Haluk Karamanoğlu Tekneyle dünya turu yapan üçüncü Türk denizci, aile fertleriyle seyahat eden ilk Türk. 1947 yılında İstanbul'da doğan Haluk Karamanoğlu dünya seyahatine çıkma konusunda Sadun Boro'nun dünya seyahatinden etkilenmiştir. 1988 yılında aile fertlerinin isimlerinden oluşan Deriska adlı tekneyle (kızı Deniz, oğlu Derin, eşi Chris ve soyadları Karamanoğlu) İstanbul'dan yola çıkmıştır. Beş yıl süren dünya seyahatleri 1993 yılında Antalya Setur Marina'da bitmiştir. Karamanoğlu ailesinin seyahati 8 Eylül 1988 ve 12 Mayıs 1993 arasında gerçekleşmiştir. Haluk Karamanoğlu, dünya seyahatinden sonra Gökova’nın Karacasöğüt Köyü’ne yerleşti ve Gökova Yelken Kulübü'nü kurdu. Kulüpte yörenin çocuklarına ve yaz okullarına katılan tüm yurttan çocuklara yelkencilik öğretmektedir. Kulüp çalışmaları nedeniyle Myway adlı yeni teknesiyle yapmayı planladığı 2. dünya turunu ertelemiştir. Erkan Gürsoy Erkan Gürsoy (doğumu 1948, Burdur ), tekneyle dünyayı dolaşan 4. Türk denizcidir. 1948 yılında Burdur'da doğmuştur. Dünya seyahatine 1991 yılında Kanada'nın Nanaimo Limanı'ndan başladı, Türkiye'ye uğrayıp bir süre Antalya'da kaldıktan sonra tekrar Kanada'ya dönerek yolculuğunu tamamladı. Dünya seyahatini gerçekleştirdiği 16 metre boyundaki Barış adlı teknesini kendi yapmıştı. Yolculuğun 2 aylık bölümünde eşi ve 2 çocuğu kendisine eşlik etti. Nanaimo kentinde yaşayan Gürsoy, bir İngilizle evlidir ve bir kızı bir de oğlu vardır. Kendi icadı olan Aldura botlarının imalatını yapmaktadır. Erkan Gürsoy, 2 yıl 2 ay 2 gün süren seyahati sırasında şu rotayı takip etti: Eralp Akkoyunlu Prof. Dr. Eralp Akkoyunlu (d. 1933, İstanbul ö. 22 Aralık 2012, Japonya), dünyayı dolaşan 5. Türk denizcidir. 1933’te İstanbul’da doğdu, çocukluğunu Büyükada’da geçirdi. Columbia Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği alanında doktorasını tamamladıktan sonra New York’ta çeşitli üniversitelerde ders verdi. New York Üniversitesi Bilgisayar Bölüm Başkanı iken dünya seyahati yapmaya karar verince kiraladığı bir atölyede 10 metrelik bir tekneyi imal etmeye başladı. Yosun adını verdiği teknesinin yapımını 5 yılda tamamladı. Dünya seyahatine Yosun adlı teknesi ile 1987 yılında başlamış, 8 Aralık 1995 tarihine kadar devam etmiştir. New York'ta üniversitede kürsü başkanı olduğu için seyahatini okulundan fırsat bulduğu sürece etap etap tamamlamıştır. 6 yıl 7 ay süren bu yolculukta Akkoyunlu, 302 gün seyir yaparak dünyayı dolaşmıştır. Akkoyunlu'nun boyu 2 metre olduğu için "Yosun"un güverte tasarımı özel olarak yapılmıştır. Kamara yüksekliği ise 2 metre 10 santimdir. Dünya turunu tamamladıktan sonra teknesini denizi seven Türk gençlerine armağan etmek istemiş ve Osman Atasoy'un tavsiyesi ile daha önceden hiç tanımadığı Tonguç Tokol ve Yeşim Tokol'a bedelsiz olarak vermiştir. Yosun'un yapımı ve dünya turunu Deniz Çingenesi adlı kitabında anlatmıştır. 22 Aralık 2012 tarihinde Japonya'da hayatını kaybetti. Ayfer Er Ayfer Er, dünyayı dolaşan 7. Türk denizci ve dünyayı yelkenliyle dolaşan 2. Türk kadındır. 1993 yılında çalışmaya ara verdiği bir dönemde, bir tesadüf sonucu böyle bir seyahate çıkmaya karar vermiştir. Göran isimli elektronik mühendisi İsveçli arkadaşıyla, 10.5 metre boyundaki Cantana III isimli İsveç yapımı tekneyle yolculuğa çıktılar. 1993 yılında Datça'da başlayan seyahatleri 1998 yılında Antalya'da sona erdi. Zuhal Atasoy Zuhal Atasoy, dünyayı yelkenli ile dolaşan ilk Türk kadın. 1992-1998 yılları arasında eşi Osman Atasoy ile birlikte "Uzaklar" adlı tekneleriyle dünyayı dolaşmışlardır. Zuhal Atasoy, yolculuk sırasında "Deniz" adını verdikleri bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Atasoy çifti, yaptıkları dünya seyahatinin anılarını "Uzaklar-Atasoylar’ın Dünya Seyahati" adlı kitapta toplamıştır. Dünya seyahati sırasında Atasoyların izlediği rota aşağıdaki gibidir: Çad Çad (Fransızca: Tchad; Arapça: تشاد‎), Orta Afrika'da, denize kıyısı olmayan bir kara ülkesidir. Kuzeyinde Libya, batısında Nijer, Nijerya ve Kamerun, güneyinde Orta Afrika Cumhuriyeti, doğusunda ise, Sudan yer alır. Ülkenin büyük kısmı Sahra Çölü ile kaplıdır. Ülke adını bir zamanlar Afrika'nın ikinci büyük gölü iken şimdi normal büyüklüğünün %10'una kadar küçülmüş olan Çad Gölü'nden almakta olup belki de bu yüzden bazı yazarlarca "Afrika'nın ölü kalbi" olarak da nitelendirilmiştir. En yüksek tepesi Emi Koussi dağı olup, en büyük kenti ise aynı zamanda başkent olan N'Djamena'dır. Ülkenin en büyük etnik topluluğu Müslüman Gouran halkı olmakla birlikte yakın zamanda İslam veya Hristiyanlığa geçmiş çok sayıda etnik topluluğun yanı sıra kırsal alanda animizm ve çeşitli yerel inançları sürdüren halkları da barındırmaktadır. Borkou-Ennedi-Tibesti bölgelerinde bulunan arkeolojik kalıntılardan MÖ 2000 yıllarında bölgede insan yerleşimine ait kanıtlar bulunmuşsa da bilim adamları Çad'ın kuzeyinde mükemmel iklim ve çevre koşulları göz önüne alarak yerleşimi MÖ 7.000 yılına dek indirmektedir. Medeniyetlerin kesişme noktası olan Çad'da arkeolojik kalıntı ve sözlü tarih derlemelerinden anlaşıldığı kadarıyla bilinen en eski uygarlık Sao Dönemi olup ardından Kanem İmparatorluğu kurulmuştur. MS 1.000'li yıllara dek Sahra ticaret yollarını elinde tutan imparatorluk, Müslüman Araplar tarafından yıkılmıştır. 20. yüzyılda Fransız sömürgesi olan ülkede keten üretimi teşvik edilmiştir. 11 Ağustos 1960 tarihinde bağımsızlığını kazanan ülkenin ilk devlet başkanı Çad İlerici Partisi'nin başkanı PPT'nin lideri François Tombalbaye olmuştur. Tek parti rejiminden rahatsız olan Müslümanlar iki yıl sonra ayaklanmışlar ve ülkede iç savaş çıkmıştır. Diktatör Tombalbaye 1975 yılında tahttan indirilip öldürülmüştür. 1979'da isyancılar başkenti ele geçirince ülkede istikrar yeniden bozulmuştur. Bu dönemde Fransızların ülkedeki varlığı da tehlikeye düşmüş, ek olarak bir de Libya ordusu Çad'ı işgal girişiminde bulunmuş, Libya - Çad savaşı başlamıştır Fransız destekli Hissène Habré'nin seçilmesi, Libya ordusunun ülkeden çıkarılması sağlanmışsa da Habre'nin diktatörlüğünde en az 40.000 kişi katledilmiştir. Habre'nin generali İdris Debi'nin 1990 yılında diktatörü devirmesiyle bugüne gelinmiştir. 2001, 2005 ve 2006 yıllarında düzenlenen başkanlık seçimlerini kazanan Debi ülkenin tekrar İç savaşa sürüklenmesine engel olamamıştır.Birleşmiş Milletler etnik şiddetin gittikçe arttığı ülkede Darfur'da gerçekleşen soykırıma benzer olayların yaşanabileceğine dikkat çekmiştir. Sudan destekli Birleşik Değişim Cephesi gerilları 1 Şubat 2008 günü Massaguet bölgesinde İdris Debi'ye bağlı kuvvetlere üstünlük sağlayarak 2 Şubat 2008 günü başkent N'Djamena'ya girmiş, ABD ve Fransa gibi Batı ülkeleri büyükelçiliklerinin tahliye hazırlıklarına başlamışlardır. 18. yüzyılda Osmanlıların buradaki Müslüman nüfusa askeri eğitim vermek amaçlı birlik gönderdiği bilinmektedir. Askerlerden bazılarının dönmeyip buraya yerleştiği ve günümüzde Osmanlı torunu olduklarını söyleyen insanlar bulunduğu söylenmektedir. Fizan Sancağı ve Trablusgarp Eyaleti'ne bağlı olarak sahraaltı Afrika ile ilişkiler sürmüştür. 19. yüzyıl ortalarında Sudan ve Uganda toprakları Mısır valileri tarafından ele geçirilmişti. Diğer taraftan Trablusgarp'tan güneye doğru Çad Gölü havzasına kadar gidilerek Nijer ve Çad üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştı. Orta Afrikada , Libya'nın güneyinde konumlanmıştır.Sınır komşuları: Kamerun 1,094 km, Orta Afrika Cumhuriyeti 1,197 km, Libya 1,055 km, Nijer 1,175 km, Nijerya 87 km, Sudan 1,360 km'dir. Güneyde tropikal, kuzeyde çöl iklimi hakimdir. Merkezde geniş, kuru ovalar, kuzeyde çöller, kuzeybatıda dağlar, güneyde düzlükler yer almaktadır.Petrol, uranyum, natron, kaolin, balık (Çad Gölü) başlıca doğal kaynaklarındandır.Kuzeyde sıcak, kuru, tozlu rüzgarlar ortaya çıkmaktadır; periyodik kuraklıklar; çekirge istilaları diğer felaketlerdendir. Günümüzde Afrika kıt'asında özellikle Libya, Cezayir, Mısır, Sudan ve Çad'da yoğunlaşan, yer altı su kaynaklarının keşfi yapılmıştır. Nüfusun etnik dağılımı: Müslümanlar (Arap, Hadjerai, Fulbe, Kotoko, Kanembou,Gouran, Baguirmi, Boulala, Zaghawa ve Maba); Müslüman olmayanlar (Sara, Ngambaye, Mbaye, Goulaye, Moundang, Moussei, Massa); yerli olmayanlar 150,000 (1,000 Fransız) Din: Müslüman %55, Hıristiyan %35, animizm %7 diğer inançlar %3 Diller: Fransızca (resmi), Arapça (resmi), Sara ve Sango (kuzeyde), 100 den fazla dil ve lehçe kull
anılmaktadır. Coğrafi uzaklığı, kuraklıklar, altyapı sisteminin yokluğu ve politik kargaşalar kara ile çevrili olan Cad'ın ekonomik kalkınmasında olumsuz etkenlerdendir. Ahalinin yaklaşık %85'i tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Ekvator Ginesi Ekvator Ginesi ya da resmî adıyla Ekvator Ginesi Cumhuriyeti, Afrika kıtasında Atlantik Okyanusu kıyısında bulunan bir ülke. Sahraaltı Afrikasında yer alan ülke, kıtanın en küçük ülkelerinden biri konumudadır. Ülke anakara ve adalar olmak üzere iki ayrı bölümden oluşmaktadır. Ülkenin Mbini olarak adlandırılan anakarası kuzeyde Kamerun, güneyde ve doğuda Gabon ile komşu konumdayken, batıda Atlas Okyanusu bulunmaktadır. Anakaranın güneybatısında Gabon açıklarında bulunan Annobón adası Ekvator çizgisinin 156 km güneyinde yer alırken, ülkenin başkenti Malabo'nun da bulunduğu Bioko adası anakaranın kuzeybatısında Kamerun açıklarında yer almaktadır. Kıyıya yakın bölgelerde bulunan Corisco, Elobey Grande ve Elobey Chico adaları da ülkeye aittir. Atlas Okyanusu üzerinde bulunan Sao Tome ve Principe ile de ülkenin deniz sınırı mevcuttur. Ülke Ekvator'a yakın bir konumda bulunmaktadır. Ülkenin isminde bulunan "Gine" bir Tuareg kelimesi olan "aginaw" sözcüğünden gelmekte olup, sözcük "siyahi" anlamına gelmektedir. Bu kelimeden yola çıkarak ülke ismi "Ekvator'da siyahilerin yaşadığı ülke" anlamında kullanılmaktadır. Afrika kıtasının en küçük ülkelerinden biri olarak ülke 28.051 km²'lik bir alana yayılmış durumdadır. Bu alanlardan 26.000 km²'si anakarayı oluştururken, geri kalan yüzölçümü adaları kapsamaktadır. Adalar içerisinde de Bioko 2017 km² ile en büyük ada konumundadır. Mbini anakara kıyıdan başlayarak iç kesimlerde 1.200 m'ye kadar çıkan yükseltilere ulaşmaktadır. Ülkenin 296 km'lik bir kıyı şeriti mevcut olup, diğer ülkelerle olan kara sınırının toplamı, 350 km'si Gabon, 189 km'si de Kamerun ile olmak üzere 539 km'dir. Ülkeye bağlı adalarda tropikal yağmur ormanları iklimi hakim olup, yağmurun en fazla yağdığı dönem Ekim ayıdır. Anakara üzerinde ise çoğu zaman kuru, kapalı ve rüzgarlı bir hava hakimdir. Adalarda var olan yağmur ormanları gorila, şempanze, leopar ve orman filleri gibi birçok vahşi hayvana ev sahipliği yapmaktadır. Anakara kıyı kesiminde bataklıklar ve sık ormanlar görülmekte olup, adalarda ve özellikle de Bioko adasında var olan ormanlık alanlar tarım alanlarına dönüştürülerek tarım yapılmaktadır. Ekvator Ginesi, Afrika kıtası üzerinde bulunan ülkeler içerisinde bir etnik grubun genel nüfus içerisinde çoğunluğu bu kadar yüksek oranda oluşturduğu nadir ülkelerden bir tanesidir. Ülke içerisinde Fang etnik grubu %85,7 ile nüfusun dörtte üçünden daha fazla bir bölümünü oluşturmaktadır. Fanglar'dan sonra en kalabalık topluluğu Bubiler oluşturmaktadır. Bioko adasında, dağlık iç kesimlerinde çoğu kolay ulaşılamayan köylerde yaşayan Bantu grubuna dahil Bubiler, ülke nüfusunun %6,5 'ini meydana getirmektedir. Günümüzde bu bölgelerde de Fangların ağırlığının hissedilmesi ile oranları gün geçtikçe düşen Bubiler, bir dönem ülkenin %20'sini oluşturmaktaydı. Özellikle ülkeyi diktatör bir rejim ile yöneten Francisco Macías Nguemas döneminde Bubiler, etnik kimliklerinden dolayı yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle başka ülkelere göç etmişlerdir. Ülkenin toplam nüfusu hakkında net bir bilgi mevcut değildir. Ülkenin hükumeti resmi sitelerinde nüfusu 1.622.000 kişi (2010 verileri) olarak açıklarken, Dünya Bankası 720.000 kişi (2011 verileri), Almanya Dışişleri Bakanlığı resmi internet sitesi 693.000 kişi (2010 verileri) ve CIA The World Factbook sitesi ise 759.451 kişi (Temmuz 2016 tahmini verileri) olarak açıklamıştır. Ekvator Ginesi genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre %59,78'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,98'i 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %40.15 (erkek 154,896/kadın 150,010) 15-24 yaş: %19.63 (erkek 75,914/kadın 73,194) 25-54 yaş: %31.94 (erkek 120,999/kadın 121,587) 55-64 yaş: %4.3 (erkek 14,052/kadın 18,583) 65 yaş ve üzeri: %3.98 (erkek 12,627/kadın 17,589) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %39,9 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %2,48 düzeyindedir. İspanya'nın ülkede sömürge döneminden sonra bıraktığı özelliklerinden bir tanesi de dini olmuştur. Ekvator Ginesi halkının %87'si katolik hristiyan inancına mensuptur. Nüfusun %5'i protestan hristiyan iken, ülkede 1.000 civarında Yehova'nın Şahitleri 'ne inanan bir grup vardır. Yerel dinlere inananların oranı hemen hemen yok denecek kadar az bir konumdadır. Ekvator Ginesi, tam bağımsız bir devlet statüsü konumunda olmayan Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti ile birlikte Afrika kıtasında resmi dili İspanyolca olan iki ülkeden bir tanesidir. Ülkenin çoğunluğu tarafından bu dil konuşulmasa da, ülkede eğitimler İspanyolca olarak verilmektedir. Ülke içerisinde nüfusun %80'i Bantu grubuna dahil Fang dilini konuşuyor olsa da, ülkenin anayasada da belirtildiği gibi resmi dili İspanyolca (Ekvator Gine İspanyolcası) ve Fransızca olarak belirlenmiştir. Ülke 2006 yılından bu yana Portekizce Konuşan Ülkeler Topluluğu içerisinde gözlemci statüsüne sahiptir. Bu durumdan dolayı ve ayrıca ülkesinin bu topluluğa tam üye olabilmesi adına 2010 yılında Ekvator Ginesi devlet başkanı Portekizce dilini de ülkesinin resmi dillerinden bir tanesi olarak görmek istediğini açıklamış ancak 2012 yılına kadar konu ile ilgili ciddi adımlar atılmamıştır. Ülke bu yönde atımlar atmamasına rağmen 2012 yılında topluluğa tam üye olabilmek için başvuruda bulunmuş, ancak Portekizce'nin resmi dil olmaması ve insan hakları ile demokraside ilerlemeler kaydedilemediği için üyelik başvurusu kabul edilmemiştir. Ülkede resmi dillerin yanı sıra 14 farklı yerel dil konuşulmaktadır. Ülke 1997 yılında bu yana Frankofon Devletler Topluluğu üyesi konumundadır. Ülke eğitim sisteminde devletin neredeyse yok denecek kadar az katkısı bulunmaktadır. Devlet okullarının olmadığı Ekvator Ginesi'nde misyoner dini okullar ile İspanyol özel okullar mevcuttur. Geçtiğimiz dönemlerde içerisinde İspanya ve Fransa kültür merkezlerinin de bulunduğu ülkenin ilk üniversitesi başkent Malabo'da açılmıştır. Anakara şehirlerinde Bata'da da ayrıca İspanya kültür merkezi mevcuttur. Ülke genelinde UNESCO verilerine göre okuma yazma oranı %93 dolaylarındadır. Bu oran Sahraaltı Afrika bölgesinde yer alan ülkeler içerisinde en yüksek oranı teşkil etmektedir. Bugün Ekvator Ginesi olan ülke toprakları ilk olarak 16. yüzyıl başlarında Portekiz tarafından "Fernando Póo" ismi ile elde edilmiştir. 1778 yılında Portekiz bölgeden İspanya lehine çekilerek, İspanya'nın Sahraaltı Afrika'sındaki tek sömürge ve koloni sisteminin kurulmasının önünü açmıştır. İspanya her ne kadar 19. yüzyılda Bioko adasında Plantasyon kursa da, bölgenin kolonileşmesine ve sömürge sisteminin kurulmasına 1926 yılında başlamıştır ve 20. yüzyıl başlarında Mbini, Bioko ve Annobón adalarının oluşturduğu "İspanyol Gine Körfezi Toprakları" "(Territorios Españoles del Golfo de Guinea)" kolonisi kurulmuştur. Bölge 1963 yılında Ekvator Ginesi (İspanyolca: Guinea Ecuatorial) adı ile özerkliğini kazanmış, 12 Kasım 1968 tarihinde ise bağımsızlığına kavuşmuştur. Bağımsızlık ilanından üç hafta önce Francisco Macías Nguema ülkenin devlet başkanı olarak seçilerek göreve başlamıştır. 1968 baharında ülke içerisinde yaşanan huzursuzluklar anayasanın askıya alınmasına ve devlet başkanı Nguema'nın ülkeyi diktatör bir rejim ile yönetmesine olanak sağlamış, bu rejim Afrika kıtasının en kanlı rejimlerinden biri olmuştur.[Rolf Hofmeier, Andreas Mehler (Hrsg.): Kleines Afrika-Lexikon – Politik Wirtschaft Kultur; Schriftenreihe der Bundeszentrale für Politische Bildung 464; Bundeszentrale für politische Bildung, Bonn 2005, S.19] (Almanca) Bu rejim esnasında ülke nüfusun üçte biri yurtdışına kaçmış, binlerce kişi de rejim yanlıları tarafından öldürülmüştür. 4 Ağustos 1973 yılında oluşturulan yeni anayasanın yürürlüğe girmesi ile o güne kadar özerk bölgeleri oluşturan Bioko ve Rio Muni üniter devletin bir parçası haline getirilmiştir. 3 Ağustos 1979 yılında Francisco M. Nguema yeğeni Teodoro Obiang Nguema Mbasogo tarafından tahttan indirilerek öldürülmüştür. Bu olay sonrası ülkenin başına geçen Nguema Mbasogo her ne kadar dış dünya ile ilişkileri düzeltse de diktatör rejimini sürdürmüştür ve günümüzde de sürdürmeye devam etmektedir. Ülke anayasasında ülkenin yönetim şeklinin parlamenter demokrasi olarak belirtmesine rağmen, ülke diktatör bir rejim ile yönetilmektedir. Devlet başkanı Mbasogo tüm ülkedeki karar mekanizmalarının başında bulunmaktadır. Analistler ülkenin Kleptokrasi düzeni ile yönetildiğini söylemekte ve ülkenin dünya üzerindeki en yozlaşmış sistemlerden birine sahip olduğunu ifade etmektedirler. 1991 yılında yapılan anayasa değişikliği ile devlet başkanı yedi yıllık bir süre için seçilmektedir. Devlet başkanının başbakanı, yargı mensuplarını atama yetkisi vardır, ayrıca silahlı kuvvetlerin en üst kademesinde bulunmaktadır. Ülkenin resmi olarak 2.500 kişilik bir ordu mensubu vardır. Bu sayının yarı askeri personel ile belirsiz bir oranda arttırıldığı ifade edilmektedir. Ülkenin polis birimleri İsrail tarafından eğitilmektedir. Ülkenin kıyı kesiminde özellikle gerçekleştirilmeye çalışılan birkaç başarısız darbe girişimi nedeniyle radarlar bulunmaktadır. Bu radarların ve kıyı emniyeti botların bakımları İsrail tarafından sağlanmaktadır. Ülkede "Partido Democrático de Guinea Ecuatorial (PDGE)" partisinin egemenliği vardır. Ülke her ne kadar çoklu bir parti sistemine sahipse de, iktidardaki Partido Democrático de Guinea Ecuatorial partisi yıllardır tek başına ülkeyi yönetmektedir. 1991 yılına kadar başka partilerin kurulmasına izin verilmeyen yasa, bu yılda yapılan değişiklikle kaldırılmış ve tek parti düzeninden çoklu bir sisteme geçiş gerçekleştirilmiştir. Bu süreçten sonra her ne kadar birçoğu iktidar partisinin "şubesi" olarak kurulan partiler olsa da, CPDS ve Unión Popular gibi muhalefet partileri mücadelelerini sürdürmektedir. Ekvator Ginesi 1968
yılından bu yana Birleşmiş Milletler'e üye ülke konumundadır. Ülkenin Dünya Ticaret Örgütü'nde gözlemci statüsü ile üyeliği mevcuttur. Ülke genel olarak dış politika çerçevesini diğer komşu ülkeler ile iyi ilişkiler ve uluslararası tanınma olarak belirlemiştir. Nijerya ile var olan deniz sınırı sorunu 2000 yılında çözüme kavuşturulmuş. Ülke özellikle Kamerun ve Gabon'dan gelen yasadışı sınır geçişlerini engellemek adına bu ülkeler ile işbirliği içerisinde bulunmaktadır. Ülkenin bağımsızlık öncesi bağlı bulunduğu İspanya ile ilişkileri gergin bir düzeydedir. Ekvator Ginesi, İspanya'nın, ülke içerisinde yaşanan rejim nedeniyle kaçan binlerce kişiyi kabul etmesini kabul etmemektedir. İspanya'da ülkede var olan rejim nedeniyle Ekvator Ginesi'ne mesafeli yaklaşmaktadır. Devlet başkanı Mbasogo'nun 2006 yılında gerçekleştirdiği İspanya ziyaretinde ne kral I. Juan Carlos ne de başbakan José Luis Rodríguez Zapatero tarafından görüşme isteği gelmediği için ziyaretini yarıda keserek ülkesine geri dönmüştür. Ülke içerisinde Avrupa Birliği üyesi sadece üç ülkenin (Almanya, İspanya, Fransa) konsolosluğu bulunmaktadır. Avrupa Birliği ülkede demokrasi ve insan hakları yönünde sorunlar olduğu gerekçesiyle genel olarak yatırım yapmamakta ve ülkeye kalkınma adına destek vermemektedir. Ülkenin Gine Körfezi açıklarında var olan petrol rezervleri nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmakta olup, sadece bu ülke vatandaşlarına ülkeye vizesiz giriş imkanı tanınmaktadır. Haziran 2011 tarihinde gerçekleştirilen 17. Afrika Birliği toplantısı başkent Malabo'da gerçekleştirilmiştir. Ülke anakara ve adalar olmak üzere iki bölgeden, bölgeler ise toplamda yedi adet ilden oluşmaktadır. Ülkenin en büyük şehri anakara üzerinde bulunan Bata şehridir. Ada üzerine kurulu olan başkent Malabo ülkenin en büyük ikinci şehri konumundadır. Ülkede devlet başkanı Mbasogo'nun iç kesimde kalan doğum bölgesine ileride de ülkenin başkenti ve yeni yönetim merkezi olarak da görev yapması planlanan Oyala ismi ile yeni bir şehir kurma çalışmaları yürütülmektedir. Ülkenin 2005 tahmini verilerine göre en büyük beş şehri şu şekilde sıralanmaktadır: Bata (173.046), Malabo (155.963), Ebebiyín (24.831), Aconibe (11.192) ve Añisoc (10.191) Ülke ekonomisi bağımsızlık öncesi dönemde önemli ölçüde kakao bitkisine bağlı bir konumdaydı. Afrika kıtasının bu küçük ülkesi, kakao ihracatı ile 1959 yılında Afrika'da kişi başına düşen en yüksek GSMH rakamına sahipti. 1998 ile 2002 yılları arasında ülkede GSYH yılda ortalama %24 büyümüş, 2007 yılında kişi başı düşen millî gelirin 15.000$ üstüne çıkarak bu alanda Afrika kıtasının en iyi konumda olan ülkesi konumuna yükselmiştir. Ülkenin Gine Körfezi açıklarında 1996 yılında petrol rezervlerinin keşfedilmesi ile ülkenin gelirlerine yeni bir kalem eklenmiştir. 2004 yılı itibarıyla Ekvator Ginesi, Sahraaltı Afrika ülkeleri arasında üçüncü büyük petrol üreticisi konumundadır. Nüfusun çoğunluğu ziraat ile uğraşmakta ve çeşitli meyve, sebze ve tahıl üretilmektedir. Ülke ekonomisinin yükünün büyük bir kısmını Fernando Po bölgesi karşılamaktadır. 1980’lerde burada yıllık birinci sınıf kakao üretimi 50.000 ton civarındaydı. Rio Muni’de yılda 2700 ton kakao yetiştirilir. Rio Muni’nin kahvesinin, tropikal kerestesinin ehemmiyeti giderek artmaktadır. İhraç ürünlerinin en önemlisi kakaodur. Dış ticâretinin % 75’i İspanya ile yapılmaktadır. İspanya, Ekvator Ginesi’nin kakaosuna dünyâ pazarlarında ödenen fiyatın iki katını ödemekte, daha az gümrük vergisi tatbik etmektedir. Ülkenin denize kıyısı olmasına rağmen, hiçbir şekilde deniz balıkçılığı yapılmamaktadır. Ülkede gerçekleştirilmeye çalışılan darbelerin çoğunun denizden gelmesinden dolayı, bu alanda faaliyet hemen hemen bitme noktasına gelmiş, tüm torbalı balık ağları karaya yakın bölgelere konuşlandırılmıştır. Malabo limanında hala eski dönemlere ait tahtadan tekneler görülebilmektedir. Ülkede çok sık bir şekilde polis kontrol noktaları bulunmaktadır. Ülke içerisinde seyahat etmek, yolların kontrol nedeniyle kapalı ya da var olanların çok bozuk bir konumda olmasından dolayı çok zor bir olanaktır. Turist dahi olsa ülkede fotoğraf çekilmesi pek kabul görmeyen bir davranış olup, dürbün bulundurma yetkisi sadece askeri personelde olduğu için sivil kişilerin dürbün kullanması yasaktır. Ülke genelinde karayolu ulaşımı, bozuk ya da olmayan yollara nedeniyle zor gerçekleştirilebilmektedir. Her ne kadar fiziksel olarak üstyapı ve altyapılar sık sık yenilense de, özellikle yağmur dönemlerinde bozulmalar kısa sürede gerçekleşebilmektedir. Ülke genelinde 2.800 km'lik karayolu bağlantısı bulunmaktadır. Ülke genelinde altı adet havaalanı bulunmasına rağmen en önemlisi başkent Malabo'da bulunan Malabo havaalanıdır (Malabo International Airport). Buradan uluslararası düzeyde Almanya, Fransa, İspanya, Gabon, Etiyopya, Benin, Angola, Kamerun ve Nijerya gibi ülkelere uçuşlar düzenlenmektedir. Yurtiçi uçuşlarda Malabo ile Bata arası 35 dakika sürmekte olup, bilet satışları sadece alanlarda yapılabilmektedir Ülkede demiryolu ağı bulunmamaktadır. Ahmet Refik Altınay Ahmet Refik Altınay (d. 1881, Beşiktaş - ö. 10 Ekim 1937), Türk tarihçi, yazar, şair, Darülfünun tarih müderrisi ve yüzbaşı. Tarih öğretmenliğindeki tecrübesini; gazete ve dergilerde yayınladığı araştırma dizileri ve tarihi hikâyeler yoluyla daha geniş kitlelere tarihi okutma ve sevdirmek için kullanmış bir yazardır. “"Tarihi sevdiren adam"” sıfatıyla anılır. Çalışmaları ağırlıklı olarak Osmanlı Devleti üzerinedir. 1880 veya 1881 yılının Şubat ayında İstanbul’da, Beşiktaş’ın Valideçeşme semtinde dünyaya geldi. Babası, Sultan Abdülaziz’in vekilharcı Ürgüplü Ahmed Ağa'dır. İlk öğrenimini Vişnezade Sıbyan Mektebi’nde, orta öğrenimini Beşiktaş Askeri Rüştiyesi ve Kuleli Askeri İdadisi'nde gördü. 1898 yılında Harp Okulu'ndan piyade birincisi olarak mezun oldu. Küçük yaşta teğmen çıktığı için kıtaya gönderilmeyip öğretmen sınıfında bırakıldı. Toptaşı ve Soğukçeşme Askeri Ortaokullarında 4 yıl süre ile coğrafya öğretmenliği yaptı. 1902 yılında Harp Okuluna Fransızca, 1908 yılında tarih öğretmeni oldu. Öğretmenlik tecrübesini zaman içinde daha geniş kitlelere hitap etme ve okumayı sevdirme isteğine dönüştüren Ahmet Refik Bey, bazı gazete ve mecmualarda ilk yazılarını yayınlamaya öğretmenlik yaptığı yıllarda başladı. İlk yazılarının konusu ilk İslam kahramanları ve dini savaşlar idi II. Meşrutiyet’in ilanına kadar ""İrtika"", ""Malumat"", ""Hazine-i Fünun"", ""Mecmua-i Ebuzziya" gibi dergilerde makaleler yayımladı; Tercüman-ı Hakikat ve Millet gazetelerinde başyazarlık yaptı. Meşrutiyet’in ilanından sonra "İkdam", "Peyam" ve "Millet" gibi gazetelerde yazılarını yayımladı. İkdam’da günlük olarak tefrika ettiği yazıları onun “"müverrih"” olarak tanınmasında etkili oldu. 1909 yılında tarihi araştırmalar için bir heyetle birlikte Fransa'ya gitti. Paris Hazine-i Evrakı’nı bu gezi sayesinde yakında tanıma imkanı buldu ve bilgisini, Osmanlı Hazine-i Evrakı’nı tanımak için kullandı. Yine bu gezide tarih anlayışını etkileyen kimi Fransız tarihçilerle tanıştı. 1909 yılında Erkan-ı Harp Yayın Şubesinde görevlendirildi ve ""Askeri Mecmua""'yı yönetti. Dergide, Osmanlı savaşları ve askerliğine dair yazılar yazdı. Aynı yıl, o zamanki adı “"Tarihi Osmani Encümeni"”’ olan Türk Tarih Encümeni’ne üye seçildi. "Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası"’nda bilimsel çalışmalarını yayımlarken altı ciltlik “"Büyük Tarihi Umumi"”’yi yayımladı; İkdam’da “"Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı"” adlı dizi ile tefrika ettiği yazılarını da kitaplaştırdı. 1912 yılında Balkan Savaşı'nda Askeri Sansür Müfettişi oldu. 1913 yılında gözleri bozuk olduğu için yüzbaşı iken emekliye ayrıldı; serbest çalışmaya başladı. I. Dünya Savaşı nedeniyle orduya çağırılana değin öğretmenlik ve gazetecilik yaptı. I. Dünya Savaşı’nda ordunun isteği ile Türkiye-Rusya ilişkilerine dair yazılar yazan Ahmet Refik Bey, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı ihanetle suçlayan bir yazısı nedeniyle “"arpa saman memuriyeti"” gibi bir görevle Anadolu’ya görevlendirilerek cezalandırıldı. Bu görevi sırasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa hakkında incelemelerde bulundu. 1915 yılında Eskişehir’e Askeri Sevk Komisyonu Başkanı olarak atandığında Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna ilişkin araştırmalar yaptı. Hastalığı nedeniyle kısa süre sonra yeniden İstanbul’a döndü. Hazine-i Evrak’ta çalışarak eski İstanbul yaşantısına dair belgeler derledi. Bu belgeler “"Asr-ı Hicriler"” adlı kitapta toplandı. Savaşın sonlarında Ermeni kırımı Raporu için Avrupa’dan gelen bir gazeteci heyete Doğu Anadolu gezisinde eşlik etti. Trabzon, Kars, Ardahan Artvin, Batum, Erzincan ve Erzurum’u kapsayan bu geziyi "Kafkas Yollarında" adlı eserle dile getirdi. . Ayrıca gezi sırasında tuttuğu notlar telgraflarla Osmanlı Devleti tarafından Avrupa’ya duyuruldu. Savaş sonunda ikinci kez emekli oldu. Savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması karşısında Türkçülük’ü benimsedi. Köprülüzade Fuad, Ziya Gökalp ve Necmeddin Sadık Bey’lerle birlikte İttihat ve Terakki’nin resmi sözcülüğünü üstlenen “"Yeni Mecmua"”’da çalıştı. Vatanın dünyanın merkezi sayılması düşüncesini esas aldı. 1918 yılında İstanbul Darülfünun Osmanlı Tarihi Öğretmenliğine, 1919 yılında "Türkiye Tarihi Müderrisliği"ne atandı. Bir yandan da Osmanlı Hazine-i Evrak’ında çalışmaya başladı. Bu arada Demirbaş Şarl ile ilgili bir çalışması nedeniyle İsveç hükümeti tarafından ödüllendirildi Mütareke döneminde (1919-1922) “"Darülfünun-u Osmaniye Nizamnamesi"”’nin oluşturulmasına katkıda bulundu.1919-1920 öğretim yılında uygulanmaya başlayan nizamname gereği okutulan “"Osmanlı tarihi"” dersini üstlendi. Mütareke döneminde siyasetle de ilgilenen Ahmet Refik, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katıldı; Veliaht Abdülmecit ile yakınlık kurdu Ahmet Refik Bey, 1925 yılında Türk-Bulgar ilişkileri hakkındaki çalışmaları nedeniyle Bulgar hükümeti tarafından ödüllendirildi. O yıl, Türk Tarih Encümeni’nde Abdurrahman Şeref Bey’in ölümü üzerine boşalan başkanlık görevi
ni üstlendi ancak, aynı yıl içinde görevi Fuat Köprülü’ye bıraktı. Yine 1925’te, Milli Mücadele döneminde faaliyet gösteren “"Tarikat-ı Salahiyye"” adlı bir örgütle ilişkisi olduğu iddiasıyla tutuklanıp Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Savunmasında duygusal bir konuşma yaparak cemiyetle ilişkisini kesinlikle redetti ve beraat etti . 1930'lu yıllarda devlet başkanı Mustafa Kemal'in teşviki ile başlayan “"yeni tarih anlayışı"”na adapte olamamış; dönemin tarih çalışmalarında aktif olarak yer almamıştır. Özellikle Orta Asya, Güneş Dil Teorisi gibi akımlar onun için tersti. 1931’de İstanbul Belediyesi ile Surp Agop Mezarlığı arasındaki davada bilirkişi olarak atandı. Elmadağ-Harbiye arasındaki arazinin Ermeniler’in değil, Sultan Beyazit Veli Vakfı'nın mülkü olduğunu tarihi belgelerle kanıtlaması nedeniyle belediye tarafından kendisine Büyükada’da bir ev hediye edildi. 1932 yılında I. Tarih Kongresi'ne katıldı. ""Türk Tarihinin Anahatları"” adlı çalışmanın yazı kurulunda yer aldı. 1933 yılında üniversite öğretmenliğinden kadro dışı bırakıldı. Kurumun dışında bırakılmasından ötürü derin bir kırıklık yaşadı. Ölümüne değin resmi bir görev almadı. Hayatının son yıllarını Büyükada’da sefalet içinde geçirdi. Değerli kütüphanesini parça parça sattı. Uzun bir hastalığın ardından 10 Ekim 1937 tarihinde İstanbul'da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde 56 yaşında iken zatürreden vefat etti. Mezarı Büyükada'da Tepeköy Mezarlığı'ndadır. Hayatı boyunca dünya tarihinden çocuk kitaplarına kadar geniş bir sahada yapıt üretti. Kitaplarının sayısı 150’yi geçer. Geçmiş Asırlarda Türk Hayatı" başlığı altında yayınladığı ""Bizans Karşısında Türkler"", ""Sokullu"", ""Cem Sultan"", ""Âlimler ve Sanatkârlar"", ""Kadınlar Saltanatı"", ""Felaket Seneleri"", ""Lale Devri"" en ünlü eserleridir. Tarihçiliğinin yanı sıra edebiyata da ilgi göstermiş, 1932’de “"Gönül"” adlı bir şiir kitabı yayınlamıştır. Bektaşi nefesleri şeklinde yazdığı birçok güftesi bestelenmiştir. Ahmed Cevdet Paşa Ahmed Cevdet Paşa veya Lofçalı Ahmed Cevdet Paşa (Osmanlı: احمد جودت پاشا‎, 27 Mart 1822, Lofça - 26 Mayıs 1895, İstanbul), Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen Türk devlet ve bilim adamı, tarihçi, hukukçu, şairdir. "Mecelle"yi kaleme alarak İslam hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişidir. Şekilde batı prensiplerini uygularken özünde şer-i prensiplere bağlı kalmayı uygun gören bir hukuk anlayışı vardı. Beş defa adliye, üç defa eğitim, iki defa vakıflar, bir defa içişleri ve bir defa da ticaret ve ziraat bakanlığı yapmış bir devlet adamıdır. Devrinde hazırlanan kanunların ve kurulan kurumların büyük kısmı onun elinden çıkmıştı. "Tarih-i Cevdet" adıyla bilinen ve Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik ünlü eserin yazarıdır. Ayrıca 1855-1865 yıllarında devletin resmi tarihçisi olarak hizmet vermiş bir tarih yazarıdır. Bu sayede dönemin siyasi olaylarını yazdığı "Tezakir-i Cevdet" adlı eseri ortaya çıkardı. Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk dil bilgisi kitabı kabul edilen "Kavâ'id-i Osmâniyye"nin ve daha başka dil bilgisi kitaplarının yazarıdır. En ünlü eserlerinden olan "Kısas-ı Enbiya"da bütün peygamberleri ve İslam tarihini sade bir dille okuyuculara aktarmış bir yazardır. İlk Türk kadın romancı kabul edilen yazar Fatma Aliye Hanım’ın babasıdır. 1822 yılında Osmanlı Devleti’nin Tuna eyaleti kazası olan Lofça’da (bugün Bulgaristan’da) dünyaya geldi. Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağa, annesi Lofça’lı Topuzoğlu ailesinden Ayşe Sümbül Hanım’dır. Asıl adı Ahmet idi, “"Cevdet"” mahlasını kendisine 1843’de İstanbul’da öğrenim gördüğü sırada şair Süleyman Fehim Efendi verdi İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Büyükbabası Hacı Ali Efendi’nin yardımı ile tahsiline devam etmek üzere 1839 yılında İstanbul’a geldi. Fatih Camii’nde medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı. Öğrencilik yıllarında ayrıca takip ettiği derslerle ilgili olarak kitap yazdı ve kendisi de ders verdi. 1844’te 22 yaşındayken Çanat pâyesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. Ancak sadece bir rütbe olan bu kadılık işi, kendisinin görev yerinde bulunmasını gerektirmediğinden, İstanbul’dan ayrılmadı. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. Bu dönemde devlet adamı olarak yıldızı parladı. Şeyhülislamlık makamının kendisini tavsiye etmesi üzerine, o sırada yeni kanunlar düzenlemekle meşgul olan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın dairesinde çalışmaya, akşamları da konağına gidip çocuklarının eğitimi ile ilgilenmeye başladı. Siyasi olayları yakından takip edebilmek için bu dönemde Fransızca öğrendi. 1848’de Mustafa Reşid Paşa’nın verdiği bir görevle Bükreş’e gidip bir ay kaldıktan sonra geri döndü. 1849’da tedavi için bulunduğu Bursa kaplıcalarında ""Kavâid-i Osmâniyye"" (Osmanlıca dil bilgisi) adlı kitabı ve ilk Türk anonim şirketi olan "Şirket-i Hayriye"’nin kuruluş nizamnamesini yazdı. Yakın dostu Keçecizade Fuad Paşa ile birlikte yazdıkları Kavaid-i Osmaniyye, Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk gramer kitabı kabul edilir ve 50 yıl boyunca okullarda ders kitabı olarak okutulmuş, Almanca'ya(1855) Arapça'ya( 1866) Bulgarca'ya ve Hırvatça'ya tercüme edilmiş bir eserdir. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte "Dar-ül-Muallimin" (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle belirledi. Rüştiyelerde din derslerinde okutulmak üzere ""Ma’lûmât-ı Nâfia"" (Fâideli Bilgiler) adlı kitabı kaleme aldı. Her türlü bilimsel konunun Türkçe ile yazılabileceğine inanıyor, herkesin okur yazar olması için lisanın sadeleştirilmesi ve yazıların Türkçe kaleme alınması gerektiğine inanıyordu. Yazılarında bu sadeliğin örneklerini verdi. Ahmet Cevdet Efendi, bilimin ülkeye yayılması ve genel kültür düzeyinin yükseltilmesi için çalışacak Fransız Bilimler Akademisi benzeri bir akademinin kurulması fikrini desteklemekteydi; bunun faydalarını anlatan bir mazbata hazırlayacak Sultan Abdülmecit’e sundu. Padişahın uygun bulmasıyla 1851’de kurulan "Encümen-i Daniş"’e (Osmanlı Akademisi) asli üye seçildi. 1853 yılında Encümen’de bir Osmanlı tarihi kaleme alınması kararlaştırılmış, 1774-1826 yılları arasındaki bölümü yazmak görevi Ahmet Cevdet Efendi’ye verilmişti. O sırada Tanzimat Fermanı’nı kabul ettirmek üzere Mısır’a gönderilen sadâret müsteşarına eşlik etmesi istenmiş olan Ahmet Cevdet Efendi, bu seyahate rağmen çalışmasını aksatmadı; diğer üyeler henüz kaydadeğer bir çalışma yapmamışken kendisi dönüşünde üç ciltlik çalışmayı tamamlayıp 1854 yılında padişaha sundu. Bu çalışması, “"Süleymaniye pâyesi"” ile ödüllendirildi; böylece yüksek müderrisler sınıfına girmiş oldu. Ahmet Cevdet Efendi’ye 1855 yılında devletin resmi tarihçisi olarak görev verildi, bu görevi on yıl sürdürdü. ""Tarih-i Cevdet"" adıyla şöhret bulan on iki ciltlik eserinin geri kalan bölümlerini yazdı; eserin son cildi 1886’da yayınlandı. Ahmet Cevdet Efendi, bir yandan da zamanın siyasal olaylarını anlatan “"Tezâkir-i Cevdet"” adlı eserini de kaleme aldı. Ayrıca hayatının daha sonraki bir döneminde peygamberler tarihini anlatan altı ciltlik “"Kısâs-ı Enbiyâ"” adlı eseri yazmıştır. 1856 yılında Rabia Adviye Hanım ile evlendi, bu evlilikten üç çocuğu dünyaya geldi: Ali Sedad, Fatma Aliye ve Emine Semiye. Oğlu Ali Sedat Bey, yazdığı mantık kitapları ile tanındı; kızı Fatma Aliye Hanım ise ilk Türk kadın romancı olarak edebiyat tarihine geçti. Diğer kızı Emine Semiyye ise Avrupa’da öğrenim gördükten sonra İstanbul’da öğretmenlik, Selanik’te öğretim müfettişliği yaptı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ nde görev alarak siyasette öncülük yaptı. 1856 yılında otuz üç yaşında iken Galata Kadılığına, aynı yılın sonunda Mekke-i Mükerreme kadılığına getirilen Ahmet Cevdet Efendi, gene aynı yıl içinde “"Meclis-i Âlî-i Tanzimat"” üyesi oldu ve devrin kanunlaştırma çalışmalarında yer aldı. 1861’de İstanbul kadısı oldu. O günlerde İbn-i Haldun’un meşhur Mukaddime’sinin tercümesini tamamlamıştı. Aynı yıl Meclis-i Âlî-i Tanzimat, yapısı değiştirilerek “"Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye"” adını aldığında Osmanlı Devleti’nin kanunlarını yapacak olan bu kuruma üye tayin edildi ve meclisin nizamnamesini de o hazırladı. 1863 yılında Anadolu kazaskerliği payesi ile Bosna vilayetinde teftişe gönderilen Ahmet Cevdet Efendi, orada bir buçuk yıl içinde ıslahatlar gerçekleştirmede ve orduya asker sağlamakta başarılı olmuştu. Başarısı, daha önce hiçbir ilmiye mensubuna verilmemiş olan ikinci rütbeden “"Nişân-ı Osmânî"” ile ödüllendirildi. 1864’te ıslahat için gönderildiği Kozan’da da başarılı oldu, çalışmaları halkın devlete güvenini güçlendirdi. Bu başarılardan sonra Abdülaziz tarafından şeyhülislamlığa getirilmesi beklenen Ahmet Cevdet Efendi, bunun yerine ilmiye sınıfından mülkiye sınıfına nakledildi. Vezirlikten, paşalığa getirilmişti(1866). Ahmet Cevdet Paşa, 1866’da Halep vilayetine vali tayin edildi. İki yıl süren valiliği sırasında “"Fırat"” adında bir gazete çıkardı, dergi yayımını uzun yıllar devam ettirdi. 1868’de yeni kurulan ve temyiz mahkemesi görevi yapacak olan “"Divan-ı Ahkam-ı Adliye"”'ye başkan tayin edildi. Bu vazifede adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı. Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun bir dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için ""Mecelle Cemiyeti"" adıyla ilmi bir heyet toplandı. Başkanlığına Ahmet Cevdet Paşa’nın getirildiği bu meclis, Kur’an-ı Kerim'in hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıy
met verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırladı. Beşinci kitabın hazırlığı tamamlanırken Bursa’ya, sekizinci kitap hazırlanırken Maraş’a vali tayin edilen paşa, her iki görevden de birkaç gün sonra alınıp merkeze tayin edilmiş ve tekrar Mecelle Cemiyeti’nin başkanı yapılmıştı. Bu süre içinde Paşa, her türlü devlet işlerinin kendisine danışıldığı bir mercii durumuna geldi. 1873 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Cevdet Paşa bu makama üç defa getirilmiştir. Maarif Nazırlığı'nda geçiridği dönemler şöyledir: 24 Nisan 1873-5 Nisan 1874 (11 ay 12 gün); 12 Haziran 1875-30 Kasım 1875 (5 ay 19 gün) ve 17 Mayıs 1876-17 Ekim 1876 (5 ay) olmak üzere toplam 22 ay. Nazırlığı döneminde ilk tahsilden yüksek tahsile her seviyede ders programı yapıldı. Nuruosmaniye Camii avlusunda ""ibtidâiyye"" adıyla modern usullerde eğitim veren bir ilkokul açıldı. Bu arada Ahmet Cevdet Paşa, okullarda okutulmak üzere kitaplar yazdı. Türkçe dil bilgisi kitabı olarak “"Kavâid-i Türkî"”, mantık dersleri için “"Mi’yâr-ı Sedad"”, edebiyatla ilgili olarak “"Âdâb-ı Sedad"” adlı eserlerini yazdı. En tanınmış eseri olan ""Kısas-ı Enbiya"" da bu dönemde kaleme alıp bastırdığı eserdir. 1874 yılında Yanya valiliği görevi ile merkezden ayrılan Paşa, yedi buçuk ay sonra yeniden İstanbul’a döndü ve Adiye Nazırı oldu. Ticaret mahkemelerini Adliye Nezaretine bağladı. Osmanlı kanunlarını toplayan “"Düstur"” ilk defa onun zamanında yayınlandı. Ayrıca hâkimlere yardımcı olacak bir eser olan “"Ceride-i Mehâkim"”(1874)'i yayınladı. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra hamisiz kalan paşa, Bulgar isyanları ile ilgilenmek üzere teftiş için Rumeli’ye gönderildi; Bulgarca bilmesi sayesinde görevinde çok başarılı oldu. Dönüşünde Adliye ve ardından Maarif Nazırlığı görevlerinde bulundu. Mecelle’nin on altıncı kitabı bu sırada tamamlandı (1876). 1878’de Suriye valisi yapılan paşa, Kozan’da Kozanoğlu Ahmet Paşa isyanını bastırınca İstanbul’a dönüp Ticaret ve Ziraat Nazırı oldu. Küçük Mehmet Sait Paşa başvekil olduğunda yeniden Adliye Nezareti’ne getirildi; gayretleriyle 1880’de açılan Mekteb-i Hukuk’ta ders verdi. 1881’de kurulan ve Abdülaziz’in ölümünden sorumlu görülenleri yargılayan Yıldız mahkemesi'nde Adliye Nazırı sıfatı ile bulundu. 1882’de Adliye Nazırlığından ayrılan Ahmet Cevdet Paşa, üç buçuk yıl devlet memurluğundan uzak kaldı ve eserlerini tamamlamakla meşgul oldu. 1886’da tekrar Adliye Nazırı yapıldı ve bu görevi dört yıl sürdürdü. Ahmet Cevdet Paşa, hayatının geri kalanın çocuklarına ve bilimsel çalışmalarına ayırdı. 26 Mayıs 1895’te Bebek’teki yalısında vefat etti. Naaşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi. Fiziksel kimya Fiziksel kimya, organik ya da inorganik, yalın ya da karışım halindeki kimyasal sistemleri fizik yasaları yöntemleriyle inceleyen bilim dalı. Fizyoloji Fizyoloji (işlevbilim) Yunanca φυσις, "physis", doğa, köken, origin ve λόγος, "logos", nizam sözcüklerinden doğal şeylerin kuralları anlamında, Canlıların mekanik, fiziksel ve biyokimyasal fonksiyonlarını ve sistemlerinin işleyişini inceleyen bilim dalıdır. Fizyolojiyle ilgilenen bilim insanlarına "fizyolog" denir. Fizyoloji alanında en büyük ödül "Nobel Tıp" veya "Fizyoloji ödülü"dür. Canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için beslenme, solunum, dolaşım, boşaltım, üreme gibi yaşamsal faaliyetleri gerçekleştirirler. Tek hücreliler canlılarda yaşamsal faaliyetler tek hücre içerisindeki organeller tarafından gerçekleştirilir. Çok hücreli canlılarda yaşamsal faaliyetler tek bir hücre tarafından değil hücre toplulukları tarafından gerçekleştirilir. Çok hücreli canlıları oluşturan hücrelerin hepsi aynı yapıda ve görevde değildirler. Canlı vücudunu oluşturan hücreler görevlerine göre farklı özellikler kazanmışlardır. Canlı vücudunu oluşturan hücrelerden bazıları birleşerek üreme görevini, bazıları birleşerek destek ve hareket görevini, bazıları birleşerek besinleri veya çeşitli gazları (oksijen ve karbondioksit) taşıma görevini, bazıları da birleşerek koruma görevini yerine getirirler. Çok hücreli canlılarda yapı ve görevleri aynı olan hücrelerin oluşturduğu hücre topluluklarına doku denir. Bitki ve hayvanlarda bulunan dokular birbirlerinden farklıdır. Bitkilerin yapısında bulunan dokulara bitkisel dokular, hayvanların yapısında bulunan dokulara hayvansal dokular denir. Çok hücreli canlılarda dokuların oluşmasıyla dokular arasında işbölümü ortaya çıkmıştır. İnsan vücudunda kan, kas, kemik, sinir, yağ, destek, salgı, epitel doku gibi çeşitli dokular bulunur. Her dokuyu oluşturan hücrelerin şekli, görevi, yapısı, büyüklüğü ve dizilişi o dokuya özgüdür. Bir dokunun hücresi ile başka bir dokunun hücresinin şekli, görevi, yapısı, büyüklüğü ve dizilişi farklıdır. Çok hücreli canlılarda aynı yapı ve görevdeki hücreler birleşerek dokuları, dokular birleşerek organları, organlar birleşerek sistemleri, sistemler de birleşerek canlı organizmayı (canlı vücudunu) oluştururlar. İşte tüm bu dizgelerin işleyişi fizyolojinin konusudur. Hücre → Doku → Organ → Sistem → Canlı (Organizma) (Canlı Vücudu) Fizyoloji genellikle bitki fizyolojisi ve hayvan fizyolojisi olarak ikiye ayrılarak incelense de, fizyolojinin kuralları hangi canlının çalışıldığına bakılmaksızın evrenseldir. Örneğin, maya hücre fizyolojisinde öğrenilenler insan hücrelerine de uygulanabilir. Fizyolojini temel özelliği, incelediği sistemlerin durağan değil dinamik olmasıdır. Hücrelerin işlevleri, en yakın çevresindeki değişikliklere bağlı olarak sürekli değişir ve her canlı, gerek temel yaşam biri olan hücrenin iç değişikliklerinden, gerek etkileşim içinde olduğu dış ortamın değişikliklerinden kaçınılmaz biçimde etkilenir. Bu nedenle, fizyolojik tepkimelerden çoğunun temel amacı, iç ortamdaki fiziksel ve kimyasal dengenin korunmasıdır. Bu iç denge, hayvanlarda, canlının iç ya da dış ortamdaki değişiklikleri algılayabilen duyu alıcılarıyla düzenlenir. Bu alıcıların uyarısıyla, kas, böbrekler, karaciğer ve iç salgı bezleri gibi organlarda, değişen koşullara uygun özel yanıtlar gelişir ve canlı kendisini bu yeni duruma uyarlayabilir. Bugün fizyologlar, hücre, doku ve organlarda derledikleri bilgilerin ışığında, canlının bir bütün olarak çevresine nasıl uyum sağladığını araştırırlar. Kısacası, kalıtımın biyokimyasal temellerinden ve moleküler biyolojiden başlayarak hayvanlardaki davranış özelliklerine varıncaya değin çok geniş bir araştırma alanı bugün fizyoloji teriminin kapsamına girmiştir. Fizyoloji ile uğraşan bilim insanına denir. İnsan vücudunun mekanik, fiziksel ve biyokimyasal fonksiyonlarının ve sistemlerinin işleyişinin incelendiği fizyoloji alanı. İnsan fizyolojisi alanında bilgiye ulaşma, bilgi biriktirme ve bilgi üretme becerisi gösteren; tıbbi uygulamada tanı, tedavi ve izleme amacı ile kullanılan ve fizyolojik parametreleri ölçmeyi amaçlayan yöntemleri uygulama, yorumlama, yöntemlerin doğruluk ve güvenirliklerini sınayabilme yetisine sahip, yeni yöntemler geliştirebilme becerisi kazanmış, klinik ve deneysel çalışmaları planlama, yürütme, yorumlama, bir laboratuvarı bağımsız olarak yönetme, laboratuvar güvenliğini sağlama, laboratuvar personeli eğitme konularında bilgili ve deneyimli, diğer meslektaşlarına bilgi ve konsültasyon hizmeti sağlayan bir hekimdir. İnsan fizyolojisi çalışma en az M.Ö. 420 kadar uzanmaktadır ve tıbbın babası Hipokrat zamanında. [2] Fizyoloji, ilk kez 1960'lı yılların başında kabul edildi. Galen olarak tanınan Claudius Galenus (c. 126-199 AD), işlev prob deneyler kullanmak için ilk kez Aristo ve yapı ve fonksiyon arasındaki ilişki üzerine yaptığı vurgu, eleştirel düşünme, Antik Yunan, fizyoloji başlangıcıydı Vücudun. Galen, deneysel fizyolojinin kurucusu idi. [3] tıp dünyasında sadece görünümü ile Andreas Vesalius ve William Harvey Galenism taşındı. [4] Orta Çağ boyunca, antik Yunan ve Hint tıbbi gelenekler daha Müslüman hekimler tarafından geliştirilmiştir. Bu dönemde dikkate değer çalışma, İbn-i Sina (980-1037), diğerlerinin yanı sıra Canon of Medicine ve İbn Nefis (1213-1288), yazarı tarafından yapıldı. Ortaçağ'dan sonra, Rönesans, modern anatomi ve fizyoloji çalışma tetikleyen Batı dünyasında, fizyolojik araştırma bir artış getirdi. Andreas Vesalius, insan anatomisi üzerinde en etkili kitaplarından biri bir yazar oldu, De insani corporis fabrica. [5] Vesalius genellikle modern insan anatomisi kurucusu olarak anılır. [6] anatomist William Harvey 17. dolaşım sistemi tarif yüzyılda, [7] Deneysel fizyolojinin gelişimi için temel vücut fonksiyonları hakkında bilgi almak için, yakın gözlem ve dikkatli deneyler verimli bir birleşimi göstermektedir. Herman Boerhaave bazen fizyoloji, Leiden ve kitabı Institutiones medicae (1708) onun örnek öğretim nedeniyle bir baba olarak adlandırılır. [Kaynak belirtilmeli] 18. yüzyılda, bu alanda önemli eserler Pierre Cabanis, bir Fransız doktor ve fizyolog. [Kaynak belirtilmeli] 19. yüzyılda, fizyolojik bilgi Matthias Schleiden ve Theodor Schwann Hücre teorisi 1838 görünümü, özellikle hızlı bir oranda birikmeye başladı. Bu radikal organizmaların hücreleri denen birim olduğunu belirtti. Sonuçta sonra Amerikan fizyolog Walter Cannon (1871-1945) tarafından ele alınan ve "homeostasis" olarak savunulan ortam interieur (iç çevre), onun kavramına yol Claude Bernard (1813-1878) daha fazla keşifler [açıklama belirtilmeli] 20. yüzyılda, biyologlar da ilgilenmeye başladı, insan fonksiyonu, karşılaştırmalı fizyolojisi ve ecophysiology sonunda yumurtlama alanları. [8] bu alanlarda büyük rakamlar Knut Schmidt-Nielsen ve George Bartholomeos dışında organizmalar. En son, evrimsel fizyolojisi farklı ölçekte etkili olmuştur. [9] Fizyoloji çalışmanın biyolojik temellerini, entegrasyon, insan vücudunun sistemlerinin yanı sıra, eşlik formu birçok işlevleri üst üste gösterir. Bu elektriksel ve kimyasal yollarla, çeşitli meydana iletişim yoluyla elde edilir. Insan vücudu açısından, endokrin ve sinir sistemi fonksiyonu entegre sinyalleri alma ve iletim önemli roller oynamaktadır. Homeostazı bir organizmanın içindeki etkileşimleri açısından önemli bir yönü
dür, insanlar dahil. Komorlar Komorlar ya da resmî adıyla Komorlar Birliği (Arapça: جزر القمر Dschuzur al-Qamar, Komorca: قمر Komori, Fransızca: Comores [kɔˈmɔːʀ]), Afrika kıtasına bağlı bir ada ülke konumunda olup, kıtanın doğu kesiminde, Mozambik Kanalı'nın kuzey bitim noktasında, Mozambik'in açıklarında, Hint Okyanusu'nun batı, Madagaskar'ın ise kuzeybatısında yer alan bir ülke. Ülkenin hak iddia ettiği ancak Fransa denizaşırı bölgesi olarak Fransa tarafından idare edilen Mayotte adası da ülkenin güneydoğu açıklarında yer almaktadır. Ülkenin başkenti Moroni'dir. Ülke ismi Arapça bir kelime olan ve ay anlamında kullanılan kelimesinden gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde "Kamer Adaları" olarak adlandırılan ada, Fransa hakimiyetine geçtikten sonra "Comores" olarak adlandırılmıştır. Ada olması nedeniyle kara komşusu bulunmayan ülkeye deniz sınırı bulunan Madagaskar güneydoğusunda yer alırken, Afrika anakarasında en yakın nokta 297 km uzaklık ile Mozambik kıyılarıdır. Komorlar coğrafî olarak Mayotte ile birlikte Komor Takımadaları'nın bir parçasını oluşturmaktadır. Büyük Komor adası ülkenin en büyük adası konumunda olup, ülkenin başkenti de bu ada üzerindedir. Anjouan adası ülkenin ikinci büyük adası olup, Büyük Komor adasının 200 km doğusunda yer almaktadır. Ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan üç adadan en küçüğü ise Mohéli adasıdır. Bu üç adanın haricinde birçok küçük adacıklar da ülkenin hakimiyeti altındadır. Komorlar sahip olduğu 2.034 km² (hak iddia edilen Mayotte adası ile birlikte 2.236 km²) yüz ölçümü ile dünyanın en küçük ülkelerinden biri konumundadır ve toplamda 340 km'lik bir kıyı şeridine sahiptir. Tüm adaların volkanik bir yapıya sahip olduğu Komorlar'da kıyılar sığ kayalıklar ve mercanlarla çevrilidir. Büyük Komor adasının merkezinde yer alan ve volkanik hareketliliğin son olarak 2007 yılında yaşandığı Karthala Dağı 2361 m ile ada ülkesinin en yüksek noktasını oluşturmaktadır. Ada genelinde tropikal deniz iklimi hakimdir. Yıl genelinde sıcaklık değişimlerinin fazla yaşanmadığı Komorlar'da en serin dönem Temmuz-Ağustos ayları arasında yaşanmaktadır. Bu süreçte ortalama sıcaklıklar 22 °C düzeyindedir. En sıcak dönemin yaşandığı Şubat ve Mart aylarında sıcaklık ortalamaları 27 °C seviyesindedir. Komorlar'da Mayıs ile Ekim ayları arasında kurak güneydoğu alize rüzgarları görülmekte olup, Kasım ile Nisan ayları arasında yağmur getiren kuzeybatı muson rüzgarları etkili olmaktadır. Ülke genelinde en çok yağmur yağan ay Ocak ayı olup, ada genelinde yüksekliğe bağlı olarak yıllık yağış ortalaması 1000 mm ile 4000 mm arasındadır. Ada ülkesi genelinde bulunan tropikal yağmur ormanlarının oranı son yıllarda azalma göstermiş olup, güncel olarak ülkenin yüksek kesimlerinde gözlemlenebilmektedir. Ülkenin toprak örtüsü günümüzde plantasyon ve savanlar belirlemektedir. Komorlar'ın ovalarında hindistan cevizi, muz ve mango ağaçları bulunmaktadır. Ülkenin kıyı kesimlerinde mangrove ağaçları gözlemlenmektedir. Komorlar adası genelinde yerel ve o ülkeye özgü türler bulunmaktadır. Adada sık rastlanılmayan kuş ve kaplumbağa türleri bulunmaktadır. Bunların haricinde sadece bu adaya özgü bir hayvan olan ve nemli burunlu maymunların alt familyası olan makimsiler grubunun bir üyesi olan kuyruksüren makisi ("Eulemur mongoz") yaşamaktadır. Komorlar'ın kıyılarında ise birçok balık çeşidi yaşam alanı bulmaktadır. Burada özellikle kemikli balıklar üst sınıfının altı sınıfı et yüzgeçliler üyesi olan "Coelacanthiformes" gözlemlenebilmektedir. 1938 yılına kadar nesli tükenmiş olarak konumlandırılan balık çeşidi, söz konusu yılda kıyı kesimlerinde gözlemlenmiştir. Komorlar genelinde son olarak 2016 yılında resmi olarak açıklanan tahmini sayım sonuçlarına göre 806,153 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmi sayım konumunda olup, 2017 tahmini verilerine göre adada 828,147 kişi yaşayacağı tahmin edilmektedir. Ülke nüfusunun çoğunluğu en büyük ada olan ve başkenti de barındıran Büyük Komor adasında yaşamaktadır. Komorlar genel olarak genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre nüfusun %59,33'ü 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin %3,89'u 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %40.1 (erkek 158,809/kadın 159,840) 15-24 yaş: %19.23 (erkek 73,947/kadın 78,831) 25-54 yaş: %32.58 (erkek 122,936/kadın 135,962) 55-64 yaş: %4.21 (erkek 14,850/kadın 18,611) 65 yaş ve üzeri: %3.89 (erkek 14,321/kadın 16,571) Ada ülkesi genelinde temiz suya ulaşım oranları yüksek düzeydedir. Ülkede nüfusun %90,1 gibi yüksek bir oranla nüfusun büyük çoğunluğu temiz su kaynaklarından yararlanabilmektedir. Nüfusun sadece %35,8'i tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanabilirken, nüfusun %64,2'si ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Afrika kıtasının genelinde yüksek oranda görülmekte olan AIDS ile ilgili olarak Komorlar herhangi bir veri açıklamamıştır. Ülke genelinde sekiz yıllık okula gitme zorunluluğu bulunmakta olup, okul öncesi eğitimde çocuklara iki yıllık zorunlu Kuran-ı Kerim eğitimi verilmektedir. Komorlar'da 15 yaş ve üzerinde olan nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2015 tahmini verilerine göre %77,8 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %81,8 iken, kadınlarda %73,7 seviyesindedir. Komor Adaları'na İslam 14. yüzyılda girmiştir ve halkın tamamı Müslüman olmuştur. Tarihi kaynaklardan anlaşıldığına göre, bu adalar Müslümanlar'ın girmesinden önce büyük ölçüde boştu. Müslümanlar bu adalara girdikten sonra, burada ayrı bir sultanlık kurdular. Zamanla Komor Adaları'nı oluşturan dört büyük adanın her birinde ayrı bir sultanlık kuruldu ve zaman zaman bu sultanlıklar arasında çatışmalar oldu. 18. yüzyılda Tanganika kıyısından gelerek Büyük Komor Adası'na yerleşen Şeyh Ngome de Pate adanın hanım sultanının kız kardeşiyle evlendi. Bu evlilikten doğan Mwinye Mku adlı şahıs Sultan Ahmed adını alarak teyzesinin tahtına geçti ve diğer adaları da kendine bağladı. Sultan Ahmed'in Büyük Komor Adası'ndaki yönetimi 1875'e kadar sürdü. Ancak onun sultanlığı döneminde Fransız sömürgeciler Komor adalarına yönelik saldırılar başlattı ve 1841'de Mayotte adasını ele geçirdiler. Büyük Komor'da 1875'te Sultan Ahmed'in yerine geçen torunu Seyyid Ali, Fransızlara yanaşmak ve onların himayelerini kabullenmek zorunda kaldı. Fransızlar Anjouan Adası'nı da 1886'da Sultan III. Abdullah'ın adaya hükmettiği sırada hâkimiyetlerine aldılar. Böylece, bütün Komor Adaları Fransız hâkimiyetine geçmiş oldu. Adalardaki geleneksel sultanlık yönetimi (emirlik) Fransız hâkimiyeti altında 1912'ye kadar devam etti. Fransızlar 1912'de bütün yerel yönetimleri ve İslâmi uygulamaları ortadan kaldırdılar ve Komorlar'ı yine kendi hâkimiyetlerinde olan Madagaskar'a bağladılar. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Komor Adaları Müslümanları, bağımsızlık mücadelelerine hız kazandırdı ve bu amaçla Tanzanya'da bazı örgütler kurdular. Bu örgütler sonra Komor Adaları Milli Kurtuluş Hareketi bünyesinde birleşerek organize bir faaliyet içine girdiler. Fransa, 1974'te adaların geleceğiyle ilgili bir referandum yapmak zorunda kaldı. Açıklanan sonuçlara göre Mayotte Adası halkının % 65'i Fransız idaresinin devamını, diğer adalardaki halkın ise % 95'i bağımsızlığı istemişti. Fransa, 1 Ocak 1976'da Mayotte Adası dışındaki adaların bağımsızlığını kabul etti. Yeni kurulan bağımsız cumhuriyetin başkanlığına Ali Suveylih geçirildi. 1978'de Ahmed Abdullah tarafından gerçekleştirilen bir darbeyle Ali Suveylih görevden uzaklaştırıldı. Yeni başkan Ekim 1978'de anayasayı değiştirerek devletin resmi adını Komorlar Federal İslâm Cumhuriyeti yaptı. Ahmed Abdullah da Fransa'yla iyi geçinmeye özen göstermesine ve İslâmileştirme faaliyetini sadece halkı kendine bağlamak için kullanmasına rağmen Batılılar'ın desteklediği paralı askerler tarafından kendisine karşı birkaç kez başarısız darbe girişiminde bulunuldu.Ahmed Abdullah, Kasım 1989'da bir suikast sonucu öldürüldü ve yerine Said Muhammed Çuhar geçirildi. Komorlar Birliği anayasa ile yönetilen federatif bir cumhuriyettir. İslamiyet ülkenin resmi devlet dini konumundadır. Günümüzde yürürlükte olan anayasa 2001 yılında kabul edilerek yürürlüğe konmuştur. Ülke çok partili bir siyasi sisteme sahip olup, başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Ülkenin hem devlet hem de hükumet başkanı olarak seçilen devlet başkanı dört yıllık bir süre için seçilmektedir. Ülkede uygulanan rotasyon prensibi gereği her seçimlerde sırasıyla bir adanın seçmeni oy kullanabilmektedir. Ülkenin sahip olduğu ulusal meclis ("Assemblée de l'Union des Comores") tek meclis yapısını oluşturmaktadır. Komorlar meclisi toplamda 33 üyeden oluşmaktadır. Meclis üyelerinden 18 tanesi her beş yılda bir gerçekleştirilen seçimler ile yenilenirken geriye kalan 15 sandalye yerel meclisler tarafından doldurulmaktadır. Komorlar uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Sahel-Sahra Devletler Topluluğu ve Uluslararası Para Fonu ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir. Ülkenin silahlı gücü olan "Armée nationale de développement" ülkenin ordusunu oluşturmaktadır. 1997 yılında oluşturulan bu yapının günümüzde 800 aktif mensubu bulunmaktadır. Komorlar silahlı kuvvetleri yapı olarak polis teşkilatına benzer bir yapıya sahip olup, ana görevlerinden büyük çoğunluğunu ülke içerisinde güvenliği sağlamak oluşturmaktadır. Fransa'nın Mayotte adasında konuşlandırdığı küçük bir sahil güvenlik ekibi de sahip olunan karasuların güvenliğinde Komorlar'a destek sağlamaktadır. Ülke federal bir cumhuriyet yapısına sahip olup, ülke üç özerk adanın birleşmesi sonucu oluşmaktadır. Komorlar kendi içerisinde en üst idari yapı olarak üç özerk adaya ayrılmıştır. Ülkenin federal yönetim yapısı gereği ülkeyi oluşturan adalar özerk yapıya sahiptir. Komorlar, Fransa tarafından yönetilmesine rağmen Mayotte (Komorca: Mahori) adası üzerinde hak iddia ederek kendi toprak parçası olarak görmektedir. Özerk adalar 2011 yılından bu yana 16 ilçe ve 54 belediyeye (communes) ayrılmaktadır. Komorlar dünya gen
elinde nüfusunun yaşam standartlarının en düşük olduğu ülkelerinden biri olmasına rağmen gelişmekte olan bir ekonomiye sahiptir. Ülkeyi oluşturan adalar arasındaki yetersiz ulaşım bağlantıları da var olan birkaç doğal kaynağın işlenmesinde ve dağıtımında sorun oluşturmaktadır. Hayvancılığın yanı sıra, tahıl, patates ve baharat üretimi yapılmaktadır. Ülkenin en önemli ihracat ürünlerini vanilya, parfüm esansı ve karanfil oluşturmakta olup, 2015 verilerine göre ihracatın sık yapıldığı ülkeler şu şekildedir: Ülkenin en önemli ithalat ürünlerini tüketim malları, ulaşım araçları, pirinç ve diğer gıda maddeleri, petrol ürünleri, çimento ve inşaat malzemeleri oluşturmakta olup, 2015 verilerine göre ithalatın sık yapıldığı ülkeler şu şekildedir: Ada ülkesi genelinde 880 km uzunluğunda karayolu bulunmaktadır. 2002 verilerine göre bu yollardan 673 km'si asfaltı olup, geri kalan 207 km stabilize yoldur. Büyük Komor ile Anjouan adalarında adayı dairesel olarak dolaşan ve sahil boyu ilerleyen karayolları bulunmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes Kitâb-ı Mukaddes veya Kutsal Kitap, Eski Antlaşma ve Yeni Antlaşma'yı kapsayan, Hristiyan inanışının temelini oluşturan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan kitaptır. Kitab-ı Mukaddes yaygın olarak tüm zamanların en çok satan kitabı olarak kabul edilir, 100 milyon kopya yıllık satış tahmini olup özellikle ilk kitlesel basılı kitap oluşu Batı'da, edebiyat ve tarih üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Kitab-ı Mukaddes'in ilk kısmı Eski Ahit ya da Eski Antlaşma olarak adlandırılır. 39 bölümden oluşur. Tevrat ve Zebur'u içerisinde barındırır. Yahudilerin kutsal kitaplarından Tanah ile bölüm adları ve sınıflandırmalar hariç hemen hemen aynıdır. Eski Ahit, İsa'nın doğumundan önceki çok uzun bir zaman diliminde Yahudi peygamberleri, din adamları ve alimleri tarafından yazılmıştır. Bu bölümde İsa veya Meryem'den bahsedilmez. Yahudi kutsal metinlerinden oluşmuş Tanah'ın Hristiyanlıkta Eski Ahit olarak adlandırılmasının nedeni, Tanrı'nın İsa ile yaptığına inanılan antlaşmadan (ahit) asırlar önce Musa ile Sina Dağı'nda yaptığına inanılan antlaşmadır. Yahudiler Tanah'ın Eski Antlaşma olarak anılmasını uygun bulmazlar. Kitab-ı Mukaddes'in ikinci bölümünü oluşturan Yeni Ahit ise, İsa'nın sağlığında ve/veya ölümünden sonra Havariler, Hristiyan din adamları ve alimleri tarafından yazılmıştır. 27 bölümden oluşur. Hristiyan alimlerince kanonik kabul edilen Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri Yeni Ahit'in ilk dört bölümünü oluşturur. Hristiyanlar Tanrı'nın Musa ile yaptığı antlaşmadan yüzlerce yıl sonra, İsa ile yeni bir antlaşma yaptığına inanırlar. Bu nedenle Kitab-ı Mukaddes'in İsa'dan bahseden ikinci bölümünü Yeni Ahit olarak adlandırırlar. Bununla birlikte Yahudiler ikinci bir antlaşmayı kabul etmez, Tanah'ın Eski Ahit olarak adlandırılmasını uygun bulmaz ve bu ismi kullanmazlar. Kitab-ı Mukaddes'in en önemli çevirilerinden, «kilise atası» Jerom'un yaptığı ve Katolik Kilisesi içinde yüzyıllarca kanonik olarak kullanılmış olan Vulgata adı verilen Latince sürümüdür. Martin Luther ilk olarak bu metinden değil, İbranice ve Yunanca orijinal metninden halkın anlayabileceği Almanca bir çeviri yapmıştır. En ünlü İngilizce çevirisinin adı 1611 tarihli Kral James Sürümü'dür. Bu çeviri, bazı Hristiyan inanırlarca hâlâ 'hatasız' olarak kabul edilmekte olup referans olarak kullanılmaktadır. Unicode Unicode (Evrensel Kod) Unicode Consortium organizasyonu tarafından geliştirilen ve her karaktere bir sayı değeri karşılığı atayan bir endüstri standardıdır. Sistemin amacı farklı karakter kodlama sistemlerinin birbiriyle tutarlı çalışmasını ve dünyadaki tüm yazım sistemlerinden metinlerin bilgisayar ortamında tek bir standart altında temsil edilebilmesini sağlamaktır. Evrensel Karakter Kümesi (UCS) olarak bilinen ISO/IEC 10646 standardı ise, her iki organizasyonun işbirliği ile aynı sayısal karşılıkları taşımaktadır. Unicode, son sürümü itibarıyla 129 farklı modern ve tarihi yazım sistemine ait 120.000'den fazla karakteri ve emoji gibi çeşitli sembol kümelerini kapsamaktadır. Standardın içinde karakterler ve karakterlere atanmış sayı değerlerinin tablolaştırılmış hali, bu sayılarının kodlanmasıyla ilgili kurum tarafından önerilen standart kodlama sistemleri ve bunların yanı sıra eşdeğer karakterler, karakterin bileşenlerine ayrılış bilgileri, sıralama kuralı, büyük-küçük harf bilgisi, yazılış yönü bilgisi gibi karakterin ekranda doğru gösterilebilmesi için yazılımların ihtiyaç duyduğu ek bilgiler bulunmaktadır. Haziran 2015 tarihi itibarıyla standardın en son sürümü olan "Unicode 8.0" ile birlikte 7.716 yeni karakter eklemesi yapılmıştır Unicode kodlarından oluşan karakter dizilerini (metinleri) bilgisayarda verimli bir biçimde saklayabilmek amacıyla çeşitli karakter kodlamaları geliştirilmiştir. Bunlardan en bilinenleri UTF-8, UTF-16 ve artık kullanımdan kalkmış olan UCS-2'dir. Harflerin bilgisayar ortamında saklanması ve taşınması ile ilgili geliştirilen ilk sistem ASCII sistemi olmuştur. Bu sistemde Amerikan İngilizcesi alfabesinde bulunan harflerin her birine bir sayı atanmış ve harfler bilgisayar ortamında sayı olarak saklanmıştır. Harflerin kodlanması için 7 bitlik baytlar kullanılmıştır. 7 bit ile yazılabilen en büyük sayı 127'dir ve 128 adet sayı (0 ile 127 arası) temel noktalama işaretleri ve Amerikan İngilizcesi harflerini kodlamak için yeterli olmuştur. Örneğin "a" harfi ASCII kodlamasında on tabanında 97 sayısıyla eşleştirilmiştir. Harflerin eşleştirildiği bu sayılar daha sonra Unicode tarafından "kod noktası" olarak adlandırılacaktır. ASCII kodlaması kullanılmaya başladıktan sonra Latin alfabesi kullanan Avrupa ülkelerinin alfabelerindeki ü, ö veya ç gibi harflerin de kodlanması ihtiyacı ortaya çıktığından "Genişletilmiş ASCII" denilen yeni bir sistem kullanılmıştır. Bu sistemde harfleri kodlamak için kullanılan yedi bite bir bit daha eklenerek 8 bitlik baytlar kullanılmış ve dolayısıyla kodlanabilecek harf sayısı 2 = 128'den 2 = 256'ya çıkarılmıştır. İlk çıkarılan genişletilmiş ASCII kümesi olan ISO 8859-1 (Latin-1 olarak da bilinir), Latin alfabesi kullanan Batı Avrupa dillerinin büyük çoğunluğunun harflerini karşılamaktadır. Daha sonra farklı dillerin alfabelerinde bulunan o dile özgü karakterler için farklı genişletilmiş ASCII kümeleri çıkarılmıştır. Bu farklı kümelere "kod sayfası" da denmektedir. Ancak genişletilmiş ASCII sistemi de meseleyi kökünden çözmeyi başaramamıştır. Genişletilmiş ASCII'nin eksiklikleri şu iki maddeyle özetlenebilir: Birbirinden farklı ASCII kümelerinde bulunan dillerin karakterlerinin aynı metinde bulunması mümkün değildir. Çünkü 128 ve sonrasındaki sayılar her genişletilmiş ASCII kümesinde farklı karakterlere karşılık gelebilmektedirler. Eğer belgedeki kodlamanın hangi kod sayfasına göre yapıldığı belirtilmemişse Metnin doğru okunması mümkün olmamaktadır. Örneğin İnternet üzerinde kodlama türünün belirtilmemiş olması veya yanlış belirtilmiş olması nedeniyle Türkçe karakterlerden ı, ş karakterlerinin ý, þ olarak görünmesinin nedeni Türkçe için üretilmiş olan Latin-5 kod sayfasında bu karakterlere karşılık gelen sayıların, İnternet tarayıcılarının kodlama türü belirtilmediğinde varsayılan olarak kullandığı Latin-1 kodlamasında İzlanda alfabesinden ý, þ karakterlerine karşılık gelmesi yüzündendir. Dolayısıyla diğer dillerin alfabeleri için bir çözüm olarak öne sürülen genişletilmiş ASCII sistemi de tam çözüm olamamıştır. Farklı kod sayfaları arasında karışıklığa yol açması bir yana içinde binlerce farklı karakter barındıran Çince veya Japonca gibi dillerin harfleri için fazladan gelen 128 karakterlik kapasitenin de yeterli olması olanaksızdır. Bu yüzden ASCII sistemi yerini Unicode'a bırakmıştır. Ancak yine de yıllardan beri kullanılmış olması nedeniyle bu kodlamayla üretilmiş birçok yazılım, web sayfası bulunmaktadır. Unicode sistemi teşvik edilse de işletim sistemleri eski yazılım ve web sayfaları nedeniyle ASCII kodlamasını da Unicode ile birlikte hala mecburen desteklemektedir. Unicode'un kökeni 1987'ye dek uzanmaktadır. Bu tarihte Xerox çalışanı Joe Becker ve Apple çalışanı Mark Davis evrensel bir karakter kümesi oluşturmanın sağlayacağı faydalar üzerinde çalışma yapmaktaydı.Ağustos 1988 tarihinde, Joe Becker "şimdilik Unicode olarak adlandırılan uluslararası/çokdilli metin karakteri kodlama sistemi" için bir teklif taslağı hazırladı. "Unicode" ismini eşsiz, tek ve evrensel bir kodlama sistemini çağrıştırması amacıyla seçtiğini belirtmiştir. "Unicode 88" başlıklı belgede Becker 16-bitlik bir karakter modeli taslağı hazırlamıştır: Unicode, güvenilir ve üzerinde çalışılabilir dünya geneli bir metin kodlaması ihtiyacına cevap verme niyetiyle ortaya çıkmıştır. Unicode kabaca, dünyadaki bütün yaşayan dillerin tüm karakterlerini kapsayabilmesi amacıyla uzunluğu 16 bite çıkarılmış "geniş gövdeli bir ASCII" olarak tanımlanabilir. Mühendisliği düzgünce yapılan bir tasarımla, karakter başına 16 bit bu amaç için fazlasıyla yeterli olacaktır. Orijinal 16-bitlik tasarım sadece günlük kullanıma dahil olan karakterlerin ve yazı türlerinin kodlanmasına ihtiyaç duyulacağını varsaymasından kaynaklanıyordu: Unicode eskiden beri gelenleri korumaktansa geleceğe dönük yararlılığı garanti altına almayı yüksek öncelik edinmiştir. Unicode ilk olarak çağdaş metinlerde kullanılan karakterleri (yani 1988 yılında dünyada basılan gazete ve dergilerin kullandığı karakterlerin tümünü) hedeflemektedir ki bu karakterlerin sayısı şüphesiz 2 = 16.384'ü geçmez. Çağdaş kullanım dahilinde olan karakterlerin dışında kalan diğer karakterlerin eskimiş olduğu veya ender kullanıldığı kabul edilebilir. Çoğunlukla kullanışlı karakterleri barındıran Unicode'u bu eski ve nadir karakterlerle kalabalıklaştırmak yerine bu karakterleri özel kullanım kayıtlarına dahil etmek daha iyidir. 1989 yılının başlarında Unicode çalışma grubu Metaphor'dan Ken Whistler ve Mike Kernaghan, Research Libraries Group'tan Karen Smith-Yoshimura ve Joan Aliprand ve Sun Microsystems'tan Glenn Wright da b
ulunacak şekilde genişletildi. 1990 yılında Microsoft'tan Michel Suignard ve Asmus Freytag ve NeXT'ten Rick McGowan da gruba katıldı. 1990'ın sonlarına doğru mevcut kodlama standartlarındaki karakterlerin eşlenmesi çalışmaları tamamlanmış ve Unicode'un gözden geçirilecek son taslağı hazırlanmıştı. Unicode Consortium 3 Ocak 1991'de California'da kuruldu. Ekim 1991'de Unicode standardının ilk cildi yayımlandı. Han ideograflarını içeren ikinci cildi de Haziran 1992'de yayımlandı. 1996'da Unicode 2.0'da yedek karakter mekanizması uygulanmaya başladı. Bu sayede Unicode artık 16 bit ile sınırlanmamış oldu. Yedek karakter çiftlerinin kullanılmasıyla Unicode kod alanı bir milyon kod noktasını bulundurarak kadar genişledi. Böylece Unicode, Mısır hiyeroglifleri veya Göktürk alfabesi gibi birçok tarihi yazı sistemlerini ve kodlamasına ihtiyaç duyulmayacağı tahmin edilen, artık kullanılmayan eskimiş karakterleri destekler hale geldi. Unicode tarafından desteklenmesi ilk başta planlanmamış olan karakterler arasında nadiren kullanılan Kanji karakterleri ve Çince karakterler de bulunmaktadır. Bu karakterler artık kullanılmayan kişi veya yer isimlerinin parçası olduklarından nadiren kullanılıyordu ancak orijinal Unicode mimarisinde düşünülenden çok daha önemli karakterlerdir. Unicode, 0 ile 10FFFF arasındaki sayılara karşılık gelen 1.114.112 adet kod noktasından oluşan bir kod alanı tanımlamıştır. Kod noktası Unicode tarafından her bir karaktere atanan sayıdır ve bu sayı genelde on altı tabanında, heksadesimal gösterim adı verilen, 10-15 arası rakamların A-F arası harflerle temsil edildiği bir gösterim yöntemiyle yazılır. Normalde Unicode kod noktaları "U+" ve sonrasında kod noktasının on altı tabanındaki karşılığı ile ifade edilir. Kod noktalarının beşinci ve altıncı haneleri birlikte düzlem ("plane") numarasını ifade etmektedir, toplamda on yedi adet düzlem bulunmaktadır (0'dan 10'a kadar). İlk düzlem olan Temel Çokdilli Düzlem ("Basic Multilingual Plane", kısaca BMP) sıfırıncı düzlem olduğundan bu düzlemdeki karakterlerin kod noktaları yazılırken beşinci hanedeki 0 yazılmadan dört haneli şekilde yazılırlar (mesela Unicode tanımı olan X harfinin kod noktası U+000058 yerine kısaca U+0058 olarak ifade edilir), BMP dışındaki düzlemlerde bulunan kod noktaları başında düzlem numarası yazılarak ifade edilir. Dolayısıyla toplamda beş veya altı haneli olarak yazılırlar. (örneğin adlı karakterinin kod noktası U+E0001, Emoji karakterlerinden adlı 😀 karakterinin kod noktası U+1F600 olarak ifade edilmektedir). Unicode standardının eski sürümlerinde de benzer yazım şekilleri kullanılıyordu ancak ufak farklılıklar bulunmaktaydı. Örneğin Unicode 3.0 standardında kod noktaları yazılırken sekiz haneli kod noktasının önüne "U-" getirilirdi. Kod birimleri yazılırken önüne "U+" konularak yazılırdı. Unicode kod alanı 0'dan 16'ya kadar numaralanmış on yedi adet "düzlem"e ("plane") ayrılmıştır: BMP düzleminde bulunan tüm kod noktaları UTF-16 kodlamasında tek kod birimiyle ve UTF-8 kodlamasında da değişken uzunlukta kod birimleriyle (bir, iki veya üç) kodlanabilir. UTF-16 kodlamasında kod birimleri 16-bit (iki bayta karşılık gelir), UTF-8'de 8-bit (bir bayta karşılık gelir) uzunluğundadır. 1'den 16'ya kadar olan düzlemlerdeki kod noktaları ("tamamlayıcı düzlemler", "supplementary plane") UTF-8 kodlamasında dört kod birimi ile ve UTF-16'da "yedek çiftler" veya "yer tutucu çiftler" ("surrogate pairs") denilen bir sistem ile iki kod birimi halinde kodlanırlar. Her düzlem, blok adı verilen bölümlere ayrılmıştır ve her blokta o blokla ilgili karakterler bulunur. Blokların kapsadığı kod noktalarının sayısı (yani blokların büyüklüğü) değişken olmakla birlikte bu sayı her zaman 16'nın ve genelde de 128'in katıdır. Aynı yazı türünde bulunan karakterler farklı bloklara dağılmış olabilir. Her kod noktasının Genel Kategori adlı bir niteliği bulunmaktadır. Temel kategoriler şunlardır: Harf ("Letter"), İm ("Mark"), Sayı ("Number"), Noktalama ("Punctuation"), Sembol ("Symbol"), Ayırıcı ("Seperator") ve Diğer ("Other"). Bu kategorilerin alt bölümleri de bulunmaktadır. Genel Kategori niteliği her zaman kullanışlı değildir; çünkü eski kodlama sistemleri tek kod noktasına birden fazla özellik yüklemiştir. Örneğin karakteri ASCII sisteminde hem kontrol hem de düzen ayırıcısı karakteri olarak kullanılmıştır, Unicode'da bu karakterin Genel Kategori niteliği "Diğer, Kontrol" olarak tanımlanmıştır. Bir kod noktasının özelliklerinin ve davranışının tam olarak belirlenebilmesi için diğer niteliklerin de dikkate alınması gerekmektedir. Mevcut Genel Kategoriler şunlardır: U+D800..U+DBFF aralığında bulunan 1.024 kod noktası üst yedek kod noktaları olarak ve U+DC00..U+DFFF aralığında 1.024 kod noktası da alt yedek kod noktaları olarak bilinir. Üst yedek kod noktası (veya öndeki kod noktası) ve sonrasında gelen alt kod noktasının (veya arkadaki kod noktası) oluşturduğu çifte yedek çifti denir bu yedek çiftleri UTF-16 kodlaması tarafından BMP'nin dışında kalan kod noktalarını kodlamak için kullanılır. UTF-16 kodlaması kod noktalarını iki bayttan oluşan birimler halinde kodlamaktadır, iki bayt ile kodlanabilecek en büyük sayı FFFF (65535) olduğundan U+FFFF'nin sonrasındaki kod noktalarını ifade etmek için U+D800'den U+DFFF'ye kadar olan kod noktaları Unicode tarafından yedek kod noktaları olarak kullanılmak üzere ayrılmıştır. Bu kod noktaları çiftler halinde kullanılarak BMP dışında kalan 1.048.560 karakteri UTF-16 ile kodlamaya fazlasıyla yetmektedir (1.024 * 1.024 = 1.048.576 adet yedek çifti kombinasyonu vardır). Üst ve alt yedek kod noktaları tek başlarına anlamsız ve geçersizdir. Çiftler halinde kullanıldıkları zaman bir karakteri temsil ederler. Dolayısıyla, yedek çifti olarak kullanılmak üzere ayrılmış olan U+D800..U+DFFF aralığındaki kod noktaları U+10000..U+10FFFF aralığındaki kod noktalarının yerini tutmak amacıyla kullanıldığından, karakter olarak kullanılabilecek kod noktaları yedek kod noktaları dışında kalan kod noktalarıdır (U+0000..U+D7FF ve U+E000..U+10FFFF aralığında kalan 1.112.064 kod noktası). Karakter olarak kullanılabilecek kod noktalarına aynı zamanda karakterin skaler değeri de denmektedir. Örneğin UTF-16'da yedek çiftleri kullanılarak (D803 DC00) olarak kodlanan karakterinin skaler değeri U+10C00'dır denir. Çünkü (D803 DC00) yedek çifti 10C00 sayısını temsil eder. Unicode bazı kod noktalarına ne şimdi ne de gelecekte herhangi bir karakter atamayacağını duyurmuştur. Karakter dışı kod noktaları Unicode şartnamesinde "noncharacter" olarak adlandırılmaktadır. Karakter dışı kod noktaları yazılımların iç yapısında herhangi bir amaçla kullanılabilir. Toplamda 66 adet karakter dışı kod noktası bulunmaktadır. U+FDD0..U+FDEF aralığındaki kod noktaları ve her düzlemin son iki kod noktası (yani U+FFFE, U+FFFF, U+1FFFE, U+1FFFF, ... U+10FFFE, U+10FFFF). Karakter dışı kod noktaları sabittir, ileride yeni karakter dışı kod noktası tanımlanmayacaktır. Ayırtılmış ("reserved") kod noktaları da ileride kodlama karakteri olarak kullanılacak olan ama henüz Unicode tarafından kendilerine karakter atanmamış kod noktalarıdır. Özel kullanım kod noktaları da karakter olarak kullanılabileceği belirtilen ancak hangi karakteri temsilen kullanılacakları Unicode tarafından belirtilmeyip kullanıcıya bırakılmış olan karakterlerdir. Yani bu karakterler yazılı bilgi alışverişi esnasında taraflar arasında önceden yapılmış bir anlaşamaya göre yorumlanabilecek karakterlerdir. Unicode kod alanında üç adet özel kullanım bölgesi vardır: Çizgesel karakterler ("graphic characters"), Unicode tarafından tanımlanan, belirli bir anlamsal değeri olan ve görünür bir glif şekline sahip veya görünür bir boşluğu temsil eden karakterlerdir. Unicode 7.0 itibarıyla 112.804 çizgesel karakter vardır. Biçimlendirme karakterleri ise görünür bir şekilleri olmayan ancak komşu karakterlerin görünüşünü veya davranışını etkileyen karakterlerdir. Örneğin karakteri ve karakteri bitişebilen karakterlerin bitişme durumunu belirlemek için kullanılabilir. Unicode 7.0'da 152 biçimlendirme karakteri bulunmaktadır. Başka bir örnek vermek gerekirse metin dosyalarında bilgisayarlarda tuşuna basarak yapılan alt satıra geçme işlemi sırasında metne ve karakterleri işlenir, bu karakterler metin üzerinde görünür bir yer kaplamadığı halde kendilerinden sonra gelen karakterlerin alt satırda görüntülenmesini sağladıkları için kontrol işlevi görür ve çizgesel karakter sınıfına girmez. Altmış altı kod noktası (U+0000..U+001F ve U+007F.. U+009F aralıkları) kontrol kodları olarak ayrılmıştır ve ISO/IEC 6429 standardıyla belirlenen C0 ve C1 kontrol kodlarına karşılık gelir. Unicode'la uyumlu kodlamalarda bu kontrol karakterlerinden , ve karakterleri sıklıkla kullanılır. Çizgesel karakterler, biçimlendirme karakterleri ve kontrol kodu karakterleri hep beraber atanmış karakterler olarak bilinir. Soyut karakter, metinsel bir verinin düzenlenmesi, denetlenmesi veya temsil edilmesi için kullanılan bilgi birimi olarak tanımlanmıştır. Soyut karakterin bir kod noktasıyla eşleştirilmiş haline kodlu karakter denir ve kodlu karakterler genelde kısaca karakter olarak anılır. Soyut karakterler, karakterlerin temsil ettikleri bilginin soyut, yani şekil almamış halini temsil eder. Unicode standardında tek bir kod noktasıyla ifade edilebilen bir soyut karakter aynı zamanda birden fazla kod noktasının yan yana kullanılmasıyla da alternatif olarak temsil edilebilir. Örneğin â harfi, Unicode tanımı kod noktasıyla ifade edilebileceği gibi ve kod noktalarının yan yana kullanılmasıyla da ifade edilebilir. İki farklı şekilde de aynı görüntü ortaya çıkacaktır: U+00E2 â ve U+0061 U+0302 â. Bu karakterler kodlamaları itibarıyla farklı olmalarına rağmen aynı soyut karakteri temsil etmektedir. Birisi tek bir kod noktasından oluşurken diğeri harfin parçalarına karşılık gelen kod noktalarının birleştirilmesiyle ifade edilir. Ancak bazı soyut karakterlerin Unicode standardında tek kod noktasıyla karşılığı yoktur. Bu yüzden bu soyut karakterler bird
en fazla kod noktasının art arda kullanılmasıyla ifade edilebilirler. Unicode yalnızca iki kod noktasının kombinasyonuyla ifade edilebilen soyut karakterlerin bir listesini sitesinde barındırmaktadır. Ayrıca, diğer standartlarla uyumluluk sağlamak için bazen aynı soyut karakter birden çok tekil kodlanmış karaktere karşılık gelebilir. Bu durum aynı karakterin birden fazla kod noktasının birleşimi şeklinde gösterilmesinden farklıdır. Mesela Å karakteri Unicode standardında kod noktasıyla temsil edilmektedir. Ancak aynı soyut karakteri temsil eden adlı bir kod noktası da bulunmaktadır. Tüm çizgesel karakterler, biçimlendirme karakterleri ve özel kullanım karakterlerinin eşsiz ve değişmez bir tanımlayıcı adı vardır. İsimlerin değişmezliği Unicode sürüm 2.0'dan itibaren İsim Kararlılığı Politikası ile garanti altına alınmıştır . Tanımlayıcı adın ciddi derecede sorunlu ve yanıltıcı olduğu veya önemli yazım hataları içerdiği durumlarda resmi bir ikincil ad tanımlanabilir ve uygulamaların resmi karakter adı yerine resmi ikincil adı kullanmaları tavsiye edilir. Örneğin Yi yazısına ait karakterlerden yanlış adlandırılan karakterine daha sonra şeklinde ikincil bir ad tanımlanmıştır. karakteri daha sonra ikincil ad olarak adını almıştır. Eskiden karakter kodlaması kavramı hem her karaktere birer sayı atama hem de bu sayıları doğrudan iki tabanına dönüştürüp bilgisayarda kullanılabilir hale getirme işlemine verilen isimdi. Bu yüzden Unicode'dan önce kullanılan ASCII ve tüm genişletilmiş ASCII sistemleri birer karakter kodlamasıdır. Unicode'dan sonra ise karakter kodlaması kavramı değişmiştir. Unicode, karakterlere sayı atanmasıyla bu sayıların iki tabanına dönüştürülmesi işlemini birbirinden ayırmıştır. Çünkü Unicode ile beraber karakterlere atanan sayıları (kod noktalarını) doğrudan iki tabanına dönüştürmektense farklı yöntemler kullanarak dönüştürme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Unicode'dan sonra karakter kodlaması kavramı kod noktalarını iki tabanında temsil etme yöntemini karşılar olmuştur. Tanımda meydana gelen bu değişikliğin nedeni, Unicode'un genişletilmiş ASCII kümelerinin karakterlere atamak için kullandığı [0, 255] olan sayı aralığını [0, 1.114.111]'e çıkarmasında yatmaktadır. Unicode'dan önceki sistemlerde karakterlere atanan sayılar 255'i aşmadığı için, bu sayılar doğrudan iki tabanına çevrilip karakterleri temsil etmek için kullanılabiliyordu. Örneğin ASCII sistemlerinde "a" harfi 97 sayısıyla eşleştirilmişti ve herhangi bir metin belgesinde a harfi kodlanacağı zaman 97 iki tabanına dönüştürülüp 1100001 şeklinde 8-bitlik bir bayt olarak depolanıyordu. Sayılar 255'i aşmadığı için her karakter 1 bayta sığmaktaydı. Ancak Unicode sisteminde 255'ten büyük sayılar iki tabanında 8 biti aşmaktadır ve eğer 1.114.111 sayının hepsi eşit uzunlukta olacak şekilde doğrudan iki tabanına dönüştürülüp kullanılmak istenirse her karakterin 32 bit uzunluğunda olması, iki tabanına dönüştürüldüğünde 32 bitten kısa olan sayıların da başına sıfır eklenerek 32 bite tamamlanması gerekir. Çünkü her karakterin uzunluğu sabit olmazsa kodlamada bir karakterin nerede bitip diğerinin nerede başladığı anlaşılamaz. Bu durum genişletilmiş ASCII'ye göre kodlanmış bir metne göre Unicode ile kodlanmış bir metnin dört kat kadar fazla yer kaplamasına neden olacaktır. Her karakterin eşit uzunlukta bitlerle temsil edilmesi zorunluluğundan kurtulmak istenirse karakterlerin kod noktalarını iki tabanına dönüştürürken araya karakterin başlangıcını veya sonunu belli edecek işaretler eklenerek kodlama yapılması gerekecektir. Bu işlem için geliştirilen birkaç farklı kodlama sistemi bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak UTF-8, UTF-16 ve UTF-32 gösterilebilir. Bunların her biri, karakterlerin kod noktalarını (yani Unicode tarafından kendilerine atanan sayıları) bilgisayar ortamında saklamak ve üzerinde işlem yapmak amacıyla iki tabanına dönüştürürken farklı yöntemler kullanırlar. Her birinin farklı avantajları ve dezavantajları mevcuttur. Günümüzde en yaygın kullanılan kodlama UTF-8 kodlamasıdır. Frank Sinatra Francis Albert "Frank" Sinatra (d. 12 Aralık 1915 - ö. 14 Mayıs 1998), Amerikalı şarkıcı, oyuncu, yönetmen, yapımcı. 12 Aralık 1915 yılında Hoboken'de doğdu. Sinema oyuncusu olarak da büyük başarı kazanan ABD'li popüler bir şarkıcıydı. Şarkı söylemeye 1935 yılında başladı. 8 Eylül 1935 tarihinde The Hoboken Four adlı toplulukla amatör bir yarışmada birinci oldu. 1939’da bir kafede çalıştığı sırada Harry James’in ilgisini çekerek onun topluluğuna katıldı. Aynı yılın temmuz ayında bu topluluğun eşliğinde söylediği “From the Bottom of My Heart” şarkısıyla ilk plağını yaptı. 1940-1942 yılları arasında Tommy Dorsey Orkestrası’yla çalıştı. 31 Aralık 1942’de New York arasında “Your Hit Parade” adlı radyo programında solo şarkıcı olarak söylediği şarkılarla ülke çapında ünlendi. Sinatra sinemadaki ilk önemli rolünü “Higher and Higher” filminde oynadı. 1940'lar boyunca çeşitli müzikal filmlerde rol aldı. 1953'te From Here Eternity’de şarkı söylemeden canlandırdığı Angelo Maggio rolüyle en iyi yardımcı oyuncu Oscar’ını kazandı. Bu başarısının ardından çeşitli rolleri canlandıran bir oyuncu olarak sinemadaki konumunu pekiştirdi. İlerlemiş yaşına rağmen 1990'lı yıllarda hala konser vermekteydi. 1998 yılında ise ABD’nin Los Angeles şehrinde öldü. Sinatra'nın mafya ile bağlantıları olduğu, hatta The Godfather serisindeki Johnny Fontane karakterinin de Sinatra'yı temsil ettiği iddia edilir. Francis Albert Sinatra, ,New Jersey'de, 12 Aralık 1915'de, İtalyan göçmeni olan Natalina Garaventa ve 'nın tek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. kitabında bahsedildiğine göre, Frank Sinatra'nın babası hafif siklet boksörlük yapmıştır ve boksörlüğün yanı sıra Haboken İtfaiye Teşkilatında Kaptan olarak görev yapmıştır. Müzik Frank Sinatra'nın ana ilgi alanıydı. 1930'larda bir geçken profesyonel olarak şarkı söylemeye başladı. Müzik kulağını geliştirdi, fakat hiçbir zaman müziği yazmayı öğrenemedi. Jamuna Jamuna, Hindu inanışına göre, tanrı Vişnu'nun avatarlarından Krişna'nın çocukluğunun geçtiği bölgeden geçen bir nehirdir. Ganj nehrinin bir koludur, kutsal olduğuna inanılır. Bu özelliklerinden ötürü Hint edebiyatında ve mitolojisinde sıkça adı geçer. Lakşmi Lakşmi (Sanskritçe: लक्ष्मी lakṣmī) Hindu inanışında tanrı Vişnu'nun karısı. Zenginlik, iyi şans ve güzellik tanrıçası. Özalp Özalp, Van ilinin ikinci büyük ilçesidir. Türkiye ile İran sınır kapısının bulunduğu Saray ilçesi ile Van il merkezi arasında bulunur. Demiryolu bu ilçeden geçmektedir. 1961 yılında Trabzon'un Çaykara ilçesinin Uzundere Köyü'nde o yıl büyük bir heyelan yaşandı. İsmet İnönü'nün Başbakan, Vanlı Ferit Melen'in de kabineye dışarıdan Maliye Bakanı olduğu dönemdi. Bu köyde yaşayan Lazlar Emek ve Dönendere köylerine yerleştirildi. İlçe topraklarında Gürpınar sınırına yakın Akgöl bulunur. Özalp İlçesi 1869 yılında Mahmudiye adıyla bugünkü Saray ilçe merkezinde kurulmuştur. İlçe merkezi 1948 yılında bugünkü Özalp merkezine taşınmış ve burası İlçe merkezi haline dönüştürülmüştür. Kazım Paşa İlçe merkezinin ismi ise Saray olarak değiştirilerek Nahiye teşkilatına dönüştürülmüştür. Özalp İlçe Merkezinin ismi ise şimdiki mahalle olan Kargalı'nın adı ile anılmaktaydı. Bu mahalle o tarihlerde köy teşkilatı durumundaydı. Bölgede Urartular Persler, Bizanslılar, Emeviler, Selçuklular,Sökmenler, Moğollar, Karakoyunlular ve Akkoyunlular değişik zamanlarda hakimiyet kurmuşlardır. Özalp ilçe sınırları içinde halk arasında "gort" diye anılan harabelerde yapılacak kazılarla: tarihte bu yörede hüküm sürmüş medeniyetler hakkında daha gerçekçi bilgiler elde edilebilir. Tarihi eser kaçakçılarının define aramak amacı ile yaptıkları kazılarda mezarların gün doğusu yönünde görülmesi, halk arasında burada yaşayanların güneşe taptıkları kanaatini doğurmuştur. 1071 yılında Selçuklu sultanı Alparslan'ın Malazgirt meydan muharebesinden sonra Anadolu'ya girmesi ile birlikte Bizanslılardan kurtulup bir müddet Selçukluların kontrolünde kalan bölge, daha sonra Safevilerin eline geçmiştir. 1555 yılında kanuni sultan Süleyman'ın Safevilerin yenmesi ile bölge Osmanlıların hakimiyetine girmiştir. Eski ismi ``Mahmudiye ``olan sonra ``Saray``olarak adlandırılan Özalp, 1869 yılında Hakkari sancağına bağlanarak "Kaza" yapıldı. 1948 yılında ilçe merkezi Saray'dan Kargalı ya taşındı ve yeni ilçe merkezine Özalp ismi verildi. İlçe merkezi taşınmadan önce köy hüviyetinde olan Kargalı bugün ilçe merkezinin güneyinde ve küçük Özalp çayının ayırdığı (Eskiden beri bu ad ile anılan) mahalleye isim olmuştur. İlçe bağlısı olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 1. belde, 1. (bucak) 50 köy ve 4 mahalleden oluşmakta bunlar kargalı cumhuriyet istasyon ve mahmudiye mahalleleridir. Eylül 2016'da "PKK-KCK'ya yardım ve destek verdiği gerekçesiyle, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında" kanun hükmünde kararname ile görevinden uzaklaştırılan eş belediye başkanları Handan Bağcı ve Şerefettin Özalp'ın yerine kaymakam Serdar Karal atandı. Abluka Abluka, savaş halinde olan devletlerden birinin, diğerinin kıyılarından bir bölümüne veya tümüne giriş ve çıkışı engellemeyi amaçlayan savaş önlemlerinden birisidir. Devletlerin birbirlerine karşı geniş çapta ekonomik bağımlılıkları olmasından dolayı abluka modern savaş aracı olarak etkili bir silah vazifesi görür. Genel olarak abluka yazılı olan veya olmayan uluslararası hukuk kuralları ile düzenlenir. Abluka öncesinde tarafsız devletlere notayla bildirimde bulunmak ve her devlete eşit muamelede bulunmak zorunludur. Abluka ihlallerinde cezai müeyyide olarak gemiye el konabilir fakat zarar verilemez. Uygulama yönünden ablukaları çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür. 18. ve 19. yüzyılda yaygın olan kâğıt ablukasında sadece ablukanın ilanıyla yetinilmiştir, hukuki bir işlevi yoktur. Çoğunlukla savaş zamanında başvurulana abluka (BM'nin 1990'da Irak'a karşı uyguladığı gibi) savaş olmaksızın da söz konusu olabilir. (1962 yılında ABD'nin Küba'ya uyguladığı gi
bi). Ayrıca abluka Irak'a uygulandığı gibi denizden olabileceği gibi, 1948 yılında Berlin'e uygulanan abluka gibi karadan ve havadan olabilir. Ayrıca abluka Amerikan İç Savaşı esnasında Kuzey'in Güney'in limanlarını ablukaya alması sonucu savaşı sona erdiren önemli bir etken olmuştur. Abluka, uluslararası arenada etkinliğini ve işlevselliğini korumaktadır. Baki Baki, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Kongo Cumhuriyeti Kongo Cumhuriyeti, Afrika kıtasının orta batı bölümünde yer alan bir ülkedir. Kongo-Brazzaville olarak da adlandırılan ve 1969 ile 1991 yılları arasında Kongo Halk Cumhuriyeti olarak varlığını sürdüren ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Angola'ya bağlı olan ancak anakara ile fiziki bağlantısı bulunmayan Cabinda bölgesi, Gabon ve Atlas Okyanusu oluşturmaktadır. Ülkenin başkenti Brazzaville'dir. Kongo Cumhuriyeti geçmişinde birçok kez resmi adında değişiklik yaşanmış olup, belli dönemlerde komşu ülke Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile resmi olarak aynı isim kullanılmıştır. Aşağıdaki tabelada Kongo bölgesinin tarihsel isimleri yer almaktadır. Kongo Havzası'nın en kuzeybatı bölgesinde yer alan ülkede Kongo nehri ve Ubangi nehri ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde sınır oluşturmaktadır. Başkent Brazzaville, Kongo nehrinin bir göl gibi genişlediği Malebo Havuzu üzerinde yer almakta olup, nehrin diğer kıyısında komşu ülke Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin başkenti Kinşasa yer almaktadır. Bu durumları ile Brazzaville ve Kinşasa dünya üzerinde birbirine en yakın başkentler statüsünü elde etmektedir. Ekvator üzerinde kıtanın orta batı bölümünde yer alan ülke bitki örtüsü ve yaban hayat açısından zengin çeşitliliğe ve doğal alanlara sahiptir. Ülkenin toplamda sahip olduğu 5.504 km'lik kara sınırdan 201 km'si Angola (Cabinda bölgesi), 523 km'si Kamerun, 467 km'si Orta Afrika Cumhuriyeti, 2.410 km'si Demokratik Kongo Cumhuriyeti, 1.903 km'si Gabon ile oluşurken, ülkenin ayrıca Atlas Okyanusu'nda 169 km'lik sahil şeriti bulunmaktadır. Ekvator çizgisinin ülkeyi neredeyse ikiye böldüğü Kongo Cumhuriyeti'nde bu özelliği nedeniyle tropikal iklim gözlemlenmektedir. Ülke içerisinde yıl içerisinde yaşanan iki yağmur sezonundan ilki Ocak-Mayıs dönemlerinde yaşanırken, ikinci yağmur sezonu Ekim-Aralık arasında yaşanmaktadır. Yıllık yağış ortalaması sahil kesiminde daha da az olmak üzere 1400 ile 1900 mm düzeyindedir. Atlas Okyanusu sahil şeritindeki dar kıyı ovalarında gözlemlenen Mangrov ve savan alanlarından ülkenin iç kesimlerine doğru ilerlendiğinde yüksek platolar gözlemlenmekte olup, Gabon sınırı yakınlarında 1.040 m yükseltilere ulaşmaktadır. Ülke topraklarının yarıdan fazlası, %57,2'si tropikal yağmur ormanları ile kaplı olan Kongo'nun, kuzeydoğu bölgelerinde Ubangi nehri ve Sanga nehrinin alt kısımlarında geniş bataklık alanları yer almaktadır. Ülkede 2013 tahmini nüfus sayım verilerine göre 4,492,689 kişi yaşamaktadır. Ülke genelinde nüfusun yaş ortalaması 19,2 düzeyinde olup, nüfus yoğunlu km'ye 11 nüfus ile düşük yoğunluk oluşturmaktadır. Kongo Cumhuriyeti genç bir nüfusa sahip olup, 2016 tahmini verilerine göre %58,79'u 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,03'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %41.53 (erkek 1,016,677/kadın 998,331) 15-24 yaş: %17.26 (erkek 419,248/kadın 418,397) 25-54 yaş: %34 (erkek 831,091/kadın 818,853) 55-64 yaş: %4.18 (erkek 101,118/kadın 101,879) 65 yaş ve üzeri: %3.03 (erkek 64,519/kadın 82,299) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %65,4 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %2,06 düzeyindedir. Kongoluların %98'i kendisini Bantu etnik grubuna mensup olarak ifade etmektedir. Nüfusun %40'ı Bantu grubunun bir kolu olan Baskongo ve Vil-Kongo etnik gruplarına mensup olup, %25'i Batéké, %12'si Mboschi, %11'i Kuyu ve %6 Bavili etnik grubuna dahildir. Ülkenin kuzeydoğusundaki ormanlık ve bataklık alanlarında yaşayan Pigmeler ise nüfusun sadece %1'ini oluşturmaktadır. Ülke genelinde az sayıda Avrupalı da yaşamaktadır. Kongo Cumhuriyeti'nde Fransa'nın sömürgesi olması nedeniyle bağımsızlık sonrası sömürge devletinin "miras" olarak bıraktığı Fransızca dili ülkenin resmi dili olmuştur. Fransızca haricinde Kongo Cumhuriyeti anayasasında Lingála ve Kituba dilleri ülke içerisinde ulusal iletişim dilleri olarak ifade edilmiştir. Lingála dili ülkenin kuzey bölgelerinde yaşayana nüfusun yarısı tarafından konuşulan bir dil konumundayken, Kituba dili ülkenin güney bölgelerinde yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu tarafından konuşulmaktadır. Bu diller haricinde küçük halk toplulukları tarafından konuşulan geleneksel Kikongo, Mbosi, Koyo ve Teke dilleri mevcuttur. Ülke genelinde nüfusun %50'si Hristiyan dinine mensuptur. Fransa sömürgesi olduğu dönemlerde gerçekleştirilen yoğun misyonerlik faaliyetleri neticesinde yerel dinlerden Hristiyan dinine geçen Kongoluların birçoğu da katolik mezhebine bağlı olarak dinini yaşamaktadır. Ülke nüfusunun hristiyan dinine mensup topluluklarının %40'ı katolik mezhebinde iken, %10'u protestan, %2'si ise 19. yüzyılda Almanya'da ortaya çıkan bir hristiyanlık olan Yeni Apostolik Kilise'yi benimsemektedir. İslamiyet Kongo Cumhuriyeti'nde yoğun olarak görülen bir din olmayıp, ülke nüfusunun sadece %2'si islami değerlere uygun yaşantısını sürdürmektedir. Ülke nüfusunun %48'lik dilimi ise Animizm ve diğer Afrika yerel dinlerine inanmaktadır. Ülke genelinde okuma yazma oranı yüksek bir seviyede olup, 2003 verilerine göre bu oran %83.8 düzeyindedir. Erkeklerde %89.6 olan okuma yazma oranı, kadınlarda %78.4 seviyesindedir. Eğitim giderleri için GSYİH'den 2001 ile 2005 yılları arasında ayrılan pay 1991 yılında ayrılan paydan daha düşük bir konumda gerçekleştirilmiştir. Üniversite eğitiminin de mümkün olduğu ülkede, 16 yaşına kadar devlet tarafından ücretsiz eğitim alınması sağlanan okullara gitme mecburiyeti bulunmaktadır. Ülkenin büyük bir nüfusunun açlık sınırının altında bir yaşam sürdürdüğü Kongo Cumhuriyeti'nde, 2010 yılı verilerine göre GSYİH'nin sağlık giderlerine ayrılan pay %2,5 düzeyinde yer almıştır. 2013 verilerine göre ülke genelinde ortalama yaşam 55,6 düzeyinde gözlemlenmekte olup, bu oran erkeklerde 54.27, kadınlarda ise 56.96 seviyesindedir. Kongo, ilk olarak 15. yüzyılda Kongo nehri ağzından Portekiz gezginlerin ve tüccarların gelmesi ile Avrupalılar ile tanışmıştır. O dönem bu bölgede hakimiyet süren Kongo Krallığı, Portekizli tüccarlar ile ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. 1880'li yılların sonlarında Fransız hakimiyetin giren bölgede, İtalyan asıllı bir Fransız olan Pierre Savorgnan de Brazza (günümüzde Brazzaville onun adını taşımaktadır), Belçika kralı II. Léopold'un gönderdiği temsilciler ile mücadele ederek Kongo Havzası'nın Fransız hakimiyeti altına girmesi için uğraşta bulunmuştur. 15 Kasım 1884'ten 26 Şubat 1885 tarihleri arasında gerçekleştirilen Berlin Konferansı ile birlikte Avrupalı devletler günümüzde Demokratik Kongo Cumhuriyeti olan bölgeyi II. Léopold'un özel mülkü olarak kabul ederek kullanımına vermişlerdir. Burada Fransa 5 Şubat 1885 tarihinde diğer Kongo katılımcıları ile sınır çizgileri konusunda anlaşmaya vararak bölgelerini belirginleştirmiştir. Buna ek olarak 1882 ile 1891 yılları arasında çeşitli dönemlerde Kongo ile Ubangi nehirlerinin batısında kalan bölgelerin yerel liderleri ile kendilerini koruma vaadleri ile yapılan anlaşmalarla söz konusu nehirler sınır olarak belirlenmiştir. 1910 yılında günümüzde Kongo Cumhuriyeti (o dönem Merkez Kongo), Gabon, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad olan sömürge bölgelerini Fransız Ekvatoral Afrikası adı altında birleştiren Fransa, bölgenin başkentini de Brazzaville olarak belirlemiştir. Kongo nehrinin aşağı kısımları gemi taşımacılığına uygun olmadığı için 1924 ile 1934 yılları arasında Brazzaville ile liman kenti Pointe-Noire arasında demiryolu bağlantısı sağlayan Fransa, bu şekilde bu bölgede faaliyetlerini devam ettirebilmiştir. 1940 yılında Fransa'nın yenilgisi ile sonuçlanan II.Dünya Savaşı neticesinde koloni yönetimi Charles de Gaulle önderliğinde oluşturulan "Özgür Fransa" hareketinin yanında yer almış, Brazzaville'de bu hareketin sözde başkenti olarak belirlenmiştir. Bölge 1945'ten bağımsızlığın elde edildiği yıla kadar Paris'teki ulusal mecliste Jean Félix-Tchicaya tarafından temsil edilmiştir. 28 Eylül 1958 yılında Fransız Ekvatoral Afrikası kolonisinin Fransa tarafında lav edilmesi ile birlikte oluşturulan dört farklı koloniden biri olan Merkez Kongo, 28 Kasım 1958 yılında yapılan isim değişikliği ile Kongo Cumhuriyeti olarak adlandırılmış ve 15 Ağustos 1960 tarihinde de Kongo bağımsızlığına kavuşturulmuştur. 1960 yılında kazanılan bağımsızlık ile ülkenin ilk devlet başkanlığı görevine eski bir katolik papaz olan Fulbert Youlou getirilmiştir. Youlou, 1963 yılına kadar sürdürdüğü görevi boyunca ülkede etnik ve siyasi çatışmaların yaşanmasına engel olamamış, yaşanan olumsuzluklar üzerine 1963 yılında gerçekleştirilen darbe ile görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu darbe sonrası kısa bir süre askeri rejim ile yönetilen ülkede Aralık 1963 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerde Alphonse Massemba-Débat devlet başkanlığına seçilmiş, Pascal Lissouba ise başbakan olmuştur. Ülke Şubat 1964'te Çin ile Mart 1964'te ise Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkilere başlamış, 10 Ocak 1966 yılında ise ülkenin tek yasal partisi olan ve parti programında partinin devletin en yüksek organı olarak ifade edildiği "Mouvement National de la Révolution (MNR)" kurulmuştur. Ülkenin sahip olduğu askeri güç ise 23 Haziran 1966 tarihinde "Ulusal Halk Ordusu" ismini almıştır. Ağustos 1968 yılında gerçekleştirilen yeni bir darbe ile görevden uzaklaştırılan devlet başkanı Massamba-Debat'ın yerine kısa süreliğine Alfred Raoul devlet başkanlığı makamına oturmuş, 31 Aralık 1968 tarihinde yapılan yeni bir değişiklik ile de Marien Ngouabi bu görevi üstlenmiştir. Ngouabi devlet başkanlığı döneminde ülkenin isminde ve bayrağında değişikliğe gitmiş, sosyalist simge
ve isimler ile ülkesini Sovyetler Birliği'nin yakın müttefiki konumuna getirmiştir. 31 Aralık 1969 tarihinde yapılan bu değişiklikler sonucunda ülkenin adı "Kongo Halk Cumhuriyeti" olmuş, kurduğu Marksist-Leninist ideolojisindeki "Parti Congolais du Travail-PCT (Kongo İşçi Partisi)" ülkenin tek yasal partisi konumuna getirilmiş ve ulusal meclis lav edilmiştir. Ülke tek partili, komünist sistem içerisinde diğer tüm sosyalist ülkelerin olduğu gibi Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmuş ve Doğu Bloku'nun bir parçası olmuştur. 18 Mart 1977 yılında öldürülene kadar iktidarda kalan Ngouabi, bu tarihte uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmiş, yerine Joachim Yhombi-Opango devlet başkanlığı makamına getirilmiştir. Yhombi-Opango'da yolsuzluk ve parti programını dışına çıktığı gerekçeleri ile görevinde alınmış, 5 Şubat 1979 tarihinde ise Denis Sassou-Nguesso bu makama getirilmiştir. Sovyetler Birliği'nin yıkılışına kadar mevcudiyetini sürdüren ülke, 10 Haziran 1991'de ülke isminden Halk ibaresinin kaldırılmasıyla, bayrak ve armada yapılan değişiklikler ile tekrar günümüzde de varlığını sürdüren Kongo Cumhuriyeti ismini alarak, komünist düzenden tekrar demokratik bir yapıya geçmiştir. Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile siyasi düşüncede de yaşanan değişimler ile tek partili sistemden vazgeçen ülke, yeniden çok partili bir düzene geçmiş, bu bağlamda 1992 yılında yapılan ilk bağımsız seçimlerde Sassou-Nguesso'yu yenen Pascal Lissouba devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştur. 31 Ağustos 1992'de göreve gelen Lissouba, Kasım 1992'de meclisi fesh ederek, 1993 seçimlerine girmiş ve tartışmalı bir şekilde kazanmıştır. Yaşanan bu durum karşısında ülkede ortaya çıkan çatışma ve düzensizlik Şubat 1994'e kadar devam etmiştir. Temmuz 1997 için planlanan seçimler öncesinde Lissouba ve Sassou-Nguesso destekçileri arasında başlayan çatışmalar neticesinde, devlet başkanı Lissouba'nın askeri birlikleri 5 Haziran'da Sassou-Nguesso'nun Brazzaville'de bulunan evini çevrelemesi ve Sassou-Nguesso'nun kendi birliklerine saldırma emri vermesi üzerine şiddetlenen çatışmalar dört ay boyunca sürmüş, bu dönemde başkent Brazzaville büyük hasar görmüştür. Ekim 1997'de Angola askeri birliklerinin, eski devlet başkanı Sassou-Nguesso'nun yanında çatışmalara müdahale etmesi sonucu Ekim ortası Lissouba devrilerek Sassou-Nguesso yeniden devlet başkanı makamına getirilmiştir. Sassou-Nguesso son olarak 2016 yılında gerçekleştirilen seçimleri de kazanarak günümüzde de Kongo Cumhuriyeti'nin devlet başkanlığı görevini yürütmektedir. 2009 yılında kaldırılan başbakanlık makamının Nisan 2016'da yeniden oluşturulması ile birlikte Clément Mouamba yedi yıl aradan sonra ülkede ilk başbakan olarak bu makama getirilmiştir. Mayıs 2016 itibarıyla da kabinesini oluşturan Mouamba, görevine başlamıştır. Kongo Cumhuriyeti, 20 Ocak 2002 tarihinde yapılan referandum ile kabul edilen ve 20 Ağustos 2002 tarihinde de resmen yürürlüğe giren karar neticesinde başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Ülkede "Ulusal Meclis" ve "Senato" olmak üzere iki yasama meclisine sahiptir. Ulusal mecliste bulunan 137 sandalyenin, beş yılda bir yapılan seçimler ile üyeleri belirlenirken, 66 sandalyeye sahip senato üyeleri ise altı yılda bir yapılan seçimlerle belirlenmektedir. Ülke içerisinde etkinliği en fazla olan parti ise "Parti Congolais du Travail-PCT" 'dir. Ülke yönetiminin en üst kademesinde ise devlet başkanı yer almaktadır. Devlet başkanı silahlı kuvvetlerin başkomutanının olmasının yanı sıra 2009 ile 2016 yılları arasında başbakanlık makamı kaldırıldığı için aynı zamanda hükumetin de başında yer almaktaydı. 23 Nisan 2016 tarihi itibarıyla başbakanlık makamının yeniden oluşturulması ile birlikte hükumete başbakan başkanlık etmektedir. Devlet başkanı mutlak çoğunluk ile yedi yıllık bir süre için bu göreve getirilmekte olup, ikinci bir yedi yıl içinde seçilme hakkı bulunmaktadır. Kongo Cumhuriyeti üniter bir devlet yapısı ile yönetilmekte olup, toplamda 12 adet ile sahiptir. Merkezi bir yönetim ile yönetilen illerden biri konumunda olan Pointe-Noire "Belediye", başkent Brazzaville'de "Başkent Belediyesi" ile farklı bir statüye sahiptir. Ülkenin en büyük dört şehir şu şekilde sıralanmaktadır: Brazzaville 1.408.150 kişi, Pointe-Noire 829.134 kişi, Dolisie 128.032 kişi ve Nkayi 63.104 kişi. Ülke topraklarında var olan zengin yeraltı madenleri ve petrol yatakları olmasına rağmen, ülke genelinde yüksek işsizlik oranı yaşanmakta, yönetim, idari ve ulaşım ağı alanlarında büyük eksiklikler gözlemlenmektedir. Bu tür zenginliklere rağmen ülkenin dış borcu yüksek düzeyde seyretmekte olup, birçok gıda maddesi yurt dışından ithal edilmektedir. Tarım faaliyetleri yok denecek kadar az olan ülkede, ekimi yapılan birçok ürün şahsi tüketim için ekilmektedir. Şahsi tüketim için genelde manyok, yam, mısır, fındık ve plantains ekimi gerçekleştirilmektedir. Ülkede petrolün yanı sıra kahve, kakao ve şeker kamışı gibi tarım ürünleri de da az da olsa ihraç edebilmek için yetiştirilmektedir. Yeraltı zenginlikleri açısından birçok madene sahip olan ülkede yüksek miktarda potasyum, demir ve bakır cevheri, altın, fosfat, magnezyum ve boksit bulunmaktadır. Ülkenin ihracat ve ithalat bilgileri şu şekildedir: İhracat: $12.14 milyar (2012 tahmini) İhraç ürünleri: Petrol, kahve, kakao, şeker kamışı İhracat yapılan ülkeler: Çin %38.9, Amerika Birleşik Devletleri %12.9, Fransa %9.5, Avustralya %8.8, Hollanda %6.8, İspanya %5.3, Hindistan %5.3 (2012) İthalat: $5.835 milyar (2012 tahmini) İthalat ürünleri: Sanayi ekipmanları, inşaat malzemeleri, gıda maddeleri İthalat yapılan ülkeler: Fransa %19.2, Çin %13.3, Brezilya %9.0, Amerika Birleşik Devletleri %6.1, Hindistan %5.7, İtalya %4.8, Belçika %4.3 (2012) Zaire Zaire, 1971 yılından 1997 yılına kadar bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti sınırları içerisinde kurulan devlet. Afrika kıtasında bulunan öncel devleti Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde darbe sonucu gerçekleştirilen yönetim değişikliği ile oluşturulan ve tek partili otoriter bir devlet konumuna bürünen Zaire mevcudiyetini günümüzde de ardılı olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti tekrar kurulana dek sürdürmüştür. Zaire ülkenin 1960 yılında elde ettiği bağımsızlık sonrası aldığı üçüncü isim olmuş, bağımsızlığına Kongo Cumhuriyeti (Kongo-Kinşasa) ismi ile kavuşan ülke, komşu ülke Kongo Cumhuriyeti (Kongo-Brazzaville) ile karıştırılmamak adına 1964 yılında ismini Demokratik Kongo Cumhuriyeti yapmış, 1971 yılında ise yapılan son değişiklik ile Zaire ismini almıştır. 1965 yılında Kongo'da yaşanan darbe sonrası iktidarı ele geçiren Mobutu, ülke genelindeki isimleri "Afrikalılaştırma" projesi kapsamında koloni döneminden kalma Avrupai isimlerden kurtarma adına şehir ve yerleşim yerlerinin isimlerini değiştirmiş, özellikle Kongo tarihinin en acımasız yıllarını yaşatan Belçika kralı II.Léopold'e atfen başkente verilen Léopoldville ismi değiştirilerek Kinşasa yapılmıştır. Mobutu bu proje kapsamında Joseph-Désiré Mobutu olan ismini de Mobutu Sese Seko Kuku Ngbendu wa za Banga olarak Zaireleştirmiştir. Bu kapsamda 27 Ekim 1971 yılında ülkenin Demokratik Kongo Cumhuriyeti olan ismini Zaire olarak değiştiren Mobutu, ülke isminin bu hali ile Afrika kökenli bir isim olduğunu ifade etmiştir. Mobutu döneminde isim değiştirme devlet politikası haline getirilmiş ve birçok yerleşim yeri ve şahıs isimlerinde değişikliğe gidilmiştir. 17 Mayıs 1997 yılına kadar bu isim ile mevcudiyetini sürdüren ülke, bu tarihte Mobutu'nun darbe ve ülkedeki iç kargaşa ile görevden uzaklaştırılması ile göreve gelen Laurent-Désiré Kabila'nın ilk icraatlarından biri de ülkenin ismini Zaire'den tekrar Demokratik Kongo Cumhuriyeti olarak değiştirmek olmuştur. Her ne kadar Mobutu ülke isim değişikliğini "Afrikalılaştırma" gerekçesi ile gerçekleştirmiş olsa da, "Zaire" kelimesinin kökeni Avrupalılara dayanmaktadır. Portekizlilerin 15. yüzyılda bölgeye geldiklerinde yerlilerden duydukları ve "tüm nehirleri yutan nehir" anlamında kullandıkları nzere ya da nzadi kelimesi Avrupalılar tarafından "Zaire" 'ye döndürülerek değişime uğratılmış ve kullanılmıştır. Günümüzde Angola'nın bir bölgesi olan Zaire Bölgesi bu ismi kullanmaktadır. 1965 yılında Lumumba'nın eski bir asistanı olan Joseph Mobutu tarafından gerçekleştirilen darbe ile Afrika tarihinin en uzun ve en düzeni bozuk diktatörlük sistemlerinden biri kurulmuştur. Ülkede belli dönemlerde ve belli bölgelerde Tschombé'nin Avrupa kökenli askeri birliklerinin Kongo'nun belli bölgelerini ara sıra eline geçirmesine rağmen tam anlamıyla başarıya ulaşamamıştır. Tschombé'nin Avrupa'ya ve Avrupalıya dayanan sisteminin aksine ülkeyi tamamen Afrikalılaştırma isteğinde olan Mobutu, tüm Avrupa menşeli işletmeleri kamulaştırarak ülke içerisindeki Avrupa etkisini azaltmak istemiştir. 1971 yılında ülkenin ismini Zaire olarak değiştiren Mobutu, oluşturduğu Tek parti rejimi ve kişilik kültü ile ülke içerisinde gerçekleştirdiklerinin aksine ülkenin ve genelinde Afrika'nın Sovyetler Birliği etkisine girmesinden endişelenen Avrupalı devletlerin de desteğini alarak diktatör bir yönetim ortaya koymuştur. Mobutu, 1977/78 yıllarında Nathaniel Mbumba önderliğindeki ayrılıkçı Front de Libération Nationale du Congo ("FLNC") tarafından gerçekleştirilen ve Shaba'nın (günümüzde Katanga) Kongo'dan koparmayı hedefleyen Shaba İstilası özellikle Fransa ve Belçika askerlerinin önderliğindeki uluslararası askeri gücü sayesinde püskürtülerek yenilgiye uğratılmıştır. Zaire ekonomisinin tam anlamıyla çökmesiyle ve doğu-batı sorununun çözümlenmesi ile Mobutu 1990 yılında ülkenin yavaş da olsa demokratikleşmesi yönünde adımlar atmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Ülkedeki tüm olumsuzluklara rağmen Mobutu iktidarının çöküşü komşu ülke Ruanda'da gerçekleştirilen soykırım ile başlamış, Ruanda'da soykırımından sorumlu Hutu etnik grubuna mensup binlerce Ruandalının Zaire'ye kaçması Mobutu'nun gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. Hutuluları takip eden Tutsi hükumetine bağlı askeri birlikler ile ülke içerisindeki Mobutu karş
ıtlarının oluşturduğu birlik çok kısa bir süre içerisinde tüm Zaire'yi ele geçirmeyi başarmış, hasta olan ve uluslararası desteğini de kaybeden Mobutu'yu görevden kısa sürede uzaklaştırmışlardır. 1997 yılında isyancıların lideri konumunda olan Laurent-Désiré Kabila ülkenin yeni devlet başkanı olarak göreve getirilmiş, Kabila'nın ilk icraatlarından biri de ülkenin ismini Zaire'den tekrar Demokratik Kongo Cumhuriyeti olarak değiştirmek olmuştur. Ülke, Zaire ismi ile 1974 yılında Sahra altı Afrika kıtasının ilk temsilcisi olarak Batı Almaya'da düzenlenen 1974 FIFA Dünya Kupası'nda yer alarak büyük bir başarıya imza atmıştır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti geçmişinde birçok kez resmi adında değişiklik yaşanmış olup, belli dönemlerde komşu ülke Kongo Cumhuriyeti ile resmi olarak aynı isim kullanılmıştır. Aşağıdaki tabelada Kongo bölgesinin tarihsel isimleri yer almaktadır. Orta Afrika Cumhuriyeti Orta Afrika Cumhuriyeti (Fransızca: "République Centrafricaine" IPA: "/ʀepyblik sɑ̃tʀafʀikɛn/ veya Centrafrique /sɑ̃tʀafʀik/") ya da yaygın kullanımı ile Orta Afrika, Afrika kıtasının orta bölümünde yer alan, denize kıyısı bulunmayan bir kara ülkesidir. Ülkenin sınır komşularını (kuzeyden saat yönünde ilerlendiğinde) Çad, Sudan, Güney Sudan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kongo Cumhuriyeti ve Kamerun oluşturmaktadır. Ubangi-Chari ismi ile geçmişte Fransa sömürgesi olan ülke, 1960 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur. Ülkenin başkenti Bangui'dir. Ülke Güney Afrika Cumhuriyeti ile birlikte ülke isminde kıta ismi "Afrika" 'yı kullanan iki ülkeden biridir. Geçmişte Roma İmparatorluğu'na bağlı bir eyalet olan ve günümüzde Tunus'un kurulu olduğu bölgelerde bulunan Afrika eyaleti için kullanılan "Afrika" daha sonraları Araplar tarafından da aslına sadık kalınarak Ifriqiya olarak adlandırılmıştır. O dönemler "Libya" olarak adlandırılan kıta zamanla "Afrika" olarak adlandırılmıştır. Afrika kelimesinin köken olarak nereden geldiği ve nasıl oluşturulduğu tam olarak belli olmasa da yerel kabilelerin kullanımından ortaya çıkan bir kelime olduğu ya da Fenike dilinde "toz" anlamına gelen "afar" kelimesinden türetildiği tahmin edilmektedir. Ülkenin konumu ile birlikte kıta isminin de kullanılması ile birlikte ülke ismi oluşturulmuştur. Ülke, deniz seviyesinden yüksekliği ortalama 600 m olan bir plato üzerine kuruludur. Özellikle ülkenin kuzey bölgelerinin yer aldığı 216.000 km'lik bir alan Çad Havzası içerisinde yer almaktadır. Ülkenin kuzeydoğu bölgesinde bulunan Bongo sıradağları içerisinde en yüksek nokta 1.330 m iken, Kamerun sınırına yakın bir konumunda bulunan Yade sıradağları içerisinde ülkenin 1.420 m ile en yüksek noktası olarak kabul edilen Ngaoui Dağı bulunmaktadır. Ülkenin en alçak noktasını ise 335 m ile Ubangi Nehri oluşturmaktadır. Ülkenin toplamda sahip olduğu 5.203 km sınırın 797 km'si Kamerun, 1.197 km'si Çad, 1.577 km'si Demokratik Kongo Cumhuriyeti, 467 km'si Kongo Cumhuriyeti, 483 km'si Sudan ve 682 km'si ise Güney Sudan ile oluşmaktadır. Ülke, kıta içerisinde kara ülkesi konumunda olduğu için herhangi bir denize kıyısı bulunmamaktadır. Ülke genelinde kuru ve sıcak bir iklim hakim olmakla birlikte ülkenin kuzeyinde ve güneyinde farklı iklim yaşanabilmektedir. Buna göre ülkenin kuzeyinde sıcaklıkların daha yüksek düzeyde görüldüğü, gün içerisinde 40 °C çıkan, gece ise 10 °C kada inebilen değerlerin ölçülebildiği, yağmur döneminin dört ay gibi kısa bir süre hüküm sürdüğü Savan iklimi hakim iken, güney bölümünde yağmur dönemi sekiz ila on ay arasında sürmekte olup, sıcaklıklar kuzeye göre daha ılıman seyretmektedir. Ülkenin başkentinde ise tropikal yağmur ormanlarına yakın bir konumda bulunmasından dolayı sıcaklık değerlerinde aşırı farklılıklar gözlemlenmemektedir. Ülkenin güneyinde bulunan tropikal yağmur ormanları bölgede yaşayan gorillerin ve orman fillerinin yaşamlarını sürdürdükleri son kısıtlı alanlardan birini oluşturmaktadır. Ülkenin güneyinde aralıklı ağaçlar barındıran ormanlar mevcut iken, kuzey bölgelerde yer yüzeyinin orman ile kaplı olduğu alan çok daha kısıtlı olup, tropik yağmur ormanları ile kuru çöller arasındaki geçiş bölgesinde yer alan geniş çayırlar bulunmaktadır. Bunun haricinde ülke genelinde yaban hayatın bir parçası olarak maymunlar, filler, antiloplar, kertenkeleler ve sulak alanlarda su aygırları barınmaktadır. 2008 verilerine göre ülke genelinde bir kadının ortalama 5 çocuk dünyaya getirdiği Orta Afrika Cumhuriyeti'nde, bu oran ile doğum oranının yüksek olduğu ülkelerden bir tanesinin oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun %43'ü 15 yaş altındakiler oluştururken, 65 yaş üzerindeki nüfus toplam ülke nüfusunun sadece %4'ünü oluşturmaktadır. Ülke genelinde kadınların ortalama ömrü 43 iken, erkeklerde 44'tür. Ülkenin tropikal yağmur ormanlarının ve kuru çöllerin bulunduğu bölgelerde neredeyse hiçbir nüfus yaşamaktadır. Nüfusun büyük bir bölümü sulak alanların, nehirlerin kıyılarında yaşamlarını devam ettirmektedirler. Orta Afrika Cumhuriyeti genç bir nüfusa sahip olup, 2017 tahmini verilerine göre %60,03'i 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,43'ü 65 yaş ve üzerindedir. 0-14 yaş: %40.09 (erkek 1,133,361/kadın 1,121,640) 15-24 yaş: %19.94 (erkek 563,730/kadın 557,676) 25-54 yaş: %32.45 (erkek 913,363/kadın 912,096) 55-64 yaş: %4.1 (erkek 106,651/kadın 123,839) 65 yaş ve üzeri: %3.43 (erkek 74,834/kadın 117,928) Şehirde yaşayanların oranı 2015 verilerine göre %40,6 olan ülkede, nüfusun yıllık artış oranı 2016 tahmini verilerine göre %2,12 düzeyindedir. Ülkenin esas topluluğunu pigmeler oluşturmaktadır, ancak günümüzde çok az sayıda bir nüfusa sahip olan pigmeler sadece ülkenin güneybatısında yağmur ormanlarında yaşamlarını sürdürmektedirler. Pigmelerin haricinde ülkenin güney bölgesinde ayrıca Bantu halklarından biri olan Ngala etnik grubu yaşamakta olup, Ngalalar içerisinde ise Yakoma etnik grubu ülke içerisinde %4 ile çoğunluğu oluşturmaktadır. Bu grubun haricinde G'bakka (%4), Lissongo, Bamda ve Banziri etnik grupları da yaşamlarını bu bölgede sürdürmektedirler. Ülkenin kuzey bölgelerinde ise çoğunlukla Sahra-Sudan topluluklarından olan ve ülke nüfusu içerisinde %33'lük oran ile en kalabalık grubu oluşturan Baya halkı oluşturmaktadır. Ayrıca Banda etnik grubu da %27'lik nüfus içerisindeki oranı ile en büyük ikinci topluluktur. Bunların dışında ülke içerisinde bulunan etnik gruplar Mandschia (%13), Sara (%10), Mboum (%7) ve Ngbandi olarak sıralanmaktadır. Tüm bu yerel etnik grupların haricinde özellikle şehirlerde çoğunluğunu Fransızların oluşturduğu birkaç bin Avrupalı yaşamaktadır. Orta Afrika Cumhuriyeti iki resmi dile sahiptir. Bağımsızlığın ilan edildiği 1960 yılından bu yana resmi dil olan Fransızca'nın haricinde 1991 yılında Sango'da ülkenin resmi dili olarak belirlenmiştir. Sango dili resmi dil olmasının haricinde ayrıca ulusal dil olarak da kabul edilmektedir. Ülke genelinde Fransızca dilini tam anlamıyla kullanan nüfus %7,5 olarak belirlenmekte olup, Sango dilini anadili olarak belirten topluluğun toplamı ise 350.000 olarak ifade edilmektedir. Ülke içerisinde konuşulan 120'den farklı yerel dil mevcuttur. Bu konuşulan yerel dillerin büyük çoğunluğu Nijer-Kongo dil ailesine ait diller oluşturmaktadır. Ayrıca ülkede konuşulan Nijer-Kongo dillerinin yine büyük bir oranı da Ubangi dillerinden meydana gelmektedir. Ülkenin sadece güneybatısında küçük bir alanında Bantu dilleri konuşulmaktadır. DYLAN projesinin verdiği sonuçlara göre Bangui'de bulunan eğitim-öğretim merkezlerinde Fransızca konuşma oranı %45,85'e çıkmış olup, Sango'nun kullanımı %54,10'a kadar gerilemiş bir konumdadır. Ancak bu durum öğrencilerin arkadaş çevresindeki konuştukları dillerde farklılık göstermektedir. Öğrencilerin kendi aralarında Fransızca konuşma oranları %7,72 dolayındayken, Sango konuşma oranı %66,62 düzeyindedir. 2003 yılında gerçekleştirilen nüfus sayım sonuçlarında elde edilen bilgilere göre, ülke nüfusunun artık sadece %9,6'sı yerel Afrika dinlerine inanmaktadır. Ülke genelinde Hristiyan inancına göre yaşamını sürdüren nüfusun oranı %50 olup, katolik ve protestan mezhepleri yarı yarıya bir orana sahiptirler. Ülke genelinde hristiyan nüfusunu oluşturan toplulukların büyük çoğunluğu Demokratik Kongo Cumhuriyeti sınırına yakın bölgelerde yaşamaktadır. Orta Afrika Cumhuriyeti içerisinde İslamiyet inancına göre yaşayanların oranı %10 civarında bulunmakta olup, bu oran içerisinde çoğunluğu sünni mezhebine mensup topluluk oluşturmaktadır. Ülke genelinde okula gitme zorunluluğu bulunmasına rağmen, okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %60'ın üzerindedir. Eğitimin ücretsiz olarak verilmesine rağmen, bu olanaklardan faydalanabilen nüfus çok az sayıdadır. Ülkenin 1969 yılından bu yana Bangui'de Bangui Üniversitesi bulunmakta olup, 2008 yılında bu üniversiteye ek olarak uluslararası Euclid Üniversitesi ilave edilmiştir. Ülkede var olan sağlık hizmetleri yaşanan sıtma, cüzzam, AIDS, uyku hastalığı ve diğer hastalıkların üstesinden gelme konusunda yeterlilik arz edememektedir. Nüfus içerisinde HIV virüsünen yakalanan 15 ile 49 yaşları arasındaki yetişkin topluluğun oranı %5 ile %6,3 arasında değişmektedir. Ülke genelinde gerçekleştirilen doğumların sadece %54'ü tıbbi olarak desteklenebilmekte olup, gerçekleştirilen her 1.000 doğumdan 102'sinde bebek ölümleri, 9,8'inde ise anne ölümleri gerçekleşmektedir. Ülkenin günümüzde kurulu olduğu topraklarda yaşam olduğuna dair bulunan en eski kanıtlar paleolitik döneme denk gelmektedir. Günümüzde de ülke içerisindeki toplumlardan olan ve bu bölgelere yerleşen ilk halklardan olan Gbaya ve Mandja varlıklarını hala sürdürmektedirler. 19. yüzyıl başlarında özellikle ülkenin kuzeydoğu bölgelerine gelen Bantu ve Azande toplulukları burada kendi kabilelerini oluşturmuşlardır. Azande toplulukları hatta bölgede kurulan iki ayrı sultanlık olan Rafai Sultanlığı ve Bang Assou Sultanlığı'nın kurucu rolünü üstlenmişlerdir. 1887 yılında bölgede bulunan Fransız memur Pierre Savorgnan de Brazza bölgenin Fransız sömürge sistemine dahil edilecek ilgi alanlarından olduğu beyan etm
iş, 1889 yılında ise günümüzde ülkenin başkenti olan Bangui'de ilk askeri birlik oluşturulmuştur.1890 yılında buradan başlayarak ülkenin tamamının askeri açıdan işgali başlatılmış, 1900 yılında kurulan Ubangi-Chari ile ülkenin tamamının Fransız askeri bölgesi olduğu ilan edilmiş, alan 1906 yılında ülkenin kuzeyinde bulunan Çad askeri bölgesinin de dahil edilmesi ile genişletilmiştir. 25 Ocak 1910 tarihinde bölge kendi başına bir sömürge sistemi olmuş, bu bölgede Fransız Ekvatoral Afrikası olarak adlandırılmıştır. Her ne kadar bölgenin batısında bulunan Nola, Mbaiki, Berbérati, Carnot ve Bouar yerleşim alanları Fas-Kongo Antlaşması ile 4 Kasım 1911 yılında Yeni Kamerun ile Alman Kamerunu sömürge sisteminin bir parçası haline gelse de, 1919 yılında gerçekleştirilen Versay Barış Antlaşması ile bölge tekrar Fransız Ekvatoral Afrikası'na bağlanmıştır. 1946 yılından itibaren Barthélemy Boganda ile Fransa Parlamentosu içerisinde temsil edilen sömürge ülkesinde, 1949 yılında yine Boganda önderliğinde "Mouvement d’Évolution Sociale de l’Afrique Noire (MESAN)" partisi kurulmuş, bu parti 1957 yılında gerçekleştirilen yerel seçimlerde oyların tamamını elde etmiştir. Orta Afrika Cumhuriyeti 1 Aralık 1958 tarihinde Fransız sömürgesi sistemi içerisinde iç işlerinde özerklik elde etmiş, 8 Aralık 1958 tarihinde ise Boganda ülkenin başbakanı olarak atanmıştır. Ülke Afrika Yılı olarak adlandırılan 1960 yılında, 13 Ağustos 1960 tarihinde Orta Afrika Cumhuriyeti ismi ile Fransa'dan bağımsızlığını kazanmış, ülkenin ilk devlet başkanı olarak da 1959 yılında bir uçak kazasında hayatını kaybeden Boganda yerine David Dacko görevi üstlenmiştir. 1966 yılında gerçekleştirilen askeri darbe ile Fransa yanlısı tutum izlediği gerekçesiyle Dacko görevden uzaklaştırılarak cunta lideri Jean-Bédel Bokassa kendisini devlet başkanı olarak ilan etmiştir. Bokassa 1976 yılında kendisini "I.Bokassa" ismi ile kral ilan ederek ülkenin sistemini monarşiye değiştirmiş, ülkenin ismini de Orta Afrika Krallığı olarak ilan etmiştir. Bokassa'nın 1979 yılına kadar sürdürdüğü bu rejim esnasında ülkeyi diktatör olarak yönetmiş, söz konusu yılda gerçekleştirdiği bir Libya ziyareti esnasında eski devlet başkanı Dacko tarafından görevinden alınarak, ülkenin rejimi ve ismi yeniden değiştirilerek eski rejim sistemine ve isme dönüş gerçekleştirilmiştir. Dacko, Ocak 1981 yılında gerçekleştirilen seçimleri kazanmasına rağmen görevde kısa bir süre kalabilmiş, Eylül 1981'de André Kolingba önderliğinde Fransa'nın da onayı ile darbe gerçekleştirilmiş, Kolingba kendisini ülkenin yeni devlet başkanı olarak ilan etmiştir. 1986 yılında sürgünde bulunan Bokassa ülkesine geri dönmüş, dönüşü ile birlikte tutuklanmış ve ölüm cezasına çarptırılmış, bu ceza daha sonra mecburi hizmete çevrilmiştir. 1991 yılında uluslararası baskılar sonucunda da, partilerin kurulmasına yeniden izin verilmiş, Eylül 1993 yılında ise Kolingba ülke genelinde genel af ilan etmiştir. Bu af sonucunda özgürlüğüne kavuşan Bokassa ise 1996 yılında başkent Bangui'de hayatını kaybetmiştir. 1993 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde oyların çoğunluğunu elde eden Ange-Félix Patassé ülkenin yeni devlet başkanı olmuştur. 1996 ve 1997 yıllarında birkaç darbe girişimine maruz kalan Patassé, 1999 yılında iktidar ve muhalefet partisi mensupları arasında başlayan şiddet olaylarının gölgesinde 22 Ekim 1999 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimleri de kazanarak yeniden devlet başkanı seçilmiştir. 15 Mart 2003 tarihinde gerçekleştirilen yeni bir darbe ile görevinden uzaklaştırılan Patassé'nin yerine ülkenin başına cunta lideri François Bozizé geçmiş ve ülke idaresini eline almıştır. 2005 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde ikinci turda oyların çoğunluğunu alarak devlet başkanlığı görevine devam eden Bozizé. Nisan 2010 tarihinde gerçekleştirilmesi gereken genel seçimleri, ülkedeki iç karışıklığı sebep olarak göstererek parlamento kararı ile iptal etmiş ve Haziran 2010 tarihinde görev süresinin dolmasına rağmen devlet başkanlığı makamını bırakmamıştır. 24 Mart 2013 tarihinde, kendisini anti-emperyalist ve milliyetçi olarak gören ve "Séléka" (Türkçe: İttifak) olarak adlandırılan asi kuvvetler, başkent Bangui'de şiddetli çatışmalara sebep olmuş ve başkanlık binasını işgal ederek, ülke yönetimine el koymuşlardır. Bu gelişmeler üzerine General François Bozizé önce Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ne ardında da Kamerun'a kaçmıştır. Bu tarihten sonra ülkenin devlet başkanlığı koltuğuna oturan Michel Djotodia Ağustos ayında resmi olarak bu göreve getirilmiştir. Djotodia her ne kadar Eylül ayında Séléka'yı feshetse de, Kasım ayında ülke içerisindeki şiddet olayları yeniden alevlenmiştir. Özellikle feshedilen eski Séléka asi kuvvetleri ile Bozizé yanlıları arasında başlayan çatışmalar daha sonra hristiyan - müslüman çatışmasına dönüşmüş ve bu çatışmalarda sivil halka karşı da eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu gelişmeler neticesinde devlet otoritesi kaybolan ülkede sivil halk ülkenin özellikle kuzeybatı bölgelerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Hem Fransa hükumeti hem de Afrika Birliği ülkeye askeri güç göndermiştir. 2500 Afrika Birliği askeri gücünün yanı sıra Fransa'dan gönderilen 650 asker ülke içerisinde görev almış, Fransız askerleri ülkenin başkentinde yer alan Bangui havaalanının ve diplomatik öneme sahip binaların ve Fransız şirketlerin güvenliği sağlamıştır. Birleşmiş Milletler'in 5 Aralık 2013 tarihinde Fransa'nın askeri gücünü arttırması kararı sonrası Fransa devlet başkanı Hollande en kısa sürede ülkeye yeni askeri birliklerin gönderiminin sağlanacağını açıklamıştır. 10 Ocak 2014 tarihinde "Orta Afrika Ticaret Birliği (CEEAC)" temsilcileri ile yaptıkları görüşmeler neticesinde devlet başkanı Djotodia ve başbakan Tiangaye görevlerini bıraktıklarını açıklamışlardır. Bu süreçte BM, ülkeye barış gücü olan MINUSCA'yı sevk etmiş, 13 Aralık 2015 için anayasa referandumunu, 27 Aralık 2015 tarihi için de genel seçimlerin gerçekleştirileceğini açıklamıştır. 14 Aralık 2015 tarihinde Séléka ülkenin kuzeyinde ilk önce Logone Cumhuriyeti ismini verdikleri daha sonra da isim değiştirilerek Dar El Kuti ismini verdikleri ülkeyi ilan etmiştir. Séléka yetkililerinin yaptıkları açıklamada ülkede artık hristiyan ve müslüman topluluklarının bir arada yaşamasının mümkün olmadığı ifade edilmiş, ilan ettikleri yapının öncelikle özerk bir yapı olduğunu açıklamışlardır. Yetkililer ilerleyen süreçte tam bağımsızlığı hedeflediklerini açıklamıştır. Bu açıklamalara karşı uluslararası alanda ilan edilen bölgenin Orta Afrika Cumhuriyeti'ne bağlı bir bölge olduğu ifade edilmiştir. Ülke 14 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe giren anayasa ile başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Ülkede çok partili sistem geçerli olup, göreve seçilen devlet başkanının görev süresi altı yıl olarak belirlenmiştir. Silahlı kuvvetlerin en yüksek komutanı olarak işlev gören devlet başkanlığı makamı, bu görevde bulunan kişiye parlamentoyu feshetme yetkisini de vermektedir. Devlet başkanının tek başına atama yetkisine sahip olduğu başbakan ve bakanlar kurulunu makamları haricinde ülkede ayrıca her beş yılda bir seçilen 109 sandalyeli ulusal meclis bulunmaktadır. Ülkede mevcut olan en önemli partiler şu şekildedir: Ülke 2012 demokrasi endeksi raporuna göre 167 ülke içerisinde 160. sırayı elde etmektedir. Ülke kendi içerisinde 14 bölge, iki ticari bölge ve bir özerk şehire ayrılmış konumdadır. Söz konusu bölgeler kendi içerisinde ayrıca 71 adet ilçeye ayrılmış konumdadır. Ülke içerisinde kalabalığın en yoğun olduğu şehir başkent Bangui'dir. Ülke nüfusunun %20'si başkent bölgesinde yaşamaktadır. Ülke içerisinde 2013 tahmini nüfus verilerine göre en kalabalık beş şehir şu şekilde sıralanmaktadır: Bangui (747.109), Bimbo (267.859), Berbérati (108.620), Carnot (55.483), Bria (44.185) Ülke genelinde var olan ulaşım ağları hem kapsam hem de konum itibarıyla yeterli seviyede bulunmamaktadır. Ülke içerisinde bulunan yaklaşık 24.000 km karayolunda sadece %3'ü asfaltlanmış konumda olup, geri kalan toprak yol özellikle Temmuz-Ekim ayları arasında yaşanan yağmur sezonlarında kullanılamamakta ve çoğunluğu sular altında kalmaktadır. Ülkenin kendisine ait bir demiryolu güzergahı bulunmamakla birlikte, Kamerun ya da Sudan demiryolu hatlarının ülke içerisine kadar uzatılarak ülkenin demiryoluna kavuşturulması düşünülmektedir. Ubangi Nehri ile Kongo Nehri ve Sangho üzerinde özellikle yağmur dönemlerinde artan su seviyesi ile gerçekleştirilen vapur seferleri ile taşımacılık yapılmakta olup, Bangui ve Salo'da iç liman bulunmaktadır. Orta Afrika Cumhuriyeti'nin uluslararası standartlara sahip tek havaalanı ise başketn Bangui'de bulunan "Bangui M’Poko Uluslararası Havaalanı" 'dır. Bunun haricinde ülke genelinde 37 küçük havaalanları mevcuttur. Ülke genelinde bulunan devlet karayolları şu şekildedir: Sudan Sudan ya da resmî adıyla Sudan Cumhuriyeti, Afrika'nın en geniş 3. ülkesi. Başkenti Hartum'dur. Bir Doğu Afrika ülkesi olan Sudan kuzeyden Mısır, kuzeydoğudan Kızıldeniz, doğudan Etiyopya ve Eritre, güneyden Güney Sudan, batıdan Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad, kuzeybatıdan da Libya'yla çevrilidir. Nil, Sudan'ı Batı ve Doğu Sudan olmak üzere ikiye ayırır. Hartum'un Rafediye bölgesi yakınlarında Beyaz Nehir ile Mavi nehir birleşir. Sudan'ın ortasından, dış ilişkilerinde kültürel, toplumsal ve ekonomik olarak büyük rol oynayan Nil Vadisi geçer. İnsanların Sudan'da yaşamaya başlaması milattan önce 5000 yılına kadar uzanır. Yaklaşık 1,886 milyon km'lik yüzölçümü ile dünyanın en büyük 16. ülkesidir. Ülkenin, 2011 yılında Sudan ve Güney Sudan olarak ikiye ayrılmasından sonra yüzölçümü bakımından Afrika'nın en büyük ülkesi olma özelliğini Cezayir'e kaptırmıştır. Nüfus bakımından 30.9 milyonluk nüfusuyla dünyada 40. sıradadır. Ayrıca başkenti ile en büyük şehrinin birbirine en yakın olduğu ülkedir. (Hartum (başkent) - Omdurman (en büyük şehir) arası uzaklık : 150 metre). Bunun nedeni iki şehri ayıran engelin Nil Nehri olmasıdır. Resmî dil ve eğitim dili İngilizce ve Arapçadır. Halkın ç
oğunluğu Arapça bilmekle birlikte, çoğunluğun ana dili Arapça değildir, Nübyece, Beja, Fur, Nuban, Ingessana gibi diller konuşulur. Resmi din İslam’dır. Halkın % 90'i Müslüman,geriye kalan kısım ise animizm ve Kıpti ve Ortodoks Hıristiyan mezhebine mensuptur. Müslümanların çoğunluğu Sünni ve Sünnilerin bir kısmı Şafii ve öbür kısmı da Maliki'dir. Tarihi kaynaklarda Sudan denirken kastedilen alan bugünkü Sudan’ın topraklarından çok geniş bir alandır. Araplar Afrika'ya girdikten sonra siyahilerin yaşadığı ve Kızıldeniz kıyılarından başlayarak Batı Afrika'ya kadar uzanan geniş bir alana Biladu's-Sudan (Siyahlar Ülkesi) adini vermişlerdi. Daha sonra "Bilad" kelimesi atılarak bu bölgeye sadece Sudan denmiştir. Bugünkü Sudan ise, Doğu Sudan denirken kastedilen bölgedir. Mısır’ın 639'da Amr ibnu'l-As tarafından fethedilmesinden sonra bu ülkeye yerleşen Müslümanlar kısa süre sonra ticaret için Sudan pazarlarına gitmeye başladılar. Sudanlılar da İslam’ı ilk olarak bu tüccarlar sayesinde tanıdılar. Sudanlılardan bazıları İslam’ı tanıdıktan sonra kısa süre içinde bu dine ısındılar ve daha önce Sudan'a girmiş olan Hıristiyanlığın etkisi zayıflamaya başladı. Mısır’a yerleşen Müslümanlar 7. yüzyılın ortalarından itibaren Sudan’ı ele geçirmek için birtakım askeri hareketler gerçekleştirdiler. Bu fetih hareketleri uzun süre devam etti. 1172'de Selahaddin Eyyubi'nin kardeşi Turan Şah, 1260'ta da Baybars bugünkü Sudan topraklarına birer sefer düzenlediler. Bu seferlerden sonra buralarda İslam daha da güçlenmeye başladı. 1517'de Osmanlı Devleti'nin Mısır’ı fethetmesi Sudan'da etkisini gösterdi. Ancak aynı dönemde Sudan'da varlığını sürdüren Func Devleti de güneye doğru kayarak varlığını sürdürdü. Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1821'de Func Devleti'nin üzerine ordu göndererek Sudan topraklarını ele geçirdi. Ancak Mehmed Ali Paşa, Sudan'da halkı hiç memnun etmeyen bir siyaset güttü. Mehmed Ali Paşa, Sudan’ı fetheden İsmail Paşa'yı görevden alarak yerine kendi oğlunu geçirdi. O da birtakım siyasi hesaplarla Fransız ve İngilizlerle iş birliği yaptı ve bazı eyaletlerin valiliklerine onların adamlarını getirdi. Bu durum Sudan’ın Müslüman halkını rahatsız etti. Muhammed Ahmed el-Mehdi adlı bir zat bazı kişileri etrafına toplayarak 1881'de bir hareket başlattı. Muhammed Ahmed el-Mehdi, etrafında topladığı kuvvete "ensar", hareketine de "ensar hareketi" adını veriyordu. Mehdi'nin hareketi kısa zamanda geniş bir alana yayıldı. Onun hareketini bastırmak için gönderilen ordular yenilgiye uğratıldılar. Ensar hareketi gösterdiği başarılarla hakimiyetine aldığı topraklar üzerinde ayrı bir yönetim kurdu. Mehdi, 22 Ocak 1885'te öldü ve yerine geçen oğlu Abdullah bin Muhammed, Omdurman'da Herbert Kitchner adlı İngiliz generalin komutasındaki Mısır kuvvetlerine yenildi. Daha sonra İngiliz güçler, Mısır’daki yönetimin yanlış uygulamalarını düzeltmeyi amaçladıklarını ileri sürerek 1899'da Sudan'a girdiler. İngilizler ilk iş olarak Muhammed Ahmet Mehdi'nin başlattığı hareketi tümüyle dağıttılar. 1920'lerin başlarındaki isyan hareketleri başta İngiliz yönetimini sarsar gibi olduysa da ilerleyen birkaç yılda bastırıldılar ve Sudan 1 Ocak 1956'da bağımsızlığını elde edinceye kadar İngiliz işgalinde kaldı. Afrika kıtasının kuzeydoğusunda yer alan Sudan, 1.886.068 km² yüzölçümüne sahiptir. Ülke; güneyde Güney Sudan, güneybatıda Orta Afrika Cumhuriyeti, batıda Çad, kuzeybatıda Libya, kuzeyde Mısır, güneydoğuda Etiyopya, doğuda Eritre ile komşudur. Ayrıca doğusundaki Kızıldeniz ile 853 km sahil şeridi bulunmaktadır. Düz bir coğrafyaya sahip ülkenin güneyi, güneydoğusu ve batısı dağlarla çevrili iken kuzeyi ise çöllerle kaplı bulunmaktadır. Ülkenin yaklaşık % 24’ü çöllerden oluşmaktadır. Beyaz Nil, Mavi Nil ve Atbarah gibi akarsular Sudan içerisinde birleşerek Nil nehrini oluşturmaktadır. Başkent Hartum'da Beyaz Nil ve Mavi Nil'in birleşiminde kurulmuştur. Sudan'ın en önemli yer altı zenginliği petroldür. Diğer yeraltı kaynakları; doğalgaz, demir, bakır, krom, çinko, kurşun, nikel, tungsten, mika, gümüş ve altın olarak sıralanmaktadır. Darfur başkent Hartum'un 1300 km batısında bir bölgedir. Yerel ve Arap kabilelerin hayvancılıkla geçindiği bölgede su kaynakları ve otlakların paylaşımı konusundaki uyuşmazlıklar, kuraklığın etkisi ile büyümüş, 2003 yılında, yerel bir isyanın ardından, bölgedeki kabileler "Toro Boro" ile Sudan hükümeti tarafından kurulan ve desteklenen milis kuvvetleri (janjavid) arasında çatışmalar başlamıştır. Bu çatışmalarda Darfur nüfusunun üçte biri -yaklaşık 2 milyon insan- zorla yerinden edilirken, yüz binlerce insan öldürüldü. Halen 1,5 milyon kişi yerleştirildikleri mülteci kamplarında yaşamaktadır. Hükümetin, Darfur bölgesinde, geniş çaplı bir “etnik temizlik” başlattığı iddiaları üzerine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 18 Eylül 2004 tarihinde, 1564 no'lu kararıyla genel sekreterden Sudan'da bir araştırma komisyonu kurulmasını istemiştir. Kurulan komisyon, 25 Ocak 2005'te, BM Genel Sekreteri'ne bir rapor sunmuş ve sivil halkın korunması ve suçluların cezalandırılması için harekete geçilmesini tavsiye etmiştir. Raporun ardından, Güvenlik Konseyi, 31 Mart 2005 tarihli ve 1593 no'lu kararı ile olayı Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşıma kararı almıştır. 6 Haziran 2005'te UCM savcısı Luis Moreno Ocampo, Darfur'da işlenen suçlar hakkında soruşturmayı resmi olarak açmış ve dosya Hakim Akua Kuenyehia (Gana) başkanlığındaki 1 no'lu Ön Yargılama Dairesine iletilmiştir. 2007'de Sudan hükümeti destekli Janjavid adı verilen paramiliter gruplarla, ( Toro Boro ) Sudan Özgürlük Hareketi (Haraka Tahrir Sudan) denen asiler arasındaki çatışmalara sahne olmaktadır. Militer gruplara destek olduğunu ve etnik temizliği kabul etmeyen Sudan hükümeti, Nisan 2007'de Amerikan ambargosu ve diğer baskılara da dayanamayarak, Birleşmiş Milletler'in (BM) Darfur'da barışı sağlamaya yönelik operasyonlarını, "silahlı havadan konuşlandırma dahil" kabul ettiklerini açıkladı. 4 Mart 2009 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında Darfur Bölgesinde soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten dolayı tutuklama emri çıkartmıştır. Böylece görev başındaki bir lidere ilk kez soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç cezası onanmış oldu. Ömer el-Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluşundan (2002 yılından) bu yana hakkında tutuklama emri çıkartılan en üst düzey yetkilidir. Sudan, 2011 yılı itibarıyla 15 eyalete ("wilayat", çoğul: "wilayah") ayrılmıştır. Bu eyaletler de kendi içinde ilçelere ayrılır. Sudan'ın doğuda Kızıldeniz'e kıyısı olması sebebiyle hem Akdeniz hem de Hint Okyanusu'na bağlantısı vardır. Ülkenin deniz kıyısındaki en önemli şehri ve limanı Kızıldeniz kıyısındaki Port Sudan şehridir. Port Sudan, balıkçılık ve turizmin yanı sıra deniz ticaretinin ve ulaşımının da hareketli olduğu bir merkezdir. Başkent Hartum, Sudan'ın en büyük havaalanına ev sahipliği yapmaktadır. Bu havaalanı, Sudan'ın en büyük havayolu şirketi olan Sudan Havayolları'nın ana terminalidir. Şehrin güneydoğu sınırına yakın inşa edilmiş olan terminal, şehrin hızlı gelişimi ile şehrin kalbi konumuna gelmiştir. Omdurman'da yeni yapılmakta olan uluslararası havaalanı Sudan'ın en büyük havaalanı olma özelliğini alacaktır. Bu havalimanları dışında Güney Sudan'daki Juba Havalimanı ve Port Sudan Havalimanı da büyüklük sırası ile ardı sıra yer alır. Mavi Nil'i geçen aşağıdaki köprüler Hartum'u Kuzey Hartum'a bağlarlar: "Ayrıca: Sudan'daki demiryolu istasyonları" Sudan'da, başkent Hartum'u Mısır'a Port Sudan'a ve El Obeid'e bağlayan demiryolları bulunmaktadır. Batı da Nyala ve güneyde Wau şehirlerine kadar uzanan toplam 3500 ila 4000 km. uzunluğunda demiryolu şebekesi mevcuttur. Woodrow Wilson Thomas Woodrow Wilson (d. 28 Aralık 1856 – ö. 3 Şubat 1924), Amerikalı akademisyen, tarihçi ve siyasetçi. Amerika Birleşik Devletleri'nin 28. Başkanı. 1902-1910 yılları arasında Princeton Üniversitesi rektörlüğü görevini yürüttü. 1910 yılında Demokratik Parti'den New Jersey vali adayı oldu. Yapılan seçimleri kazandı. Bu görevini 1911-1913 yılları arasında sürdürdü. 1912 yılında yapılan ABD başkanlık seçimlerini kazandı. 1916 yılında yapılan başkanlık seçimlerini bir kez daha kazandı ve Andrew Jackson'dan sonra Beyaz Saray'da arka arkaya iki dönem başkanlık yapan ikinci demokrat oldu. ABD'nin I. Dünya Savaşı'na girmesinden önce açıkladığı ilkeler nedeniyle 1919 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Kadir Gecesi Kadir Gecesi (Arapça: لیلة القدر), İslam inancına göre Kur'an'ın, Allah tarafından Cebrail aracılığıyla Muhammed'e vahyedilmeye başlandığı gece. Kadir Gecesi'nden Mekke devrinde nazil olan ve Kur'an'ın doksan yedinci sûresi olan beş ayetlik Kadir Suresi'nde bahsedilir. Bu surede Kur’an’ın indirildiği Kadir Gecesi'nden bahsedildiği için bu sureye Kadir Suresi denmiştir. Kadir, 'azamet' ve 'şeref' demektir. Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdiğini ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Bakara suresinin 185. ayetinde de Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiği beyan edildiği için Kadir gecesinin Ramazan ayında bulunduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Kur'an'da Kadir Gecesinden Kadir Suresi'nde bahsedilmiştir: 1. Şüphesiz ki biz Kur’ân’ı kadir gecesinde indirdik. 2. Kadir gecesi nedir, nereden bileceksin? 3. Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. 4. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için inerler de inerler. 5. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar. Kadir Gecesi'nin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, halk arasında yaygın olarak bilinen anlayışla alakalı Ramazanın 27. gecesi olduğuna dair kesin bir delil de aslında yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında İslam nebisinin mü’minlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününde ve özellikle de tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur. Buna göre Kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi veya yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir
. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen sabit bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Konuyla ilgili sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre İslam nebisi dahi Kadir gecesinin Ramazanın kaçıncı gecesi olduğunu bilmiyordu! Kadir gecesinin değerlendirilmesi/ihyası ile ilgili olarak Nebiden bir dua haricinde herhangi ibadet tavsiye edilmemiştir. Fakat Aişe radıyallâhu anhâ’nın bildirdiğine göre Allah'ın elçisi, Ramazan ayında diğer aylardan daha çok ibadet ederdi. Son on günde ise ibadetlerini biraz daha artırır, geceleri ihya eder, ailesini de geceyi ihya etmeleri için uyandırırdı.[Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5, Müslim, Îtikâf 8, (1175); Ebu Dâvûd, Salât, 318; Tirmizî, Savm, 73; Nesâî, Kıyâmu' l-Leyl, 17.] Bir gün Âişe, Resûlullâh’a: “Ey Allah’ın elçisi! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam o gece nasıl dua edeyim? ” diye sormuş, O da:  “Şu duayı oku” buyurmuştur: اَللّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي "“Allahım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet.”[Tirmizî, Daavât, 84.]' İslam inancına göre Allah Kur'an'ın ilk ayetlerini Cebrail isimli melek aracılığıyla İslam dininin Peygamberi Muhammed'e Nur Dağı Hira Mağarası'nda göndermiştir. İndirilen ilk ayetler Alak Suresi'nin ilk 5 ayetidir. Muhammed, 40 yaşına yaklaştığında toplumdan uzaklaşarak Mekke’nin kuzeyinde, Nur dağı'ndaki Hira mağarasında inzivaya çekilmeyi ve burada vakit geçirmeyi adet edinmiş, bu durum 1-2 yıl devam etmiştir. 610 yılında bir Ramazan gecesi (Kadir gecesi) hırkasına bürünüp Hira Mağarasında tefekküre daldığı bir sırada ilk vahyi almıştır. Muhammed'in 610 yılından başlayarak, vefat ettiği yıl olan 632'ye kadar aldığı vahiyler Kur'an'ı oluşturur. Bit (bilişim) Programlama ve haberleşmede, bir bit bilgi depolama ve haberleşme veya bağlantının en küçük ve temel ünitesidir. Bir cihaz ya da fiziksel bir sistem tarafından depolanabilecek bilginin maksimum değeri normal olarak sadece 2 farklı şekilde bulunabilir. Bu durumlar genellikle (özellikle numerik veride) ikili sayılar 0 ve 1 olarak yorumlanır. Ayrıca mantıksal değerler logical values , doğru ya da yanlış, flag ya da switch, on ya da off olarak yorumlanabilir. Mantıksal değerlerin elektronikteki karşılıkları ise 0 için 0 Volt(aslında sıfıra çok yakın bir gerilimdir.), 1 için de 5 Volt olarak tanımlıdır. Teoride, bir bit genel anlamda ikili rastgele değişken belirsizliği (eşit ihtimallerle 0 ya da 1)olarak nitelendirilebilir. "İkili rakam" anlamına gelen 'binary digit' kelimelerinin kısaltmasıdır. Çoğu platformda 1 bayt, 8 bit bulundurur. Bilgisayarda veri depolama ve transferlerinde ise bit en küçük dosya birimidir. Veri (data) boyutları byte cinsinden hesaplanmaktadır. Bir byte 8 bitten oluşur. Bu birimden sonra küçükten büyüğe doğru sırasıyla kilobyte , megabyte, gigabyte, terabyte, petabyte, eksabyte zettabyte ve yottabyte şeklinde üst katları vardır. Her üst kat bir önceki birimin 1000 katıdır. Bu birimler bir bayt'ın 1024 katı şeklinde artar şekilde bilinir ancak bu yanlıştır. 1024'er katlar halinde artan birimler küçükten büyüğe doğru sırasıyla; kibibyte, mebibyte, gibibyte, tebibyte, pedibyte, eksibyte, zebibyte ve yobibyte şeklindedir. Eritre Eritre veya Eritre Devleti (: , ) (Ge'ez: , Arapça: إرتريا "Iritriya"), Doğu Afrika'nın kuzeyinde bir ülke. Batıda Sudan, güneyde Etiyopya ve güneydoğusunda Cibuti ile çevrilmiştir. Ülkenin doğusu ve kuzeydoğusu Kızıldeniz sahili boyunca uzanır. Suudi Arabistan ve Yemen tam karşısındadır. Dahlak Takımadası ve Hanish Adalarının birkaçı Eritre'ye aittir. Başkenti Asmara'dır. Eritre, İtalya tarafından işgal edildi ve resmen 1 Ocak 1890'da İtalyan kolonisine dahil edildi. Önceden ilk-Etiyopya devletinin iki yüz yıldan beri bir parçasıydı. İtalyanlar'ın II. Dünya Savaşını kaybetmeleri üzerine Eritre, 1941'den 52'ye kadar Birleşmiş Milletlerin himayesine verildi. BM bayrağı bütün resmi binalarda bulunuyordu. 2 Aralık 1950'de BM Genel Kurulu 390 A (V) Kararı ile Eritre'yi Etiyopya ile birleştirmeyi kararlaştırdı. 1951'in Eylül'ünden 1962'nin Kasım'ına kadar Eritre Etiyopya'nın özerk bölgesi olarak kaldı. BM kararı Eritre halkının isteği haricinde alındı. Huzursuzluğun artması ve Etiyopya'ya karşı olan direniş nihayetinde 1962'de Etiyopya hükümetinin Eritre'yi 14. şehir olma kararı almasına yol açtı. Eritre bağımsızlık hareketi 1960'ların başlarında biçimlendi ve 31 yıl boyunca sivil savaş olarak Etiyopya hükümetine karşı patlak verdi. Nihayetinde 1991'de bitti. 1993'de bir BM referandumuyla Eritre'nin Etiyopya'dan bağımsız olduğu açıklandı. Eritre iki büyük dine ev sahipliği yapan çok dilli ve çok kültürlü bir ülkedir ve dokuz etnik gruba sahiptir. resmi dili olmamasına rağmen hükümet iki "çalışma dili" olan Tigrinya dili ve Arapça bütün resmi yazışmalarda kullanılıyor. İngilizce de hükümetin bütün uluslararası iletişimlerinde 5. derece eğitim kurumlarında kullanılıyor. İtalyanca da sömürge döneminden kalan kuşakların torunları tarafından kullanılıyor. Bölgeyle alakalı en eski referans "Punt" (veya "Ta Netjeru", İlah'ın toprağı anlamındadır) Antik Mısırlar tarafından MÖ 12. ile 5. yüzyıllar arasında yazılmıştır. Modern Eritre ismi ilk kez İtalyan sömürgeciler tarafından 19. yüzyılın sonlarında kullanıldı. O Yunanca "`Erithrá thálassa" (Ἐρυθρὰ Θάλασσα) kelimelerinden Kızıldeniz için türetilen "Erythraîa" (Ερυθραία) isminin İtalyanca formudur. 1995'de İtalyan araştırmacılar tarafından Buya (Eritrean Danakal)'de bulunan en eski insan yapıları biri Home erectus ve eski Home sapiens arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Kafatasının 1 milyon yıldan daha eski olduğu görülüyor. Ayrıca Eritreli, Kanadalı, Amerikalı, Hollandalı bilim adamlarından oluşan Eritre Proje Araştırma Takımı 1999'da dünyadaki ilk kalıntıları Massawa'nın güneyindeki Zula bölgesinin yakınlarındaki bir yerde insanların ürün için kullanılan araçları, deniz kaynakları olduğunu keşfettiler. Tarıma, kırsal yerleşim ve Eritre'deki ticarete ait en eski kanıt, ülkenin batı bölgesindeki arkeolojik oluşum M.Ö. 3500 yılında "Gash grup" olarak adlandırılan yerde bulundu. Ortaçağ zamanında çağdaş ve Axumite devletinin parçalanmasıyla birkaç devletin kabile ve klan toprakları bugün Eritre olarak bilinen toprakları meydana getirdi. 8. ve 13. yüzyıllar arasında kuzey ve batı Eritre bir müslüman grup olan Beja halkının kontrolündeydi. "Nagis", "Baqlin", "Bazin", "Jarin" ve "Qata" adlarında beş bağımsız krallık vardı. Bejalar İslamı Eritre'nin büyük bölümüne getirdi ve bölgede Ummayad halifeliği adında büyük İslam topluluğu oluştu. Sonrasında Abbasiler (ve Memluklar) ve daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu. Ummayadlar 702'de Dahlak Takımadasını almıştı. Giuseppe Sapetto adında bir Roma Katolik papazı Cenovalı bir gemi şirketi olan "Rubattino"nun adına 1869'da Assab bölgesini bir Osmanlı tebasından olan Obock Afar Sultan'ından ele geçirdi. Bu Süveyş Kanalı'nın açıldığı yıla denk geliyor. Eritre'liler Eritre Kurtuluş Cephesini (EKC) oluşturdular ve ayaklandılar. Suriye ve Mısır gibi Arap sosyalist hükümetlerden destek alındı. Etiyopya devleti Birleşik Devletler'in desdeğini alarak Eritre'nin Etiyopyalı halkın başkenti Asmara'da bir radyo kanalı kurmuştu. EKC içindeki dini, etnik köken, klan ve bazen de kişisel ve ideolijik bölünmeler sebebiyle EKC'nin Eritre Halkı Kurtuluş Cephesiyle (EHKC) olan ilişkilerinin zayıflamasına ve araya nifak girmesine yol açtı. EHKC, Marksizm ile siyasal ve sosyal eşitliğe inandıklarını yanlısı olduklarını itiraf etti. Başkanları Çin'de eğitim gördü. O Eritre yanlılarına desdek vermek için geldi. Eritre hakimiyetini elde bulundurmak için 1970'lerin sonları ve 1980'lerdeki şiddetli kavgalar EKC ile EHKC'in arasını açtı. EKC, bağımsızlık için yapılan iç çatışmada sosyal devrimin monarşiye karşı galip geldiği 1970'lere kadar Eritre hakimiyetini elinde tutmaya devam etti . Eritre bağımsızlığını açıkladıktan sonra EHKC lideri Isaias Afewerki, Eritre'nin ilk yönetici Cumhurbaşkanı oldu. Eritre Halk Kurtuluş Cephesi (daha sonra Demokrasi ve Adalet için Halk Cephesi (DAHC) adını aldı) bir hükümet kurdu. Sınırlı ekonomik kaynaklarla yüzleşen ve savaşlarla onlarca kat harap olan bir ülkeyi hükümet yeniden yapılandırmak ve korumak için Warsai Yikalo Programı olarak adlandırılan ulusal işgücü sistemini kurdular. Askerlik, sağlık hizmetleri, eğitim-öğretim ve tarımsal alanda hizmetlere hala devam ediyor. Eritre altı bölgeye ("zobas") ve bunlarda ilçelere ("sub-zobas") bölünür. Bölgelerin coğrafik konumu kendilerine has hidrolojiksel özelliklerinden kaynaklanır. Eritre hükümetinin iki amacıı: her yönetime kaldırabileceği yeteri miktarda tarımsal alan vermek ve tarihi iç bölge karmaşalarını ortadan kaldırmakdır. Bölgeler, şu alt bölgelere sahiptir: Eritre, Halkın Adalet ve Demokrasi Partisi (PFDJ) adında tek partili bir sisteme sahip devlettir. Her ne kadar çok partili politika 1997 kanunlarıyla kabul edilmiş olsa bile örgütlenme için başka politik grup yoktur. 75'ini EPLF gerilla üyelerinin yerel adayları ve rejime az veya çok karşı gelenler oluşturduğu 150 tane ulusal meclisin sandalyesi 1993 bağımsızlığından kısa bir süre sonra, "seçilen" şu anki cumhurbaşkanı, Isaias Afewerki tarafından şekillendirildi. Yapı geçici hükümet başkanı tarafından hiçbir zaman duyurulmadı. Ulusal seçimler periyot zamanda belirlendi ve iptal edildi; ülkenin gündemini hiçbir zaman işgal etmedi. Eritre iç politikacıların politik danışmanların bağımsız yerel kaynakları azdır; Eylül 2001'de hükümet kendine ait bütün ulusal basın organlarını kapattı ve hükümeti açıkça eleştirenler tutuklandı. 2004'te Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı, Eritre'yi "kaygı uyandıran ülke" ilan etti. Eritre Ulusal seçimleri 1995'de yapılacak şekilde ayarlandı, fakat daha sonra 2001'e kadar ertelendi. Bunun sebebi Eritre topraklarının %20'sinin Etiyopya işgali altında olmasından dolayıydı. Yine de Eritre'de yerel seçimler yapılmaya devam edildi. En son yapılan yerel hükümet se
çimlerie Mayıs 2004'teydi. Devlet Başkanı Danışmanı Yemane Gebremeskel seçimlerle alakalı olarak söyle konuştu. Eritre, Afrika Birliği ve Afrika Birliği Örgütü'nün bir üyesiydi. Fakat Afrika Birliği ile olan temsilciliğini bıraktı. Eritre'de eskiden çok sayıda fil yaşardı. Mısır Batlamyus kralları M.Ö. 3. yüzyılda onları savaş aracı olarak kullandı. 1955 ile 2001 arasındaki kayıtlarda hiçbir fil sürüsünün olmadığı görülüyor ve bağımsızlık savaşı kurbanları oldular. Aralık 2001'de 10'u henüz genç olan yaklaşık 30 sürü, Gash Nehri civarlarında gözlemlendi. Filler zeytin babunlarıyla ortak yaşam sürüyor. Eritre'de yaklaşık olarak 100 civarında fil yaşadığı sanılmaktadır. Bu da Doğu Afrika fillerinin çoğu demektir. 2006'da Eritre dünyada bütün sahil kıyılarını korunduğu ilk ülke olduğunu açıkladı. Kendine ait 1347 km'lik sahil şeridi ile birlikte diğer 350'den fazla ada sahili boyunca uzanan 1946 km'lik şeritinin hepsi hükümet koruması altındadır. Eritre ekonomisi birinci derecede tarım ve hayvancılığa dayanır. Nüfusun %85'i kırsal alanda yaşamakta, bunların çoğu hayvancılıkla uğraşmaktadır. Kırsal alanda yasayanların üçte ikisi yerleşik veya yari yerleşik hayat, kalanı göçebe hayatı sürdürmektedir. Gayri safi yurt içi hasılası, 550 milyon dolar olarak tahmin edilmektedir. Kişi basına düsen millî gelir, 150 dolar civarındadır. Bağımsızlık öncesinde Etiyopya yönetimi Eritre'deki bağımsızlık mücadelesi dolayısıyla bu bölgeyi özellikle ihmal etmişti. Dolayısıyla Eritre'nin sanayisi çok geri durumdadır. Eritre toplumu heterojen (farklı) etnik gruplara sahiptir. Bağımsız nüfus sayımı henüz yapılmamış olmasına rağmen Tigrinya halkı ve Tigre halkı birlekte yaklaşık %80'lik kısma sahiptir. Bu da ülkenin M.Ö. 900 ile 500 yılları arasında Güney Arabistan'daki Saba'dan büyük göçlerle buraya yerleşen Sami nüfusunun büyük çoğunluğunu teşkil ediyor. Bunlar Eritre'deki Sabean alanının Kebassa'daki dağlık bölgelerinin merkezinde ve Eritre'nin kuzeyinde bulunurlar. Orada Saba halkı gibi aynı coğrafik koşullarla karşılaşan Sabeanlar yamaçlarda yapışmış evleri ve eksi tarim ürünleri buldular. Eritre'de bugün birçok dil konuşuluyor olmasına rağmen henüz resmi bir dilleri yoktur: Tigrinya dili ve Arapça en çok konuşulanlardır; İtalyanca ve İngilizce'de büyük oranda anlaşılır.. Eritre'de beş kademeli eğitim vardır: ana okulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite. İlk, orta ve lisede yaklaşık olarak 238 000 öğrenci vardır. Yaklaşık olarak da 824 okul ve iki üniversite (Asmara Üniversitesi ile Bilim ve Teknoloji Enstitüsü) ile birkaç küçük kolej ve teknik okul vardır. Eritre eğitiminde en önemli ilkelerden biri Eritre'deki ana dillerinin her birinin temel eğitimini vermek, ayrıca kendini geliştirmek ve fakirlikle mücadele etmeyi, vatana, millete iyi birey olmayı öğretmektir. Bunlara ek olarak modern ekonomideki araçları tanıtmak ve kullanımını öğretmek. Eritre'deki eğitim sistemi ayrıca özel okulların da burada yatırım yapmasına yardımcı olmak, bütün gruplar için eşitliği sağlamak (örn, cinsiyet farkını, Etnik grup farkını ve sınıf markını vb. durumları engellemek) ve gerek resmi gerek gayri resmi sürdürülen eğitime katkı sağlamak. Eritre eğitimindeki engeller ise geleneksel tabu, kayıt ve araç-gereç için ödenen okul ücretleri ve düşük gelirli halkın maliyetleri karşılayamaması. Eritre'de iki büyük dini unsur bulunur. Bunlar; İslam ve Hıristiyanlıktır. Çoğu Müslüman Sünni İslam mezhebine bağlıdır. Hristiyanlar özellikle yerel Doğu Kilisesindeki Eritre Ortodoks Tewahdo Kilisesine bağlı olmakla beraber diğer küçük gruplar Roma Katolik, Protestan ve diğer mezheplere bağlı olanlar da bulunur. Mayıs 2002'den beri Eritre Hükümeti resmi olarak Sünni İslamı, Eritre Ortodoks Tewahdo Kilisesini, Katolizmi ve Evangelik Lüteryen Kilisesini tanımaktadır. Diğer bütün inanç ve mezheblerde katılım için üyelik işlemine ihtiyaç vardır. Diğer şeyler arasında, Hükümetin kayıt sistemi dindar grupların kişisel bilgilerini onların kayıtlarında tutar. Yapılan birkaç organizasyonun kayıp bilgileri henüz resmi veritabanında bulunmuyor. Yehova'nın Şahitleri, Bahá'í Faith, Yedinci gün Kilise inanışı ve çok sayıda Protestan mezhepleri kayıtlı değil ve serbestçe üye olamaz. Eritre bölgesi ticaret ve uğraş için dünyanın bir bağlantı noktasıdır. Bunun sebebi farklı kültürlerin etkisi Eritre'de görülebilir olmasıdır. Bugün en belirgin etkiler başkent Asmara'daki İtalyan etkisidir. Asmara'da İtalyan tipi küçük meşrubat kafeleri vardır. Asmara'da İtalyan yaşam tarzlarının çesitliliği Tigrinya yaşamında net bir şekilde görülür. Eritre köylerinde bu değişiklikler hiç görülmez. Şehirlerde, ilk yıllarda sinemalarda İtalyan ve Amerikan filmlerinin bulunabildiği gibi Bollywood filmlerin de görülmesi olağan bir şeydi. 1980'lerde ve Bağımsızlıktan bu yana Amerikan filmleri en popüler olanlarıdır. Marketlerde filmlere olan rekabet yerel üreticiler kendi şirketlerini kurmasını sağladı. Eri-TV'nin global yayını Eritre nüfusunun çoğunu kapsıyor ve Diaspora her yaz ülkeye uğruyor. Başarılı yerel filmler hükümet ve özel stüdyolar tarafından üretiliyor olmasına karşın ürün fiyatları maliyeti geçiyor. Kunama'nın geleneksel giysisi Eritre elbisesinden oldukça farklıdır. Tigrinya ve Tigre geleneksel açık beyaz renkli elbiseleri Doğu ve Hindistan giysilerine benzer. Reşaide kadınları çok süslü giysiler ve eşarp giyer. Eritre'deki en popüler sporlar futbol ve bisiklet yarışıdır. Yon yıllarda Eritre atletleri uluslararası yarışmalarda boy gösteriyorlar. Hemen hemen Afrika kıtasındaki tek bisiklet yarışı, Massawa'nın sıcak çöl kumsallarından dolambaçlı yüksek uçurumlu dağlar'a, oradan vadilere ve sarp kayalıklara, ardından başkent Asmara'ya kadar uzanan bir yarıştır. Oradan aşağıya doğru Gash-Barka Bölgesi düzlüklerine doğru devam eder. Asmara'ya geri dönmek sadece güneyden olur. Eritre'deki bu uzun mesafeli, çok popüler sporda taraftarlar (seyirciler) yarış boyunca uzun kuyruklar oluştururlar. Eritre'deki uzun mesafe koşusunda Zersenay Tadesse ve Mebrahtom (Meb) Keflezighi en iyi sporcular olarak gösterilebilir. Her ikisi de Olimpiyatçıdır. Silüryen Silüryen Dönem, Paleozoik zamanın üçüncü alt bölümü olarak Silüryen kayaç sistemlerinin oluştuğu jeolojik zaman dilimidir. Günümüzden 440 milyon yıl önce başlayıp 417 milyon yıl önce sona erdiği kabul edilir. Daha önceki dönemlerde de olduğu gibi kıtalar halen güney yarımkürede bulunmaktadırlar. Gondvana, güney kutbuna doğru kaymayı sürdürmektedir. Diğer üç kıta, halen ekvator bölgesindedir ve giderek birbirlerine yaklaşmaktadırlar. Bu üç kıtadan ikisi aralarındaki sığ denizleri kapatarak Silüryen içinde çarpışırlar. Diğer üçüncü kıta da bu ikisi ile arasında bir kara köprüsü oluşturacak şekilde yaklaşmaktadır. Bu şekilde yeni bir dev kıta olan Lavrasya ortaya çıkmıştır. Silüryen dönemin karakteristik bir özelliği, iklimin dönem boyunca kararlı ve ılıman bir iklim olmasıdır. Mevsimsel değişiklikler belirsiz derecededir ve iklim farklılığı sadece enlem farklarıyla sınırlı kalmıştır. Bu ise, türlerin çeşitlenmesini destekleyen, aralarında yumuşak geçişlerin olduğu farklı ortam kuşakları oluşturmuştur. Ordovisyen Dönem sonlarında oluşan güney kutbu buzulllarının erimesi de tüm gezegende deniz seviyesinin yükselmesine, sığ denizlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu ılıman ve sığ okyanuslarda deniz yaşamı yeniden ivme kazandı. Ordovisyen Dönem sonundaki Kitlesel Yok Oluştan büyük ölçüde zarar gören omurgasız türler yeniden yayılmaya başladılar. Dallı bacaklılar Silüryen denizlerin en yaygın grubudur. Toplam hayvan türlerin dörtte üçünden fazlası dallı bacaklılar grubuna dahildi. Gerek sığ ve ılıman denizlerin sağladığı uygun ortam, gerekse de tekhücreli ve planktonik canlılardaki çoğalma sonucu mercanlar, stromatoporoid, yosun hayvancıkları ve kalkerli alglerce oluşturulan tropikal resifler giderek yayıldılar. Özellikle mercanlar, resiflerin başlıca canlı türü olmuştur. Fanerozoik Devir'in ilk iki döneminde oldukça yaygın olan üç loblular artık güçten düşmeye başladı. Bazı büyük grupları Ordovisyen yok oluşunda tamamen yok olurken, birkaç grup da Silüryen'de ortadan kalktı. Silüryen denizlerinde üç lobluların önemi azalırken, başka bir eklembacaklı grubu olan deniz akrepleri çeşitlilik kazandı. Ordovisyene ait katmanlarda da fosilleri bulunan deniz akrepleri, Silüryende çeşitlilikleriyle birlikte boyutlarını da arttırdı. Pterygotus gibi bazı cinslerin, boyutları iki metreyi aşan üyeleri bulunuyordu. Deniz akrepleri Silüryen ve onu izleyen Devoniyen boyunca oldukça yaygınlaşıp, dönem denizlerinin birincil yırtıcılarından oldular. Silüryen omurgasızları çeşitliliklerini artırsa da, dönemin denizlerine damga vuracak gelişmeler omurgalılardan geldi. Ordovisiyende omurgalıların tek temsilcisi olan zırhlı balıklar -ostrakodermler- Silüryenin başında uyumsal açılımla çeşitlendi. Pek çok yeni çenesiz balık grubu ortaya çıkıp yaygınlaştı. Denizlerde ortaya çıkan zırhlı balıklar tatlı sulara da uyum sağlayarak, açık denizlerden koy ve körfezlere, gelgit alanlarından akarsu ve göllere kadar tüm sularda yaygınlaştı. Bilinen ilk çeneli balıklar olan Acanthodianlar bu dönemin sonunda tatlı sularda ortaya çıktı; fakat, yaygınlık kazanmadı. Silüryen'de deniz omurgalılarındaki bu gelişmeler, "Balıklar Çağı" olarak da bilinen Devonien'in habercisi sayılabilir. Silüryende gerçekleşen en önemli olay ökaryotik ve çokhücrelil yaşamın karalara tam anlamıyla yerleşmesidir. Kara yosunu benzeri ilk bitkiler Ordovisyende ortaya çıkmıştı. Böcekler ve damarlı bitkiler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bospa Bospa, İzmir'in Karşıyaka ilçesinde her çarşamba kurulan bir tekstil pazarıdır.,,Bostanlı Sosyete Pazarı olarak da anılır., Kızıldeniz Kızıldeniz (Arapça (1): ‏البحر الأحمر‎ "El-Bahr el-ahmar"; Arapça (2): ‏الخليج العربي‎ "El-Halic el-Arabi"; İbranice: ‏'ים סוף "‎Yam Suf"; Tigrinya ቀይሕ ባሕሪ "QeyH baHri"), Afrika ile Asya (Arap Yarımadası) arasında yer alan, Hint Okyanusu'na bağlı bir denizdir. Kızıldeniz adı, Yunanca Ερυθρά Θάλασσα ("Er
ythra thalassa") ve Latince "Mare Rubrum" un çevirisinden almıştır. Kızıldeniz, yerel halk tarafından şap denilen mercan kayalıklarından dolayı "Şap Denizi" olarak da bilinmektedir. Uzunluğu yaklaşık 2000 km olup, bazı kaynaklarda 1900 km ya da 2350 km diye geçmektedir. Kuzeyde Mısır'daki Süveyş Kanalı ile doğal olmayan yoldan Akdeniz'e bağlanmıştır; güneyde ise Arap Yarımadası ucunda Babü'l Mendep (Bab el Mendeb) boğazı ile Hint Okyanusu'na bağlanır. Kızıldeniz kuzeyde Sina Yarımadası ile ikiye ayrılır; kuzeydoğuya doğru Akabe Körfezi, kuzeybatıda ise Süveyş Körfezi vardır.İslam dinine göre Musa Kızıldeniz'i asâsıyla yararak İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarmış, Firavun ve ordusu İsrailoğullarının peşinden gelirken Kızıldeniz'de boğulmuşlardır. Bir görüşe göre, Kızıldeniz'in adının, mevsimlik olarak çoğalma patlaması yaşayan "Trichodesmium erythraeum" adlı alg türlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Ayrıca çevresindeki kıyılarda yer alan mineral bakımından zengin kızıl renkli dağlardan doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir. Denizaltı yaşamına ve üremeye elverişli sıcaklıkta olduğundan çok sayıda deniz canlısı barındırmaktadır. Bunun sebebi ise zemindeki büyük sırtta oluşan yarık bölümün yeraltından gelen magma ile dolmasıdır. Bu lavlar çok fazla 1. üretici konumunda bulunan bitkisel planktonlar için besin kaynağı oluşturmaktadır. Tuzluluk binde 44 ile oldukça yüksektir. Bir başka görüşe göre ise, bu denizin adı Tevrat'ta "Sazlıklar Denizi" olarak geçer ve bu İngilizcede "Sea of Reeds" veya "Reed Sea" olarak okunur. Zamanla bu deyişin bozulup "Red Sea" (yani Kırmızı/Kızıl Deniz) olarak kullanılmaya başlandığı da kabul edilen görüşler arasında bulunur. Sınırı olan ülkeler şunlardır: Kızıldeniz sahilindeki kasaba ve şehirler: Cumalıkızık Cumalıkızık, Türkiye'nin Bursa ilinin Yıldırım ilçesine bağlı bir mahalle. Uludağ'ın kuzey eteklerinde kurulmuş ve halen yaşayan beş Kızık köyünden biridir. Diğer Kızık köyleri şunlardır: Değirmenlikızık, Fidyekızık, Hamanlıkızık ve Derekızık. Bayındırkızık, Dallıkızık, Kızık, Bodurkızık, Ortakızık, Camilikızık, Kiremitçikızık, Kızıkşıhlar ve Kızıkçeşme ise günümüze ulaşamamıştır. Cumalıkızık Etnografya Müzesi burada bulunmaktadır. 2000'de UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilen Cumalıkızık, 2014'te Bursa ile birlikte Dünya Mirası olarak tescil edildi. Kuruluşu yaklaşık 1300'lü yıllara denk gelmektedir. Bir vakıf köyü olarak kurulan köyde, tarihi doku çok iyi korunmuştur ve Osmanlı erken döneminin kırsal kesim sivil mimari örnekleri günümüze ulaşmayı başarmıştır. Bu özelliği nedeniyle çok ilgi çeken ve ziyaret edilen bir yerleşim yeri olmuştur. Sık sık tarihsel filmlere mekan olmaktadır. Uludağ etekleri ile vadiler arasında sıkışıp kalan köylere kızık adı verilmiştir. Diğer kızık köylerindeki köylülerin eskiden Cuma namazı için toplandığı yer olduğundan bu köyün Cumalıkızık adıyla anıldığı söylenir. Bir başka söylence de, Osman Bey'in köyün kurulduğu günün cuma günü olması sebebiyle bu köye "Cumalıkızık" adını vermiş olduğudur. Köy meydanında köy geçmişine ait eşyaların sergilendiği bir de müze (Cumalıkızık Etnografya Müzesi) bulunur. Köyde, Haziran ayında "Ahududu Şenliği" yapılmaktadır. Ünlü "Cumalıkızık evleri" moloz taş, ağaç ve kerpiçten yapılır, genelde üç katlıdır. Üst katlardaki pencereler kafesli veya cumbalıdır. Ana giriş kapılarındaki kulplar ve tokmaklar dövme demirden yapılır. Evler sarı, beyaz, mavi, mor renklere boyalıdır. Evlerin arasında kaldırımsız, taş döşeli, çok dar sokaklar bulunur. Köyün camisi, caminin yanındaki Zekiye Hatun Çeşmesi ve tek kubbeli hamamı Osmanlı devrinden kalmadır. Köyde, Bizans devrinden kalma bir kilise kalıntısı da bulunur. Köyde narenciye, ceviz, kestane yetişir. Tarihi dokusu nedeniyle sık sık dizi ve film çekimlerine sahne olur. Örnek olarak Kurtuluş Savaşı'nı anlatan Kurtuluş dizisi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlatan Kuruluş dizisi ve son olarak başrolünü Emrah İpek'in oynadığı Kınalı Kar dizisi burada çekilmiştir. 2015 yılından itibaren Cumalıkızık'ta Uluslararası Ahududu Festivali düzenlenmeye başlamıştır. 2014 yılında Cumalıkızık Etnoğrafya müzesi açılışı yapılmıştır. Büyükşehir Belediyesi ve Cumalıkızık’ta yaşayan vatandaşlarımızın desteği ile oluşturulan müzede Cumalıkızık’a gelen ziyaretçiler gerçekten 700 yıllık bir köydeki yaşam tarzını, kültürünü, örfünü, adetini bu müzede görebilir.https://www.cumalikizikkoyu.com Alternatif1: Kent meydanından kalkan cumalıkızık minibüsleriyle doğrudan köye ulaşılabilir. Alternatif2: Bursanın birçok noktasında durağı olan metroya binerek Cumalıkızık-Değirmenönü durağında inebilir ve minibüse aktarma yaparak 5 dakika içerisinde köye ulaşabilirsiniz Alternatif3: Özel aracınızla Ankara yolu istikametinden Cumalıkızık yönlendirmeleriyle ulaşım sağlanabilir. Kavramsal sanat Kavramsal sanat terimi, 1960'larda artık kendilerini alışılageldik sanat eseri biçiminde göstermeyen sanat eserleri için kullanılmaya başlanmıştır. "Fikir sanatı" olarak da geçer. Kavramsal sanatçılar, bir resim veya heykel yapmak üzere yola koyulup bu amaca yönelik fikirler üretmek yerine geleneksel gereçlerin ve biçimlerin ötesinde düşünüp fikirlerini uygun malzemeler ile ifade etme amacı güderler. Klasik anlamda resim veya heykel tarzı nesneler, ticari mal olmaya elverişli olduklarından sanatsal yaratı ve beğeninin dışında tutulur. İlk olarak 1960'ların başında Henry Flynt tarafından bir Fluxus yayınında "kavram sanatı" olarak anılmıştır. Kavram sanatı, Joseph Kosuth ve Art&Language grubu tarafından daha sonra farklı anlamlarda kullanılmış, 1970'lerden itibaren ise 'kavramsal' kullanımı yaygınlaşmıştır. Kavramsal sanatta öncelik kavramda olduğundan ve metin (anlatı) ile de yakından bağlantılı olduğundan, bu sanat üretim şekli kendini her biçim ve malzemede gösterebilir. 1960'lardan itibaren özellikle performans sanatı, arazi sanatı, Arte Povera eğilimleri yaygınlaşmıştır. Bazı kavramsal sanat eserleri atık, buluntu nesneler, karalamalar, yazılı ifadeler veya kılavuzlardan oluştuğu gibi fotoğraf, film ve video da kullanılan gereçler arasındadır. Temel olarak 1960 ve 1970'lere ait bir akım olmasına rağmen hala etkisi büyüktür. ""Kavramsal sanatta fikir veya kavram, sanat eserinin en önemli kısmıdır . . . tüm planlamalar ve karar almalar önceden yapılır ve fikrin uygulamaya geçirillmesi ikinci planda kalır. Fikir, sanat yapan bir makina haline gelir."" Sol LeWitt (Amerikalı kavramsal sanatçı, 1928- ), "Paragraphs on Conceptual Art" ; Artforum, yaz sayısı, 1967. Ek olarak ayni makale de Sol LeWitt "Kavramsal bir sanat eseri ancak fikir iyiyse iyidir", "isini gorsel olarak cekici kilip kilmamak tamamen sanatciya kalmistir", "basarili dusunceler (Sol LeWitt`in modulleri gibi) genellikle goruntu duzleminde basit gorunurler cunku onlar kacinilmazdirlar", konuyu anlamak acisindan onemlisi olarak " Kavramsal sanat izleyicinin gozune hitab etmekten cok beynine hitab eder` der. Joseph Kosuth `Art After Philisophy` adli kitabinda soyle demektedir. "Duchamp`tan sonra dogasi geregi yapilan her turlu sanat kavramsal sanattir. Cunku sanat sadece kavramsal olarak varolur." Art & Language, Beuys, Broodthaers, Burgin, Craig-Martin, Gilbert & George, Klein, Kosuth, Latham, Long, Manzoni, Smithson, Gulan, Ai Wei Wei. İnternet iletişim kuralları dizisi İnternet protokol takımı (İngilizce: ""), bilgisayarlar ve ağ cihazları arasında iletişimi sağlamak amacıyla standart olarak kabul edilmiş kurallar dizisidir. Bu kurallar dizisi temel olarak verinin ağ üzerinden ne şekilde paketleneceğini ve iletilen veride hata olup olmadığının nasıl denetleneceğini belirlemektedir. Ağ kavramının ortaya çıkmasından günümüze kadar geçen sürede farklı amaçlar için birçok protokol geliştirilmiştir. Bu protokoller ilk zamanlar belli bir standarda uygun olarak geliştirilmemiş, genelde bilgisayar donanımlarına bağlı olacak şekilde tasarlanmışlardır. Bu dönemde ağ yapıları donanım üreticileri tarafından kendilerine has bir biçimde geliştirilmekteydi. Bu yapılara örnek olarak IBM'in SNA İnternet iletişim kuralları, internet ve benzeri bilgisayar ağları üzerinde kullanılan iletişim kuralları ve bilgisayar ağ modeli ve kümesidir. Genel olarak TCP/IP olarak bilinir çünkü bunlar; İletim Kontrol Protokolü (TCP) ve Internet Protokolü (IP) olarak bu standartta tanımlanmış internet iletişim kurallarıdır. Bunun yanında bunlar, Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı’nın bir alt kolu olan DARPA’nın finanse ettiği ağ bağlantısının geliştirilmesi nedeniyle orijinal olarak DoD olarak bilinen internet modeli olarak da tanımlanır. TCP/IP modeli ve ilgili iletişim kuralları Internet Engineering Task Force (IETF) tarafından yapılmaktadır. İnternet protokol takımı 1960'ların sonunda İleri Araştırma Projeleri Savunma Ajansı (Defense Advanced Research Projects Agency - DARPA) tarafından yapılan araştırma ve geliştirme sonucu ortaya çıkmıştır. 1969 yılında öncü olarak başlatılan ARPANET sonrasında DARPA diğer veri iletim teknolojileri ile ilgili bir dizi çalışma başlattı. Uydu paket ağları (satellite packet networks) ve karasal radyo paket ağları (radio packet networks) üzerine çalışan ve bu iki farklı ağ arasında iletişim kurabilmenin değerininin farkına varmış olan 1972 yılında DARPA ’ne katıldı. 1973 baharında, mevcut ARPANET (NCP) protokolünün geliştiricisi olan , yeni nesil ARPANET protokolleri tasarımı amacıyla, açık mimari arabağlantı modelleri üzerinde çalışmak için ile birlikte çalışmaya başladı. 1973 yazında ve ağlar arası iletişim protokollerinde yeni temel bir formül geliştirdiler. Bu yeni formülde iletişimin güvenilirliğinin (reliability) sorumluluğu ARPANET'tekinin aksine olarak, ağa değil de uçlara () veriliyordu. , ağının tasarımcıları olan ve 'i bu yeni tasarımlarına yapmış oldukları katkılardan dolayı takdir etmiştir. ve 'in yapmış oldukları bu tasarım Transmission Control Protocol adıyla kodlanmış ve 1974 yılında yayınlanmıştır. Bu ağın tasarımının temelinde şu kabul vardı: Ağ, sadece uçlar (nod
e) arasındaki trafiğin verimli bir şekilde iletilmesi ve yönlendirilmesini sağlamaktan sorumluydu. Bunun haricindeki diğer tüm bilgiler uçlarda (node) bulunacaktı. Bu tasarım "uçtan uca prensibi (end-to-end principle)" olarak bilinir. Bu tasarım ile ARPANET'e herhangi bir ağın bağlanması mümkün olabilecekti. ARPANET'e bağlanacak olan bir ağın, sadece kendisine has özelliklerinin bulunması bile ARPANET'e bağlanabilmesine engel olmayacaktı. Böylece 'ın en başta karşılaşmış olduğu problem de çözülmüş oluyordu. ve 'ın nihai ürünü olan TCP/IP böylece adeta "" ile çalışabilecek duruma gelmişti. Yıllar sonra -şaka yollu gibi gözükse de- "" kavramının protokol tanımlamaları D. Waitzman tarafından yapılmış ve RFC 1449 adıyla 1 Nisan 1990 yılında resmi olarak yayınlanmıştır. 'in Stanford'daki ağ araştırma grubu, 1973’ten 1974’e kadar TCP’in ilk tanımlamarının yapılması üzerine çalıştı. TCP'nin bu ilk tanımlamaları, o tarihlerde yaygın olarak kullanılan ve tarafından geliştirilmiş olan ağ çalışmalarından teknik olarak önemli ölçüde etkilenmiştir. DARPA, sonrasında TCP'nin, farklı donanımlar üzerinde çalışabilecek sürümlerinin geliştirilmesi amacıyla; , Stanford Üniversitesi ve University College London ile anlaştı. Bu çalışmalar sonrasında dört adet TCP versiyonu üretilmiştir: TCP v1, TCP v2, TCP v3 ve IP v3 ve TCP/IP v4. Son versiyon bugün hala kullanılmaktadır. 1975 yılında, Stanford Üniversitesi ve University College London tarafından iki ağdan oluşan bir TCP/IP haberleşme testi gerçekleştirilmiştir. 1977 yılının Kasım ayında ise; ABD, Birleşik Krallık ve Norveç'teki birimler arasında üç ağdan oluşan bir TCP/IP haberleşme testi yapılmıştır. 1978 ve 1983 yılları arasında birçok araştırma merkezinde bazı farklı TCP/IP prototipleri de geliştirilmiştir. ARPANET’in TCP/IP’ye geçişi; 1 Ocak 1983 tarihinde, bir tamamlanmıştır. Bu tarihten sonra ARPANET'te yeni protokoller kalıcı bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. 1982 yılının Mart ayında ABD Savunma Bakanlığı, TCP/IP‘yi tüm askeri bilgisayar ağları için standart olarak kabul ettiğini açıkladı. 1985 yılında, Dan Lynch Internet Danışma Kurulu (sonraki ismiyle ), bilişim sektöründe TCP/IP'yi teşvik etmek ve ticari kullanımını artırmak amacıyla, 250 üretici firma temsilcisinin katıldığı, üç günlük bir atölye çalışması düzenledi. TCP/IP'nin yaygın bir şekilde kullanılması üzerine 1985 yılında düzenlenen ilk konferansı, bilgisayar ağlarında birlikte çalışabilme üzerinde yoğunlaştı. 1988 yılında, ürünlerinde TCP/IP'yi destekleyen üreticilerle, San Jose (ABD) şehrinde ilk ticari konferansını düzenledi. TCP/IP'nin nasıl çalıştığını ya da hangi şartlarda çalışamadığını görmek amacıyla, bu organizasyona 50 firma ve 5,000 ağ uzmanı katıldı. , ve gibi kendilerine özel iletişim protokollerine sahip olmalarına rağmen; IBM, AT&T ve gibi başlıca büyük firmalar, ürünlerinde TCP/IP'yi kullanmaya başladılar. 1984’ten sonra IBM’de Barry Appelman’ın grubu TCP/IP’yi geliştirdi. (Appelman sonra tüm kalkınma çabalarının başkanı olmak için AOL’a taşındı.) Bunlar çalışmalarına devam ederek MVS, VM ve OS / 2 dahil olmak üzere çeşitli IBM sistemlerinin, TCP / IP ürünlerinin akışı elde etmek için bir bağ kurdular. Aynı zamanda, FTP Yazılım ve Wollongong Grup gibi birkaç küçük şirket, DOS ve MS Windows için TCP / IP kümeleri sunmaya başladı. İlk VM / CMS TCP / IP kümesiWisconsin Üniversitesi'nden geldi. O zamanlarda  bu TCP/IP yığınlarının çoğu, birkaç yetenekli programcı tarafından yazılmıştır. Örneğin, FTP Yazılımcısı olan John Romkey MIT PC / IP paketinin yazarıdır. John Romkey’nin PC / IP uygulaması ilk IBM PC TCP / IP yığını olmuştur. Jay Elinsky ve IBM Araştırmacısı Oleg Vishnepolsky TCP / IP VM / CMS ve sırasıyla OS / 2 için kümeler yazmıştır. TCP / IP yayılması, AT & T’nin kamusal alana UNIX için geliştirilen bir TCP / IP kodunu yerleştirmek için anlaştığı zaman olan haziran 1989 yılında daha da hızlandı. IBM dahil olmak üzere çeşitli sunucular, bu kodu kendi TCP / IP kümelerinin içerisine dahil etti. Birçok şirket Microsoft Windows 95 yerli TCP / IP kümesi yayınlayana kadar Windows için TCP / IP kümelerini sattı. Bu süreç internetin evrimine kadar biraz geç kalsa da diğer internet iletişim kurallarının yok olduğu gibi TCP/IP’nin sunuculuğuna eklenmiştir. Bu protokoller aynı zamanda IBM Systems Ağ Mimarisi (SNA), Açık Sistem Arabağlantı (OSI), Microsoft'un yerli NetBIOS ve Xerox Ağ Sistemleri’ni de içermektedir.(XNS) İlk mimari belge olan RFC 1122, katman üzerinde mimari ilkeleri vurgular. End to End Principle; Bu prensip zamanla gelişmiştir. Orijinal açıklaması durumun devamlılığını sağlamak ve köşelerde bulunan bilginin bir uçtan bir uca transferii sağlamak, buna ek olarak internetin kenarlara hızını ve basitliğini etkilemeyecek bir şekilde bağlı olduğunu kabul etmektir. Dünya’nın bu prensipte güvenlik duvarları, ağ adresi çevirmenleri, web içeriği önbelleklerini ve benzeri zorunlu değişikliklerden dolayı ihtiyacı vardır. Dayanıklılık Prensibi; “Genel anlamda bir uygulama göndericisine göre korunumlu ve alıcı tarafından özgür olmak zorundadır. Yani iyi biçimlenmiş datagram göndermek için dikkatli olmak gerekir, ama aynı zamanda yorumlayabileceği herhangi bir datagram kabul etmelidir. (teknik hatalardan dolayı açıklaması hala net değildir.) Ilkenin ikinci kısmı diğerleri kadar önemlidir: Diğer bilgisayarlar üzerindeki yazılım akılsızca yasal ama karanlık protokol özelliklerini istismar edebilecek eksiklikleri içerebilir.” İnternet protokol takımı protokolleri ve hizmetlerin soyutlama sağlamak için kapsülleme kullanır. Encapsulation genellikle genel işlevsellik katmanlarına, protokol paketinin bölümü ile uyumludur. Genel olarak, bir uygulama (modelin en üst düzeyi) her seviyede daha fazla kapsülleme olmak, katmanlar aşağı veri göndermek için bir protokol kümesi kullanır. Protokol paketinin katmanları, alt kısımdaki katmanların veri transferine yakın olmasına rağmen, kullanıcı uygulamasına mantıksal olarak yakındır. Katmanları hizmeti sağlayan veya tüketen olarak görmek soyutlama yöntemi üzerinde bit iletilmesi ve ayrıntıları üst katman protokolleri ile izole etmektir. Örneğin Ethener ve çarpışma algılaması, alt tabakaların her ayrıntılarını ve her uygulama ve protokol bilmek zorunda olmasından kaçınmasıdır. Katmanlar, çeşitli mimari belgeler incelendiğinde bile -ISO 7498, Açık Sistemler Bağlantısı (OSI) modu gibi tek mimari model var- OSI modelinin daha az veya daha az katı olarak tanımlanan katmanları ve bu nedenle dünya protokolleri için daha kolay bir uyum sağlar. Sık başvurulan başka bir belge ise, RFC 1958, tabakalar yığınını içermemesidir. Tabakaların vurgu eksikliği IETF ve OSI yaklaşımlar arasındaki önemli bir farkdır. Sadece bu üst tabakalar, genel olarak iletişim tabakasının varlığını ifade eder; Aslında bu belge 1996 yılının anlık mimarisi olarak düşünülmüştü. “İnternet ve mimarisi oldukça görkemli bir plandan ve daha mütevazı başlangıçtan evrimsel biçimde büyüdü. Evrim bu sürecin teknolojisinin başarısı için ana nedenlerinden biri iken yine de internet mimarisinin mevcut ilkelerin bir anlık kaydetmek için yararlı olacaktır.” RFC 1122, Sunucu Gereksinimleri başlıklı, katmanlara atıfta olacak şekilde paragraflarda yapılandırılmıştır, ancak belge vurgulayan katmanlardan ziyade diğer pek çok mimari ilkelere hitap eder. Bahsi geçen RFC 1122 aşağıdaki gibi gevşek, katmanların sayılarını değil,  isimlerini, dört katmanlı bir model olarak tanımlar: Uygulama katmanı uygulamaları kullanıcı verilerini oluşturmak ve başka diğer uygulamalar veya aynı ana bilgisayara bu verileri ileten bir katmandır. Uygulamalar veya işlemler, temel, alt tabakalar tarafından sağlanan hizmetlerin özellikle diğer işlemlere güvenilir veya güvenilmez komutları sağlayan taşıma katmanının kullanımını gerçekleştirir. Iletişim ortakları, istemci-sunucu modeli ve peer-to-peer network olarak, uygulama mimarisi ile karakterize edilebilir. Bu tür SMTP, FTP, SSH, HTTP gibi tüm yüksek seviyeli protokoller, faaliyet gösterdikleri tabakadır. Süreçler esas hizmeti temsil eden portlar üzerinden ele alınmaktadır. Taşıma Katmanı ya aynı ya da farklı bilgisayarlar ve yerel ağ veya yönlendirici bulunan uzak ağlar ya da üzerinde host-to-host iletişimi gerçekleştirir Bu katman uygulamaların iletişim ihtiyaçları için bir kanal sağlar. UDP güvenilmez bir datagram hizmeti veren, basit bir temel taşıma katmanı protokolüdür. İletim Kontrol Protokolü akış kontrolü, bağlantı kurulması ve verilerin güvenilir biçimde iletilmesini sağlar. Internet katmanı’nın ağ sınırları boyunca datagramları alışverişi görevi vardır. Bu temel ağ bağlantılarının gerçek topolojisini (düzenini) gizleyen bir üniforma ağ arabirimi sağlar. Bu nedenle, aynı zamanda internetworking'i kuran tabaka olarak adlandırılır. Aslında gerçekten de interneti kurar ve tanımlar. Bu katman, TCP / IP protokol takımı için kullanılan adresleme ve yönlendirme yapıları tanımlar. Bu kapsamda, öncelikli olan protokol IP adreslerini tanımlayan Internet Protokolü vardır. Bu protokolün amacı verileri final bağlantısına yönlendiren bir ağa sahip olan bir sonraki IP dağıtıcısına ulaştırmaktır. Link katmanı iletişimin yerel ağ ağlantısı kapsamında ana yönlendiricilerin müdahale olmadığı ağ yöntemlerini tanımlar. Bu katman, yerel ağ topolojisini tanımlamak için kullanılan protokol ve sonraki komşu hosts internet tabakası datagramlarının iletimini gerçekleştirmek için gerekli arabirimler içerir. İnternet İletişim kuralı ve katmanlı iletişim kuralları tasarımı OSI modeli kurulmadan önce kullanımdaydı. Bu süreçten beri TCP / IP modeli kitap ve dersliklerde, sonuç olarak karışıklık ile sonuçlanan OSI modeli ile karşılaştırılmıştır. Çünkü iki model de sıkı katman göreceli önemi de dahil olmak üzere farklı varsayımları ve amaçları kullanmaktaydı. Bu soyutlama aynı zamanda alt tabakaların sağlayamadığı fakat üst katmanların sağladığı hizmetin sağlanmasına olanak tanır. Orijinal OSI modeli bağlantısız hizmetleri (OSI RM CL) kapsayacak şekilde genişletilmişken, IP güvenilir olarak
tasarlanmamış fakat yine de en iyi veri teslimi için çaba gösteren bir protokoldür. Bu, tüm ulaşım katmanı uygulamalarının güvenirlik sağlayıp sağlayamayacağı yahut nasıl sağlayacağı konusunda seçim yapılması gerektiğini belirtir. UDP, sağlama yoluyla veri bütünlüğünü sağlar, ancak teslimini garanti etmez; bunun yanında TCP, alıcı paket alımını kabul edene kadar retransmitting üzerinde veri bütünlüğü ve dağıtım garantisini sağlar. Bu model OSI modeli ve ilgili belgelerin formalizminden yoksundur ancak IETF bir model kullanmaz ve David D.Clark’ın bir yorumunda özetlediği gibi bunu bir sınırlama olarak da algılamaz” Bizler; kralları, başkanları ve oylamayı reddediyoruz. İnandığımız şey kabaca uzlaşma ve kod çalıştırmadır.” OSI modeline göre yapılan bu modelin eleştirisi, bu modele göre ISO’nun sonraki geliştirmelerini hesaba katmamıştır. Adresleme sistemlerinin kendi multiaccess bağlantıları için (örneğin Ethernet) bir adres eşleme protokolü gereklidir. Bu protokoller IP’nin altında, ancak mevcut bağlantı sistemi üzerinde olarak kabul edilebilir. IETF teminolojiyi kullanmaz iken, bu durum ağ katmanı (IONL) iç organizasyonu olan OSI modeli bir uzantısına göre bir alt ağ bağımlı yakınsama kolaylığıdır. ICMP & IGMP IP üstünde çalışır ancak UDP veya TCP gibi veri transferi gerçekleştirmez. Yine de, bu işlevselliği kendi Yönetim Çerçevesinde (OSIRM MF)[, OSI modeli katman yönetimi uzantıları olarak var eder. SSL/TLS Kütüphanesi ise yukarıda belirtilen ve TCP kullanan taşıyıcı katmanlarını aşağıda belirtilen uygulama protokolleri kapsamında kullanır. Yine, OSI mimarisine uymak için, bu protokollerin tasarımlarının parçalarının hiçbir amacı yoktur. Bağlantıya karşı kara kutuya benzer bir davranış sergilenir. IETF açık bir şekilde, OSI modeline nazaran daha az akademik fakat pratik bir alternatif olan iletim sistemlerini tartışmak niyetinde değildir. TCP/IP modelinde, yollanan veriler her katmanda sarmallanır (encapsulation) ve bir alt katmana yollanır. Alıcı tarafında bu veriler teker teker açılıp (decapsulation) bir üst katmana gönderilir. Bu yöntemfarklı marka ve modellerdeki cihazların birlikte çalışmasını sağlar. Örneğin bir bilgisayarın ağ bağlantısınde Ethernet yerine Wi-fi kullanılması o bilgisayarın üzerinde başka bir web tarayıcı kullanılmasını gerektirmez. OSI modelinde yedi ve TCP/IP modelinde ise dört katman bulunmaktadır. TCP/IP modelindeki katmanlar aşağıda verilmiştir: Uygulama Katmanı, bünyesinde ağ yönlendirici protokolleri ve sunucu düzenleme protokolleri gibi basit ağ destekli servisleri içeren fakat düşük seviyedeki katmanlar tarafından kurulan ağ bağlantıları üzerindeki uygulama verilerinin değişimini yahut kullanıcılara servis sağlayan protokoller içerir. Uygulama katmanı protokolleri örnekleri Hypertext Transfer Protocol [Köprü Metni Aktarım Protokolü] (HTTP), the File Transfer Protocol [Dosya Transferi Protokolü] (FTP), the Simple Mail Transfer Protocol [Basit Mail Transfer Protokolü] (SMTP) ve the Dynamic Host Configuration Protocol [Aktif Sunucu Düzenleme Protokolü] (DHCP)’dür. Veri, protokol birimler halinde kapsüllü bir biçimde uygulama katmanı protokollerine göre taşıma katmanı yani gerçek veri transferi gerçekleştirilmesi için alt katman protokolleri halinde kodlanmıştır. IP modeli biçimlendirme ve veri sunma özelliklerini dikkate almaz ve OSI modeli (Sunum ve sezon katmanları) gibi uygulama ve ulaşım katmanları arasında ilave katmanları tanımlamaz. Bu tür işlevler ise kütüphane bölümleri ve uygulama programları arayüzleridir. Uygulama Katmanı protokolleri taşıyıcı katmana veya daha altındaki katmanlara, taşıyıcı katmanların özelliklerinden olan çıkmaz IP adresleri ve port numaraları gibi uygulamalara rağmen iletişim kurmaya yarayan ağ bağlatıları sağlayan siyah kutulara davrandığı gibi davranır. Uygulama katman protokolleri genel olarak sunucu server uygulamaları ile bağdaştırılır ve Internet Assigned Numbers Authority (IANA) tarafından rezerve edilmiş iyi bilinen port numaraları gibi servis görür. Örneğin; the HyperText Transfer Protokolü 80 numaralı portu ve Telnet ise 23 numaralı portu kullanır. Bir servise bağlanmaya müşteriler ise genellikle bağlantı noktası numaralarının rastgele veya uygulama yapılandırılmış belirli bir mesafeden işlem süresince atanan kısa ömürlü bağlantı noktalarını kullanır.  Taşıma katmanı ve alt düzey katmanları uygulama katmanı protokolleri özellikleri ile ilgisizdir. Yönlendiriciler ve anahtarlar genellikle kapsüllü trafiği incelemek yerine sadece bir kanal sağlarlar. Yine de, bazı güvenlik duvarı ve bant genişliği daraltma uygulamaları, uygulama verilerini yorumlamak zorundadır. Bunun bir örneği Kaynak Rezervasyon Protokolüdür (RSVP). Bu uygulama yükü, ayrıca ağ adresi çeviricisi (NAT) geçişi için bazen gereklidir. TCP/IP modelindeki uygulama katmanı, Open System Interconnection (OSI) modelinin beşinci (oturum), altıncı (sunum), ve yedinci (uygulama) katmanlarını kapsamaktadır. Ayrıca, TCP/IP referans modeli kullanıcı protokolleri ve destek protokolleri arasında çeşitlere ayrılır. Destek protokolleri sisteme servis sağlar. Kullanıcı protokolleri ise kullanıcı uygulamaları için kullanılır. Örneğin, FTP bir kullanıcı protokolü ve DNS ise sistem protokolüdür. Taşıma katmanı uygulama görevinin özel veri alışverişini kullanan bir temel veri kanalı kurar. Katman kullanıcı verisinin yapısından bağımsız olarak end-to-end servisinin sağlandığı ve herhangi belirli bir amaç için bilgi alışverişinin gerçekleştiği process-to-process bağlantısı kurar. Sorumluluğu kapsamında bağımsız temel ağın end-to-end mesaj transferini, hata kontrolünü, segmentasyonu, akış kontrolünü, tıkanma kontrolünü ve port numaraları ile birlikte uygulama adreslemesini içerir. Uçtan uca aktarım katmanındaki mesaj iletimi veya bağlantı uygulamaları bütün bunları ya TCP’de uygulanan bağlantı yönelimi ya da UDP’de uygulanan bağlantısız yönelimi olarak kategorize edebilir. Uygulamalar için process-specific iletim kanallarını sağlamak amacıyla, katman port kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu, bir uygulamanın ihtiyacı olan iletişim kanallarının her biri için özel olarak tahsis edilen numaralı bir mantıksal yapıdır. TCP güvenilir bir veri akışı sağlayan güvenilirlik sorunlarını gideren bir bağlantı tabanlı (connection oriented) protokoldür: ·       Veri bir düzen içerisinde ulaşır ·       Veride minimum düzeyde hata vardır (Örneğin; hata düzeltme) ·       Kopya veri atılmıştır ·       Kayıp veya atılan paketler yok edilmiştir. ·       Trafik sıkışıklığı kontrolü içerir Yeni olan Bağlantı Transferi Kontrol Protokolü de (SCTP: Stream Control Transmission Protocol) aynı zamanda güvenilir, bağlantı yönelimli taşıma mekanizmasıdır. Bu protokol mesaj bağlantı odaklı – TCP gibi bit bağlantı odaklı değil- ve  tek bir bağlantı üzerinden çoklu bağlantılar sağlayabilir. Aynı zamanda bir bağlantının kopması durumunda diğer bağlantının  otomatik olarak devreye girdiği çoklu IP’nin başlangıcı ile son bulan farklı bir bağlantı olan multi-homing desteği de sağlar. Bu, ilk başta telefon uygulamaları için geliştirilsede (IP üzerinden SS7’i transfer etmek için), farklı uygulamalar tarafından da kullanılabilmiştir. UDP (Kullanıcı Datagram Protokolü) bir bağlantı tabanlı olmayan (connectionless) bir protokolüdür. IP gibi, en iyi bir çabası, "güvenilmez" bir protokoldür. Güvenilirlik, zayıf sağlama algoritması kullanılarak hata tespiti yoluyla ele alınmaktadır. UDP tipik olarak akış ortamı gibi güvenilirlikten ziyade zamanında ulaşımın önemli olduğu ya da basit bir sorgu / DNS aramaları gibi güvenilir bağlantı kurma yükünün orantısızca fazla olduğu uygulamalar için kullanılır. (ses, video, vb.)  Real-time Transport Protocol (RTP) ise bu tür akışı ses ve video gibi gerçek zamanlı veriler için tasarlanmış bir datagram protokolüdür. Herhangi bir ağ adresindeki uygulamalar kendi TCP veya UDP bağlantı noktası ile ayırt edilir. Geleneksel olarak belli bir şekilde tanınmış portlar özel uygulamalar ile ilişkilidir. TCP/IP modelinin ulaşım ya da host-to-host katmanı OSI modelindeki dördüncü katmana karşılık gelmektedir. İnternet katmanının,  potansiyel çoklu ağlar üzerinden paketleri gönderme sorumluluğu vardır. Internetworking hedef ağa kaynak ağdan veri göndermeyi gerektirir. Bu süreç yönlendirme işlemi olarak tanımlanır. Internet Protokolü iki temel işlevleri gerçekleştirir: Host addressing and identification: Bu süreç hiyerarşik bir IP adresleme sistemi ile gerçekleştirilir Paket Yönlendirme: Bu süreç veri paketlerinin kaynak üzerinden hedefe en yakın ağ yönlendiricisi üzerinden ulaştırılmasıdır. İnternet katmanı sadece taşıma katmanında agnostik veri yapıları değil, bunun yanı sıra çeşitli ulaşım katmanı protokollerinin operasyonu arasında ayırım yapmaz. IP, farklı üst katman protokolleri için çeşitli veri taşır. Bu protokollerin her biri bünyesindeki benzersiz protokol sayısına göre tespit edilir. Örneğin; Internet Denetim İletisi Protokolü (ICMP) ve Internet Grup Yönetimi Protokolü (IGMP) sırasıyla 1 ve 2 numaralı iletişim kurallarıdır. IP üzerinden taşınan bu protokollerin bazıları Tanı bilgilerini aktarmak için kullanılan ICMP gibi veya IP Multicast verileri yönetmek için kullanılan IGMP’dir. Bu, internet TCP / IP yığını ve OSI modelinin mimarisinde farklılıkları göstermektedir. TCP / IP modeli internet katmanı ağ katmanına hitap eden Açık Sistemler Bağlantısı (OSI)’nın üç katmanına tekabül eder. Internet Katmanı potensiyel olarak aldığı verileri hedefine ulaştırmak üzere en yakınındaki yönlendiriciye gönderen ve  farklı IP’ler üzerinde yer alan sunucular arasında sadece güvenilmez bir datagram iletim tesisi sağlar. Bu işlevsellik ile internet katmanı temel olarak internet üzerine kurulu internetworking’i, farklı IP’ler üzerindeki internetworking’i mümkün kılar. Internet Protokolü İnternet katmanın başlıca bileşenidir ve ağ sunucuları bilgisayarlarını tanımlamak için iki adresleme sistemleri tanımlar ve onların ağ üzerindeki yerini belirler.  ARPANET’in orijinal adresleme sistemi ve onların arka
sından gelenler ise; internet üzerindeki internet iletişim kuralları versiyon 4 (IPv4)’tür. 32 bit IP adresi kullandığından dolayı yaklaşık 4 milyar sunucuyu tanımlama kapasitesindedir. Bu sınırlama, 1998’te yayınlanan Internet Protokolü 6. sürüm standardizasyonu dahilinde elimine edildi ve 2006 yılında üretim çalışmaları başladı. Bağlantı katmanın, sunucunun bağlı olduğu yerel ağ bağlantısına ait bir ağ kapsamı vardır. Bu kapsama literatürde, TCP / IP bağlantısı denir. TCP / IP donanım bağımsız olacak şekilde tasarlandığından dolayı bu bağlantı internet protokolleri arasındaki en yavaş bağlantı olarak tanımlanır. Sonuç olarak TCP / IP hemen hemen herhangi bir donanım ağ teknolojisi ile birlikte uygulanabilir. Bağlantı katmanı aynı linke iki farklı türdeki internet katman ara yüzleri arasındaki paketleri taşımak için kullanılır. Belirli bir bağlantıyı paketleri gönderme ve alma işlemleri hem ağ kartı için yazılım aygıt sürücüsünde hem de software veya özel yonga setinde kontrol edilebilir. Bunlar iletim için hazırlamak için bir paket başlığını ekleme sonrasında çerçeveyi fiziksel bir ortam üzerinde iletmek gibi veri bağlantısını çalıştırır. TCP/IP modeli,  İnternet iletişim kuralları kapsamındaki Media Access Control (MAC) gibi veri yönlendirme ağları içeren özellikler içermektedir. Bu düzeyin altındaki tüm diğer yönleri ise, örtülü bağlantı katmanı var varsayılır, fakat açıkça tanımlanmamıştır. Bu da paketlerin bir sanal özel ağ ya da diğer ağ tüneli üzerinden gönderilmek üzere seçilebilir tabakadır. Bu senaryoda, bağlantı katmanı veri başka bir IP bağlantısı üzerinden iletimi ya da alımı için IP yığını başka örneğinin erişir uygulama verileri kabul edilebilir. Böyle bir bağlantı veya sanal bağlantı, protokol kümesinin bağlantı katmanında bir tünel olarak hizmet veren bir taşıma protokolü ya da bir uygulama kapsamı protokolü ile kurulabilir. Böylece, TCP / IP modeli sıkı bir hiyerarşik kapsülleme dizisi dikte etmez. TCP/IP modelinin bağlantı katmanı fiziksel ve veri bağlantı katmanları olan Açık Sistemler- Interconnection (OSI) modeli, katmanlar tek ve OSI modeline tekabül etmektedir. Bilgisayarınız Wikipedia ana sayfasını alırken işlemler şu şekilde gerçekleşir; Katmanlama, her katmana özel donanımlar yapılmasına olanak sağlamıştır: fiziksel katmanda paket yönlendirmesi switch'ler, IP katmanında paket yönlendirmesi router'lar, taşıma katmanında paket yönlendirmesi ise NAT'lar tarafından yapılır. Bu sayede, basit donanımlarla yüksek TCP/IP performansları elde edilebilmektedir. Katmanlama, uygulamalar arası uyumu kolaylaştırdığı gibi büyük bir dezavantaja da sahiptir: her katman veriye tekrarlanan (dolayısıyla gereksiz) veriler ekler. Örneğin her katman pakete ekstra bir boy bilgisi ekleyecektir. Çoğu katman verinin doğruluğundan emin olmak için muhtelif rakamlar da ekleyebilir. Bunun, dünya internet trafiğinin %15'ini oluşturduğu tahmin edilmektedir. Katmanlama sistemindeki ilk üç katman (yani donanım, ağ ve taşıma katmanları) arasından: Bazı IP adresleri ve maskeleri bazı kullanımlar için ayrılmıştır. Bunlar şu şekildedir: Bu sayede, bir ağdaki IP adreslerini mantıksal olarak tasarlamak mümkündür. Buna ek olarak, kullanıcılara IP adresi, ağ maskesi ve varsayılan ağ geçidini otomatik atayabilmek için DHCP protokolü kullanılabilir. Tüm bu protokoller (ve dahası) sayesinde TCP/IP her geçen gün daha da popülerleşen bir protokol olmuştur. OSI modelindeki en üst katman olan; uygulama katmanı, sunucu katmanı ve oturum katmanı, taşıcıyı katmanı üzerinde sadece uygulama katmanı bulunan TCP/IP gibi ayrı ayrı çeşitlenmez. OSI uygulama protokollerini birbirine bağlayan X.400 gibi, TCP/IP’de, taşıyıcı katmanı üzerinde kurulu monolitik mimariyi impoze etmeyi gerektirecek bir zorunluluk yoktur. Örneğin, NFS uygulama protokolleri Remote Procedure Call (RPC) gibi bir protokol çalıştıran External Data Representation (XDR) sunucu protokolleri üzerinde çalışır. RPC güvenilir kayıt iletimini sağlar ve en iyi eforu verecek UDP taşıyıcısını güvenlice kullanabilir. Değişik yazarlar TCP/IP’yi farklı bir şekilde yorumlamıştır ve bağlantı katmanının yahut tüm TCP/IP modelinin OSI 1. Katmanını kapsayıp kapsamadığının yahut donanım katmanının bağlantı katmanı altında farzedilip edilmediği konusunda anlaşamamışlardır. Birkaç yazar, OSI modelinin katmanlarının bir yahut ikisini modern standartlara atfettiğinden dolayı  TCP/IP modelinde birleştirmeye çalışmıştır. (Örneğin; IEEE ve ITU). Bu da ağlardan birinin OSI Modeli’nin katmanlarından birinci ve ikinciye bağlı beş katmanlı bir modelin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Bazı protokolleri, OSI’nin katman numaralarını kullansa ve RFC bazen buna atfetse bile, OSI modele uyum sağlayamayabilir. IETF defalarca Internet protokolü ve mimari gelişimini değil OSI ile uyumlu olmasını amaçladığını ifade etmiştir. RFC 3439 Internet mimarisini şu şekilde başlıklı bir bölüm içerir. “Zararlı olarak değerlendirildiğinde Katmanlama” Örneğin, OSI paketinin oturumu ve sunum katmanları, TCP/IP paketinin uygulama katmanına dahil olarak kabul edilirler.  Bu oturumun katman işlevselliği HTTP ve SMTP gibi protokollerde bulunabilir ve Telnet ve Oturum Başlatma Protokolü (SIP) gibi protokollerden daha belirgindir. Oturum katmanı işlevselliği TCP ve UDP protokolleri, TCP/IP modelinin taşıyıcı katmanını kaplayan port numaralandırma ile gerçekleştirilmektedir. TCP/IP uygulamalarındaki Sunum katmanı fonksiyonları MIME standartındaki veri alışverişi ile gerçekleştirilmektedir. Orijinal OSI modelinde ISO 7498/4 Management Framework yahut ISO 8648 Internal Organization of the Network layer (IONL) gibi ekler bu model için göz önüne alınmadığonda özellikle ISO7498’de çatışmalar daha belirgindir. IONL ve Management Framework belgeleri dikkate alındığında, ICMP ve IGMP, ağ katmanı için katman yönetimi protokolleri olarak tanımlanırlar. Benzer şekilde, ARP ve RARP gibi IONL ekleri  "alt ağ bağımlı yakınsama imkanları" için bir yapı sunmaktadır. Generic Routing Encapsulation (GRE) gibi tünel protokolleri tarafından gösterildiği için IETF protokolleri ardışık bir şekilde sarmalanabilir. GRE,  OSI’nin ağ katmanında tünel için kullandığı aynı mekanizmayı kullanır. İnternet iletişim kuralları herhangi bir donanım veya yazılım ortamı varsaymaz. Sadece bilgisayar ağı üzerinde gönderme ve alma kapasitesine sahip olan donanım ve yazılım katmanlarına gerek duymaktadır. En küçük TCP/IP uygulamaları şunları içermektedir: Internet Protocol (IP), Address Resolution Protocol (ARP), Internet Control Message Protocol (ICMP), Transmission Control Protocol (TCP), User Datagram Protocol (UDP), ve IGMP. IP ye ek olarak ICMP, CP, UDP, Internet Protocol versiyon 6 Neighbour Discovery Protocol (NDP), ICMPv6 ve IGMPv’ ye ihtiyaç duyar ve genellikle entegre edilmiş IPSec koruma katmanı tarafından eşlik edilir. Alt katmanlar yönetici sistemindeki sıkışmış TCP/IP tarafından desteklenirken, uygulama programcıları genellikle taşıma katmanında yalnızca uygulama katmanında arayüzleri ile ilgilidir. IP’lerin çoğu soketler ve API gibi programlar sayesinde ulaşılabilirdir. Benzersiz uygulamalar, gömülü sistemler için tasarlanmış açık kaynak yığını olan Lightweight TCP/IP ve amatör paket radyo sistemleri ve seri hatlar üzerinden bağlanan kişisel bilgisayarlar ile ilgili protokollere sahip olan KA9Q NOS içerir. Ağ adaptöründeki mikro kontrolcü işletim sistemindeki sürücü yazılım tarafından desteklenerek yazılım üzerinde tipik olarak bağlantı sorunları ile ilgilenir. Programlanamaz analog ve dijital elektronikler tipik olarak her bir ağ arayüzü veya fiziksel standart için yongaseti olarak application-specific integrated circuit (ASIC)’i kullanarak, normal olarak bağlantı katmanının altındaki fiziksel parçalardan sorumludur. Yüksek performanslı yönlendiriciler büyük ölçüde bağlantı düzeyi geçişini ortaya koyan ve programlanamayan hızlı dijital elektronik üzerine kuruludur. Bilgisayar Ağları ve İletişim - Abdullah Kuzu Requirements for Internet Hosts – Communication Layers, R. Braden (October 1989) Computer Networks, Vinton G. Cerf and Edward Cain (1983) Specification of Internet Transmission Control Protocol, V. Cerf et al. (December 1974) Bâki (şair) Bâkî, asıl adı Mahmud Abdülbâkî, (d. 1526 - ö. 7 Nisan 1600), Osmanlı şair. Baki, Divan edebiyatı şâiri olup, "Sultanüş'şuâra" (Şairler sultanı) olarak anılmış, Türk edebiyatının en önemli isimleri arasında yer almıştır. Medine ve İstanbul illerinde kadılık yapmış, Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde kazaskerlik görevinde bulunmuştur. 1526 yılında İstanbul'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babası müezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır. Orhan Şaik Gökyay, Baki'nin "saraç" (koşum ve eyer takımları yapan ya da satan kimse) çıraklığı değil, "serac" (camilerde kandillerin yakılmasından sorumlu kimse) çıraklığı yaptığını iddia etmiş ve eski imlası aynı olan iki kelimenin yanlış okunmasının yol açtığı hataya işaret etmiştir. Eskiden kandillerin camilerde yegane aydınlatma aracı olduğu göz önünde tutulursa, özellikle çok sayıda kandilin bulunduğu büyük camilerde seraclık önemli bir görevdi. Baki'nin babasının Fatih Camii'nde müezzinlik yaptığı anımsanırsa, kendisinin de aynı camide serac çırağı olması ihtimali gerçekten kuvvetlidir. Nitekim pek çok akademisyen şairin saraç çıraklığı değil, serac çıraklığı yapmış olduğu görüşünü daha doğru bulmaktadır. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseye devam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerinden ders almıştır. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul'a getirtilen şair, hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu; kadılık, kazaskerl
ik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki, bu makama getirilmemiş. 7 Nisan 1600 tarihinde, İstanbul'da öldü. Bâki'nin Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra II. Selim ve III. Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır. Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık farklıdır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinde İstanbul Türkçesini başarıyla kullanmıştır. Ahenk ve musikiye önem vermiş;söz seçiminde titiz davranmıştır. Genellikle din dışı konuları işlemiştir. Şiirlerinin oluşturduğu tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Türk, Divan şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı ""Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han"" isimli Kanuni mersiyesidir. Bu mersiye terkib-i bend şeklinde yazılmış; hem teknik olarak güçlü yapısı hem de ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, güzel bir şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur. Bala (Mitoloji) Bala, Hint mitolojisinde bir ana tanrıçadır. Gukumatz Gukumatz, Maya mitolojisinde bir gök tanrısı. Ayrıca dünyayı yarattığına inanılan yedi tanrıdan biridir. İnsanlığa tarımı ve medeniyeti öğretmiştir. Chloris Chloris, etimolojik olarak, "açık yeşil", "açık renkli", "taze" gibi manalara gelen Yunanca "Khloros" (χλωρος) kelimesinden türemiştir. Yunan mitolojisinde başlıca iki tane Chloris isimli karakter vardır: 1. Çiçek tanrıçası ve ilkbaharın tecessümü (cismanileşmesi) olarak Chloris. Zephyrus'un (Batı rüzgârı) karısıdır. Roma mitolojisinde Flora diye anılır. 2. Niobe'un çocuklarıyla Leto'ya övünmesi sonucu Artemis ve Apollo kızıp Niobe'un çocuklarını öldürdüğünde kurtulan bir çocuktur Chloris. Kaynaklara göre bu olaya kadar Meliboea diye anılmış fakat olay yüzünden korkup benzi atınca, Chloris ("açık renkli") diye adlandırılmıştır. Daha sonraları ise bu kız Neleus ile evlenmiş ve Neleus'dan üç oğlu (Nestor, Alastor, Chromius), bir de kızı (Pero) olmuştur. Neleus'un babası olan Poseidon'dan da Poriclymenus adında bir oğlu olmuştur. Panopea Panopea Yunan mitolojisinde bir Nereid (deniz perisi). Panopa, Panope, veya Panopaea olarak da geçer. Efsanelerde adil olduğu vurgulanır. Themis Themis, Yunan mitolojisinde Uranüs ve Gaia'nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçasıdır. İlahi adaletin tecessümüdür. Zeus'un Metis'ten sonraki ikinci karısıdır. Babaları Zeus olan, Horae ve Moirae'nin annesidir. Kendisi öfkeli veya cezalandırıcı değildir. Ona yeteri kadar saygı gösterilmediğinde veya adaletsizlik yapıldığında, o sessiz kalır ve onun yerine Nemesis gerekli karşılığı, cezayı verir. Themis, aynı zamanda kâhindir, kehânet gücü vardır, kehânet yeri olan Delphi tapınağını o inşa etmiştir. İlk dönemlerde tam zıddı olduğu Eris ile beraber ve benzer resmedilmiştir. Son dönemlerde ve daha sonraki çağlarda ise gözleri bağlı elinde bir terazi ile resmedilmiştir. Roma mitolojisindeki Iustitia (ilahi adaletin tecessümü) Themis'in roma mitolojisindeki karşılığıdır denilebilir. Themis, doğada, mevsimlerin, yılların ve sanatların düzenini sağlayan bir Tanrıça üçlüsüyle canlı varlıklar arasında yaşamla ölüm dengesini kuran bir Tanrıça, bir Tanrısal varlıktır. Themis, yasadır, kuraldır. Ama gelip geçici bir yasa değil, Tanrılar dünyasında da insanlar dünyasında da değişmez evrensel ve ölümsüz doğa yasasıdır. Tanrısal yasadır, onun karşıtı insansal yasa ise Nomos Nemesis'dir. Themis, Olympos’ta yaşar, Tanrıların toplantılarına başkanlık eder, Olympos'taki düzeni o korur, Homeros’u da tanır, bilir onu, Hera ile Zeus’la konuştuğunu gösterir İlyada’da, ama çok söz edilmez Themis ten, efsanesi, öyküsü yoktur, Her yerde her zaman vardır. Ürettiği, tanrısal varlıklarla sürdürür etkisini, bu varlıklarlarda Tanrılardan daha güçlü oldukları için ehramın tepesinde oturur gibidir Themis. Adı da koymak, yerleştirmek, oturtmak anlamına gelen bir kökten türemiştir. “Kılıç” adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü, “Terazi” adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. “Kadın” ve “Bakire” olması bağımsızlığı ifade eder. Ayrıca kadının gözü bağlıdır. bu da tarafsızlığını simgeler. Hukukun evrensel ilkelerini simgesel olarak taşıdığı için Themis heykeli adaleti ifade etmektedir. Pentagram (müzik grubu) Pentagram (veya Türkiye dışındaki adıyla Mezarkabul), kuruculuğunu Hakan Utangaç ve Cenk Ünnü'nün yaptığı Türk heavy metal grubu. Müziğinde yoğun şekilde oryantal ve Türk Halk Müziği etkileri vardır. Türkiye’nin en önemli heavy metal gruplarından olan Pentagram bugüne değin; Pentagram, Trail Blazer, Anatolia, Popçular Dışarı, Unspoken, Bir ve MMXII albümlerini yayınladı. Grup, 1997 yılında çıkardıkları Anatolia albümlerinin 100.000’in üzerinde satması sonucunda yurtdışında da ilgi çekti; Danimarka ve Almanya’da da konserler verdi. Pentagram'ın gerçekleştirdiği konserler çoğunlukla kapalı gişe olmuştur. Gruba adını veren "pentagram" adlı geometrik şekil, Yunancada "beş çizgili" anlamına gelen "pentagrammon" sözcüğünden gelir. Pentagram, beş düz çizgiyle çizilen yıldız şeklinin adıdır. Pentagram'ın temelleri, gitar ve vokalde Hakan Utangaç, davulda Cenk Ünnü ve bas gitarda Kaan Bozoğlu tarafından 1984 yılında Bursa'da kurulan "Thunders" adlı lise grubu ile atılmıştır. 1986 yılında Kaan Bozoğlu'nun ayrılmasının ardından Cenk Ünnü ve Hakan Utangaç "Pentagram" adı ile çalışmalarına devam etmişlerdir. 1987 yılında bas gitarda Tarkan Gözübüyük'ün gelmesiyle Pentagram grubunun ana kadrosu şekillenmiştir. Grup, ilk ciddi sahne deneyimini İstanbul Bağcılar'da bir düğün salonunda yaşadı. Buradaki konserde yaklaşık 200 kişilik bir izleyici grubuna seslenildi. Sahneyi, vokalistliğini daha sonra Grup Vitamin'in de vokalistliğini yapacak olan Gökhan Semiz'in üstlendiği AC/DC tarzında müzik yapan "Poseidon" isimli bir grupla paylaşmışlardı. Gözübüyük konsere yetişemediği için bas gitarı Kronik grubundan Özgünay Ünal çalmıştı. Pentagram'ın bu konserde 5 tane şarkı çalması planlanmıştı. Ancak, henüz beşinci şarkıya gelinmeden masalar, sandalyeler kırıldı. Konser bittikten sonra Pentagram üyeleri, düğün salonundaki hasardan dolayı oluşan zararı da karşılamak zorunda kaldılar. Bu konserden sonra gruba ikinci gitarist olarak Ümit Yılbar katıldı. 4 Kasım 1988'de Metalium ve Metafor grupları ile birlikte Moda Sineması'nda o zamana kadar Türkiye'de düzenlenmiş en kalabalık metal konserinde sahne aldı. Grubun halen kullandığı logosu bu konserin afişi için Hakan Utangaç tarafından elle çizilmişir. Bu konser sonrasında oluşan hasarı yine Pentagram ve konserde bulunan diğer gruplar üstlendi ve sinema bir ay sürecek tadilat dönemine girdi. Bu masrafları karşılamak için Cenk Ünnü'nün davulunun rehin bırakıldığını da söylemektedir. Bu konser daha sonra ""Efsane Moda Konseri"" olarak hafızalara kazındı. Cenk Ünnü o dönemleri şöyle anlattı: ""O yıllarda şimdiki kadar rock - metal dinleyen insanlar çok çok azdı. Öyle 14 - 15 kişi bir araya gelip beraber müzik dinlerdik, müzik yapmaya çalışırdık genellikle. Bakırköy tayfası, Avcılar tayfası gibi kodlamalar vardı. Üstümüze o zamana göre çok ters sayılacak şeyler giyerdik; bilekliklerimizi kendimiz hazırlardık Mercan'dan piramitler alıp. Çok laf yedik, tepki çektik. Öyle bir dönemdi, hatta kolsuz tişört giymenin bile homoseksüellik sayıldığı yıllardı. Sonra Rambo çıktı da insanlar alıştılar buna. 80'ler güzeldi ama Türkiye için zor yıllardı. Dünyada da heavy metalin sıçrama yaptığı, enstrümanların kalitesinin arttığı heavy metalin en güzel günlerini yaşadığı dönemlerdi. Türkiye'de, darbe sonrası yasakların olduğu, insanlara yapılan baskıların getirmiş olduğu stres ve zorlukları yaşadık bizler. Öyle bir nesil olarak yetiştik...""İlk konserimizi Bağcılar'da verdik bir düğün salonunda. O zamanlar eski Vitamin grubunun solisti Gökhan vardı (Allah rahmet eylesin, trafik kazasında öldü.) İşte, onun vokal yaptığı şu an ismini hatırlayamadığım AC/DC tarzında Türkçe sözlü müzik yapan bir gruba konuk olduk. 5 parça çalıp inecektik ama biz daha 5. parçaya gelemeden birden her şey yıkıldı salonda. Sandalyeler, masalar, her şey kırıldı. Türkiye'de verilen ilk speed metal konseriydi ve yaklaşık 150 - 200 kişi koskoca düğün salonunu yıkmıştı. Daha sonra düğün salonun sahibi geldi "ne oluyor" filan dedi. Yine biz ödemek zorunda kaldık kırılanların masraflarını..."" Bu dönemde Pentagram ilk albümlerini çıkarmak için çalışmalara başladı. 23 Nisan 1989'da Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda Kronik ile verdikleri konser sonrası solo gitarist Ümit Yılbar grupla yollarını ayırdı. Kısa bir süre Yılbar'ın yeri Burak Kalaycı ile dolduruldu ve bu kadro Metafor ile İzmir Açık Hava Tiyatrosu'nda konser verdi. Daha sonra solo gitara Murat Net'i getirildi. Kadro oturduktan sonra albüm kayıtlarına başladılar. Albümün kayıt aşaması yaklaşık 10 ay sürdü. 1990 yılında, NEPA Müzik etiketiyle "Pentagram" albümü müzik piyasasındaki yerini aldı. Grup, yurtdışında da adından söz ettirebilmeyi hedefliyordu; bu nedenle albümdeki şarkıların tamamı İngilizce sözlüydü. Albümün kapak tasarımı ise yarışma sonucu belirlenmişti. Yarışmaya katılan 120 adet kapak resminin arasından, Tunç Örer isimli katılımcının eseri olan bir suluboya çalışma, kapak resmi olarak seçilmişti. Albümdeki "Rotten Dogs" ve "Powerstage" şarkıları hit oldu. "Powerstage" şarkısı, Pentagram severlere ithaf edilmişti ve kurulan hayran kulübüne de adı verildi. Albüm satışları çok iyi gitmeye başladı. İlk ol
arak 5.000 adet basılan albüme olan yoğun talepten dolayı albümün ikinci basımı da yapıldı. Yaklaşık 30.000 adet satan albüm, metal müzik tarzında bir rekora imza atmıştı. Grup, bu ilk albümle birlikte birçok konsere çıktı. Bu konserler de çok başarılı geçiyordu. 12 Mayıs 1990'da Alman heavy metal grubu Grinder, Türkiye'de bir yabancı grubun verdiği ilk metal konserini düzenledi ve Pentagram, Akbaba ile birlikte sahne aldı. Bu konserdan kısa süre sonra Murat Net gruptan ayrıldı ve yerine Demir Demirkan geldi. Bu kadro ilk konserini 10 Temmuz 1990'da Ataköy Fame City'de verdi. Grup aynı yılın ekim ayında ise TRT'de yayınlanan "Dönence" programına çıktı ve ilk albümlerinden şarkılar çaldılar. 1991 yılında Hakan Utangaç ise gitara yoğunlaşmaya karar verdi ve vokale Braindead vokalisti Bartu Toptaş geçti. Bir süre sonra bu kadroyla konserler verildi. Bu dönem konser kayıtları ve demolardan oluşan bir albüm çıkarma fikri oluştu ve 1991 yılında "Live at the Trail" albümü yayınlandı. Albüm kapağında, Pentagram logosunun altında dikenli teller ve Mosh işareti yapan Pentagram severlerin resmi vardı. Bu albüm genel olarak ilk albümdeki şarkılar ve yayınlanmamış şarkıların konser versiyonlarından oluşuyordu. Bu kayıtlar 28 Nisan 1991'de Volvox ile çıktıkları Pangaltı İnci Sineması, 20 Temmuz 1991'de Blue Jean sponsorluğunda Bodrum Kalesi'nde düzenlenen "Top Rock III" festivali ve 22 Eylül 1991'de Metalium ve Hazy Hill ile Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda verilen "Lanethli Konserler" performanslarından oluşmaktaydı. Ayrıca yeni şarkıların demoları, Megadeth, Sex Pistols ve Misfits coverları, son olarak "Rotten Dogs"un bir Kolombiya radyosunda yayınlanan bir rock programında yapılan sunumu da bu albümde yer almaktadır. Pentagram, birçok konser verdikten sonra yeni albümün hazırlıklarına başlamadan tekrar kadro değişikliğine gitti ve İsveç'e giden Bartu'nun yerine vokalist olarak Ogün Sanlısoy getirildi. Grubun ikinci albümü "Trail Blazer", 1992 yılında Nuclear Blast firması etiketiyle müzik piyasasındaki yerini aldı. Grubun ilk albümünde olduğu gibi bu albümde de şarkıların hepsi İngilizce sözlüydü. Bu albümle birlikte grup kendi stillerini müzik piyasasına iyice benimsetmeye başlamıştı. Bu albümde, ilk albümün thrash çizgisinden uzak daha progressive sayılabilecek şarkılar vardı. Albümün kapak tasarımı bu sefer daha sadeydi. Tasarımda sadece alışılmış Pentagram logosu ve albüm ismi yer alıyordu. Bu albümde işlenen genel tema, anti-militarizm; dünyadaki kötü gidişe ve savaşlara karşı isyan etme fikriydi. Fly Forever adlı şarkı, o aralarda askere gidip bir yıl sonra Kıraf dağında şehit düşecek eski gitaristleri Ümit Yılbar'a adanmıştır. Yeni albümün kayıtlarının sonlarına yaklaşılırken Demir Demirkan gruptan ayrılarak ABD'ye gitar eğitimi almaya gitti ve yerine Metafor'un eski gitaristi Metin Türkcan davet edildi. Albüm sonrası yeni kadro ile çıkılan turnede kaydedilen şarkılardan "Vita es Morte" ve "Powerstage" 1994 yayınlanan Trail Blazer'ın CD versiyonuna bonus track olarak dahil edildi. Daha sonra Türkcan yerini İhsan Şen'e bıraktı. Bu dönem konserlere Volvox ile çıkan grup, "Fly Forever" şarkısını grubun vokalisti Şebnem Ferah ile söylüyorlardı. Daha sonra da grubun gitar teknisyenliğini de yapmakta olan Onur Pamukçu grubun gitaristi oldu. Bu kadro ile 11 Şubat 1995'te "End of the Trail" konserini vererek bir dönemi sona erdirdiler. Bu dönemde Vitamin grubunun "Zeytinyağlı Yaprak Dolması" albümünde yer alan "Endişe-i Muhabbet" adlı şarkıyı beraber yazıp kaydettiler. Ogün Sanlısoy, grubun yeni albümde Türkçe şarkılara yönelmesini isterken, diğer elemanlar bu değişime sıcak bakmadı ve bu fikir ayrılığı sonucunda Ogün Sanlısoy solo albüm çalışmaları yapmak istediği için gruptan ayrıldı. Vokale Sawdust ve Cherooke gruplarında solistlik yapmakta olan Murat İlkan getirildi. Bu sırada, 3 senelik bir ayrılığın ardından Demir Demirkan gruba geri döndü. Pentagram, yeni bir albüm için Türkiye'de faaliyet gösteren Raks Müzik firmasıyla iki adet albüm hazırlamak için anlaşma imzaladı ve kısa süre sonra Raks Müzik stüdyosunda albüm hazırlıklarına başlandı. Hazırlanan albümün mix'lerini Charles Turkmen yaptı. Steve Smart isimli bir başka yapımcı ise Avustralya'da albümün son hazırlıklarını tamamladı. 1997 yılına geldiklerinde yeni albümleri olan "Anatolia" piyasaya sürüldü. Albüm, 13 şarkıdan oluşuyordu ve grup, tarihlerinde bir ilke imza atarak bu albümde 3 tane Türkçe sözlü (Aşık Veysel yorumu Gündüz Gece, Anatolia ve Sonsuz) şarkıya yer vermişti. Uzun süredir müzik piyasasının içinde olan grup, bu albümle satış rekorları kırdı. Bu albümde, kendi metal sound'larının üzerinde Anadolu ezgileri de göze çarpıyordu. Bu albümle birlikte ilk kez Pentagram dinleyicisiyle tanışan Murat İlkan, başarılı vokaliyle dikkat çekti ve kendini Pentagram hayranlarına sevdirdi. Albümün ardından grup, çeşitli konserlere çıktı. Bu konserlerden en çok ses getireni olan Açık Hava Konseri'ni albüm haline getirdiler. 1999 yılında çıkan bu canlı performans albümünün adı konserdeki coşkulu Pentagram hayranlarının hep birlikte ettiği tezahüratlardan alındı ve "Popçular Dışarı" oldu. O dönem Demir Demirkan'la birlikte olan Sertab Erener, o konsere eski eşi Levent Yüksel'le birlikte gelmişti ve “Popçular Dışarı” şeklindeki tezahüratın aslında bir pop şarkıcısı olan Levent Yüksel'i hedef alarak yapıldığı söylenir. Bu albüm, Pentagram'ın söylemiyle, Türkiye'de dördüncü kuvvet haline gelen "medya"ya ithaf ediliyordu. Albümün kapağına da, bolluk ve bereketi simgeleyen "Bereket Tanrısı" heykelinin bir resmi konulmuştu. Bu albüm çıktıktan sonra, solo işler yapmak isteyen Demir Demirkan gruptan ayrıldı. Demir Demirkan'ın ayrılmasıyla oluşan boşluğu tekrar Onur Pamukçu doldurdu. Bu kadroyla değişik konserlere çıkan grup, 1999 yılında da Kemancı Rock Bar'da konser vermeyi planlamıştı; fakat konsere birkaç gün kala Türkiye'nin yaşadığı deprem felaketi nedeniyle konser iptal edildi. Bir süre duraklama dönemine giren grup, yaşanan deprem nedeniyle Türkiye'ye gelen, içinde ABD Başkanı Bill Clinton ve birçok devlet başkanının bulunduğu bir seyirci topluluğuna karşı 12 Kasım 1999'da Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda "Gündüz Gece" parçasını çaldı. Ancak, o günlerde, Pentagram adına olumlu sayılabilecek bu gelişmelerin yanı sıra, Türkiye gündeminden kaynaklanan olumsuzluklar da yaşanmaktaydı. Yine o dönemlerde, ülke gündemini işgal eden satanizm olaylarından, "Pentagram" isminden ve toplumdaki ön yargılardan dolayı en fazla etkilenen ve haksız suçlamalara hedef olan da Pentagram grubu oldu. 2000 yılında grup bir EP çıkartmaya karar verildi. Askerlik görevlerini tamamlayan grup elemanları, Noise Record müzik şirketiyle dört albümlük bir anlaşma imzaladı. Türkiye'de çıkacak olan albümleri için ise Böcek Yapım'ı tercih ettiler. Grup, EP'yi çıkartmak için hazırlıklara başladıktan sonra çıkartacakları EP'yi albüme dönüştürme fikri oluştu ve sonrasında ise biri Türkçe sözlü, diğer ise İngilizce sözlü olacak iki albüm çıkarmak istediler. Bu arada gruba gitarist olarak tekrar Metin Türkcan katıldı. Aynı yıl prodüktör Charles Turkmen'le birlikte albüm hazırlıklarına başlandı. Albümün kayıtları Yunanistan'da bulunan Sierra Studios'ta yapılırken bir yandan da albüm İstanbul'da bulunan grubun kendi stüdyosunda son şeklini alıyordu. 2001 yılının sonlarına doğru "Unspoken" isimli albümleri müzik piyasasındaki yerini aldı. Yurt dışına da gönderilecek olan bu albüm için, ilk albümden bu yana grubun adı olan Pentagram üzerinde de değişiklik yapıldı. Yurt dışında da aynı isimli bir grubun olması nedeniyle ve bundan dolayı bir karışıklığın oluşmasına meydan vermemek için önce grubun ismi "The Pentagram" olarak değiştirildi, ancak daha sonra bu yeterli görülmeyip sadece yurtdışında kullanılmak üzere "bir imamın ölünün üzerine attığı bir avuç toprak" anlamına gelen "Mezarkabul" seçildi. 2002 yılında ise daha önceden karar verdikleri Türkçe sözlü albüm "Bir", Böcek Yapım etiketi ile albüm raflarındaki yerini aldı. Tamamen Türkçe sözlü olan bu albümle birlikte grup yine bir ilke imza atmış oldu. Yeni albümle birlikte çeşitli konserlere ve televizyon programlarına çıkan grup, bir süre sonra derin bir sessizliğe girdi ve piyasada ve Pentagram severler arasında grubun dağıldığı söylentileri çıktı. Ancak grup elemanları bu arada farklı işlerle yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Cenk Ünnü, kendisine ait olan Pena Müzik Evi'ni işletmeye devam etti. Hakan Utangaç, piyasadaki pek çok müzisyenin video klip yönetmenliğini üstlendi ve grafik tasarımla ilgilendi; diğer üç elemansa müzik piyasasında kişisel çalışmalarıyla yollarına devam ettiler. Tarkan Gözübüyük prodüktör olarak, Murat İlkan, Cem Köksal'a vokalist olarak ve Metin Türkcan ise hem Şebnem Ferah'ın hem de Ogün Sanlısoy'un solo gitaristliğini üstlenerek müzik piyasasındaydılar. 2006 yılının sonlarına doğru Kasım ve Aralık aylarında verilmesi planlanan üç konser için Pentagram tekrar stüdyoya kapanarak provalara başladı. En şaşırtıcı gelişme ise, eski bir Pentagram üyesi olan Demir Demirkan'ın yeniden gruba dahil olması ve provalara da diğer üyelerle birlikte katılmasıydı. Ama gruba tekrar döneceği düşünülen Demir Demirkan'ın grupta kalmayacağı açıklandı. 4 Şubat 2007 tarihinde grup Bostancı Gösteri Merkezi'nde 20. Yıl Konseri verdi. Onlarca kamera ile kayıt altına alınan bu konserin DVD olarak çıkarılacağı duyuruldu ve bu konseri bir turne takip etti. 30 Mart 2008 tarihinde yine Bostancı Gösteri Merkezi DVD galası için konser düzenlendi, bilet alan ilk 1000 kişiye ise konser DVD'si hediye olarak dağıtıldı. DVD, "Pentagram 1987" olarak da yayınlandı. Tanıtım konserinde ise Şebnem Ferah, Ogün Sanlısoy gibi tanınan isimleri sahnede konuk oldu; ney, keman ve klavye gibi enstrümanlar dahil edilerek Mezarkabul gibi entstrümental şarkılara yer verildi. Pentagram, 27 Temmuz 2008 gecesi İstanbul Ali Sami Yen Stadyumunda yapılan Metallica konserinde de ön grup olarak sahne aldı. Mayıs 2010'da Murat İlkan, merkezi sinir sisteminde oluşan, gör
me, konuşma, yürüme gibi fonksiyonları kontrol etme kabiliyetini bozan ve kısaca MS olarak tabir edilen hastalık ile mücadele ettiğini açıkladı. Grupla birlikte hareket etmesini zorlaştıran bu hastalık nedeniyle de grubu bırakıp solo kariyerine odaklanacağını ilan etti. 25 Hiaziran 2010'da düzenlenen ve Pentagram'ın Rammstein ve Alice in Chains ile beraber aynı sahneyi paylaştığı Sonisphere Festivali 2010 konseri, İlkan'ın son konseri oldu. Murat İlkan'ın rahatsızlığından ötürü Pentagram'a veda etmesi sonucu grubun vokalistliğine eski The Climb vokalisti Gökalp Ergen geçti. 2011 yılında Pentagram, "Wasteland" isimli parçasını internet sitesinden paylaşıma sundu. 2012 yılında 25. yaşını kutlayan Pentagram, albümleri "MMXII"'yi hayranlarıyla paylaştı. 13 Temmuz 2014 günü Metallica'nın "By Request" turnesi kapsamında İTÜ Stadyumunda verdiği konserde ön grup olarak çaldı. Pentagram, 2014 yılının sonlarında ise son 2.5 seneden derledikleri konserleri CD+DVD formatında "Live MMXIV" adıyla yayınladı. Mart 2017'de eski üyelerinden Murat İlkan, Ogün Sanlısoy ve Demir Demirkan'ın da bazı parçalarda gruba eşlik ettiği "Akustik" albümü yayınlandı. Aynı ay grup Akustik turnesine başladı ve bu konserlerde gruba İlkan, Sanlısoy ve Ozan Tügen eşlik etti. 25 Mart 2017'de İstanbul'da verilen konserde uzun yıllar sonra Demir Demirkan da grupla çaldı. Sahra Çölü Sahra Çölü ya da Büyük Sahra Çölü, dünyanın en büyük sıcak çölü olup, Afrika'nın kuzeyinde, kıtanın ortası ile kuzeyini ayıran 9.000.000 km² büyüklüğünde dev bir çöldür. En büyük soğuk çöl ise Antarktika'dır. Sahra sözcüğü Arapçadaki "sahara" sözcüğünden gelme olup "büyü" anlamındadır. 2,5 milyon yaşındadır. Yüzölçümü büyüklüğü Amerika Birleşik Devletleri'ni kaplayacak kadardır. Atlas Okyanusu kıyılarından Kızıldeniz kıyılarına kadar uzanır. Erg adı da verilen kum çölü, genel kanının tersine bütün çölün yalnızca beşte birini kaplar. Onun dışında kalan yerler kaya ve molozlardan oluşur. Sahra'da Tibesti ve Ahaggar gibi, yükseklikleri 3.265 m'yi bulan dağlar da vardır. Buraları görece daha çok yağış alan ve göçebelerin yazın konaklamalarına elverişli yerlerdir. Buna karşılık Sahra'nın bazı yerlerine arka arkaya 10 yıl yağmur düşmediği olur. Yağışlar, mineralleri yıkayıp götürmediği ve bitkiler onları tüketmemiş olduğu için, çölün zemini mineral besinler açısından çok zengindir. Bunun için, uzun süreli kuraklığı atlatmayı beceren tohum taneleri kısa ve güçlü sağanaklar biçiminde yağan ilk yağmurlarda hemen kök salıp çiçek açar ve birkaç gün içinde olgunlaşır. Mineral bakımında zengin bu tabaka rüzgarlarla dünyanın dört bir yanına dağılarak buradaki toprakları da zenginleştirir. Örneğin aslında toprağı mineral bakımında çok fakir olan Amazon bölgesi bu mineral takviyesi ile bitkiler için gerekli besini sağlar.Sahra çölünün batı kıyılarının iklimi iç kesimlerinden farklıdır.Bu sahalar nemli tropikal hava kütlesinin etkisi altındadır.Sahra çölünün batı kıyısının yıllık sıcaklık ortalaması 18 °C olup iç kesimlerden 5 °C daha düşüktür. Yine bu sahalarda karalardan denize doğru esen rüzgarlar ile üstte bulunan su kütlesi akıntılarla uzaklaşır ve altta bulunan soğuk su yüzeye çıkar.Ekvatora doğru yönelen bu soğuk su akımına humboldt ve benguela soğuk su akıntısı denir.İşte bu soğuk su akıntısı bir taraftan söz konusu bölgelerde sislerin oluşumunu sağlarken diğer taraftan havanın serinlemesine yardımcı olur. Sahra Çölü'nde ilk kez 18 Şubat 1979 tarihinde kar yağmıştır. Aşağıdaki ülkelerin tamamı Sahra Çölündedir. Unicode Consortium Unicode Consortium (Türkçeleştirilmiş: Evrensel Kod Konsorsiyumu), kar amacı gütmeyen bir kuruluş olup, Evrensel Kod standardının geliştirilmesi, genişletilmesi, kullanımını yaygınlaştırılmasını ve yazının modern yazılım ortamında sunulmasını amaçlamaktadır. Konsorsiyumdaki üyeler, bilişim şirketlerinin de dahil olduğu geniş bir kitleyi temsil etmektedir. Konsorsiyumun bütçesi, üyelerin finansal destekleri ile oluşturulmaktadır. Evrensel Kod Konsorsiyumuna üyelik dünyanın her yerinde Evrensel Kod standardını destekleyen, gelişmesinde ve uygulanmasında çalışmak isteyen her birey ve kuruma açıktır. İrrasyonel sayılar İrrasyonel sayılar, rasyonel sayılar kümesine dahil olmayan gerçek sayılardır. Payı ve paydası birer tam sayı olan bir kesir olarak ifade edilemeyen bu sayılara formula_1 (pi sayısı), formula_2 (e sabiti) ve formula_3 (2'nin karekökü) örnek verilebilir. formula_4 veya formula_5 ile gösterilir. Bu sayıların ondalık açılımı, kendini tekrar etmeden, sonsuza kadar sürer. Bu açılım irrasyonel sayıların hemen hemen hepsinde (örneğin pi sayısında, formula_6) düzensizdir; ancak bir düzen de gösterebilir, örneğin bütün sayıların sırayla yazılmasıyla edilecek 0.12345678910111213... sayısı irrasyoneldir. İrrasyonel sayıların ilk gerçek değerini Archimedes kullanmıştır. Bir dik üçgenin dik kenarları aynı uzunluktaysa ve rasyonel sayı ile ifade edilebiliyorsa, hipotenüs her zaman irrasyoneldir. Dik kenar formula_7 ise, hipotenüs formula_8olacaktır. Leyla Açba Prenses Leyla Gülefşan Açba-Ançabadze (10 Ağustos 1898 - 6 Kasım 1931) Prenses Leyla Açba-Ançabadze İstanbul'un Horhor semtinde bulunan Açba Köşkünde Abhaz-Gürcü Prensesi Mahşeref Emuhvari'nin kızı olarak dünyaya geldi. Ailesi Kafkasya Aristokrasisine mensup bir Hanedandı. Çok iyi bir eğitim alan Prenses Açba, Fransızca, İngilizce konuşmanın yanı sıra musik-i şinas olup, Sultan II. Abdülhamit Han'ın Harem Bandosunda Harp çalıyordu. Osmanlı Hanedanı ile teyzesi Peyveste Hanım ve kuzini Fatma Pesend Hanım tarafından akraba idi. Bu yüzden 1919 senesinde Sultan VI. Mehmet Han'nın ilk eşi Emine Nazikeda Kadınefendi'nin nedimesi oldu. Kadınefendi'ye Osmanlı Hanedanı'nın 1924 yılında sürgüne gönderilmesine kadar hizmet etti. Efendisinden ayrıldıktan sonra Sivas'taki halasının yanına yerleşti ve hatıralarını yazdı. Veremden Sivas'ta hayatını kaybetti. Prenses Açba hatıralarını yazan ilk Osmanlı nedimesidir. Prenses Leyla Açba'nın kuzini ise ilk kadın ressam olan Prenses Mihri Açba'dır, tarihe adı Mihri Müşfik olarak geçmiştir. Kongo Telefon Telefon birbirinden uzak yerlerde bulunan kişiler ve düzenekler arasında bilgi alışverişini sağlayan elektrikli ses alıp verme aygıtı.Telefonun çalışmasında ana ilke ağızdan çıkan ses dalgalarının önce elektrik sinyallerine çevrilmesi, bu sinyallerin çeşitli gönderme yöntemleriyle uzağa iletilmesinden sonra, bu defa da elektrik sinyallerinin yeniden kulakla duyulabilecek ses dalgalarına çevrilmesidir. Önce kentlerde kurulan telefon şebekeleri daha sonra kentlerarası, uluslararası düzenekler durumuna dönüşmüş ve uydular aracılığıyla dünyanın her köşesinin birbiriyle iletişimi sağlanmıştır. Telefon sözcüğü Eski Yunanca Telos “Uzak” ve Phone “Ses” sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Türkçeye Fransızca "telephone"’den geçmiştir. Dilbilimci Nurullah Ataç telefon sözcüğüne Türkçe karşılık olarak "uzak konuşur" sözcüğünü türetmiştir. Bu sözcüğün Türkçeye geçirilmesi istenmiş ama halk bu sözcüğü kullanmadığı için yeniden telefon sözcüğü kullanılmıştır. Konuşmaları açıkça aktaran ilk telefon aleti, Alexander Graham Bell ve Charles Sumner Tainter tarafından geliştiren "radyofon" isimli aygıttır. İki bilim insanı, bu aygıtla ilk başarılı denemeyi 15 Şubat 1880 günü gerçekleştirdiler. Verici Washington'da, 13. Cadde'deki Franklin Okulu'nun tepesine konmuştu. Tainter, ahizeyi eline alarak konuşmaya başladı: "Bay Bell... Bay Bell... Beni duyabiliyorsanız lütfen pencerenin önüne gelip şapkanızı sallayın." Az sonra Bell, 14. Cadde'de bulunan laboratuvarının penceresine geldi. Elinde şapkası vardı. Bir an durdu, sonra şapkasını sallamaya başladı. Telefon, ilk olarak telgraf sistemine benzer iki bağlantı üzerinden konuşulacak şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Çoğu defa bir bağlantı demir tel, diğer bağlantı toprak olduğu için yitimler fazla ve sesler karışık olarak işitiliyordu. Bakır alaşımlarının gelişmesiyle tel sayısı arttırıldı. Konuşma sayıları arttıkça bağlantılar yetişmemeye başladı. 1886 yılında tek devreden değişik frekanslarla ses gönderen bir aygıt ("multiplex") kısa devresi yapıldı. Uzun hatlara konulan yükselticilerle kayıplar giderildi. Telefonda en büyük adımlardan biri operatör kullanmaksızın yapılan otomatik konuşmalardır. 1891 yılında geliştirilen "Strowger" otomatik arayıcıyla araya operatör girmeden aboneler birbirine bağlanabilmiştir. Bu düzenek 1920 yılında Bell düzeneği olarak geliştirilmiştir. 18 Ekim 1892'de Chicago ve New York arasında ilk uzun telefon hattı açıldı. 1948 yılından sonra ise transistörün aygıtının sahneye çıkmasıyla elektromanyetik röle sistemler yerini, elektronik devrelere bırakmıştır. Elektronik arayıcı sistem ilk olarak 1965 yılında ABD'de servise konulmuştur. Telefonda atılan diğer büyük adım da, uzak mesafe konuşmalarında yüksek frekanslı radyo yayınlarından yararlanılmasıdır. 150–300 km aralıklarla yer alan röle istasyonları konuşmaları koaks kablolardan ve havadan elektromanyetik yayın şeklinde iletmektedir. Frekans yükseldikçe tek bağlantı üzerinden konuşma kanal sayısı da yükselmektedir. Böyle bir sistemle iki röle istasyonu arasında aynı anda 3600 konuşma yapmak olasıdır. Bu gelişmeyi uydular aracılığıyla yapılan konuşmalar izlemiştir. Anakaralar arası telefon konuşmaları 1915 yılında başlamıştır. İlk konuşma Paris'le ABD'de Arlingon arasında yapılmıştır. Anakaralar arası telefon konuşmalarında güçlü radyo alıcı vericileri kullanılıyordu. İyonosferin etkisi konuşmaları zorlaştırdığı için sualtı kabloları kullanılmaya başlandı. İlk sualtı kablosuyla telefon görüşmeleri 1950 yılında Florida ile Havana arasında 185 km'lik uzaklıkta yapıldı. Sonuç doyurucu olduğu için 1956 yılında New York ile Londra arasına aynı düzenek kuruldu. Uydu aracılığıyla anakaralar arası ilk telefon konuşmaları 1960 yılında başladı. Echo 1 isimli uyduyla ABD'nin doğu yakası ile batı yakası arasında telefon bağlantısı sağlanınca bunu Telstar I, Telstar 2 ve diğer uydular izledi. Bugün uyduların devreye
girmesiyle gemi ya da uçaklarla otomatik telefon konuşması yapılabilmektedir. 1985 yılında uzay mekiği Discovery'nin yörüngeye koyduğu uydulardan biri aynı anda 20.000 konuşma yapabilmeye olanak verir. Türklerde ilk telefon Osmanlı Devleti'nde 1908 yılında uygulanmaya başlandı. Kadıköy ve Beyoğlu santralları 1911 yılında hizmete açıldı. İlk otomatik telefon santralı cumhuriyet döneminde Atatürk'ün emriyle 1926 yılında Ankara'da kuruldu. Ardından diğer il merkezlerinde de telefon santralları kurulmaya başlandı. Kısa bir süre sonra kurulan santrallar aracılığıyla bütün iller arası telefon haberleşmesi başlamış oldu. PTT'nin 1970'lerden sonra yaptığı çalışmalarla telefon, Türkiye'de geç olmakla beraber, süratle yayılmaya başladı. Türkiye'nin milletlerarası telefon santralı İstanbul'daki Tahtakale Telefon Santralıdır. Bu santralın diğer milletlerarası telefon santrallariyla irtibatı 1985 yılı itibarıyla altı yoldan olmaktadır.Bunlar: Diyarbakır'dan Bağdat' la görüşecek bir abone önce Tahtakaleyle irtibat kurar daha sonra Diyarbakır radyo linkiyle Bağdat' a ulaşır. İleriki senelerde uzaya gönderilecek Türk uydularıyla (Türk-Sat) milletlerarası santral hatlarında artış beklenmektedir (1994). Bir elektrik devresi üzerinden bir telefon konuşmasının yapılması sırasında meydana gelen olaylar şöylece sıralanabilir: Elektrik titreşimlerinin iletkenlerdeki yayılma hızı esas titreşimlerinin havadaki yayılma hızından birkaç yüz bin kere daha fazla olduğundan (200.000-300.000 km/s mertebesinde) telefon ile konuşanlar, aradaki uzaklığa rağmen, karşı karşıya bulunuyorlarmış hissine sahiptirler. Telefon sistemi üç ana görev yapar. İki abone arasında konuşma irtibatını sağlar ve aboneler arasında çağırma, meşgul çevirme, ses sinyalleri üretir. Otomatik olmayan manyetolu telefonlarda bu işlemler elle yapılır. Bir telefon aletinde bulunan belli başlı parçalar şunlardır: Manuel ve otomatik santrallara bağlı telefon aletleri birbirinden farklıdır. Her birinde yukardaki parçaların bazıları bulunur. Telefonun ahizesi sesi elektrik enerjisine ve elektrik enerjisini de sese çevirir. Otomatik telefon cihazında ahize kaldırıldığında devreyi açan bir anahtar ve ön tarafta numaratörü mevcuttur. Telefon ahizesi kaldırılınca telefonla santral arasında elektrik devresi kurulur. Ahizeden ton sesi duyulur. Numaratörden, mesela 6 rakamı çevrilince elektrik devresi altı defa açılıp kapanmış olur. Elektrik devresindeki açılıp kapanmalar sinyal olarak santralda devreler vasıtasıyle sayılır. Muhaberenin konuşma şeklinde olması şart değildir. Lokal santrallara konulan bilgisayarlar gönderilen sinyal cinsine göre seçim yaparak dağıtımı analog telefon, sayısal telefon, faksimile, teleks, televizyon bilgi işlem şekillerinde terminallere ulaştırır. Böylece telefon konuşmaları yanında televizyon, faksimil resim ve yazı, teleks, bilgisayar işlemleri de çok süratli ve kaliteli olarak yürütülür. Muhabere hatları: Muhabere (haberleşme) imkânları çok çeşitlidir. Bunlar: İki telli konuşma devreleri uzak mesafelerde kayıplar çok arttığı ve kanal sayısı sınırlı olduğu için şehir içi dağıtım sistemi dışında kullanılmaz. Muhabere sistemleri radyo yayınlarından istifadeyle kapasite ve kalite yönünden çok gelişmiştir. Telefon konuşmaları hem doğrudan analog sinyal olarak hem de bu analog sinyalin sayısal sinyal haline çevrilmesinden sonra yayınlanarak yapılabilmektedir. Analog sinyal de yankı problemi ve sinyal gürültü seviyesi yüksek olduğu için terk edilmiş, sayısal sinyal sistemine geçilmiştir. Sayısal sinyal sistemlerinde, analog sinyal dilimlere bölünerek düzgün palslara ayrılır. Bu palslar daha sonra kodlanarak verici anteninden '0', '1' sayısal yayın olarak gönderilir. Kodlanma işlemi her konuşma için ayrı ayrı yapılabildiği için bir antenden aynı anda binlerce sayıda konuşma palslar halinde yayınlanabilir. Alıcı telefon, istasyondan alınan bu binlerce yayın tekrar kod çözücüde çözümlenerek, audio sinyal haline çevrilerek santral mantık devresinden geçerek abonelere ulaşır. Kodlanmış palslar antenden yayınlanabildiği gibi koaksiyel kablolardan da gönderilebilir. Koaksiyel kablolarda kayıplar çok azalır. Koaksiyel kablo yerine bundan daha süratli yüksek kapasiteli ve kayıp oranı çok düşük optik fiber kablolar da kullanılabilir. Optik fiber sisteminde kodlanmış sayısal sinyaller optik sinyallere çevrilerek gönderilir. Karşı santralde optik sinyaller önce elektronik sinyallere daha sonra da odyo analog sinyale çevrilerek lokal santral mantık devresinden abonelere ulaştırılır. İki telli muhabere sisteminde aynı anda bir konuşma yapılır. Halbuki pals kod modüleli sayısal radyo link muhabere sisteminde 30 kanal mevcuttur. Koaks kablolu sayısal radyo link muhabere sistemiyse en az saniyede 30 megabit bilgi gönderme kapasitesine sahip olup, 1920 kanallıdır. 1985 senesinde F. Almanya'da hizmete girmiş olan böyle bir sistem saniyede 565 mbit kapasiteye; bir başka ifadeyle aynı anda 7680 konuşma veya bilgi aktarmaya müsaittir. Fiberoptik sistemler 140 mbit/saniye ve daha yukarı kapasitede görev yapmaktadır. Fiberoptik muhabere sistemi kapasite yüksekliği, montaj kolaylığı, bakım istememesi, yüksek kaliteli bilgi göndermesiyle mevcut sistemlerin en mükemmelidir. Özet olarak telefon santrallarının isimleri şunlardır: Elektromekanik telefon santralı, elektronik telefon santralı, otomatik telefon santralı, şehirlerarası telefon santralı, transit telefon santralı, yarıelektronik telefon santralı, yarıotomatik telefon santralı, mahalli (yerel) telefon santralı... olmak üzere çeşitleri vardır (1994). Telefonun tatbikatta sağladığı en büyük fayda muhaberenin süratli bir şekilde yapılmasıdır. Fiberoptik, koaksiyel kablo ve elektromanyetik yollarla uydulardan yansıtılarak yapılan telefon görüşmeleri dünyanın her köşesini birbirine bağlamıştır. Telefon sistemlerinin kanal kapasiteleri her geçen gün artmaktadır. Kanal sayısında artışlar telefonu daha da pratik bir hale sokmaktadır. Telekomünikasyon arasındaki önemli gelişmelerden biri de, telsiz telefonun ortaya çıkmasıdır. Kısa dalga radyo alıcı—vericilerin normal telefon sistemine bağlamasıyla hareket halinde telefonla konuşma imkânı ortaya çıkmıştır. Bu sistemle bölgeler arası kesintisiz bağlantı olduğu (www) gibi, çok uzun menzilli yolculuklar yapan bile istediği yeri anında arayabilir. Makara (mekanik) Makaralar, cisimleri hareket ettirmekte kuvvet kazancı sağlayan, kuvvetin yönünü değiştiren basit makinelerdir. İlk arkeolojik makara resimleri MÖ 8. yüzyıl Asur kabartmasında bulunmuştur. Makaralar sabit makara ve hareketli makara olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca bu iki makaranın bir arada kullanılmasıyla oluşan palangalar vardır. Makaranın tavana bağlanmış olduğu durumdur. Temel kullanım amacı kuvvetin yönünü değiştirmektir. İdeal bir makarada (sürtünmenin olmadığı) kuvvet ne kadar yol alırsa, yük de o kadar yol almış olur. Bu tip makaralar herhangi bir yere sabitlenmemişlerdir ve düşey eksende hareket edebilmektedir. Aşağıdaki hareketli makara şeklini inceleyelim. Yük makaraya bağlanmış ve makara da ip üzerinde hareketlidir. İpin sağ tarafı tavana bağlanmıştır. Bu yüzden ağırlığın yarısı bu ip aracılığıyla tavana aktarılmıştır. Geriye kalan 50 N'luk yükse kuvvet tarafınfan çekilmektedir. Böylece yükü kaldırmak için kuvvetten kazanç sağlanmıştır. Ancak kuvvetin yarıya düşmesi yüzünden yol iki katına çıkmıştır. Örneğin kuvvet 2 m yukarı çıksa, yük 1 m yukarı çıkacaktır. Bunun sebebi enerji korunumudur. Mekanik sistemlerde yapılan iş (aynı zamanda harcanan enerjiye eşittir) formula_1 ile ifade edilir. Burada Görüldüğü gibi aynı enerji verildiğinde kuvvetle yol ters orantılıdır. Palanga, az kuvvetle ağır yükleri kaldırmak için kullanılan makaralar sistemidir. Sabit makaraya, aynı gövdeye bağlı bir veya daha fazla hareketli makaranın ilave edilmesiyle meydana gelir. Bu sistemlerde kuvvet bölünerek yükün bir kısmının sabit makaralara taşıtılmasıyla uygulanacak kuvvet azaltılabilir. Palangalarda yükü kaldıracak kuvvet, yükün ağırlığının yükü taşıyan ip sayısına bölümü ile hesaplanır. Hareketli makara arttıkça istenmeyen sürtünme kuvvetleri verimi azaltacağından, palangalarda, yaygın olarak üç hareketli makara kullanılır. İdeal olmayan palangalarda uygulanacak kuvvet hesaplanırken hareketli makaraların ağırlıkları da hesaba katılır. Palangalarda kuvvetten kazanç, yoldan kayıp olur. Formül şöyle oluşur: formula_6 Theodoros Angelopulos Theodoros Angelopoulos (Yunanca: "Θόδωρος Αγγελόπουλος" ) (27 Nisan 1935 - 24 Ocak 2012), Yunan sinemasının Costa Gavras ve Costas Ferris ile birlikte öncü yönetmeni. Sanatsal sinemanın en önemli çağdaş temsilcilerindendir. Mitolojik göndermelere bol yer verilen filmlerinde, daha çok bireyden hareketle tarihsel bağlam içinde toplumsal olaylar konu edilmektedir. Özellikle entelektüel bireyin yaşama dair ızdırapları ve düş kırıklıkları işlenir. Filmlerinde geniş plan çekimler ve uzun sekanslar çokça yer alır. Çoğunu Eleni Karaindrou'nun müziklediği filmleri arasında şunlar sayılabilir: "36 Günleri", "Avcılar", "Kumpanya", "Kitera'ya Yolculuk", "Arıcı", "Puslu Manzaralar", "Leyleğin Geciken Adımı", Ulis'in Bakışı, Sonsuzluk ve Bir Gün, "Ağlayan Çayır", "Zamanın Tozu". Theo Angelopoulos, 20-26 Eylül 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen 17. Altın Koza Film Festivali'nin onur konuğu olarak Adana'ya gelmiş ve ödül törenine katılmıştı. Bu festivalde yönetmenin "Kiteraya Yolculuk", "Arıcı", "Leyleğin Geciken Adımı", "Ulis'in Bakışı", "Sonsuzluk ve Bir Gün", "Ağlayan Çayır" ve "Zamanın Tozu" adlı filmlerinin "Balkanların Belleği - Theo Angelopoulos" adlı özel bir bölümde gösterileceği ilân edilmiştir. Ayrıca 2010 yılında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından kendisine Fahri Doktora unvanı verilmiştir. Angelopoulos 24 Ocak 2012 günü, akşam saatlerinde Pire-Drapetsona otoyolunda, "Öteki Deniz-The Other Sea" adlı yeni filminin çekimi sırasında çarpan bir motosiklet yüzünden yaşama veda etti. Olay yerinden ambulansla Faliro'daki bir hastaneye götürü
len ünlü yönetmen, yoğun bakıma alındı ancak hastanede yaşamını yitirdi. Yunanistan'ın önemli gazetelerinden Kathimerini, Angelopoulos'un ölüm haberini, ölümünün şüpheli olabilecegi iması ile manşetten verdi. Gazete henüz teyit edilememekle birlikte Angelopoulos'a çarpan aracın polise ait olduğu iddiasını da dile getirdi. Theodoros Angelopoulos, 1989 yılında İstanbul Film Festivali için Türkiye'ye geldiğinde sinema yazarı Atilla Dorsay'a verdiği röportajda ilk gençliğinde, o yıllarda egemen olan Amerikan sinemasından etkilenmiş olmakla birlikte Fransa'da yaşamaya başladıktan sonra Avrupa sinemasından ve Yeni Dalga film akımından fazlasıyla etkilendiğini, özellikle de Friedrich Wilhelm Murnau, Orson Welles, Kenji Mizoguchi ve Michelangelo Antonioni'nin filmlerinin onun üzerinde derin etkiler bıraktığını belirtmiştir. Filmlerinde çok uzun plân-sekanslar kullandığını, hatta bu nedenle Paris'te okuduğu IDHEC sinema okulundan 1961 yılında atıldığını söyleyen Angelopoulos, Eisenstein'ın kuramlarının aksine "kurgu sineması"na sıcak bakmadığını, duyguları çok öne çıkardığı ve ritmi bozduğu için araya sık sık yakın plânların eklendiği kurgu anlayışına karşı olduğunu söylemiştir. Ona göre bu baş döndürücü hızlı tempolu kurguda "ölü zaman" denilen şey de ortadan kalkmaktadır. Oysa Angelopoulos'un 'müzikal dinlenme' olarak adlandırdığı ve ancak uzun plânlarla elde edilebilecek bu "ölü zaman", etki oluşturabilmek için çok gereklidir. Angelopoulos, filmlerinde (özellikle de "Kumpanya" filminde) sıklıkla başvurduğu zamanda ve mekânda ileri geri sıçramalarla, Bertolt Brecht'in epik tiyatrosuna en yakın sinemayı yapan yönetmen olduğunu, ayrıca çokları modası geçmiş olarak tanımlasa da filmlerinde Freud'cu öğelere yer verdiğini, ilk filmlerinde politik sinema yaparken, değişen dünya şartlarında son filmlerinde artık siyaseti sadece bir arka plân olarak kullandığını da sözlerine eklemiştir. Angelopoulos'un hemen hemen tüm filmlerinin görüntü yönetmeni Yorgos Arvanitis'ti. Senarist Tonino Guerra ve besteci Eleni Karaindrou da yönetmenin ilk dönemi haricindeki birçok filmine katkıda bulunmuşlardır. Bu ikilinin katkılarıyla Angelopoulos'un filmleri daha lirik ve hüzünlü bir çizgiye gelmiştir. ! Yıl ! style="width: 14em" | Filmin adıÖzgün adı ! Katkısı ! Notlar Türkiye'de siyaset Türkiye'nin kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir yapısı vardır. "Yasama", "Yürütme" ve "Yargı" erklerinden oluşan üçlü kuvvet ayrılığı ilkesi temel alınmıştır. Cumhuriyet rejimi ile yönetilen ülkede Cumhurbaşkanı, Devlet'in başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti siyasetinde; Türkiye'de 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile devlet başkanı Cumhurbaşkanı sıfatını almıştır. "Cumhur" kelimesi Arapça halk, topluluk anlamına gelmektedir. İlk önceleri Reis-i Cumhur biçiminde kullanılan unvan zamanla Cumhurbaşkanı olarak şekillenmiştir. Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Milletinin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Cumhurbaşkanının kendi başına imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz. Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, görevine dönmesine kadar; ölüm, çekilme veya başka bir sebeple Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde de yenisi seçilinceye kadar, TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır. Cum­hur­baş­ka­nı, kırk ya­şı­nı dol­dur­muş ve yük­sek öğ­re­nim yap­mış Tür­ki­ye Bü­yük Mil­let Mec­li­si üye­le­ri ve­ya bu ni­te­lik­le­re ve mil­let­ve­ki­li se­çil­me ye­ter­li­ği­ne sa­hip Türk va­tan­daş­la­rı ara­sın­dan, halk ta­ra­fın­dan se­çi­lir. 2007 yılında yapılan referandumla Cum­hur­baş­ka­nı'­nın gö­rev sü­re­si yedi yıldan beş (5) yıla indirilmiştir. Daha önce sadece bir dönem için seçilebilen Cumhurbaşkanının bir ikinci dönem daha seçilebilmesi kabul edilmiştir. Yine bu referandumla daha önce TBMM üyeleri tarafından seçilebilen Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kabul edilmiştir. Türkiye'de 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumundan %51.41 çıkması ile uygulanmaya başlanan sistem. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2 Mayıs 2017'de AKP'ye üye olması ile başlamıştır. Sistem TBMM'de 339 milletvekili ile kabul edilmiştir. Yurt dışında kısmen başkanlık sistemi olarak bilnmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk,hem CHP genel başkanı hem de cumhurbaşkanlığı görevini aynı anda yapmıştır.Ayrıca İsmet İnönü CHP'ye,Celal Bayar ise DP'ye üye bir şekilde cumhurbaşkanlığı yapmıştır.Cumhurbaşkanı 1961 Anayasası'nda kuvvetler ayrılığı kapsamında partisiz hale getirilmiştir. 16 Nisan 2017 tarihinde anayasada yapılan değişiklik ile cumhurbaşkanın partisi ile ilişiğinin devam etmesine izin verilmiştir.Bunu takiben Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2 Mayıs 2017 tarihinde AKP'ye üye olmuştur. Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti'nde de yürütmenin başındadır. Devlet protokolünde 2 numaradadır. Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder. Hükümeti ve icraatlarını yönetir. Türkiye Cumhuriyeti'nde her 4 yılda bir yapılan Genel seçimler ile halk tarafından seçilir. Başbakan, Bakanlar Kurulu'nun Başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve ülkenin genel siyasetinin yürütülmesini sağlar. Bakanlar Kurulu bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Her Bakan, Başbakan'a karşı sorumlu olup, ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur. Başbakan, Bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici tedbirleri almakla yükümlüdür. Cumhurbaşkanı tarafından Hükümeti kurmakla görevli (TBMM'de en çok sandalyeye sahip siyasi partinin genel başkanı) milletvekili, öngörülen sürede temaslarını tamamlayarak kabine yani Bakanlar Kurulu listesini yine Cumhurbaşkanı'na sunarak onay alır. Bakanlar Kurulunun üyeleri şunlardır; Türkiye Cumhuriyeti'nin 23 Nisan 1920'de kurulmuş olan yasama organıdır. Yasama görevi yasa yapma, yasa değiştirme ve var olan yasaları yürürlükten kaldırma yetkisidir. Türkiye Cumhuriyeti anayasasına göre Türkiye'de yasama görevi TBMM'ye aittir. Bundan yola çıkarsak TBMM ülkenin kanunlarını belirler. Anayasanın 108'nci Maddesine göre, yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Milletvekili genel seçimleri, dört yılda bir, serbest, eşit, tek dereceli, genel oy esaslarına göre, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Milletvekili seçilebilmek için, en az ilköğretim mezunu olmak ve ayrıca, Anayasada yazılı diğer seçilme yeterliliklerine sahip olmak gerekir. TBMM üyeleri, yasama dokunulmazlığına sahiptir. Türkiye'de ilköğretim mezunu olmak, milletvekili olmak için yeterlidir. Milletvekilleri her ilin nüfus yoğunluğuna göre dağıtılır. Partiler her ilden çıkacak vekil sayısına göre seçim sürecinde aday listesini belirler ve seçmenin önüne koyar. Türkiye'de milletvekili seçimlerin siyasi partilere %10 barajı uygulanır. Baraj altında kalan bir siyasi partinin milletvekili adayı, bölgesinde yeterli oyu dahi alsa milletvekili olamaz Türkiye'de tek meclis vardır ve TBMM üyelerine milletvekili denir. Çoğu modern ülkede, iki aşamalı meclisler olduğu için, milletvekili genelde alt kanattaki üyelere verilen isimdir, üst kanadın senato gibi farklı bir ismi vardır. Milletvekilleri genelde belirli siyasi partilere bağlıdır. Bağımsız olarak da istediği bölgeden seçime katılabilirler. MADDE 76. – (Değişik : 13.10.2006 - 5551/1 md.) Yirmibeş yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir. (Değişik : 27.12.2002 - 4777/1 md.)En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler. Hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ve Silahlı Kuvvetler mensupları, görevlerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve milletvekili seçilemezler. MilletVekili.Net İstişare eden anlamına gelen müsteşar siyasi gücün programını uygularken devlet ilke, kural, teamülleri ve yasalara uygunluğunu Bakanlık için Devlet ve millet adına yürütür. Her Bakanlığa bağlı bir müsteşarlık olduğu gibi, birçok devlet kurum ve kuruluşu Müsteşarlar aracılığı ile yürütülür. Harici Müsteşarlıklar genelde Başbakan adına Devlet Bakanlıkları aracılığı ile yürütülür. Tek istisna MİT olup sadece Başbakana karşı sorumludur ve Devlet Bakanlıkları aracılığı ile idare edilemez. Türk Halkı adına bağımsız olarak görev yapar. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakim ve savcıların tayin, terfi ve atama işlerinden sorumludur. En üst mahkeme Yargıtay'dır ve son karar verici mekanizmadır. Aldığı içtihat kararları bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi ise yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleyerek, yürürlüğe girmesine ya da iptaline karar veren son mercidir. Ayrıca Yüce Divan olarak görev yapar. Danıştay idari davaların bakıldığı yargı organıdır. Aldığı kararlara Yürütme uymak zorundadır. Sayıştay ise tüm kamu kurum, kuruluş ve iktisadi teşebbüslerin muhasebat sistemini denetlemekle yükümlüdür. Türkiye'
de yargı yetkisi bağımsız mahkemeler ve yüksek yargı organları tarafından kullanılır. Anayasa'da yargı bölümü, hukuk devleti ilkesi esas alınarak mahkemelerin ve yargıçların bağımsızlığı ve yargıç güvencesi temeli üzerine oturtulmuştur. Bu, hak arama özgürlüğünün gereği, insan hak ve özgürlüklerinin güvencesidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye'ye gelebilecek olan tehditlere karşı ülkeyi savunmakla görevlendirilmiş olan silahlı Devlet kuvvetidir. Emniyet Genel Müdürlüğü, ülke içerisindeki tüm polis teşkilatının bağlı olduğu kurumdur. Asayişi sağlar ve gözetir, yargı kurumunun talebi üzerine kişileri mahkeme önüne çıkartır. Jandarma, Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden oluşmakla birlikte bir çeşit askeri polis görevi yapar. Sahil Güvenlik Teşkilatı da T.S.K. personelinden oluşup deniz askeri polisi görevi yapar. Bu iki kuruluşunda İçişleri Bakanlığına karşı sorumlulukları vardır. Siyasi Partiler Yasasına uygun olarak kurulan partiler, Türk halkından Genel Seçimlerde şu anda %10 (yüzde on) olan barajı geçtikleri takdirde ülkeyi yönetmek için veya TBMM'de yer almak için Yasama görevlerini yerine getirirler, çoğunluğa sahip olununca Yürütme erkine sahip olurlar. Türkiye’de devlet protokolünün ve devletlerarası protokol işlerinin yürütülmesi için Dışişleri Bakanlığı'nda Protokol Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Atatürk Havalimanı Atatürk Havalimanı (IATA: IST, ICAO: LTBA) veya eski adıyla Yeşilköy Havaalanı, İstanbul'un Avrupa Yakası'nda bulunan uluslararası havalimanı. 1900’lerin başında Türkiye'de ilk hava ulaşımının başlatıldığı yer olan Atatürk Havalimanı, 1953 yılında uluslararası hava trafiğine açılmıştır. 29 Temmuz 1985 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün soyadı havalimanına verilmiştir. 2015 yılı verilerine göre Türkiye'nin en yoğun trafiği ve dünyanın 11. en yoğun yolcu trafiğinin olduğu havalimanıdır. Günlük ortalama 1100 uçağın kullandığı havalimanı, Avrupa'nın en önemli transit yolcu havalimanları arasında bulunmaktadır. Meydana iniş yapan ve meydandan havalanan uçak sayısı, 4 Eylül 2016'da 1453 ile (Her 59,46 saniyede bir uçak iniş ya da kalkışı) tüm zamanların rekorunu kırdı. Pist başına saatte oluşan uçak trafiği rekoru ise 55 uçak ile Londra Gatwick havalimandadır. Bu sayı Atatürk havalimanıda 30'dur. 2015 yılında 61.332.124 yolcu, 464.774 uçak ve 790.744 ton kargo trafiğine ev sahipliği yapan Atatürk Havalimanı, ülkenin en işlek havalimanıdır. İstanbul Atatürk Havalimanı’nın coğrafi koordinatları 40°58`34"N, 28°48`50"E şeklindedir. İstanbul’un en büyük ilçelerinden Bakırköy ve merkezi deniz kenarında olan Yeşilköy semtinin sınırları içerisinde yer alan havalimanı arazisi güneyde Marmara Denizi, kuzeyde ise D-100 karayoluyla sınırlanmıştır. Türkiye’de ilk havacılık girişimleri 1911-12’de, bugün Atatürk Havalimanı olan arazinin yakınında kurulan iki hangar ve küçük bir meydanla başlamıştır. İlk kullanım amacı askeridir; Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa orduda kullanılacak uçaklar için bir tesis oluşturmak istemiştir. Cumhuriyetin ilanının ardından 1925’te kurulan Türk Tayyare Cemiyeti’yle sivil havacılığın ilk adımları atılmaya başlanmıştır. Yeşilköy’deki tesis 1933 yılına kadar askeri amaçla kullanılmış, bu tarihteyse Amerika’dan alınan iki King Bird modeli uçakla sivil uçuşlar başlamıştır. Bir hangar ve yanındaki kagir bina sivil uçuşlara ayrılırken, binanın üst katına bir bekleme odası ve bilet satış gişesi kurularak terminal oluşturuldu. Şubat 1933’te ilk protokol yolcuları İstanbul-Ankara uçuşunu gerçekleştirdi. O tarihte yakıt ikmali gerektiğinde uçaklar Eskişehir’e iniyor, ardından Ankara’ya devam ediyordu. Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün yanındaki bir tarla pist olarak kullanılıyordu. Yine 1933’te beş uçaklık bir filo Türk Hava Postaları adı altında çalışmaya başladı. Türkiye’nin 1944 Chicago Sivil Havacılık Sözleşmesi’ni imzalamasının ardından Yeşilköy Havaalanı’nın uluslararası hale getirilmesi kararlaştırıldı. 1947’de havaalanıyla ilgili proje hazırlandı ve Bayındırlık Bakanlığı’nın verdiği yetkiyle Amerikan Westinghouse-IG White firmaları 1949’da yapıma başladı. 10 bin m²'lik bir alanı kaplayan bu meydan tesisleri hem iç, hem dış seferler için hizmet eden bir terminal binası, 2300 metre uzunluğunda bir pist, bir hangar ve servis yapılarından oluşuyordu. Havaalanında ayrıca radyo alıcı-vericisi ve ayrı bir enerji santrali de vardı. Proje 1953’te tamamlanarak aynı yılın 1 Ağustos’unda hizmete girdi. Hızla artan uluslararası yolcu trafiği ve teknolojik gelişmeler –özellikle de geniş gövdeli uçakların yaygınlaşması- Yeşilköy Havaalanı’nın genişleme ve yenileme ihtiyacını ortaya çıkarttı. 1961’de bu ihtiyacı karşılamak üzere çalışmalar ortaya çıktı ve 1968 yılında geniş gövdeli uçaklara uygun ikinci bir pistin inşaatına başladı. 3 bin metre uzunluğa ve 45 metre genişliğe sahip 17/35 pisti gecikmelerin sonucunda 12 Kasım 1972’de açıldı. Yeni pistin ışıklandırma sistemi bulunmadığından sadece gündüz saatlerinde kullanılabileceği, iki pistin saatte toplam 55 uçaklık kapasite sağlayacağı belirtiliyordu. O günlerde havalimanına günde 150-200 uçak iniş kalkış yapıyor, yoğun günlerde sayı ortalama 250’ye ulaşıyordu. Terminal ve hava trafik kontrol açısındansa sorunlar artarak sürüyordu. Ekim 1970’te havaalanını denetleyen İstanbul Valisi Vefa Poyraz gazetecilere “durumu fevkalade perişan bulduğunu” söylüyordu. Havaalanının gelişimi için 1971 yılında bir master plan hazırlandı. Mimar Hayati Tabanlıoğlu tarafından hazırlanan proje her biri 5 milyon yolcu kapasiteli dört terminalin yanı sıra THY Hangar Tesisleri, Kargo Tesisleri, Hava Trafik Kontrol Kulesi ve Teknik Blok, Aydınlatma Sistemi, Elektrik Dağıtım Sistemi, eski 05/23 pistinin yeniden yapımı, akaryakıt ikmal tesisleri ile diğer tesisleri kapsıyordu. Biri asma, üç kattan oluşacak, 1500 araçlık otoparkı da bulunan terminal ünitelerinin 1975’te tamamlanması planlanmıştı. Özellikle Almanya’ya işçi göçü ve artan turist sayısıyla çoğalan charter uçuşlarının yarattığı trafiği karşılamak için yeni bir transit salonu için çalışmalar başladı. Bir yıl gecikmeyle Mayıs 1974’te açılan salon, üç ay sonra havalandırma sorunları nedeniyle kapatılarak renove edildi. Sekiz pasaport ve 12 gümrük muayene bankosuna sahip 3 metrekarelik charter terminali Temmuz 1974’te hizmete girdi. Aynı yıl eylül ayında –yine özellikle Almanya’ya giden işçilerin talebini karşılamak üzere- Ulaştırma Bakanı Ferda Güney’in talimatıyla bir namaz yeri oluşturuldu. Terminalde bir emzirme salonu da yolcuların hizmetine girdi. Hayati Tabanlıoğlu’nun projesi tam olarak hayata geçmese de, proje kapsamında yapılan yeni dış hatlar terminali 1983’te hizmete girdi. 29 Temmuz 1985'te havalimanının adı değiştirilerek İstanbul Atatürk Havalimanı oldu. 1980’lerin sonlarına doğru havalimanının kapasitesini artırmak için çalışmalar tekrar yoğunlaştı ve 1988’de yap-işlet-devret modeliyle ihaleye çıkıldı. 205 milyon dolar teklif veren Alarko-Lockheed-John Laing konsorsiyumu ihaleyi kazansa da, proje sıkça değişen hükümetler nedeniyle hayata geçemedi. 1993’te kargo terminali, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından artan bavul ticareti ve charter yolcu trafiğini karşılamak üzere de 1995’te C Terminali hizmete girdi. DHMİ’nin artan trafiği karşılayacak 20 milyon kapasiteli yeni terminal ve otopark için çıktığı YİD ihalesini 17 Temmuz 1998’de Tepe-Akfen-Vienna Airport konsorsiyumu –daha sonra Vienna’nın ayrılmasıyla Tepe-Akfen-Ventures kazandı. İnşaatı öngörülenden kısa bir sürede tamamlayan TAV Havalimanları, terminali 3 Ocak 2000’de hizmete açtı. Ardından sözleşmede yapılan yenilemelerle dış hatlar terminalini iki kez genişleten TAV Havalimanları toplam terminal alanını 286.770 metrekareye çıkarttı. Bu genişlemede yeni bir dış hatlar terminali, yolcu araç bağlantı köprüleri ve yolcu bindirme köprüleri yeniden yapıldı. Atatürk Havalimanı’nın işletme hakkı Ocak 2021’e kadar TAV Havalimanları’ndadır. Atatürk Havalimanı, Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü'nün (ICAO) yaptığı sınıflandırmaya göre CAT III niteliklerine sahip olup , meteorolojik koşulların kötü olduğu zamanlarda bile uçak iniş-kalkışına imkân verebilecek düzeydedir. Toplam 11 milyon 650 bin m² alana sahip olan Atatürk Havalimanı, 63 bin 165 m² iç hatlar ve 282 bin 770 m² dış hatlar terminali ile toplam bina alanı açısından Türkiye’nin en büyük havalimanıdır. Ayrıca 7 bin 260 metrekarelik VIP ve CIP terminaline sahiptir. Atatürk Havalimanı yolcu sayısı açısından da Türkiye’nin en büyüğüdür. Eski dış hatlar terminali olarak kullanılan bina TAV Havalimanları’nın işletmesini üstlenmesinin ardından modernize edildi. Terminalde 12 köprü, 96 check-in kontuarı, gidiş katında dört, geliş katında toplam yedi bagaj bantı bulunmaktadır. Yıldız şeklindeki terminalin gidiş katında self-servis ve alakart restoranların yanı sıra uluslararası kahve ve fast-food zincirleri bulunmaktadır. Yiyecek içecek noktaları BTA tarafından işletilmektedir. Terminalde Garanti, Akbank ve THY’nin loungları bulunmaktadır. Ayrıca bir geliş katında mescit ile kayıp eşya büroları yer almaktadır. Tüm uçuşların yüzde 75’i THY tarafından gerçekleştirilmektedir. Onur Havayolları yüzde 14, Atlas Havayolları yüzde 8 paya sahiptir. Güvenlik kontrolü sonrasında sigara içilebilecek bir teras alanı bulunmaktadır. 1997’deki YİD ihalesinin ardından TAV tarafından inşa edilen ve 2000’de hizmete açılan terminal, aradan geçen sürede iki kez genişletilerek bugünkü halini almıştır. THY’nin uçuşlardaki payı yüzde 68, Lufthansa’nın da yüzde 27’dir. 34 köprü, 224 check-in kontuarı, geliş katında 11 bagaj bantı bulunmaktadır. Uzun bir dikdörtgen şeklinde olan terminalde döviz bürosu, eczane, mescit bulunmaktadır. Uluslararası kahve ve fast-food zincirlerinin yanı sıra farklı ülke mutfaklarına odaklanan alakart restoranlar ve kafelerle terminalde geniş bir yiyecek içecek yelpazesi sunulmaktadır. Pasaport kontrolü sonrasında sigara içilebilecek bir teras alanı bulunmaktadır. Dünyanın en büyük 16. gümrüksüz mağaza işletmesine sahi
p olan olan Atatürk Havalimanı’nda , gidiş katında 4 bin 613, geliş katında da 1 437 metrekare olmak üzere toplam 6 bin 50 metrekarelik mağaza alanı yer almaktadır. Mağazalar TAV Havalimanları ve Unifree ortaklığıyla kurulan ATÜ Duty-Free tarafından işletilmektedir. Mağazalarda parfüm & kozmetik, içki, sigara, tütün, puro, çikolata, şekerleme, kahve, çay, aksesuar ve oyuncak satılmaktadır. Dış Hatlar terminali içinde pasaport kontrolü öncesinde G ve H kontuarları arasında bir sergi alanı yer almaktadır. Sergi alanında yıl boyunca fotoğraf, resim ve benzeri alanlarda projeler yolcularla buluşmaktadır. Dış hatlar terminalinin hizmete girmesi ile birlikte, mevcut C Terminali, limanın kargo terminaline olan ihtiyacı nedeniyle kargoya dönüştürülmüş ve depreme karşı güçlendirilerek, 2002’de kargo servisini işleten firmalara antrepo ve depo olarak kullanılmak amacıyla tahsis edilmiştir. Havalimanının kuzey batısında yer alan terminal özel jetlerle hava taksilere hizmet vermektedir. Terminalde gümrük ve pasaport işlemleri yapılabilmektedir. İş insanlarının yanı sıra pek çok ünlü sanatçı da 2006’da hizmete giren bu terminali kullanmaktadır. Havalimanını işleten TAV Havalimanları’nın yönetim binaları havalimanı arazisi içerisinde yer almaktadır. VIP Terminali’nin yanında yer alan binaya ulaşım havalimanı ana kapısı kullanılmadan, dışarıdan oluşturulan yol üzerinden sağlanmaktadır. Mülki İdare Amirliği ve bağlı kuruluşların ofisleri, yabancı diplomatlar, devlet ve hükümet başkanlarının ağırlandığı devlet konukevi, havalimanı camisi, Jandarma Koruma Bölük Komutanlığı binası da havalimanı arazisi içerisinde yer almaktadır. 2013 yılı itibarıyla Atatürk Havalimanı’ndan direkt uçuş düzenleyen ticari havayolu sayısı 73’tür. . Havalimanı yolcu ve uçuş trafiği açısından hızlı bir büyüme sergilerken, trafik istatistikleri dış hat yolcu ve uçuşlarının toplam trafik içerisindeki payının da arttığını göstermektedir. Atatürk Havalimanı, İstanbul şehir merkezine (Taksim) 22 km, Mecidiyeköy'e 19 km ve Kadıköy'e 34 km uzaklıktadır. Havalimanına ulaşım; otobüs (HAVATAŞ ve İETT), taksi ve Yenikapı-Havalimanı hafif metro hattı ile sağlanmaktadır. 1967’de Ulaştırma Bakanı tarafından ilk kez açıklanan proje 2002 sonunda tamamlandı ve Aksaray-Yenibosna arasında çalışan M1 (İstanbul Metro) metro hattı uzatılarak havalimanına bağlanmıştır. Dış hatlar terminalinin en alt katından ulaşılan metro istasyonu uzun bir koridorla iç hatlar terminaline de bağlanmaktadır. 06:00-24:00 saatleri arasında ve pik saatlerde 5 dakika aralıkla çalışan hafif metro ile havalimanından Yenikapı’ya yaklaşık 32 dakikada ulaşılabilmektedir . Hafif metro ile Metrobüs arasında Şirinevler/Ataköy istasyonunda aktarma yapılabilmektedir. 34 hat kodlu Metrobüs hattı Avcılar-Zincirlikuyu-Avcılar arasında çalışmaktadır. Metrobüs aktarmasıyla Asya yakasına geçerek Kadıköy’e ulaşmak mümkündür. Hafif metrodan Zeytinburnu ve Aksaray’da T1 kodlu Bağcılar-Kabataş hattına aktarma yapmak da mümkündür. İETT havalimanı-Yenikapı arasında YH-1 hattıyla yolcu taşımaktadır. Havalimanından İstanbul Deniz Otobüsleri’ne (İDO) bağlı feribotlarla deniz yoluyla şehrin çeşitli noktalarına gidilebilmektedir. En yakın İDO iskelesi Bakırköy’de bulunmaktadır -9,2 kilometre. Yenikapı İDO iskelesinden -17,4 kilometre- şehirlerarası feribot hatlarına da ulaşılabilinmektedir. HAVATAŞ isimli özel şirket havalimanıyla Taksim ve Yenikapı İDO iskelesi arasında sefer düzenlemektedir. Atatürk Havalimanı’ndan şehrin farklı noktalarına 1983’ten bu yana direkt otobüs seferleri düzenlenmektedir. HAVAŞ tarafından havalimanıyla Kozyatağı, Taksim, Bakırköy İDO iskelesi arasında düzenlenen seferler 14 Ocak 2012’de belediye tarafından durdurulmuştur . Durdurma kararı, İETT’nin havalimanı hatlarını 2010’da yapılan ihaleyle özelleştirmesinin ardından gelmiştir. İhaleyi kazanan HAVATAŞ, bu nedenle havalimanından tek taşımacılık yetkisinin kendisinde olduğunu; HAVAŞ ise kendi taşımacılık yetkisinin Ulaştırma Bakanlığı’ndan alınan ruhsat ve özelleştirmeden doğan haklardan kaynaklandığını iddia etmektedir. Konu mahkemeye taşınmıştır. Atatürk Havalimanı iç ve dış hatlar terminalleri arasında bir köprü ile geçiş sağlanmaktadır. Yürüyerek geçiş 10-15 dakika sürmektedir. Haziran 2012’de Dış Hatlar Terminali 201 numaralı arınmış salonla, İç Hatlar Terminali’ndeki 112 numaralı salon arasında açılan yeni transit geçiş kapısıyla daha kısa bir seçenek oluşturulmuştur. İstanbul Atatürk Havalimanı’nda taksi hizmeti 1981’de kurulan Havalimanı Taksiciler Kooperatifi tarafından verilmektedir. Kooperatif bünyesinde 553 araç ve 1875 sürücü ve 76 kooperatif çalışanı bulunmaktadır . Taksi ücreti sabit bir ücretin üzerine kilometre başına eklenen ücretlerle belirlenmektedir ve günün 24 saati aynı tarife uygulanmaktadır. Atatürk Havalimanı’na ulaşım esas olarak E-5 (D-100) karayoluyla sağlanmaktadır. TEM otoyolundan da Atatürk Bulvarı üzerinden havalimanına ulaşılabilir. Sahil yolundan ulaşım Yeşilyurt Havuzlu Kavşak’tan Atatürk Havalimanı Caddesi’ne dönerek gerçekleştirilebilir. Havalimanında 7 bin 76 araçlık kapalı otopark ve 1034 araçlık açık otopark bulunmaktadır. Kısa ve uzun dönemli abonelik seçeneklerinin yanı sıra anlaşmalı kurum ve banka kartları için indirimler yapılabilmektedir. 2000’lerin sonundan itibaren özellikle THY’nin hızlı büyümesi nedeniyle artan trafikle İstanbul Atatürk Havalimanı’nın kapasitesinin artırılması yönünde çalışmalar başladı. Çözüm için farklı öneriler ortaya çıktı. Dördüncü bir pistin inşa edilmesi, hava trafik sisteminin modernize edilmesi, havalimanı arazisinde yer alan askeri alanın devir alınarak park yeri olarak kullanılması. Askeri alanın devri konusunda Milli Savunma Bakanlığı’yla Ulaştırma Bakanlığı arasında anlaşma sağlansa da konuyla ilgili bir gelişme olmadı. Dördüncü pist konusunda DHMİ çalışmalar gerçekleştirmekle birlikte maliyetinin yüksek olması, havalimanı çevresindeki yerleşimlerde yıkım gerçekleştirmenin gerekmesi nedeniyle özümün üçüncü bir havalimanının inşa edilmesinden geçtiğini açıkladı. Rötarlar ve artan eleştirilerin ardından trafik kontrol sürecinde yapılan bir dizi değişiklikle kapasite artırılırdı. Uygulamaların yürürlüğe girmesinin ardından 6 Temmuz 2012’de bir günde 1119 uçağın iniş-kalkış yapmasıyla havalimanında tüm zamanların pik trafiğine ulaşıldı. Aynı gün iç hatlarda 45 bin 822, dış hatlarda 78 bin 558 olmak üzere toplamda 124 bin 380 yolcu havalimanından geçiş yaptı. Nurullah Genç Nurullah Genç (d. 9 Eylül 1960, Horasan, Erzurum) Türk şair, akademisyen. 1983 Yılında Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede Yüksek Lisansını tamamladı. Yine aynı üniversiteden Doktor, Doçent ve Profesör unvanlarını aldı. Şu anda İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi'nde Öğretim Üyesidir. Aynı okulda Liderlik Analizi, İşletme Yönetimi, Yönetim ve Organizasyon, Uluslararası İşletmecilik derslerini vermektedir. Yıllardır işletme yönetimi kapsamında pek çok işletmeye danışmanlık yapan ve eğitimler gerçekleştiren Genç, proje uygulama ve stratejik planlama alanlarında da hizmet vermektedir. 29 Aralık 2012 itibarıyla Sermaye Piyasası Kurulunda (SPK) yönetim kurulu üyeliği görevine başlayan Genç 2015 milletvekili seçimleri öncesinde aynı yılın Şubat ayında görevinden istifa etmiştir. Vedat Günyol Deneme Ödülü Ünlü deneme yazarı Vedat Günyol anısına düzenlenen deneme ödülü. İMEV (İstanbul Marmara Eğitim Vakfı), Marmara Eğitim Kurumları ve Maltepe Üniversitesi tarafından kurulmuştur. İlki 2005 yılında Nermi Uygur'a verilmiştir. Avrupa Konseyi Avrupa Konseyi (İngilizce: "Council of Europe", Fransızca: "Conseil de l'Europe"), Avrupa çapında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla 1949'da kurulmuş hükûmetlerarası bir kuruluştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi'ne bağlıdır. Avrupa Konseyi'ne Beyaz Rusya, Kazakistan ve Vatikan hariç tüm Avrupa ülkeleri üyedir. 5 Mayıs 1949’da 10 ülke - Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Fransa, Hollanda, İrlanda, İsveç, İtalya, Lüksemburg, ve Norveç - merkezi Strazburg olmak üzere Avrupa Konseyi’ni kuran antlaşmayı imzalamıştır. Şu an Avrupa Konseyi'nde 47 üye ülke bulunmaktadır. Türkiye, anlaşmayı 1949 yılında imzalamıştır. Konsey'in çalışma alanları insan hakları, medya, hukukî iş birliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler, sınırötesi iş birliği çevre ve bölgesel plânlamadır. Türkiye, Yunanistan ile birlikte Avrupa Konseyi kurulduktan sonra konseye ilk giren üyeler oldukları için "kurucu üye" statüsündedirler. Kurum, Avrupa Birliği ile herhangi bir organik bağı bulunmayan ayrı bir uluslararası teşkilattır. Ancak günümüzde Avrupa Birliği'nin Avrupa Konseyi'ne ait bayrağı kullanıyor olmasının yanı sıra Avrupa Konseyi ile AB'nin yakın iş birliği söz konusudur. Birçok ülkede Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi'nin müşterek projeler gerçekleştirilmektedir. Avrupa Konseyi, AB Bakanlar Konseyi ile de karıştırılmamalıdır. Konsey'in bütçesi üye ülkelerin nüfus ve GSMH'sine göre hesaplanan katkılarından oluşmaktadır. 2002 yılı bütçesi yaklaşık olarak €169 milyondur. Konsey'in resmî dilleri İngilizce ve Fransızca'dır. Konsey Genel Sekreterliği'ni 2009 yılında beş yıllığına seçilen Thorbjorn Jagland yürütmektedir. AİHM Avrupa Konseyi'ne bağlı bir kurumdur. İnsan hakları kavramı, genel olarak, kişilerin insan olmaları nedeniyle insanlık onuruna uygun olarak sahip oldukları hakların bütünüdür. Geniş anlamıyla iç hukukta temel haklar ve kamu özgürlüklerin tümünü ve uluslararası hukukta öngörülen ve korunan hakları kapsar. Bu haklar tüm insanları ilgilendirdiğinden, bu hakların uluslararası alanda koruma altına alınmaları gerekmiştir. İnsan haklarının korunmasına dair ilk uygulamalar daha çok ulusal düzeydedir. İnsan haklarının uluslararası düzeyde korunması çalışmalarına 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılda rastlanmaktadır. Uluslararası hukukun insan haklarını genel bir biçimde ele
alması Birleşmiş Milletler antlaşması ile gerçekleşir. Bu antlaşma, insan haklarından çokça söz etmesine rağmen bu hakların neler olduğuna dair bir açıklama içermez. Bu nedenle Ekonomik ve Sosyal Konsey'e bağlı olarak bir İnsan Hakları Komisyonu kurulmuş ve bu konuda çalışma yapmakla görevlendirilmiştir. Komisyon, bu amaçla hazırladığı tasarıyı 12.12.1948 günü Genel Kurul’un bir kararı ile İnsan Hakları Evrensel Bildirisi olarak kabul etmiştir. Bu bildirinin B.M. Genel Kurul kararı olarak kendiliğinden bağlayıcı niteliği bulunmaması ve herhangi bir güvence mekanizmasını düzenlememesi nedeniyle bildiriden sonraki gelişmeler, bu eksikleri gidermeye yönelik olmuştur. Bu çerçevede iki düzeyde yeni düzenlemelere rastlanmaktadır. Bu düzenlemeler: Evrensel düzeyde “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme” ve “Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme”, bölgesel düzeyde “Amerika-Afrika İnsan Hakları Sözleşmesi” ve “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ile gerçekleştirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi diğer antlaşmalardan farklıdır. O yüzden de insan haklarının anayasası olarak ele alınan da diğer sözleşmeler değil, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'dir. Bu farklılığı sağlayan özellikler; metindeki maddelerin açıklığa sahip olması, kesin, ayrıntılı, doğrudan uygulanabilir kurallar olmasıdır. Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Avrupa Konseyi'nin danışman organıdır ve Avrupa Konseyi içinde mahalli yönetimleri temsil ederek yerel demokrasiyi destekler. Biri yerel yönetimler odası, diğeri de bölgesel yönetimler odası olmak üzere iki meclise bölünmüştür, bir sekreterlik ve kongre tarafından 5 yılda bir seçilen bir genel sekretere sahiptir. 5 Mayıs 1949'daki kuruluşta 10 üye vardı: Katılım tarihine göre ülkeler: Avrupa Konseyi'ne Aday Ülkeler: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Nezdinde Gözlemci SIfatını Taşıyan Ülkeler: Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Nezdinde Gözlemci Sıfatını Taşıyan Ülkeler: İleri Bir Tarihte Katılma İhtimali Doğabilecek Devletler: İnsan hakları İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Diğer yandan "insan hakları" terimi bir ideali içerir. Bu terimi kullananlar, bu alanda olanı değil, "olması gerekeni" dile getirirler. İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka deyişle, birçok hakkın yanında bir sorumluluk da bulunmaktadır. İnsan ve insan haklarına ilişkin hassasiyetleri felsefi düzlemde ilk defa dile getiren sofizmdir. İnsan haklarının tarihi binlerce yılı kapsamaktadır ve kaydedilmiş tarih içinde dinsel, kültürel, felsefi ve yasal anlamda gelişmeler göstermiştir. Birçok antik belge, dinler ve felsefe insan haklarıyla ilişkilendirilebilecek çok çeşitli kavramı içermektedir. Bunlar arasında en çok dikkate değer olanlar; Pers İmparatoru Büyük Kiros tarafından Yeni Babil İmparatorluğunu fethetmesinden sonra üzerinde niyetlerini yazılı olarak açıkladığı MÖ 539 tarihli Kiros Silindiri, Hint Büyük Asoka’nın MÖ 272 - MÖ 231 arasında yazılan Asoka Fermanları ve 622’de, Müslümanları, Yahudileri ve Paganları da içine alacak şekilde Yathrib şehrinin (daha sonraki ismi Medine) önde gelen aşiret ve aileleri arasında resmi bir antlaşma olarak İslâm peygamberi Muhammed bin Abdullah tarafından hazırlanan Medine Sözleşmesidir 1215 tarihli Magna Carta’nın İngiliz hukuk tarihi için ayrı bir önemi olduğu kadar günümüzde uluslararası hukuk ve anayasa hukuku için de önemi büyüktür. Modern insan hakları hukukunun büyük bir kısmının ve insan haklarının en modern yorumlarının görece yakın tarihte izleri sürülebilir. 1689 tarihli İngiliz Yurttaş Hakları Beyannamesi (veya “İnsanların Hak ve Özgürlüklerini ve Kraliyetin Halefliğinin Düzenlenmesini Beyan eden Kanun”) Birleşik Krallık'ta (İngiltere'de) baskıcı hükümet uygulamalarını yasa dışı saymıştır. 18. yüzyılda iki büyük devrim meydana geldi; 1776'da ABD'de ve 1789'da Fransa'da: Bunlar ciddi hak kazanımları sağlayan iki sonucun elde edilmesini neden oldu, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız Hoca İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi. Ek olarak 1776'daki Virginia Haklar Beyannamesi bir dizi temel hak ve özgürlükleri sağlamıştır. Bunları 18. ve 19. yüzyıllarda Thomas Paine, John Stuart Mill ve Hegel gibi düşünürler tarafından insan hakları felsefesinde gerçekleştirilen ile ilerlemeler takip etmiştir. "İnsan hakları" terimi büyük olasılıkla Paine'in "İnsan'ın Hakları" isimli eseri ve William Lloyd Garrison'ın 1831'de "The Liberator"'de çıkan ve "okuyucularına insan haklarının esas nedenini yazmaya çalıştığını" anlattığı yazıları yayınlandığı dönemde kullanılmaya başlandı. Birçok grup ve hareket insan hakları adına 20. yüzyılda çok büyük toplumsal değişimleri gerçekleştirdiler. Batı Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da, sendikalar çalışanların greve gitme hakkını garanti altına alan, asgari çalışma koşullarının oluşturulmasını sağlayan, çocuk işçilerin çalışmalarını düzenleyen veya çalıştırılmalarını yasaklayan yasaların çıkarılmasını sağladılar. Kadın hakları hareketi kadının oy verme hakkını kazanmasında başarılı oldu. Ulusal bağımsızlık hareketleri sömürgeci güçleri ülkelerinden çıkarttılar. En etkileyici bağımsızlık hareketlerinden birisi Hindistan'ı İngiltere'nin sömürgesi olmaktan çıkaran Mahatma Gandhi'nin hareketidir. Dünyanın birçok yerinde uzun süreli ırkçı ve dini baskı altındaki azınlıkların hareketleri başarılı oldu; ABD'de de sivil haklar hareketi ve daha yakın zamanlarda çeşitli kimlik politikaları hareketlerinde olduğu gibi. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi'nin kurulması, 1864 Lieber Sözü ve gene 1864'teki ilk Cenevre Sözleşmeleri iki Dünya savaşından sonra daha da geliştirilecek olan Uluslararası İnsaniyet Yasasının temellerini atmıştır. Dünya Savaşları, inanılmaz boyuttaki insan kayıpları ve büyük insan hakları ihlalleri modern insan hakları belgelerinin gelişiminin arkasındaki itici güç olmuştur. Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı'nı takiben 1919'da yapılan Versailles Barış Antlaşması'nda yapılan görüşmelerde kuruldu. Cemiyet'in hedefleri şunlardı;silahsızlanma, ortak güvenlik çerçevesinde savaşı önleme, diplomasi ve görüşmeler yoluyla ülkeler arası anlaşmazlıklara çözüm bulmak ve küresel refahı artırmak. Daha sonra Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nde yer alacak olan hakların çoğunu savunma kararlılığı da kuruluş amaçlarında vardı. 1945'teki Yalta Konferansıda Müttefik Güçler Cemiyet'in rolünü oynamak üzere yeni bir yapı kurma kararı aldılar.Bu yapı Birleşmiş Milletler olacaktı. BM kuruluşundan bugüne kadar uluslararası insan hakları hukukunun uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır. Çeşitli marksist düşünürler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 1. maddesinde bulunan "“Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.”" ve 17. maddesinde bulunan "“Kimse mülkiyetinden keyfi olarak yoksun bırakılamaz.”" cümlelerine atıfta bulunarak; her insanın ekonomik olarak eşit doğmadığını ve bundan yoksun bir durumun özgürlük ve hak sayılamayacağını, dolayısıyla bu durumun bir kandırmaca olduğunu ve burjuva sınıfının mülksüzleştirilmesi gerektiğini savunan marksist görüşün bu bahsi geçen cümlelerle mücadele etmesi gerektiğini vurgularlar. Bu görüşü savunanlara göre; kapitalizm koşullarında bu kavramların içi boştur ve sadece göstermeliktir. Dolayısıyla dünyaya egemen olan emperyalizm ve sınıflı toplumlara sahip devletler, bir taraftan ne kadar insan haklarına saygılı olduğunu belirterek kitleleri insan haklarından yana olduğuna inandırmaya çalışırken, diğer taraftan yoksulluk verici politikalarına, gözaltında kayıplara, hak ve özgürlük taleplerine saldırılarına vb. devam ederler. Bununla birlikte özellikle Maoist görüşü referans alan bazı düşünürler ise, ezilenlerin şiddetini meşru görmeyen bir insan hakları kavramının burjuva çerçevesinde durduğunu iddia etmektedirler. Zira marksist olduğunu belirten Küba Devrimi lideri Fidel Castro konu hakkında şu görüşleri beyan etmiştir; Erkek, kadın ve çocukların temel insan hak ve özgürlüklerinin belirlendiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ("The Universal Declaration of Human Rights") 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından benimsenmiştir. Bu bildirge birçok ulusal ve uluslararası yasanın temelini oluşturur. Leonardo Fibonacci Leonardo Fibonacci, (Pisalı Leonardo, Leonardo Pisano d. 1170, ö. 1250), yaygın olarak ismiyle Fibonacci diye anılan, orta çağın en yetenekli matematikçisi olarak kabul edilen İtalyan matematikçi. Fibonacci modern çağda en fazla Hint-Arap Sayılarını Avrupa'ya getirmesiyle ve 13. yüzyıl başlarında yayınlanan Liber Abaci isimli hesaplama yöntemleri kitabıyla tanınır. Liber Abaci'de bir örnek olarak yer alan modern sayılarla hesaplanmış kendi adıyla anılan sayı dizisi Fibonacci Dizisi olarak anılmaktadır. Sadece Fibonacci dizisi ve özellikleri ile ilgili kitaplar hatta haftalık düzenli yayınlanan matematik dergileri bile bulunmaktadır. Leonardo 1170 yılında İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Kesin doğum tarihi bilinmemektedir. Babası Guglielmo'dur.Takma adı Bonaccio idi ve bu ad, "iyi tabiatlı" veya "sade ruhlu" anlamına gelmekteydi. Annesi Alessandra,Leonardo 9 yaşındayken öldü. Leonardo babasının takma adını miras olarak aldı. İtalyanca "Filius Bonacci", Bonacci'nin oğlu anlamına gelmekteydi ve Leonardo bu nedenle Fibonacci diye anılmaya başlandı. Babası Guglielmo Cezayir'in Béjaïa limanı ile İtalya'nın Bugia kenti arasında bir ticaret postasını idare etmekteydi. Genç bir çocuk olan Leonardo babasına yardım etmek için onunla seyahat ederdi. Burası Leonardo'nun Hint-Arap sayı sistemini öğrendiği yerdir. Fibonacci Hint-Arap sayıları ile aritmetik işlemler yapm
anın Roma rakamları ile hesap yapmaktan çok daha basit ve verimli olduğunu gördü. Leonardo bütün Akdeniz bölgesini gezdi ve dönemin önde gelen Arap matematikçiler ile çalışma olanağı buldu. Leonardo yaklaşık olarak 1200 yıllarında bu seyahatinden döndü. 1202 yılına gelindiğinde 32 yaşında, öğrendiklerini ""abaküs kitabı"" veya ""hesaplama kitabı"" anlamına gelen "Liber Abaci" isimli eserinde topladı. Yayınladığı bu eserinde Hint-Arap Sayı Sistemi'ni Avrupa'ya duyurdu. Leonardo matematik ve bilim ile ilgilenmeyi seven Roma İmparatoru II. Frederick ile dost oldu. 1240 senesinde Pisa cumhuriyeti kendisini Leonardo Bigollo namıyla taltif edip onurlandı ve maaş bağlandı. 19. yüzyılda Pisa'da Fibonacci heykeli yapılmış ve buraya dikilmiştir. Heykel bugün Camposanto'nun batı galerisinde ve Piazza dei Miracoli tarihi mezarlığında bulunmaktadır. Liber Abaci'de (1202) Fibonacci, "modus indium" (Hintlerin Yöntemi) adını verdiği ve günümüzde Arap-Hint sayıları diye bilinen modern ondalık sayı sistemini tanıtır. Bu kitap gündelik hayatta ticari defter tutma, ölçü birimlerini çevirme, faiz hesaplama, para bozma ve değiştirme ve benzeri işlemlerde önemini göstermiştir. Kitap Avrupa'da tahsilli insanlar arasında hızlı bir şekilde yayılmış ve Avrupa'nın müspet bilimde ilerlemesine önemli etkileri olmuştur. Liber Abaci'de ayrıca kapalı bir ortamdaki bir tavşan ailesinin artışını, her tavşan çiftinin bir ay sonra bir yavru yapıp onun da 1 ay sonra 1 yavru yapacağı gibi ideal varsayımlar altında hesaplanmasını gösterir. Bu problemin çözümünde tavşan çiftlerinin sayısının artışını gösteren sayı dizisi Fibonacci sayıları, diziye de Fibonacci dizisi denir. Bu sayı dizisi 6. yüzyıldan beridir Hint matematikçiler tarafından bilinmekteydi ancak Avrupa'ya ilk olarak Fibonacci tarafından tanıtılmıştır. Daha önce 6. yüzyılda Hint matematikçiler tarafından bulunmuş olan bu sayı dizisi Liber Abaci kitabında tavşanların üremesiyle ilgili problemin hesaplanması sonucu Fibonacci tarafından 1202 yılında ortaya konmuştu. Dizinin ilk sayı değeri 0, ikincisi 1 ve her ardışık elemanı da önceki iki elemanın değerinin toplamı alınarak bulunur ve bu halde 0, 1, 1(1+0), 2(1+1), 3(2+1), 5(3+2), 8(5+3), 13(8+5),21(13+8)... şeklinde artar. formula_1 Bu dizinin ileri elemanlarında, bir sonraki elemanın bir öncekine oranı Altın oran adı verilen ve yaklaşık 1,618 (1:0,618) değerine eşit bir sayıyı verir. Altın oran matematikte genellikle formula_2 harfi ile gösterilir. Tabiattaki canlılarda uzuvların oranı "altın oran" adı verilen 1.618... sayısına uygunluk gösterir. Antik mimari eserler ve bazı modern mimari eserler bu orana uygun tasarlanırlar. Altın orana uygun ölçülerdeki nesnelerin ve canlıların daha estetik olduğu ve güzel göründüğü savunulur. Ayçiçeğinin merkezinden dışarıya doğru sağdan sola ve soldan sağa doğru taneler sayıldığında çıkan sayılar Fibonacci Dizisinin ardışık terimleridir. Papatya Çiçeğinde de ayçiçeğinde olduğu gibi bir Fibonacci Dizisi mevcuttur. Fibonacci dizisinde ardışık elemanlar bir önceki elamanın oranındaki ardışık terimlerin farkıyla oluşan dizi de Fibonacci dizisidir. Ömer Hayyam üçgenindeki tüm katsayılar veya terimler yazılıp çapraz toplamları alındığında Fibonacci Dizisi ortaya çıkar. Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit bir noktadan kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru spiraller (eğriler) oluşturarak çıkarlar. İşte bu taneler soldan sağa ve sağdan sola sayıldığında çıkan sayılar, Fibonacci Dizisi'nin ardışık terimleridir. Bitkilerin yapraklarının dizilişinde bir Fibonacci Dizisi söz konusudur; yani yaprakların diziliminde bu dizi mevcuttur. Mimar Sinan'ın da birçok eserinde Fibonacci dizisi görülmektedir. Mesela Süleymaniye ve Selimiye Camileri'nin minarelerinde bu dizi mevcuttur. Skandiyum grubu Skandiyum grubu veya 3. grup elementleri, periyodik tablonun 3. grubunda yer alan elementlerdir. Bu elementlerin en dış elektron katmanlarında üçer elektron vardır. Roma rakamları Roma rakamları sayısal sistemi, antik Roma kaynaklıdır. Orta Çağ'ın son dönemlerine dek, Avrupa'da yaygın olarak kullanılmıştır. Rakamlar aşağıda gösterildiği şekilde, Latin alfabesi'ndeki bazı harflerle temsil edilir. Sırasıyla ilk on sayı: formula_1 Roma rakamları yazılırken aynı harf üç kezden daha fazla tekrar edilmez. Bunun sonucunda da 4, 9, 40, 90, 400 ve 900 sayılarının modern zamanlarda daha sık kullanılan, küçük değerli sembollerin büyük değerli sembollerin soluna yazıldığında değerlerinin çıkarılmasına dayanan, farklı yazılış şekilleri vardır: Yine bu kuralla Roma rakamları ile yazılabilecek karakter sayısı açısından en uzun sayının 3888 (MMMDCCCLXXXVIII) olduğu görülür. Ancak Roma rakamlarında M'den büyük bir rakam olmadığından l000'den sonraki sayılarda bu kural bozulabilmektedir. Örneğin 4000, MMMM şeklinde yazılır. Soldaki rakamı sağdakinden çıkarıp yeni bir sayı elde etme yöntemi, sayıların okunuşunda ve dört işlemin uygulamalarında çeşitli karışıklıklara yol açmaktadır. Örneğin 1999'u gösteren MCMXCIX sayısının okunabilmesi için M CM XC IX biçiminde ayrılması gerekir. Burada M 1000'i, CM 900'ü (1000-100), XC 90'ı (100-10), IX ise 9'u (10-1) gösterir. Roma rakamlarıyla çıkarma işlemi yapılırken, büyük sayıdaki sembollerden küçük sayıdakiler çıkarılır. Ancak 4 ve 9 sayılarını kullanırken yapılan işlemlerde, eksiltme yönteminden kaynaklanan bazı hatalar oluşmaktadır. Örneğin, 49'dan (XLIX) 24 (XXIV) çıkarılığında geriye L-V 'den 45 kalmaktadır. Bu sorun eldeli çıkarma işleminde de göze çarpmaktadır. Örneğin 13'ten (XIII) 9'u (IX) çıkarırken geriye 2 (II) kalır. Romen rakamlarında sıfır sayısı ve basamak kavramı yoktur. Rakam, ifade ettiği sembol kadardır; yani "X" rakamı, hangi basamakta olursa olsun "10" 'dur. Halbuki günümüzde kullandığımız Arap rakamlarında "1" tek başınayken "1" 'dir, ancak bir soldaki haneye geçtiğinde "10" değerini, iki soldaki haneye geçtiğinde de "100" değerini alır. Roma rakamlarında, bir sayının bin katını göstermek için sembolün üzerine bir yatay çizgi, milyon katını göstermek için de ilgili sembolün üzerine iki yatay çizgi ile ifade edilir. Tüm bu nedenlerle günümüzün karmaşık işlemlerinde Roma rakamlarının kullanılması ideal değildir ve dört işlem yapma zorluğundan dolayı günümüzde fazla kullanılmamaktadırlar. Sıfır sayısının modern aritmetik sisteme katılmasıyla yeterlilikleri azalmıştır. Bazı usuller geliştirilse de, çok büyük sayılar söz konusu olduğunda, yetersiz kalmaktadırlar. Ancak yine de kitap sayfalarını numaralandırma, madde işaretleri, saatler gibi dekoratif amaçlı bazı kullanım alanları vardır. Roma rakamlarının kullanışsızlığına örnek olarak şu anekdot verilebilir: Şöyle ki, Roma Forum Meydanı’ndaki süslü hitabet kürsüsünün “Columna Restrata” sütünunda 2.200.000 sayısını belirtmek için yirmi iki adet “yüz bin” i gösteren sembol () koyulmuştur. Roma rakamları, Türkçe yazım kuralları gereğince de aşağıda bazıları yazılmış olan birçok yerde kullanılırlar: İmamoğlu İmamoğlu, Adana iline bağlı, kuzeyinde Kozan, güneyinde Yüreğir ve Ceyhan, doğusunda Ceyhan ve Kozan, batısında ise Aladağ ve Karaisalı ilçeleri olan bir ova ilçesidir. Ekonomik olarak Kozan'a bağlıdır. İmamoğlu İlçesinin tarihi Adana İli ile Kozan İlçesinin tarihi içerisinde ele alınmalıdır. İlçe merkezinin oluşumu sonraki tarihlere rastlasa da ilçeye bağlı köylerde yerleşimin tarihi daha öncelere kadar dayanmaktadır. Bu nedenle ilçenin tarihini bağlı köylerin,Adananın ve Kozanın tarihinden ayrı tutmak doğru olmaz. İmamoğlu İlçe merkezi; Adana İl merkezine 45 km, Kozan İlçe merkezine 27 km mesafede olup; Adana’dan Kozan, Feke, Saimbeyli ve Tufanbeyli’ye giden yol güzergahı üzerinde bulunur. İlçenin bu coğrafik konumu aynı zamanda ilçenin tarihini de etkilemiştir. İmamoğlu’nun en eski yerleşim kalıntıları Çörten Köyü Pekmezci Mahallesi’ndeki “Altınini” kalıntıları ile Koyunevi Köyü’nde bulunan mozaik kalıntıları, mağaralar ve eski küplerdir. Ayrıca Ufacıkören,Sokudaş,Ağzıkaraca, Üçtepe gibi çevre köylerde ve Saygeçit Mahallesi'nde örenler mevcuttur. 1865 Fırka-i Islahiye olayından sonra Kozan-Adana arasında emniyetli ulaşım sağlanması için yol güzergahı üzerinde bir han ve hanın yanında güvenliği sağlayacak jandarma teşkilatının kurulması politikası neticesinde bugünkü İmamoğlu'nun köyleri kurulmuştur. Fırka-i islahiye harekatı ile bölgedeki Türkmen aşiretleri bu bölgede yerleşik hayata geçirilmişlerdir. Bu türkmen aşiretlerinin başlıcaları: Avşarlar, Sırkıntıoğulları, Kozanoğulları, Karsantıoğulları, Kırıntı, Hacılar, Berber aşireti'dir. Fırak-i Islahiyeden yaklaşık 70 yıl sonra ise bazı köylere Karakayalı Yörükleri tahsis edilmiştir. Ağzıkaraca Köyü'ne ve İmamoğlu - Ceyhan arasındaki Cebre Köyü'ne de bu yörükler gönderilmiştir. Kozan, 1923–1926 yılları arasında vilayetlik yapılmıştır. 1926 yılında tekrar Adana Vilayeti’ne bağlı ilçe haline dönüştürülmüştür. İmamoğlu ilçesinin bugünkü köylerinin çoğu Cumhuriyet’in ilk yıllarında vardı ve Kozan’a bağlı köylerdi. Çevre köylerin Cumhuriyet’in ilk yıllarında var olduğu tartışılmasızdır; ama İmamoğlu isminin nereden geldiği, nasıl olduğu henüz belli değildir. İmamoğlu isminin kaynağı konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır ama İmamoğlu isminin 1832 tarihlerinde de(yani II. Mahmut'un son zamanlarında) olduğu bilinmektedir. Bugünkü İmamoğlu ilçe merkezinin yerinde eskiden “Garipler Mezarlığı” bulunduğu bilinmeketedir. Çevredeki konar-göçerler cenazelerini buradaki mezarlığa defnederlermiş. Bu mezarlık zaman içerisinde kaldırılarak yerleşime açılmış. Bu bölgenin aynı zamanda önceleri bataklık olduğu ve bol miktarda sivrisinekten dolayı sıtma hastalığı olduğundan yerleşime açılmadığı; ancak yol güzergahı konumu nedeniyle geliştiği rivayet edilmektedir. İmamoğlu İlçesi, Merkez-i halî alan (boş alan) olduğundan devlet tarafından iskana müsait bölge belirlenerek, Anadolu dışından gelen Türk asıllı göçmenlere tahsis edilmiştir. Bu yüzden 1936 yılında Romanya’dan gelen göçmenler ilçeye bağlı Koyunevi, Yazıtepe, Ayvalı Köylerine y
erleşmişlerdir. Ayrıca,1938 yılında gelen göçmenler de bugünkü ilçe merkezinin bulunduğu yere hükümetçe yerleştirilmişlerdir. Daha sonra Ceyhan ve Kozan ilçelerinde bulunan Romanya Göçmenleri de İmamoğlu'na taşınmışlardır. İmamoğlu, Romanya ve Bulgaristan dan gelen göçmenlerin ve çevre İlçe ve köylerden gelen Yerli halkın yerleşmesiyle, İmamoğlu'nun nüfusu artmış ve İmamoğlu daha sonra kendisine bağlanacak olan, o sıralar Kozan'ın mahallesi durumundaki Koyunevi Köyü’ nün bir mahallesi olmuştur. Koyunevi Köyü’nün bir mahallesi iken,1940 yılında köy tüzel kişiliğine kavuşmuştur. Böylece önce mahaalle, sonra da köy olmuştur. İmamoğlu Köyü kurulduktan sonra bir cazibe merkezi haline gelmiş ve 1945 yılında İmamoğlu Pazarı kurulmuştur. Bu pazar, İmamoğlu'nda yaşamı hareketlendirmiştir ve bu yerleşim yeri dikkat çekmeye başlamıştır. 1946 yılından itibaren göçer Yörükleri ile civar köylerde barınan yarı göçebe hayatı yaşayan aşiretler de İmamoğlu’nu mesken tutmuştur. İmamoğlu ilçesi Yörüklerin iskân edildikleri, yerleştikleri bir bölgedir. İmamoğlu köylerinde küçükbaş hayvan yetiştiren köylüler bulunmaktadır. Yörükler'in İmamoğlu'nda kışladıkları, Ramazan ayında teravih namazlarını bir çadırda toplanarak kıldıkları, namaz kıldıran imamın oğlu burada öldüğünden yerin adının İmamoğlu kaldığı anlatılmaktadır. Bir başka anlatımda ise buraya ilk olarak Tokat’tan imam gelip yerleştiği, o öldükten sonra oğlundan "imamoğlu" diye bahsedildiği aktarılmaktadır. Bir başka anlatımda, İmamoğlu isminin, bir imamın oğlu'nun Toroslar’dan doğan Çepelce Deresi üzerinde kurulan köprübaşında inşa ettiği handan geldiği ifade edilmiştir. Çepelce Deresi İmamoğlu ilçe merkezinden geçmektedir ve dere üzerinde köprü bulunmaktadır. İmamoğlu, Adana'ya 45 km uzaklıktadır. İmamoğlu'nun yüzölçümü 424 km²'dir. İlçenin Kuzeyinde Kozan, doğusunda Ceyhan, güneyinde Yüreğir, Batısında Aladağ ilçeleri bulunur. Yerşekilleri genel olarak ovasal özellikler gösterip, tarıma elverişili alüvyonal araziiler ağırlıktadır. İlçenin kuzeyinde karstik yerşekilleri görülebilmektedir. İlçe rakımı 90m olup, kuzeye doüru bu rakam artış gösterebilmektedir. İlçe iklimi, tipik Akdeniz iklimi özelliklerini radikal bir biçimde göstermektedir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Yağışlar yağmur ve dolu şeklindedir. Nüfusun çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla geçinir. İlçenin 18 mahallesi, 1 merkez belediyesi ve 6 mahallesi bulunmaktadır. Adana şehir merkezine 45 km uzaklıktaki ilçenin ana gelir kaynağı tarımdır. 1990 öncesinde ilçe olmadığı için yalnızca toplam nüfus yazılmıştır. İmamoğlu'nun 27 mahallesinin 11'i merkezde bulunmaktadır. Merkez mahallelerinde 21.304 kişi    (% 75) yaşamaktadır. En uzak mahallesi ise 33,8 km uzaklıktaki Uluçınar'dır. Merkez mahalleleri dışında nüfusu en fazla olan, 884 kişi ile Üçtepe mahallesidir. İmamoğlu'nun nüfusu 2017 yılında % 0,88 azalmıştır. İmamoğlu ilçesinin mahallelerinin ilçeye uzaklığı, rakımı ve nüfusu * Km,  Adalet Mahallesi'nde bulunan kaymakamlığa olan uzaklıktır. İlçe ekonomisi büyük oranda tarıma dayalıdır. İlçenin temel gelir kaynağı tarımdır ama sulama sondaj kuyularından sağlandığı için yetersizdir. Tarımsal üretime dayalı imalathaneleri ve küçük ölçekli sanayi tesisleri vardır. Tarım ve hayvancılığın çok önemli olduğu ilçede, üretilen en önemli tarım ürünleri; mısır, buğday, şeftali, zeytin, soya, patates, kekik, nane, ayçiçeği, pamuk, yer fıstığı gibi ürünlerdir. Sulu arazilerde ikinci ekim yapılabilmektedir. Ayrıca örtü karpuzu ve narenciye yetiştirilmektedir. Hayvancılık alanında en önemli faaliyetler, besicilik ve arıcılıktır. İlçede koyun, keçi, sığır yetiştiriciliği yapılmaktadır. Süt Toplama ve Süt İşleme Tesisi, Un fabrikası, yer fıstığı sökme makinesi imalatı, arı kovan üretimi gibi ekonomik faaliyetler, ilçe ekonomisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. İmamoğlu Salı Pazarı, her hafta salı gününde ilçe merkezinde kurulmaktadır. İmamoğlu Salı Pazarı, yörede kurulan en büyük pazar olup, bünyesinde hayvan pazarı, süt ve süt ürünleri pazarı ve mutfak gereçleri pazarı barındırır. Salı günleri 07.00-14.00 saatlari arasında kurulan pazar, yöredeki önemli ticarî platformlardan biridir. Acheron (mitoloji) Akheron veya Akheront, Antik mitolojide yer altı dünyasının, cehennemin ırmağıdır. Aynı zamanda Akherus bataklığından çıkan ve İonia (Yunan) denizine dökülen katranlı bir nehre de verilen addır. Yunan mitolojisinde Acheron bir cehennem (Hades) acı nehridir. Keder ırmağıdır, Hades'deki 5 ırmaktan birisidir. Diğerleri: Cocytus (iniltiler nehri), Styx (nefretin nehri), Pyriphlegethon (ateşin nehri) ve Lethe'dir (unutmanın nehri). Daha sonraki dönemdeki efsanelere göre, Acheron Titanlar Zeus ile savaşırken, Titanlara su taşırdı; ve bu yüzden Zeus ve Olympiyanlar kazandığında onu bir nehire dönüştürdüler. Kharon ölülerin ruhunu, geleneklere uygun biçimde gömülmüş olmaları şartıyla, Acheron'un çamurlu akıntısı üzerinden diğer kıyıya ulaştırır. Aksi takdirde bu ruhlar yakınarak kıyının kenarında dolanıp dururlar ve onların bu yakınmaları ırmağın adında yansır. Bu ırmağın diğer tarafına canlı olarak geçen yalnızca Herakles ve Orpheus olmuştur. Ovidius, ırmağın tanrısını Askalaphos'un babası olarak anar. Ümit Karan Ümit Karan (d. 1 Ekim 1976, Berlin, Almanya) Türk eski millî futbolcudur. Kariyerine, Almanya'da Berlin takımı "Hertha Zehlendorf"da başladı. Hertha Zehlendorf dan sonra Türkiyemspor Berlin'e gitti. Bunu takiben Süper Lig'e geçiş yaparak Gençlerbirliği'nde oynamaya başladı. 2001 yılında ise Galatasaray'a transfer oldu ve yine takımının şampiyonluğa erişmesinde büyük pay sahibi oldu. 2004-2005 sezonunun ikinci yarısında Galatasaray'ın antrenörü Gheorghe Hagi ile anlaşmazlıklar sonucu Borussia Mönchengladbach, Hannover 96 ve DSC Arminia Bielefeld ile sözleşme için masaya oturdu. Ancak Ümit Karan Bundesliga takımlarının tekliflerini geri çevirerek; son anda Büyükşehir Belediye Ankaraspor ile anlaştı. 2005 sezonunun sonuna kadar Ankaraspor için oynayan Ümit Karan, kiralık sözleşmesinin sona ermesiyle tekrar Galatasaray'a döndü. 2005-2006 sezonunda ise tekrar Galatasaray için oynamaya başlayan Ümit Karan, sezon içinde attığı 18 gol ile gol krallığına aday oldu. Ama geçirdiği sakatlık nedeniyle sezonu kapatarak gol krallığına da veda etmek zorunda kaldı. 2006-2007 sezonunun başında takımdaki yerini geri aldı ve Süper Ligi'ndeki 100. golünü 18 Eylül 2006 'da Beşiktaş'a karşı kaydetmiştir. 2006-2007 sezonunda Galatasaray ile UEFA Şampiyonlar Ligi'nde sahaya 3 maçta kaptan olarak çıktı. İngiltere'de oynanan Liverpool-Galatasaray maçında attığı 2 golle dikkatleri üzerine çekti. Fakat takımını mağlubiyetten kurtaramadı. 2009-10 sezon başında Eskişehirspor'a bedelsiz olarak transfer oldu. 31 Mayıs 2012 tarihine kadar Eskişehirspor ile sözleşmesi bulunmaktadıydı. 2011-2012 sezonundan itibaren Eskişehirspor' da sportif direktörlük görevine getirildi. Ümit Karan 2011'de futbolu bıraktı. 2011-12 sezonu önce Eskişehirspor kulübünde Sportif Direktör olarak görev yapmaya başlamıştır. Ümit Karan, 3 Temmuz 2011'de "Şike Yapmak" ve "Teşvik Primi vermek" iddialarıyla gözaltına alındı. Daha sonra savcılık tarafından ifadesi alınan Karan, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. Çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Yaklaşık 5 ay Metris Cezaevinde tutuklu kaldıktan sonra Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önleme Yasası'nda yapılan değişiklikten sonra tahliye edildi. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 Temmuz 2012 tarihinde Ümit Karan'ın "Teşvik Primi vermek" suçunu işlediğine hükmetti. Mahkeme, Ümit Karan hakkında "Spor kulüplerinde ve federasyonlarda görev yapmaktan yasaklama" ve "Stadyumlara giriş yasağı" kararları verdi. Ayrıca Ümit Karan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yapılan sportif yargılamada "Müsabaka sonucunu etkilemeye teşebbüs" gerekçesiyle 2 yıl müsabakalardan men cezası ile cezalandırıldı. 17 Ocak 2014 tarihinde Yargıtay 5. Ceza Dairesi, hakkındaki mahkeme hükmünü bozmuştur. 16 kez Türkiye A millî takımına çağrılan Ümit Karan, 10 maçta forma giymiş ve 3 gol atmıştir. 2005 yılından bu yana Zeynep Karan ile evlidir. Çiftin, Ümit Can isminde bir oğlu vardır. Futboldan men edildikten sonra işletmecilik yapmaya başlamıştır. Acun Ilıcalı'nın davetiyle "Survivor Ünlüler-Gönüllüler" 2013 yarışmasında ünlüler takımında yarışmaya katılmış ve 3. olmuştur. NOT:"Evsahibi olarak Türkiye baz alınmıştır." Paraklit Paraklit veya Faraklit (Latince "Paracletus" ← Yunanca: παράκλητος "Parakletos"), Kitab-ı Mukaddes'in Yunanca metinlerinde (Yuhanna 14, 16) Kutsal Ruh için "beraberinde gelen" anlamında da kullanılan bir sıfattır. Paraklit kelimesi Yuhanna İncili'nin 14:16, 14:26, 15:26 ve 16:7'nci ayetlerinde hristiyanların iddiasına göre Kutsal Ruh'u anlatmak üzere kullanılmıştır. Kelime Yeni Ahit'in bazı İngilizce tercümelerinde "Tesellici" (') ya da "Yardımcı/Tavsiyeci" (') olarak tercüme edilmiştir. Kelime, Antik Yunancada "mahkemede yardım eden kişi" anlamında da kullanılmıştır. Kumran Yazıtları ya da Ölü Deniz Tomarları olarak bilinen metinlerde kelime "Gerçeğin Ruhu" olarak geçer. Hristiyan inancında Kutsal Ruh, Tanrı'nın üç unsurundan birini tanımlamak için kullanılır. Türkçeye savunucu, yardımcı anlamında çevrilebilir. Paraklit, "konsolları veya konforları teşvik eden veya yükselen, dolayısıyla yenilenen veya bizlerin mahkemede savunucusu olan" anlamına gelen Koine Yunanca "παράκλητος" kelimesinden gelir (paráklētos). Paraklit kelimesinin aktif biçimi Yeni Ahit'te bulunmaz ancak Septuagint'te Eyüp 16:2'de çoğul olarak geçer. Ünlü filozof Filon, birkaç kez "paraklitten" "ara bulucu", savunucu anlamında bahsetmektedir. Sözcük daha sonra Helenistik Yahudilik yazıtlarından Hahambun İbranice yazısında geçti. İbranice sözcüğü מְנַחֵם mənaḥḥēm ""Avutan kimse"" olarak geçer. Modern İbranicede, "praklit," avukat ya da hukuk müşaviri, "praklit ha-mechoz" bölge savcısı, "praklitut ha-medina" avukatının eşdeğeri anlamına gelir. Öncelikle İbraniceden, Yunancaya daha sonra da İngilizceye çevri
len yeni ahitte Paraklit danışman, yardımcı, cesaretlendirici , savunucu olarak tercüme edilmiştir. Kilise; Paraklit'i Kutsal Ruh olarak tanımladı. Birinci asrın Yahudi ve Hıristiyan anlayışında, "Paraklit"in Kutsal Ruh'un varlığını ve peygamberliğin yeniden doğuşunu da iddia ettiği savunulmaktadır. Kutsal Ruh vaadi ( Yuhanna 14:15-27) [null 15] «Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz. [null 16]>[null 17] Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu verecek. Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır. [null 18] Sizi öksüz bırakmayacağım, size geri döneceğim. [null 19] Az sonra dünya artık beni görmeyecek, ama siz beni göreceksiniz. Ben yaşadığım için siz de yaşayacaksınız. [null 20] O gün anlayacaksınız ki, ben Babamdayım, siz bendesiniz, ben de sizdeyim. [null 21] Kim buyruklarımı bilir ve yerine getirirse, işte beni seven odur. Beni seveni Babam da sevecektir. Ben de onu seveceğim ve kendimi ona göstereceğim.» [null 22] Yahuda - İskariyot değil - O'na, «Rab, nasıl olur da kendini dünyaya göstermeyip bize göstereceksin?» diye sordu. [null 23] İsa ona şu karşılığı verdi: «Beni seven sözüme uyar, Babam da onu sever. Biz de ona gelir, onunla birlikte yaşarız. [null 24] Beni sevmeyen, sözlerime uymaz. İşittiğiniz söz benim değil, benigönderen Baba'nındır. [null 25] «Ben daha aranızdayken size bunları söyledim. [null 26] Ama Baba'nın benim adımla göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek, bütün söylediklerimi size hatırlatacak. [null 27] Size esenlik bırakıyorum, size kendi esenliğimi veriyorum. Ben size dünyanın verdiği gibi vermiyorum. Yüreğiniz sıkılmasın ve korkmasın. [null 28] Size, 'Gidiyorum, ama yanınıza döneceğim' dediğimi işittiniz. Beni sevseydiniz, Baba'ya gideceğim için sevinirdiniz. Çünkü Baba benden üstündür. [null 29] Bunları size şimdiden, her şey olup bitmeden önce söyledim. Öyle ki, bunlar olunca inanasınız. [null 30] Artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur. [null 31] Ama dünyanın, Baba'yı sevdiğimi ve Baba'nın bana buyurduğu her şeyi yerine getirdiğimi anlamasını istiyorum. Haydi kalkın, buradan gidelim. Bazı Müslüman âlimler, Paraklitin İsa'nın müjdelediği Muhammed olduğunu, yani Yeni Ahit'teki Paraklit kavramı ile aslında "Muhammed"in kastedildiğini iddia ederler. Yeni Ahit'in Yunanca metninde kullanılan Parakletos, Arapçaya tercümesinde iki farklı şekilde tercüme edilir. Arapça Ahmed kelimesi "övülmüş" anlamına gelir. Müslüman yazarlar Yeni Ahit'teki Paraklit'in "övülmüş" anlamındaki Perikletos olabileceğini iddia ederler. Buradan yola çıkarak Muhammed'in Yeni Ahit'te müjdelendiği sonucuna ulaşırlar. Arapçada sesli harflerin olmaması Ahmed, Mahmud isimlerinin de Muhammedin diğer adları olduğu anlamına gelir. "Övülmüş" anlamına gelen Ahmed, Muhammed'in diğer adlarından biridir. İslam'a göre İsa, kendisine gelen vahiyler ile Muhammed'i müjdelemiştir. İslam'da «orijinal "İncil"»in tahrif edildiğine ve bu ayetlerin çıkarıldığına inanılır. Kur'an'da İsa'nın Muhammed'i haber verdiği şu ayette belirtilir: "Bir vakit de Meryem'in oğlu İsâ şöyle dedi: 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın Resulüyüm, önümdeki Tevrat'ın musaddıkı ve benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed'dir.' Sonra o onlara beyyinelerle gelince 'bu apaçık bir sihir' dediler." (Saff: 6) Bu âyet ile ilgili Vahhabi İslâm'ı kabul etmiş olan Muhammed Esed şu yorumda bulunur: ""Bu deyim, Ârâmî Mawhamana isminin veya teriminin tam Yunanca karşılığı olan Períklytos'un ("Çok Övülen") bozulmuş şeklidir. (Ârâmî dilinin, İsa zamanında ve ondan yüzyıllar sonra Filistin'de kullanılan ve Yeni Ahit'in şimdi ortada bulunmayan orijinal metinlerinin dili olduğu hatırlanmalıdır.) Períklytos ile Paráklêtos'un fonetik olarak birbirlerine yakınlığı karşısında, tercümanların yahut, daha büyük bir ihtimalle sonraki tarihlerdeki yazıcıların bu iki ifadeyi nasıl karıştırdıklarını anlamak kolaylaşır. Hem Ârâmî Mawhamana, hem de Yunanca Períklytos'un ikisinin de hamide ("övdü/hamdetti") fiilinden ve hamd ("övgü") isminden türetilmiş olan Son Peygamber'in iki ismi Muhammed ve Ahmed ile aynı anlamı taşımış olmasının önemi büyüktür."" Modern Hıristiyan kaynakları İsa'nın Grekçeyi de çok iyi konuştuğunu belirtir. İncillerin İsa'ya indirilen "orijinal İncil" olmadığını ve büyük ölçüde sonradan ekleme ve çıkartmalar yapılarak yazılmak suretiyle tahrif edildiğini iddia eden İslâm inancı, Paraklit'in kimliğini de günümüz Hıristiyanlığının açıkladığı şekliyle kabul etmemektedir. David Benjamin Keldani (1928) gibi birkaç yorumcu, kullanılan orijinal Yunanca kelimenin, Arapça Ahmed (Muhammed'in başka bir adı) olarak gösterilen, ünlü, şahane veya övgüye değer olan periklitos olduğu teorisini savunanlardandı. Ahmed Deedat'a göre, Paraklit'e incillerle ilgili yapılan tüm referanslar Muhammed'e uyar. Örneğin, Deedat Yuhanna İncili'nin 16:7 sayılı ayetinden hareketle, Paraklit'e yalnızca İsa ayrıldıktan sonra ulaşılacağını belirtir. Pierre-Simon Laplace Pierre-Simon (Marquis de) Laplace (23 Mart 1749 – 5 Mart 1827), Fransız matematikçi ve gökbilimci. Astronom ve matematikçi olduğu kadar çok üstün bir yazma tekniğine de sahipti. Bu yüzden, kolayca görülür deyimi dışında onun eserleri de eksiksizdi. On sekizinci yüzyılda, iki Fransız Lagrange ve Laplace birçok yönüyle zıttılar. Laplace, fizik, matematik grubuna; Lagrange ise kuramsal matematik grubuna giriyordu. Lagrange, bütün bunların matematikten başka bir şey olmadığını söylüyordu. Laplace ise, matematiği kullanılan bir alet gibi görüyordu. Aslında Laplace her ikisini de yapıyordu. Örneğin, potansiyel kuramın önemi matematik yönüyledir. Sınır değer problemleri yine aynı değerdedir. Bunun gibi olan çalışma örnekleri arttırılabilir. Laplace, 1785 yılında Akademinin sürekli üyesi seçildi. Sağlam ve karakterli bir yapısı vardı. Askeri okula giriş sınavında Napolyon Bonapart'ı (1768 -1821) imtihan etmişti. Daha sonra Napolyon onu siyasetin çamuruna ve bataklıklı sularına sürükleyecekti. Gerek Laplace ve gerekse Lagrange ihtilalin dışında kalmadılar. Newton son yıllarını siyasette geçirdiği gibi, Laplace da onu yenmek amacıyla siyasete atıldı. Napolyon ona içişleri bakanlığını verdi. Laplace, oldukça oynak fikirli davranışlarda bulunuyordu. Napolyon devrinin bütün nişanları göğsünü süslüyordu. Kötü bir yöneticiydi. Zaten içişleri bakanlığı görevini ancak altı hafta sürdürebilmiştir. Napolyon'la beraber onun da siyasi hayatı sona ermiştir. Laplace'ın en iyi tarafı, matematik çalışan gençleri tutar ve onlara yardım ederdi. Laplace'ın bulunduğu bir toplantıda, Biot adlı bir genç matematikçi Akademide bir çalışmasını okur. Toplantı bittikten sonra Biot'u bir kenara çeken Laplace, cebinden çıkardığı ve sararmış kâğıtları göstererek, aynı keşfi kendisinin yıllar önce elindeki. kâğıtların eskiliğinden de anlaşılacağı üzere, bulduğunu ve yayınlamadığını gizlice söyler. Laplace, Biot'a bunu kimseye söylemeyeceğini ve çalışmasını çekinmeden yayınlamasını içtenlikle istemiştir. Bu onun, binlerce olumlu davranışlarından biridir. Laplace, matematik araştırmaları yapan gençleri manevi evladı gibi görür ve onlara kendi öz çocukları gibi yakınlık gösterirdi. Laplace'la Lagrange, gerek zamanlarında gerekse onlardan sonra gelenler tarafından olsun çok karşılaştırılmışlardır. Bazıları Lagrange'ı tutmuş ve onu göklere yükseltmiştir. Bazıları da Laplace'ı tutup övmüştür. Aslında böyle bir karşılaştırmaya ve ayırt etmeye hiç gerek yoktur. İkisi de matematikte ölümsüz buluşlar yapmışlardır. Laplace, son günlerini Paris yöresinde Arcueil'de geçirmiş, kısa bir rahatsızlıktan sonra 5 Mart 1827 tarihinde yetmiş sekiz yaşında ölmüştür. Marcus Tullius Cicero Marcus Tullius Cicero (d. MÖ 3 Ocak 106 - ö. MÖ 7 Aralık 43), (Latin) Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar. Felsefe öğrenimini, Epikürosçu Phaedros, Stoacı Diodotos ve Akademi'ye bağlı Philon'dan almış olan Cicero'nun önemi, Yunan düşüncesini daha sonraki kuşaklara aktarmasından oluşur. Bilgi kuramı açısından, kesinliğe bağlanmak yerine olasılıkların yolunu izlemeyi yeğleyen, buna karşın ahlak alanında, dogmatik bir tavır sergileyip, Stoacılara ve bu arada Sokrates'e yönelen Cicero, Latincenin felsefe dili olarak gelişmesine katkı yapmış ve bu arada, dinsel görüşleri açısından daima agnostik kalmıştır. 3 Ocak MÖ 106 yılında Arpinum'da doğmuştur. Çocukluğundan itibaren harika bir öğrenci olmuş, eğitime olan tutkusu ve sevgisi ile ünlenmiştir. Yoğun bir hukuk öğrenimi görmüş, daha sonraları ise edebiyat ve felsefeyle daha çok ilgilenmeye başlamıştır. Savaşı hiç sevmezdi, yine de orduya katıldı. Mahkemelere başkanlık yaptı, ünlü ve başarılı bir hukukçu oldu. Daha sonraları ise konsül oldu, daha önce ailesinden hiçbir kimse konsül olmamıştı, yani o bir homo novus idi. MÖ 60 yılında Sezar, ilk Triumvirliği başlattı. MÖ 58 yılında Publius Clodius Pulcher'in koyduğu yasa ve aralarında gelişen sürekli muhalefet yüzünden İtalya'yı bir yıllığına terk etti. MÖ 50'li yıllarda, Cicero popülist Milo'yu Clodius'a karşı destekledi. Sonra 50'li yılların ortasında Clodius, Milo'nun gladyatörleri tarafından Via Appia'da öldürüldü. Cicero, Milo'yu savundu, bariz kanıtlar yüzünden pek başarılı olduğu söylenemez. Nitekim Milo sürgüne gitti ve uzun bir süre Marsilya'da yaşadı. MÖ 50 yılında Sezar ile Pompey arasındaki gerilim iyice artmıştı, Cicero bu yıllarda Pompeius'in tarafını tuttu, yine de Caesar'ın düşmanı olmak istemiyor buna göre daha yumuşak bir politika izliyordu. MÖ 49 yılında Caesar İtalya'yı işgal ettiğinde, Cicero kaçmak zorunda kaldı. Daha sonraları Caesar onun geri dönmesi için ikna etmeye çalışınca, Cicero İtalya'yı terk ederek Selanik'e gitti. MÖ 48 yılında Pompeius taraftarlarıylaydı, bu dönemde onlarla arası açıldı, Ceasar'ın Pharsalus'daki zaferinin ardından Roma'
ya geri döndü. Caesar'ın hükümranlığı altında sesini çıkarmadı, yazılarına konsantre olmuştu. MÖ 45 yılının Şubatında kızı Tullia öldü. Hayatı boyunca bu şoktan kurtulamadı. MÖ 44 yılında Caesar öldürüldü. Bu dönemde popülaritesi arttı; Senato'nun en güçlü, en sözü geçer adamı haline geldi. Sezar'dan sonra giderek güçlenen Marcus Antonius'yi sevmiyordu. Yine de Marcus Antonius ve Cicero dönemin en güçlü iki adamı olarak diğerlerinden daha öne çıkıyordu. Caesar'ın veliahtı Octavianus İtalya'ya varınca, Cicero Antonius'a karşı onu savunmaya başladı. Sürekli Antonius'u eleştiriyor, Octavianius'u ise övüyordu. Senatus'u da Antonius'a karşı kışkırtmıştı. Cicero'nun ününün doruğuydu bu dönemler. Zamanla Cicero'nun Antonius'a olan kini arttı, kafasındaki plan hem Octavianus hem de Antonius'u aradan çıkarmaktı. Ama bu ikisi Lepidus ile beraber ikinci Triumvirliği kurunca, Cicero'u devlet düşmanı ilân ettiler. Cicero kaçtı, fakat yakalandı. MÖ 43 yılının 7 Aralık günü başı kesilerek idam edildi. Başı Forum Romanum'daki Rostra'da halka teşhir edildi, elleri ise Senato binasının kapısına çivilendi. Hiç kuşkusuz Cicero'yu bu kadar büyük ve ünlü kılan özelliği onun inanılmaz hatipliği idi. Toplam 88 konuşması kayda geçirilmiş, bunlardan sadece 58'i bugüne ulaşabilmiştir. NOT: Cicero Klasik Latince'de "Kikero" şeklinde, Caesar ise "Kayzar" şeklinde okunur. Latince bir ismin İngilizce'de farklı, Fransızca'da farklı, İspanyolca'da farklı yazılıp, farklı telaffuz ediliyor olması oldukça kafa karıştırıcı olacağından insan, ülke ve şehir adlarının asıllarındaki gibi yazılması ve okunması olabilecek en uygun ve akademik yöntemdir. Gaspard Monge Gaspard Monge, comte de Péluse (d. 10 Mayıs 1746, Beaune - ö. 28 Temmuz 1818, Paris), Fransız matematikçi. Tasarı geometrisini büyük oranda kendisi kurdu. Metrik sistemin hayata geçirilmesine yardım etti. Soyut matematikte diferansiyel geometrinin babası olarak kabul edilebilir. École Polytechnique' in kurulmasında yer alan kişilerden biri idi. Tüylü huş Tüylü huş ("Betula pubescens"), huşgiller (Betulaceae) familyasından 25 m'ye kadar boylanabilen sık dallı, beyaz gövdeli bir huş türü. Dalları yukarı doğru sarkık değildir. Yeni sürgünler tüylüdür. Yapraklar önce tüylüdür. Elips ve yumurta biçiminde, 3–5 cm uzunlukta, ucu fazla sivri değildir. Yaprak kenarları katlı dişlidir. Yaprak sapı tüylüdür. Yapraklarında "Betula pendula" gibi reçine bezeleri bulunmadığından, bunların yaprakları yapışkan değildir. Erkek çiçekler silindirik, 4–6 cm uzunlukta, dişi çiçekler 2,5 cm uzunluktadır. Meyve yumurta biçiminde ve küçük kanatlıdır. Verimli ve nemli toprakları sever. Sulak ve bataklık çevrelerinde yetişebildiği gibi nispeten kumlu topraklarda da yetişebilir. Soğuğa dayanıklıdır. Türkiye'de kuzeydoğu Anadolu'da doğal olarak bulunur. Jean-Baptiste Joseph Fourier Jean Baptiste Joseph Fourier (21 Mart 1768, Auxerre, Fransa - 16 Mayıs 1830, Paris), Fransız matematikçi ve fizikçi. Bir terzinin oğlu olarak dünyaya gelen Jean Babtiste Joseph Fourier, henüz dokuz yaşındayken hem annesini ve hem de babasını yitirince Auxerre'deki askeri okula gönderildi. Fourier kendisini bu okulda çok iyi bir şekilde yetiştirdi. On iki yaşındayken yazdığı dini yazıları, Paris kiliselerinde okunuyor ve benimseniyordu. Güç beğenen, titiz, inatçı, hırçın, sert bir karakteri vardı. Fourier, Saint-Benoit manastırına gitti. Subay olmayı istemesine karşın terzi oğluna subaylık diploması verilmediğinden, askeri papaz olmayı seçmişti. Eski arkadaşları Fourier'yi Auxerre'e çağırdılar ve onu matematik öğretmeni olması yönünde ikna ettiler. 1789'da ihtilal patlak verdiğinde yirmi bir yaşında idi ve denklemlerin sayısal çözümüne ait bir çalışmayı Akademiye sunuyordu. Fourier, École Normale'in matematik kürsüsüne öğretmen olarak atandı. Fourier, 1787 ile 1794 yıllarını orta dereceli okullarda öğretmenlik yaparak geçirdi. Fransız devrimi sırasında önemli görevler aldı. 1794'de bir ara hapse girdi. Hapisten çıktıktan sonra, École Normale'de ve École Polytechnique'te matematik öğretmenliği yaptı. Denklemler kuramı ve uygulamalı matematikte bazı araştırmalarda bulundu. Fourier serilerini ve Fourier analizini oluşturdu. 1798 yılında Napolyon Mısır'a giderken, Fourier'yi de yanına aldı ve onu bilim heyetinin başına atadı. Yukarı Mısır'da araştırma yapma, kayıtları, yazıları inceleme ve tapınaklarda araştırma yapmalarını istedi. 1801 yılında Mısır'dan Fransa'ya dönen Fourier'ye Napolyon tarafından yöneticilik görevleri verildi. 1803 yılında Baron unvanını aldı. Isı taşınımının matematiksel esasları üzerine araştırmalar yaptı. En önemli çalışması ""Isının Analitik Kuramı"" adlı yapıtıdır. Bu yapıtı 1807 yılında Akademiye sundu. Eser çok tartışıldı ve beğenilmedi. 1812 yılındaki ödül için başka bir çalışma sunması istendi. Fourier bu ödülü aldı. Fakat daha önce sunduğu çalışmasının dönmesine çok kırıldı. Onun tartışmasız olan eseri, halen yaşayan Fourier analizidir. 1807 yılında kaleme aldığı eseri nihayet 1822 yılında yayımlandı. Fourier'nin ısı iletimi konusundaki araştırmalarının, fizik ve matematiğin gelişimine büyük katkıları olmuştur. İktidarların sürekli el değiştirmesi ve karşılıklı ihtilaller Fourier'yi güç durumlara soktu. Bu çalkantılı dönemlerden sonra eşyalarını rehine verecek kadar kötü durumlara düştü. İstatistik Bürosuna müdür olarak atandı. 1816 yılında Akademiye üye seçilmesine hükümet karşı koydu. Ancak ertesi yıl üye seçilebildi. 16 Mayıs 1830'da bir kalp hastalığından (bazılarına göre de damar çatlamasından) öldü. Hatmehit Mısır mitolojisinde, Hatmehit bir balık-tanrıçadır. Nil deltasında, özellikle Mendes çevresindeki insanlar ona tapınırlardı. Osiris kültü ortaya çıktığında, Mendes civarında yaşayan insanlar onu Osiris'in eşi, Horus'un annesi olarak kabul etmişti. Daha sonraki dönemlerde ise, Osiris'in karısı ve Horus'un annesi olan tanrıça İsis içinde eriyip ayrı bir tanrıça olarak bu özelliklerini kaybetti. Pavlus Hristiyanlığı Pavlik kiliseler (Elçisel Kilise), Ferisi misyoner Pavlos tarafından 2. Misyon Gezisi ve sonrasında kurduğu teslis kiliseleri. Bunlar arasında ilk olanlar Anadolu'daki Hristiyanlığın ilk yedi kilisesidir. Pavlik Kilise; Hristiyan Müjdeci, Peygamber ve Tanrı tarafından Elçi atanan Tarsuslu Pavlus'un, Kudüs ve Antakya merkezlerinden yola çıkarak, Anadolu, Doğu Avrupa ve Roma'ya yaptığı geziler sırasında Hristiyanlığı insanlığa vaaz etmesi sonucu kurulan kiliselerdir. Aslında Hristiyan tarihinde bu kiliselere elçisel kiliseler denmektedir. Elçisel kiliseler mevcut kiliselere temel teşkil etmiştir. Pakhet Pakhet; Mısır mitolojisinde, çöl tanrıçası. Beni Hasan civarında ona tapılırdı. Form olarak; birbirine benzeyen Bast ve Sekhmet tanrıçalarının, birleşmiş, kaynaşmış bir versiyonudur. Orta Hanedan döneminde ortaya çıkmıştır. Ve Beni Hasan'daki Speos Artemidos tapınağının etrafı kedi mezarlarıyla çevrilidir. Adrien-Marie Legendre Adrien-Marie Legendre (18 Eylül 1752, Paris - 10 Ocak 1833, Paris), Fransız matematikçidir. Adrien-Marie Legendre zengin bir ailenin 18 Eylül 1752 tarihinde Paris'te doğdu. Paris'te Collège Mazarin'in eğitim aldı ve 1770 yılında fizik ve matematik tezini savundu.Adrien Marie Legendre, 1775 ile 1780 yılları arasında, Paris Askeri okulunda matematik dersleri verdi. 1787 yılında, Paris Gözlemevi ile Greenwich Gözlemevi arasında kurulacak jeodezi bağlantısında görev aldı. Fransız İhtilali sırasında, metre sisteminin kabul edilmesini ve girişilen jeodezi işlemlerinin hazırlıklarına katıldı. Bu fırsatı değerlendirerek, o zamana kadar uygulanan tüm yöntemleri yeniledi. Daha sonra, trigonometri alanında önemli teoremler ileri sürdü. Özellikle küresel üçgeni düzlem olarak düşünüp açılarda bazı düzeltmeler yaparak alanını hesapladı. 1784 yılında, ""Gezegenlerin Şekli üstüne"" adlı bir inceleme yazısında, kendi adıyla anılan çokterimlileri ortaya attı. 1794 yılında ""Geometrinin Temel Bilgileri"" adlı eseri yayınlandı. Bu eserde, Öklid postülatını ispatlamak için çok çeşitli ve yeni yollar denedi. Bununla birlikte, Euclidean olmayan geometrilerin ortaya çıkmasıyla, Legendre'nin bulduğu sonuçların geçerliliği yeniden tartışma konusu oldu. 1798 yılında ""Sayılar Kuramı"" adlı eseri yayınlandı. Bu kitabında, ikinci dereceden kalanların karşıtlığı kanunu gibi ilgi çekici sonuçlar yer alır. Yine de en değerli eseri, 1825 ile 1832 yılları arasında hazırladığı ""Eliptik Transandantlar Kuramı"" adlı inceleme kitabıdır. Bu eserde, eliptik integrallerden hareket ederek ustaca bir çözümlemeyle bu integralleri kendi adıyla anılan üç şekle indirgemeyi başarmıştır. Legendre'nin bu alandaki araştırmaları daha sonra Abel ve Jacobi'nin çalışmalarıyla tamamlandı. Legendre'nin, kırk yılın üstünde çalışmayla elde ettiği sonuçları, Abel oldukça kısa ve kesin bir yolla elde ediyordu. Legendre'nin hem matematiğe ve hem de matematikçilerin yetişmesinde önemli hizmetleri vardır. Bazı matematikçiler onun kitaplarından ilham almışlardır. 1833 yılında Paris'te ölen Legendre, Abel'in öncülerinden biriydi. Onun çalışmalarının çoğuna başkaları tarafından mükemmellik getirildi: o Galois teori'sinden ilhamla polinomların kökleri üzerine çalıştı ; Abel'in eliptik fonksiyonları üzerine çalışmaları Legendre üzerine inşa edilmiştir ; Gauss'un istatistik ve sayılar teorisindeki bazı çalışmalarını Legendre tamamladı.O doğrusal regresyon,sinyal işleme, istatistik, ve eğri uydurma da geniş bir uygulamaya sahip en küçük kareler metodunu geliştirdi; Bu kuyrukluyıldızların yollarında kitabının bir eki olarak 1806 yılında yayımlandı.Günümüzde kullanılan "en küçük kareler yöntemi" Fransızca "méthode des moindres carrés" doğrudan bir ötelemede kullanılır  O üstel "n" = 5 için 1830 içinde Fermat'ın son teoreminin bir kanıtını verdi , Ayrıca 1828'de,Lejeune Dirichlet ile kanıtlanmıştır. sayı teorisinde, o sanı karesel karşılıklılık kanunu ,sonradan Gauss tarafından kanıtladı; Buna bağlı olarak, Legendre sembolü adı ithaf edildi.Ayrıca asalların dağılımı ve sayı teorisine an
alizin uygulanmasına ilişkin öncü çalışmalar yaptı. O'nun 1798 Asal sayı teoreminin sanısı Hadamard ve de la Vallée-Poussin tarafından 1896'da titizlikle kanıtlandı. Legendre eliptik integrallerin sınıflandırılması dahil eliptik fonksiyonları üzerinde etkileyici bir miktarda çalışma yaptı, ancak Jacobi fonksiyonlarının tersleri çalışması ve tamamen sorunu çözmek için dahi Abel vuruşunu yaptı.O Legendre dönüşümünü bildiği için, Lagrangiyandan Hamiltoniyene klasik mekanik formülasyonunun kullanımına gider.Termodinamikte ayrıca entalpi ve Helmholtz ve Gibbs iç enerjisinden (serbest) enerji elde etmekte,ayrıca Legendre polinomlarının ismini veren, solutions to Legendre'nin diferansiyel denklemi çözümlerinde, fizik ve mühendislik uygulamalarında sıklıkla ortaya çıktığı,"örneğin" elektrostatik'te kullanılır.Legendre en iyi 1794 yılında yayınlanan ve yaklaşık 100 yıldır konuyla ilgili önde gelen temel bir metin olan "Éléments de géométrie", yazarı olarak bilinir. Bu metin büyük ölçüde yeniden düzenlenmiş ve Öklid'in elemanlarından daha etkili bir ders kitabı oluşturmak için gelen önermelerin pek çoğu basitleştirilmiştir. Iki yüzyıl boyunca, 2005 yılında hatanın bulunması yılına kadar, kitaplar, resimler ve yazılar matematikçi Legendre'yi yanlışlıkla karanlık Fransız politikacı Louis Legendrenin(1752–1797) ni göstermiştir.Taslağın hata ile sadece "Legendre" etiketli olduğu gerçeği ortaya çıktı. Legendre bilinen tek portresi, son zamanlarda ortaya çıkarılan, 1820 kitapta bulunan "Album de 73 portraits-charge aquarellés des membres de I’Institut", Fransız sanatçı tarafından Paris'teki Institut de France yetmiş üç üyeden karikatürlerinin bir kitap Julien-Leopold Boilly , aşağıda gösterildiği gibi:: Mısır Çarşısı Mısır Çarşısı, Eminönü'nde Yeni Camii'nin arkasında ve Çiçek Pazarı'nın yanındadır. İstanbul'un en eski kapalı çarşılarından biridir. Aktarlarıyla meşhur bu çarşıda halen tabii ilaçlar, baharat, çiçek tohumları, nadir bitki kök ve kabukları gibi eski geleneğine uygun ürünlerin yanı sıra; kuruyemiş, şarküteri ürünleri, değişik gıda maddeleri satılmaktadır. Mısır Çarşısı pazar günleri de açıktır. Bizans zamanında "Makro Envalos" adında bir çarşının aynı yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir. Bugünkü yapı, 1660 yılında Turhan Sultan tarafından Hassa baş mimarı Kâzım Ağa'ya yaptırılmıştır. Önceleri "Yeni Çarşı" ya da "Vâlide Çarşısı" olarak anılan ve rivâyete göre Mısır'dan alınan vergilerle inşâ edilen çarşı, 18. yüzyıldan sonra bugün bilinen adıyla anılmaya başlanmıştır. 1691 ve 1940'ta iki büyük yangın tehlikesini atlatmıştır. Çarşı, son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiştir. Yeni Cami'nin yanında yer alan L şeklindeki yapının altı kapısı bulunmaktadır. Bunlardan biri Haseki Kapısı'dır. Bunun üstündeki kısım iki katlı olup üst katta zamanında mahkeme olup esnafın kendi arasında ve halkla sorunları çözülürmüş. Kapalıçarşı Kapalıçarşı, İstanbul kentinin merkezinde Beyazıt, Nuruosmaniye ve Mercan semtlerininin ortasında yer alan dünyanın en büyük çarşısı ve en eski kapalı çarşılarından biridir. Kapalıçarşı'da yaklaşık 4.000 dükkân bulunmaktadır ve bu dükkânlarda toplam çalışan sayısı yaklaşık 25.000'dir. Gün içerisindeki en yoğun zamanlarında içinde yarım milyona yakın insan barındırdığı söylenir. Yılda 91 milyon turisti ağırlayan çarşı, dünyanın en fazla ziyaret edilen turistik mekanıdır. Kapalıçarşı'nın çekirdeğini oluşturan iki bedestenden İç Bedesten yani Cevahir Bedesteni müellifler arasında tartışmalı olmakla beraber büyük olasılıkla Bizans'tan kalma bir yapı olup 48 m x 36 m ölçülerindedir. Yeni Bedesten ise 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Kapalıçarşı'nın ikinci önemli yapısıdır ve Sandal Bedesteni olarak anılmaktadır. Burada bir yolu pamuk bir yolu ipekten dokunan ve Sandal adı verilen kumaş satıldığı için Sandal Bedesteni ismi verilmiştir. Fatih Sultan Mehmet'in Kapalıçarşı'nın inşaatına başladığı yıl olan 1460 Kapalıçarşı'nın kuruluş yılı olarak kabul görmüştür. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiştir. Dev ölçülü bir labirent gibi, 30.700 metrekarede 66 kadar sokağı, 4.000 kadar dükkânı ile Kapalıçarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir. Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür. İçinde son zamanlara kadar 5 cami, 1 mektep, 7 çeşme, 10 kuyu, 1 sebil, 1 şadırvan, 24 kapı, 17 han bulunmaktaydı. 15. yüzyıldan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alışveriş merkezi haline gelmiştir. Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının (manifaktür) sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi. Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşya, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalıçarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri değişikliğe uğramıştır. Bütün dükkânların genişliği aynı olacak şekilde inşa edilmiştir. Her sokakta ayrı ürünün ustaları loncalar halinde bulunurdu (yorgancılar, terlikçiler vs.) Satıcılar arasında rekâbet kesinlikle yasaktı. Hatta bir usta, tezgâhını dükkânın önüne çıkarıp kalabalığa göstererek ürün işleyemezdi. Ürünlere devletin belirlediğinden yüksek fiyat konulamazdı. (bkz. Narh) Eskiden esnafa olan güven duygusu halkın birikmiş parasının, bir banka gibi onlara verilmesine ve işletilmesine neden olurdu. Günümüzde birçok sokaktaki dükkânlar fonksiyon değişikliğine uğramıştır. Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmıştır. Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkânları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur. Oldukça küçük olan bu dükkânlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar. Kapalıçarşı renk ve atraksiyon olarak her ne kadar eski canlılığını koruyor ise de, 1970'li yıllardan itibaren İstanbul’u ziyarete gelen turist gurupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük kuruluşlar tarafından sağlanmaktadır. Haliç kıyısındaki Mısır Çarşısı da daha küçük ölçüde bir kapalı çarşıdır. Galata semtinde 15. yüzyılda kalma diğer bir küçük kapalı çarşı da halen kullanılmaya devam etmektedir. Kapalı Çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır. Esnaf, ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çağırır. Çarşı girişinde gelişen konforlu, büyük mağazalar Türkiye’de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen hemen bütün eşyaları satışa sunmaktadır. El halıları ve mücevherat geleneksel Türk sanatının en güzel örnekleridir. Bunlar kalite ve orijin belgeleri ile satılır ve dünyanın her tarafına garantili gönderme yapılır. Halı ve mücevheratın yanında meşhur Türk işi gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik ve dekoratif eşya, seramik, oniks ve deriden mamul, üstün kaliteli, Türkiye hatıraları zengin bir koleksiyon oluştururlar. Batılı yazarlar, seyahatname ve anılarında Kapalıçarşı’ya geniş yer ayırmışlardır. İstanbul'un önemli turistik yerlerinden biridir. Pinokyo (kitap) Pinokyo (Özgün adı: "Le avventure di Pinocchio"), İtalyan yazar Carlo Collodi'nin çocuk romanı. Dünya çocuk edebiyatının başyapıtlarından birisidir. Carlo Collodi’nin 1881 yılında yazdığı ve bir çocuk gazetesinde tefrika olarak yayımladığı eser, gördüğü ilgi üzerine 1883’te kitap olarak basıldı. Pinokyo, ilk önce tefrika edildiği gazetenin ressamı Ugo Fleres tarafından resimlenmiş; kitap olarak ilk baskısında ise Pinokyo’yı Enrico Mazzanti resimlemiştir. Çocuklar düşünülerek yazılan bir roman olması bakımından tarihi bir önem taşıyan eser, modern çocuk edebiyatının ilk örneklerindendir. Romanın bel kemiğini, “"Yalan söylemek, bir çocuğun sahip olabileceği en kötü huydur"" ifadesi oluşturur. Pinokyo, küçük bir çocuğa dönüşen bir kukladır; fakat bu kukla akıllı uslu bir çocuk olma niyetine rağmen, daha önceki yaramazlık, tembellik, umursamazlık ve muziplik alışkanlıklarını bırakamaz; bu alışkanlıklar onun başına olmadık işler açar. Roman birçok kez filme alındı, sahnelendi, animasyon ile canlandırıldı. Eserin evrensel başarısı, Walt Disney'in Pinokyo'yu film kahramanı yapmasıyla (1939) daha da arttı. Birçok yayınevi, adı bilinmeyen yazarlara "Pinokyo’nun Sırrı, Pinokyo’nun Arkadaşı, Pi­nokyo Afrika’da" gibi isimlerle pek çok Pinokyo kitabı yazdırmıştır. Türkçeye pek çok kez çevrilen eserin ilk çevirisi 1944 yılında Ragıp Önel tarafından gerçekleştirilmiştir.. Yaşlı ve yalnız bir marangoz olan Gepetto usta, bir kütükten kukla yapar ve ona Pinokyo ismini verir. Pinokyo, etten kemikten olmasa da tahtadan bir çocuk haline gelir; Gepetto onu evladı olarak benimser, onu okula gönderir. Yaramaz bir çocuk olan Pinokyo, babasının sözünü dinlemez, okuldan kaçıp başıboş dolaşır; çevresinin etkisi ile birçok hata yapar, emek vermeden kazanmak ister ve bütün parasını kaybeder. Zor duruma düşünce bir mavi orman perisi yardımına yetişir, ona ilgi ve şefkat gösterir. Pinokyo periye yalan söyledikçe burnu uzamakta ve herkes yalan söylediğini fark etmektedir. Babasını aramak için periden ayrılan Pinokyo birçok macera yaşar, iyi bir çocuk olmaya çalışır. Bir gün denizde yüzerken büyük bir köpekbalığı Pinokyo’yu yutar, Pinokyo balığın karnında babası ile karşılaşır. Uzun zaman önce balık tarafından yutulan Gepetto usta artık çok halsizdir. Pinokyo balığın karnını gıdıklayınca huylanan balık, ikisini de kusar ve Pinokyo ile babası eve dönerler. Pinokyo hasta babasına bakar. İyi kalpli, uslu bir çocuk olan Pinokyo, mavi peri tarafından gerçek bir çocuğa dönüştürülür. Titus Burckhardt Titus Burckhardt (Sidi İbrahim - 1908-1984). Doğu ve Batı gelenekleri üzerine yazan İsviçreli yazar. Rene Guenon ve Frithjof Schuon gibi Tradisyonalist ekol içinde yer alan yazarlardan b
iri ve ünlü sanat tarihçisi Jacob Burckhardt'ın yeğeni ve heykeltıraş Carl Burckhardt'ın oğlu olan ve 1.Dünya Savaşı sıralarında ilk okul yıllarını Basle'de Frithjof Schuon ile birlikte geçiren Burckhardt gençken Fas'da yaşayıp geleneksel sanat, düşünce ve kültür üzerine tetkiklerde bulundu. Uzun yıllar kutsal kentlerle ilgili sanat kitapları basan bir Avrupa yayınevinin sanat müdürlüğünü yaptı. Son yıllarında antik ve tarihi Fez şehrinin restorasyon çalışmalarında danışman olarak bulundu. Burckhardt tüm zamanlar ve coğrafyalarda yer alan geleneksel toplumların kalbini teşkil eden evrensel hakikatlar, sanatlar ve bilimler ile ilgili anlayışı yeniden ihya etmek amacıyla çok geniş bir sahada kitap ve makaleler kaleme aldı. Tasavvuf, geleneksel kozmoloji, simya, Hinduizm, Budizm, Taoizm ve İslam estetiği, geleneksel kent mimarisi Burckhardt'ın kitap ve makalelerinde ele aldığı konulardan birkaçını oluşturmaktadır. Burckhardt aynı zamanda İslam düşüncesine ilişkin çok sayıda önemli eserleri Arapça'dan batı dillerine tercüme edip yorumlamıştır. Gandalf Gandalf, J.R.R. Tolkien'in kurgusal Orta Dünya evreninin önemli bir kesitini anlattığı Yüzüklerin Efendisi adlı fantastik üçlemesindeki önemli karakterlerden biridir. Gandalf, bir İstari ya da Orta Dünya büyücüsüdür. Ölümsüz Topraklar'da Gandalf, Olórin adlı bir Maia ruhuydu ve rüyaların efendisi Irmo'nun bahçelerinde (Lorien) yaşıyor ve sık sık merhametli Nienna'yı ziyaret ediyordu. Güneşin üçüncü çağının 1000. yılında Istari ya da Orta Dünya'ya gönderilen 5 büyücüden biri olmak üzere seçildi. Batı dillerinde Gri Gandalf, Elf dilinde Mithrandir ya da "gri gezgin", Cüce dilinde Tharkûn ve Harad dilinde de Incánus adıyla tanınıyordu. Dış görünüşü, büyük bir pelerin ile sivri uçlu bir şapka giymiş ve elinde bir asa taşıyan, sakallı yaşlı bir adam biçimindeydi. Gri Liman'a vardığında Círdan ona, Narya ya da "ateş yüzüğü"nü verdi. Bu yüzük soğumuş, korkmuş bedenlerin ruhunu tutuşturur ve cesaretlendirirdi. İki bin yıldan uzun bir süre boyunca Gandalf, Orta Dünya'da etkisini arttıran kötü güçler ile savaştı. 2941 yılında, Ejderha Smaug'un öldürülmesiyle sonuçlanan Yalnız Dağ Seferi'nin ilham kaynağı oldu. Bu sefer sırasında Gandalf Glamdring adlı kılıcı, Bilbo Baggins ise Tek Yüzük'ü buldu. 3018 yılında Frodo Baggins'in yanına gelen Gandalf, Yüzük Seferi'ni başlattı. Rivendell'de Yüzük Kardeşliği'nin lideri olarak seçildi ve kardeşliği pek çok tehlikeden kurtararak yollarına devam etmelerini sağladı. Bu sırada Khazad-dûm Köprüsü Savaşı'nda, Moria'nın Balrog'u ile yaptığı ölümcül mücadelede kayboldu. Fakat Büyücünün ruhu, hiçbir silahtan zarar görmeyen ve ışık saçan Ak Gandalf olarak dirildi. Böylece Ak Saruman'ın unvanı elinden alınmış oldu. Gandalf bir balrog öldürmesi bakımından orta dünyada farklı bir yere sahiptir. Yüzük Savaşında, Gölgeyele (Shadowfax) adlı atını süren Ak Gandalf her yerdeydi: Rohan Kralı Théoden'in ilham kaynağı, Isengard'da Saruman'ın sonunun hazırlayıcısı ve Minas Tirith kapılarında Cadı Kralın durdurucusu hep o oldu. Yüzük Taşıyıcısı Tek Yüzüğü yokederken, Gandalf Mordor'un Kara Kapısı önünde Batı Ordusunun komutanları ile birlikteydi. Savaştan sonra Gandalf, Aragorn ile Gondor'un yeniden birleşmesini sağladı ve 3021 yılında Yüzük Koruyucularının Son Yolculuğuna katılarak Ölümsüz Topraklara döndü. Büyücü ırkının en önemli temsilcisidir. Yüzüklerin Efendisi'nin sinema filminde bu karakteri Sir Ian McKellen canlandırmıştır. Yuri Yehanurov Yuri İvanoviç Yehanurov () (d. 23 Ağustos 1948) Ukraynalı siyasetçi, Ukrayna eski Başbakanı. 2005-2006 yılları arası görev yaptı. 23 Ağustos 1948'de Saha-Yakutistan'da Uçursk Bölgesi'nin Belkaçi Köyü'nde doğdu. 1963'ten bu yana Ukrayna'da yaşamaktadır. 1963 senesinde Buratya Cumhuriyeti'nin Biçursk Bölgesi'ndeki 8 yıllık Buyskuyu Mektebi'ni bitirdikten sonra Kiev İnşaat Teknik Okulu'nda ve Kiev Kamu Yönetimi Enstitüsü'nde okudu. 2002'den bu yana Ekonomi doktoru adayı, Taras Şevçenko Milli Üniversite'sinde profesör. 1977'de "Onur nişanı" ile ödüllendirilmiştir. Y. Yehanurov'un İnşaat Endüstrisi'nde büyük deneyim sahibidir. Ekhanurov'un iş yaşamı 1967 senesinde çelik - beton panel fabrikası "Kievgorstory No:4"te ustalıktan fabrika müdürlüğüne terfisi ile başlamıştır. 1977 - 1978 seneleri arasında Yehanurov inşaat panelleri fabrikasında sorumlu başkan yardımcılığı yapmıştır. 30 yaşındayken Kiev İnşaat Kompleksi'nin sorumlu başkanlığına getirilmiştir. 1985 - 1988 seneleri arasında inşaat panelleri fabrikasının başkanlığını yapmıtır. Bu üç sene boyunca da Kiev Şehir İnşaat Başkanlığı'nın ekonomik işlerden sorumlu üyesi idi. Yuri Yehanurov Ukrayna'nın bağımsızlığından sonra devlet politikasının, özellikle de ekonomik açıdan şekillenmesinde idari sorumluluklar aldı. 1991 ile 1998 seneleri arasında Ukrayna Devlet Ekonomi Kurulu'nda, Ukrayna Duması'nda, Kiev Vali Yardımcılığı'nda, Ukrayna Ekonomi Bakanlığı Yardımcılığı'nda, Ukrayna Devlet Varlıkları Fonu'nda, Ekonomi Bakanlığı'nda ve KİT başkanlında çalıştı. Yuri Yehanurov Ukrayna'da özelleştirme çalışmalarının ve Ukrayna Devlet Varlıkları Fonu'nun başında bulundu. Onun yönetiminde az yapılan özelleştirme küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin gelişimine katkıda bulunmuştur. 1998'de Yehanurov Jitomir bölgesinden Ukrayna Yüksek Radası'na seçilmiştir. 1999 - 2001 yılları arasında Yuşçenko'nun hükümetinde birinci başbakan yardımcısı olarak bulunmuştur. Yuşçenko'nun hükümetinin sona ermesinden sonra 2001'in Haziran - Kasım ayları arasında Ukrayna Cumhurbaşkanı Sözcü Yardımcısı olmuştur. Kasım 2001 ile Nisan 2002 arasında ise Ukrayna Cumhurbaşkanı tarafında idari reformlar konusunda tam yetkili kılınmıştır. 2002 yılında Bizim Ukrayna blokunun zaferinden sonra Yüksek Rada'nın endüstri ve şirketlerden sorumlu komitede başkanlık yapmıştır. Mart 2005'te Yehanurov Bizim Ukrayna Milli Birliği Partisi'nin yönetim kurulu başkanlığına seçilmiştir. Küçük ve orta büyüklükteki işletmelerinin gelişimi amaçlayan birçok sivil toplum kuruluşlarına liderlik etmektedir. Ayrıca Ukrayna'nın küçük, orta ve özelleştirilmekte olan işletmeler birliğinde başkan ve Ukrayna İşadamları Derneği'nin uzman koordinatördür. 1 Nisan 2005 tarihinde Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko Yuri Yehanurov'u Dnipropetrovsk Bölgesi Valisi, 8 Eylül 2005'te de Ukrayna Başbakan vekili olarak atadı. 22 Eylül 2005'te 450 sandalyeli Ukrayna Parlamentosu'nun 289 lehte oyu ile Yehanurov'un başbakanlığı onaylandı. Yehanurov evlidir ve bir oğlu vardır. Richard Axel Richard Axel (2 Temmuz 1946, New York-...) 2004 Nobel Tıp Ödülü sahibi ABD'li bilim adamı. Kokunun nasıl tanınıp hatırlandığının ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmaları ve sinir sistemine ait önemli bir gen bulmaları nedeniyle Linda B. Buck ile birlikte 2004 Nobel Tıp ve Fizyoloji ödülünü kazanmıştır. Columbia Üniversitesi Howard Hughes Tıp Merkezi'nde çalışmalarını sürdürmektedir. Linda B. Buck Linda Brown Buck (29 Ocak 1947, Seattle- ...) 2004 Nobel Tıp Ödülü Sahibi ABD'li bilim insanıdır. Kokunun nasıl tanınıp hatırlandığının ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmaları ve sinir sistemine ait önemli bir gen bulmaları nedeniyle Richard Axel ile birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü layık görülmüştür. Fred Hunchiston Kanser Araştırma Merkezi'nde çalışmalarını sürdürmektedir. Kupa Kupa şu anlamlara gelebilir Orman Orman, belirli yükseklikteki ve büyüklükteki çeşitli ağaçlar, çalılar, otsu bitkiler, mantarlar, mikroorganizmalar, böcekler ve hayvanlar bütününü içeren, topraklı alanda genellikle doğal yollardan oluşmuş bir kara ekosistemidir. 2000 yılı itibarıyla Dünya'nın toplam ormanlık alanı 3.869 milyon hektar olup ormanlık alanın büyüklüğünün dünyanın toplam kara alanına oranı %29,6 dır. Ormanların birçok çeşidi olup, hepsinin farklı özellikleri vardır. Bu çeşilere örnek olarak Ekvatoral yağmur ormanları, Mangrov ormanları, Tropik yapraklı ormanlar vs. örnek olabilir. Dünyanın en canlı, en kuvvetli ve yayılma kabiliyeti en yüksek olan orman tipidir. Orman ekosistemi bu tipte en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Yüksek sıcaklık ve rutubetin bir araya geldiği yörelerde yağmur ormanı teşekkül etmiştir. Yağış miktarı esas itibarıyla 2000-4000 milimetre arasında değişmekle beraber bazı mıntıkalarda 10.000 milimetreye ulaşır. Ortalama yıllık sıcaklık 20-30 °C arasında değişir. En soğuk ayda 18 °C'nin altına düşmez. Mevsim değişmeleri olmadığından tropik yağmur ormanı ağaçlarında, ilkbahar ve sonbahar odunu meydana gelişi görülmez. Büyük çoğunluğu, daimi yeşil yapraklı ağaçlardan meydana gelen tropik yağmur ormanında ağaçların tepeleri zayıf, dallanma gevşek, gövde şekilleri düzensiz, ağaç kabukları parlaktır. Dallar üzerinde "epiphyte" denen eğrelti, orkide gibi konuk bitkiler, çeşitli sarılıcı ve tırmanıcı bitkiler, ormanın genel görünüşünde büyük rol oynarlar. Tozlaşma, böcekler ve kelebekler yoluyla olur. Tropik yağmur ormanının bazı ağaçları gövde üzerinde de çiçeklenme yapabilirler. Olağanüstü istila edici bir kuvvete sahiptir. Tedbir alınmadığı takdirde yolları, telefon, telgraf gibi yapıları kısa zamanda kullanılmaz hale getirir.Bu orman ekvator bölgelerinde bulunur. Endonezya Takım Adalarında, Hindistan'da, Kamerun sahilinde, Amazon mıntıkasında, Brezilya'nın doğu sahilinde, Karayip Denizi sahillerinde ve adalarında yayılış gösterir. Tropik yağmur ormanları; Mangrov tropik iğne yapraklı ormanlar ve bambu ormanları olmak üzere üç grupta toplanır. Tropiklerde birçok deniz etekleri, kendine has tipik bir orman formasyonu taşırlar. Denizin ilerlemesi halinde (med), yaklaşık 10 ile 20 m arasında boy yapan ağaçların yalnız tepeleri suyun üzerinde kalır. Çekilmesi halinde (cezir) ise ağaç gövdeleri geniş nefes alma kökleri ile birlikte görülür. Tohumun çimlenmesi ve çimlenmeden sonra meydana gelen fidecikler, tohumlar henüz ağaçta iken gelişirler ve biraz büyüyünce çamur toprağa düşerek köklenirler. Bu bitkiler deniz tuzuna dayanıklı bitkilerdir. Muson iklimi etkisi altındaki ağaçlar daimi yeşil, derimsi y
ahut tüylü yapraklar taşırlar. Genellikle Muson ikliminin yaygın olduğu bölgelerde yetişirler. Yazları yeşil yapraklıdırlar, kışları ise yapraklarını dökerler. Muson ormanlarının tipik ağacı teak ağacıdır. Bu ağaçlar yazın aşırı suya, kışın da kuraklığa karşı dayanıklı ağaçlardır. Güneydoğu Asya'da ve Orta Amerika'da, çeşitli çam türlerinin meydana getirdikleri geniş ormanlar, bilhassa dağlık yerlerin fakir topraklarında yaygındır. Ağaç türleri; "Pinus caribaea", "Pinus merkusii", "Callitris podocarpus"tur. Taygalar, ormanda alt tabakanın bir kısmını meydana getirirler. Geniş yayılan rizomları sayesinde sürgün vererek çoğalırlar. Dünya üzerinde 60 cinsine dağılan yaklaşık 700 türü vardır. Boyları 0,15 m ile 30 m arasında değişir. Sert karasal iklimin nemli bölgelerinde görülürler.Görüldükleri yerlere en fazla yağış yazın,en az yağış kışın düşmektedir. Tropik memleketlerin, yazları periyodik kurak ve çok sıcak, kışları yağmurlu iklim mıntıkalarında görülür. Bu orman şeklinin tipik özelliği, yaprak dökümünün sıcak ve kurak mevsime, esas ve vejetasyon zamanında yapraklı durumla kışa rastlamasıdır. Kış ormanı sonbaharda yeşillenir ve ilkbaharda tekrar yaprağını döker. Ağaçların boyları kısa ve büyümeleri çok yavaştır. Hindistan, Afrika ve Güney Amerika'nın geniş sahalarını kaplarlar. Maymun, ekmek ağacı ve şemsiye akasyaları bu vejetasyonun tipik ağaçlarıdır. Arka Hindistan ve Doğu Cava ormanlarının en değerli ağacı, yaprakları (30x50) cm büyüklüğünde olan Tik ağacı(Tectona grandis)'dir. Sert yapraklı orman, yazları sıcak ve yağışça fakir, kışları ılıman, fakat yağışça zengin yörelerde yayılış gösterir. Daimi yeşil yapraklı olması, sert yapraklı ormana çok serin zamanlarda hatta kışın bile fotosentez imkânı verir. Bunun yanında yaz mevsiminin kuraklığı sebebiyle bilhassa kuru topraklarda büyümede bir nevi duraklama periyodu hasıl olur. En tipik ağaç türleri; defne "(Laurus nobilis)", yabani zeytin "(Olea europaea)", mantar meşesi "(Quercus suber)", fıstık çamı"(Pinus pinea)",pırnal meşe "(Quercus ilex)", kermes meşesi "(Quercus coccifera)", "Eucalyptus", adi servi "(Cupressus sempervirens)", kızılçam "(Pinus brutia)", Halep çamı "(Pinus halepensis)" dir. Sert yapraklı ormanın ana mıntıkaları, başta Akdeniz iklim bölgesi olmak üzere dar bir şerit halinde Kalifornia ve Şili'dir. Maki dediği bitki formasyonu da sert yapraklı orman şekli içinde yer alır. Boylu veya bodur çalı görünümündeki maki Akdeniz ve kısmen Karadeniz kıyılarında, denizle dağ etekleri arasında yaygındır. Bulunduğu araziyi örtmesi ve toprağı girift olarak kaplaması erozyonu önleme ve toprak koruması bakımından büyük değer taşır. Makinin başlıca elemanları: Yabani zeytin, defne, mersin, koca yemiş, sandal, funda, sumak, filarya, sakız, zakkum, laden, katırtırnağı, ardıç, ılgın, Keçiboynuzu tur. Kuzey yarı kürenin belirli derecede serin kışlara sahip olan ve yazlarla kışlar arasında mevsim farkları gösteren enlemlerinde görülür. İnce ve yumuşak olan yaprakların sonbaharda dökülmesi kış soğuğundan ziyade, toprağın donması halinde hasıl olabilecek kuraklık tehlikesine karşı alınan bir tedbirdir. Yaz ormanları bilhassa Orta Avrupa'da, yazları zengin yağışlı mıntıkalarda görülür. Türkiye'de, denizden yüksek olmayan yerlerde yaygındır. Yazın yeşil yapraklı ormanın ana türleri; kayın "(Fagus)", meşe "(Quercus)", akçaağaç "(Acer)", ıhlamur "(Tilia)", karaağaç "(Ulmus)", gürgen "(Carpinus)", huş "(Betula)", kısmen de kestane "(Castanea)", ceviz "(Juglans)" ve caryadır. Yayılış sahası, Kuzey yarı kürenin kışları sert, düzenli kar ve don mevsimleri gösteren yüksek enlemleridir. Yaz, kış yeşil iğne şeklini almış olan asimilasyon organları, kısa ve vejetasyon devresinde, sıcaktan en yüksek derecede faydalanmayı mümkün kılar. İğne yapraklı ormanların çoğunda gövdeler devamlı, düz ve dalsızdır. Ağır olmayan gövde odunları, bıçkı kerestesi ve yapı ağacı olarak çok kıymetlidir. Bu orman tipi, Kuzey Avrupa ve Asya'dan Kuzey Amerika'nın kuzeyine kadar, 20 enlem genişliğindeki bir şerit halinde yayılış gösterir. dünyadaki igne yapraklı agaçlar(yapragını dökemeyen agaçlar):göknar,sedir,katran,arakorya,andız,ladin,çam,servi,ardıç,şemsiye agacı,lariks(melez),mazı... Afrika, Güney Amerika ve İç Anadolu'nun yağmurca fakir, kurak mıntıkalarında nehirler boyunca, dar veya geniş şeritler halinde oldukça kuvvetli büyüyen ormanlar meydana gelir ki, bunlara galeri ormanları denir. Tropik bölgelerin geniş, sürekli su altında kalan, bataklık bölgelerinde rastlanır. Florida'nın bataklık servisi ormanları bu ormanlara örnek olarak gösterilebilir. Ormanların yapacak, yakacak ve tali ürünlerle sağladığı değerlerdir. Ormanın ilk bakıştaki faydası, ürünlerin çeşitli iş ve sanayi kollarında hammadde olarak kullanılması veya tüketimi şeklinde göze çarpmaktadır. İnşaatta, kimya ve diğer sanayi kuruluşlarında, madencilik, ulaştırma, bayındırlık gibi ekonomik faaliyetlerde odun hammaddesinin kullanış yerleri gün geçtikçe artmaktadır. Odun hammaddesinin bu derece önem kazanmasının sebebi, sahip olduğu teknolojik vasıflarından ve devamlı üreyebilen; iyi bakıldığı takdirde tükenmez bir kaynağı olmasından ileri gelmektedir. Teknolojinin gelişmesi ve elektrik enerjisi, petrol, maden kömürü gibi çeşitli enerji maddelerinin bulunmuş olmasına rağmen odun, yakacak maddesi olarak önemini sürdürmektedir. Dünya odun üretiminin hemen hemen % 50'si yakacak olarak kullanılmakta ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu oran % 80'e varmaktadır. Ormandan elde edilen tali ürünler, parfümeri, boya, ilaç, dericilik, tecrit malzemesi gibi endüstri kuruluşlarının ham maddesini meydana getirmektedir. Türkiye'de üretilen orman tali ürünlerinin başlıcaları; reçine, sığla yağı, palamut, mazı, defne yaprağı, çam fıstığı, sumak, kestane, ıhlamur çiçeği, mahlep, meyan kökü ve keçiboynuzu vb.dir. Ormanın bu yöndeki hizmetleri, maddi faydaları ile ölçülemeyecek kadar fazladır. Bulundukları yerin iklimini, kara iklim tipinden ılıman iklim tipine yöneltirler. Bu sayede don, kuraklık, aşırı sıcaklık, fırtına gibi zararları önlemek ve azaltmak suretiyle faydalı olurlar. Ormanın etkisi altında kalan sahaların nisbi rutubeti fazla olduğu gibi, akarsu ve kaynakların verimi, düzenli ve devamlıdır. Ormanların tarımı, hayvancılığı, bayındırlık tesislerini koruması; karada ve deniz kıyılarında kumulların teşekkülüne engel olması; bataklıkları kurutmak, havaya saf oksijen vermek, gürültüyü ve hava kirliliğini önlemek suretiyle insan sağlığına yardım etmesi; çeşitli av hayvanlarını barındırıp beslemekle yurdun tabii varlığını ve güzelliğini zenginleştirmesi gibi hususlar kolektif hizmetlerinin başlıcalarını teşkil eder. 2012 yılı verilerine göre Türkiye'deki orman alanı 21.678.134 hektar büyüklüğünde olup, bu oran ülke genelinin %27,6’ sini kapsamaktadır. Ormanlık alanların %99,9' u Devlet mülkiyetindeki ormanlardır. Ormanlarda yaklaşık 150 ağaç türü bulunmaktadır. Ormanlarda yayılış alanı olarak ise en fazla Kızılçam (5.854.673 hektar) yayılış göstermekte, ondan sonra alansal büyüklük sırasına göre Meşe türleri (5.152.562 hektar), Karaçam (4.693.060 hektar), Kayın (1.961.660 hektar), Sarıçam (1.479.648 hektar), Göknar (670.390 hektar), Ardıç (575.315 hektar), Sedir (463.521 hektar), Ladin (334.472 hektar), Kızılağaç (141.119 hektar), Kestane (111.044 hektar), Fıstık çamı (89.028 hektar), Gürgen (19.962 hektar), Ihlamur (11.523 hektar), Dişbudak (9.444 hektar), Kavak (6.547 hektar), Okaliptus (2.528 hektar), diğer türler (101.641 hektar) görülmektedir. Koy Koy, göl, deniz veya okyanusların karaların içine doğru yaptığı görece sığ girinti. Küçük koylar Fırtınalı havalarda deniz taşıtlarına sığınak olurlar. Koy oluşumunda ise direnci düşük çabuk çözülen kayaçlar (Kum,Kil) etkilidir. Koylar genellikle düşük enerjili dalgalar ve genellikle kumsal plajlara sahip alanlardır. Koyları oluşturabilecek çeşitli yollar vardır.Büyük koylar kıta kayması sonucu oluşmuşlardır.Süper kıta olarak gondvana kavisli ve girintili fay hatları boyunca dağıldı,kıtalar birbirinden ayrıldı ve dünyanın en büyük koyları oluşmuştur. Bunlar ; Gine Körfezi,Basra Körfezi,Alaska Körfezi,Meksika Körfezi ve dünyanın en büyük körfezi Bengal Körfezidir. Koyları oluşturan diğer yollar buzul ve nehir erozyonlarıdır.Buzulların oluşturduğu koylar fiyort olarak bilinir.Çoğu koy ise dalga , akıntı ve kıyı erozyonu tarafından oluşturulmaktadır.Yumuşak kayaçlar erozyonun gücünü artırır.Sert kayaçlar var ise burun oluşumuna olanak sağlar. Ayrıca Kaliforniya Körfezi jeolojik süreç tarafından oluşturulan koya örnektir. Niels Henrik Abel Niels Henrik Abel (d. 5 Ağustos 1802, Findø adası/Stavanger - ö. 6 Nisan 1829, Froland), Norveçli matematikçi. Cantor paradoksu Cantor, tamsayılar kümesinin kardinalitesinin reel sayılar kümesinin kardinalitesinden büyük olduğunu, paradokslu olarak söyleyecek olursak, reel sayılar sonsuz kümesinin, tam sayılar sonsuz kümesinden büyük olduğunu ispat etmiştir. Daha genel olarak, verilen bir A kümesinin bütün alt kümelerinin kümesi kuvvet kümesi olmak üzere, bütün kümelerin kümesi (bu kümeye B diyelim) kendi kendisinin kuvvet kümesidir. Kuvvet kümeleri, her zaman onun elde edildiği kümelerden büyüktür. Paradoks verilen bir A kümesinin alt kümeler kümesinin kardinalitesi daima A kümesinin kardinalitesinden büyüktür diye ifade edilmektedir. Paradoksu daha iyi anlayabilmek için bir kümenin kardinalitesi daima kuvvet kümesinin kardinalitesinden küçüktür şeklinde ifade edilen Cantor teoremini göz önüne almak gerekir. Eğer bütün kümeler kümesi B ise bu takdirde B alt kümesinin kardinalitesi B kümesininkinden büyüktür; bununla beraber B kümesi ile B'nin alt kümesi aynı olduğundan dolayı kardinaliteleri aynı olmalıdır. Türkiye'deki fen liseleri listesi Türkiye'de sayısal ağırlıklı öğretim yapan kurumlardan olan fen liseleri; öncelikli olarak, nitelikli bilim insanları yetiştirmek, başarı ve zeka seviyeleri yüksek öğrencileri eğitmek amacıyla kurulmuşlardır. 2003-2004 akademik yılı itibarıyla, Türkiye'de 61 fen lis
esi vardı. 2013 yılında bu sayı 144'e ulaşmıştır. Bu liselerden başlıcaları aşağıda listelenmiştir. Hibernate Hibernate, Java platformunda yazılmış bir ORM (Object/Relational Mapping) aracıdır. ORM, nesne odaklı (object oriented) dillerdeki nesnelerin, ilişkisel veri tabanlarındaki (relational databases) kayıtlara nasıl karşılık geldiğini yürüten bir teknolojidir. NHibernate adında .NET çatısı için yeniden yazılmış bir türevi bulunur. Hibernate gibi ORM araçlarıyla, bir nesneyi veri tabanına kaydetmek, yeni halini güncellemek ve sorgulama yapmak düz SQL bağlantılarına göre çok kolaydır. Örneğin, JDBC ile veri tabanına bir kayıt eklemek için şuna benzer bir kod yazılır: codice_1 Burada, "KAHVE" tablosuna bir kayıt eklenmekte. Böyle bir işlemi Hibernate ile yapmak için: codice_2 kahve, bildiğimiz düz bir Java nesnesidir (POJO). Hibernate gibi ORM araçlarının en önemli faydası, kod yazımını kısaltmak veya kolaylaştırmaktan öte, yazılım bakımını kolaylaştırmasıdır. Veri tabanı temelli uygulamalarda, kodun 1/3´ü veri tabanı erişimine yöneliktir. Veri tabanındaki bir kolonunun tipinin değişmesi, yeni bir kolon eklenmesi gibi değişiklikler, bütün veri erişim kodunu tekrar gözden geçirmeyi gerektirir. Hibernate ile bu gözden geçirmeden çok yüksek oranda tasarruf edilir. Hibernate kullanılan yazılımlarda, veri tabanındaki değişikliklerde yapılması gereken sadece nesnelerle tabloların birbirine nasıl eşleştirildiğinin (mapping) gözden geçirilmesidir. Hibernate, son 3 sene içinde, kurumsal Java uygulamalarında fiilen standart haline gelmiştir. EJB 2.0 sürümündeki Entity Beanler, yeni EJB 3.0 sürümünde Hibernate´e yakın bir API hâline gelmiştir. Betty Blue Betty Blue 1986 yapımı bir Fransız filmidir. Özgün adı Fransızca 37°2 le matin olup "Sabah 37,2 °C" anlamına gelir. Jean-Jacques Beineix'in Philippe Djian'ın aynı isimli romanından sinemaya uyarladığı filmin başrolünü Béatrice Dalle ve Jean-Hugues Anglade paylaşır. Richard Dedekind Julius Wilhelm Richard Dedekind (d. 6 Ekim 1831, Braunschweig - ö. 12 Şubat 1916, Braunschweig), Alman matematikçi. Eduard Kummer Ernst Eduard Kummer 29 Ocak 1810 Sorau'da doğdu (Brandenburg), 14 Mayıs 1893 Berlin'de öldü, Alman Matematikçi. Deniz Öz Savunma Kuvvetleri savaş gemileri listesi Japonya'nın Deniz Öz Savunma Kuvvetleri'ne hizmet etmiş veya hizmet etmekte olan gemiler ve tekneler: 1 Temmuz 1952 - 14 Aralık 1955: İmparatorluk Deniz Kuvvetleri'nden kalma gemiler ve ABD Deniz Kuvvetleri'nden devredilen savaş gemilerinden oluşturduğu dönem Kusu sınıfı (PF): eski USS Takoma sınıfı x 18: Kusu (PF-281): eski USS Ogden (PF-39), Nara (PF-282): eski USS Machias (PF-53), Kashi (PF-283): eski USS Pasco (PF-6), Momi (PF-284): eski USS Poughkeepsie (PF-26), Sugi (PF-285): eski USS Coronado (PF-38), Matsu (PF-286): eski USS Charlottesville (PF-25), Nire (PF-287): eski USS Sandusky (PF-54), Kaya (PF-288): eski USS San Pedro (PF-37), Ume (PF-289): eski USS Allentown (PF-52), Sakura (PF-290): USS Carson City (PF-50), Kiri (PF-291): eski USS Everett (PF-8), Tsuge (PF-292): eski USS Gloucester (PF-22), Kaede (PF-293): eski USS New port (PF-27), Buna (PF-294): eski USS Bayonne (PF-21), Keyaki (PF-295): eski USS Evansville (PF-70), Tochi (PF-296): eski USS Albuquerque (PF-7), Shii (PF-297): eski USS Long Beach (PF-34) ve Maki (PF-298): eski USS Bath (PF-55) Asakaze sınıfı (DD) x 2: Asakaze (DD-181): eski USS Ellyson (DD-454) ve Hatakaze (DD-182): eski USS Macomb (DD-458) Asahi sınıfı (DE) x 2: Asahi (DE-262): eski USS Amick (DE-168) ve Hatsuhi (DE-263): eski USS Atherton (DE-169) Yuri sınıfı (LSSL) x 53: Yuri (LSSL-401), Kiku (LSSL-402), Hagi (LSSL-403), Ran (LSSL-404), Fuji (LSSL-405), Bara (LSSL-406), Sumire (LSSL-407), Aoi (LSSL-408), Keshi (LSSL-409), Ayame (LSSL-410), Akane (LSSL-411), Fuyo (LSSL-412), Nogiku (LSSL-413), Yamagiku (LSSL-414), Hamagiku (LSSL-415), Hamagiku (LSSL-416), Isogiku (LSSL-417), Iwagiku (LSSL-418), Azami (LSSL-419), Kaido (LSSL-420), Rindo (LSSL-421), Tsutsuji (LSSL-422), Himawari (LSSL-423), Hiiragi (LSSL-424), Ajisai (LSSL-425), Ezogiku (LSSL-426), Hinagiku (LSSL-427), Sawagiku (LSSL-428), Tsuta (LSSL-429), Hasu (LSSL-430), Shida (LSSL-431), Suiren (LSSL-432), Yamabuki (LSSL-433), Renge (LSSL-434), Sekichiku (LSSL-435), Oniyuri (LSSL-436), Yamayuri (LSSL-437), Suzuran (LSSL-438), hamayu (LSSL-439), Shobu (LSSL-440), Kanna (LSSL-441), Botan (LSSL-442), Himeyuri (LSSL-443), Sasayuri (LSSL-444), Susuki (LSSL-445), Karukaya (LSSL-446), Kikyo (LSSL-447), Keito (LSSL-448), Suisen (LSSL-449), Yaguruma (LSSL-450), Asagao, Hinageshi, Nadeshiko Kuroshio (SS-501): eski USS Mingo (SS-261) Soei (GP-441) Yuchidori (GP-445) Okichidori (MSA-451) Horai Maru (MS-33) Nagato Maru (MS-34) Senyu Maru No. 2 (MS-35) Igo-shoda Maru (MS-36) Naniwa Maru (MS-37) Tokuyama Maru No. 2 (MS-38) Tokuyama Maru No. 3 (MS-39) Mimitsu Maru (MS-41) Takachiho Maru (MS-42) Tokuyama Maru No. 2 (MS-50) Atago Maru (MS-54) Ondo Maru (MS-55) Tsukumo Maru (MS-56) Nishiki Maru (MS-66) Fuji Maru (MS-6) Chuko Maru No. 1 (MS-75) Kyosho Maru (MS-80) Shinko Maru No. 20 (MS-88) Miyuki Maru Chiyozuru sınıfı (MSI) x 23: Chiyozuru (MSI-695), Yoshikiri (MSI-690), Hatsutaka (MSI-696), Furutaka, Yamabato, Kamozuru (MSI-691), Umitsubame (MSI-697), Yuhibari, Hayataka, Yukari, Hakuo, Miyakodori, Iwatsubame (NSI-698), Hayatori (MSI-699), Tomozuru (MSI-693), Shiratori (MSI-694), Nishikidori, Kiji, Otori, Watataka, Hiyodori (MSI-700), Shirasagi ve Otaka Ukishima sınıfı (MSI) x 10: Ukishima (MSI-680), Tsurushima (MSI-685), Otoshima (MSI-681), Matsushima (MSI-686), Himeshima (MSI-682), Awashima (MSI-683), Kurushima (MSI-687), Kamoshima (MSI-684), Takashima (MSI-688) ve Oshima (MSI-689) Yashima sınıfı (MSC) x 4: Yashima (MSC-651), Hashima (MSC-652), Tsushima (MSC-653) ve Toshima (MSC-654) Ushijima sınıfı (MSC) x 9: Ushijima (MSC-655), Etajima (MSC-656), Nuwajima (MSC-657), Yakushima (MSC-658), Ogishima (MSC-659), Yugeshima (MSC-660), Yurishima (MSC-661), Ninoshima (MSC-662) ve MOroshima (MSC-663) Nasami (MST-471): eski USS FS-408 2001 gō sınıfı x 6: 2001 gō (LCU-2001): eski LCU-1602, 2002 gō (LCU-2002): eski LCU-1603, 2003 gō (LCU-2003): eski LCU-1604, 2004 gō (LCU-2004): eski LCU-1605, 2005 gō (LCU-2005): eski LCU-1606 ve 2006 gō (LCU-2006): eski LCU-1607 1001 gō sınıfı x 42: 1001 gō (LCM-1001): eski C-201096, 1002 gō (LCM-1002): eski C-201097, 1003 gō (LCM-1003): eski C-201098, 1004 gō (LCM-1004): eski C-201099, 1005 gō (LCM-1005): eski C-201100, 1006 gō (LCM-1006): eski C-201101, 1007 gō (LCM-1007): eski C-201102, 1008 gō (LCM-1008): eski C-201103, 1009 gō (LCM-1009): eski C-201104, 1010 gō (LCM-1010): eski C-201105, 1011 gō (LCM-1011): eski C-201106, 1012 gō (LCM-1012): eski C-201107, 1013 gō (LCM-1013): eski C-201108, 1014 gō (LCM-1014): eski C-201109, 1015 gō (LCM-1015): eski C-201110, 1016 gō (LCM-1016): eski C-201111, 1017 gō (LCM-1017): eski C-201112, 1018 gō (LCM-1018): eski C-201113, 1019 gō (LCM-1019): eski C-201114, 1020 gō (LCM-1020): eski C-201125, 1021 gō (LCM-1021): eski C-201126, 1022 gō (LCM-1022): eski C-201127, 1023 gō (LCM-1023): eski C-201128, 1024 gō (LCM-1024): eski C-201129, 1025 gō (LCM-1025): eski C-201130, 1026 gō (LCM-1026): eski C-201131, 1027 gō (LCM-1027): eski C-201132, 1028 gō (LCM-1028): eski C-201133, 1029 gō (LCM-1029): eski C-201134, 1030 gō (LCM-1030): eski SCD-1-2027, 1031 gō (LCM-1031): eski C-46352, 1032 gō (LCM-1032): eski C-53171, 1033 gō (LCM-1033): eski C-69707, 1034 gō (LCM-1034): eski C-69867, 1035 gō (LCM-1035): eski C-69874, 1036 gō (LCM-1036): eski C-76162, 1037 gō (LCM-1037): eski C-76183, 1038 gō (LCM-1038): eski C-76285, 1039 gō (LCM-1039): eski C-76561, 1040 gō (LCM-1040): eski C-69706, 1041 gō (LCM-1041): eski C-76263 ve 1042 gō (LCM-1042): eski C-76570 Miho (ASS): eski USS FS-524, ASS -> MST-472 -> YAS-59 Toba (YT-23): eski USS LT-392, -> AST-421 Suma (YT-21): eski YTL-749, YAS-02 -> ASR-431 -> ATR-431 -> YAS-45 15 Aralık 1955 - 28 Temmuz 1961: Japonya'daki tersanelerde inşa edilen savaş gemilerin ortaya çıktığı dönem Akebono (DE-201) Ikazuchi sınıfı x 2: Ikazuchi (DE-202) ve Inazuma (DE-203) Harukaze sınıfı x 2: Harukaze (DD-101) ve Yukikaze (DD-102) Wakaba (DE-261): eski Japon İmparatorluk Donanması'na ait Tachibana sınıfı Ayanami sınıfı x 7: Ayanami (DD-103), Isonami (DD-104), Uranami (DD-105), Shikinami (DD-106), Takanami (DD-107), Onami (DD-111) ve Makinami (DD-112) Murasame sınıfı x 3: Murasame (DD-107), Yudachi (DD-108) ve Harusame (DD-109) Ariake sınıfı x 2: Ariake (DD-183): eski USS Heywood L. Edward (DD-663) ve Yugure (DD-184): eski USS Richard P. Leary (DD-664) Akizuki sınıfı x 2: Akizuki (DD-161): eski USS DD-960, Teruzuki (DD-162): eski USS DD-961 Oyashio (SS-511) Atada sınıfı x2: Atada (MSC-601) ve Itsuki (MSC-602) Yashiro (MSC-603) No. 1 sınıfı x 6: No. 1 (MSB-701), No. 2 (MSB-702), No. 3 (MSB-703), No. 4 (MSB-704), No. 5 (MSB-705) ve No. 6 (MSB-706) Kasado sınıfı x 26: Kasado (MSC-604) -> AGS-5111, Shisaka (MSC-605), Kanawa (MSC-606), Sakito (MSC-607), Habushi (MSC-608) -> AGS-5112, Kozu (MSC-609), Tatara (MSC-610) -> AGS-5113, Tsukumi (MSC-611), Mikura (MSC-612), Shikine (MSC-613), Hirado (MSC-614) -> AGS-5114, Koshiki (MSC-615), Hotaka (MSC-616), Karato (MSC-617), Hario (MSC-618) -> AGS-5115, Mutsure (MSC-619), Chiburi (MSC-620), Otsu (MSC-621), Kudako (MSC-622), Richiri (MSC-623), Rebun (MSC-624), Amami (MSC-625), Urume (MSC-626), Minase (MSC-627), Ibuki (MSC-628) ve Katsura (MSC-629) Hayatomo (MST-461): eski Hamilton County (LST-802) Tsugaru (ARC-481) Erimo (AMC-491) Kari sınıfı x 4: Kari (PC-301), Kiji (PC-302), Taka (PC-303) ve Washi (PC-304) Kamome sınıfı x 3: Kamome (PC-305), Tsubame (PC-306) ve Misago (PC-307) Hayabusa (PC-308) Umitaka sınıfı x 4: Umitaka (PC-309), Otaka (PC-310), Wakataka (PC-317) ve Kumataka (PC-318) Mizutori sınıfı x 8: Mizutori (PC-311), Yamadori (PC-312), Otori (PC-313), Kasasagi (PC-314), Hatsukari (PC-315), Umidori (PC-316), Sh
iratori (PC-319) ve Hiyodori (PC-320) 1 gō sınıfı x 2: 1 gō (PT-801) ve 2 gō (PT-802) 3 gō sınıfı x 2: 3 gō (PT-803) ve 4 gō (PT-804) 5 gō sınıfı x 2: 5 gō (PT-805) ve 6 gō (PT-806) 7 gō sınıfı x 2: 7 gō (PT-807) ve 8 gō (PT-808) 9 gō (PT-801) 1 gō sınıfı x15: 1 gō (PB-901): eski C-7765, 2 gō (PB-902): eski C-8294, 3 gō (PB-903): eski C-8319, 4 gō (PB-904): eski C-15907, 5 gō (PB-905): eski C-25395, 6 gō (PB-906): eski C-35868, 7 gō (PB-907): eski C-60220, 11 gō (PB-911): eski C-60280, 12 gō (PB-912): eski C-60307, 13 gō (PB-913): eski C-60310, 14 gō (PB-914): eski C-60311, 15 gō (PB-915): eski C-60315, 16 gō (PB-916): eski C-60338, 17 gō (PB-917): eski C-60340 ve 18 gō (PB-918): eski C-60342 Ōsumi sınıfı x 3: Ōsumi (LST-4001): eski Dagget County (LST-689), Shimokita (LST-4002): eski Hillsdale County (LST-835) ve Shiretoko (LST-4003): eski Nansemond County (LST-1064) 3001 gō (LSM-3001): eski LSM-125 Chihaya (ASR-401) Kōsoku 1 gō sınıfı x 3: Kōsoku 1 gō (ASH-01), Kōsoku 2 gō (ASH-02) ve Kōsoku 3 gō (ASH-03) Kōsoku 11 gō sınıfı x 10: Kōsoku 11 gō (ASH-11): eski C-26650, Kōsoku 12 gō (ASH-12): eski C-26635, Kōsoku 21 gō (ASH-21): eski R-2-1088, Kōsoku 22 gō (ASH-22): eski R-2-1164, Kōsoku 23 gō (ASH-23): eski R-37-1256, Kōsoku 24 gō (ASH-24): eski R-37-1254, Kōsoku 25 gō (ASH-25): eski R-2-1082, Kōsoku 26 gō (ASH-26): eski C-36296, Kōsoku 27 gō (ASH-27): eski R-1255 ve Kōsoku 28 gō (ASH-28): eski R-37A-1338 Kōsoku 4 gō sınıfı x 2: Kōsoku 4 gō (ASH-04) ve Kōsoku 5 gō (ASH-05) 29 Temmuz 1961 - 20 Ocak 1971: 1. ve 2. Savunma Güç Düzenleme Planı: Deniz Öz Savunma Kuvvetleri ilk defa barınak güverteli muhripter (shelter deck destroyers) e sahip olmuştur. Isuzu sınıfı x 4: "Isuzu" (DE-211), "Mogami" (DE-212), "Kitakami" (DE-213) ve "Ōi" (DE-214) Amatsukaze (DEG-163) Yamagumo sınıfı x 6: "Yamagumo" (DD-113), "Makigumo" (DD-114), "Asagumo" (DD-115), "Aokumo" (DD-116), "Akigumo" (DD-117) ve "Yūgumo" (DD-118) Takatsuki sınıfı x 4: "Takatsuki" (DD-164), "Kikuzuki" (DD-165), "Mochizuki" (DD-166) ve "Nagatsuki" (DD-167) Minegumo sınıfı x 3: "Minegumo" (DD-116), "Natsugumo" (DD-117) ve "Murakumo" (DD-118) Chikugo sınıfı x 11: "Chikugo" (DE-215), "Ayase" (DE-216), "Mikuma" (DE-217), "Tokachi" (DE-218), "Iwase" (DE-219), "Chitose" (DE-220), "Niyodo" (DE-221), "Teshio" (DE-222), "Yoshino" (DE-223), "Kumano" (DE-224) ve "Noshiro" (DE-225) Hayashio sınıfı x 2: "Hayashio" (SS-521) ve "Wakashio" (SS-522) Natsushio sınıfı x 2: "Natsushio" (SS-523) ve "Fuyushio" (SS-524) "Ōshio" (SS-561) Asashio sınıfı x 4: "Asashio" (SS-562), "Harushio" (SS-563), "Michishio" (SS-564) ve "Arashio" (SS-565) Takami sınıfı x 19: Takami (MSC-630), Io (MSC-631), Miyake (MSC-632), Utone (MSC-633), Awaji (MSC-634), Toshi (MSC-635), Teuri (MSC-636), Murotsu (MSC-637), Tashiro (MSC-638), Miyato (MSC-639), Takane (MSC-640), Muzuki (MSC-641), Yokose (MSC-642), Sakate (MSC-643), Omi (MSC-644), Fukue (MSC-645), Okitsu (MSC-646), Hashira (MSC-647) ve Iwai (MSC-648) 10 gō (PT-810) Katori (TV-3501) Azuma (ATS-4201) Akashi (AGS-5101) Fuji (AGB-5001) Fushimi (ASR-402) Hamana (AO-411) Kōsoku 13 gō sınıfı x 2: Kōsoku 13 gō (ASH-13): eski C-105346 ve Kōsoku 29 gō (ASH-29): eski R-1-9676 Sōbō 41 gō (ASH-41) Kōsoku 6 gō (ASH-06) 81 gō sınıfı x 5: 81 gō (ASU-81), 82 gō (ASU-82), 83 gō (ASU-83), 84 gō (ASU-84) ve 85 gō (ASU-85) 21 Ocak 1971 - 27 Mart 1981: 3. ve 4. Savunma Güç Düzenleme Planı: Deniz Öz Savunma Kuvvetleri ilk defa gözyaşı damlası formlu denizaltıları (Teardrop Submalines) na sahip olmuştur. Haruna sınıfı x 2: "Haruna" (DDH-141) ve "Hiei" (DDH-142) Tachikaze sınıfı x 3: "Tachikaze" (DDG-168), "Asakaze" (DDG-169) ve "Sawakazse" (DDG-170) Shirane sınıfı x 2: "Shirane" (DDH-143) ve "Kurama" (DDH-144) Uzushio sınıfı x 7: "Uzushio" (SS-566), "Makishio" (SS-567), "Isoshio" (SS-568), '7Narushio" (SS-569), "Kuroshio" (SS-570), "Takashio" (SS-571) ve "Yaeshio" (SS-572) Yushio sınıfı x 10: "Yūshio" (SS-573), "Mochishio" (SS-574), "Setoshio" (SS-575), "Okishio" (SS-576), "Nadashio" (SS-577), "Hamashio" (SS-578), "Akishio" (SS-579), "Takeshio" (SS-580), "Yukishio" (SS-581) ve "Sachishio" (SS-582) 7 gō sınıfı x 6: 7 gō (MSB-707), 8 gō (MSB-708), 9 gō (MSB-709), 10 gō (MSB-710), 11 gō (MSB-711) ve 12 gō (MSB-712) Hatsushima sınıfı x 23: "Hatsushima" (MSC-649), "Ninoshima" (MSC-650), "Miyajima" (MSC-651), "Enoshima" (MSC-652), "Ukishima" (MSC-653), "Ōshima" (MSC-654), "Niijima" (MSC-655), "Yakushima" (MSC-656), "Narushima" (MSC-657), "Chichijima" (MSC-658), "Torishima" (MSC-659), "Hahajima" (MSC-660), "Takashima" (MSC-661), "Nuwajima" (MSC-662), "Etajima" (MSC-663), "Kamishima" (MSC-664), "Himeshima" (MSC-665), "Ogishima" (MSC-666), "Moroshima" (MSC-667), "Yurishima" (MSC-668), "Hikoshima" (MSC-669), "Awashima" (MSC-670) ve "Sakushima" (MSC-671) "Hayase" (MST-462) "Sōya" (MMC-951) 11 gō sınıfı x 5: 11 gō (PT-811), 12 gō (PT-812), 13 gō (PT-813), 14 gō (PT-814) ve 15 gō (PT-815) 19 gō sınıfı x 9: 19 gō (PB-919), 20 gō (PB-920), 21 gō (PB-921), 22 gō (PB-922), 23 gō (PB-923), 24 gō (PB-924), 25 gō (PB-925), 26 gō (PB-926) ve 27 gō (PB-927) Atsumi sınıfı x 3: "Atsumi" (LST-4101), "Motobu" (LST-4102) ve "Nemuro" (LST-4103) Miura sınıfı x 3: "Miura" (LST-4151), "Ojika" (LST-4152) ve "Satsuma" (LST-4153) Futami sınıfı x 2: "Futami" (AGS-5102) ve "Wakasa" (AGS-5104) "Muroto" (ARC-482) "Kurihama" (ASE-6101) "Sagami" (AOE-421) 28 Mart 1981 - 24 Mart 1993: Deniz Öz Savunma Kuvvetleri gas turbine'li gemilerin yayılmıştır. "Ishikari" (DE-226) Hatsuyuki sınıfı x 12: "Hatsuyuki" (DD-122), "Shirayuki" (DD-123), "Mineyuki" (DD-124), "Sawayuki" (DD-125), "Hamayuki" (DD-126), "Isoyuki" (DD-127), "Haruyuki" (DD-128), "Yamayuki" (DD-129), "Matsuyuki" (DD-130), "Setoyuki" (DD-131), "Asayuki" (DD-132) ve "Shimayuki" (DD-133) Yūbari sınıfı x 2: "Yūbari" (DE-227) ve "Yūbetsu" (DE-228) Hatakaze sınıfı x 2: "Hatakaze" (DDG-171) ve "Shimakaze" (DDG-172) Asagiri sınıfı x 8: "Asagiri" (DD-151) -> (TV-3516), "Yamagiri" (DD-152) -> (TV-3515), "Yugiri" (DD-153), "Amagiri" (DD-154), "Hamagiri" (DD-155), "Setogiri" (DD-156), "Sawagiri" (DD-157) ve "Umigiri" (DD-158) Abukuma sınıfı x 6: "Abukuma" (DE-229), "Jintsu" (DE-230), "Oyodo" (DE-231), "Sendai" (DE-232), "Chikuma" (DE-233) ve "Tone" (DE-234) Harushio sınıfı x 7: "Harushio" (SS-583), "Natsushio" (SS-584), "Hayashio" (SS-585), "Arashio" (SS-586), "Wakashio" (SS-587), "Fuyushio" (SS-588) ve "Asashio" (SS-589) Yaeyama sınıfı x 2: "Yaeyama" (MSO-301), "Tsushima" (MSO-302) ve "Hachijō" (MSO-303) Uwajima sınıfı x 9: "Uwajima" (MSC-672), "Ieshima" (MSC-673), "Tsukishima" (MSC-674), "Maejima" (MSC-675), "Kumejima" (MSC-676), "Makishima" (MSC-677), "Tobishima" (MSC-678), "Yugeshima" (MSC-679) ve "Nagashima" (MSC-680) Yura sınıfı x 2: "Yura" (LSU-4171) ve "Noto" (LSU-4172) 1 gō sınıfı x 2: 1 gō (LCU-2001) ve 2 gō (LCU-2002) "Kurobe" (ATS-4202) "Suma" (AGS-5103) Hibiki sınıfı x 2: "Hibiki" (AOS-5201) ve "Harima" (AOS-5202) "Shirase" (AGB-5002) "Chiyoda" (AS-405) Towada sınıfı x 3: "Towada" (AOE-422), "Tokiwa" (AOE-423) ve "Hamana" (AOE-424) Kongō sınıfı x 4: "Kongō" (DDG-173), "Kirishima" (DDG-174), "Myōkō" (DDG-175) ve "Chōkai" (DDG-176) Murasame sınıfı x 9: "Murasame" (DD-101), "Harusame" (DD-102), "Yūdachi" (DD-103), "Kirisame" (DD-104), "Inazuma" (DD-105), "Samidare" (DD-106), "Ikazuchi" (DD-107), "Akebono" (DD-108) ve "Ariake" (DD-109) Takanami sınıfı x 5: "Takanami" (DD-110), "Ōnami" (DD-111), "Makinami" (DD-112), "Sazanami" (DD-113) ve "Suzunami" (DD-114) Atago sınıfı x 2: "Atago" (DDG-177) ve "Ashigara" (DDG-178) Hyūga sınıfı x 4: "Hyūga" (DDH-181) v.s. 5000t sınıfı x 4 (2011'de hizmete girecek): DD-115, DD-116, DD-117 ve DD-118 Oyashio sınıfı x 11: "Oyashio" (SS-590), "Michishio" (SS-591), "Uzushio" (SS-592), "Masashio" (SS-593), "Isoshio" (SS-594), "Narushio" (SS-595), "Kuroshio" (SS-596), "Takashio" (SS-597), "Yaeshio" (SS-598), "Setoshio" (SS-599) ve "Mochisho" (SS-600) Sōryū sınıfı (Mart 2009 - Mart 2012 tarihleri arasında hizmete girecek) x 4: "Sōryū" (SS-501), "Unryū" (SS-502), SS-503 ve SS-504 Sugashima sınıfı x 12: "Sugashima" (MSC-681), "Notojima" (MSC-682), "Tsunoshima" (MSC-653), "Naoshima" (MSC-654), "Toyoshima" (MSC-685), "Ukushima" (MSC-686), "Izushima" (MSC-687), "Aishima" (MSC-688), "Aoshima" (MSC-689), "Miyajima" (MSC-690), "Shishijima" (MSC-691) ve "Kurojima" (MSC-692) Hirashima sınıfı x 3: "Hirashima" (MSC-601), "Yakushima" (MSC-602) ve "Takashima" (MSC-603) Uraga sınıfı x 2: "Uraga" (MST-463) ve "Bungo" (MST-464) PG 1 gō sınıfı x 3: 1 gō (PG-821), 2 gō (PG-822) ve 3 gō (PG-823) Hayabusa sınıfı x 6: "Hayabusa" (PG-824), "Wakataka" (PG-825), "Ōtaka" (PG-826), "Kumataka" (PG-827), "Umitaka" (PG-828) ve "Shirataka" (PG-829) Ōsumi sınıfı x 3: "Ōsumi" (LST-4001), "Shimokita" (LST-4002) ve "Kunisaki" (LST-4003) 1 gō sınıfı x 6: 1 gō (LCAC-2101), 2 gō (LCAC-2102), 3 gō (LCAC-2103), 4 gō (LCAC-2104), 5 gō (LCAC-2105) ve 6 gō (LCAC-2106) "Kashima" (TV-3508) "Tenryū" (ATS-4203) Hiuchi sınıfı x 5: "Hiuchi" (AMS-4301), "Suō" (AMS-4302), "Amakusa" (AMS-4303), "Genkai" (AMS-4304) ve "Ensyū" (AMS-4305) "Nichinan" (AGS-5105) "Suma" (AGS-5103) Futami sınıfı x 2: "Futami" (AGS-5102) ve "Wakasa" (AGS-5104) "Shirase" (AGB-5002): Kasım 2009'da hizmete girecek "Chihaya" (ASR-403) "Chiyoda" (AS-405) "Asuka" (ASE-6102) Mashu sınıfı x 2: "Mashū" (AOE-425) ve "Ōmi" (AOE-426) "Hashidate" (ASY-91) Mário Jardel Mário Jardel de Almeida Ribeiro (d. 18 Eylül 1973, Fortaleza, Brezilya), Portekiz vatandaşlığına da sahip olan Brezilyalı eski futbolcudur. Mário Jardel 2002 yılında "Avrupa Gol Kralı" olmuştur. Jardel, Ferroviário'nun altyapısında yetişen bir futbolcudur. Profesyonel futbola Vasco da Gama'da başlamıştır. 1995 yılında Grêmio ile Libertadores Kupası'nı kazanmıştır. 1996 yılından itibaren futbol takımlarında bir Dünya turuna başlamıştır. Aynı yıl Portekiz'in Porto takımına transfer olup 125 maçta 130 gol'e imza atmıştır. Porto'da oynadığı 4 sezonda üst üs
te gol kralı olmuştur. 1999 yılında ise Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü'nü almıştır ve Avrupa'da birçok kulübün transfer listesine girmiştir. Ancak bu takımların içinde 16 milyon $ ile en çok parayı veren Galatasaray takımına transfer olmuştur. Porto'nun ardından Galatasaray'a transfer olarak 2000 yılında toplamda 48 resmi maçta 31 gol atmıştır. Galatasaray'da UEFA Süper Kupası'nı kazanmıştır. O maçta Real Madrid'e karşı 2 gol atmış ve Galatasaray'ı Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale taşımıştır. Galatasaray taraftarı tarafından kendisine "Süper Mario Jardel" lakabı verilmiştir. 2001 yılında Mbo Mpenza, Robert Špehar, Pavel Horvath ve 5.8 milyon $ karşılığında Portekiz'e geri dönerek Sporting Lizbon ile lig şampiyonluğu ve kupa şampiyonluğu elde etmiştir. O sezonda 30 lig maçında 42 gol atmıştır. Portekiz gazetesi "Record" tarafından "Yılın Portekizli Futbolcusu" seçilmiştir. 2002 sezonunda hem "Portekiz Ligi Gol Kralı" olmuş hem de Avrupa Altın Ayakkabı Ödülü'nü almıştır. Kendisine Şubat 2003'te Portekiz vatandaşlığı verilmiştir. Jardel'in aynı başarıyı son yıllarda devam ettirdiğini söylemek zordur. 2003-2004 sezonunda Bolton Wanderers'a transfer olduktan sonra Jardel hiçbir takımda bir sezonda 20'den fazla maça çıkamadı. Bolton Wanderers'a transfer olduğu dönemde kariyeri düşüşe geçti. Depresyon, ailevi problemler, uyuşturucu hap bağımlılığı, gece hayatı, ve kumar alışkanlığı bu düşüşün önde gelen sebepleri olarak çeşitli basın organlarında yer buldu. Bunların yanı sıra fiziksel kondisyonundaki eksiklikler de kuşkusuz bu düşüşe katkıda bulundu. Jardel, Bolton Wanderers'dan sonra 2004 yılı devre arasında Ancona'ya kiralandı ve forma giydi. Burada da kendisinden beklenen performansı gösteremedi. Ardından Avrupa'dan Brezilya'ya Palmeiras'a gelip denendi ancak beğenilmedi. Temmuz 2004'te Portekiz'e geri döneceği yönünde haberler çıktı. Ancak Jardel Arjantin'in Newell's Old Boys takımı ile anlaştı. Burada da bekleneni veremedi. 2005 yılı içerisinde kulüp arayan Jardel MKE Ankaragücü ile sözleşme imzalamak için Türkiye'ye geldi ancak sözleşme imzalanmadı. Ardından Deportivo Alavés ile anlaştı ancak hiç maça çıkmamasına rağmen parasını istediği için kulüpten kovuldu. Ocak 2006'da Brezilya'da Goiás'da oynadı. 2006-2007 sezonunda SC Beira-Mar ile sözleşme imzaladı. Ancak kış transfer sezonunda Kıbrıs'ın Anorthosis takımına geçti. 2007 yılında bu kez Jardel'i transfer eden Avustralya'nın Newcastle Jets takımı oldu. Jardel'in bu takımdaki performansı da çok ümit verici değildi. Newcastle Jets takımında çoğu maça yedek başladı. Transferi takip eden haftalarda kulübün başkanı, teknik direktör Gary von Egmond'a Jardel'i ilk 11'e alması için baskı uyguladı fakat Jardel'in performansı onu bu düşüncesinden vazgeçirdi. Jardel'e takımla antrenmana çıkması için izin verildi ama aynı zamanda kendine kulüp bulması da istendi. Jardel ise 5 kilo verirse tekrar Avrupa'da forma giyeceğine inandığını açıkladı. 28 Haziran 2008'de Jardel Criciúma'da oynadı. Ardından tekrar Primeira Liga'ya dönmek için Ferroviário ile anlaştı. 20 Ocak 2010 tarihi ile Brezilya Serie D takımlarınden EC Flamengo ile yarım sezonluk anlaştı. Yarım sezon bittiğinde ise Bulgaristan'ın Çerno More takımıyla sözleşme imzaladı. 28 Kasım 2010 tarihinde, Jardel Bulgaristan'da soğuk hava koşulları ile ilgili endişeleri nedeniyle Cherno More'yi bıraktığını bildirdi. 2010 yılı sonunda ise Brezilya'nın 3. Lig takımlarından Rio Negro'ya transfer oldu. 21 Aralık 2010 tarihinde bu kulüble bir yıllık anlaşma imzaladığı bildirildi. 2011 yılı yaz transfer sezonunda bu takımdan da ayrılarak Suudi Arabistan'daki Al Taawon kulübüyle anlaştı. 38 yaşında ise futbola son noktayı koydu. Jardel bundan sonra Portekiz'de antrenörlük yapmak için takım aradığını belirtmiştir. Mario Jardel 2014 yılında memleketi Rio Grande do Sul eyaletinden ilk sırada milletvekili seçildi. Ülkesinde uyuşturucu trafiğine para sağlama, hortumculuk evrakta sahtecilik ve organize suç örgütü kurma iddialarından yargılanıyor. Brezilya basınındaki haberlere göre mahkemenin, 2 aylık soruşturma sonunda Jardel’i suçlu bulacak kanıtlara ulaştığı ve Jardel’i suçlu bulduğu ifade edildi. Aralık 2016 tarihinde Mario Jardel'in milletvekilliği oybirliği ile düşürülmüştür. Çizgi roman Çizgi roman veya resimli roman, çizgi ile hikâye anlatmak için birbirini takip eden panellerin (çerçevelenmiş resim) kullanıldığı bir sanat türü. Anime çizim sanatı ile çizilmiş olan çizgiromana manga denir. Panel: Hikâyenin gelişimini göstermek amacıyla sayfanın belli parçalara ayrılmasıyla oluşan, çerçevelenmiş bir kompozisyon birimi. Balon: Konuşma, düşünme metinlerini panel üzerinde yerleştirmek için kullanılan görsel araç. Ses efekti: Sayfa yapısı içine hikâyedeki sesleri ifade etmek için yerleştirilen görsel araç. Bir yirminci yüzyıl sanatı olarak doğan, edebiyat ve resmin birleşiminden daha öteye giderek kendi kurgu, anlatım ve görsel biçimini yaratan anlatı sanatı. Çizgi romanın ilk örneği olarak genellikle Richard Fenton Outcalt'in "The Yellow Kid(Sarı Çocuk)" (1896) gazete bandı gösterilir. Daha önce yazılı basında yer alan bazı denemelerden Yellow Kid'i ayıran özelliği, devamlı bir karakter olarak bantta görülen küçük çocuk etrafında gelişen anlatıda ilk defa çizim içine yerleştirilmiş yazıların yer almasıydı, ki bunlar yazı balonlarının atasıydı. Yirminci yüzyıl başlarında Amerika gazetelerine üretilen ve bu gazete rekabetinin önemli bir ögesi haline gelen çizgi-bantlar daha sonra dergi formatında toplanarak yeniden basılmaya ve dağıtılmaya başlandı. Bu çizgi roman dergiciliğinin başlangıcıydı. Zamanla gazete için üretilen stokların talebi karşılamaması sebebiyle dergiler için özgün üretim ve çizgi roman yayımcısı firmaların oluşumu tetiklenmiş oldu. ""Pulp"" ile birlikte 1930-1940'larda olağanüstü satış rakamlarına ulaşan çizgi roman "Süperman" ile popüler kültüre önemli bir katkı da yapıyordu. Alex Raymond, Hal Foster gibi olağanüstü sanatçılar, bu sanatın ilk başyapıtlarını oluşturdu. Aynı dönemde "The Spirit(Ruh)" gazete bandıyla ünlenen Will Eisner, uzun ve verimli yaşamında bu sanata ait kuramsal çalışmalar da yaptı. Bugün sanatçının adını taşıyan yüksek prestijli bir ödül bulunmaktadır. EC Comics Dönemi II. Dünya Savaşı sonrası A.B.D.'de sektördeki en büyük paya sahip süper kahraman fantezi çizgi romanları popülerliklerini yitirdi. Onların yerine pulp edebiyatın kullandığı yetişkin temalar (suç, gerilim, korku, bilim kurgu) etrafında EC Comics önderliğinde yeni bir akım başladı. Fakat bu akım da kaçınılmaz olarak tutucu çevrelerden şiddetli bir tepkiyle karşılaştı. Çocuklar için yapıldığı varsayılan bir yayın türünün suç ve korku ögeleri içermesi, dönemin paranoyak cadı avı psikolojisinin ekmeğine yağ sürmüştü. Senato soruşturmalarına dek varan bu süreç sonunda çizgi roman içeriklerine sert yasaklamalar getiren bir tür oto sansür mekanizması oluşturuldu. Bunun sonucunda bu tür çizgi romanlar ve türün önderi EC piyasadan silindi. Marvel Dönemi 60'ların başında küçük bir çizgi roman firması olan Marvel Comics bir tür mucizenin beşiği oldu. Bu mucize, çoktan ölmüş ve bir daha dirilmeyeceği düşünülen süper kahraman çizgi romanlarının yeniden doğuşu ve küçük bir firmanın sektörün ana motoru haline gelişiydi. Marvel'in yayın yönetmeni Stan Lee (Stanley Lieber) bir çizgiroman dehası olan Jack Kirby'nin firmasına gelişiyle daha öncekinden bambaşka bir süper kahraman evreni kurmaya girişti. Daha sonra Steve Ditko, Billy Everett gibi sanatçıların da kendi yaratıcılıklarını da katmalarıyla bu çıkış bir çığa dönüştü. Stan Lee, aksiyon bazlı maceralara dramatik "pembe dizi" ögeleri yerleştirerek, daha önce yarı tanrı edasında dolaşan süper kahramanları halkın arasına indirdi. Artık kozmik maceraların yanı sıra kira, trafik ya da aşk acısı gibi dertlerle de uğraşıyorlardı. Modern Zamanlar 1980'li yıllarda Alan Moore, Frank Miller, daha sonra 90'ların başında Neil Gaiman gibi yaratıcılar Amerika cephesinde çizgi romanı yetişkinlere yakınlaştırdı. Son dönemin bu yetişkinlere yönelik, çoğunlukla pembe dizi formatında değil de kendi başlarına birer hikâye, hatta romana benzeyen eserleri İngilizce konuşulan ülkelerde 'graphic novel' adıyla anılmış, yine bu dönemde Türkiye'ye de Ergün Gündüz tarafından "Joker" ve "Resimli Roman" dergileri vasıtasıyla getirilme amacı güdülmüşse de ne bu türün ne de 'graphic novelın karşılığı olarak teklif edilen resimli roman teriminin Türkiye'de pek tutunduğu söylenemez. Avrupa’da ise başlangıcından beri daha saygın bir gözle bakılıyordu çizgi romana. Diğer önemli bir çizgi roman okulu olarak yirminci yüzyılın son döneminde bütün dünyayı saran Japon çizgi romanı Manga ise, animelerinde (Japon animasyonlarının) desteğiyle piyasaları hareketlendirdi. Karabasan (çizgi roman) Karabasan 2003 yılında Hakan Tacal (yazar) ve Yıldıray Çınar (çizer) tarafından yaratılan fantastik çizgiroman karakteri. Çapa Çizgiroman Grubu yaratılarından birisidir. "Kehanet" adlı ilk macerası, Arkabahçe yayıncılık tarafından sınırlı seri olarak dört sayı yayımlandı. (daha sonra cilt haline getirildi.) ilk Türk süperkahramanı olarak duyurularak çeşitli gazete ve dergilere haber oldu. Daha çok fantastik -korku kategorisine girer. İkinci sayı kapağının dünyaca ünlü sanatçı Bill Sienkiewicz tarafından çinilenmesi önemli bir olaydı. Ayrıca ünlü levanten yazar Giovanni Scognamillo bu ilk macerada (kendisinden alınan izinle) bir karakter olarak boy gösterdi. İlk macerasının basıldığı mini seri, Arkabahçe yayınevinin yaptığı ilk ve tek yerli üretim çizgiroman olması açısından da dikkate değerdir. Kendi senaryosuyla alakası olmayan yeni bir 3D Türk oyunu yapılmaktadır. Kısa bir demo versiyonu için hazırlanmaktadır. Senaryo ve karakterlerin çizgiromanla alakası bulunmamaktadır. İlkumut Oyun Teknolojileri bu işi üstlenmektedir. Karakterler "Mustafa / Karabasan :" Geçmişini hatırlamayan 20'li yaşlarda bir genç. Muskayı aldıktan sonra belli zamanlarda istemsiz olarak Karabasan diye adlandırdıkları varlığa
dönüşüyor. "Dilek :"İlk macerada(kehanet) sokakta iblislerin saldırısından kaçarken Mustafa ile karşılaşan ve daha sonra onu evinde ağırlayan genç üniversite öğrencisi "Gizem :" Dilek'in lise 1'de okuyan kardeşi "Yönetmen :" gizli bir yeraltı teşkilatının yöneticisi. Gerçek ismi bilinmiyor. "Sİr Lawrance :" ilk maceranın kötü adamı. Arkeoloji profesörü bir İngiliz. "Giovanni Scognomillo :" Giovanni Scognomillo Tarihçe "Mustafa" adlı genç bir adamın metafizik bir "apor" olayı "(düşten fiziki cisim getirme)" sonucu küçükken kaybettiği muskasını tekrar elegeçirir. Bu muska geceleri onun gerçekötesi bir yaratığa dönüşmesine neden olan bir anahtardır. Bu yaratık insan biçiminde karanlık vücudu ve uzun siyah saçları ile Mustafa'yı andırmakla birlikte Mustafa değildir. Halk söylencelerinde "Karabasan" diye anılan, gece insanların uykularını bölen, onların üzerlerine çıkıp nefes alamayacakları bir baskı uygulayan, karanlık bir imge ile benzeşmesinden dolayı Dilek ve Gizem tarafından bu isim verilmiştir. Karabasan kendini "uykunun sonu" olarak tanıtır. Özellikleri Karabasan, akışkan, biçim değiştirebilen bir maddeden oluşmuş (kabusların maddesi), maddeler üzerinde telekinetik gücü olan bir varlıktır. Günah ve suçu hissedebildiği, insanların vicdan dediği kavramın cisimleşen/yoğunlaşan hali olduğu söylenebilir. İman Ltd. İman Ltd., yazar Hakan Tacal ve çizer Yıldıray Çınar tarafından yaratılan çizgiroman. Mor Bulut Gezegeni isimli hayali bir ortamda geçen çizgiromanın ilk macerası "Cennetteki sonsuz hayat" Rodeo Strip dergisinin ilk altı sayısında yayımlandı. Giriş sayfasında şu tanıtım yazısı yer alır: ""Gemide birçok farklı hayat varolma savaşı veriyor. Buraya hala gemi diyorlar ama ortada yıkılmış bir yerleşim alanı ve dağılmış bir uzay gemisinden başka bir şey yok. Hemen bir kilometre üstlerinde asılı kalmış mor bir ölüm bulutu bu sefil coğrafyada bir arada ve birbirleri ile hayatta kalmaya çalışan bütün o garip yaratıklara ve gruplara meskenlik eden yıkıntıları bir yorgan gibi örtüyor. Değişime uğramışlar, hilkat garibeleri, eski bir savaştan kalma askerler , yamyam insan klanları... ve hepsine hizmet veren bir dükkân; İMAN Limited."" Adem adlı maymunsu mutant tarafından yönetilen İman Limited her yerden toplanan malların biriktiği ve satıldığı bir dükkândır. Dükkanın genel işleri ve koruması ise K.Y. ve Teneke isimli iki personeli tarafından sağlanmaktadır. K.Y. : Dükkanın iki koruyucusundan biri. genelde dış işlere bakıyor. Teneke : Dükkanın diğer koruyucusu. bir cyborg. Adem : Dükkanın sahibi olan maymun-adam. Bkz. Çapa Çizgiroman Grubu , Pırılkız Pırılkız Pırılkız. Yazar Hakan Tacal ve çizer Mahmud A. Asrar tarafından yaratılan çizgiroman karakteri. Pırılkız'ın ilk macerası "ilk iş günü" Rodeo Strip dergisinin ilk altı sayısında yayımlandı. (2004-2005) Kurgu bir evren olan Mor Bulut Gezegeni nde İman Limited ile birlikte varolmaktadır. Pırılkız, gezegeni kaplayan ölümcül mor bulutun üzerinde kurulmuş olan Işık Şehrinde alt sınıfa ait sıradan bir genç kızken, şehrin maskotu olarak özel güçlerle donatılmış ""Bayan Mucize"" elim bir kazada ölünce yerine geçmek için özel formülle süper güçlere sahip bir maskota dönüştürülür. Kendini otomatik bir sefa aleminde kaybeden Işık şehri sakinleri için sadece bir eğlencedir. Oysaki olaylar onu bir maskottan fazla bir şey olmaya zorlayacaktır. Biyocoğrafya Biyocoğrafya, bitki ve hayvan türlerinin dağılımını ve bu dağılımın nedenlerini inceleyen Fiziki coğrafyanın alt bilim dalıdır. Biocoğrafya kelimesi; Bio (canlı) ve geography (coğrafya) kelimelerinin birleşmesiyle oluşturulmuştur. Bitki coğrafyası (Fitocoğrafya) ve Hayvan coğrafyası (Zoocoğrafya) olarak iki alana ayrılır. Hayvanlar fazla hareketli olduğundan araştırılmaları biraz daha zordur, bu nedenle Bitki coğrafyası daha fazla gelişmiştir. Bitki ve hayvan topluluklarının özelliklerini, dağılışlarını ve insan yaşamı üzerine etkilerini inceler. Biyoloji, botanik, zooloji, ekoloji, jeoloji, jeomorfoloji, klimatoloji, genetik, pedoloji ve tıp canlılar biliminin yardımcı bilim dallarıdır. Biyocoğrafya; 1."Tarihsel biyocoğrafya", 2."Ekolojik biyocoğrafya" ve 3."Analitik biyocoğrafya" olmak üzer üç alt alana ayrılır. Canlıların yaşamlarını sürdürdüğü Biyosfer (canlıküre); Atmosfer, Litosfer ve Hidrosferin canlı yaşayan kesimlerinden oluşur. Ekosistemde yaşayan canlı ve cansız varlıkların karşılıklı ilişkileri, canlıların dağılışını ve yaşama biçimlerini etkiler. Yeryüzündeki canlıların dağılımında iklim, jeomorfoloji, toprak tipleri, su özellikleri önemlidir. Sağlıklı ekosistemlerde canlı türleri yoğun bulunur. Bitkilerle doğal faktörler arasında bağlantı olduğunu ilk Aristo (M.Ö 384-322) açıklamıştır. Buruni'nin (973-1051) bitki ve hayvanlarla ilgili eserleri vardır. Abdullah bin Ahmed el-Baytar, (1197-1248) 1400 bitki hakkında bilgi verdiği bir kitap yazmıştır. İbn Battuta (1304-1368) yaptığı gezilerde gördüğü hayvan ve bitkilerle ilgili bilgiler toplamıştır. Coğrafi keşiflerin Biyocoğrafyanın gelişmesine önemli katkıları olmuştur. Evliya Çelebi'nin (1611-1683) Seyahatnâmesinde bitki örtüsü ve tarım ürünleri hakkında bilgiler vermiştir. Comte De Buffon ve Carl Linnaeus biyocoğrafyaya katkı yapan bilim adamlarındandır. Alexander von Humboldt yaptığı çalışmalarla biyocoğrafyanın temellerini atmıştır.Alfred Russel Wallace "Hayvanların Coğrafi Dağılımı" kitabıyla günümüzde de kullanılan Hayvan coğrafyası bölgelerini tespit etmiştir. Biyocoğrafya araştırmaları yürütülebilmesi için yeryüzü, özellikle kıtalar ve adalar, öbür bölgelerden değişik ama kendi sınırları içinde ortak özellikte bitki ve hayvan varlığını barındıran belirli bölgelere ayrılmıştır. Silvikültür Silvikültür, planlı ormancılık yaklaşımına dayalı biçimde yeni ormanların kurulması, bu ormanlarla birlikte tabii olarak yetişmiş ormanların gençleştirilmesi ve bakımı ile, orman alanlarının ekosistemin ve toplumun çok yönlü ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde devamlılık ilkesi doğrultusunda en verimli biçimde işletilmesine imkan verecek biçimde varlıklarının devam ettirilmesi ile uğraşan bir bilim dalı. Alabama Alabama, ABD'nin güneydoğusunda bir eyâlet. Kuzeyinde Tennessee, doğusunda Georgia, güneyinde Florida ve Meksika körfezi, batısında Mississippi vardır. Amerika Birleşik Devletleri'ne 1861 yılında katılmıştır. Başkenti Montgomery'dir. İlk sakinleri, 10 bin yıldır burada yaşadığı sanılan Yerlilerdir. Kolomb öncesi kültürlere ilişkin maddi veriler arasında Tuscallosa yakınlarında Moundville çevresinde bulunan yerleşim birimleri, tören yerleri, sarmal biçimindeki kurganlar ile Apalaş Dağlarında yer alan mağara evler sayılabilir. Bölge, 16. yüzyılda Avrupalılar tarafından keşfedildiğinde, burada yerleşik olan Yerli grupları Krikler, Çerokiler, Çoktavlar ve Çikasolardı. Bölgenin, Avrupa ile ilk kez ilişki kurması, buraya define aramak için gelen Hernando de Soto gibi İspanyollar aracılığıyla oldu. Fransızlar, 1702'de ilk sürekli yerleşim merkezi olan St. Louis'i kurdular. İlk Siyahlar ise 1719'da bir köle gemisiyle Dauphin Adasına getirildiler. 17. ve 18. yüzyıllarda bölge, burada egemenlik kurmak isteyen Fransız, İngiliz ve İspanyollar arasındaki savaşlara sahne oldu. Topraklarının büyük bölümünün denetimi 1783'te İngilizlerden ABD'ye geçti, ama Mobile Koyu 1813'e değin İspanyollarda kaldı. 1817'de Alabama Toprakları oluşturuldu ve 1819'da buraya eyalet statüsü verildi. Alabama, Amerikan İç Savaşı (1861) sırasında Birlik'ten (Union) ayrılarak Amerika Konfedere Devletleri'ne katıldı. Konfederasyon'un ilk başkenti Montgomery idi. Alabama 1868'de Birlik'e ikinci kez kabul edildi. İç Savaş sonrasında yeniden kuruluş döneminde Siyahların yönetime, eğitime ve ekonomik yaşama katılmasını sağlamak amacıyla girişilen çabalar başarısız kaldı. Siyahlara hemen hiç hak tanımayan katı ırk ayrımı politikası 1870'lerin ortalarından 1960'ların ortalarına değin sürdürüldü. Bir dikdörtgene benzeyen eyaletin kuzey-güney uzunluğu 540 km, doğu-batı uzunluğu 336 km'dir. Jeomorfolojik açıdan Alabama kabaca aynı büyüklükte iki ana bölgeye ayrılabilir; Apalaş Dağlarının güney yükseltilerinden oluşan kuzey bölgesi ve Meksika Körfezinin kıyı düzlüklerinden oluşan güney bölgesi. Kuzey uçtaki Cumberland Platosunun suları, Tennessee Nehri aracılığıyla kuzeybatıya, eyaletin geri kalan bölgelerinin suları ise, geniş verimli vadiler aracılığıyla güneye doğru akaçlanır. Alabama'nın iklimi ılımandır. Yıllık ortalama sıcaklık kuzeyde 17 °C, güneyde 19 °C'dir. Yağışlar yıl içinde düzenli dağılım gösterir. Birmingham'da yıllık yağış ortalaması 1.320' mm, Mobile'de ise 1.550 mm'dir. Bu elverişli koşullar nedeniyle tarımsal ürün dönemi, kuzeyde 200 günden başlayarak güneyde 300 güne ulaşır. Toprak da tarıma çok elverişlidir. İlk kırsal yerleşmelerin dokusu, eyaletin iklim ve toprak özelliklerini yansıtır. Nitekim, nüfusun yarıdan çoğu 1960'lara değin kırsal kesimde yaşamayı sürdürdü. 1980'e gelindiğinde bu oran yüzde 40'a düşmüştü. Eyalette yalnızca Birmingham ve Mobile kentlerinin nüfusu 200,000'in üzerindedir. Nüfusun dörtte üçünü Beyazlar, dörtte biri Siyahlardan oluşturur. Alabama'nın %92'si hıristiyandır. Bunun %80'i protestan'dır, geri kalan oran katolikler'dir. Alabama'da kesin olmamakla birlikte %7'lik oran herhangi bir inanca mensup değillerdir. Alabama ekonomisinin temelini 1915'e değin pamuk üretimi oluştururdu; bu tarihte ortaya çıkan bir tür zararlı kurt, Alabama çiftçisini ürünü çeşitlendirmeye zorladı. Pamuk bugün de temel ürünlerden biridir. Ayrıca soya fasulyesi, mısır, yerfıstığı ve orman ürünleri üretilir, kümes hayvanları, sığır ve domuz yetiştirilir. Eyaletin sanayi merkezi Birmingham'dır; kentin yakınındaki demir, kömür ve kireçtaşı yatakları burada demir-çelik sanayisinin kurulmasını sağlamıştır. Tennessee Vadisi İdaresi'nin (TVA) 1930'da kurduğu hidroelektrik tesislerinden elde edilen bol ve ucuz elektrik aluminyum, tekstil, kâğıt, kimya, metalurji, kauçuk ve plastik gibi sanayi kollarının gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Browns(), Ferry, Farley() ve Bellefonte() nükleer reaktör kompleksleri, 1970'lerin ortalarından beri ek elektrik gücü sağlamaktadır. Eyâletin ismine sahip olan Alabama Üniversitesi önemli eğitim kurumularındandır. Merkez kampüsü Tuscaloosa şehrinde bulunan üniversitenin ayrıca Hunstville ve Birmingham'da da kampüsleri vardır. Bunun yanında eyâletteki bir diğer önemli üniversite de Auburn Üniversitesi'dir. Okul özellikle mühendislik dallarında önemli bir yere sahiptir. Üniversite'nin ismini aldığı Auburn şehrinin haricinde diğer kampüsü de eyâletin başkenti Montgomerydedir. Bu iki büyük üniversite Amerika'daki okul değerlendirme kuruluşu Usnews tarafından da her yıl iyi dereceyle (ilk 100'de) değerlendirilmektedir. Bu okulların dışında Alabama'da bulunan başlıca eğitim kurumları; Alabama Üniversitesi-Huntsville, Alabama Üniversitesi-Birmingham, Auburn Üniversitesi-Montgomery, Güney Alabama Üniversitesi (Mobile), Kuzey Alabama Üniversitesi (Florence), Stillman College(Tuscaloosa), Shelton State College (Tuscaloosa),Troy Üniversitesi (Troy) ve Gadsden College (Gadsden)'dır. Sanal sayılar Sanal sayılar, ikinci dereceden üssü (karesi) 0'dan küçük olan sayılardır. Örneğin formula_1 bir sanal sayıdır, çünkü karesi olan formula_2 sıfırdan küçüktür. Sanal sayılar sanal birim olan formula_3 ile birlikte kullanılarak reel sayılar gibi yazılabilir. formula_3 sayısı karesi -1 olan sayıdır ve şu şekilde tanımlanır: formula_5. Yüksek basınç Yüksek basınç veya antisiklon, 1013 milibardan yüksek basınç alanlarına denir. Güneşin doğması satıh (yer) ısısının yükselmesine neden olur. Farklı alanlarda (şehirler ve fabrikalar, sık ormanlar, ekili araziler, su rezervleri, otlu bölgeler, yaz – kış arasındaki farklı ısı kaynakları vs) farklı ısı yükselmesi nedeniyle havanın genleşmesi ve yükseldikçe basıncın düşmesiyle moleküllerin arası büyür, yoğunluğu azalır' yukarı (gök yüzüne) doğru hava hareket eder. Bu hareket havadaki bulut ve basıncı etkileyen diğer nesneleri kendisiyle birlikte sürükler. Yüksek basıncın genel anlamı havanın düzeleceğini gösterir. Yüksek basıncın görüldüğü yerlerde hava genellikle açıktır ve yagış görülmez. Basınç farkına bağlı olarak rüzgarlar yüksek basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğru eser. Dünyadaki sürekli yüksek basınç alanları dünyanın en büyük çöl alanlarıdır. Alçak basınç 1013 milibardan düşük olan basınçlara alçak basınç (siklon) yüksek olanlara ise yüksek basınç (antisiklon) denir. Ayrıca Güneş doğmadan önce veya Güneş battıktan sonra satıh (yer) ısısı yavaş yavaş azalır kara parçaları soğumaya başlar. Soğuk havanın yoğunluğu arttığından hava çökmeye neden olur. Farklı alanlarda (şehirler ve fabrikalar, sık ormanlar, ekili araziler, su rezervleri, otlu bölgeler, yaz–kış arasındaki farklı ısı kaynakları vs.) ısı farklı olacağından sisin kalınlığı yer yer çok yoğun veya daha ince olabilir bu da görüşü etkileyebilir. Güneş doğup; sis, duman, pus, yoğun bulutlar nedeniyle ısısını yeryüzüne ulaştıramadığı zaman satıh ısısı havadaki ısıdan düşük olmaya devem eder. Farklı bölgelerden gelen soğuk hava akımları da alçak basınca neden olabilir. Kuzey yarımkürede rüzgâr, alçak basınç merkezi etrafından saat yönünün tersine döner. Sabit basınç Sabit basınç, yüksek basınç ile alçak basınç arasında kalan ve her iki basıncın bir birilerini etkilemeden önce durakladıkları ve güç topladıkları bir geçiş hattıdır. Sabit basınçta hareket yoktur harekete hazırlık vardır. Sabah, alçak basınçtan yüksek basınca geçerken, akşam, yüksek basınçtan alçak basınca gecerken hava durağanlaşır. Özellikle kışın bacalardan çıkan dumanlar anılan saatlerde hareket etmeyip askıda kalırlar. Bu sabit basınc için belirgin örnektir. Bazen bulut tabakası yoğun olduğu zaman güneş yeryüzünü ısıtamaz böylesi durumlarda sabit basınç değişimleri uzun saatler alabilir. İshak Paşa Sarayı İshak Paşa Sarayı ya da İshak Paşa Külliyesi, Ağrı Dağı'nın yakınında, Doğubayazıt'ın 5 kilometre uzağında bulunan bey kalesidir. 116 odalı sarayda türbe, cami, surlar, iç ve dış avlular, divan ve harem salonları, koğuşlar bulunur. Kürt yazar ve bilim adamı Ahmed-i Hani bu sarayda katiplik yapmıştır. Türkiye'deki rüzgârlar Türkiye'de esen başlıca rüzgârlar iki gruba ayrılabilir; Estikleri yönlere göre rüzgarlar; Doğudan esen soğuk ve kuru rüzgâr. Güney Rusya ile Kafkaslar'da yüksek basıncın görülmesi durumunda bu rüzgâr tipi daha çok gözlemlenir. Gündoğusu genellikle yağışın kesilmesine sebep olur. İstanbul yöresinde güneydoğudan esen rüzgâra denizcilerin verdiği addır. Uludağ'ın eski adı olan Keşiş dağının yönüne göre adlandırılmıştır. Gündoğusu ve Kıble arasında 135 dereceden esmektedir. Bir diğer adı da Akyeldir. Samyeli de denir. Güneyden esen, güney yönünü simgeleyen kıbleden ismini alan, oldukça sıcak ve nemli rüzgâr. Orta Akdeniz’de oluşan alçak basınç merkezi Türkiye'de bu tür rüzgârın gözlenmesini sağlayan etkenlerdendir. Türkiye’nin batı kesimlerinde, güneybatı yönlerinden esen sıcak rüzgâr (İsmi Yunan tanrısı Notos’dan çevirme). Bazen hızı ve hamlesi 60 ile 130 km/s'ye kadar ulaşarak etkili olur. Denizciler için oldukça önemli ve tehlikeli varsayılan rüzgâr tipidir. Bilhassa Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını aç şekilde etkiler. Görüş mesafesini, içerdiği nem (mikro damlacıklar) nedeniyle yüzde 10 kadar düşürebilir. Bazen yağmurun peşinden sıcak bir havaya neden olur. Yağmur öncesinde ise ılık ve nemli bir ortama neden olabilir. Kıyı erozyonuna neden olan rüzgâr tiplerindendir. Özellikle kış mevsiminde, sıcak esme özelliği nedeniyle karların erimesine neden olarak zaman zaman taşkın, sel ve su baskınları yaratır. Aynı zamanda, estiği sürece sıcaklıkların da normalin üstünde artmasına neden olan bir rüzgârdır. Zaman zaman Ege, Marmara ve Batı Akdeniz'de deniz ulaşımını etkilediği gibi kara ve denizde can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak olaylara neden olarak yaşamı etkiler. Kabayel ve kumkarası olarak da bilinir. Baş ağrısı yaptığı söylenmekte, ancak bunun bilimsel bir kaynağı bulunmamaktadır. Batıdan esen sıcak ve nemli rüzgâr. Günbatısı özellikle Türkiye'nin batı kesimlerinde yağışlara neden olur. Marmara ve Karadeniz üzerinden alçak basınç ve cephe sistemlerinin her geçişinde gözlenir ve zaman zaman denizde ve karada yaşamı etkiler. Yağmurlu bir dönemi izleyen 2-3 gün boyunca devamlı olarak kuzeybatıdan esen rüzgâr. Balkanlar'ın kuzeyinde, Rusya stepleri içerisinde oluşan alçak basınç merkezi ve buna bağlı cephe sistemlerinin geçişi sırasında gözlenen rüzgâr cinsidir. Esme yönündeki yüksek dağların kuytu taraflarında yamaç aşağı alçalan rüzgâr ısınarak fön tipi rüzgâr etkisi ve özellikleri taşır. Bu yerlerde sıcak, kuru ve hoş bir hava yaratırlar. Kuzeyden esen, ismi kutup yıldızına istinaden yerel balıkçılar tarafından verilen soğuk rüzgâr. Genellikle Karadeniz ve Marmara denizi üzerinden bir soğuk cephenin geçişinden sonra eser. Yazın serin, kışın ise soğuk hava taşır. Kuzeydoğudan esen bir rüzgâr çeşidi (İsmi Yunan tanrısı Boreas’dan çevirme). Kışın kar ve soğuk getirir. Deniz hafif çalkantılı ve dalga üstünde beyaz köpükler olur. Çölden esen rüzgardır. Günümüzde Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Irak yönünde yani güneydoğu yönünden esen rüzgardır. Meltemler, genellikle orta enlemlerde, yaz mevsiminde esen hafif şiddetde yerel rüzgarlardır. Isınma farkına bağlı yerel basınç farkından oluşurlar. Esme sürekleri kısa, etki alanları dardır. İklim üzerinde etkileri azdır. Deniz ve kara arasındaki sıcaklık farkı ile Deniz meltemi ve Kara meltemi eser. Dağ zirveleri ile vadiler arasındaki sıcaklık farkından Dağ meltemi ve Vadi meltemi oluşur. Yunancadan ya da İtalyanca ""İmbatto"" sözcüğünden dilimize geçmiş, yazları gündüz denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârıdır. Ege Bölgesinde görülür. Deniz meltemidir. Doğu Akdeniz ve Ege Denizinde kuzeyden esen kuru yeldir. Mayıs-Eylül döneminde etkili olan bu rüzgar, zaman zaman fırtına şeklinde sert eser. Yağmur getiren sert rüzgar. Kuzey kökenlidir. Bora ismi kimi zaman Poyraz yerine de kullanılır. Henri Léon Lebesgue Henri Léon Lebesgue (d. 28 Haziran 1875, Beauvais - ö. 26 Temmuz 1941, Paris), Fransız matematikçi. Çok iyi bir öğrenim gördü ve 1897 yılında Paris Üniversitesi'nden Ph.D. diplomasını aldı. Bu doktorası üzerinde bir söylenti de vardır. Dirichlet fonksiyonunun Riemann anlamında integralinin olmadığı o çağlarda biliniyordu. Hatırlanırsa, rasyonel noktalarda bir ve irrasyonel noktalarda sıfır değerini alan fonksiyon, matematikte Dirichlet fonksiyonu adıyla bilinir. Lebesgue, bu Dirichlet fonksiyonunu integralleyebilecek bir integral tanımı getirebilir miyim diye düşündü. Riemann integralinin tersine, bölüntüyü x ekseni üzerinde değil de y ekseni üzerinde aldı. Bunda başarılı oldu. Bu getirdiği integral yöntemine de Lebesgue integrali adını verdi. Böylece, analize yeni ufuklar açtı. 1906 ile 1910 yılları arasında Potiers Fen Fakültesinde öğretim yaşamını sürdürdü. 1910 ile 1919 yılları arasında öğretim görevliliği yaptı. 1921 ile 1931 yılları arasında Paris Fen Fakültesinde çalıştı. Lebesgue, Fransa'da matematik alanında büyük bir çağın en seçkin önderlerindendi. Analiz çalışmalarının hemen hemen tümü gerçel değişkenli fonksiyonlar kuramıyla ilgilidir. Özellikle, integral kavramının Lebesgue integrali denilen bir genişlemesini ona borçluyuz. Lebesgue'in integral tanımına göre, bazı fonksiyonların Riemann anlamında integrali olmadığı halde, Lebesgue integrali vardır. Buna en güzel örnekte, ünlü Dirichlet fonksiyonudur. İntegralin bu genelleştirilmiş kavramı matematikte en çok uygulama alanı bulan bir yenilik olmuştur. Çağımızda da halen bu kuram tüm canlılığıyla yürütülmektedir. Bu kuram artık analizin temel dersidir. Analizci herkes önce bu konuları öğrenir. İleri araştırmalar için gereklidir. Şüphesiz, Lebesgue integralinin anlaşılması hemen kolay bir kuram da değildir. Bunun için önce Lebesgue ölçümü kuramını geliştirmek gerekir. Bu nedenle, Lebesgue önce Lebesgue ölçümünü geliştirdi. Burada, kümelerin ölçülebilm
eleri ve fonksiyonların ölçülebilmeleri kavramlarını getirdi. Bundan sonra, kendi adıyla anılan ünlü Lebesgue integralini oluşturdu. Bu konuda hazırladığı teze, jüri üyelerinin önce itiraz ettiği, sonra doktora yöneticisinin ricasıyla, ""Bu öğrenci çok zeki ve bana düşündürücü sorular sorar"", diyerek onları razı ettiği söylenir. Bu söylenti doğru da olsa yanlışta olsa; Lebesgue tarafından bu çalışma yayınlandığında, bu buluş, tüm dünyada bir bomba gibi patlamış ve tüm matematikçileri bu sahada çalışmaya ve yeni yeni buluşları gerçekleştirmeye yöneltmiştir. Bu kuramın çok geniş bir biçimde meyveleri alınmıştır. Oldukça uygulama alanları bulmuş ve sürekli genelleştirmeleri yapılmıştır. Artık bu kuram analizin kaçınılmaz bir aleti durumuna getirilmiştir. Bunun ötesinde, matematiğin diğer dallarına da yeni ufuklar açarak, onların gelişmesini sağlamıştır. Lebesgue, ünlü olduktan sonra, birçok üniversitede dersler vermiştir. 1921 yılında College de France'ta profesör olmuştur. Lebesgue'in çok parlak ve yaratıcı bir matematik kafası vardır. Ülkesi içinde ve tüm dünyada oldukça şereflendirilmiş, ödüllendirilmiş ve çok mesut bir evlilik yapmış biriydi. Bugün, integral kuramının kurucusu olarak tüm dünya onu kabul eder. Bu kuramda ve analizde çok sayıda buluşları vardır. Çalışmalarının tüm ürünlerini almış ve kuramının tutulup ne kadar ileri götürüldüğünü gören mutlu matematikçilerden biridir. 26 Temmuz 1941 günü altmış altı yaşındayken Paris'te öldü. Peter Gustav Lejeune Dirichlet Johann Peter Gustav Lejeune Dirichlet (13 Şubat 1805, Düren - 5 Mayıs 1859, Göttingen), Alman matematikçidir. Analitik fonksiyonlar kuramının, sayı kuramındaki problemlere nasıl uygulanabileceğini gösterdi. Fourier serisini sıkı bir analizden geçirerek kesin bir yakınsaklık kanıtını verdi; böylelikle bir fonksiyonun yapısının doğru bir kavrayışına ulaşılmasına katkıda bulundu. Gama (anlam ayrımı) Esenler Esenler, İstanbul'un ilçelerinden biridir. Kuzeyde Bayrampaşa, güneyde Güngören, güneydoğuda Zeytinburnu, batıda Bağcılar ilçeleriyle komşudur. Esenler, 18 mahalleden oluşmaktadır ve yüzölçümü toplam 5.227 hektardır. Esenler, çevresindeki ilçelerden farklı olarak, sanayi merkezi olmaktan çok bir yerleşim merkezi özelliğindedir. Esenler'i Davutpaşa yoluna bağlayan Ayazma yolu üzerindeki su kontrol kuyuları, şimdi Belediye oto Garajı olarak kullanılan Üçyüzlü, Ayazma Çeşmesi, Su Terazisi ve garaj içinde yıkık vaziyette olan Kilise güzel bir mimari örnek olarak karşımıza çıkar. Esenler Merkez Camisi'nin karşısındaki Kilise kalıntısı restore edilerek günümüzde Dijital Kütüphane olarak hizmet vermektedir. İstanbul surlarının yıkılmasından sonra bu bölge toprakları askeri bakımdan önem kazanmıştır. İlçe Tarihinin İstanbul Tarihi içinde mütalaa edilmesi gerekir. İlçe tarihi eser bakımından zengin sayılmaz. Bizans ve Osmanlı dönemine ait çeşme, su kemeri, su terazisi ve sebil günümüze ulaşan tarihi yapılardır. Bu eserlerin de kitabeleri tahrip edildiği için yapım tarihleri hakkında bilgi vermek mümkün değildir. Bunlar: Avas kemeri, Atışalanı Çeşmesi, Atışalanı Sebili, Menderes Çeşmesi (Litros Ayazması), Yavuz Selim Çeşmesi ve Nene Hatun Çeşmesi. Bölge, Bizanslılardan kalma bir yerleşim alanıdır. Bu bölgenin en eski ahalisi Litros, (Esenler) ve Avas (Atışalanı) adlarıyla kurulan köylerde yaşayan Rumlardır. Esenler veya Atışalanı Köyleri eski tarihlerde Bizans'ın şaşaalı devirlerinde İstanbul'un Türk'ler tarafından fethine kadar Bizans köyleri olup, Bizans İmparatorluğu'na türlü tarım ürünleri yetiştirerek ekonomik katkıda bulunmuşlardır.Osmanlı döneminde Mahmutbey nahiyesi içerisinde birer Rum yerleşim yeri olan Litros ve Avas köylerinin etnik yapısı, Lozan Antlaşması'yla değişmiştir. Cumhuriyet döneminde Rum kökenli halkın Yunanistan'a göç etmesiyle boşalan köylere, Doğu Makedonya'dan gelen mübadele göçmenlerini Türkler iskan ettirilmiştir. Uzun yıllar mübadele köyü konumunda kalan Litros ve Avas isimlerini 1930'lu yıllara kadar korumuştur. 1937-1940 yıllarında gerçekleştirilen değişiklikle Litros-Esenler, Avas-Atışalanı olarak Türkçeleştirilmiştir. 1993 yılı sonunda ilçe olmuştur. Esenler'in bulunduğu bölge, önceden Bakırköy ilçesine dahil iken, bu ilçe bölününce önce Güngören'e dahil edildi. Daha sonra da müstakil bir ilçe olarak kuruldu. Alaska Alaska, ABD'nin yüzölçümü en büyük, nüfus yoğunluğu en az olan eyâletidir. Rus İmparatorluğu'ndan 30 Mart 1867'de 7,2 milyon dolar karşılığında satın alınarak ABD'ye katılmıştır. Oldukça soğuk bir iklime sahiptir. Alaska'da yaşayan Na-Dene dilli Kızılderililerinin, günümüzden 15-40 bin yıl önce Bering Kara Köprüsü'nü geçerek Amerika kıtasına yerleşen ilk göçmenlerin soyundan geldiği sanılır. Na-Dene dilleri ile Sibirya'daki Yenisey dilleri arasındaki akrabalık ilişkileri 2008 yılında Edward Vajda başta olmak üzere dilbilimcilerce ortaya konmuştur. Bu, iki kıta arasında akrabalığın ilk kez dil verileriyle ortaya konmasıdır. Eskimolar ve Aleutlar ise bir olasılıkla Alaska'ya 3-8 bin yıl önce gelen, daha yerleşik Kuzey Kutbu halklarının torunlarıdır. Alaska'daki ilk Avrupalılar, Kodiak Adası'nda bulunan Three Saints (Üç Azizler) Koyu'na 1784'te yerleşen Rus kürk tacirleriydi. Rusların etkisini bugün bile Kodiak'ın yerli halkı olan Supiklerde görmek mümkündür. Bölge, 1799'dan 1867'ye değin bir Rus-Amerikan Kumpanyası tarafından yönetildi. ABD dışişleri bakanı William H. Seward, bölgenin ABD'ye satılmasını onaylayan belgeyi 1867'de imzaladı. Önemli altın kaynaklarının keşfi 1880'lerde ve 1890'larda çok sayıda Amerikalının Alaska'ya yerleşmesine neden oldu ve ABD Kongresi 1912'de Alaska Toprakları'nı kurdu. II. Dünya Savaşı sırasında Japonların bölgedeki etkinliği Alaska'da savunma tesisleri kurulmasını zorunlu kıldı. Alaska 3 Ocak 1959'da 49. eyâlet olarak ABD'ye katıldı. 1968'de Kuzey Kutbu kıyı ovasında petrol ve doğal gaz yatakları bulunmasıyla daha da gelişti. Alaska dört coğrafî bölgeye ayrılabilir. Bunlar: "Borough" terimi diğer eyaletlerden farklı olarak Alaska'da yaklaşık "county-equivalent" terimi ile benzerdir: Aleutians East Borough, Municipality of Anchorage, Bristol Bay Borough, Denali Borough, Fairbanks North Star Borough, Haines Borough, City and Borough of Juneau, Kenai Peninsula Borough, Ketchikan Gateway Borough, Kodiak Island Borough, Lake and Peninsula Borough, Matanuska-Susitna Borough, North Slope Borough, Northwest Arctic Borough, City and Borough of Sitka, Municipality of Skagway Borough, City and Borough of Wrangell, City and Borough of Yakutat Örgütlenmemiş ilçe ("Unorganized Borough") sayım bölgelerine ("Census Area") ayrılır : Aleutians West Census Area, Bethel Census Area, Dillingham Census Area, Nome Census Area, Prince of Wales-Hyder Census Area, Hoonah-Angoon Census Area, Southeast Fairbanks Census Area, Valdez-Cordova Census Area, Wade Hampton Census Area, Petersburg Census Area, Yukon-Koyukuk Census Area Kuzeyinde Tundra, güneyinde ise Kuzey iklimine (tayga) sahiptir. İç kesimlerinde karasal iklim de yer yer görülür. Çam bitki örtüsüyle kaplıdır; fakat geniş yapraklı ağaçlarla karışık ormanlar da bulunur. Çok soğuk ve katı bir havası vardır. Alaska Yarımadası ile Aleutian ve Hoonah pribilof adalarını da kapsayan Western region sisli ve rüzgarlıdır; baliana buzlanması; ancak deniz ve doğal kuş yaşamı acısından büyük bir zenginliğe sahiptir. Kanada Yukon sınırından Bering Denizi'ne kadar uzanan Brooks Range'in güneyindeki İnterior'in iklimi daha kurudur; yazları sıcak, kışları soğuk. Yukarıda Kotzebue'den batıda Barrow çevresindeki Seward Yarımadası'nda Prudhoe Körfezi'ndeki Kuzey Slope'a kadar uzanan Kuzey Kutbu ise donmuş topraklarıyla insanın içini titreten bir kutup manzarasına sahiptir. Alaska Yerli Talepleri Çözümleme Yasası (kısaltması ANCSA, İngilizce "Alaska Native Claims Settlement Act"), Alaska'da yerlilerin toprak taleplerini çözmek üzere ABD Kongresinde 18 Aralık 1971 tarihinde başkan Richard Nixon tarafından imzalanarak yürülüğe giren ve ABD tarihinin en büyük toprak talebini karşılayan yasadır. Yasayla, Alaska Yerlilerinin uzun yıllardır devam eden toprak sorunlarına çözüme ulaştırarak bölgedeki ekonomik kalkınmayı teşvik etmek amaçlanmıştır. 12 yerli bölgesel şirket ve 200 yerli köy şirketi kurularak yerlilerin talepleri toptan karşılanmıştır. 13. şirket, yerleşik olmayan yerliler için oluşturulmuştur. Coğrafyasının geniş olması dolayısıyla Alaska, okul bölgesi ("School District") olarak adlandırılan idarî eğitim bölgelerine ayrılır. Okullar, bu okul bölgelerine bağlı olarak yapılandırılır. Amerika yerlilerinden ayrı değerlendirilen Alaska yerlileri beş ana kültür grubuna ayrılır: Alaska'da 1980 ile 1992 yıllarında Eskimo-Aleut dilli halkların nüfusu ve anadillerini konuşabilenlerin sayısı Alaska'da konuşulan yerli diller iki dil ailesinde toplanır. Bu dillerdeki Rusça alıntılar geçmişteki Rus yönetiminden kalmadır. Eskimo-Aleut dillerine giren diller arasında Unanganca ("Aleutça") ile Eskimo dillerinin Yupik kolundan Sibirya Yupikçesi ("Yupik"), Alaska Yupikçesi ("Yup’ik"), Çupikçe ("Cup’ik"), Nunivak Çupikçesi ("Cup’ig"), Supikçe ("Alutiiq") ve İnuit kolundan İnyupikçe ("Iñupiaq") yer alır. Na-Dene dilleri Alaska'daki tek Kızılderili grubudur ve ikisi ölü 14 dil bulunur: Tlingitçe ("Lingít"), Eyakça (2008'de yok oldu), Ahtnaca ("Atnahwt’aene"), Değinakça ("Deg Xinag"), Denağinaca ("Dena’ina"), Guçince ("Gwich’in"), Hanca ("Hän"), Holikaçukça ("Doogh Hit'an"), Koyukonca ("Denaakkʼe"), Aşağı Tananaca ("Menhti Kenaga"), Tanakrosça ("Neeʼaanděg"), Tsetsautça (yokoldu), Kuskokvimce ("Dinakʼi"), Yukarı Tananaca ("Neeʼaaneegn"). Alaska Kızılderililerinin çoğu Atabask grubundan Alaska Atabasklarıdır. Daha önce Na-Dene içinde sınıflandırılan Haydaca günümüzde tek başına izole dil olarak yer almaktadır. Alaska'daki yerli dilleri, Alaska Yerli Dil Merkezi tarafından araştırılmakta ve korunup kollanmaktadır. Alaska'nın aşağı yukarı yarısı küçük bitkilerden (dikenler, kara yosunları, çiçekli bitkiler ve çimenler) ve yüksek ça
lılardan oluşan tundra bitki örtüsüyle kaplıdır. Tundra Batı Alaska ile Alaska'nın kutup bölgesi kesimini bütünüyle kaplar. Eyâletin aşağı yukarı üçte biri ormanlarla kaplıdır. Güney, doğu ve orta - güney kesimlerde daha çok katran ağacı ve ladin karışımı büyük ormanlar, orta kesimlerde ladinler, kayın, akçakavak, ve karaçamlardan oluşan geniş ormanlar ağır basar. Alaska'da birçok yaban hayvanı yaşar. Bunlar arasında, çeşitli ayı türleri özellikle de kahverengi Alaska ayısı ya da Kodiak ayısı (Alaska boz ayısı), , rengeyiği, ayıbalığı, misk sığırı, dağ keçisi vb. sayılabilir. Çok sayıda ırmak alabalığı, sombalığı vb. balıklar bakımından zengin olduğu gibi, kıyılarda kalkan, Alaska karabalığı ("Dallia pectoralis"), morina, ringa, karides, midye ve kral yengeci bulunur. Ayrıca, Alaska'nın köpeği meşhurdur. Arizona Arizona, kanyonları ve çölleriyle ünlüdür. Arizona'nın en önemli coğrafik özelliği elbette Büyük Kanyon'dur. Eyalette 1107 km boyunca akan Kolorado Nehri Arizona'nın en uzun nehridir. Önemli şehirleri, Phoenix (başkent), Tucson, Mesa, Tempe, Glendale, Scottsdale ve Yuma'dır. Eyalet nüfusunun 3,6 milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Arizona, Amerika'nın yüzölçümü açısından 295,260 km² ile altıncı büyük eyaletidir. Güneybatı eyaletlerinden biri olan Arizona, Kolorado Platosu, dağlık bölge ve çöl bölgesi olmak üzere başlıca üç bölgeye ayrılır. Kolorado Platosu, Arizona'nın kuzey ve kuzeydoğu bölümlerini kaplar, dağlık alan kuzeybatıdan en güneye kadar uzanır, çöl bölgesi ise güneybatının yarısını kaplar. Arizona, kanyonları ve çölleriyle ünlüdür. Arizona'nın en önemli coğrafik özelliği elbette Büyük Kanyon'dur. Eyalette 1107 km boyunca akan Kolorado Nehri Arizona'nın en uzun nehridir. Önemli şehirleri, Phoenix (başkent), Tucson, Mesa, Tempe, Glendale, Scottsdale ve Yuma'dır. Eyalet nüfusunun 3.6 milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Arizona, Amerika'nın yüzölçümü açısından (295,260 km²) altıncı büyük eyaletidir. Güneybatı eyaletlerinden biri olan Arizona, Colorado Platosu, dağlık bölge ve çöl bölgesi olmak üzere başlıca üç bölgeye ayrılır. Colorado Platosu, Arizona' nın kuzey ve kuzeydoğu bölümlerini kaplar, dağlık alan kuzeybatıdan en güneye kadar uzanır, çöl bölgesi ise güneybatının yarısını kaplar. Kuru hava ve berrak gökyüzü, Arizona'nın karakteristik iklim özelliğidir. Hava koşulları, eyaletin kuzeyindeki dağlar ve güneydeki çöl alanları arasında büyük bir değişiklik gösterir. Eyalette gözlenen en düşük sıcaklık -40 °C, en yüksek sıcaklık ise 53 °C'dir. Eyalet çapında, Ocak ayı sıcaklık ortalaması 5 °C, Haziran ayı sıcaklık ortalaması ise, 27 °C'dir. Yıllık yağış miktarı, tüm eyalet genelinde ortalama 33 cm³'tür. Bu değer çöl bölgelerinde ortalama 8 cm³'e kadar düşer. Arizona'da Phoenix Symphony Orchestra, Tucson Symphony Orchestra ve Flagstaff Symphony Orchestra gibi birçok büyük orkestra vardır. Bunun yanı sıra eyalette çok sayıda tiyatro grubu mevcuttur. Bunlardan bazılarını dili İspanyolca olan gruplardır. Dans gösterileri genellikle, klasik, modern ve etnik danslar üzerine yoğunlaşır. Arizona'da müzeler, kültürel mirası, doğal tarihi, sanatı ve eyaletin batısıyla ilgili bilgileri yansıtır. Eyaletin bazı büyük müzeleri; Phoenix Art Museum, The Tucson Museum of Art, the Museum of Northern Arizona ve Heard Museum of Anthropology and Primitive Art'dır. Ayrıca Arizona'da kızılderili kabilelerinin (Apache, Hopi, ve Navajo kabileleri gibi) yaşadıkları bölgeler de vardır. Bu bölgelerin bir kısmında yer alan kızılderili müzelerinde kızılderililerin kültürüyle ilgili gösteri ve sergiler düzenlenmektedir. Arizona'da yirmi adet mesire yeri, yedi ormanlık bölge, 21 eyalet parkı vardır. Grand Canyon National Park, Amerika'nın en ünlü parklarından biridir ve her yıl dört milyon kişi Grand Canyon'u görmeye gelir. Eyaletin diğer ünlü mekânları ise, Coronado National Memorial, Painted Rocks State Historic Park, Tombstone Courthouse State Historic Park ve Petrified Forest National Park'dır. Eyalet, balıkcılar, kampcılar, avcılar ve turistlerin yanı sıra tarih, jeoloji ve arkeoloji araştırmacıları için de ilgi çekici bir yerdir. Irk yapısı aşağıdaki gibidir: 3 üniversitesi vardır: Arkansas Arkansas, ABD'nin Güney eyâletlerinden biridir. Yaklaşık olarak 3 milyon nüfusu ile Arkansas 137.754 km²'lik bir alan üzerinde yer almaktadır. İki coğrafi alana ayrılır: Dağlık bölgeler ve ovalar. Doğuda ve batıdaki ovalar Mississippi Alluvial ve West Gulf Coastal düzlüğünden oluşur. Kuzeyde ve batıdaki dağlık bölgeler, Ozark Platosu (), Ouachita Dağları () ve onların arasından akan Arkansas nehri vadisidir. ABD'nin 42. başkanı Bill Clinton, Arkansas'da doğdu ve başkan olmadan önce bir süre Arkansas valiliği yaptı. Nâbi Yusuf Nâbi, (Osmanlı Türkçesi: نابی) Nabî, d. 1641; Urfa - ö. 13 Nisan 1712; İstanbul), Dîvân edebiyatı şâiri. 1641 senesinde Urfa'da doğan Yusuf Nâbi yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyüdü ve 24 yaşındayken de İstanbul'a gitti. Burada eğitimine devam eder ve şiirleri ile tanınmaya başlar. Paşa vefat edince ise Halep'e gider. İstanbul'da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. Bunun da etkisiyle, Halep'te geçirdiği yıllarda (yaklaşık 25 yıl) devletin sağladığı imkânlarla rahat bir hayat sürdürmüştür. Eserlerinin çoğunu Halep'te geçirdiği bu yıllarda kaleme almıştır. Daha sonra arasının da iyi olduğu Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa Sadrazam olunca Nâbi'yi yanına aldı. Bu dönemlerde Nâbi, Darphane Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde bulundu. Ayrıca, bazı kaynaklara göre Nâbi aynı zamanda çok güzel bir sese sahipti ve müzik konusunda da fazlasıyla başarılı idi. "Seyid Nuh" ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir. Nâbi, İstanbul'da 1712 yılında vefat etti. Kabri Karacaahmet Mezarlığı'nda Miskinler Tekkesi'ne giden yolun sol kenarında olup, II. Mahmut ve II. Abdülhamit tarafından tamir ettirildi. Nabi bazı kaynaklara göre espriliydi. Nâbi, Osmanlı'nın duraklama devrinde yaşamış bir şairdi, idare ve toplumdaki bozukluklara şahit oldu. Çevresindeki bu negatif olgular onu didaktik şiir yazmaya itmiş, eserlerinde devleti, toplumu ve sosyal hayatı eleştirmesine neden olmuştur. Ona göre şiir, hayatın karşılaşılan sorunların ve günlük hayatın içinde olmalı, hayattan, insandan ve insanî konulardan izole edilmemelidir. Bu yüzden şiirleri hayat ile alâkalı, çözümler üretmeye çalışan, yer yer nasihatta bulunan bir şairdir. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istemesindendir belki de, kullandığı dil yalın ve süssüzdür. "Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre; İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere." Nâ ve bî kelimeleri Farsça'da 'yok' manasına gelmektedir. Bu beyitte Nabî mahlasının oluşumunu belirtmektedir. Harita projeksiyonu Harita projeksiyonu, 3 boyutlu yeryüzünün (küre ya da elipsoid) matematiksel transformasyon ile iki boyutlu düzlemde (harita düzlemi) temsil edilmesi işlemine denir. Harita projeksiyonunun yeryüzünün şeklini nasıl değiştirdiğini anlamanın kolay bir yolu merkezinde bir ışık kaynağı bulunduğu varsayılan yeryüzünün projeksiyon yüzeyi denen bir yüzeye iz düşürülmesidir. Üzerine eşit aralıklı meridyen ve paralellerin çizilmiş olduğu yeryüzünün saydam olduğunu farzederek temiz bir kağıdı ekvatordan teğet olacak bir silindir şekilde saralım ve dünyanın ortasında da bir ışığın yandığını düşünelim. Bu ışık yeryüzündeki şekillerin gölgesini kağıdın üzerine düşürecektir. Bu aşamadan sonra kağıdımızı tekrar açarak düzlem haline getirelim. Kâğıt üzerinde meridyen ve paralellerin şeklinin farklı olduğu ve önemli ölçüde bozulma olduğu görülecektir. Bu bozulmalar alan, uzunluk ve şekil bozulmaları olarak sınıflandırılabilir. Diğer bir deyişle yeryüzü üzerindeki objelerin düzleme aktarılmaları sonucunda, alanları, uzunlukları ve şekilleri değişir. Harita projeksiyonlarında yeryüzü ya doğrudan düzleme ya da düzleme açılabilen yüzeylere (siindir ve koni) izdüşürülür. Bu bağlamda düzlem, silindir ve koni, projeksiyon yüzeyleri olarak adlandılırlar. Harita projeksiyonları projeksiyon yüzeyine göre üçe ayrılır: Projeksiyon yüzeyinin yeryüzünün dönme eksenine göre konumu açısından ise üç durum söz konusudur: Projeksiyon yüzeyleri (düzlem, silindir ve koni) yerküreye herhangi bir konumda teğet oldukları gibi yerküreyi kesiyor da olabilirler. Bu bağlamda teğet projeksiyonlar ve kesen projeksiyonlardan söz edilir. Bazı projeksiyon türlerinde gerçek anlamda tanımlı bir projeksiyon yüzeyi olmayıp, yalnızca coğrafi koordinatlar ile düzlem koordnatlar arasındaki ilişkiler tanımlıdır. Bu tür projeksiyonlara gerçek anlamda olmayan (pseudo) projeksiyonlar denir ve bu açıdan harita projeksiyonları, olarak ikiye ayrılır. Harita projeksiyonu coğrafi koordinatları düzlem koordinatlarla (iki boyutlu Kartezyen koordinatlar) ilişkilendirmek için matematiksel ve geometrik ilişkilerden yararlanır. Bu bağlamda bir harita projeksiyonu düzlem koordinatlar ile coğrafi koordinatlar arasında iki fonksiyon ile tanımlanır. formula_1 formula_2 Harita projeksiyonları, alanları, belli yönde uzunlukları, diferansiyel anlamda açıları koruyacak şekilde tasarlanabilirler. Bu bağlamda alan koruyan, uzunluk koruyan ve konform projeksiyonlardan söz edilir. Diferansiyel anlamda açı koruma özelliğine sahip projeksiyonlarda şekillerin değişimi minimum olup, bazen açı koruyan projeksiyonlar olarak da adlandırılırlar. Ancak buradaki açı koruma kavramının diferansiyel anlamda olduğu, sonlu büyüklükteki açıların korunamayacağı unutulmamalıdır. Teorik olarak sonsuz sayıda harita projeksiyonu tanımlamak mümkündür. Literatürde 400 civarında yayınlanmış projeksiyon vardır. Bunların içinde en az bir harita yapmak için kullanılmış olanları oldukça azdır. Pek azı ise standart harita üretiminde kullanılırlar. Projeksiyon seçimi bağlı olarak yapılır. Aşağıda genel olarak yeryüzünün tamamının gösterimine yönelik kullanılan bazı projeksiyon türleri hakkında kısaca bilgi verilmiştir. İngilizce kaynaklarda
genel olarak Transverse Mercator olarak adlandırılır. Deformasyonları kontrol altında tutmak amacıyla yeryüzü 6°lik boylam farkları ile 60 dilime ayrılarak uygulanışı ise Universal Transverse Mercator olarak bilinir. 1960larda United States Army Corps of Engineers tarafından geliştirilmiştir. Her dilimde x ekseni orta meridyenin, y ekseni ise ekvatorun izdüşümlerine çakışık olmak üzere bir düzlem kartezyen koordinat sistemi tanımlanmıştır. Deformasyonları kontrol altında tutmak amacıyla düzlem koordinatlar (x,y) küçültme ya da ölçek faktörü olarak adlandırılan bir katsayı ile (0.9996) çarpılırlar. Koordinatların küçültme faktörü ile çarpılmasının geometrik anlamı, projeksiyon yüzeyinin (silindir) yerküreyi kesiyor olmasıdır. Koordinatlarda negatif değerlerden kaçınmak için y değerleri 500 000m ile toplanır. Güney yarımkürede ise x değerleri 10 000 000m ile toplanır. İngilizcedeki "Easting" ve "Northing" kavramlarını karşılamak üzere y koordinatı "Sağa", x koordinatı ise "Yukarı" olarak da isimlendirilir. Ülkemizdeki kullanımdan farklı olarak İngilizce kaynaklarda x koordinatı "Sağa" (Easting), y koordinatı ise "Yukarı" (Northng) olarak kullanılır. Başka bir deyişle x ekseni Ekvatorun izdüşümü ile, y ekseni ise orta meridyenin izdüşümü ile çakışık alınır. Çoğu CBS yazılımında da koordinat sistemi bu şekildedir. Türkiye 1:25 000, 1:50 000, 1:100 000 ve 1: 250 000 ölçekli standart topoğrafik harita takımları bu projeksiyon sistemi temel alınarak üretilmektedir. Oğuzlar, Çorum Oğuzlar, tarihi adı ile Karabörk Divanı, İskilip'e bağlı Karaviran adlı bir köyken 1964’te adı Karaören olarak değiştirilerek bucak yapıldı. 9 Mayıs 1990'da Oğuzlar adı ile Çorum iline bağlı bir ilçe oldu. Çorum kent merkezine 54 km, ilçe merkez nüfusu 5828, köy nüfusu 5896'dır. Kızılırmak nehri Laçin ile sınırını oluşturur. Belediyesi 1965 yılında kuruldu.İlk Belediye başkanı Hasan ÖZOĞLU'dur. Başkan Mecitözü ilçesinde öğretmenlik yaptığı sırada Karaören kasabası belediyeliğe kavuşmuş ve Mustafa SÜNNETÇİ önderliğinde bir ekip Hasan Özoğlunu belediye reisliği yapması için Karaörene getirmiştir. Kent su dağıtım sistemi 1973'te yapılmıştır. Oğuzlar ilçe halkı geçimini ceviz,pirinç yetiştiriciliği, tahıl çeşitleri,küçük çapta hayvan besiciliği, az da olsa arıcılık v.b faaliyetlerden geçimini karşılamakla beraber genç nüfus kesiminin işsizlik sebebiyle dışarı açılması ile çeşitli mesleklerde söz sahibi olmaya başlamıştır. Ustalık alanları aşçılık, garsonluk, inşaat ve toprak sanayi gibi degişik dallarda kendini göstermiştir. Oğuzlar ilçesi engebeli bir arazi yapısına sahip olup, rakım 650 metredir. İlçe sınırlarından geçen Kızılırmak ilçeye hayat vermekteydi baraj inşaatı çalışmalarına başlanana kadarki böylelikle son yıllarda ilçe dışına hızlı bir göç yaşanmaktadır. Obruk Barajı, Oğuzlar' da, Kızılırmak üzerinde, sulama, içme suyu ve enerji üretmek amacıyla 1996-2002 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır.50.21 km Obruk Baraj Havzası sanayi bölgelerinden yalıt, doğal yapısı bozulmamış, İç Anadolu bölgesinin bittiği Karadeniz bölgesinin başladığı bir coğrafyada bulunmaktadır. Obruk Barajı Çorum’un kuzeyinde dar bir vadide, genişliği 600-700 metreyi geçmeyen 30 km uzunluğunda bir gerdanlık gibi olmuştur. Güneyden-kuzeye, doğudan-batıya uzanan sıra dağlar ormanlarla kaplı olup nefis doğal güzellikler sunmaktadır. Buranın mikrokliması son derece lezzetli, kaliteli meyve ve sebze yetiştirmeye olanak sağlamaktadır. Bu dağlar 500 metreden 1500 metreye 2 km gibi kısa bir mesafede dik olarak yükseldiklerinden ve bir geçiş noktasında olduklarından zengin yaban hayatını ve endemik bitki türlerini içerisinde barındırmaktadır. Obruk Baraj Göletinde su tutulması bu güzelliklere güzellik katmıştır. Havzada su sporları; yelken, kürek, sürat, balıkçılık gibi etkinliklerin yanında; yamaç paraşütçülüğü ve yayla turizmi açısından son derece elverişli ortamlar mevcuttur. İlçemiz ve bu havza sahip olduğu doğal güzellikler ve başlatılan organik tarımsal üretim potansiyeli ile ekokent olma yönünde büyük mesafeler kaydetmiştir. Şirin bir turizm beldesi olarak kısa zamanda layık olduğu yere gelecektir. Bu durum, Çorum ve çevresinin sahip olduğu kültür ve tarih turizmi hinterlandının genişletilmesine büyük olanaklar sağlayacaktır. Bu imkanları değerlendirerek bölgeyi ve ilçeyi turizme hazırlamak, Safranbolu, Amasra, Beypazarı, Amasya gibi beldelere eklemek, bölge ve ülke turizmi için son derece önemlidir. Bulunduğumuz coğrafya içerisinde barındırdığı doğal güzellikleri, havası, suyu, sislerin arkasına gizlenmiş tepeleri ve heybetli dağları ile yeşilin huzur veren güzelliğini bütün doğallığıyla görebileceğiniz eşsiz bir yerdir. Bölgemizde yer alan Obruk Barajında su tutulmasıyla; bu güzellikler içerisinde barındırdığı bereketi kutsarcasına daha da canlanmış, adeta yeşil üstüne kurulu bir cennet ortaya çıkarmıştır. Obruk barajıyla birlikte ilçede muhteşem doğa manzaraları oluşmuştur.Oğuzlar belediyesinin Altınkoz Restaurant adıyla açtığı ve su sporları araçlarıyla donattığı tesis ilçeye turizm ilçesi olma yönünde önemli bir adım olmuştur.Yaz aylarında tesisi haftada 5 bine yakın ziyaretçi ziyaret etmektedir. Oğuzlar'ın (Karaören) kurucusu olarak Karadonlu Can Baba kabul edilir. 13.yüzyılda yaşamıştır. Hacı Bektaşi Veli'nin halifelerindendir.Mezarı türbe halinde şu anda kendi adıda verilen Karadonlu mahallesindeki Oğuzlar İlçe Müftülüğündedir. Antoni Gaudí Antoni Gaudí ya da tam adıyla Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet, İspanya’da Art Nouveau akımının öncüsü olan ünlü Katalan mimardır. Barselona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalonya’nın Reus kentinde doğmuştur. Bir bakır ustasının oğludur. 1869’da başladığı mimari eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerle sekiz yıl sürmüştür. 1878’de eğitimini tamamladığı Barselona kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin merkezi olmuş ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tutmuştur. O dönem, Barselona’da özellikle tekstil endüstrisinin gelişmesiyle orta sınıfın güçlendiği, zenginliğin ve şehirsel gelişimin arttığı bir dönemdi. Gaudí, Fransız mimar Eugene Viollet-le-Duc ve “"süsleme, mimarinin kaynağıdır"” diyen İngiliz düşünür John Ruskin’in fikirlerinden etkilenmiştir. Zamanla 19. yüzyılın baskın tarihi stillerinin ötesine geçerek, kendi sınıflandırılması güç estetiğini yaratmıştır. İlk önemli eseri, Vicens ailesi için 1883-1888 tarihleri arasında yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık ev idi. Daha sonra Eusebi Güell adlı sanayici ile güçlü bir ilişki kurarak bu aile için yaptığı eserlerle Barselona’da prestij edinmiştir. Bu eserler, Güell Pavilyonu, Güell Sarayı, Güell Mahzeni, Colonia Güell Türbesi ve Güell Parkı’dır. Diğer önemli eserleri arasında Teresano Koleji, kendisine yılın binası ödülünü kazandıran Celvet Evi, Bellesgurad Villası, Battlo Evi ve "La Pedrera" adıyla bilinen Casa Milà bulunur. En ünlü eseri ise hayatını adadığı, yapımı halen süren La Sagrada Familia bazilikasıdır. Gaudí, 1882’de Francesc de Paula Villar y Lozano tarafından yapımına başlanan bu kiliseyi tamamlama işini 1883’de üzerine aldı. Gittikçe daha fazla zamanını bu esere ayıran Gaudí, 1908’de başka proje almayı bıraktı ve 1926’daki ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yüzyıl katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmadı, stüdyosunu da inşaata taşıdı. 7 Temmuz 1926'da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu projesini tamamlayamadan öldü ve La Sagrada Familia'ya gömüldü. Gaudí, koyu bir Katolik ve ateşli bir Katalan milliyetçisiydi. Katalanca konuşmanın yasalara aykırı olduğu bir dönemde, Katalanca konuştuğu için tutuklandığı bilinir. İlerleyen yaşında kendini tamamen dini bir yapıya adaması da dindarlığından kaynaklanır. Gaudí, bir dahi olarak kabul edilmekle birlikte renk körü olduğuna dair bir iddia vardır. Bu iddiaya göre, eserlerini yardımcısı Joseph Maria Jujol olmadan yaratması mümkün değildi. Gaudí’nin eserlerinin sekiz tanesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alır. Park Güell, Palau Güell ve Casa Milà 1984’te, La Sagrada Familia’nın “İsa’nın Doğuşu” cephesi ile yeraltı türbesi, Casa Vicens, Casa Battlo ve Colonia Güell Türbesi 2005’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. Gaudí, 1908’de iki Amerikalı girişimciden New York’ta bir otel yapma önerisi almış ve 300 metre yüksekliğinde bir bina tasarlamıştı. Ancak bu proje Gaudí’nin 1901-1910 arasında sanatçıyı halsiz düşüren uzun süreli hastalığı nedeniyle gerçekleşmemiştir. Gaudí'nin projesinin, 11 Eylül 2001’de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi yerine yapılacak bina için uygulanması önerilmiştir. UTM Projeksiyonu UTM Projeksiyonu (İngilizce "Universal Transverse Mercator"), Merkatör projeksiyonu kürenin, kendisine ekvatorda teğet olan silindire izdüşümüdür. Gauss-Krüger projeksiyonu ise kürenin, bir başlangıç meridyenine teğet olan silindire izdüşümüdür. Bu nedenle Gauss-Krüger projeksiyonuna Transversal (yatık eksenli) Mercator Projeksiyonu da denir. UTM ise American Military Services tarafından üretilmiş, TM projeksiyonunu kullanan bir projeksiyondur. Ümit Serdaroğlu M. Ümit Serdaroğlu, (d. 1932 İstanbul – ö. 23 Eylül 2005, İstanbul), Türk arkeolog. Restorasyon uzmanı mimar. 1932 yılında İstanbul'da doğan Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nü bitirdi ve 1959'da Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın asistanı oldu. "Arkaik İon Mimarisi" konusundaki tezi ile doktorasını vermiş, ardından iki yıl Almanya’nın Heilderberg Üniversitesinde Prof. Roland Hampe’nin yanında çalışmıştır. 1967'de Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi'nde başladığı mimarlık eğitimini 1974'te tamamlayan Serdaroğlu, 1969 yılında "Lykia ve Karia da Roma Çağı Mimarisi" konulu tezle doçentliğini vermiştir. 1983'de profesör oldu, aynı yıl Anıtlar Yüksek Kurulu'na üye seçildi. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakült
esi Mimarlık Bölümü'nde restorasyon Anabilim Dalı'nı kurarak pek çok Yüksek Lisans öğrencisi yetiştirdi. Beykent Üniversitesi'nde İç Mimarlık Bölüm Başkanlığı yaptı. Maltepe Üniversitesinde Fen Bilimleri Enstitüse Müdürlüğü yanında restorasyon yüksek lisans programı açtı. Çalışmaları arasında Bodrum tiyatrosu kazı ve onarımı, Türkiye'de yerleşme bütününe yönelik ilk koruma planı olan 'Gesi projesi', İstanbul surlarının onarım projeleri de yer aldı. Serdaroğlu son olarak Haliç Üniversitesine geçmiş ve yeni bir restorasyon yüksek lisans programı açmak üzereydi. Yaklaşık 22 yıldır Assos kazılarını yönetti. Serdaroğlu Zeugma Girişim Grubu Kazı Koordinatörü idi. Suna Hanımla Evli olup, Burak ve Buğra isimli iki erkek çocuk babası olan Serdaroğlu 2005 yılının Eylül ayında vefat emiştir. Gerardus Mercator Gerardus Mercator, (d. 5 Mart 1512 - ö. 2 Aralık 1594, 16. yüzyıl Alman-Flemenk haritacı, coğrafyacı ve kozmograf. Sabit kerterizli gemi rotalarını yani kerte hattını doğrularla gösteren ve günümüzde seyrüsefer haritalarında hâlâ kullanılmakta olan yeni bir projeksiyon ile yaptığı 1569 dünya haritası ile tanınmıştır. Mercator, Hollanda haritacılık ekolünün kurucularından biridir ve ekolün altın çağını yaşadığı 16. ve 17. yüzyıllardaki en önemli temsilcisi sayılmaktadır. Yaşadığı dönemde dünyanın en tanınmış coğrafyacısıydı ancak buna ek olarak teoloji, felsefe, tarih, matematik ve manyetizma ile de ilgileniyordu ve aynı zamanda usta bir hakkak ve hattattı, ayrıca dünya küreleri ve bilimsel enstrümanlar da yapmaktaydı. Döneminin büyük âlimlerinin aksine çok az seyahat eden Mercator'un coğrafya bilgisi binden fazla kitap ve haritadan oluşan kütüphanesine, ziyaretçilerine ve diğer âlimlerle, devlet adamlarıyla, seyyahlarla, tüccarlarla ve denizcilerle altı farklı dilde yaptığı çok sayıda yazışmalarına dayanmaktadır. Mercator'un ilk haritaları duvara asmaya uygun büyük formatlıydı ancak yaşamının ikinci yarısında daha küçük formatlı 100'den fazla yeni bölgesel harita yaptı ve bunları 1595 yılında Atlas'ında topladı. Bu eseri Atlas kelimesinin coğrafya bağlamında ilk kullanılışıdır. Mercator aslında bu kelimeyi yalnızca harita koleksiyonu anlamında değil evrenin yaratılışı, tarihi ve tanımı üzerine olan "Cosmologia" adlı bilimsel eseri için kullanmıştır. Bu kelimeyi seçmesinin nedeni, ilk büyük coğrafyacı olarak nitelediği Mauretania Kralı Atlas'a ithaf etmektir. Mitolojiye göre Kral Atlas, Titan Atlas'ın oğludur ancak bu iki mit kısa sürede birleşmiştir. Mercator'un gelirinin çoğu dünya ve gökküre kürelerinin satışında gelmekteydi. Altmış yıl boyunca dünyanın en kaliteli küreleri olarak kabul edilen bu küreler o kadar çok sayıda satılmıştır ki günümüze kadar çok sayıda kalabilmiştir. Bu girişimi kürelerin yapılması, haritaların basılması, kürelerin durduğu dayanakların üretilmesi, paketlenmesi ve Avrupa'nın tamamına dağıtılmasını içeren büyük bir girişimdi. Aynı zamanda özellikle astronomi ve astroloji geometrisini incelemek üzere kullanılan annuli astronomici (astronomi halkaları) ile usturlap olmak üzere bilimsel enstrümanları ile de tanınmıştır. Mercator coğrafya, felsefe, kronoloji ve teoloji üzerine eserler yazmıştır. Duvar haritalarının tamamında gösterdiği bölgelerle ilgili ayrıntılı metinler bulunmaktadır. Örneğin 1569 tarihli meşhur haritasında on beş lejantta 5,000'den fazla kelimelik açıklama bulunur. 1595 tarihli Atlas'ında 120 sayfa kadar harita ve desenli başlık sayfası olmakla beraber daha fazla sayıda sayfa evrenin yaratılışına dair görüşleri ile haritalarda gösterilen tüm ülkelerin tanımlamalarına ayrılmıştır. Kronoloji tablosu 400 sayfa kadar tutmakta ve yaratılıştan itibaren hanedanların, başlıca siyasal ve askerî olayların, yanardağ patlamalarının, depremlerin ve tutulmaların tarihini vermektedir. Aynı zamanda Yeni ve Eski Ahit üzerine de yazmıştır. Katolik bir ailenin oğlu olan Mercator, Martin Luther'in Protestanlık akımının geliştiği dönemde koyu bir Hristiyandı. Kendini hiçbir zaman Lutherci olarak tanımlamamış olsa da Protestanlığa açıkça sempati beslemekteydi ve bu nedenle sapkınlıkla ("Lutheranye") suçlanmıştı. Altı ay kaldığı hapishaneden yara bere almadan kurtulmuştur. Zulüm gördüğü bu dönem muhtemelen Katolik Leuven'den (Louvain) ayrılıp daha toleranslı Duisburg'a taşınmasının başlıca nedenidir. Yaşamının son otuz yılını Dusiburg'da geçirdir. Mercator'un arkadaşı ve ilk biyografisini yazan Walter Ghim, onu ağırbaşlı ama arkadaş ortamında güleryüzlü ve nüktedan olarak tanımlar. Diğer âlimlerle tartışmaktan büyük haz duyan Mercator dindardı ve ölümüne kadar çalışkandı. Gerardus Mercator Hubert de Kremer ve eşi Emerance'ın yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Doğduğunda Geert De Kremer (ya da Gerhard De Cremer) adı verildi. Evleri günümüz Almanya'sında bulunan Jülich Dükalığı'nın Gangelt kentiydi ancak doğduğu sırada ailesi günümüz Belçika'sında bulunan Flandra Kontluğu'nun Rupelmonde adlı kasabasında yaşayan Hubert'in abisi (ya da amcası) Gisbert De Kremer'i ziyaret ediyordu. Yoksul bir ayakkabıcı olan Hubert'in aksine rahip olan Gisbert yaşadığı toplulukta önde gelen kişilerden birisiydi. Aile Rupelmonde'da altı ay kadar kısa bir süre kaldıktan sonra Mercator'un çocukluğunun ilk yıllarını geçirdiği Gangelt'e geri döndü. Altı yıl sonra 1518'de aile muhtemelen Gangelt'te kıtlık, veba ve kanunsuzluk yüzünden kötüleşen koşullar nedeniyle Rupelmonde'ataşındı. Mercator, Gangelt'ten sonra geldiği Rupelmonde'da muhtemelen yedi yaşında yerel okula gitti ve burada okuma, yazma, aritmetik ve Latince üzerine temel bilgileri aldı. Mercator'un milliyeti ihtilâflı bir konudur. 1868 yılında, meşhur 1569 dünya haritasının 300. yılı nedeniyle yapılan hazırlıkların bir parçası olarak Belçikalı Jean Van Raemdonck, "Flemenk" coğrafyacı Mercator'un yayımladığı biyografisinde atalarını Rupelmonde'a dayandıran spekülatif bir De Kremer aile ağacı da bulunmaktaydı. 1869 yılında Duisburg'da Alman Arthur Breusing "Alman" coğrafyacı Mercator üzerine yayımladığı kitapta ailesinin Jülich'ten olduğu, ana rahmine Jülich'te düştüğü ve ailesinin Rupelmonde'u ziyareti sırasında doğmuş olmasının Alman milliyetinden olması gerçeğini geçersiz saymadığını iddia etmiştir. Tartışma 1914 yılında Heinrich Averdunk'un Van Raemdonck'un "kurgularına" saldırması ve 16. yüzyılda Jülich'te Kremer adının çok sayıda bulunmasını öne sürerek Breusing'in Mercator'un Alman olduğu iddiasını desteklemesiyle devam etmektedir. Günümüzde, babası Hubert'in doğum yerine ya da geçmişine dair herhangi bir kanıtın bulunmamasına rağmen çok sayıda Belçikalı ve Alman Mercator'un kendi milliyetlerinden olduğunu iddia etmeye devam etmektedir. Günümüz bilim insanlarının çoğu tarafsız bir tutum takınarak Mercator'un milliyeti konusunda sessiz kalmakta ancak popüler eserler herhangi bir kanıt göstermeden milliyetini bazen Belçikalı bazen de Alman diye göstermektedir. Hubert'in 1526'da ölümünden sonra Gisbert Mercator'un vasisi oldu. Mercator'un kendisi gibi rahip olacağı umuduyla 15 yaşındaki Geert'i Brabant Düklüğü'nde 's-Hertogenboschda bulunan Fratres Vitae Communis tarikatının okuluna gönderir. Tarikat ve okul, İncil'e büyük vurgu yapan ama aynı zamanda da Katolik Kilisesi'Nin dogmalarını açıkça onaylamadığını belirten karizmatik Geert Groote tarafından kurulmuştur. Bu iki özellik de birkaç yıl önce Martin Luther tarafından önerilen yeni "itizaller"di. Yaşamında benzer düsturları izleyen Mercator bunun ceremesini de çekti. Okulda bulunduğu sıralarda okul Georgius Macropedius tarafından idare ediliyordu ve Geert onun rehberliğinde İncil, trivium (Latince, mantık ve belâgat) ve Aristoteles'ten felsefe, Büyük Plinius'tan doğa tarihi ile Batlamyus'tan coğrafya gibi klâsikleri çalıştı. Okulda yapılan tüm eğitim Latinceydi ve Latince okuyup yazabilen ve konuşabilen Geert kendine Latince yeni bir isim de almıştır: Gerardus Mercator Rupelmundanus. Mercator, tüccar anlamına gelen Kremer'in Latince çevirisidir. Tarikatın "scriptorium"u (hattatlar odası) çok tanınmıştı ve Mercator burada daha sonraki eserlerinde kullanacağı italik yazıyı öğrenmişti. Mercator'dan kırk yıl önce aynı okula giden Erasmus'un da tanıklık ettiği üzere tarikat aynı zamanda mükemmeliyetçiliği ve disiplini ile de tanınmıştı. Mercator daha sonra tanınmış Leuven Üniversitesi'ne gitti. Latince tam adı üniversitenin 1530 yılına ait kayıtlarında yer almaktadır. Yoksul olarak kaydedilmesine karşın üniversitenin zengin öğrencileri ile birlikte yatılı olarak kaldı. Bu öğrenciler arasında daha sonradan ünlenecek ve Mercator'un yaşamı boyunca arkadaşı olacak olan anatomici Andreas Vesalius, devlet adamı Antoine Perrenot ile teolog George Cassander sayılabilir. Üniversitede verilen ilk genel akademik derece olan Magister derecesi Aristoteles'in doğruluğunu kabul etmiş olan muhafazakâr skolastik felsefenin etkisi altında felsefe, teoloji ve Antik Yunanca eğitimi üzerine şekillendirilmişti. Her ne kadar trivium'dan sonra quadrivium (aritmetik, geometri, astronomi ve müzik) da öğretilse de teoloji ve felsefe ile kıyaslandığında kapsamları sınırlıdır. Mercator ilk üç konuyu sonraki yıllarda daha da detaylı olarak çalışacaktır. Mercator üniversiteden Magister derecesiyle 1532 yılında mezun oldu. Magister derecesi almış bir kişi normalde Leuven'in Teoloji, Tıp, Kilise hukuku ve Roma hukuku'ndan oluşan dört fakültesinden birinde eğitimine devam etmesiydi. Gisbert Mercator'un teoloji üzerine eğitimine devam edip rahip olmasını ummuş olsa da yirmi yaşına gelmiş çoğu delikanlı gibi ilk ciddi şüphelerini yaşayan Mercator bu yolda devam etmedi. Sorun üniversiteye hâkim olan Aritoteles'in öğretileri ile kendi İncil etütleri ve bilimsel gözlemleri arasındaki özellikle yaratılış ve dünyanın tanımlanması üzerine olan çelişkiydi. Bu tarz şüpheler üniversitede sapkınlık sayılmaktaydı ve muhtemelen sınıfta yapılan tartışmalarda söyledikleriyle çoktan yetkililerin dikkatini çekmişti bereket versin ki hissettiklerini yazıya dökmemiştir. Leuven'den ayrılıp Anvers'e giderek orada zamanını felsefe konuları üze
rine düşünmeye ayırdı. Yaşamının bu dönemi kayıtlarda belirsizlik içindedir. Muhtemelen çok sayıda eser okumuş ancak İncil'de yazan dünya ile coğrafi dünya arasında daha da fazla çelişkiyi fark etmiştir ki bu farklılıklar yaşamının geri kalanında onu sürekli meşgul edecektir. Kendi çalışmaları ile Aristoteles'in dünyası arasında bir uzlaşma sağlayamamıştır. Bu dönemde Mercator Mechelen manastırında yaşayan Fransisken keşiş Monachus ile görüşüyordu. Hümanist görüşü ve Aristoteles'in öğretilerinden ayrılışı ile zaman zaman kilise yetkilileriyle çatışmaya düşen Monachus'un coğrafya üzerine olan görüşleri araştırma ve gözleme dayanmaktaydı. Mercator harita koleksiyonu ve V. Karl'ın baş danışmanı Jean Carondelet için hazırladığı ünlü yerküresi ile Monachus'tan etkilenmiş olmalıdır. Bu yerküre Mercator'un yanına çırak olarak gireceği Leuven'li kuyumcu Gaspar van der Heyden (Gaspar a Myrica yak. 1496– yak. 1549) tarafından yapılmıştı. Bu görüşmeler muhtemelen teoloji ile ilgili sorunlarını bir kenara bırakıp kendini coğrafyaya vermesine neden olmuş olabilir. Sonradan şunları söyleyecektir: ""Gençliğimden beri coğrafya benim asıl ilgi alanım oldu. Yalnızca Dünya'nın tanımlanmasını değil dünyayı oluşturan tüm mekanizmayı sevdim."" 1534 yılının sonuna doğru 22 yaşındaki Mercator Leuven'e döndü ve kendini Gemma Frisius'un rehberliğinde coğrafya, matematik ve astronomi çalışmaya verdi. Kendinden dört yaş büyük olan Gemma'nın arkadaşlığı ve yardımı sayesinde iki yıl içinde matematik üzerine ustalaştı ve üniversite tarafından öğrencilere özel ders vermek üzere izin aldı. Bu çalışmalarda kullanılan bazı matematiksel enstrümanlar Gemma tarafından tasarlanmıştı ve Mercator da kısa sürede bunların üretimi konusunda pirinç ile çalışma, ölçekleri hesaplama için matematik ve hakkaklık gibi becerileri geliştirdi. Gemma ve Gaspar Van der Heyden 1529 yılında yerkürelerini tamamlamıştı ancak 1535 yılında son coğrafi keşifleri de içerecek yeni bir yerküre yapmayı planlıyorlardı. Yerküre parçaları tahta yerine bakır üzerine kazılacaktı ve metin yazısı önceki yerkürelerde olduğu gibi kalın Roman karakterleri yerine zarif italik yazı ile yazılacaktı. Yerküre Gemma'nın içeriği araştırması, Van der Heyden'in coğrafi kısmı Mercator'un da metinleri kazıması ile yapılan ortak bir çalışmanın ürünüydü. Yerküre 1536'da tamamlandı ve karşılığı olan gökküre de bir yıl sonra bitti. Çok beğenilen bu küreler oldukça pahalıydı ve yaptığı matematiksel enstrümanlar ile verdiği derslerden de kazandığı paralarla Mercator evlenip bir aile kuracak duruma gelmişti. Barbara Schellekens ile Eylül 1536'da evlendi ve altı çocuklarının ilki olan Arnold bir yıl sonra dünyaya geldi. Mercator'un haritacılık dünyasına girişi Gemma'nın yerkürelerini satın alan profesörler, zengin tüccarlar, psikoposlar, aristokratlar ve Brüksel yakınlarında imparator V. Karl'ın sarayındakiler tarafından fark edilmiş olmalıdır. Böyle zengin kişilerin verdiği işler ve onların hâmilikleri Mercator'a yaşamı boyunca önemli bir gelir kaynağı olacaktır. İmtiyazlı çevrelerle bağlantıları ayrıca sınıf arkadaşı olan ve kısa bir süre sonra Arras piskoposu olarak atanacak olan Antoine Perrenot ile V. Karl'ın şansölyesi olan Antoine'ın babası Nicholas Perrenot sayesinde de kolaylaşmıştır. Gemma ile birlikte yerküreleri yapmak için çalışırken Mercator coğrafya bilgisini geliştirmek için önceki haritaları incelemiş, içeriklerini kıyaslayıp birleştirmiş, coğrafya metinlerini çalışmış ve tüccarlar, hacılar, seyyahlar ve denizcilerle yazışarak yeni bilgiler edinmiş olmalıdır. Bu yeni edindiği becerileri kullanarak kısa sürede çok verimli çalışmalar ortaya çıkarmıştır. 1537 yılında yalnızca 25 yaşında iken tek başına araştırdığı, kalıplarını kazıdığı, bastığı ve kısmen tek başına yayımladığı Kutsal Diyar haritası ile ünlenmiştir. Bir yıl sonra 1538'de "Orbis Imago" diye bilinen ilk dünya haritasını yaptı. 1539 ila 1540 yıllarında Flandra haritasını tamamladıktan sonra 1541'de yerküre haritasını bitirmiştir. Bu dört çalışmasının hepsi büyük takdir görmüş ve çok sayıda satılmıştır. Bu eserlerin üçünde bulunan ithaflar Mercator'un nüfuzlu hamilere olan erişimini gösterir: Kutsal Diyar haritası Mechelen Büyük Konseyi'nde bulunan Franciscus van Cranevelt'e; Flandra haritası imparatora ve yerküre haritası da imparatorun baş danışmaı Nicholas Perronet'ye ithaf edilmiştir. Dünya haritasının ithaf edildiği kişi ise daha da ilginçtirç Mercator dünya haritasını üniversiteden arkadaşı olan ve Lutherci sapkınlık şüphesi taşıyan rahip Johannes Drosius'a ithaf etmiştir. "Orbis Imago" haritasının sembolizminin Lutherci bir görüş açısını yansıttığı dikkate alındığında Mercator'un bu harita ile kendini Leuven'in tutucu teologları tarafından eleştirilmeye açtığı görülür. Deimos (mitoloji) Deimos, Yunan mitolojisinde korkunun, dehşetin tecessümü, cismanileşmesi. Ares ile Afrodit'in oğludur. Phobos'un kardeşidir. Savaşlarda Ares ile beraber bulunurdu. Colorado Colorado ("Kolorado"), ABD'nin Orta-Batı bölgesinde yer alan en yüksek eyaletidir. Eyalet Doğu'da Great Ovaları, merkezde Rocky Dağları, Batı'da Colorado Ovası ve Kuzeybatı'da Intermontane Havzası olmak üzere dört ana bölgeye ayrılmıştır. Yazları serin ve kuru, kışları ise soğuk ve karlı olur. Yazın ortalama sıcaklık 15 °C, kışın ise -6 °C'dir. Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri Colorado Springs'de bulunmaktadır. Colorado'nun başkenti Denver, yüzölçümü: 269.619 km², nüfusu (2000 yılı) 4.301.260 kişidir. Cheeseburger Denver'da ortaya çıkmıştır. Dünya'nın ilk rodeosu 1869'da Deer Trail'de gerçekleştirilmiştir. Tim Allen (aktör), M. Scott Carpenter (astronot) ve Gene Fowler (yazar) Colorado Eyaleti'nin ünlülerindendir ayrıca South Park dizisinin kurucuları ve OneRepublic isimli Rock-Pop müzik grubu buradan çıkmıştır. İspanyol kaşifler, bugünkü kaynağı bugün eyalet topraklarında olan nehre alüvyonlu rengi nedeniyle İspanyolca "kızıl" anlamına gelen "colorado" adını vermişlerdir. Daha sonra burada kurulan eyalet de adını Kolorado Nehri'nden almıştır. Kolorado topraklarına insanların MÖ 14 ila 10. bin yılda yerleştiği düşünülmektedir. Bölgeye ilk gelen Avrupalı, muhtemelen 1541 yılında İspanyol kaşif Francisco Vázquez de Coronado oldu. 1682'de Fransız kaşif Robert de La Salle, Rocky Dağları'na kadar olan Kolorado topraklarına Fransa adına el koyduğunu ilan etti. 1803 yılında ABD hükümeti, 68 milyon Frank karşılığında Kolorado'yu da kapsayan geniş bir bölgeyi Fransa'dan satın aldı. Bu sırada bölgede Amerikan yerlileri yaşadığı için satın alma ve ABD hakimiyeti sadece kâğıt üzerindeydi. Kolorado topraklarında yaşayan yerli halklardan önemlileri Utesler, Arapaholar ve Şayenler'di. 1806 yılında bölgeyi keşfetmek için ABD hükümeti tarafından Teğmen Zebulon M. Pike görevlendirildi. Küçük bir birlikte bölgeye gelen Pike, 1807'de bölgede nüfuz kurmaya çalışan İspanyollar tarafından tutuklandı ama kısa sürede serbest bırakılıp geri gönderildi. 1820 yılında bu kez Binbaşı Stephen H. Long, ABD adına bölgede keşif yaptı. Bölgede kürk ticareti başladı. 1832'de ünlü kürk tüccarlarından Bent kardeşler, bugünkü La Junta şehri yakınlarında Bent Kalesi'ni inşa etti. Kolorado 1861 yılında resmen bir ABD toprağı (territory) haline geldi. Amerikan İç Savaşı'nın başında Denver şehir merkezindeki bir binaya Konfederasyon bayrağı asan yaklaşık yüz kişilik Güney taraftarı grup Vali William Gilpin tarafından tutuklatıldı. Gilpin, Kuzey'in yanında yer alan Colorado'yu savunmak için Colorado Gönüllüleri adlı bir milis gücü kurdu. 1862'nin ilk aylarında Konfederasyon kuvvetleri Kolorado'daki altın madenlerini ele geçirmek için harekete geçti. Albay John Chivington komutasındaki gönüllüler işgali engellemek için Glorieta Geçidi'nde mevzilendi. 26 Mart'ta iki taraf arasında çatışma başladı. 28 Mart'ta Chivington'ın adamları Konfederasyon birliklerinin cephe gerisine sızarak düşmanın savunmasız bıraktığı ikmal kafilesini tahrip etti ve hayvanları saldı ya da öldürdü. Erzak ve malzemelerini kaybeden Konfederasyon kuvvetleri daha üstün konumda oldukları halde çekilmek zorunda kaldı. Beyazların bölgeye yerleşmesi sonucu yerlilerin verimli toprakların dışına itilmesi bölgede yıllardır gerginliğe sebep oluyordu. 1864 yılında Albay John Chivington komutasındaki Kolorado Gönüllüleri'nden bir grup, Şayen köylerine saldırmaya başladı. Şayenler ilk başta misillemede bulunsalar da daha sonra Şayen şefleri barış istedi. Şayenlerden bir grup bu amaçla Kolorado'da Lyon Kalesi yakınlarında kendilerine güvende olacakları söylenen Sand Creek mevkiinde kamp kurdu ve kendilerine söylendiği gibi kampa ABD bağrağı dikti. Barış sağlandığına inanan Şayen erkekleri kampı bırakarak avlanmaya gittiği sırada, 29 Kasım 1864 günü Albay John Chivington, 700 silahlı adamıyla kadınlar, çocuklar ve yaşlı erkeklerin bulunduğu kampa saldırarak yüzlerce yerliyi öldürdü. Chivington'un adamları teslim olanları da katletti, cesetleri parçaladı ve kafa derilerini yüzdü. Olay, tarihe Sand Creek Katliamı olarak geçti. Katliamdan sonra beyazların yanına dönen Chivington ve adamları ilk önce kendilerini savaş kazanmış kahraman gibi gösterdilerse de hayatta kalan yerlilerin ve Chivington'un adamlarından bazılarının anlattıkları katliamı ortaya çıkardı. Yine de Chivington ve adamları yargılanmadı. Falko Götz Falko Götz (d. 26 Mart 1962; Rodewisch), eski futbolcu, teknik direktör. Erzgebirge Aue'nin teknik direktörlüğünü yapmaktadır. Doğu Almanya kökenli futbolcu Doğu Almanya'nın Belgrad'da Yugoslavya ile yaptığı millî maçta kırmızı kart görerek oyundan atılmış, sonrasında soyunma odası yerine taksi ile Batı Alman konsolosluğuna sığınıp Batıya iltica etmiştir. Bunun üzerine FIFA tarafından bir yıl futbol oynaması yasaklanmış, bir yıllık sürenin bitiminden sonra Bayer 04 Leverkusen ile anlaşarak tekrar futbola dönmüştür. 1992 yılında Galatasaray'a transfer olmuş ve libero mevkiinde çok başarılı maçlar çıkartmıştır. İleri çıkıp takımına birçok gol kazandıran Falko Götz, Galatasaray'ın o yıl 4 kupa kazanmasında önem
li rol oynamıştır. 1993-94 sezonunda da Galatasaray ile birlikte şampiyon olmuştur. Türkiye'de pek alışkın olunmayan bir şekilde sezon bitiminden 4 ay önce yeni mukavele yapmak istemesi ve yöneticilerin bunu kabul etmemesi sonucu Almanya'ya geri dönmüştür. Connecticut Connecticut, Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı bir eyalettir. Connecticut eyaleti, 12.997 km²'lik alanıyla ABD'deki 50 eyalet arasında büyüklük olarak 48. sırayı almaktadır. ABD'nin kuzeydoğusunda Yeni İngiltere (New England) bölgesindedir. Amerikan Bağımsızlık Savaşında İngiltere'ye karşı mücadele eden On Üç Koloniden biridir. Connecticut eyaletinin başlıca şehirleri: Bridgeport, Hartford (başkent), New Haven, West Haven ve Waterbury'dir. Bölgenin nüfusu ise 3,3 milyon civarındadır. Eyaletin 5 ana bölgesi: Taconic Section, Central Valley, Western Northeast Upland, Eastern Northeast Upland ve Coastal Plain bölgeleridir. Taconic Section, eyâletin kuzey kesimlerinde Taconic dağlarının da bulunduğu bölgenin ismidir. Western Northeast Upland, ormanlık ve kayalıklardan oluşmuş bir bölgedir. Central Valley, düzlük alanlar ve küçük tepelerden oluşmaktadır. Eastern Northeast Upland ise, küçük tepecikler, dar vadiler ve engebeli arazilerin bulunduğu bir bölgedir. Long Island Sound bölgesine sınırı olan Coastal Plain (kıyı şeridi) dar bir alandır ve bu bölgede koy, liman ve kumsallıklar bulunmaktadır. Connecticut nehri, Kuzeydoğudaki en uzun nehirdir ve eyaletin merkez bölgesinden geçmektedir. Anumati Anumati, Hint mitolojisinde, bir ay tanrıçasıdır. Anumati'nin kelime olarak manası ""İlahi Lütûf""tur. Birçok diğer Hint tanrıçası gibi, kendi içinde doğurganlık, bereket, bolluk gibi özellikler taşır. Makara Makara kelimesi muhtelif bağlamlarda şu mânâlara gelir: Vangelis Vangelis (asıl adı Evangelos Odysseas Papathanassiou) (d. 29 Mart 1943, Volos, Yunanistan), dünyaca tanınan New Age ve elektronik müzik bestecisi ve müzik adamı. En bilinen besteleri, Chariots of Fire Blade Runner ve Carl Sagan's Cosmos adlı filmler için hazırlamış olduğu tema müzikleridir. Bunlardan "Chariots of Fire" ile 1981 yılında Akademi ödülü almıştır. Vangelis, ayrıca 2002 FİFA Dünya Kupası marşını bestelemiştir. Albedo 0.39 albümünde yer alan "Pulstar" isimli şarkısının bir versiyonu, bir dönem ESPN’in "SportsCenter" programında ve WTVK ve WNEV’nin haberlerinde jenerik müziği olarak kullanılmıştır. Evangelos Odysseas Papathanassiou 29 Mart 1943'te Yunanistan'ın Volos kentinde dünyaya geldi. 4 yaşında beste yapmaya başladı ve büyük ölçüde kendi kendini yetiştirdi. Geleneksel piyano derslerini almayı reddetti ve kariyeri boyunca nota yazma ve okuma konusunda kapsamlı bilgisi olmadı. Atina Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim okudu. Vangelis, 12 yaşındayken caz müzik ile ilgilenmeye başladı ve daha bu ilgi rock and roll'a döndü. 15 yaşında okul arkadaşları ile ilk çalışmalarını yapmaya başlayan Vangelis, 1960'ların başlangıç yıllarında The Forminx adlı pop gurubunu kurdu. Atina'da çalan bu grup cover şarkılar dışında çoğu Vangelis ve Nico Mastorakis tarafından yazılmış İngilizce besteler de kaydetti. The Forminx, dokuz hit single ve bir Noel EP'si çıkardıktan sonra 1966 yılında şöhretlerinin zirvesinde dağıldı. Yönetmen Theo Angelopoulos tarafından çekilen ve grubun hayatını anlatan bir film grubun dağılması ile tamamlanamadı ve bu film için yazılan şarkılar da gün yüzüne çıkamadı. Vangelis, daha sonraki iki yıl boyunca farklı Yunan şarkıcılarına şarkı yazıp, prodüktörlüklerini yaptı. 1968'deki öğrenci olaylarında Paris'e taşındı ve Demis Roussos, Loukas Sideras ve Argyris Koulouris’le birlikte Aphrodite’s Child isimli progresif rock grubunu kurdu. Birlikte, Avrupa'da hit olmuş bir single olan Rain and Tears'i çıkardılar. Özellikle, müzik anlayışı açısından devrimsel olan 666 isimli albümleri dolayısıyla, müzik tarihçileri tarafından progresif rock ve konsept albümlerinin gelişiminde bir eksen kabul edildiler. 1972 yılında grup dağıldı. Vangelis, daha sonraki yıllarda Roussos'nun birkaç albüm ve single’ının yapımcılığını üstlendi. Buna karşılık olarak Roussos ise Blade Runner soundtrack’inde vokal yaptı. Aphrodite's Child'da müzik yaparken, Vangelis başka projelerde yer almaya başlamıştı. 1960'larda Filippos Fylaktos'un "My Brother, the Traffic Policeman" (1963), Giorgos Konstantinou'nun "5,000 Lies" (1966) ve Nikos Koundouros'un "To Prosopo tis Medousas" (1967) filmlerinin müziklerini yapmıştı. 1970'de Henry Chapier'in "Sex-Power" filminin müziklerini besteledi ve yönetmen ile "Salut, Jerusalem" (1972) ve "Amore" (1974) fimlerinde de çalıştı. 1971'de Londra'da bir grup stüdyo müzisyeni ile kayıtlar yaptı ve bu kayıtlar sanatçıdan izinsiz olarak 1978 yılında "Hypothesis" ve "The Dragon" adlı iki albüm olarak yayınlandı. 1972'de 1968 yılındaki öğrenci isyanlarından etkilenerek ilk solo albümü "Fais que ton rêve soit plus long que la nuit"'i yayınlandı. Gösterici marşları ve haber bülteni kayıtlarından bölümler de içeren bu albümün sözlerinin bir kısmı gösterilerde duvara yazılan sloganlardan oluşturuldu. 1973'te Vangelis, Fransız film yapımcısı Frederic Rossif’in iki filminin müziğini yaparak solo kariyerine devam etti. Vangelis'in ikinci solo albümü olan "Earth"’ün kayıtları da 1973 yılında yapıldı. Perküsyonların ağırlıkta olduğu bu albümde Bizans müziğinden de etkileşimler vardı. Albüm kayıtlarında Vangelis'e eski grup arkadaşı Argyris Koulouris ve daha sonra F. R. David adıyla çıkardığı "Words" single'ı ile dikkat çekecek Robert Fitoussi eşlik etti. Bu kadro ile 1974'te "Odyssey" adı altında "Who" adlı bir single çıkardı. Aynı dönemde Vangelis başka bir progresif rock grubu Yes ile klavyecileri Rick Wakeman'ın gruptan ayrılmasının ardından provalar yaptı. Hiçbir zaman gruba katılmamasına rağmen (gruba Patrick Moraz alınmıştı), ileride birçok vesileyle birlikte çalışacakları vokalist Jon Anderson’la dost oldular. Londra’ya taşındıktan sonra, Vangelis, RCA Records ile bir anlaşma imzaladı, kendi stüdyosu olan Nemo Studios'u kurdu ve eleştirmenlerin takdirini kazanmış "Heaven and Hell"(1975), "Spiral" (1977) ve "China" (1979) albümlerini kaydetti. Sonradan, Heaven and Hell, Carl Sagan tarafından PBS televizyon dizisi Cosmos’un tema müziği olarak kullanıldı. Ayrıca, Yunan rock grubu Socrates Drank The Conium’um muhtemelen en önemli albümü olan Phos’un kayıtlarında yapımcı olarak yer aldı ve klavye çalma görevini üstlendi. 1976'da Rossif'in yönetmenliğini yaptığı belgesel "La Fête sauvage"'in müziklerini yaptı. Bu albümde Batı müziğini Afrika ritmleriyle sentezledi. 1979'da Rossif için yaptığı üçüncü film müziği albümü olan "Opéra sauvage" yayınlandı. Bu albümden "L'Enfant", daha sonra Peter Weir'ın 1982 tarihli "The Year of Living Dangerously" filminde yer aldı. Rossif ve Vangelis'in işbirliği daha sonra "Sauvage et Beau" (1984) ve "De Nuremburg à Nuremburg" (1989)'te devam etti. 1979'da Vangelis ve aktris Irene Papas'ın yorumladığı Yunan halk şarkılarından oluşan "Odes" yayınlandı. Albüm, Yunanistan'da büyük başarı kazandı. İkili 1986'da "Rapsodies" ile bir ortak çalışmaya daha imza attı. 1980 yılında deneysel albümü "See You Later"'ı çıkardı. Bu albümdeki "Memories of Green" daha sonra Blade Runner soundtrack'inde de kullanıldı. 1981 yılında Chariots of Fire’ın müziklerini yaptı. Bir elektronik müzik çalışması olan soundtrack, dönemin trendleri ve karakteristiğiyle pek uyumlu kabul edilmese de beklentilerin üzerinde bir başarı elde etti. Film, En İyi Film Akademi Ödülü dahil altı adet ödül kazandı. Vangelis de En İyi Özgün Müzik dalında Oscar ödülüne layık görüldü. Filmin açılışındaki tema müziği 1982 yılında single olarak yayınlandı ve 5 ay süren istikrarlı bir yükseliş trendinin sonunda listelerde bir hafta boyunca birinci sırada yer aldı. O yıldan bu yana, enstrümantal bir eser olarak, yalnızca, 1985 yılında yayınlanmış “Miami Vice Theme”, listelerde birinci sırada yer alabildi. 1982 yılında yönetmen Ridley Scott’la ortak çalışmalara başladı. Bu ortaklığın ilk ürünü 1982 tarihli Blade Runner filminin müzikleri oldu. Bu çalışmalar BAFTA ve Altın Küre adaylıkları kazandı. Ancak Vangelis ile yaşanan bir anlaşmazlık nedeniyle film müziği albümünde "The New American Orchestra" adı verilen bir grup stüdyo müzisyeni çaldı. Anlaşmazlığın sona ermesi 12 yıl sürdü ve Vangelis'in çalışmaları ABD'de 1994 yılında yayınlandı. 2017'de film müziklerinin 35. yılı dolayısıyla orijinal film müziği albümü LP olarak satışa sürüldü. Scott ile Vangelis, Paramount Pictures tarafından yayınlanan 1992 tarihli "" filminde de beraber çalıştı. Film, Kristof Kolomb'un Amerika ziyaretinin 500. yılı dolayısı ile çekilmişti. Vangelis'in film müziği 1993 Altın Küre ödüllerinde en iyi özgün film müziği ödüllerine aday gösterildi. Vangelis, bu dönemde solo albümler yayınlamaya da devam etti. 1980'de Jon Anderson ile Jon & Vangelis olarak 1991 yılına kadar dört albüm çıkardı. 1981 ve 1986 yıllarında İtalyan şarkıcı Milva’yla çalıştı, ve özellikle Almanya’da “Ich hab’keine Angst” ve “Geheimnisse” albümleriyle önemli başarı elde etti. Ayrıca Jacques-Yves Cousteau’nun deniz altında çekilen belgesellerinin müziklerini yaptı. 1992’de, Fransa Vangelis'e Chevalier des Arts et des Lettres unvanını verdi. 2001’de elektronikten çok orkestral bir albüm olan ve aslında 1993’te yazılmış olan Mythodea’yı çıkardı; ve bu eser NASA tarafından Mars özel görevleri tema müziği olarak kullanıldı. 2004 yılında Oliver Stone'un Alexander isimli filminin soundtrack’ini çıkardı. 2007'de ise Yunan yönetmen Yannis Smaragdis'in 17. yüzyılda yaşamış Giritli ressam El Greco'nun yaşamını konu alan El Greco filminin müziklerini yayınladı. İkili 1997'de de Kavafis'in yaşamını konu eden Cavafy filmi için beraber çalışmış, Vangelis bu filmin müziklerini ücretsiz yapmıştı. 12 Kasım 2014'te Avrupa Uzay Ajansı'nın Rosetta projesinin bir parçası olarak Philae'nın 67P/Churyumov-Gerasimenko kuyruklu yıldızına inmesi üzerine "Arrival", "Rosetta's Waltz", ve "Philae's Journey" adlı üç beste yaptı ve bu bestel
er daha sonra internette yayınlandı. Ekim 2016'da Vangelis aynı temalı "Rosetta" albümünü yayınladı. Elektromanyetizma Elektromanyetizma, elektrikle yüklü parçacıklar arasındaki etkileşime neden olan fiziksel kuvvet'tir. Bu etkileşimin gerçekleştiği alanlar, elektromanyetik alan olarak tanımlanır. Doğadaki dört temel kuvvetten biri, elektromanyetizmadır. Diğer üçü; güçlü etkileşim, zayıf etkileşim ve kütle çekim kuvvetidir. Elektromanyetizma, yerçekimi dışında, günlük yaşamda karşılaşılan hemen hemen tüm fenomenlerden sorumlu etkileşimdir. Olağan madde, formunu her bir molekülünün arasındaki intermoleküler güçün bir sonucu olarak alır. Elektronlar atom çekirdeklerinin etrafındaki orbitallerde elektromanyetik dalga mekaniği tarafından moleküllerinin yapı taşları olan atomları oluşturmak için bağlı tutulurlar. Bu, kimyada, komşu atomların elektronları arasındaki etkileşimden doğan süreçleri yönetir. Atomlar arasındaki komşuluk, sırasıyla, elektronların elektromanyetik kuvvetleri ve momentumları tarafından belirlenir. Elektromanyetizma, elektrik alanda da manyetik alanda da ortaya çıkar. Her iki alan da elektromanyetizmanın farklı sonuçlarıdır; ancak, öz itibarıyla birbirleriyle ilintilidirler. Bundan dolayı, değişen bir elektrik alan, bir manyetik alan üretir; değişen bir manyetik alan da, elektrik alanı oluşturur. Bu etki, elektromanyetik indüksiyon olarak tanımlanır ve elektrik jeneratörlerinin indüksiyon motorların ve transformatörlerin çalışma temelinde yer alır. Matematiksel olarak konuşursak, manyetik alanlar ve elektrik alanlar, bağıl hareket üzerinden 2.dereceden tensör ve bivektör kullanılarak birbirine dönüştürülebilir. Elektrik alanlar, elektrik potansiyeli(örneğin, bir pil voltajı) ve elektrik akımı (örneğin, bir el fenerindeki elektrik akışı) gibi bazı ortak olayların nedenidirler. Manyetik alanlar, mıknatıslarla ilgili kuvvetin sebebidir. Kuantum elektrodinamikte, yüklü parçacıklar arasındaki elektromanyetik etkileşimler, sanal fotonlar olarak bilinen ve yüklü parçacıklar arasında değiş tokuş edilen haberci parçacıkların incelendiği Feynman diyagramları yöntemi kullanılarak hesaplanabilir. Bu yöntem pertürbasyon teorisi incelenerek elde edilebilir. Elektromanyetizmanın teorik uygulamaları Albert Einstein'ın 1905 yılında özel görelilik teorisini geliştirmesinin önünü açtı. Aslında, elektrik ve manyetizma iki ayrı kuvvet olarak düşünülüyordu. Bu görüş, 1873'te basılan, James Clerk Maxwell'in, içinde pozitif ve negatif yüklerin etkileşimlerinin tek kuvvetle düzenlendiği gösterilen "Treatise on Electricity and Magnetism" yayınıyla değişti. Deneyler ile açıkça gösterilmiş olan tüm bu etkileşimlerin dört ana etkisi vardır: 21 Nisan 1820 tarihinde bir akşam, Hans Christian Ørsted ders için hazırlarken, şaşırtıcı bir duruma tanık oldu. Malzemelerini hazırladığı sırada, kullandığı pildeki elektrik akımı açık ve kapalı iken pusula iğnesinin manyetik kuzeyden saptığını fark etti. Bu sapma, onu şuna ikna etti: Manyetik alan çizgileri, tıpkı ışık ve ısıda olduğu gibi, elektrik akım taşıyan bir telin her tarafından yayılıyordu. Bu durum da, elektrik ve manyetizma arasındaki doğrudan ilişkiyi teyit ediyordu. Keşif sürecinde, Ørsted, olgunun herhangi bir tatmin edici açıklamasını yapmadı, onu matematiğe dökmeye de çalışmadı. Ancak, üç ay sonra daha yoğun araştırmalara başladı. Bundan kısa süre sonra da, bir teldeki elektrik akımının bir manyetik alan ürettiğini kanıtlayan bulgularını yayınladı. Onun elektromanyetizma konusuna yaptığı katkılardan dolayı, manyetik indüksiyon, CGS birimine göre (oersted) olarak isimlendirilmiştir. Ørsted'in bulguları, bilim camiasında elektrodinamike dair yoğun araştırmaların kapısını açtı. Bulgular, Fransız fizikçi André-Marie Ampère'in, akım taşıyan iletkenler arasındaki manyetik kuvvetleri tanımlayan matematiksel formu geliştirmesini sağladı. Ayrıca, Ørsted'in keşfi birleştirilmiş bir enerji kavramına doğru büyük bir adım oldu. Michael Faraday tarafından gözlemlenen, James Clerk Maxwell tarafından genişletilen ve Oliver Heaviside ile Heinrich Hertz tarafından kısmen yeniden formüle edilen bu kavram birleştirme, 19. yüzyılda matematiksel fizikin en önemli başarılarından biridir. Bu başarı, ışığın doğasını anlamak gibi uzun erimli sonuçlar doğurmuştur. Işık ve diğer elektromanyetik dalgalar, kuantize olan, kendi kendine yayılan manyetik alan titreşimleri diyebileceğimiz foton formunu alır. Farklı salınım frekansları, elektromanyetik radyasyonun farklı biçimlerini doğurur; en düşük frekanslardaki radyo dalgalarından, orta frekanslardaki görünür ışığa, en yüksek frekanslardaki gama ışınına. Ørsted, elektrik ve manyetizma arasındaki ilişkiyi inceleyen tek insan değildi. 1802 yılında Gian Domenico Romagnosi, İtalyan bir hukuk bilgini, elektrostatik yüklerle manyetik bir iğneyi saptırdı. Aslında, düzenekte galvanik akım yoktu ve bu nedenle elektromanyetizma da mevcut değildi. Keşfin bir dökümü, 1802 yılında, bir İtalyan gazetesinde yayınlandı. Ancak, çağın bilim camiası tarafından büyük ölçüde göz ardı edildi. Elektromanyetik kuvvet, bilinen dört temel kuvvetten biridir. Diğer temel kuvvetler: nükleonları oluşturmak için kuarkları bağlayan ve çekirdekleri oluşturmak için nükleonları bağlayan güçlü nükleer kuvvet, radyoaktif bozunmanın bazı türlerini oluşturan zayıf nükleer kuvvet ve kütle çekim kuvveti. Tüm diğer kuvvetler (sürtünme kuvveti gibi), neticede, parçacıkların hareketiyle sağlanan bu temel güçlerden ve momentumdan kaynaklanır. Elektromanyetik kuvvet, kütle çekim kuvveti dışında, günlük hayatta nükleer ölçekte karşılaşılan tüm diğer olgulardan sorumludur. Kabaca; atomlar arası etkileşimlerden kaynaklanan tüm kuvvetler, elektrik yüklü atom çekirdeklerine ve atomların etrafındaki ve içindeki elektronlara etkiyen elektromanyetik kuvvetle ve bu parçacıkların hareketlerinden nasıl ivme kazandıklarıyla açıklanabilir. Buna, sıradan nesneleri "itme" veya "çekme" sırasında deneyimlediğimiz, vücutlarımızdaki ve bu nesnelerdeki her bir molekülün arasındaki moleküller arası kuvvetten doğan kuvvetler de dahildir. Aynı zamanda kimyasal olayın bütün formlarını içerir. Elektronların hareketlerinin momentumları tarafından üretilen etkili kuvvet, elektronların birbirleriyle etkileşim içerisinde olan atomlar arasında bir diğer atoma momentum taşıyarak hareket etmesi, atom içi ve moleküller arası kuvvetlerin anlaşılmasında oldukça önemli ve gereklidir. Elektronlar toplamı, daha dar hale geldikçe, Pauli dışlama ilkesi'ne göre; minimum momentumları mutlaka artar. Moleküler düzeydeki maddenin, yoğunluğu da dahil olmak üzere durumu; elektronların taşıdığı momentumdaki değişimin oluşturduğu kuvvet ve elektromanyetik kuvvet arasındaki denge ile belirlenir. Bilim adamı William Gilbert, "De Magnete" 'inde (1600), elektrik ve manyetizmanın, her ikisi de maddelerin itilmesi ve çekilmesine sebep olabilirken, farklı etkiler olduklarını ileri sürdü. Denizciler, yıldırımların pusula iğnelerini bozabildiklerini fark etmişlerdi, ama yıldırım ve elektrik arasındaki bağlantı, Benjamin Franklin 'in 1752'de gerçekleştirdiği deneylere kadar doğrulanamamıştı. İnsan yapımı elektrik akımı ve manyetizma arasındaki bağlantıyı ilk keşfedip yayınlayanlardan biri Romagnosi 'dir. Romagnosi, 1802 yılında bir teli bir elektrik pili boyunca bağlamanın yakındaki bir pusula iğnesini saptırdığını fark etti. Ancak bu etki, 1820 yılında Ørsted benzer bir deney gerçekleştirene kadar yaygın olarak bilinmedi. Ørsted'in çalışması, Ampère'i elektromanyetizmaya dair matematiksel bir teori üretmek üzere etkiledi. Klasik elektromanyetizma olarak bilinen elektromanyetizma teorisi, 19. yüzyıl boyunca çeşitli fizikçiler tarafından geliştirilmiş; önceki gelişmeleri tek bir teoriye toplayan ve ışığın elektromanyetik doğasını keşfeden James Clerk Maxwell 'in çalışmalarıyla sonuç bulmuştur. Klasik elektromanyetizmada, elektromanyetik alan; Maxwell denklemleri olarak bilinen bir dizi denkleme uyar ve elektromanyetik kuvveti Lorentz kuvvet yasası verir. Klasik elektromanyetizmanın özelliklerinden biri, klasik mekanik ile bağdaştırılmasının zor; ancak, özel görelilik ile bağdaştırılabilir olmasıdır. Maxwell denklemlerine göre, bir vakum içindeki ışık hızı, evrensel bir sabittir. Bu sabit sadece electrical permittivity ve magnetic permeability of free space 'e bağlıdır. Bu, klasik mekaniğin köklü bir temel taşı olan Galilean invariance 'i ihlal eder. İki teoriyi uzlaştırmanın tek yolu, yayılan ışıkta ışık saçan eter 'in olduğunu varsaymaktır. Ancak, daha sonraki deneysel çalışmalar eterin varlığını tespit edemedi. Hendrik Lorentz'in ve Henri Poincaré'in önemli katkılarından sonra, 1905 yılında Albert Einstein, klasik kinematikleri, klasik elektromanyetizmayla uyumlu yeni bir kinematik teorisiyle değiştiren özel görelilik tanımıyla bu problemi çözdü. (Daha fazla bilgi için, bkz: özel görelilik tarihçesi.) Ek olarak, görelilik teorisi gösterdi ki, hareketli referans sistemlerinde manyetik alan elektrik alan bileşeni sıfırdan farklı olan oluşturmaktadır, tersi elektrik alan için de geçerlidir. Yani manyetik alan ve elektik alan bir paranın iki farklı yüzü gibi düşünülebilir. İşte bu yüzden konunun adı “elektromanyetizma”dır. (Daha fazla bilgi için, bkz: Klasik elektromanyetizma ve özel görelilik.) Aynı yıl yayınlanan başka bir makalede, Albert Einstein, klasik elektromanyetizmanın köklü temellerini zayıflattı. Ona fizik dalında Nobel ödülü kazandıran fotoelektrik etkisi teorisi, sonradan foton olarak adlandırılacak olan parçacık benzeri şeylerde ışığın bulunabileceğini var sayıyordu. Einstein'ın fotoelektrik etki teorisi, Max Planck'ın 1900 yılında sunduğu morötesi katastrofunun çözümündeki kavramaları artırdı. Eserinde, Planck, sıcak nesnelerin farklı paketlerde elektromanyetik radyasyon yaydığını gösterdi. Bu da, siyah cisim ışıması olarak gerçekleşen sonlu, toplam bir enerji kavramıdır. Bu sonuçların her ikisi de, ışığın sürekli bir dalga olarak tanımlandığı klasik görüş ile doğrudan çelişmektedir. Planck'ın ve Einstein'ın teorileri
, kuantum mekaniğinin atalarıdır. 1925 yılında formüle edilen bu mekanik, elektromanyetizmada kuantum teorisinin icadını gerektirmiştir. Kuantum elektrodinamiği (veya "QED") olarak bilinen bu teori, 1940'lı yıllarda tamamlanmıştır ve pertürbasyon teorisinin uygulanabilir olduğu durumlarda, fizikte bilinen en kesin teorilerden biridir. Elektromanyetik birimler, temel SI biriminin amper olduğu elektriksel birimler sisteminin bir parçasıdır. Temeli, elektrik akımlarının manyetik özelliklerine dayalıdır. Birimler şunlardır: Elektromanyetik cgs sisteminde, elektrik akımı; elektrik akımı Ampère yasası tarafından tanımlanan temel bir niceliktir ve geçirgenliği birimsiz bir niceliktir (göreli geçirgenlik) ve bunun boş uzaydaki değeri birim değer (bu değer matematiksel işlemlerde 1 olarak kabul edilir) olarak kabul edilir. Sonuç olarak, bu sistemdeki eşitliklerle bağlantısı olan bazı denklemlerde ışık hızının karesi açıkça görünür. Web Kitaplar Elektriksel yük Elektriksel yük, bir maddenin elektrik yüklü diğer bir maddeyle yakınlaştığı zaman meydana gelen kuvetten etkilenmesine sebep olan fiziksel özelliktir. Pozitif ve Negatif olmak üzere iki tür elektriksel yük vardır. Pozitif yüklü maddeler, diğer pozitif yüklü maddeler tarafından itilirken, negatif yüklü olanlar tarafından çekilir; negatif yüklü maddeler de negatif yüklüler tarafından itilir ve pozitif olanlar tarafından çekilir. Bir cisim çok fazla elektrona sahipse, negatif yüklüdür; aksi durumdaysa pozitif yüklüdür ya da yüksüzdür. Uluslararası Bilimler Sistemi (SI) elektrik yükünü coulomb (C) olarak adlandırırken, elektrik mühendisliğinde amper-saat (Ah) olarak ve kimyada da elemanter yük (e) olarak adlandırmak mümkündür. Q sembolü genellikle yükü ifade etmek için kullanılır. Yüklü cisimlerin birbirleriyle nasıl iletişimde olduklarını anlatan çalışma klasik elektromanyetizmadır ve kuantum mekaniğinin göz ardı edilebildiği ölçüde doğrudur. "Elektriksel yük", elektromanyetik ilişkilerini düzenleyen bazı atomaltı parçacıkların temel korunan özelliğidir. Elektrik yüklü maddeler hem elektromanyetik alanlardan etkilenirler, hem de elektromanyetik alan yaratırlar. Hareket eden bir yük ve elektromanyetik alan arasındaki ilişki elektromanyetik kuvvetin kaynağıdır ve bu güç 4 temel kuvvetten biridir. (Bir diğeri; manyetik alan). 20. yüzyılda yapılan deneyler, elektriksel yükün nicelendirildiğini göstermiştir, bu, temel yük diye adlandırılan her bir küçük parçanın çoklu katsayılarına ulaşmaktır. Temel yük, e, yaklaşık olarak 1.602×10^−19 coulomb'a eşittir. (kuark diye adlandırılmış, tam katsayısı e/3 ile yüklenen parçacıklar hariç). Proton e yüküne sahiptir, elektronlar ise –e yüküne sahiptir. Yüklü parçacıklarla yapılan çalışmalar ve onların fotonlar tarafından düzenlenen ilişkileri kuantum elektrodinamiğidir. Yük, bir maddenin diğer maddeyle elektrostatik itme ya da çekme meydana gelmesi durumunda ortaya çıkan temel özelliktir. Elektriksel yük, birçok atomaltı parçacığının karakteristik bir özelliğidir. Serbest parçacıkların yükleri, temel yüklerin (e) tam katlarıdır, ve daha önce de söylendiği gibi, elektriksel yük nicelendirimiştir. Michael Faraday, yaptığı elektroliz deneyleriyle elektriksel yükün kesin olduğunu gösteren ilk kişidir. Robert Millikan’ın yağ damlası deneyi bu gerçeği direkt olarak göstermiş, ve temel yükü ölçmüştür. Sonuçlara göre, elektronun yükü -1, protonun ise +1 dir. Aynı yüke sahip parçacıklar birbirini iterken, zıt yüke sahipler birbirini çeker. Coulomb’un kuralı iki parçacık arasında elektrostatik kuvvetin, parçaların sahip olduğu kuvvet ve aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olduğunu göstermiştir. Karşıt parçacığın yükü, benzer parçacığınkine eşit, ama karşı işarettedir. Kuarklar −1⁄3 ya da +2⁄3 gibi kısmi bir yüke sahipken, serbest kuarkların yükü şimdiye dek gözlemlenememiştir (bu teorik gerçeğin sebebi asimptotik serbestliktir.) Makroskobik bir nesnenin yükü, nesneyi meydana getiren parçacıkların elektriksel yükünün toplamıdır. Bu yük genellikle azdır, çünkü madde atomlardan meydana gelir ve atomlar genelde eşit miktarda proton ve elektronlara sahiptir, bu durumda da yükleri sıfırlanır, ve atomu nötr hale gelir. İyon; bir ya da birkaç elektron kaybedip, tek bir pozitif yük (katyon) almış, veya bir ya da birkaç elektron kazanıp, tek bir negatif yük (anyon) almış bir atomdur ( atom grubudur). "Bir atomlu iyonlar" tek atomlardan oluşurken, "çok atomlu iyonlar" bir ya da birkaç atomun birbirine bağlanması ile oluşur. Her iki durumda da, iyonun pozitif veya negatif bir yük kazancı söz konusudur. Makroskobik nesnelerin oluşum sürecinde, genellikle atom bileşenleri ve iyonlar öyle bir biçimde birleşir ki, elektrik olarak nötr atomlara bağımlı, nötr "iyonik bileşimler" oluştururlar. Bu yüzden makroskobik nesneler genel olarak nötr olmaya meyillidirler ancak nadiren tam olarak nötr olabilirler. Makroskobik nesnelerin materyaller tarafından dağıtılan, sıkı sıkıya yerine bağlı, nesneye tam negatif ya da pozitif yük veren iyonlar içerdiği zamanlar vardır. Bunun yanı sıra, makroskobik nesneler iletken elementlerden oluşur, hemen hemen elektronları kolaylıkla (elemente bağlı olarak) alıp verebilirler, ve belirsiz bir şekilde tam negatif ya da pozitif yük oluştururlar. Tam elektrik yüklü bir nesne sıfırdan farklı ve hareketsizse, bu olay statik elektrik olarak bilinir. Bu durum, amber ve kürk ya da cam ve ipek gibi iki farklı nesneyi birbirine sürterek kolaylıkla oluşturulabilir. Böylelikle, iletken olmayan nesneler negatif ya da pozitif olarak önemli ölçüde yüklenebilirler. Bir nesneden alınan yük, aynı boyutta karşıt bir yükü arkasında bırakarak diğer nesneye taşınır. "Yük korunumu kanunu" daima uygulanabilir, bir nesneye, negatif bir yük, aynı boyutta pozitif bir yük alarak verilir. Bu, tam tersi durumlar için de geçerlidir. Bir nesnenin net yükü sıfır olsa da, yük düzensiz bir nesneden de dağıtılabilir. (örneğin dış elektromanyetik alan veya polar bağlı moleküller). Bu gibi durumlarda, nesne polarize edilmiştir. Kutuplaşma yüzünden oluşan yük bağlı yük olarak bilinir; nesnenin dışarısından kazanılan ya da kaybedilen elektronlar tarafından oluşturulan yük ise "serbest yük" olarak adlandırılır. İletken metallerdeki elektronların belirli bir yöne doğru hareketi elektrik akımı olarak bilinir. Uluslararası Birimler Sistemi’nin elektriksel yük değeri coulomb'dur, bu değer de yaklaşık 6.242×10^18 e’ ye eşittir ( e=proton yükü). Bu yüzden, bir elektronun yükü yaklaşık olarak −1.602×10^−19 C’ dir. Coulomb, bir saniyede bir amper taşıyan elektriksel iletkenin enine kesitinden geçen yükün değeri olarak tanımlanır. Q sembolü genellikle elektriğin ya da yükün değerini belirtmek için kullanılır. Elektrik yükünün miktarı bir elektrikölçer ile direkt olarak, balistik galvanometre ile de dolaylı yoldan ölçülebilir. Yükün nicemlenmiş karakterini bulduktan sonra, George Stoney 1891 yılında elektron biriminin, elektriksel yükün temel birimi olduğunu öne sürmüştür. Bu iddia, J.J. Thomson tarafından 1897 yılında yapılan parçacık keşfinden önce meydana gelmiştir. Günümüzde bu birim pek de kullanılmamakta, bunu yerine “elemanter yük”, “yükün temel birimi”, ya da en basit haliyle “e” gibi farklı ifadeler kullanılmaktadır. Yükün miktarı, elemanter yük ("e") miktarının katı olmalıdır, ölçüm yüksek bile çıksa, yük gerçek miktarındaymış gibi davranır. Bazı noktalarda, örneğin kondansatör ve kesirli kuantum Hall etkisindeki gibi, yükün fraksiyonlarından bahsetmek mümkündür. M.Ö 600’lü yıllarda Yunan filozof Thales’in de söylediği gibi, kürk, amber gibi bir maddeye sürtülerek yük (ya da "elektrik") toplanabilir. Yunanlar, yüklü amber düğmelerin saç gibi hafif objeleri kendine çekebildiğini yazmışlardır. Ayrıca, eğer amberin yeterince sürtülürse, elektrik kıvılcımı bile yayabileceğini not etmişlerdir. Bu özellik sürtünme ile elektriklenme etkisinden gelmektedir. 1600’de, İngiliz bilim adamı William Gilbert"De Magnete" adlı eserinde bu konuya değinmiş, , Yunanca amber, İngilizce’de de sonları “elektrik” , “elektriksel” gibi terimlerin doğmasına yol açan Yeni Latince terim electrius “ηλεκτρον (elektron)”u para olarak bastırtmıştır. Otto von Guericke 1660 yılında bunu takiben, elektrostatik jeneratörü üreten ilk kişi olmuştur. Diğer Avrupalı öncülerden Robert Boyle, elektriksel çekim ve itimin bir vakum gibi davranabileceğini iddia etmiş, Stephen Gray, 1729 yılında maddeleri iletken ve yalıtkan olarak sınıflandırmış ve C. F. Du Fay, 1733’de elektriğin birbirini yok eden iki varyasyona sahip olduğunu öne sürmüş, bu olayı da ikili sıvı teorisi ile açıklamıştır. Du Fay’ın dediğine göre; cam ipeğe sürtüldüğünde, cam "pozitif cam elektriğiyle" yüklenir ve amber kürke sürtüldüğünde, amber de "reçineli elektrikle" dolar. 1839 yılında, Michael Faraday statik elektrik, akım elektriği ve biyoelektrik arasındaki ayrımın yanlış olduğunu, hepsinin tek tür bir elektriğin zıt kutuplarda gösterdiği davranışların sonucu olduğunu göstermiştir. Kutup ister pozitif ister negatif olsun, bu durum değişmemektedir. Pozitif yük cam çubuğun ipeğe sürüldükten sonra solunda kalan yük olarak tanımlanabilir. 18. yüzyılın elektrik konusunda uzman kişilerin en önemlilerinden biri elektriğin tek sıvı teorisini savunan Benjamin Franklin’dir. Elektriğin bütün maddelerin içinde bulunan, görünmeyen bir sıvı olduğunu hayal etmiş; Leyden kavanozunda biriken yükü tutan şeyin cam olduğuna inanmıştır. Yalıtkan yüzeylerin birbirine sürtülmesiyle bu sıvının yer değiştirdiğini ve bu sıvı akışının elektrik akımı oluşturduğunu varsaymıştır. Ayrıca, çok az sıvı içeren maddenin negatif, çok fazla sıvı içeren maddenin ise pozitif olarak yüklenmiş olduğunu söylemiştir. Belirtilmeyen bir sebepten ötürü, pozitif yükü cam elektriği, negatif yükü de reçine elektriği ile açıklamıştır. O sıralarda, William Watson da aynı tanımlamalarda bulunmuştur. Statik elektrik ve elektrik akımı iki ayrı olaydır, ikisi de elektrik yükü içerir ve aynı maddede aynı zamanlarda gerçekleşebilirler. Statik elektrik, bir ma
ddenin elektrik yüküyle ilişkilendirilir ve denk olmayan iki madde bir araya geldiğinde oluşan elektrostatik deşarjla bağlantılıdır. Bir elektrostatik deşarj her iki maddenin de yüklerinde değişim meydana getirir. Elektrik akımı ise elektrik yükünün bir madde içinden herhangi bir yük kaybı ya da kazanımına neden olmadan geçmesi demektir. Sürtünme ile Elektriklenme Herhangi bir elektriksel özellik içermeyen bir parça camı ve bir parça reçineyi birbirine sürtüp, sürtünen bölgeleri etkileşim içinde bırakalım. Hala hiçbir elektriksel özellik göstermeyeceklerdir. Bu kez iki maddeyi ayıralım. Ayırdığımızda, birbirlerini çekeceklerdir. Diğer bir cam parçası yine diğer bir reçineye sürtüldüğünde ve birbirlerinden ayırıp, daha önceki ayrılmış maddelerin yakınlarına konduğunda, bunlar gözlemlenebilir: 1. İki cam parçası birbirlerini itebilir. 2. Her bir cam parçası, her bir reçineyi çekebilir. 3. İki reçine parçası birbirini itebilir. Bu itme ve çekme olayları elektriksel olaylar olarak adlandırılır, ve bu olaylarda yer alan maddeler “elektriklenmiş”, ya da “elektrikle yüklenmiş” şeklinde isimlendirilir. Maddeler, sürtünmenin yanı sıra başka şekillerde de elektriklenebilirler. İki cam parçasının elektriksel özellikleri birbirine benzerdir fakat reçinelerinkinden farklıdır: Cam, reçinenin ittiklerini çekerken, reçinenin çektiklerini iter. Herhangi bir şekilde elektriklenmiş bir madde cam gibi davranırsa, yani camı iter ve reçineyi çekerse, maddenin “camsı” bir yükle yüklendiği, ve camı çeker ve reçineyi iterse de “reçinemsi” bir yükle yüklendiği söylenebilir. Tüm elektriklenmiş maddeler camsı ya da reçinemsi bir şekilde elektriklenmiştir. Bilimsel bir komite, camsı elektriklenmenin pozitif, reçinemsi elektriklenmenin negatif olduğunu belirtmiştir. Bu iki tür elektriklenmenin tamamen zıt özelliklere sahip olması, onları zıt kutuplarla ilişkilendirmenin doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak pozitif kutbun negatife oranla tatbiki gelişigüzel uyuşma olarak düşünülmelidir, tıpkı matematiksel grafikteki uyuşmada sağ ele olan pozitif uzaklığının hesaba katıldığı gibi. Çekme ya da itme, hiçbir güç elektriklenen ve elektriklenmeyen maddeler arasında gözlemlenemez. Aslında, bütün maddeler elektriklenir, ancak bu olay yakın çevresindeki benzer yüklü maddelerle gerçekleşmeyebilir. Bir madde ya elektriklenir ya da yakınındaki maddelerde yükler eşitlenene kadar eşit yahut zıt yük yaratır. Çekme etkisi yüksek voltajlı durumlarda gözlemlenebilir, düşük voltajlı olayların etkileri zayıftır ve bu yüzden daha az belirgindir. Çekme ve itme kuvvetleri Coulomb’un kurallarında kodlanmıştır (çekme, uzaklığın tam ortasında azalır, ki bu yerçekimi alanın ivmesinin bir sonucudur ve bu da yerçekiminin ölçek olarak zayıf yüklerin arasındaki elektriksel olay olduğunu ortaya koyar.). Dahası için: Casimir kuvveti. Franklin/Watson modelinin temelinde doğru olduğu gerçeği bilinmemektedir. Bu modelde, sadece tek tür bir elektrik yükü vardır ve yükün ölçümünü yapabilmek için tek bir değişken gerekmektedir. Diğer yandan, sadece yükü bilmek de durumun tanımlanması için yeterli değildir. Madde, farklı yüklere sahip parçacıklardan oluşur ve bu parçacıklar yalnızca yük değil, başka özelliklere de sahiptir. En yaygın yük taşıyıcısı pozitif yüklü protonlar ve negatif yüklü elektronlardır. Bu yüklü parçacıkların herhangi birinin hareketi elektrik akımı oluşturur. Birçok durumda, klasik elektrik akımının pozitif yük tarafından elektrik akımına doğru taşındığı ya da negatif yük tarafından zıt yöne doğru ilerletildiği hesaba katılmaksızın klasik elektrik akımından bahsetmek mümkündür. Bu makroskopik bakış açısı elektromanyetik kavramları ve hesaplamaları kolaylaştıran bir yaklaşımdır. Zıt noktada, mikroskobik durumlara bakıldığında, elektrik akımı taşımanın elektron akımı dahi birçok yolu olduğu görülür. Elektron akımı delikleri pozitif parçacıklar gibi davranır ve negatif ve pozitif parçacıklar (iyonlar ya da diğer yüklü parçacıklar) elektroliz çözeltisi ya da plazma içinden zıt yöne doğru akarlar. Şundan kaçınmalı ki, metalik kabloların yaygın ve önemli bir durumunda, klasik elektrik akımının yönü normal yük taşıyıcılarının sürüklenme hızının tersi yöndedir, örneğin elektronlar. Bu, başlangıç seviyesindekilerde kafa karışıklığı çıkaran bir kaynaktır. Makalelerde elektromanyetizma hakkında bahsedilen özelliklerin yanı sıra, yük bir göreli değişmezdir. Yani, Q yüküne sahip herhangi bir parçacık, ne kadar hızlı giderse gitsin, yükü daima Q olur. Bu özellik deneysel bir biçimde kanıtlanmıştır: Bir helyum çekirdeğinin yükü (bir çekirdekte birbirine bağlı ve yüksek hızda etrafta hareket eden iki proton ve iki nötron) "iki" döteryum çekirdeğini (birbirine bağlı, ve eğer helyum çekirdeğinde olsa daha yavaş hareket edecek bir proton ve bir nötron) yüküyle aynıdır. Yalıtılmış sistemin toplam elektrik yükü sistemin kendi içinde olan değişimlere bakmaksızın sabit kalır. Bu kural fizikte bilinen bütün süreçlerin esasında vardır ve dalga fonksiyonunun yerelleştirilmiş bakışım kuramından ortaya çıkmıştır. Yük korunumu yük-akım süreklilik denkleminin bir sonucudur. Daha genel manada, birleşme miktarı V içindeki yük yoğunluğunun ρ net yükü, akım yoğunluğundaki J bütün alanın kapalı alanı boyunca olan yüküne eşittir S = ∂V. Ki bu yük de nihayetinde net akıma eşittir. Elektrik korunumu, süreklilik denkleminde açıklandığı gibi, şu sonucu verir: formula_2 ve formula_3 zamanları arasındaki yük transferi iki tarafı da etkileşime sokarak elde edilir: Kapalı yüzey boyunca olan net dış akım I ın oluştuğu yerdir ve Q yüzey tarafından belirtilen yerin miktarından elde edilen elektrik yüküdür. Turancılık Turancılık, tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan siyasi görüş. İlk olarak Macarlar, Finler, Estonlar ve Rusya içindeki Fin-Ugor kavimleri ile beraber Tunguzlar, Moğollar ve Türklerin bir araya getirilmesi olarak ortaya çıkmıştır. Türkçü ve Turancı simalardan Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları isimli eserinde Turancılığın Macarları, Moğolları, Tunguzları, Finuvaları içine alan bir kavimler karması olmadığı görüşünü belirtmiştir. Rusya'da 1905 Devrimi'nden önceki günlerde Azeri ve Tatar aydınları tarafından ortaya atılmış, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Türkiye'de de geniş yankı bulmuştur. İttihat ve Terakki yönetimi içinde Ziya Gökalp'in başını çektiği Turancı görüşler egemen olmuştur. Devrik Osmanlı Komutanı Enver Paşa, 1918-1922'de, karışıklık içinde olan Rusya'da Turancılık fikrini canlandırmaya çalışırken öldürülmüştür. Ziya Gökalp'in Selanik'de 'Genç Kalemler"de yazdığı "Turan" şiirinde geçen "Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan." dizeleri süreç içerisinde Türkiye'deki Turancılardan sıkça atıf alıp temel oluşturdu. Türkiye'de dış Türkler'e yönelik ilgi 1890'larda başladı. Fransız tarihçi Léon Cahun'ün "Asya Tarihine Giriş: Türkler ve Moğollar" adlı eserinin Necip Asım tarafından yapılan Türkçe çevirisi (1896), Türkçü hareketin dönüm noktalarından biri idi. Daha önce Türkçede özel bir anlam taşımayan "Turan" kavramı Cahun'ün eseri sayesinde yaygınlık kazandı. 1904'te Yusuf Akçura'nın, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan Üç Tarz-ı Siyaset adlı etkili kitapçığı yayımlandı. 1908'de "Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek" amacıyla İstanbul'da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kurucuları Yusuf Akçura, Necip Asım (Yazıksız), Velet Çelebi (İzbudak), Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan idi. 1911'de yine İstanbul'da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların yanı sıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler de ileri sürdü. Mehmet Emin (Yurdakul) un önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali (Turan) gibi Rusya göçmenleri idi. 15 Mart 1912'de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu. 1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye'nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki Velidi (Togan), Reşit Galip, Ferit Tek, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Halide Edip (Adıvar) ve Adnan Adıvar gibi aydınlar bulunuyordu. 1913'ten itibaren Türk Ocağı ve genelde Turancı düşünce, İttihat ve Terakki yönetiminin tam siyasi desteğini kazandı. İttihat ve Terakki hareketinin "resmi" ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp'in yanı sıra, hikâyeci Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mehmet Emin Yurdakul'un 1918'de "Turana Doğru" adıyla derlediği şiirler, Halide Edip'in "Yeni Turan" romanı, Ömer Seyfettin'in "Yarınki Turan Devleti" adlı risalesi, Fuad Köprülü'nün "Turan" başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen "Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler" adlı propaganda risalesinin yazarı Munis Tekinalp (asıl adı Moiz Kohen), savaşın ana hedefinin Turan'ı kurtarmak olduğunu savundu. Enver Paşa'nın Aralık 1914'te giriştiği birincil hedefi Erzurum'a kadar ilerlemiş Rusları yurttan atmak olan Sarıkamış taarruzunun ikincil stratejik hedefi Kafkasya üzerinden Orta Asya'daki Türklere ulaşmak ve bu yolla I.Dünya Savaşı'ndan Osmanlı'yı galip çıkarmaktı. Ancak bu girişim, 32.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu bir yenilgiyle sonuçlandı. 1918 yazında Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa (Killigil) komutasında bir Türk birliği, Bolşevik Devrimi nedeniyle kargaşa içinde bulunan Azerbaycan ve Dağıstan'ı Rus işgalinden kurtararak bağımsızlığını ilan etti. Turan'ı kurmaya yönelik bu girişime de, Osmanlı Devleti'nin diğer cephelerde uğradığı yenilgi nedeniyle, Kasım 1918'de son verildi. Millî Mücadele'de İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve Turancı kadroları önemli bir rol oynadığı halde, TBMM hü
kümeti 1920'den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tavır aldı. Bunda Eylül 1920'de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı. Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923'te Ankara'da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan "Türkçülüğün Esasları" adlı eserinde Turancılığı "uzak mefkûre" ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir Türkçülük tanımı getiriyordu. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı gösterildi. Mehmet Emin Yurdakul "Turana Doğru" adlı şiir kitabının yeni baskısında bazı şiirlerini değiştirerek "Turan" sözcüğünün yerine "vatan" sözcüğünü getirdi. Ahmet Ağaoğlu, Halide Edip ve Yusuf Akçura, 1922 ve 1923'te çeşitli vesilelerle Turancılıktan vaz geçtiklerini deklare ettiler. Cumhuriyet döneminde Turancılığı üstü kapalı bir biçimde de olsa savunan ilk eser, Reşit Saffet Atabinen'in 1930'da yayımlanan "Türklük ve Türkçülük İzleri" adlı kitabıydı. Kitap, Türk Ocağı örgütü içinde hızlanan bir tartışma ortamında yayımlanmıştı. 1932'de Reşit Galip'in emriyle üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra yedi yıl Almanya'da kalan Zeki Velidi Togan, 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı "Bugünkü Türkistan ve Yakın Mazisi" adlı eserinde, yakın gelecekte gerçekleşmesini umduğu Turan hayalini anlattı. 1930'larda yeniden güçlenen Türkçü-Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi. Atsız 1931-1932'de "Atsız Mecmua"yı, 1933-1934 ve 1943-1944'te de "Orhun: Aylık Türkçü Mecmua"'yı yayımladı. 1939'da "Bozkurt" dergisini çıkaran Reha Oğuz Türkkan ile 1943'te Samsun'da "Kopuz" adlı Türkçü dergiyi başlatan Fethi Tevetoğlu bu dönemin diğer Turancı fikir önderleri arasında bulunuyordu. 1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon "Çınaraltı" adlı Türkçü dergiyi yönetti. Bu dergide yazan emekli general Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, "Her Türkçü Turancıdır, her Turancı Türkçüdür" diyordu. Gökbörü, Anadolu, Türk Yurdu, Millet, Türk Amacı, Tanrıdağ, Ergenekon gibi başka Türkçü-Turancı dergiler de yayınlanmaya başlamıştı. Nazi Almanyası'nın yenilmeye yüz tutması ve Türkiye'nin İngiltere-ABD ittifakına yaklaşmasıyla Türk basınında Turancılara yönelik sert eleştiriler boy gösterdi. Faris Erkman 1943'te yayımlanan "En Büyük Tehlike" adlı kitabında "Pantürkist, Turancı, ırkçı kuklalara" saldırarak, onları yabancı devletlerin hizmetinde olmakla suçladı. "Millî Şef" İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı Ocak 1944'te emekliye sevkettikten sonra, 3 Mayıs 1944'te İstanbul ve Ankara'da Türkçü gençlerin düzenlediği Komünizmi Telin mitingleri yapıldı. 9 Mayıs 1944'te Şükrü Saraçoğlu hükümeti, aralarında Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Fethi Tevetoğlu ve Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu 23 kişi, Irkçılık-Turancılık davası'nda yargılandı. Bir yıla yakın tutuklu kalan sanıklar, daha sonra, kendilerinin tabutlara yerleştirilip işkence yapıldığını ileri sürdüler. 29 Mart 1945'te Türkçülük davası sanıklarından onu ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak aynı yılın Ekim ayında Askerî Yargıtay mahkûmiyet kararlarını esastan bozdu. 1950'li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak'ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız örgütlü bir yapı göstermeyen Turancı hareket, o yıllarda siyasete egemen olan anti-komünizm düşüncesinin sağladığı zırha bürünerek görüşlerini savundu.1969'da isim değiştirerek Milliyetçi Hareket Partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, eski Turancılardan birçoğunu bünyesinde topladı. Orta Asya kökenli bir ulus olan Macarlar'da Orta Asya'daki akraba uluslara yönelik ilgi 1890'larda büyük bir hızla gelişti. 1910 yılında aristokrat kökenli aşırı sağcı siyasetçi ve tarihçi Kont Pál Teleki önderliğinde Budapeşte'de Turan Cemiyeti ("Turáni Társaság") kuruldu. Birçok ünlü toplumsal şahsiyeti, bilim adamlarını ve ulusçu şairleri kapsayan cemiyetin amacı "Avrupa'dan Asya'ya, Dévény'den Tokyo'ya kadar Turan'ı aramak," "kardeş uluslar arasında, Macarların yönetiminde birliği sağlamak ve Turancı birlik bilincini yaygınlaştırmak" idi. "Turancılığın, yani Macar olmanın birinci ödevi (...) Turan ülküsünü öğrenmek ve bunu yaymak" idi. Macar Turan Cemiyeti 1913'ten itibaren Turán adlı bir dergi yayımladı. 1920'de dokuz Turancı cemiyet ve birliğin katılımıyla Macaristan Turan Federasyonu ("Magyarország Turáni Szövetség") kuruldu. Macaristan'daki Turancı hareketin Türkiye ile neredeyse aynı günlerde örgütlenmesi, Turancı fikirlerin etkinliği kadar, belki Alman İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı arefesinde Rusya'ya yönelik politikalarıyla da ilgilidir. Nitekim Macar Turan Cemiyeti'nin lideri Kont Pál Teleki II. Dünya Savaşı sırasında Hitler Almanyası'nın desteğiyle Macaristan başbakanı olacaktır (1941). Kafkasya kahramanı Nuri Paşa da uzun yıllar Almanya'da yaşadıktan sonra 1938'de Türkiye'ye dönerek Hitler Almanyası'nın desteğiyle bir silah fabrikası kurdu; 1941'de Almanya'nın Ankara büyükelçisi Franz von Papen aracılığıyla Türkiye'deki Turancı harekete gizli destek sağladı. Nuri Paşa'nın Alman Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye işlerinden sorumlu müsteşarı Ernst Woermann aracılığıyla aktardığı görüşler, Almanya'da Turancılık Masası'nın ve SS Doğu Türkistan Alayı'nın kurulmasında rol oynadı. Başkurtistan doğumlu Tatar lider Mirsaid Sultangaliyev, Rusya'daki tüm Türk halklarının tek bir sosyalist Turan Devletinde birleşmesini savunmaktaydı. Kızılordu ve Çarlık yanlısı Beyaz Ordu arasında iç savaş olması bu durumu zorlaştı. MÜSKOM adında bir örgütlenme kurularak Azerbaycan, Dağistan, Kazakistan, Kırım, Tataristan ve Türkistan'dan Feyzullah Hocayev, Galimcan İbrahimov, Neriman Nerimanov, Turar Rıskulov gibi Türkçü isimlerle bir araya gelerek SSCB içerisinde örgütleniyordu. Asker, politikacı ve öğretmen olan Sultangaliyev aynı zamanda ulusal komünizm'in kurucusudur. Bu fikir vatanseverlik, Türkçülük-Turancılık, komünizm esas alınarak oluşan bir düşünce akımıdır. Diğer yandan SSCB'nin din karşıtı politikalarına karşı çıkmaktadır. Sonuç olarak MÜSKOM dağıtılmış ve bazı isimler ise idam edilmiştir. Kazan'lı Abdullah Ahsan tarafından çıkarılan "Yeni Turan" dergisi 1931'den başlayarak Finlandiya'da Türkçe ve Fince olarak yayımlandı. Dergi Sovyet karşıtı ve Nazi yanlısı yazılara yer veriyordu. Dâvûd-i Kayserî Dâvûd-i Kayserî (Osmanlıcaː داوود قيصرى), Osmanlı devletinin kuruluş döneminde yaşamış İran'lı mutasavvıf, filozof ve yazar. İlk Osmanlı medreselerinin kurucusu, başmüderrisidir. Muhyiddin Arabi'nin Vahdet-i Vücud denilen sufi öğretisinin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk temsilcilerinden ve yorumcularından birisidir. Dâvûd-i Kayserî, günümüzde İran sınırları içindeki Save'den Moğol saldırıları sırasında kaçarak Kayseri'ye yerleşen bir aileye mensuptur. 1258 veya 1261 yılları civarında Kayseri'de doğdu. Kayseri'nin o dönemde Selçuklu ilim ve kültür hayatındaki yeri oldukça iyiydi. Burada dönemin tanınmış alimlerinden Kadı Siracettin el-Ümrevi'den dersler aldı. Onun Konya'ya tayin edilmesinden sonra burada diğer hocalardan eğitim gördü. Davud el- Kayseri, kendisini yetiştirdikten sonra Kahire'ye gitti. Bir süre burada da eğitim gördü. Dört yıl kadar kaldığı Kahire'den Kayseri'ye döndü. Hatta ilim aşkı ve çabası, Onu dönemin şöhretli alimi Abdürrezzak Kaşani ile görüşmek için İran yol1arına düşürdü. Orada ondan tasavvuf dersleri aldı. Böylece Din ilimlerinde hem de dünya ilimlerinde büyük şöhret oldu. Konya, Aksaray ve Bursa'ya gitti. Yazdığı "Matla'u hususi' l Kelim filmaani Fususi'l Hikem" adlı eseriyle Osmanlı Padişahı Orhan Gazi'ye kadar ulaştı. Davudu Kayseri Nihayet-ül Beyan fi drayetizzaman adlı eserini de bitirdikten sonra şöhreti Anadolu sınırlarının dışına taşmaya başladı. Bunun üzerine 1336 yılında Orhan Gazi kendisini İznik'e çağırdı. Günlük 30 akçe maaşla burada kurduğu Osmanlıların ilk medresesine Başmüderris tayin edildi. 15 yıl süreyle çalıştığı bu medresesinin sistemini kurdu. Böylece osmanlılarda medrese eğitiminin temeli fiziki olarak Orhan Gazi, ilmi olarak da Davud-u Kayseri tarafından atılmış oldu. Davud el-Kayseri'nin Osmanlı medrese eğitim sistemine verdiği disiplin asırlarca devam etti. Dünya çapında binlerce ilim adamı, sanatkar ve edebiyatçı yetişti. Bu bakımdan Davud-u Kayseri'ye o dönemlerde "Din ve mil1etin Şerefi" anlamına gelen Şerefu'd Din ve' Mille lakabı verildi. Tasavvuf yönündeki bilgisi ve yaşayışından dolayı "Şeyh" ve Hanefi mezhebinde olduğu için de "El Hanefi" gibi unvanlar verildi. Davud el-Kayseri, eI-Kaşani Sadreddin Konevî kanalıyla Muhyiddin İbn Arabi'ye bağlanan tasavvufi görüşünde Vahdet-i Vücud'u kabul eder. Onun ancak son asırda çözülen astrofizik ilminde çok dikkate değer görüşler ortaya koyduğu bilinmektedir. (Tabiatın enerjiden meydana geldiği) görüşünü savunan ilk kişi odur. (Kainata Küll Unsur, suya beyaz atom, varlıklara sabit öz) diyen Davud-u Kayseri hayatın sevgi üzerine kurulduğu ve insanın insanı sevmesiyle Allah'ı sevip ona ulaşabileceğini savunur. 6. asırdan bu yana metafizik alanında, tasavvufta ve dini bilgilerde önderliği ve tesiri hala devam etmektedir. Kayserili Davud 1350 yılında vefat etti. Kendisi İznik'e defnedildi. Kayseri, Vahdet-i Vücud'u felsefi bir dille izah etmeye çalışanların başında gelmektedir. Hocası yine bir Vahdet-i Vücud savunucusu ve Fusus yorumcusu olan Kaşanidir. Kendisinin bu alandaki eserleri Arabi'nin eserlerinin yorumu olmakla birlikte hem İslam tarihinde hem de hali hazırdaki Batılı araştırmalarca müstakil olarak değerlendirilip üzerine yorumları yapılmıştır. Zamanın felsefe ve ilim dili olarak Arapça kullanıldığından kendisi de kitaplarını Arapça kaleme almıştır. Kendisinden yapılan ilk çevirinin tarihi 1997'dir. Johannes Brahms Johannes Brahms, (7 Mayıs 1833, Hamburg - 3 Nisan 1897, Viyana), Alman besteci, piyanist ve orkestra şefi, 19. yüzyılın ikinci yarısının en önemli Alman romantik akım bestecilerindendir. 7 Mayıs 1833'de Hamburg'da doğan Brahms (Aşağı Sakson - Kuzey Alman) genişçe bir ailenin çocuğuydu. Babası e
l işçiliğiyle para kazanıyordu, ayrıca Hamburg'taki birkaç dans lokalinde korno ve kontrabas çalarak küçük gruplarla sahne alıyordu. Brahms piyano dersleri alarak müziğe yedi yaşında başladı. Besteciliğe olan yeteneğini genç yaşlarda göstermeye başladı, 1849'da yazdığı "Sevilen Valsler üzerine Fantezi" adlı yapıtı Piyanoçalarlar için çalınması hiç de kolay olmayan bir yapıttır. Brahms genç birisi olarak kendine özgü bir anlatım biçimi geliştirmişti; erken dönem yapıtlarını takma ad ile (G. W. Marcks, Karl Würth) yayınlatıyordu ve bunlara kendine göre yüksek opus numaraları veriyordu. Başlarda yalnızca piyano yapıtları veren Brahms orkestranın olanakları ve sınırları konusunda kendine henüz güvenmiyordu. Daha sonraki yıllarda da orkestra yazısı konusunda yakın çevresinin desteğine başvurmuştur. 1853 yılında, Reményi adı altında icra eden Macar kemancı Eduard Hoffman (1828-98) Brahms'ı Hannover'de oturan dönemin büyük kemancısı Joseph Joachim ile tanıştırmıştır. Joachim'den çok etkilenen Brahms "Onun çalışında yoğun bir ateş, öyle ki, her şeyi kaderine bırakan bir enerji, ritimdeki kesinlik, sanatçıyı gösterircesine ve onun yapıtlarında (bestelerinde) daha şimdiden büyük bir anlatım gücü görüyorum, yaşıtlarıyla karşılaştırılamayacak bir biçimde..." diye söz eder. Joachim'in Brahms'a önerisi, kendisini Weimar'da Saray Müzik Direktörü olan Franz Liszt'e tanıtması olmuştu. Liszt'in Brahms'a sözü ise Breitkopf & Härtel Yayınevi'ne yazdığı bir mektupta kendisinden söz etmesi olmuştu. Brahms bu durumdan pek bir beklenti çıkaramamış ve Joachim'e bir mektup yazarak kendisini sanat yaşamına sokmasını istemişti. Bunun üstüne Joachim Brahms'ı Düsseldorf'ta oturan besteci Robert Schumann'la tanışmasını önermişti. 25 Ekim 1853 yılında Robert Schumann tarafından "Leipzig"'te kurulan 'Müzik için Yeni Dergi' nin (Neuen Zeitschrift für Musik) "Yeni Yollar" başlığı altında ilk yazısını Schumann yazmış ve Brahms için şunları belirtmiştir: ' "(...) ve o geldi işte, bu seçkin ve kahraman nöbeti tutabilecek yeni bir kan. Hamburg'lu Johannes Brahms, oranın karanlık sessizliğinde yaratılmış ama sanatın bu zor uzlaşısında kendisine fazlasıyla ve coşkuyla ilgilenmiş bir öğretmenden biçimlenmiş, kısa bir süre önce saygıdeğer yakınım olan bir usta tarafından bana sözü edilen Brahms. Bütün bu belirtileri üzerinde taşıyan o: O seçkin birisi. (...)" ' Schumann, Müzik Yayınevi Breitkopf & Härtel'in de Brahms'ı kabul etmesini dileyerek, yayınevinin Brahms'ın birkaç çalışmasını yayınlamsını istedi. Onun kişisel olarak bu konuya yüklenmesi yirmi yaşındaki Brahms'ı Almanya'da sanki bir gecede ünlü birisi yapmıştı. Müzikle ilgilenen bir sürü kişi ondan bir şeyler dinlemek, yapıtlarını görmek, bu yeteneği daha çok tanımak istiyordu. Bu durum Brahms'ı ürkütmüştü. Schumann'a yazdığı mektuplarında korkularını dile getirmiş, kamu ölçütlerine göre yetersiz kalabileceğini belirtmişti. Kendini aşırı eleştirerek bunalıma girip birkaç çalışmasını yakıp yok etmişti. Brahms'ın yapıtları bütün Avrupa müzik geleneğini kapsar. Yalnızca Beethoven'la kalmayıp Johann Sebastian Bach, Georg Friedrich Händel ve Giovanni Pierluigi da Palestrina'nın da Brahms müziğinde etkisi vardır. Müzik tarihsel çalışmaların sonucunda Brahms müziğini üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönem „Ein Deutsches Requiem“ e kadar olan kısımdır. İkincisi; ikinci piyano konçertosuna kadar olan kısımdır. Üçüncüsü ise 3.Senfoni ile başlar. İlk dönem için romantik temel üzerine oturmuş denilebilir. İkinci dönem güçlü bir klasik vurgusudur. Üçüncü dönem için ise romantik ve klasik temelin kendi içinde erimesi diyebiliriz. Franz Schubert Franz Peter Schubert (31 Ocak 1797, Viyana – 19 Kasım 1828, Viyana) Avusturyalı besteci. Yaklaşık 600'ün üzerinde şarkı, 9 senfoni (ünlü "Bitmemiş Senfoni"nin de içlerinde bulunduğu), operalar, çok sayıda oda müziği ve piyano parçaları bestelemiştir. Mississippi Mississippi, ABD'yi oluşturan eyaletlerden biridir. Ülkenin ortagüney kesiminde yer alır. Kuzeyde Tennessee, doğuda Alabama eyâletleri, güneyde de Meksika Körfezi ve Louisiana eyâletinin bir bölümü ile çevrilidir. Batısındaki Louisiana ve Arkansas eyâletlerinden Mississippi Irmağı ile ayrılır. Yüzölçümü 125.546 km², nüfusu 2.697.243 kişi (2000), merkezi Jackson'dır. William Gilbert William Gilbert (veya Gilberd) (d. 24 Mayıs 1544 – ö. 30 Kasım 1603); İngiliz doktor, fizikçi ve doğa filozofu. William Gilbert yaygın olan Aristotelesçi felsefeseyi ve üniversite eğitiminin skolastik metodunu tutkuyla reddetmiştir. Bugün, büyük ölçüde "De Magnete" (1600) isimli kitabıyla hatırlanmakta ve elektrik teriminin ilk kullanıcılarından biri olarak bilinmektedir. Elektron terimini ilk kullanan kişidir. Bazıları tarafından elektrik mühendisliğinin veya elektrik ve manyetizmanın babası olarak düşünülür. Günümüzde genel olarak William Gilbert olarak söz edilse de, aynı zamanda William Gilberd ismiyle de tanınmaktadır. Colchester kayıtlarına göre William Gilberd hem kendisinin hem de babasının mezar taşında yazan isimdir. Bu isim "De Magnete" ’de rastlanan biyografide ve Colchesterdeki Gilberd isimli okulda da kullanmaktadır. Manyetik potansiyel olarak da bilinen mıknatıslı devinim kuvvetinin bir kısmı da W. Gilbert'in onuruna "Gilbert" olarak isimlendirilmiştir. Gilbert, kasaba yetkilisi Jerome Gilbert’in oğlu olarak Colchester’de doğdu. Cambridgedeki St.John okulunda eğitim gördü. Yüksek öğrenimini 1569’da Cambridge tamamlayıp burada kısa bir süre veznedar olarak çalıştıktan sonra tıp eğitimi almak üzere Britanya’ya gitti. 1573’te Royal College of Physicians üyeliğine kabul edildi. 1600’de ise bu birliğin başkanı seçildi. 1601’den I. Elizabeth’in 1603’teki ölümüne kadar onun doktoru olarak çalıştı ve daha sonra I. James’in de doktoru oldu. Robert Norman’ın eski çalışmalarından fazlasıyla esinlendiği başlıca bilimsel çalışması 1600 yılında yayınlanan De Magnete, Magneticisque Corporibus, et de Magno Magnete Telluredir. O, çalışmasında, deneylerinin çoğunu terrella isimli Dünya modeli ile açıklamaktadır. Bu deneylerden Dünya’nın kendi başına bir manyetik olduğu ve pusulanın kuzeyi göstermesinin nedeninin de bu olduğu sonucuna varmıştır. Dünya’nın merkezinin demir olduğunu ilk kez doğru bir şekilde öne süren de William Gilberttir ve mıknatısın önemli ve ilişik kısımlarının her birinin yeni bir kuzey ve güney kutbu oluşturabildiği kesilebilir kısımları olduğunu düşünmüştür. De Magnete’nin 6.kitap 3.bölümünde, Güneşmerkezlilikten bahsetmese de varolduğundan bile şüphe duyulan dev gök kürenin çok daha küçük olan Dünya’nın günlük devinimine karşılık günlük olarak döndüğünün düşünülmesini absürd bulunduğunu ifade ederek Dünya’nın günlük devinimi doğrular. Bunun dışında “sabit“ yıldızların hayali bir küreye sabitleştirilmiş olmasındansa uzak değişken mesafede olduklarını varsayar. Yıldızların en ince eterde veya hemen göze çarpmayan beşinci özde ya da boşlukta konumlandığını ifade etmiştir – Yıldızlar hiç kimsenin hiçbir şekilde bilmediği bir maddeden oluşan dev kürenin kuvvetli helezonu karşısında konumlarını nasıl korurlar? İngilizce bir kelime olan ve Gilbert’in 1600’deki “koku gibi” anlamındaki yeni Latin kelimesi electricus dan gelen “elektrik” ilk kez 1646’da Sir Thomas Browne tarafından kullanılmıştır. Bu terim o dönemlerde 13.yüzyıldan beri kullanılmaktaydı, ancak onu ilk defa “çekici vasıflarında koku gibi” anlamında kullanan kişi Gilberttir. Bu nesnelerin sürtünmesinin nesneye karşılık çekim etkisi yaratan sözde istenmeyen kokuları yok ettiğini tanımıştır. William Gilbert kitabında ek olarak kehribarı kullanarak durgun elektrik üzerinde çalışmıştır; kehribar Yunan dilinde elektron anlamına gelmektedir. Bu nedenle Gilbert durağan elektriğin etkisini elektrik kuvveti olarak isimlendirmeye karar vermiştir. İlk elektrik ölçen aleti, elektroskopu, versorium adını verdiği dönel bir ibre şeklinde icat etmiştir. Çağdaşları gibi kristalin özellikle sıkıştırılmış buzdan oluşan suyun katı formu olduğunu düşünmüştür: Gilbert, elektrik ve manyetizmanın aynı şeyler olmadığını ileri sürdü. Kanıt olarak elektriksel çekim ısı ile yok olurken manyetik çekimin yok olmadığıydı. Oysa manyetizmanın ısı ile zarar gördüğü ve zayıfladığı kanıtlanmıştı ve Gilbert bu tezinde yanıldı. Hans Christian Orsted ve James Clerk Maxwell her iki etkinin de tekil kuvvet boyutu olduğunu gösterdi. Bu elektromanyetizmdi. Maxwell bu kanıya birçok analizden sonra A Treatise on Electricity and Magnetism adlı kitabında yer verdi. Gilbert’in manyetizması Kepler gibi diğer birçok doğa filozofunun gözlemledikleri hareketlere bağlı olarak yanlış bir şekilde benimsediği görünmez bir kuvvetti. Yıldızlar arasındaki çekim kuvveti için manyetizmaya atıfta bulunmazken Dünya’nın dönmesinden kaynaklanan gökyüzü hareketlerine dikkat çeker ve Galileodan (Galileo, 1543’te ‘’De revolutionibus orbium coelestium’’ isimli kitabı yayınlayan Kopernikten 57 yıl sonra gökyüzü hareketlerine işaret etmiştir.)20 yıl önce gezegenlerin hareketlerinden bahsetmez. Gilbert Ay üzerindeki yüzey izlerini saptamaya yönelik ilk teşebbüsünü 1590larda gerçekleştirmiştir. Gilbert’in teleskop kullanmadan yaptığı çizelge Ay’ın yüzeyindeki karanlık ve aydınlık yerleri gösterdi. Çağdaşlarının aksine, o Ay üzerindeki açık renk noktaların su, koyu renk noktaların toprak olduğuna inanırdı. Gilbert’in De Magnete’sinin yanı sıra, 1651’de Amsterdam’da De Mundo Nostro Sublunari Philosophia Nova (New Philosophy about our Sublunary World) başlıklı, düzenlenmiş, 316 sayfalık ve 4 ciltlik bir kitap çıktı. Bazıları Sir William Boswell kütüphanesinde iki tane el yazması bulunan bu kitabının yazarının William Gilbert’in kardeşi William Gilbert Junior olduğunu söylerken, diğerleri ünlü İngiliz bilim adamı ve eleştirmen John Gruter olduğunu dile getirmektedir. Dr. John Davy’e göre, Gilbert’in bu az bilinen çalışması tarzı ve konusuyla kayda değer bir eserdir; orijinaline uygun anlatım canlılığı ve gücü de vardır. Bacondan daha deneyimli ve doğa felsefesinin nesnel bilgisine daha fazla
sahip olan Gilbert’in, felsefe ekolüne karşı oluşu çok keskin ve dikkate değerdir ve aynı zamanda muhtemelen biraz daha az geçerlidir. John Robison’a göre De Mundo, Aristotelesçi öğretinin harabeleri üzerine doğa felsefesinin yeni sistemlerini inşa etmeyi amaçlar. Dr. William Whewell (1859) History of the Inductive Sciences isimli kitabında şöyle söyler: Gilbert, 30 Kasım 1603’te Londra’da ölmüştür. Ölüm nedeninin hıyarcıklı veba olduğu düşünülmektedir. Francis Bacon Kopernik Güneş merkezliliğini asla kabul etmemiştir ve Gilbert’in gün devininmini doğrulayan felsefik çalışmasını eleştirir. Bacon’un eleştirisi aşağıdaki iki ifadeyi içerir: Thomas Thomson (1812) History of the Royal Society isimli kitabında şöyle yazmıştır: William Whewell (1837/1859) History of the Inductive Sciences kitabında şöyle yazmıştır: Tarihçi Henry Hallam , 1848’de yayınlanan Introduction to Literature of Europe in the Fifteenth, Sixteenth, and Seventeenth Centuries isimli kitabında Gilbert’ten bahsetmiştir. Greenwich’te bulunan Royal Observatory’den Walter William Bryant, 1920’de yayınlanan Kepler isimli kitabında: http://en.wikipedia.org/wiki/William_Gilbert_%28astronomer%29 Hidrometre Hidrometre sıvıların yoğunluğunu ölçmeye yarayan alete verilen isimdir. Hidrometre genellikle camdan yapılan ampulden çıkan bir silindirik gövdeye sahiptir. Bu ampule cıva ya da kursunla ağırlık kazandırılır. Test edilecek sıvı yavaşça ve serbestçe yüzecek seviyeye gelene kadar silindirin içine boşaltılır. Sıvının yüzeyinin ulaştığı nokta not edilir. Genellikle kökün içinde bir ölçek vardır. Yani direkt olarak yoğunluğu okuyabiliriz. Ölçtüğümüz sıvıya bağlı olarak ölçek çeşitleri vardır. Hidrometre, sütün yoğunluğunu, su ile şeker karışımının yoğunluğunu ölçmek ya da alkolün yüksek seviyelerinin ölçülmesi gibi farklı kullanımlar için kalibre edilebilir. Hidrometrenin çalışma mekanizması, bir sıvı içindeki katı cismin, taşırdığı sıvının ağırlığına eşit bir batmazlık kuvveti ile yukarıya itildiğini açıklayan Arşimet Prensibine dayanır. Hidrometrenin ilk kez, Cyrene’li (Afrika’da bir şehir) Synesius’dan, İskenderiyeli yunan bilgin Hypatia’ya gönderilen mektupta açıklanmıştır. Synesius’un 15. mektubunda, Hyptia’dan kendi için bir hidrometre yapmasını istemiştir. Hypatia’ya hidrometreyi icat etmesi için maddi destek verilir. Düşük yoğunluktaki sıvılar için daha derin hidrometreler kullanılmalıdır. Yüksek yoğunluktaki sıvılar içinse çok derin olmaması gerekir. Aslında, bu aleti ikiye ayırabiliriz; biri ağır sıvılar için, diğeri ise hafif sıvılar için. Modern hidrometrelerde genellikle yoğunluk ölçülmektedir ama hala bulunan başka ölçekler de mevcuttu. Örnekler: Amerikan petrol enstitüsü (API) kütleçekimi, evrensel olarak petrol sanayiinde kullanılıyor. Laktometre, sütün saflığını ölçmek için kullanılır. Süt sudan daha ağır ya da daha hafif olan maddeler içerdiği için sütün yoğunluğu, süt hakkında kesin bir bilgi veremez. Yağ içeriği için ek olarak testler yapılması gerekir. Süt içine dökülür ve krem oluşana kadar bekletilir ve ölçülür. Ölçülen derece olarak krem yatağının derinliği sütün kalitesini belirler. Alkolmetre bir sıvının alkol gücünü ölçmek için kullanılır. Alkolmetre önceden hazırlanmış alkol yoğunluğuna bağlı olarak “potansiyel alkol” hacim yüzdesini gösterir. “potansiyel alkol” arttıkça, daha büyük bir yoğunluk olacaktır yani karışımın alkol oranı artacaktır. Sakarimetre, Thomas Thomson tarafından icat edilen ve bir çözelti içinde bulunan şeker miktarını ölçmeye yarayan alettir. Eskiden bira ve şarap üreticileri tarafından kullanılırdı. Ayrıca dondurma yapımında da kullanılır. Sakarimetre camdan yapılmış ve yukarıya doğru uzanan ince bir gövdeye bağlı ağırlıklı bir ampul oluşur. Şeker seviyesi sıvının yüzeyinin ulaştığı noktayı okuyarak tespit edilir. Bu alette yüzdürme prensibi ile çalışır. Petrol ürünlerinin yoğunluğunu ölçmek için kullanılır. Hafif yağlar genellikle 15 C0 bulunan kılıfa yerleştirilir. Daha düşük yoğunluğa sahip olan yağlar içerdiği maddelerden dolayı değişken hacime sahip oldukları için pistonlu bir sistemde incelenirler. Ürinometre, idrar analizi için tasarlanmış bir hidrometredir. İdrar yoğunluğu suda çözünen atıklarla belirlenir. Hastanın genel düzeyini belirlemek için kullanılır. Şarj halindeki kurşun-asit bataryasında elektrolit olarak kullanılan sülfürik asit çözeltisinin yoğunluğunu tahmin etmekte kullanılır. 60 F0 suyun yoğunluğunu referans alınarak kalibre edilmiş bir hidrometre otomobil aküleri için standarttır. Otomotiv sektöründe hidrometrenin bir kullanım alanı da antifriz çözeltisinin kalitesini belirlemektir. Dondurmayı koruyucu derecesi, yoğunluğu ile ilişkilidir. Bonn Bonn, Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyâletinin güneyinde, Ren Nehri'nin her iki yakasına yayılan bir kenttir. Bonn, 2000 yıllık tarihiyle Almanya'nın en eski yerleşim yerleri arasındadır. Köln dükleri, 18. yüzyıl sonuna kadar Bonn'u idari merkez olarak tercih ederken; Ludwig van Beethoven, 1770'de, Bonn'da dünyaya geldi. Kentte bulunan Ren Friedrich Wilhelm Üniversitesi, 19. yüzyıldan itibaren Almanya'nın önde gelen bilimsel merkezleri arasında sayıldı. 1990'da Doğu ile Batı Almanya'nın birleşmesiyle Berlin, Almanya'nın başkenti olurken, Bonn'un da 1990 yılına kadarki "hükûmet merkezi" olarak anılması kararlaştırıldı. Federal Meclis ve hükümet birimlerinin büyük kısmı Berlin'e taşınmış olmasına rağmen 6 federal bakanlığın ana binası Bonn'da bulunmakta, diğer bakanlıkların bazı daire başkanlıkları da kentte faaliyet göstermeye devam etmektedir. Başkentin Berlin'e kaydırılmasıyla özellikle hükûmet ve kamu binalarının yoğunlaştığı bölgenin çehresi büyük ölçüde değişti. Deutsche Welle, Bonn Uluslararası Kongre Merkezi ve diğer kamu ve özel sektör kuruluşları bu kesime yerleşti. Birleşmiş Milletler'e bağlı 18 birimin üslendiği "BM Kampüsü" de 2006 yılının Temmuz ayında yine söz konusu şehirde faaliyetlerine resmen başladı. Bonn, Ren Schiefer Sıradağları'nın Aşağı Ren Ovası'na geçiş yaptığı noktada, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin güneybatısında yer alır. Kent, Ren nehrinin her iki yakasında 141,2 km²'lik bir alana uzanır. Bonn'un büyük kısmı Ren'in sol yakasında yer alır. Güneyde ve batıda Ren Bölgesi Tabiat Parkı'nın bir parçası niteliğindeki Kottenforst Ormanı, Bonn'u çevreler. Kuzeyinde Köln, doğu ve güneydoğusunda Siebengebirge uzanır. Bonn, coğrafi konumundan ötürü "Merkez Ren bölgesine açılan romantik kapı" olarak da tanımlanır. Köln idari merkezine bağlı Bonn'un plaka kodu „BN“ dir. En yüksek noktası, 194,8 m ile Beuel'deki Paffelsberg'dedir. En alçak nokta ise Kemper Werth'de 45,6 m olarak ölçülmüştür. Bonn'a komşu kentler, Rheinland-Pfalz eyaletine bağlı Remagen dışında Rhein-Sieg Kent Birliği'ne dahildir ve Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde yer alır: Niederkassel, Troisdorf, Sankt Augustin, Königswinter, Bad Honnef, Remagen, Wachtberg, Meckenheim, Alfter ve Bornheim Bonn'a komşu kentlerdir. Bonn, 1991'de varılan ve başkentin Berlin'e taşınmasını öngören karardan bu yana, Rhein-Sieg Kent Birliği ve güneyde Remagen kentinin bağlı olduğu Ahrweiler iliyle iş birliğini daha da artırdı. Bu iş birliği, "Bonn/Rhein-Sieg/Ahrweiler Bölgesel Kalkınma, Planlama ve Ulaşım Çalışma Grubu'nun kurulmasıyla somut halini aldı. Yaklaşık 1 milyon kişinin yaşadığı sözkonusu bölge, "Bonn/Rhein-Sieg" ya da "Bonn/Rhein-Sieg/Ahrweiler" adlarıyla anılır. Kuzeyde yer alan Neuwied ili de Bonn coğrafi bölgesine dahil kabul edilir. Bu geniş coğrafi alanda ekonomik faaliyetlerin de birbirini bütünler hale gelmesi, Bonn ve çevresinde ortak hedeflere sahip sivil toplum örgütlerinin kuruluşunu beraberinde getirdi. Bonn toplam 4 idari merkeze bağlı 51 "bölge"den meydana gelir: Bonn şehrinde ılıman iklim görülmektedir. Ocak ayında ortalama 2,3 °C olan sıcaklık, Temmuz ayında 18,2 °C dolayındadır. Yıllık sıcaklık ortalaması ise 10,1 °C'dir. Komşu Eifel bölgesinde yıllık 800 mm'yi aşan yağış miktarı Bonn ve çevresinde 669 mm dolayında kalmaktadır. Havadaki nem oranının ortalamanın üzerine çıktığı günlerin sayısı yılda 35'i bulmaktadır. Bonn'un yayıldığı vadiye batıdan hava akımını "frenleyen" Eifel dağları, yüksek nem oranının en önemli sebebi olarak değerlendirilmektedir. Kış ayları boyunca Ren nehrinin zaman zaman taştığına tanık olunmaktadır. Son yıllarda sıkça görülen bu taşkınlıklar büyük maddi hasara neden olmaktadır. 12. yüzyılda Roma İmparatorluğu'na bağlı birliklerin bölgede kurduğu bir kampı esas alan Bonn, 1989 yılında 2000. kuruluş yıldönümünü kutladı. Ancak araştırmalar, Bonn ve çevresindeki insan yerleşimlerinin çok daha eskilere dayandığını ortaya koymaktadır. Bunu Oberkassel bölgesinde ortaya çıkarılan 14 bin yıllık bir yerleşimin yanı sıra MÖ 4080 yılına ait olduğu sanılan Venusberg yerleşkesi de kanıtlamaktadır. Romalılar döneminde "Bonna" adıyla anılan şehrin kuzeyine bir Roma lejyonu yerleştirildi. Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra bölgede 9. ve 10. yüzyılda bir manastır, bugünkü pazar alanında da "Villa Basilika" adı altında bir ticaret merkezi kuruldu. Bonn'un gelişiminde, 1288 yılında yapılan Worringen Savaşı dönüm noktası meydana getirdi. Savaşı kaybeden Köln dükleri, Brühl ve Poppelsdorf'un yanı sıra Bonn merkezini malikâne yeri olarak belirlediler. Köln dükleri tarafından 17. ve 18. yüzyılda inşa edilen yapılar, kente bugünkü barok tarzı görünümünü kazandırdı. Bu dönem, 1794 yılında Fransa'nın işgaliyle kapandı. Napolyon Bonapart'ın yenilgisinin ardından, Bonn 1815 yılında Prusya'ya katıldı. Bonn'a, bu tarihi izleyen yıllarda, 18. yüzyılın bitiminden kısa süre önce kurulan ve 1818'de faaliyetleri yeniden canlandırılan Ren Friedrich Wilhelm Üniversitesi şekil verdi. I. Dünya Savaşı'nın ardından önce İngilizler, ardından Fransızlar tarafından işgal edilen Bonn, 1926 yılında Fransızların bölgeden çekilmesiyle birlikte kendi tarihini yeniden oluşturmak istese de bu ancak Nazi rejimi ve sonrasında gelecek olan II. Dünya Savaşı'na kadar devam edebildi. Nazi rejimi sırasında büyük kısmı Yahudi, 1000'den fazla Bonn'lu
öldürüldü. Yine 8000 dolayında kişi, evini terk etmek zorunda kaldı, tutuklandı ya da toplama kamplarına kapatıldı. Bonn, 9 Mart 1945'de Amerikalı askerlerinin kente girmesiyle II. Dünya Savaşı'nı ardında bıraktı; savaşta binaların yüzde 30'undan fazlası tahrip oldu. Çatışma ya da bombardımanda hayatını kaybedenlerin sayısı 4000'i aştı. Kentin denetimini 28 Mayıs 1945'te İngiliz işgal güçleri devraldı. Bonn, savaş sonrası hızla gelişti. Kalkınmada, 3 Kasım 1949'da başkent olarak Frankfurt yerine Bonn'un tercih edilmesi de bunda büyük rol oynadı. Başkentin Berlin'e kaydırılması üzerine Bonn yeni bir değişim sürecine girdi. Federal idare yapısının geniş ölçüde Berlin'e kaydırılmasından doğan boşluk, bakanlıkların Bonn'da kalmaya devam eden daire başkanlıkları, bölgeye yerleşen yeni federal birimler, kamu ve özel sektör temsilcilikleri ile uluslararası organizasyonların varlığıyla giderildi. Bonn kentinin flamasında, üst kısımda, gümüş zemin üzerinde siyah haç yer alır. Köln düklerinin simgesi siyah haç, Köln ve çevresindeki birçok yerleşim biriminin flamasında da yer alır. Haç, Bonn ile Köln dükleri arasındaki siyasi ve bölgesel bağı ortaya koymaktadır. Flamanın alt kısmında, kırmızı zemin üzerinde altın renkte bir aslan yer almaktadır. Zaman zaman leopar veya halk arasında “taştan kurt” olarak da adlandırılan aslan, Bonn’da geleneksel olarak adaleti simgeler. Aslan Orta Çağ’dan itibaren uzun yıllar Bonn’un merkezi noktalarından Münster meydanında yer aldı. Bugün aynı yerde Ludwig van Beethoven anıtı bulunmaktadır. Mahkeme heyetleri bu meydanda toplanıp meseleleri görüşürdü. Aslan simgesinin orijinali, günümüzde eski belediye binasının girişinde yer almaktadır. Bonn, Ren havzasının bir parçası olması vesilesiyle ağırlıklı olarak Katolik olarak kabul edilir. Buna karşılık son 75 yıl içinde bu özellik büyük ölçüde değişime uğradı. 1925 yılında Bonn nüfusunun yüzde 80’ini Katolikler meydana getirirken, 90’lı yılların sonunda Katolik-Protestan dağılımında Protestanların lehine bir gelişme yaşandı. Günümüzde Bonn nüfusunun yüzde 45’i Katolik, yüzde 25’i Protestan mezhebine bağlı kişilerden meydana gelir. Bonn nüfusunun üçte biri başka din ve mezheplere inanan kişilerden oluşur. Nüfusun yüzde 6’sı İslam dinine inanır. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne bağlı Bonn Merkez Camii 1986’da kuruldu; Bonn-Altstadt’da faaliyetlerine başlayan cami, 1990'da Bonn-Castell semtine taşındı. 20. yüzyılın başlarında kentin güç ve itibar kazanmasının bir sonucu olarak, 1 Haziran 1904'de, Bonn'un fiilen iç içe geçmiş olduğu Poppelsdorf, Endenich, Kessenich ve Dottendorf gibi semtler de Bonn'a katıldı. 1 Ağustos 1969 tarihli idari reform, Bonn'un nüfusunu ikiye katladı. Bad Godesberg ve Beuel gibi komşu kentlerin idari merkez niteliğiyle Bonn'a bağlanması kararlaştırıldı. Beuel'e ayrıca daha önce Siegkreis'a bağlı olan Holzlar, Hoholz ve Oberkassel bölgeleri bağlandı. 1969 yılında yapılan düzenleme, Ippendorf, Röttgen, Lessenich/Meßdorf ve Buschdorf'u da Bonn'a bağladı. Lengsdorf ve Duisdorf, bazı küçük semtlerle birlikte Hardtberg idari merkezine bağlandılar. Yine Bonn'un idari merkezlerinden Bad Godesberg de 20. yüzyılın başından itibaren çevresindeki diğer yerleşim birimlerini bünyesine katarak büyüdü. 1899'da Plittersdorf ve Rüngsdorf'u 1904'de Friesdorf izledi. Bu bölgeleri 1915'de Muffendorf takip etti. 1 Temmuz 1935 tarihli düzenlemeyle Lannesdorf ve Mehlem'e Bad Godesberg'e dahil edildi. Bonn, 300.000'i aşan nüfusuyla Almanya'nın "orta büyüklükteki" şehirlerinden kabul edilmekte, Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin en kalabalık 10 şehri arasında yer almaktadır. Bonn nüfusu 1939 yılında 100.000 sınırını aşarak büyükşehir sınıfına girdi. Nüfus 1969'da yapılan düzenlemeler sonucunda ikiye katlandı. Başkenti Berlin'e taşıma kararı 90'lı yılların başında nüfusta küçük çaplı gerilemeye yol açsa da alınan önlemler bu açığın dengelenmesini sağladı. Bonn, günümüzde nüfusu artmaya devam eden büyükşehirler arasında kabul edilmektedir. Kuzey Ren-Vestfalya İstatistik Dairesi'nin verilerine göre, Bonn'un 2025 yılındaki nüfusunun 345.000 olacağı tahmin edilektedir. Pazar meydanında, 18. yüzyılda inşa edilen eski belediye binası ("Altes Rathaus"), uzun yıllar idare merkezi olarak kullanıldı. 1969'da yapılan idari düzenlemelerle Bonn'un genişlemesi dikkate alınarak Nordstadt'da yeni bir belediye başkanlığının yapımına girişildi ve 1978'de idare bu binaya ("Stadthaus") nakledildi. Eski belediye binası halen kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapmaktadır. Kent yönetimi 12. yüzyıl başında, Vogt adı verilen bir yöneticinin bulunduğu üyelerinin de Schöffe olarak adlandırıldığı bir heyet tarafından yürütüldü. 1331'den itibaren „burgermeistere“ unvanını taşıyan iki belediye başkanı ve „rat“ adı verilen konsey devreye girdi. 24 Temmuz 1550 tarihli bir belgede „Zwölfter“ adlı bir denetim kurulunun kuruluşundan söz edilmektedir. Fransız işgaliyle birlikte 1794'den itibaren belediye başkanlarının unvanlarına „Maire“ ifadesi eklendi. Bu ifade, Fransızların geri çekilmesinin ardından, [[25 Şubat [[1814]]'te "büyükşehir belediye başkanı" ile değiştirildi. [[1804]]'ten itibaren [[Maire]] unvanıyla Bonn belediye başkanlığını yürüten [[Anton Maria Karl von Belderbusch|Anton Maria Karl Graf von Belderbusch]] [[1804]]'den başlayarak "Bonn büyükşehir belediye başkanı" olarak anıldı. Bonn'un [[1815]]'ten itibaren bağlandığı [[Prusya]], kenti bir [[il]] merkezine dönüştürdü. [[Yönetim]], başkanlığını büyükşehir belediye başkanının yaptığı belediye konseyi tarafından yürütülmeye başlandı. [[Dosya:Bonn Stadthaus.jpg|thumb|250px|left|Yeni belediye binası ("Stadthaus")]] [[Nazi]] rejimi sırasında büyükşehir belediye başkanı [[Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi]] tarafından atandı. [[II. Dünya Savaşı]] sonrasında Bonn'u işgal eden [[İngilizler|İngiliz]] [[asker]]leri yeni bir belediye başkanı atadı. İngilizler, 1946 yılında İngiliz [[yerel yönetim]] modelinin örnek alındığı reformlar uygulamaya soktular. Yeni düzenleme uyarınca "Kent Konseyi"nin üyeleri [[vatandaş]] tarafından seçildi; konsey de büyükşehir belediye başkanı unvanı taşıyan ve kenti temsil etmeye yetkili bir başkanın yanı sıra kent yönetiminde yetkili "büyükşehir direktörü" isimli ikinci bir başkanı daha belirledi. [[Kuzey Ren-Vestfalya]] Eyaleti, 1996 yılında kent yönetimindeki bu "çifte başlılığa" son verdi. Yeni düzenlemeler uyarınca büyükşehir belediye başkanının doğrudan [[halk]] tarafından seçilmesi öngörüldü. 1999'da büyükşehir belediye başkanının doğrudan halk tarafından belirlenmesi amacıyla yapılan ilk seçimleri, ikinci turda [[CDU|Hristiyan Demokrat Partili]] aday Helmut Stahl'ı geride bırakan, [[SPD|Sosyal Demokrat Partili]] [[Bärbel Dieckmann]] kazandı. Dieckmann, 2004 [[seçim]]lerinde de sandıktan zaferle çıkarak ikinci görev dönemine başladı. Bonn kent konseyi 80 üyeden meydana gelir. Son [[Yerel yönetim|yerel]] seçimler 2009 yılında düzenlendi. Doğrudan halk tarafından % 40,9 oranıyla seçilen büyükşehir belediye başkanı [[SPD]]'li [[Jürgen Nimptsch]], kent konseyinde de oy hakkına sahiptir ve konseye oturumlarda başkanlık etmektedir. Kent konseyinde [[CDU|Hristiyan Demokrat Birlik]] üyeleri 27, [[SPD|Sosyal Demokratlar]] 19, "Yeşiller/Birlik 90" adlı siyasi oluşum 15, Hür Demokrat Parti 10, BBB 3, Sol Parti 3, BFF 2 ve Pro NRW 1 temsilciye sahiptir. Konseyde grup kurabilmek için en az üç temsilci gerekmektedir. Bonn, "ortaklık" ve "dostluk" çerçevesindeki işbirliklerinin yanı sıra "proje bazında" pek çok kentle iş birliği hâlindedir. Bu kapsamda, gençlik ve [[kültür]] programları değişiminin yanı sıra [[çevre]], şehircilik ve [[Doğal felaket|felaketle]] mücadele gibi alanlarda da karşılıklı deneyim alışverişi sağlanmaktadır. Günümüzde Bonn'un proje bazında iş birliği yaptığı kentler şunlardır: [[Özbekistan]]-[[Buhara]], [[Çin]]-[[Chengdu]], [[Bolivya]] - [[La Paz, Bolivya|La Paz]], [[Beyaz Rusya]] - [[Minsk]], [[Avusturya]] - [[Salzburg]], [[Moğolistan]] - [[Ulan Batur]] [[Dosya:Bonn Hofgarten.jpg|thumb|250px|[[Bonn Üniversitesi]] bahçesi]] Bonn kentinin simgeleri arasında yer alan eski [[belediye]] başkanlığı binası [[1737]] yılında, [[Rokoko]] tarzında inşa edildi. Eski belediye başkanlığı binasının hemen yanında, günümüzde [[Bonn Üniversitesi]] merkez binası olarak kullanılan, [[Köln]] [[dük]]lerinin malikanesi yer almaktadır. [[Kestane]] ağaçlarının sıralandığı [[Poppelsdorf]] Caddesi, Köln düklerinin malikânesini [[Poppelsdorf Köşkü]]'ne bağlar. Poppelsdorf Köşkü, [[18. yüzyıl]]ın ilk yarısında Köln düklerince yazlık köşk olarak inşa edildi. Bonn merkez tren garının giriş binası 1883/84 yıllarında inşa edildi. Gar binası, günümüzde tarihî eser koruması altındadır. [[Venusberg-Bonn|Venusberg]]'de yer alan 180 metre yüksekliğindeki [[radyo]] [[verici]]si, 162 metre yüksekliğindeki [[Posta Kulesi]] ve 114,7 metre yüksekliğindeki [[Lange Eugen]] binası ([[BM Kampüsü]]), Bonn'un en yüksek üç noktasını meydana getirmektedir. [[Dosya:BNPOPP1.jpg|thumb|250px|left|Poppelsdorf Caddesi]] Bonn'da çok sayıda [[kilise]] yer almaktadır. [[Bonn Katedrali]] [[kent]]in simgeleri arasında kabul edilmektedir. Brüdergasse'deki Remigius Kilisesi'nde Beethoven'un [[vaftiz]]ine ait hatıralar saklanmaktadır. [[Schwarzrheindorf]]'daki [[Doppel Kilisesi]] [[1151]]'den itibaren inşa edildi. [[Christoph Wamser]], [[Hıristiyanlık|Hristiyanlığın]] bölgede yayılması öncesi kutsal kabul edilen bir noktada, 1627/28 yıllarında [[Kreuzberg Kilisesi]]'nin inşa edilmesini sağladı. Adenauerallee üzerinde bulunan [[Katolik]] [[St. Cyprian Kilisesi]] 1957'de yeniden düzenlendi. [[Eski Bonn Mezarlığı]]'nda pek çok ünlünün [[mezar]]ı bulunmaktadır. Tanınmış [[heykel]]tıraşların imzasını taşıyan [[heykel]] ve [[anıt]]lar, Bonn Mezarlığı'nın önem ve güzelliğini daha da artırmaktadır. Beethoven'in annesinin mezarı ve [[Robert Schumann]] ile [[Clara Schumann]] adına yaptırılan anıt-mezarlıklar da yine burada bulunmaktadır. [[Dosya:Godesburg 2 db.jpg|thumb|250px|Godesburg harabesi]] Friedensplatz Meydanı'ndaki S
tern Caddesi'nde yer alan Stern Kapısı, [[tramvay]] hattı inşaatı nedeniyle [[1900]] yılında Bottlerplatz Meydanı'na nakledildi. Bad Godesberg'ın kuzeyinde, [[Franklar]] tarafından inşa edilen Godesburg kalesi yer alır. Altı ayrı yapıdan meydana gelen Godesberg Belediye binası, [[Maximilian Franz von Österreich|Max Franz]] tarafından, [[1790]]-[[1792]] yılları arasında [[Kaplıca tedavisi|kaplıca]] ziyaretçilerinin kullanımına sunulmak amacıyla inşa edildi. Yapımına 1790'da başlanıp [[1830]] yılında tamamlanan Oda Tiyatrosu „[[Redoute (Bonn)|La Redoute]]“, günümüzde Sanat Müzesi'nin bir parçasıdır. [[Dosya:Post Tower Schürmann-Bau.jpg|thumb|left|250px|[[Posta Kulesi]] ve [[Schürmann Binası]]]] Alman posta hizmetlerini yürüten [[Deutsche Post|Deutschen Post]] Posta Kulesi'nde yer almaktadır. Kule, [[Kuzey Ren-Vestfalya]] eyaletinin en yüksek binasıdır. Posta Kulesi'nin birkaç yüz metre berisinde, uzun yıllar kentin [[simge]]leri arasında sayılan „[[Langer Eugen|Langen Eugen]]“ binası yer alır. Langer Eugen, günümüzde [[BM Kampüsü]] olarak kullanılmaktadır. [[Posta Kulesi]] ile [[Lange Eugen]] arasında, [[Schürmann Binası]] olarak adlandırılan yapı yer alır. Schürmann Binası günümüzde [[Deutsche Welle|Deutschen Welle]]'nin merkezi olarak görev yapmaktadır. [[Milletvekili|Milletvekillerine]] ofis alanı olarak sunulmak üzere planlanan bu bina, 1993 yılında Ren nehrinin taşması üzerine ağır hasar gördü. Akademi binası olarak tasarlanan Bundeshaus binası, 1948 yılından başlayarak, aralarında [[Almanya Federal Meclisi|Federal Meclis]] ve Konsey'in de bulunduğu pek çok [[kamu]] kuruluşunun faaliyetlerine merkezlik yaptı. Meclis Genel Kurulu 80'lerden itibaren yeni bir binaya taşındı. Bundeshaus, başkentin [[Berlin]]'e taşınmasının ardından [[Bonn Uluslararası Kongre Merkezi|uluslararası kongre merkezi]] olarak kullanılmaya başlandı. Yine belli bir dönem Meclis genel kurulu olarak hizmet veren "Wasserwerk" binası da uluslararası kongre merkezinin faaliyetlerine tahsis edildi. Birleşmiş Milletler Meydanı'nda [[Birleşmiş Milletler]]'e üye 191 [[ülke]]nin büyük ebatlarda [[bayrak|bayrağı]] gönderlerde dalgalanmaktadır. Bonn'un [[Beuel]] isimli kesiminde bulunan eski [[çimento]] fabrikası ([[Oberkassel-Bonn|Oberkasseler]] Zementfabrik) [[mimar]] [[Karl-Heinz Schommer]] tarafından tarihî anıt kapsamına giren yönleri korunarak modern ofis binalarına dönüştürüldü. [[Dosya:Kunstmuseum Bonn.jpg|thumb|250px|Bonn Sanat Müzesi]] Bonn çok sayıda önemli [[müze]]yi barındırır. Kısaca „Bundeskunsthalle“ olarak adlandırılan ve 1986-1992 yılları arasında yapılan Federal Almanya Sanat ve Gösteri Merkezi'nin mimarlığı [[Gustav Peichl]] tarafından yürütüldü. Almanya Tarihi Müzesi (Haus der Geschichte), açıldığından bu yana [[Almanya]]'nın en çok ziyaret edilen ilk 10 müzesi arasında yer aldı. Sanat ve Gösteri Merkezi ile Almanya Tarihi Müzesi, her yıl ortalama yarım milyonun üzerinde ziyaretçi çekmekte, bazı özel sergilerde bu rakam da aşılmaktadır. Bu iki müze, "Müze Hattı" (Museumsmeile) olarak anılan güzergâh üzerinde yer almaktadır. Müze Hattı'nda 90'lı yılların başında Sanat ve Gösteri Merkezi ve Almanya Tarihi Müzesi ile birlikte belediye tarafından işletilen Bonn Sanat Müzesi faaliyete geçti. Hattın diğer halkalarını, 1995'te devreye giren ve [[bilim]] alanında uzman Alman Müzesi (Deutsches Museum Bonn), "ifa-Galerie" ve König Müzesi (Museum Koenig) meydana getirmektedir. [[Dosya:Akademisches kunstmuseum bonn.jpg|thumb|left|250px|Akademik Sanat Müzesi]] Bonn'da dünyaya gelen, kentte hayatının belirli bir süresini geçiren ya da can veren ünlüler için de müzeler inşa edildi. [[Beethoven]], [[August Macke]], [[Ernst Moritz Arndt]] ve [[Robert Schumann]] bu tür müzelere örnektir. Beethoven Evi'nin (Beethoven-Haus) yer aldığı Bonngasse sokağının parke taşlarına 2005 yılında ünlü Bonn'luların portreleri yerleştirildi. Dünya kültür mirası listesinde yer alan Beethoven'in "9. Senfonisi"ne ait el yazmaların bir kısmı Beethoven Müzesi'nde sergilenmektedir. Bonn'daki [[Bonn Üniversitesi|Ren Friedrich-Wilhelm Üniversitesi]] bünyesinde de birçok müze yer almaktadır. Bunlardan "Bonn Mısır Müzesi" (Ägyptisches Museum Bonn), yaklaşık 3000 adet orijinal eser sergilemektedir. Akademik Sanat Müzesi'nde (Akademisches Kunstmuseum), [[üniversite]] bünyesinde yapılan [[arkeoloji]]k kazılarda ortaya çıkarılan tarihi eserler sergilenmektedir. "Arithmeum", yüzlerce [[hesap makinesi]]ni barındıran bir tür "[[matematik]] müzesi"dir. 2003-2005 yılları arasında dünyanın en büyük [[Çiçek (botanik)|çiçeği]] kabul edilen "Titanenwurz"u sergileyen Botanik Bahçe, (Botanischer Garten Bonn), yine üniversiteye bağlı bir kuruluştur. [[Fosil]] sergisinin yer aldığı Goldfuß Müzesi, değerli taşların yanı sıra [[Gök taşı|meteoritlere]] de yer veren [[Mineraloji]] Müzesi (Mineralogische Museum), Bonn'daki Ren Friedrich-Wilhelm Üniversitesi bünyesindeki diğer kuruluşlardır. Ayrıca, [[1846]] yılında [[narkoz]]un icadından günümüze [[anestezi]]nin gelişimini anlatan Horst Stoeckel Müzesi de üniversiteye bağlıdır. [[Dosya:Beethovenhalle.jpg|thumb|250px|[[Beethoven Konser Salonu|Beethovenhalle]]]] Benzerleri arasında bir ilki teşkil eden "Kadın Müzesi" (Frauenmuseum) 1981'de açılmıştır. Kuruluşundan günümüze 400'den fazla sergiye imza atan Kadın Müzesi, bu sergilerin yanı sıra, sürdürülen kapsamlı programıyla da uluslararası çapta saygınlığa kavuştu. 1993-2001 yılları arasında tamamen yenilenen Ren Eyalet Müzesi'nde (Rheinisches Landesmuseum Bonn), Ren [[havza]]sının [[kültür]] hayatını aktaran eserler sergilenmekte, ayrıca bölgenin çağdaş [[sanat]] yapıtlarından örneklere yer verilmektedir. [[Poppelsdorf]] Caddesi üzerinde yer alan [[rasathane]] (Volkssternwarte Bonn), sık sık gökyüzü ve güneş gözlemleri için kapılarını vatandaşlara açmaktadır. İki yılık bir çalışmanın ardından, 2002 yılının Eylül ayında açılan "Gezegen Yolu"nun (Planetenweg) yapımında Bertolt Brecht Lisesi (Bertolt-Brecht-Gesamtschule) ve Alman Havacılık ve Uzay Merkezi görev aldı. Sponsor [[firma]]ların da destek sağladığı "Gezegen Yolu", 1'e 1 milyar (1/1,000,000,000) ölçekte, [[Ren nehri]] boyunca uzanmaktadır. 5946 metre uzunluğundaki yolun başlangıcında 1,40 metre çaplı güneş yer almaktadır. [[Güneş]]i 50 ila 100 metrelik aralarla [[Merkür (gezegen)|Merkür]], [[Venüs (gezegen)|Venüs]], [[Dünya]] ve [[Mars (gezegen)|Mars]] izlemektedir. Ardından, 700 metre ile 1,5 km arasında değişen aralıklarla [[Jüpiter (gezegen)|Jüpiter]], [[Satürn (gezegen)|Satürn]], [[Uranüs (gezegen)|Uranüs]] ve [[Neptün (gezegen)|Neptün]] gezegenleri gelmektedir. "Gezegen Yolu", Bonn limanının kuzey ucunda, [[Graurheindorf]] semtinin girişinde [[Plüton (cüce gezegen)|Plüton]] ila tamamlanmaktadır. Her gezegen, ilgili durakta, yalnızca sembol olarak değil, çeşitli verilerin yer aldığı tanıtıcı bir levhayla anlatılmaktadır. [[Nazi]] rejimi sırasında can veren Bonn'lular için Franziskaner Sokağı'nda bir müze yer almaktadır. Ayrıca Bonn [[Sinagog]]u bünyesinde 2005 yılında elden geçirilen ve Nazi rejiminin kurbanlarını anlatan bir sergi bulunmaktadır. [[Dosya:Bonn Two Large Forms.jpg|thumb|left|250px|[[Henry Moore]]'un "Two large Forms" adını verdiği çalışması]] 40 yıl boyunca [[Almanya|Federal Almanya]]'nın [[başkent]]i konumunda bulunan Bonn'un bu niteliği, meydan ve caddelerinde sergilenen [[plastik sanatlar|plastik sanat]]ın çok sayıda örneğiyle de ortaya konmaktadır. [[Şehir]] merkezi ve [[kamu]] binalarının yoğunlaştığı semtte, pek çok tanınmış uluslararası ve [[Almanlar|Alman]] [[sanatçı]]nın eserlerine rastlamak mümkündür. Juridicum binasının dış cephesi [[Victor Vasarely]] tarafından tasarlandı. [[Henry Moore]]'un "„Two large Forms“" isimli eseri eski [[başbakanlık]] binası önünde yer almaktadır. [[Eduardo Chillida]]'nın "„Da Musica IV“" adlı çalışması [[Bonn Katedrali|katedral]] önünde bulunmaktadır. [[Markus Lüpertz]]'in iki eseri birden Müze Meydanı'nda yer almaktadır. [[Endenich]]'teki Schumann Binası'nın girişine yerleştirilen [[Robert Schumann]]'ın [[bronz]] [[heykel|büst]]ü, [[Alfred Hrdlicka]]'nın imzasını taşımaktadır. Bonn'un [[hükümet]] merkezi konumunu sürdürmesinden sonra başlayan yeni [[kamu]] binaları inşaatı, [[sanat]] yapıtları uygulamasını teşvik etti. Plastik sanatın son 50-60 yıllık gelişimini ortaya koyan örnekler arasında, [[Willy Meller]]'in "„Liegende mit Kind“"inin yanı sıra [[Nicolas Schöffer]]'e ait "„Kronos 15“" de yer almaktadır. [[Dosya:Bonn Siebengebirge.jpg|thumb|250px|Bonn'dan [[Siebengebirge]]'ye bakış: sağda, bir süre federal [[milletvekili|milletvekillerince]] kullanılan [[Langer Eugen]] ve [[Posta Kulesi]] binaları.]] 1979 yılında, "Bahçe Şov" (Bundesgartenschau) etkinliği kapsamında [[Ren]] kenarında 160 hektar genişliğinde bir alan yeniden düzenlenerek bir doğal parka dönüştürüldü. Park, günümüzde pek çok açık hava [[konser]]i, panayır ve kermese mekân olarak hizmet etmektedir. Başta [[Bad Godesberg]]'de yer alan "Kurpark" olmak üzere Bonn'da irili ufaklı çok sayıda park yer almaktadır. Kuruluşunda [[kaplıca tedavisi|kaplıca]] ziyaretçilerine hizmet verme düşüncesi yatan Kurpark'ta bir dizi ender rastlanan [[bitki]]lere yer verilir. [[Oberkassel-Bonn|Oberkassel]]'da bir [[iş adamı]]nca kurulan "Arboretum Park Härle" de kayda değer parklar arasında yer alır. [[Kuzey Ren-Vestfalya]] eyaleti ile [[Hollanda]]'nın geniş bir kesimini kapsayan turistik sınıflandırma kapsamında [[Rheinaue Parkı]], Arboretum, [[Eski Bonn Mezarlığı]] (Alter Friedhof Bonn) ve Botanik Bahçe (Botanischer Garten Bonn) "bahçe sanatına örnek tesisler" olarak seçildi. Bonn sınırları içindeki en büyük yeşil alan [[Endenich]], [[Dransdorf]], [[Lessenich/Meßdorf|Lessenich]] ve [[Duisdorf]] arasında kalan "Meßdorfer Feld"'dir. Kentin hava sirkülasyonu açısından önem taşıyan bu yeşil alanda hâlen [[tarım]] faaliyetleri de yürütülmektedir. Ren eyaleti doğal parkı kapsamındaki [[Kottenforst|Kottenforst Ormanı]] Bonn'un batısında yer alır. Güneydoğuda ise [[Siebengebirge]] yükseltileri uzanmaktadır. Her iki park b
ünyesinde de uzun mesafeli, çoğu zaman Bonn manzaralı gezinti yolları bulunmaktadır. Uzun mesafe yürüyüş hattı olarak tanınan "Rheinsteig", Bonn'da başlayıp Siebengebirge'ye uzanmaktadır. Bonn sınırları içinde bulunan toplam 47 [[dere]]nin birçoğu Ren nehrine dökülmektedir. [[Dosya:BEETHON.jpg|thumb|left|200px|Beethoven Konser Salonu önündeki anıt]] Belediyeye ait Bonn Tiyatrosu'nda [[opera]], [[tiyatro]] ve koreografik tiyatro eserleri sahnelenmektedir. Kentte ayrıca bir dizi özel tiyatro faaliyet göstermektedir. Kent merkezinde [[Contra-Kreis-Theater]] ve "Euro Theater Central" yer almaktadır. [[Beuel]] semtinde ise [[Bonn Genç Tiyatro]] (Junge Theater Bonn) ile „Theater Die Raben“ faaliyet göstermektedir. Ayrıca „Kleine Theater Bad Godesberg“ ile [[Bonn Üniversitesi]]'ne bağlı [[Bonn University Shakespeare Company]], diğer tiyatro grupları olarak öne çıkmaktadır. [[Kabare]] ve diğer sahne sanatlarına [[Haus der Springmaus]], [[Pantheon-Theater]] ve "Theater im Ballsaal"da yer verilmektedir. Bonn Beethoven Orkestrası, [[Beethoven Konser Salonu]]'nda düzenli [[konser]]ler vermekte, operada da görev almaktadır. [[1897]] yılında "Koblenz Filarmoni" olarak kuruluşu yapılan [[orkestra]], 1907 yılında adı "Bonn belediye orkestrası" olarak değiştirilerek belediye kuruluşları arasına dahil edildi. [[II. Dünya Savaşı]]'nın ardından kısa bir süre "Beethoven Konser Salonu Orkestrası" olarak anılan [[müzik]] kuruluşu, daha sonra günümüzde kullanılan adına kavuştu. Bonn'un "geleneksel sineması" konunumundaki [[pazar]] meydanında bulunan [[Metropol Sineması]], 2006 yılının Mart ayında kapatıldı. Kapanma kararında sinemanın bulunduğu binanın [[belediye]] tarafından 2005 yılının sonunda bir özel kuruluşa satışı etkili oldu. Yine pazar meydanında yer alan "Stern Lichtspiele" adlı [[sinema]] "CineStar" sinema grubu tarafından işletilmektedir. Bertha-von-Suttner Meydanı'ndaki "Woki" Sineması 1998'den beri etkinliklerine devam etmektedir. Ayrıca [[Bad Godesberg]]'in merkezinde birden fazla sinemayı bünyesinde barındıran [[Kinopolis]] bulunmaktadır. 1952'de [[Endenich]]'te açılan „Rex Lichtspieltheater“, 1933'te [[Beuel]]'de kurulan "Neue Filmbühne" ile [[Brotfabrik Bonn]] Kültür Merkezi kapsamındaki "Bonner Kinemathek" sinemaları, sinema sanatının daha özgün örneklerine yer veren "küçük sinemalar" olarak varlık göstermeye devam etmektedir. [[Dosya:BEEKON2.jpg|thumb|250px|Uluslararası Beethoven Festivali'nin açış konseri, 2005]] [[Uluslararası Beethoven Festivali]], her yıl [[sonbahar]]da düzenlenmektedir. Toplam 4 [[hafta]] süren bir programa sahip [[festival]] kapsamında, Bonn ve çevresinde 50'den fazla [[konser]] organize edilmektedir. Dünya genelinde genç [[piyanist]]leri teşvik amacıyla 2005 yılında ilk kez yapılan [[Beethoven Yarışması]] (Beethoven Competition), yine Uluslararası Beethoven Festivali çerçesinde tasarlandı. Bonn [[Bienal]]i, iki yılda bir yapılmaktadır. Bienal süresince [[tiyatro]] gösterileri, konserler, okuma etkinlikleri ve sergiler düzenlenmektedir. 10 gün süren "Uluslararası Sessiz Film Festivali" boyunca [[Bonn Üniversitesi]]'nin [[avlu]]sunda yapılan açık hava gösterileri binlerce kişiyi çekmektedir. [[Müze]] Meydanı'nda [[yaz]] aylarında kurulan düzenlenen açık hava konserlerinde de her yıl çok sayıda [[sanatçı]] sahne almaktadır. [[Ren]] nehri boyunca uzanan [[Rheinaue Parkı]]'nda Nisandan Ekim ayına kadar her ayın üçüncü [[cumartesi]] kermes ve bit pazarı kurulmaktadır. Aynı zamanda Rheinaue Parkında her yıl düzenlenen [[Ren Ateşi]] (Rhein in Flammen) festivaline binlerce kişi katılmaktadır. Festival çok renkli geçmekte ve yine festival kapsamında, binlerce kişinin izlediği etkileyici bir [[havai fişek]] gösterisi sunulmaktadır. Mayıs ayının ilk hafta sonunda "ücretsiz açık hava konserleri festivali", Temmuz ayının ilk hafta sonunda "Ren kültürü", temmuzun sonunda "Bira Borsası" ve sonbaharda yapılan "Uluslararası Tanışma Festivali", Bonn'un öne çıkan diğer etkinlikleridir. Her yıl, "Pützchens Markt" adı altında düzenlenen 5 günlük panayır, çektiği 1 milyondan fazla ziyaretçiyle Ren bölgesinin önemli eğlence organizasyonları arasında yer almaktadır. Pützchens panayırı, [[1377]]'den bu yana düzenlenmektedir. Her yıl koşulan Bonn [[Maraton]]u, kentte düzenli olarak yapılan bir başka etkinliktir. [[Dosya:Karneval Bonn 2006.jpg|thumb|250px|Bonn eski belediye binası önünde karnaval kutlaması]] Bonn, [[Köln]] Karnaval etkinliklerinin gölgesinde kalmasına rağmen yine de [[Ren]] bölgesindeki benzer organizasyonlar arasında öne çıkmaktadır. Etkinlikler, karnaval haftasının "Weiberfastnacht" adı verilen [[perşembe]] gününde [[Beuel]] belediye başkanlığının [[kadın]]lar tarafından "ele geçirilmesiyle" başlar. Yedi gün sonra, “Aschermittwoch„ denilen Çarşamba günü kutlamalar sona erer. [[Şenlik]] kapsamında eski belediye binası tarihi kıyafetlere bürünmüş [[kent]] askerlerince "kuşatılıp zaptedilir." Birçok kişi bu şenlikler süresince ilginç [[kostüm]]ler giyer, [[maske]] takar veya geleneksel kıyafetlerle dolaşırlar. Bu karnaval [[gelenek|geleneği]] [[kış]] [[mevsim]]inin kovulması âdetine dayanır. Her yıl 10 binden fazla kişinin katılımıyla "Pink Punk Pantheon"da düzenlenen "alternatif karnaval organizasyonu" öne çıkan etkinlikler arasında yer almaktadır. Bonn’da geleneksel olarak “[[Bönnsch (ağız)|Bönnsch]]” (okunuşu:Bönş) adı verilen yerel [[aksan]]la konuşulur. Bu [[Ağız (dil bilimi)|ağız]], Köln’de konuşulan “Kölsch” ile benzerlikler göstermesine karşın ifade hızı ve [[müzikalite]] bakımından farklılık gösterir. Bonn ve Köln’deki [[toplum]]sal yapının farklı gelişimi de yerel ağızın kullanım yaygınlığını etkilemiştir. Köln’ün [[esnaf]]-zanaatkar ağırlıklı olması yerel Kölsch ağzının yaygın şekilde kullanımını beraberinde getirirken, [[üniversite]]nin faaliyet gösterdiği, soyluların malikanelerinin yer aldığı Bonn’da aksanla konuşmaya "iyi gözle bakılmamıştır." Bonn’un yoğun göçmen alması da yerel ağzın geri planda kalmasında etkili olmuştur. [[Sahne]] gösterilerinde zaman zaman “Bönnsch” ağzıyla konuşan [[Konrad Beikircher]], bu ağzı “yaşatan” sanatçılar arasında kabul edilmektedir. Bonn’un en tanınmış [[spor]] kulübü, [[basketbol]] birinci liginde oynayan „[[Telekom Baskets Bonn]]“dur. Uzun yıllar başarılı bir grafik sergileyen [[futbol]] takımı “Bonner SC” ise 1977 yılında [[lisans]]ının iptal edilmesinin ardından İkinci Lig’den [[Kuzey Ren-Vestfalya]] Eyalet Ligi’ne düşürüldü. „1. Badminton Club Beuel“ 2005 yılında [[Almanya]] [[Badminton]] Şampiyonu oldu. Kadın Basketbol Ligi ekiplerinden „BG Rentrop Bonn“, [[tenis]] ve [[hokey]] alanında yoğunlaşan „Bonner Tennis- und Hockey Verein“, „Hockey- und Tennis Club Schwarz-Weiß Bonn“ kayda değer diğer spor kulüpleridir. “Schwimm- und Sportfreunde Bonn 1905 – SSF Bonn”, Bonn’un en büyük spor kulübü kabul edilmektedir. TSV Bonn, [[hentbol]] alanında faaliyet göstermektedir. Bonn belediye sınırları içindeki spor salonu sayısı 100’ü aşmaktadır. Ayrıca 24 [[jimnastik]] salonu, 46 açık hava spor tesisi, 13 çim saha bulunmaktadır. [[Kamu]]ya ait bu tesislerin dışında özel sektör tarafından işletilen 25 salon ve spor tesisi faaliyet göstermektedir. Karşılaşmalarını hala “Hardtberghalle” salonunda oynayan Telekom Baskets takımının, 2008’de Hardtberg’de hâlen yapımı devam eden „Basketshalle“ye geçmesi planlanmaktadır. Telekom Baskets, böylece Alman Basketbol Ligi’nde kendi salonuna sahip ilk takım konumuna gelecektir. Bonn’un futbol takımı Bonner SC ise maçlarını “Sportpark Nord” [[stadyum]]unda oynamaktadır. Bonn’da 4 adet kapalı, 5 adet açık [[Olimpik yüzme havuzu|yüzme havuzu]] bulunmaktadır. Ayrıca bir tesiste açık ve kapalı havuz imkânları birden sunulmaktadır. [[Dosya:Boennsch2.jpg|thumb|250px|Bönnsch Birahanesi]] Bonn'un gece hayatı ve [[gastronomi]] dünyasına, [[kent]] nüfusunun büyük kısmını meydana getiren üst düzey [[memur|kamu çalışanları]] ve [[üniversite]] [[öğrenci]]leri şekil vermektedir. Üniversite öğrencilerinin tercih ettiği mekânlar daha çok şehir merkezinde, "Altstadt"ta yoğunlaşır, bir kısmı da [[Südstadt-Bonn|Südstadt]]'a dağılmışken, daha seçkin [[müşteri]] kitlesine seslenen restoranlar kentin geneline yayılmıştır. Burada özellikle kayda değer olanları [[Ren]] kıyısında yer almaktadır. Bonn'un güneyindeki [[Mehlem]]'den kuzeyindeki [[Schwarzrheindorf]]'a uzanan hatta yer alan restoran ve meyhaneler yalnızca ücret seviyesi bakımından değil sundukları "mekân" bakımından da farklılık göstermektedirler. [[Heinrich Heine]], [[Karl Schurz]], [[İmparator]] III. Friedrich veya [[Büyük Britanya]] [[Kraliçe Victoria|Kraliçesi Victoria]]'nın tercih ettiği gibi "Ren kenarında, ıhlamur ağaçlarının gölgesinde romantizm"i seçenler [[Bad Godesberg]]'e yönelebilir. Ren manzarasından yoksun kalmadan, modern [[tasarım]]a sahip bir restoran arayanlar için ise [[Ramersdorf-Bonn|Ramersdorf]]'taki eski [[çimento]] fabrikasında, tarihi dokuya zarar vermeden inşa edilen "Rohmühle"de işletilen restoranlar önerilmektedir. Bonn, kente özgü, hafif içimli ve „Bönnsch“ adı verilen bir [[bira]] markasına da sahiptir. Düzenli [[belediye]] [[otobüs]]ü seferlerinin yapıldığı, [[demiryolu]] bağlantısının bulunduğu Köln/Bonn Konrad Adenauer Havaalanı, Bonn’un yaklaşık 15 kilometre kuzeydoğusunda yer almaktadır. Ayrıca, daha çok işadamları ve amatör [[pilot]]lar tarafından kullanılan Bonn-Hangelar Havaalanı, [[Beuel]] ile [[Sankt Augustin]] arasında hizmet vermektedir. [[Dosya:Bonn Hbf main entrance.jpg|thumb|left|250px|Bonn merkez [[tren]] garı ("Hauptbahnhof")]] Bonn merkez tren garı, Alman Demiryolları’nın (Deutsche Bahn), [[Köln]]–Bonn–[[Koblenz]] ana demiryolu hattında merkezi istasyonlarından birisidir. [[Siegburg]]/Bonn tren garı ise hızlı trenlerin (ICE) ana duraklarından biri olarak kullanılmaktadır. Bonn ve çevresine sefer düzenleyen “bölgesel ekspresler” her gün onbinlerce yolcu taşımaktadır. Bonn’da raylı taşımacılığı genişletme çalışmaları da devam etmektedir. 2011 yılına kadar ağa eklenmesi öngörülen yeni hatlar ve istasyonlar için yaklaşık 250
milyon [[Euro]] ayrıldı. Hafif raylı sistem ve [[metro]] kapsamında, gün içinde her 10 dakikada bir sefer düzenlenmektedir. Metro ve [[tramvay]] hatları, şehir içi noktaların yanı sıra [[Siegburg]], [[Sankt Augustin]], [[Königswinter]] ve [[Bad Honnef]]’e de yolcu taşımaktadır. Ayrıca Köln istikametinde [[Brühl]], [[Hürth]], [[Bornheim]] ve [[Wesseling]]’e 20’şer dakika arayla sefer yapılmaktadır. Mevcut hatların yanı sıra Bonn’un batısında [[Hardtberg]] idari merkezinde yeni hafif raylı sistem hatları öngörülmektedir. Bonn, ortama 20 dakikada bir seferin düzenlendiği yaklaşık 30 [[otobüs]] hattına sahiptir. Gece seferleri 2002’de [[belediye]]nin aldığı bir kararla büyük ölçüde azaltıldı. Gündüz hatlarının yanı sıra bir saatlik aralarla sefer yapılan dokuz gece hattı mevcuttur. Her hatta Bonn’da faaliyet gösteren bir kuruluşun sponsorluk desteği sağlanarak [[maliyet]]lerde indirime gidildi. [[Dosya:Region Bonn motorways.png|thumb|200px|Bonn otoyol ağı]] Bonn 59, 555, 562 No’lu federal otoyolların yanı sıra 9, 42, ve 56 No’lu federal [[karayolu]] ile karayolu ağına bağlı durumdadır. Konrad-Adenauer, Friedrich-Ebert ve Kennedy köprülerinin yanı sıra [[Mehlem]]–[[Königswinter]], [[Bad Godesberg]]–Niederdollendorf ve [[Graurheindorf]]–Mondorf arasında yapılan arabalı vapur seferleri [[Ren]] üzerinden karayolu ulaşımına imkân sağlamaktadır. [[Bisiklet]] yolları 1994-1999 yılları arasında genişletildi. Bonn kenti, [[Kuzey Ren-Vestfalya]] eyaleti "bisiklet dostu yerleşim yerleri" çalışma grubunun üyesidir. İç [[liman]], günümüzde Bonn’un kuzeyinde [[Graurheindorf]]’da yer almaktadır. Uzun süre “Alten Zoll” isimli kesimde, Kennedy köprüsünün yakınında yer alan liman, kapasitenin yetersiz gelmesi üzerine taşınması kararlaştırıldı. Limanda ağırlıklı olarak [[deniz]] aşırı hedeflere konteynır yüklemesi yapılmaktadır. Kentin [[su]], [[gaz]] ve [[elektrik]] ağı, hızlı büyümenin nispeten gerisinde kaldı. [[Bad Godesberg]]’e [[Wahnbachtalsperre]] [[baraj]]ından elde edilen içme suyunun sevkiyatına diğer semt ve bölgelere kıyasla ancak 1986’da başlanabildi. Kent yönetimi hâlâ şehir içi elektrik dağıtım görevini üstlenebilecek seviyeye ulaşamadı. Geride bıraktığımız 15 yıl içinde özellikle [[atık su arıtma]] sistemine önemli [[yatırım]]lar yapıldı. Arıtma sisteminin modernleştirilmesi programına 200 milyon [[Euro]]'dan fazla kaynak sarf edildi. Bonn, [[başkent]] olduktan sonra elektrik dağıtım şebekesi de yenilendi ve kesinti ihtimallerini en aza indirgeyen güvenli bir şebeke yapılandırıldı. [[Dosya:Bonn DTAG2.jpg|thumb|250px|[[Deutsche Telekom]]'un merkezi]] İki [[Almanya]]'nın birleşmesinin ardından 1991 yılının ortasında alınan, başkentin [[Berlin]]'e taşınması kararından 2002 yılının ortalarına kadar geçen süreçte, Bonn'da kayıtlı çalışan sayısı yüzde 8,5 artışla 145.558'e ulaştı. 2003 yılında 3118 yeni iş sahasıyla toplam kayıtlı çalışan sayısı 149.016'yı buldu. Bonn böylece başkentin Berlin'e taşınmasının yarattığı olumsuz ekonomik havayı aştı, üstelik yeni [[istihdam]] imkânları yarattı. Bonn ve çevresi, ekonomik öngörü araştırmalarında ilk üç büyükşehir arasında yer almaktadır. Kent [[nüfus]]unun düzenli artışı ve bu artışın devam edeceğine dair beklentiler, Bonn'un olumlu ekonomik göstergelerini desteklemektedir. Bonn ve çevresindeki ekonomik gelişmede federal devletin Bonn-Berlin anlaşması kapsamında yaptığı ve yaklaşık 1,4 milyar [[Euro]]'yu bulan ekonomik teşvik etkili oldu. Teşvik programı çerçevesinde, özellikle [[bilim]]sel proje ve inşaat sektörüne maddi kaynak aktarıldı. Bir yandan çok sayıda federal kuruluşun Bonn'a yerleşmesi sağlanırken söz konusu gelişmeye paralel olarak uluslararası teşkilat ve [[dernek]]lerin merkezlerini Bonn'a nakletmesini mümkün kılacak koşullar hazırlandı. [[Birleşmiş Milletler]]'e bağlı toplam 12 organizasyon kente yerleşti. Bonn ve çevresindeki ekonomik canlılığın artışında [[Deutsche Post|Posta]] ve [[Deutsche Telekom|Telekom]] kurumlarının kentte artan faaliyetleri bir başka etmen oldu. Eski [[Meclis]] binasının yerinde yapımı devam eden uluslararası kongre merkezinin ("Internationale Kongresszentrum Bundeshaus Bonn") [[kongre turizmi]]ne büyük katkı sağlaması beklenmektedir. Bonn'da son yıllarda yaşanan ekonomik canlanmadan başta özel hizmet sektörü pay aldı. 1991 Haziran ayı ile 2002 Haziran ayı arasında sektörde istihdam edilenlerin sayısı yüzde 27,1'lik artışla 105.171'e ulaştı. Toplam istihdamın yüzde 72,3'ü bu sektör tarafından sağlanmaktadır. Buna karşılık [[kamu]] çalışanlarının oranı, aynı zaman diliminde üçte bir oranında geriledi. İktisadi araştırma kuruluşları Bonn istihdam piyasasının önümüzdeki yıllarda da büyümeye devam etmesini öngörmektedir. Kentin [[turizm]] sektörüne, uzun yıllar [[başkent]] olması sebebiyle, "siyasi turizm" şekil verdi. Ancak 90'lı yıllardan itibaren turizm Bonn'da gelişmeye başladı. 1993 yılından itibaren konaklama sayısı yüzde 40, misafir sayısında da yüzde 58 artış kaydedildi. Bu gelişmede kentin başkentin [[Berlin]]'e taşınmasıyla üstlendiği yeni nitelikler etkili oldu. Kenti bütünleyen [[Ren]] nehri ve kıyısında yer aldığı [[Siebengebirge]], turizmi canlandıran faktörler arasındadır. Ayrıca artan kongre salonları ve Köln-Bonn Havaalanı'nın yükseltilen yolcu kapasitesi de etkili oldu. 2005 yılında yapılan 1 milyon 160 bin konaklamadan, 300 binden fazlasının [[kongre turizmi]]nce sağlandığı hesaplanmaktadır. Bonn'u günü birlik ziyaret edenlerin sayısı ise 9 milyona ulaşmaktadır. Turistlerin bıraktığı para yılda 176 milyon Avro'yu bulmaktadır. Bonn ve Ren-Sieg bölgesinde turizm sektöründe [[istihdam]] edilenlerin toplamı 10.475'e ulaşmaktadır. Kamu ve [[hükûmet]] binalarının yoğunlaştığı semtte (Bundesviertel), yapımı devam eden ve 2009'da tamamlanması öngörülen [[Bonn Uluslararası Kongre Merkezi|uluslararası kongre merkezinin]] (UNCC) kent turizmine önemli ivme katması öngörülmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre Uluslararası Kongre Merkezi'nin faaliyete geçmesinin ardından konaklamalarda 200 bin, günübirlik ziyaretçi sayısında da 200 binlik artış beklenmektedir. Bonn, uzun yıllardan beri [[Kuzey Ren-Vestfalya]] eyaletinin en düşük [[işsizlik]] oranına sahiptir. İşsizlik seviyesi 2006 yılının ekim ayında yüzde 7,7 dolayındaydı. Bonn'da çalışanların büyük kısmı kent çevresindeki Ren Sieg bölgesinden günübirlik gelenlerden meydana gelmektedir. Her gün Bonn çevresinden 80 bin civarında kişi [[kent]]e gelirken, 30 bin kişi de iş için kent sınırları dışına çıkmaktadır. Böylece Bonn, [[Köln]] ve [[Düsseldorf]]'tan sonra [[eyalet]]in "istihdam fazlası" sunan üçüncü kenti konumundadır. İstihdam [[pazar|piyasas]]ına hâlâ federal bakanlıklar ve kuruluşlar, bir başka ifadeyle, kamu şekil vermektedir. Federal devlet, bölgenin en büyük işvereni durumundadır. Özellikle kamu iştirakleri olan Posta ([[Deutsche Post]]) ve Telekom ([[Deutsche Telekom]]), yan kuruluşlarıyla birlikte, Bonn'un önde gelen [[işletme]]leri arasında kabul edilmektedir. Bonn, "federe kent" ve "BM kenti" niteliklerinden ötürü istihdam piyasasında sağladığı katkıların yanı sıra özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri alanında faaliyet gösteren pek çok [[firma]]ya ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca kentte faaliyet gösteren [[bilim]] ve [[araştırma]] merkezleri de iş sahaları açmaktadır. Halka açılmış [[işletme]]ler ve bu [[firma]]ların [[borsa]]daki değerleri göz önüne alındığında Bonn, [[Münih]] ve [[Düsseldorf]]'tan sonra üçüncü sırada gelmektedir. Bonn merkezli işletmeler, iki ana gruba ayrılmaktadır. Bir tarafta [[özelleştirme|özelleştirilen]] [[kamu]] teşebbüsleri yer almaktadır. Telekom ve [[T-Mobile]] ile Posta ve yan kuruluşu [[Postbank]] bu grup arasında değerlendirilmektedir. „Tank & Rast“ ile Bonn [[belediye]] hizmetleri şirketi de bu grup arasında sayılmaktadır. Diğer grubu, uzun yıllar önce kurulan özel şirketler oluşturmaktadır. [[Haribo]], [[Verpoorten]] ve [[Orgelmanufaktur Klais|Orgelbau Klais]] bu grup arasındadır. [[Fairtrade Labelling Organizations International|Fairtrade]], [[IVG Immobilien]] ve [[SolarWorld]] kayda değer diğer özel firmalar arasında kabul edilmektedir. [[Dosya:2014-06-12 Tulpenfeld 4, Bonn IMG 5567.jpg|thumb|250px|Birçok haber ajansına evsahipliği yapan "Das Tulpenfeld" binası]] Bonn'un en büyük medya kuruluşu [[Deutsche Welle]]'dir. Merkezi [[Schürmann Binası]]'nda bulunan kurum, 37 [[dil (filoloji)|dil]]de [[radyo]] ve [[internet]] yayınları hazırlamaktadır. Ağırlıkla haber ve [[belgesel]] yayınlayan [[Phoenix]] [[televizyon]] kanalının merkezi de Bonn'da yer almaktadır. WDR kısa adıyla bilinen Batı Alman Radyo-TV Kurumu'nun da Bonn'da [[stüdyo]] ve bölgesel büroları bulunmaktadır. „[[Radio Bonn/Rhein-Sieg]]“ ve [[Radio 96,8]], Bonn ve çevresine yönelik yayın yapan radyolardandır. Bonn'un açık arayla en büyük günlük gazetesi [[General-Anzeiger]]'dir. Ayrıca [[Kölnische Rundschau|Bonner Rundschau]], [[Kölner Stadt-Anzeiger|Rhein-Sieg-Anzeiger]] ve [[Express (gazete, Almanya)|Express]] gazetelerinde de Bonn ve çevresiyle ilgili [[haber]]lere yer verilmektedir. Bu üç gazete de merkezi [[Köln]]'de bulunan „Gruppe [[M. DuMont Schauberg]]“ isimli [[medya]] grubu tarafından çıkarılmaktadır. Federal Rekabet Kurumu ([[Bundeskartellamt]]), 2004 yılında söz konusu medya grubunun General-Anzeiger'den hisse alma girişimine, "bu adımın grubun gazete ve ilan [[pazar]]ındaki [[tekel]]ci konumunu güçlendireceği" gerekçesiyle izin vermedi. Basılı yayın alanında [[Norman Rentrop|Rentrop]], Bonn'un önde gelen diğer grupları arasında sayılmaktadır. Bonn'da aylık olarak yayınlanan [[dergi]]ler arasında „Schnüss“ ilk sırada gelmektedir. Ayrıca haftalık [[Rheinischer Merkur]] de Bonn'da hazırlanmaktadır. „rhein:raum“ [[portal]]ı 1 Ekim 2006'dan bu yana Bonn'dan [[yayın]] yapmaktadır. Bonn merkezli günlük [[gazete]]lerin yanı sıra [[Radio Bonn/Rhein-Sieg]] de online yayın yapmaktadır. [[Almanlar|Alman]] [[siyaset]]ini izleyen [[gazeteci]]lerin oluşturduğu [[meslek]]i birlik konumundaki [[Bundespressekonferenz]], Bonn'da bir irtibat bürosu
bulundurmaktadır. [[Alman Basın Ajansı]]'nın (DPA) Bonn'da temsilciliği bulunmakta, [[Katolik Haber Ajansı]] (KNA) da kentte faaliyet göstermektedir. [[Dosya:Universität Bonn.jpg|thumb|300px|[[Bonn Üniversitesi]] merkez binası]] [[Ren Friedrich Wilhelm Üniversitesi]], [[1777]] yılında kuruldu. [[1818]]'de yenilenen [[üniversite]] Almanya'nın en büyük üniversiteleri arasında yer almaktadır. Klinikleri ile birlikte Bonn'da [[istihdam]] yaratan belli başlı kurumlar arasında sayılmaktadır. Üniversitenin daha önce [[rasathane]] olarak kullandığı bina, bugün iletişim fakültesine ev sahipliği yapmaktadır. Bonn-Rhein-Sieg Yüksekokulu 1995 yılında kuruldu. Yüksekokul, Bonn adını taşımasına rağmen Bonn [[belediye]] sınırları dışında, [[Sankt Augustin]]'de yer almaktadır. Eğitim kuruluşunun [[Rheinbach]] ve [[Hennef]]'de de binaları bulunmaktadır. [[Max Planck]] Enstitüsü'nün muhtelif birimleri de Bonn'da yer almaktadır. [[Matematik]] ve [[radyoastronomi]] bunlar arasındadır. 1998 yılında, başkentin [[Berlin]]'e taşınma kararının ardından Bonn'da "Caesar Bilimsel Araştırma Merkezi" kuruldu. 1964 yılında Berlin'de kurulan Alman Kalkınma Politikaları Enstitüsü, 2000 yılında Bonn'a taşındı. Kısaca FortAFin olarak bilinen [[Kuzey Ren-Vestfalya]] Finans Akademisi, [[Schweinheim-Bonn|Bonn-Schweinheim]]'da bulunmaktadır. [[Alman Akademik Değişim Servisi]] (DAAD), [[Alman Araştırma Cemiyeti]] (DFG), [[Alexander von Humboldt]] Vakfı, Alman Burs Vakfı ve [[Friedrich Ebert Vakfı]]'nın genel merkezleri Bonn'dadır. [[Federal Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı|Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı]] (BMBF), Eğitim Bakanları Sekreteryası, [[Alman Rektörler Birliği|Rektörler Birliği]] (HRK), [[Federal Almanya Meslek Eğitimi Enstitüsü|Federal Meslek Eğitimi Enstitüsü]] (BIBB), Eğitim Planlaması ve Araştırma Teşviği için Federal ve Eyalet yönetimleri Komisyonu ile Yetişkin Eğitimi Enstitüsü(DIE) kuruluşlarının merkezleri de Bonn'da bulunmaktadır. Bonn geneline yayılan [[hastane]] sayısı 15'i bulmaktadır. Bunlardan en önemlisi, 30 farklı kliniğe sahip [[Bonn Üniversitesi]] Tıp Fakültesi Hastanesi'dir. Bunun yanı sıra [[Bonn-Castell|Castell]] bölgesindeki Ren Klinikleri (Rheinischen Kliniken Bonn) kayda değer diğer [[sağlık]] tesisleri arasında yer almaktadır. [[Dosya:Bonn UN.jpg|thumb|250px|Bonn'da çok sayıda [[Birleşmiş Milletler|BM]] kuruluşu faaliyet göstermektedir]] Bonn için 1996'dan beri kullanılan tanımlamalardan biri de "Ren nehri kıyısındaki BM kenti"dir. [[Birleşmiş Milletler]]'in 13 farklı teşkilat ve programı Bonn'da faaliyet göstermekte, BM görevlisi sayısı 600'ü aşmaktadır. BM kadrolarının sayısının önümüzdeki yıllarda 1000'i bulması öngörülmektedir. 2003 yılında alınan bir kararla, Bonn'un [[hükûmet]] binalarının yoğunlaştığı bölgede bir "BM yerleşkesi" oluşturulmasına karar verildi. Bu amaçla [[Langer Eugen]] olarak bilinen binayla eski [[parlamento]] binası BM'nin kullanımına bırakıldı. 2006 yılının Temmuz ayında resmî açılışı yapılan Bonn BM Kampüsü'nün 2008 itibarıyla tam kapasite faaliyete geçmesi beklenmektedir. Eski parlamento binasına yerleşmesi planlanan BM İklim Programı Sekreteryası'nda 200 kişinin görev yapması hedeflenmektedir. BM'nin Bonn'a yerleşmesi, uluslararası [[STÖ|sivil toplum örgütleri]] ve kamu yararına çalışan teşkilatlarda da artışı beraberinde getirdi. Bonn'da merkezi bulunan söz konusu örgütlerin sayısı 170'i aştı. Bunların arasında [[Alman Kalkınma Hizmetleri Teşkilatı]] (DED), [[Alman Kalkınma Politikaları Enstitüsü]] (DİE) ve [[InWEnt]] de bulunmaktadır. Bu örgütler, yine Bonn'da merkezi bulunan [[Federal Almanya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı|Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı]] ile yakın iş birliği içinde çalışmaktadır. [[Dosya:Bonn BSI.jpg|thumb|left|250px|Federal Bilgi Teknolojileri Güvenliği Dairesi]] [[Başkent]]in [[Berlin]]'e taşınmasını düzenleyen Berlin/Bonn Yasası uyarınca 6 federal bakanlığın merkezi Bonn'da bulunmaktadır. Söz konusu kanun uyarınca Berlin'deki federal bakanlık birimlerinde çalışanların Bonn'daki bakanlık çalışanlarının toplamını 10 binden fazla geçmemesi kararlaştırıldı. Ayrıca daha önce Berlin ve Ren-Main bölgesinde bulunan 22 federal daire Bonn'a çekildi. Federal Alman devleti, [[Deutsche Post|Posta]], [[Deutsche Telekom|Telekom]] ve [[Postbank]] kuruluşlarının merkezlerini Bonn'a taşımasını yasayla belirledi. Savunma, [[gıda]], [[tarım]] ve [[tüketici]] koruma, [[ekonomi]]k iş birliği ve kalkınma, [[çevre]], [[doğa]]yı koruma ve [[nükleer enerji]] güvenliği ile yüksek eğitim ve [[araştırma]] bakanlıklarının merkezi Bonn'da bulunmaktadır. Merkezi Berlin'de olan federal bakanlıklar Bonn'da da temsilcilik ve bağlı dairelerle faaliyet göstermektedir. Ayrıca, iki [[anayasa]]l kuruluş, [[Almanya Federal Konseyi|Federal Konsey (Bundesrat)]] ile [[Almanya Cumhurbaşkanı|Cumhurbaşkanlığı (Bundespräsident)]] Berlin'in yanı sıra Bonn'da da temsil edilmektedir. Toplam 6 [[mahkeme]]nin bağlı olduğu Eyalet Mahkemesi'nin merkezi Bonn'dadır. Ayrıca kentte bir İş Mahkemesi bulunmakta, Bonn başsavcılığı faaliyet göstermektedir. Federal Adli Sicil Dairesi, 1 Ocak 2007'den başlayarak yeni kurulan Federal [[Adalet]] Dairesi bünyesine alındı. Federal [[yasa]]ların yayımlandığı [[Almanya Resmî Gazetesi|Resmî Gazete (Bundesgesetzblatt)]] söz konusu daire tarafından hazırlanmaktadır. Berlin/Bonn Yasası uyarınca, merkezi [[Berlin]]'de bulunan [[Federal Almanya Adalet Bakanlığı|Federal Adalet Bakanlığı]], Bonn'da yaklaşık 30 kişinin görev yaptığı bir temsilciliğe sahiptir. Bonn kentiyle bağlantısı bulunan kişiler listesinin tartışmasız [[lider]]i [[Ludwig van Beethoven]]'dir. Beethoven'in Bonngasse'de dünyaya geldiği ve günümüzde [[müze]] olarak yararlanılan ev, her yıl dünyanın dört bir yanından binlerce [[turist]] için çekim merkezi oluşturmaktadır. [[Andrea Luchesi]] ve [[Johanna Kinkel]], Beethoven gibi Bonn'lu [[müzisyen]]ler arasında sayılmaktadır. [[Robert Schumann]] son yıllarını Bonn'un [[Endenich]] semtinde bir ruh ve sinir hastalıkları kliniğinde geçirmiştir. Schumann, Bonn'da toprağa verilmiştir. Bonn pek çok [[sanatçı]] tarafından çalışmalarını yürütebilecekleri bir [[kent]] olarak tercih edilmektedir. [[I. Dünya Savaşı]] öncesinde [[August Macke]] Bonn'a yerleşmiştir. Çağdaş Alman [[edebiyat]]ının tanınmış kalemlerinden [[Lars Brandt]] ve [[Akif Pirinçci]] gibi [[yazar]]lar Bonn'da hayatlarını sürdürmektedir. Birçok araştırmacı ve öğretim görevlisinin Bonn'a yerleşmesinde, 200 yıldan beri faaliyet gösteren [[Bonn Üniversitesi]] etkili oldu. Bunlar arasında [[Ernst Moritz Arndt]], [[August Wilhelm Schlegel]], [[Heinrich Hertz]] ve [[Nobel Ödülü]] sahibi [[Wolfgang Paul]] bulunmaktadır. Uzun süre [[Almanya]]'nın kuzeyindeki [[Schleswig-Holstein]] [[eyalet]]inin [[başbakan]]lığını yapan [[Heide Simonis]] Bonn'da dünyaya geldi. Federal [[maliye]] bakanı [[Peer Steinbrück]] ile [[Wolfgang Clement]] ve [[Guido Westerwelle]] gibi tanınmış [[Almanlar|Alman]] [[siyasetçi]]lerin ikameti de Bonn'da bulunmaktadır. Bonn, aşağıdaki şehirlerle [[kardeş şehir]] ilan edilmiştir: [[Kategori:Bonn| ]] Ay (zaman) Ay (zaman):Yılda 12 tane bulunan zaman birimidir. Ay'ın Yer çevresindeki dolanımını tamamlaması için geçen süre. Bir kavuşum ayının, yani Ay'ın Yer'den görünen tüm evrelerini içeren tam bir çevriminin süresi 28,530588 ortalama güneş günüdür (28 gün 12 saat 44 dakika ve 3 saniye). Bir yıldız ayı ise, Ay'ın bir yıldızla art arda iki kavuşumu (yıldıza göre aynı konuma gelmesi) arasındaki zaman süresidir ve 27,321661 gün sürer (27 gün 7 saat 43 dakika ve 12 saniye). Modern takvimlerde ay 365 ve 366 gün süren bir yılın 12'de biri olarak kabul edilir. Türkiye'de takvimler değiştikçe, ayların adları da buna bağlı olarak değişmiştir. 19. yüzyıla kadar daha çok Hicri takvime göre düzenlenmiş Arabi aylar kullanılıyordu: Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahır, Cemazielevvel, Cemaziyelahır, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce. 19. yüzyıl ortalarından başlayarak Hicri takvimin yanı sıra Jülyen takvimine dayanan Rumi ya da mali takvim de geniş bir kullanım alanı buldu. 1 Ocak 1926'dan bu yana yürürlükte olan ve Gregoryen takvimine dayanan miladi takvimdeki ay adları büyük ölçüde Rumi takvimden alınmıştır. Yalnız, 1944 sonunda değin teşrinievvel, teşrinisani, kânunıevvel ve kânunısani biçiminde kullanılan dört ayın adı, 10 Ocak 1945'te kabul edilen 4696 sayılı yasayla ekim, kasım, aralık ve ocak olarak Türkçeleştirilmiştir. Robert Owen Robert Owen, (1771-1858) Galli reformcu ve sosyalist. Robert Owen, 14 Mayıs 1771'de, Newtown, Montgomeryshire'da doğdu. Dokuz yaşına kadar doğduğu şehirde eğitim gördü. On yaşındayken, bir kumaşçı dükkânına çırak olarak girdi, Manchester'a yerleşti. Keskin zekâsının sayesinde Manchester'da hızlıca yükseldi, on dokuz yaşındayken bir pamuk işleme fabrikasına idâreci oldu ve işi geliştirdi. Bu sektörde birçok yeniliğe imza attı. 1794 yılında, Manchester'daki, Chorlton Twist Company isimli bir firmada ortak ve müdür oldu. İş hayatında geçirdiği bu günler gelecekte fikirlerine büyük bir katkıda bulunacaktı, daha bu ilk zamanlarında bile işçilerle olan yakın ilişkileri ve onlara verdiği önem ile diğer idârecilerden ayrılıyordu. Glasgow'a yaptığı bir seyahatte, "New Lanark" değirmenlerinin sahibini, David Dale'in kızıyla tanıştı ve aşık oldu. Ortaklarına bu firmayı satın almaları için ikna ettikten sonra, Glasgow'a taşındı ve evlendi. "New Lanark" değirmenlerinde çalışan insanların durumları dönemin standardlarına göre iyi olsa da, gerçekçi bir bakış açısıyla hiç de tatmin edici düzeyde değildi. Değirmenlerin yeni yöneticisi olan Owen işçilerin durumlarını düzeltmek için çeşitli geliştirmeler sundu. Yeni fikirleri ve çalışmalarıyla büyük bir başarıyı da beraberinde getirmesine rağmen, bir masrafı de beraberinde getiriyordu. Bu yeni masraflardan rahatsız olan diğer ortaklar sorun çıkarmaya başlayınca Owen yeni bir firma açtı. 1813 yılında ""A New View of Society, or Essays on the Principle of the F
ormation of the Human Character"" isimli ilk eserinin ilk parçaları yayımlanmaya başladı. Bu eseri kişisel "insan karakteri" inancıyla yakından ilgiliydi. Owen hiçbir zaman dindar birisi olmamıştı ve kendince geliştirdiği bir insan fikri vardı. Ona göre insan karakteri, kendi kendisinin yapıtı olmaktan çok öte, çevre faktörlerin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu çevre faktörlerini kişi belirleyemez, veya kontrol edemez. Aslında bu fikirler pek de kişisel sayılmazdı, bu tür ilkeler çok uzun yıllardır felsefenin içinde yer almıştı, yine de Owen bu fikirlerini hayatı boyu çok farklı konulara uygulayarak, yeni ve farklı sonuçlar elde etmiştir. "New Lanark"'daki çalışmaları Avrupa çapında ilgi görmeye başlamıştı. Fabrika işletmeciliğinde sosyalizm fikirlerini, işbirliğini arttırıcı yönüyle işlemeye başladı. En başından beri onu farklı kılan özelliklerinden olan, "işçilerine eğitim sunma"yı çok daha geliştirerek devam ettirdi. Fabrikalarla ilgili kanun önerisine sıkı sıkı bağlı olmasına ve fabrika meselelerinin kanunlaştırılmasına gösterdiği büyük savunmaya rağmen, 1819'da ortaya çıkan "Factory Act" (Fabrika Kanunu) onu hiç de tatmin etmedi. Avrupa'nın ve İngiltere'nin birçok önemli siyaset adamıyla görüştü, fikirlerini yaymak uğraşısı içindeydi. İş sektöründeki ortaya attığı tüm yenilikler etrafında ona saygı duyan büyük bir kitlenin oluşmasına neden oluyordu. "New Lanark" örnek bir işletme olarak geçiyor, sıklıkla birçok farklı iş kolundan ve makamdan lider insanlar tarafından ziyaret ediliyordu. "New Lanark"'ta yarattığı komünel sistemi yaymak için uğraşmaya başladı. Ona göre fakirliğe ve işçi sorunlarına tek çözüm onun bi filantropist, sosyalist reformlarından geçiyordu. Ayrıca ziraat alanında kooperatifçiliğin kurulması için de çaba sarf ediyordu. İşletmecilik üzerine yaptığı planlar, belki de filantropist yanları yüzünden büyük bir ilgiyle karşılandı. Bir sosyal reformist olarak yolu açılmış gibiydi, Londra'da düzenlenen büyük bir mitingte her türlü dîne ve dînsel forma olan karşıtlığını ve nefretini açıkça deklare edince toplumun ona bakış açısı değişti. Çoğunluğu muhafazakâr olan halk nezdindeki popüleritesi düştü, elit çevrelerde de ona olan ilgi azaldı. Yine de bunlar Owen'ın fikirlerini ve özgüvenini olumsuz etkilemedi, o hâlâ gittiği yola sonsuz bir inanç besliyor, kendine ve fikirlerine fazlasıyla güveniyordu. Komünel işletmecilik fikirlerini Amerika'da, New Harmony - Indiana'da gerçekleştirebilme şansı edindi. İki yıllık bir denemeden sonra işler yolunda gitmedi ve sonlandırıldı. Bu sıralarda sıkı taraftarı ve öğrencisi Abram Combe de benzer bir proje almış ve sonuç yine hüsran olmuştu. 1828'de, ortaklarıyla arasında uzunca bir süredir devam eden çekişme ve gerilim yüzünden "New Lanark" ile olan tüm bağlarını koparttı. Amerika'dan Londra'ya döndüğünde sosyalist fikirlerinin kampanyasına kaldığı yerden devam etti. Sonraki yıllarda devam ettiği seküler ve sosyalist kampanya özellikle işçi kesiminden ilgi gördü. Bu sıralarda bazı komünel işletme ve yapılanma denemelerinde yer aldı. Bu denemelerden sadece bir tanesi bir süre başarı sağlayabildi. Owen'ın önemli bir yere sahip olduğu sosyalist akımlar sayesinde 1830'larda İngiltere'deki ilk işçi sendikaları ve ticâret odaları kurulmaya başladı. Owen'ın sosyal reformcu yaklaşımı, işçi teşkilâtlandırılması ile ilgili fikirleri Owenizm olarak anılır. Daha küçük yaşlardan beri dîn fikrine ve dinî inanışlara karşıt olsa ve nefret duysa da, hayatının sonlarına doğru büyük bir tinselcilik (spiritualizm) taraftarı olmuştur. 17 Kasım 1858 yılında, Newtown'da ölmüştür. 1771-1858. 19.yüzyıl başlarında büyük etki uyandıran öncü ütopyacı sosyalist.1816'da New-Lanark fabrikasında kendi denetiminde İngiltere'nin ilk ana okulunu açtı. İnsanın yaptıklarından sorumlu olmaması ve çocukluğunda aldığı etkiler Owen'in bütün eğitim ve sosyal reform felsefesinin temeliydi. En önemli yapıtları: Memorials on Behalf of the Working Classes(Çalışan Sınıflar adına İki Önerge),Lectures on an Entire New State of Society( Tümüyle Yeni bir Toplum Biçimi Adına Dersler),The Marriage System of the New Moral World( Yeni Ahlak Dünyasının Evlilik Sistemi), Socialism or the Rational System of Society(Sosyalizm ya da Usçu Toplumsal Sistem), Life of Robert Owen written by himself( Robert Owen'in Kendi Kaleminden Hayat Öyküsü) Yashima sınıfı mayın tarama gemisi , Amerikan yapımı Adjutant sınıfı ve AMS-218 sınıfı ikişer mayın tarama gemisi 1954-57 yılları arasında Japonya’ya transfer edildi. Aslında son iki tekne Japonya için özel olarak inşa edilmişti. Tüm gemiler hizmet sürelerinin sonunda 1970-73 yılları arası Tokumu Sen (特務j船 / "Özel Görev Gemisi", Liman Yardımcı Gemisi (YAS) olarak tekrar adlandırıldı. 1978 yılında hizmet dışı kalan teknelerden biri söküldü ve geri kalan üç gemi Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü. Sınıfa ait gemi isimleri ve borda numaraları aşağıdaki gibidir: Kımız Kımız (Kırgızca: "kымыз"), kısrak sütünün fermante edilmesiyle elde edilen geleneksel içecek. Orta Asya bozkırlarında yaşayan Kırgız, Başkurt, Kazak, Yakut ve Özbek gibi Türk halkları ve Moğollar arasında bugün de önemli bir içecektir. Süt şekerince zengin olan kısrak sütünden îmâl edilen kımız, beyazımsı bir sıvıdır. Çok eski bir târihi vardır. İlk olarak Orta Asya’da Türkistan ve Moğolistan taraflarında yaşayan kavimlerce içilmiştir. Kımız, benzeri süt ürünleri gibi, belirli bir mikroorganizma topluluğunun faaliyeti sonucunda meydana gelir. Bu topluluk süt asidi bakterileri ("Lactobacillus bulgaricus", "streptococcus") ve mayalardan ("torula kumys") ibârettir. Bu mikroorganizmalar aşılandıkları sütte süt şekerine etki yaparak asit, alkol ve CO çıkarırlar. Açık kaplarda yapıldığı için îmâl sırasında CO’nin çoğu uçar. Alkol miktârı kefirden çoktur. Asit ikisinde de aynıdır. Ayrıca insana güç verici bir etkisi vardır. Kımızda albumin ve kazein parçalanması olur. Pepton miktârı kefirdekinin 10 misli kadardır. Kazein çok ufak parçacıklar hâlindedir. Bunun sebebi iyi ve sık karıştırmadır. Kokusu yayık ayranı veya ekşi peynir suyunu andırır. Çalkalanınca köpürür. Kımızın bileşimi, yapıldığı hammaddeye, işleniş şekline göre az çok farklılık gösterir. Laktik asit ve alkol miktârına göre çeşitli tiplerde işlenir. Zayıf, normal ve sert kımızlardaki asit ve alkol durumu şöyledir: Zayıf kımız tipi, Laktik asit (%) = 0.7, Etil alkol (%) = 1.0 Normal kımız tipi, Laktik asit (%) = 1.1, Etil alkol (%) = 1.8 Sert kımız tipi, Laktik asit (%) = 1.8, Etil alkol (%) = 2.5 Kımız hakkında birçok propaganda yapılmıştır. Bu yüzden bir zamanlar rağbet görmüş, fakat yoğurt rekâbeti karşısında önemini çok yerde kaybetmiştir. Hâlen buna değer veren ülkelerin başında Rusya gelmektedir. Hammadde ihtiyacını karşılamak için çok sayıda hara bulunmakta ve sırf bu iş için yaklaşık 250 bin civârında kısrak yetiştirilmektedir. Kırba Kırba, eski zamanlarda sıkça kullanılan köseleden yapılan bir nevi su kabı. Bu iş için hazırlanan kösele, dört köşe bir tahtanın üzerine demir çemberlerle tutturulurdu. Yukarı doğru gittikçe daralan kırbaların bir metreye yakın boyları olurdu. Ağız kısımları iyice dar olup, sebillerde kullanılanlarına musluk takılırdı. Sakaların kullandıkları kırbaların ağızları meşin ile bağlanır, ağızdan dibe kadar uzanan bir kol ile taşınırdı. Bunlar omuza takılarak istenilen yere götürülürdü. Atların iki yanına konulan kırbalarla da su taşınırdı. Böyle su taşıyan sakalara, “"atlı saka"” denirdi. Atın iki yanına asılan kırbalar meşin kovalarla doldurulur, hortum sokarak boşaltılırdı. Eskiden bunlarla mahalle aralarında su taşındığı gibi, kervan ve askerî nakliyatta da bunlardan istifâde edilirdi. Kırba ile su taşıyanlara, “"kırbacı"” denir. Sümerler tarafından icat edildiği düşünülmektedir. Anadolunun bazı yörelerinde toprak testi olarak yapılan ve ayrıca ibriği bulunan su kaplarına da Kırbaçça(Kırmıçça) denilir. Penia Yunan mitolojisinde, Penia fakirliğin tecessümüdür (cismanileşmesi). Özellikle fakirler tarafından tapılırdı. Tanrıların yaptığı bir şölende Porus ile evlenmiştir. Bazı kaynaklarda, Eros'un, Penia ile Porus'un çocuğu olduğu söylenir. Porus (Yunan mitolojisi) Yunan mitolojisinde, Porus (veya Poros)(Yunanca Πόρος) "menfaat"in tecessümüdür (cismanileşmesi). Tanrıların yaptıkları bir şölende Penia (fakirliği tecessümü) ile evlenmiştir. Birçok kaynağa göre Metis'in oğludur. Bazı kaynaklarda Eros'un, Penia ile Porus'un çocuğu olduğu söylenir. Allah'ın isimleri Allah’ın isimleri ya da Allah'ın 99 ismi (Arapça:اَلأَسْماَءُ الْحُسْنَى, "El Esmâ ül Hüsnâ" / "En Güzel İsimler"), İslam toplumunda, Kur’an ve hadislerde Allah’a izâfe edilen fiil veya sıfatlardan türetilmiş veya doğrudan Allah'ı ifade amacıyla kullanılmış olan isimlerdir. İslam mitolojisinde belirli sayıda tekrar edilerek duaların kabulü, nazar ve büyü bozma tedavilerinde kullanılır. Kuran'da rakam olarak yer almaz. İslam toplumunda Allah’ın isimleri bu 99 isimden ibaret değildir. Bunların dışında Şafi, Kafi, Hannan, Mennan, Hüda, mehterde Hazret-i Yezdan, Yunus Emre şiirlerinde Çalab gibi isimler de Allah’ için kullanılırlar. Kur'anda değişik ayetlerde bu deyim kullanılır; "En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın." (Âraf-180) "De ki: (Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur." (İsra-110) "Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur." (Taha-8) "O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Haşr-24) Hadislerde: "Allah'ın 99 ismi vardır. Yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa cennete girer. O tektir, teki sever" Tirmizi 99 ismi yazmış, hadis için de "garibtir" demiştir. 99 ismin asıl metinde bulunmadığı, metne ravi tarafından eklendiği, yani hadisin müdrec olduğu görüşünde olanlar vardı
r. Esma-ül Hüsna ile ilgili yazılan eserlerin hemen hepsinde bu rivayet esas alınmış ve Müslümanlar arasında meşhur olmuştur. Kur'anda da kullanılan isimlerin bir kısmının kökleri yabancı veya yeni söyleyiş ve anlamsal yüklemeler yapılarak Araplaştırılmış (Muarreb) isimlerden oluşmaktadır; Allah, Rahman, Halik, Malik, Hakem, Hannan, Sultan, Kebir, Fatır, Fettah, Rab, Hadi, Tevvab, Musavvir, vb. Tercümelerde Arapçaya ithal sözcüklerden oluşan ve günlük kullanımda yeri olmayan bir kısım isimlere birbirinden oldukça farklı ve yer yer zorlama anlamlar verilebilirken bazı isimler de insani etkilerden arındırma (tenzih) amacıyla birtakım değişiklikler yapılarak tercüme edilirler. Birinci guruba Ahad, Samed, Rahman, ikinci guruba da mütekebbir, mümin, tevvab, şekur gibi isimler örnek gösterilebilir. Örneğin mümin, ismi fail olduğu ve güvenen, inanan anlamına geldiği halde ismi mef'ul olarak güvenilen anlamı verilir. Aynı durum tevbekar anlamına gelen Tevvab, çok şükreden anlamına gelen Şekur için de geçerlidir. Bu isimlerden bazıları insansı (antropomorfik) özellikler taşır: Müntakim (intikam alan), Mütekebbir (kibirlenen), Sabur (sabırlı) vb. İhlas suresinde geçen ve Allah’ı anlatmak için kullanılan Ahad, Samed kelimeleriyle diğer surelerde geçen Aziz (din), Rahman, Şafi gibi isimler ise İslam öncesi dönemde Ortadoğu ve komşuluklarında tapınılagelmekte olan bazı tanrılara verilmiş olan isimlerin aynısı veya yakın fonetiğe sahip olmaları dolayısıyla tevhid inancı açısından eleştirilen isimlerdir. Muazzez İlmiye Çığ bir örnekle bunun tek tanrıcılığa giden yolda gerçekleştirilen değişimlerden birisi olduğunu kaydeder. O’na göre çok tanrıcı olan Sümerler daha sonra bu tanrıların isimlerini Marduk üzerinde toplarlar ve Marduk’un 50 kadar ismi olur. İlmiye çığ aynı eğilimin Allah’ın isimleri konusunda da yaşandığını söyler ve bir araştırmacının Ahad ve Samed isimlerinin Allah’a atfedilmesi konusundaki analizini aktarır. 3ivx 3ivx "3ivx Technologies" tarafından geliştirilmiş görüntü çözücüdür. 3ivx ("Tıriv-eks" olarak okunur) MPEG-4 uyumlu veri taşıma dosyaları üretmebilmeye izin veren çözücü takımıdır. Daha az işlemci gücü kullanımı ihtiyacını gidermek için genellikle gömülü sistemlerde kullanılacak biçimde geliştirmiştir. 3ivx Microsoft *.asf , *.avi ve Apple'ın Quicktime taşıma biçimlerini kullanabilmek için farklı eklenti ve süzgeçler sunar. Ayrıca basit *.mp4 veri taşımasına izin verir ve ses oluşturması için AAC biçimini sunar. Resmi çözücüler ve kodlayıcılar Microsoft Windows, Mac OS ve BeOS, geliştirilmesi durmuş Amiga ve Linux platformlarına sağlanır. Ek olarak, ffmpeg 3ivx'i çözebilir. Şirketin Haiku işletim sistemi desteği dikkate değer. 2005 yılından itibaren sadece Haiku şirketine destek vermektedirler. 3ivx'in bir diğer önemli özelliği ise Internet üzeriden taşıma destek vermesidir, bu .avi biçimi ile dolaysız olarak mümkün değildir. Kemalpaşa Kemalpaşa aşağıdaki anlamlara gelebilir: Cinepak Cinepak, Radius Inc tarafından geliştirlen bir görüntü çözücüdür, 1x (150 kilobayt/saniye) CD-ROM hızı oranında çalışabilmek için üretilmiştir. QuickTime'ın ve Microsoft Video for Windows'un eski sürümlerinin ilk çözücüsüydü, fakat daha sonra yerini Sorenson Video, Intel Indeo, ve en çok da MPEG-4 biçimine kaptırdı. Yine de Cinepak ile kodlanmış filmler birçok çalıcı tarfından hala destekleniyor. Cinepak temeli vektör miktarı ölçmeye (ing. vector quantization) dayanır, genellikle yavaş işlemciye sahip bilgisayarda kullanılır. Syedra Antalya il sınırları Alanya ilçesi yakınlarındaki antik kent. Syedra, Alanya'nın 20 kilometre doğusundadır. Alanya Arkeoloji Müzesi'nin yaptığı kazı çalışmaları sonunda kent tarihinin M.Ö. 7. yüzyıla kadar uzandığı sanılmaktadır. Varlığını 13. yüzyıla kadar sürdüren kente, halen ayakta olan anıtsal kapıdan girilmektedir. Kentin çevresi surlarla çevrilidir. Doğal su kaynaklarından beslenen ve içi sıvalı su sarnıçları antik çağdan günümüze kalan yapılar arasındadır. Kent içindeki bir mağarada kayaya oyulmuş, nişin çevresi freskolarla süslü bölümün dinsel amaçla kullanıldığı saptanmıştır. Mağara, vaftiz mağarası adıyla anılmaktadır. Kentin doğusunda görkemli bir hamam kalıntısı vardır. Hamamın zemininde yer yer mozaik süslemeler görülmektedir. Geniş bir alana yayılan kentin güneydoğusunda 10 metre genişliğinde 250 metre uzunluğunda sütunlu cadde uzanmaktadır. Caddenin kuzeyinin gölge sağlamak için sütunların taşıdığı ahşap bir çatı ile kaplı olduğu, güneyinin ise taş döşemeli açık yol şeklinde düzenlendiği anlaşılmıştır. Sportif oyun ve yarışmalarla ilgili bilgiler içeren çok sayıda yazıt kalıntısından kentin antik çağın bölgedeki önemli spor merkezlerinden biri olduğunu göstermektedir. Kentin öteki mekanları arasında tapınak, tiyatro, akropol, nekropol, agora ve konut kalıntıları sayılabilir. Roma İmparatoru Septimus Severus'un İsa'dan sonra 194 yılında kente gönderdiği teşekkür mektubundan hazırlanan yazıt Alanya Müzesi'nde sergilenmektedir. İmparator, kente saldıran haydutlar ve dinsizlere karşı direnen Syedra halkını kutlamaktadır. Ören yerine giriş ücretsizdir. Karayolunun bittiği yerden sonra 1 kilometre kadar tırmanarak yürümek ya da arazi aracı ile çıkmak gerekir. Makiliklerle kaplı arazide tepeye doğru çıkıldıkça Akdeniz ve Alanya Kalesi tüm güzelliği ile kendini gösterir. Stephen Hawking Prof. Dr. Stephen Hawking CH CBE FRS (8 Ocak 1942, Oxford - 14 Mart 2018, Cambridge), İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar. Hawking 8 Ocak 1942 yılında hayata gözlerini açmıştır. 8 yaşındayken Londra'dan 20 mil uzaktaki St Albans'a gitti. 11 yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti. Babasının tıpla ilgilenmesini istemesine karşın, o matematiği seviyordu. Fakat okulun matematik bölümü mevcut değildi. Bu yüzden onun yerine fizik öğrenimi görmeye başladı. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi. Hawking daha sonra kozmoloji (evrenbilim) üzerine çalışmak üzere Cambridge'e gitti. O zamanlar Oxford'da evren bilimi üzerine çalışma yoktu. Cambridge'de danışman olarak Fred Hoyle'u istemesine karşın Dennis Sciama atanmıştı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and Caius College'da profesör asistanı oldu. 1973'te Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Hawking, Uygulamalı matematik ve Kuramsal fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü oldu. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlamento üyesi olan Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669'da Isaac Newton'a verilmişti. Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte Einstein'ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik Kuramının, Big Bang'le başlayıp karadeliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik Kuramı'nın birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucu da karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olduğuydu. Bu da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çercevesinde meydana geldiği anlamına geliyordu. Stephen Hawking kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim insanları arasında dünyada en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı. Hawking, hastalığıyla gizemli bir kişilik oluşturmaktadır. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. Bir fenomen haline gelen ve milyonlarca satan “” kitabı, Hawking'e asıl şöhreti getirmişti. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran “Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir. Yeni kitabıyla yazar, bizleri çoğu kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı’na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein’ın “Genel Görelelik Kuramı” ile Richard Feynman'ın çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori geliştirmeye çalışıyor. Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking'in “karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle resmetme becerisi” buna imkân tanımaktadır. 2012'de “Büyük Tasarım” adlı kitabını da çıkartmıştır. Kitaplarında genellikle bir "Yaratan"ın varlığını reddeden Stephen Hawking, Her Şeyin Teorisi (Birleştirilmiş Alan Kuramı)’ne ulaşıldığı zaman, kainat’ın yaratım sürecinde, ‘Tanrı’ kavramına ihtiyaç olmadığını da net bir dille ifade eder. Stephen Hawking, Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir. 12 onur derecesi almıştır. 1982'de CBE ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society'nin ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi) üyesidir. Stephen Hawking, amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığının nadir görülen, erken kendini gösterip yavaş ilerleyen bir formundan mustaripti. Bu hastalığın teşhisi 1963'te, Hawking 21 yaşındayken konuldu; doktorları tarafından Hawking'e iki yıllık ömür biçildi. Motor nöronların zamanla yüzde se
ksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. 1970'lerin sonlarında konuşma yetisi gittikçe de zayıflamaya başladı, bu dönemde sadece en yakınları tarafından anlaşılan Hawking'in dış dünyayla iletişimini dediklerini dinleyip tekrarlayan yakınları sağlamaktaydı. 1985'te CERN'i ziyaret ederken zatürre kaptı. Bu nedenle nefes borusuna delik açılması gerekti ve sesini tamamen yitirdi. 1986'dan itibaren koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabildi. Bilimsel uğraşlarında ve günlük yaşantısında çevresinden ve ailesinden destek aldı. Konuşmak istediği anda, elindeki elektronik aleti sıkarak, sandalyesine bağlı özel bilgisayarının ekranına, dakikada ortalama 10 kelimeyi sıralayabilmekteydi. Bilgisayarının hafızasında yaklaşık 2600 kelime bulunmaktadır. Böylece herhangi bir kelimeyi söylemek istediğinde ekrana yazabilmekteydi. Sağlıklı insanların konuşmalarında kullandığı kelime sayısı da 2500 civarındadır. Dolayısıyla Hawking, duygularını ifade etmede kelime sıkıntısı çekmemekteydi. 2005'te el kaslarını hareket etme yetisini kaybetmesiyle yanağındaki kasları kullanarak kelime seçmeye başladı. 14 Mart 2018 tarihinde sabaha karşı, Cambridge, İngiltere'deki evinde 76 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Ailesi ölüm sebebini açıklamamıştır ve "huzur içinde öldü" açıklamasını yapmıştır. Stephen Hawking'in henüz 21 yaşındayken yakalandığı ve tedavisi olmayan ALS hastalığı yüzünden öldüğü düşünülmektedir. Hawking insanların 100 yıl içerisinde dünyayı terk etmesi ve farklı dünyalarda koloniler kurması gerektiğini söylemiştir. Hawking'e göre insanlar koloni kuramazlarsa hayatta kalamayacaktır. Hüseyin Besli Hüseyin Besli (d. 18 Nisan 1953, Görele, Giresun), Türk siyasetçi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü'nü ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü bitirdi. Psikolog ve Yazar. Sümerbank Beykoz Deri Kundura Sanayi Müessesesi Eğitim Şefliği ve Yünlü Dokuma Sanayi Ticaret Müdürlüğü, Eksen Ltd. Şti. Davut DALCI ile ortak olarak Serbest ticaretle, Recep Tayyip Erdoğan'ın basın danışmanlığı, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Danışmanlığı, Yeni Şafak gazetesinde de Genel Yayın Yönetmenliği yapmıştır. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayımlanmıştır. XXII.ve XXIII. dönem İstanbul miiletvekili olarak seçilmiştir. Evli ve 2 Çocuk babasıdır. Delaware Delaware, ABD'deki 50 eyâlet içerisinde büyüklük olarak 5.294 km² alanıyla 49. sırada bulunmaktadır. Eyalet, Atlas Okyanusu ve Chesapeake Körfezi arasındaki bölgede, Delmerva yarımadasında kurulmuştur. Delaware eyaletinin büyük kısmı Atlantik Okyanusu kıyı şeridinde bulunmaktadır. Delaware eyaleti bu kıyı şeridi boyunca 45 km² bir alana sahiptir. Eyaletin kuzeydeki sınırı Piedmont platosu olarak bilinen bölgenin eteklerine kurulmuştur. Delaware nehri ve Christine nehri eyaletin önemli nehirlerindendir. Delaware'in en büyük şehirleri Wilmington, Newark ve başkent olan Dover'dir. Eyâlet nüfusu 670.000 civarındadır. Delaware eyaleti, 1787 yılında ABD anayasasını diğer eyaletlerden önce kabul ettiği için "Birinci Eyalet" olma özelliğine sahiptir. Ay'a giden Amerikalı astronotların uzay giysileri Delaware'de yapılmıştır. Naylon bu eyalette imal edilmiştir. Howard Pyle (yazar), Thomas Coleman du Pont (sanayici, hayırsever, politikacı), Judge Rheinhold (sinema oyuncusu), Valerie Bertinelli (sinema oyuncusu), Upton Sinclair (yazar, sosyal reformcu) Delaware eyaletinin yetiştirmiş olduğu ünlü isimlerden bazılarıdır. Florida Florida, ABD'nin eyâletlerinden biridir. 140.098 km²'lik bir alan kaplamaktadır. Florida'nın güney kısmı genelde düzlüklerle kaplıdır, orta ve kuzey kısımları tepeliktir. Florida sahilinin Atlas Okyanusu kıyısındaki bölümü 933 km'lik bir alanda uzanırken, Meksika Körfezi'ne kıyı olan bölümü 1.239 km'dir. St. John's, Apalachicola ve Suwannee, Florida'nın önemli nehirleridir. Florida'nın başkenti Tallahassee'dir. Jacksonville, Miami, Tampa, Hialeah ve Orlando eyâletin en kalabalık şehirleridir. Florida'da 13 milyondan fazla insan yaşamaktadır. İlk defa insanı Ay üzerine taşıyan Apollo 11 uzay gemisi, 1969 yılında Florida'daki Cape Canaveral üssünden fırlatılmıştı. 1971 Walt Disney World, Disneyland'de, Orlando'ya yakın bir yerde açılmıştı. 3GP 3GP cep telefonlarında çoklu ortam saklamak için kullanılan (ses ve görüntü için) dosya biçimidir. Bu dosya biçimi MOV'a benzeyen (QuickTime tarafından kullanılan) ISO 14496-1 Ortam Biçimi'nin basit sürümüdür. 3GP görüntüyü MPEG-4 veya H.263 olarak bulundurur. Ses ise AMR-NB veya AAC-LC biçimlerinde saklanır. Bu biçimde, değerler big-endian olarak saklanır. 3GPP ayrıca resim boyutunu ve bantgenişliğini açıklar, içerik cep telefonu ekranlarına göre doğru olarak boyutlandırılır. Mevcut 3GPP sürümü 5 dir (sürüm 5), kodlama, oynatma ve dağıtım açısından en çok standartlaştırılmış özellikler paketini sunar. Aşiret Aşiret, () dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, birçok sülaleden oluşan, yapısındaki aileler arasında köken, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, oymaktır. Türkiye'nin özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gün geçtikçe azalan bir eğilim gösterse de halen aşiret sistemi bazı ailelerde varlığını sürdürmektedir. Başlıca bir reisten ve reisin yardımcılarından oluşan aile topluluğu genellikle diğer aşiretlere karşı kendi bölgelerini koruma adına oluşmuştur. Günümüz Türkiye'sinde aşiretler genellikle ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde varlıklarını sürdürmektedir. Fakat göçler nedeniyle bu aşiret bireyleri başta büyük şehirler olmak üzere ülkenin genelinde ikamet etmektedirler. Çengelhan Rahmi M. Koç Müzesi Çengelhan Rahmi M. Koç Müzesi, Ankara'nın Altındağ ilçesinde bulunmaktadır. Ankara'nın ilk sanayi müzesidir. Ankara Kalesi'nin ana giriş kapısının karşısında, eskiden At Pazarı olarak bilinen mevkide yer alan Çengel Han adlı tarihi kervansarayda yer alır. Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilen Çengelhan, Mihrimah Sultan'ın eşi Damat Rüstem Paşa tarafından 1522'de yaptırılmış, çeşitli dönemlerde tiftik deposu ve tabakhane olarak kullanılmış, 20. yy'ın sonlarında terk edilmiştir. Çengelhan, Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden kiralanarak restore edilmiş ve 2005 yılından itibaren sanayi müzesi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Müzede, 1850'li yıllardan itibaren sanayide kullanılan araçlar, ilk daktilo, ilk televizyon gibi çeşitli elektronik araçlar; denizcilik, havacılık, karayolu taşımacılığı gibi alanların geçmişine ait objeler sergilenmektedir. Müzedeki eserlerin çoğu Rahmi Koç koleksiyonundan bağışlanmıştır. Çengelhan'ın avlusunda Vehbi Koç'un iş hayatına atıldığı dükkân yer almaktadır. Müze, İstanbul'da, Haliç'teki Lengerhane binasında 1994'ten itibaren hizmet veren Rahmi M. Koç Müzesi'nden sonra Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından açılan ikinci sanayi müzesidir. Alpler Alpler, Orta Avrupa'da yer alan büyük dağ silsilesi. İsviçre, Kuzey İtalya ve Fransa'nın pek çok bölümünde görülür. Avusturya'nın hemen hemen hepsini kaplar ve Almanya'nın güneyinde önemli yer tutar. Coğrafi olarak 44°-48° kuzey enlemleri ve 5°-18° doğu boylamları arasında bulunur. Ekvator'dan ve Kuzey kutbundan hemen hemen aynı uzaklığa sahiptir. 207.000 km² bir alanı kaplar. Alpler baştan başa İtalya'yı geçen Apeninleri, Slovenya ve Hırvatistan kıyısında uzanan Dinar Alplerini, Balkan ve Karpat Dağlarını içine alır. Bazı fasılalarla Anadolu'da Toros Dağlarıyla devam ederek, İran'a geçer ve oradan Orta Asya'ya uzanır. Alp Dağları kendi içinde üç kısma ayrılır: Batı, Orta ve Doğu Alpler. Batı Alp Sıradağlarında Maritime, Cotian, Dauphine, Graian ve Pennine Alpleri önemlilerindendir. Maritime Alpleri, Riviera kıyıları ve İtalya ovaları boyunca yükselir ve 3000 metrenin üzerinde zirvelere sahiptir. Pennine Sıradağları en dikkat çekicisi olup, 96 km civarında uzunluğa ve Alplerin en çok görmeye değer tepelerine sahiptir. Batı ucunda, Fransa ve İtalya'nın birleştiği yerde Mont Blanc Tepesi mevcuttur. Karlarla kaplı bu tepe deniz seviyesinden 4810 metre yükseklikte olup Kıta Avrupa'sının (Avrupa'nın Balkanlar'a kadar olan kısmı.) en yüksek tepesidir. Pennine Alplerinin diğer ucundaki Monte Rosa 4634 m yüksekliktedir. İsviçre ve İtalya sınırında bulunan Matterhorn ise bıçak gibi yükselerek 4478 metreye ulaşır. Orta Alplerin bir kolu da Ren Nehri Vadisinin kıyısındaki Bern Alpleridir. Finsteraarhorn (4274 m), Aletschhorn (4195 m) ve Jungfrau (4158 m) gibi dünyanın en güzel tepelerine sahiptir. Yaklaşık 30 km ayrı ve paralel bulunan Pennine ve Bern Alpleri İsviçre'nin en önemli manzaralarını oluştururlar. Orta Alplerin, Lepontine, Tödei, Glarus, Bernia, Albula ve Silvretta önemli kollarıdır. Doğu Alpler, daha az yüksek tepelere sahib olmalarına karşılık güzellikleri yönünden dikkati çeker. Bavyera Alpleri, Julian ve Carnic Alpleri önemli kollarıdır. Dolomitler, ufalanan kalkerli yarları ile meşhurdur. Doğu Alplerde vadiler, sık ormanlara sahip olduklarından, toprak tarıma çok az müsaittir. Alp vadileri oldukça değişiktir. Bazıları sayısız şelalelerin mevcut olduğu nehirleri barındıran dik yamaçlı, bazıları da, ana dağlara paralel uzanan geniş vadiler şeklindedir. Bunlardan kısa ve geçişi temin eden vadilere de rastlanır. Kar çizgisinden yukarıda olan tepelerde buzullara ve buz kesmiş kar taneciklerinden meydana gelen bölgelere rastlanır. Bu buzullar içinde en büyüğü 25,6 kilometre boyunda ve 1689,6 kilometrekarelik bir alanı kaplayan Aletsch'dir. Bu buzulların yataklarına buz nehri denir. Yüksek dağlara ve kutup bölgelerine münhasır olan bu dikkat çekici buz nehirleri ilk defa Alpler'de incelenmiştir. Hareketleri yavaş yavaş ve karmaşıktır. Dünyanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi yavaş yavaş çekilmeleri yerkür
enin ısındığına işaret etmektedir. Bazı bölgelerde 1000 metrelik yüksekliğe kadar inmekte ve daha aşağılarda dağların sırtlarında kaybolmaktadırlar. Buzullar pek çok V şekilli vadiyi genişleterek U şekline getirmişlerdir. Ayrıca arazide buzulların eriyerek bıraktıkları toprak ve taş artıklarına rastlanır. Buzullardan kalan diğer bir iz de göllerdir. Lago Maggiore ve Como güneyde İtalya'da bulunan çok güzel turistik göllerdir. Cenevre, Luzern ve Constanceis güzel olmakla beraber dağlık bölgede bulunurlar. Cenevre gölü, Okyanusdaki gel-git olaylarına benzer fakat menşei tamamen farklı olan bir olaya sahiptir. Olayın sebebi atmosferik basıncın değişmeleridir. Avrupa'nın bazı önemli nehirleri Alpler'in erimiş karlarını taşırlar. Rhône nehri Batı Alpler'den çıkıp Fransa'da denize dökülür. İtalya'nın önemli nehri olan Po da Alplerden beslenir ve doğu yönünde Lombardiya Ovalarından geçerek, Adriyatik'e dökülür. Alp derelerinin birleşmesinden meydana gelen Ren Nehri ise, kuzey yönünde vadiler arasında dolaşarak akar. Okyanus ve kara rüzgarlarının sınırında bulunan Alpler'de, iklim genel olarak ılımandır. Ancak yer ve yüksekliklere göre farklı iklim şartları tarıma elverişli değildir. Yağış ortalamaları oldukça yüksektir. En çok yağış 3000 mm ile Conia'dadır. 2900 m yükseklikteki bölgelerde devamlı kar yağışları bulunur. Bu sebeple kayak ve spor müsabakalarına elverişlidir. Alplerdeki bitki örtüsü çok zengin ve çeşitlidir. İki bin yüz metrenin üstünde çiçek veren bitki çeşidine rastlanmıştır. Güney kıyılarda hurma tipi ve yarı tropikal bitki türlerine rastlanır. Bu bölgeye zeytin şeridi denir. Vadilerde ve alçak yamaçlarda meşe, kayın, akçaağaç gibi ağaçlar vardır. Yükseklerde çam, karaçam ve ladin hakimdir. Bunların üzerinde çayırlık bölge bulunur. 2430–2895 m arasında bitkiler kaybolurken karlı bölgeler başlar. Alplerde genellikle dağların yüksek kesimlerinde birkaç hayvan türüne rastlanır. Ağaç çizgisinin üstünde Alp çayırlarında bulunan bir ara nesli tükenmeye yüz tutan vahşi keçi, boyları 60 santimetreye kadar ulaşan dağ faresi en çok rastlanan hayvanlardır. Bunların dışında av ve vahşi hayvan olarak çeşitli türde tavşan, tilki ve az görülen kahverengi ayıya rastlanır. Avrupa bizonu, uzun tüylü vahşi öküz ve kurdun nesli tükenmiştir. Kuş türleri de oldukça boldur. Ormantavuğu, ağaçkakan, keklik ve su kuşları bunlar arasındadır. Kartallara, kuğu kuşlarına ve yırtıcı kuşlara yüksek tepelerde rastlanır. Kızılca, karga ve kuzgun da bulunur. Orman tavuğuna ise kar sınırında rastlanır. Göl ve akarsuları ise, alabalık ve diğer tür balıklarla doludur. Dağlarda çeşitli geçitler mevcuttur. Eskiden kullanılan geçitlerin yanında Montegnevre Geçidi (1854 m), Mont Cenis Geçidi (2082 m), Küçük St. Bernard Geçidi (2188 m), Büyük St. Bernard Geçidi (2472 m), Orta İsviçre'de Simplon (2008 m) ve St. Gotthard (2112 m) geçitleri vardır. Nispeten doğuda ise İtalya'yı Avusturya'ya birleştiren Brenner (1370 m) geçidi mevcuttur. Bütün bunlara yaklaşık 50'den daha fazla geçidi de ilave etmek gerekir. Daha sonra yapılan yol, köprü, tünel ve geçitlerle Fransa ve İtalya birbirine bağlanmıştır. 1965'te tamamlanan 11,6 kilometrelik Mont Blanc tüneli, dünyanın en uzun otomobil tünelidir. Alplerde önemli bir endüstri yoktur. Madencilik önemli sayılmaz. Kuzeybatı Slovenya'da civa ve bazı yerlerde kurşun çıkarılır. Bazı yerlerde kaya tuzu oldukça fazladır. Demir, bakır, çinko, altın, gümüş ve kömür ise, sınırlı mikdarda bulunur. Nispeten çok olan akarsular, hidroelektrik enerji elde etmede kullanılır. Yayla kısımlarda tahıl ve patates yetiştirilir. Hayvan ve ilgili mamüller nispeten dağlık bölgelerden üretilip elde edilir. Özellikle İsviçre peyniri meşhurdur. Ahşap oymacılığı, saat imalatı ve mükemmel harita baskıcılığı da mühim yer tutar. Önemli başka bir endüstri kolu da turizmdir. Manzara ve sağlıklı iklim, turistleri çeken bir unsurdur. Alçak vadiler, karlı tepelerden gelen rüzgar tarafından serinletilir. İsviçre, milletlerarası bir oyun sahası olarak kış sporlarının merkezidir. Dağcılık da buralar için çekiciliği olan ayrı bir spordur. Ayrıca Yeni Zelanda'da da Alp dağları vardır. Adanın batısını boydan boya Güney Alp Dağları örtmüştür. Güney Alplerin en yüksek tepesi olan Cook Dağı yaklaşık 3764 m’lik yüksekliğiyle ülkenin de en yüksek noktasıdır. Dağlar kıyıdan 32 km kadar içerdedir. Güney Alplerin üzerinde yaklaşık 16 tane tepe vardır. Bunların en alçağı 3048 m civarındadır. Alplerin doğu yamaçlarında birçok buzul göl bulunur. Bunlardan Tasman, Fox ve Josef buzulları en genişleridir. Telhis Telhis, Osmanlı Devletinde sadrâzamların bir konu hakkında pâdişâha bilgi vermek ve nasıl davranacağı husûsunda ondan emir almak için yazdığı kısa yazı. Arapça bir kelime olan "telhis" "uzun yazıyı kısaltmak", "özetlemek" mânâsına gelir. Sadrâzamlar başkalarına âit yazıları veya pâdişâha arz edilecek hususları hülâsa olarak bildirdikleri için bu tâbir kullanılmıştır. Sadrâzam telhis olarak yazdığı takririnde hâdiseyi bildirir, kendi düşüncelerini arz eder ve pâdişâhın bu husûsa dâir fikrini sorardı. Eğer arz edilen husus mühim olup, Sadrâzam dîvânında görüşülmüşse müzâkere netîcesi telhiste bildirilirdi. Pâdişâhla saray arasında bu muharrerât (yazılı kâğıtlar)ın gidip gelmesi memurlar uzantısıyla olurdu. Telhisleri Paşakapısı’ndaki "Telhisî" adı verilen memur saraya götürüp, Kapı ağasına teslim ederdi. Onlar da pâdişâha takdim ederlerdi. Pâdişâh, kâğıdın üst tarafına “mûcibince amel eyleyesin, olur, olmaz vs.” gibi cevap verir ve bâzan da “mânzûrum olmuştur” diyerek okuduğunu beyan ederdi. 19. yüzyılda telhis mâbeyn başkâtibine hitâben yazılmaya başladı. Bu defâ pâdişâhın verdiği cevâbı, mâbeyn başkâtibi kâğıdın alt tarafına yazardı. Serdar-ı Ekremler tarafından cepheden gönderilen telhisler mühürlü olarak pâdişâha arz edilmek üzere Rikâb-ı hümâyun kaymakamına gönderilirdi. Alınan cevap mühürlü olarak serdâr-ı ekreme yollanırdı Teoman (anlam ayrımı) Teoman Teoman, (Çince: 頭曼單于 Toman; taht MÖ 220 - MÖ 209), Asya Hun İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarı olan Türk devlet adamı ve Mete'nin babasıdır. MÖ 3. yüzyıl dolaylarında yaşayan Teoman, bilinen ilk Hun (Hiung-nu) hükümdarıdır. İlk dönemlerde Türk hükümdarlarına "Yabgu" da deniyordu, bu yüzden bazen ""Teoman Yabgu"" veya ""Tuman Yabgu"" da denirdi. Teoman Türk boyları dahil olmak üzere çeşitli gruplar arasında birliği sağlayarak, merkezi bir yönetim kurmuş ve böylece MÖ 220 yılında ilk Tanhu olarak iş başına geçmiştir. Türk boyları o zamana kadar en yakınlarındaki Çin İmparatorluğuna birçok akın gerçekleştirmişti. Her ne kadar bu akınlar Çinliler için tehdit oluştursa da, göçebe boyları hiçbir zaman birlikte hareket etmedikleri için büyük bir Hun akını olmamıştı. Teoman boyları birleştirince en başta Çin olmak üzere o dönemde Orta Asya'daki birçok farklı grubu ve topluluğu korkuttu. Teoman'ın büyük oğlu olan Mete, veliahtı sayılıyordu. Yine de Teoman, başka bir karısına olan bağlılığı yüzünden Mete yerine, bu karısından olan oğlunu veliaht yapmak istedi. Mete'ye tanhuluğu vermemek için çeşitli tedbirler aldı ve diğer oğlunu tahta çıkarmak için uğraştı. Tüm bunlar Mete'nin ondan nefret etmesine neden oldu ve Mete tahtı babasından almak ve babası ile eşinden öç almak için bir ordu topladı. Mete 10.000 kişilik ordusu ile babasının üstüne yürüdü, Teoman'ı, Teoman'ın eşini ve bu eşinden olan veliahtı yapmak istediği oğlunu öldürdü (MÖ 209). Ansiklopedi Ansiklopedi (Yunanca ἐγκύκλιος παιδεία, "engkuklios paideia"), birçok bilginin sistematik ve çoğu zaman alfabetik bir sıra ile düzenlenmesinden elde edilen tarafsız bir başvuru kaynağı yayın olan bir referans çalışma türü. Ansiklopediler makaleler ve maddeler olarak ikiye ayrılır, bunlara çoğunlukla başlığına göre düzenlenen alfabetik sırayla erişilir. Ansiklopedi maddeleri sözlüktekilerden daha uzun ve daha detaylıdır. Ansiklopedilerin iki önemli özelliği, konuların yöntemli düzenlenmesi ve her şeyi içine almasıdır. Ansiklopediler, sözlükler gibi bir kelimenin çeşitli anlamlarını veren eserler değildir. Geçmişten itibaren hep yazılı olarak hazırlanmış olsa da, internette görsel olarak hazırlanan ansiklopediler de vardır. Vikipedi de bir "özgür ansiklopedi" projesi olan Wikipedia'nın üyesidir. Tetrasiklin "(Bu makalede genel olarak tetrasiklinlerin -tetrasiklin antibiyotikleri- çerçevesi çizilse de, spesifik olarak tetrasiklin çeşitlerinden "tetrasiklin" için yazılmıştır.)" Tetrasiklin, "Streptomyces rimosus" isimli bakteri tarafından üretilen bir antibiyotiktir. Birçok bakteriyel enfeksiyonlarda kullanılır. "Tetrasiklinler" bugün bir grup antibiyotiğe verilen genel isimdir, tetrasiklin de bu antibiyotiklerden birisidir. 1950'li yıllarda, Pfizer şirketinde Lloyd Conover tarafından keşfedilmiştir. Formülü, CHNOHO, 1952 yılında Woodward tarafından keşfedildi. 1955 yılında ise patenti alınmıştır. Kimyevî olarak, sarı renkli bir sodyum tuzudur. Alkol, aseton ve propilen glikolde çözünür. pH seviyesi 2-5 arasında değişir. 185 °C sıcaklıkta bozunur. Gram (+) bakteriler, gram (-) bakteriler, Riketsialar, Clamidialar, mikroplazmalar ve amipler gibi büyük bir mikrobik saha içinde etkilidir. Çok geniş bir spekturumaları olsa da en az selektif antibiyotiklerdendir. Vücutta, karaciğer tarafından kan dolaşımından alınır, konsantre edilip safra yoluyla bağırsağa gönderilir. Buradan tekrar emilip kana geçer ve daha sonra böbrekler tarafından vücuttan atılırlar. Tetrasiklin dışında, 5 tane daha farklı etki şiddetlerine sahip "tetrasiklin antibiyotikleri" grubundan antibiyotik mevcuttur. Bu tetrasiklin çeşitlerini sıralarsak: Tetrasiklin hücre büyümesini protein sentezini ("translasyon") engelleyerek önler. Bakteri ribozomlarının, 30 S alt-ünitelerine bağlanır ve amino-asil tRNA'nın ribozoma bağlanmasını önler. Bakteriyostatik ("bakteri üremesini ve gelişmesini önleyici") etkisi vardır. Doktorların tavsiyesi genelde aç karnına alınmasıdır. Zira tetrasiklin süt, süt ürünleri, kalsiyum, magnezyum,alüminyum hidroks
itle birlikte alındığında emilimi bozulur. Ayrıca, tetrasiklinler kullanma süresi dolduktan sonra kullanılmaları halinde zehirlenmeye yol açabilirler. Tetrasiklinler zamanla toksik olma özelliğine sahip nadir antibiyotiklerdendir, bu yüzden kullanım süresi dolduktan sonra kullanılırsa, özellikle böbreklere zarar verebilirler. Böbrek hastalarında, hamile kadınlarda ve küçük yaştaki çocuklarda (8 yaş altı) kullanılmamalıdırlar. Tetrasiklin kullanımı neticesinde bazı yan etkiler ortaya çıkabilir, özellikle uzun süreleri kullanımlarda sindirim sistemi, cilt, kemik, karaciğer gibi yapılarda çeşitli negatif yan etkiler görülebilir. Kör Baykuş İranlı yazar Sadık Hidayet`in 1936 yılında yayımladığı romanı, aynı zamanda başyapıtı olarak kabul edilir. Kör Baykuş (بوف کور: Bûf-e kûr) , Sâdık Hidâyet`in eski İran tarihinin metinlerini aslından okuyabilmek için Pehlevice öğrenmeye gittiği Hindistan`ın Bombay kentinde 1937 yılında basılmıştır. Kitaba İran`da satışının yasak olduğunu belirten bir not da eklenmiştir. Fransızca, Rusça, İngilizce, Almanca, Macarca ve Çekçe`den sonra, çağdaş İran Edebiyatından ilk roman olarak Türkçeye 1977 yılında Behçet Necatigil tarafından çevrilmiştir. İlk olarak Varlık Yayınları tarafından basılmıştır. Şu anda ise YKY (Yapı Kredi Yayınları) tarafından aynı çeviriyle basılmaktadır. Ayrıca denemeci ve eleştirmen Oğuz Demiralp`in yazdığı "Kör Okur: Sâdık Hidâyet Üzerine Kör Baykuş Merkezli Okuma Denemesi" isimli bir kitap da bulunmaktadır. Sadık Hidayet`in yakın dostlarından Bozorg Alevi`nin, Kör Baykuş`un Almanca`sına eklediği "Sonsöz"`den alıntıdır : "Kör Baykuş`un eylemi, olayları, zaman ve mekân dışında kalır. Olayları bölüşenler tipik kimselerdir, daha doğrusu bir tipin değişik kişilerdeki varyasyonlarıdır, bu kişiler mitik bir psikoloji kanunlarına göre birbirlerine dönüşürler. Baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve nihayet romanın "kahraman"ı, aslında tek kişidir, esrarengiz genç kız, bayader ile kahramanın karısı kahpe de öyle. Normal zaman düzeninin kalkışı bununla bağlantılıdır; şimdiki zamanla geçmiş zaman; anı, rüya ve hayal olarak birbiriyle kaynaşmıştır. Sebeple sonuç arasında bir nedensellik yoktur, onları birbirine masallardaki mantık bağlar. Ama buna rağmen olay, şüphe yok ki gerçek bir hayatı saptar. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik, bu olay içine, öteden beri insan kaderinde olduğu gibidir." YKY - Sadık Hidayet, Kör Baykuş 2.Baskı (Çev: Behçet Necatigil) Yaprak Yaprak, bitkilerde fotosentez, transpirasyon ve solunumun gerçekleştiği temel organlardır. Gövde ve yan dalların üzerindeki boğumlardan çıkan ve büyümesi sınırlı olan yapılardır. Genel olarak yaprak geniş, yassı, yeşildir. Aya, sap, taban'dan oluşan 3 kısımdır. Aya, yüzeydir ve iğne, ipliksi, eliptik, yumurtamsı, böbreksi şekillerde olur, kenarları düz, kenarlı, dişli, testereli, loplu, dalgalıdır. Ortasında bir anadamar ve buna bağlı yandamarlar vardır. Çıplak veya tüylüdür. Sap, ayayı sürgüne bağlar. Kısa, ince, kalın, uzun, tüylü, kaşeli olur. Sapsız yaprak da vardır. Taban, ayanın sapa bağlandığı yerdir. Simetrik veya asimetriktir. Yaprak tepesi sivri, küt, yuvarlak olur. Basit yaprak, bir sap üzerinde tek olandır. Bileşik yaprakta ise aya parçalıdır, ayrı bölümlere ayrılmıştır. Yapraklar, sürgüne bağlanma şekline göre, her noktada bir çift olarak karşılıklı, üç ve daha fazla ise çevrel, her noktada iki sıra boyunca tek olursa almaşlı denir. Tek bir ayası bulunanlara "basit yaprak", iki ya da daha çok ayadan, başka bir deyişle yaprakçıklardan oluşanlara ise "bileşik yaprak" denir. Yaprak ayalarının kenarı düz, dişli oymalı ya da dalgalı yapıda olabilir. En yaygın diziliş biçimi olarak almaşık, sarmal, karşılıklı, karşılıklı çapraz ya da çevrel dizilişe rastlanır. Yapraklar tipik olarak üç ana dokudan oluşur: Üstderi (epidermis), mezofil ve iletimdoku Yaprağın hem alt hem de üst yüzeyini kaplayan üstderi (epidermis) tek sıralı bir hücre katmanı halindeki koruyucu bir dokudur. Üstderi hücrelerin dış çeperleri kütikula denen ince, mumsu bir maddeyle örtülüdür. Mumsu kütikula su geçirmezdir, böylece yaprak yüzeyinden olacak su kaybını minimum seviyeye indirir. Kütikula, yaprağın üst yüzeyinde genelde daha kalındır, bu nedenle oranla daha parlak gözükür. Üstderi hücreleri arasında yaprağın atmosferle gaz alışverişini sağlayan gözenekler bulunur. Bu gözeneklere "stoma" adı verilir. Karbondioksit ile oksijen'in bitkiye girişini sağlarken, su buharının da dışarı atılmasını sağlar. Her stoma bir çift kilit hücreyle çevrilmiştir ki bunlar bitkideki su basıncına göre stomanın (aralığın-gözeneğin) büyüklüğünü ayarlarlar. Güneş ışığına daha çok maruz kalan üst yüzeyden su kaybının önlenmesi için yaprağın üst yüzeyinde alt yüzeyine oranla çok daha az stoma (gözenek) bulunur. Yaprağın iç katmanı olan mezofil bölümü klorofilce zengin, sık hücre dizileri halindeki palizat özekdokusu ile hücreleri arasında geniş boşluklar bulunan sünger özekdokusunu kapsar. Üst yüzeye, böylece de ışığa, daha yakında bulunan palizat özekdoku hücreleri bulundurdukları yoğun klorofil oranı ile fotosentezin en yoğun yer aldığı hücrelerdir. Sünger özekdoku ise bulundurduğu geniş boşluklar ile gaz alış verişinde büyük bir rol oynar. Aralarında bulunan bu hava boşlukları mezofil katmanı ile yaprağın alt yüzeyindeki gözenekler (stomata) arasında gaz alış verişinin verimli olması için bir bağlantı oluşturur. İletim dokularda (vasküler sistem, vasküler doku) damarları oluşturur. Bitki içindeki madde alış verişinde görev alan doku çeşididir. Ksilem (odun borusu) ve floem (soymuk borusu) diye ikiye ayrılır. Ksilem inorganik maddelerin (su ve mineraller gibi) iletimini sağlarken, floem organik maddelerin (fotosentez sonucu oluşan besin maddeleri gibi) iletimini sağlar. Ksilem cansız hücrelerden oluşurken, floem canlı hücrelerden oluşur. Bu doku su ve mineralleri sağlar, üretilen besini yapraktan dışarı taşır. Çoğu yaprakta bir orta damar ve bunun etrafında dallanan damarlar vardır. Bu tabakada düzensiz şekilli sünger hücreleri ve gazların dolaştığı hava boşlukları vardır. Sünger ve palizat, mezofil tabakayı oluşturur. Çok sayıda kloroplast içeren palizat hücrelerinin olduğu tabakadır. Su ve gaz değişiminin gerçekleştiği küçük gözeneklerdir. Genelde alt yüzeyde bulunur.Bekçi,kilit ya da kapatma hücresi de denir. Stomanın iki yanında bulunan, hilal şekilli bu hücreler su ve gaz değişimini kontrol eder. Ateş yanıklığı Ateş yanıklığı, "Erwinia amylovora" adlı bakteri türünün Dağmuşmulası, alıç, ayva, ceviz,elma,armut ve üvez türlerinde neden olduğu bitki hastalığı. Yaprak renkleri kahve-siyah renge dönüşür ve dalda kavrulmuş bir şekilde uzun süre asılı kalır. Çiçeklerin renkleri, önceleri kahverengi daha sonra siyaha döner. Genç sürgünlerin renkleri esmerleşir; sürgünler yangın geçirmiş bir görünüm alır. Dalların kabuklarında zamanla beyaz bir akıntı görülür. Savaşı Çiçeklenmeden önce %5'lik borda bulamacı kullanılır. Tüm dönemlerde 50/150 ml/100 lt suya veya dekara Bakır Sülfat Pentahidrat. Türkiye'de cumhuriyetin ilanı Cumhuriyet'in İlanı, hukuksal olarak, İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 29 Ekim 1923 günü gerçekleşen oturumunda Mustafa Kemal'in hazırladığı anayasa değişikliği teklifinin kabul edilmesiyle Türkiye Devleti'nin yönetim şeklinin cumhuriyet olarak belirlenmesidir. Daha geniş anlamıyla cumhuriyetin ilanı, Türk toplumunu çağdaşlaştırmayı amaçlayan Türk Devrimi'nin bir parçasıdır; diğer yenileşme ve reformların da önünü açan bir siyasal inkılap hareketidir. ""29 Ekim 1339 (1923) tarih ve 364 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun"" ile 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun altı maddesinde (1, 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeler) değişiklik yapılmış; birinci maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: ""Hâkimiyet, bilâkaydü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir"". Anayasanın diğer maddelerinde yapılan değişiklikler ile cumhurbaşkanlığı makamı oluşturulmuş; Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendi üyeleri arasından seçileceği öngörülmüş; hükûmetin kuruluş usulü değiştirilmiştir. Hükûmetin kuruluş şeması bakımından meclis hükûmeti sisteminden vazgeçilerek parlamenter sisteme geçilmiştir. Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi ile yönetilmiştir. Bu dönemde padişahlık kurumu, halk üzerinde mutlak bir egemenlik sürdürmüştür. Tanzimat dönemiyle beraber, "cumhuriyet" düşüncesinden söz edilmeye başlanmışsa da Osmanlı aydınları meşrutiyetin kurulmasını yeterli görmüşlerdi; meşrutiyetin daha ilerisine gidilmedi veya talep edilmedi. Osmanlı Devleti, 1876–1878 ve 1908–1918 yılları arasında meşruti monarşi ile yönetildi. Osmanlı Devleti'nin yıkılması ile sonuçlanan I. Dünya Savaşı'nın ardından Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlatılan ulusal mücadelenin daha ilk yıllarından itibaren artık yönetimde halk iradesinin egemen olacağı açıkça ilan edilmiştir. Erzurum Kongresi'nin ardından 23 Temmuz 1919 tarihinde yayımlanan bildirinin 3. maddesindeki ""Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır"" kararı bu anlayışın bir ifadesiydi. Ulusal iradeyi somut olarak gösterecek meclis, İstanbul'un işgal edilip Mebusan Meclisi'nin dağıtılması üzerine, ""Büyük Millet Meclisi"" adıyla 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplandı. Olağanüstü yetkilerle donatılmış 390 kişilik meclisin başkanı aynı zamanda hükûmet ve devlet başkanı olarak adlandırılmıştı. Meclisin 20 Ocak 1921'de kabul ettiği ve bir anayasa niteliğinde olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasa ile egemenliğin Türk ulusuna ait olduğu ilan edildi. Saltanat hükûmetinin kendini halâ Türk ulusunun temsilcisi saymasına karşı bir tepki olarak meclis, 1 Kasım 1922'de aldığı kararla saltanatı kaldırdı. Birinci meclisin seçimin yenilenmesine karar vererek 1 Nisan 1923'te dağılmasından sonra yeni meclis toplanıncaya kadar Mustafa Kemal'in direktifi ile yeni bir anayasa
tasarısı hazırlıkları başlamıştır. Mevcut anayasa, ulusal iradenin Türk ulusuna ait olduğunu, bu iradeyi ulus adına temsil yetkisinin Meclis'e tanındığını onaylamıştı ancak devletin yönetim şeklini ve başkentini ilan etmemişti. Yeni anayasa tasarısı hazırlıkları sırasında Mustafa Kemal, çevresindekilerle Cumhuriyetin ilanı ile ilgili görüşmeler yapmıştır. Mustafa Kemal'in Wieber Neue Freie Presse muhabirine 22 Eylül 1923'te verdiği ve Türkçe bir özeti ilk defa İkdam gazetesinde yayımlanan demeçte, muhabirin sorusu üzerine ilk defa cumhuriyet kelimesini açıkça ortaya atması ülkede ve yurtdışında büyük yankı uyandırdı. Ekim 1923'de İsmet Paşa ve bir grup meb'us Ankara'nın Hükûmet merkezi olarak kabul edilmesi yolunda bir kanun teklifi verdi. 13 Ekim 1923'te TBMM'de kabul edilen tek maddelik yasa ile Ankara, devletin başkenti oldu. Devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son veren bu yasa ile Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmış oldu. 1 Kasım 1922'den itibaren artık saltanatın olmadığı ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi. Bu hükûmet sisteminde her bakan meclis tarafından seçildiğinden uyumsuz kişilerin bir araya geldiği hükümet biçimine yol açmaktaydı; ayrıca her bir bakanlık için uzun süren tartışmalar yaşanmaktaydı. Yeni Meclis seçildikten sonra kurulan İcra Vekilleri Heyeti'nin üyeleri bu şartlar altına çalışmanın güçlüklerinden şikayetçi idi. Hükümetin zayıflığı, 23 Ekim'de net bir şekilde ortaya çıktı. Aynı zamanda Dahiliye Vekili olan İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fethi Bey, Dahiliye Vekilliğini Ferit Tek Bey'e bırakmak istemiş ancak meclis bunu kabul etmeyerek Erzincan milletvekili Sabit Bey'i seçmişti. TBMM ikinci başkanı Ali Fuat Bey de görevi bırakmak isteyip yerine Yusuf Kemal Bey'i aday göstermiş ancak meclis kabul etmeyerek Rauf Bey'i seçmiştir. Bu durum üzerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal, 25 Ekim 1923 akşamı hükümeti Çankaya'da topladı. Toplantıda, Vekiller Heyeti'nin istifa etmesine ve yeni seçilecek Vekiller Heyeti'nde görev almamasına karar verildi. Böylece ülkeyi Cumhuriyet rejiminin ilanına götürecek bir hükûmet bunalımı oluşturuldu. 27 Ekim 1923'te Vekiller Heyeti'nin istifası TBMM'de okunduktan sonra, yeni bir vekiller heyeti kurma yolunda çalışmalar başladı. Muhalefetin yeni hükûmet kurma çabasında bir sonuç alınamadı. 28 Ekim'de Çankaya Köşkü'ndeki akşam yemeğinde İsmet Paşa, Fethi Bey, Kazım Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize mebusu Fuat ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Bey'i misafir olarak ağırlayan Mustafa Kemal Paşa, kabine bunalımından çıkma yolu üzerine görüştü ve misafirlerine ""yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz"" dedi. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa birlikte kanun tasarısını hazırladı. Mecliste 29 Ekim 1923 sabahı toplanan Halk Fırkası Grubu kabine değişikliği için görüşmelere başladı. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa'nın meselenin halli için görevlendirilmesine karar verildi. Çözüm için bir saat izin isteyen Mustafa Kemal, bir saat sonra kürsüye çıkarak yönetim biçiminin Cumhuriyet olması halinde hükûmet bunalımlarının yaşanmayacağının, bunun için rejimin Cumhuriyet olarak tescil edilmesi ve yönetim biçiminin buna göre düzenlenmesi gerektiğini ifade etti ve anayasa değişikliği teklifini sundu. Fırka toplantısında yapılan konuşmaların ardından teklifin önce bütünü, sonra ayrı ayrı maddeleri okunarak kabul edildi. Halk Fırkası Grubunun toplantısından hemen sonra meclis toplantısı açıldı. Meclis başka konularla meşgul okurken, teklif edilen kanun tasarısı Kanun-ı Esasî Encümeni tarafından usulen incelenip tutanağı hazırlandı. Kanun, birçok konuşmacının "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi. Ardından cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. 158 üyenin oybirliği ile Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçildi. Amerika dişbudağı Amerika dişbudağı ("Fraxinus americana"), zeytingiller (Oleaceae) familyasından ABD'nin doğusunda doğal olarak yetişen dişbudak türü. 35–40 m kadar boy yapar. Yumurta biçiminde bir taca sahiptir. Yaprakları tüysü yaprak biçiminde, 7-9 yaprakçıktan oluşmuştur. Yaprakçıklar 7–15 cm uzunlukta, kenarları tam, üst yüzü koyu yeşil, alt yüzü boz renklidir. Sonbaharda kızıl-sarı bir renk alırlar. Michelle Pfeiffer Michelle Marie Pfeiffer (d. 29 Nisan 1958 ), Amerikalı oyuncu. Film kariyerinin başlangıcını 1980 yılında rol aldığı "The Hollywood Knights" 'la yaptı. Ama ilk defa Scarface (1983) filmindeki performansıyla dikkatleri üzerine çekti. Pfeiffer "Dangerous Liaisons" filmindeki performansıyla En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Akademi Ödülü'ne ve "The Fabulous Baker Boys" (1989) ve "Love Field" (1992) filmleriyle En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü'ne aday gösterildi. Ticari açıdan büyük başarı yakalayan filmleri ise "Batman Returns" (1992), "What Lies Beneath" (2000), ve "Hairspray" (2007) 'dir. Oynadığı diğer filmler arasında "Ladyhawke" (1985), "The Witches of Eastwick" (1987), "Married to the Mob" (1988), "The Age of Innocence" (1993), "Wolf" (1994), "Dangerous Minds" (1995), "I Am Sam" (2001) gibi yapımlar vardır. Geri Halliwell Geri Halliwell (d. 6 Ağustos 1972, Watford), 1990'ların ünlü pop müzik topluluğu The Spice Girls'ün "Ginger ve seksi Spice" lakaplı üyesi olarak ünlenen, çıkardığı solo albümlerle büyük bir hayran kitlesi edinen, kızıl saçlı şarkıcı. Bir dönem, Türkiye televizyonlarındaki ""Seç Bakalım"" adlı yarışma programında hosteslik yapan Geri, "It's Raining Men, Look At Me, Lift Me Up" ve "Mi Chico Latino" gibi hitlerle tanınıyor. Geri Halliwell Spice Girls grubuyla ünlendi. Grubun lideri ve en çok dikkat çeken ismiydi. Grubun en güzel kızıydı. Ginger Spice olarak tanılır. 1998 yılında grup zirve günlerini yaşarken, dünya turnesi sırasında gruptan ayrılmasıyla çok konuşuldu. Gruptan ayrıldıktan sonra otobiyogrofisini bir kitapta topladı. Büyük bir satış rakamına ulaştı. Kimse Geri'nin gruptan ayrıldıktan sonra başarılı olabileceğini düşünmüyordu. Fakat sanatçı onları 4 tane 1 numara single ve birbirinden başarılı albümlerle susturdu. 2007 yılında Spice Girls'ün birleşmesinde Geri'nin çok yararı oldu. 2008 yılında piyasaya sürdüğü Ugenia Lavender ismindeki çocuk kitapları serisiyle tekrar gündeme gelen Halliwell'ın serinin Hollywood adaptasyonunda senaryo yazacağı konuşuluyor. Adi dişbudak Adi dişbudak ("Fraxinus excelsior"), zeytingiller (Oleaceae) familyasından anavatanı Avrupa ve Türkiye olan dişbudak türü. 40 m kadar boylanır. Gövde kabuğu soluk sarı renklidir. Tomurcuklar siyah renkli, tüysü yaprakları, 7-11 yaprakçıktan meydana gelmiştir. Yaprakçıklar 5–10 cm uzunlukta, kenarları testere dişli, üst yüzü koyu yeşil renkli, meyvesi 3–4 cm uzunluktadır. Yaprakları sonbaharda sarı renge döner. Türk (etimoloji) Türk adının bilim çevrelerince kabul edilen ilk kullanımı MS 1. yüzyılda Pomponius Mela ve Plinius adlı Romalı tarihçilerce kaydedilmiştir. Azak'ın doğusunda yaşayan insanlar Turcae/Tyrcae adı ile kayda geçmiştir. "Türk" sözcüğüne yakın ifadeler Çin kaynaklarında M.Ö. 3. yüzyılda geçmektedir. Çin yıllıklarında "T’ieh-lê, T’u-cüeh, Ting-ling" şeklinde değişik biçimlerle ifade edilmiştir. Eldeki belgelere göre Türk adının resmi olarak kullanımı 6. yüzyıldaki Göktürk Devleti'nde kesinleşir. Orhun Abideleri'ndeki edebi dil ve Türk adının yoğun kullanımı da Türk sözcüğünün sözlü ve yazılı olarak daha önceden kullanıldığını gösterir. Türk adı Orhun Yazıtlarında 𐱅𐰇𐰼𐰰 olarak geçer. Türkçe belgelere göre Türk adı () ilk defa Cücen Kağanlığı'nı yıkıp Göktürk Kağanlığı'nı kuran kabileye ("Aşina" olarak da bilinir) verilmiştir. Göktürkler zamanında göçebe olarak yaşamıştır. Bu göçebeler Orta Asya'da Moğolistan'ın kuzeyindeki Altay Dağları civarında yaşamışlardır. Göktürkler 6. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar Maveraünnehir olarak da bilinen Aral Denizi Hindukuş Dağları arasındaki bölgede etki gösteren Kağanlar tarafından yönetilmişlerdir. Sekizinci yüzyılda, içinde Oğuzların da yer aldığı bazı Türk kabileleri Ceyhun nehrinin güneyine gitmişlerdir. Diğerleriyse batıya, Karadenizin kuzey kıyılarına göç ettiği iddia edilmektedir. Türk ismi, Göktürk egemenliği altında bulunan Türk veya Türk olmayan kişilere verilen siyasi bir unvan olarak yayıldı. Daha sonradan, Türklerle bağlantı kuran Müslüman halkı tarafından Orta Asya'daki Türkçe konuşan çoğu kabileye bu isim verildi. Ancak Türk sözcüğü, Çin kaynaklarında; 丁零 (Pinyin: "dīng líng"), 丁霊 ("dīng líng"), 敕勒 ("chì lè"), 鉄勒 ("tiě lè") şeklinde kullanıldığı düşünülmektedir. 10. yüzyıla ait Uygurca metinlerde Türk, "güç, kuvvet" anlamında kullanılmıştır. Ancak Göktürk Kağanlığı'nın çözülmesinden iki yüzyıl sonrasına ait olan bu kullanımın, siyasi/tarihi bir referansa sahip olması olasılığı güçlüdür. Türk vatandaşı Türk vatandaşı, Türkiye Cumhuriyeti'nin tabiyetinde bulunan kişi. Yürürlükteki 1982 tarihli Anayasa'nın 66. maddesine göre, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür." tanımı yapılmıştır. Temel olarak jus sanguinis ilkesine dayanan Türk vatandaşlığı kanununa göre, Türk vatandaşı olan ve evlilik birliği içindeki anne ve babanın çocukları Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında veya dışında doğmasına bakılmaksızın Türk vatandaşı olur. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda, yani 1982 Anayasası'nda, vatandaşlığın tanımı 66. maddede aşağıdaki şekilde yapılmıştır: Türkiye Cumhuriyeti'nde kullanılmış ve kullanılan anayasalara göre Türk vatandaşlığının önceki üç tanımı ise şöyledir: Türk vatandaşlığının tanımı, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu temel alan 1924 Anayasası'nın ilk halinin 88. maddesinde iki fıkra halinde yapılmıştır: Türk vatandaşlığının tanımı 1924 Anayasası'nın 5. değişiklikten sonraki halinde yine 88. maddede bütün olarak şu şekilde bulunur: 27 Mayıs darbesinden sonra hazırlanan anayasada ise aşağıdaki şekilde geçmiştir: Vatandaşlığın kazanılması ve kaybı ile ilgili işlemler İçişleri Bakanlığı'na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenir ve belli kanunlara tabidir. Ayrıca bazı ülkeler
(Almanya, Avusturya, İsveç, Norveç ve Danimarka) Türk vatandaşlarının kendi vatandaşlıklarına geçmesi için Türk vatandaşlığından vazgeçmeleri önkoşulunu getirmektedirler. Bir Türk vatandaşı tarafından evlat edinilen bir çocuk, evlat edinme talebinde bulunulan tarihte 18 yaşından küçükse otomatik olarak Türk olur. Zorunluluk olmamasına rağmen, yabancı bir ada sahip bazı kişiler Türk vatandaşlığına başvurduklarında biraz geleneksel olarak adlarını Türkçe bir adla (Müslüman adı olmayabilir) değiştirirler. Örn. Colin Kazım-Richards, Mehmet Aurelio. Kanunda vatandaşlığın kaybedilmesi hükmünü içeren cezalar neticesine Türk vatandaşlığı kaybedilebilir. İlgili kişi vatandaşlığa alınırken yalan beyanda bulunmuş veya bazı önemli hususları gizlemişse ve vatandaşlığa alımının üzerinden 5 yıl geçmemişse Bakanlar Kurulu kişinin vatandaşlığa alınma kararını iptal edebilir. 403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 20 inci maddesi uyarınca Türk vatandaşlığından çıkma izni İçişleri Bakanlığı’ nca verilebilir. Herhangi bir nedenle yabancı devlet vatandaşlığını kazanmış veya başka bir devlet vatandaşlığını kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtileri bulunan reşit kişilerden, herhangi bir suç nedeniyle aranmakta olmamak ayrıca hakkındaki herhangi bir mali ve cezai tahdidi bulunmamak koşulu aranır. Erkeklerden Türkiye'de askerlik hizmetini yapmış ya da bu hizmetten muaf olmaları gibi bir koşul aranmaz. Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler, ve böylelikle de artık yabancı durumunda olanlar, isterlerse bu kişilere özel çıkarılmış 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 25 inci maddesi uyarınca Mavi Kart edinebilirler. Mavi Kart sahibi yabancılar seçme-seçilme, kamu görevlerine girme gibi haklar hariç Türk vatandaşlarına tanınan tüm haklardan aynen yararlanmaya devam ederler. Aynı anda iki vatandaşlığa sahip olmak ve iki devletin vatandaşlık kanunundan faydalanıp bunlara tabi olmak, uluslararası hukukta vatandaşlık edinimi ile ilgili bir kural birliği olmaması sebebiyle mümkündür. Türk kanunları, doğumda edinilmiş herhangi bir vatandaşlığa ve doğum yerine bakılmaksızın kökenin Türk vatandaşı bir ebeveyne dayanması neticesinde vatandaşlığın edinimine imkan tanır. Türkiye'de yabancı bir çiftin çocuğu olarak doğan bir birey, ancak ebeveynlerden herhangi birinin Türk vatandaşı olması hâlinde vatandaşlık hakkı edinebilir. Başka bir vatandaşlığın otomatik olarak edinimi veya kaybı Türk vatandaşlığı statüsünü etkilemez. Türk kanunlarının, çift vatandaşlıkla doğan bir bireyin yetişkin olduğunda vatandaşlıklardan birini seçmesi gerektiğine dair bir öngörüsü yoktur. Yashima (MSC-651) , Amerikan Donanması'na ait Adjutant sınıfı bir mayın tarama gemisi olan AMS-144 (AMS-Motor Minesweeper) II. Dünya Savaşı sonrası, Kaliforniya eyaletindeki Newport Beach kentinde kurulu South Coast tersanesi tarafından 14 Şubat 1953’de kızağa kondu. 22 Ağustos 1953 tarihinde denize indirilen tekne ilk olarak M-699 FS Tulipe adı ile Fransız Donanması’na transfer edilecekti. Ancak daha sonra bu plan iptal edildi ve gemi 16 Aralık 1954’de "Yashima" ismi ile Deniz Öz Savunma Kuvvetleri’ne katıldı. Dört üniteden oluşan Yashima sınıfı mayın tarama gemilerinin isim gemisidir. Başlangıçta Yokosuka Donanma Bölgesi’ne tahsis edilen geminin tanımlaması Amerikan Donanması tarafından 7 Şubat 1955 tarihinde MSC-144 (MSC-Mine Sweeper Coast) olarak değiştirildi. 25 Mart 1956’da Sasebo Donanma Bölgesi’ne daha sonra 5 Nisan 1956’da 1nci Mayın Tarama Filotillası, 21nci Filosu’na tahsis edildi. Deniz Öz Savunma Kuvvetleri "Yashima" gemisine 1 Eylül 1957’de "MSC-651" borda numarasını verdi. 1nci Mayın Tarama Filotillası, 15 Mart 1969’da Öz Savunma Filosu’na doğrudan bağlandı. 2 Mart 1970 tarihinde YAS-46 özel hizmet gemisi olarak yeniden tanımlanan ve mayın tarama görevine son verilen tekne, 20 Mart 1978’de hizmet dışı kaldı. "Yashima" = Honshu Adası'ndaki Yamaguchi ilinde bulunan bir yerleşim. Hashima (MSC-652) , Amerikan Donanması’na ait Adjutant sınıfı bir mayın tarama gemisi olan AMS-95 (AMS-Motor Minesweeper) II. Dünya Savaşı sonrası, Kaliforniya eyaletindeki San Diego kentinde kurulu National Steel and Shipbuilding tersanesi tarafından kızağa kondu. 11 Ocak 1954 tarihinde denize indirilen tekne 7 Mayıs 1954’de tamamlandı ve 6 Ekim 1954’de M-690 FS Narcisse adı ile Fransız Donanması’na transfer edildi. Ancak kısa bir süre sonra 3 Haziran 1955’de gemi "Hashima" ismi ile Japon Deniz Öz Savunma Kuvvetleri’ne katıldı. Dört üniteden oluşan Yashima sınıfı mayın tarama gemilerinin ikinci gemisidir. Başlangıçta Sasebo Donanma Bölgesi’ne tahsis edilen geminin tanımlaması Amerikan Donanması tarafından 7 Şubat 1955 tarihinde MSC-95 (MSC-Mine Sweeper Coast) olarak değiştirildi. 16 Ocak 1956’da 1nci Mayın Tarama Filotillası, 21nci Filosu’na tahsis edildi. Deniz Öz Savunma Kuvvetleri "Hashima" gemisine 1 Eylül 1957’de "MSC-652" borda numarasını verdi. 1nci Mayın Tarama Filotillası, 15 Mart 1969’da Öz Savunma Filosu’na doğrudan bağlandı. 2 Mart 1970 tarihinde YAS-47 özel hizmet gemisi olarak yeniden tanımlanan ve mayın tarama görevine son verilen tekne, 31 Mart 1976’da hizmet dışı kaldı ve söküldü. "Hashima" = Honshu Adası’ndaki Shizuoka ilinde bulunan bir ada. Toshima (MSC-654) , Amerika Birleşik Devletleri Donanması'na ait MSC-218 sınıfı bir mayın tarama gemisi olan AMS-258 (AMS-Motor Minesweeper) II. Dünya Savaşı sonrası, Kaliforniya eyaletindeki Stockton kentinde kurulu Stephens Brothers tersanesi tarafından Japon Deniz Öz Savunma Kuvvetleri için kızağa kondu. Geminin tanımlaması Amerikan Donanması tarafından 7 Şubat 1955 tarihinde MSC-258 (MSC-Mine Sweeper Coast) olarak değiştirildi. 28 Ocak 1957’de tamamlanan tekne 1 Şubat 1957’de Deniz Öz Savunma Kuvvetleri’ne "Toshima" ismi ile transfer edildi. Dört üniteden oluşan Yashima sınıfı mayın tarama gemilerinin dördüncü gemisidir. Başlangıçta Yokosuka Donanma Bölgesi’ne tahsis edilen tekne 30 Temmuz 1957’de Sasebo Donanma Bölgesi’ne daha sonra ise 18 Ağustos 1957’de 1nci Mayın Tarama Filotillası, 21nci Filosu’na tahsis edildi. Deniz Öz Savunma Kuvvetleri "Toshima" gemisine 1 Eylül 1957’de "MSC-654" borda numarasını verdi. "Toshima", 1 Haziran 1961 tarihinde 1nci Mayın Tarama Filotillası’nın 35nci Filosu’na tahsis edildi. 1nci Mayın Tarama Filotillası, 15 Mart 1969’da Öz Savunma Filosu’na doğrudan bağlandı. Tekne 2 Mart 1970’de tekrar 1nci Mayın Tarama Filotillası’nın 21nci Filosu’nun kumandası altına girdi. 31 Mart 1973 tarihinde ise Sasebo Donanma Bölgesi’nin Shimonoseki deniz üssüne destek vermeye başladı. 2 Temmuz 1973’de YAS-61 özel hizmet gemisi olarak yeniden tanımlanan ve mayın tarama görevine son verilen tekne, 20 Mart 1978’de hizmet dışı kaldı. "Toshima" = Honshu Adası’ndaki Kyoto ilinde bir ada. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (d. 1660 - ö. 16 Ekim 1730, İstanbul), III. Ahmed saltanatında, 9 Nisan 1718 - 1 Ekim 1730 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Türk asıllı Osmanlı devlet adamı. Oğuzların Beydilli boyuna mensup Boynuinceli aşiretindendir. İsmi Lale Devri ve Nevşehir ile özdeşleşmiştir. Enderun'dan yetişen sadrazamların on üçüncüsü ve Osmanlı sadrazamlarının yüz otuzuncusudur. Nevşehir (Muşkara)'de dünyaya geldi. Babası İzdin (Zeytin) Voyvodası Ali Ağa idi. İş bulmak için İstanbul'a gelmiş ve Eski Saray masraf katibi Mustafa Efendinin delaletiyle (tavsiyesiyle) 1689'da sarayın helvacı ocağına, daha sonra eski saray baltacıları ocağına kaydolmuştur. İbrahim Efendi hizmetleri ile zamanla yükselip Darüssaade ağasının yazıcı halifesi olarak Padişahın bulunduğu Edirne'ye gitti. Şehzade Ahmed'in padişah olmasından sonra 1703'te Darüssaade ağası yazıcılığına tayin edildi. Bu vazifedeyken padişahın itimat ve teveccühünü kazandı. Ancak Sadrazam olan Çorlulu Ali Paşa onu Edirne'ye gönderdi. 1715'te Mora Seferine çıkan Veziriazam Silahdar Damat Ali Paşa, İbrahim Efendi'yi mevkufatçılıkla beraberinde götürdü. Buranın alınmasından sonra da tahrir (katiplik) işi ile vazifelendirildi. İbrahim Efendi, 1716 yılında Avusturyalılarla yapılan Petrovaradin Muharebesi'nde bulundu. Mağlubiyetten ve sadrazam ve serdar-i ekrem olan Silahdar Damat Ali Paşa şehit olduktan sonra vaziyeti Padişaha arz etmek üzere bir arıza ile ordu tarafından Edirne'ye gönderildi. III. Ahmed çok güvendiği İbrahim Efendi'yi geri göndermeyerek birinci ruznameci yaptı. Birkaç gün sonra da 3 Ekim 1716'da sadaret kaymakamlığına tayin etti. İbrahim Paşa, şehit Silahdar Damat Ali Paşa'nin dul kalmış bulunan III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan 'la 1717'de nikahlanarak "Damat" oldu. İbrahim Paşa'nın teşebbüsleri sayesinde Avusturyalılarla barış yapılmasının kararlaştırılmasından sonra, 1718'de sadrazamlığa getirilerek Avusturya ile Pasarofça Antlaşması'nı imzaladı. Aynı yıl Venediklilerle de barış yapıldı. İbrahim Paşanın on üç yıl süren sadrazamlığı zamanında İran ile bir kez savaş yapıldı. Ancak oluşturulan genel barış ortamında devlet bir huzur dönemine girmiştir. Lale, Çırağan, Sadabad ve diğer mesirelerde, helva sohbetleri düzenlenmesi de bu dönemde oldu. Bunun yanı sıra ilk matbaanın tesisi ve sanayi müesseselerinin kurulması onun gayretleri ile gerçekleşti. İbrahim Paşa, Eylül 1730'da meydana gelen Patrona Halil İsyanı sırasında Sultan III. Ahmed'in heyetiyle birlikte vardığı karar uyarınca öldürülerek cesedi isyancılara teslim edildi. Cesedi paramparça edildi. Aynı zamanda Halit Akçatepe'ninde büyük dedesidir. Devlet işlerine vakıf, düşünceli, mutedil, kadirşinas, kabiliyetli insanların kadrini bilen bir devlet adamıydı. Padişahın teveccühünü (sevgi ve yakınlık) kazanmakla ve bütün işleri eline almakla şımarmamış, kendisine fenalık yapanlara dahi iyilikte bulunmuştur. Damat İbrahim Paşa'nın hayır eserleri oldukça fazladır. Bunların başında, zevcesi Fatıma Sultanla beraber İstanbul'da Şehzade Camii yakınında yaptırdıkları dershane (Darülhadis), talebeye mahsus odalar, sebil, kütüphane gelir. İstanbul'un muhtelif yerlerinde çeşme, sebil ve mesire yerleri
yaptırmıştır. Ayrıca doğum yeri olan ve o tarihte Niğde'ye bağlı olan Muşkara köyünü, başka yerlerden ahaliyi getirip, aşiretleri iskan ile burayı kaza yaptı ve kasabayı sur ile genişletti. Muşkara adını kaldırıp Nevşehir diye adlandırdığı bu yerde iki cami, bir medrese ve medrese talebesiyle fakir halk için imaret yaptırdı. İstanbul'da kitap satan esnafta bulunan nadide kitapların, ucuz fiyatla satın alınarak Avrupa'ya gönderildiğini öğrenen İbrahim Paşa, bu eserlerin yurtdışına çıkışını yasaklayıp kütüphaneler tesis etti. Ayrıca İstanbul'da bir çini fabrikası ve çuha fabrikasının yanında Hatayi ismi verilen kumaş fabrikasının tesisi, İbrahim Paşa'nın gayret ve çalışmalarıyla olmuştur. Lale Devri ile başlayan park ve bahçelik de bu gayretli sadrazam sayesinde gerçekleşti. Ancak 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı'ndan sonra bu bahçeler yakılıp yıkıldı. Balmumu Balmumu, arıların peteklerini yapmak için karın halkalarında (segmentlerde) bulunan balmumu bezlerinden salgıladıkları yumuşak sarı veya daha koyu madde. Genellikle balmumu deyince arının hazırladığı petekteki mum anlaşılır. Bunun yanında sanayide hazırlanan maddeye de balmumu denir. Arının abdomen denilen karın bölgesini oluşturan segmentlerde sağlı-sollu bir çift mum salgı bezi (balmumu aynası) işçi arıların balmumu yapma döneminde kalınlaşarak mum salgılama yeteneğini kazanmaktadırlar. Sıvı olarak aynalar üzerine salgılanan mumlar, mum ceplerinde katılaşarak küçük pulcuklar halini alır. Arılar zincirleme birbirine tutunarak özel hareketlerle balmumu sızdırırlar. Arı ayakları yardımıyla ağzına götürdüğü balmumu pulcuklarını çiğneyerek yumuşatıp yoğurmakta ve böylece petek gözlerinin yapımında kullanmaktadır. Mum örme dönemini tamamlayan işçi arılarda mum salgı bezleri dejenere olur ve birer sıra hücre tabakasına dönüşür. Balmumu; molekül ağırlığı yüksek, doymuş veya doymamış bazı asitler, alkol ve ester karışımıdır. Bunlar alkali esterler (%72), serbest yağ asitleri (%14), hidrokarbonlar (%11), serbest alkoller (%1) ve bilinmeyen maddelerdir (%2). Balmumunun yoğunluğu bire yakındır (0,966). Erime noktası 62-65 °C derecedir. Arıcılıkta eski peteklerden elde edilen balmumu tekrar kullanılabilir. Balmumunu elde etmek için, önce petekler baldan ayrılır. Sonra kaynar suya atılır. Yüzeyde toplanan balmumu alınır. Balmumunun erime sıcaklığı 62-65 °C'dir. Bu nedenle eritildiğinde su üzerinde toplanır. Balmumu arılar için zararlı olabilecek bazı hastalıklar taşıyabileceğinden Türkiye'deki standartlara göre temel petek yapımında kullanılacak balmumunun 110 °C'da 12 saat süreyle sterilize edilmesi gerekmektedir. Balmumun içine, tebeşir, iç yağı ve kola gibi maddeler katılınca bunların tespiti çok güçtür. Sarı balmumu parke cilalamasında, heykel, bazı boya ve mum yapımında kullanılır. Saflaştırılmış, temizlenmiş beyaz balmumu ise ilaç sanayiinde, kremlerin yapımında kullanılır. Kiliselerde yakılan mumlarda en az %32 oranında balmumu bulunması gerektiğinden mum yapma sanayiinde de ciddi miktarlarda kullanılır. Anadolu lisesi Anadolu lisesi, Türkiye'de eğitim veren bir lise türü. Bu liselerin kuruluş amacı üstün nitelikli öğrenci yetiştirilmesi ve üniversite giriş sınavlarında yüksek başarı gösterilmesi olarak belirlenmiştir. Anadolu liselerinin bazıları 4 yıl bazıları da hazırlık + 4 yıl sistemiyle öğrenci yetiştirmektedirler. Anadolu liselerinin hepsinde öğrenciler ilk yıl İngilizce hazırlık sınıfı okurlardı; ancak günümüzde çoğunda hazırlık sınıfları kaldırılmıştır, sadece başvuru yapan bazı okullarda hazırlık eğitimi verilmesine Millî Eğitim Bakanlığı tarafından izin verilmiştir. Sınıflar 34 kişiden fazla olmaz. Anadolu lisesi öğrencileri LYS'de ciddî başarılar elde etmişlerdir. Öğrencileri, farklı alanlarda üniversite tercihi yapma avantajına sahiplerdir. Türkiye'deki köklü Anadolu liseleri arasında İstanbul Lisesi ve Galatasaray Lisesi vardır , 2015 yılı TEOG yerleştirme sonuçlarına göre en yüksek puanlı öğrenci alan Anadolu lisesi de Galatasaray Lisesi'dir. Hürriyet (anlam ayrımı) Hürriyet kelimesiyle bağlantısı olan birçok kavram Türkçede vardır. Bunları şöylece sıralanabilir: REXX REXX (REstructured eXtended eXecutor) programlama dili, IBM'in ürettiği, yorumlayıcı temelli bir betik programlama dilidir. 20 Mart 1979 da başlayan ve 1982 yılının ortalarına kadar süren, IBM'de çalışan Mike Cowlishaw tarafından yürütülen bir proje olarak ortaya çıkmıştır. Çıktığı ilk yıllarda kullanımı yaygın olan anaçatı (mainframe) bilgisayarları üzerinde çalışan işletim dizgelerine ait üst-seviye programlama dillerinin hantallığını geride bırakacak kadar hızlı çalışan programların geliştirilmesinde kullanılan REXX, zaman içerisinde orta-boy iş istasyonları, kişisel iş istasyonları ve kişisel bilgisayarlar üzerinde çalışan işletim dizgelerinde de kullanılır hale gelmiştir. Kendisini yorumlayabilen özel yazımlayıcıların ve orta-katman yazılım ürünlerinin ortaya çıkışı ile birlikte, REXX programlama dili bir makro programlama dili olarak kullanılmaya başlandı. Bu konudaki ilk uygulamalar; VM/CMS işletim dizgesi yazımlayıcısı XEDIT editörü, OS/2 işletim dizgesi EPM.EXE programı, ISPF tümleşik geliştirme ortamı ve Lotus Tümleşik Ofis Otomasyon yazılımıdır. Günümüzde nesne yönelimli programlamaya yönelik uyarlaması olan Object REXX ve insan yönelimli programlamaya yönelik uyarlaması olan Net REXX ismindeki iki farklı türevi vardır. Türkiye'de tam olarak bilinmeyen ve kullanımı yaygın olmayan REXX programlama dili, dünya üzerinde geniş bir kullanım alanına sahiptir. Üstelik kendisi hakkında uluslararası konumda "REXX Language Association" isimli bir dernek de mevcuttur Külleme Külleme. "Erysiphe betae" türünün neden olduğu bitki hastalığı. Yaprak üzerinde yıldız şeklinde gri mantar miseli hastalığın ilk belirtileridir. Öncelikle yaprakların ön yüzünde gri-beyaz veya beyaz unumsu mantar tabakası oluşur. Hastalık şiddetli görüldüğünde yapraklar açık yeşil görünüm alır, sararır ve ölür. Nispi nemin % 50’nin altına düşmesi; en uygun sıcaklıklar 25-30 santigrat derecedir. Sürekli çiğ oluşması ve düşük nispi nemle birlikte kuru–sıcak iklim koşulları hastalığı teşvik etmektedir. Uzun süren yağmurlar yapraklarda oluşan mantar tabakasının yıkanmasına sebep olabilir. Sistemik etkili (Bayfidan, Calixin) ve kontak etkili (kükürt) fungisitler ile ilaçlı mücadelesi mümkündür. Mildiyö Mildiyö, "Peronospora farinosa" türünün neden olduğu bitki hastalığı. Yaprakların alt kısmında gri mantar yapısının oluşması. Hastalığa yakalanmış yapraklar aşağıya doğru kıvrılır, kalınlaşır ve yaprakların ön yüzünde renk değişimi olur. Hastalığa yakalanan yaprakların gelişmesi durur. Nemli ve serin iklim koşulları (yüksek nispi rutubet ve 10-17 oC arasında seyreden sıcaklıklar) enfeksiyonu teşvik eder. Erken ilkbaharda ve sonbaharda hastalık görülebilir. Bakteri yaprak lekesi Bakteri yaprak lekesi, "Pseudomonas syringae" türünün neden olduğu bitki hastalığı. İlk önce yaprak kenarlarında ve yaprak ayasında düzensiz şekilde ve büyüklükte kahverengi-siyah lekeler oluşur. Lekeler üzerinde ölü dokunun ortasında çatlaklar meydana gelir. Kurak ve sıcak şartlarda lekeler giderek büyür. Uzun süren nemli ve serin iklim koşulları enfeksiyonu teşvik eder. Hastalık etmeni doğal gözeneklerden veya yaralardan (dolu, böcek) yaprak dokusuna girer. Ender Elma küllemesi Elma küllemesi "Prodosphaera Ieucotricha" adlı mantar türünün neden olduğu bitki hastalığı. Hastalık, filizlenmeden (gözlerin kabarmasından) hemen sonra yeni sürgünlerde, yapraklarda, özellikle yaprakların alt yüzeyinde, çiçek ve çiçek tomurcuklarında, sürgün uçlarında beyaz unlu bir tabaka şeklinde görülür. Hastalıklı yapraklar gelişemez, yavaş yavaş kahverengi bir renk alır, daha sonra büzülüp kıvrılır ve kururlar. Çiçek taç yaprakları ise, yeşil bir renk alır, gelişemez, cılızlaşır ve sonunda kururlar. Hastalığın ilkbahar ve yaz aylarında, gelecek yılın tomurcuklarına bulaşmaması için ilaç uygulanır. İlâçlamaya, gözlerin patlama devresinden (filizlenmeden) hemen sonra başlanmalıdır. Sürgünün büyümesi ve gelişmesi nihayete erinceye kadar (tahminen Temmuzun ilk haftasında biter) 7-10 günlük muntazam aralıklarla ilâçlamaya devam edilir. Hastalığa karşı yalnız kimyevi mücadele değil, bunun yanında toprak bakımı, gübreleme, bilhassa potas çok önemlidir. Ağaçlar birbirlerine çok yakın dikilmeyip böylece iyi bir hava dolaşımı mümkün kılınmalıdır. Kış budamalarında son göz 2-3 yan göz dahil hasta dallar kesilmelidir. Gözlerin kabarmağa başlamasından sonra, çiçekten önce küllemeye tutulmuş sürgünler atılmalıdır, hatta yazın ikinci enfeksiyon sonunda ortaya çıkan küllemeli sürgünler de kesilmelidir. Elma kara leke hastalığı Elma kara leke hastalığı, "Venturia inaequalis" adlı mantarın neden olduğu bitki hastalığı. Hastalığın belirtileri ağacın yaprak, meyve ve sürgünlerinde görülür. Yaprağın üst ve alt yüzeyinde oluşan lekeler başlangıçta yağlımsı görünümdedir, giderek zeytin rengini alır ve daha sonra kahverengileşir. Lekeler kadifemsi yapıdadır ve bu kısımdaki dokular zamanla ölür, üzerinde çatlaklar ve delikler oluşur. Ağır hastalıklı yapraklar erkenden sarararak dökülürler. Meyvelerdeki lekeler yeşilimtırak olup zamanla kahverengine dönüşür. Küçük lekeler zamanla birleşirler ve bu kısımlarda meyvenin gelişmesi durduğu için şekilsiz meyveler oluşur. Doksisiklin Doksisiklin, bir tür tetrasiklin antibiyotiğidir. Doktorlar tarafından genellikle akne ve enfeksiyon tedavileri için tavsiye edilir. Bunların dışında birçok bakteriyel enfeksiyonun tedavisinde kullanılır, idrar yolu enfeksiyonları ve belsoğukluğu gibi. Profilaktik, yani hastalığı önleyici, olarak Bacillus anthracis (şarbon) tedavisinde kullanılır. Bunun dışında Yersinia pestis ve sıtmaya karşı da etkilidir. Hamileler ve çocuklarda kullanılması önerilmez. Vücuda alındıktan sonra karaciğerde metabolizma edilir. Işığa duyarlı (fotosensitif) alerjik reaksiyonlara yol açıp, UV ışınlarına uzun süre maruz kaldığında deride döküntü oluşmasın
a neden olabilir. Çok kullanılan ticari ismi de Vibramycin®'dir. Bunun dışında Doryx® ve Atridox® isimleri de mevcuttur. Minosiklin Minosiklin hidroklorür, veya Minosiklin, tetrasiklin sınıfından bir antibiyotiktir. Genellikle akne tedavisinde kullanılır. Minosiklin en uzun etkili tetrasiklin türüdür. Vücutta, karaciğerde metabolizma edilir. Şu sıralar Minosiklin'in Huntington hastalığı'nın ilerlemesini önleyici etkileri üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Demeklosiklin Demeklosiklin, tetrasiklin sınıfından bir antibiyotiktir. Bazı bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde kullanılır. "Streptomyces aureofaciens" tarafından üretilir. Formülü: CHClNO'dir. Akne ve bronşit tedavisinde kullanılır. Yıllardır süren fazla kullanımı yüzünden bugün dirençli bakteriler ortaya çıkmıştır. 30S ve 50S RNA'ya bağlanarak bakterinin protein sentezini (translasyon) engeller, böylece bakterinin gelişimini önlemiş olur. Bu nedenle etkisi biyostatiktir. Demeklosiklin anti-ADH etkisi gösterir, bu nedenle "diabetes insipidus"`a neden olabilir. Bu etkisi onun Uygunsuz ADH Salınımı Sendromunda (SIADH) kullanılabilmesine yol açar. Yan etki olarak güneş ışığından kaynaklanan deride döküntü vb. vakalar ile karşılaşılmıştır. Diğer tetrasiklinler gibi çocuklarda ve gebelerde kullanımı tavsiye edilmez. Oksitetrasiklin Oksitetrasiklin, "Streptomyces rimosus" tarafından üretilen Oksitetrasiklin bulunan ikinci tür tetrasiklin sınıfı antibiyotiğidir. Geniş spektrumlu olduğu için birçok farklı enfeksiyonun tedavisinde kullanılır. Formülü 1953 yılında Robert Woodward tarafından keşfedildi. Woodward'ın bu keşfi daha sonraları Oksitetrasiklin'in bir türevi olan ve bugün belki de en yaygın kullanılan tetrasiklin antibiyotiği olan Doksisiklin'in sentezi için çok önemli bir adımdır. Solunum yolu, sinüs, orta kulak, deri, idrar yolları iltihaplarından belsoğukluğuna kadar birçok enfeksiyonun tedavisinde Oksitetrasiklin kullanılabilir. Ayrıca Şarbon, Bruselloz, Tularemi, Kolera ve "Yersinia pestis" tedavilerinde kullanılabilir. Ağır akne tedavisinde de sıkça kullanılır. Ayrıca akvaryum balıklarındaki karın çökmelerinde de kullanılır. Çünkü karın çökmeleri sindirim sistemi parazitlerinde ortaya çıkar. Develi Develi, Kayseri ilinin il merkezinden sonraki en büyük yerleşim yeri olup, İç Anadolu Bölgesi'nin Orta Kızılırmak bölümünde bulunmaktadir. Eski adı Everek'tir. Erciyes Dağı’nın 6 km güneyinde kurulmuştur. Bugünkü sınırları; doğusunda Tomarza İlçesi ve Adana ilinin Tufanbeyli İlçesi, güneyinde Yahyalı İlçesi ile Adana ilinin Saimbeyli ve Feke İlçeleri, batısında Yeşilhisar İlçesi, kuzeybatisinda İncesu İlçesi yer alır. 1926'ya Kadar Kozan'a Bağlı Olan Develi Kozan İlinin 1926'da İlçeye Dönüştürülmesiyle Kayseri'ye Bağlanmıştır İlçe, Tekir Yaylası güzergâhından Kayseri’ye 45 km İncesu güzergâhından 86 km uzaklıkta olup, Kayseri'nin en büyük ilçesidir. Yüzölçümü 1887 km² olup, deniz seviyesinden yüksekliği 1150 metredir. En büyük dağı Kayseri'nin sembolü durumundaki Erciyes Dağı, Karasivri Dağı, Büyük Kartın (Peri Kartın), Göktepe (Yeşil Tepe), Sümengen (Süvegen) ve Bakır Dağı’dır. En önemli akarsuları Seyhan Nehri'nin en büyük kolu olan Zamantı Irmağı, Develi Çayı (Fenese Suyu), Elbiz ve Köşkpınarı’dır. En önemli gölleri Kurbağa Gölü ile Sultan Sazlığı’dır. Kasabanın tarihi adı Everek olup, Ermenice Averak (ören, harabe). On dördüncü asırda yasayan tarihçi, coğrafyacı Mustawfi kasabının ismini Davalu olarak verir. Ona göre orta ölçekli bir şehirdi ve surlarını Selçuklu Sultanı Alâeddin yeniden inşa ettirmişti. On yedinci yüzyılda yazılmış Cihannüma adlı eserde kasaba ismi Davahlu olarak geçer. Tarihi kaynaklara göre Develi M.Ö.2500-2000 yıllarında yaşayan uygarlıkların kültür izlerine rastlanmıştır.Bakır Çağı,Bronz Çağı ile Selçuklu Dönemi arasındaki tarihi süreç içerisinde birçok uygarlığı içinde barındıran Develi'de,halen bilimsel araştırmalara ihtiyaç vardır. 1071 yılında Türklerin Anadolu'ya girmesiyle Oğuz boylarından Develioğulları Obasının bölgeye yerleştiği bilinmektedir.Selçuklu Sultanı Alparslan'ın yeğeni DEVALİ'nin şimdiki develi bölgesini fethetmesiyle Selçuklu topraklarına eklenmiş olup, beldenin adı DEVELİ olarak kalmıştır. Halen Devali'nin türbesi bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı topraklarına katılan ilçe Kurtuluş Savaşı sırasında Haçin cephesi gibi önemli mücadelelerin geçtiği bir cephede aktif rol almıştır. Kurtuluş Savaşı mücadelesinde Kanberli Osman Bey, Osman Çoşkun Bey, Yakup Kenan Bey, Hadi Bey, Paşazade Osman Bey, Op.Dr.Osman Bey, Atıf Bey, Numan Efendi(Kara Müftü), A.Hazım Bey ve Veli Civan Bey gibi kahramanlar da Develilidir. Böylesi geniş bir tarihi süreç yaşayan ilçede çok önemli tarihi eserler günümüze ulaşmıştır. Bunlar Sivasi Hatun Camii, Devali Türbesi, Seydi Şerif Türbesi, Hızır İlyas Türbesi, Şeyh Ümmi Türbesi, Ebçe Sultan Türbesi, Hamidiye Medresesi, Havadan Külliyesi, Gereme Harabeleri, Çomaklı Yer Altı Şehri, Şahmelik, Ayşepınar, Tombak, Develi ve Gazi, Develi Kasabası Kaya Oyma Mağaraları, Fıraktın Yazılı Kayaları, Öksüt Kalesi gibi nice tarihi eserlerdir. İlçede karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı geçer. Yağışlar daha çok ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde görülür. İlkbahar ve Sonbahar mevsimlerinin sakin ve açık günlerinde kırağı ve don olayı müşahade edilir. Bu olaylar tarımı olumsuz etkiler. Ortalama yağış miktarı 366,6 mm’dir. İlçe topraklarında genellikle bozkır bitki örtüsü hakimdir. Yüksek kesimlerde yer yer orman alanlarına rastlanılsa da bozkır ve çalılıktır. İlçede meyveciliğe yönelik meyve bahçeleri gelişmiş durumdadır. TÜİK 2009 verilerine göre şehir merkezi nüfusu 36.439, köylerin nüfusu 29.105 olup, toplam nüfus 65.544 tür. Yıllık nüfus artış hızı şehir merkezinde binde 6.24, köylerde ise -10.72 olup, toplamda ise –2.69 nüfus azalması görülmektedir. Develi dışında başta İstanbul ve Ankara olmak üzere 300.000'den fazla Develili vardır. İlçe mülki sınırları içerisinde biri merkez olmak üzere 4 kasaba belediyesi, 45 köy ile 5 köye bağlı 7 mezra bulunmaktadır. 25’i ilçe merkezinde 11’i kasabalarda olmak üzere toplam 36 mahalle vardır. Develi 1957 yılından bu yana il olma çabası içerisindedir. İlçenin başlıca gelir kaynaklarından biri tarım ve hayvancılık olup; lokomotif iş kolu olan inşaat sektörü de önemli bir yer tutmaktadır. İlçe tarım arazisinin bitki örtüsü ve ekim alanlarına göre dağılımı 49.500 ha Hububat ekimi (buğday, arpa, çavdar, nohut, mercimek, ve fasulye) ayrıca sanayi bitkilerinden şeker pancarı ve ayçiçeği ekilmektedir. Meyve ve sebze üretimi de tarımda önemli sayılabilecek bir paya sahiptir. Epçe, Tombak, Sarıca, Gazi, Karacaviran, Sindelhöyük, Soysallı, Çayırözü, Zile ve Merkez olmak üzere 10 adet Sulama Kooperatifi mevcuttur. Ayrıca merkez, kasaba ve köylerde 10 adet Kalkınma Kooperatifi vardir. İlçede yoğun olarak koyun ve sığır yetiştiriciliği yanında kanatlı ve tek tırnaklı hayvan yetiştiriciliği de yapılmaktadır. İlçede 55.000 büyükbaş,62.000 küçükbaş hayvan mevcudu vardır. Geleneksel el sanatları olarak köylerde halıcılık ve Sindelhöyük kasabası ile Yenihayat köyünde hasırcılık yapılmaktadir. Develi’de Küçük Sanayi Sitesi’nin hizmete girmesi ile Halı Fabrikasının açılması adeta bir dönüm noktası olmuştur. Halen faaliyette bulunan ve ülke çapında üretim yapan 3 firmada yaklaşık olarak 1600 kişi istihdam edilmektedir. İlçede bol miktarda çinko, kurşun, pomza yatakları mevcuttur. İlçede ayrıca tarım alet ve makineleri imal eden iki firma bulunmaktadır. Bu firmalar ürünlerini yurtiçine ve yurtdışına pazarlamaktadır. Okuma-yazma oranı %97 civarındadır. Develi'de 69 ilköğretim okulu, Endüstri Meslek Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Kız Meslek Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi, İmam Hatip Lisesi, Anadolu Lisesi,Develi İMKB Fen Lisesi, Develi Lisesi, Millî Piyango Anadolu Lisesi ve birçok yatılı ilköğretim okuluyla bir İşitme Engelliler Okulu bulunmaktadır. Ayrıca Erciyes Üniversitesi'nin çeşitli fakülteleri de eğitim hizmeti vermektedir. Develi'nin edebiyat tarihinde önemli yer tutan birçok şahsiyeti vardır. Konutlar genelde yığma, kargir ve betonarme olup, son yıllarda betonarme yapıların sayısı hızla artmaktadır. Yapı kooperatifçiliği ile toplu yaşama geçiş süreci hızlanmıştır. Halk geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. İlçe genelinde giyim kuşam şık bir görünüm arz eder. Yerleşim yerleri genel olarak toplu halde olup, kış, yaz rahatlıkla ulaşım sağlanmaktadır. İlçede üç önemli fabrika dışında, 1994 yılından itibaren yatırımlar nedeniyle artan fabrika sayısı 1999 yılında 11’e kadar çıkmışken bugün itibarıyla 9’a düşmüştür. İş ve çalışma hayatını engelleyen ciddi bir problem bulunmamaktadır. Sosyo-Kültürel yapılar olarak; bir kapalı spor salonu ile ilçe stadyumu bulunmaktadır. İşyerleri şehrin merkezi kısımlarında genellikle işhanı ve çarşılarda toplandığı görülür. İlçede 1.Amatör kümede mücadele eden 2, ikinci amatör kümede mücadele eden 2 futbol takımı ilçeyi temsil etmektedir. Kültürel değerlerin en önemlisi her yıl yapılmakta olan geleneksel Aşık Seyrani Kültür ve Sanat Festivalidir. Yassıbaş kedi Yassıbaş kedi ("Prionailurus planiceps"), kedigiller (Felidae) familyasından Güneydoğu Asya'da bulunan küçük vahşi bir kedi türü. Super Video CD Super Video CD veya SVCD normal CD'ler üzerine video görüntülerin kaydedilmesi için kullanılan bir kayıt standardıdır. Görüntü kalitesi VCD'den daha üstün, ama DVD'den daha düşüktür. SVCD'ler MPEG-2 formatında ve NTSC televizyon sistemi için 480x480 görüntü elemanı çözünürlüğünde, PAL televizyon sistemi için ise 480x576 görüntü elemanı çözünürlüğünde sayısal görüntü saklayabilirler. Normal CD'lere yaklaşık 35 ile 60 dakika arasında SVCD kalitesinde ses ve görüntü kaydı yapılabilmektedir. Muhammad Legenhausen Gary Carl (Muhammad) Legenhausen 1953 yılında New York'da doğdu. Felsefe çalışmaları sırasında varoluşçuluk ve pozitivizmden etkilenerek ailesinin Katolik inancından uzaklaşan yazar 1979 yılında Teksas Üniversitesindeki
müslüman öğrencilerle tanışması, Rice Üniversitesinde felsefe dalındaki doktora tezini savunduğu 1983 yılında İslamiyeti seçişiyle son buldu. 1985 yılında İran'ı ziyaret etti. 1989 yılında Tahran'daki İran Akademisinde din felsefesi öğretimi için İran'a davet edildi. Halen İran'da İmam Humeyni Araştırma ve Eğitim Enstitüsünde Batı felsefesi ve din bilimleri eğitimi vermeye devam ediyor. Yazarın "Islam and Religious Pluralism" adında bir kitabı ve Ayetullah Misbah Yazdi'den "Contemporary Topics of Islamic Thought" başlığında yaptığı bir çevirisi ve çeşitli İngilizce ve Farsça makaleleri bulunmaktadır. Legenhausen özellikle dini çoğulculuk ve Tradisyonalizm eleştirileriyle tanınmaktadır. Mark Sedgwick Mark Sedgwick Kahire Amerikan Üniversitesi'nde modern Orta Doğu Tarihi alanında yardımcı profesör olarak ders veren ve "Sufism: The Essentials" ve tradisyonalizm akımını tanıtıp eleştirdiği "Against the Modern World: Traditionalism and the Secret Intellectual History of the Twentieth Century" gibi kitaplarıyla tanınan düşünürdür. İlköğretim İlköğretim, eğitimin ilk aşamasıdır. Okul öncesi eğitimin ardından gerçekleştirilir. Genellikle çoğu ülkelerde, çocuklar için ilköğretim zorunludur, ancak bu işlem sadece ebeveynlerin isteği ile gerçekleştirilebilir haldedir. Bunun ardından gelen orta öğretim, bir bakıma isteğe bağlıdır, ama bu genellikle 11, 12 yaşlarında gerçekleşmektedir. Bazı eğitim sistemleri son bölüme geçebilmesi için 14 yaşında başlayan orta okullara sahiptir. İlköğretimin en büyük hedefi, bütün öğrencilerine okuma yazmayı ve sayı saymayı öğretmek, ayrıca bilim, coğrafya, tarih ve diğer sosyal bilimlerin temellerini öğretmektir. Çeşitli alanların yakından önceliğini, ve methodları kullanarak onlara öğretmek, önemli politik bir tartışmanın alanıdır. Bunun için performans ödevleri ve Powerpoint sunumları öğrenciler tarafından hazırlanır. Genel olarak, ilköğretimi bitirip lise ve orta öğretim'e geçmeden önce devamlı olarak gelişen sınıflarda yapılan eğitim okullarda gerçekleştirilir. Çocuklar o yıl boyunca kendi eğitimleri ve refah düzeyinin üst düzeyde olması için bir öğretmenin sorumluluğu altında bir sınıfta bulunurlar. Bu öğretmenler belirli bir alanda, genellikle müzik ve fiziksel eğitim derecesinden dereceye sahip öğretmenlerdir. Gidişatın tek bir öğretmenle sağlanması ve yakın ilişkiler kurulması ilköğretimin not edilebilir özelliklerinden bir tanesidir. İlkokul İlkokul, çocukların okul öncesi eğitiminden sonra başlayacağı ilk öğretimi ifade eder. 1997 öncesinde zorunlu öğrenim çağındaki çocukların temel eğitim ve öğretimini sağlamak için devletçe açılan ya da açılmasına izin verilen beş yıllık okuldu. 1997 yılında çıkartılan ve sekiz yıl zorunlu eğitimi öngören yasadan sonra ilkokul, ortaokulla birleştirilerek ""ilköğretim okulu"" adını aldı. 2012 yılında yapılan düzenlemelerden sonra; öğrencilerin öğrenim gördüğü birinci 4 yıl "(1, 2, 3, 4. sınıflar)" ilkokul, ikinci 4 yıl "(5, 6, 7, 8. sınıflar)" ortaokul ve üçüncü 4 yıl "(9, 10, 11, 12. sınıflar)" ise lise şeklinde isimlendirilmiştir. Kesmeşeker Kesmeşeker, 1990'ların başında Kadıköy'de Cenk Taner (vokal, gitar), Belen Ünal (gitar), Tayfun Çağlar (vokal bas) ve Melih Rona (davul) tarafından kurulmuş rock müzik grubu. Grup günümüze dek 8 albüm çıkarmıştır. Grubun birçok üyesi zaman içinde değişse de kurucu üyelerden Cenk Taner, "Kesmeşeker" adıyla çalışmalarına devam etmektedir. Grup en son 2017 yılının sonunda "Kadıköy" isimli bir albüm çıkarmıştır. Ayrıca Kesmeşeker, 90'lı yılların Türkçe rock müziğinde yer tutan grupların yer aldığı 2016 yapımı ""Sar Doksana"" adlı belgesele de konu olmuştur. 2018 itibarıyla grubun üyeleri: Cenk Taner, Canay Cengen (basgitar), Gökhan Özcan (davul), Emre Sarıtunalılar (bateri), Can Alper (gitar), Tansu Kızılırmak (vokal, basgitar). Mesnevî (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî) Mesnevî, Mesnevî-i Şerif ya da Mesnevî-yi Manevî (Farsça: مثنوی معنوی), Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin altı ciltlik Farsça eseri. Mesnevî, doğu klasik edebiyatında, uyakça müstakil beyitlerinin, ikişer mısrası kafiyeli olan bir nazım türüdür ve muhtelif şairlerin neşrettikleri birer "Mesnevî" vardır. Yalnız, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin çağından beri, Mesnevî dendiği zaman bu kitap olduğu anlaşılıyor. Yazımına 656 yılından evvel başlanılan eser, Divan-ı Kebir ile birlikte Mevlânâ külliyatının ekseriyetini teşkil eder. Mevlânâ'nin "Birlik Dükkânı" addettiği Mesnevî, içinde Hint, İran, Yunan, Roma mitolojisi; Yaradılış Destanı, erenlerin kıssaları, âşık masalları, halk öyküleri barındıran; "dünya cenneti"nde insan hürriyetinin anahtarlarını ardışık öyküler içinde vermeyi gaye edinmiş bir eserdir. Mesnevî 25.632 beyitten oluşmakta olup 'Mağz-ı Kur'an yani Kur'an-ı Kerîm'in özü denmektedir. Çünkü Mevlânâ adeta Kur'an-ı Kerîm'in bizlere anlatmak istediğini hikayeler; kıssalar ve deyimler aracılığıyla anlatmıştır. Mesnevî'deki hikayelerin hiçbiri birbirini tamamlamaz bir hikaye anlatılırken başka bir hikayeye geçilir o hikaye başka bir hikayeyi başlatır ve böyle devam eder. İçinde ibretlik hikayeler de vardır. Eser bizzat Mevlanâ tarafından kaleme alınmamıştır. Öğrencisi Hüsamettin Çelebi tarafından, Mevlana'nın muhtelif zamanlarda söylediği beyitlerin yazılmasıyla oluşmuştur. Mesnevî nâzım biçiminde her beyitin iki dizesi birbiri ile uyaklıdır. Mevlânâ, altı ciltlik Mesnevî'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine eklenmiş hikâyeler hâlinde anlatmaktadır. Mesnevî adını, eserine bizzat Mevlânâ vermiştir. Aslında mesnevî, doğu edebiyatlarında; her beyti kendi arasında kafiyeli, aynı vezinle yazılmış manzumelere verilen ortak bir isimdir. Ancak Mevlânâ’nın ölüm­süz eseri yazıldıktan sonra, mesnevî denilince; ilk olarak onun altı ciltlik bir hazine olan ve "Mesnevî-î Şerîf" veya "Mesnevî-î Manevî" gibi isimlerle anılan eseri hatırlanmaktadır. Mevlânâ tarafından bizzat söylendiği için, Mesnevî'nin ilk on sekiz beytine Mevlevîler pek büyük bir ehemmiyet verirler. Aşağıdaki, Türkçede Mesnevî'nin önemli şarihlerinden biri sayılan Abdülbaki Gölpınarlı'nın tercümesiyle Mesnevî'nin Mevlevîlerce eserin bir tür özetini teşkil eden bu ilk dokuz beytidir: Beden sosyolojisi Beden toplum bilimi; insanların bir araya gelmesiyle bilinçsizleşmesi, kendi aklını kullanamamasıdır. Kişiselleşememiş, kişiliksiz insandan bahseder. Kendi kendini yönetemezken, toplum içerisinde kendine kimlik bulur, o toplumun yasal veya yasal olmayan her türlü hareketine ortak olur. Batı dillerinde; beden ile cisim genellikle aynı sözle karşılanmaktadır. Yani canlı bir varlığın bedensel gerçekliği ile cansız bir varlığın fiziksel gerçekliği aynı kavram altında düşünülmektedir. Genel olarak batı düşüncesinde hakim olan görüş “bedenin aklın karşıtı” olarak değerlendirilmesidir. Beden, zihne karşıt olumsuz niteliklerle anılmıştır. Beden, Antik Yunan Felsefesi’nden başlayarak insan ruhunu tutsak etmiş bir kafes olarak görülmüştür. Foucault’ya göre sosyoloji beden meselesini çok ihmal etmiştir. Yahyalı Yahyalı, Kayseri iline bağlı ilçedir. Kayseri'nin ikinci büyük ilçesidir. İlçe, Anadoluya gelen Türk güçlerince kurulmuştur. Bu güçlerin önderliğini Seyyid Ali ve Yahya Ali (Yahya Gazi) yapmışlardır. Seyyid Ali’ye ait türbe Yahyalı Devlet Hastanesi bahçesinde, Yahya Gazi’ye ait türbe ise Yahyalı Ulu Camii avlusundadır. 1926'ya kadar Kozan'a bağlı olan Yahyalı, Kozan İlinin 1926'da İlçeye dönüştürülmesinden sonra Kayseri'ye bağlanmıştır Denizden yüksekliği 1210 metredir. İlçe sınırları içerisinden geçen Zamantı Irmağı, Kapuzbaşı Şelaleleri çayı, Derebağ Şelalesi çayı ve İlçe’nin içerisinden akmakta olan Kocaçay başlıca akarsulardır. İlçe, Erciyes Dağı'nın güney yönünde kalan Sultan Sazlığı'nı kuşatan düzlüklerin ve Sakız Dağının doğuya bakan yamaçlarında bir vadi içinde kurulmuştur. İlçe, Kayseri İlinin güneyinde kurulmuş olup, kuzeyi Develi, Güneydoğusu Adana’nın Feke İlçesi, Güneybatısı ve Güneyi Niğde’nin Çamardı ve Kayseri’nin Yeşilhisar ilçeleri ile komşudur. İlçede karasal iklim hüküm sürmekte olup, özellikle güneyinde rakımı düşük ormanlık bölgede Akdeniz iklimi hüküm sürer. İlçe yazları 20 °C, kışları ise -18 °C sıcaklık ortalamasına sahiptir. Yıllık maksimum yağış ortalaması 500 mmdir. Ovalık alanda bol miktarda elma bahçesi bulunmakta, İlçenin güney kısımları dağlık olmakla birlikte Adana sınırlarına yakın olan güneydoğusunda 11.674 hektar verimli, 33.034 hektar bozuk olmak üzere 44.709 hektar ormanlık alan mevcuttur. Mera vasıflı arazi miktarı ise 558,4 hektardır. Kapuzbaşı şelaleleri 500 m²'lik bir alan içerisinde 7 adet şelaleden ibaret doğa çatlağından, kayalar arasından fışkıran, 30–76 m. yüksekliklerden çok büyük su debisi ile dökülen, ayrıca yaz ve kış aylarında devamlı surette akan kaynak şelaleleridir. Yahyalı; halısıyla, elması ve şelalesiyle ünlüdür. İlçe doğal kaynaklar bakımından Türkiye'nin ender olan ilçelerinden biridir. Demir cevheri, altın karışımı kurşun, gümüş karışımı çinko ve krom bakımından zengin ocaklara sahiptir. Mevcut yıllık üretim miktarı 2-2,5 milyon ton civarındadır. İlçenin görünür rezerv miktarı 20 milyon ton demir, 2 milyon ton çinko ve çinko karışımı kurşun rezervinin yanı sıra henüz rezerv miktarı tespit edilememiş zengin krom yataklarının bulunduğu bilinmektedir. İlçede halıcılık en eski faaliyet olarak devam etmektedir. Ayrıca elmacılık, hayvancılık ve madenciliğe bağlı nakliyecilik başlıca ekonomik faaliyetleri teşkil etmektedir. Maden nakliyesi lokomotif sektör olarak gelişmiştir. Mobilyacılık ve tekstil de ekonomik faaliyetlerden gelişmiştir İlçe merkezindeki binalar betonarme yapılardır. Taş ve kerpiç yapılar yok denecek kadar azdır. İnşaatların büyük çoğunluğu iki üç katlı binalardan oluşmaktadır. 8-10 katlı binalarda bulunmaktadır. Köylerdeki yapılaşma ilçe merkezinin tersine taş ve kerpiç binalardan oluşmaktadır. Yöre ormanlık olduğundan ormanlık bölgelerde yaşayan köylülerin evleri ahşap yapı tarzındadır. Jacques Tati Jacques Tati (aslında Jacques Tatischeff; 9 Ekim
1907; Le Pecq (Yvelines) - 4 Kasım 1982, Paris), Fransız yönetmen ve aktör. Sanat ve Mühendislik okudu. Tati, görsel komedi sanatını yenir yoğunluk, detay zenginliği ve yeni bir kompozisyon netliği getirerek yorumladı; görselliğe yeni bir bakış açısı getiren bir avuç sinema sanatçısından (diğerleri Griffith, Eisenstein, Murnau ve Bresson) biriydi. 1930'lu yılların başında Fransız müzikal çevresine girdi; gösterisi dönemin spor yıldızlarının pandomimlerinden oluşmaktaydı ve bazıları filme alındı, savaştan sonra da uzun metrajlı hale getirildi; "Jour de fête" (Bayram Günü, 1949), bütün çalışmalarında baştan sona gözlemlenen hicivli temanın (modern teknolojinin soğukluğu) yanı sıra görsel üslubu da son derece gelişmiştir. Tati, kariyerinin geri kalan süresi boyunca oynayacağı karakteri tanıttığı yeni filmi "Les Vacances de monsieur Hulot" (Bay Hulot'nun Tatili, 1953) için dört yıl çalıştı. Yaratılan karakterin sıcaklığı ve gülütlerin parlak yaratıcılığı Bay Hulot'ya uluslararası bir başarı kazandırdı. Hulot (konuş: Ülô), mizahın kaynağı ve odağı olmak anlamında bir komedyen değildir; daha ziyade, etrafındaki dünyanın mizahını açığa çıkaran bir tavır, bir işaret direği ve bir perspektiftir. "Mon oncle" (Amcam, 1958), bir geçiş filmidir; Hulot, her ne kadar star statüsünü terk etmiş bile olsa diğer karakterlerin arasında tuhaf marjinalliği ile öne çıkmaktadır. 9 yıllık pahalı ve yorucu bir çalışmadan sonra gösterime giren "Playtime" (Oyun Vakti, 1967) ile Tati'nin niyeti daha belirginleşti. Artık Hulot, Joyce'un Ulysess'indeki Mackintosh Man gibi, sahneye giren ve çıkan birçok figürden yalnızca birisi haline gelmişti. Yani aktör Tati, canlandırdığı karakterin seyirciyi film boyunca yönlendirmesini, yönetmen Tati de yakın çekimleri, empatik kamera açılarını veya montajı kullanarak seyirciyi görüntüdeki mizaha yönlendirmeyi reddediyordu. Ancak, neyi göreceklerinin söylenmesine alışmış olan seyirci, Playtime'daki özgürlüğü can sıkıcı buldu. Film (çeşitli versiyonlarda gösterime girdi) ticari bir fiyaskoydu ve Tati'yi kişisel borca soktu. Son tiyatral filmi olan "Trafic" (1971), bir başkası tarafından yapılmış olsaydı başyapıt olarak görülebilirdi; ancak Tati için daha geleneksel bir üsluba korunmalı bir dönüş oldu. 25 yılda 5 film, statünün genellikle verimlilikle ölçüldüğü bir ortam için etkileyici bir performans olmasa da, tek başına Playtime bile dünyaya bakış eylemini serbestleştiren, canlandıran bir film olarak hayat boyu bir başarıdır. Tati 4 Kasım 1982'de Paris'de öldü. Gülibrişim Gülibrişim ("Albizia julibrissin"), baklagiller (Fabaceae) familyasından 15 m'ye kadar boy yapabilen küçük bir ağaç. İkili tüysü yapraklar karşılıklı dizilmiştir. Çok sayıda küçük yaprakçık bulunur, yaprak kenarları tamdır. Er dişi çiçekler pembe renklidir; çiçekler yaz ortasında (Temmuz ayında) açar. Polenleri alerjik reaksiyona neden olabilir. Bakla tipi meyve görülür. Asya (İran) kökenli bir bitki olmasına rağmen -15 derece soğuğa dayanıklıdır. 1749 senesinde bu ağacı İstanbul'da görerek Floransa'ya götüren Fiippledel Albizzi'ye ithafen yurt dışında ağaca Albizia adı verilmiştir. "Julibrissin" tür adı Türkçe "Gülibrişim" kelimesinden türetilmiştir. Pers ipek ağacı (İng:Persian silk tree) olarak da bilinir. Çınar yapraklı akçaağaç Çınar yapraklı akçaağaç ("Acer platanoides"), Sapindaceae familyasından doğal olarak Avrupa ve güneybatı Asya, Fransa ile Rusya'dan İskandinavya ve İran'a kadar yayılış gösteren akçaağaç türü. 20–30 m'ye kadar boylanan bu ağacın geniş bir tacı vardır. Yapraklar basit, karşılıklı ve elsi loplu (5-7 loplu) olup uzunluğu 12–25 cm kadar'dır. Damarların alt yüzü tüylüdür. Yaprak sapı koparıldığında süt çıkar. Çiçekler sarımsı-yeşil olup, 3–4 mm uzunluğunda 5 taç yaprağı bulunur. Samara tipi meyvede iki kanatlı tohum bulunur, kanatlar 3–5 cm dir. Meyvenin kanatları arasında hemen hemen 180 derecelik açı bulunur. Christoph Daum Christoph Paul Daum (d. 24 Ekim 1953, Oelsnitz, Erzgeb, Doğu Almanya), Alman teknik direktör ve eski futbolcudur. Romanya millî futbol takımının teknik direktörü. Almanya, Türkiye ve Avusturya'da lig şampiyonlukları yaşadı. Türkiye'de yıllarca görev yapıp Beşiktaş ve Fenerbahçe'yi şampiyon yaptı. Türkiye'de en son Bursaspor'u çalıştırdı. Daum, futbola 1971 yılında Sportfreunde Hamborn 07 takımında başladı. Bir sezon burada futbol oynadıktan sonra 3 sezon boyunca Eintracht Duisburg forması giydi. 1975'te 22 yaşındayen Köln II takımına transfer oldu. Daum'un buradaki en büyük başarısı 1981'de kazandıkları Almanya Amatör Şampiyonluğu oldu. Daum ise final maçında forma giymemişti. O sezon sonunda 28 yaşında futbol hayatına son verdi. Teknik direktörlük lisansını aldıktan sonra 1981 yılında amatör olarak çalışmaya başladı. Teknik direktörlük kariyeri boyunca 3 kez lider girdiği son haftalarda şampiyonluğu kaybetmiştir. 1999-2000 sezonunda Bayer Leverkusen'de, 2005-2006 ve 2009-2010 sezonlarında ise Fenerbahçe'de son haftada bıraktığı puanlarla şampiyonlukları kaybetmiştir. 23 Eylül 1986'da yardımcı teknik direktörlüğünü Köln takımının başına geçti. Önceki teknik direktör Georg Kessler, 8 haftada 1 galibiyet 2 beraberlik 5 mağlubiyet almışti. Daum, takımın başına geçtiğinde FC Köln Bundesliga'da 15. sıradaydı. Ayrıca kulüp içi problemler de çok fazlaydı. Kariyerinin ilk maçı 27 Eylül 1986'da Stuttgart karşısında alınan beraberlik oldu. Bir hafta sonra ise deplasmanda Schalke 04'ü yendi. O sezon içindekulüpte başkanlık değişimliği yaşandı. Ayrıca takımın birinci kalecisi Harald Schumacher takımdan kovuldu. Daum, sarsıntılı geçen bu sezon sonunda, geçen sezon düşmekten zor kurtulan takımı 10.luğa taşıdı. 1987-88 sezonunda takımı sezon boyunca ilk üç sırada tuttu ve Bundesliga'yı üçüncü olarak bitirdiler. 1988-89 sezonuna kötü başlayan ekip, ikinci yarıdan itibaren toparlandı ve Bayern Münih'in 5 puan ardından lig ikincisi olarak sezonu tamamladı. Ayrıca UEFA Kupası'nda çeyrek finale çıktılar. 1989-90 sezonunda da Köln, Münih'in ardından lig ikincisi oldu. Avrupa'da ise UEFA Kupası yarı finallerine çıkıp, o sezon kupayı kazanacak Juventus FC'ye elendiler. Sezon sonrası, 1990 Dünya Kupası oynanırken, Köln kulübü başkanı Dietmar Artzinger-Bolten, Daum'u kovdu. Bolten'in Daum'u kovmasının resmi nedeni halen bilinmese de, Daum'un 2000'deki kokain skandalı sırasında yaptığı bir açıklama sonucu nedenin bu konuyla ilgili olduğu tahmin edilmektedir. Yıllar sonra 2. Bundesliga'da mücadele eden eski takımı 1. FC Köln'ün başına tekrar geçti. Lig sekizincisi olan Köln'e devre arasında eski takımından Serhat Akın ve Fabio Luciano'yu getirdi ancak takım Bundesliga'ya çıkamadı. Sonraki sezon için yine Türkiye'den Faryd Mondragon ve Ümit Özat'ı takıma yerleştiren teknik direktör, Köln ile lig üçüncülüğü yaşayarak takımı Bundesliga'ya geri çıkardı. Uzun bir aradan sonra Bundesliga'da geçirdiği ilk sezonda ligin ortalarında yer aldı ve başarılı bir performans gösteremedi. Köln'deki başarılı sezonların ardından bir süre takım çalıştırmayan Daum, 20 Kasım 1990'da Willi Entenmann'ın kovulması ertesinde VfB Stuttgart'a geçti. Daum takımın başına geçtiğinde Stuttgart, 14 maçta sadece 3 galibiyet almış ve 15. sırada bulunmaktaydı. Daum, Stuttgart ile dikkat çekici bir yükseliş yaşattı ve ligi altıncı olarak bitirdiler. 1991-92 sezonu oldukça çekişmeli bir sezon olarak geçti. Stuttgart, Borussia Dortmund ve Eintracht Frankfurt ile şampiyonluk yarışı veriyordu. Son haftaya 3 takım da 50 puanla girdi. Eintracht Frankfurt, averaj üstünlüğü ile birinci, Stuttgart ise ikinci durumdaydı. Maçların ilk yarıları bittiğinde Borussia Dortmund, Duisburg karşısında 1-0 önde olarak liderlik koltuğundaydı. Eintracht Frankfurt ise Hansa Rostock karşısında 0-0 berabere kalarak averajla ikinciydi. Daum'un Stuttgart'ı ise Bayer Leverkusen deplasmanında 1-0 yenik duruma düşse de ilk yarının sonlarında durumu 1-1'e getirmişti. Stuttgart, 86. dakikada Guido Buchwald ile golü bularak maçta 2-1 öne geçti. Ancak 1-1 devam eden maçta Frankfurt'un bulacağı bir gol Stuttgart'ı ikinci yapacaktı. Ancak 89. dakikada Hansa Rostock golü buldu ve Stuttgart, Borussia Dortmund'u averajla geçerek şampiyonluğa ulaştı. Daum da kariyerinin ilk Bundesliga şampiyonluğunu yakaladı. 1992-93 sezonunda Stuttgart ile kariyerinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılan Daum, ilk maçta evinde İngiliz ekibi Leeds United'ı 3-0 yendi. İkinci maçta ise deplasmanda rakiplerine 4-1 yenildiler. Buna rağmen deplasmanda atılan gol kuralı ile tur atlayacaklardı. Ancak Daum, maçta 82. dakikada oyuna Jovica Simanic'i sokmuştu. O sene Şampiyonlar Ligi'nde 3 yabancı kuralı uygulanmaktaydı ve Simanic takımdaki 4. yabancı olmuştu. Bu nedenle Stuttgart maçı hükmen 3-0 kaybetmiş sayıldı. Bu olaydan sonra İngiliz The Sun gazetesi, kelime oyunu yaparak "Christoph Dumb" (Aptal Christoph) başlığını attı. Maçlar 3-0'lık sonuçlarla bitip deplasman kuralı işlemeyince bir play-off maçı oynandı. Barcelona'da oynanan maçı Stuttgart 2-1 kaybedince ikinci tura kalamadı. Bundesliga'da ise orta sıralarda seyreden takım ligi 7. bitirebildi. Daum, 1993-94 sezonuna da Stuttgart'ta başladı. Ancak istenen sonuçlar gelmedi ve 20. haftada Daum ve Stuttgart yollarını ayırdı. Daum, 20 maçta sadece 5 galibiyet alabilmişti. 1993-94 sezonuna kötü başlayan Beşiktaş, uzun yıllar beraber çalıştığı teknik direktörü Gordon Milne ile yollarını ayırdıktan sonra Daum'a teklif götürdü ve 1994 Ocak ayında Daum, ilk yurt dışı kariyerine Beşiktaş ile başladı. Daum, Beşiktaş'ın başına geçtiğinde liderin 10 puan gerisinde 5. sıradaydı. İkinci yarı öncesi birkaç hazırlık maçı sonrası ilk resmi maçını ezeli rakibi Fenerbahçe ile Türkiye Kupası karşılaşmasında yaptı ve rakipleri 2-1 yenerek elediler. Daum lige de Gençlerbirliği galibiyetiyle başladı. Beşiktaş sezon sonunda lig dördüncüsü olmuştu. Türkiye Kupası'nda ise takımı finale taşıyan Daum, Galatasaray'la ilk maçta 0-0 berabere kalıp, rakibini ikinci maçta 3-2 yenerek Beşiktaş ile Türkiye Kupası'nı kazandı. Sezonu, Cumhurbaşkanlığı Kup
ası maçıyla kapatan Daum'lu Beşiktaş, Galatasaray'ı 3-1 yenerek bu kupayı da kazandı. Daum, 1994-95 sezonuna önemli transferlerle hazırlandı. Eski Alman millî takım kalecisi Raimond Aumann, Stuttgart'tan öğrencisi Eyjólfur Sverrisson ve Norveçli futbolcu Ronny Johnsen'i transfer etti. Ayrıca takıma Samsunspor'dan yüksek bir transfer ücreti ödenerek Ertuğrul Sağlam katıldı. Sezonun ilk yarısını Galatasaray'ın ardından, rakibinden bir averaj kötü durumda ikinci bitiren takım, ikinci yarınının başında liderliği ele geçirdi ve sezon sonuna kadar birinci olarak devam etti. Böylece Daum, kariyerindeki ikinci, Türkiye'deki ilk şampiyonluğuna ulaştı. Avrupa'da ise Kupa Galipleri Kupası'nda sadece ikinci tura çıkabildiler. Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda ise başarı gelmedi. 1995-96 sezonunda takıma ünlü Alman futbolcu Stefan Kuntz takıma dahil oldu. Beşiktaş, ilk büyük sınavını UEFA Şampiyonlar Ligi elemelerinde verdi. Norveç ekibi Rosenborg karşısında deplasmanda 3-0'lık sürpriz bir yenilgi alan Beşiktaş, evindeki maçı 3-1 kazansa da gruplara kalamadı. Ligde de bu sefer başarı gelemedi ve rakipleri Fenerbahçe ve Trabzonspor'un gerisinde kaldılar. Kupada da çeyrek finalde Galatasaray'a elendiler. Daum, sezonun bitime 2 maç kala Beşiktaş'tan istifa etti ve son iki maçta takımı yardımcısı Roland Koch yönetti. Kokain davası sonrası Alman takımlarından teklif alamayan Daum, 2001-02 sezonunda eski takımı Beşiktaş'a döndü. Beşiktaş yönetimi, sözleşmesi devam eden Nevio Scala'yı sağlık sorunlarını sebep göstererek olaylı bir şekilde kovdu. Mart 2001'de Beşiktaş'ın başına geçen Daum, Beşiktaş'ı dördüncü yaptı. 2001-02 sezonunda ise Beşiktaş, ligde pek varlık gösteremeyerek lig üçüncüsü oldu. Türkiye Kupası'nda takımı finale çıkarsa da Kocaelispor'a 4-0 yenilerek kupayı kaybettiler. Almanya'da süren kokain davası yüzünden sık sık Almanya'ya gitmek zorunda kalan Daum, ilk Beşiktaş dönemindeki başarıları yakalayamadı ve sezon sonunda takımdan ayrıldı. 1996-97 sezonunda Almanya'ya dönen Daum, Bayer 04 Leverkusen'in başına geçti. Daum'un gelişiyle ofansif bir futbol anlayışına dönen Leverkusen, ligi Bayern Münih'in arkasından ikinci olarak bitirerek tarihinin en başarılı derecesine ulaştı. 1997-98 sezonuna kötü başladılar, 8. hafta 15.liğe kadar düşseler de daha sonra yukarılara gittiler ve ligi üçüncü olarak bitirdiler. 1998-99 sezonuna Brezilyalı Ze Roberto'yu transfer ederek başladılar. Yine üst sıralarda geçen bir sezon sonunda Leverkusen, yine Bayern Münih'in arkasında ligi ikinci bitirdiler. 1999-2000 sezonunda ise Michael Ballack takıma transfer edildi. Leverkusen, yine uzun süre ligde ikinci durumdaydı. 27. hafta liderliğe yükselen takım, 29. hafta liderliği averajla Bayern Münih'e kaptırdı. 30. hafta ise Leverkusen, Arminia Bielefeld'i yenerken, Bayern Münih ise kendi evinde oynanan Münih derbisinde 1860 Münih'e yenildi ve Leverkusen 3 puan öne geçti. Son haftaya kadar 3 puanlık fark devam etti. Bayern Münih'in averajı ise Leverkusen'den 3 puan fazlaydı. Son hafta Leverkusen, SpVgg Unterhaching deplasmanına gitti. Beraberliğin şampiyonluğu getireceği maçta 21. dakika Ballack'ın kendi kalesine attığı golle 1-0 yenik duruma düştü. İkinci yarıda bir gol daha yedi ve 2-0 mağlup oldu. Bayern Münih ise kendi sahasında Werder Bremen'i 3-1 yenerek şampiyon oldu. Böylece Daum, Leverkusen'deki 4. sezonunda üçüncü kez ikinci olurken, Stuttgart'tan sonra ikinci kez son hafta şampiyonluğu kaybetti. 2000-01 sezonuna Daum, Leverkusen'de başladı. Ancak, Euro 2000 sonrası istifa eden Erich Ribbeck sonrası Almanya millî futbol takımının teknik direktörlüğündeki en büyük adaydı. 9 hafta takımın başında kalan Daum, birinci Bayern Münih'in 3 puan ardından lig altıncısıydı. Ancak adı kokain skandalına karışında görevinden istifa etti. Ekim 2002'de Avusturya ekiplerinden Austria Wien'in başına geçti. Austria Wien, Daum başına geçtiğinde halihazırda lig birincisiydi. Daum ile 24 maçta 13 galibiyet alan takım sezonun sonunda Bundesliga (Avusturya) şampiyonluğuna ulaşıyordu. Bu da Daum'un üçüncü bir ülkede üçüncü lig şampiyonluğu oldu. Ayrıca ÖFB-Cup'ta çıktıkları 4 maçın hepsini gol yemeden kazanan takım, bu kupanın da sahibi oluyordu. Daum, sezon sonunda başka ülkelerde şansını denemek istediğini söyleyerek takımdan ayrıldı. 2003-04 sezonu için Türkiye'ye geri dönen teknik adam, bu sefer bir başka İstanbul takımı olan Fenerbahçe'nın başına geçti. Sezona çok kötü bir başlangıç yaptı. İlk maçta İstanbulspor'a 3-0 yenilen takım, yeni transferleri Robert Enke'yi takımdan göndererek, bir de kaleci sorunu yaşadılar. Rakipleri Beşiktaş'ın özellikle ikinci yarıda yaşadığı düşüşün yanında Daum'un Fenerbahçe'si de çok başarılı bir performans gösterdi ve 76 puan ile Fenerbahçe ile ilk lig şampiyonluğunu elde etti. 2004-05 sezonunda Fenerbahçe ile UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarında mücadele etti ve üçüncü oldu. Ligde ise çok başarılı bir performans ile bir kez daha şampiyon oldular. Türkiye Kupası'nda da finale kalmayı başardılar ancak finalde ezeli rakipleri Galatasaray'ya 5-1 yenilerek takımın kupa hasretine son veremediler. Bir sonraki sezonda da üç kulvarda mücadele ettiler. Önce UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına sadece 1 galibiyet ile veda ettiler. Daha sonra çeyrek finalinde Galatasaray'ı eledikleri Türkiye Kupası finalinde Beşiktaş'a uzatmalarda kaybedip, ikinci oldular. Ligde ise Galatasaray ile kıran kırana bir çekişme yaşadılar. Son haftaya Galatasaray ile aynı puanda ama +11 daha iyi averaj ile girdiler. Denizli'de Denizlispor karşısında alacakları bir galibiyet ile bir kez daha şampiyonluk sevinci yaşayacaktı. Olaylı geçen maçta Denizlispor, 89. dakikada Mustafa Keçeli ile son dakikaya önde girdi. Fenerbahçe, bir dakika sonra Tuncay Şanlı ile beraberliği sağlasa da 16 dakika uzayan maçta Fenerbahçeliler galibiyet golünü bulamayınca, Fenerbahçe tarihinde ilk kez üst üste üçüncü kez şampiyon olmayı başaramadı. Sezon sonunda bu duruma rahatsızlığı da eklenince, tedavisi için takımdan ayrılmak zorunda kaldı. Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım, şampiyonluk parolası ile girdikleri 2009-10 sezonuna takımı tanıyan bir isim olarak Daum'u ikinci kez takımın başına getirdi. Sezona 2 Ağustos 2009'da Beşiktaş'ı 2-0 yenerek kazandıkları Türkiye Süper Kupası şampiyonluğu ile başladı. Takım sezona çok iyi başladı. Ligde ilk 8 maçın hepsini kazandılar. Daha sonra UEFA Kupası gruplarında 6 maçta 5 galibiyet ile çıkma başarısı gösterdiler. Ayrıca Türkiye Kupası'nda da gruptan çıkıp ilerlediler. Önce şubat ayında UEFA Kupası'ndan elendiler. Daha sonra 5 Mayıs 2010'da Trabzonspor'a 3-1 yenilerek Türkiye Kupası'nı Daum zamanında üçüncü kez finalde kaybettiler. Ligin son haftasına da en yakın rakipleri Bursaspor karşısında 1 puan önde girmişlerdi. Ancak son maçta Trabzonspor ile Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda 1-1 berabere kalıp puan kaybettiler. Diğer maçta Bursaspor, Beşiktaş'ı 2-1 yenince, Fenerbahçe'nin 1 puan önüne geçerek tarihinin ilk Süper Lig şampiyonluğunu yaşadı. Sezon sonunda yönetim tarafından gönderilip yerine sportif direktör Aykut Kocaman'ın geleceği konuşuluyordu ancak Daum, takımın başında kalacağını açıklayıp istifa etmedi. Daha sonra sözleşmesi 2.3 milyon euro'ya feshedildi. Daum 2010-11 sezonunun sonlarında Bundesliga'da kalma mücadelesi veren ve teknik direktör Michael Skibbe'yi gönderen Eintracht Frankfurt teknik direktörlüğüne getirildi. 22 Mart 2011'de aldığı takımın başında sadece 7 lig maçına çıkan teknik adam galibiyet alamadı. Ligde 14. sıradaki Franfkurt ekibi üç sıra daha aşağıya inerek Bundesliga'dan düşen takımlardan biri oldu. 9 Kasım 2011 tarihinde Eintracht Frankfurt'dan ayrıldıktan altı ay sonra Daum, Belçika'nın Club Brugge takımı ile seneliği 1.5 milyon euro'ya yeni teknik direktör olarak anlaştı. Bu rakamla Belçika liginde en çok kazanan teknik direktör unvanını aldı. Brugge ekibi ile iyi sonuçlar alan Daum, takımı lig play-off'larına taşımayı başardı. Sezon sonunda Brugge ile Belçika ikincisi oldu. 2011-2012 sezonu sonunda Daum, sürekli Köln ile Brugge arasında gidip gelmek zorunda kaldığını ve ailesine yeterince vakit ayıramadığını gerekçe göstererek Club Brugge takımından kendi isteği ile ayrılmıştır. Christoph Daum 14 Ağustos 2013 tarihinde Bursaspor ile 2 yıllık sözleşme imzaladı. Bursaspor'un UEFA Avrupa Ligi'nden elemesi sonrası sezonun başlamasına 4 gün kala takımın başına geçti. Ligde istikrarlı bir performans gösteremedi. Buna rağmen takımı Türkiye Kupası'nda yarı finallere taşıdı. Ligin ikinci yarısında üst üste alınan kötü sonuçlar nedeniyle 22 Mart 2014'te aldığı Konyaspor yenilgisinden bir gün sonra takım ile yollarını ayırdı. Romanya Futbol Federasyonu 2016 yılında Christoph Daum'u teknik direktörlük görevine getirdi. Daum böylelikle ilk kez bir ülkenin millî takımını yönetme şansı elde etti. 2000 yılında Bayern Münih menajeri Uli Hoeness'in Daum'un kokain kullandığını iddia etmesi Almanya'da büyük bir skandala neden oldu. Daum da Hoeness'e dava açarak, gönüllü olarak saç örneğini mahkemeye teslim etti. 20 Eylül'de Köln Adli Tıp Kurulu'nun incelemesi sonucunda Daum'un saç örneğinden kokain kullandığı tespit edildi. Bu sonuç nedeniyle Daum, Bayer Leverkusen'deki görevinden istifa etti ancak mahkeme sonucuna itiraz edeceğini belirtti. Buna rağmen Daum'un, Almanya Futbol Federasyonu ile devam eden sözleşme konuşmaları, federasyon tarafından sonlandırıldı. Daum bu olaylardan sonra Almanya'dan ayrılıp, bir süre ABD'de kaldı. Orada yaptırdığı bir saç testinde bu sefer kokain bulunmadı. Alman yasalarına göre Daum'un suçu kabul etmesi durumunda hapis cezası para cezasına çevrilecekti. 2001'in Ocak ayında Almanya'ya dönen Daum, Köln'de yaptığı basın açıklamasında kokain kullandığını kabul etti. 2001 yılında Beşiktaş'ı çalıştırırken sık sık Almanya'da hakim huzuruna çıktı. 2002 yılında dava Daum'un para cezasına çarptırılmasıyla sonlandı. Sybase Sybase, 1984'te ABD'de kurulmuş bir teknoloji firmasıdır. 200+ ürünüyle tüm BT ihtiyaçlarına yönelik çözümler sunar. Nükleer enerji m