text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/8/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 20/8/2021 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1977 doğumlu olan başvurucuya karaciğer ve intrahepatik safra yolları malign neoplazmı (karaciğer kanseri) tanısı konulmuştur. 2/6/2021 tarihli doktor raporunda başvurucunun tedavisi için kullanılmasının gerekli olduğunun belirtilmesi sonrasında başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine pemigatinib etken maddeli pemazyre isimli ilacın 6 aylık kullanım dozunun ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ret işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açıp idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini de talep etmiştir. İdare Mahkemesi 5/8/2021 tarihinde dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. SGK vekilinin karara itirazının reddi üzerine başvurucu, yürütmenin durdurulması kararı sonrasında ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa ödenmesi için yeniden SGK'ya başvurmuştur. SGK'ca başvurucunun ilacı temin etmesi durumunda bedelinin geri ödenebileceği bildirilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 20/8/2021 tarihinde tedbir talebini kabul etmiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde, İdare Mahkemesinin 25/11/2021 tarihinde "... hastalığı teşhis eden hastane ve doktoru tarafından, hastalığın tedavisinde kullanılması için uygun görülen ve kullanılması hastanın tercihine bırakılmayan ilaç bedelinin kanser tedavisi gören davacıya mali külfeti ağır olup, bu külfete katlanmak zorunda bırakılmasının sağlıklı yaşam hakkı ve sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayacağı ..." gerekçesiyle ilaç bedelinin ödenmesi talepli başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline karar verdiği anlaşılmıştır. Söz konusu karara karşı SGK vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş olup istinaf incelemesi devam etmektedir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/32928 | Başvuru, kanser hastasına reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun ziyaret günü ve telefon hakkını hafta sonu kullanamamasına dair şikâyetinin derece mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçe olmaksızın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Gümüşhane E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) hükümlü olarak bulunan başvurucu; çarşamba günleri olarak belirlenen açık, kapalı görüş ve telefonla görüşme günlerinin eşinin çalışıyor olması, çocuklarının da eğitim durumu nedeniyle pazar günlerine aktarılması için İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığına (Kurul) müracaat etmiştir. Kurul, başvurucunun çocukları ile hafta sonu açık ve kapalı görüş hakkını pazar günleri saat 00-45 arasında, bir refakatçi ile birlikte kullanmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı Gümüşhane İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde; Çocukları ile pazar günü açık ve kapalı görüş yapmasına Kurul tarafından izin verilmiş ise de bu görüşlerin bir refakatçi ile sınırlandırıldığını, bu sebeple diğer ziyaretçileri ile ancak hafta içi görüşebildiğini belirtmiştir. Ayrıca telefon görüşmelerini hafta sonu yapmasına karar verilmesini talep etmiştir. Hâkimlik 24/2/2020 tarihinde Kurul kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek başvurucunun taleplerinin reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucunun Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itirazın da reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 6/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 16/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12442 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun ziyaret günü ve telefon hakkını hafta sonu kullanamamasına dair şikâyetinin derece mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçe olmaksızın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yan parsel sahibine verilen inşaat ruhsatı ve yapı kullanım izin belgesinin iptal edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Konya ili Beyşehir ilçesi Hacıarmağan Mahallesi 83 numaralı ada 5 numaralı parselin ve üzerindeki bahçeli kârgir evin malikidir. Başvurucunun parseline bitişik olan, aynı adadaki 23 m²lik çıkmaz yol, yol olmaktan çıkarılıp 7 numaralı parselle birleştirilmiş ve Beyşehir Belediye Encümeninin (Encümen) 4/11/2013 tarihli kararıyla 7 numaralı parselin maliki N.S.ye satılarak N.S. adına tescil edilmiştir. Akabinde 1 işyeri ve 1 dubleks mesken için N.S.ye 4/4/2014 tarihli inşaat ruhsatı verilmiştir. A. Satışa yönelik Encümen Kararının İptali Davası Süreci Başvurucu, Encümenin 4/11/2013 tarihli satış işleminin iptali için dava açmıştır. Konya İdare Mahkemesi ( İdare Mahkemesi) 8/5/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyize başvurmuştur. Danıştay Altıncı Dairesi 30/10/2014 tarihli kararıyla Konya İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. İdare Mahkemesi 5/10/2017 tarihinde bozma kararına uyarak dava konusu işlemin iptaline karar vermiş ve bu karar kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Mahkeme iptal gerekçesinde dosyada davacıya ait taşınmazı da kapsayan alanda daha önce parselasyon yapıldığına dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, davalı idare tarafından belirtilen esaslar doğrultusunda alanın bütününü kapsayan parselasyon işlemi yapılmak suretiyle yürürlükteki imar planına uygun olarak düzgün imar parsellerinin oluşturulması ve mülkiyet sahiplerine yapılaşabilecekleri imar parsellerinin tahsis edilmesi gerekirken, kapanan kadastral yolun diğer bir parsel malikine satılması ve sonrasında ifraz ve tevhit yapılarak imar parseli oluşturulmasında hukuka uyarlık bulunmadığını açıklamıştır. B. 4/4/2014 tarihli İnşaat Ruhsatının İptali Davası Süreci Başvurucu, N.S.ye verilen 4/4/2014 tarihli inşaat ruhsatının iptali için Konya İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesi 13/7/2015 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusu reddedilmiş, iptal kararı Danıştay Altıncı Dairesinin 11/9/2018 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. İptal kararı sonrasında Encümen, satışı yapılan taşınmaz yönünden N.S. tarafından ödenen bedelin iade edilmesine ve taşınmazın terkin edilmesine karar vermiş, 15/5/2017 tarihli kararla Konya ili Beyşehir ilçesi Hacıarmağan Mahallesi 83 numaralı adanın bulunduğu alanda 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uygulaması yapılmasına, düzenleme sahasına ait parselasyon planları ve dağıtım cetvellerinin onaylanmasına karar vermiştir. Parselasyon İşleminin İptali İçin Açılan Dava Süreci Başvurucu 3194 sayılı Kanun'un maddesi gereğince imar uygulamasına dair Encümenin 15/5/2017 tarihli parselasyon işleminin iptali için dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde kendi arsasının kişisel amaç güdülerek başka parsel lehine küçültüldüğü, evin ışıklandırılmasının ortadan kaldırıldığı ve işlemin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir. İdare Mahkemesi 18/10/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, dava konusu imar uygulamasının, dayanağı 1/000 ölçekli nazım ve 1/000 ölçekli revizyon uygulama imar planına ve 3194 sayılı Kanun'un maddesinde belirtilen amaçların gerçekleştirilmesine uygun olduğu, imar düzenlemesi sırasında kadastro yollarının dikkate alındığı, düzenleme öncesi mevcut kadastro yollarının düzenleme sonrasında da yine kamu mülkiyeti üzerinde bırakıldığı, dava konusu parsel üzerinde bulunan 1 katlı kârgir yapının, “bitişik yapı nizamı (B)- 4 kat” plan verisine sahip yere isabet ettiği, bu yapının dava konusu uygulamada dikkate alınmak suretiyle korunduğu açıklanmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf talebi Konya Bölge İdare Mahkemesi, İdari Dava Dairesinin 28/10/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyize başvurmuştur. Temyiz incelemesi hâlihazırda devam etmektedir. Başvuru Konusu İnşaat Ruhsatı ve Yapı Kullanma İzin Belgesi İptali Davası Süreci Encümen uyuşmazlık konusu 83 ada 7 numaralı parselde kayıtlı taşınmaza 1 işyeri ve 1 dubleks mesken için 21/6/2018 tarihinde yapı ruhsatı ve 2/8/2018 tarihli yapı kullanma izin belgesi düzenlemiştir. Başvurucu tarafından, kendi taşınmazına bitişik olan 7 numaralı parsele verilen 21/6/2018 tarihli yapı ruhsatı ile 2/8/2018 tarihli yapı kullanma izninin iptali için dava açılmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde davaya konu edilen taşınmaza önceden verilen yapı ruhsatının Mahkeme kararıyla iptal edildiği, idarenin mahkeme kararını görmezden gelerek binayı yıktırmayıp bunun yerine parselasyon yaptığı, parselasyon işleminin iptali için açılan davanın derdest olduğu, N.S.ye yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi verilmesi nedeniyle evinin güney cephesinin tamamen kapanacağını belirtmiştir. İdare Mahkemesi 26/9/2019 tarihinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiştir. 26/11/2019 tarihli bilirkişi raporunda 3194 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilen parselasyon işlemi sonrasında yeni imar hakkına göre yeniden yapı ruhsatı ve inşaat ruhsatı düzenlendiği, dava konusu edilen yapı ruhsatı ile yapı kullanma izninin temelini oluşturan İmar Kanunu madde uygulamasının iptaline ilişkin açılan davanın reddedildiği, mevzuata uygun olarak yeniden yapı ruhsatı alındığı için yapı kullanma izin belgesi için gerekli şartların mevzuat çerçevesinde sağladığı belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporuna karşı itirazda bulunmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde parselasyon işleminin baştan hukuksuz olan inşaat ruhsatını geçerli hâle getirmek amacıyla yapıldığını, idarenin ilk iptal kararını uygulamadığını ve taşınmazın üç cepheden bitişik nizam hâline gelmesinin haksızlık olduğunu belirtmiştir. İdare Mahkemesi 11/2/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.İdare Mahkemesi bilirkişi raporunda belirtilen tespitlere yer vererek yeni imar hakkına göre düzenlenen inşaat izni ve yapı kullanım izin belgesinin verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığını açıklamıştır. Kararda başvurucunun rapora yönelik itirazlarının değerlendirildiği belirtilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 2/12/2020 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 14/12/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/4 | Başvuru, yan parsel sahibine verilen inşaat ruhsatı ve yapı kullanım izin belgesinin iptal edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında dava konusu taşınmaz için takdir edilen bedelin aynı yerde ve aynı tarihte kamulaştırılan bitişik ve eş değertaşınmazlar için belirlenen bedelinin yaklaşık yarısı olarak tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Tekirdağ Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 15/5/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Tekirdağ Belediye Başkanlığı, başvuruculara ait Tekirdağ ili Merkez Ertuğrul Mahallesi, 264 ada 8 parsel sayılı 25,15 m2 yüz ölçümüne sahip kargir dükkan niteliğindeki taşınmazın park alanında kalması sebebiyle civardaki diğer taşınmazlarla birlikte kamulaştırılması için 11/11/2010 tarihli ve 1033 sayılı encümen kararı almıştır. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi kapsamında kurulan uzlaşma komisyonunca taşınmazın m2 birim fiyatı 500 TL olarak belirlenerek arsa ve bina değeri olmak üzere toplam 436,70 TL bedelin başvuruculara ödenmesi teklif edilmiş ise de başvurucular ile uzlaşma sağlanamamıştır. 2942 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında başvuruculara ait taşınmazın tamamının değerinin tespit edilerek ödenmesi ve idare adına tesciline karar verilmesi istemiyle 15/4/2011 tarihinde Tekirdağ Belediye Başkanlığı tarafından başvurucular aleyhine Tekirdağ Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Mahkemece resen seçilen bilirkişiler marifetiyle yapılan keşif ile alınan 5/9/2011 tarihli bilirkişi raporu kapsamında taşınmazın m2 birim fiyatı 980 TL olarak tespit edilerek toplam kamulaştırma bedelinin 270,38 TL olduğu belirtilmiştir. Taraf vekillerince bilirkişi raporuna itiraz edilmiş ise de bilirkişi raporunun usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek 25/11/2011 tarihli celsede itirazlar reddedilmiştir. Mahkemece 23/12/2011 tarihli ve E.2011/170, K.2011/417 sayılı karar ile davanın kabulüne, 264 ada 8 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin 270,38 TL olarak tespitine, taşınmazın başvurucular adına olan tapu kaydının iptali ile park alanı olarak davacı adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Davanın gerekçesi şöyledir:"Dava konusu taşınmaza ait çap örneği, tapu kayıtları, emsal taşınmazlara ait tapu kayıtları, krokileri, Belediye Başkanlığından rayiç değerleri, imar durumları celp edilmiş, ulusal ve yerel gazete ilanları yapılmış, mahallinde ... keşif yapılmış, taşınmazın imar planı içinde, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kaldığı, imar planında yeşil alan ve yol kullanımdaki alanda kaldığı, kadastro tesbiti olup imar parseli olmadığı, arsa vasfında olduğu, taşınmazın şehir merkezinde, ticari alanda, ana yola cepheli, çeşitli meslek gruplarının faaliyet gösterdiği cadde üzerinde kaldığı, belediyenin tüm özelliklerinden faydalandığı görülmüş, mahallinde kamulaştırma listesinden seçilen bilirkişiler marifetiyle 2011 tarihindekeşif yapılmış bilirkişi heyeti tarafından sunulan raporda kamulaştırma bedelinin 270,38 TL olduğu görülmüş, bilirkişi heyeti raporunun usul ve yasaya uygun olduğu ..." Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli ve E.2012/16542, K.2012/20767 sayılı ilamı ile kamulaştırılan taşınmaz mal ile emsalin üstün ve eksik yönleri belirlenip kıyaslaması yapılarak zemine, resmî birim fiyatları esas alınıp yıpranma payı da düşülerek binaya değer biçilmesinde ve tespit edilen bedelin bloke ettirilerek hükmün kesinleşmesi beklenmeden davalı tarafa ödenmesine karar verilmesinde isabetsizlik görülmediği belirtilerek onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 16/4/2013 tarihli ve E.2013/3537, K.2013/7459 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 24/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2942 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “İdarelerin, bu Kanuna göre, tapuda kayıtlı olan taşınmaz mallar hakkında yapacağı kamulaştırmalarda satın alma usulünü öncelikle uygulamaları esastır.Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak idare,... taşınmaz malın tahmini bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla kıymet takdir komisyonunu görevlendirir.Ayrıca idare, tahmin edilen bedel üzerinden pazarlıkla satın alma ve trampa işlemlerini yürütmek ve sonuçlandırmak üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla uzlaşma komisyonunu görevlendirir.İdare, kıymet takdir komisyonunca tespit edilen tahmini bedeli belirtmeksizin, kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz mal, kaynak veya bunların üzerindeki irtifak haklarının bedelinin peşin veya bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılıyor ise, bu fıkradaki usullere göre taksitle ödenmesi suretiyle ve pazarlıkla satın almak veya idareye ait bir başka taşınmaz malla trampa yoluyla devralmak istediğini resmi taahhütlü bir yazıyla malike bildirir.Malik veya yetkili temsilcisi tarafından, bu yazının tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde, kamulaştırmaya konu taşınmaz malı pazarlıkla ve anlaşarak satmak veya trampa isteği ile birlikte idareye başvurulması halinde; ... pazarlık görüşmeleri yapılır, tespit edilen tahmini değeri geçmemek üzere bedelde veya trampada anlaşmaya varılması halinde, yapılan bu anlaşmaya ilişkin bir tutanak düzenlenir ...İdarece, anlaşma tutanağının tanzim tarihinden itibaren en geç kırkbeş gün içinde, tutanakta belirtilen bedel ödenmeye hazır hale getirilerek, bu durum malike veya yetkili temsilcisine yazıyla bildirilerek tapuda belirtilen günde idare adına tapuda ferağ vermesi istenilir. Malik veya yetkili temsilcisi tarafından idare adına tapuda ferağ verilmesi halinde, kamulaştırma bedeli kendilerine ödenir.Bu madde uyarınca satın alınan veya trampa edilen taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı, sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır ve bu şekilde yapılan kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamaz.Anlaşma olmaması veya ferağ verilmemesi halinde bu Kanunun 10 uncu maddesine göre işlem yapılır.” 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin …ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına… dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.…14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır....” 2942 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“ …bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a) Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü,c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d) Varsa vergi beyanını,e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini,g) Arsalarda, kamulaştırma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.…” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4774 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında dava konusu taşınmaz için takdir edilen bedelin aynı yerde ve aynı tarihte kamulaştırılan bitişik ve eş değer taşınmazlar için belirlenen bedelinin yaklaşık yarısı olarak tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; delillerin yanlış değerlendirilerek usul ve yasaya aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, ileri sürülen iddia ve olguların temyiz incelemesinde değerlendirilmemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 14/11/2013 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/5/2009 tarihli dava dilekçesinde eşi adına tapuda kayıtlı, aile konutu niteliğinde olan kat mülkiyetine konu bağımsız bölüm üzerinde davalı banka lehine iki ayrı ipotek tesis edildiğini, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi gereğince açık rızası alınmadan gerçekleştirilen işlemlerin geçersiz olduğunu belirterek ipoteklerin fekkine, taşınmazın kaydına aile konutu şerhi işlenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Konya Aile Mahkemesi 27/4/2010 tarihli ve E.2009/367, K.2010/321 sayılı kararı ile davayı kabul etmiş; dava konusu taşınmaz üzerindeki davalı banka lehine tescil edilen 5/4/2005 ve 17/11/2006 tarihli toplam 000 TL bedelli ipoteklerin kaldırılmasına, taşınmazın tapu kaydı üzerine aile konutu şerhi konulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Toplanan delillerden, dava konusu taşınmazın eşler tarafından kendilerine aile konutu olarak özgülendikleri tartışmasızdır. Davalı bankanın taşınmazı ipotek alırken bu yerin aile konutu olduğunu ve davacı kadının da ipoteğe rızasının alınmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/9/2011 tarihli ve E.2010/22970, K.2011/13714 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Oyçokluğu ile verilen bozma ilamının gerekçesi şöyledir:“…Toplanan delillerden; davalı Ali Haydar Kuşnurullahoğlu'nun maliki olduğu 3156 Ada, 1 parselde kayıtlı 34 no'lu bağımsız bölüm üzerine 5/4/2005 tarihinde 000 TL., 17/11/2006 tarihinde ise 000 TL.bedelle diğer davalı Şekerbank’tan almış olduğu ticari kredi karşılığı ipotek konulduğu anlaşılmaktadır. Davalı banka, 31/1/2009 tarihinde ipoteğin paraya çevrilmesi için icra takibi yapmıştır. İş bu dava ise 15/5/2009 tarihinde açılmıştır. Davacı kadın, dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunun tespiti ile diğer davalıya verilen ipoteğin kaldırılmasını istemiştir. Toplanan delillerden, davacı kadının ipotek işlemlerinden haberdar olduğu ve rızasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” Karara muhalif olan üyenin karşıoy gerekçesi ise şöyledir:“Malik olmayan eşin "açık rızasının" bulunmadığı konusunda değerli çoğunluk ile aramızda görüş birliği vardır. Örtülü rızanın ise kanunda öngörülen açık rıza olmadığı da izahtan varestedir. Malik olmayan eşin açık rızası bulunmadan yapılan işlem kesin hükümsüz olmakla yerel mahkeme kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Yerel mahkeme ile aynı görüşü paylaşıyorum.” Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 23/1/2012 tarihli ve E.2011/23120, K.2012/899 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Oyçokluğu ile verilen karara muhalif üyenin karşıoy gerekçesi ise şöyledir: “Değerli çoğunluk, aile konutu üzerine davalı banka lehine ipotek tesis edildiğinden davacının haberinin olduğunu ve işleme onay verdiğini kabul etmektedir. Oysa dosyada davacının işleme onay verdiğine ilişkin hiçbir delil bulunmamaktadır. Davalı bankanın da bu yönde bir iddiası yoktur. Hatta davalı banka vekili cevabında "davacı eşin rıza göstermemiş olmasının ipoteği geçersiz kılmayacağını" ifade etmekle, davacının işleme rızasının bulunmadığını esasen kabul etmektedir. O, ipotek tesisi sırasında taşınmazın tapu kaydında "aile konutu" olduğunu gösteren bir şerh bulunmadığını, tapu siciline güven ilkesi gereği kazanımlarının korunması gerektiğini, davacının kötü niyetli olduğunu ileri sürmektedir. İpotek tesisine ilişkin işlem sırasında tapu kütüğüne konutla ilgili şerh bulunmadığı doğrudur. Bu halde, kural olarak işlemin tarafı olan şahıs iyi niyetli ise, Türk Medeni Kanunu’nun maddesi gereğince kazanımı korunur. Kanunun iyi niyete hukuki sonuç bağladığı durumlarda da aslolan iyi niyetin varlığıdır. Ancak durumun gereklerine göre, kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz (TMK.md.3). Banka, tacirdir. Her tacirin ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi yasa gereğidir TTK.md.20/). Basiretli hareket etme yükümlülüğü, alacağına teminat olarak gösterilen taşınmazın hukuki ve fiili durumunu bilmeyi de gerektirir. Banka, bu yükümlülüğüne uygun davranmamış, kendisinden beklenen özeni göstermemiştir. Öte yandan, davacı vekili, Bankalar Birliğinin 2002 tarihli 2002/67957 sayılı genelgesiyle, aile konutu üzerine ipotek tesisi halinde borçlunun eşinin işleme onayının alınması gerektiğinin bildirildiğini ileri sürmüş, davalı Banka ise, bu genelgenin tavsiye niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Demek ki, davalı banka, aile konutu üzerine ipotek tesisinde, konut üzerinde hak sahibi olanın eşinin onayının alınması gerektiğini bilmektedir. Öyleyse, davalı bankanın iyiniyet iddiası dinlenmez. İyiniyet söz konusu olmayınca da kazanım korunmaz. Bu bakımdan, yerel mahkemece, aile konutu üzerine davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilen ipoteğin kaldırılmasına ilişkin kararda yasaya aykırılık bulunmamaktadır. Bu sebeplerle davacının karar düzeltme talebi yerindedir, kabulü ile Dairemizin bozma kararının kaldırılması ve yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle değerli çoğunluk görüşüne katılmıyorum.” Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2012/188 sırasına kaydedilmiş: Mahkemece bozma ilamına uyularak 19/6/2012 tarihli ve K.2012/755 sayılı kararla dava reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “…Davalı Ali Haydar Kuşnurullahoğlu'nun maliki olduğu 3156 ada,1 parselde kayıtlı 34 bağımsız bölüm sayılı taşınmazın tapu kaydına 5/4/2005 tarihinde 000-TL., 17/11/2006 tarihinde ise 000-TL. bedelle diğer davalı Şekerbank’tan almış olduğu ticari kredi karşılığı ipotek konulduğu anlaşılmıştır. Davalı banka 31/1/2009 tarihinde ipoteğin paraya çevrilmesi için İcra takibi yapmıştır. İş bu dava ise 15/5/2009 tarihinde açılmıştır. Davacı kadın, dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunun tespiti ile diğer davalıya verilen ipoteğin kaldırılmasını istemiştir. Toplanan delillerden, davacı kadının ipotek işlemlerinden haberdar olduğu ve rızasının bulunduğu Yargıtay bozma ilamında da belirtildiği şekliyle anlaşılmaktadır. Bu nedenle davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/2013 tarihli ve E.2012/20168, K.2013/13225 sayılı ilamı ile onanmıştır. Oyçokluğu ile verilen karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“… Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve özellikle ipoteklerin tesis edildiği tarihte taşınmaz üzerinde aile konutu şerhinin bulunmamasına, ipoteklerin davalı kocanın borcu için tesis edilmesine, kocanın borcu için aile konutu üzerinde iki defa ipotek tesis edilmesinden davacı kadının haberdar olmamasının hayatın olağan akışına uygun bulunmamasına, davalı bankanın kötü niyetli olduğunun kanıtlanmayıp Türk Medeni Kanununun maddesi gereğine tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazananın kişinin bu kazanımının korunacağının tabii bulunmasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, …” Karara iki Daire üyesi muhalif kalmış olup davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini savunan üyenin karşı oy gerekçesi şöyledir:“Malik olmayan eşin "açık rızası" alınmadan yapılan işlem kesin hükümsüzdür.Açık rıza olmadığı için maddi hataya dayalı bozma kararına uymak usulü kazanılmış hak oluşturmaz.Bu sebeplerle davanın reddi usul ve kanuna aykırıdır.” Farklı gerekçeyle kararın onanması gerektiğini savunan diğer üyenin karşıoy gerekçesi ise şöyledir:“Aile konutu nedeniyle ipoteğin kaldırılması taleplerinde davacı taşınmazın işlem tarihinde aile konutu olduğunu, ipotek işleminin tarafları da davacı eşin açık rızasının mevcut olduğunu, mevcut olmasa bile davacının hakkın kötüye kullanılmasını (TMK. md. 2) oluşturacak şekilde dava açtığını kanıtlamakla yükümlüdür. Davada bu yönden bir değerlendirme yapılamamıştır. Bu yönden değerlendirme yapılarak karar verilmeli ve hüküm bu nedenle bozulmalıdır. Ne var ki, mahkemece Yargıtay bozma ilamına uyma kararı verilerek hüküm oluşturulduğuna, böylece davalılar lehine usuli kazanılmış hak durumu gerçekleştiğine göre; artık bozma kararı verilemez. Temyiz edilen hüküm bu nedenle onanmalıdır. Farklı gerekçeyle hükmün onanması gerektiği düşüncesindeyim”. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 23/9/2013 tarihli ve E.2013/16111, K.2013/21477 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı, 23/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş; 14/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Kanun’un maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şu şekildedir:“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli Şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8443 | Başvuru, delillerin yanlış değerlendirilerek usul ve yasaya aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, ileri sürülen iddia ve olguların temyiz incelemesinde değerlendirilmemesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular11/9/2014 tarihi ve devamında yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/13266, 2014/13267, 2014/13341, 2014/13342, 2015/1973 ve 2015/1986 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/3549 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan bir kısmının babası olan muris Mehmet Yusufoğlu'nun 1966 yılında Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde farklı parseller yönünden açtığı kadastro tespitine itiraz davaları ile yine bir kısım başvurucunun babası olan muris Ahmet Sarıboğa'nın 1966 yılında anılan Mahkemede açtığı kadastro tespitine itiraz davası; başvurucular Abdulhalim Aydın ve Mehmet Şirin Aydın'ın babaları, başvurucular Eyyüp Sabir Aydın, Güle Dicle Aydın, Nurhayat Aydın Kayhan'ın dedesi ve başvurucu Nadire Aydın'ın mirasçısı olduğu eşinin babası olan muris Diyap Aydın'ın 1966 yılında anılan Mahkemede açtığı 1966/164 Esas sayılı kadastro tespitine itiraz davası üzerinde birleştirilmiş; söz konusu davaya bir kısım başvurucunun babası olan muris Abdurrahman Karaaslan 28/2/1966 tarihinde müdahil olmuştur. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen davayerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3549 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 19/10/2007 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru 17/4/2014 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15/7/2006 tarihinde meydana gelen iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 19/10/2007 tarihinde, işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Karşıyaka İş Mahkemesince yapılan yargılamada, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yapılan kaza tahkikat işlemlerinin neticesi beklenirken, davalı tarafından 14/6/2012 tarihinde maluliyet oranının tespiti davası açılmıştır. Mahkeme, anılan davanın bekletici mesele yapılmasına hükmetmiştir. Yargılama halen Karşıyaka İş Mahkemesinin E.2007/715 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 17/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5315 | Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 19/10/2007 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, buna yönelik şikâyetin yargı makamlarınca incelenmemesi nedeniyle mahkeme (karar) hakkının, ziyaret günleri ile telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin, eğitim ve iyileştirme faaliyetleri ile ödüllendirmelerden yararlanılmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile mahkûmiyet kararı bulunmaksızın resmî yazışmalarda "terör örgütü üyesi olma suçuyla tutuklandığı" ifadesinin bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 9/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süreci üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Başvurucu, 1987 doğumlu olup 13/1/2017 tarihinde terör örgütü üyesi olma iddiasıyla tutuklanıp Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 24/7/2018 tarihli yazısıyla infaz kurumunda ziyaret ile telefon ve diğer iletişim araçlarıyla haberleşmeye yönelik uygulamalar hususunda bir kısım kararların alındığı İnfaz Kurumuna bildirilmiştir. Bildirim yazısı şöyledir:"5237 sayılı yasanın ikinci kitap dördüncü kısım, beşinci, altıncı ve yedinci bölümde tanımlanan suçlar, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından;1-5275 sayılı kanunun ve nci maddeleri hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmesi hakkında yönetmeliğin 5/e maddesi uyarınca açık görüşlerinin hükümlüler tarafından ceza infaz kurumunca gerekli güvenlik önlemlerinin alınarak İdare ve Gözlem kararı doğrultusunda ayda bir, hükümlü ve tutuklular hakkında 2 ayda bir yaptırılmasına,2-Telefon görüşmelerinin gerekli yasal prosedür çerçevesinde alınacak karar doğrultusunda 15 günde bir yapılmasına,3- Mektup ve diğer haberleşme yöntemlerinin gerekli yasal prosedür çerçevesinde alınacak karar doğrultusunda haftada bir yapılmasına,Bu konuda usulun Ceza İnfaz Kurumu güvenlik ve düzenini bozulmasına sebebiyet verilmeden Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce belirlenmesine,Cumhuriyet Başsavcılığımızın bu konuda almış olduğu önceki kararların yürürlükten kaldırılmasına karar verilmiştir." İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) tarafından Savcılık yazısına istinaden 26/7/2018 tarihinde ziyaret ve haberleşme uygulamaları ile ilgili karar alınmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, 1 -5275 sayılı kanunun ve nci maddeleri hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmesi hakkında yönetmeliğin 5/e maddesi uyarınca açık görüşlerinin hükümlü ve tutuklular hakkında gerekli güvenlik önlemlerinin alınarak 2 ayda bir yaptırılmasına,2-Telefon görüşmelerinin 15 günde bir yapılmasına,3- Mektup ve diğer haberleşme yöntemlerinin haftada bir yapılmasına..." İdare ve Gözlem Kurulu kararı başvurucuya 27/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/8/2018 tarihinde anılan İdare ve Gözlem Kurulu kararına itiraz etmiş, itiraz dilekçesinde kararın yanı sıra bir kısım tutulma koşullarından da şikâyet etmiştir. Bu bağlamda başvurucu, olağanüstü hâl dönemi bitmesine karşın bazı kısıtlamaların kaldırılmadığını, tutuklandığı tarihten itibaren 20-25 m2lik alanda dönüşümlü olarak yaklaşık iki aydır yerde uyumak zorunda kaldığını, eğitim, iyileştirme veya ödüllendirmeye yönelik hiçbir haktan faydalanmadığını, fiziki koşulların kötü olduğunu ve havalandırmadan yeteri kadar yararlanamadığını dile getirmiş; neticede İdare ve Gözlem Kurulu kararının kaldırılmasını ve şikâyet ettiği tutulma koşullarının iyileştirilmesini talep etmiştir. Bingöl İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 16/8/2018 tarihli kararıyla başvurucunun İdare ve Gözlem Kurulu kararına itirazını reddetmiştir. Başvurucunun tutulma koşullarıyla ilgili şikâyeti hakkında herhangi bir karar verilmemiştir. Ret kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...yapılan incelemede hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmeleri hakkındaki yönetmeliğinde 5-e maddesinde resmi gazetenin 18/8/2016-29805 tarihi ile bendin eklendiği, bu haliyle olağanüstü hal süreci dışında da uygulanabileceği anlaşılmakla tutuklunun yerinde olmayan itirazının reddine..." Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiş; itirazında İnfaz Hâkimliğinin tutulma koşullarına yönelik şikâyetini değerlendirmediğini belirtmiştir. Başvurucunun itirazı Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin 5/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 10/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurusundan sonra başvurucu 27/9/2019 tarihinde İnfaz Kurumundan tahliye edilmiştir. Anayasa Mahkemesince İnfaz Kurumundan başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin ayrıntılı bilgi talep edilmiştir. İnfaz Kurumu tarafından gönderilen 6/11/2020 ve 18/11/2020 tarihli yazılı cevaplara göre;i. Başvurucu 14/1/2017 ile 27/9/2019 tarihleri arasında oda kapasitesi 8 ve 10 kişi olan odalarda en fazla 14 kişiyle birlikte tutulmuştur.ii. 10 kişilik odalarda yatakhane, havalandırma bahçesi, ortak alan mutfak, tuvalet, banyo bulunmaktadır ve yatakhane kısmı 21 m2, havalandırma bahçesi 36,1 m2, ortak alan olan mutfak kısmı 21 m2, tuvalet 1,5 m2 ve banyo 1,5 m2dir.iii. 8 kişilik odalarda yatakhane, mutfak ve ortak alan, havalandırma bahçesi, tuvalet, banyo ve merdiven girişi bulunmaktadır ve yatakhane kısmı 28 m2, mutfak ortak alan kısmı 9 m2, havalandırma bahçesi 36,1 m2, tuvalet ve banyo 1,5 m2, merdiven girişi ise 6 m2dir.iv. Başvurucunun tutulduğu sürede yerde yatıp yatmadığı, dönüşümlü olarak yer yatağında uyuyup uyumadığı, yer yatağında yatma sürelerine ilişkin bilgi bulunmamaktadır.v. İdare ve Gözlem Kurulu tarafından ziyaret ve haberleşmeye yönelik alınan 26/7/2018 tarihli karar, yine aynı Kurul tarafından 5/9/2018 tarihinde alınan bir başka kararla değiştirilmiştir. Buna göre açık görüşlerin ayda bir yaptırılmasına, telefon görüşmelerinin haftada bir yaptırılmasına, mektup ve diğer haberleşme yöntemlerinin de haftada bir yapılmasına karar verilmiştir.vi. Başvurucu 26/7/2018 tarihinden sonra 4/9/2018 tarihinde yakınlarıyla açık görüş gerçekleştirmiş, bu tarihten sonra ayda bir açık görüş hakkından yararlanmıştır.vii. Başvurucu 26/7/2018 ile 5/9/2018 tarihleri arasında üç kez telefonla görüşme hakkından yararlanmıştır. Kötü muamele yasağına ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Hanifi Baki, B. No: 2017/36197, 27/6/2018, §§ 14- Ziyaret hakkının kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkına ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. B.K., B. No: 2017/6432, 10/12/2019, §§ 23-44; telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyetine ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, §§ 18-20, 23- 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahedeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak...." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31300 | Başvuru, ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, buna yönelik şikâyetin yargı makamlarınca incelenmemesi nedeniyle mahkeme (karar) hakkının, ziyaret günleri ile telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin, eğitim ve iyileştirme faaliyetleri ile ödüllendirmelerden yararlanılmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile mahkûmiyet kararı bulunmaksızın resmî yazışmalarda "terör örgütü üyesi olma suçuyla tutuklandığı" ifadesinin bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2006 yılında tapusuz taşınmazın tescili talebiyle dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 3/2/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/4/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/859 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5601 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, karar düzeltme isteği hakkında olumlu ya da olumsuz bir değerlendirme yapılmamış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yağlı boya ve boyama malzemeleri alanında kullanılan ve dünyaca bilinen Bob Roos markasının sahibi ve Amerika Birleşik Devletlerinde mukim olan bir şirkettir. Bob Ross markası ayrıca Türk Patent Enstitüsünde (TPE) de tescillidir. Başvurucu; davalı şirketin Bob Roos markasını taşıyan ürün ve eğitim programlarını taklit ederek ya da başka ülkelerden hukuka aykırı şekilde ithal ederek yurt içinde satışa sunduğunu ileri sürmüş ve markaya yönelik tecavüzün önlenmesi, markayı taşıyan ürünlerin imha edilmesi ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi 5/12/2013 tarihli karar ile davalı şirketin herhangi bir hakkı bulunmamasına rağmen başvurucuya ait markayı taşıyan ürünler ile başvurucuya ait eğitim CD'lerini ticari amaçlı olarak işyerinde kullanarak markaya tecavüzde bulunduğu ve haksız rekabet fiilini gerçekleştirdiği saptamasında bulunmuştur. Mahkeme bu saptamadan hareketle bilirkişi raporu doğrultusunda davalının markayı kullanmasının menine, bu markayı taşıyan ürünlerinin imhasına, başvurucuya 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiş, ''BOB ROSS+şekil'' ibareli markanın tanınmış marka olduğunun tespitini ise reddetmiştir. Karar, başvurucu ve davalı şirket tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/9/2014 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu ve davalı karar düzeltme isteğinde bulunmuştur. Başvurucu 5/12/2014 tarihli karar düzeltme isteğinde özellikle eser üzerinde mali hak sahibi olması nedeniyle manevi tazminat hakkı bulunmadığı yönündeki kabulünün Yargıtayın yerleşik içtihatlarına aykırı olduğunu ve hükme esas alınan bilirkişi raporunun dosya içeriği ile bağdaşmayan afaki yorumlardan ibaret olduğunu, anılan hususların temyiz dilekçesinde açıkça belirtilmesine rağmen dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesi 26/5/2015 tarihinde onama kararına karşı davalı vekilinin karar düzeltme isteğinde bulunduğunu belirterek koşulları bulunmadığından isteğin reddine karar vermiş, buna karşılık başvurucunun karar düzeltme isteği hususunda herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Nihai karar 15/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 13/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Karar düzeltme isteği incelemesinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:1 – (Değişik: 16/7/1981 - 2494/31 md.) Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,...4 – Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,…"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, ... esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık,[GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 3274/08, 3377/.., 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14347 | Başvuru, karar düzeltme isteği hakkında olumlu ya da olumsuz bir değerlendirme yapılmamış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: G. Bilgi Paz. Dan. ve Çağ. Srv. Hiz. A.Ş.de (İşveren/Şirket) takım üyesi olarak görev yapan başvurucu, Şirket tarafından en çok satış yapan çalışanlar için 11/11/2016 ila 14/11/2016 tarihleri arasında düzenlenmiş olan Fenomen İtalya gezisine katılmıştır. Gezinin son günü Roma Adalet Sarayı önünde gerçekleşen hukuka aykırı bir gösteriye katılmak suretiyle doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışta bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesi 10/6/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan hüküm uyarınca İşveren tarafından 9/12/2016 tarihinde feshedilmiştir. Şirketin iç denetim birimi tarafından konuyla ilgili olarak hazırlanan inceleme raporunda, Roma Adalet Sarayının önünde gerçekleşen PKK terör örgütünün düzenlediği gösteriye başvurucunun da içinde bulunduğu Şirket çalışanı yedi kişinin katıldığı, olay esnasında Biji Serok Apo şeklinde slogan attıklarının geziye katılan diğer altı çalışan tarafından beyan edildiği ve olaya ilişkin fotoğrafların bulunduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte olay hakkında bilgisine başvurulan personelin, bir önceki akşam yemeğinde Onuncu Yıl Marşı ve Memleketim isimli şarkıların söylendiği sırada bahse konu kişilerin şarkılara katılmadığı ve tepki gösterdiği, fotoğraf çekileceği sırada zafer işareti yaparak fotoğrafa dâhil olmak istedikleri hususunda beyanda bulundukları ifade edilmiştir. İnceleme kapsamında savunması alınan başvurucu; olay günü Roma Adalet Sarayı önünde fotoğraf çektirdiğini, o esnada aynı yerde pankartların bulunduğunu ve sloganlar atıldığını, fotoğraf çektirdikten sonra olay yerinden uzaklaştığını beyan etmiştir. Başvurucu 27/12/2016 tarihinde işe iade istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; duyuma dayalı olarak soyut gerekçelerle sözleşmesinin feshedildiğini, feshin geçerli bir sebebe dayanmadığını ileri sürmüştür. Diyarbakır İş Mahkemesi (Mahkeme) 21/11/2017 tarihinde davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Şirketin beyanlarına başvurduğu görgü tanıklarını Mahkemede dinletmek suretiyle fesih ihbarnamesinde ileri sürdüğü nedenleri ispat edemediği vurgulanmıştır. Şirket tarafından anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 29/6/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiş, mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararda, davalı İşverenin başvurucunun terör örgütü propagandası yapan bir grubun eylemine katıldığı yönünde tespitlerde bulunduğu, bu durumun diğer çalışanlar tarafından görülmüş olduğu ve söz konusu çalışanların yürütülen incelemede de aynı yönde beyanda bulunduğu vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde; terör örgütü propagandasının yapıldığı yerde başvurucunun fotoğrafının çekildiği, fotoğrafların dosyaya sunulduğu, fotoğraflarda örgüte ait flamaların açıkça görüldüğü, başvurucunun da fotoğraf çektirmek için olay yerinde bulunduğunu kabul ettiği belirtilmiştir. Nihai karar 27/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucunun da aralarında bulunduğu söz konusu personel hakkında İşverenin şikâyeti üzerine terör örgütü propagandası yapmak suçundan soruşturmaya başlanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 16/3/2017 tarihli kararıyla, şikâyet olunanlar hakkında yapılan açık kaynak ve arşiv araştırmasında terör örgütünü öven şiddet yöntemlerini meşru gösterecek şekilde terör örgütü propagandasını içerir bir paylaşımın bulunamadığı, şikâyet olunanların açık kimliklerinin ve hangisinin ne şekilde örgüt propagandası yaptığının tespit edilemediği belirtilerek kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara yönelik itiraz Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ayrıca aynı olay kapsamında iş sözleşmesi feshedilen N.K.nın açtığı işe iade davası Diyarbakır İş Mahkemesince, davalı şirket tarafından dosyada tanık dinletilmediği, iddianın ispatlanamadığı ve konuyla ilgili takipsizlik kararı verildiği belirtilerek kabul edilmiş, bu karara yönelik istinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 6/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenlerle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:...e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması...." 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebeplere dayandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/2 md.) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM'e göre mesleki hayat özel hayat kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: a) özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım) ve b) itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası bakımından aranılan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmış olduğu durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103). AİHM kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM; kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM sebebe dayalı yaklaşımın Sözleşme'nin maddesinin uygulanmasını gerekli kılmadığı durumlarda, söz konusu tedbirin sonuçlarının özel hayatın üzerindeki etkilerine ilişkin bir inceleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla beraber söz konusu bu ayrımın ilgili tedbirin altında yatan sebepleri ve tedbirin sonuçlarını incelerken her iki yaklaşımı birlikte uygulamasına engel teşkil etmediğini de belirtmektedir (Denisov/Ukrayna, § 109). AİHM sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olması şartını aramakta, asgari ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, §§ 113, 116). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet ettikleri tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdır (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29512 | Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında fiziksel ve sözlü şiddete ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuru yaşam hakkı yönünden kabul edilemez bulunmuş, kötü muamele yasağı yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların oğlu 1989 doğumlu S.H. Şırnak'ta zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken 26/11/2009 tarihinde banyoda ölü olarak bulunmuştur. S.H.nin ölüm olayıyla ilgili olarak askerî savcılıkça (Savcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından ölüm olayının meydana geldiği yer ve S.H.nin eşyaları incelenmiş, eşyalarının arasından intihar mektubu bulunmuş, mektubun S.H. tarafından yazıldığı uzmanlarca tespit edilmiştir. Ayrıca olayda kullanılan silah (G3 piyade tüfeği) muhafaza altına alınmış, S.H.nin vücudundan örnekler alınmış ve otopsisi yapılarak ölüm nedeni kesin olarak belirlenmiştir. Buna göre başvurucuların oğlu çenesinin altında oluşan ateşli silah yaralanmasının beyninde hasara neden olması sonucu vefat etmiştir. Soruşturma makamı tarafından ölüm olayıyla ilgili olarak tanıklar dinlenmiştir. Tanıklar başvurucuların oğlunun ölümünden önce Astsubay Çavuş Y.A. ile Uzman Çavuş B. tarafından darbedildiğini beyan etmişlerdir. Tanık beyanları doğrultusunda Y.A. ile B. şüpheli olarak soruşturmaya dâhil edilmiş ve savunmaları alınmıştır. Uzman Çavuş B., eşine yönelik taciz içerikli mesajların S.H.ye ait telefondan gönderildiğini tespit etmeleri üzerine S.H.ye kızdığını ve iki tokat attığını kabul etmiş; Y.A. ise vurmadığını sadece hafifçe sarstığını, bu sırada S.H.nin yere düştüğünü ifade etmiştir. Şüpheli askerler olaya konu mesajları Savcılığa delil olarak iletmiştir. Savcılıkça mesajlar incelenmiştir. Kendini Yılmaz olarak tanıtan bir kişi tarafından Uzman Çavuş B.nin eşi B.ye gönderildiği anlaşılan mesajlar onu bir restorana davet eder mahiyettedir. Ölüm olayından yirmi gün önce izin kullanan S.H.nin neşeli bir insan olduğunu ve askerde bir sıkıntısı olmadığını beyan eden babası -başvurucu Zemci Horuz- daha sonra verdiği ifadesinde beyanını değiştirerek S.H.nin, izinliyken amcasına etnik kökeni (Kürt olması) nedeniyle komutanlarından hakaret işittiğini söylediğini iddia etmiştir. Bunun üzerine aynı etnik kökenli başka askerler soruşturma makamınca tanık olarak dinlenilmişler, bu tanıklar, komutanlarınca ayrımcılığa uğramadıklarını, başvurucunun da uğradığına ilişkin bir bilgilerinin olmadığını dile getirmişlerdir. S.H.nin eşyaları arasında bulunan intihar mektubunun darbetme olayıyla ilgili kısmı şöyledir: "...bir de [] uzman ve Y. astsubaya çok teşekkür ettiğimi söyle her zaman böyle haksız yere asker dövmeye devam etsinler öteki tarafta yüce 'RABBİM' den korkmuyorlar mı, aslında [] uzmanı ben kendime abi gibi seçmiştim tüm derdimi sorunlarımı mevzilerde hep onunla paylaştım bizim Adıyamanlı olduğumuzu babamızın oğlu olduğumuzu unutmasın ... [Y.] astsubay sivilde kendine dikkat etsin..." Tanıklar Ö., İ.T. ve R.T.; S.H.nin telefonundan çekilen mesajlar nedeniyle Uzman Çavuş B.nin S.H.ye tokat attığını, Astsubay Y.A.nın da yumrukla vurduğunu, kendisine çekerken S.H.nin yere düşmesi üzerine de tekme attığını beyan etmişlerdir. Ö. ayrıca S.H.nin intihar anını gördüğünü, banyoda çenesinin altına tüfeği yerleştirip bir anda tetiği çektiğini, ancak bunu önlemek için yetişemediğini belirtmiştir. Savcılıkça başvurucuların oğlunun intihar ettiği kanaatine varılarak 15/7/2010 tarihinde ölüm olayıyla ilgili kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, şüpheli Y.A. ve B.nin asta karşı müessir fiil suçunu işledikleri isnadıyla haklarında ceza davası açılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların ölüm olayıyla ilgili kovuşturma yapılmamasına ilişkin Savcılık kararına itirazları askerî mahkemece 2/11/2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu aşamada başvurucular 7/3/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurarak yaşanan darp ve ölüm olayı nedeniyle yaşam ve adil yargılanma hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Diğer taraftan başka bir askerî mahkemece sanıklar hakkında asta karşı müessir fiil suçu yönünden yargılama yapılmış, 6/12/2011 tarihinde sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Sanık B.nin başvurucuların oğlu S.H.ye iki kez tokat atmak suretiyle asta müessir fiil suçunu işlediği askerî mahkemece kabul edilmiş, olayın diğer askerlerin önünde gerçekleşmesi nedeniyle mağdurda yarattığı psikolojik etkinin ağırlığı dikkate alınıp alt sınırdan uzaklaşılarak sanığa ceza verilmiş, B.nin eşine atılan mesajlar nedeniyle B.nin suçu haksız tahrikle işlediği değerlendirilerek cezasında indirim yapılmıştır. Ayrıca B.nin soruşturmanın ilk aşamasından itibaren samimi beyanda bulunarak suçunu ikrar etmesi nedeniyle de cezasında iyi hâl indirimi uygulanmış, sonuç ceza olan 25 gün hapis cezası para cezasına çevrilmiştir. Askerî mahkeme tarafından diğer sanık Y.A.nın S.H.ye yumruk ve tekme attığı kabul edilmiş, yaralama biçimi dikkate alınarak sanığın cezası artırılmış, iyi hâl indirimi uygulanarak hükmedilen 3 ay 10 gün hapis cezası para cezasına çevrilmiştir. Başvurucular anılan cezaların yeterli olmadığını iddia ederek katılan sıfatıyla kararı temyiz etmişlerdir. Askerî Yargıtayın 3/12/2014 tarihli kararıyla sanıklar hakkında verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesi bakımından mahkûmiyet hükümleri bozulmuştur. Bozma kararı üzerine yargılama ilk derece mahkemesinde devam ederken AİHM, 2015 yılında başvurucuların oğullarının ölümü ile ilgili iddialarını yaşam hakkı yönünden, ölümünden önce üstleri tarafından yaralanmasıyla ilgili iddialarını ise kötü muamele yasağı yönünden incelemiş; sonuç olarak başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Zemci ve Hatun Horuz/Türkiye, B. No: 30247/11, 24/3/2015). AİHM'e göre başvurucularının oğlunun intihar etmesi olayında tüm deliller soruşturma makamınca toplanmış ve esaslı araştırma yapılmıştır. Kararda müteveffanın yakın ve gerçek intihar etme riski olup olmadığı veya en azından kamu makamlarının bu riski öngörüp öngöremeyeceği tartışılmış, genel olarak S.H.nin üstleriyle iyi anlaştığı ve yaşanan olayın münferit olması nedeniyle S.H.nin intihar etmesinin planlı olmadığı değerlendirilerek bu olayın öngörülemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla devletin koruma ve usul yükümlülüğü kapsamında yaşam hakkı bakımından başvurucuların şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir. Buna karşın başvurucuların S.H.nin üstleri tarafından fiziksel şiddet görmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları hakkında AİHM, sanıklar hakkındaki ceza davasının sonuçlanmamış olması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediğine karar vermiştir. AİHM kararından sonra askerî mahkeme tarafından hapis cezası olarak B. ve Y.A. hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Başvurucuların itirazları itiraz mercii olan askerî mahkemece 11/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Anılan kararın başvuruculara tebliğ edildiğine ilişkin belge bulunmamaktadır. Başvurucular, adli emanete kayıtlı eşyaların kendilerine 17/1/2017 tarihinde bildirilmesiyle nihai kararı öğrendiklerini beyan etmişlerdir. Başvurucular 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular oğullarının ölümü nedeniyle yaşam hakkının, ölümünden önce yaralanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Komisyonca 22/5/2020 tarihinde yaşam hakkına yönelik iddialarının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun "Maduna müessir fiiller yapanların cezası" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Haksız tahrik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. " 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri indirim nedenleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. (2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını hatırlatmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının, hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55). AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin olarak Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı vermesine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60). Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35: Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararını Sözleşme’nin maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olmasına veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, § 69). Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17723 | Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında fiziksel ve sözlü şiddete ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; siyasetçi olan başvurucunun katıldığı bir etkinlikten dolayı hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvurudan Önceki Gelişmeler Demokratik Toplum Partisi (DTP), devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikte fiillerin işlendiği bir odak hâline geldiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 11/12/2009 tarihli kararı ile kapatılmıştır. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı 28/11/2009 tarihinde faaliyette olan bu Partinin Merkez Yönetim Kurulu üyesi olup DTP'nin kapatılmasının ardından siyasi çalışmalarına Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) çatısı altında devam ettiğini belirtmektedir. Kurban Bayramı'nın ikinci günü olan 28/11/2009 tarihinde bayramlaşma amacı ile bir kısım DTP milletvekili, belediye başkanı ve Parti yöneticisi ile birlikte Diyarbakır'ın Lice ilçesine gittiğini ifade eden başvurucu; Lice Belediyesi tarafından düzenlenen Lice Tarihle Buluşuyor Kültür ve Sanat Festivali kapsamında Fis köyünde gerçekleştirilen ağaç dikme törenine katılmıştır. Etkinliğe katılmaları sebebi ile aralarında başvurucunun da yer aldığı kişiler aleyhine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından kamu davası açılmıştır. Başsavcılık iddianamede; PKK terör örgütünün Abdullah Öcalan liderliğinde yirmi iki sözde delegenin katılımı ile 27/11/1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesi Fis köyünde kurulduğu bilgisine yer vermiştir. 27/11/2009 tarihinde PKK terör örgütü tabanı, sempatizanları ve örgütün güdümünde hareket eden medya kuruluşları tarafından PKK'nın kuruluş yıl dönümü nedeni ile mesajlar ve eylem çağrıları yayımlandığını belirten Başsavcılık, Lice Belediyesi tarafından tertiplenmek istenen ve Valilikçe izin verilmeyen Lice Tarihle Buluşuyor Kültür ve Sanat Festivali'nin bu eylem çağrıları kapsamında düzenlendiğini belirtmektedir. Söz konusu ağaç dikme etkinliğinin de bu çağrılar üzerine, âdeta müze hâline getirilen, çevresindeki evler yıkılmış ya da harabe vaziyette iken son derece iyi muhafaza edilmiş bu evin bahçesi sayılabilecek bir mevkide gerçekleştirildiğini vurgulayan ve bir kısım şüpheli tarafından söz konusu evin ziyaret edildiğini de belirten Başsavcılık, söz konusu etkinliğin örgütün kuruluş tarihinin ve kurulduğu mekânın örgüt tabanı ve sempatizanları tarafından benimsenmesi, tanınması amacıyla örgüt çağrısı doğrultusunda gerçekleştirildiğini ifade etmektedir. İddianamede hangi şüpheliler tarafından söz konusu evin ziyaret edildiğine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu; savunmasında Kurban Bayramı'nın ikinci günü olması sebebi ile Lice'ye bayramlaşma amacı ile gittiğini, bayramlaşma töreninin ardından Diyarbakır'a dönerken -boşaltılan ilk köy olduğu belirtilen- Fis köyünde ağaç dikme töreni yapılacağını yolda öğrendiğini, ağaç dikilen alanın hemen yakınında bir ev bulunduğunu ama eve girmediğini, bu evin PKK terör örgütünün kurulduğu ev olduğunu bilmediğini, amacının köyün yeşillendirilmesi olduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Yargılamayı yapan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 25/6/2013 tarihinde başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme fiilinden dolayı ceza verilmesine yer olmadığına, terör örgütü propagandası yapma suçundan ise kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiş ve başvurucu üç yıl süre ile beklemeye tabi tutulmuştur. Bununla birlikte Mahkeme gerekçeli kararının "Mahkememizin, Eylemin Oluşum Şekli ile İlgili Kabulü" başlıklı kısmında başvurucunun yargılamaya konu eylemi ile ilgili değerlendirmede bulunmuştur. Mahkeme; sanıklar tarafından gerçekleştirilen, iddianameye konu edilen eylemlerin örgütün kuruluş tarihinin örgüt sempatizanları ve müzahir tabanı arasında gelenekselleştirilip kabul görme amacı ile yapıldığını belirtmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 7/1/2014 tarihinde reddedilmiş ve ret kararı başvurucuya 13/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Başvurucu 16/2/2021 havale tarihli beyan dilekçesiyle bireysel başvuru tarihinden sonraki gelişmeler hakkında bilgi sunmuştur. Başvurucu, hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tesis edilen kovuşturmanın ertelenmesi kararının üç yıllık bekleme süresinin dolduğundan bahisle düşme kararı ile sonuçlandırılması için talepte bulunduğunu belirtmiştir. Yapılan inceleme neticesinde başvurucunun 26/7/2015 tarihli başka bir eylemi sebebi ile terör örgütü propagandası yapma suçundan Mersin Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 000 TL adli para cezasına mahkûm edildiği ve kararın 12/9/2018 tarihinde istinaf incelemesinden geçerek kesinleştiği belirtilerek başvurucunun kovuşturmanın ertelenmesi kararının ortadan kaldırılması talebinin reddine dair 31/12/2018 tarihli ek karar verilmiştir. Ek karar verilmesinin ardından 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası ve maddesi ile düzenlenen geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca söz konusu istinaf ilamına karşı temyiz kanun yolu öngörüldüğünden Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuş, infaz evrakı bila ikmal geri alınmıştır. 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, ...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur." İlgili diğer ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 18, 19; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 46-59; Meki Katar [GK], B. No: 2015/4916, 3/10/2019, §§ 18-35; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1474 | Başvuru, siyasetçi olan başvurucunun katıldığı bir etkinlikten dolayı hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6420 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, adil yargılanma ile makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/8/1991 yılında açtığı kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemece reddedilmiş, hüküm temyiz incelemesi sonucunda karar düzeltme aşamasındadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2855 | Başvuru, adil yargılanma ile makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı sürecinde fiziksel ve psikolojik şiddet nedeniyle kötü muamele yasağının, ceza soruşturması sürecindeki tutukluluk, elkoyma işlemleri nedeniyle özel hayata saygı, kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Avukat olan başvurucu, terör örgütü (FETÖ) üyeliği isnadıyla hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 8/3/2019 tarihinde gözaltına alınmış; akabinde ikametinde arama yapılmıştır (Başvurucunun ikametinin aranması ve tespit edilecek suç deliline el konulması için 7/3/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden karar alındığı anlaşılmıştır. Başvurucunun süreç sonunda silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle hapis cezası aldığı ve hükmün kesinleştiği görülmüştür.). Başvurucu, gözaltına alınmasının ardından emniyet biriminde tutulmuştur. Bu süreçte başvurucunun yakınlarına haber verilmiş, müdafi ile görüştürülmüştür. Başvurucunun gözaltında tutulduğu 8/3/2019 ile 12/3/2019 tarihleri arasında hakkında düzenlenen adli muayene raporlarında "darp ve cebir izine rastlanmadığı" tespit edilmiştir. 12/3/2019 tarihinde üzerine atılı suç nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yapılan sorgusunda başvurucu; gözaltı sürecinde kendisine elleri arkada olacak şekilde kelepçe takıldığını, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu müdafi, Ankara Sulh Ceza Hakimliği nezdinde yapılan ve tutuklama kararı verilen 12/3/2019 tarihli sorguda da kötü muamele iddialarını yinelemiştir. Başsavcılık sorgu tutanağında, başvurucunun görünür nitelikte bir yaralanması olduğu, bu durumun başvurucu tarafından gösterildiği ve/veya başvurucunun fiziksel şiddet gördüğüne dair bir tespitin dışarıdan basit gözlemle yapılabildiği yönünde bir belirlemede bulunulmamış; bu yönde bir bilgiye yer verilmemiştir. Başvurucunun beyanı üzerine başlatılan soruşturmada ilgili emniyet birimlerinden sürece ilişkin bilgi/belge temin edilmiş ve soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede, başvurucunun soyut iddiası dışında kamu davası açılması için yeterli delil/şüphe bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun karara yönelik itirazı da sulh ceza hâkimliği tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 18/6/2019 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 17/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24814 | Başvuru; gözaltı sürecinde fiziksel ve psikolojik şiddet nedeniyle kötü muamele yasağının, ceza soruşturması sürecindeki tutukluluk, elkoyma işlemleri nedeniyle özel hayata saygı, kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ve verilen tedbir kararı ile eşinin görev yerinin değiştirilip müşterek çocuğunu görmesinin dolaylı olarak engellenerek aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 2019/4209 numaralı bireysel başvurusunda gerekçeli karar hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 2019/42759 sayılı başvuruda ise aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurular, hukuki irtibat nedeniyle bakılmakta olan başvuruda birleştirilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42029 | Başvuru; 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ve verilen tedbir kararı ile eşinin görev yerinin değiştirilip müşterek çocuğunu görmesinin dolaylı olarak engellenerek aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gerekçeli karar hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı işyeri 24/11/2005 tarihinde aranmış, Niğde Cumhuriyet Başsavcılığının 21/12/2005 tarihli iddianamesi ile 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'a muhalefet suçundan başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, Niğde Asliye Ceza Mahkemesinin 1/2/2007 tarihli kararı ile atılı suçu işlediği gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis ve 833 TL adli para cezaları ile cezalandırılmıştır. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 25/11/2010 tarihli kararı ile "... Hükümden sonra 8/2/2008 gün ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa'nın maddesi ile; 5181 sayılı Yasa ile değişik 1219 sayılı Yasa'nın ek maddesi değiştirilmiş olup, anılan düzenleme karşısında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddesi uyarınca lehe olan yasanın belirlenip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması"gerekçesiyle mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada Niğde Asliye Ceza Mahkemesi, 19/4/2011 tarihli kararıyla başvurucunun 2 yıl 6 ay hapis ve 500 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Mahallinde suçun unsurlarının tespiti yönünden keşif yapılmış ve bilirkişinin raporunu dosyaya ibraz ettiği görülmüştür. Bilirkişinin raporunda; sanığın işyerinde ele geçirilen malzemelerin diş hekimliği faaliyetine ilişkin malzemeler olduğubelirtilmiştir. Tüm dosya içeriğinden; sanık Orhan Altunsoy un 'Diş Protez Teknisyenliği Meslek' belgesi olup ilimiz Esenbey mahallesinde 'Kırıkhan Diş Protez Diş doktoru' adlı işyerinde Niğde Sulh Ceza Mahkemesinin 2005/893 d.iş sayılı kararına istinaden yapılan aramada 24/11/2005tarihli tutanakta belirtildiği üzere işyerinde sorumlu hekim olmadığı halde münhasıran diş hekimlerinin kullanması gereken araç ve gereçleri iş yerinde bulundurduğu anlaşılmış olup her ne kadar sanık bulunan eşyaların ve işyerinin doktor H.A.'ya ait olduğunu, olaydan sonra emniyette alınan ifadesinde ise, işyerinin kendisine ait olduğunu işyerinde zaptedilen eşyaların ise diş doktoru 'ye ait olduğunu beyan etmiş olması ve çelişkili beyanları karşısındas anığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmasına itibar edilmemi şolup, sanığın cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği, sanığa 1219 sayılı Yasa'nın 5728 sayılı Yasa ile değişik maddesinin uygulanması ihtimaline istinaden ek savunma hakkı tanındığı, eski madde ile kıyaslandığında içerdikleri ceza miktarı itibari ile yeni maddenin sanığın lehine olduğu kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir." Anılan karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesi, 23/6/2014 tarihinde kararın düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13558 | Başvuru, gerekçeli karar hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 5/1/2007 tarihinde açtığı davanın yargılaması 26/11/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3318 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemede başvurucuların Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi aracılığıyla duruşmaya katılımlarının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 31/10/2016, 2/12/2016, 13/12/2016 ve 29/12/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruculardan Şiyar Aydemir'in adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/72680, 2016/72681, 2016/72683, 2016/72684 ve 2016/73195 numaralı başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2016/25089 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/25089 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olayların geçtiği tarihte silahlı terör örgütüne üye olma ve başka suçlardan aldıkları cezaların infazı kapsamında Ödemiş T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmakta olan başvurucular, İnfaz Kurumunun C/8 ve C/9 numaralı koğuşlarında kalmaktadırlar. 23/8/2016 tarihinde İnfaz Kurumunun kamera kontrol odasından yapılan bir ikazda başvurucuların kaldıkları C/8 ve C/9 numaralı koğuşlardan görüntü alınamadığı bildirilmiştir. İkaz üzerine infaz ve koruma memurlarınca yapılan inceleme sonucunda koğuşlarda kurulu bulunan ortak yaşam alanındaki kameraların kırık olduğu tespit edilmiştir. 23/8/2016 tarihli Olay Tutanağı'na göre başvurucuların da aralarında bulunduğu, PKK/KONGRA-GEL terör örgütüyle bağlantılı suçlardan mahkûm oldukları ifade edilen hükümlülerin ortak yaşam alanındaki kameraları kasten kırdıklarının belirtildiği ve durumun fotoğrafla tutanak altına alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucuların koğuşlardaki kameraları kasıtlı olarak kırdıkları yönündeki iddia üzerine başvurucular hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular disiplin soruşturması kapsamında yazılı savunmalarını İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığına (Disiplin Kurulu) ibraz etmişlerdir. Başvurucular savunmalarında özetle ortak yaşam alanlarında kamera bulunmasının ahlaki açıdan doğru olmadığını, bu nedenle kameraların kaldırılması yönündeki taleplerini daha önce birkaç kez idareye ilettiklerini, taleplerinin karşılanmaması üzerine görüntü alınmasını engellemek amacıyla kameraları örtüyle kapattıklarını, bu örtünün de idare tarafından kaldırıldığını, durumdan rahatsızlık duyduklarını ancak kameraların kırılması olayına müdahil olmadıklarını ileri sürmüşlerdir. Disiplin Kurulu yaptığı inceleme sonucunda başvurucuların kameraların kırılması eyleminde ortak karar alarak hareket ettikleri ve kameraları kırmak suretiyle İnfaz Kurumunun iç ve dış güvenliğini tehlikeye attıkları gerekçesiyle kurum tesislerine, araç ve gereçlerine zarar verme, olumsuz davranışlara yönelik gruplaşmaya neden olma ve bu amaca yönelik gruba katılma disiplin suçlarından 11 gün süreyle hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmalarına 1/9/2016 tarihinde karar vermiştir. Başvurucular, anılan karara karşı Ödemiş İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) 7/9/2016 tarihinde şikâyet başvurusunda bulunmuşlardır. Hâkimliğin farklı esas sayılı dosyalarına kaydedilen başvuruların tensip incelemeleri sonucunda duruşmaların Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile yapılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda Hâkimlik tarafından İnfaz Kurumuna yazılan müzekkere ile başvurucuların 22/9/2016 ve 23/9/2016 tarihlerinde yapılması öngörülen duruşmalara katılımlarının sağlanması için anılan tarihlerinde İnfaz Kurumunun SEGBİS odasında hazır bulundurulmaları istenmiştir. Duruşmaların SEGBİS aracılığı ile yapılacağı hususunda İnfaz Kurumunca bilgilendirilen başvurucular, farklı tarihlerde Hâkimliğe gönderdikleri dilekçelerinde SEGBİS aracılığı ile duruşmalara katılmak istemediklerini, "hâkim ile yüz yüze olacak şekilde savunma yapmak" istediklerini ifade etmişlerdir. Öte yandan İnfaz Kurumu tarafından Hâkimliğe gönderilen 20/9/2016 tarihli yazıda başvurucuların PKK terör örgütü üyesi olma suçundan hükümlü oldukları, personel yetersizliği nedeniyle gerekli güvenlik önlemlerinin alınamayacağı, bu nedenle başvurucuların duruşma salonunda hazır edilemeyeceği belirtilmiştir. 22/9/2016 ve 23/9/2016 tarihli duruşmalarda Hâkimlik, İnfaz Kurumu tarafından gönderilen 20/9/2016 tarihli yazıyı gözönünde bulundurarak SEGBİS aracılığı ile ifade alınmasının mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle başvurucuların duruşmalarda bizzat hazır bulunma yönündeki taleplerinin reddine karar vermiş ve duruşmaları 27/9/2016 ile 28/9/2016 tarihlerine ertelemiştir. Ayrıca başvurucuların duruşma tarihlerinde SEGBİS odasında hazır bulunmamaları hâlinde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacakları hususunda bilgilendirilmeleri de Hâkimlikçe istenmiştir. Başvurucular farklı tarihlerde Hâkimliğe gönderdikleri dilekçelerde SEGBİS aracılığı ile savunma yapmayı kabul etmediklerini, duruşmada bizzat hazır bulunmayı talep ettiklerini ifade etmişlerdir. 27/9/2016 ve 28/9/2016 tarihli duruşmalarda başvurucuların duruşma salonunda hazır bulunma talepleri Hâkimlikçe reddedilerek dosyanın mütalaa için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Hâkimlikçe 29/9/2016 ve 3/10/2016 tarihli kararlar ile başvurucuların Disiplin Kurulu kararına yaptıkları itiraz reddedilmiştir. Hâkimlik; ceza infaz kurumu görevlilerince düzenlenen tutanak, itiraz dilekçesi, dosya içinde bulunan ifadeler, disiplin soruşturma raporu ve tüm dosya kapsamına atıfta bulunarak başvuruculara uygulanan disiplin cezalarının hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Başvurucular duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istedikleri hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandıklarını, duruşma salonunda savunma yapma haklarının kullandırılmadığını belirterek kararlara itiraz etmişlerdir. Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi 6/10/2016 ve 26/10/2016 tarihli kararları ile itirazları reddetmiştir. Başvurucular 31/10/2016, 2/12/2016, 13/12/2016 ve 29/12/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Emrah Yayla ([GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, §§ 28 - 42) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/25089 | Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemede başvurucuların Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi aracılığıyla duruşmaya katılımlarının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; terör örgütü yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen arama, elkoyma ve kayyım atama kararları nedeniyle mülkiyet hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2015/18177 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya İlişkin Süreç Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) ve darbe girişimine ilişkin genel bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12- FETÖ/PDY'nin mali yapılanmasına ilişkin genel bilgiler için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § Başvurucular Cafer Tekin İpek, Melek İpek ve Pelin Zenginer, Hamdi Akın İpek ile birlikte Koza İpek Holding A.Ş.nin (Holding) ortaklarındandır. Başvurucu şirketler ise Holding bünyesinde faaliyet gösteren şirketlerdir. Holdingin yapısı, faaliyet gösterdiği alanlar ve bağlı şirketler hakkındaki detaylı bilgi için bkz. Hamdi Akın İpek, § Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 26/10/2015 tarihinde başvurucular Cafer Tekin İpek, Melek İpek ve Pelin Zenginer'in ortağı olduğu başvurucu şirketlere 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca kayyım atanmasına karar vermiştir. Kararda, kayyım olarak atanan bu kişilerin yönetim organının tüm yetkilerine sahip olduğu belirtilerek bu şirketlerin yönetim organının yetkilerinin tümü ile bu kayyımlara devredildiğine ve yeni yönetim organının bu kayyımlarca oluşturulmasına karar verilmiştir. Kayyım atama kararına diğer ortak Hamdi Akın İpek itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 12/11/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucular Cafer Tekin İpek, Melek İpek ve Pelin Zenginer 24/11/2015 tarihinde kayyım atama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 25/11/2015 tarihinde bu başvurucuların itirazını reddetmiştir. Başvuruya konu sürece ilişkin detaylı bilgi için bkz. Hamdi Akın İpek, §§ 17-B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Olağanüstü hâl ilan edildikten sonra 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ekli listede yer alan birtakım basın ve yayın kuruluşları kapatılmıştır. 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile kayyımlık yetkisinin devri ve tasfiyesi düzenlenmiştir. Bu maddede daha önce kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkilerinin hâkim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredileceği ve devir ile birlikte kayyımların görevlerinin sona ereceği hükme bağlanmıştır. Anılan hüküm gereğince Holding bünyesinde yer alan ve kayyım idaresinde bulunan şirketler Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/9/2016 tarihli kararı ile TMSF'ye devredilmiştir. Bu şirketler hâlen TMSF tarafından görevlendirilen Yönetim Kurulunca idare edilmektedir. Kayyım atanması sonrası gelişmeler için bkz. Hamdi Akın İpek, §§ 29- Ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Hamdi Akın İpek, §§ 35- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18176 | Başvuru, terör örgütü yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen arama, elkoyma ve kayyım atama kararları nedeniyle mülkiyet hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun kanuni süreyi aştığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 2/8/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 4/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 18/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında 12/6/2007 tarihinde göz altına alınmıştır. Başvurucu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2007 tarihli ve E.2007/67 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun, kamuoyunda "Ergenekon Soruşturması" olarak bilinen ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2008/209 E. sayılı dava kapsamında cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Bu dava aynı Mahkemenin 2009/191 E. sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Başvurucu bu dava kapsamında tutuklu olarak yargılanmıştır. Son olarak 12/7/2013 tarihinde tutukluluk hâlini inceleyen Mahkeme, başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli ve sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçlardan mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 2/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 10/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin beşinci fıkrası şöyledir: “Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6098 | Başvuru, tutukluluğun kanuni süreyi aştığı ve makul olmayan bir süredir devam ettiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, tutuklandıktan sonra belli bir süre avukatla görüştürülmeme nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi Başsavcılıkta 20/7/2016 tarihinde alınmıştır. İfade tutanağına göre ifade alma esnasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Yine ifade tutanağında belirtildiğine göre ifade alma işleminden önce isnat edilen suçlamalar başvurucuya açıklanmıştır. Başsavcılık, başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyleaynı tarihte sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucunun müdafii de sorgu sırasında hazır bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutuklama kararına 26/7/2016 tarihinde yaptığı itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 20/9/2016 tarihinde reddetmiştir. Süreç içinde sulh ceza hâkimliklerince başvurucunun tutukluluk durumu değerlendirilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun anılan kararlara müdafii aracılığıyla yaptığı itirazlar da itiraz mercii olan sulh ceza hâkimliklerince reddedilmiştir. Son olarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/10/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş anılan karara başvurucunun müdafii aracılığıyla yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 2/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, anılan kararın 21/11/2016 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 6/7/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/7/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/163 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 9/11/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve duruşma sonunda tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Emre Ayhan, B. No: 2016/80704, 13/2/2020, §§ 32-57; Yasin Akdeniz, B. No: 2016/22178, 26/2/2020, §§ 27- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/80686 | Başvuru, tutuklandıktan sonra belli bir süre avukatla görüştürülmeme nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemine karşı açılmış olan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 8/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 15/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 21/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Batman ili Sason ilçesi Tekevler köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1993 yılında göç etmek zorunda kaldığını belirterek 13/9/2007 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 19/8/2011 tarihli ve 2214 sayılı kararıyla köyün boşalmadığı ve başvurucuya yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucunun ret işleminin iptali istemiyle açtığı dava, Batman İdare Mahkemesinin 23/2/2012 tarihli ve E.2011/4745, K.2012/1297 sayılı kararı ile reddedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir: “5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır. Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır. Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Tekevler Köyü'ne ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında, Tekevler Köyü'nün "kısmen boşaldığı", ayrıca Batman Valiliği'nin 2005 tarihli yazısı ekinde yer alan "Terör Nedeniyle Terkedilen Köyler Listesi"nde bulunmadığı, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, "terör olaylarından etkilenen köy" olarak belirtildiği, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 92 hanenin ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 999, 1997 yılında 585, 2000 yılında 064 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir. Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Tekevler Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 25/12/2012 tarihli ve E.2012/6289, K.2012/15019 sayılı kararıyla Tekevler köyünün ilçe merkezine olan yakınlığı(4 km), ayrıca Tekevler köyünün 2008 yılında Sason ilçesine bağlı bir mahalle hâline dönüştürüldüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde Tekevler köyünde asgari güvenlik düzeyinin bulunduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle yerleşim yerinin tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığı, bu itibarla 20/9/2010 tarihli jandarma tutanağında yer alan ifadelere itibar edilmediği belirtilerek kararın esastan onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır. Başvurucu 1/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5845 | Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemine karşı açılmış olan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, toplu konut yapımı amacıyla kamulaştırılan taşınmazların kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 11/3/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1950 doğumlu olan başvurucu, Ankara'da ikamet etmektedir.A. Kamulaştırma Süreci Ankara'nın Çankaya ilçesi Beytepe (Lodumlu köyü) Mahallesi sınırları içinde bulunan toplam elli iki taşınmaz için Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Belediye) 16/2/1993 tarihinde toplu konut yapımı amacıyla kamu yararı kararı almış ve taşınmazlar kamulaştırılmıştır. Bu taşınmazlardan tarla niteliğindeki 700 m² yüz ölçümlü 589 parsel ve 900 m² yüz ölçümlü 592 parsel sayılı taşınmazlarda başvurucu 9/384 oranında hisseli maliktir. Taşınmazlarda başvurucunun hissesine düşen toplam miktar 326 m²dir. Başvurucu ve diğer malikler 589 ve 592 parsel sayılı taşınmazlardaki hisseleri için 8/2/1994 tarihinde rızai ferağ vermiş ve taşınmazları tapuda Belediyeye devretmiştir. Başvurucu ve diğer maliklerce açılan bedel artırım davası sonucunda Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin ( Asliye Hukuk Mahkemesi) 12/12/1995 tarihli kararı ile bedelin artırılması karara bağlanmış ve bedel kesinleşmiştir. Bireysel başvuru dosyası ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) Asliye Hukuk Mahkemesince verilen karara ilişkin başka bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. 2016/13545 sayılı bireysel başvuru dosyasında yer alan bilgilere göre Belediye 592 parsel sayılı taşınmazın 32/384 hissesini 5/8/2002 tarihinde S.S., A.A. ve K.Y. Kooperatifine (Kooperatif) satış yoluyla devretmiştir.B. 2016/13545 Sayılı Bireysel Başvuru Dosyasına İlişkin Süreç Kooperatif, Çankaya Kadastro Müdürlüğüne (Kadastro Müdürlüğü) sunduğu 4/5/2005 tarihli dilekçe ile 592 parsel sayılı taşınmazın gerçek yüz ölçümünün belirlenmesi talebinde bulunmuştur. Kadastro Müdürlüğü, taşınmaz başında yapmış olduğu inceleme sonucunda taşınmazın tapu kaydında belirtildiği üzere 900 m² olmayıp 551 m² olduğunu tespit etmiştir. Kadastro Müdürlüğünün bu tespiti üzerine taşınmazın miktarı 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesi uyarınca Çankaya Tapu Müdürlüğü (Tapu Müdürlüğü) tarafından düzeltilerek gerçeğe uygun şekilde 551 m² olarak tescil edilmiştir. Sebepsiz Zenginleşmeye Dayanan Alacak İsteğine İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu 7/3/2006 tarihinde, kamulaştırma bedeli ödenmeyen 651 m²lik kısım nedeniyle Belediyenin mal varlığında haksız bir artış oluştuğu iddiasıyla sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 15/5/2008 tarihinde, kamulaştırma işleminin tebliğinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde açılamayan davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay denetiminden geçerek 29/6/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Eksik Kalan Kamulaştırma Bedeline İlişkin Yargılama Süreci Aralarında başvurucunun da bulunduğu kişiler 17/5/2006 tarihinde Kadastro Müdürlüğü tarafından yapılan ölçümlerde tespit edilen 651 m²lik fazla kısım için kamulaştırma bedeli ödenmediği gerekçesiyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL'nin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine dava açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 3/6/2009 tarihinde, taşınmazın yüz ölçümünün kamulaştırma evrakında yazılı miktardan fazla olduğunun kamulaştırma işleminin tebliğinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde ileri sürülebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay denetiminden geçerek 29/3/2010 tarihinde kesinleşmiştir. 2016/13545 Sayılı Bireysel Başvuruya Konu Uyuşmazlığa İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu ve malikler 4/2/2011 tarihinde, düzeltme sonucunda oluşan 651 m²lik artıştan paylarına düşen kısmın kamulaştırma bedelinin ödenmediği ve bu amaçla açmış oldukları davanın da hak düşürücü süreden reddedildiği gerekçesiyle Hazine aleyhine alacak davası açmıştır. Başvurucu ve diğer davacılara göre devlet, tapulama işlemlerinin düzgün olarak yapılması ve elde edilen sonuçların tapu siciline doğru bir biçimde aktarılmasından sorumlu olup somut olayda tapulama sırasındaki yanlış tespitin tapuya olduğu gibi yansıtılmasından dolayı meydana gelen zarardan kusursuz olarak sorumludur. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 15/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararında; taşınmaz hakkında tutulan Tapulama Tutanağı'nın muris tarafından herhangi bir itiraz ileri sürülmeden imzalandığı, krokiye bağlanan ve sınırları belirli taşınmazın tapuya tescil edildiği tarihten itibaren kırk yılı aşkın bir süre muris ve murisin ölümünden sonra mirasçıları tarafından mevcut hâliyle ihtilafsız şekilde kullanıldığı, bu süre boyunca herhangi bir zararın bulunmadığı saptaması yapılmıştır. Mahkeme, bu saptamalardan sonra davacılar ve öncesinde murislerinin kamulaştırma tarihine kadar kırk yılı aşkın bir süre içinde düzeltme isteğinde bulunabilecekken bu yönde bir girişimde bulunmadıklarını, yine kamulaştırma bedelinin artırımı davasında da bu hususta niza çıkarmadıklarını ancak taşınmazı Belediyeden satın alan üçüncü kişinin düzeltme isteğinden sonra zarara uğradıkları yönünde bir iddiada bulunduklarını dikkate alarak zarar ile tapu sicilinin tutulması arasında bir illiyet bağı bulunmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme ayrıca başvurucuların taşınmazın hâlen maliki olan Kooperatife karşı sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davası açmaları imkân dâhilinde olduğundan kusursuz sorumluluktan söz edilemeyeceği kanaatiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu ve diğer davacıların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 16/9/2014 tarihinde, kadastro işlemleri ile tapu kütüğünün oluşumunun birbiriyle bağlantılı olduğu ve bütünlük oluşturduğu gerekçesiyle meydana gelen zarardan devletin kusursuz sorumlu olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Davalı Hazinenin vekilinin karar düzeltme isteği Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından incelenmiştir. Daire 6/6/2016 tarihinde bozma kararını kaldırmış ve ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Daire, devletin tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki hatalardan sorumlu tutulabilmesi için öncelikle bir zararın doğmuş olmasını şart koşmuştur. Daireye göre somut olayda zarar, gerçek yüz ölçümü belirlenmeden taşınmazın kamulaştırma sonucunda başvurucuların mülkiyetinden çıkması nedeniyle oluşmuştur ve oluşan bu zararın tapu sicilinin tutulması ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Başvurucu ve diğer davacılar nihai karara karşı Anayasa Mahkemesine 25/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu başvuruda, tapu kaydında yapılan düzeltmeden sonra ortaya çıkan fazla kısmın bedelinin kamulaştırma ile ödenen bedele dâhil olmadığı hâlde davanın reddedildiğini belirterek mülkiyet hakkı ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi 23/10/2019 tarihinde başvurucu ve diğer davacıların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ve mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararda 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesine göre açılan davanın başvurucu ve diğer davacıların zararının karşılanmasına ilişkin etkili bir yol olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca taşınmazın başvurucu ve diğer davacıların elinden kamu gücü kullanılarak kamulaştırma yoluyla alındığı, kamulaştırma bedelinin artırılması davasında taşınmaz başında keşif yapılmasına rağmen yargı mercilerince taşınmazın gerçek yüz ölçümünün belirlenmediği ve taşınmazın toplam alanı ile her bir mirasçının fiilen kullandığı alana göre gerçek yüz ölçümünün başvurucu ve diğer davacılar tarafından hemen fark edilebilecek nitelikte olmadığı dikkate alındığında tapu sicilinde yer alan yüz ölçümü bilgisine güvenen başvurucuların idare tarafından yapılan hatanın bütün sonuçlarına katlanmak durumunda bırakılmasının başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği sonucuna varmıştır. Bireysel Başvuru Süreci Çankaya Belediyesinin 8/12/2004 tarihinde kabul ettiği imar planını Belediye 15/3/2005 tarihinde onaylamış, onaylanmış imar planına uygun parselasyon işlemini de Çankaya Belediyesi 21/8/2008 tarihinde kabul etmiş ve Belediye 25/9/2008 tarihinde onaylamıştır. Parselasyon işlemi sonucunda kamulaştırılan taşınmazlardan %39,9 oranında düzenleme ortaklık payı (DOP) ayrılmıştır. S.S.U. Kooperatifi 8/5/2009 tarihinde Belediyeye başvurarak 600 üyeli kooperatif için Çankaya ilçesi Beytepe Mahallesi'nde bulunan 592 ve 597 parsel sayılı taşınmazların kendilerine tahsis edilmesini istemiştir. Belediye tarafından verilen 21/7/2009 tarihli cevapta, bu alanda planlama çalışmalarının tamamlanmaması nedeniyle talebin yerine getirilemeyeceği ifade edilmiştir. S.S.U. Kooperatifi tarafından planlama çalışmalarının bitirildiği bildirilerek 2/9/2009 tarihinde yeniden talepte bulunulmuş ancak bu talebe cevap verilmediği anlaşılmıştır. Başvurucu tarafından bireysel başvuru ekinde sunulan belgelere göre, kamulaştırılan taşınmazlar ifraz görmüştür. Belediye, ifraz gören bu taşınmazlardan 28861 ada 1 parsel, 28862 ada 1 parsel, 28863 ada 1 parsel ve 28864 ada 1 parsel sayılı taşınmazların kapalı zarf usulü ile mülkiyet satışının 8/3/2012 tarihinde yapılacağını,28861 ada 1 parsel, 28862 ada 1 parsel, 28863 ada 1 parsel ve 28864 ada 1 parsel sayılı taşınmazların kapalı zarf usulü ile mülkiyet satışının 24/5/2012 tarihinde yapılacağını, 28529 ada 1 parsel, 28550 ada 1 parsel, 28917 ada 1 parsel, 28948 ada 2 parsel ve 28949 ada 2 parsel sayılı taşınmazların kapalı zarf usulü ile mülkiyet satışının 6/6/2013 tarihinde yapılacağını, 28550 ada 1 parsel, 28917 ada 1 parsel, 28948 ada 2 parsel ve 28949 ada 2 parsel sayılı taşınmazların kapalı zarf usulü ile mülkiyet satışının 3/10/2013 tarihinde yapılacağını, 28861 ada 1 parsel, 28862 ada 1 parsel, 28863 ada 1 parsel ve 28864 ada 1 parsel sayılı taşınmazların 21/11/2013 tarihinde kapalı zarf usulü ile kat karşılığı inşaat yaptırılacağını, 28917 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 5/6/2014 tarihinde pazarlık usulü ile mülkiyet satışının yapılacağını ve son olarak da 28917 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 23/10/2014 tarihinde kapalı zarf usulü ile mülkiyet satışının yapılacağını ilan etmiştir. Bu durumda uyuşmazlık konusu 28594 ada 1 parsel, 28915 ada 1 parsel ve 28918 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar dışında kalan dokuz parsel yönünden ihaleye çıkıldığı anlaşılmakla birlikte ihaleye çıkılan taşınmazların satışının yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Başvurucu tarafından 9/12/2014 tarihinde Belediye aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ( Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açılmıştır. Başvurucu bu davada; hissesi bulunan ve kamulaştırılan iki taşınmazın ifraz gören bazı bölümlerinin kamulaştırma amacına uygun kullanılmadığını, DOP ve kamu ortaklık payı (KOP) ayrıldıktan sonra 589 parselden şuyulanan taşınmazlarda 191,32 m², 592 parselden şuyulanan taşınmazlarda ise 947,74 m² belediye mülkiyetinde saklı tutulduğunu ve bu taşınmazların 2012-2014 yılları arasında satışı için ihaleye çıkarıldığını ileri sürerek geri alma şartları kapsamında toplam on iki taşınmazın tapusunun iptali ile adına tescilini, bunun mümkün olmaması hâlinde uğranılan zararın ödenmesini talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasına sunulan bilirkişi raporunda şu tespitlere yer verilmiştir:i. Tarla vasıflı olan taşınmazlar imar düzenlemesi ile arsaya dönüştürülmüştür.ii. Taşınmazlardan DOP ve KOP olarak ayrılan kısımlar dava konusu edilmemiştir. 589 parselden şuyulanan 089 m² yüz ölçümlü 28529 ada 1 parselde 48,96 m², 753 m² yüz ölçümlü 28918 ada 1 parselde 8,95 m², 296 m² yüz ölçümlü 28917 ada 1 parselde 30,37 m², 322 m² yüz ölçümlü 28915 ada 1 parselde 15,21 m², 944 m² yüz ölçümlü 28948 ada 2 parselde 69 m² ve 553 m² yüz ölçümlü 28949 ada 2 parselde 18,82 m² olmak üzere toplam 191,31 m²; 592 parselden şuyulanan 374 m² yüz ölçümlü 28861 ada 1 parselde 383,76 m², 780 m² yüz ölçümlü 28862 ada 1 parselde 158,90 m², 464 m² yüz ölçümlü 28863 ada 1 parselde 174,93 m², 566 m² yüz ölçümlü 28864 ada 1 parselde 271,07 m², 434 m² yüz ölçümlü 28594 ada 1 parselde 39,75 m² ve 324 m² yüz ölçümlü 28550 ada 1 parselde 8,81 m² olmak üzere toplam 037,22 m²; sonuç olarak iki parselden şuyulanan ve başvurucunun hissesine düşen toplam 228,53 m² dava konusu edilmiştir. iii. Bu taşınmazlardan 28529 ada 1 parsel 18/7/2013, 28949 ada 2 parsel 15/4/2014, 28550 ada 1 parsel 9/1/2014 ve 28594 ada 1 parsel 18/9/2014 tarihlerinde üçüncü şahıslara ve kooperatiflere devredilmiştir. Belediye adına kayıtlı olan 28948 ada 2 parsel sayılı taşınmaz üçüncü şahıslara devredilmiş ve devir alanlar 11/7/2014 tarihinde hisseleri devretmiştir. 28918 ada 1 parsel, 28917 ada 1 parsel, 28915 ada 1 parsel, 28861 ada 1 parsel, 28862 ada 1 parsel, 28863 ada 1 parsel ve 28864 ada 1 parsel sayılı taşınmazlar hâlen Belediye adına tescilli olup devredilmemiştir.iv. Hâlen Belediye adına kayıtlı olan taşınmazlarda başvurucu hissesine düşen kısmın yüz ölçümü toplamı 043,19 m²dir. 2014 yılı Aralık ayında imarlı arsa m² fiyatı 250 TL'dir. Belediye adına tescilli olan taşınmazlarda başvurucu hissesinin değeri (043,19 m² x 250 TL/m²) 978,50 TL hesap edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/9/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun "Mal sahibinin geri alma hakkı" kenar başlıklı maddesinde kamulaştırılan taşınmazların eski malikleri tarafından geri alınması ya da geri alma imkânı bulunmayan hâllerde tazminat talep edilebilmesi için kamulaştırmayı yapan idarece, kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde kamulaştırma amacına uygun hiçbir işlem veya tesisat yapılmayıp taşınmazın olduğu gibi bırakılmasının şart olduğu ve aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz birlikte kamulaştırıldığı takdirde taşınmazların durumunun bir bütün olarak değerlendirileceği ifade edilmiştir.ii. Davaya konu edilen taşınmazların başka taşınmazlarla birlikte halka ucuz konut temin etmek gayesi ile kamulaştırıldığı, Belediye tarafından proje doğrultusunda faaliyetlerin gerçekleştirildiği, bir kısım taşınmazın parselasyon planı sonucu bazı kooperatiflere tahsis edildiği, bazı taşınmazların sosyal hizmet, park vesair alan olarak ayrıldığı, bir kısım taşınmazın satıldığı, bazı taşınmazların ise Belediye uhdesinde bulunduğu belirtilmiştir.iii. Sonuç olarak Belediyenin proje doğrultusunda faaliyetlerini gerçekleştirdiği, başvurucunun 2942 sayılı Kanun'un ve maddelerinde belirtilen beş yıllık süre içinde taşınmazların geri alınması hususunda herhangi bir dava açmadığı vurgulanmış, başvurucu yönünden geri alma ve tazminat istenmesi koşullarının oluşmadığına işaret edilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan istinaf istemi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) tarafından 17/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazların Belediye tarafından dava dışı başka taşınmazlarla birlikte toplu konut inşa etmek gayesi ile kamulaştırıldığına ve Belediye tarafından proje doğrultusunda faaliyetlerin gerçekleştirildiğine vurgu yapılarak ilk derece mahkemesinin kamulaştırılan taşınmazların geri alınmasına ya da tazminat ödenmesine ilişkin koşulların oluşmadığına ilişkin gerekçesinin yerinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) tarafından 28/9/2017 tarihinde onanmıştır. Onama gerekçesinde özetle;i. Dava konusu taşınmazlarla birlikte elli iki taşınmazın Belediyenin 16/2/1993 tarihli kararı ile toplu konut yapımı amacı ile kamulaştırıldığı, başvurucunun hissedar olduğu 589 ve 592 parsel sayılı taşınmazların 8/2/1994 tarihinde rızai ferağ verilmek suretiyle Belediyeye devredilerek kamulaştırma işlemi ve sonrasında açılan bedel artırım davası neticesinde bedelin kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Belediye tarafından toplu konut inşa etmek amacı ile kamulaştırılan dava konusu taşınmazlar ile aynı amaçla kamulaştırılan diğer taşınmazların 1/000 ölçekli imar planları yapılıp dava dışı bir kısım parselin toplu konut yapımı amacıyla kooperatiflere devrinin sağlandığı ve Belediye tarafından proje doğrultusunda faaliyetlerin gerçekleştirildiği ifade edilmiştir.iii. 2942 sayılı Kanun'un "Mal sahibinin geri alma hakkı" kenar başlığını taşıyan maddesi uyarınca kamulaştırılan taşınmazların eski malikleri tarafından geri alınması ya da geri alma imkânı bulunmayan hâllerde tazminat talep edilebilmesi için kamulaştırmayı yapan idarece, kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde kamulaştırma amacına uygun hiçbir işlem veya tesisat yapılmayıp taşınmazın olduğu gibi bırakılmasının şart olduğuna işaret edilmiş ve aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz birlikte kamulaştırıldığı takdirde taşınmazların durumunun bir bütün olarak değerlendirileceğine vurgu yapılmıştır.iv. Buna göre dava konusu taşınmazların Belediye tarafından dava dışı başka taşınmazlarla birlikte toplu konut inşa etmek gayesi ile kamulaştırıldığı ve proje doğrultusunda faaliyetlerin gerçekleştirildiği belirtilerek kamulaştırılan taşınmazların geri alınması koşullarının ya da tazminat ödenmesine ilişkin koşulların oluşmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği ifade edilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 28/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2942 sayılı Kanun’un "Mal sahibinin geri alma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırmayı yapan idarece veya 22 nci maddenin dördüncü fıkrası uyarınca devir veya tahsis yapılan idarece; kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaz veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz mal olduğu gibi bırakılırsa, mal sahibi veya mirasçıları kamulaştırma bedelini aldıkları günden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte ödeyerek, taşınmaz malını geri alabilir.Doğmasından itibaren bir yıl içinde kullanılmayan geri alma hakkı düşer. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/100 md.) Birinci ve ikinci fıkrada belirtilen süreler geçtikten sonra kamulaştırılan taşınmaz malda hakları bulunduğu iddiasıyla eski malikleri veya mirasçıları tarafından idareden herhangi bir sebeple hak, bedel veya tazminat talebinde bulunulamaz ve dava açılamaz.Aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz mal birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmaz malların durumunun bir bütün oluşturduğu kabul edilerek yukarıdaki fıkralar buna göre uygulanır....'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/4/2006 tarihli ve E.2006/1, K.2006/3794 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...Taşınmaz sahibi 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun maddesine göre taşınmazını; kamulaştırma bedelinin kesinleşmesinden itibarın 5 yıl içerisinde kamulaştırmayı yapan idarece, kamulaştırma ve devir amacına uygun hiçbir işlem veya tesisat yapılmaz veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz olduğu gibi bırakılırsa, mal sahibi veya mirasçıları kamulaştırma bedelini aldıkları gönden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödeyerek taşınmazını geri alabilir.Aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmazların durumunun bir bütün oluşturduğu kabul edilir.Dava konusu 75 pafta 2 Ada 6 parsel nolu taşınmaz kamu yararına ayrılmak amacıyla kamulaştırılmış, daha sonra amaca uygun olarak ifraz görmüş, en son 1/50000 ölçekli 1995 onay tarihli İstanbul Metropolitan alan alt bölge nazım imar planında bölge parkı olarak ayrılmış, bu parselleri kapsayan 1/25000, 1/5000 ölçekli planlar ise henüz onaylanmamıştır. Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırma amacına uygun olarak alınan kamu yararına yönelik ihtiyaca tahsisi amacıyla önceleme ve işlemler halen devam etmektedir.Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi,Doğru görülmemiştir....'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/4/2010 tarihli ve E.2010/163, K.2010/7455 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...Kamulaştırma Kanununun maddesi uyarınca; kamulaştırılan taşınmaz üzerinde kamulaştırmayı yapan veya kamulaştırılan taşınmazı devralan idarece kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde kamulaştırma ve devir amacına uygun hiçbir işlem veya tesisat yapılmaz veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz olduğu gibi bırakılırsa mal sahibi veya mirasçılarının geri alma hakları doğar. Aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmazların durumunun bir bütün oluşturduğu kabul edilerek geri alma hakkının doğumu taşınmazların tümüne göre belirlenir.Somut olayda aynı amacın gerçekleşmesi için davaya konu taşınmazlarla birlikte çok sayıda taşınmaz da kamulaştırılmıştır. Bu nedenle;1-Dava açma süresinin, aynı amacın gerçekleşmesi için kamulaştırılan taşınmazlardan kamulaştırma bedeli en son kesinleşen parsele göre belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, sadece dava konusu taşınmazların kamulaştırma bedelinin kesinleşme tarihleri esas alınarak dava hakkının doğduğunun kabul edilmesi,2-Dava konusu taşınmazlar üzerinde kamulaştırma amacına yönelik herhangi işlem ve faaliyette bulunulmamış olması dava hakkının doğumu için yeterli olmayıp, kamulaştırılan diğer taşınmazlarda da bu amaca yönelik herhangi bir faaliyette bulunulmaması gerektiği gözetilerek, diğer taşınmazların durumu da araştırılarak davacının iddia ettiği gibi diğer taşınmazlarda anlaşma sağlanamadığı için yol güzergahının değiştirilip değiştirilmediği, güzergah değişmiş ise taşınmazın kamulaştırma alanı dışında kalıp kalmadığı belirlenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,Doğru görülmemiştir. ...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/6/2016 tarihli ve E.2016/4369, K.2016/10297 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''...Kamulaştırma Kanunun maddesinin fıkrasında aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz mal birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmaz malların durumunun bir bütün oluşturduğu kabul edilerek ilgili maddenin diğer düzenlemelerinin buna göre uygulanacağının belirtildiği, aynı amaç doğrultusunda kamulaştırılan taşınmazların bir kısmında kamulaştırma amacına uygun tesis veya işlem yapılması durumunda madde doğrultusunda davacıların geri isteme hakkının doğmayacağı, davalı idarenin karar aldığı Güneykent Toplu Konut Projesi kamulaştırma işlemi kapsamında Çavuşlu, Yalınayak ve Arpaçsakarlar Köyünden toplam 543 parselin kamulaştırıldığı, aynı hukuki sebebe dayalı olarak aynı taleple farklı parseller için açılan ve Dairemizce daha önce incelenerek karara bağlanan Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/276 Esas-2015/62 Karar sayılı ve 2014/277 Esas-2015/63 Karar sayılı dosyalarında yapılan keşif üzerine alınan bilirkişi raporlarında davaya konu kamulaştırma işlemi doğrultusunda davalı konumda bulunan taşınmazların 1200 metre batısında TOKİ konutları, 450 metre doğusunda Turkuaz Konutlarının bulunduğunun belirtildiği, dosyadaki yazışmalar üzerine gönderilen bilgi ve belgelerden kamulaştırma kararı doğrultusunda birtakım işlemlerin yapılmış olduğu anlaşıldığına göre açılan davanın kamulaştırma amacına uygun tesis veya işlem yapılmış olması gerekçesiyle reddi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu maddede öngörülen bir ve beş yıllık hak düşürücü sürelerin dolmuş olması sebebiyle reddine karar verilmesi doğru değil ise de sonucu itibarıyla doğru olan kararın yukarıda açıklanan gerekçeyle, gerekçe değiştirilmek suretiyle ONANMASINA, ...'' B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kural olarak özel bir kişiye menfaat sağlamak için mülkten yoksun bırakmanın kamu yararı amacı taşımadığını kabul etmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 40). Kamu yararı amacının gerçekleştirilmemesi şikâyetiyle ilgili Karaman/Türkiye (B. No: 6489/03, 15/1/2008) kararına konu olay, sağlık merkezi yapılması şartıyla belediyeye bağışlanan taşınmazın bir kısmının şarta aykırı olarak, kamu hizmetine tahsis edilmeyerek üçüncü kişilere satılmasına ilişkindir. AİHM, idareye devir anında ortaya konulan şarta aykırı bir şekilde kullanılan taşınmaza ilişkin olarak malikin geri alım hakkının bulunmadığını saptayan Yargıtayın kararının taşınmazın kısmen de olsa kamu hizmetine tahsis edilmiş olduğu düşüncesiyle haklılaştırılamayacağını belirtmiştir (Karaman/Türkiye, § 32). AİHM, Yargıtayın kamu hizmetine tahsis edilmemiş olsa bile mülkiyetin el değiştirmiş olması nedeniyle önceki malikin mülkiyet veya tazminat iddiasında bulunamaması sonucunu doğuran 2942 sayılı Kanun'un maddesine ilişkin yorumunun kamu yararının gerekleri ile bireysel hakların korunmasının gereklilikleri arasındaki dengeyi bozduğu kanaatine varmıştır (Karaman/Türkiye, § 33). AİHM sonuç olarak 2942 sayılı Kanun'un maddesine ilişkin uygulamanın Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesiyle uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Karaman/Türkiye, § 34). Beneficio Cappella Paolini/San Marino (B. No: 40786/98, 13/7/2004) kararına konu olayda başvurucunun 7/3/1985 tarihinde kamulaştırılan taşınmazı kısmen kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmıştır. Başvurucunun 16/2/1987 tarihinde taşınmazın kullanılmayan kısmının iade edilmesi için idareye yaptığı başvuru ise reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun 10/11/1988 tarihinde açtığı dava da derece mahkemelerince reddedilmiştir. AİHM, olayda kamulaştırma yönteminin tartışma konusu olmadığını ve ilgili kanun hükümlerinin uygulanarak tazminatın başvurucuya ödendiğini belirtmiştir. Ancak AİHM'e göre kamulaştırılan taşınmazın yalnızca bir bölümünün kamu yararı amacına kullanılması ve kullanılmayan bölümünün iadesi yönünde kanuni bir düzenlemenin bulunmaması mülkiyet hakkına saygı bakımından önemli bir sorun teşkil etmektedir (Beneficio Cappella Paolini/San Marino, § 33). AİHM; böyle bir davada, kamulaştırmanın bireyin mülkünden elde edilen gelirden yoksun bırakılmasına yol açtığını, bu yoksun bırakmanın ise kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunmaması durumunda Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki güvencelere aykırı olarak mülk sahibinin aşırı bir külfete katlanmasına sebep olduğunu kabul etmiştir. AİHM, 1985 yılında yapılan kamulaştırma ve 1987 yılında idarenin başvuruyu reddi sırasında kamu yararı mevcut olsa da aradan geçen sürede taşınmazın hâlen kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını özellikle vurgulamıştır (Beneficio Cappella Paolini/San Marino, § 33). AİHM'e göre bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur (Beneficio Cappella Paolini/San Marino, §§ 33, 34). Motais de Narbonne/Fransa (B. No: 48161/99, 2/7/2002) kararına konu olayda taşınmazın bir sosyal konut projesi için kamulaştırılması söz konusudur. Ancak kamulaştırma tarihinden itibaren on dokuz yıl geçmesine rağmen belirtilen kamu yararı amacı çerçevesinde bu taşınmaz üzerinde herhangi bir inşaat yapılmamıştır. AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi, taraf devletleri bireylerin rızası dışında yoksun bırakıldıkları taşınmazlarının arazi spekülasyonuna yol açacak şekilde uzun bir süre kamu yararı amacıyla kullanılmadan tutulmak suretiyle yoksun bırakılması riskinden korumaya zorlamaktadır. Kararda, bu geçen sürede taşınmazın değerinde önemli miktarda değer artışı olduğuna dikkat çekilmiştir (Motais de Norbonne/Fransa, § 21). AİHM sonuç olarak on dokuz yıl boyunca kamulaştırmanın dayandığı kamu yararına ilişkin projenin uygulanmaması sonucu bu zaman diliminde meydana gelen artı değerden başvurucunun yoksun bırakılmasının başvurucuya aşırı bir külfet yüklediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Motais de Norbonne/Fransa, §§ 16-23). Bu kapsamda değinilecek diğer bir karar Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37546/02, 8/4/2008) kararıdır. Bu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz hakkında 1986 yılında alınan kamu yararı kararı alınmış ve sonrasında da büyükşehir belediyesince yapılan imar uygulaması çerçevesinde 1992 yılında kamulaştırılmıştır. Başvurucular 27/10/1997 tarihinde 2942 sayılı Kanun'un maddesine dayalı olarak büyükşehir belediyesine karşı tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Başvurucular, taşınmazın kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmadığını ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararı, imar planındaki projenin gerçekleştirilebileceğine vurgu yapılarak Yargıtayca bozulmuştur. Davanın reddine ilişkin hüküm Yargıtayca 5/2/2002 tarihinde onanmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 4-18). AİHM ilk olarak kamulaştırmanın yöntemince yapıldığının taraflar arasında tartışma konusu olmadığını ancak asıl şikâyet konusunun aradan yirmi bir yıl geçmesine rağmen hâlen kamu yararı amacına uygun çalışmalara tahsis edilmemesi olduğunu vurgulamıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, § 25). Buna göre taşınmaza ilişkin olarak kamulaştırma kararı verilmesinin üzerinden yirmi bir yıl geçmesine rağmen mülkten yoksun bırakmaya esas teşkil eden kamu yararına yönelik proje hayata geçirilmemiştir. AİHM, taşınmazın kamulaştırma amacına uygun düzenlemeler için kullanılmamasının başvurucuların mülkiyet hakları bakımından önemli sorunlara yol açtığını belirtmiştir. AİHM'e göre böyle bir kamulaştırma artık kamu yararına ilişkin bir gerekçeye dayanmayıp başvurucuların söz konusu taşınmazın artı değerinden mahrum kalmalarına neden olmaktadır. AİHM somut olayda da yirmi bir yıl geçtiği hâlde taşınmazın kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını belirterek kamu yararı amacının gerçekleşmediği ve kamu yararı ile başvurucuların hakları arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 26-28). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/357 | Başvuru, toplu konut yapımı amacıyla kamulaştırılan taşınmazların kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2014 tarihinde Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van Ağır Ceza Mahkemesinin E.1996/86 sayılı dosyası kapsamında esrar taşımak suçundan 7/2/1996 tarihinde tutuklanmış ve 1/7/1996 tarihinde tahliye edilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesinin 5/2/1997 tarihli ve E.1996/86, K.1997/27 sayılı kararı ile başvurucunun beraatına karar verilmiştir. İddia makamının mütalaasına uygun ve başvurucunun hazır bulunduğu duruşmada (yüze karşı) verilen söz konusu karar, temyiz yoluna başvurulmaksızın 13/2/1997 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, haksız olarak tutuklu kaldığı sürede uğradığı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemiyle Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) 4/5/2012 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme 27/2/2013 tarihli ve E.2012/219, K.2013/146 sayılı kararı ilesüresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Yapılan ayrıntılı açıklamalar sonunda; davacının Van Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmasına konu haksız gözaltı ve tutuklama işlemine karşı açmış olduğu tazminat davasında Van Ağır Ceza Mahkemesinin 1996/86 esas ve 1997/27 karar sayılı ilamının kesinleştiği tarih olan 12/02/1997 tarihinden sonra 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu,Yargıtay içtihatları doğrultusunda 10 yıllık süreden sonra beraat kararının kesinleştiğinin öğrenilmesinin hayatın olağan akışına uymayacağı böylelikle bu tazminat davasının süresinde açılmadığı ve bu nedenle (Mülga) 466 sayılı kanunun maddesi ile (Mülga) Borçlar Kanununun maddesi uyarınca süre yönünden reddinin gerekeceği ... kanaatine ulaşıl[mıştır]” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/3/2014 tarihli ve E.2014/1317, K.2014/6736 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“İncelenen dosya kapsamına göre; dava 466 sayılı Kanun hükümlerine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, Ceza Genel Kurulunun 23/03/2010 tarih ve 2009/256 esas-2010/57 sayılı kararında 466 sayılı Kanunun maddesindeki üç aylık sürenin başlangıcı için 21/04/1975 tarih ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına atıf yapılarak kesinleşen beraet kararından davacının haberdar olmasının arandığı, ancak adı geçen kararda tazminat davasının ne zamana kadar açılması gerektiğine dair bir açıklama bulunmamakla birlikte hiçbir hakkın sonsuza dek dava konusu yapılamayacağı, özel hukuk kapsamında değerlendirilmesi gereken bu talebin de makul bir süre içinde dava edilmesi gerektiği, dava süresi açısından en lehe kabul ile Borçlar Kanununun maddesindeki sürenin kabulü gerektiği ve her koşulda davanın 10 yıllık süre içinde açılması gerektiği kabul edilmekle kanun dışı yakalanan veya tutuklananlar bakımından, beraat hükmünün verilmesinden itibaren 10 yıl dolduktan sonra 466 sayılı Kanuna göre tazminat istenemeyeceği, bu kapsamda tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında 1997 tarihinde verilen beraat hükmü ile tazminat davasının açılmış olduğu 04/05/2012 tarihine kadar, 15 yıldan fazla süre geçtiği ve davacının bu uzun süre içerisinde hakkındaki beraat hükmünden haberdar olmadığından söz etmenin yaşamın olağan akışına uymayacağı, davanın süresinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı gözetilip, süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik olmadığı anlaşılmakla; Yapılan incelemeye, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygunolarak ONANMASINA ... karar verildi.” Yargıtay ilamı, başvurucuya 11/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı mülga Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen;...kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir.” 466 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “1 inci maddede yazılı sebeplerle zarara, uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler.” 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır. (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 6/5/2014 tarihli ve E.2014/12-141, K.2014/229 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılan tazminat davaları için maddede belirtilen üç aylık sürenin dışında esas alınacak azami bir sürenin olup olmadığı, azami bir sürenin var olduğunun kabul edilmesi halinde ne zaman başlayacağı ve bunlara bağlı olarak davanın süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir....Gerçekten 466 sayılı Kanun hükümlerine göre tazminat davalarının süresinde açılıp açılmadığına ilişkin uyuşmazlıklar Ceza Genel Kurulunun gündemine defalarca gelmiş ve istikrarlı bir şekilde, kanunun maddesinin fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresinin, 1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başladığı kabul edilmiştir. Fakat sözü edilen dosyalarda 466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak tazminat davaları için maddede belirtilen üç aylık sürenin dışında esas alınacak azami bir sürenin olup olmadığı tartışılmamıştır. 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun “Tazminat İsteminin Koşulları” başlıklı maddesinin fıkrasında yer alan; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir” şeklindeki düzenlemeyle tebliğden itibaren üç ay ve her halde kesinleşme tarihinden itibaren bir yıl içinde tazminat talebinde bulunulabileceği hüküm altına alınmıştır. 818 sayılı Borçlar Kanununun “Müruru zaman” başlıklı maddesinde; zarar gören tarafın zararı ve failini öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve her halde fiilin vukuundan itibaren on yıl, 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun “Zamanaşımı” başlıklı maddesinde de,zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle tazminat isteminin zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği düzenlenmiştir.Görüldüğü gibi, söz konusu kanunlar uyarınca açılacak davalarda tebliğ ya da öğrenmeden başlayan asıl sürenin yanında eylem ya da işlem tarihinden itibaren azami dava açma süreleri öngörülmüş, 2004 sayılı İcra İflas Kanununun maddesinde ise, ilama dayanan takibin, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrayacağı hüküm altına alınmıştır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;466 sayılı Kanun hükümlerine göre açılacak tazminat davaları için de, maddede belirtilen ve beraat hükmünün kesinleşmesinin tebliğinden veya öğrenilmesinden itibaren işleyen üç aylık sürenin dışında esas alınacak makul azami bir süre kabul edilmelidir. Özellikle 1982 Anayasasının “kişi hürriyeti ve güvenliği” ile ilgili olup tutuklama şartları ve haksız tutuklama işlemlerinden de bahsedilen maddesinde yapılan; “bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir” şeklindeki değişiklikten sonra, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre 10 yıllık azami bir sürenin kabul edilmesi, hak arayışlarının kötüye kullanılacak biçimde süresiz kılınmasını önleyebileceği gibi adalet ve nasafet kurallarına da uygun ve isabetli olacaktır. Böylece, haksız yakalama ve tutuklama nedeniyle tazminat davalarına da hukukumuzdaki diğer tazminat davalarındaki gibi dava açmak için azami süre şartı getirilecek ve beraat ile sonuçlanmış ceza dava dosyalarının kesinleşmesinden sonra süresiz olarak 466 sayılı Kanuna göre dava açma keyfiliğinin de önüne geçilecektir. ...[B]u davalarda esas alınacak 10 yıllık azami sürenin de kesinleşme tarihinden itibaren başlaması gerektiği kabul edilmelidir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12288 | Başvuru, haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; askerlik görevi sırasında askerliğe elverişsiz raporu verilerek terhis edilme ile sonuçlanan olaylara ilişkin açılan tazminat davasında mahkemece hatalı değerlendirme yapılması, ikinci bilirkişi raporu alınması talebinin reddedilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, gerekli muayeneleri yapıldıktan sonra 23/2/2011 tarihinde Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı emrinde askerliğe başlamıştır. Başvurucu, askerlik hizmetini sürdürürken yaşadığı rahatsızlıklar sonucu askerî hastanelerce muayene edilmiş; ayaktan ve yatarak tedaviler görmüştür. Başvurucuya son olarak Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi Sağlık Kurulunun 30/1/2012 tarihli raporuyla izole proteinüri (IgA nefropatisi) tanısı konmuş, bundan dolayı başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu rapor üzerine terhis edilmiştir. Başvurucu, terhis edilmesinin ardından Millî Savunma Bakanlığına başvurarak tazminat talebinde bulunmuş; idarece altmış gün içinde başvuruya cevap verilmemiştir. Bunun üzerine başvurucu; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinde 19/7/2012 tarihinde idare aleyhine 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemli dava açmıştır. Başvurucu, bu davayı adli yardım talepli olarak açmış; talep Mahkemece kabul edilmiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde, 2011 yılı Mart ayı içinde sabah eğitiminin ardından soğuk havada uzun süre yağmur altında beklemek zorunda kaldığını, bu beklemenin etkisiyle üst solumun yolları enfeksiyonu rahatsızlığına yakalandığını belirtmiştir. Başvurucu; yüksek ateşi olmasına karşın revire çıkarılmadığını, ertesi gün idrar renginde koyulaşma fark etmesi üzerine revire gidecekler listesine kaydolarak sonraki gün revire çıktığını, buradan Hava Hastanesi Kulak Burun Boğaz ve Üroloji polikliniklerine ardından GATA Hastanesine sevk edilerek on gün Hastanede tedavi gördüğünü ve bir ay hava değişimine gönderildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca; şikâyetlerinin ustalık döneminde sevk edildiği Şanlıurfa Zırhlı Tugay Komutanlığında da devam ettiğini, yine hastanelere sevkinin yapıldığını, GATA Hastanesince tekrar iki aylık hava değişimine gönderildiğini, tüm bu süreçlerde kendisine verilen ilaçları muntazaman kullandığını açıklamıştır. Ancak nihayetinde GATA Hastanesi Sağlık Kurulunun 30/1/2012 tarihli raporu ile askerliğe elverişli olmadığının belirlenmesi neticesinde terhis edildiğini belirtmiş, bu kapsamda askerlik görevi sırasında başlayan şikâyetlerinin idarenin ihmaller zincirinden kaynaklandığını ileri sürerek lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu, söz konusu raporla tanısı konulan IgAnefropatisi hastalığının kesin tedavisinin bulunmadığını ve yaşamının geri kalanında bu hastalıktan olumsuz etkileneceğini iddia etmiştir. AYİM İkinci Dairesi, yargılama sürecinde alınan bilirkişi raporundaki tespitler ile tıbbi kayıtlar ve dava dosyasındaki diğer deliller doğrultusunda 2/10/2013 tarihindedavayı reddetmiştir. Söz konusu bilirkişi raporu Gazi Üniversitesi Hastanesinde görevli, başvurucunun hastalığı alanında uzman üç kişiden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanmıştır. 19/6/2013 tarihli bu raporda başvurucunun askerliğe elverişsiz hâle gelmesine sebep olan rahatsızlık IgA nefropatisi (kronik glomerulonefrit) olarak tespit edilmiş ve bu rahatsızlığın dış etkenler ile ortaya çıkan nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Raporda, rahatsızlığın ilerlemesine katkıda bulunan kesin bilinen bir faktör olmadığı ve bulguların aşikâr olmadığı durumlarda mutlaka böbrek biyopsisinin yapılmasının gerekmediği açıklanmıştır. Raporda ayrıca başvurucunun GATA Hastanesine ilk yatışındaki bulgulara göre böbrek biyopsisi yapılmasını zorunlu kılacak bir durumun olmadığı, nitekim ikinci yatışında zorunluluk görülerek böbrek biyopsisinin zamanında yapıldığı ifade edilmiştir. Rapora göre söz konusu rahatsızlık bünyeseldir ve rahatsızlığın ilerlemesinde çevresel etkenlerin rolü kesin olarak ortaya konmuş değildir. Sonuç olarak bilirkişi raporuna göre başvurucuya revir ve hastanelerde yapılan tıbbi takip ve müdahalelerde herhangi bir gecikme, ihmal ve hata bulunmamaktadır. Başvurucu, bilirkişi raporuna itirazda bulunmuş ve yeni bir rapor düzenlenmesini istemiştir. Mahkeme ise mevcut raporun bilimsel verilere uygun olduğu kanaatine vardığını belirterek, ayrıca başvurucunun itirazlarının somut verilere dayanmadığını ifade ederek bu itiraza açıklamada bulunmuştur. AYİM İkinci Dairesi davayı reddeden kararında; ayrıca yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, reddedilen tazminat miktarı üzerinden ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin ve maddelerine göre hesapladığı 390 TL vekâlet ücretine başvurucu aleyhine hükmetmiştir. Davanın reddi üzerine karar düzeltme talebinde bulunulmuş ancak talep 18/6/2014 tarihinde reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 9/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Millî Savunma Bakanlığı tarafından bireysel başvuru dosyasına sunulan 23/2/2018 tarihli yazı ile başvuruya konu davada başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin ödenmemesi üzerine, tahsil edilemeyen vekâlet ücreti listesine dâhil edildiği bildirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12533 | Başvuru, askerlik görevi sırasında askerliğe elverişsiz raporu verilerek terhis edilme ile sonuçlanan olaylara ilişkin açılan tazminat davasında mahkemece hatalı değerlendirme yapılması, ikinci bilirkişi raporu alınması talebinin reddedilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 14/4/1995 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine açılan alacak davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1993 yılında Tekel Genel Müdürlüğüne sattığı tütün ürününün bedelini alamadığını ileri sürerek 14/4/1995 tarihinde alacak davası açmıştır. Muş Asliye Hukuk Mahkemesi 18/4/2014 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/12/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/4/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu Efendi Özbey'in 2/10/1997 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3240 | Başvuru, 14/4/1995 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine açılan alacak davasının uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare Mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 25/12/2012 tarihli kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 9/5/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin kararı onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 23/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 21/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8812 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; gözaltında işkence görülmesi ve bu konuda soruşturma açılmaması nedeniyle işkence yasağının, gözaltına alınmalarından yakınlarına haber verilmemesi, derhâl hâkim önüne çıkarılmaması, rutin gerekçelerle ve çelişmeli bir yargılama yapılmaksızın tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluğun uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltı aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmaması, beyanların alınmasının öncesinde hakların hatırlatılmaması, hazırlık aşamasında sadece lehe delillerin toplanması, sonradan kabul edilmemesine rağmen müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan kolluk ifadelerinin hükme esas kabul edilmesi, suçun ve cezanın tespitinde hataya düşülmesi, kararın uygun biçimde gerekçelendirilmemesi, esaslı işlemlerin gerçekleştirildiği aşamadaki mahkeme heyetinde askerî hâkimin de yer alması, yargılamaya devlet güvenlik mahkemelerinin (DGM) yerine kurulan özel yetkili mahkemede devam edilmesi, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle doğrudan doğruyalık ilkesini, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma haklarını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu Suna Ökmen'e (Ökmen) ait 2013/717 numaralı bireysel başvuru 11/1/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla, başvurucu Dursun Bütüner'e (Bütüner) ait 2013/1594 numaralı bireysel başvuru ise 18/2/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/6/2013 tarihinde (B. No: 2013/1594) ve Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/11/2014 tarihinde (B. No: 2013/717) başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından 25/9/2013 ve 26/6/2015 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/11/2013 ve 12/8/2015 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/12/2013 ve 16/8/2015 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/12/2013 ve 25/8/2015 tarihlerinde ibraz etmişlerdir. 4/11/2015 tarihinde 2013/1594 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasınınkonu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/717 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2013/717 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Dosyaların Birleştirilme Öncesinde Başvurucu Ökmen'e İlişkin Yargılama 27/9/1992 tarihinde atış talimi yaparken yakalanan bir kişinin yer göstermesi üzerine operasyon düzenlenen evde ele geçen bazı dokümanların başvurucu Ökmen'in ve sanıklar Galip. A., Filiz K., Hacer A., Ahmet Ö., Nursel ve Mesude P. ile diğer kişiler Şükrü A. ile Savaş K. isimli kişilerin eli ürünü olduğu anlaşılmıştır. İki örgüt evinde daha yapılan aramada ele geçen bazı belgelerin de başvurucu ve diğer bazı şüphelilere ait olduğu belirlenmiştir. Başvurucu Ökmen'in bulunduğu eve 29/9/1992 tarihinde operasyon gerçekleştirilmiş, yaşanan çatışma sonucunda Fatma S. ve Kayhan T. ölü olarak ele geçirilmiş, üzerinde sahte kimlikle yakalanan başvurucu gözaltına alınmıştır. Evde yapılan aramada, ikisi ölen kişilerin yanlarında olmak üzere üç adet tabanca, iki adet lav silahı, roketatar mermisi, telsiz, çeşitli patlayıcı madde, elektronik malzemeler ve örgütsel dokümanlar bulunmuştur. Başvurucu, ölen kişileri şüpheli Galip A.ya bağlı örgüt üyeleri olarak teşhis etmiştir. Başvurucu, aynı gün avukatı olmaksızın alınan polis ifadesinde Dev-Sol Silahlı Devrimci Birlikleri üyesi olduğunu, 1990 yılında örgütün Beka Vadisi'ndeki kampına gönderildiğini ve 1992 Mart ayına kadar burada eğitim aldığını belirtmiş; hangi kod adlarını kullandığına, örgütlenme yapısının ne şekilde olduğuna, baskın yapılan hücrenin sorumlusu olduğuna, örgüt adına gerçekleştirdikleri beş eyleme ve gerçekleştirmeyi planlayıp yapamadıkları eylemlere dair bilgi vermiştir. Başvurucu kendisine gösterilen kişilerden 1990 yılında pankart asma eylemi nedeniyle birlikte tutuklandıkları Mesude P.yi ve diğer bazı kişileri teşhis etmiştir. Başvurucunun katıldığını belirttiği eylemler şu şekildedir: i. 16/4/1992 tarihinde Beyoğlu'ndaki ABD Konsolosluğuna roket atılması eylemini Şükrü A. ve Ali Rıza K., Mustafa nin (talimat veren) de katılımıyla (44 No.lu olay) ii. 11/7/1992 tarihinde ABD Konsolosluğuna roket atılması eylemini sanık Filiz K. ve diğer kişiler Şükrü A. ile Mustafa nin (talimat veren) de katılımıyla (55 No.lu olay) iii. 24/7/1992 tarihinde Cağaloğlu Emniyet Müdürlüğü binasına lav silahı atılması eylemini sanık Galip A. (talimat veren) diğer kişiler Şükrü A. ve Ali R. K.nın da katılımıyla (57 No.lu olay) iv. 4/8/1992 günü İETT garajının soyulması ve bu amaçla Mustafa Z.ye ait aracın gasp edilmesi eylemini sanıklar Galip A. (talimat veren) ile Ahmet. Ö., Fatma S., Şükrü A. ile Ali R. K.nın da katılımıyla (59 No.lu olay) v. 14/9/1992 tarihinde Beylerbeyi Polisevi inşaatının bombalanması eylemini sanık Galip A. (talimat veren) ve Fatma S. ile Kayhan T.nin de katılımıyla (67 No.lu olay) 30/9/1992 tarihinde başvurucunun örgüte ait bazı silahlarını sakladığı yeri göstereceğini belirtmesi üzeri gidilen boş bir arazideki çalılıklar arasında roketatar ve mermisi, bir inşaatın bodrum katında ise bir adet tabanca bulunmuştur. Yapılan inceleme sonucunda ölen kişilerin yanında bulunan tabancaların ve inşaatta ele geçen tabancanın çok sayıda kişinin şehit edilmesiyle sonuçlanan saldırılarda kullanıldığı tespit edilmiştir. Başvurucuya ve şüpheliler Şükrü A. ile Filiz K.ya 44, 55, 57, 59 ve 67 No.lu eylemlere dair yer gösterme işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucu 12/10/1992 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise hakkındaki suçlamaları reddetmiş; polis ifadesinin zorla imzalattırıldığını, polis ifadesinde geçen kişilerden sadece Mesude P.yi tanıdığını, olay günü sokakta yürürken yakalandığını, Emniyette kaldığı on beş gün boyunca çeşitli şekillerde işkence gördüğünü, yakalandığı gün parmakla kızlığının bozulduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu 12/10/1992 tarihinde çıkartıldığı Mahkemece tutuklanmıştır. Sanık Galip A. (yaralı ele geçirilme 29/9/1992, gözaltı 14/10/1992), Emniyetteki ifadesinde 57 No.lu olayın başvurucu, Şükrü A. ve Ali R.K. tarafından kendi talimatı üzerine gerçekleştirildiğini belirtmiştir. 59 No.lu olaya ilişkin olarak ise başvurucudan bahsetmemiştir. Galip A., Cumhuriyet Savcılığı ve Mahkemeler önünde (yaralı ayağına) işkence yapılarak ifadesinin alındığını ve polisteki beyanını kabul etmediğini söylemiştir. Sanık Filiz K. (gözaltı 28/9/1992) 55 No.lu eylemi başvurucu ve Şükrü A. ile birlikte gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Cumhuriyet Savcılığında, polisteki ifadesinin işkenceye dayalı olduğunu iddia etmiş; Mahkeme önünde polis ifadesini ve suçlamaları kabul etmemiştir. Sanık Ahmet Ö. (gözaltı 27/9/1992), polisteki ifadesinde 59 No.lu olayı Ali R.K, Şükrü A., Fatma S. ve başvurucu ile birlikte gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Cumhuriyet Savcılığında, polisteki ifadesinin işkence zoru ile imzalattırıldığını ileri sürmüştür. Ahmet Ö., sorgusunda ve Mahkeme önündeki ifadesinde polisteki beyanlarını ve hakkındaki suçlamaları reddetmiştir. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 8/1/1993 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu on sekiz sanık hakkında anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs veya silahlı örgüt üyeliği suçlarından iddianame düzenlemiştir. Başvurucu 44, 55, 57, 59 ve 67 sayılı eylemlerden sorumlu tutulmuştur. Başvurucunun yargılanmasına İstanbul 3 No.lu DGM'ninE.1993/114 sayılı dosyasında başlanmıştır. 14/4/1993 tarihli duruşmada başvurucu, işkence yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirtmiştir. Sanık Nursel de Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 22/12/1992 tarihli raporunu sunmuş ve soruşturma yapılmasını talep etmiştir. Mahkeme, DGM Cumhuriyet Savcılığına 11/12/1992 tarihinde konuyla ilgili yazı yazıldığını ve sanıkların buraya başvurabileceklerini bildirmiştir. 7/7/1993 tarihli duruşmada bazı sanıklar vekili, içeriği belirlenemeyen raporlar sunmuş ve işkence nedeniyle suç duyurusunda bulunulmasını talep etmiştir. Mahkeme, bu konuda daha önce yazı yazılmış olduğundan ilgili kişilerin Cumhuriyet Savcılığına başvurabileceklerini belirtmiştir. 18/10/1993 tarihli duruşmada başvurucu; okunan ifadelerinden, beyanlarından polise vermiş olduğu ifadesini kabul etmemiştir. 15/12/1993 tarihli duruşmada dosyada bulunan yakalama, yer gösterme, arama, teşhis tutanakları okunmuş; başvurucu ve hazır bulunan sanıklar okunan tutanakların polis senaryosu olduğunu iddia etmişlerdir. Sanık Savaş K., kendisine okunan tutanak ve belgelerin işkenceye dayalı olduğunu ve polis tarafından oluşturulduğunu ileri sürmüştür. 22/6/1999 tarihli ve 4390 sayılı Kanun'la DGM'lerde görev yapan askerî hâkim ve savcıların görevi sona ermiştir. 25/6/1999 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Başvurucu, esas hakkındaki savunmasını hazırlamak için süre talep etmiştir. 7/4/2000 tarihli duruşmada başvurucuya savunmasını hazırlamak için son kez süre tanınmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer bazı sanıklar, müdafinin müvekkilleriyle cezaevinde usulüne uygun biçimde görüşemediklerini belirtmesi üzerine Mahkeme, bu konuda ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına ya da cezaevi idaresine başvurulması gerektiğine hükmetmiştir. İstanbul 3 No.lu DGM, 2/7/2001 tarihinde başvurucu Ökmen'in tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu vekili 6/2/2002 tarihli duruşmada esasa ilişkin savunmalarını yazılı olarak sunmuştur. Başvurucu vekilinin bazı duruşmalara mazeret bildirerek ya da mazeretsiz katılmadığı görülmektedir. 16/4/2004 tarihli ve 5190 sayılı mülga Kanun'un yürürlüğe girmesinin ardından davanın görülmesine, anılan Kanun'un maddesi uyarınca görevlendirilen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 2/5/2005 tarihli duruşmada, celse arasında başvurucunun önceki müdafiininistifa etmesi, yeni müdafiinin ise mazeret bildirmesi ve süre istemesi nedeniyle başvurucuyla ilgili davanın tefrikine karar vermiştir. Mahkeme, aynı tarihli ve E.1993/114, K.2005/64 sayılı kararı ile diğer sanıklar hakkında hüküm kurmuştur. Bu karar, Yargıtay Ceza Dairesi 11/7/2006 tarihli ve E.2006/1537, K.2006/4178 sayılı ilamı ile bozulmuş, dava Mahkemenin E.2006/221 sayısına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2006 tarihli ilk duruşmadan itibaren 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi ile görevli mahkeme sıfatıyla davayı görmeye devam etmiştir. Başvurucu yönünden tefrik edilen davada (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddesi ile görevli) 27/5/2005 tarihli ve E.2005/116, K.2005/79 sayılı kararıyla başvurucuyu Anayasa'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye teşebbüs etmek suçundan müebbet ağır hapis cezasına mahkûm etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 17/4/2007 tarihli ve E.2007/2260, K.2007/3345 sayılı ilamı ile başvurucu hakkındaki hükmü asıl dosyadaki belge örneklerinin konulmaması, bağlantılı dosyaların gerektiğinde birleştirilmesi hususunun değerlendirilmemesi ve Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklik nedeniyle kararı bozmuştur. Başvurucu hakkındaki dava, bozma sonrası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/221 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. E.1993/114 Sayılı Dosyaya Konu Soruşturma Kapsamında Alınan Raporlar Başvurucunun 12/10/1992 tarihinde İstanbul Adli Tabipliğince yapılan muayenesinde her iki ayak sırtında kabuklu lezyonlar, sol kolda ve sol omuzda subjektif ağrı şikâyeti bulunduğu; parmakla kızlık zarının yırtıldığı iddiasıyla ilgili olarak kızlık zarının halkavi yapıda 2 mm genişlikte olduğu, fevhasının 1 cm büyüklükte olduğu, bu hususta kesin kanaat bildirilmediğinden uzman doktor tarafından muayene edilmesi gerektiği, kol ve omuzdaki ağrı ve şişlik nedeniyle ise ortopedi muayenesinin yaptırılması gerektiği belirtilmiştir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin 13/10/1992 tarihli raporunda, hymen anüler yapının parmak duhulüne müsait fevhalı olduğu tespit edilmiştir. Haseki Hastanesinin 26/10/1992 tarihli raporuna göre başvurucun sol kol ve elinde parezi, ön kolda kuvvet kaybı, ulnar sağda hipostez ve adelelerinde nörojen tutulma saptanmıştır. Başvurucunun 22/10/1992 ve 23/10/1992 tarihlerinde de muayene edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu 9/12/1992 tarihinde Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından tekrar muayene edilmiştir. Önceki raporlarda yer alan bulguların da dikkate alınması suretiyle hazırlanan raporda, başvurucuda tespit edilen ekimoz kabuklu yara, kabuğu düşmüş iyileşmeye başlamış yara, ağrı, büllöz, kuvvet kaybı, hissizlik nörojen tutulmanın hayati tehlike oluşturmadığı fakat on beş gün iş güç kaybına yol açacağı sonucuna varılmıştır. İstanbul Adli Şube Müdürlüğünün 12/10/1992 ve 13/10/1992 tarihli raporlara istinaden hazırladığı 12/11/1992 tarihli raporda hymen anüler yapıda doğal sünme bulunduğu, orifisin serçe parmağı genişliğinde bulunduğu, başvurucunun hâlen bakire olduğu subjektif ağrı ve şişliğin bir gün iş güç kaybına yol açacağı belirtilmiştir. 12/10/1992 tarihinde yapılan muayenelerinde şüpheli Ahmet Ö.nün sol dirsek dış yanında 2 adet 1 cm boyunda kabuklu lezyon; şüpheli Şükrü A.nın sol kol ve sol bacak üstünde 1 cm'den ufak muhtelif kabuklu yaralar; şüpheli Filiz K.nın sağ lomber bölgesinde 3 cm çapında hafif hiperemi tespit edilmiştir. Şüpheli Galip A. hakkında düzenlenen 19/10/1992 tarihli raporda kurşun yarası haricinde darp cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Birleşme Öncesi Başvurucu Bütüner'e İlişkin Yargılama Başvurucu, terör örgütü üyesi olduğu şüphesi ile 17/10/1993 tarihinde İstanbul’daki ikametgâhında gözaltına alınmıştır. Başvurucunun yastığının altında bir adet tabanca ele geçirilmiştir. Yapılan inceleme sonucunda bu silahın, Talat Ü.nün ve diğer bir kişinin yaralanması olaylarında ve 14/7/1993 tarihinde Rıza G. isimli kişinin öldürülmesi olayında kullanıldığı anlaşılmıştır. Başvurucu, gözaltındaki ifadesinde 6/7/1993 tarihinde Enis T.nin tabancayla yaralanması (26 No.lu olay), 9/7/1993 tarihinde Talat Ü.nün yaralanması (28 No.lu olay) ve 14/7/1993 tarihinde Rıza G.nin öldürülmesi (29 No.lu olay) olaylarını ikrar etmiştir. Başvurucu, ilk olayda İsmail Y.nin (gözaltı 17/10/1993) ateş ettiğini; ikincisine ilişkin olarak mağdurun kendisini görünce bağırmaya başladığını, bunun üzerine Erol Ç. (gözaltı 16/10/1993) ve İbrahim (gözaltı 17/9/1993) ile birlikte mağduru yere yatırdıklarını ve bu ikisinin ateş ettiğini, üçüncü olay esnasında ise İsmail Y. ve Erol Ç.nin olay yerinin dışında durduklarını, kendisinin tabancasını çektiğini ama ateş etmediğini beyan etmiştir. Bilinmeyen bir tarihte ifadesi alınan 26 No.lu olayın mağduru Enis T., silahla yaralanması olayına ilişkin olarak başvurucuyu, İsmail Y. ve Erol Ç.yi teşhis etmiştir. 28 No.lu olayın mağduru Talat Ü., tanımadığı üç kişinin kendisine saldırdığını ve birinin ateş ettiğini belirtmiştir. Erol Ç., 26 No.lu olayda İsmail Y.nin ateş ettiğini, kendilerinin silah kullanmadıklarını söylemiş; 29 No.lu olayı kabul etmiştir. İsmail Y., 26 No.lu olayda ateş ettiğini belirtmiş ve 29 No.lu olaya katılımını ikrar etmiştir. Erol Ç. ve İsmail Y., Cumhuriyet Savcılığı ve Mahkeme aşamasındaki beyanlarında kollukta verdikleri ifadelerini reddetmiştir 26 ve 29 No.lu olaylara ilişkin olarak şüphelilere, 28 No.lu olay kapsamında şüphelilerden birine yer gösterme işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu 26/10/1993 tarihinde gözaltından çıkartılmasının ardından Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde üzerine atılı eylemleri kabul etmemiştir. Başvurucu Bütüner'in Mahkeme önündeki yargılama aşamasında da bu yönde savunma yaptığı anlaşılmaktadır. 26/10/1993 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına kararı verilmiştir. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 31/12/1993 tarihinde başvurucu, Erol Ç., İbrahim , İsmail Y., Cemalettin E., ve diğer bazı sanıklar hakkında anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü üyeliği veya böyle bir örgüte yardım ve yataklık suçlarından iddianame düzenlemiştir. İstanbul 3 No.lu DGM 17/12/2003 tarihli ve E.1993/593, K.2003/319 sayılı kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine hükmetmiştir. Bu kararın Yargıtay Ceza Dairesinin 1/4/2005 tarihli ilamıyla bozulması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/125 esasına kaydedilmiştir. 21/12/2005 tarihinde başvurucu Bütüner'in tahliyesine karar verilmiştir. Mahkeme 16/11/2007 tarihinde başvurucunun da sanık olarak yargılandığı dosyanınE.2006/221 sayılı asıl dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir. Dosyanın Birleştirilme Sonrası Yargılama Diğer dosyaların birleştirilmesinin ardından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/221 sayılı dosyasındaki yargılama 25 sanığın, 82 mağdur ve 40 maktüle karşı işlediği iddia olunan çeşitli eylemleri kapsamaktadır. 24/6/2009 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını vermiştir. Başvurucu Bütüner müdafiinin 24/6/2009 tarihinden önceki bazı duruşmalara mazeret bildirdiği, anılan tarih ve sonrasında ise başvurucunun ya da müdafiinin duruşmaları takip etmediği anlaşılmaktadır. Bu duruşmalar esnasında Mahkemenin bazı bilgi ve belgeler araştırdığı veya sanıkların esas hakkındaki savunmalarını almaya çalıştığı, kimi sanık vekillerin de duruşmalara katılmadıkları görülmektedir. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) 18/6/2010 tarihli ve E.2006/221, K.2012/214 sayılı kararı ile başvurucuların anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmalarına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...A-BU ANLATILAN GENEL ÖRGÜT YAPILANMASINDAN SONRA 93/114 ESAS NUMARALI İKEN 2006/221 ESASI ALAN DAVA DOSYASI SANIKLARIN DURUMLARINI TEK TEK ELE ALACAK OLURSAK,Bu dosyada yukarıda deliller bölümünde A ŞIKKINDA BELİRTİLEN yakalama tutanakları,[]ele[]geçen silah ve patlayıcı maddeler,[]sahte kimlikler,[]silah ve sahte belgelere ait ve ele geçen dökümanlara ait ekspertiz raporu,[]müşteki ve tanık anlatımları,[]sanıkların anlatımları,[]sanıkların yer gösterme tutanakları birlikte değerlendirildiğinde...E-SANIK SUNA ÖKMEN (93/114 esasta sanık iken tefrikle 2007/291 esası alan ve birleşen dosyanın sanığı)Sanık Suna Sökmen’in İstanbul Silahlı devrimci birlikler genel sorumlusu Eser kod adlı Galip A...’e bağlı olarak 3 birlik oluşturulduğu, bu birliklerden Birliğin komutanın Hamiyet kod adlı Suna ÖKMEN olduğu, Hücresinin Sedat kod adlı Fatma S...., Atilla ve Abdullah kod adlı Kayhan T... olduğu ve bu şekilde örgütlendikleri, Galip A...'ün silahlı devrimciler birliğinin İstanbul genel sorumlusu olarak görevlendirildiği, sanığın da bu silahlı devrimciler birliği içerisinde görev alıp Lübnan BEKA vadisinde eğitim aldığı, SERAP, OLCAY ve EDA kod adlarını kullandığı, ayrıca Esma CAN, Hasibe KİRMAN ve Sevgi KARADAĞ s[a]hte kimliklerini kullandığı, 1992 tarihinde Üsküdar Beylerbeyi[]'ndeki örgüt evinde Hasibe KİRMAN sahte kimliğiyle yakalandığı, ayrıca diğer örgüt evlerinde ve yakalandığı evde örgütsel dokümanların bu sanığın eli ürünü olduğu, ayrıca sanığın gösterdiği yerlerde roketatar mermisi, silah ve mermilerin ele geçtiği, bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde faaliyetlerde bulunup, 1) İddianamede olay olarak gösterilen 1992 tarihinde İstanbul ABD Başkonsolosluk binasına roket atılma olayına Mustafa .., Suna ÖKMEN, Ali R... K... ile birlikte katıldığı, ..., sanığın anlatımları, bunu doğrulayan cerahim evrakları, yine Şükrü A...’nun anlatımları, yine sanığın Klasör A dizi 48’deki teşhis tutanağı, dizi 74[']de sanığın Şükrü A... ile birlikte yaptığı yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.2) İddianamede olay olarak gösterilen 1992 günü İstanbul ABD başkonsolosluğuna roket atılma olayına Mustafa .., Şükrü A..., Filiz K... ve Suna ÖKMEN'in katıldığı, ..., sanığın anlatımları, bunu doğrulayan cerahim evrakları, Filiz K... ve Şükrü A...’nun anlatımları, Klasör A dizi 48[']deki teşhis tutanağı ve dizi 73[']deki sanığın Şükrü[]A... ve Filiz K...’in katılımıyla yaptığı yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.3) İddianamede olay olarak gösterilen 1992'de Emniyet Müdürlüğü'ne roket atar atılması olayını Galip A..., Mustafa .., Şükrü A..., Suna ÖKMEN ve Ali R... K...'ün katıldıkları, ..., sanığın anlatımı, bunu doğrulayan cerahim evrakları, yine Şükrü A..., Galip A...’ün anlatımları, Sanığın Klasör A dizi 48[']deki teşhis tutanağı, dizi 72[']de sanığın Şükrü A... ile birlikte yapmış olduğu yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.4) İddianamede olay olarak gösterilen 1992'de İETT garajının soyulması, Mustafa Z...'nun aracının gaspı olayına Galip A..., Mustafa .., Şükrü A..., Ahmet Ö..., Suna ÖKMEN, Ali R... K... ve Fatma S...'in katıldığı, ..., sanığın anlatımı, bunu doğrulayan cerahim evrakları, yine Ahmet Ö..., Şükrü A..., Galip A...’ün anlatımları, mağdur Mustafa Z...[']nun anlatımları, Klasör A[']daki dizi 48[']deki sanığın teşhis tutanağı ve dizi 67[']de Ahmet Ö..., Şükrü A... ile birlikte yapmış olduğu yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.5- İddianamede olay olarak gösterilen 1992'de Üsküdar Beylerbeyi'ndeki polis evi inşaatının bombalanması olayını Galip A..., Suna ÖKMEN, Kayhan T... ve Fatma S...'in katıldığı, ... sanığın anlatımı, bunu doğrulayan cerahim evrakları, Galip A...’ün anlatımları, Klasör A[']da dizi 48[']deki sanığın teşhisi ve dizi 68[']deki yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.Bütün bu eylemler birlikte değerlendirildiğinde eylemlerin şiddeti ve yoğunluğu ve yapıldığı tarihteki terör olayları bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanık SUNA ÖKMEN’in eyleminin mensubu olduğu örgütün amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetinin Anayasal Düzenini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs niteliğinde bulunduğundan sanığın TCK. nun 146/1 madde gereğince cezalandırılmasına, karar verilmesi gerektiği, ......C-MAHKEMEMİZİN 1993/593 ESASINDAN BOZULARAK 2005/125 ESASINA KAYDEDİLEN VE BU DOSYA İLE BİRLEŞTİRİLEN DOSYADA;Bu dosyada yukarıda deliller bölümünde c ŞIKKINDA BELİRTİLEN yakalama tutanakları, ele[]geçen silah ve patlayıcı maddeler,[]sahte kimlikler,silah ve sahte belgelere ait ve ele geçen dökümanlara ait ekspertiz raporu,[]müşteki ve tanık anlatımları,[]sanıkların anlatımları,[]sanıkların yer gösterme tutanakları birlikte değerlendirildiğinde4-SANIK DURSUN BÜTÜNER "SALİH, TARIK KOD "FERİT kod Cemalettin E...'nin ön sorgusunda sorumlusunun TARIK kod Dursun BÜTÜNER olduğunu söylemesi ve göstermesi üzerine ... sayılı yerde evde sanık Dursun BÜTÜNER[]'in yakalandığı ve yatmakta olduğu yerde yastığının altında 65 mm Çeska marka ...21 seri nolu tabanca, bu tabancaya ait iki şarjör, şarjörlerde 16 merminin ele geçtiği,THKP/C Devrimci Sol isimli örgütün üyesi olduğu, TARIK ve SALİH kod adlarını kullandığı, Muammer A...'ın sorumluluğunda ... mahallesi örgütlenmesinde yer aldığı, iki ay kadar yayın dağıtıp sattığı, bazı Emniyet mensupları hakkında topladığı bilgileri istihbarat raporu haline getirdiği ve sorumlusuna verdiği, sorumlusu MEHMET ve SALİH bu istihbarat raporların 1991 tarihinde yakalanan Mehmet A... Ç...'in ikametinde ele geçirildiği, 1992 de yakalanıp tutuklandığı, İstanbul 2 Nolu DGM 'nin ... kararıyla maddeye aykırılık suçundan 2 yıl 6 ay ceza aldığı, 1992 de salıverildiği, tahliyesinden sonra bir ara A... örgütlenmesinde yer aldığı, Ercan T...'ye bağlı faaliyet gösterdiği, bu arada örgütte meydana gelen bölünme sonucu darbeci grupta yer aldığı, Ercan T...'nin karşı grup mensuplarınca öldürülmesi üzerine İbrahim .. ile temasa geçtiği, ona bağlı olarak İsmail Y..., Erol Ç..., Ahmet Ç... ve Turgut kod ile birlikte darbeciler silahlı milis örgütlenmesinde yer aldığı, Levent N..., Yavuz U..., Ekrem A... ve Nebi A...'in kaçırılıp sorgulanmasında bulunduğu,Rıza G...'in öldürülmesi, Enis T...'in yaralanması olayına katıldığı, evinde ele geçen tabancaların 1993 tarihinde ... sayılı yerdeki lokantada Erdal G... adlı şahsın yaralanması, Talat Ü...'nün yaralanması, Rıza G...'in öldürülmesi eylemlerinde kullanıldığı,...'ın ölü olarak ele geçirildiği ... evde gele geçen A-117 - 120 arasın sayılarla işaretli örgütsel dokümanlardaki yazıların sanığın eli ürünü olduğunun ekspertiz raporlarıyla doğrulandığı,ANLAŞILDIKTAN SONRA SANIĞIN DURUMUNA BAKACAK OLURSAK,1- İddianamede 26 nolu olay olarak gösterilen 1993 günü saat 13:00 sıralarında ... Enis T...'in yaralanması olayında;... olay günü sanıklar Erol Ç..., Dursun BÜTÜNER, İsmail Y... ve Ali P...'un mağdurun dükkanına silahlı olarak gittikleri, ... İsmail Y...'in tabancasıyla mağdurun ayaklarına doğru 2-3 el ateş ettiği, diğer sanıkların da silahlı olduğu, ...Erol Ç...'ın Klasör 7 Dizi 238[']de İsmail Y... tabancayla bacaklarına doğru ateş edip yaraladı, bu olayda biz silah kullanmadık şeklinde beyanı, Dursun BÜTÜNER Dizi 206 'da İSMAİL 'in ateş ettiği şeklindeki beyanı,İSMAİL 'in hazırlıkta 2-3 el ateş ettim şeklindeki beyanı,Klasör 5 'te ceraim evrakları, Mağdur “iki kişi geldi devrimciyiz para vereceksin dediler reddettim, biri silah çekti tekrar para istedi reddettim eline tekmeyle vurdum düşmedi ayaklarıma doğru ateş etti” şeklindeki beyanı,ve mağdurun Klasör 7 Dizi 366 'da İSMAİL, DURSUN ve EROL 'u kesin olarak yaptığı teşhisKlasör 7 Dizi 376 'da sanıkların ifadeli yer gösterme tutanakları,Olay yerinde ele geçen iki adet kovanın Cemalettin E...'de elde edilen silahtan atıldığının ekspertiz rapor birlikte değerlendirildiğinde,Eylemin anlatılan biçimde sanık yönünden sübut bulduğu ve olaya bizzat katıldığı,2- İddianamede 28 nolu olay olarak gösterilen 1993 günü ... Talat Ü...'nün yaralanması olayında;... Talat Ü...'yü olay yerinde yakalayan sanıklar Erol Ç... ve İbrahim ..'ün mağduru kolundan yakaladıkları, ... Dursun BÜTÜNER 'in de sanıkların yanında olduğu, ... İBRAHİM ve EROL 'un ateş etmeye başladıkları, ...Olay yerinde bulunana 4 adet kovanın Dursun BÜTÜNER 'in evinde yapılan aramada bulunan ...22 nolu tabancadan atıldığının belirten ekspertiz raporu,Erol Ç...'ın yakaladık, üzerindeki tabancayı aldık, yere yatırdık, ben üzerindeki çek vizör tabancayla bacaklarına doğru dört el ateş ettim şeklindeki beyanı, Dursun BÜTÜNER 'in Talat Ü... beni tanıdığı için gizlendim, İBRAHİM ve EROL çevirdiler ondörtlü tabancasını aldılar, beni görünce darbeciler hainler diye bağırınca yere yatırdık, İBRAHİM ve EROL 'da tabancayla ateş etti şeklinde beyanı, Klasör 5 deki Ceraim evrakları,Talat Ü...'nün üç kişi beni silahla çevirdi, birinde Kırıkkale vardı, arabaya bindirmek istediler binmedim, arkamdan ateş ettiler, üzerimde silah yoktu dediği, Mağdurun şahısları önceden tanımadığını, üç kişi olduklarını beyan ettiği, eşgal verdiği, Olayda bir kişinin ateş ettiği, ekspertizde dört kovanın tek silahtan atıldığının söylendiği şeklindeki beyanı,Mermilerin tek silahtan çıktığının ekspertiz raporu,Klasör 7 Dizi 382'de ifadeli yer gösterme tutanağı,Bu olayda ateş eden kişi olarak Erol ÇAM 'ın dört el ateş ettiği, Dursun BÜTÜNER 'in olaya silahlı olarak katıldığı, 3-İddianamede 29 nolu olay olarak gösterilen 1993 tarihinde ... Rıza G...'in öldürülmesi olayında;... olay yerine giden sanıklardan Erol Ç... ve İsmail Y...'in kahvehane dışında İbrahim .., Dursun BÜTÜNER ve TURGUT .. kodun kahve içinde tertibat aldıkları ve beklemeye başladıkları, ... önce Erol Ç... ve İsmail Y...'in maktüle ateş etmeye başladıkları, isabet alan maktülün yaralı olarak kahveye girmesi üzerine bu kerede içerde olanların ateş ettikleri, maktülün yere yığılması sonucu kaçtıkları, ... Dursun BÜTÜNER 'in evinde ele geçen vizör 65, İsmail Y...'in evinde ele geçen çeska 65, Erol Ç...'ın ... gaspettiği Browning, Cemalettin E...'nin üzerinde ele geçen 65 MP5 tabancanın bu olayda kullanıldıkları Klasör 7, Dizi 41, 3710, 3726, 3708, 3709 sayılı ekspertiz raporuyla teyid edildiği,Erol Ç...ve İsmail Y... olayı anlatan beyanları,Dursun BÜTÜNER[]'in, dışarıda EROL ve İSMAİL olduğunu, ateş sesleri geldiğinde maktülün kahvehaneye girince diğer dördü silahlarıyla eteş ediyorlardı, ben tabancamı çektim ancak ateş etmedim çünkü çok sayıda kurşun yarası almıştı şeklindeki beyanı,Klasör 5 'teki Ceraim evrakları, Klasör 7 Dizi 373 EROL, DURSUN ve İSMAİL 'in olayı ayrıntılı biçimde anlattıkları yer gösterme tutanakları,birlikte değerlendirildiğinde,Sanığın bizzat olaya katıldığı anlaşılmıştır.Bütün bu eylemler birlikte değerlendirildiğinde eylemlerin şideti ve yoğunluğu ve yapıldığı tarihteki terör olayları bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanığın eyleminin mensubu olduğu örgütün amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetinin Anayasal Düzenini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs niteliğinde bulunduğundan sanığın TCK nun 146/1 madde gereğince cezalandırılmasına, karar verilmesi gerektiği..." Başvurucu Ökmen'in mahkûmiyetine esas alınan 59 No.lu olaya ilişkin olaraktespit edilemeyen bir tarihte alınan ifadesinde mağdur Mustafa Z., biri kadın olmak üzere üç kişinin aracını gasp ettiklerini ve kendisini bağladıklarını söylemiştir. Tespit edilemeyen bir tarihte tanıklar İkram O. ve Memduh S., İETT soygunuyla ilgili başvurucu ve Ahmet Ö.yü; tanık Muzaffer A., Ali R. K.ü (fotoğraftan); tanık Coşkun , Şükrü A.yı (fotoğraftan) teşhis etmiştir (Gerekçeli kararda olay tarihi 14/8/1992 olarak belirtilmiştir.). Başvurucu Ökmen; gözaltında kaldığı sürede işkence gördüğü ve ifade tutanağını bu baskı altında imzaladığı, Adli Tıp raporunun bu iddiasını doğruladığı, diğer sanıkların ifadelerinin de baskı ve şiddet altında alındığı, işkenceyle alınan ifadesi dışında örgütle ilişkisini gösteren bir delil bulunmadığı, olayların mağdurlarının kendisini teşhis edemediği, 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca hukuka aykırı delillerin ve sanık tarafından daha sonraki aşamalarda kabul edilmemesi hâlinde Emniyette avukat yokluğunda alınan ifadelerin yargılamada delil olarak kullanılamayacağı, kendisinin ve diğer sanıkların sonradan inkâr ettikleri Emniyet ifadelerine hükümde dayanılmaması gerektiği, yakalandığı gün ve bir gün sonrasında yer gösterme yapmasının makul olmadığı, üzerine atılı eylemlerin sübutu kabul edilse dahi bunun mahkûmiyetine konu suç oluşturacak boyut ve yoğunluğa ulaşmadığı, yargılama aşamasındaki tavır ve sözlerinin delil olarak kabul edilmemesi gerektiği gerekçeleriyle kararı temyiz etmiştir. Başvurucu Bütüner 24/6/2010 tarihinde kararı temyiz etmiştir. UYAP'taki dosyasında temyiz dilekçesi bulunamamış, dosyanın itiraz incelemesi için gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ise anılan belgeye rastlanmadığı bildirilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 26/9/2012 tarihli ve E.2012/3285, K.2012/9894 sayılı ilamıyla başvurucular yönünden kararı onamıştır. Nihai kararın 3/12/2012 tarihinde Mahkeme Kalemine döndüğü anlaşılmaktadır. Başvurucu Ökmen 11/1/2013, başvurucu Bütüner 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5190 sayılı mülga Kanun'un numaralı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 394 üncü maddeden sonra gelmek üzere "Bazı suçlara ilişkin muhakeme usulü" başlıklı ÜÇÜNCÜ FASIL başlığı altında aşağıdaki maddeler eklenmiştir.Görev ve yargı çevresinin belirlenmesiMADDE 394/a. - Aşağıdaki suçlarla ilgili davalar, Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür: 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 139, 146 ilâ 157, 168, 169, 171 ve 172 nci maddelerinde yazılı suçlar, 403 üncü maddesinde yazılı toplu olarak veya teşekkül vücuda getirmek suretiyle işlenen suçlar...." 5271 sayılı Kanun'un "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz....(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/717 | Başvuru, gözaltında işkence görülmesi ve bu konuda soruşturma açılmaması nedeniyle işkence yasağının, gözaltına alınmalarından yakınlarına haber verilmemesi, derhâl hâkim önüne çıkarılmaması, rutin gerekçelerle ve çelişmeli bir yargılama yapılmaksızın tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluğun uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltı aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmaması, beyanların alınmasının öncesinde hakların hatırlatılmaması, hazırlık aşamasında sadece lehe delillerin toplanması, sonradan kabul edilmemesine rağmen müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan kolluk ifadelerinin hükme esas kabul edilmesi, suçun ve cezanın tespitinde hataya düşülmesi, kararın uygun biçimde gerekçelendirilmemesi, esaslı işlemlerin gerçekleştirildiği aşamadaki mahkeme heyetinde askerî hâkimin de yer alması, yargılamaya devlet güvenlik mahkemelerinin DGM) yerine kurulan özel yetkili mahkemede devam edilmesi, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle doğrudan doğruyalık ilkesini, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma haklarını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, arama, gözaltına alma ve tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama esnasında kendisine ve ailesine karşı güç kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağınınihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Midyat Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) PKK terör örgütü ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 24/7/2015 tarihinde konutunda yapılan arama sonunda gözaltına alınmış ve Savcılığa sevk edilmiştir. Savcılık aynı tarihte başvurucunun ifadesini almış ve başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyle Midyat Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Midyat Sulh Ceza Hâkimliği 24/11/2015 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğince 4/8/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başsavcılık 28/7/2015 tarihinde dosya içeriğinde bulunacak olan tüm bilgi ve belgelerin gizli tutulmamasının soruşturmayı tehlikeye düşürebileceğinden bahisle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre soruşturma dosyasının incelenmesi ve dosyadaki evraklardan suret alınması hakkının kısıtlanmasına karar verilmesini talep etmiş, Midyat Sulh Ceza Hâkimliği 28/7/2015 tarihinde dosya içeriğinden veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 5/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı 13/3/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesindekamu davası açmıştır. Midyat Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 1/4/2016 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2016/71 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 1/9/2016 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne yardım etme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 5/10/2016 tarihli kararı ile eksik soruşturma nedeniyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı üzerine yargılamaya Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/264 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Mahkeme 10/11/2016 tarihinde yaptığı duruşmada bozma kararına uyarak tanık A.U.yu dinledikten sonra başvurucunun beraatine ve tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen beraat hükmü istinaf kanun yoluna başvurulmadan 24/11/2016 kesinleşmiştir. UYAP'tan yapılan incelemede başvurucunun 8/12/2016 tarihinde Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde başvuru konusu tutuklama nedeniyle uğradığı zararın tazmini için maddi ve manevi tazminat davası açtığı anlaşılmaktadır. Mahkeme 22/2/2017 tarihli kararı ile başvurucunun maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile 293 TL maddive000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucu ve Maliye Hazinesi istinaf kanun yoluna başvurmuştur. UYA'tan yapılan inceleme neticesinde Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi E.2017/1970 sayılı dosya üzerinden yaptığı istinaf incelemesi sonunda 6/7/2017 tarihli kararı ile derece mahkemesince hükmedilen maddi tazminatın 996,60 TL'ye indirilmesi ve manevi tazminatın 000 TL'ye çıkarılması suretiyle düzeltilerek -temyiz yolu açık olmak üzere- istinaf istemlerinin esastan reddine karar verdiği anlaşılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz kanun yolunda derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/853 | Başvuru, arama, gözaltına alma ve tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ile soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama esnasında kendisine ve ailesine karşı güç kullanılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2015/7684 numaralı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2015/7685 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) Tekirdağ ve Edirne Emniyet Müdürlükleri İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başvurucu Halil Hilal Seyfi yönünden 13/11/2014 tarihinde, başvurucu Özgür Nikbay yönünden 14/11/2014 tarihinde Başsavcılık tutuklanmaları istemiyle başvurucuları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tutuklama taleplerinin reddine karar vermiştir. Taleplerin reddi üzerine Başsavcılık itirazda bulunmuş, itirazı değerlendiren İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince itirazın kabulü ile başvurucular hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar verilmiştir. Yakalama kararı üzerine hâkim önüne tekrar çıkarılan başvurucular, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/11/2014 tarihli kararı ile resmî belgede sahtecilik suçundan tutuklanmışlardır.B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) Sulh Ceza Hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde, İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucular 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Sonraki Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etmek, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek, hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili Süreç Başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (sonrasında meslekten de çıkarılmışlar), 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13 syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına başvurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7685 | Başvuru, tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ailesinden uzak bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi uygulamasına yönelik infaz hâkimliğinde ve idare mahkemesinde açılan davalarda verilen görevsizlik kararları nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçu isnadıyla yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanarak 20/7/2016 tarihinde Ordu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilen başvurucu, 22/9/2016 tarihinde Kırıkkale/Keskin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, 10/3/2017 tarihinde ise Sincan F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu vekili 8/5/2017 tarihinde başvurucunun Sincan F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine ilişkin Adalet Bakanlığının (Bakanlık) 10/3/2017 tarihli işleminin iptali için Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Mahkeme 26/5/2017 tarihinde davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Kararda; dava konusunun, başvurucunun Sincan F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine ilişkin işlemden kaynaklandığı ve 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesi gereğince infaz hâkimliğince çözümlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 21/6/2017 tarihinde Adalet Bakanlığının 10/3/2017 tarihli nakil işleminin iptal edilmesi ve Samsun Merkez Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapılmasına karar verilmesi talebiyle Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği 21/6/2017 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Kararda Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 18/6/2012 tarih ve ceza infaz kurumlarının tahsisi ve nakil işlemleri başlıklı 151 sayılı Genelgesi (Genelge) gereğince hükümlü veya tutukluların başka ceza infaz kurumlarına sevklerinde ceza infaz kurumunun bağlı bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığının veya Bakanlığın yetkili olduğundan talebin 4675 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası gereğince reddi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi 12/7/2017 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu vekili İnfaz Hâkimliğine verdiği dilekçe ile İnfaz Hâkimliği ile İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından verilen kararlar arasında olumsuz görev uyuşmazlığı ortaya çıktığını ileri sürerek uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 19/7/2018 tarihli ek kararıyla, dosyanın mercii tayini amacıyla Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi 22/10/2018 tarihinde başvurunun reddine karar vermiştir. Kararda İnfaz Hâkimliği kararının, nakil taleplerinde yetkinin Cumhuriyet Başsavcılığı ve Bakanlığa ait olduğuna, İnfaz Hâkimliklerinin bu konuda yetkilerinin bulunmadığına ilişkin olduğu, "yargı yolunu değiştiren ve idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı niteliğinde olmadığından" adli ve idari yargı yerleri arasında 12/6/1979 tarihli ve 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un aradığı biçimde görev uyuşmazlığı oluşturmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu, nihai hükmü 18/1/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 15/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6335 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ailesinden uzak bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi uygulamasına yönelik infaz hâkimliğinde ve idare mahkemesinde açılan davalarda verilen görevsizlik kararları nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun faks yoluyla göndermek istediği mektubun bazı satırlarının karalanarak alıcısına gönderilmesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, başvurucu tarafından 26/3/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 3/7/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan süre sonunda görüşünü 28/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 4/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/8/2015 tarihinde bu görüşe karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/9/2005 tarihinde 2005/1609 Soruşturma sayılı tutuklama kararıyla tutuklanan başvurucunun, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin Değişik İş E. 2015/350, Değişik İş K.2015/350 sayılı kararı ile “ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, resmi belgede sahtecilik, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçunun beraberinde bir başka suç işleme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biyolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme” suçunu işlediği kanaati ile 39 yıl 36 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hapis cezasını çekmekte olduğu Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunduğu sırada Z.Y. isimli arkadaşına mektup göndermek istemiştir. Anılan dört sayfalık mektupta başvurucunun mektup alıcısıyla olan ilişkisinden, anılarından, tarafların ailelerinden ve gündelik hayatından bahsettiği görülmektedir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca anılan mektubu inceleyen İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu 7/9/2012 tarihli ve 2012/1018 sayılı kararıyla mektubun “terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden” olduğu gerekçesine istinaden sayfasının paragrafının , , , , , , ve satırlarının tamamının karalanmak suretiyle alıcısına gönderilmesine karar vermiştir. Mektubun İnfaz Kurumunca sakıncalı olduğuna karar verilen kısmı şöyledir:“Doğrusu bu süreçte en çok canımı sıkan şeyler hem önderimiz üzerindeki ağır tecrit hem de bazı yakın arkadaşlarımın yaşamlarını yitirip, şehit düşmeleridir. Biliyorsun tam bir yıldır önderimiz İmralı’da yoğun tecrit altında. Ne ailesi ne de avukatları görüşebiliyor. Bir de bunun üzerine 36 avukatını da tutukladılar. Ayrıca Ekim ayında çok sevdiğim R., Ocak ayında Ve iki hafta önce de S. isminde bir arkadaşımın şahadeti gerçekleşti. S. hevalin haberini yeni aldım ama epeydir şehit düşmüş. Düştükçe çoğalırlar biliyorum, fakat yüreğim çok acıdı. Zor günlerde güzel anılarımız olmuştu. Hepsini sana bir gün anlatacağım, mektupta olmuyor… Hatırlıyor musun sana bazı internet adresleri vermiştim.” Başvurucu bu karara karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 18/10/2012 tarihli ve E.2012/2788, K.2012/2721 sayılı kararıyla İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu kararına atıfta bulunarak başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 11/12/2012 tarihli ve 2012/1726 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 26/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesine dayanılarak çıkarılan, 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmi dört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2720 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun faks yoluyla göndermek istediği mektubun bazı satırlarının karalanarak alıcısına gönderilmesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davada, tutukluluklarının kanunda öngörülen azami süreyi aştığını, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın ve maddelerinde yer alan özgürlük ve güvenlik hakları ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, mağduriyetlerinin giderilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 5/2/2014 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Cesaret Çakar tarafından yapılan 2014/677 numaralı bireysel başvuru dosyası ve başvurucu Cesur Çakar tarafından yapılan 2014/678 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Ahmet Çakar tarafından yapılan 2014/1519 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/1519 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında, başvuruculardan Ahmet Çakar 2/12/2007 tarihinde, Cesur Çakar 3/12/2007 tarihinde gözaltına alınmış, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 5/12/2007 tarih ve 2007/455 Değişik İş sayılı kararı ile tutuklanmışlardır. Başvuruculardan Cesaret Çakar, 1/2/2008 tarihinde gözaltına alınarak aynı tarihte Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 2008/7 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucular ve diğer yirmi sekiz şüpheli hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 8/2/2008 tarih ve E.2008/64 sayılı iddianamesi ile "suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, nitelikli yağma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, iftira, başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma, resmi belgede sahtecilik, hakkı olmayan yere tecavüz etme, suç örgütlerinin isimlerini kullanarak tehditte bulunma, var olan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanarak yağma, suçluyu kayırma, örgüte bilerek isteyerek yardım etme" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, yargılamaya Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2008/35 sayılı dosyasında başlanmıştır. Mahkeme, 25/2/2008 tarih ve E.2008/36, K.2008/40 sayılı kararı ile E.2008/36 sayılı dava dosyasının, aynı Mahkemenin E.2008/35 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Mahkeme, 27/3/2008 tarih ve E.2008/5, K.2008/80 sayılı kararı ile E.2008/5 sayılı dava dosyasının, aynı Mahkemenin E.2008/35 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Mahkeme, 30/6/2008 tarihli duruşmada başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme, 27/5/2010 tarih ve E.2008/35, K.2010/90 sayılı kararı ile başvurucuların “suç örgütü kurma ve yönetme, tehdit, hakkı olmayan yere tecavüz, ruhsatsız tabanca bulundurma, tehdit, yağma, yağmaya teşebbüs, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından mahkûmiyetlerine ve haklarında yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Başvuruculardan Cesaret Çakar 29/5/2010 tarihinde, Ahmet Çakar 13/9/2010 tarihinde ve Cesur Çakar 30/12/2010 tarihinde yakalanarak tutuklanmışlardır. Başvurucuların temyizi üzerine dava dosyası Yargıtaya gönderilmiş, Yargıtay Ceza Dairesi, 25/4/2012 tarih ve E.2011/16966, K.2012/8337 sayılı ilâmı ile ek tebliğname düzenlenmek üzere dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, 26/9/2012 tarih ve E.2012/12989, K.2012/15932 sayılı ilâmı ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2010 tarihli hükmünü bozmuştur. Mahkemece bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada başvurucuların da bulunduğu duruşmada 31/10/2013 tarih ve E.2012/365, K.2013/181 sayılı karar ile Ahmet Çakar’ın “suç örgütü kurma ve yönetme, ruhsatsız tabanca bulundurma, tehdit, hakkı olmayan yere tecavüz, yağmaya teşebbüs, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından toplam 59 yıl 72 ay hapis ve 015,00 TL adli para, Cesur Çakar’ın “suç örgütü kurma ve yönetme, tehdit, hakkı olmayan yere tecavüz, yağmaya teşebbüs, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından toplam 58 yıl 66 ay hapis ve 640,00 TL adli para, Cesaret Çakar’ın “suç örgütü kurma ve yönetme, ruhsatsız tabanca bulundurma, tehdit, hakkı olmayan yere tecavüz, yağmaya teşebbüs, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından toplam 59 yıl 72 ay hapis ve 015,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve tutukluluk hallerinin devamına karar verilmiştir. Başvurucular, 1/11/2013 tarihinde hükümle birlikte verilen tutukluluk hallerinin devamına ilişkin karara itiraz etmişler, Adana Ağır Ceza Mahkemesince (TMK. maddesi ile görevli) 7/11/2013 tarih ve 2013/39 Değişik İş sayılı karar ile itirazın reddine, başvurucuların tutukluluk hallerinin devamına kesin olarak karar verilmiştir. Anılan karar, Ahmet Çakar vekiline 22/11/2013 tarihinde, Cesur Çakar ve Cesaret Çakar vekillerine 25/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 31/10/2013 tarihli hükmü başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvuruculardan Cesur Çakar ve Cesaret Çakar 16/1/2014 tarihinde, Ahmet Çakar 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri, maddesinin (2) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c), (d) ve (f) bentleri, maddesinin (1) numaralı fıkrası, maddesinin (1), (3) ve (5) numaralı fıkraları; 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1519 | Başvurucular, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davada, tutukluluklarının kanunda öngörülen azami süreyi aştığını, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde yer alan özgürlük ve güvenlik hakları ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, mağduriyetlerinin giderilmesini talep etmişlerdir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16169 ve 2015/626 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16020 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Cavit Üzer aleyhine doğrudan ve Feyruz Üzer'in murisi aleyhine 22/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16020 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bakım tazminatının tahsili amacıyla açılan davanın aynı toplu iş sözleşmesi kapsamında bulunan kişilerin aynı konuda açtığı davaların aksi yönünde bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 11/11/2003 ve 20/11/2013 tarihleri arasında Gediz Elektrik Dağıtım Anonim Şirketinde elektrik teknisyeni olarak çalışmış, 13/1/2014 tarihinde üyesi olduğu sendika ile davalı dağıtım şirketi arasında yapılan toplu iş sözleşmesi kapsamında bakım tazminatının ödenmesi için dava açmıştır. Davayı inceleyen İzmir İş Mahkemesi (Mahkeme) 29/4/2015 tarihli kararla davayı kabul etmiştir. Anılan karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 9/10/2018 tarihli kararı ile hükmü bozmuştur. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkemenin, toplu iş sözleşmesinin ilgili düzenlemesinden yararlanabilmek için, ilgili görev ünvanında fiilen çalışma şartının mevcut olması gerektiğine dair değerlendirmesi yerinde ise de, salt dosya kapsamındaki tanık beyanları, bordro ve diğer yazılara göre davacının fiilen anılan görev ünvanında çalıştığı kabul edilemez. Davacı, toplu iş sözleşmesinde belirtilen görev ünvanında çalışmış ise de, fiilen bakım işini yapmadığı sabittir. Aynı gün Dairemizce temyiz incelemesi yapılan ve davacı işveren tarafından Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile (birleşen dava davalısı olarak) bu dosyanın davacısı aleyhine açılan davada, ilk derece mahkemesinin davanın reddine dair kararının bozulması yönünde karar verilmiştir. Böylece 'a) Proje ve Tesis Müdürlüğü bünyesinde elektrik teknisyeni, elektrik baş teknisyeni, elektrik mesul teknisyeni ve elektrik uzman teknisyeni unvanında çalışan personelin 'her ne kadar bakım işini yapmasa da bakım tazminatına hak kazandıkları.... bu kapsamda Proje ve Tesis Müdürlüğü ile Malzeme Satın Alma Müdürlüğü bünyesinde görev unvanları belirtilen personele bakım tazminatı ödenmediği ve bu kapsamda geriye dönük olarak işçilerin sendikalı oldukları süre içinde ve 3 yıllık teftiş dönemi esas alınarak bakım tazminatına hak ettikleri belirtilen personele bakım tazminatlarının, TİS’in 99 ncu maddesinde belirtilen orana göre tahakkuk ettirilerek ödenmesi gerektiği' ne dair ÇSGB İş Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan 2013 gün ve 9686-İNC/40 sayılı raporun iptali gerektiği kanaatine ulaşılmıştır. Bu itibarla, tüm dosya kapsamı ve Dairemizin 2017/18819 esas sayılı dosyası dikkate alınarak, eldeki davada da davacı yönünden bakım tazminatından yararlanma şartlarının oluşmadığı kabul edilmelidir. Mahkemece şartlar oluşmadığı halde, hatalı hukuki değerlendirme yapılarak yazılı şekilde bakım tazminatı alacağının kabulüne karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir...." Mahkeme, bozma ilamına uyduktan sonra 24/12/2018 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararı temyiz etmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi 18/4/2019 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 20/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 13/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20326 | Başvuru, bakım tazminatının tahsili amacıyla açılan davanın aynı toplu iş sözleşmesi kapsamında bulunan kişilerin aynı konuda açtığı davaların aksi yönünde bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/1374 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2865 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda hükmedilen bedelin yetersiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Halil Öztunç ve Abdulhadi Coşkun tarafından 7/9/2006 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde, başvurucu Hüseyin Fehmi Elgin tarafından da 30/11/2007 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde Batman Belediye Başkanlığı aleyhine açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davaları birleştirilerek yargılamaya Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiştir. Yargılama sürecinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararlar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından üç kez bozulmuş; son olarak 20/4/2011 tarihli bozma ilamının ardından Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin 22/2/2012 tarihli ve E.2011/367, K.2012/143 sayılı kararı ile dava konusu taşınmaz için el atma tazminatı olarak 260,54 TL bedel tespit edilmekle birlikte dava talepleri uyarınca fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla başvurucular lehine toplam 867,63 TL tazminatın dava tarihlerinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline hükmedilmiştir. Anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/7/2012 tarihli ve E.2012/11060, K.2012/15454 sayılı ilamı ile düzeltilerek onanmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin düzelterek onama ilamı başvuruculara 3/8/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, taraflarca karar düzeltme isteminde bulunulmaması üzerine İlk Derece Mahkemesi kararı 7/9/2012 tarihinde kesinleşmiş ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucular, lehlerine hükmedilen tazminatları tahsil edebilmek amacıyla Batman İcra Dairesinin E.2012/7325 sıra sayılı dosyasında icra takibi başlatmışlardır. Diğer taraftan başvurucular ayrıca 26/3/2013 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde Batman Belediye Başkanlığı aleyhine dava açarak Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda özetlenen E.2011/367 ve K.2012/143 sayılı dosyası kapsamında fazlaya ilişkin saklı kalan bedelin davalı idareden tahsilini talep etmişlerdir. Yargılama sonunda Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/6/2013 tarihli ve E.2013/183, K.2013/352 sayılı kararı ile toplam 000 TL'nin ilk dava tarihlerinden itibaren işletilecek yasal faizleri ile birlikte başvuruculara ödenmesine hükmedilmiş; bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/3/2014 tarihli ve E.2013/24484, K.2014/7508 sayılı ilamı ile başvurucular lehine hükmedilen bedelin toplam 392,90 TL olarak düzeltilmesi suretiyle onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 3/11/2014 tarihli ve E.2014/16237, K.2014/24694 sayılı ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. Başvurucular lehlerine hükmedilen bedeli tahsil edebilmek amacıyla Batman İcra Dairesinin E.2013/7406 Sıra sayılı dosyasında icra takibi başlatmışlardır. Başvurucular Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda özetlenen E.2011/367, K.2012/15454 sayılı dava dosyası kapsamında yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını ileri sürerek Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Komisyon) müracaat etmişler, yapılan değerlendirme sonucunda 15/12/2014 tarihli ve 2014/2677 numaralı kararla başvurucular lehine 600 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Batman Belediye Başkanlığı 21/12/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile Batman İcra Dairesinin E.2012/7325 sıra sayılı dosyası kapsamında borcun en son 18/7/2014 tarihinde gerçekleşen ödeme ile Batman İcra Dairesinin E.2013/7406 sayılı dosyası kapsamında borcun en son 22/5/2015 tarihindegerçekleşen ödeme ile tamamen sona erdiğini bildirmiştir. Başvurucular ise 3/2/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine sundukları dilekçe ile ilgili idarenin belirttiği tarihlerde alacakların ödendiğini beyan etmişler ayrıca Batman Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/367, K.2012/15454 sayılı dava dosyası kapsamında, Komisyona müracaat etmeleri sonucu makul sürede yargılanma haklarının ihlal edilmesi nedeniyle lehlerine tazminata hükmedildiğinden bahsetmeksizin yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığına ilişkin şikâyetlerini yinelemişlerdir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8651 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası sonunda hükmedilen bedelin yetersiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Özgür Gündem gazetesinin (gazete) 2/3/2013 ve 3/3/2013 tarihli nüshaları teslim edilmeyerek hükümlü olan başvurucunun haber ve fikirlere erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğü ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/9/2013 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Gümrük Müdürlüğü yurt dışından gelen kolilerin kontrolü esnasında on yedi adet yayının yasak olabileceğini değerlendirerek bunları Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı on yedi kitaptan on dört tanesi hakkında toplatma ve yasaklama kararı bulunduğunu tespit ederek hakkında karar bulunmayan üç kitabın 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) maddesi ile görevli Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Savcılığının (TMK madde ile görevli) “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak-Beşinci kitap)” (kitap) ve “İlk Konuşmalar (Belgeler zafer kazanan tarzın özdilidir)” isimli PKK terör örgütü lideri olan Abdullah Öcalan tarafından yazılan iki ayrı kitaba ilişkin yaptığı inceleme sonucunda kitaplarda sürekli KCK/PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı, terör örgütünden ve terör örgütü mensuplarının yaptığı eylemlerden övgüyle bahsedildiği, KCK/PKK terör örgütünün bundan sonra izleyeceği yolun nasıl olması gerektiğinin belirtildiği ve bu bağlamda kitapların 3713 sayılı Kanun’un maddesine ve 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun maddesine muhalefet ettiği değerlendirilerek her iki kitaba el konulmasına ve kitapların toplatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliği (TMK madde ile görevli) Cumhuriyet Savcılığının yaptığı değerlendirmeyle aynı yönde gerekçelerle 4/10/2012 tarihli ve 2012/102 Değişik İş sayılı kararı ile anılan kitaplara el konmasına ve bu kitapların toplatılmasına karar vermiştir. Hâkimliğin anılan kararından sonra evrak Cumhuriyet Savcılığına gönderilmiş ve 2012/3121 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Savcılığı, soruşturma sonucunda 29/11/2012 tarihli kararı ile kitapların yurt dışından geldiği ve kitapları basanın tespit edilemediği, kitapların gönderildiği kişinin olaydan haberdar olmadığına dair savunmasının aksine bir delil bulunmadığı gerekçesiyle olayla ilgili kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, karar ile birlikte Diyarbakır 2 No.lu Hâkimliğinden (TMK madde ile görevli) kitapların müsaderesini talep etmiştir. Hâkimlik 30/11/2012 tarihli ve 2012/290 Değişik İş sayılı kararı ile kitapların müsaderesine karar vermiştir. Kitaplar 11/3/2014 tarihinde yakılarak imha edilmiştir. Anılan kitaplardan “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitabın, İstanbul 2 No.lu Hâkimliğinin 21/9/2012 tarihli ve 2012/156 sayılı kararı ile toplatılmasına ve bu kitaplara el konmasına ilişkin kararına karşı yapılan bireysel başvuru konusunda Anayasa Mahkemesi, Abdullah Öcalan ([GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014) kararında Anayasa’nın maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Bunun üzerine Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği, 2/9/2014 tarihli ve 2014/467 Değişik İş sayılı kararı ile Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliğinin 4/10/2012 tarihli toplatma ve el koyma kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu başvuru tarihlerinde Saray K-1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucuya gelen gazetenin 2-3 Mart 2013 tarihli nüshalarının on birinci sayfalarında Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Uygarlık Manifestosu: Beşinci Kitap, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitabının (bkz. § 16) bazı bölümlerinin ve 3 Mart 2013 tarihli nüshanın yedinci sayfasında ceza infaz kurumları hakkında asılsız olduğu belirtilen bazı haberlerin yayınladığı tespit edilmiştir. Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) gazetenin başvurucuya verilmesini uygun görmemiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"… ve Vahap İLHAN'a gelen Özgür GÜNDEM isimli gazetenin 02/03 Mart 2013 tarihli sayısının 11inci sayfasında Abdullah Öcalan resmi yanında yer alan "Büyük gladyo komplosu" başlıklı yazıların içeriğinde Abdullah Öcalan'ın "Demokratik Uygarlık Manifestosu Beşinci kitap Kürt sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak" isimli kitabın içeriğinin yayınlandığı tespit edildiği, adı geçen kitap ile ilgili Diyarbakır 3 Nolu Hakimliğin (TMK Madde ile görevli) 04/10/2012 tarih ve 2012/102 Değişik İş nolu kararı ile hakkında "El konulması ve Toplatılması" kararı bulunduğu tespit edilmiştir.Ayrıca Özgür Gündem isimli gazetenin 03 Mart 2013 tarihli sayısının sayfasında yer alan haber içeriğinde ceza infaz kurumları hakkında asılsız haber ve yazıların bulunduğu tespit edilmiştir.5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi gereğince Özgür Gündem isimli gazetenin 02-03 Mart 2013 tarihli sayısının ilgililerine verilmemesine, ilgilileri adına depoda muhafazasına..." Eğitim Kurulunun yukarıda belirtilen kararı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu, karara karşı Tekirdağ İnfaz Hâkimliğine şikâyetçi olmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik 24/4/2013 tarihli ve E.2013/1256, K.2013/1505 sayılı kararı ile başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"… Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu/hükümlü olarak bulunan … ve Vahap İLHAN Hakimliğimize hitaben yazmış oldukları dilekçelerinde özetle; adlarına gelen yayına el konulmasına dair verilen kararın iptalini talep etmişlerdir.…Evrak içeriğine ve karardaki gerekçeye göre Eğitim Kurulunun 12/03/2013 tarihli 2013/32 sayılı kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından yerinde görülmeyen şikayet başvurularının ayrı ayrı REDDİNE karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi 9/7/2013 tarihinde, İnfaz Hâkimliğinin kararının "... usul ve yasaya uygun olduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 10/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa Mahkemesinin Kamuran Reşit Bekir ([GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015) kararında belirtilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7311 | Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Özgür Gündem gazetesinin gazete) 2/3/2013 ve 3/3/2013 tarihli nüshaları teslim edilmeyerek hükümlü olan başvurucunun haber ve fikirlere erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğü ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, beyanları mahkûmiyet hükmüne belirleyici ölçüde esas alınan iddia tanıklarının nihai kararı veren heyet tarafından dinlenmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, hakkaniyete uygun yargılanma yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun tefecilik, tehdit, hakaret ve bedelsiz senedi kullanma suçlarını işlediğinden bahisle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2016 tarihinde başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiş; iddianamenin kabulüyle açılan dava Bursa Asliye Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Bu arada başvurucu hakkında yağma suçundan açılan ve Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yargılaması yürütülen başka bir dava daha bulunmaktadır. Her iki dava, aralarında kişisel ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle Bursa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yürütülen söz konusu dosyada 22/9/2016 tarihinde birleştirilmiştir. Anılan yargılamaya ilişkin duruşmanın 11/10/2016 tarihli ilk celsesinde başvurucu (sanık) savunma yapmış, katılan (müdahil) iddia ve şikâyetlerini dile getirmiştir. Sanık ve müdafiinin de hazır bulunduğu duruşmanın ikinci celsesinde yedi tanık dinlenmiştir. Duruşmanın üçüncü, dördüncü ve beşinci celselerinde de hem savunma makamının hem de katılanın gösterdiği dokuz tanık beyanda bulunmuştur. Tanıkların dinlendiği ikinci ve üçüncü celselerde Mahkeme Heyetinde bir değişiklik olmamış, dördüncü ve beşinci celselerde önceki celselere katılan Başkan ve bir üye sabit kalmış, diğer üye değişmiştir. Anılan celselere ilişkin olarak Mahkemenin yapısı aşağıdaki gibidir:Celse BaşkanÜye Üye K.Ü. A.G.Z.A.A. K.Ü.A.G.F.Ö. K.Ü. A.G.F.Ö. K.Ü.S.B.F.Ö. K.Ü. S.B. F.Ö. Duruşmanın altıncı celsesinde eksik olan hususlar giderilmiş, yedinci celsesinde bir tanık daha dinlenmiştir. Bu celselerde de duruşmanın ikinci celsesinden itibaren görev alan başkan ve bir üyenin dışındaki diğer üye sürekli değişmiştir. Duruşmanın sekizinci celsesinde eksik olan hususlar tamamlanmıştır. Dokuzuncu celsede mahkeme başkanı da değişmiştir. Anılan celselere ilişkin olarak Mahkemenin yapısı aşağıdaki gibidir:CelseBaşkanÜyeÜye K.Ü.N.T.F.Ö. K.Ü. F.Ö.A. K.Ü. E.B.F.Ö. F.Ö.A. Duruşmanın son (hüküm) celsesinde, bir önceki celsede değişen Başkan'ın başkanlığındaki Heyet başvurucuyu tefecilik suçundan 2 yıl 11 ay hapis ve 660 TL adli para cezasına, nitelikli yağma suçundan ise 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Başvurucu hakkında bedelsiz senedi kullanma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün ise açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Diğer suçlardan beraate ve ceza verilmesine yer olmadığına dair hükümler kurulmuştur. Hüküm celsesinde, yargılamanın sonucuna etkili olan tanıkların dinlendiği celselerde (-) Mahkeme Heyetinde bulunmuş sadece bir üye (F.Ö.) görev almıştır.Hüküm CelsesiBaşkanÜye Üye F.Ö. A. Gerekçeli kararın tefecilik ve yağma suçlarının ispatında tanık beyanlarının delil değerine ilişkin genel değerlendirmeler içeren kısmı şöyledir:"...esasen tanık [duruşmanın dördüncü celsesinde dinlenen E.A.nın] da sanık Erdal'dan belirttiği şekilde alacağı olmadığı ancak mahkememizde varmış algısı oluşturmak maksadıyla sözde alacağın doğumundan yıllar sonra Cumhuriyet Savcısının sorusundan sonra icra takibi başlattığı şeklinde değerlendirilmiş ve bu nedenle savunma tanığı [E.A.nın] beyanlarına da itibar edilmemiştir.Her ne kadar savunma tanıkları olan [duruşmanın dördüncü celsesinde dinlenen Av. ve Ö.] ofislerinde sanık Erdal tarafından katılan [K.ya] zorla senet imzalatılmadığını, katılanın bu senedin zorla imzalatıldığına ilişkin beyanlarının doğru olmadığını, bu senet nedeniyle borçlu olmadığına ilişkin bir beyanının olmadığını ... beyan etmişlerse de adı geçen ve avukat olan tanıkların beyanlarına da itibar edilmemiştir....... [duruşmanın ikinci ve üçüncü celselerinde dinlenen] katılan tanıklarının yansız bir şekilde beyanda bulunduklarına ilişkin olarak mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuş ve yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle savunma tanıklarının hayatın olağan akışına aykırı ve madde gerçeğin üzerini örtmeye yönelik beyanlarına itibar edilmeyip katılan tanıklarının beyanlarına üstünlük tanınmıştır." Başvurucu, mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra duruşmaları yöneten, tanıklara soru soran, onları dinleyen Mahkeme Heyeti ile mahkûmiyet kararını veren Heyetin farklı olduğunu, bu durumun yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. İstinaf dilekçesinde açıkça Mahkemenin tanık beyanlarını çarpıttığı, tanık beyanlarında geçen olguların ilgili kurumlardan sorulmadığı ve araştırılmadığı, bu hususlardaki taleplerin de Duruşma Tutanağı'na geçirilmediği ileri sürülmüştür. İstinaf başvuruları Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Ceza Dairesi) esastan reddedilmiştir. Bunun üzerine tefecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü 2/6/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Nitelikli yağma suçu yönünden istinaf başvurusunun esastan reddi yolunda verilen karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Karar tarihi itibarıyla temyiz incelemesi sonuçlandırılmamıştır. Başvurucu, tefecilik suçu yönünden Ceza Dairesince verilen kararı 18/6/2020 tarihinde öğrenmiş,9/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür." 5271 sayılı Kanun'un "Duruşmada hazır bulunacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır...... (3) Bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir. " 5271 sayılı Kanun'un "Ara verme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Delilleri takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir." 5271 sayılı Kanun'un "Duruşma tutanağı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Duruşma için tutanak tutulur. Tutanak, mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. Duruşmada yapılan işlemlerin teknik araçlarla kayda alınması halinde, bu kayıtlar vakit geçirilmeksizin yazılı tutanağa dönüştürülerek mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır." 5271 sayılı Kanun'un "Duruşma tutanağının içeriği" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: (1) Duruşma tutanağında;...c) Sanık açıklamaları,d) Tanık ifadeleri,e) Bilirkişi ve teknik danışman açıklamaları,f) Okunan veya okunmasından vazgeçilen belge ve yazılar,g) İstemler, reddi halinde gerekçesi, h) Verilen kararlar, i) Hüküm,yer alır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18/2/2014 tarihli ve E.2013/4-242, K.2014/79 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup, hüküm verecek olan mahkeme hakimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta olmadan örneğin beyan delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır. Böylece, belirtilen ilkeler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinde yer alan'adil yargılama' hakkının temel gerekleri veCMK'nun maddesi uyarınca hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecektir. Bu nedenle kural olarak sanık, tanık ya da bilirkişiler mahkeme huzurunda dinlenecek ve daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmeyecektir.Nitekim 5271 sayılı CMK'nun 'Duruşmada okunmayacak belgeler' başlıklı maddesinin fıkrası da; 'Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez' şeklinde düzenlenmiş olup, yargılama konusu olayla ilgili sadece bir tanığın beyanından başka bir delilin bulunmadığı hallerde bu tanığın duruşmada mutlaka dinlenmesi gerektiği ifade edilerek doğrudan doğruyalık ilkesi açık bir şekilde ortaya konmuştur." (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/6/2018 tarihli ve E.2017/11-201, K.2018/299sayılı kararı da aynı yöndedir.) Yargıtay Ceza Dairesinin 9/11/2007 tarihli ve E.2014/9104, K.2017/4340 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ceza Muhakemesinin asıl amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmak, buna ulaşacak olan ise delillerdir. Deliller; samimi açıklamalar, tanık beyanları, sanık ve tanıklardan başka kişilerin açıklamaları, tutanaklar, özel yazılı görüntü ve/veya ses kayıt eden açıklama ve belirtiler şeklinde ayrıma tabi tutulabilir. Bütün isnat araçları delildir. Soyut olarak deliller, eşittir. Gerçekte olayın nasıl olduğunu en iyi bilen sanıktır ancak kendi aleyhine beyanda bulunması beklenemez.O halde olayın mağduru varsa tanığı mutlak mahkeme huzurunda dinlenmelidir.Ceza yargılamasında doğrudan doğruyalık ilkesi gereği yakınan ve/veya tanığın gaip, vefa etmiş, adresi meçhul veya ulaşılamaz olduğu mahkemece açıkça saptanmadığı durumlarda mutlaka mahkeme huzurunda beyanlarının alınması gerekir. Hal böyle olunca; mağdur ve tanık [Y.F.nin] adres kayıt sistemi de dahil adresleri resen araştırılıp tespit halinde mahkeme huzurunda olay ile ilgili ayrıntılı beyanları alınıp, yakınan ve tanık beyanları arasında olası aykırılık durumunda da bu husus usulünce giderildikten sonra sonucuna göre, sanığın suç teşkil eden haksız fiili olup olmadığı, varsa bunun hukuki değerlendirmenin yapılması gerektiği düşünülmeden eksik inceleme ile yetinilip, duruşmaya devamla yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 28/11/2013 tarihli ve E.2012/31423, K.2013/43073 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"1) Temel amacı 'maddi gerçeğin araştırılması' olan ceza yargılamasında, 'duruşmanın doğrudan doğruyalığı' ilkesinin bir gereği olarak, hükmü verecek olan mahkemenin, sanık, şikâyetçi, tanık ve diğer delillerle bire bir karşı karşıya gelmesi, onlarla doğrudan temasa geçmesi gerektiği ve 5271 sayılı CMK'nin 235/ maddesi uyarınca şikâyetçinin beyanının alınmasının zorunlu olduğu hallerde aynı maddenin (3). fıkrasının uygulanmayacağı gözetilmeksizin, şikayetçinin de dinlenmesi suretiyle sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, şikayetçi dinlenmeden eksik inceleme ile hüküm kurulması,...Bozmayı gerektirmiş[tir.]" (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesinin 23/11/2016 tarihli ve E.2014/38199, K.2016/2864 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Ceza muhakemesinde duruşmanın yürütülmesinde doğrudan doğruyalık ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup, hüküm verecek olan mahkeme hâkiminin sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya geleceği, herhangi bir vasıta olmadan beyan delilini dinleyeceği ve belge delilini okuyacağı, tanığın maddi hakikate ulaşmak için yargılamaya konu eylemle ilgili bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu tarafsız ve yorumsuz bir şekilde olduğu gibi anlatmakla yükümlü olduğu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6/3-d bendine göre; bir suçla itham edilen kişinin, tanıkların davet ve dinlenmelerinin istemek ve iddia edenin tanıklarına soru sormak hakkının bulunduğu, belirtilen ilkelerin adil yargılama hakkının bir gereği olduğu ve buna göre, her aşamada suçlamayı reddeden sanığın beyanına karşılık, tek delil statüsünde bulunan ve müştekinin beyanında geçen tanığın kim olduğu tespit edilmeden ve duruşmada mutlaka dinlenilmesi gerektiğinin zorunlu olduğu gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi,Bozmayı gerektirmiş[tir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2023 tarihli ve E.2022/6446 , K.2023/8024 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...b. Ceza yargılamasında kanıt kaynaklarıyla yüzyüzelik ve doğrudanlık kuralları uyarınca ilişki kurulmak ve sözlülük kuralı gereğince de tanıkların bizzat dinlenmeleri gerekirken, sanıkların örgütsel konumu ve faaliyetleri hakkında bilgiler veren ve müsnet suç yönünden belirleyici delil olan tanıklar B. ve F.A.nın, CMK 210 uncu maddesine muhalefetle duruşmada usulüne uygun bir şekilde dinlenmeden talimat ile dinlenmesi suretiyle hüküm kurulması ... hukuka aykırı bulunmuştur." (Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2023 tarihli ve E.2022/28090 , K.2023/80204 sayılı kararı da aynı yöndedir.)B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılamanın önemli bir unsurunun da sanığın dava hakkında nihai kararı verecek olan hâkimin huzurunda tanıkla yüzleşebilmesi olduğunu değerlendirmiştir. Doğrudan doğruyalık ilkesi (the principle of immediacy) mahkemenin tanığın davranışları ve güvenilirliği üzerinde yaptığı gözlemlerin önemli sonuçlar doğurabildiği ceza yargılamasında vazgeçilmez bir güvencedir. Bu nedenle önemli bir tanığın dinlenilmesinden sonra mahkemenin kompozisyonunda değişiklik olmuş ve tanığın güvenilirliği konusunda itirazlar ileri sürülmüş ise söz konusu tanığın yeniden dinlenilmesi gerekir (P.K./Finlandiya (k.k.), B. No: 37442/97, 9/7/2002; Graviano/İtalya, B. No: 10075/02, 10/2/2005, § 38; Beraru/Romanya, B. No: 40107/04, 18/3/2014, § 64; Chernika/Ukrayna, B. No: 53791/11, 12/3/2020, § 48). AİHM'e göre en ağır cezalarla karşı karşıya kalındığında adil yargılanma hakkına saygının demokratik toplum tarafından mümkün olan en üst düzeyde sağlanması gerekir (Simeonovi/Bulgaristan [BD], B. No: 21980/04, 12/5/2017, § 126). AİHM doğrudan doğruyalık ilkesini hakkaniyete uygun yargılanma hakkının bir görünümü olarak ele almaktadır. AİHM’e göre bu ilke uyarınca bir ceza davasında kararın yargılama ve delil toplama süreci boyunca hazır bulunan hâkimler tarafından verilmesi gerekir. Ancak buna uyulmaması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlaline yol açacak bu ilke, yargılamanın yürütülmesi esnasında mahkemenin yapısındaki tüm değişikliklere engel olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. AİHM, bazı durumlarda bir hâkimin davaya sürekli katılımını imkânsız kılan usule ilişkin veya idari nedenlerin söz konusu olabileceğini kabul etmektedir. AİHM, davaya devam edecek hâkimlerin delilleri ve davada ileri sürülen görüşleri tam olarak anlayabilmelerini sağlamak için -örneğin söz konusu tanığın güvenirliğiyle ilgili olarak bir sorunun bulunmadığı hâllerde- ifade tutanaklarını ulaşılabilir kılmak veya ilgili görüşlerin ortaya konulması ya da önemli tanığın dinlenilmesi için yeni oluşan mahkeme önünde bir duruşma tertip etmek suretiyle önlemler alınabileceğini belirtmiştir (Cutean/Romanya, B. No:53150/12, 2/12/2014, §61). AİHM'e göre doğrudan doğruyalık ilkesine aykırılıklar üst veya yüksek mahkemede telafi edilebilecek türdendir. Örneğin ilk derece mahkemesinin kompozisyonunun değişmesi, istinaf mahkemesinde sanık ve tanıkların yeniden dinlenmesiyle başvurucunun adil yargılanma hakkına yönelik müdahalelerin ihlal sonucunu doğurması engellenebilir (Cutean/Romanya, §§ 71, 72). Graviano/İtalya başvurusuna konu olayda sekiz hâkimden oluşan mahkeme heyeti üyelerinden sadece biri değişmiştir. Bu olayda AİHM, sözlü yargılama yapılması ve davanın değişmez hâkimlerinin doğrudan bilgi sahibi olması ilkelerine istisna getirilmesini haklı çıkaracak özel koşulların bulunduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre sekiz hâkimden biri değişmesine rağmen diğer yedi hâkim tüm delillerin toplanmasına katılabilmiştir. Bu koşullar altında, değişen hâkimin tanıkların dinlendiği duruşmaların tutanaklarını okuma fırsatına sahip olmasının yargılamayı bir bütün olarak adil olmaktan çıkarmadığına karar vermiştir (Graviano/İtalya, §§ 38-41). Yine Famulyak/Ukrayna ((k.k.), B. No: 30180/11,26/3/2019) başvurusunda AİHM, mahkemenin yapısı tamamen değişmesine rağmen doğrudan doğruyalık ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur. Famulyak/Ukrayna başvurusuna konu olan olayda, başvurucunun mahkûmiyeti, temyizde sübut konusu sorgulanmaksızın teknik nedenlerle bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada başvurucu, başka bir hâkim tarafından yargılanmıştır. Mağdur, bozma sonrasındaki yargılamada hazır bulunmuş ve yeni hâkim huzurunda tanıklık etmiştir. Bozma öncesinde dinlenen tanıkların ifadeleri başvurucunun mahkûmiyetinde önemli bir rol oynamamış; onların tanıklık ettikleri konular, bozma sebepleri arasında yer almamıştır. Bu koşullar altında AİHM, davaya bozma sonrasında bakan yeni hâkimin tanıkların bozma öncesindeki yargılamada dinlenilmelerine ilişkin tutanaklara erişmesini onların ifadelerini tam olarak anlamasını sağlamak için kâfi olduğunu değerlendirmiştir (Famulyak/Ukrayna §§ 40-47). Cutean/Romanya başvurusunda ise AİHM, ilk derece mahkemesinin kompozisyonunun değişmesi, istinaf mahkemesinde sanık ve tanıkların yeniden dinlenmemesi nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Başka bir olayda AİHM; tanıkların, sanıkların ve bilirkişinin dinlenilmesi sırasında bulunmamış hâkimin kararını yalnızca duruşma tutanakları üzerinden vermesini doğrudan doğruyalık ilkesine aykırılık olarak nitelendirmiştir (Svanidze/Gürcistan, B. No: 37809/08, 25/7/2019, §§ 34‑38). AİHM'in bir kararına konu diğer bir olayda ise başvurucu ve tanıklar kararı veren hâkim tarafından bizzat dinlenmemiştir. AİHM, doğrudan doğruyalık ilkesiyle ilgili eksikliklerin yalnızca duruşma tutanaklarının incelenmesiyle telafi edilemediğini belirterek ihlal sonucuna varmıştır (Beraru/Romanya, §§ 65, 66). Cerovšek ve Božičnik/Slovenya (B. No: 68939/12, 68949/12, 7/3/2017) kararında AİHM, başvurucuların mahkûmiyetlerine ilişkin gerekçenin hükmü veren ve cezayı belirleyen hâkim tarafından değil de başka hâkimler tarafından ve hükmü veren hâkimin emekliliğinden yaklaşık üç yıl sonra yazılmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesine aykırı bulmuştur. AİHM'e göre bu olayda emekli olan hâkim kısa kararını sadece belgelere dayandırmamış zira duruşma sırasında başvurucuları dinlemiş, çok sayıda tanığı da sorgulamıştır. Anılan hâkim bu sayede bu kişilerin güvenilirlikleri konusunda bir görüş sahibi olmuştur. Hâlbuki gerekçeyi yazan hâkimler, delil toplama sürecine dâhil olmamış ve sadece dava dosyasındaki evraka dayanarak gerekçe oluşturmuştur. AİHM'e göre ceza yargılamalarında doğrudan doğruyalık ilkesiyle kabul edildiği üzere duruşmayı yapan hâkimin tanıkların ve başvurucuların tavırlarını gözlemlemesi ve güvenilirliklerini değerlendirmesi başvurucuların mahkûmiyetlerinin dayandığı olguların tespitinde belirleyici değilse de önemli bir unsurdur. Tam da bu sebeple hâkimler, verdikleri hükümlerin nedenini ortaya koyarken sundukları gerekçelerde, yaptıkları gözlemlere de değinmelidir. AİHM kararda hâkimin emeklilik tarihinin önceden bilinmesi gerektiğini belirterek Sözleşmeci devletin yargılamanın erken bir aşamasında başka bir hâkimin davaya dâhil edilmesi için tedbirler almadığını vurgulamış, sonuç olarak duruşmayı yapan hâkimin mahkûmiyete ilişkin gerekçeyi yazmaması ve bu eksikliği telafi edecek herhangi uygun bir tedbiri almaması dolayısıyla başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Cerovšek ve Božičnik/Slovenya, §§ 37-48). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23093 | Başvuru, beyanları mahkûmiyet hükmüne belirleyici ölçüde esas alınan iddia tanıklarının nihai kararı veren heyet tarafından dinlenmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Kara Harp Okulu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında kusur oranının takdiri noktasında hakkaniyete ve yerleşik içtihata aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları nedeniyle hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması ve mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Askerî liseden mezun olan başvurucu, İstanbul Gümüşsuyu Asker Hastanesi tarafından tanzim edilen 28/2/2011 tarihli "Kara Harp Okulu öğrencisi olur." sağlık raporu uyarınca Kara Harp Okuluna kaydolarak eğitime başlamıştır. Başvurucunun eğitimi devam ederken sağlık durumunun kontrolü için sevk edildiği Ankara Mevki Hastanesi tarafından başvurucu hakkında 15/5/2013 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Raporda; başvurucunun tremor, hafif romatizmal mitral, trikuspit, pulmoner yetersizliği tanısı nedeniyle askerî öğrenciliğe devam edemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucunun rapora itirazı üzerine sevk edildiği Kasımpaşa Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 3/6/2013 tarihli sağlık raporunda da başvurucuya hafif romatizmalmitral,trikuspit, pulmoner yetersizliği tanısı konmuş ve başvurucunun askerî öğrenciliğe devam edemeyeceği tespit edilmiştir. Bu sürecin ardından anılan raporlar uyarınca 19/7/2013 tarihli işlemle başvurucunun Kara Harp Okulu ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; gerekli kontrollerden geçip sağlıklı olduğu kabul edilerek Kara Harp Okuluna kaydolduğunu, sonradan tespit edilen rahatsızlığı sonucu ilişiğinin kesilmesi nedeniyle emsallerine göre eğitim hayatında ve mesleğe başlama noktasında geride kaldığını belirterek Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 4/6/2014 tarihli kararıyla davayı kabul etmiş ve başvurucu lehine 866 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Karar gerekçesinde öncelikle, Anayasa'nın maddesi uyarınca idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun altı çizilmiştir. Uyuşmazlığın askerî öğrenciliğe elverişli olmadığı hâlde yeterli sağlık kontrolü yapılmaması sonucu Kara Harp Okuluna kabul edilen ancak eğitimi devam ederken sağlık koşulları nedeniyle ilişiği kesilen başvurucunun uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini isteminden doğduğu ifade edilmiştir. AYİM önüne gelen benzer davalarda görüşüne başvurulan Gazi Üniversitesi öğretim üyesi bilirkişinin raporlarında, başvurucunun rahatsızlığının öğrenciliğe kabul esnasında yapılacak bir tetkik (ekokardiyografi) ile ortaya çıkarılabileceğinin anlaşıldığı vurgulanmıştır. Askerî öğrencilerin eğitim esnasında ağır spor faaliyetlerine tabi tutulduğu, başvurucu ve benzer rahatsızlığa sahip olan kişilerin bu spor faaliyetleri sonucu yaşamının dahi tehlikeye girebileceği dikkate alındığında idarenin öğrenciliğe kabul esnasında gerekli tetkikleri yapmamış olmasının bir hizmet kusuruna vücut verdiği belirlenmiştir. Hizmet kusuru saptandıktan sonra maddi zararın tespiti için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu oluşan rapor uyarınca başvurucunun meslek hayatına geç başlamasından dolayı uğradığı zararın 866 TL olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca duyulan acı ve kederin karşılanması adına başvurucunun durumuna uygun miktarda bir manevi tazminatın ödenmesi gerektiği ifade edilerek kabul gerekçesi oluşturulmuştur. Davalı Millî Savunma Bakanlığının karar düzeltme istemi, Mahkemenin 26/11/2014 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve 4/6/2014 tarihli karar kaldırılarak işin esası yeniden incelenmiştir. Mahkeme 4/6/2014 tarihli kararındaki hizmet kusuru ve zararın tespitine ilişkin gerekçeleri tekrarlamakla birlikte başvurucunun askerî öğrenciliğe kabul için gereken tetkikleri bilerek kayıt yaptırdığını, sağlık durumuna ilişkin daha sonra meydana gelecek gelişmeler nedeniyle ilişiğinin kesilebileceğinden haberdar olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun rahatsızlığının mahiyeti,hizmet kusurunun derecesi ve idarenin başvurucunun eğitimi esnasında yapmış olduğu masraflar dikkate alındığında tazminat miktarının takdiren yarıya indirilmesi gerektiği sonucuna varan Mahkeme; başvurucu lehine 433 TL maddi, 500 TL manevi zarara hükmetmiştir. Ayrıca karşılıklı olarak tarafların birbirlerine 000 TL vekâlet ücreti ödemesine hükmetmiştir. Başvurucu nihai kararı 6/1/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1865 | Başvuru, Kara Harp Okulu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında kusur oranının takdiri noktasında hakkaniyete ve yerleşik içtihata aykırı karar verilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısal sorunları nedeniyle hakkaniyete uygun, tarafsız yargılama yapılmaması ve mahkemeye erişim hakkını engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal yayın yapan Zaman gazetesinde çıkan haberlere karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin mahkemece kabul edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlükleri ile doğal hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Zaman gazetesinin (Gazete) 27/6/2014 tarihli nüshasında "Kamuoyunda 'havuz' olarak nam salan ve iş adamlarından devlet ihaleleri karşılığında para toplanılarak devredildiği söylenen Turkuvaz Medya Grubu'nun son altı yılda hiç vergi ödememiş olması art niyeti açıkça gösterdi." şeklindeki ifadeleri içeren haber yayımlanmıştır. Anılan haber nedeniyle Turkuvaz Aktif Televizyon Prodüksiyon A.Ş. ve Turkuvaz Gazete Dergi Basım A.Ş. tarafından başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Zaman gazetesine tekzip yazısı gönderilmiş, Gazete tarafından söz konusu yazının yayımlanmaması üzerine tekzip talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunulmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2014 tarihli kararında "... yayınlanan haberin gerçeğe uygunluğunun araştırılmadığı, sadece iddia olunan hususun gerçekmiş gibi yayınlandığı, iddiaların sabit olup olmadığının belli olmadığı, bu hususta tekzip talebinde bulunanın görüşlerinin sorulmadığı, buna göre haberin gerçekliği sabit olmadan yapılan yayından tekzip isteyenin zarar gördüğünün anlaşıldığı " gerekçesiyle tekzip talebini kabul etmiştir. Başvurucu anılan karara karşı itirazda bulunmuş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 4/9/2014 tarihinde söz konusu itirazı reddetmiş ve buna ilişkin karar başvurucuya 4/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19048 | Başvuru, ulusal yayın yapan Zaman gazetesinde çıkan haberlere karşı cevap ve düzeltme tekzip) talebinin mahkemece kabul edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlükleri ile doğal hâkim ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 14/3/2012 tarihinde açtığı işe iade davasında yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 23/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34754 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
BAŞVURU KONUSU Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/99 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, tarafı oldukları davaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/99 | BAŞVURU KONUSU Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/23417 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23417 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltına almanın ve tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tahliye taleplerini ve itirazlarını inceleyen sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin kısa sürede incelenmemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama kararı nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, işe iade edilmeme nedeniyle çeşitli hakların; gözaltında avukatla görüştürülmeme ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuyla birlikte otuz beş kişi hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 24/7/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında 26/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. 29/7/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilen başvurucunun burada Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınmıştır. Başvurucunun avukatının (zorunlu müdafi) da hazır bulunduğu ifade alma işlemi sırasında -ifade tutanağına göre- başvurucu, kendisine isnat edilen suçları anladığını belirtmiştir. Başvurucu ifadesinde "Yargı muhabirliği yapmakta iken 2015 yılının Kasım ayından itibaren hafta bir köşe yazısı yazmaya başladım. 2016 yılı mart ayında gazeteye kayyum atanınca işime son verildi şuanda işsizim. Evimde yapılan arama işlemi sırasında bulunan Fethullah Gülen'e ait kitaplar piyasada satılan legal eserlerdir. Bulundurmanın suç unsuru olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki ben araştırmacı gazeteci olduğumdan her görüşten eserin evimde bulunmasından daha doğal bir durum söz konusu olamaz. Yine mesleğim gereği sosyal medyayı aktif olarak kullanmaktayım. Yapmış olduğum paylaşımlarda yine gazetecilik faaliyetine ilişkin haberlerin ve yorumlardan ibarettir. 12/07/2016 tarihli yeni Hayat gazetesinde telifli olarak yazdığım 'Tehlikenin Ne Kadar Farkındayız' başlıklı yazı ülkemizdeki yargı sisteminin eleştirilmesinden ibarettir. Kişilerin hukuki güvencesi olması gerektiğini vurgulayan bir yazıdır. Yazının okunabilirliğinin artması için çarpıcı vasıflı başlıklar atılması gayet doğaldır. Yine diğer paylaşımlarımda aynı vasıfta olup son dönemde gerçekleşen darbeye teşebbüs faaliyetini destekler nitelikte değildir. Geçmişten beri hukukçu kimliğimin de etkisiyle hiçbir zaman darbe faaliyetlerini destekler konumda olmadım. Her zaman karşı çıktım. İddia etmiş olduğunuz terör örgütünün faaliyetlerini sürdürmesine dair herhangi bir desteğim olmamıştır. Hakkında söz konusu terör örgütünden işlem yapılan H.K. ile kendisi hakkında 17-23 Aralık sürecinden sonra dava açılması nedeniyle adliye muhabiri olduğumdan dolayı tanıştık. Kendisiyle Zaman gazetesinde çalıştığım dönemde Samanyolu TV'nin genel yayın yönetmeni idi. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında; kolluk tespiti, arama tutanakları ve açık kaynak araştırmaları dikkate alındığında suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu sorgusunda "Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum ... savcılık ifadem ve içeriğinden de anlaşılacağı gibi yapmış olduğum gazetecilik faaliyeti dolayısıyla örgüt suçlamasından hakkımda soruşturma yürütüldüğünü öğrenmiş bulunmaktayım, yapmış olduğum iş sadece gazeteciliktir, 2002 yılında hukuk fakültesinde okurken Zaman gazetesi elime geçti ve bilinen bir gazete idi, haberciliğe yatkınlığım dolayısıyla iş başvurusunda bulundum ve işe alındım, bu süreç içerisinde adliye muhabirliği yaptım, Sultanahmet Adliyesi, Beşiktaş ve İstanbul Çağlayan Adliyelerinde Zaman gazetesi adına adliye muhabirliği yaptım, ergenekon ve balyoz davalarını takip ettim, buradaki maksadım adliye muhabirliğiydi, özel bir sebebi yoktu, bu süreç içerisinde her gazetecinin yaptığı gibi ergenekon davasını özetleyen kitabı yazdım ve söz konusu kitabı dava bittikten sonra yazdım, o süreçte siyasiler de dahil olmak üzere güncel bir davaydı, siyasiler takip ediyordu, ... bağımsız gazeteci olarak söz konusu süreci takip ettim, özel hayat olarak aleni olarak yaşayan bir insanım, özel hayatım derken buna gazetecilik mesleği de dahildir, ben hiçbir örgüte üye değilim, İstanbul Barosuna 2016 yılı Ocak ayında kayıt olarak avukatlık ruhsatını aldım, sadece baroya kayıtlıyım, gazetecilik faaliyeti esnasında yapmış olduğum faaliyetler dolayısıyla hakkımda davalar açıldı, yargılama yapıldı ve beraat ettim, zaman gazetesinde çalışırken FETÖ/PYD terör örgütü algısı söz konusu değildi, 2008 yılında Fethullah Gülen yapılanmasıyla ilgili açılan ceza davası beraatle sonuçlanmıştır, bu süreç içerisinde sadece gazetecilik yaptım, kamuoyunu bilgilendirdim, silahlı terör örgütünün üyesi değilim. Ben 2011 yılında örtündüm, bu süreç içerisinde kesinlikle hiçbir zaman baş örtümü çıkarmadım, yakalandığımda açık değildim, ailemin yanındaydım, kesinlikle yansıyan şekli ile çarpıtmadır. Ben bu süreç içerisinde twitter'deki profilimi değiştirmedim, üç yıldır siyah görüntüsüz profilimi kullanıyorum ... (24/3/2011, 5/5/2011 ve 28/5/2012 tarihli twetleri okunmak suretiyle soruldu.) Evet bu twetleri ben attım, bunun bir hata olduğunun ve gazetecilikle ilgi ve alakası olmadığının bilincindeyim, ayrıca muhataplarımdan da twitterde özür diledim. 17 Aralık soruşturmasından sonra Halk Bankası Genel Müdürü S.A.nın tahliyesine müteakip zaman gazetesinde yazı yazdığımı hatırlıyorum, ancak içeriğini hatırlamıyorum ... iddia edilen örgütün yapı ve işleyişiyle ilgili herhangi bir bilgim yoktur, belirttiğim gibi ben sadece gazetecilik yapıyordum, zaman gazetesine dahi zaman zaman giderdim, yayın politikası bizim işimiz değildir, kimse bize de sormazdı. İlkokulu köyümde okudum, ortaokulu devlet okulunda okudum, liseyi İzmir Mahum Hatun kız lisesinde okudum, özel lisedir, söz konusu okul Yamanlar lisesi olarak isim değiştirmişler, söz konusu yapıya yakın bir okul olarak kamuoyunda bilinmektedir, ben söz konusu okula kaydolduğumda o yapıya ait olduğunu bilmiyordum, ailem de bilmiyordu" şeklinde açıklamada bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu itibarla şüpheliler ... Hanım Büşra Erdal'ın örgütün faaliyeti kapsamında yayın yapan yayın organlarında gazeteci ve muhabir olarak çalıştıkları, bu süreç içerisindeki eylemleri, eylemlerindeki süreklilik ve tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde, bu şüphelilerin söz konusu terör örgütü ile organik bağlarının olduğu ve örgüt üyesi oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcut olduğu, söz konusu silahlı terör örgütünce darbeye teşebbüs edilmesi ülke içerisinde oluşan ve oluşturulmak istenen kaos ortamı, şüphelilerin suç delillerini yok ederken yakalanması ve bu sebeple delilleri yok etme ihtimali şüphelilerin kaçma ihtimali nazar alındığında, Anayasanın Maddesindeki hukuki düzenleme de değerlendirildiğinde Adli Kontrol Hükümlerinin yetersiz kalacağı kanaatine varıldığından şüphelilerin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan CMK.'nin 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmalarına ... [karar verildi.]"Başvurucu 5/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 18/8/2016 tarihinde, kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 16/1/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun örgüt ile iltisaklı Yamanlar Kolejinden mezun olduktan sonra hukuk fakültesine girdiği, öğrenci iken 2002 yılında Zaman gazetesinde çalışmaya başladığı, Ergenekon ve Balyoz davaları başta olmak üzere hukuk ve yargı gündemiyle ilgili haberler yaptığı, "Kafası Karışanlar İçin Ergenekon" ve "Tescilli Yalanlar" isimli kitapları yazdığı belirtilmiştir. İddianamede FETÖ/PDY tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst düzey komutanlarının tasfiye edilip örgüt mensuplarının yerleştirilmesi sürecinde başvurucunun yazdığı yazılarla tasfiye sürecinin haklılığı yönünde kamuoyu oluşturmaya çalıştığı, attığı tweetlerle bu kişilerin ailelerinin tepkisini çektiği, sonrasında örgüte yönelik soruşturmaları kumpas olarak nitelendirip halk nezdinde itibarsızlaştırarak örgüt adına faaliyet gösterdiği, algı faaliyetlerinde bulunduğu basın kuruluşlarıyla ilgili olarak örgütle irtibatları sebebiyle soruşturmalar yapıldığı, Zaman gazetesine kayyum atanması sürecinde yapılan protestolara bizzat katıldığı, örgüt adına algı operasyonunda bulunduğu ve örgüt üyesi olduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda başvurucunun sosyal medya paylaşımlarına ve köşe yazılarına yer verilmiştir. Bu paylaşımlar ve yazılar iddianamede alıntılanan kısmıyla şöyledir:- 24/3/2011 tarihli "Şimdi Silivri'de olmak vardı, balyoz kadınları... Filan, haber merkezinden daha eğlenceli be" şeklindeki tweeti- 5/5/2011 tarihli "Balyoz kadınları hep sarışın ya, kim kimin eşi karıştırıyorduk. Eşlerinin resmi basılı olan t-shirt giymişler. İşimiz kolaylaştı" şeklindeki tweeti- 28/5/2012 tarihli "Twitterda promosyon zamanı! Her takipçime bir günlük Silivri'de konaklama, mahkemeyi gezme, duruşma izleme, sabah kahvaltı, öğle yemeği (:" şeklindeki tweeti- 10/7/2016 tarihli "Fuhuş casusluk hikaye, yalan ise.. Kesin bu Narin hologramla komutanlığa girmiştir" şeklindeki tweeti- 12/7/2016 tarihli "Makbul olmayan gazeteciler Baransu, Karaca'dan sonra Tarık Toros.. Aleni göz göre göre bir suç uydurma vakası, tehlikenin ne kadar farkındayız? şeklindeki tweeti, - 17/7/2016 tarihinde T24 sitesinden alıntılayarak ve örgüt liderinin de röportaj yapar şekildeki fotoğrafını koyarak "Gülen: Uluslararası bir komisyon darbeyi araştırsın sonucunu şimdiden kabul ediyoruz" şeklindeki paylaşımı- Zaman gazetesine kayyum atanması sürecinde "kayyum kararının kendisi bir suç metni. İftira, sıfır delil ve yorumla kayyum atamış İstanbul Sulh Ceza hakimi F.K." ; "Kayyımları hukukçular derneğinden atamışlar, 2'sini tanıyorum biri de hukuk fakültesinden arkadaşımın eşi. Reziller." ; "Zaman'ın da bağlı olduğu Feza Gazetecilik'e atanan kayyımlar: S.Ş., Av. T.K. ve Av. İ., maaşları: 10 Bin TL" ; "Zaman medya destanı yazdı, kendi destanını yazıyor" ; "ZamanSusturulamaz sana yol vermeyen rüzgar sıkılsın" ; "Doğru yoldasın, doğrusun hak olandasın ne gam!!! #ZamanSusturulamaz" ; "Aşağılık kimselere karşı dimdik ayaktayım #ZamanSusturulamaz" ; "Diz çökmedik bu da dert olsun. Yol uzun Zaman'ın yolu bizim yolumuz" ; "Allah var gam yok #ZamanSusturulamaz" ; "A.T.A.: ellerindeki kağıtlarda (kayyum kararı) hukuk adına hiçbir şey yok." ; "Ş.A. Türkiye'nin bugün Dünya diktatörlüğüne götürülmek istenmesi benim kuşağım adına inanılmaz bir durum" ; "A.B.: bu gazeteye bir şey olmaz, bu gazetenin sahibi sizlersiniz, okurları olarak sahibisiniz" ; "A.B: haberi duyduğumda inanamadım. Türkiye'nin en büyük gazetesi. Hukuk mücadelesine devam edeceğiz" şeklindeki tweetleri veya retweetleri- 21/2/2013 tarihli Zaman gazetesindeki haberi şu şekildedir:"Mütalaa aşamasına gelmiş davada 835 tanığın dinlenmesini istiyorlar. Ergenekon davası sona yaklaşırken, bir taraftan mahkemeyi basma girişimleri yapılıyor, diğer taraftan da tanıkların dinlenmediği gerekçesiyle kamuoyunda 'hukuka aykırı yargılama' algısı oluşturulmaya çalışılıyor. 'Tanık dinleme' tartışması, ilk Balyoz davasında gündeme getirilmişti şimdi de Ergenekon davasının baş konusu. 18 Şubat günü 577’ncisi yapılan Ergenekon duruşmasında, tutuklu sanık İ.B. eski Genelkurmay Başkanı K. ve eski kuvvet komutanlarının tanık olarak dinlenmesi talebi mahkemece reddedildi. Tanık dinleme talepleri yapıldıktan sonra karar için duruşmaya ara verildiğinde bazı avukatlar 'talep reddedilecek, bu kesin' diye konuşuyorlardı. Reddedilmesi beklenen bir talep niye yapılır? Şu an olduğu gibi Ergenekon davası üzerinde şaibe oluşturmak için olduğu anlaşılıyor..."- 21/3/2013 tarihli Zaman gazetesindeki haberi şu şekildedir:"Ergenekon: ‘Delilden sanığa’ ulaşılan en büyük terör soruşturması. Ergenekon, bugüne kadar yapılmış en büyük terör örgütü soruşturması. 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir evde 27 el bombasının bulunmasıyla başlayan süreç, en son eski Genelkurmay Başkanı İ.B.nin tutuklanmasına kadar uzandı. Soruşturma ve dava boyunca sanıklar, avukatları ve onları destekleyen bir kısım medya tarafından bu soruşturmanın bir ‘tertip’ ve ‘kurmaca’ olduğu ifade edildi. Bu iddia, temel savunma argümanlarından biri oldu. Ama savcılığın mütalaada ortaya koyduğu deliller ışığında gerçeğin bununla ilgisi yok. Çünkü esas hakkındaki mütalaadan, ‘Ergenekon’ soruşturmasında ‘delilden sanığa (şüpheliye)’ gitme yöntemiyle yapılmış en büyük terör örgütü soruşturması açıkça görülüyor. Sanıkların ve delillerin irtibatları güçlü şekilde sıralanıyor ..."- 3/9/2013 tarihli Zaman gazetesindeki haberi şu şekildedir:"Ergenekon davasıyla başlayan Türkiye’nin darbe ve darbecilerle mücadelesinin son ve büyük halkası 28 Şubat postmodern davası. Ergenekon davası ile ‘darbe planları yapan ve darbe için kaos oluşturan’ derin yapıyı, ‘Balyoz’ ile 2002-2003 yılında aktif olan cuntayı yargılayan Türk yargısı, 12 Eylül referandumundan sonra 30 yıllık 12 Eylül darbecilerini hakim karşısına çıkardı. Bu süreçte eksik kalan en önemli ayaklardan biri de 28 Şubat postmodern darbesiydi. O davanın mimarları da dün ilk kez hakim karşısına çıktı ..."- Zaman gazetesindeki 17/12/2015 tarihli ve "Mahkeme kararı değil, Tahşiye iftirasına delil uydurma çabası" başlıklı yazısı şu şekildedir:"Tahşiye davası, hizmet hareketine yönelik yapılan cadı avının ‘sembolik’ dosyası oldu. Havuz medyası haberleriyle başlatılan ‘kumpas’ suçlamalarında iddianameye dönüştürülen ilk dosya Tahşiye iken, yine AKP hükümetinin uluslar arası bir hukuk firmasına para ödeyerek, hizmet hareketi aleyhine ABD’de açtırdığı davaya da konu edildi....‘Kumpas’ iddiasının odağındaki bu dosya, önceki gün Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nce karara bağlandı. Mahkeme, Tahşiye sanıklarını terör örgütü suçlamasından beraat ettirirken, ruhsatsız silah bulundurmaktan ise hapis cezası verdi. Bu karar şaşırtıcı olmadı ..."- Yeni Hayat gazetesindeki 8/7/2016 tarihli ve "Asıl Mankurt Kim?" başlıklı yazısı şu şekildedir:"Hizmet hareketine yönelik cadı avı, yolsuzluk iddialarının ortasındaki iktidar partisi liderinin miting meydanlarında hedef göstermesi ve nefret söylemleriyle başladı. Havuz medyası eliyle yayılan bu nefret söylemlerinin bir sonraki adresi ‘paralel torbası’na atılanlar hakkında hazırlanan iddianameler oldu. AKP savcılarının altına imza attıkları metinlerde akla hayale gelmedik iftira ve hakaretler yer aldı ... En mide bulandırıcı iftiralar ise 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından ‘darbe teşebbüsü’ çıkarmayı kendine görev edinmiş iddianamede var..."- Zaman gazetesindeki 19/2/2016 tarihli ve "Okullar hangi örgüte, ne silah sağlamış ki kayyım atanıyor?" başlıklı yazısı şu şekildedir:"Holdinglere el koymalar, eğitim kurumlarını ele geçirmeye kadar ulaştı. Darbe süreçlerinden daha ağır bir şekilde temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği bu süreçte, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 133’üncü maddesi defalarca hukuksuz bir şekilde uygulanarak adeta gasp rejimine kılıf yapılıyor. Son olarak Anadolu Sulh Ceza Hakimi B.A., 'silahlı örgüt veya örgütlere silah sağlama suçları kapsamında kalabileceği kanaati' ile Türkiye’nin başarılı eğitim kurumlarının bağlı olduğu şirketlere ‘kayyım’ atadı. Hukuk mantığının ve vicdanın bitiş noktası!..."- Zaman gazetesindeki 22/2/2016 tarihli ve "Bankasya için ahlaksız teklif" başlıklı yazısı şöyledir:"Ortaklar önceki gün ‘Bank Asya’yı satmıyoruz’ diyen bir açıklamayla bu baskıya karşı irade ortaya koydu. Açıklamada dikkat çeken önemli bir konu da bankanın nasıl satılmak istendiğine dair bilgilerdi. TMSF’den banka ortaklarına 'dilediği bedelde, dilediği şartlarda, dilediği kişiye, cezai ve hukuki sorumluluğu olmayacak şekilde' bir satış talebi sunulmuş. Lamı cimi yok bu baştan sona ‘ahlaksız’ bir teklif. Borçlar Kanunu madde 27, yapılacak sözleşmenin hukuka, kamu düzenine, kişilik haklarına ve ahlaka aykırı olamayacağını düzenler. Bu emredici bir düzenlemedir. Buna aykırı yapılan sözleşme de hukuken geçersizdir..."- 13/3/2016 tarihinde Zamanaustralia.com adresinde yayımlanan "Bu ülkede ölüler dahi güvende değil" başlıklı yazısı şu şekildedir:" ... Zaman ise, hayattaki son özgür basın kalelerinden biri yani 30 yıllık gazeteciliğini korumak, onun mezara sokulmasını engellemek için 2 yıldır direndi. 14 Aralık 2014te yüzlerce polis gazeteye baskın yaparak genel yayın yönetmeni E.yi gözaltına aldı. Zaman direndi. 9 Ekim 2015'te bu kez Today's Zaman'ın yöneticisi B.K. için polis baskını oldu, bu hukuksuz girişime karşı çıkıldı. Güvenlik güçleri, 11 Kasım 2015te Zaman'ın matbaasında yasal olarak basılan Özgür Bugün gazetesinin 3 nüshasını teslim almak için tomalar ve helikopter eşliğinde baskına geldi. Yazı işlerine kadar çıkma cüreti gösterildi, buna da tepki verildi. 'Bunların niyeti kötü, hukuk, kanun dinlemiyorlar, kurtuluş yok' deyip teslim bayrağı çekmeden haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı durdu. Her zaman hukuku, evrensel hukuk ilkelerini, Anayasayı ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası hukuk metinlerini hatırlattı. İktidarı, hukuk devleti zeminine davet etti. Sağlam bir zemindeyseniz, onu bırakıp çürük zemine atlamak delilik olur. Onun yerine çürük zemindekini sağlam zemine çağırıp kurtuluş yolu gösterirsiniz. Zaman da bunu yaptı. Hep beraber batmak yerine hep beraber kurtulmak için yol gösterdi. Hakikati söyleme cesaretiyle basın özgürlüğüne sahip çıktı.Türkiye Cumhuriyeti devletinde bu kadar kısa sürede bu kadar polis baskını ve iktidar baskıyla karşı karşıya kalmış başka bir medya grubu yoktur. Bütün bunlara rağmen en son 4 Mart 2016' da Sulh ceza hakiminin Zaman'a kayyım atadığı haberi geldi. Gece yarısına doğru binden fazla terör, özel tim ve çevik kuvvet polisi ile gazete binasına baskın oldu. Başlarındaki üç kayyım ile basın özgürlüğünün tabutuna son çiviyi çakmaya geliyorlardı bu kez. Zaman'ın yanında ise ne dış güçler ne de farklı bir kesim, sadece -vefalı, inançlı okurları vardı. Yalnız ve güzel bir topluluk. Başörtülü, eli teşbihi! kadınlar gazetesine sahip çıkıyordu. Kadın, yaşlı, çocuk demeden acımasızca biber gazı, plastik mermi ve su ile müdahale ettiler. Gazetenin M kapısını kırıp girdiler.Bir iftirayı gizli bir isme tanık' adı altında söyletip delile dönüştürerek, kanunen yetkili ve görevli olmayan bir hakimlikten alınan karar ile 'modern bir gasp' sistemi olan kayyım ataması gerçekleştirildi. İlk günkü manşet ve yayınlara bakılırsa, bu bir havuzlaştırma girişimiydi. Tek emelleri sağır edici bir suskunluk yaratmak. Halkın, toplumun kulağının dibinde patlatılan bir bomba gibiydi kayyım ataması. Sonrasında duyulan ise sadece havuz şırıltıları. Şimdi basın özgürlüğü mezarında. Demokrat kesimlerce bu hukuksuzluklara direnme olmayacaksa yapılacak tek şey kalıyor geriye; basın özgürlüğünün mezarına duvar örmek, Çünkü bu ülkede ölüler bile güvende değil ..."-Yeni Hayat gazetesindeki 12/7/2016 tarihli ve "Tehlikenin ne kadar farkındayız?" başlıklı yazısı şöyledir: "Gazeteciler özel kin ve garez kapsamında hedef alınıp, hapse tıkılıyor. ‘Makbul gazeteci’ sınıfından olmayanlar için durum daha zor. Değil günler ya da aylar, yıllarca hapiste kalıyorlar. Aynı gazeteciler B. ve H.K. da olduğu gibi. B., Balyoz darbe planı belgelerini haber yaptığı için 16 aydır tutuklu. Samanyolu TV Genel Müdürü H.K. hapiste neredeyse 2 yılını dolduruyor. Şimdi onlara üçüncü isim olarak gazeteci T.T. eklenmek isteniyor ..."- Yeni Hayat gazetesindeki 13/7/2016 tarihli "Sansür ve Karanlık odadaki kara kedi" başlıklı yazısı şu şekildedir:"... Asıl sorumlu, o istihbarat ve güvenlik yetkililerini koordine eden, yöneten siyasi irade. O siyasi irade ki, ülkede insanlar katledilirken, güvenlik tehdidi had safhadayken emrindeki yetkililere Hizmet Hareketi’ne gönül verenler başta olmak üzere insanları ‘paralel’ diye yaftalayıp, cadı avı yaptırıyor. O irade ki, IŞİD terör örgütünün faaliyetlerini engellemek yerine ulusal yayın yapan gazetelerin internet sitelerini kapattırıyor. Yeni Hayat Gazetesi’nin sitesi yaklaşık iki haftadır erişime yasak. Ulaştırma Bakanı iken sansürcülüğü ile tanınan B.Y., başbakan yapılınca ayağının tozuyla iki gazetenin sitesini kapattırdı. Ortadaki en basitiyle görevi kötüye kullanma suçu, ama asıl olarak basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkının engellenmesi suretiyle Anayasa ihlali. Dolaylı olarak da IŞİD terör örgütüne destek görüntüsü ortaya çıkıyor. TİB kanuni görevini yapmayıp siteyi açmayınca son çare başbakanlıktan TİB’e kadar suç duyurusunda bulunuldu. Bu ülkede basın özgürlüğü ve hukuk arayışı, samanlıkta iğne aramaktan zor. Savcılığa başvurmak, karanlık bir odada olmayan kara kediyi aramak gibi. Ama o kedi bulunacak."- Yeni Hayat gazetesindeki 14/7/2016 tarihli ve "Yüksek ama başı eğik bir yargı" başlıklı yazısı şu şöyledir:"Türkiye’de ilk kez kararlarından dolayı tutuklanan birinci derece hakimler Metin Özçelik ve Mustafa Başer’in Yargıtay Ceza Dairesi’nde 6’ıncı duruşması vardı. 300’den fazla kişi alabilecek kapasitede büyük bir salon ve geniş koltuklar… Yargılama şekliyle normal adli mahkemelerden daha rahat bir ortam. Savcı kürsüsünün heyetten ayrı ve biraz daha aşağıda yer alması da görüntü olarak olması gerekene daha yakın. Daire Başkanı, 'Herkesin geçmiş bayramını tebrik ediyoruz.' diyerek duruşmayı açtı. Yani görüntü iyi. Duruşma başlıyor ve bakıyorsunuz görüntü var ama ses yok. Kocaman boş salonda hakimlerin yakınları ve birkaç meslektaşıyla az sayıda gazeteci var. İzleyici bölümünde en önde hakim Özçelik’in annesi, arkasında Mustafa Başer’in annesi oturuyor. Dikkatlice duruşmayı seyrediyorlar. Bu kadar küçük izleyici grubunun başında bellerinde silahlar olan güvenlik görevlileri koğuş ağası gibi dikiliyor. Gözleri izleyicilerin ellerinde, gazetecilerin yazdıklarında. Her hareket gözetleniyor. Salonda dolaşarak arada bir seyirci ya da gazetecinin başına gidip telefonları kontrol ediliyor. Devamlı bir göz hapsi ..."- Yeni Hayat gazetesindeki 15/7/2016 tarihli ve "Kelepçesine aşık Türk yargısı" başlıklı yazısı şu şekildedir:"Tutuklu hâkimler Ö. ve B.nin yargılandığı davayı ilk kez izleyebildim. Cadı avı davaları öyle fazla ki hepsine birden yetişmek imkansız. Buna rağmen davayı bugüne kadar takip edememiş olmak bir ayıp benim adıma. Türkiye’de ilk kez hiçbir illegal işlemi olmayan iki hakim, tek somut delil gösterilmeden, kapı komşusu yargı mensubu, yemek istediği pideci ‘kurye’ gösterilerek sahte delille yazılmış bir iddianame ile ‘terörist’ diye yargılanıyorlar. Hakim Ö.nün anlatımıyla verdikleri kanuna uygun tahliye kararı sonrası diğer yargı mensuplarına gözdağı için tutuklandılar. Bu açıdan onların davası Türk yargısına, tüm yargı mensuplarının iradelerine, kanaatlerine geçirilmiş birer kelepçe hükmünde..." İddianamede ayrıca yapılan aramalarda, Fettullah Gülen tarafından yazılan ''Mefkure Yolculuğu, Kur'ân'ın altın ikliminde, Kemali Ruhumuzu Ararken, İnancın Gölgesinde, Ruhumuzun Heykelini dikerken, Kalbin Solukları, Sohbeti Canan, Ölümsüzlük İksiri, Buhranlar Anaforunda İnsan, Gurbet Ufukları, Sonsuz Nur-1 , Sonsuz Nur- 2, Yaşatma ideali, Kader, Buhranlı günler ve Ümit Atlasımız, Ölüm Ötesi Hayat, Sohbet Atmosferi, Kırık Testi'' isimli 18 adet kitabın başvurucudan ele geçirildiği belirtilmiştir. İddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1/2/2017 tarihinde kabul edilmiş ve dava Mahkemenin E.2017/67 sayılı dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın ilk duruşması 27/3/2017 tarihinde başlamış, 31/3/2017 tarihine kadar devam etmiştir. 31/3/2017 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu dâhil yirmi bir sanığın tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar ... Hanım Büşra Erdal'ın üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç vasfının ileride sanıklar lehine değişme ihtimali, sabit ikametgah sahibi olmaları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanıklar ve müdafilerinin tahliye taleplerinin kabulü ile başka suçtan tutuklu ve hükümlü değiller ise bu suçtan bihakkın tahliyelerine, bu hususun temin için Cezaevi Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, tahliyelerine karar verilen sanıklar hakkında CMK.nun 109-3-a maddesi kapsamında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına ... [karar verildi.]" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2017 tarihinde tahliye kararına itiraz etmiştir. İtirazda; başvurucu ve tahliyesine karar verilen diğer sanıkların 17-25 Aralık sürecinde örgüt lehine algı operasyonu amacıyla yayınlar yaptıkları, yine aynı amaçla sosyal medyada çok sıklıkla paylaşımlarda bulundukları, örgütün sosyal medya algı operasyonunun önemli ayağını oluşturan ''Fuatavni'' isimli Twitter hesabı ile ilgili olarak sıklıkla paylaşımlar yaparak algı operasyonları yaptıkları, sanıklardan bazılarının özellikle 15 Temmuz darbe girişimi öncesi darbenin gerçekleşeceği anlamına gelen paylaşımlar yaptıkları, darbe girişimi sonrası örgüt lehine ve darbe girişiminin örgüt ile ilgisinin olmadığı şeklinde kamuoyu algısı oluşturmak amacıyla yine sosyal medyada paylaşımlarda bulundukları, sanıklar bakımından örgüt üyeliğini gösteren devamlılık, suç kastı ve eylem yoğunluğunun bulunduğu, dosyada mevcut açık kaynak araştırmalarının, tanık beyanlarının ve elde edilen diğer delillerin bu hususu gösterdiği, sanıklar hakkındaki delillerin şu aşamada tam olarak toplanmadığı ve bu yönüyle tahliye kararlarının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 31/3/2017 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığının itirazını kabul ederek başvurucu hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar ... Hanım Büşra Erdal'ın üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyetleri, atılı suçların işlendiğini gösterir kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcut olması, sanıkların atılı suçu gerçekleştirme şekilleri ve kasıtlarının yoğunluğu, yasada söz konusu suçlara ilişkin düzenlenen cezaların alt ve üst sınırları itibari ile ve sanıkların kaçma şüphelerinin bulunması hususları bütün olarak değerlendirildiğinde tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu anlaşılmakla, Cumhuriyet savcısının itirazın kabulüne, Sanıklar ... Hanım Büşra ERDAL ... haklarında CMK ve devamı maddeleri gereğince yakalama emri düzenlenmesine ve haklarında yeteri kadar yakalama emri çıkartılmasına ... [karar verildi.]" Yakalama müzekkeresine istinaden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 1/4/2017 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Sanıklar Hanım Büşra Erdal ... üzerlerine atılı suçların vasıf vemahiyetleri, atılı suçların işlendiğini gösterir kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin mevcut olması, sanıkların atılı suçu gerçekleştirme şekilleri ve kasıtlarının yoğunluğu, yasada söz konusu suçlara ilişkin düzenlenen cezaların alt ve üst sınırları itibari ile ve sanıkların kaçma şüphelerinin bulunması hususları bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların CMK 100 madde gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]"İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 25/8/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 20/9/2017 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar 26/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/2/2018 tarihli duruşmada sanıklara ait dijital materyallerin incelenmesi sonucu hazırlanan bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur. Savcılık; aynı tarihli duruşmada esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Esas hakkındaki mütalaada başvurucunun 21 yaşından itibaren 2002 ile 2016 yılları arasında 14 yıl Zaman gazetesinde, 2016 yılı sonrasında Yarına Bakış gazetesinde çalıştığı, yapılan aramada elde edilen cep telefonu üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda (11/1/2018 tarihli) belirtildiği üzere telefonunda "FETÖ/PDY örgütünün lideri olan Fetullah Gülen'in yaşadığı Pensilvanya ziyaretinden şükürle bahsedilmesi, Pensilvanya'nın gurbet mi vatan mı olduğu düşüncesinin birbirine karıştığı şeklindeki duyguların ifadesi, Ayşegül Sbt olarak kayıtlı kişi ile örgütün sohbet toplantıları olarak periyodik şekilde düzenlediği örgütsel toplantılara katılma hususundaki iletişim, A.T. ve S.K. olarak kayıtlı iki ayrı numara ile maklube yemeği, maklube yemeği yenilmeden şakirt olunamayacağı, örgütün kurumu olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan abi ve ablalar tarafından Pensilvanya'ya götürülme, ablalarla program yapılması" gibi tamamı örgüt ritüelleri ve dili ile oluşturulan mesaj içeriklerinin bulunduğu, Twitter üzerinden yaptığı paylaşımlarla örgüt adına sistematik olarak algı faaliyetlerinde bulunduğu ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 8/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Sanıktan ele geçirilen cep telefonunun incelenmesi sonucu bilirkişi raporunda belirtildiği üzere sanık, FETÖ/PDY örgütünün lideri olan Fetullah Gülen'i yaşadığı Pensilvanya’da ziyaret etmiş ve bu ziyaretten şükürle bahsetmiştir. Pensilvanya'nın gurbet mi vatan mı olduğu düşüncesinin birbirine karıştığı şeklindeki duyguların ifadesi sanığın terör örgütüne ve örgüt elebaşısına bağlılığını ortaya koymaktadır. Ayşegül Sbt olarak kayıtlı kişi ile örgütün sohbet toplantıları olarak periyodik şekilde düzenlediği örgütsel toplantılara katılma hususundaki yazışmalar, A.T. ve S.K. olarak kayıtlı iki ayrı numara ile maklube yemeği, maklube yemeği yenilmeden şakirt olunamayacağı, örgütün kurumu olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan abi ve ablalar tarafından Pensilvanya'ya götürülme, ablalarla program yapılması' şeklindeki yazışmalar tamamen örgüt jargonuna uygun, örgüt ritüelleri ve dili ile oluşturulan mesajlardır.Sanığın iddianamede belirtilen ve kendisine aidiyeti sanık tarafından kabul edilen çok sayıda yazı ve twit şeklindeki paylaşımlarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü övücü, hükümeti ve Cumhurbaşkanını çok sert bir dille eleştirir içerikler bulunduğu, sanığın anılan örgütün fikir ve ideolojisine paralel olarak örgüte destek verdiği, özellikle;...[Bu kısımda başvurucunun iddianamedeki yazı ve paylaşımlarına yer verilmiştir.]...Sanık Hanım Büşra Erdal, FETÖ/PDY terör örgütüne ait Zaman gazetesinde 2002 yılından 2015 yılına kadar muhabir olarak, bu tarihten sonra köşe yazarı olarak çalışmış ve kayyum atandıktan sonra da örgüt ile bağını koparmayarak Zaman Gazetesi’nin eski çalışanlarının bir araya gelerek kurmuş oldukları Yarına Bakış isimli gazetede çalışmalarına devam etmiştir. Gizliliği, tedbirli hareketi temel davranış biçimi kabul eden, kuruluşundan itibaren örgütlenme ve varlığını sürdürmede temel hareket tarzı olarak gizliliği, sızmayı esas alan örgütün, medya organlarının ana gövdesini oluşturan kadrosunun bütünüyle örgüt doktrinini ve stratejisini benimseyen, ideolojik motivasyonu üst seviyede olan ve lideri tarafından gösterilen nihai hedefe odaklanmış örgüt üyelerinden oluştuğu, kamu kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere, kısacası tüm toplumsal alanlara farklı görünümler altında, hukuk dışı yöntemleri de kullanarak üyelerini sızdıran, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk Halkı’nın bütününe ait kurumları ele geçirmeyi temel hareket tarzı olarak kabul eden örgütün kendisine ait kurumlara ve yapılara daimi çalışan ve yönetici olarak örgüt dışından birilerinin girmesine izin vermesinin beklenemeyeceği, bu anlamda zaafiyet içerisinde olmasının örgütün ilk günlerinden bu güne kadar geçen sürede izlediği yol ve yöntemlere, tüm toplumun gözü önünde gerçekleşen olgulara ve hayatın doğal akışına aykırı olduğu, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet göstermeyen, örgüt üyesi olmayan bir kişinin örgütün medya yapılanması içerisinde ve özellikle en yaygın, en uzun süreli medya organlarında uzun süreli istihdam edilmeyeceği, yayın politikası üzerinde etkinlik gösterebilecek yönetici konumunda görev verilmeyeceği, profesyonel çalışma hayatlarının tamamını ya da önemli bir kısmını bu medya organlarında geçiren, dönüp dolaşıp yine örgütün medyasında çalışan veya örgüt medyasında sorumlu düzeyinde bulunan sanıkların örgütün varlığını bilmeden ve örgüt ile organik bağları olmadan klasik bir işveren ve çalışan durumunda oldukları, geçimlerini temin maksadıyla bu iş yerinde çalıştıkları yönündeki savunmalarına itibar edilmesinin mümkün olmadığı, bunun yanısıra sanığın örgütün finans kaynağı olan Bank Asya hesabını aktif olarak kullandığı, Yenibosna şubelerinde hesapları bulunduğu, yukarıya alıntı yapılan twitlerinde örgütün temel amaç ve fikirleri doğrultusunda hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı halk nezdinde küçük düşürmeyi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Uluslararası platformda zor duruma düşürmeyi, örgütü, örgüt üyelerini ve örgüt liderini sempatik göstermeyi, örgüt aleyhine yapılan soruşturmaları ve soruşturma yapanları itibarsızlaştırmayı amaçladığı, yazdığı kitaplar, yazılar ve attığı twitlerle de örgütün amacı doğrultusunda açık paylaşımlar ve propaganda yaparak kastını ve örgüt hiyerarşisi içinde bulunduğunu, FETÖ/PDY terör örgütüne ve örgüt elebaşısı Fethullah Gülen’e bağlılığını açıkça ortaya koyduğu, elde edilen cep telefonundaki mesaj içeriklerinin de örgüt ile irtibatını desteklediği, yapılan aramada sanığın örgüt liderinin çok sayıda kitabını bulundurduğu, Zaman Gazetesine kayyum atanması sürecinde yapılan protestolara bizzat katıldığı, tüm bu delillerin sanığın örgüt hiyerarşisi içerisinde bulunduğunu desteklediği görülmektedir.Yukarıda açıklanan deliller ışığında sanık Hanım Büşra Erdal’ın örgüt üyeliği açısından eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk unsurlarının gerçekleştiği, sanığın FETÖ/PDY’nin fikir ve ideolojisini benimseyerek bu doğrultuda faaliyetler içerisinde olduğu, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY’nin etkin bir üyesi olduğunun kabulü gerektiği kanaatiyle sanığın TCK’nun 314/2 maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir." İlk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/10/2018 tarihli ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. İstinaf mahkemesi kararına karşı da temyiz yoluna başvurulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 16/3/2020 tarihinde hükmü onamıştır. Öte yandan Zaman gazetesine kayyum atanmasından sonra başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucunun işe iade istemiyle açtığı dava 21/6/2016 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesince kabul edilmiş ve başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde söz konusu davanın henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır. 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama emri ve nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir. (2) Yakalanmış iken kolluk görevlisinin elinden kaçan şüpheli veya sanık ya da tutukevi veya ceza infaz kurumundan kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında Cumhuriyet savcıları ve kolluk kuvvetleri de yakalama emri düzenleyebilirler. (3) Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim veya mahkeme tarafından düzenlenir. (4) Yakalama emrinde, kişinin açık eşkâli, bilindiğinde kimliği ve yüklenen suç ile yakalandığında nereye gönderileceği gösterilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),... (4) Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiili nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. (3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. (4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhâl serbest bırakılır. (5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının tutuklama kararının geri alınmasını istemesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Cumhuriyet savcısı, şüphelinin adlî kontrol altına alınarak serbest bırakılmasını sulh ceza hâkiminden isteyebilir. Hakkında tutuklama kararı verilmiş şüpheli ve müdafii de aynı istemde bulunabilirler. (2) Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı adlî kontrol veya tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanısına varacak olursa, şüpheliyi re'sen serbest bırakır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğinde şüpheli serbest kalır." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Bu kararlara itiraz edilebilir. (3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının 1/2/2018 tarihli ve 7079 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilmeden önceki hâli şöyledir: "Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir."5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir. " 5271 sayılı Kanun'un "Kanun yollarına başvurma hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır. (2) (Değişik: 18/6/2014-6545/73 md.) Ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler. (3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir."5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a 6572 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir:"31/12/2019 tarihine kadar, asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz ve katılma hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz. Ancak, verilen hükümler ile tutuklamaya veya salıverilmeye ilişkin kararlara karşı Cumhuriyet savcısının kanun yoluna başvurabilmesi amacıyla dosya Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35344 | Başvuru, gözaltına almanın ve tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tahliye taleplerini ve itirazlarını inceleyen sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin kısa sürede incelenmemesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama kararı nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, işe iade edilmeme nedeniyle çeşitli hakların; gözaltında avukatla görüştürülmeme ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, murisin terör örgütü ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada ölmesi ve buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedenleriyle yaşam hakkının; kanun hükümlerinin yanlış yorumlanarak tazminat talebinin reddedilmesi ve bu kapsamda başvurulan idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, terör örgütü ile güvenlik güçleri arasında Batman'ın Sason ilçesi Kilimli köyünde 5/2/1995 tarihinde çıkan çatışmada öldürülen Y.K.nın kardeşleridir. 6/2/1995 tarihli Olay Tespit Tutanağına göre PKK terör örgütü mensuplarınınlojistik ikmal için Kilimli köyüne gelecekleri duyumunun alınması üzerine örgüt mensuplarının yakalanması için İlçe Jandarma Komutanlığınca olay mahallinde geçici köy korucuları görevlendirilmiş ve korucuların pusu görevini icra ettikleri sırada -saat 30 sıralarında- bir grup terörist köye girmiştir. Dur ihtarına uyulmaması üzerine çıkan çatışma 30-45 dakika sürmüş ve takviye askerî kuvvetlerin gelmesiyle teröristler kaçmıştır. Saat 15 sıralarında çatışmanın bittiği tespit edilmiş ve çatışma alanında arama yapılmıştır. Aramada iki erkek cesedi bulunmuştur. Cesetlerin üzerinden çıkan kimlik ve dokümanlara göre ölenlerden birinin Y.K., diğerinin ise Gülon kod adlı E. olduğu ve üzerinde Kanas marka keskin nişancı tüfeğine ait iki adet şarjörün ele geçirildiği, silahlarının ise diğer örgüt mensuplarınca kaçırıldığı tespit edilmiştir. Tutanakta ayrıca olay yerinden elde edilen kovan ve fişek bilgilerine yer verilmiştir. 6/2/1995 tarihli Otopsi Zaptında ise özetle her iki kişinin de ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak öldüğü, Y.K.nın dedesi tarafından teşhis edildiği ve diğer cesedi tanıyan kimsenin bulunmadığı belirtilmiştir. Zabıtta ayrıca Y.K.nın ekose kazak ve siyah pantolon giydiği, diğer ceset üzerinde ise yeşil peşmerge kıyafetleri olduğu ifade edilmiştir. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından söz konusu olay nedeniyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet ve devlete ait toprakların bir kısmını ayırmaya yönelik faaliyette bulunma suçuna ilişkin soruşturma başlatılmış, ancak20/2/1995 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir. 1995/40 Hazırlık sayılı kararda; kimlik ve sayıları tespit edilemeyen PKK terör örgütü mensupları, Y.K. ve olayda ölen terörist sanık olarak gösterilmiştir. Başvuru formunda, anılan görevsizlik kararı dışında ceza soruşturmasına ilişkin olarak herhangi bir bilgiye yer verilmemiş ve belge eklenmemiştir. Başvurucular 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Y.K.nın ölümü nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması istemiyle Batman Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon 22/3/2006 tarihli kararıyla Y.K.nın PKK terör örgütü üyesi olduğu, güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiği ve çatışmada öldüğü anlaşıldığından maktulün mirasçılarının 5233 sayılı Kanun'dan faydalanmalarının mümkün olmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir. Başvurucular; murisin PKK ile bağlantısı olmadığı gibi çatışmaya girmesinin de söz konusu olmadığını, güvenlik güçlerince rastgele açılan ateş sonucu öldüğünü ileri sürerek Komisyon işleminin iptali ile hak ettikleri tazminatın ödenmesi istemiyle dava açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 5/12/2007 tarihli kararıyla işlemin iptaline, tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 5233 sayılı Kanun'a göre 3713 sayılı Kanun'un , ve maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradıkları zararların tazmin edilmeyeceği, Y.K.nın hayatını kaybettiği olayla ilgili olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı soruşturmanın devam ettiği ve maktulün olay mahallinde PKK mensubu olarak mı yoksa Gümüşgörü köyünden yaya olarak gelirken çıkan çatışmada rastgele açılan ateş nedeniyle mi öldüğü hususunun devam eden soruşturma neticesinde belli olacağı, bu durumda soruşturma sonucu beklenmeden tesis edilen işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, anılan soruşturma sonucu tekrar değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekeceğinden tazminat isteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire), 5233 sayılı Kanun'un maddesine göre kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararların kanun kapsamında bulunmadığını ve sanıkları arasında başvurucuların murisinin de yer aldığı yukarıda değinilen 1995/40 sayılı soruşturma dosyası ile dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre başvurucuların murisinin güvenlik güçleriyle girdiği çatışma sonucu ölü olarak ele geçirildiği kanaatine vardığını belirtmiştir. Daire bu nedenle, ileri sürülen zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğini ifade ederek 28/3/2013 tarihli kararıyla mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine dosyayı inceleyen Batman İdare Mahkemesi 30/1/2014 tarihli kararıyla bozma kararına uymuş ve davayı aynı gerekçe ile reddetmiştir. Karar, aynı Dairenin 15/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 22/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular karar düzeltme yoluna başvurmamışlardır. Başvurucular 13/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular, başvurudan sonra Sason Cumhuriyet Başsavcılığının Y.K.nın ölümüyle ilgili yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle verdiği 8/5/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararını ve bu karara yapılan itirazın reddine dair Batman Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/6/2015 tarihli ve 2015/763 İş sayılı kararını 12/7/2015 tarihli dilekçe ekinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Özeyir Kocakaya, B. No: 2014/1457, 14/11/2018, §§ 26-32; Ali Şaşkın ve diğerleri, B. No: 2013/6819, 21/4/2016, §§ 17-20; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15- 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:...e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararlar...." 3713 sayılı Kanun’un "Terörün tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1170 | Başvuru, murisin terör örgütü ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada ölmesi ve buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedenleriyle yaşam hakkının; kanun hükümlerinin yanlış yorumlanarak tazminat talebinin reddedilmesi ve bu kapsamda başvurulan idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında, birleşen davanın zaman aşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel bir şirkette işçi olarak çalışmakta iken 13/2/2001 tarihinde meydana gelen bir iş kazasında %77 oranında daimî iş gücü kaybına uğramıştır. Başvurucu, olay nedeniyle sorumlular hakkında Osmaniye Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında tespit edilen zarar miktarına göre başvurucu davayı ıslah etmiş; Mahkeme 13/10/2008 tarihli kararında, kaza nedeniyle başvurucunun %77 oranında iş gücü kaybına uğradığını belirterek ıslah doğrultusunda başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebini kısmen kabul etmiştir. Davalı tarafın temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2010 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi üzerine Daire 8/7/2010 tarihli kararıyla onama ilamını kaldırarak davaya iş mahkemesinin bakması gerektiği gerekçesiyle Mahkeme hükmünü bozmuştur. Dosya, Osmaniye İş Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiş; bu arada başvurucu tarafından iş kazası sırasında yanında çalıştığı işverene karşı 19/6/2012 tarihinde açtığı tazminat davası (Mahkemenin E.2012/765 sayılı dosyası) başvuru konusu dava dosyası ile birleştirilmiştir. Mahkeme 20/2/2013 tarihli kararında, hesap bilirkişisi tarafından düzenlenen 26/3/2012 tarihli rapora göre sigorta tarafından ödenen miktarın mahsubundan sonra ek dava açılarak esas dosyada hüküm altına alınan kısmın dışında kalan bakiye 679,12 TL'nin başvurucu tarafından birleşen davada talep edildiğini, başvurucunun bu talebinde hukuki yararının bulunduğunu, zararın Adli Tıp Kurumunun 28/8/2006 tarihli raporuyla öğrenildiğini, dolayısıyla bu tarihe göre zamanaşımı süresinin dolmadığını belirterek asıl davada 640,93 TL maddi, 000 TL manevi tazminata hükmetmiş; birleşen davada 679,12 TL maddi tazminatın davalı İ.Ç. İnşaattan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 18/3/2014 tarihli kararında, asıl davada usule ilişkin kazanılmış hak nedeniyle davalılar yararına hükmedilen miktarı aşacak şekilde birleşen davada kabul kararı verilemeyeceğini, ayrıca başvurucunun sürekli iş göremezliğinin 1/2/2002 ve 19/3/2002 tarihli Kurul raporlarıyla tespit edildiğini, bedensel zararın değişen ve gelişen bir durum arz etmediğini, dolayısıyla zararın Kurul raporlarıyla öğrenildiğinin açık olduğunu, bu açıdan Kanun'da yer alan on yıllık zamanaşımı süresinin birleşen dava tarihi itibarıyla sona erdiğini belirterek hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 5/6/2015 tarihli kararında bozma gerekçesini yineleyerek asıl davayı 640,93 TL maddi, 000 TL manevi tazminat üzerinden kısmen kabul etmiş; birleşen davayı zamanaşımı nedeniyle reddetmiştir. Karar, Dairenin 27/3/2017 tarihli ilamıyla onanmıştır. Onama kararı 18/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 19/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20830 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında, birleşen davanın zaman aşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nde katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşünün polis tarafından engellenmesi ve daha sonra polisin orantısız güç kullanarak yaralanmasına sebep olması nedeniyle kötü muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, seyahat hürriyeti, etkili başvuru hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/10/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 22/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular, 26/9/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 27/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü, başvurucuya 8/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 23/12/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 2013 yılındaki 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarının Taksim Meydanı'nda yapılması için birçok sendika, dernek ve sivil toplum kuruluşu İstanbul Valiliğinden talepte bulunmuştur. İstanbul Valiliği, 18/1/2013 tarihli kararı ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 2013 yılı içerisinde İstanbul'da yapılacak gösteri yürüyüşleri, açık yer toplantı alanları ile güzergahlarının tespit edildiğini belirterek Taksim Meydanında kutlama yapılması taleplerini reddetmiştir. Ayrıca başvurucu Valiliğin, yapılacak gösteriye katılımı engellemek için deniz yolu dâhil toplu taşım araçlarının faaliyetlerini durdurma kararı aldığını belirtmiştir. Başvurucu, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nde yapılacak kutlamalara katılmak için 1/5/2013 tarihinde Beşiktaş Çarşı Meydanında diğer arkadaşları ile bir araya gelmiştir. Çevik kuvvet polisleri başvurucunun da içinde bulunduğu grubu dağıtmak amacıyla biber gazı ile müdahalede bulunmuştur. Başvurucu, bu müdahale esnasında bir polisin yaklaşık 5-6 metre mesafeden kendisini hedef alarak gaz tüfeği ile gaz fişeği fırlattığını ve fişeğin sol bacağının uyluk kemiğine isabet ettiğini ve bu şekilde yaralandığını belirtmiştir. Başvurucunun, olay tarihinde Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinden aldığı adli raporda "hastanın sol tibia lateralde ödem ekimozu mevcut" olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, Özel Üsküdar Anadolu Hastanesinin 23/5/2013 tarihli raporunda derinin ve derialtı dokunun diğer lokal enfeksiyonları teşhisiyle başvurucuya 7 (yedi) gün işgöremezlik raporu verilmiştir. Başvurucu, olaylara ilişkin olarak 3/5/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyet dilekçesi vermiş ve aynı gün alınan ifadesinde kendisinin yaralanmasına doğrudan sebep olan polislerden ve olaylara sebep olan Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdüründen şikâyetçi olmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun şikâyetlerinin sadece kendine doğrudan müdahalede bulunan polisleri değil olay tarihinde görevli Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul İl Emniyet Müdürünü de kapsadığından soruşturma dosyasını tefrik ederek Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyetlerin 2013/65749 sayılı, İstanbul Valisi ve İstanbul İl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyetlerin 2013/64512 sayılı ve doğrudan müdahalede bulunan polisler hakkında şikâyetlerinin 2013/64625 sayılı soruşturma dosyalarına kaydedilmesine karar vermiştir. Başvurucunun, müdahalede bulunan polislere dair iddialarına ilişkin olarak 2013/64625 sayılı soruşturma halen Cumhuriyet Başsavcılığında devam etmektedir. Soruşturma kapsamında başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olduğu gün İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edilmiştir. Müdürlüğün 3/5/2013 tarihli ve 2013/10043 sayılı raporunda, kişide yumuşak doku lezyonlarına neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı ve etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün 3/5/2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünden şikâyete konu olaya ilişkin olarak MOBESE ya da çevredeki güvenlik kamera kayıtlarının araştırılarak olayın tespitine çalışılması ve kayıtların CD ortamında tahkikat evrakına eklenmesi talimatı vermiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 28/6/2013 tarihli yazısında, olay yerini gösterir MOBESE kamerasına araç çarpması sonucu hasar oluştuğundan söküldüğünü ve bu sebeple olaylara dair görüntü kaydının olmadığı belirtilmiştir. Diğer taraftan olay yerini gösterdiği tespit edilen bir bankanın kayıtlarının yazı ekinde gönderildiği belirtilmiştir. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığının anılan banka kayıtlarında yaptırdığı bilirkişi incelemesinde olayı gösterir görüntülerin olmadığı tespit edilmiştir. Bunların dışında toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahaleye ilişkin olarak başvuru ve soruşturma dosyalarında polisin kaleme aldığı herhangi bir tutanağa rastlanmamıştır. Öte yandan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/5/2013 tarihli yazısı ile başvurucunun iddialarına ilişkin olarak İstanbul Valiliğinden 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurların Yargılanması Hakkında Kanun'un ve maddeleri kapsamında soruşturma izni talep edilmiştir. Valilik, iddia edilen olayları araştırmak üzere ön incelemeci olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bir emniyet müdürünü görevlendirmiştir. Ön incelemeci emniyet müdürü, yaptığı araştırmada bölgede bulunan işyerlerinin güvenlik kamera kayıtlarını istemiştir. Ancak ilgili birimin Temmuz ayı içinde yaptığı incelemede bir bankanın kayıtları dışında diğer işyerlerinin cihazlarındaki kayıtların hafızadan silindiği tespit edilmiştir. Bu nedenle herhangi bir görüntü kaydına ulaşılamamıştır. İstanbul Valiliği, hazırlanan araştırma raporu sonucunda 13/9/2013 tarihli kararı ile başvurucunun iddialarına ilişkin olarak “… izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde gerekli uyarı ve ihtarlardan sonra grupların dağıtılmasına yönelik müdahalelerde bulunulduğu, bu tür müdahaleler esnasında tek bir kişinin veya grup dışından kişilerin gözetilmesinin mümkün olmayacağı, yapılan müdahaleler esnasında olaylar içerisinde kalan kişilerin etkilenmesinin de muhtemel olduğu, 1 Mayıs olayları ile ilgili Beşiktaş meydanında yapılan müdahalenin bu kapsamda olduğu” değerlendirilerek kamera kayıtlarında başvurucuya yakın mesafeden gaz bombası atıldığına dair görüntü kaydına rastlanmadığı ve başvurucunun görevlileri teşhis edemediği gerekçesi ile adli ve disiplin yönünden 4483 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca işleme konulmama kararı verilmiştir. Anılan işleme konulmama kararına rağmen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 26/9/2013 tarihli İstanbul Valiliğine yazdığı yazıda her ne kadar adli yönden soruşturma izni verilmemesine karar verilmiş ise de olay adli görevden kaynaklandığından ve idari soruşturma iznine bağlı olmadığından resen soruşturmaya devam edileceğini belirtmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 4/3/2014 tarihli yazıları ile başvurucunun iddia ettiği olaya ilişkin olay tarihinde bölgede gaz mühimmatı kullanan polislerin kimliklerinin tespit edilmesi talimatı vermiştir. Bunun üzerine gönderilen cevabi yazı sonucunda Cumhuriyet savcısı bazı polislerin şüpheli sıfatı ile savunmalarını almıştır. Ayrıca 18/6/2014 tarihli ayrıntılı olarak yazılmış bir müzekkere ile olayın aydınlatılmasına yönelik bir talimat yazılmıştır. Soruşturma evrakı onaylı suretlerinin Anayasa Mahkemesine gönderildiği 29/9/2014 tarihi itibarıyla müzekkereye cevap verilmemiştir. Öte yandan, Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Valisi ve İl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyetlere ilişkin olarak 4483 sayılı Kanun’un ve maddeleri uyarınca soruşturma yapma yetkisinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında olduğundan bahisle 7/5/2013 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyanın bu kısmının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucu, söz konusu görevsizlik kararının akıbetine ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmadığı gibi başvuru dosyasına herhangi bir belge de eklememiştir. Başvurucunun Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki iddialarına ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 7/5/2013 tarihli kararı ile haklarında şikâyette bulunulan kişilerin olay tarihindeki görevlerini gözetilerek, Anayasa’nın maddesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İçtüzüğü’nün maddesinde belirtilen şartlar oluşmadığından işlemden kaldırma kararı vermiştir. Başvurucunun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının işlemden kaldırma kararına karşı yapmış olduğu itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 30/7/2013 tarihli ve 2013/767 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. Karar, başvurucuya 24/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesi birinci fıkrası şöyledir:“Başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile, soruşturma açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar.” TBMM İçtüzüğü’nün maddesi şöyledir:“Görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan Başbakan ve bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği bir önerge istenebilir. Bu önergede; Bakanlar Kurulunun genel siyasetinden veya bakanlıkların görevleriyle ilgili işlerden dolayı hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın cezai sorumluluğu gerektiren fiillerinin görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi, hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hali şöyledir:“Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il veya ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.Şehir ve kasabalarda ve gerekli görülen diğer yerlerde hangi meydan ve açık yerlerde veya yollarda toplantı veya yürüyüş yapılabileceği ve bu toplantı ve yürüyüş için toplanma ve dağılma yerleri ile izlenecek yol ve yönler vali ve kaymakamlarca kararlaştırılarak alışılmış araçlarla önceden duyrulur. Bu yerler hakkında sonradan yapılacak değişiklikler duyurudan onbeş gün sonra geçerli olur. Toplantı yerlerinin tespitinde gidiş gelişi, güvenliği bozmayacak ve pazarların kurulmasına engel olmayacak biçimde, toplantıların genel olarak yapıldığı, elektrik tesisatı olan yerler tercih edilir.” 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir“(Değişik fıkra: 3/8/2002 tarih ve 4771 sayılı Kanun’un md.) Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.” 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.” 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) (Değişik bent: 30/7/1998 tarih ve 4378 sayılı Kanun’un 1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,j) (Değişik bent: 2/3/2014 tarih ve 6529 sayılı Kanun’un md) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan, Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7836 | Başvurucu, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nde katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşünün polis tarafından engellenmesi ve daha sonra polisin orantısız güç kullanarak yaralanmasına sebep olması nedeniyle kötü muamele yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, seyahat hürriyeti, etkili başvuru hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, olağanüstü hâl döneminde kamu makamının toplantı ve gösterilere ilişkin kararına uymayarak toplantılara katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular nihai hükümleri öğrendikten sonra 15/3/2018, 21/3/2018, 16/4/2018, 4/6/2018 ve 4/2/2019 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. 2018/12234, 2018/9394, 2018/17307, 2018/17240, 2018/12240, 2019/4258 ve 2019/5997 numaralı başvuruların 2018/8232 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular Aysun Gençtanır, Dilara Doğanbaş, Furkan Bircan (2018/17240 numaralı bireysel başvurusu yönünden), Nebiye Merttürk ve Selda Alpay, Ataberk Mest ve Selahattin Geniş adli yardım talebinde bulunmuşlardır. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8232 | Başvuru, olağanüstü hâl döneminde kamu makamının toplantı ve gösterilere ilişkin kararına uymayarak toplantılara katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, müşterek çocuklarla anne arasında kişisel ilişki kurulması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun İ. ile yaptığı evlilikten 2005 yılında bir kız ve 2006 yılında bir erkek çocuğu dünyaya gelmiştir. Tarafların karşılıklı açmış olduğu boşanma davalarında İ.'nin güven sarsıcı davranışlar sergilediği, çocuklarına karşı uygunsuz cinsel davranışlarda bulunduğu, başvurucunun da eşine karşı fiziksel şiddet uyguladığı, evin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamayarak birlik görevlerini ihmal ettiği kanaatine ulaşılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda boşanma davalarının kabulüyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetlerinin babaya verilmesine, velayeti babaya verilen çocuklar ile anne arasında yatılı olmaksızın kişisel ilişki kurulmasına, çocuklar lehine iştirak nafakası ile başvurucu lehine maddi ve manevi tazminata karar verilmiştir. Başvurucu boşanma ve velayet hükümleri haricindeki müşterek çocuklarla anne arasında kişisel ilişki kurulması ile tazminat ve nafaka miktarlarının az olması nedenleriyle istinaf talebinde bulunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 1/7/2020 tarihinde dosya kapsamı ve delil durumuyla verilen kararda usul ve esas yönünden kanuna aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle tarafların istinaf başvurularının esastan reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi üzerine yapılan inceleme sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi 17/12/2020 tarihinde temyiz talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 13/1/2021 tarihinde öğrendiğini belirterek 8/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu, isminin kamuya açık belgelerde gizlenmesi talebinde bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9892 | Başvuru, müşterek çocuklarla anne arasında kişisel ilişki kurulması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, geçiş ücreti ödemeden otoyoldan geçiş yapılması kabahatine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu 35 FZ... plakalı aracın ücretli otoyol ve köprülerden 4/1/2016 ile 31/12/2016 tarihleri arasında ödeme yapmadan geçiş yaptığı gerekçesiyle başvurucu hakkında tek seferde 727,75 TL idari para cezası uygulanmıştır. Söz konusu idari para cezası 19/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu; mülkiyetinde çok sayıda araç bulunduğunu, bu araçlardan birine ait Hızlı Geçiş Sistemi (HGS) etiketinin sehven söz konusu 35 FZ.. plakalı araca takıldığını, bu HGS etiketine ilişkin hesapta geçiş ücretlerini karşılayacak kadar paranın mevcut olması nedeniyle aracın geçişlerinin ücret ödemeden yapıldığının farkında olamadığını, olayda herhangi bir şekilde kasta dayalı eylemi bulunmadığını ileri sürerek anılan cezanın iptali için başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca, idari para cezasına konu geçişlerin 4/1/2016 ile 31/12/2016 tarihleri arasında meydana gelmiş olmasına rağmen cezanın idare tarafından 19/6/2017 tarihinde bildirilmesi nedeniyle söz konusu hatadan geç haberdar olması sonucu yüksek oranda ceza ödemek zorunda kalmasının hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, iptal başvurusuna ilişkin dilekçede "ceza konusu yapılan geçişlere ait kamera görüntülerinin idareden istenilmesi ve bu görüntüler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması durumunda maddi gerçeğin ortaya çıkacağı [nı]" iddia ederek belirtilen hususta bilirkişi incelemesi yaptırılması yönünde talepte de bulunmuştur. Başvuru, Düzce Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 5/2/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Hâkimlik olayla ilgili olarak başvurucunun iddialarını, idarede tarafından dosyaya sunulan mütalaayı ve tüm dosya kapsamını birlikte değerlendirmek suretiyle idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Hâkimlik gerekçeli kararında; başvuru konusu plakaya ait HGS hesabının 7/7/2017 tarihinde açıldığını, farklı bir plakada kullanılan HGS hesabının 17/7/2017 tarihinde dava konusu plakaya taşındığını, ceza işleminin ise aracın etiketsiz geçiş yapması ve yasal süresi içinde HGS etiketi açtırılmamasından kaynaklandığını belirtmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Karayolları Genel Müdürlüğü Bölge Müdürlüğünün 22/12/2017 havale tarihli mütalaasında özetle; plakaya ait HGS hesabı 07/07/2017 tarihinde açıldığı, ayrıca farklı bir plakada kullanılan HGS hesabı ise 17/07/2017 tarihinde söz konusu plakaya taşındığı, cezalı geçişler, araç gişelerden etiketsiz geçiş yaptığı ve 15 günlük yasal süre içerisinde HGS etiketi açtırmadığından kaynaklandığı, sistem üzerinde ilgili geçişin görüntü kaydına erişilemediği, bahse konu olan 35 FZ ... plakalı araç gişelerden geçiş ihlali yaptığı, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezasının hukuk ve mevzuata uygun olduğu belirtilmiştir.İtiraz eden Postaş Taşımacılık İnşaat Temizlik Hizmetleri Petrol Otomotiv Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi vekili Av. Enver TURUNÇ'a ait 15/01/2018 tarihli cevabi dilekçesinde özetle, iddia olunan HGS ihlali geçişlerine ait kamera görüntü kayıtlarının idarece sunulamamış olması, başlı başına HGS ihlali geçişlerinin idarece ispatlanamamış olduğunun kabulünü gerektirdiği, bütün bunların dışında 6111 sayılı Kanunun maddesindeki düzenleme gereği 04/07/2016 tarihinden önceki dönemde gerçekleşmiş olduğu iddia edilen HGS geçiş ihlallerinin karşılığı olarak tahakkuk ettirildiği görülen idari para cezasının 652,25 TL lik kısmının iptalinin gerektiği, davaya konu idari para cezasının tümden iptalini talep etmiştir.Bu kapsamda; İtiraz edenin dilekçesi, idari para cezası tutanağı ve Karayolları Genel Müdürlüğü Bölge Müdürlüğünün mütalaası ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; İtiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezası tutanağının usul ve yasaya uygun olduğu, başvurunun haklı ve somut nedenlere dayanmadığı anlaşılmakla, başvurunun reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Başvurucu; diğer nedenlerin yanı sıra maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için ilgili ceza tutanağında belirtilen tüm geçişlere ilişkin kamera kayıtlarının getirtilmesi ve bu kayıtların üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması yönündeki talebinin karşılanmadığını, kaçınılmaz hataya düştüğü iddiasına ilişkin olarak gerekçeli kararda herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığını belirterek karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Bolu Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/3/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 30/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/6/2010 tarihli ve 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Hizmetleri Hakkında Kanun'un "Geçiş ücretini ödememe ve güvenliğin ihlali" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Genel Müdürlük işletimindeki otoyollar ile erişme kontrolünün uygulandığı karayolları için belirlenen geçiş ücretlerini ödemeden geçiş yaptığı tespit edilen araç sahiplerine Genel Müdürlük tarafından, geçiş ücreti ödemeden giriş çıkış yaptığı mesafeye ait geçiş ücretinin on katı tutarında idarî para cezası verilir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14585 | Başvuru, geçiş ücreti ödemeden otoyoldan geçiş yapılması kabahatine dayalı olarak idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/2/2008 tarihinde gözaltına alınmış, hakkında Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle zimmet ve resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Afyonkarahisar Ağır Ceza Mahkemesinin 5/6/2009 tarihli kararıyla başvurucunun zimmet suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına, resmî belgede sahtecilik suçundan ise beraatine karar verilmiştir. Temyizi üzerine karar, kısmen bozulmuş; bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 23/10/2013 tarihli kararıyla başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup incelemedevam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10654 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/6568, 2014/7702, 2014/10454 ve 2015/3634 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/6568 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Halil Kepenç'in 5/8/2014 tarihinde vefat ettiği tespit edilmiştir. 2/1/2017 tarihli yazı ile mirasçılarına, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edip etmeyecekleri sorulmuş; devam edecek olmaları hâlinde buna ilişkin belgelerin Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğüne gönderilmesi gerektiği bildirilmiştir. Başvurucunun mirasçıları 16/1/2017 tarihli dilekçe ile bireysel başvuruya mirasçı sıfatı ile devam edeceklerini belirterek vekâletnameleri ile mirasçılık belgesinin onaylı suretini göndermişlerdir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Hasan Cemil Şakar, Ahmet Kepenç, Yusuf Akgül ile diğer başvurucuların murisi Halil Kepenç'in de aralarında bulunduğu davalılar aleyhine 29/1/2007 tarihinde başvurucu Yusuf Durak tarafından tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 16/5/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/3/2016 tarihli ilamı ile onanmıştır. Anılan ilam taraflara tebliğ edilmiş olup karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6568 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, sulh ceza hâkimliğinin bağımsız ve tarafsız olmaması ve yakalamanın derhâl yakınlarına bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu 14/10/2019 tarihinde ilgili yabancı devlet yetkilileri tarafından yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu 18/10/2019 tarihinde Türk yetkililere teslim edilmiş ve 19/10/2019 tarihinde Türk yetkililer tarafından İstanbul'a getirilmiştir. Başvurucu, Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklamaya yönelik verdiği 30/5/2018 tarihli yakalama kararına istinaden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında 19/10/2019 tarihinde İstanbul'da hava limanında gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi İstanbul Emniyet Müdürlüğünde alındıktan sonra başvurucu 25/10/2019 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Başsavcılık aynı tarihte başvurucunun ifadesini almış, terör örgütü kurma ve yönetme ve uluslararası casusluk yapma suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Sorgu esnasında şüphelinin kendisinin belirlediği avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle Türkçe öğretmeni olduğunu ve yurt dışındaki özel eğitim kurumlarında öğretmenlik ve idarecilik yaptığını, Bank Asyadaki hesabını 1998 yılında açtırdığını, bu hesaba 2014 yılından sonra talimatla para yatırmasının söz konusu olmadığını, ByLock programını kullanmadığını, ayrıca bu program üzerinden görüşme yaptığı belirtilen Ö.Ö., A.U.S., İ.N., K. ve Y. isimli kişileri tanımadığını, A.K.yı ilgili yabancı devlette bulunduğu sırada tanıdığını ve suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Hâkimlik 25/10/2019 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Şüphelinin üzerine atılı Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme ve Uluslararası Casusluk Yapma suçlarından tutuklanması talep edilmekle; şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı olan ... [ilgili yabancı devlet] dış yapılanmasında yer alan Zaman International School'da okul müdürü olarak, sonrasında Meksika ülkesi dış yapılanmasında terör örgütüne müzahir Colegio De Excelenci A Raindrop isimli eğitim kurumu yöneticisi olarak görev yapmış olması, terör örgütü ile müzahir TUSKON ile bağlantılı olan Meksika ülkesindeki Türkiye Meksika Endüstri ve Ticaret Odası isimli dernekte etkin şekilde faaliyet göstermesi, şüpheli tarafından kullanıldığı HTS kayıtları ile tespit olan ... numaralı hat ile örgütün kripto haberleşme programı olan Bylock programını kullandığı, bu program üzerinden örgütün tepe yöneticilerinden [K.], [Ö.Ö.], [A.U.] (Çin Sorumlusu), [İ.N.], [A.K.], [Y.] ile örgütsel yazışmaları olması, terör örgütü liderinin talimatı sonrası döneme denk gelen tarihlerde Bankasya'da bulunan hesabındaki bakiye artışı birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin üzerine atılı suçları işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçların vasıf ve mahiyeti ile kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK 100/3 maddesi ile düzenlenen katalog suçlardan olması karşısında tutukluluk sebeplerinin mevcut olduğunun varsayılması, şüphelinin kaçma ve saklanma ihtimalinin yüksek olduğu, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, bu doğrultuda tutuklamanın ölçülü olduğu kanaatine varılarak CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince, şüphelinin Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme ve Uluslararası Casusluk Yapma suçlarından tutuklanmasına ... karar verildi." Başvurucu tutuklama kararına 30/10/2019 tarihinde itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/11/2019 tarihinde başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu anılan kararın tebliğ edilmediğini ve kararı 25/11/2019 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 20/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 3/7/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütü kurma veya yönetme ve uluslararası casusluk yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve faaliyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmış sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, dosya kapsamında bulunan olgu ve delillere göre başvurucunun FETÖ/PDY yöneticisi olma ve uluslararası casusluk suçlarını işlediğini iddia etmiştir. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun; i. FETÖ/PDY'nin ilgili yabancı devlet dış yapılanmasında yer alan Zaman İnternational Schoolda okul müdürü olarak görev yaptığı, ayrıca örgütün Meksika Birleşik Devletleri (Meksika) imamı olarak görevlendirildiği,ii. Başvurucunun birden fazla ID numarası ve kullanıcı adı ile FETÖ/PDY üyelerinin kullandığı kriptolu haberleşme programı olan ByLock'u kullandığı ileri sürülerek kullanıcı adlarının "001sahinbey", "027krc", ''011011" ve şifrelerinin de "adkm-027", "adkm-027", "adkm-27" olduğu, bu bağlamda başvurucunun ByLock uygulamasını aktif bir şekilde kullandığı, toplamda 468 adet mail aldığı, 128 mail attığı, 899 mesaj gönderdiği, 335 mesaj attığı, 28 kez arandığı, 54 kez arama yaptığı, ByLock uygulaması üzerinden 10 arkadaş eklediği, ayrıca başvurucuyu ekleyen ByLock kullanıcılarının başvurucuyu ''osman bey mks'', "meksika osman by", ''osman bey mexsico'', ''osman'', "3 osman bey meksika", "001sahinbey osmankaraca" olarak kaydettikleri,iii. Hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen ve örgütün tepe yöneticilerinden olduğu belirtilen K. ile telefonla (sekiz) görüşme kaydının bulunduğu ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/7/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2020/145 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 6/10/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmada yargılamayı yapmakla görevli ve yetkili mahkemenin Gaziantep Ağır Ceza Mahkemeleri olduğundan bahisle yetkisizlik kararı vermiştir. Mahkeme yetkisizlik kararıyla birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın tevzi edildiği Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi (E.2020/236) 6/11/2020 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vermiş ve olumsuz yetki uyuşmazlığının çözümü için dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtayda derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Sabri Şirin, B. No: 2016/10825, 12/2/2020, §§ 28-47; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Abdullah Öcalan/Türkiye ( [BD], B. No: 46221/99, 12/5/2005) kararında başvurucunun uygulanabilecek iade süreci izlenmeden, kanuna aykırı olarak özgürlüğünden mahrum bırakıldığı şikâyetine ilişkin olarak esas alacağı ilkeleri aşağıdaki şekilde belirlemiştir:" Gözaltının 'kanunun öngördüğü prosedüre' uygun olup olmadığını da içine alan gözaltının 'yasal' olup olmadığı sorusu üzerinde, AİHS esasen ulusal hukuka atıfta bulunur ve ulusal hukukun maddi ve usule ait kurallarına uyma zorunluluğu koyar. Bununla beraber, AİHS ayrıca, özgürlük mahrumiyetinin maddenin amacına, özellikle bireyleri keyfilikten korumaya uymasını gerektirmektedir. Burada tehlikede bulunan yalnızca “özgürlük hakkı” değil, aynı zamanda “kişinin güvenlik hakkıdır” (bkz., diğer kararlar arasında, Bozano, yukarıda kayıtlı, s. 23, § 54; ve Wassink / Hollanda, 27 Eylül 1990 tarihli karar, A Serisi no. 185-A, s. 11, § 24). İç hukuku yorumlamak ve uygulamak en başta ulusal makamların, özellikle de mahkemelerin görevidir. Bununla beraber, 5 § 1 maddesi uyarınca, iç hukuka uymamakla AİHS ihlal edildiği için, AİHM bu kanuna uyulup uyulmadığını gözden geçirmek için belli bir yetki kullanabilir ve kullanmalıdır (bkz. Benham / İngiltere, 10 Haziran 1996 tarihli karar, Hüküm ve Karar Raporları 1996-III, s. 753, § 41; ve Bouamar / Belçika, 29 Subat 1988 tarihli karar, A Serisi no. 129, s. 21, § 49). Bir Devletin yetkililerinin bir diğer Devletin topraklarında bu Devletin onayı olmadan gerçekleştirdikleri yakalama, 5 § 1 maddesi uyarınca, ilgili kişinin bireysel güvenlik haklarını etkilemektedir (bkz., aynı etkiye iliskin Stocké / Almanya, 12 Ekim 1989, A Serisi no. 199, Komisyon görüsü, s. 24, § 167). AİHS, iade anlasmaları ya da sınırdışı etme konuları çerçevesinde, AİHS’de tanınan özel haklara müdahale etmemesi koşuluyla kaçak suçluları adaletin önüne çıkarabilmek için yapılan Devletler arası işbirliğini engellemez (bkz. Stocké, yukarıda kayıtlı Komisyon görüsü, s. 24-25, § 169). Biri AİHS’ye taraf olan, diğeri olmayan Devletler arasındaki iade anlaşmalarıyla ilgili olarak, bir iade anlaşmasının koymuş olduğu kurallar ya da, böyle bir anlaşmanın olmaması durumunda, ilgili Devletler arasındaki işbirliği de, AİHM’ye şikayet edilmesine neden olan yakalanmanın yasal olup olmadığına karar vermede gözönüne alınması gereken ilgili faktörlerdendir. Devletler arasındaki işbirliği sonucu bir kaçağın teslim edilmesi, tek başına yakalamayı kanuna aykırı kılmamakta ya da bu nedenle madde çerçevesinde bir soruna yol açmamaktadır (bkz. Freda / Đtalya, no. 8916/80, 7 Ekim 1980 tarihli Komisyon kararı, DR 21, s. 250; Klaus Altmann (Barbie) / Fransa, no.10689/83, 4 Temmuz 1984 tarihli Komisyon kararı, DR 37, s. 225; Luc Reinette/ Fransa, no. 14009/88, 2 Ekim 1989 tarihli Komisyon kararı, DR 63, s. 189). AİHS’nin tamamında var olan, toplumun genel çıkarına ilişkin talepler ile bireyin temel haklarının korunmasına ilişkin gereklilikler arasında adil bir denge kurma arayışıdır. Dünyadaki dolaşım daha kolay hale geldikçe ve suç daha geniş çaplı bir uluslararası boyut aldıkça, yurtdışına kaçan şüphelilerin adalete teslim edilmesi, giderek bütün ulusların çıkarına olmaya başlamıştır. Bunun tersine, kaçaklar için güvenli sığınaklar tesis etmek, yalnızca korunan kişiyi barındırma zorunluluğu bulunan Devlet için tehlike oluşturmakla kalmayacak, bunun yanısıra iade kurumunun temellerinin zayıflamasına da sebep olacaktır. (bkz. Soering / Đngiltere, 7 Temmuz 1989 tarihli karar, A Serisi no. 161, s. 35, § 89). AİHS, iadenin sağlanabileceği koşullara ya da iadenin sağlanmasından önce izlenecek prosedüre ilişkin hiçbir hüküm içermemektedir. İlgili Devletler arasındaki işbirliğinin sonucu olmuş ve kaçağın yakalanmasına ilişkin emrin yasal temelinin, kaçağın menşe Devletinin yetkilileri tarafından çıkarılan bir tutuklama emri olması sağlanmışsa, sıradışı bir iade bile AİHS’ye aykırı olarak değerlendirilmemektedir (bkz. Illich Ramirez Sánchez, yukarıda kayıtlı, s. 155). Yakalamanın, kaçağın sığınmacı olarak bulunduğu Devletin kanunlarına aykırılık oluşturup oluşturmadığı dikkate alınmaksızın -bu, sadece ev sahibi Devletin AİHS’ye taraf olması halinde AİHM tarafından incelenecek bir husustur - AİHM, başvuranın gönderildiği Devletin yetkililerinin ev sahibi Devletin egemenliğine aykırı şekilde ve dolayısıyla uluslararası hukuka ters düşen bir biçimde, kendi toprakları dışında hareket ettiklerine dair, birbiriyle tutarlı çıkarımlardan oluşan kanıta ihtiyaç duymaktadır (bkz., mutatis mutandis, Stocké / Almanya, 19 Mart 1991 tarihli karar, A Serisi, no. 199, s. 19, § 54). Ancak bundan sonra ev sahibi Devletin egemenliğine ve uluslararası hukuka uygun hareket edildiğini ispat külfeti, savunmacı Hükümet’e ait olacaktır. Bununla beraber, Daire’nin ileri sürmüş olduğu üzere (12 Mart 2003 tarihli karar, § 92), bu noktada başvurandan 'her türlü makul süpheden uzak' bir kanıt göstermesi istenmemektedir." AİHM yukarıda yer verilen ilkeler ışığında yaptığı incelemede ise başvuranın Nairobi Havaalanı'nın uluslararası sahasında Türk güvenlik kuvvetleri mensupları tarafından yakalandığına değinerek söz konusu olayda Türkiye'nin yetkisini kendi ülkesi sınırları dışında kullanmış olmasına rağmen başvuranın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS/Sözleşme) maddesinin kapsamı doğrultusunda, Türk yetkilileri tarafından Türkiye'ye dönmeye fiziksel olarak zorlandığının ve yakalanmasını takiben dönüşünde Türk yetkililerinin yetki ve kontrolü altında bulunduğunun kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir (bkz. Öcalan/Türkiye, § 91). AİHM yakalamanın Türk iç hukukuna uyup uymadığı ile ilgili olarak başvuranın yakalanması için Türk Ceza Mahkemeleri tarafından yedi tutuklama emrinin ve İnterpol tarafından bir arama bülteninin çıkarıldığını belirterek belgelerin her birinde, başvuranın Türk Ceza Kanunu uyarınca cezai suçlarla özellikle devletin toprak bütünlüğünü bozmak için silahlı bir örgüt kurmakla ve yaşam kaybıyla sonuçlanan bir dizi terör eylemini kışkırtmakla itham edildiğine ve yakalanmasının ardından gözaltında tutulabileceği kanuni süre sona erdiğinde bir mahkeme huzuruna çıkartıldığına, akabinde yargılandığına ve mahkûm edildiğine vurgu yaparak başvuranın yakalanmasının ve gözaltına alınmasının Türk mahkemeleri tarafından bir suç islediğine dair makul bir şüphe üzerine yetkili bir yasal makam huzuruna getirme amacıyla çıkartılmış bulunan emirlere uygun olduğunu belirtmiştir (bkz. Öcalan/Türkiye § 92). AİHM nihai olarak başvuranın Türk yetkiler tarafından yakalanması sürecinde Kenyalı yetkililerin Türk yetkililerle işbirliği yaptığına da değinerek başvuranın yakalanması ve gözaltına alınmasının AİHS'in maddesinin fıkrasının amaçları dâhilinde "hukukun öngördüğü usul" ile uyumlu olduğu, dolayısıyla anılan hükmün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır (bkz. Öcalan/Türkiye, §§ 93-99). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41752 | Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, sulh ceza hâkimliğinin bağımsız ve tarafsız olmaması ve yakalamanın derhâl yakınlarına bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, subay sözleşmesinin feshedilmesi işlemine karşı açılan davada kusuru bulunduğu ileri sürülen kuruma bilirkişi incelemesi yaptırılmasının adil yargılanma hakkının, karar düzeltme aşamasında para cezası verilmesi ve avukatlık ücretine hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkının, sözleşmesinin fesih edilmesi ve davanın reddedilmesinin çalışma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru 28/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, K.K.T./Değirmenlik 14'üncü Zh. Tug. 2'nci Tank Tb.da 17'nci Tank Bölük Komutanı olarak sözleşmeli tnk. tğm. statüsünde görev yapmakta iken her iki bacağındaki ağrılar nedeniyle 20/9/2010 tarihinde kışla revirine sevk almış, oradan Girne Asker Hastanesi Ortopedi Polikliniğine sevk edilmiştir. Rahatsızlığın stres fraktürü olabileceği değerlendirilerek başvurucuya yirmi gün spor istirahatı verilmiş, daha sonra başvurucu 23/2/2011 tarihinde Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiş, GATA'da yapılan tetkikler neticesinde başvurucunun her iki bacağında stres kırığı ve tibia proksimal kırığı olduğu tespit edilmiş, iki bacağı birden dizinin altından ayak parmaklarına kadar alçıya alınarak 16/3/2011 tarihinde başvurucuya iki ay istirahat verilmiştir. Başvurucu, istirahatının yirmi altıncı gününde 10/4/2011 tarihinde göğüs ağrısı şikâyeti ile GATA Acil Ana Bilim Dalı Başkanlığına başvurmuş; iki bacağı alçıda olduğu için hareketsizlikten kaynaklanabilecek akciğer embolisi şüphesiyle kendisine çeşitli tetkikler yapılmıştır. Yapılan tetkiklerin ardından başvurucu hastaneye çağrılmış, pulmoner embolizm geçirdiği ifade edilmiş, alçılar çıkarılarak tedaviye başlanılmış, 21/4/2011 tarihinde başvurucuya bir buçuk ay istirahat verilerek taburcu edilmiş,istirahat sonunda başvurucu 1/6/2011 tarihinde GATA Ortopedi Polikliniğine ve 2/6/2011 tarihinde de GATA Göğüs Hastalıkları Polikliniğine sevk edilmiş, GATA Ortopedi Polikliniğince başvurucunun stres kırığı rahatsızlığının oldukça giderildiği tespit edilmiş, GATA Sağlık Kurulunun 8/6/2011 tarihli ve 3624 sayılı raporuyla bir yıl spor istirahatı ile sınıfı görevine dönebilir kararı verilmiştir. Bu sırada başvurucunun göğsündeki rahatsızlığın tetkikleri yapılmış ve başvurucuya 29/6/2011 tarihinde bir buçuk ay süreli istirahat verilmiştir. 20/10/2011 tarihli ve 2011/71 karar sayılı üçlü kararname ile 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (k) bendi gereğince bir sözleşme yılı içinde almış olduğu hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan günü geçtiğinden bahisle başvurucunun sözleşmesi feshedilmiştir. Başvurucu 12/12/2011 tarihinde hakkında sınıf görevini yapar kararı verildiğini, 4678 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan durumlarda sözleşmenin feshedilebileceğinin düzenlendiğini, bu nedenle idarenin isterse sözleşmeyi feshetmeyebileceğini, önceki başarıları dikkate alındığında idarenin takdir yetkisini hukuka uygun olarak kullanmadığının görüleceğini, öte yandan her iki bacağında ortaya çıkan stres kırığı rahatsızlığınınyoğun spor faaliyetleri sonucunda KKTC'deki görevinde oluştuğunu, rahatsızlığının görevini icra ederken görevi dolayısıyla meydana gelen bir meslek hastalığı olarak değerlendirilmesi gerektiğini, stres kırığının özellikle koşma ve sıçrama hareketlerini sık olarak yapanlarda görüldüğünü,diğer yandan tedavi ve istirahat süresinin uzamasının ve dolayısıyla sözleşmesinin feshedilmesinin esas nedeninin GATA Ortopedi Polikliniğinde kendisine uygulanan eksik ve hatalı tedavi olduğunu, uygulanan eksik ve hatalı tedavi sonucunda pulmoner embolizm rahatsızlığının ortaya çıktığını ve bu rahatsızlık sonucu istirahat süresinin uzadığını ileri sürerek fesih işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi 9/4/2013 tarihli ve E.2012/165, K.2013/451 sayılı kararı ile davayı reddetmiş, duruşmalı yapılan yargılama nedeniyle başvurucu aleyhine 640 TL avukatlık ücretine hükmetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Taraflar arasındaki ihtilaf; davacının, bir sözleşme yılı içinde 90 günden fazla olacak şekilde istirahat ve hava değişimi almasına sebep teşkil eden davacıdaki mevcut rahatsızlıkların, 4678 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinin (k) bendi ve Subay ve Astsubay Yönetmeliği'nin 15'inci maddesinin dördüncü fıkrasının (j) bendinde belirtilen "görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğrayan ya da bir meslek hastalığına yakalananlar" kapsamında bir meslek hastalığı olup olmadığı noktasında odaklanmaktadır.Konu ile ilgili yukarıda belirtilen mevzuatta, bir sözleşme yılı içinde almış olduğu hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan günü geçen bir sözleşmeli subay veya astsubayın, sözleşmesinin feshedilebilmesinin; "sözleşmenin yapılmasını müteakip; barışta ve savaşta, görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğrayan ya da bir meslek hastalığına yakalananlar hariç olmak üzere" denilmek suretiyle; hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin almasına sebep teşkil eden rahatsızlığın, banşta ve savaşta, görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğramasından ya da bir meslek hastalığına yakalanmasından kaynaklanmaması öngörüldüğünden ve davacı vekilince de davacının istirahat ve hava değişimi almasına sebep teşkil eden söz konusu rahatsızlıkların, görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla meydana gelen bir meslek hastalığı olarak değerlendirilmesi gerektiği öne sürüldüğünden, Dairemizce alınan ara kararla, davacının istirahat aldığı ilk rahatsızlık olan "STRES KIRIĞI (TİBİA SHİN SPLlNT)" rahatsızlığının, bünyesel bir rahatsızlık olup olmadığı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 14'üncü maddesinde tanımlandığı şekilde çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlayan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli bir meslek hastalığı olup olmadığı, davacının yine istirahat almasına sebep teşkil eden bir diğer rahatsızlığı olan "PULMONER TROMBOEMBOLİ" rahatsızlığının; bünyesel bir rahatsızlık olup olmadığı, davacının ilk rahatsızlığı olan "Stres kırığı (TİBİA SHİN SPLİNT)" rahatsızlığı ile ilgili olarak görmüş olduğu tedaviye veya bu rahatsızlığa bağlı olarak gelişen veya gelişebilen bir rahatsızlık olup olmadığı, yine 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 14'üncü maddesinde tanımlandığı şekilde çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlayan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli bir meslek hastalığı olup olmadığı hususlarında Gülhane Askeri Tıp Akademisi Profesörler Sağlık Kurulu'ndan tıbbi görüş istenmiştirAlınan bu ara karar üzerine, GATA Profesörler Sağlık Kurulu'nun 2013 gün ve 18 sayılı ek raporuyla; davacının istirahat aldığı ilk rahatsızlık olan "Shin Splint (Koşucu Bacağı)" rahatsızlığının, bünyesel mahiyette olmayıp, çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı koşu ve eğitim faaliyetleri gibi tekrarlayan bir sebeple oluşan geçici bir rahatsızlık olduğunun değerlendirildiği, davacının istirahat almasına sebep teşkil eden bir diğer rahatsızlığı olan "Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığı ile ilgili olarak ise; bu hastalığı gösteren genetik (kalıtsal) tetkiklerin negatif olarak bulunduğu, ancak bu tetkiklerin negatif olmasının, davacıda kesinlikle bünyesel yatkınlık yoktur anlamına gelmediği, bu rahatsızlığın bünyesel ve edinsel risk faktörlerinin bir arada bulunmasıyla ortaya çıkmakta olduğu, davacının önceki rahatsızlığı olan Stres Kırığına (Tıbia Shin Split) bağlı olarak uzun süre hareketsizliğin, davacının bir diğer hastalığı olan "Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığının oluşumunda önemli bir kolaylaştırıcı faktör olarak kabul edilmekte olduğu, davacıdaki "Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığının meslek hastalığı tanımı içerisinde değerlendirilmediği bildirilmiştir.Bu kapsamda dava konusu işlem irdelendiğinde; davacının almış olduğu istirahatlerden 2011 tarihli raporla 2 ay istirahat almasına sebep teşkil eden "Shin Splint (Koşucu Bacağı)" rahatsızlığı, çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı koşu ve eğitim faaliyetleri gibi tekrarlayan bir sebeple oluşan geçici bir rahatsızlık olduğu ve dolayısıyla bir meslek hastalığı olduğu anlaşılmakla birlikte; 2011 tarihli raporla 1,5 ay, 2011 tarihli raporla 1,5 ay ve 2011 tarihli raporla da 3 ay istirahat almasına sebep teşkil eden 'Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığının bir meslek hastalığı olmadığı ve bu rahatsızlık nedeniyle davacının almış olduğu istirahat süresi bir sözleşme yılı içerisinde 90 günü geçtiği anlaşılmakla; 4676 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinin (k) bendi ve Subay ve Astsubay Yönetmeliği'nin 15'inci maddesinin dördüncü fıkrasının (j) bendi hükmü gereğince davacı hakkında tesis edilen sözleşmeli subay sözleşmesinin feshi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Her ne kadar AYİM Başsavcılığınca; yaptırılacak tıbbi bilirkişi incelemesine göre davacının tedavisinde hizmet kusuru bulunması nedeniyle (bilhassa iki ayağının alçıda olması esnasında kendisine verilen ilaç tedavisi ve önerilerdeki eksiklik nedeniyle) kendisinde ' Pulmonertromboemboli' hastalığının gelişmiş olabileceği ve buna bağlı olarak tedavisinin uzadığı kanısına varılması halinde dava konusu işlemin iptaline karar verilmesinin gerektiği yönünde düşünce bildirilmiş ve davacı vekilince de; davacının ilk rahatsızlığı olan "ShinSplint (Koşucu Bacağı)" rahatsızlığı ile ilgili olarak GATA'da yapılan tetkikler neticesinde davacının iki ayağının birden alçıya alındığı, alçıdan dolayı olan hareketsizlik esnasında davacının bir diğer rahatsızlığı olan "Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığının oluştuğu, davacıya kan sulandırıcı iğne yapılsaydı veya en azından korasprin veya bebek aspirini kullanması söylenseydi bu ikinci rahatsızlığın oluşmayacağı, davacının tedavi ve istirahat süresinin uzamasının ve dolayısıyla sözleşmesinin feshedilmesinin esas nedeninin, GATA Ortopedi Polikliniğinde kendisine uygulanan eksik ve hatalı tedavi olduğu, davacıya uygulanan eksik ve hatalı tedavi sonucunda "Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığının ortaya çıktığı ve bu rahatsızlık nedeniyle tedavi sürecinin uzadığı öne sürülmüş ise de; 4678 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinin (k) bendi ile Subay ve Astsubay Yönetmeliği'nin 15'inci maddesinin dördüncü fıkrasının (j) bendinde; "Sözleşmenin yapılmasını müteakip; barışta ve savaşta, görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğrayan ya da bir meslek hastalığına yakalananlar hariç olmak üzere, bir sözleşme yılı içinde, tedavi kurumlarında yatarak tedavi olma süreleri ile aylıklı doğum izni hariç olmak kaydıyla, alınan hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan günü geçmek" hali, bir sözleşmeli subay veya astsubayın sözleşmesinin feshi halleri arasında sayıldığından ve yukarıda açıklandığı üzere, davacının 90 günden fazla istirahat almasına sebep teşkil eden "Pulmoner Tromboembolizm (PTE)" rahatsızlığının bir meslek hastalığı olmadığının tespiti karşında; davacının ilk rahatsızlığı olan "Shin Splint (Koşucu Bacağı)" rahatsızlığı ile ilgili olarak görmüş olduğu tedavide hata veya eksiklik ve buna bağlı olarak hizmet kusuru bulunması halinde, dava konusu işlemin hukuka aykırı hale geldiğinin söylenemeyeceği, eğer davacının ikinci rahatsızlığının oluşumunda, ilk rahatsızlığı ile ilgili görmüş olduğu tedavide hata ve eksiklik etken olmuş ise bu durumun tam yargı davasına konu, edilebileceği, bu nedenle dava konusu sözleşmeli subay sözleşmesinin feshi işleminin hukuka ve mevzuata uygunluk denetimi yapılırken bu husus irdelenmemiştir.Öte yandan davacı vekilince, dava konusu işlemin yasal dayanağını teşkil eden 4676 sayılı Kanun un 13'üncü maddesinin (k) bendinin, Anayasa'nın 2, 5, 10, 46 ve 49'uncu maddelerine aykırı olduğu iddia edilerek iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması talep edilmiş ise de; Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik kararlarında eşitlik ilkesinin eylemsel değil hukuksal eşitlik olduğu, eşitlik ilkesi ile aynı durumda olan kişilere aynı hukuki kuralların uygulanmasının amaçlandığı, farklı statüde bulunanlara farklı hükümlerin uygulanabileceği kabul edilmektedir. Bu bakımdan, davacının statüsü dikkate alındığında, sadece davacının değil, davacı gibi sözleşmeli subay (ve sözleşmeli astsubay) statüsündeki tüm personelin aynı hükme tabi olduğu, 4678 sayılı Kanuna göre sözleşmeli subay ve sözleşmeli astsubay statüsünde personel istihdamında güdülen amacın, diğer statülere ilişkin kanunlara göre farklılık arz etmesinin Anayasa'nın 10'uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğinin söylenemeyeceği. Öte yandan sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubay statüsüne alınma, çıkma ve çıkarılma koşulları, statüye girişten önce kanunla düzenlendiğinden, anılan kanuni düzenlemenin; Anayasa'nın, "Sosyal Devlet" ve "Hukuk Devleti" ilkelerinin düzenlendiği 2'nci maddesine, 5'inci maddesine ve çalışma ve sözleşme hürriyetinin düzenlendiği 48'nci maddesi ile çalışma hakkı ve ödevinin düzenlendiği 49'uncu maddelerine de aykırılık oluşturmadığı değerlendirildiğinden, davacı vekilinin Anayasa'ya aykırılık iddiası ciddi görülmemiştir." AYİM, karar aşamasından önce GATA Profesörler Sağlık Kurulunun hazırladığı raporu başvurucuya tebliğ etmemiş olup, başvurucu davanın reddine ilişkin karara karşı yaptığı düzeltme talebinde diğer iddialarının yanında eksik ve hatalı tedavi uygulayan bir sağlık kurumunun kendi uyguladığı tedavi ile ilgili olarak bilirkişi raporu düzenlemesinin hukuka aykırı olduğunu da ileri sürmüştür. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 17/9/2013 tarihli ve E.2013/904, K.2013/898 sayılı kararı ile reddedilmiş, kararda başvurucunun iddiası hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır. Karar, başvurucuya 3/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4678 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:…k) (Değişik: 31/1/2013-6413/45 md.) Sözleşmenin yapılmasını müteakip;1) Barışta ve savaşta, görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğrayan ya da bir meslek hastalığına yakalananlar,2) Kanser, tüberküloz, kronik böbrek yetmezliği ile ruh ve sinir hastalıkları gibi sağlık kurulları raporlarında uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösterdiği belirtilen bir hastalığa yakalananlardan, toplam olarak ve fiilen üç yılı geçmemek şartıyla tedavi, istirahat veya hava değişimine tabi tutulanlar,3) Tedavi kurumlarında yatarak tedavi olanlar ile aylıklı veya aylıksız doğum izni alanlar,hariç olmak kaydıyla, bir sözleşme yılı içinde alınan hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan günü geçmek.” 17/11/1983 tarihli ve 2955 sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Gülhane Askeri Tıp Akademisi; Sağlık Bilimleri Enstitüsü Askeri Tıp Fakültesi, eğitim hastaneleri ve gerektiğinde kurulacak olan sağlık bilimleri ile ilgili diğer eğitim ve öğretim kurumlarından oluşur. Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve bağlı birimlerinin teşkilatı, Türk Silahlı Kuvvetleri kuruluş ve kadrolarında gösterilir.” 2955 sayılı Kanun’un maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları ile üçüncü fıkrasının (d) bendi şöyledir:“Akademi Kurulu; Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanının başkanlığında dekan, dekan yardımcıları, bölüm başkanları, ana bilim dalı başkanları, enstitü ve yüksek okul müdürleri ile Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanının yüksek bilim konseyi üyeleri arasından bir yıl süre ile görevlendireceği en fazla on öğretim üyesinden oluşur. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanının bulunmadığı hallerde dekan, Kurula başkanlık eder. Akademi Kurulu, her eğitim ve öğretim yılı başında ve sonunda olmak üzere yılda en az iki defa toplanır. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı gerekli gördüğü hallerde Akademi Kurulunu toplantıya çağırır. Akademi Kurulunun görevleri şunlardır: …d) Kuruluş ve görevleri yönetmelikte belirtilen “Profesörler Sağlık Kurulu”nun üyelerini seçmek,” 2955 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası ve üçüncü fıkrasının (d) bendi şöyledir:“Akademi Kurulunun görevleri şunlardır: …d) Kuruluş ve görevleri yönetmelikte belirtilen “Profesörler Sağlık Kurulu”nun üyelerini seçmek,” 29/9/2011 tarihli ve 28069 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Gülhane Askeri Tıp Akademisi Yönetmeliği’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi şöyledir:“Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA): Genelkurmay Başkanlığının kuruluşunda, Atatürk ilkelerine bağlı, milli şuuru ve disiplini görev bilen, bilimsel özerkliğe sahip, TSK’nın sağlık bilimleri alanında en yüksek danışma organı olan; ön lisans, lisans, lisansüstü düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve yayım yapan, TSK’ya muvazzaf askeri tabip ve gerektiğinde diğer sağlık bilimleri alanında da askeri personel yetiştiren; kendisine ve bünyesindeki GATF’ye, enstitü, yüksekokul ve benzeri kuruluşlar, eğitim hastaneleri ile diğer eğitim ve öğretim kurumları bağlanabilen ve Genelkurmay Başkanlığının gerek gördüğü sağlıkla ilgili eğitim ve öğretimi de yaptıran bir yükseköğretim kurumunu” Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Akademi Kurulu; GATA Komutanının başkanlığında, Dekan, Dekan yardımcıları, bölüm başkanları, anabilim dalı başkanları, enstitü ve yüksekokul müdürleri, sağlık astsubay meslek yüksekokulu komutanı ile GATA Komutanının Yüksek Bilim Konseyi üyeleri arasından bir yıl süreyle görevlendireceği en fazla on öğretim üyesinden oluşur.…ç) Profesörler Sağlık Kurulunun üyelerini seçmek,…” Aynı Yönetmelik'in maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları ile (3) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:“(1) Profesörler Sağlık Kurulu, GATF ve Eğitim Hastanesindeki anabilim ve bilim dallarından, Akademi Kurulu tarafından iki yıl için seçilen birer asil ve birer yedek asker öğretim üyelerinden oluşur. Asil üyelerden herhangi birisinin yokluğu halinde, yedek üye toplantıya çağrılır. En kıdemli üye kurula başkanlık yapar. GATF Dekanı ve Eğitim Hastanesi Baştabibi gerekli gördüğü hallerde toplantıya başkanlık eder.(2) Raporlar GATF Dekanı ve Eğitim Hastanesi Baştabipliğince onaylanır.(3) Kurulun görevleri şunlardır:a) 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu, 1111 sayılı Askerlik Kanunu, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu hükümleri kapsamında, TSK personelinin sağlık sorunları ve raporlarıyla ilgili anlaşmazlıkları sağlık kurulu olarak ve hakem sıfatı ile kesin karara bağlamak,” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7727 | Başvuru, subay sözleşmesinin feshedilmesi işlemine karşı açılan davada kusuru bulunduğu ileri sürülen kuruma bilirkişi incelemesi yaptırılmasının adil yargılanma hakkının, karar düzeltme aşamasında para cezası verilmesi ve avukatlık ücretine hükmedilmesinin mahkemeye erişim hakkının, sözleşmesinin fesih edilmesi ve davanın reddedilmesinin çalışma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
Başvuru, 30/7/1998 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan alacak davası ile birleşen alacak ve tazminat davalarında yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı, İlk Derece Mahkemesi kararlarının birçok kez Yargıtayca bozulduğu ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğu ileri sürülerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 13/6/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 13/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 29/4/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 30/7/1998 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan alacak davasında, davacı Kooperatif, başvurucu ile 11/2/1994 tarihinde eser sözleşmesi akdettiklerini, başvurucunun sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle sözleşmeyi tek taraflı feshettiğini, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde yaptırılan tespit sonucu alınan raporda inşaat seviyesinin %54 olduğunun ve başvurucuya fazla ödeme yapıldığının ortaya konulduğunu belirterek, fazla ödemenin reeskont faizi ile birlikte başvurucudan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin E.1998/493 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu ise 3/8/1998 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı alacak davasında, davalı Kooperatif ile 11/2/1994 tarihinde eser sözleşmesi akdettiklerini, sözleşme gereği yükümlüklerini titizlikle gerçekleştirmesine rağmen, davalının haksız olarak sözleşmeyi tek taraflı feshettiğini belirterek, davaların birleştirilmesini ve sözleşmeden doğan alacaklarının faizi ile birlikte tahsilini istemiş, dava dosyası Mahkemenin E.1998/506 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi, davaların, E.1998/493 sayılı dosyada birleştirilmesine karar vermiş, 9/3/2000 tarihli ve E.1998/493, K.2000/80 sayılı kararı ile Kooperatif tarafından açılan davanın reddine, başvurucu tarafından açılan davanın ise fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak ve taleple bağlı kalınarak, talep edilen miktar doğrultusunda kabulüne hükmetmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi kararının temyizi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 13/11/2000 tarihli ve E.2000/2622, K.2000/4973 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını, yargılama sırasında bilirkişilerce yapılan tespitlerin taraflar açısından aşırı çelişkili sonuçlar ortaya koyduğunu, kararda, Kooperatifin bir kısım itirazlarına cevap verilmediğini, Yargıtay denetimine uygun ve Kooperatifin itirazlarını kapsayan yeni bir bilirkişi raporu alınarak karar verilmesi gerektiğini belirterek bozmuş, karar düzeltme istemini de 12/2/2001 tarihli ve E.2001/230, K.2001/830 sayılı ilamla reddetmiştir. Başvurucu, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde yeni bir dava açarak, aynı sözleşmeden doğan, önceki davaya konu edilmeyen bakiye alacaklarının tahsilini talep etmiş ve bu dava da Mahkemenin E.2002/471 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyarak, 19/4/2002 tarihli ve E.2001/204, K.2002/130 sayılı kararı ile bozma ilamında belirtilen hususlar doğrultusunda yaptığı ek araştırmalar sonucu Kooperatif tarafından açılan davanın reddine, başvurucu tarafından açılan davanın kabulüne hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/11/2002 tarihli ve E.2002/3643, K.2002/5301 sayılı ilamı ile önceki bozma ilamına uygun işlem yapılması, ek bilirkişi raporu alınması gerekçesiyle bozulmuştur. Başvurucu ayrıca, 4/8/1998 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde, aynı Kooperatif aleyhine açtığı tazminat davasında, Kooperatif ile akdettiği 11/2/1994 tarihli eser sözleşmesine istinaden 1998 yılı Mayıs ayına kadar yükümlülüklerini yerine getirmeye devam ettiğini, bu süreçte ödeme beklemeden masrafları karşılayarak işleri devam ettirdiğini, bu nedenle Kooperatiften büyük miktarda alacağının biriktiğini, buna rağmen sözleşmenin Kooperatifçe tek taraflı haksız feshedildiğini belirterek, oluşan zararlardan dolayı tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi, 25/12/2001 tarihli kararı ile başvurucu tarafından açılan davanın kısmen kabulüne hükmederek, başvurucu lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 15/10/2002 tarihli ilamı ile mevcut dosyanın, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinin, E.2001/204, K.2002/130 sayılı dosyası ile birlikte gönderilmesi için geri çevrilmesine karar vermiştir. Eksikliğin giderilmesinin ardından dosyalar birlikte Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş, temyiz incelemesi sonucu Daire, 21/1/2003 tarihli ve E.2002/6514, K.2003/300 sayılı ilamı ile Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde ve Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan davaların birleştirilmesine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girerek inceleme yapılmasını doğru bulmayarak, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinin 25/12/2001 tarihli kararının bozulmasına hükmetmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararı üzerine 17/7/2003 tarihinde, tazminat davasının Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen alacak davası ile birleştirilmesine hükmetmiştir. Yargılama birleşen dosyalar üzerinden devam etmiş, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi, 2/12/2004 tarihli ve E.2003/172, K.2004/949 sayılı kararı ile toplanan delillerin, yapılan araştırmaların değerlendirilmesi neticesinde Kooperatif tarafından açılan alacak davasının reddine, başvurucu tarafından açılan ve birleştirilerek görülmeye devam edilen E.1998/506 sayılı alacak davasının kabulüne, yine başvurucu tarafından açılan ve E.2002/471 sayılı dosyasına kaydedilerek birleştirilen alacak davası ile Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve birleştirilen tazminat davasının kabulüne hükmetmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 11/7/2005 tarihli ve E.2005/1504, K.2005/4146 sayılı ilamı ile kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının mutlak bozma nedeni olduğu, Mahkemece E.1998/506 ve E.2002/471 sayılı davalarda kısa kararda hüküm kurulmadığı, Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve birleştirilerek görülen davada da kısa kararda faize hükmedilmediği, gerekçeli kararda ise tüm davalar hakkında karar verildiği, alınan bilirkişi raporlarında yine Kooperatifin bir takım itirazlarına cevap verilmediği, yeni bir bilirkişi raporu alınması gerektiği, ayrıca cezai şarta ilişkin hesaplamanın da tekrar yapılması gerektiği belirtilerek bozulmuş, karar düzeltme istemi de 20/2/2006 tarihli ve E.2005/7779, K.2006/875 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi bozma ilamı üzerine dosyayı tekrar incelemiş, 29/11/2007 tarihli ve E.2006/181, K.2007/453 sayılı kararı ile yaptırdığı araştırmalar, alınan yeni bilirkişi raporları doğrultusunda, Kooperatif tarafından açılan davanın reddine, başvurucu tarafından açılan davaların kısmen kabulüne hükmetmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 15/5/2008 tarihli ve E.2008/133, K.2008/231 sayılı ilamı ile eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle kararın bozulmasına hükmetmiştir. Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi bozma ilamı üzerine yaptığı yeniden inceleme sonucu, 26/10/2009 tarihli E.2009/117, K.2009/465 sayılı kararı ile kooperatif tarafından açılan davanın reddine, başvurucu tarafından açılan ve birleştirilerek görülen E.1998/506 sayılı alacak davasının kısmen kabulüne, E.2002/471 sayılı alacak davasının reddine ve yine Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılarak birleştirilen tazminat davasının kısmen kabulüne hükmetmiştir. Kararın temyiz edilmesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesi, 10/6/2010 tarihli ve E.2010/434, K.2010/3343 sayılı ilamı ile “… 1- Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme yapılarak hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bozmanın şümulü dışında kalarak kesinleşen cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin tüm, davacı-birleşen dosya davalısı kooperatifin aşağıdaki bendin dışında kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir….” gerekçesine dayanarak başvurucunun esasa ilişkin temyiz itirazlarını reddetmiştir. Ancak Yargıtay Hukuk Dairesi aynı ilamında, yargılama masraflarına ilişkin hatalı hüküm kurulduğunu belirterek, bu yönden bozmaya hükmetmiştir. Daire karar düzeltme istemini de 17/3/2011 tarihli ve E.2010/5218, K.2011/1631 sayılı ilam ile reddetmiştir. Bozma ilamı sonrası Malatya Asliye Hukuk Mahkemesi, 9/5/2011 tarihli E.2011/314, K.2011/485 sayılı kararı ile “…birleşen Mahkememizin 1998/506 E. Sayılı dosyasından dolayı davacı yüklenicinin davalı Kooperatiften 638,95 TL alacaklı olması nedeniyle bu davasının kısmen kabul kısmen reddine, bu davaya ek olarak açılan ve dava dosyası ile birleşen Mahkememizin 2002/471 E. Sayılı dosyasında da davacı yüklenicinin başkaca bir alacağının bulunmadığı anlaşıldığından birleşen bu dosya yönünden de açılan davanın reddine karar verilmiş, verilen bu karar taraflarca temyiz olunmakla Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/06/2010 tarih ve 2010/434-3343 E.K. sayılı bozma ilamı ile mahkememiz kararı birleşen 1998/506 E. Sayılı dosyası yönünden vekalet ücreti ve yargılama giderleri konusunda kabul ve ret oranları ölçüsünde vekalet ücreti ve yargılama giderine hükmedilmesi gerektiği nedeniyle bozulmuş, mahkememizce usul ve yasaya uygun olan bozma ilamına uyulmuş, yapılan yargılama, hükmüne uyulan bozma ilamı ve tüm dosya kapsamı ile mahkememizin 1998/506 E. Sayılı dosyasındaki kabul ve ret oranları da dikkate alınarak bu dosya yönünden de ücreti vekalet ve yargılama giderleri konusunda yeniden aşağıdaki gibi hüküm kurmak gerekmiştir …” gerekçesiyle yalnızca yargılama masrafları hususunda yeniden hüküm kurmuştur. Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 29/2/2012 tarihli ve E.2011/4707, K.2012/1206 sayılı ilamı ile "… Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozmanın şümulü dışında kalarak kesinleşmiş olan cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün bulunmamasına ve özellikle hüküm fıkrasında asıl dava dosya numarasının 2011/314 Esas yerine, 2003/172 esas yazılmış olmasının maddi hataya dayalı olup mahkemece düzeltilebileceğine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA" ifadesiyle onanmıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzelme istemi de Kanun'da sayılan karar düzeltme nedenlerinden hiç birine uygun bulunmayarak, 18/3/2013 tarihli ve E.2012/4113, K.2013/1799 tarihli ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 16/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun ve devamı maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4222 | Başvuru, 30/7/1998 tarihinde Malatya Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan alacak davası ile birleşen alacak ve tazminat davalarında yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı, İlk Derece Mahkemesi kararlarının birçok kez Yargıtayca bozulduğu ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğu ileri sürülerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacaklarına ilişkin olarak açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm tarafından, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Devlet Tiyatrosunda sözleşmeli sahne ışıkçısı ve teknisyen olarak çalışan başvurucunun 4/10/2011 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu; feshin haksız olduğunu belirterek kıdem, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, dinî ve millî bayram tazminatından oluşan maddi zararlarının tazmini istemiyle Bursa Noterliğince düzenlenen 3/1/2012 tarihli ihtarnameyi çalıştığı kuruma göndermiştir. İhtarname 9/1/2012 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne tebliğ edilmiştir. Başvurucu; sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğinden bahisle kıdem, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, dinî ve millî bayram tazminatlarından oluşan alacakları için Bursa İş Mahkemesinde 15/8/2012 tarihinde dava açmıştır. Bursa İş Mahkemesi 16/12/2013 tarihli kararla davanın kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesinde, devlet tiyatrolarındaki müdür değişikliğinden sonra başvurucu ve bir kısım personel ile çalışılmak istenmediği beyan edilmiş olsa da sözleşmenin feshinin haklılığının ispatlanamadığı kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu hizmet cetveli, işyeri kayıtları ve ücret bordroları dikkate alındığında başvurucunun devlet tiyatrosunda 6/9/2005-14/9/2011 tarihleri arasında 198 gün çalışmış olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Başvurucuya 521 TL kıdem ve 881 TL ihbar tazminatı ödenmesine, toplanan deliller ve dinlenen tanıkların beyanlarından başvurucunun çalıştığı dönemde fazla mesai yaptığı, genel tatil günlerinde çalıştığı kanaatine varılarak bu alacak talepleri yönünden de bilirkişi raporunda yapılan hesaplamanın dosya kapsamına uygun olduğu sonucuna ulaşılmak suretiyle 150 TL fazla mesai ücreti alacağı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacakları yönünden 537,50 TL alacağı bulunduğuna karar verilmiştir. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün temyiz talebi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 9/7/2014 tarihli kararla iş mahkemesi kararını bozmuştur. Karar gerekçesinde; başvurucunun sözleşmesinin idari nitelikte olduğu, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu belirtilmiştir. Bursa İş Mahkemesi 11/3/2015 tarihli kararla bozmaya uymuş ve davanın görev yönünden reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/12/2015 tarihli kararla iş mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucu 20/6/2016 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, iş sözleşmesinden doğan alacakları için maddi tazminat yönünden iş mahkemesi kararında belirtilen tazminat alacaklarının olduğunu ancak ilk aşamada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL maddi tazminat talebinde bulunduğunu ifade etmiştir. İdare Mahkemesi 22/2/2017 tarihli kararla davanın süre aşımı nedeniyle reddine -tazminat talebini 000 TL kabul ederek- miktar yönüyle kesin olmak üzere karar vermiştir. Karar gerekçesinde; iş akdinin feshine ilişkin işlemin başvurucuya tebliğ edilmemesi üzerine başvurucunun Bursa Noterliğinin 3/1/2012 tarihli ihtarnamesiyle idareye başvurduğu, ihtarnamenin idareye 9/1/2012 tarihinde tebliğ edildiği, dolayısıyla başvurucunun fesih işlemini en geç 3/1/2012 tarihinde öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda idarenin cevap vermemesi üzerine 3/1/2012 tarihinden itibaren 60+60 gün içinde, en geç 3/5/2012 tarihine kadar dava açılması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak başvurucunun oluştuğunu iddia ettiği zararları için Bursa İş Mahkemesinde 15/8/2012 tarihinde dava açtığı ve dolayısıyla dava açma süresini geçirdiği ifade edilmiştir. Başvurucu, istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde; ıslah müessesesiyle talep ettiği tazminat miktarını nihai karar verilinceye kadar artırma hakkı olduğunu, bu nedenle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak dava açtığını, istinaf yolu kapalı olmak üzere kesin olarak karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davanın süre aşımından reddi yönünden ise çalıştığı kurumun iş akdini 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'na göre sona erdirdiğini, işleme karşı başvurulacak kanun yolu ve dava açma sürelerini göstermediğini, 4857 sayılı Kanun'a göre iş akdi sonlandırıldığı için dava açma sürelerinde de bu Kanun hükümlerinin dikkate alınması gerektiğini iddia etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi 4/10/2017 tarihinde istinaf talebinin incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi gereğince 000 TL'yi geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare-vergi mahkemelerince verilen kararların kesin nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti ile dinî ve millî bayram tazminatından oluşan (fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla) 000 TL maddi tazminata uygulanacak olan en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte tazminata karar verilmesi talepli dava açtığı, 000 TL maddi tazminat isteminden kaynaklanan uyuşmazlığın konusunun bahsi geçen parasal sınırın yeniden değerleme oranıyla artırılmış miktarını geçmemesi nedeniyle idare mahkemesi kararının miktar yönüyle kesin nitelikte olduğu ifade edilmiştir. Kesinleşmiş karar üzerine de istinaf incelemesi yapılamayacağı sonucuna varılmıştır. Karar, başvurucuya 23/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur. ...Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır." 4857 sayılı Kanun'a 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'yla ek madde getirilmiştir. 4857 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:"İş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla hangi kanuna tabi olursa olsun, yıllık izin ücreti ve aşağıda belirtilen tazminatların zamanaşımı süresi beş yıldır.a) Kıdem tazminatı.b) İş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat.c) Kötüniyet tazminatı.d) İş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat." 4857 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"Ek 3 üncü madde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra sona eren iş sözleşmelerinden kaynaklanan yıllık izin ücreti ve tazminatlar hakkında uygulanır.Ek 3 üncü maddede belirtilen yıllık izin ücreti ve tazminatlar için bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan zamanaşımı süreleri, değişiklikten önceki hükümlere tabi olmaya devam eder. Ancak, zamanaşımı süresinin henüz dolmamış kısmı, ek 3 üncü maddede öngörülen süreden uzun ise, ek 3 üncü maddede öngörülen sürenin geçmesiyle zamanaşımı süresi dolmuş olur." 4857 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona ermesi halinde işçinin hak kazanıp da kullanmadığı yıllık izin sürelerine ait ücreti, sözleşmenin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Bu ücrete ilişkin zamanaşımı iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren başlar.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:''Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.'' 2577 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. " 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:" İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler. " 2577 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:" İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır. " 2557 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:''Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/4 md.) Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.'' 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu öngörülmüş olsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin olup, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz. İstinaf, temyizin şekil ve usullerine tabidir... Bölge idare mahkemesi, yaptığı inceleme sonunda ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa istinaf başvurusunun reddine karar verir. Karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise gerekli düzeltmeyi yaparak aynı kararı verir. Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir. ..." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" ... Temyizin ... kesin bir karar hakkında olması halinde de kararı veren merci, temyiz isteminin reddine karar verir. İlgili merciin bu kararları ile bu maddenin 2 nci fıkrasında belirtilen temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına ilişkin kararlarına karşı, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." B. Yargı Kararları Danıştay Onbirinci Dairesinin 20/11/2012 tarihli ve E.2011/4303, K.2012/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İdare Mahkemesince; davacının, iş sonu tazminatının ödenmesi istemiyle sözleşmesinin feshedildiği 2009 tarihinden itibaren 60 gün içinde idareye başvurması veya dava açması gerekirken bu sürenin geçirilmesinden çok sonra 2011 tarihinde yapılan başvurunun dava açma süresini ihya etmeyeceği açık olduğundan, dava açma süresi geçtikten sonra 2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden, sağlık ocağında 4924 sayılı Yasa uyarınca sözleşmeli hemşire olarak görev yapmakta iken, 2009 yılı (KPSS) sınavı sonucunda kadrolu sağlık meslek lisesi öğretmenliğini kazanması ve ... atanması nedeniyle, 2009 tarihli istifa dilekçesi uyarınca 2009 tarihli işlemle sözleşmesi feshedilen davacının, 2011 tarihinde iş sonu tazminatının ödenmesi istemiyle davalı idareye yaptığı başvurunun 2011 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine, 2011 gününde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile görülmekte olan davayı açtığı anlaşılmaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde, 'İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.' hükmü yer almaktadır.Öte yandan, gerek İş Kanunu'nda gerekse Borçlar Kanunu'nda kıdem tazminatı, iş sonu tazminatı gibi alacaklar için özel bir zaman aşımı süresi öngörülmemiş olup, uygulama ve öğretide iş sonu tazminatına ilişkin davalarda bu alacakları talep ve dava edebilmek için Borçlar Kanunu'nun maddesi uyarınca 10 yıllık zaman aşımı süresinin esas alınması genel kabul görmektedir. Bu durumda, iş akdi 17/09/2009 tarihinde feshedilen davacının, bu tarihten başlamak üzere on yıllık genel zaman aşımı süresi içinde davalı İdareye başvurarak iş sonu tazminatının ödenmesini isteyebileceği açık olup, İdare Mahkemesince, iş hukukunda, uygulama ve öğretide genel kabul gören iş sonu tazminatına ilişkin zaman aşımı süresi dikkate alınarak davanın esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Danıştay Onbirinci Dairesinin 24/1/2013 tarihli ve E.2012/2702, K.2013/496 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İdare Mahkemesince; davacının sözleşmesinin feshedildiği 2008 tarihinden itibaren herhangi bir ödemede bulunulmaması üzerine davacı açısından 60 gün sonra bir zımni ret işleminin doğduğu kabul edilse bile bu tarihten sonraki 60 gün içinde dava açması gerekirken bu sürenin geçirilmesinden çok sonra 2011 tarihinde yapılan başvurunun dava açma süresini ihya etmeyeceği, bu nedenle dava açma süresi geçtikten sonra açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden, sağlık ocağında 4924 sayılı Yasa kapsamında sözleşmeli ebe olarak görev yapmakta iken, istifa etmek istediğini bildiren dilekçesi uyarınca 2008 tarihli işlem ile sözleşmesi feshedilen davacının, 2011 tarihinde iş sonu tazminatının ödenmesi için davalı idareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine, 2011 tarihinde Mahkeme kayıtlarına giren dilekçe ile görülmekte olan davayı açtığı anlaşılmaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin 1 ve fıkralarında 'İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.' hükmü yer almaktadır.Öte yandan, gerek İş Kanunu'nda gerekse Borçlar Kanunu'nda kıdem tazminatı, iş sonu tazminatı gibi alacaklar için özel bir zaman aşımı süresi öngörülmemiş olup, uygulama ve öğretide iş sonu tazminatına ilişkin davalarda bu alacakları talep ve dava edebilmek için Borçlar Kanunu'nun uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan haliyle maddesi uyarınca 10 yıllık zaman aşımı süresinin esas alınması genel kabul görmektedir. Bu durumda, iş akdi 2008 tarihinde feshedilen davacının, bu tarihten başlamak üzere on yıllık genel zaman aşımı süresi içinde davalı İdareye başvurarak iş sonu tazminatının ödenmesini isteyebileceği açık olup, İdare Mahkemesince uygulama ve öğretide genel kabul gören iş sonu tazminatına ilişkin zaman aşımı süresi dikkate alınarak davanın esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır. " Danıştay Onikinci Dairesinin 15/4/2015 tarihli ve E.2013/1592, K.2015/2408 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Başkanlığında 4/C statüsünde görev yapmakta iken 13/01/2007 tarihinde iş akdi feshedilerek emekliye sevk olunan davacı tarafından kıdem tazminatı ve izin ücretlerinin ödenmemesi yönünde tesis olunan işlemin iptali ve 965,12 TL kıdem tazminatının en yüksek banka faizi üzerinden, 545,45 TL izin ücretinin ise yasal faizi dikkate alınmak suretiyle tazminine karar verilmesi istemiyle açılan davada, davalı idarece davacının uyuşmazlık konusu ettiği tazminatların ödenmeyeceği yönünde açıkça ya da cevap verilmeyerek tesis olunmuş bir idari işlem bulunmadığı, emekli olduğu tarihten sonra bu ödemelerin yapılması için kanuni dava açma süresi içinde idareye başvurmadığı gibi görevli olmayan adli yargıda açılan davanın 60 günlük dava açma süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle davanın kısmen incelenmeksizin reddi, kısmen süre aşımı nedeniyle reddi...Bakılan olayda, davacının kıdem tazminatının ödenmesi istemiyle yapmış olduğu bir başvuru bulunmadığı anlaşılmakla birlikte, 10 yıllık genel zamanaşımı süresi içinde kıdem tazminatının ödenmesi istemiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesi kapsamında başvuruda bulunulabileceği açıktır." Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), Sözleşme'nin maddesinde mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37390 | Başvuru, işçilik alacaklarına ilişkin olarak açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm tarafından ilk olarak 19/2/2015 tarihinde tedbir talebinin reddine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/6/2015 tarihinde, dosyaya sonradan eklenen bilgi ve belgeler dikkate alınarak tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1989 doğumlu olup İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu, ülkesinde görülmekte olan bir davada yaptığı tanıklık nedeniyle yaşamının tehdit altında olduğunu ileri sürerek kardeşiyle birlikte 17/8/2013 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu, aynı gerekçeyle 12/11/2013 tarihinde Ankara Valiliğine başvurarak uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Adıyaman Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğünün (Adıyaman Göç İdaresi) 17/7/2014 tarihli kararıyla başvurucunun uluslararası koruma talebi sonuçlanıncaya kadar bulunması gereken adresi terk ettiği gerekçesiyle sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan sınır dışı kararının iptali için açılan dava , Şanlıurfa İdare Mahkemesinin 19/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 31/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup 29/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesi tarafından 19/2/2015 tarihinde başvurucunun sınır dışı işleminin durdurulmasına ilişkin tedbir talebi reddedilmiştir (A.G.J. [TK], B. No: 2015/1832, 19/2/2015). Anayasa Mahkemesi tarafından sonradan ortaya çıkan gelişmeler ve Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından 20/4/2015 tarihinde başvurucuya mülteci statüsü verilmesi birlikte değerlendirilerek 10/6/2015 tarihinde sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir (A.G.J. [TK], B. No: 2015/1832, 10/6/2015). BMMYK tarafından başvurucunun güvenli üçüncü ülke olarak değerlendirilen Amerika Birleşik Devletlerine (ABD) yerleştirilmesine karar verilmiştir. Bu gelişme sonrasında başvurucu 23/11/2016 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat etmiştir. Başvurucu; anılan dilekçesinde Türkiye'den ayrılmak üzere Adıyaman Göç İdaresine başvuru yaptığını, ABD'ye gidiş uçak biletinin alındığını, çıkış işlemlerinin tamamlanabilmesi ve ülkeden ayrılabilmesi amacıyla başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1834 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshi üzerine açılan davada hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, makul sürede yargılanma hakkının, çalışma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1978 doğumlu olan başvurucu, 2/12/2009 tarihinden itibaren Karacadağ Kalkınma Ajansı (Kurum) bünyesinde çalışmaya başlamış, 3/8/2016 tarihinde uzman olarak görev yapmakta iken başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Kurumun 2/8/2016 tarihli Yönetim Kurulu kararında, darbe teşebbüsü sonrası ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı OHAL Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği personele yönelik güvenlik soruşturması başlatıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım personelin terör örgütleri ile Millî Güvenlik Kurulunca millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, iltisakı yahut irtibatı bulunduğu gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum aleyhine 19/8/2016 tarihinde dava açmıştır. Diyarbakır İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, somut bir sebep ileri sürülmeksizin iş akdinin sonlandırıldığını, çalıştığı süre boyunca disiplin cezası dahi almadığını, feshin usule aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davalı Kurum; cevap dilekçesinde söz konusu KHK'da sübut derecesinde bir bağın aranmadığını, iltisak yahut irtibatın yeterli olduğunu, başvurucu hakkında da bu kapsamda değerlendirme yapıldığını belirtmiştir. Bu kararın cezai sorumluluktan bağımsız olarak sadece kamu görevinin devamının uygun olup olmadığı yönünde bir kanaati ifade ettiğini ileri süren Kurum 667 sayılı KHK'nın verdiği yetkiye istinaden başvurucunun iş akdinin feshedildiğini belirtmiştir. Mahkeme 17/1/2017 tarihli kararı ile Yönetim Kurulu kararına atıf yaparak iş akdinin 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini belirtmiş ve davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, hiçbir somut delil ve gerekçe sunulmadan iş akdinin feshedildiğini belirterek istinaf talebinde bulunmuş; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 10/7/2017 tarihli kararı ile feshin haklı neden boyutu ileride açılması muhtemel alacak davalarında tartışılmak üzere, en azından geçerli nedenle feshedildiği gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucu, davanın reddi kararına karşı temyiz talebinde bulunmuş; Yargıtay Hukuk Dairesi 16/10/2017 tarihli kararı ile feshe dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı hususunun araştırılmadığı, Emniyet Genel Müdürlüğü (Emniyet), Jandarma Genel Komutanlığı (Jandarma), Bilgi Teknolojileri Kurumu ve Bank Asya'an varsa başvurucu ile ilgili bilgi ve belgelerin sorulmadığı gerekçesiyle eksik inceleme yapıldığını belirterek bozmaya hükmetmiştir. Bozma ilamı doğrultusunda dosyanın kendisine geldiği Mahkeme 11/9/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Davacı hakkında banka ve emniyet müdürlüğünden gelen yazılar dikkate alındığında Asya katılım bankasında aktif hesabının bulunması ve hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dava açılmış olması gözönünde bulundurularak; her ne kadar Ağır Ceza Mahkemesince beraat kararı verilmiş ise de ceza mahkemesindeki beraat kararının işe iade davası bakımından mahkememizi bağlamayacağı değerlendirilerek (zira şüphe ceza hukukunda sanık lehine değerlendirilebilecek iken işe iade davasında ayrı bir fesih gerekçesi olarak değerlendirilebilmektedir) ve ayrıca beraat kararının kesinleşmesi halinde dahi bu ileride açılması muhtemel alacak davasında haklı fesih olup olmadığı noktasında önem teşkil edecek ve davanın uzun süre sürüncemede beklemesine neden olacağından ve de dosya muhteviyatı dikkate alındığında bu hususlarda yeterli delil toplandığı anlaşıldığından yargılama aşamasında bekletici mesele yapılmasına gerek görülmemiştir. Bu nedenle beraat kararının kesinleşmesinin beklenmesine gerek olmadığı ve mahkememizce yapılan hukuki değerlendirmede davacının iş akdinin sonlandırılmasının haklı olup olmadığı ileride açılması muhtemel alacak davasında tartışılmak üzere fesih tarihi itibariyle en azından geçerli sebep oluşturduğu kanaati oluşmuştur.... Bu bakımdan yukarıda açıklandığı üzere davacı hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan Diyarbakır Ağır ceza mahkemesi 05/06/2018 tarih ve 2018/108 esas sayılı dosyası ve Bank Asya (Asya katılım bankası) kayıtları ile dosya sunulan bilgi ve belgeler dikkate alındığında ileride açılması muhtemel alacak davasında feshin haklılığı tartışılmak üzere fesih tarihi itibariyle en azından geçerli sebep oluşturduğu kanaatine varılmıştır." Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş ve beraat ettiği bir ceza yargılamasının iş akdinin feshine sebep olmasının hukuki olmadığını ileri sürmüş; Bölge Adliye Mahkemesi ise 28/3/2019 tarihli karar ile istinaf talebinin reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Öte yandan davacının aktif Asya Katılım Bank müşterisi olduğu ve kredi kartı sahibi olduğu, Milli Güvenlik Kurulu tarafından FETÖ'nün ilk defa legal görünümlü illegal yapı olarak kabul edildiği 30/10/2014 sonrası davacının aktif olarak hesabını kullandığı, söz konusu para miktarlarının çok yüksek olmamasına rağmen davacının 2016 yılı Haziran ayına kadar hesabının aktif olduğu, para giriş ve çıkışları bulunduğu TMSF tarafından gönderilen CD içeriğinden görüldüğünden ve davacı hakkında terör örgütü üyeliğinden kamu davası açıldığından davacının iş sözleşmesinin en azından şüphe feshi kapsamında feshedildiği anlaşılmaktadır.Görüldüğü gibi feshin haklı neden boyutu ileride açılması muhtemel alacak davalarında tartışılmak üzere fesih en azından geçerli olduğundan davanın reddine karar verilmesi isabetlidir." Başvurucu, istinaf kararına karşı temyiz talebinde bulunmuş; Yargıtay Hukuk Dairesi 27/6/2019 tarihli ilamı ile kararı usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek onamıştır. Nihai karar26/7/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) kapsamında Emniyet tarafından başvurucu hakkında 3/5/2017 tarihli fezleke düzenlenmiş; hakkında Bank Asyada aktif hesabının ve örgüt ile iltisaklı şirketlerde SGK kaydının olduğu, aleyhine tanık ifadesi bulunduğu gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 7/2/2018 tarihinde iddianame düzenlemiş, bu kapsamda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. İddianamede;- Başvurucunun Asya Katılım Bankası A.Ş.de hesabı olduğu, buna dair yapılan incelemede hesabın 2001 yılında açıldığı, 2014 Mayıs ile 2015 Aralık ayları arasında 800 TL ile 000 TL arasında değişen para hareketliliği olduğu- Başvurucunun FETÖ/PDY'ye müzahir olduğu gerekçesiyle kapatılan Sürat Bilişim Teknolojileri A.Ş isimli şirkette 2007 yılında, Venero Bilişim San. ve Tic. Ltd. Şti. isimli şirkette 2008-2009 yılları arasında SGK kaydının olduğu- Başvurucunun kızının 2011 yılından itibaren 4 yıl boyunca örgüte müzahir olduğu gerekçesiyle kapatılan Özel Nil Kolejinde eğitim gördüğü-H.A. isimli şahsın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/5/2017 günü alınan ifadesinde "Bu sohbetler her hafta sohbete katılan kişilerden birisinin evinde dönüşümlü olarak düzenleniyordu. Sohbet vermek için dışarıdan adını Fahri olarak bildiğim ve Milli Eğitimde Rehber Öğretmen olduğunu söyleyen bir şahıs gelerek sohbeti veriyordu. Bu sohbetlere kalkınma ajansında çalışan Selçuk Mengüverdi, [A.Ö.Ö.], [A.T.], [E.G.] ve [A.E.] ile birlikte sürekli olarak toplantılara katılıyorduk..." şeklinde beyanda bulunduğu tespit edilmiştir. Başvurucu, hakkındaki iddialara ilişkin olarak alınan ifadesinde 2009 yılından 2016 Ağustos ayına kadar Diyarbakır'da Kalkınma Ajansında mühendis uzman olarak çalıştığını, FETÖ/PDY ile herhangi bir irtibatının olmadığını belirtmiştir. Kızına ilişkin tespit yönünden örgüt ile iltisaklı okulda okumasının nedenini ikametine en yakın okulun burası olmasını ve okul saatlerinin mesaisine uymasını gerekçe gösteren başvurucu; SGK kaydına ilişkin olarak ise birinci şirket olan Sürat Bilişim Teknolojileri A.Ş.de 2007 yılı Kasım ayında başlamak üzere 25 ay boyunca bir yazılım geliştirme projesinde danışman olarak çalıştığını, sahiplerini tanımadığını, ikinci şirket olan Veneroda ise esasen çalışmadığını, resmî olarak isminin bu şirkette SGK kaydı yatırılmak üzere gösterildiğini, bu durumun bilgisi ve isteği dışında ilk şirketin uygulaması kapsamında gerçekleştiğini ifade etmiştir. Bank Asya tespitine ilişkin olarak Bankanın kart olan DİT'i KGS özelliğinden dolayı aldığını, bu kartın ekstresini ödemek amacıyla da hesaba para yatırdığını ifade etmiştir. Hesapta artış olarak görülen 800 TL'lik miktarla bir ilgisinin olmadığını ifade eden başvurucu; iddia edilen miktarın hesaplar arası gerçekleştiğini, eşinden kendisine gelen para olduğunu, bunun dışında hesap akışı incelendiğinde kimsenin talimatına istinaden belirtilen Bankada para arttırmadığını, Bankanın internet sitesi üzerinden tüm ödemelerini gerçekleştirdiği için hesabını aktif olarak bir dönem kullandığını belirtmiştir. Son olarak H.A. isimli kişinin beyanına istinaden yaptığı savunmada ise başvurucu; beyanı kesinlikle kabul etmediğini, beyanda geçen şahıslarla iş dışında görüşmediğini, herhangi bir sohbete katılmadığını, zaten yoğun olarak çalıştığını, toplantılar düzenlemeye ya da toplantılara katılmaya vakti olmadığını, adı geçen şahsın neden böyle bir ifade verdiğini anlamadığını, ifadede adı yer alan bu şahısların herhangi bir sohbet düzenleyip düzenlemedikleri hakkında bilgisi olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, yargılama sürecinde Emniyet ve Başsavcılık nezdinde yapmış olduğu savunmayı tekrarlamış ve FETÖ/PDY ile bağının olmadığını beyan etmiştir. Öte yandan tanık H.A. ise talimat yoluyla alınan ifadesinde "Ben bu hususta daha önce beyanda bulunmuştum, o beyanlarımı aynen tekrar ederim, 2014 yılında istifa etmeden önce Diyarbakırda Kalkınma Ajansında sanık ile çalışıyorduk, 2010-2014 Mart ayına kadar cemaatin düzenlemiş olduğu sohbetlere birlikte katılırdık, bu toplantılar toplantıya katılan kişilerin evlerinde dönüşümlü olarak yapılıyordu, ben 2014 yılında kurumdan istifa ettim, ondan sonra benim Selçuk Mengüverdi ile irtibatım koptu." şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkeme 5/6/2018 tarihli gerekçeli kararında delil yetersizliğinden başvurucunun beraatine hükmetmiş, karar 13/6/2018 tarihinde istinaf edilmeden kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Üzerine atılı suçlamayı kabul etmeyen sanığın tüm aşamalarda Fetö/PDY Terör Örgütü ile alakasının olmadığını beyan ettiği, dosyada delil olan tanık [H.A.]'nın beyana baktığımızda; 2010-2014 Mart ayına kadar cemaatin düzenlemiş olduğu sohbetlere birlikte katıldıklarını, 2014 yılında kurumdan istifa etmesi nedeni ile sanıkla bu yıldan sonra irtibatının kesildiği beyan ettiği, sohbet konusu hakkında bir bilgi vermediği, Bank Asya hesap hareketlerinin yer aldığı, sanığın Bankasya hesap hareketlerinde terör örgütü ile irtibat şüphesi uyandıracak herhangi bir hareketlilik olmadığı, kredi ödemesi ve okul taksiti vs. hareketlerin mevcut olduğu, ancak 2014 yılı mayıs ayında 6900 TL para yatırıldığı, bunun da ödemeler nedeni ile sürekli azaldığı, SGK kayıtlarına bakıldığında 2009 yılından sonra T. Karacadağ Kalkınma Ajansında çalıştığı, örgüte müzahir olması gerekçesi ile kapatılan iş yerlerindeki çalışmasının 2009 yılından önce olduğu, buna göre sanığın suçu işlemediği yönündeki savunmasının aksini kanıtlar hiçbir delilin bulunmaması ve şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği her ne kadar sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; sanığın yüklenen suçu işlediğini kabule elverişli soyut iddia dışında her türlü şüphe ve tereddütten uzak cezalandırmaya yeterli kesin, somut ve inandırıcı delil elde edilemediğinden CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın beraatine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir. ... Davacının hakkında derdest bulunan ecza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27880 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshi üzerine açılan davada hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, makul sürede yargılanma hakkının, çalışma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucunun aynı olaya ilişkin 11/3/2020 tarihli ve 2020/9086 numaralı bireysel başvurusu aralarındaki fiili ve hukuki irtibat nedeniyle bu başvuruyla birleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 15/1/2020 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1989 doğumlu ve Mısır vatandaşı olan başvurucunun beyanına göre başvurucu 2013 yılından beri Türkiye'de yaşamaktadır. Kardeşi ve arkadaşlarıyla birlikte başvurucu 19/9/2019 tarihinde park hâlindeki bir araçta bulunduğu sırada şüphelenilmesi nedeniyle araçta kolluk görevlileri tarafından yapılan aramada bir tabak içinde uyuşturucu madde bulundurulduğu tespit edilmesi üzerine İstanbul Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu ve beraberindeki diğer kişiler hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır. Ardından İstanbul Valiliğinin 23/9/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi (kamu güvenliği açısından tehdit oluşturma) uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olmasının yanı sıra Müslüman Kardeşler üyesi olması nedeniyle hakkında yakalama kararı olduğunu ve idam cezasına çarptırılacağını belirterek kendisinin 6458 sayılı Kanun'un maddesi gereği sınır dışı edilemeyecek şahıslardan olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu 14/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra İdare Mahkemesinin 21/1/2020 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davacının üzerine isnat edilen bu eylemin kamu düzeni ve sağlığını tehdit ettiği, bu hususta kesinleşmiş yargı kararı aranmayacağı, davacının 6458 sayılı Yasanın maddesinin fıkrasının (d) bendine göre sınır dışı edilmesine ilişkin tesis edilen işlemde ve davacının sınır dışı edilmesi üzerine tesis edilen ikamet izninin iptaline dair işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Öte yandan davacı her ne kadar ülkesine geri gönderilmesi halinde can güvenliğinin tehlikeye gireceğini iddia etmekte ise de, davalı idare tarafından davacının 6458 Sayılı Kanunun ve maddeleri kapsamına girip girmediği hususunun değerlendirildiği ve davacının bu maddeler kapsamında olmadığına karar verildiği, yine davacı tarafından ülkesinde İhvan üyesi olduğu ve hakkında yakalama kararı olduğu yönündeki iddialara ilişkin somut delil, bilgi ve belge bulunmadığı, davacının isteği halinde güvenli bir ülkeye de gidebileceği anlaşıldığından davacının iddiasına itibar edilmemiştir." Başvurucu, İdare Mahkemesinin kararının 10/3/2020 tarihli tebliğinden sonra 11/3/2020 tarihinde ikinci kez bireysel başvuruda bulunmuş olup başvurular birleştirilerek incelenmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2007 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; çadırda çıkan yangında meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların yakını (3 yaşında) başvurucular ile birlikte Van'ın Merkez ilçesine bağlı köyde kaldıkları çadırda 2/12/2011 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmiştir. Başvurucular Van'da meydana gelen depremlerden (23/10/2011 ve 9/11/2011) sonra eve girmekten korktukları için gündüzleri evde kalıp gece çadırda yattıklarını, çadırı ve çadırın içindeki sobayı kendilerinin kurduğunu beyan etmiştir. Başvurucular 9/4/2012 tarihinde Van Valiliğinden maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Talebin zımnen reddi üzerine başvurucular 3/8/2012 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Tam yargı davası; başvurucuların yangının çıktığı çadırı deprem sonrasında idareden bağımsız olarak ve idarenin haberi olmadan kurduğu, ısınmak amacıyla kullandıkları sobanın aşırı ısınması sonucu çadırda yangın çıktığı, itfaiyenin on dakikada olay yerine ulaştığı, barınma ihtiyacının idarece giderilmesine yönelik olarak başvurucuların bir başvurusunun söz konusu olmadığı, idareye kusur atfedilemeyeceği gibi kusursuz sorumluluk şartlarının da oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Temyiz ve karar düzeltme aşamalarından sonra anılan karar 5/2/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 11/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12455 | Başvuru; çadırda çıkan yangında meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müdahil olunan iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 20/3/2009 tarihinde müdahil olduğu dava 19/11/2007 tarihinde açılmış ve 5/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 10/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29719 | Başvuru, müdahil olunan iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahkûmiyet kararının bir sonucu olarak avukatlık mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Barosuna kayıtlı olarak bir hukuk bürosunda serbest avukatlık yapmaktadır. Başvurucu ve aynı hukuk bürosunda ortak olarak çalıştığı dört avukat hakkında 20/10/2008 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştur. Şikâyetçi, iş hukuku kapsamında dava açılması için anlaşarak avukatlık ücret sözleşmesi imzaladığını ve şikâyetçi olduğu avukatlar adına vekâletname çıkararak 000 TL dava masrafını makbuz karşılığı verdiğini belirtmiştir. Geçen süre içinde davanın açılmadığını, zaman kaybına uğradığını belirten şikâyetçi; başvurucu ile avukatlar F.K. ve İ.A.nın birlikte imzaladığı 11/7/2007 tarihli avukatlık ücret sözleşmesini, hukuk bürosu antetli kasa giriş makbuzunu ve noterden düzenlenen vekâletnameyi de Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) ibraz etmiştir. Başsavcılık 16/3/2010 tarihli iddianameyle başvurucu ve avukat İ.A.nın görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırmalarını talep etmiştir. İddianamede; avukatlık ücret sözleşmesi ile işin yüklenilmesi ve masraf alınmasına rağmen davanın açılmadığı gözetildiğinde atılı suçun işlendiğinin anlaşıldığı vurgulanmıştır. Son soruşturmanın Adana Cumhuriyet Başsavcılığında yapılması nedeniyle kamu davası, Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 28/4/2011 tarihinde başvurucunun ihmal suretiyle görevi kötüye kullanmak suçundan cezalandırılmasına, sanık İ.A.nın ise beraatına karar vermiştir. Başvurucunun 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Takdiri indirim uygulanan hapis cezası, adli para cezasına çevrilmek suretiyle sonuç olarak başvurucun 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun dava açmak üzere müşteki ile görüşerek vekaletname ve dava masrafı almasına rağmen, müşteki adına dava açmadığı, bu şekilde görevini ihmal ettiğinin dosya kapsamındaki savunma, tanık anlatımları ve delillerle sabit olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu ve katılan kararı temyiz etmiştir. Başvurucu; katılanın herhangi bir zararının olmadığını, görevi ihmal suçunun oluşması için zararın meydana gelmesi gerektiğini ancak Mahkemenin de bilirkişi vasıtasıyla bir zarar tespiti yapmadığını vurgulamıştır. Katılanın çelişkili ifadeler verdiğini, dava açılmasını istediği işyerinde çalışmaya devam ettiğini, dava konusu alacağın zaman aşımına uğramadığını, dava masrafını kendisinin almadığını beyan etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 2/6/2015 tarihinde beraat hükmü yönünden anılan kararın onanmasına, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü yönünden bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; kanundaki soyut ibarelerin tekrarı suretiyle dosya kapsamına uygun olmayan yetersiz gerekçelerle temel cezanın alt sınırından uzaklaşıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca 5237 sayılı Kanun'un maddesi (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen suçu, yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle işleyen başvurucu hakkında aynı Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca hak yoksunluğuna karar verilmesi gerektiğinin gözetilmediği değerlendirmesine yer verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda Mahkeme yukarıda belirtilen gerekçeleri genel olarak tekrarlayarak (bkz. § 11) başvurucunun 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına 18/2/2016 tarihinde hükmetmiştir. Takdiri indirim uygulanmak suretiyle 3 ay 10 gün olarak belirlenen hapis cezası adli para cezasına çevrilerek, neticede başvurucunun 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca anılan Kanun'un maddesi (5) numaralı fıkrası gereğince cezanın infazı tamamlandıktan sonra işlemek üzere 3 ay süreyle avukatlık mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanmasına hükmedilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/5/2018 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 23/7/2018 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu tarafından 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlığın mahiyeti" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder." 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder..." 1136 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun ve diğer kanunlar gereğince avukat sıfatı ile veya Türkiye Barolar Birliğinin yahut baroların organlarında görevli olarak kendisine verilmiş bulunan görev ve yetkiyi kötüye kullanan avukat Türk Ceza Kanununun 257 nci maddesi hükümlerine göre cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat, sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat, sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; ...e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tâbi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, yoksun bırakılır. (2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.... (5) Birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, ayrıca, cezanın infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Bu hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla sadece adlî para cezasına mahkûmiyet hâlinde, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile ilgili süre, adlî para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate devletin müdahale ettiğini tespit ettiğinde Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık [GK], B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1 [GK], B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa [BD], B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM tarafından öncelikle; mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisi tartışılmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağı belirtilmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin maddenin kapsamına girebileceği değerlendirilmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş ve bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No. 56030/07, 12/6/2014, § 109). AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: birincisi özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir meselenin olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım). AİHM'e göre özel hayata ilişkin unsurların mesleğin icrası bakımından aranılan nitelik ve yeterlilik koşulları bakımından gözetilmiş veya kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmış olduğu durumlardan kaynaklanan başvurular sebebe dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamı içinde değerlendirilir (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103). AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin maddesinin kapsamı içine girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107). AİHM; sebebe dayalı yaklaşımın Sözleşme'nin maddesinin uygulanmasını gerekli kılmadığı durumlarda, söz konusu tedbirin sonuçlarının özel hayatın üzerindeki etkilerine ilişkin bir inceleme yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla beraber söz konusu bu ayrımın ilgili tedbirin altında yatan sebepleri ve tedbirin sonuçlarını incelerken her iki yaklaşımı birlikte uygulamasına engel teşkil etmediğini de belirtmektedir (Denisov/Ukrayna, § 109). AİHM, sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olmasını aramakta; asgari ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, §§ 113-116). AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde, başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak incelemenin iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsaması gerekmektedir. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdır (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117). Öte yandan AİHM, Lekavičienė/Litvanya davasında, avukatlık mesleğinin onuruna, ilkelerine aykırı davranışlarda bulunduğu ve yüksek ahlaki karaktere sahip olmadığı gerekçesiyle baro levhasına yazılma talebi reddedilen başvurucunun şikâyetlerini ele almış ve avukatlık mesleğine ilişkin çeşitli tespitlerde bulunmuştur (Lekavičienė/Litvanya, B. No: 48427/09, 27/6/2017). Mahkeme; hukuk fakültesi mezunu olan başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesinin onun itibarını ve mesleki ilişkilerini etkilediğini belirtmiş ve verilen kararla Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen temel haklara müdahale edildiğini kabul etmiştir (Lekavičienė/Litvanya, § 37). AİHM; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R(2000)21 sayılı Tavsiye Kararı’na değinmiş ve adaletin tesis edilmesinde önemli ve özel rolleri bulunan avukatların bağımsız şekilde görev yapan profesyoneller olduklarını, birçok konuda sorumluluklarının bulunduğunu, avukatların meslek hayatlarında dürüst ve onurlu davranmaları gerektiğini, sır tutmakla yükümlü olduklarını ifade etmiştir. AİHM; evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık yapan, bu nedenle hakkında ceza soruşturmaları başladıktan sonra ismini baro levhasından sildiren başvurucunun baro levhasına yeniden yazılma talebinin reddedilmesinde keyfî bir durumun bulunmadığı, diğer bireylerin haklarını korumak ve yargı sistemini doğru şekilde işletmek amacıyla başvurucuya yönelen müdahalenin demokratik toplum düzenin gereklerine uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca AİHM, hâkim ve savcılara çok daha sıkı koşulların uygulandığını belirtmiş ve neticede özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Lekavičienė/Litvanya, §§ 51-57). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25808 | Başvuru, mahkûmiyet kararının bir sonucu olarak avukatlık mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/12/2006 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 1/3/2007 tarihli iddianamesiyle suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yağma, kişiyi hürriyetinden mahrum bırakmak, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 15/4/2013tarihli kararıyla başvurucununhapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Yargılama İlk Derece Mahkemesinde devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7205 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi aleyhine 25/12/2009 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Derik Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/532 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20330 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 5/4/2005 tarihinde açtığı davada başlayan yargısal süreç, Germencik Asliye (İş) Hukuk Mahkemesinin 26/12/2018 tarihli kararına karşı istinaf başvurusu üzerine halen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinde istinaf aşamasında derdesttir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 27/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19502 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Birleşik Haziran Hareketi isimli grup organizesinde "zorunlu din dersleri ve okulların imam hatipleştirilmesi" konusuyla ilgili olarak yapılan protesto gösterisinde atılan sloganlar nedeniyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla 2015/12352 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 12/2/2015 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte İzmir Emniyet Müdürlüğünde müdafii huzurunda ifade vermiş, ifadesinde özetle Özgürlük ve Dayanışma Partisi meclis üyesi olduğunu ve gözaltına alınmasını siyasi hakkına müdahale olarak gördüğünü belirterek sorulan sorulara cevap vermek istemediğini beyan etmiştir. Başsavcılık, Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu 13/2/2015 tarihinde İzmir Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İzmir Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 13/2/2015 tarihinde yapılmış, başvurucunun müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki savunması şöyledir:"Alsancak ÖSYM binası önünde zorunlu din derslerine ve okulların imam hatipleştirilmesini protesto etmek amacıyla Özgürlük ve Dayanışma Partisi yöneticisi olduğumdan belirtilen şekilde bir yürüyüş yapılacağını duyduğumdan biz de katkı sunmak amacıyla kendimde yürüyüşe katıldım ancak suç unsuru olduğu söylenilen 'Hırsız Katil Erdoğan, Kahrolsun AKP diktatörlüğü' şeklinde herhangi bir slogan atmış değilim, bu tip sloganların orada bulunan diğer şahıslarca atılıp atılmadığını bilmiyorum hatırlamıyorum fakat ben katılmadım, özetle atılan sloganlar birine yönelik değildir, 17-25 Aralık operasyonunda adı geçen Erdoğan'lara yöneliktir" Sorgu sonucunda başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, delillerin henüz toplanamamış olması atılı [suçun niteliği] dolayısıyla yasada belirtilen bir tutuklama nedeninin var olması, atılı suç için belirlenen ceza miktarı dikkate alındığında şüphelinin kaçma şüphesinin bulunduğu, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın ölçülü olduğu ve tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacak olması dikkate alınarak şüphelinin CMK 100 ve müteakip maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" 13/2/2015 tarihinde Başsavcılık, Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan kovuşturma yapılabilmesi için Bakanlıktan izin verilmesi talebinde bulunmuş; Adalet Bakanı'nın 19/2/2015 tarihli oluru ile kovuşturma izni verilmiştir. Başvurucu 17/2/2015 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 18/2/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin soruşturma dosyası içerisindeki mevcut delil durumu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, tutuklama kararından bu yana şüpheli lehine bir değişme ve gelişme bulunmaması ile şüphelinin tutuklulukta geçirdiği süre de dikkate alındığında İzmir Sulh Ceza Hakimliğinin şüpheli hakkında vermiş olduğu yukarıda belirtilen tarih ve sayılı tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmış olup, şüpheli müdafinin itirazının reddine karar vermek gerekmiş ..." Başvurucu, kararı 18/2/2015 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 23/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvurucu, müdafilerinin tahliye talebi üzerine İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin yaptığı değerlendirme sonucu 26/2/2015 tarihli kararla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu ancak şüphelinin sabit ikametgah sahibi olması nedeniyle kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunmadığı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme şüphesinin bulunmadığı, delillerin büyük ölçüde toplanmış olduğu, atılı suçun CMK nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olmadığı, şüphelinin sabıkasız geçmişi ve atılı suçun karşılığı olarak yasada ön görülen hapis cezasının alt ve üst sınırlarına göre yargılama sonunda alması muhtemel cezanın miktarı dikkate alındığında şüphelinin tutukluluk halinin devamının ölçüsüz olacağı, bu anlamda CMK nun maddesinde belirtilen tutuklama tedbirinin devamını gerektirecek yasal koşulların bulunmadığı, TCK nun 299/ Maddesi uyarınca şüpheliye atılı suçla ilgili kovuşturma yapılmasının Adalet Bakanlığı' nın iznine tabi olduğu ve Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bu konuda Adalet Bakanlığı'na yazdığı yazıya henüz cevap verilmemiş olduğu da dikkate alınarak şüpheli müdafilerinin tahliye talebinin kabulüne [karar verildi.]" Başsavcılığın 2/3/2015 tarihli iddianamesi ile başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. İddianamede, başvurucunun eğitim politikalarını protesto amaçlı düzenlenen ve yasa dışı olduğu belirtilen toplantı ve gösterideki gruba "Hırsız Katil Erdoğan" şeklinde slogan attırarak Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği ileri sürülmüştür. Ayrıca bu eylem nedeniyle gözaltına alınırken "11 Ocak'ta İzmir'de düzenlediğimiz eylemde attığım Hırsız-Katil Erdoğan sloganı nedeniyle CB'ye hakaret suçlamasıyla gözaltına alındım ve şu anda terörle mücadele şubesine götürülüyorum, daha sonra savcı ifademi alacakmış. Yeri gelmişken tekrarlayayım Hırsız-Katil Erdoğan'' şeklinde tweet atarak hakaretine devam ettiği belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya isnat edilen suçlamaya esas alınan olgular şöyledir:i. Olay günü olan 11/1/2015 tarihli, görevli polis memurlarınca düzenlenen tutanak ile çekilen fotoğraflar ve kamera görüntüleri dayanak gösterilerek başvurucunun Birleşik Haziran Hareketi isimli grup organizesinde ''zorunlu din derslerini ve okulların imam hatipleştirilmesini'' protesto etmek amacıyla düzenlenen ve yasa dışı olduğu belirtilen gösteri sırasında toplanan gruba "Hırsız Katil Erdoğan" şeklinde slogan attırarak Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği ileri sürülmüştür.ii. Başvurucunun belirtilen olay nedeniyle 12/2/2015 tarihinde gözaltına alındığı sırada kendi adına kullanmakta olduğu Twitter hesabından "11 Ocak'ta İzmir'de düzenlediğimiz eylemde attığım Hırsız-Katil Erdoğan sloganı nedeniyle CB'ye hakaret suçlamasıyla gözaltına alındım ve şu anda terörle mücadele şubesine götürülüyorum, daha sonra savcı ifademi alacakmış. Yeri gelmişken tekrarlayayım Hırsız-Katil Erdoğan'' şeklinde tweet atarak hakaretine devam ettiği belirtilmiştir. Mahkeme 11/3/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2015/229 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 4/5/2015 tarihli duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu, müdafileri huzurunda verdiği savunmasında özetle kalabalık tarafından atılan ve siyasi bir eleştiri niteliği taşıyan sloganlara kendisinin de iştirak ettiğini, Twitter hesabından alındığı belirtilen sözlerinin ise yasal olmayan yollarla elde edilmek suretiyle aleyhinde delil olarak kullanıldığını, ayrıca hakaret kastının olmadığını belirterek suçlamayı kabul etmemiştir. Başvurucunun savunması şöyledir:"Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum, ben Özgürlük ve Dayanışma partisi genel merkez yöneticisi olarak görev yaparım yani siyaset yapmaktayım, olay tarihlerinde değişik sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen etkinliğe katılmıştım, burada yürüyüşe katılan etkinliğe katılan kalabalık zorunlu din dersi ve imam hatip uygulamalarına karşı görüşlerini açıklamışlardır, benim dışımda orada bulunan kalabalık ilk kim nasıl ne şekilde söylediğini bilemiyorum ancak çoğu kişi tarafından belirtilen ''hırsız katil Erdoğan' sözlerini slogan şeklinde kullandılar, ben de bu sloganlara iştirak ettim, ancak burada amacım kimseye hakaret etmek değildi, ismi geçen şahısın yani Cumhurbaşkanının gezi olayları sırasında buradaki toplanan kalabalığın dağıtılması amacı ile bizzat talimat verdiği, bu talimat doğrultusunda da bir kısım gençlerin ölümle yaralanmaları ile sonuçlanan olaylardan olduğunu, buna dayalı olarak bu eylemlerden siyaseten sorumlu olduğunu belirtmeye yönelik toplumda milyonlarca kişi tarafından dillendirilen bir söz olarak söylenen ve hakaret kastı içermeyen bir sözdür, benim de bu sözü söylemem de hakaret kastı ile davranarak dile getirdiğim bir slogan ya da söz olmamıştır, bunun dışında hırsız şeklindeki niteleme de 17-25 Aralık soruşturmaları kapsamında tape ya da benzeri şekilde ortaya çıkan ve o dönem Başbakanlık yapan ve bu iddianamede beni muhattap aldığı yazılı olan şahısın çeşitli vesilelerle değişik miting ve toplantılarda bu görüşmelerin varlığını kabul eden beyanlarının bulunması karşılığında dile getirilen siyasi bir eleştiri taşıyan bu nedenle de herhangi bir hakaret ya da aşağılama kastı olmayan sözler olarak belirtmiş olduğumuz ya da atılan sloganlardır bunda da hakaret kastı olmadığını belirtmek istiyorum, twitter üzerinden elde edildiği belirtilen sözlerin ise dosyaya yasal olmayan yollardan elde edilerek hakkımda delil olarak kullanılmak istediğini belirtmek istiyorum ve buna yanıt vermek istemiyorum, baştan beri söylediğim tüm savunmalarım doğrultusunda hakaret kastı taşımayan söz ve davranışlarım nedeni ile beraatime karar verilmesini istiyorum" Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 4/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun Cumhurbaşkanı'na hakaret suçundan 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve verilen hapis cezasının ertelenmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İddia; sanık savunması, olay tutanakları, kamera kaydı görüntüleri ile dosya kapsamı itibari ile; sanığın Birleşik Haziran Hareketi isimli grubun Alsancak ÖSYM binası önünde toplanıp zorunlu din dersine ve okulların imam hatipleştirilmesini protesto etmek amacı ile düzenledikleri basın açıklaması ve miting sırasında grubun hırsız katil Erdoğan şeklinde slogan attığı, sanık da dahil bir kısım şahısların bundan dolayı göz altına alınıp sanığın bu göz altına alınmadan dolayı paylaştığı twitter hesabında yine hırsız katil Erdoğan şeklinde paylaşımda bulunduğu, gerek slogan atmak ve gerekse internet ortamında hırsız katil Erdoğan şeklindeki sözlerle Cumhurbaşkanını hedef alıp Cumhurbaşkanı makamında temsil eden Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik olarak onur ve saygınlığına yönelik olarak küçük düşürücü ifadeler kullandığı, sanığın söz konusu ifadeleri kullandığını ve internet ortamında paylaştığını, ancak bunun suç teşkil etmeyip ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu beyan etmesine karşın yerleşmiş Yargıtay İçtihatları itibari ile bu sözlerin hakaret suçunu oluşturduğu, sanığın slogan atmak kastı ile de olsa dahi Cumhurbaşkanına yönelik bu şekildeki sözlerinin hakaret suçunu oluşturması nedeni ile genel kastla işlenen bu eylemden dolayı sanığın sorumlu olduğu, sanığın bir suç işleme kararı altında hem slogan atmak hem de internet ortamında paylaşmak sureti ile hakarette bulunduğu sabit olduğundan 5237 sayılı TCK'nun 299/1, 43/1 maddeleri gereğince cezalandırılmasına, sanığın geçmişteki hali ve suç işleme hususundaki eğilimi de nazara alınarak verilen hapis cezalarını ertelenmesi halinde ileride bir daha suç işlemekten çekineceği yönünde mahkememize kanaat oluştuğundan verilen hapis cezasının ertelenmesine karar vermek gerektiği kanaatine varılmıştır." Mahkûmiyet kararına karşı başvurucu tarafından istinaf talebinde bulunulması üzerine talebi inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 4/7/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine dair kesin olarak karar vermiştir. Mahkemece 18/9/2019 tarihinde mahkûmiyet hükmüyle ilgili olarak kesinleştirme işlemi yapıldıktan sonra başvurucunun temyiz talebi üzerine 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun gereği 5/11/2019 tarihinde verilen ek kararla hükmün infazı durdurularak dosyanın Yargıtay incelemesine gönderilmek üzere İzmir Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir. A. İlgili Mevzuat 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Cumhurbaşkanı'na hakaret" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. (3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 13/3/2020 tarihli ve E.2019/11164, K.2020/2033 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Demokratik toplumlarda siyasiler, üst düzey bürokratlar ile kamuya mal olmuş kişiler, diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmalıdırlar. Ancak hakarete hiçbir kimse katlanmak zorunda değildir. İfade hürriyeti bakımından eleştiri ve hakaret ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken kavramlardır. Kaba sövme hiçbir koşulda eleştiri olarak kabul edilemez. Türk toplumunun önemli bir kesiminin kendilerini siyasi liderleriyle özdeşleştirdiği, liderlerine yapılan ve kamuya yansıyan hakaretleri kendilerine yapılmış gibi algılayarak aşırı reaksiyon gösterdikleri, bu hakaretlerin toplumdaki kutuplaşmayı artırdığı, hakaret ve sövme fiillerinin, adi olaylarda dahi birçok öldürme ve nitelikli yaralamalara sebebiyet verdiği gözetildiğinde, bu fiillerin orantılı bir yaptırıma bağlanmasının toplumsal barışın ve kamu düzeninin korunması bakımından da demokratik toplumda zorlayıcı bir ihtiyacın karşılanması kapsamında değerlendirilmesi gerekir.Bu açıklamalar ışığında basın açıklaması sonrasında 'Katil, Hırsız Erdoğan' şeklinde grupla birlikte slogan attığı anlaşılan sanığın eyleminin bireyin kendini gerçekleştirmesine ya da toplumun gelişmesine katkı sunması beklenen bir değer içermemesi, söylendiği yer ortam ve zaman itibariyle toplumsal barışı ve kamu düzenini bozma riski barındırması ve özellikle eleştiri sınırlarını aşarak açıkça Cumhurbaşkanının şeref ve saygınlığına saldırı mahiyetinde olması nedeniyle ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilemeyeceğinden sübut bulan müsnet suçtan orantılı bir ceza ile cezalandırılması gerekirken beraatine karar verilmesinde isabet görülmemekle, anılan kararın kanun yararına bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 8/2/2019 tarihli ve E.2018/6617, K.2019/1197 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Siyasilerin, üst düzey bürokratlar ile kamuya mal olmuş kişilerin, diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda oldukları demokratik toplumlarda geniş bir kabul görmüştür. Ancak eleştiri kırıcı, şok edici ya da rahatsız edici olsa bile hakarete varmamalıdır. Zira hiçbir kimse hakarete katlanmak zorunda değildir. İfade hürriyeti bakımından eleştiri ile hakaret arasındaki ince çizgi toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre, kişilerin ifade hürriyeti ile mağdurun birey olarak onur ve şerefi arasındaki denge de gözetilmek suretiyle hakim tarafından belirlenmelidir. Kaba sövme hiçbir koşulda eleştiri olarak kabul edilmemelidir. Türk toplumunun önemli bir kesiminin kendilerini siyasi liderlerle özdeşleştirdiği, bu kişilere yapılan ve kamuya yansıyan hakaretlerin kendilerine yapılmış gibi tepkilere sebebiyet verip toplumdaki kutuplaşmayı artırdığı, birçok öldürme ve nitelikli yaralama ile sona eren adli olaylarda dahi olayların başlangıcında hakaret ve sövme fiillerinin olduğu gözetildiğinde, bu fiillerin yaptırımsız bırakılmasının demokratik toplum düzenini bozacağı gözden uzak tutulmamalıdır.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sanığın suç tarihinde Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını gösteren resim ve haber metnini, '3 bin 643 lira zam alan Tayyip'e hırsız demek suç değil gerçekliktir. Bunun adı gerçekten hırsızlık. Başka bir tanımı yok!' şeklinde yorum ile paylaşmaktan ibaret eyleminin, kişinin kendini gerçekleştirmesi ya da toplumun gelişmesine katkı sunan bir içeriği bulunmadığı gibi doğrudan Cumhurbaşkanını küçük düşürücü, onur, şeref ve haysiyetini zedeleyecek nitelikte olduğu, bu nedenle sanığın üzerine atılı suçun tüm unsurlarıyla oluştuğu gözetilmeden sanığın sübut bulan müsnet suçtan mahkumiyeti yerine hukuki olmayan gerekçeye istinaden yazılı şekilde beraatine karar verilmesi yerinde görülmemiş ise de sanık hakkında verilen beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olduğundan CMK'nın 309/4-c maddesi uyarınca sanık aleyhine sonuç doğurmamak üzere bozulmasına karar verilmiştir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 19/7/2017 tarihli ve E.2016/6928, K.2017/4807 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Sanığın yukarıda belirtilen tarihlerde kendi facebook sayfasında aynı suç kastıyla ve birden fazla kez Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını kastettiği açıkça anlaşılacak şekilde; katil, yezit, hapisten korktuğu için zulmeden, teröristleri besleyen gibi doğrudan Cumhurbaşkanını halk nezdinde küçük düşürücü, onur ve saygınlığını zedeleyici, isnatlarda bulunmak suretiyle AİHS ve hukuk düzenimizin koruduğu düşünce özgürlüğü kapsamında kalmayan, anlam ve içerik derinliğinden yoksun, sloganik tarzda aşağılayıcı ve hakaret kastıyla söylenmiş paylaşımlardan ibaret sanığın eyleminin Cumhurbaşkanına hakaret suçunu oluşturacağı gözetilmeden, 5237 sayılı Kanunun 299/1-2 ve 43/1 maddeleri uyarınca sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken beraat kararı verilmesi isabetli olmadığından Uşak Asliye Ceza Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı kararının CMK 309(4)c maddesi uyarınca sanığın aleyhine sonuç doğurmamak üzere kanun yararına bozulmasına ilişkin aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 1/10/2018 tarihli ve E.2018/1201, K.2018/2945 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Sanığın facebook isimli sosyal paylaşım sitesindeki hesabı üzerinden Cumhurbaşkanına hakaret içeren paylaşım yapıldığından bahisle sanık hakkında eylemlerine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 299/ maddesinde düzenlenen 'Cumhurbaşkanına hakaret' suçundan yargılama yapılmış ise de, sanığın hesabı üzerinden 2013 tarihinde 'aman dikkat hırsız var' şeklinde paylaşılan hakaret içerikli ifadelerin yayınlandığı tarih itibari ile Cumhurbaşkanı R.T.E.'nin, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini ifa ettiğinin anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanunun 125/3-a maddesinde düzenlenen 'Kamu görevlisine hakaret' suçunu oluşturduğu anlaşılmakla; sanığa 5271 sayılı CMK'nın maddesi uyarınca ek savunma hakkı tanınıp, sanığın savunması alındıktan sonra hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken hukuki nitelendirmede ve vasıflandırmada hataya düşülerek, eylemin anılan Kanunun 299/1 maddesine uyduğunun kabulü ile yazılı şekilde düşme kararı verilmesi ..." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3213 | Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme suçunun işlendiği iddiasına dayalı ceza muhakemesinin aynı maddi olay sebebiyle yapılan başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) karar vermesinden sonraki bölümünün etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve AİHM tarafından verilen Tekçi ve diğerleri/Türkiye (B. No: 13660/05, 10/12/2013) kararına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Yakınının Kaybolması Başvurucuların iddiasına göre yakınları N.T., başvurucu Lokman Tekçi’nin Yüksekova’ya taşınmasına yardım etmek amacıyla 27/4/1995 tarihinde Armutlu köyüne gitmiştir. Taşınma sırasında başvurucu Lokman Tekçi; N.T., H.B. ve H.İ. ile birlikte Yukarı Ölçek köyünde yaşayan F.yi ziyaret etmiştir. 28/4/1995 tarihinde Yukarı Ölçek köyü yakınlarında operasyon icra eden askerler bahsi geçen beş kişi ile aralarında E.S., N., S.S., K., K.A. ve A.Y.nin de bulunduğu çok sayıda köylüyü götürmüştür. Tüm şahıslar ertesi gün serbest bırakılmış olsa da N.T. Değerli köyüne bağlı Köycük (eski ismiyle Muşan) mezrasında bulunan askerlere teslim edilmiştir. Dört gün sonra N.T. Köycük’te bulunan askerî birliğin komutanı olan A.O.A. tarafından öldürülmüştür. N.T. başvurucu Halit Tekçi’nin oğlu, diğer başvurucuların ise kardeşidir. Nüfus kaydına göre N.T. 1995 yılı Nisan-Mayıs aylarında 25 yaşındadır ve bekârdır.B. Başvurucular Tarafından Yapılan Suç Duyurularıyla İlgili Süreçler N.T.nin aralarında başvurucuların da olduğu bazı yakınları 22/5/1995 ve 5/6/1995 tarihlerinde, N.T.nin kaybolması hakkında bazı kamu makamlarına başvurmuştur. Van Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı (Askerî Savcılık) 15/12/1997 tarihinde, N.T.yi öldürdükleri iddia edilen E.Y. ile Yüzbaşı A.O.A. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (Başvurucular söz konusu kararı başvuru formuna eklemedikleri için E.Y.nin kim olduğu saptanamamıştır). Askerî Savcılık, terör suçu nedeniyle yakalanan N.F.nin ifadesine göre N.T.nin 31/5/1995 tarihinde Yüksekova’da askerler ile PKK üyeleri arasında yaşanan silahlı bir çatışmaya katıldığını, çatışma sırasında öldürüldüğünü, çatışmanın yaşandığı yere gömüldüğünü, N.F.nin ise güvenlik güçleri tarafından yakalandığını saptamıştır. Bu nedenle Askerî Savcılık, kayıp şahsın babası ile N.F.nin N.T.nin öldürüldüğünü iddia etmelerine rağmen ne bu konu hakkında ne de A.O.A. ve E.Y.nin N.T.yi öldürdüğü iddiası hakkında kesinlik olmadığını ifade etmiştir. Askerî Savcılık, N.T.nin PKK üyesi olduğunun da ispatlanmadığını belirtip N.F.nin gözaltında bulunduğu sırada baskı altında alınan ifadesini yalanladığını, bu sebeple söz konusu ifadenin bundan böyle kanıt değeri taşımadığını eklemiştir. Son olarak N.T.nin cesedi bulunmadığı için öldüğünün ya da öldürüldüğünün tespit edilmesinin mümkün olmadığı ve N.T.nin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındığına dair beyanlarının delil unsurlarıyla doğrulanmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu Halit Tekçi anılan karara itiraz etmemiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin N.T.nin kaybolmasından askerlerin sorumlu olduğu iddiasıyla 22/5/1995 tarihinde Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet sonrasında bir soruşturma başlatılmış, bu soruşturma kapsamında 2011 yılına kadar adli yargıya dâhil bazı Cumhuriyet başsavcılıkları ile askerî savcılıklar tarafından birkaç kez görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmiştir. Bu süreçte; i. Başvurucu Halit Tekçi, oğlunun Köycük mezrasında bulunan askerler tarafından gözaltına alındığına ancak bu işlemin kayıt altına alınmadığına, oğlunun elleriyle gözlerinin bağlandığına, A.O.A.nın oğlunu götürdüğüne ve oğlunu öldürüp cesedi bir mayın üzerine koyduğuna ilişkin iddialarını dile getirerek olay hakkında bilgi sahibi olduğunu öne sürdüğü Se.S., H.B., H., F., , E.S., N., S.E., K.A., A.Y., Y.K., K., İ.B., S., Y.B., T., B., Mi.T. ve H.K. ile soyadını bilmediği H. adlı kişinin dinlenmesini istemiştir.ii. N.T.nin aralarında başvurucuların da olduğu bazı yakınları 21/6/1995 tarihinde, yakınlarının kaybolmasıyla ilgili soruşturmanın derinleştirilmesini, bilhassa tanıkların ve A.O.A.nın ifadelerinin alınmasını Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir. iii. A.O.A., Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına olay günü gözaltında bulunan 68 kişinin ad ve soyadlarının el yazısıyla yazılı olduğu bir kâğıt göndermiştir.iv. 19/7/1995 tarihinde ifadesi alınan A.O.A.; N.T.yi tanımadığını, 1995 yılı Haziran ayı başında Yüksekova Jandarma Komutanlığına provokasyon atışları yapıldığını, N.T.nin bu çatışmada öldürüldüğünü, cesedinin ise PKK üyeleri tarafından alındığını öğrendiğini beyan ederek olay günü gözaltına alınan kişilere ait bir liste sunmuştur.v. Yüksekova Jandarma Komutanlığı 31/7/1995 tarihinde, N.F.nin ifadesine dayanarak B... kod adlı N.T.nin 31/5/1995 tarihinde Yüksekova Jandarma Komutanlığında görevli askerlerle PKK üyeleri arasında çıkan çatışma sırasında göğsüne isabet eden iki kurşun nedeniyle hayatını kaybettiği hususunda Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığını bilgilendirmiştir. vi. Yüksekova Cumhuriyet savcısı 14/8/1995 tarihinde Se.S., Y.K., N., , F., E.S. ve S.E.nin ifadelerini almıştır. Y.K., N.T.nin gözaltına alınıp alınmadığını bilmediğini beyan etmiş; diğer şahıslar ise N.T.yi tanımadıklarını söylemiştir. Beyanlarına göre F. ve dışındaki şahıslar ihtilaf konusu olayların meydana geldiği dönemde gözaltına alınmıştır.vii. N.F. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısına verdiği 20/11/1995 tarihli ifadesinde N.T.yi tanımadığını, N.T.nin ölümüyle ilgili hiçbir şey bilmediğini, Üstçavuş İ.nin aksi yönde ifade vermesi için kendisini zorladığını söylemiştir.viii. N.T.nin aralarında başvurucuların da bulunduğu bazı yakınları 17/3/1997 tarihinde, N.T.nin askerler tarafından yakalandığını ve E.Y. isimli askerin iş birliğiyle A.O.A. tarafından öldürüldüğünü belirterek Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığına dilekçe vermiştir. Başvurucular söz konusu dilekçelerinde özellikle şu hususlara değinmiştir:- 29/4/1995 tarihinde Köycük’e giden S.Ö. başvurucu Halit Tekçi’ye, N.T.nin ve diğer şahısların askerler tarafından gözaltına alındığını gördüğünü söylemiştir.- Gözaltına alınıp serbest bırakılan S.B. ve H., N.T. ile birlikte iki gün gözaltında kaldıklarını, N.T.nin ellerinin ve gözlerinin bağlı olduğunu, daha sonra başka bir yere götürüldüğünü beyan etmiştir. - Köycük’te yaşayan ve askerler tarafından gözaltına alınan K. ile S.K., N.T. ile birlikte iki gün boyunca gözaltında kaldıklarını ve askerlerin N.T.yi elleriyle gözleri bağlı bir hâlde götürürken gördüklerini söylemiştir. - 10/5/1995 tarihinde başvurucu Halit Tekçi Yüksekova’da ihtilaf konusu askerî operasyona katılan bir askerle konuşmuştur. Asker, başvurucu Halit Tekçi’ye N.T.nin 1/5/1995 tarihinde PKK’nın sığınakları ile ilgili sorulara bu örgüte üye olmadığı cevabını verdikten sonra A.O.A. tarafından elleri ve gözleri bağlı iken öldürüldüğünü, ardından cesedinin mayın üzerine konulduğunu, mayının patladığını ve cesedinin parçalandığını söylemiştir. ix. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 10/8/2004 tarihli görevsizlik kararında, ön soruşturma sonucu 8/1/2004 tarihinde düzenlenen bir tutanağa göre N.T.nin İran sınırında peşmerge gibi giyindiği için öldürüldüğü sonucuna varıldığı belirtilmiş; K. ile N.nin konuyla ilgili ifadeleri açıklanmıştır. Buna göre K. 1995 yılının Nisan ayı sonunda askerlerin terörle mücadele konusunda bilgi vermek amacıyla Dişli Karakoluna gittiklerini, askerlerin bu amaçla aralarında kelepçeli bir hâlde olan N.T.nin de bulunduğu altmış kişiyi çevre köylerden topladığını, N.T.yle konuştuğunu, ayrıca A.O.A.nın görüşünü ifade ettikten sonra N.T. hariç olmak üzere toplanan tüm köylüyü serbest bıraktığını beyan etmiş; N. ise askerlerin N.T.yi götürdüklerini söylemiştir.x. N.T.nin aralarında başvurucuların da olduğu on iki yakını 25/2/2005 tarihinde AİHM'e başvurmuştur. Bu başvuruda N.T.nin askerler tarafından tutulduğu bir sırada kaybolduğu iddia edilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile ayrımcılık yasağını güvence altına alan , , , ve maddelerinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. xi. Başvurucu Halit Tekçi 15/12/2008 tarihinde Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde oğlunun koyunları Yüksekova’ya götürmek için 27/4/1995 ya da 28/4/1995 tarihinde Armutlu’ya gittiğini, geceyi Demirkonak köyünde N.nin evinde geçirdiğini, gün ağarırken jandarmanın bu köye bir operasyon gerçekleştirdiğini, köy halkı ile oğlunu topladığını, bir askerin oğluna geleneksel kıyafetlerini giyerse askerî komutan tarafından öldürülme riski olduğunu söylediğini, daha sonra bu komutanın oğlunu yakaladığını beyan etmiştir. Başvurucu Halit Tekçi ayrıca bir tarihte, olayların meydana geldiği dönemde askerliğini yapan bir erle konuştuğunu ve bu erin kendisine oğlunun askerler tarafından öldürüldüğünü söylediğini ifade etmiştir. xii. 17/12/2008 tarihinde ifadesi alınan S., başvurucu Halit Tekçi’nin N.T.nin yakalanması ile ilgili beyanını doğrulamıştır. xiii. 18/12/2008 tarihinde beyanına başvurulan K. ihtilaf konusu olayların meydana geldiği dönemde kendisinin de Dişli Karakolunda gözaltında olduğunu, N.T.yi gördüğünü, onu sürü hayvanı ticareti yaptığı için tanıdığını, N.T.nin kelepçeli olduğunu, N.T. hariç gözaltına alınan herkesin serbest bırakıldığını, bu durumdan N.T.nin bir yakınını haberdar ettiğini beyan etmiştir.xiv. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı 19/12/2008 tarihinde N.nin ifadesini almıştır. N. ifadesinde ihtilaf konusu olayların meydana geldiği dönemde N.T.nin geceyi geçirmek için başka bir kişiyle evine geldiğini, sabah köye jandarmanın geldiğini, köylüler ile N.T.yi yakaladığını beyan etmiştir. N. yakalananların gözaltına alındığını, ertesi gün N.T. hariç herkesin serbest bırakıldığını eklemiştir. A.O.A. isimli bir komutanın da olaya karışan askerler arasında olduğunu ifade eden N. son olarak birkaç gün sonra askerlere N.T.nin başına ne geldiğini sorduğunu, askerlerin de N.T.nin arazide öldürüldüğünü söylediğini anlatmıştır. xv. Yüksekova Cumhuriyet savcısı 13/8/2009 tarihinde Y.Ş.yi dinlemiştir. Y.Ş. ifadesinde; Gelibolu’daki askerliği sırasında görev yaptığı taburun 1995 yılının Nisan ayında Yüksekova’ya gönderildiğini, aralarında rütbelilerin de bulunduğu tüm askerlerin birkaç gün boyunca Köycük’te konakladığını, N.T.nin taburun birinci birliği tarafından yakalandığını ve kendisinin ikinci birlikte görevli olduğunu beyan etmiştir. Y.Ş. ayrıca olay günü birinci birliğin komutanı olan A.O.A., ikinci birliğin komutanı olan Teğmen K.A., isimlerini hatırlamadığı rütbeli bazı askerler ve elli askerin yanlarına N.T.yi alarak operasyona gittiğini, N.T.nin askerlere teröristlerin dağda saklandıkları ve silahlarını gizledikleri yerleri açıklamak zorunda kaldığını, verdikleri bir mola sırasında N.T. ile konuştuğunu, N.T.nin kendisine adını ve köyünün ismini söylediğini belirtmiştir. Y.Ş. dönüş yolunda A.O.A.nın N.T.yi PKK üyeleri ile silahlarının nerede bulunduğunu söylememesi hâlinde öldürmekle tehdit ettiğini ancak N.T.nin hiçbir şey bilmediğini söylediğini de ifade etmiştir. A.O.A.nın daha sonra N.T.yi on metre kadar uzağa götürdüğünü, N.T.nin komutan tarafından öldürüleceğini düşünerek diğer erlere doğru koştuğunu ve bu komutanın Kürtçe konuşan erlerden ellerini kaldırmalarını istediğini eklemiştir. Bunun üzerine yirmi kadar erin elini kaldırdığını, A.O.A.nın onlara N.T.ye ateş etmelerini söylediğini ancak erlerin bunu yapmayı kabul etmediğini söylemiştir. Y.Ş. daha sonra K.A.nın A.O.A.dan kendisine N.T.yi öldürme emri vermesini istediğini, A.O.A.nın bu emri verdiğini, bunun üzerine K.A.nın N.T.yi on metre kadar ileriye götürüp G3 tipi tüfeğiyle bir ya da iki sefer N.T.ye ateş ettiğini beyan etmiştir. Ardından A.O.A.nın erlere N.T.ye ateş etmelerini emrettiğini, erlerin bu emri yerine getirdiğini, kendisinin de diğer erlerle birlikte ancak silahını kenara yönelterek N.T.nin bulunduğu yöne doğru ateş ettiğini eklemiştir. N.T.nin hayatını kaybettiğini ve K.A.nın mayın sorumlusunu çağırttığını belirten Y.Ş. bir süre sonra mayın patlama sesi duyduğunu, N.T.nin kıyafetlerinin havada uçuştuğunu ve K.A.nın erlere N.T.nin gövdeden ayrılmış başını saçlarından tutarak gösterdiğini ifade etmiştir. N.T.yi Cumhuriyet savcısının kendisine gösterdiği bir fotoğraftan teşhis eden Y.Ş. son olarak başvurucu Halit Tekçi’nin N.T.nin ölümüyle ilgili olarak tanıklık etmesi talebiyle evine geldiğini belirtmiştir.xvi. İstinabe yoluyla ifadesine başvurulan H.A. 29/4/2010 tarihli ifadesinde 1995 yılı Nisan ayında Aşağı Ölçek mezrasında er olarak görev yaptığını, duyduğuna göre N.T.nin askerler tarafından yakalandığını, A.O.A.nın terk edilmiş bir karakolun önünde sorguya çektiği N.T.den PKK’ya ait mühimmatın gizlendiği yerler ile sığınakları göstermesini istediğini, daha sonra N.T.nin yetmiş kişilik asker grubuyla bir tepeye çıkarıldığını, tepeye giden bazı askerlerden duyduğu kadarıyla N.T.nin askerler tarafından kurşuna dizildiğini ve A.O.A.nın emri doğrultusunda N.T.nin cesedinin bombayla patlatıldığını söylemiştir. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı A.O.A hakkındaki soruşturmanın sürüncemede kalmaması amacıyla açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen Teğmen K. (K.A.) ile olaya karışan diğer askerlerle ilgili soruşturmayı 26/4/2011 tarihinde mevcut soruşturmadan ayırıp canavarca bir his sevkiyle veya işkence ve taziple kasten öldürme suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle A.O.A. hakkında kamu davası açılması için hazırladığı fezlekeyi Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. A.O.A. ve K.A. Hakkında Yapılan Yargılamayla İlgili Süreç Yargılama Sürecinin AİHM Kararına Kadar Olan Bölümü Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan fezlekeyi esas alarak A.O.A. hakkında Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. Suç tarihinin 1995 olarak belirtildiği iddianamede, özellikle başvurucu Halit Tekçi ile tanıklar Y.Ş ve H.A.nın beyanlarına atıfta bulunulmuştur. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan bir başka fezleke (Sözü edilen fezleke § 15’te belirtilen tefrik kararı üzerine yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanmış olup kimlik bilgileri tespit edilemeyen ve olaya karıştığı iddia edilen diğer askerler yönünden yürütülen soruşturmanın akıbeti tespit edilememiştir.) doğrultusunda Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı 27/10/2011 tarihli iddianameyle K.A. hakkında da canavarca bir his sevkiyle veya işkence ve taziple kasten öldürme suçundan kamu davası açmıştır. İddianamede K.A.nın N.T.yi A.O.A. ile birlikte öldürdüğü ileri sürülmüştür. Bahsi geçen dava 4/11/2011 tarihli kararla A.O.A. hakkındaki dava ile birleştirilmiştir. Bakanlığın talebi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli olacağı gerekçesiyle 14/11/2011 tarihinde davanın Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir. Anılan karar sebebiyle Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi yetkisizlik kararı vermiş ve yargılama bu aşamadan sonra Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) tarafından yürütülmüştür. Ceza Mahkemesi 21/12/2011 tarihli yazıyla başvurucu Halit Tekçi’nin beyanının alınması için Yüksekova Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talep etmiştir. Sözü geçen yazıda, Ceza Mahkemesince yapılacak duruşmanın 29/3/2012 tarihinde yapılacağı belirtilmiştir. İstinabe edilen yer mahkemesince 23/1/2012 tarihinde dinlenen başvurucu, daha önce Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesini yineleyip davaya katılma isteğini dile getirmiş; ayrıca davanın naklinin haksız olduğunu ve maddi durumunun iyi olmadığını öne sürüp Eskişehir’de can güvenliğinin sağlanmasından endişe duyduğunu ifade etmiştir. İfade verirken vekilinin hukuki yardımından yararlanan başvurucuya istinabe talep yazısı ve ekleri okunmuştur. Ceza Mahkemesi tanıklar Y.Ş., S., K., N., E.S., K.K. ve F.E.nin ifadelerini istinabe yoluyla almıştır:i. Y.Ş. soruşturma aşamasında verdiği ifadesini tekrar etmiştir. ii. S., K., E.S. ve F.E., N.T.nin askerlerce götürüldüğünü beyan etmiştir. F.E. ayrıca N.T.yi götüren askerî birliğin komutanının A.O. isimli bir yüzbaşı olduğunu eklemiştir.iii. N. başka hususlar yanında bazı askerlerden N.T.nin bir araziye götürülüp öldürüldüğünü duyduğunu söylemiştir.iv. K.K. tarafından verilen ifade şöyledir: “Ben olay tarihinde Değerli köyünün Köycük mezrasında oturuyordum. [O]lay ile ilgili olarak Yukarı [Ö]lçek köyündeki köylüler askerler karakolda toplamışlardı. Daha doğrusu Geliboludan gelen seyyar askeri birliğin içerisinde toplamışlardı. [B]izleri de aynı şekilde alarak yanlarına götürmüşlerdi. [B]iz burada 5-6 gün nezarethanede kaldık. [B]en burada [N.T.] isimli vatandaşla tanıştım. [S]adece ikimizi bırakmadılar. [D]iğer herkesi bıraktılar. [B]iz askerlerle operasyona çıktık. [D]aha doğrusu askerler operasyona çıkarlarken beni ve [N.T.yi] yanlarına aldılar. [S]onra dağdan döndük. [D]aha sonra [A.O.A.] komut vererek [N.T.yi] öldürttü. [A]ncak benim görmemem için beni aşağı tarafa gönderdiler. [D]aha sonra da mayın patlatarak [N.T.yi] parçaladılar. [N.T.] benim yanımda [A.O.A.nın] emriyle öldürülmüştür.” Ceza Mahkemesi, Genelkurmay Başkanlığından 1995 yılında Gelibolu’daki 18’inci Zrh. Tug. Mknz. P. Tb. Bl. Kom. ile Bl. Komutanlığı emrinde görev yapan tüm askerlerle ilgili bilgi istemiştir. Genelkurmay Başkanlığının gönderdiği 15/2/2012 tarihli yazı ve ekindeki listeye göre 1995 yılında söz konusu askerî birliklerde 582 er ve erbaş görev yapmıştır. Y.Ş., Bl. Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini ifa etmiştir. Tanık H.A.nın ismi listede yer almamaktadır. Duruşmanın 29/3/2012 tarihinde yapılan birinci celsesine sadece sanıklar ile müdafileri katılmıştır. Sanık A.O.A. sorgusunda isnat edilen suçu kabul etmemiş ve N.T.nin yakalandığına dair iddiaya itiraz etmiştir. A.O.A. taburda harekât ve eğitimden sorumlu subay olduğunu, bölük komutanı olmadığını da eklemiştir. Sanık K.A. ise 1995 yılında Yüksekova’da teğmen rütbesi ile takım komutanı olarak görev yaptığını, A.O.A. ile aynı taburda görevli olduklarını söylemiştir.Aynı celsede başvurucu Halit Tekçi’nin davaya katılma isteği kabul edilmiş, müdafilerinin talepleri uyarınca sanıkların duruşmadan vareste tutulmalarına karar verilmiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin bir vekilinin de hazır bulunduğu 12/6/2012 tarihli ikinci celsede tanık İ.A.Ş. dinlenmiştir. İ.A.Ş. yaptığı askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılında Yüksekova’da bulunduğunu, yargılamaya konu olayı ne gördüğünü ne duyduğunu beyan edip sanıkları tanımadığını söylemiştir. 4/10/2012 tarihli üçüncü celsede başvurucu Halit Tekçi’nin ifadesi alınmıştır. Başvurucunun daha önce verdiği ifadelerle benzer olan beyanının ilgili kısmı şöyledir: “... S... isimli bir şahıs ve ismini bilmediğim bir şahıs oğlumun ve başkalarının gözaltına alındığını eğer para verirsem oğluma işkence yapmayacaklarını söylediler. Bende yardımcı olmalarını istedim. Bana mark vermemi istediler. Bin mark istediler. Ben parayı verdim. Bir bir buçuk saat sonra geldiler... Ben [S.ye] [N.T.yi] gördünmü dedim. Bana mayısın birinde mahkemeye götürecekler işkence yapılmayacak dedi. Gelen kişiler ifade verdiler. Serbest bırakıldılar. Ben hükümet konağında bekledim. Oğlumu sordum. Bana serbest bırakıldığını söylediler... .. denilen kişinin dükkanına 3 asker geldi. Askerin biri benim oturduğum dükkana geldi. Kendisinin [V]anlı olduğunu söyledi. Benimle [K]ürtçe konuşmamı söyledi. Ben [ye] dedimki bu askere soralım oğlumun akibetini biliyormu. Oğlum hakkında bilgin varmı diye sordum. Bana oğlunun eşgalini söyle dedi. [A.O.A.] ismini o askerden öğrendim. Senin oğlun bizim elimizdeydi. Oğlum kendisinin çoban olduğunu söylemiş. Ancak ona [PKK’lı] olduğunu söylemişler. Oğlum başka bir köye gidecekti. [A.O.A.] operasyon komutanıymış... Bana askerlere ve [Y]üksekovadaki insanlara sor onlar bilirler dedi. Ben ancak bir kişi buldum. Yüksekovanın bir köyünde Me... isimli birini buldum. Bana Me... isimli bir şahıs o gün nöbette olduğunu dışarı çıkmadığını [söyleyip] [Y.Ş.] isimli birini tarif etti. [Y.Ş.nin] birliğinin [B]oludan [Y]üksekovaya geldiğini öğrendim. Vanlı asker ne demişse [Y.Ş. de] aynısını söyledi. [Y.Ş.] olaydan haberdar olduğunu ancak korktuğunu söyledi. Kendisinin ikinci bölükte olduğunu oğlumu birinci bölükte yakaladığını ve oğluma sığınak göstermesi için baskı yap[ıldığını] [anlattı]. Oğlum suç işlemediğini [söylemiş]. Gözümün önünde oğlumun öldürüldüğünü ancak benim oğlum olup olmadığını bilmediğini [söyledi]. [O]ğlum ile [Y.Ş.] sessizce öldürülmeden önce görüşmüş... Oğullarımın fotoğraflarını alıp [Y.Ş.ye] gösterdim. Bana beş fotoğrafın arasından [N.T.nin] fotoğrafını kaldırdı... Bu görüşmelerim oğlumun kaybolmasından 15-20 gün sonra olmuştu...” Aynı celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilinin olay yerinde keşif yapılmasına ilişkin talebi Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu Halit Tekçi ile vekillerinin de hazır olduğu 18/12/2012 tarihli dördüncü celsede tanık H.A. dinlenmiştir. H.A. ifadesinde soruşturma aşamasında alınan beyanlarına benzer söylemlerde bulunup ilave olarak olayın gerçekleştiği tarihte karargâh bölüğünde sıhhiye eri olduğunu, N.T.ye işkence yapıldığını, arkadaşı Mu.T.den duyduğuna göre N.T.nin A.O.A.nın emri ile bir subay tarafından öldürüldüğünü, davayı genel ağdan (internet) öğrendiğini ifade etmiştir. Aynı celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri, davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesini ve sanıkların tutuklanmasını talep etmiştir. Yasal imkânsızlık nedeniyle davanın nakli talebini reddeden Ceza Mahkemesi mevcut delil durumunu, sanıkların sabit ikametgâhlarının bulunmasını ve dosyanın geçirdiği safahatı gözeterek sanıkların tutuklanmasına yönelik talebi yerinde görmemiştir. Ceza Mahkemesi 5/3/2013 tarihinde yapılan beşinci celsede tanık Y.Ş.nin ifadesini almıştır. Y.Ş. soruşturma aşamasındaki beyanlarıyla benzer beyanda bulunup operasyona sabah saatlerinde gittiklerini ancak N.T.nin saat 00’ten sonra öldürüldüğünü, olay yerini hatırladığını, istenirse gösterebileceğini ifade etmiştir. Başvurucu Halit Tekçi ise başka hususlar yanında N.nin beyanına göre A.O.A.nın N.den on adet AK-47 tüfek istediğini, N.nin söz konusu tüfekleri ücreti karşılığında temin ettiğini, A.O.A.nın bu tüfeklerin teröristlerden ele geçirildiğini söyleyerek binbaşılığa terfi ettiğini, bölgenin koşullarından dolayı nisan ve mayıs aylarında teröristlerin olayın gerçekleştiği yere gelmediğini, bu nedenle olay tarihinde teröristlerle bir çatışma yaşanmasının mümkün olmadığını söyleyip olay yerinde keşif yapılmasını ve davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesini istemiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden biri 1995 yılı Nisan ayında Gelibolu’dan Hakkâri’ye giden bütün askerlerin tanık olarak dinlenmesini talep etmiş, bir başka vekil de Hakkâri bölgesinde 1990 yılından 2013 yılına kadar kaç kişinin kaybolduğu konusunda ilgili yerlerle yazışma yapılmasına ilişkin talebini dile getirmiştir. Duruşmada hazır bulunan ve başvurucu Halit Tekçi’yi temsil edip etmediği tespit edilemeyen bir avukat, sanıkların tutuklanmasını istemiştir (Aynı celsede bazı dernekler adına duruşmaya katılan bir kısım avukatın davaya katılma talepleri daha sonraki bir celsede kabul edilmiştir. Bahsi geçen avukatların bazılarının aynı zamanda başvurucu Halit Tekçi’yi temsil ettiği anlaşılmıştır.). Ceza Mahkemesi verdiği başka ara kararları yanında;- Genelkurmay Başkanlığı tarafından gönderilen yazı ve eklerinde isimleri geçen tüm tanıkların ifadelerinin alınması için bulundukları mahal mahkemesinden istinabe talep edilmesine,- Yukarı Ölçek mezrasında insan kemiği ve diğer delillerin araştırması amacıyla Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına, - Katılan vekilinin ek iddianame tanzim edilmesine ilişkin talebinin reddine (Talebin kim tarafından ne zaman dile getirildiği saptanamamıştır.),- Yasal olanak bulunmadığından davanın nakline yönelik talebin reddine, - Sanıkların bağlı oldukları komutanlıklara yazı yazılmasına dair talebin reddine (Talebin kime ait olduğu belirlenememiştir.),- Kayıp şahıslarla ilgili yazışma yapılmasına ilişkin istemin reddine,- Dosya içeriği, delil durumu, olayın üzerinden geçen zaman, sanıkların kaçma teşebbüslerinin bulunmaması ve sanıklar yönünden delilleri karartma şüphesi söz konusu olmadığından tutuklama talebinin reddine karar vermiştir. Yargılamanın başından itibaren 1995 yılında Yüksekova’da bulunan bazı rütbeli askerler ile Genelkurmay Başkanlığının gönderdiği 15/2/2012 tarihli yazının ekindeki listede isimleri bulunan bir kısım tanığın beyanlarının alınması için farklı mahallerdeki birçok mahkemeden istinabe talep eden Ceza Mahkemesi, anılan ara kararı (bkz. § 28) doğrultusunda 1995 yılında Gelibolu’daki 18’inci Zrh. Tug. Mknz. P. Tb. Bl. Kom. ile Bl. Komutanlığı emrinde görev yapan bütün askerlerin ifadelerinin alınması için çaba göstermiş ve böylece olay hakkında bilgi sahibi olma ihtimali olan kişilerin çoğunu istinabe yoluyla dinlemiştir. i. Olay hakkında görgüye ya da duyuma dayalı bilgi sahibi olduğunu ileri süren bir kısım tanığın ifadesi şöyledir: H.Ü.:“...[B]en 1994’te acemi birliği olarak Isparta’ya gittim. Oradan Çanakkale Gelibolu’ya geçtim. Oradan da bizi Hakkari’ye gönderdiler. Bana Yüksekova çıktı. Yüksekova’da mekanize bir üst bölgesi vardı... [S]anık [A.O.A.] yüzbaşı idi. Sanık [K.A.] teğmendi. [K.A.] bizim bölükteydi. Bizim bölük komutanı ise S... yüzbaşıydı... [B]en operasyonlara da sanıklar [A.O.A.] ve [K.A. ile] birlikte katılıyordum... [Bir] operasyon sırasında 30-35 yaşlarında bir tane köylüyü yakalanmış şekilde ben gördüm, ancak hangi bölük yakaladı tam olarak hatırlayamıyorum, Dört beş gün bu kişiyi gezdirdiler, dağlardaki sığınakları göstermesini istediler, ben de bu sırada yanlarındaydım. Yani tüm tabur birlikte operasyondaydık. Bu yakalanan köylü ben terörist değilim, ben köylüyüm, çocuklarım var diyordu... Sanık [A.O.A.] biz askere hitaben bu köylü yalan söylüyor. Bu teröristtir, dedi. Sanık [A.O.A.] da oradaydı. Diğer rütbelilerde vardı. Ama isimlerini hatırlayamıyorum, Sanıklar [A.O.A.] ve [K.A.] bu köylüyü dövdüler, karın üstüne attılar, bu köylü ile aramda 20-30 metre mesafe vardı. Sanıklar [A.O.A.] ve [K.A.] askerlere hitaben köylüye ateş edin dediler. 25-30 tane asker söylediğim köylüye ateş ettiler. Köylüyü öldürdüler. Cesedini de gördüm, delik deşikti. Rütbelilerde tabancalarıyla ateş ettiler. Benim gördüğüm budur. Ben daha sonra olay yerinden ayrıldım... Ben bu köylünün öldürüldükten sonra cesedini bir mayının üzerine bırakılarak uzaktan kumanda ile patlatıldığını görmedim. Daha sonradan öyle bir duyum aldım... [B]u ölen köylünün üzerinde terörist kıyafeti yoktu ve sivil elbiseler vardı. Biz ölen kişiyle dört beş gün birlikte dağları dolaştık. Ölen bize her hangi bir sığınak göstermedi. Bize devamlı olarak köylüyüm diyordu, benim çocuklarım var. İşim var diyordu. [S]anık [A.O.A.] bu köylünün öldürülmesi emrini biz askerlere verdi... Sanıklar [A.O.A.] ve[K.A.] ölen köylüye tabanca ile ya da tüfeklerle ateş ettiler. Bunu gördüm. Tanık [Y.Ş.] bölük komutanın postasıydı onu hatırladım. Yüksekova’ydı. Tanık [H.A.yı] hatırlayamadım. Ben sanık [K.A.nın] diğer sanık [A.O.A.ya] komutan isterseniz onu vurayım, emir ve komutayı bana verin dediğini hatırlamıyorum...”K.:“...[B]bir [şahsın] yakalandığını işkence yapılıp sorgulandığını, daha sonra mağaraları göstermek için dağa çıkarıldığını ve daha sonra da belirtilen şekli ile askerler tarafından kurşuna dizildiği ve sonra da bomba ile parçalandığı olayı doğrudur. Ben bizzat bomba ile patlatma olayını görmedi[m]. Ancak biz olay yerinden ayrıldıktan sonra bir müddet sonra bomba sesi geldi... Çocuğu komutan götürürken komutanı da kendi yanına çekmeye çalıştığı için bak giderken bile yanında birilerini götürmek istiyor dediğini hatırlıyorum. Hatta olaydan sonra bir arkadaşım Van’lıydı ateş etmemişti[.] Yine bir kaç kişi daha ateş etmemişti. Tüfeklerin namluları kontrol edildi. Ateş etmeyen kişiler tespit edilerek onlarda sorgulandı. Ben [a]teş etmiştim... [K]omutan olarak söylediğim kişinin adı [A.O. idi.] O zamanki rütbesi Yüzbaşıydı. Ancak ben terhis olmadan binbaşı olmuştu. Fakat soyadını hatırlamıyorum... Ayrıca çocuğu atış mangasının karşısına geçirirken arkadan ellerini kelepçelediler... [N.T.yi] ismen tanımıyorum[.] Nasıl nerde yakalandı onuda bilmiyorum[.] Ancak bölükte konuşuluyordu...”H.T.:“1995 yılında ben Yüksekova’da askerlik yapıyordum. İsmini hatırlayamadığım bir kaçakçı yakalanmıştı. Onu bölüğe getirdiler, işkence yaptılar ve son gün bu kişiyi götürerek öldürdüler. Toplu olarak askerlerin hepsine ateş edin dediler ancak ben ateş etmedim. Bölük astsubayı olan komutanımız bu emri verdi, ancak ismini hatırlamıyorum. Öldürdükten sonra dinamit ile patlattılar. Emri veren kişi [A.O.A.] olabilir, ancak aradan zaman geçtiği için hatırlayamıyorum.”A.E.:“...Ben askerliğimi 1993 yılında Çanakkale ili Gelibolu İlçesinde Ortaköy Gelibolu Piyade Taburunda piyade olarak askerliğimi yaptım. Ancak aynı yıl içinde bölüğümüzün ana üst bölgesi olan ... Dağ Komando taburuna bağlı idik. O bölgede askerliğimizi yaptık. [A.O.A.] bizim taburun komutanıydı. Biz operasyonlara 4-5 tim olarak operasyona katılmıştık. Benim hatırladığım kadarıyla Hakkari Yüksekova’ya bağlı bir köyde çatışma olmuştu. O [ç]atışmada bir terörist sağ olarak ele geçirilmişti. Daha sonrasında biz yine operasyona çıkacakken bir teröristin yakalandığını ve bize yol göstereceğini söylediler. Ancak biz bu şahsın terörist olduğunu bilmiyordu[k]. Elleri bağlı olan şahsın daha sonradan bize terörist olduğunu Suriyeli olduğunu bize sığınakları göstereceğini söylediler. Şahıs bizi sığınağa götüremedi. ’[B]en sığınağı bulamam’ demiş, ben time bağlıydım... [A.O.A.nın] bahse konu operasyona katılıp katılmadığını tam olarak hatırlamıyorum. Adını tam olarak bilmediğim başka bir tim komutanı [B]u adam sığınakları bilmiyor. Bizi pusuya düşürecek.’ diyerek bu şahsın tim komutanları tarafından bu şahsı askerlerin arasından alarak başka bir yere götürdüler. Götürdükleri yer yokuşun arkasıydı. Orada bu şahsa ne yapıldığını bilmiyorum. Daha sonrasından bir çatışma ortamı yaratılmaya çalışılarak bütün askerlere atış emri verildi. Ancak biz iddianamede belirtildiği gibi şahsa değil uçurum arasındaki boşluğa toplam 5 tim ateş etti. Nasıl olduğunu görmedim...”A.K.:“1995 yılında Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde Çobanpınar Karakolunda askerlik yaptım, burada askerliğimi yaparken benim bulunduğum bölük güvenlik amacı ile arazi taramasına çıkmıştı, diğer bölük iddianamede adı geçen tanımadığım [N.T.yi] karşıda görüş alanımız içerisinde arazi alanı içerisine getirdiklerini gördüm, daha doğrusu biz arazi taraması için çıkarken adam diğer bölüğün yanındaydı, ben gözümle gördüm, daha sonra biz tarama için araziye çıktık, onlarda diğer tarafın güvenliğini sağlamak için ilerledik, biz bulunduğumuz yerden dere yatağından silah seslerinin geldiğini duyduk, ben bu aşamaları görmedim, timler birleştiği zaman oradaki askerlere ne oldu diye sorduk, ismi geçen şahsın kaçmaya çalıştığını, bunun üzerine askerler tarafından vurulduğunu söylediler, ben ateş edilme olayını görmedim ancak duydum, silah sesini de duydum...”F.:“...[O]layların bir kısmını hatırlıyorum aradan uzun zaman geçtiğinden dolayı bazı şeyleri hatırlamıyorum[.] [B]en olay tarihinde Yüksekovada askerliğimi yaptım, hatırladığım kadarı ile bir operasyon esnasında birisinin yakalandığını hatırlıyorum, bu şahıs silahları ve arkadaşlarının yerini gösterecekti, ben o tarihte çevre güvenliği aldığımdan dolayı olayların nasıl geliştiğini hatırlamıyorum ancak K... Teğmenin komutayı bana verin ben halledeyim, ben öldüreyim dediğini hatırlıyorum, yakalanan şahsı bizzat görmedim söylediğim gibi çevre güvenliği aldığımızdan dolayı şahsın vurulma anını görmedim ancak silah sesi ve patlama sesi duyduğumu hatırlıyorum.”H.G.:“Ben askerlik görevimi 1994-1996 yıllarında Hakkari Yüksekova’da yaptım, olay tarihinden bir gün önce biz arazide dururken gece teröristler tarafından baskın yedik, çatıştık, bize baskın yapanların etrafını sardık ve hemen hemen 10 kişi yakaladık, ertesi gün yakaladığımız iki kişinin teröristlerin yerlerini bize göstermeleri amacıyla üç tim olarak olay tarihinde operasyon için görev aldık, o iki kişi bize teröristlerin yerini gösterecekti ama onların kim olduklarını bilmiyorum, bize teröristlerin bulunduklarını iddia ettikleri mağaraya gittik ancak mağara boş çıktı hiçbirşeyle karşılaşmadık, durum böyle olunca o iki kişiden bir tanesi için ismini şuanda hatırlamadığım bir yüzbaşı bizlere hitaben ismini ve doğum tarihini söyledi, katıldığı eylemleri okudu, bize yanlış bilgi vermek ve yanlış adres göstermesinden dolayı infaz edileceğini bildirdi... [Ü]ç timden 50 civarı kişiyi görevlendirerek ateş edilmesini istedi ve orada infaz edildi, diğer şahıs ise öldürülmedi...”Ü.Y.:“...Yüksekova [i]lçesinin ismini hatırlayamadığım bir köy[ün]de[ki] taburda askerlik görevimi yaptım, o dönem ismi iddianamede belirtilen [A.O.A.] bizim taburda yüzbaşı olarak görev yapardı, biz ara ara operasyonlara çıkardık, gününü tam hatırlayamadığım bir gün de operasyondayken koyunlarını otlatmakta olan ismini bilmediğim bir çoban gördük, çobana hangi köyden olduğunu sorduk, kendisi bizi köyüne götürdü, babası bizim yanımıza gelerek çobanın kendisinin oğlu olduğunu söyledi, oradaki rütbeliler de bu çocuğun çoban olmadığı peşmerge kıyafetiyle dolaştığını ve bu çobanın PKK mensubu biri olduğunu söylediler, benim gördüğüm kadarıyla o bölgedeki insanların bir çoğu peşmerge kıyafetiyle dolaşırdı, daha sonra çobanı yanımıza alarak dağa götürdük, çobanı benim bulunduğum yerden bayağı bir uzaklığa götürdüler, benden bayağı bir uzak bir mesafede silah sesleri geldi, daha sonra bu çobanın öldürüldüğünü öğrendim, bu çobana kimin ateş ettiğini görmedim... [O]lay tarihinde askerlik görevimi yerine getiriyordum, ancak hangi tarihler arasında olduğunu aradan uzunca bir zaman geçmiş olması nedeni ile şuan hatırlamıyorum... [B]iz arkadaşlarımız arasında bu çobanın öldürüldüğünü konuşuyorduk.” H.Y.:“Ben Yüksekova da askerdim. Bahsedilen şahsı yakalamışlar şahısta PKK nın yerlerini biliyorum. Göstereceğim demiş. Şahsı 3 gün 3 gece gezdirmişler daha sonra şahsı el bombası ile öldürmüşler ancak ben taburda çaycı olarak görevli idim operasyonlara çıkmıyordum. Olayları görmedim. Sadece duydum. [A.O.A.] ve [K.A.nın] şahsı öldürdüğünü duydum.”Ç.A.:“...1995 yılının ilk baharıydı. Karlar erimeye başlamıştı... [K.A.] benim bölüğümdeki teğmendi. Sanık [A.O.A.] ise yüzbaşıydı. Hatta yeni bin başı olmuştu, ancak benim bölük komutanım değildi. Ben kendi bölük komutanımın ismini hatırlayamıyorum. Köylere operasyona çıkıyorduk. 20-25 köylüyü yakaladık. Terörist olduğundan şüphelenmiştik. Bunların bir tanesi hariç diğerleri daha sonradan serbest bırakılmış, Ben serbest bırakılmayan köylüyü görmedim, hatırlayamıyorum, diğer operasyondaki askerler ve komutanlar köylüyü dört beş gün dağlarda gezdirmişler. Teröristlerin sığınaklarını göster demişler. Bir şey bilmediği için sığınakları gösterememiş. Ben bunları diğer bölük arkadaşlarımdan duydum. Daha sonra bu köylüyü dağda kurşunlayarak öldürmüşler ve cesedini de mayın koyup patlatmışlar. Bu köylüyü askerler ve rütbeliler birlikte ateş ederek öldürmüşler, 20-25 asker ateş ederek öldürmüşler, askerlere K... teğmen ateş edin, vurun diye emir vermiş... Ancak başlarında da [A.O.A.] yüzbaşı varmış, [A.O.A.] yine [K.A.] teğmene bu köylüyü öldürün diye emir vermiş mi onu bilmiyorum, tanık [Y.Ş.] Yüzbaşının postası idi heralde Yüksekova’lıydı. Tanık [H.A.yı] hatırlayamadım...”S.T.:“...Birliğe gittiğimiz zaman diğer arkadaşlardan böyle bir söylenti duydum, kimden duyduğumu hatırlamıyorum. Nasıl öldüğünü hatırlamıyorum... Benim duyduğum çatışma sırasında bir köylünün öldüğüdür...”K.Y.:“...1995 Yılı Nisan Ayında bu olayın olduğunu duydum. Ben o tarihde daha asker değildim. Ben Hakkari ili Yüksekova ilçesine dağıtım nedeniyle 1995 yılının 10 veya aylarda intikal ettim... Bana anlatılan olayın olup olmadığını bilemiyorum. Ancak, bu olayı oradaki arkadaşlardan duydum, [A.O.A.] ben oraya gittiğimde taburda binbaşı rütbesindeydi. [A.O.A.yı] şu anda hatırlayacak kadar hafızamdadır. Çünkü kendisi çok sinirli, asabiyetli, köylülerin kendisinden çekindi[ği], adeta titrediği bir insan olduğundan dolayı halen hafızamdadır... Bu olayın olduğunu bölükteki arkadaşlarım arasında konuşulurken duydum, nasıl duyduğum şeklide şöyle ki; arkadaşlara köylülerin neden [A.O.A.dan] bu kadar korktuklarını sorduğumuzda, bizden daha önceki asker arkadaşlarımız yani önceki tertipler 4/3 ve 4/4 arkadaşlar cevaben ‘[A.O.A.] köyden kelle getirir, o kadar sinirlidir, ona dikkat edin, onun yanında yanlış yapmayın’ derlerdi...”E.Ö.:“Ben 1995 yılında Hakkari Yüksekova’da er olarak askerlik vazifemi yapıyordum, benim bulunduğum bölüğün komutanı sanıklardan [A.O.A. idi], iddianamede anlatılan olaylar sırasında ben rahatsızlığım nedeniyle operasyona katılamamıştım, bu nedenle de [N.T.] isminde birinin öldürülmesi hadisesini görmedim, ancak bildiğim kadarıyla iddianamede anlatılan olayın olduğu operasyonda sanıklar [K.A. ve A.O.A.] vardı, operasyondan sonra arkadaşlarımdan duyduğuma göre de bu ölen şahıs, teröristler adına çalışıp, bölgede çoban gibi dolaşan bir şahısmış, askerlerimiz de bu şahsı teröristlerin olduğu yeri göstermesi için bir müddet gezdirmişler, ancak bu çocuk teröristlerin yerlerini göstermemiş, bilmediği için mi yoksa kasten mi göstermediğini bilmiyorum, akabinde de bu çocuğu bir kayaya bağlayarak el bombası ile patlatarak öldürmüşler.”İ.Ç.:“...[A]skerliğimin bitimine 6 ay kala bizi Hakkari Yüksekova’ya görevli olarak yolladılar... [Z]annedersem Ağustos sonrası Eylül gibi terhis oldum, dolayısıyla son 6 ay görev yaptığım için 1995 yılının Ocak veya Şubat aylarında Yüksekova’ya göreve gitmiştik, ben bana bahsetmiş olduğunuz olaya bire bir görgü şahidi olmadım, ancak görev yaptığım bölükte ve diğer bölükteki görevli arkadaşlardan böyle bir olay olduğunu duyuyorduk, dağlarda tim olarak ayrılarak intikale gittiğimizde kimi timdeki beraber görev yaptığımız arkadaşlar bana bahsetmiş olduğunuz olayı anlatıyorlardı, ancak anlatan kişinin kim olduğunu şu an hatırlamıyorum, fakat anlatan kişi ya da kişiler bizzat olayı yaşayan kişilermiş, anlatımlarından bunu anlıyordum, söylediklerine göre dağda iken buldukları bir çobanı kaçması ve terörist sanmaları nedeniyle başlarındaki komutanın yakalayarak TNT patlayıcı üzerine koyup ardından görevli askerleri karşısına alarak ateş ettirip öldürttüğü konuşuluyordu, bu olay zamanla bölük içerisinde kulaktan kulağa yayıldı...”Eş.S.:“...[B]öyle bir olayı duydum. Bir şahıs yakalanmıştı çoban veya PKK lı olduğu söyleniyordu. Ben bu şahsı gördüm. 1 hafta yer göstermesi için gezdirdiler. Daha sonra [K.A.nın] timinin bu şahsı öldürdüğünü duydum. Gözümle görmedim. [A.O.A.] komutanı hatırlıyorum bütün taburdan sorumluydu. Yüzbaşı idi. Ben bu olayları diğer arkadaşlardan duydum. Duyduğuma göre mayınla o şahsı patlatmışlar...”Mur.T.:“Ben 1974/2 tertip olarak Manisa Batıkışla’da askerliğe başladım. Yıl 1994 ya da 1995’di. Bir buçuk ay kaldıktan sonra, Çanakkale Gökçeadaya oradan da Gelibolu’ya gittim. Daha sonra bizi Van’a gönderdiler, oradan da Yüksekova’ya gittim. 1995 yılı nisan aylarıydı... Benim komutanım H... Üsteğmendi. [K.A. da] birinci tim komutanıydı. [A.O.A.] binbaşıydı. Bizim birliklerin bağlı olduğu komutandı... Operasyona çıktığımız bir günde, Onbaşılar köyüne gittik. 7-8 timdik. Timlerden birisi bana sormuş olduğunuz N... ismindeki bir köylüyü ve diğer bir çok köylüyü getirdi. Aylardan dokunzuncu ay olması gerekir, yıl 1995’di. [B]u N... isimli köylüyü ve diğer köylüleri, diğer timler adını hatırlayamadığım bir Yarbay’ın çadırına götürdüler. Çadırda, sorguya aldılar. Daha sonra N... adındaki köylüyü, sanık [K.A.nın] komutanı olduğu tim alarak dağa doğru götürdü. Ben o timin içinde yoktum... [K.A.nın] olduğu tim ve köylü [N.T.] hep birlikte operasyon bölgesine yani dağlara doğru gittiler. Bir gün sonra biz çadırdayken [K.A.nın] timi, geri döndü... Ben bu timdeki arkadaşlarıma sorduğum da, bana, N... ismindeki vatandaşı öldürdüklerini söylediler. Emri verende [K.A.] teğmenmiş, bazı asker arkadaşlar ateş etmek istememiş, onları da cezalandırmışlar, [A.O.A. da] olay yerindeymiş, [K.A.] timleri sıraya geçirmiş ateş emri vermiş, askerlerde ateş etmişler... Bu olayı en iyi bilen [K.A.nın] timindeki Yüksekovalı [Y.Ş.] ismindeki askerdir... Bana öldürme olayını anlatan askerlerin adlarını hatırlayamıyorum...”E.:“... Bölükteki bir arkadaş’ın bana anlattığı kadarıyla yakaladıkları bir çoban’a ‘[A.O.A.] bize pkk’nın yeri göster’ dedi. Çoban da ben böyle bişey bilmiyorum diyince binbaşı orada bulunan bütün askerlere ateş emri verdi. Söz konusu çoban’ın elleri arkadan bağlıydı. Ateş ettikten sonra cesedi tekrar geri getirdiler ve cesedin altına mayın bıraktılar. Sonra parçalanan cesedin parçalarını oradaki askerler bir araya getirdi ve olay yerine gömdük... Bu olayın yaşandığı iddia edilen yer [A]şağı [Ö]lçek köyünün yukarı kısımlarındaki üst bölgedir. Bana da bu olayı anlatan söz konusu bölgeye operasyona giden Bölükteki bir arkadaştır. Olayın üzerinden epey zaman geçmesi nedeniyle o arkadaşın ismini hatırlayamıyorum. Ben sadece bu şahsı tabura getirdiklerinde 5 dk gördüm. Başka da görmedim...”K.:“Ben 1994-1995 yılında Hakkari Yüksekovada askerdim... Ben tarafıma okunan maktül [N.T.nin] öldürülmesi olayını görmedim. Ancak çoban diye Kuzey Irak ta PKK’lı birinin yakalandığını, dağa götürüldüğünü, mağaralar gösterilerek nerede yatıldığını sorulduğunu, sonra mağaralarda bir şey çıkmayınca tek başına bir tepeye konulduğunu, ve vurulduğu yolunda arkadaşlar arasında dedikodu mahiyetinde duydum. Ancak gördüğüm bir şey yoktur...”Ah.K.:“... 07/10/1995 tarihinde Hakkari Yüksekova’ya gittik. Yüksekova’da 7-8 km ilçenin dışında çadırlarda kaldık ve 27/10/1995 tarihinde Hakkari Yüksekova’dan ayrıldık yani Yüksekova kırsalında ortalama 20-22 gün kalmış olduk... Yüksekova’ya gittiğimizde iddianamede anlatılan olay tabur içinde konuşuluyordu. Ben o dönemde bu olayı bizzat gören kimseyle karşılaşmadım ancak teröristlerin yerini göstermeyen bir kişinin öldürüldüğü konuşuluyordu ama bu konuda net bir bilgiye sahip değilim. Ayrıca öldürülen şahsın iddianamede geçen [N.T.] olup olmadığını da bilmiyorum...”Ö.G.:“...[S]oyadını hatırlayamamakla birlikte [A.O.] isimli bir yüzbaşının ve Azrail K.. lakabıyla tanınan bir teğmenin bizim birliğimizde görev yaptığını düşünüyorum. Buna karşın olayın geçtiği bildirilen Armutlu mezrası bizim görev yaptığımız bölgede bulunmuyordu... [B]en kesinlikle askerlik görevim sırasında [N.T.] isimli sivil vatandaşın adı geçen sanıkların emriyle askerler tarafından kasten öldürüldüğüne ilişkin herhangi birşey duymadım. Bölükte diğer asker arkadaşlarımın arasında da bu olaya ilişkin ayrıntılı bir konudan haberdar olmadım. Ancak yakın zamanda iddianamede belirtilen olaylarla ilgili basında çıkan bir takım haberleri duydum. Askerlik sürecinde soyut anlatımlarla bu tür öldürme olaylarının olduğu askerler arasında anlatılıyordu...”Mu.S.:“...1995-1996 yılları arasında Hakkari Yüksekova’ ya göreve gittik fakat hangi tarih olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum, biz burda gezici birliktik bana söz ettiğiniz iddianamede adı geçen müşteki Halit Tekçi’ yi tanımam, sanık [A.O.A.yı] ismen duydum bu şahsın asker mi yoksa rütbeli mi olduğunu hatırlayamıyorum, çünkü aradan 18 sene gibi bir süre geçti, iddianamede bahsedildiği gibi [N.T.] isimli bir şahsın [A.O.A.] ve orda görevli askerler tarafından vurulduğuna şahit olmadım... [S]adece bölükte askerler arasında böyle bir konuşmanın söylendiğini duydum, bu konuşmaları yapan askerleri de hatırlayamıyorum...”A.Ö.:“...Gelibolu Ortaköy Zırhlı tugayında 5-6 ay kadar eğitim aldık bu sürenin sonunda. Hakkari Yüksekovaya gönderildik... [B]enim terhis olduğum tarih 27 Ekim 1995’ tir, okuduğunuz iddianameye ilişkin sadece duyumdan ibaret bilgim vardır. [A.O.A.] bizim görev yaptığımız Bölüğe Bölük komutanımızın psikolojik olarak rahatsızlık geçirmesi sonucunda bizim orada ki Ya da Ayımızda komutan olarak gönderildi. [K.A.] isimli teğmen Bölükte görevliydi. Tanık olarak beyanlarından bahsettiğiniz [Y.Ş.yi] tanımıyorum [H.A.] ise Bölükteydi. Ben görev yaparken sivil bir[inin]... dağa operasyona askerlerin yanında götürüldüğünü 18 kişilik Tim tarafından K... Teğmenin emri ile ateş edilerek yani kurşuna dizilerek [ö]ldürüldüğünü duydum. K... Teğmen’ in bölük komutanının bilgisi haricinde ya da dahilinde gerçekleştirip gerçekleştirmediğini bilmiyorum... [A]nlatan kişilerin isimlerini anımsamıyorum... Ben bu olayı yaşandıktan 20 gün falan sonra duydum...”Yu.B.:“...Arkadaşlarımdan duyduğum kadarı ile [N.T.] olduğundan emin olmadığım yakalanan 1 terörist sanık ve askerler tarafından yer tespiti amacıyla araziye gitmişler, daha sonra bu terörist orada öldürülmüş. Ancak ben kimin ne şekilde bu teröristi öldürdüğünü bilmiyorum...”Me.K.:“...[B]öyle bir olayı taburun bulunduğu mevkiide Havan mevzisindeki arkadaşlardan duydum...”A.B.:“...[B]aşka bir timdeki görevli asker arkadaşlardan elleri kelepçeli bir teröriste diğer teröristlerin yerini göstermesini istediklerini, göstermeyince onu kurşuna dizdiklerini söylemişlerdi, benim görgüye dayalı bir bilgim yoktur...” Z.K.:“...[Olayı] [t]aburda görevli askerlik görevini yapan diğer asker arkadaşlarımdan duydum. Maktulün önce sorguya çekildiğini, sonra kurşuna dizildiğini, daha sonra cesedinin mayının üzerine bırakılarak patlatıldığını söylüyorlardı. Ancak bunları kimin yaptığını bilmiyorum...”Hı.A.:“...İddianameye konu olayı o dönemde bölükte ve arkadaşlarım arasında bahsi geçtiği için duydum. Bir [köylünün] öldürüldüğünü söylenti olarak aktardılar. Ancak kimin öldürdüğünü o koşullarda kimse net olarak bir şey söylemediğinden tam olarak söylemiyorlardı. [A.O.A.] bizim tabur komutanımızdı. [A.O.A.nın] [N.T.yi] öldürdüğüne dair ben bir şey duymadım...”B.A.:“... Söz konusu olay ben askere gitmeden önce olmuştu. Çünkü biz oraya giderken bölükteki arkadaşlarımız olayı bize bu şekilde [iddianamede anlatıldığı şekliyle] anlattılar...” ii. Ü.Y. bir başka ifadesinde çoban olarak belirttiği kişinin 16-17 yaşlarında olduğunu, üçüncü bölüğün komutanı olan, ismini hatırlayamadığı bir yüzbaşının emriyle çobanın öldürüldüğünü, K.A.nın çobanın öldürülmesi yönünde bir emir vermediğini, aradan uzun zaman geçmesi nedeniyle üçüncü bölüğün komutanı olan A.O.A. ile K.A.yı görse tanıyamayacağını beyan etmiştir. iii. H.A., N.T.nin başına gelenleri asker arkadaşı Mu.T. ile Uzm. Çvş. Yun.B.den duyduğunu söylemiştir. Bununla birlikte Mu.T. yargılamaya konu olay hakkında bilgisinin olmadığını beyan etmiştir. iv. Ce.K. olayı başkalarından duyduğunu ifade etmiştir. v. E.E. askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılının yaz aylarında Yüksekova’ya gittiğini, böyle bir olayın askerler arasında konuşulduğuna şahit olduğunu ancak olayın ayrıntılarını hatırlamadığını söylemiştir.vi. R.G. olayı görmediğini ancak bazı asker arkadaşlarından duyduğunu beyan etmiştir.vii. Yu.K. 1995 yılında birisinin öldürüldüğünü duyduğunu ancak kimin kim tarafından nasıl öldürüldüğünü, ölenin çoban mı yoksa terörist mi olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. viii. Ay.B. askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılı Şubat ayında Hakkâri’ye gittiğini, bölükteki askerler arasında olay hakkında bir söylenti duyduğunu ancak olayın içeriğini bilmediğini söylemiştir. ix. 1995 yılında havan takım komutanı olarak Yüksekova’da bulunduğunu ifade eden , yargılamaya konu olay hakkında hiçbir şey duymadığını söylemiştir.x. Be.A., Yüksekova 1/18 Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Mekanize Piyade Bölüğünde takım komutanlığı görevini yaptığını, sanıkları tanıdığını ancak yargılamaya konu olayı duymadığını beyan etmiştir.xi. F.S. 1995 yılının Nisan ayından aynı yılın ekim ayına kadar Hakkâri’de iç güvenlik tim takım komutanı olarak görev yaptığını, yargılamaya konu olayın yaşanmadığını ifade etmiştir.xii. İ.K., teğmen olarak görev yaptığı taburun 1995 yılının Nisan ayında Yüksekova’ya gittiğini, bu nedenle altı yedi ay süreyle Yüksekova’da bulunduğunu fakat yargılamaya konu olayı ilk defa duyduğunu söylemiştir. xiii. E.K. 1995 yılında iki ay süreyle gezici bölük olarak Yüksekova’da bulunduklarını, kimseyi kurşuna dizmediklerini, yargılamaya konu olay gibi bir olay yaşansaydı mutlaka şahit olacağını zira bölük olarak hep birlikte hareket ettiklerini söyleyip konuya ilişkin herhangi duyumu olmadığını eklemiştir.xiv. O.B. olay tarihinde uzman çavuş olarak Yüksekova’da bulunsa da olayla ilgili hiçbir bilgisinin olmadığını söylemiştir.xv. A.U., A.O.A.yı olay tarihinde aynı yerde görev yapmaları nedeniyle tanıdığını, 1995 yılı Nisan ayında Yüksekova’ya geçici olarak görevlendirilmesi nedeniyle gittiğini, olay hakkında bilgi sahibi olmadığını ancak yargılamaya konu olay gerçekleşseydi mutlaka haberinin olacağını beyan etmiştir. xvi. Me. 1995 yılında Nisan ayında Yüksekova’da subay olarak görev yaptığını, yargılamaya konu olayın gerçek olmadığını, düşüncesine göre Y.Ş.nin terör örgütünün yönlendirmesi sonucu o şekilde ifade verdiğini, yargılamaya konu olay yaşansaydı mutlaka tabur içinde duyulacağını ifade etmiştir.xvii. 1995 yılının Nisan ayıyla Kasım ayı arasında Aşağı Ölçek’te yaklaşık altı ay süreyle askerlik hizmeti yapan ve sanık K.A.nın kendi bölüklerinde teğmen rütbesiyle görev yaptığını ifade eden B.Ö. olayı görmediğini ve duymadığını söylemiştir. xviii. R.Y., A.O.A.nın bölük komutanı olarak görev yaptığı birlikte askerlik hizmetini yaptığını, çok çatışmaya girdiklerini ancak yargılamaya konu olayı ne gördüğünü ne de duyduğunu, tahminine göre olayın hayal ürünü olduğunu ifade etmiştir. xix. T.S., A.O.A. ile Yüksekova’da yaklaşık bir yıl birlikte çalıştıklarını ve genel ağda okuduğu haberler nedeniyle olay hakkında bilgi sahibi olduğunu beyan etmiştir. xx. Na., yaptığı askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılında Yukarı Ölçek ve Aşağı Ölçek’te bulunduğunu, A.O.A.nın ikinci bölüğün komutanı olduğunu, kendisinin ise birinci bölükte olduğunu, yargılamaya konu olay hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını, böyle bir olay yaşansaydı mutlaka duyulacağını söylemiştir.xxi. Mur.S., olay hakkında bilgi sahibi olmadığını, Y.Ş.nin Yüksekovalı ve askerlik sırasında üst tertip olduğunu beyan etmiştir.xxii. S.İ. olay tarihinde 1/18 İç Güvenlik Taburunda bölük komutanı olarak görev yaptığını, olağanüstü hâlden dolayı görev yaptığı taburun Yüksekova’da görevlendirildiğini, 1995 yılının Nisan ve Temmuz ayları arasında yaklaşık üç ay Yüksekova’da bulunduğunu, iddianamede anlatılan olayın hayal mahsulü olduğunu söylemiştir.xxiii. Beyanına göre olay tarihinde Yüksekova’da bir buçuk ay kadar tabur ikmal subayı olarak görev yapan İ.A. iddianamede anlatılan olayın vuku bulmadığını söyleyip böyle bir olay gerçekleşseydi olayı mutlaka duyacağını ifade etmiştir.xxiv. Ş.B. “Ben 1995-1996 yılları arasında Gelibolu’da 1/18 [İç] [G]üvenlik [T]aburu olarak geçici görevle Yüksekovaya intikal ettim, tabur yazıcısıydım, intikal eden taburumuzda 100 yakın PKK sempatizanı vardı, bana giden birliğin yarısı geriye dönmeyecek diyerek psikolojilerimizi bozan sempatizanlar bulunmaktaydı, intikal ettiğimiz ilk günden itibaren PKK lılar tarafından sabahlara kadar saldırılara maruz kalıyorduk, bizim taburumuz alan savunması yapmaktaydı anlatılanlar iftiradır, ben taburda olan biten her şeyden haberim vardı, bölge PKK’lı kaynıyordu, ifade edildiği şekilde taburumuzda böyle bir olay meydana gelmemiştir, iftiranın sebebi taburumuzda PKK sempatizanı ve zayiyat vermeyen bir birlik olmasından ve başarı elde etmesinden kaynaklanmaktadır, sanıklar taburumuz personeli olduğu için tanırım.” demiştir.xxv. Geriye kalan tanıkların bir kısmı olayın gerçekleştiği iddia edilen tarihten önce askerlik hizmetlerinin sonra erdiğini, askerlik hizmetlerinin 1995 yılı Mayıs ayından sonra başladığını ya da askerlik hizmeti süresince Yüksekova’da görevlendirilmediğini ifade etmiştir. Bazı tanıklar ise olay hakkında ne görgüye ne de duyuma dayalı bilgilerinin olduğunu belirtip yargılamaya konu bir olay olsaydı muhakkak duyacaklarını söylemiştir. 10/5/2013 tarihli altıncı celsede beyanı tespit edilen tanık S.U. 1995-1997 yılları arasında yerine getirdiği askerlik hizmeti kapsamında Yüksekova’da yedi sekiz ay bulunduğunu ancak sanıkları hatırlamadığını, yargılamaya konu olayı ne gördüğünü ne duyduğunu söylemiştir. Başvurucu Halit Tekçi'nin vekillerinin sanıkların tutuklanmasına, sanıklar hakkında disiplin soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin araştırılmasına, sanık A.O.A.nın duruşmada hazır edilmesine, ölenin işkenceye uğradığı iddiası yönünden suç duyurusunda bulunulmasına ya da sanıklardan bu konuda ek savunma alınmasına, Genelkurmay Başkanlığına müzekkere yazılarak 1995 yılında Gelibolu’dan Yüksekova’ya gönderilen askerlere ait listenin istenmesine ilişkin talepleri Ceza Mahkemesince kabul görmemiştir. Ceza Mahkemesine göre 1995 yılında 18’inci Zrh. Tug. Mknz. P. Tb. Bl. Kom. ile Bl. Komutanlığı emrinde görev yapan tüm askerlere ait bilgilerin temin edilip söz konusu kişilerin ifadelerinin alınması için istinabe talep edildiğinden ayrıca Gelibolu’dan Yüksekova’ya gönderilen askerlere ait listenin istenmesine gerek yoktur. 12/7/2013 tarihinde yapılan yedinci celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri sanıkların tutuklanmasını, istinabe yoluyla ifadelerini alınan tanıklardan olayı gördüğünü ya da duyduğunu söyleyenlerin Ceza Mahkemesince yeniden dinlenmesini, işkence suçu yönünden suç duyurusunda bulunulmasını, sanıkların bağlı oldukları askerî birliklere müzekkere yazılmasını ve olay hakkında ayrıntılı bilgiye sahip kişilerin olay yerinde yapılacak keşif sırasında dinlenmesini talep etmiştir. Ceza Mahkemesi; sanıklara isnat edilen suçu, istinabe yoluyla dinlenen tanıkları beyanlarının içeriğini, delillerin karartılma ihtimalinin ve sanıkların kaçacakları yönünde herhangi bir emarenin bulunmamasını da dikkate alarak keşif talebi dışındaki talepleri yerinde görmemiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden biri 12/8/2013 tarihinde Ceza Mahkemesine gönderdiği dilekçede başka talepler yanında keşif için Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinden istinabe talep edilmesini, yapılacak keşif esnasında, ölenin kalıntılarına daha kolay ulaşacak adli tıp uzmanlarının görevlendirilmesini, olayı gördüğünü beyan eden ve olayın gerçekleştiği yeri ve/veya ceset parçalarının gömüldüğü muhtemel bölgeleri gösterebilecek tanıkların keşif esnasında hazır edilmesini, Uluslararası Kayıpları Bulma Kurumuna müzekkere yazılarak kayıplara ilişkin kazıların ne şekilde yapıldığının sorulmasını istemiştir. Ceza Mahkemesi 4/10/2013 tarihli sekizinci celsede, sanıkların adli kontrol altına alınarak yurt dışına çıkamamalarına ve öldürüldüğü iddia edilen N.T.ye ait kemik ve DNA örneklerin tespiti amacıyla Değerli köyü Yukarı Ölçek mezrası ile Aşağı Ölçek mezrası arasında keşif icrası için Yüksekova Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talep edilmesine karar vermiştir. Verilen ara kararına göre keşif; olay hakkında bilgi sahibi olan tanıklar K., Ü.Y., E., N.Ü. (İsim yanlışlığı yapılmış olup tanığın adı H.Ü.dür.), H.G., F., H.T., H.Y. ve Y.Ş. ile Olay Yeri İnceleme ekibi ve adli tıp uzmanı hazır edilerek yapılacaktır. Ceza Mahkemesinin istinabe talebi üzerine Yüksekova Asliye Ceza Mahkemesi, keşif esnasında hazır edilmesi istenen tanıklar adına keşif gün ve saatini bildirir davetiye göndermiştir. Bu davetiyelerden sadece H.Ü. adına gönderileni muhatabına tebliğ edilememiştir. Bununla birlikte H.G. bulunduğu yer mahkemesinde ifade vermek istediğine, H.T. ise Yüksekova’da kalacak yerinin olmadığına ve yol masraflarıyla diğer ihtiyaçlarını karşılayamayacağına ilişkin dilekçe göndermiştir. Keşif 22/11/2013 tarihinde başvurucu Halit Tekçi ve vekilleri ile sanık K.A.nın müdafii ve Değerli köyü muhtarının huzurunda, tanıklar Y.Ş. ile K.K., iki kişiden oluşan Olay Yeri İnceleme ekibi, bir jeoloji mühendisi ve biri profesör olmak üzere adli tıp alanında uzman üç kişinin refakatinde yapılmıştır. Fotoğraflama ve video çekme suretiyle kayda alınan keşif esnasında tanıklar Y.Ş. ile K.K., olay yeri olduğunu ileri sürdükleri mahalli göstermiştir. K.K. ayrıca keşif esnasında kendisini arayan çoban T.K.nın bir yeri tarif ettiğini söyleyerek bu yeri de göstermiştir. Başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri olay yerinin sarp ve kayalık olduğunu, geniş bir alanda sadece dedektör yardımıyla keşif yapıldığını, olay yerinde sadece iki tanığın hazır olduğunu, keşfin uluslararası sözleşme ve protokollere aykırı icra edildiğini iddia etmiştir. Sanık K.A.nın müdafiinin beyanına göre keşif işlemi yaklaşık altı saat sürmüştür. Jeoloji mühendisi, hazırladığı 2/12/2013 tarihli raporunda olay yerinin geniş alanı kapsadığını, alanın sarp, kayalık ve eğimli, yağış miktarının ise fazla olması nedeniyle ölüye ait kemik ve diğer parçaların kar ve yağmur suyu ile sürüklenerek bölgenin doğusundaki dereye karışma ihtimalinin gözönünde bulundurulması gerektiğini, aradan geçen uzun zamanın araştırmayı olumsuz yönde etkilediğini belirtmiştir. Adli tıp uzmanları hazırladıkları 5/12/2013 havale tarihli raporlarında keşif esnasında tanıkların N.T.nin öldürüldüğü yer olarak gösterdikleri alanın yüzeyden 40-45 cm kadar kazıldığını ancak derine inildikçe toprakta renk ve kıvam olarak belirgin katmanlaşma saptanmadığını, metalik cisim ya da insan vücuduna ait biyolojik örneğe rastlanmadığını, keşif yapılan arazinin diğer bölümlerinde yedi kemik parçası, muhtelif ebatlarda on bez parçası, 17 cm uzunluğunda bir fermuar ve 7,62 mm ölçüdeki mermi çekirdekleri ile uyumlu on sekiz mermi çekirdeği kovanının bulunduğunu, bu kovanların on üçünün üzerinde MKE yazdığını açıklamıştır. Rapora göre bahsi geçen bez parçalarının bir kısmı olay sonrasında yakın bir bölgede, üç taş parçası arasına gömüldüğü iddia edilen yerde bulunmuştur. Bu yer yaklaşık 60 cm kadar kazılmış ancak toprakta renk ve kıvam olarak belirgin katmanlaşma saptanmadığı gibi metalik bir cisim ya da insan vücuduna ait biyolojik bir maddeye rastlanmamıştır. Söz konusu raporda ayrıca kemiklerin insana ait olup olmadığının, insana ait ise kime ait olduğunun, giysi parçalarının insana ait biyolojik madde içerip içermediğinin, içeriyorsa bu maddenin N.T.ye ait olup olmadığının, mermi kovanlarının hangi silahtan atıldığının ve ne zaman kullanıldığının tespiti için karşılaştırmalar ve incelemeler yapılması gerektiği belirtilmiştir. 10/12/2013 tarihinde AİHM Tekçi ve diğerleri/Türkiye (B. No: 13660/05) başvurusu hakkında kararını vermiştir. AİHM yaptığı incelemede soruşturmada başvuruya konu kaybolma olayından yaklaşık 9 yıl 10 ay sonra başvuru yapılmasını haklı gösterecek nitelikte somut ilerlemeler kaydedildiğinin anlaşıldığını belirterek başvurunun süresinde olmadığına yönelik itirazı reddetmiş ve benzer başvurularda verdiği kararları hatırlatarak başvurucuların tazminat davası açmadan başvuru yapmaları nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazı yerinde görmemiş ancak Hükûmetin şikâyet tarihinden itibaren ya da iç hukuk yollarının etkisiz olduğunun farkına varıldığı tarihten itibaren altı ay içinde başvuruda bulunulması gerektiğine ve Askerî Savcılığın 15/12/1997 tarihli kararına itiraz edilmemesi nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazlarının incelenmesini esas hakkında yaptığı inceleme ile birleştirmiştir. Esas bakımından yaptığı inceleme sonunda ise Sözleşme’nin maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.i. AİHM yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verirken N.T.nin askerlerce gözaltına alındığına ilişkin bazı tanık beyanlarına ve Y.Ş.nin soruşturma aşamasında verdiği ifadeye atıf yapıp sanıklar A.O.A. ve K.A. hakkındaki ceza davasının derdest olduğunu dikkate almış; başvurucuların yakınının hayatını tehlikeye atan koşullarda kaybolduğunu, bu nedenle hayatını kaybettiği yönündeki varsayımı kabul edebileceği kanısında olduğunu açıklamış; gerek yetkili ulusal makamların gerekse Hükûmetin başvurucuların yakınının belirsiz olan tutulmasının ardından ne yaşandığına dair herhangi bir açıklama sunmadığına, her hâlükârda Askerî Savcılığın verdiği 15/12/1997 tarihli kararda ileri sürülen N.T.nin silahlı çatışma sırasında hayatını kaybettiği yönündeki iddianın daha sonra tanık N.F. tarafından çürütüldüğüne ve görevlilerinin ölümcül güce başvurmalarını haklı gösterecek nitelikte herhangi bir gerekçenin de ileri sürülmediğine işaret etmiştir. ii. AİHM’i yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna götüren gerekçeler ise şunlardır: - Askerî soruşturmanın ivedilikle yürütülmesi adli soruşturmanın içeriği ile tezat oluşturmuştur. Zira 15/12/1997 tarihli kararda ispatlandığı belirtilen tespitler daha sonra yürütülen soruşturma kapsamında inkâr edilmiştir.- Adli yargıya dâhil bazı Cumhuriyet başsavcılıkları ile askerî savcılıklar tarafından verilen görevsizlik kararlarına dayanılarak soruşturma dosyasının farklı savcılıklara gönderilmesi, toplanan delil unsurlarına ilişkin bir sonuca varmak ve soruşturmalar yürütmek amacıyla gerektiği ölçüde ivedilikle hareket edilmesini olumsuz yönde etkilemiştir.- Gözaltına alınan kişilere ilişkin kayıtlar dikkatsizce tutulmuştur ve başvurucuların yakınlarının gözaltına alınmasına ilişkin şikâyetlerle başvurdukları farklı ulusal makamlar tarafından verilen kararların gerekçelerinde, söz konusu bölge veya alanda askerler tarafından yürütülen operasyonun nedenini belirlemeye imkân verecek nitelikte soruşturmalar yürütüldüğü ortaya konulmamıştır. - Olayların meydana geldiği dönemde bu bölgede görev yapan askerler yetkili merciler tarafından tespit edilmemiş ve gerektiği takdirde bu askerlerin ifadeleri alınmamıştır. Ayrıca Askerî Savcılığın 15/12/1997 tarihli kararında bahsi geçen E.Y. dinlenmemiştir. - Askerî savcı ve Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen soruşturmaların ve Ceza Mahkemesinde davanın görüldüğü sırada -tanık ifadelerinin alınması aşamasında- N.T.nin öldürüldüğü koşullara ilişkin olarak gerçekleştirilen soruşturmalar ivedilikle ve yeterli şekilde yürütülmemiştir. Bu nedenle Hükûmet tarafından ileri sürülen altı ay süre koşuluna uyulmadığı yönündeki itirazın reddedilmesi gerekir. Ayrıca ulusal yetkililerin N.T.nin ölümüne ilişkin koşullar hakkında geniş çaplı ve etkin bir soruşturma yürütmedikleri sonucuna varıldığından iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itiraz kabul edilemez. iii. AİHM ayrıca bahsi geçen başvuruda manevi tazminat olarak başvuruyu yapanlara müştereken 000 avro ödenmesine karar verip Sözleşme’nin kararların bağlayıcılığı ve infazıyla ilgili maddesi çerçevesinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin denetimi altında davalı devletin sanıkların adil yargılamaya ilişkin gerekliliklere riayet edilerek ve Sözleşme’nin maddesinin usule ilişkin gerekliliklere uygun bir şekilde, ivedilikle ve ihtimam gösterilmek suretiyle yargılanmalarını sağlamak amacıyla gerekli araçları kullanması gerektiği kanısında olduğunu açıklamıştır. Yargılama Sürecinin AİHM Kararı Sonrasına İlişkin Bölümü 13/12/2013 tarihli dokuzuncu celsede Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararının bir örneği başvurucu Halit Tekçi’nin bir vekili tarafından Ceza Mahkemesine sunulmuştur. Ceza Mahkemesi kurduğu başka ara kararları yanında bazı tanıkların ifadelerinin alınması için yapılan istinabe talebinin sonucunun beklenmesine, Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararının Türkçeye çevriltilmesi için Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden istinabe talep edilmesine, keşif sırasında bulunan boş kovanları atan silahların Türk Silahlı Kuvvetler envanterinde olup olmadığı hususunda Makine Kimya Endüstrisi Kurumuna (MKE) müzekkere yazılmasına ve keşifte bulunan kemikler ile kumaş parçalarından elde edilecek biyolojik örneklerle yapılacak karşılaştırmaya esas olmak üzere başvurucu Halit Tekçi’den kan örneği alınması için Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına karar vermiş ama çapraz sorgu için sanıkların duruşmada hazır bulundurulmasına, sanıkların tutuklanmasına ve davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesine ilişkin talepleri reddetmiştir. MKE 6/1/2014 tarihli yazıyla keşif sırasında bulunan ve üzerinde MKE ibaresi olan fişeklerin kendi üretimleri olduğunu, bu fişeklerin G3 ve MG3 silahları için üretildiğini, detaylı bilginin Türk Silahlı Kuvvetlerinden öğrenilebileceğini bildirmiştir. Ceza Mahkemesinin istinabe yoluyla Türkçeye çevirttiği Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararı UYAP’a 7/2/2014 tarihinde aktarılmıştır (Bakanlık, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla anılan kararın Türkçe çevirisini 26/3/2014 tarihinde Ceza Mahkemesinin dikkatine sunmuştur.). Başvurucu Halit Tekçi’nin de yer aldığı 11/3/2014 tarihli onuncu celsede başvurucunun vekillerinden biri;- Sanıkların tutuklanmasını,- Davanın Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine naklini, - Olay nedeniyle disiplin soruşturması açılması için müzekkere yazılmasını, - Öz itibarıyla askere silah teslim edilirken söz konusu silaha ait seri numarasının tutanakta belirtilip belirtilmediği, olay tarihinde hangi silahların hangi asker tarafından kullanıldığı, olay tarihinde askerlere ne kadar mermi verildiği ve olay tarihinde envanterde hangi silah ve mermilerin bulunduğu hususunda Türk Silahlı Kuvvetlerine yazı yazılmasını talep etmiştir. Ceza Mahkemesi; Yargıtay Ceza Dairesinin davanın nakline ilişkin kararı nedeniyle davanın yeniden nakledilmesinin mümkün olmadığına, başvurucu Halit Tekçi ve eşinden DNA karşılaştırmasına esas olacak şekilde kan örnekleri alınması için Yüksekova Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazılmasına, keşif sırasında bulunan kemiklerin N.T.ye ait olup olmadığının tespiti için bahsi geçen kemikler ile başvurucu Halit Tekçi ile eşinden alınacak kan örneklerinin Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine, N.T.nin vukuatlı nüfus kayıt örneğinin dosya arasına alınmasına karar vermiştir. Tutuklamanın bir koruma tedbiri olduğuna ve somut deliller nazara alınarak sanıkların tutuklanmasına ilişkin talep Ceza Mahkemesince yerinde görülmemiş, diğer talepler ise esasa müessir olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. 27/6/2014 tarihli on birinci celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri bir önceki celsede dile getirdikleri talepleri yineleyip Türk Silahlı Kuvvetlerinin davadan haberdar edilmesini, davanın 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “İnsanlığa karşı suçlar” kenar başlıklı maddesi kapsamında ele alınmasını istemiştir. İddianamenin bir örneğinin bilgi amacıyla Genelkurmay Başkanlığına gönderilmesine yönelik talebi kabul eden Ceza Mahkemesi, 5237 sayılı Kanun’un maddesi gereğince sanıklardan ek savunma alınıp alınmayacağının iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını vermesinden sonra değerlendirilmesine, Adli Tıp Kurumundan keşif sırasında bulunan kemiklerin bir insana ait olup olmadığı, bu kemikler bir insana ait ise kemikler ile bez parçalarından elde edilen DNA örnekleriyle başvurucu Halit Tekçi’den alınan kandan elde edilecek DNA örneği arasında irtibat bulunup bulunmadığı hususunda rapor istenmesine karar vermiş; başvurucu Halit Tekçi'nin vekillerinin sair taleplerini ise reddetmiştir. Adli Tıp Kurumunun 5/8/2014 tarihli raporuyla keşif sırasında bulunan kemiklerin tamamının hayvan kemiği olduğu ortaya çıkmıştır. 17/10/2014 tarihinde yapılan on ikinci celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekiline -talebi dikkate alınarak- Adli Tıp Kurumunun raporuna ve tanık ifadelerine karşı beyanda bulunmak üzere bir sonraki celseye kadar süre verilmiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden biri 7/11/2014 tarihli on üçüncü celsede taleplerinin reddedilmesini gerekçe göstererek Ceza Mahkemesi Heyetini davadan çekilmeye davet etmiş, Heyet aksi kanaatte ise Heyet Başkanı ve üyelerini ayrı ayrı reddetmek için süre talep etmiş, ayrıca sanıkların tutuklanmasını istemiştir. Sözü edilen talepler Ceza Mahkemesince yerinde görülmemiştir. 19/12/2014 tarihli on dördüncü celsede Cumhuriyet savcısı sanıkların beraatine karar verilmesine dair esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Ceza Mahkemesi, esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere katılan başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerine süre vermiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekilleri 4/2/2015 tarihli on beşinci celsede Ceza Mahkemesi başkan ve üyeleri ile esas hakkında mütalaayı veren Cumhuriyet savcısını reddetmiş ve 5237 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca sanıklardan ek savunma alınması yönünde işlem yapılmadığını ifade etmiştir. Ceza Mahkemesi; başkan ve üyelerin reddine ilişkin istemin reddine, bu konuda karar verilmek üzere dosyanın Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine, Cumhuriyet savcısının reddine ilişkin talep konusunda karar verilmesine yer olmadığına, 5237 sayılı Kanun’un maddesinde düzenlenen suçun olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’da yer almaması nedeniyle sanıklardan ek savunma alınmasına ilişkin talep yönünden işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi 11/2/2015 tarihli kararıyla Ceza Mahkemesinin başkan ve üyelerinin reddine ilişkin istemi yerinde görmemiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin de yer aldığı 15/4/2015 tarihli on altıncı celsede Ceza Mahkemesi Heyetince dosyanın incelemeye alınmasına ve sanıkların tutuklanmasına yönelik taleplerin esas hakkında verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin de hazır bulunduğu 19/6/2015 tarihli on yedinci celsede Ceza Mahkemesi, başvurucu Halit Tekçi’nin vekilinin beyanını da dikkate alarak başvurucunun diğer vekillerinin sunduğu mazeretleri kabul edip sonraki celsenin 10/7/2015 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. On sekizinci celsede sanık K.A.nın müdafiinin mazereti ile başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden birinin sunduğu mazeret kabul edilmiş, sonraki celsenin 11/9/2015 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi 11/9/2015 tarihli on dokuzuncu celsede yargılamayı nihayete erdirip isnat edilen suçu işlediklerinin sabit olmaması nedeniyle sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “......[M]üşteki Halit Tekçi’nin yapmış olduğu müracaat ile başlatılan soruşturmada gösterdiği tanıkların o yer cumhuriyet başsavcılığınca sıcağı sıcağına dinlendikleri, bu tanıkların iddia edilen öldürme olayını doğrulamadıkları, güvenlik güçlerince yakalanan örgüt üyesi A... kod adlı [N.F.nin] ilk vermiş olduğu ifadede [N.T.yi] PKK örgütünün bir üyesi olarak tarif ettiği, girilen bir çatışma sırasında ölmesi ve cesedini yanlarında götürdüklerini ve gömdüklerini beyan ettiği, ilk yapılan soruşturma aşamasında sanıklar hakkında takipsizlik kararı verildiği, daha sonra da olaydan 15 [yıldan] fazla süre geçtikten sonra da davanın yeniden ele alındığı, söz konusu taburda asker olarak görev yapan tüm askerlerin [Genelkurmay] [B]aşkanlığından listesinin istendiği ve mahal mahkemelerine talimatlar yazıldığı, bir kısım tanıkların böyle bir olayı yani sanıkların [N.T.yi] taburun önünde öldürttükleri yönünde beyanlarda bulundukları, ancak tanıkların büyük kısmının böyle bir olayın olmadığını, olsaydı görme durumlarının olacağını yada en azından duyabileceklerini ifade ettikleri, dava dosyasının medyada ve internet ortamında yer alması üzerine tanıkların pek çoğunun davadan haberdar oldukları, yaklaşık 114 tanığın olay yerinde olduğu ve böyle bir olayı duymadıkları, görmediklerini beyan ettikleri, mahallinde keşif icra edildiği, olay yeri olduğu iddia edilen mahalde ele geçen kemik parçalarının insana ait olmadığının saptandığı, [N.T.nin] hayatta yada öldüğüne dair her hangi bir bulguya bugüne kadar ulaşılamadığı, sanıklar ve vekillerinin suçlamaları reddettiği, sanıkların müsnet nitelikli insan öldürme suçunun niteliklerine dair her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanıkların müsnet suçtan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir.Her ne kadar bir kısım tanıklar sanıkların [N.T.yi] tabur önünde öldürttürdüğü hatta kendilerince silah sıktıklarını ifade etmiş iselerde dava dosyasının medya ve internette takip edildiği benzer beyanlarda bulunulduğu, özellikle belli coğrafi bölgelere yazılan talimatların birbirine benzer cevaplar niteliğinde olduğu, sanıkların aleyhinde tanık beyanlarına dosyadaki mevcut deliller çerçevesinde itibar edilemeyeceği sonucuna varılmıştır....” Başvurucu özetle bazı tanıkların beyanlarına işaret ederek cinayetin ortaya çıktığını, tüm tanıkların istinabe yoluyla dinlendiğini, tanıklara soru sorabilmek için tanıkları Ceza Mahkemesinin bizzat dinlemesine ilişkin taleplerinin reddedildiğini oysa sanıkların tanıklar üzerinde baskı kurup beyanları sebebiyle bazı tanıklar hakkında suç duyurularında bulunduklarını, bu tanıklara karşı tazminat davası açtıklarını Ceza Mahkemesinin dikkatine sunduklarını, AİHM’in ihlal tespitleri ışığında davanın yürütülmesine yönelik talebinin dikkate alınmadığını, Yüksekova’da görev yapan bütün askerlerin dinlenmesine karar verilmesinin esas tanıkların tespit edilmesini engellediğini, Ceza Mahkemesinin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için ciddi hiçbir işlem yapmadığını, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılan hemen hemen bütün taleplerinin reddedildiğini belirterek vekili aracılığıyla Ceza Mahkemesince verilen karar aleyhine temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) Ceza Mahkemesince verilen kararı 27/3/2018 tarihli kararıyla onamıştır. AİHM, ihlalin tespit edildiği bir başvuruda taraf devletin ihlali gidermek ve ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak şekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak yükümlülüğünün bulunduğunu hatırlatmaktadır (Iatridis/Yunanistan [adil tazmin] [BD], B. No: 31107/96, 19/10/2000, § 32). AİHM'e göre ihlalin doğası eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) müsaitse bunu yerine getirmek görevi, taraf devlete düşmektedir (Iatridis/Yunanistan [A.T.], § 33). Yeniden yargılama tedbirinin önemi ve bazı davalarda tek etkili giderim yolu olması sebebiyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi devletlere bu konuda tavsiyede bulunmuştur. Bakanlar Komitesinin 19/1/2000 tarihli ve R. (2000)/2 sayılı tavsiye kararında ilk olarak Sözleşme’nin maddesinin Sözleşmeci devletlere kendilerinin taraf olduğu durumlarda AİHM’in nihai kararlarına uyma zorunluluğunu getirmekte olduğu ve Komitenin de bu kararların infazını denetleyeceği belirtilmiştir. Bu yükümlülüğün AİHM’in Sözleşme’nin maddesinde öngörülen adil tazmin dışında başka bazı tedbirlerin de uygulanmasını gerektirdiğine değinilmiştir. Bu kapsamda özellikle de zarar gören tarafın mümkün olduğunca Sözleşme’nin ihlalinden önceki duruma döndürülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Taraf devletlerin restitutio in integrum ilkesinin sağlanması için en uygun tedbire karar verme hususunda ulusal hukukta bazı araçlara yer vermesi gerektiği ifade edilmiştir. Komite, kararların infazına ilişkin süreci denetlerken karşılaşılan durum ve tecrübelere dayalı olarak davanın yeniden gözden geçirilmesi veya yargılamanın yenilenmesinin belirli durumlarda restitutio in integrum ilkesinin yerine getirilmesi için tek araç olmamakla birlikte en etkili araçlardan biri olduğunu kabul etmiştir. Bu sebeple Komite taraf devletlere şu tavsiyelerde bulunmuştur:i. Taraf devletlerin restitutio in integrum ilkesini sağlamak üzere ulusal düzeyde mümkün olduğunca yeterli imkânları sağlaması ii. AİHM tarafından Sözleşme’nin ihlaline karar verildiği durumlarda yeniden yargılamaya olanak tanıyacak şekilde ulusal hukuk sistemlerinin gözden geçirilmesi Bu kapsamda özellikle şu durumlarda yeniden yargılama önerilmiştir:- Mağdur tarafın ulusal kararın sonrasında adil tazminat ile giderilemeyen ve yalnızca yargılamanın yenilenmesi veya davanın yeniden incelenmesi ile giderilebilecek, çok ağır olumsuz sonuçlara katlanmaya devam etmesiAİHM kararından aşağıdaki durumlar sonuç olarak ortaya çıkıyorsa;- Başvuruya konu edilen iç hukuktaki kararın esastan Sözleşme’ye aykırı olması veya,- Tespit edilmiş ihlalin başvuruya konu edilen iç hukuktaki yargılamanın sonucu üzerinde ciddi bir şüphe düşürecek düzeyde ağır usul hataları veya eksikliklerden kaynaklanması. Ne bis in idem ilkesine ilişkin olarak Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün maddesinin ikinci paragrafı, cezai konularda hukuki kesinlik ilkesinin uygulanmasına bir sınır getirmekte ve taraf devletlerin -diğer hususların yanı sıra- yargılamalarda temel bir kusur tespit edilmesi hâlinde davayı yeniden açmalarına açıkça izin vermektedir. Buna göre sanığın bir suçtan beraat ettiği veya yürürlükteki kanunda öngörülenden daha hafif bir suçtan cezalandırıldığı durumlarda davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı hâlinde yargılama sanığın aleyhine olacak şekilde yeniden açılabilir. Yargılamanın yeniden açılmasını haklı kılan gerekçeler, davanın sonucunu etkileyecek nitelikte olmalıdır (Mihalache/Romanya [BD], B. No: 54012/10, 8/7/2019, §§ 129, 133). Bu sebeple örneğin alt dereceli mahkemenin yürütülecek kovuşturmaya ilişkin üst mahkeme tarafından verilen ilgili talimatlara uymadığı gerekçesiyle yargılamalar yeniden açılabilir. Ancak olayların yalnızca yürürlükteki hukuk ışığında yeniden değerlendirilmesi, önceki yargılamalar bakımından temel bir kusur teşkil etmez (Mihalache/Romanya, §§ 133-137). Öte yandan temel hak ve hürriyetlerin ihlalinden kaynaklanan ağır sonuçlar söz konusu olduğunda yargılamanın hatalı bir şekilde sona erdirilmesinden kaynaklandığı iddia edilen hususlar nedeniyle yeniden yargılama yapılması ne bis in idem ilkesi kapsamında bir sorun ortaya çıkarmamaktadır (Marguš/Hırvatistan [BD], B. No: 4455/10, 27/5/2014, §§ 124-141). Bu çerçevede Sabalić/Hırvatistan (B. No: 50231/13, 14/1/2021) kararında AİHM, homofobik şiddeti içeren bir davada Sözleşme’nin ve maddeleri kapsamındaki usul yükümlülüğüne uyulmasındaki eksiklikleri inceleme bağlamında hem bir şiddet saldırısının soruşturulmaması hem de şiddet içeren nefret suçlarının cezalarının belirlenmesinde bu tür saiklerin dikkate alınmamasının Sözleşme’ye ek No.lu Protokol’ün maddesi kapsamında temel kusur teşkil ettiği, bu nedenle anılan maddenin sanığın aleyhine yeniden yargılamaya izin verdiği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre bu tür durumlarda ne bis in idem ilkesi davanın Sözleşme standartlarına uygun olarak yeniden incelenmesine hukuken bir engel teşkil etmemektedir (Sabalić/Hırvatistan, §§ 93-116). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15851 | Başvuru, canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme suçunun işlendiği iddiasına dayalı ceza muhakemesinin aynı maddi olay sebebiyle yapılan başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) karar vermesinden sonraki bölümünün etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltında kötü muameleye maruz bırakılma nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığından kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Doktor olarak görev yapmakta olan başvurucu, Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında 16/8/2016 tarihinde Zonguldak Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 1/9/2016 tarihinde Zonguldak Emniyet Müdürlüğünde alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde FETÖ/PDY ile hiçbir ilişkisi olmadığını, eğitim ve çalışma hayatı boyunca örgüte hep mesafeli baktığını, örgütün yayın organlarına abone olmadığını ve örgüt adına toplanan yardımlara katılmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık tutuklanması istemiyle başvurucuyu 2/9/2016 tarihinde Zonguldak Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu aynı tarihte yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben bu terör örgütüyle kurulduğu tarihten itibaren hiçbir şekilde temas kurmadım. Ne okullarında okudum ne de dershanelerine gittim. Ne evlerinde ne de yurtlarında kaldım. Sohbetlerine katılmadım. Propagandasını yapmadım. Sosyal medyadan bunları destekleyici propaganda da yapmadım. Bankalarına para yatırmadım. Hatta bugün öğrendiğim kadarıyla üniversiteden yapılan idari soruşturma sonucunda yeniden işe başlayacağım yönünde karar çıkmıştır. Bu suçlarla anılmak hem sağlığımı hem psikolojimi bozdu. Emniyetteki ifademde bunlarla herhangi bir bağlantım olmadığını söyledim. Bir an önce herşeyin açıklığa kavuşmasını istiyorum. Hesaplarım, telefonum ve bilgisayarım incelendiği takdirde herşey ortaya çıkacaktır." Zonguldak Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2016 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... [diğerleri] ve Ahmet Şahbaz'ın üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, olaya ilişkin tutulan tutanaklar, arama ve el koyma tutanakları, şüpheli ve tanık beyanları dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, şüphelilere atılı suçların ve suçlar kapsamında FETÖ/PDY mensupları tarafından 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilmek istenen darbe girişimi esnasında Anayasal kurumların ateş altına alındığı, 200'ün üzerinde vatandaşımızın ve güvenlik görevlimizin hayatını kaybettiği, bu hususların bilinen gerçek olduğu, bu eylemler sonrasında bir kısım örgüt üyelerinin yurt dışına kaçtığı bir kısım örgüt üyelerinin ise kaçma teşebbüsünde bulunduğu, bir kısım örgüt üyelerinin halen gizlenerek eylemlere kalkışacağına dair ciddi emarelerin bulunduğu, dosya kapsamında alınan beyanlar ve şüphelilerin anlatımlarında yaşanan çelişkilerle birlikte şüphelilerin bir dönem ifa ettikleri görevleri nazara alındığında tanık ve diğer şüpheliler üzerinde baskı yaratma girişimlerine ilişkin oluşan şüphe ile birlikte isnat edilen suçların alt ve üst sınırları, suçların CMK 100/3-11 maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması, alabileceği muhtemel cezaya göre kaçma şüphelerinin bulunması ve bunun adli kontrol hükümleri ile engellenemeyeceği anlaşılmakla, ölçülülük ilkesi de gözönüne bulundurularak CMK'nun 100 maddesi gereğince takdirenayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Başvurucu 6/9/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bartın Sulh Ceza Hâkimliği 9/9/2016 tarihinde tutuklama kararının yerinde olduğu gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 29/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 17/2/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna değinilmiş; sonrasında başvurucuya yöneltilen suçlamaya ilişkin olgulara yer verilmiştir. İddianamede, başvurucunun örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olguların temel olarak tanık beyanları olduğu görülmektedir. Bu bağlamda tanık beyanlarının başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin kısmı özetle şöyledir:- T.Ö. ifadesinde, başvurucunun örgüt toplantılarına katıldığını beyan etmiştir. İfadenin ilgili kısmı şöyledir: "...2010 yılından 2014 yılına kadar cemaat toplantılarına katıldığım süre zarfında isimlerini hatırladığım arkadaşlar ise şunlardır; ... [diğerleri] ve Kadın Doğum Uzmanı Ahmet Şahbazisimli arkadaşlar vardı."- F.U. ifadesinde, başvurucunun örgüt toplantılarına katıldığını ve toplantılarda ByLock üzerinden görüşme yapıldığını beyan etmiştir. İfadenin ilgili kısmı şöyledir: "... Fetö terör örgütü ile kendisiyle aynı kurumda görev yapan T.Ö. isimli şahsın sohbet toplantılarına davet etmesiyle tanıştığını, bu toplantılara aynı hastanede görev yapan ... [diğerleri] ve Ahmet Şahbaz isimli şahısların katıldığını, bu toplantıların H.S. isimli şahsın imamlık yaptığını, daha sonra imamlığı soy ismini bilmediği F. isimli muhasebe veya maliye işleriyle uğraşan şahsa devrettiğini, H.S. isimli şahıs ile cep telefonuyla haberleştiklerini, soy ismini bilmediği F. isimli şahsın gelmesinden sonra bu şahsın telefonuna yüklediği ByLock programı üzerinden sesli görüşmeler yaptıklarını, 2015 yılından sonra F.nin yerine Z. isminde bir şahsın geldiğini, bu şahıs ile de ByLock üzerinden haberleştiklerini ... [beyan etmiştir.]"- ifadesinde, başvurucunun örgüt toplantılarına katıldığını ve toplantılarda Bank Asyaya destek talimatı alındığını beyan etmiştir. İfadenin ilgili kısmı şöyledir: "... sohbetlerin genelde isimlerini saymış olduğu kişilerin evinde sırasıyla yapıldığını, ancak birkaç kez de Valilik binası karşısında bulunan evde yapıldığını, bu sohbetlerde ilmihal, cevşen, risale-i nur, okunduğunu, akabinde Fetullah Gülen’in dini içerikli videosunun izlendiğini, namaz kılındığını, 2013 yılında yapılan 8 ila 10 arası sohbet toplantısına katıldığını, 2014 yılında Valilik binası karşısındaki ikamete bir kez gittiğini, bu ikamette ... [diğerleri] ve Ahmet Şahbaz isimli doktorları hatırladığını, bu toplantının 17-25 Aralık sürecinden sonra yapıldığından emin olduğunu, bu ikametin kimin olduğunu bilmediğini, aile evine benzemediğini öğrenci evine daha çok benzediğini, ve H.S. isimli şahısların sohbet verdiğini ancak içeriğini hatırlamadığını, bu toplantıda dini bilgiler konuşulduktan sonra Bank Asya isimli bankaya para yatırılması konusunda bir açıklamanın olduğunu hatırladığını ... [beyan etmiştir.]" Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... şüphelilerin silahlı terör örgütü FETÖ/PDY'nin üyelerinin örgütün amaçları ve yukarıda anlatıldığı şekildeki yapılar doğrultusunda örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları, üyesi bulundukları silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını, cebir ve şiddet kullanarak değiştirme amacına yönelik vehamet arz eden olayları gerçekleştirdikleri, şüphelilerin bu eylemlerinin amaç suçların işlenmesi doğrultusunda örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğe göre amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu, bu şekilde şüphelilerin atılı suçları işlediklerine dair kamu davası açılması için yeterli şüphe oluştuğu dosyada bulunan delillerden anlaşılmakla ... şüphelinin ... [FETÖ/PDY üyesi olduğu anlaşılmıştır.]" Başvurucu; soruşturma aşamasındaki savunmasında genel olarak FETÖ/PDY'ye ait ev ve yurtlarda kalmadığını, örgüte himmet ve kurban bağışında bulunmadığını, örgüt güdümünde yayın yapan dergi ve gazetelere aboneliğinin olmadığını, Bank Asyada hesabının bulunmadığını ve örgüt mensuplarının kullandığı şifreli haberleşme programlarını kullanmadığını beyan etmiştir. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 8/3/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve Mahkemenin E.2017/37 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlanmıştır. Başsavcılık 21/3/2017 tarihinde, başvurucu hakkında ek iddianame düzenleyerek daha sonra ortaya çıkan tanığın beyanının kovuşturma aşamasında değerlendirilmesini ve E.2017/37 sayılı dosyada açılan dava ile birleştirilmesini Mahkemeden talep etmiş; Mahkeme 27/3/2017 tarihinde ek iddianameyi kabul etmiştir. Başsavcılığın 21/3/2017 tarihli ek iddianamesinde, başvurucunun görev yaptığı ilçede çalışan bir savcıyı örgüt sohbetlerine davet ettiği belirtilmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir: "... şüpheli'nin Kastamonu İli Cide ilçesinde çalıştığı sırada, bu ilçede Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan B.S.yi ziyareti esnasında 'arada akşamları sohbetlerinin olduğunu, arzu ederse kendisini aralarında görmekten sevineceklerini' söyleyerek tanık B. S.yi FETÖ/PDY kapsamında sohbet adı altında düzenlenen toplantılarına davet ettiği, bu tanık beyanı üzerine şüphelinin SEGBİS sistemi aracılığı ile savunmasının alındığı, şüphelinin atılı suçlamayı kabul etmeyerek kendisine iftira atıldığını belirttiği, tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde anlatılan tanık beyanının kovuşturma dosyasında bulunması gerektiği ... [anlaşılmıştır]." Mahkeme 13/6/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 18- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/44144 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltında kötü muameleye maruz bırakılma nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, dava tarihinden geriye doğru 10 yıllık tahakkuk ettirilerek elektrik faturasına yansıtılan kayıp kaçak, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedelleri ile belediye tüketim vergisi, enerji fonu, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) fonu, yuvarlama tutarı ve bakiyesi, katma değer vergisi tutarı bedellerinin ödenmesi talebiyle Enerjisa Başkent Elektrik Perakende Satış A.Ş. (ENERJİSA) aleyhine 7/4/2015 tarihinde Ankara Batı Tüketici Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Mahkemece 12/1/2016 tarihinde davanın kabulüne ve toplam 325,14 TL kesintinin başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar 29/12/2016 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun geçici, ve maddelerinin dava konusu yapılan bedeller ile ilgili olarak açılan ve hâlen devam eden davalarda da geçmişe etkili olacak şekilde uygulanması gereken hükümler içerdiği belirtilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak 24/10/2017 tarihinde belediye tüketim vergisi, enerji fonu, TRT fonu, yuvarlama tutarı ve bakiyesi bedellerinin ödenmesi taleplerine ilişkin davanın reddine; diğer taleplerine ilişkin dava yönünden ise karar verilmesine yer olmadığına kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun davayı açtığı tarihteki içtihada göre davayı açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6719 sayılı Kanun ile 6446 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde uyarınca başvuru konusu yapılan kesintilerin yasal dayanak kazandığı belirtilmiştir. Nihai karar 23/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/12/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/8/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39787 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluk konusunda ayrımcılığa maruz kalması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağı, maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, maddede düzenlenen masumiyet karinesi ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 9/1/2014 tarihinde Gebze Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya ilişkin görüş sunulmayacağı belirtilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, “suç işlemek için örgüt kurmak, kurulan örgüt içinde yer almak ve nitelikli yağma” suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 5/11/2007 tarihli, 2007/378 soruşturma ve 2007/97 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. 26/11/2007 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının E.2007/1474 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında "kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç işlemek için kurulan örgüte üye olmak, yağma, tehdit" suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, E.2007/510 sayılı dosya kapsamında ilk duruşmasını 28/5/2008 tarihinde yaparak başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Mahkeme, 10/11/2008 tarihindeki celsede ve devamında yapılan 12 celsede başvurucunun tutukluluk halinin devamı yönünde karar vermiştir. Mahkeme, celsede 6/12/2012 tarih ve E.2007/510, K.2012/328 sayılı kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçlardan toplam 61 yıl 33 ay hapis ve 600 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Başvurucu eksiklik yazısına cevabında, 6/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmediğini belirtmiştir. Başvurucu 9/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silâhla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,d) (Değişik bent: 18/06/2014-6545 S.K./ md) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, h) Gece vaktinde,İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149), … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220)…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/658 | Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluk konusunda ayrımcılığa maruz kalması ve makul sürede yargılama yapılmaması nedenleriyle Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağı, 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 38. maddede düzenlenen masumiyet karinesi ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, konut yakınında bulunan iş yerinden kaynaklanan gürültünün sağlığı olumsuz etkilediği iddiası ile yapılan şikâyetin değerlendirmeye alınmasında ihmali olduğu ileri sürülen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucu, ikamet ettiği konutuna komşu taşınmazda faaliyet gösteren S. Kuru Temizleme unvanlı iş yerinde kullanılan makinelerden çıkan gürültünün 4/6/2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği'ne (Yönetmelik) aykırı ve rahatsız edici seviyede yüksek olduğu iddiası ile Gaziemir Belediye Başkanlığına şikâyette bulunmuştur. Gaziemir Belediye Başkanlığı Zabıta Müdürlüğü İşyeri Ruhsat Denetim Biriminin, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol Şube Müdürlüğüne hitaben gönderilen24/5/2013 tarihli yazısı ile başvurucu tarafından S. Kuru Temizleme isimli iş yeri hakkında gürültü yönünden şikâyette bulunulduğu belirtilerek söz konusu iş yerinin gürültü yönünden denetiminin yapılarak bilgi verilmesi talep edilmiştir. Belirtilen yazıya istinaden İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol Şube Müdürlüğü tarafından başvurucu ve Gaziemir Belediye Başkanlığına hitaben gönderilen 9/9/2013 tarihli ve 69562 sayılı yazı içeriği şöyledir:“İlgi yazı ve eklerinde belirtilen .. adresinde faaliyet göstermekte olan A.'ya ait kuru temizlemenin faaliyetinden kaynaklanan gürültü Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği'ne göre yerinde değerlendirilmiştir.2013 tarihinde yapılan denetim ve incelemede; işyerinin üst katlarının konut olduğu, işyerinin faaliyet konusunun kuru temizleme olduğu, etrafının konutlar ile çevrili olduğu, ön cephesinde yoğun trafik akışının olduğu, işyerinde; l(bir) adet sanayi tipi çamaşır kurutma makinesi, l(bir) adet sanayi tipi çamaşır yıkama makinesi, l(bir) adet sanayi tipi ütü olduğu, işyerinin Gaziemir Belediye Başkanlığınca 2011 tarih ve 2011/19 sıra numarası ile düzenlenmiş Sınıf GSM İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı'nın olduğu tespit edilmiştir. Yapılan gürültü ölçümünde; işyerine ait makinelerin faaliyeti esnasında meydana gelen gürültü seviyesinin gündüz saatlerinde mevcut arka plan gürültü düzeyini/14 dBA/(Sınır Değer: 5dBA) geçtiği saptanmıştır. İşyeri yetkilisine, işyerinin faaliyetinden kaynaklanan gürültünün önlenmesi ve gerekli yalıtımın yapılması hususunda 30 (otuz) gün süreli ihtarname verilmiştir.2013 tarihinde yapılan denetim ve incelemede; işyerinde faaliyet gösteren makinelerin bakımlarının yapılarak gürültü yönünden yeterli yalıtımın yapıldığı, işyerine ait makinelerin faaliyeti esnasında meydana gelen gürültü seviyesinin gündüz saatlerinde mevcut arka plan gürültü düzeyini 4 dBA (Sınır Değer: 5dBA) geçtiği tespit edilmiştir.” Başvurucu 28/10/2013 tarihli dilekçe ile belirtilen şikâyeti üzerine gerekli yasal işlemlerin yapılmadığından bahisle ilgili Belediye görevlileri hakkındagörevlerini ihmal ettikleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun aynı tarihte İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadesi alınmış ve Gaziemir Kaymakamlığına hitaben gönderilen 1/11/2013 tarihli yazı ile iddia konusu suçların niteliği gereğince ilgililer hakkında ön inceleme yapılarak soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi hususunda karar alınması talep edilmiştir. Yaptırılan ön inceleme kapsamında Gaziemir Kaymakamlığı tarafından görevlendirilen ön incelemeci tarafından 13/12/2013 tarihinde başvurucunun beyanı alınmıştır. Gaziemir Kaymakamlığının 24/12/2013 tarihli ve 02/2013-15 sayılı kararı ile söz konusu iş yerinde kullanılan makinelerden çıkan gürültünün Yönetmelik'e aykırı, rahatsız edici ve yüksek düzeyde olduğu yönündeki şikâyetin Belediye Başkanlığınca değerlendirilmediği ve bu kapsamda görev ihmalinde bulunulduğu iddiası kapsamında Gaziemir Belediyesi Zabıta Müdürü S. S. hakkında yapılan ön incelemeneticesinde 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un ve maddeleri gereğince soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2013 tarih ve 2013/99050 soruşturma numaralı yazısı ekinde Kaymakamlığımıza intikal eden Orhan AFACAN adlı vatandaşın 2013 tarihli dilekçesi ve ekleri üzerine, Kaymakamlık Makamının 2013 tarih ve 50978246-99-2441 sayılı görevlendirme emirleri ile ön incelemeci olarak görevlendirilen Gaziemir İlçe Özel İdare Müdürü … tarafından tanzim edilen 2013 tarihli ön inceleme raporunun incelenmesi neticesinde;Atıfbey Mahallesi 6/4 Sokak No:5/A adresinde S. Kuru Temizleme unvanlı işyerinin, 2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin eki Gayrisıhhi Müesseseler Listesinde (C) maddesinde sayılan Üçüncü Sınıf Gayrisıhhi Müesseselerden Kimya Sanayi başlıklı Kuru Temizleme Yerleri sınıfına girmekte olup, ruhsat vermeye yetkili kurumun Gaziemir Belediyesi olduğu ve Gaziemir Belediye Başkanlığınca 2011 tarih ve 2011/19 sayılı ile çalışma ruhsatı verildiği,Söz konusu işyerinin bulunduğu binaya ait 2007 tarih 863 sayılı yapı kullanma izin belgesinde, işyerinin bulunduğu yerin zemin kat iş yeri olarak işlendiği,İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğin "İşyerinde Aranacak Genel Şartlar" başlıklı maddesinde "Tapuda iş yeri olarak görünen yerlerde, umuma açık istirahat ve eğlence yeri açılması durumunda yönetim planında aksine bir hüküm yoksa, kat maliklerinin oy çokluğu ile aldığı kararın bulunması..." ifadesinden işyerine ruhsat verilmesi için kat maliklerinin rızasına gerek olmadığının görüldüğü.2010 tarih ve 27601 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliğin "Şikayetlerin Değerlendirilmesi veya Denetim" başlıklı bölümünde yer alan maddesinin (a) bendinde "Bu Yönetmelikte getirilen esaslar çerçevesinde gerek programlı veya programsız gerekse şikâyeti değerlendirmek amacıyla yapılacak denetimler; belediye sınırları ve mücavir alan içerisinde Çevre Kanununa istinaden yetki devri yapılan belediyelerce..." denildiği,Yetki devri yapılan İzmir Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol Şube Müdürlüğüne Gaziemir Belediye Başkanlığı Zabıta Müdürlüğü İşyeri Ruhsat ve Denetim Birimi tarafından 2013 tarih ve 1/1073 sayılı yazısı ile Orhan AFACAN'ın gürültü kirliliği hakkında şikayetinin iletildiği,Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliğin "Şikayetlerin Değerlendirilmesi veya Denetim" başlıklı bölümünde yer alan maddesinin (c) bendinde yer alan. "Yapılan denetimlerde, bu Yönetmelikte verilen sınır değerlerin aşıldığının tespiti halinde, gürültü rahatsızlığına ve sınır değerlerin sağlanması için alınacak tedbirin özelliğine bağlı olarak, süre verilmesi, kapatılması ve benzeri uygulamalara yönelik esaslar denetim yapan personel veya birimi tarafından belirlenir" hükmü gereği,İzmir Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol Şube Müdürlüğünün Gaziemir Belediye Başkanlığı ve Orhan AFACAN'a hitaplı 2013 tarih ve 69562 sayılı yazısı ile, "S. Kuru Temizleme unvanlı işyerinde 2013 tarihinde yapılan ölçümde 14 dBA (sınır değer 5 dBA) değer ölçüldüğü ve bu değerin sınır değerin üzerinde olduğu, iş yerine 30 günlük süre tanınarak ihtarname verildiği ve 2013 tarihinde yapılan ikinci denetimde gürültü seviyesinin 4 dBA (sınır değer 5dBA) olarak ölçüldüğü ve sınır değerin altında kaldığı" tespitinin yapıldığı,Atıfbey Mahallesi 6/4 Sokak No:5/A adresindeki A.'ya ait S. Kuru Temizleme unvanlı işyerine gürültü kirliliği açısından yaptırım uygulama yetkisinin anılan Yönetmeliğin maddesinin (c) bendi gereğince denetim yapan kuruma ait olduğu,Denetim birimi tarafından düzenlenmiş olumsuz bir raporun olmamasından dolayı, Zabıta Müdürlüğünce ruhsat iptali yönünden herhangi bir işlemin yapılmadığı ve bu durumun hukuka uygun olduğu anlaşıldığından,Gaziemir Belediyesi Zabıta Müdürü hakkında, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 6 ve maddeleri gereğince SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE,...”Başvurucunun soruşturma izni verilmemesi işlemine karşı yaptığı itiraz, İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 29/1/2014 tarihli ve E.2014/14, K.2014/21 sayılı kararı ile ön inceleme raporu ve eki belgelerin isnat edilen fiilden dolayı soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığını ortaya koyduğu belirtilerek reddedilmiştir. Ret kararı 13/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ Bu Kanunda geçen terimlerden; Çevre: Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı, … İfade eder.” 2872 sayılı Kanun'un“Gürültü” başlıklı maddesi şöyledir:“Kişilerin huzur ve sükununu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde ilgili yönetmeliklerle belirlenen standartlar üzerinde gürültü ve titreşim oluşturulması yasaktır.Ulaşım araçları, şantiye, fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet binaları ve konutlardan kaynaklanan gürültü ve titreşimin yönetmeliklerle belirlenen standartlaraindirilmesi için faaliyet sahipleri tarafından gerekli tedbirler alınır.” Yönetmelik’in maddesinin (1) numaralı fıkrasının (m) bendi şöyledir: “Çevresel gürültü: Ulaşım araçları, kara yolu trafiği, demir yolu trafiği, hava yolu trafiği, deniz yolu trafiği, açık alanda kullanılan teçhizat, şantiye alanları, sanayi tesisleri, atölye, imalathane, işyerleri ve benzeri ile rekreasyon ve eğlence yerlerinden çevreye yayılan gürültü dâhil olmak üzere, insan faaliyetleri neticesinde oluşan zararlı veya istenmeyen açık hava seslerini, …ifade eder.” Yönetmelik'in maddesi şöyledir:“ (a) Bu Yönetmelikte getirilen esaslar çerçevesinde gerek programlı veya programsız gerekse şikâyeti değerlendirmek amacıyla yapılacak denetimler; belediye sınırları ve mücavir alan içerisinde Çevre Kanununa istinaden yetki devri yapılan belediyelerce; belediye sınırları ve mücavir alan dışında yetki devri yapılan il özel idarelerince; yetki devri yapılmadığı takdirde ise İl Çevre ve Orman Müdürlüklerince, gerektiğinde diğer mevzuat kapsamında yetkili kılınan kurum ve kuruluşlar ile işbirliği ve koordinasyon içinde yapılır. b) Şikâyetleri değerlendirme, denetim ve idari yaptırım konusunda yetki devri yapılmış kurum ve kuruluşlarda; Çevre Denetim Biriminin kurulması, Bakanlıkça esasları belirlenmiş uzmanlığa sahip en az 2 personelin görevlendirilmesi, bu personellerden en az birinin dört yıllık üniversite mezunu olması ve bu kişinin gözetiminde göreve katılım sağlayacak diğer personelin iki yıllık yüksek okul veya lise ve dengi okullardan mezun olması ve bu Yönetmelik kapsamında getirilen esas ve standartlara uygun ölçüm ekipmanının bulundurulması zorunludur.c) Yapılan denetimlerde, bu Yönetmelikte verilen sınır değerlerin aşıldığının tespiti halinde, gürültü rahatsızlığına ve sınır değerlerin sağlanması için alınacak tedbirin özelliğine bağlı olarak, süre verilmesi, kapatılması ve benzeri uygulamalara yönelik esaslar denetim yapan personel veya birimi tarafından belirlenir.” Yönetmelik'in maddesi şöyledir:“Bu Yönetmelik hükümlerine aykırı davrananlar hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve Çevre Kanununun 20 nci maddesinde öngörülen idari yaptırımlar uygulanır.” 4483 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.” 4483 sayılıKanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır.” 4483 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir. Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur.” 4483 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2266 | Başvuru, konut yakınında bulunan iş yerinden kaynaklanan gürültünün sağlığı olumsuz etkilediği iddiası ile yapılan şikâyetin değerlendirmeye alınmasında ihmali olduğu ileri sürülen kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, ilgili ve yeterli olmayan gerekçelerle devam ettirilen tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini ileri sürerek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/12/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 19/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir Başvuru konusu olay ve olgular 13/3/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 4/4/2014 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 11/3/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 14/3/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/2/2012 tarihli iddianamesiyle hakkında kamu davası açılan başvurucu, yapılan yargılama sonucunda Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 12/12/2013 tarih ve E.2012/29, K.2013/191 sayılı kararıyla, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yağma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, mala zarar verme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 61 yıl 41 ay 10 gün hapis cezası ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Anılan karara karşı 16/12/2013 tarihinde başvurucu tarafından yapılan itiraz, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 31/12/2013 tarih ve 2013/770 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 19/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki dava temyiz üzerine Yargıtay’a gönderilmiş olup, hâlen temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Kuvvetlisuç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunmasıhalinde, şüpheliveya sanık hakkında tutuklama kararıverilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veyagüvenlik tedbiri ile ölçülü olmamasıhalinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerdebir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdurveya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),…. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizincifıkralar hariç, Madde 220) ....” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(2) Tehdidin; a) Silâhla, …. c) Birden fazla kişi tarafındanbirlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi hâlinde, fail hakkında iki yıldan beşyıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseyi hukukaaykırı olarak bir yere gitmekveya bir yerde kalmak hürriyetindenyoksun bırakan kişiye, bir yıldanbeş yıla kadar hapis cezasıverilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veyaişlediği sırada cebir, tehdit veyahile kullanırsa, iki yıldan yediyıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silâhla, …c) Birden fazla kişi tarafındanbirlikte,....f) Var olanveya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, ...İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadarhapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Başkasınıntaşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamenyıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veyakirleten kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydanüç yıla kadarhapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleriişlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ilearaç ve gereçbakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldanaltı yıla kadar hapis cezasıile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üyesayısının en az üç kişiolması gerekir..” 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Her kim buKanunun kapsamına giren ateşli silahlarlabunlara ait mermileri ülkeye sokar veyasokmaya kalkışır veya bunların ülkeyesokulmasına aracılık eder veya bunları 29/6/2004 tarihli ve 5201 sayılı Harp Araç ve Gereçleri ileSilâh, Mühimmat ve Patlayıcı MaddeÜreten Sanayi KuruluşlarınınDenetimi Hakkında Kanun hükümleri dışında ülkede yapar veyabu suretle ülkeye sokulmuş ve ülkede yapılmışolan ateşli silahları veya mermileri bir yerdendiğer bir yere taşır veyayollar veya taşımaya bilerek aracılık eder, satar veya satmayaaracılık ederse veya bu amaçlabulundurursa beş yıldan oniki yılakadar hapis ve beşyüz gündenbeşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9321 | Başvurucu, ilgili ve yeterli olmayan gerekçelerle devam ettirilen tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvurular, temin faaliyeti tamamlanmamış olan astsubay/subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/2457 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2020/2457 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2457 | Başvurular, temin faaliyeti tamamlanmamış olan astsubay/subay adaylarının temin faaliyetlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davaların Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/29367 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/29367 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/29367 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, AYİM Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 27/4/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde görev yapmakta iken yapılan idari tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından 3/2/2012 tarihinde disiplin ve ahlak durumu gözetilerek hakkında “Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir.” sicili tanzim edilmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon, başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 29/3/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanı tarafından da 31/5/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine Millî Savunma Bakanlığının 18/6/2012 tarihli ve 2012/09-185 sayılı kararı ile ayırma işlemi onaylanarak kesinleşmiş, 22/6/2012 tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu 30/7/2012 tarihinde; davalı idarece hiçbir gerekçe gösterilmeksizin disiplinsizlik ve ahlaki durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini ancak yaşantı biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, 2011 yılının Kasım ayı içinde üç istihbaratçı tarafından sorguya alındığını, sorguda kendisinin ve aile fertlerinin özel hayatına ilişkin sorular sorulduğunu, ifadesini alan kişilerden binbaşı rütbesinde olan birinin kendisine bağırması, ifade öncesi üç saat boyunca bir odada bekletilmesi, beş saat süren ifade alma işlemi sırasında sigara içememesi, ifadenin yerin 50 metre altında bir mekânda alınması gibi koşullar nedeniyle bir an önce bu ortamdan kurtulmak amacıyla ifade metnini imzaladığını; imza aşamasında imzaladığı belgenin bir önem taşımadığı hususunda kendisine telkinde bulunulduğunu, bu nedenle çoğu yalan olan ve konuşma ortamında söylediği sözlere ilişkin ifade tutanağını imzaladığını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine AYİM Birinci Dairesinde dava açmıştır. Yargılama sırasında davalı idarenin 28/9/2012 tarihli yazısının ekinde gönderilen savunmasında, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası ve Yönetmelik'in ve maddeleri uyarınca verilen ayırma kararı ve işleminde hukuka aykırı bir yönün bulunmadığı belirtilmiş; 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında gizli bilgi ve belge gönderildiği bildirilmiştir. AYİM Başsavcılığı; başvurucunun cinsel hayatının kamu görevi ve asker kişilik sıfatı ile bağdaşmayacak vahamet derecesine ulaşmadığını, tamamen özel hayatın dokunulmaz sahası içinde değerlendirilmesi gereken mahiyet arz ettiğini ve sonuç olarak bu hayat tarzı nedeniyle başvurucu hakkında ayırma sicili tanzim edilmesinin ölçülülük ilkesini ihlal ettiğini, başvurucunun statü dışına çıkarılması işleminin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptaline karar verilmesi yönünde düşünce bildirmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 5/2/2013 tarihli ara kararı ile davalı idarece gönderilen “gizli” ibareli belgeler arasında yer alan başvurucunun 1/11/2012 tarihli ifadesine ilişkin tutanakta “Görüşmenin personelin kendi rızasıyla sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınacağı kendisine hatırlatılıp açıklandı.” şeklinde ibareye yer verildiği için ifadeyle ilgili görüntü ve ses kaydını içerir CD'nin gönderilmesi, ifadenin alınmasına niçin ihtiyaç duyulduğu ve soruşturmanın mahiyeti hususlarında bilgi verilmesi, başvurucunun ifadesinde belirtilen hususlarla ilgili başkaca ifade, bilgi ya da belge bulunup bulunmadığının bildirilmesi talep edilmiştir. Davalı idare, söz konusu görüntü ve ses kaydının idari soruşturmanın ardından imha edilmesi nedeniyle gönderilemediğini bildirmiş; istem konusu diğer hususlara ilişkin başvurucunun 1/11/2011 tarihli ifade tutanağının yanı sıra inceleme sonuç raporu isimli bir belgeyi Mahkemeye göndermiştir. Başvurucu vekili 27/3/2013 tarihinde davalı idarece gönderilen “gizli” nitelikli belgelerin bir örneğinin kendisine verilmesi talebinde bulunmuş ancak Mahkeme, başvurucunun bu talebine ilişkin bir karar vermemiştir. AYİM Birinci Dairesi 9/4/2013 tarihli ve E.2013/157, K.2013/458 sayılı kararı ile davayı oy çokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“...Dava, özlük ve sicil dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 2000 tarihinde Astsb.Cvş. nasbedilen davacının, Hv.Mu.Bçvş. sınıf ve rütbesi ile Diyarbakır 2'nci Hv. Kont. Grp. K. Bkm. Ş. Md.lüğü Bil. ve Teş. Chz. Atl. Bilgs./Tes. Sis Tnks. olarak görev yaptığı esnada, 2012 tarihinde sıralı sicil üstlerince Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60'ncı maddesinin (a), (b) ve (e) fıkraları gereğince 'Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir' sicili düzenlendiği, bu sicil üzerine durumunun Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 61'inci maddesine göre Hv. K.K.Iığı bünyesinde oluşturulan komisyonda incelendiği, Komisyonun 926 sayılı TSK Personel Kanunun 94'üncü maddesinin (b) fikrası, 5434 sayılı T. Emekli Sandığı Kanunun 39'uncu maddesinin (e) fıkrası ve Astsubay Sicil Yönetmeliğinin (a), (b) ve (e) fıkraları gereğince sicil yolu ile Silahlı Kuvvetlerden ilişiğinin kesilmesinin uygun olacağı hususunun Komutanın tasvibine sunulması yönundeki kararının 2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından uygun bulunduğu, 2012 tarihinde Genelkurmay Başkanınca Hv.K.K.Iığı kararına göre işlem yapılmasının uygun görüldüğü, Milli Savunma Bakanlığı’nın 2012 gün ve 2012/09-185 sayılı kararı ile ayırma işleminin onaylanarak kesinleştiği, 2012 tarihinde TSK'dan ilişiği kesilen davacının, söz konusu ayırma işleminin iptali istemi ile ... iş bu davayı açtığı anlaşılmıştır....... dava konusu işlem irdelendiğinde; davalı idarece, 1602 sayılı Kanun'un 52'nci maddesi kapsamında incelenmek üzere 'Gizli' gizlilik dereceli olarak gönderilen belgelerden ve özellikle (bu belgeler arasında yer alan) Hava Harp Okulu Komutanlığı'nda görevli bazı personelin Hava Harp Okulu Komutanlığı sinemasında porno film izlediklerinin tespit edilmesi üzerine başlatılan idari tahkikat kapsamında alınan 2011 tarihli, hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan okuyup imzaladığı kaydıdüşülen davacıya ait ifade tutanağından; davacının, 15 yaşından beri aralarında kendisinden yaşça büyük (50 yaş) veya küçük (üniversite hazırlık öğrencisi), evlenmemiş veya dul, emekli astsubay kızı ve boşanmış bir askeri personelin eşi de bulunan 500'e yakın yerli ve yabancı bayanla ilişkisi ve cinsel birlikteliği oldugunu, Eskişehir'de üniversite öğrencisi bir bayanla 3 yıl süren ilişkisi esnasında lezbiyen ilişki hariç farklı her türlü ilişkiyi yaşadığını, İzmir, Ankara ve İstanbul'da genelevlere gittiğini ve grup seks ilişkisi yaşadığını, internet ortamında sosyal paylaşım sitelerine uyelikleri olduğunu, bu sayede bir çok arkadaş edindiğini ve bunlardan bazıları ile ilişki yaşadığını, internet ortamında astsubay olduğunu, HHO K.lığında görev yaptığını ve işini söylediğini, bu bayanlardan 8-10 tanesi ile karşılıklı olarak soyunarak sanal seks yaptığını beyan eden davacının söz konusu bu fiillerinin genel ahlak anlayışı ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nin disiplin ve ahlak anlayışına açıkça ters düştüğü, davacının TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu, bu itibarla davacının statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, sonuç olarak, davacı hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu yararı-birey yararı dengesi gözetilerek ve ölçülü bir şekilde kullanıldığı, dolayısıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Diğer taraftan davacı vekilince, davacının yaklaşık 3 saat bir odada beklemesi, sonradan ifadeye alınması, devamında özellikle istihbaratçılardan binbaşı olan kişinin kendisine bağırması, yaklaşık 5 saat ifadede kalıp sigara içmemesi, bu ifadelerin yerin yaklaşık 50 metre altında alınması, kapalı yer korkusu gibi nedenlerle baskı, kızgınlık ve bir an önce o ortamdan kurtulmak maksadıyla söz konusu belgeyi imzaladığı, imza aşamasında herhangi bir önem arz etmediğinin, rutin bir konuşma olduğunun, personelin sosyal yaşantısının tespitine yonelik bir çalışma olduğunun, hatta kendilerinin de ara sıra çapkınlık yaptıklarının söylenmesi uzerine, davacının bir çoğu yalan olan, sadece ortamda söylenmiş söylemleri imzaladığı, bunun neticesinde ilişiğinin kesildiği, ilişik kesmeye gerekçe gösterilen sorgu işleminin baştan itibaren usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu öne sürülmüş ise de; 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.' hükmü Anayasa'nın 38'inci maddesinde yer almaktadır. Bu maddenin başlığı ise 'Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar' şeklindedir. Anayasada 'İdarenin Esasları' başlığı altında ise böyle bir hükümbulunmamaktadır. Diğer yandan Anayasada memurların görev ve sorumluluklarını, disiplin kovuşturma usulünü düzenleyen 129'uncu maddesinde, 'Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.' şeklinde genel bir ilke yer almaktadır. Suç ve cezaya ilişkin ilkeler ile disiplin hukukuna ilişkin ilkeler arasinda temelde farklılıklar bulunmaktadır. Kamu personeli hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi disiplin soruşturması yapılabilmektedir. Kamu görevlisi hakkında yargılama yapılıp beraat kararı verilse dahi bu durum disiplin cezası verilmesine engel bir hal değildir ...Davacının bahse konu 2011 tarihli ifadesi bir suç isnadıyla ceza soruşturması/kovuşturması kapsamında değil, disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmıştır. Davacının bu şekilde tespit edilen ifadesi esnasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı bir şekilde veya yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmaktadır. Davacı TSK'da görev yapan bir başçavuştur. Savaş halinde veya olağanüstü durumlarda, ya da normal hizmet sırasında kendine verilen görevi yapabilmek igin gerektiğinde canının dahi vermekle yükümlü bir personeldir, bu hususlarda yemin etmiştir. Bu statüdeki bir personelin bulunduğu ortamdan kurtulmak için yalan-dolan ifade vermesi dahi tek başına statüsüyle uyuşmamaktadır. Ayrıca davacı ifade verirken kendisini kurtarmak maksadıyla yalan söylediğini farzetsek dahi; böyle bir durumda kendini ahlaki açıdan zaaf içerisinde olan bir kişi pozisyonunda gösterecek ifade vermesi de hayatın olagan akışına uygun düşmemektedir. Bu nedenlerle davacının ifadelerinin içinde bulunduğu gerçekleri yansıttığı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak; davacının bahse konu ifadesinde beyan etmiş oldugu olaylar maddi vakıa olarak disiplin hukuku kapsamında degerlendirilebilecektir. Davacının yukarıda açıklanan fiil ve hareketleri gerçekleştirmiş olduğunu beyan ederek ifadesini imzalamış olduğu göz önüne alınarak dava konusu işlemde bu yönüyle de hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Karara katılmayan Daire Başkanının karşı oy yazısında aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir: “… başta disiplin cezaları olmak üzere idari yaptırımların, ceza hukuku yaptırımlarına en yakın ve benzeyen işlemler olduğu; Anayasa’nın temel hak ve hürriyetleri teminat altına alan hükümlerinin bu alanı da kapsadığı bir vakıadır. Bu itibarla Anayasa’nın 38’nci maddesinin 6’ncı fıkrasındaki ‘kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez’ hükmü ile kamu görevlilerine teminat sağlayan 128’nci maddesindeki kanunilik ve 129’uncu maddesindeki savunma alınmaksızın disiplin cezası verilememesine ilişkin hükümlerin bir ilke olarak kabulü ve gerek idari yaptırımların yapı ve nitelikleri gerek tesis/soruşturma süreci ile çelişmediği ölçüde ceza muhakemesindeki delil yasaklarının kıyasen uygulanması gerekmektedir ……... ortada mülakat şeklinde, kendisi aleyhine TSK’den çıkarılmasını sağlayacak yoğunlukta bilgi veren ve aynı zamanda savunma olarak değerlendirilmesi istenen, yukarıda belirtilen hal ve şartlarda elde edilen bir tutanak mevcuttur. Ayırma işleminin tek dayanağı olan bu tutanağın durup dururken kendiliğinden, idare ajanlarının etki ve katkısı bulunmaksızın ve tamamen davacının iradesiyle oluşturulmadığı yadsınamaz bir vakıadır. Bu ifade tutanağındaki soru ve cevaplar karşılaştırıldığında, önce ilgilinin uzun süre tanık-şüpheli-sanık arası bir statüde sorgulandığı, bilahare alınan bilgilere göre ifadeye dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Esasen, davacının, kendi aleyhine idare de dahil hiçbir kişinin bilgi alanına ve aleniyetine kavuşmamış bilgi vermesi sağlanırken, bunun aynı zamanda savunma olarak kabulü gibi bir paradoks ortaya çıkmıştır. Oysa tutanakta davacıya yüklenen kusurlu fiillere ilişkin isnatlara yer verilmemiştir.…Davacı, kendisine doğru söylemesi halinde kendisine dokunulmayacağı şeklinde telkinde bulunulduğunu iddia etmiştir. Davacının ifadesi dikkate alındığında, idareye güvenerek ikrar ve tevil yoluna gitmeksizin samimi açıklamalar yaptığı, (kendi ikrarı olmasaydı) idarenin hiçbir şekilde bilmesi ve öğrenmesi mümkün olmayan tamamen özel hayatlara ilişkin bilgiler verdiği anlaşılmaktadır. Abartılı gözükmekle beraber bu bilgilerin aleyhine bilgi toplayan idareye re’sen arzı, hayatın olağan akışına ve oluşa aykırı olduğu gibi, temel hak ve hürriyetlerin özünü ve sınırlarını zorlayan bir uygulamadır… Kendisi aleyhine tanıklık yapmaya zorlanamaması ilkesi, askeri disiplin hukukunda da geçerli bir ilkedir…… disiplin soruşturmasının, ceza hukuku kovuşturmasından ayrı ve farklı olduğu, aynı usul ve esaslara tabi olmadığı bilinen bir husustur. Ancak, bu durum, Anayasa’daki temel hak ve hürriyetler rejimine bağlı kalınmayacağı ve bunları korumaya matuf mevzuatın tamamen göz ardı edileceği anlamına gelmemektedir. Aksinin kabulü halinde; disiplin soruşturmasında da, işkence, baskı, hipnoz vb. gibi yasak yöntemlerle veya hukuka aykırı dinleme, arama, el koyma gibi usullerle elde edilen delillere itibar edilmesi, daha da önemlisi yasaklanan usullerle delil toplamaya icazet verilmesi yolu açılmış olur. …Sonuç olarak, somut olayda ayırmanın tek delili olarak gösterilen ifadenin temininde aydınlatma yükümlülüğüne ilişkin kuralların tam işletilmediği; davacının bilgisine başvurma adı altında kendi aleyhine tanıklık yapmasının sağlandığı ve savunma hakkının göz ardı edildiği; ilgilinin hangi sebeple ve ne şekilde soruşturulduğu konusunda bir bilgi bulunmadığı; davacının verdiği abartılı sayılabilecek ve bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış özel hayata ilişkin malumatın başka olgu ve bulgularla desteklenmediği; üstelik ses ve video kaydı yapıldığı belirtildiği halde ara kararı üzerine imha edildiği şeklinde verilen cevabın ifadenin delil niteliği konusunda kuşku doğurduğu; benzeri diğer uygulamalardan farklı olarak başkaca hiçbir delil aracı ve delil başlangıcı bulunmadığı dikkate alındığında, davacı hakkında tesis edilen disipline ilişkin ayırma yaptırımının şekil/usul unsuru yönünden hukuka aykırı olduğunu düşünüyorum.…” Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 8/10/2013 tarihli ve E.2013/990, K.2013/945 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 30/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2015 tarihli ara yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun TSK’dan ilişiğinin kesilmesi işlemine dayanak oluşturan belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Hava kuvvetleri Komutanlığının 1/12/2015 tarihli yazısında, idari işlemin dayanağını oluşturan belgelerin gönderildiği belirtilmiştir. Anılan belgelerin incelenmesinden Hava Harp Okulu Komutanlığının Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiği 15/6/2011 tarihli yazıda, başvurucunun Hava Harp Okulu sinema salonunda pornografik içerikte film izleyen bazı kişilere zaman zaman katılması nedeniyle uyarı cezası ile cezalandırıldığının belirtildiği ve kritik Muhabere Elektrıonik Bilgi Sistemleri (MEBS) kadrolarına görevlendirilmemesi önerisinde bulunulduğu görülmüştür. Öte yandan Hava Kuvvetleri Komutanlığınca yürütülen bir idari tahkikat kapsamında 1/11/2011 tarihinde istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde ÜÇOK Harekat Merkez Komutanlığı Diyarbakır karargahında başvurucunun ifadesinin alındığı, ifade tutanağına “Görüşmenin personelin kendi rızasıyla sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınacağı kendisine hatırlatılıp açıklandı.” ibaresinin yazıldığı görülmüştür. Söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya nerelerde görev yaptığı ve kimlerle ikamet ettiği, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanıp kullanmadığı, eşcinsel ve biseksüel kişilerle ilişki yaşayıp yaşamadığı ve bu kişilerle grup şeklinde ilişkiye girip girmediği, adli boyutu olan bir olayın içinde olup olmadığı, herhangi bir kişi ya da grup ile tartışma yaşayıp yaşamadığı, aldığı disiplin cezaları, ne sıklıkla yurt dışına çıktığı gibi hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. B. İlgili Hukuk 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun “Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem” kenar başlıklı maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası şöyledir: “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,...e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,...” Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler....Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.” 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: …(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8564 | Başvuru, ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin AYİM) yapısından dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, AYİM Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tam yargı davasında maddi tazminat istemi yönünden yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2011 yılında Balıkesir Astsubay Meslek Yüksek Okuluna kabul edilmiştir. Başvurucu hakkında askerî öğrenciliğe devam edemeyeceği yönünde bir sağlık kurulu raporu verilmesi üzerine 21/10/2013 tarihinde başvurucunun bu okuldan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu askerî öğrencilikten çıkarılma işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 12/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vererek başvurucunun Astsubay Meslek Yüksek Okulundan çıkarılması işleminin iptaline karar vermiştir. Başvurucu iptal kararı üzerine tekrar Balıkesir Meslek Yüksek Okuluna çağrılmıştır.Başvurucuya iki haftalık staj eğitimine tabi tutulduktan sonra tarafına astsubay diploması verilmiş ve 24/11/2014 tarihinde astsubay çavuş olarak naspedilmiştir. İlgili karar başvurucuya 30/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu iptal kararının 15/1/2015 tarihinde tebliği üzerine askerî öğrencilikten çıkarma işlemi nedeniyle 30/8/2013 tarihinde emsalleri ile birlikte astsubay çavuş olmaktan ve 30/8/2013-24/11/2014 tarihleri arasındaki on beş aylık görev aylığından mahrum edildiği iddiasıyla 000 TL maddi tazminat verilmesi talebiyle 19/1/2015 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 10/6/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; askerî öğrencilikten çıkarılma işlemi gibi işlemler hakkında verilen iptal kararlarının hukuki etki ve sonucunun davacının eski statüsüne döndürülmesi olgusu ile sınırlı olduğu gerçeğine vurgu yapılmıştır. Başvurucunun herhangi bir nasıp düzeltme işlemi yapılmaksızın astsubaylık statüsünde geçmesi gerektiğini ileri sürdüğü bir yıllık astsubaylık özlük haklarını talep ettiğine işaret eden Mahkeme, talep konusu bu hususta bir an için talebin kabul edilerek bir yıllık astsubay maaşının ödenmesi kabul edilse bile nasıp düzeltmesi yapılmaksızın bu talebin karşılanmasının müteakip rütbelerde geç terfiye dayanılarak yeni taleplerin ve davaların oluşmasını engellemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun ve maddeleri uyarınca subay ve astsubayların terfi zamanının 30 Ağustos Zafer Bayramı Günü olduğu hususuna işaret etmiş ve ilgili Kanun'un ve diğer madde hükümlerinde yargısal kararlar dâhil çeşitli sebeplerle nasıp düzeltilmesi yapılanlara terfi ve rütbe kıdemliliklerinden dolayı maaş farkı ödenmeyeceği kuralına gönderme yapmıştır. Bu karar, başvurucu vekiline 18/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. 24/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Faruk Büyük, B. No: 2015/17044, 11/12/2018, §§ 18- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14216 | Başvuru, tam yargı davasında maddi tazminat istemi yönünden yerleşik içtihada aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Deniz Harp Okulundan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı açılan davada ret hükmüne ulaşılırken bariz takdir hatası yapılması, esasa etkili iddiaların karşılanmaması, hükme esas olan gizli belgelerden örnek alınmasına izin verilmemesi, mahkemenin organik olarak bağımsız olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2008-2009 eğitim öğretim yılı itibarıyla Deniz Harp Okulu bünyesinde askerî öğrenci olarak eğitime başlamıştır. Dördüncü sınıf öğrencisi iken sahip olduğu disiplin puanlarının tümünü yitirdiğinden bahisle başvurucunun Deniz Harp Okulu ile ilişiği 22/7/2013 tarihli işlemle kesilmiştir. Başvurucu, ilişik kesme işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/6/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu uyarınca oda hapsi disiplin cezasının mevzuattan çıkarıldığı hatırlatılmıştır. Disiplin hükümleri yönünden 6413 sayılı Kanun'un öngördüğü yönetmelik ihdas edilene kadar 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu hükümlerinin uygulanmasına devam edileceği ve ceza puanları hariç olmak üzere oda hapsi disiplin cezalarının izinsizlik cezası olarak uygulanacağı hususlarının 6413 sayılı Kanun'un geçici ve geçici maddelerinde hüküm altına alınmış olduğu ifade edilmiştir.Bu geçici maddeler ile yasa koyucunun 6413 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce askerî öğrenciler hakkında tesis edilen disiplin puanı düşürme işlemlerinin aynen muhafaza edilmesine yönelik irade gösterdiği yönünde belirleme yapılmıştır. Bu belirleme yapıldıktan sonra başvurucunun disiplin puanının tükenmesine neden olan ve oda hapsi cezalarının da içindeolduğu disiplin cezaları yıllar itibarıyla tek tek sayılmak suretiyle hatırlatılmıştır. Bu disiplin işlemleri tesis edilirken kamu menfaati ile birey yararı dengesi kurulduğu, ölçülülük ilkesine uygun olarak referans çizelgede yer alan ceza miktarlarından daha az ceza takdir edildiği ifade edilmiştir. Disiplin işlemlerinin birçok farklı disiplin amiri tarafından tesis edildiği ve bu süreçte başvurucunun toplam olarak beş kez Alay, üç kez Okul Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilmek suretiyle disiplin konusunda uyarıldığı hususlarına dikkat çekilmiştir. Çıkarılma işleminin sebebi olan disiplin cezalarının tümünün yetki ve şekil unsuru yönünden hukuka uygun olduğu belirlenmiştir. İşlemin esası yönünden ise disiplin notunun kırılması ve notların toplanmasında maddi hata yapılmadığı, her türlü eylemin cezalandırılması cihetine gidilmediği, bu kapsamda iki savunmanın uygun görüldüğü, üç savunmaya da uyarı cezasının verildiği, zaman zaman da ceza referans değerlerinden daha düşük disiplin puanları kırılmak suretiyle başvurucu lehine işlemler yapıldığı tespit edilmiştir. Sonuç itibarıyla çıkarılma işleminin tüm unsurlarıyla mevzuata ve hukuka uygun olduğu kanaatine varılarak ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret kararı iki üyenin ayrışık oyuna karşılık oyçokluğu ile alınmıştır. Ayrışık oy gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 6413 sayılı Kanun yapılmış, bu Kanun ile oda hapsi cezası kaldırılmış, verilen cezalar kınama ve izinsizlik cezaları olarak öngörülmüş, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli askeri öğrencilere de verilecek cezalar arasında oda hapsi cezasına yer verilmemiş, oda hapsine ilişkin hükümler yürürlükten kaldırılmış, ancak yapılan bu değişikliğin yürürlüğe girmesi yürütme organının iradesine bırakılmıştır. idare de, yasal değişikliğin yürürlüğe girebilmesi için şart koşulan yönetmeliği çıkarmakta gecikmiş, sonuç olarak; yasadan aldığı bu yetkiyi geç kullanmak suretiyle oda hapsi cezasının puan olarak yürürlükte kalmasını sağlamıştır. 6413 sayılı Kanunun Geçici 3'üncü maddesinin 2'nci fıkrasının; "23'üncü maddenin 2'nci fıkrasında düzenlenen yönetmelik yayımlanıncaya kadar , askeri öğrenciler hakkında ceza puanları hariç olmak üzere." şeklindeki düzenlemesinin; yasanın yürürlüğe girmesini yönetmelik çıkarma şartına bağlamak suretiyle yasama yetkisini yürütme organına devretmesi, uygulamada idarenin geç yönetmelik çıkarmış olması nedeniyle yasanın yürürlüğünü ötelemiş/engellemiş olması, düzenlemenin bu haliyle yasama yetkisinin devri sonucunu doğurması nedeniyle "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesine ve dolayısıyla Anayasa'nın 7'nci maddesine aykırı olduğu, keza yasama organının iradesini ortaya koyarak çıkardığı 6413 sayılı Kanunun bir bölümünün yürürlük tarihinin (aynı Kanunda yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmesine rağmen) belirsiz kaldığı, bu haliyle personelin hangi işlem ve eylemleri nedeniyle haklarında hangi hukuk kurallarına göre işlem tesis edileceğini öngörmeleri ve hareketlerini buna göre düzenlemelerinin mümkün olamayacağı, dolayısıyla bahse konu hükmün "Hukuki Belirlilik" ve "Hukuk Devleti" ilkelerini kapsayan Anayasanın 2'nci maddesine de aykırı olduğu, görülmektedir. Açıklanan nedenlerle; 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanununun Geçici 3'üncü maddesinin 2'nci fıkrasının; "23'üncü maddenin 2'nci fıkrasında düzenlenen yönetmelik yayımlanıncaya kadar, askeri öğrenciler hakkında ceza puanları hariç olmak üzere." şeklindeki düzenlemesini Anayasanın 2 ve 7'nci maddelerine aykırı gördüğümüzden, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve davanın geri bırakılmasına karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar veren sayın çoğunluk görüşüne katılamadık." Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 26/11/2014 tarihli hükmüyle reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine yönelik karar da oyçokluğuyla alınmış olupbir üye ret kararındaki ayrışık oyuna atıfta bulunarak karara katılmamıştır. Başvurucu nihai kararı 19/12/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 16/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6413 sayılı Kanun'un "Askeri öğrenciler hakkında verilebilecek cezalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Askeri öğrencilere verilebilecek disiplin cezaları ağırlık derecesine göre aşağıda belirtilmiştir: a) Kınama b) İzinsizlik (2) Kınama cezası; öğrencinin, disiplinsizlik teşkil eden davranışlarda bulunduğununsomut olarak tespit edilmesi ve bunun yazı ile bildirilmesidir. Bu ceza, disiplin amirleri tarafından ekli (1) sayılı çizelgeye göre verilir. (3) İzinsizlik cezası; öğrencinin, hafta sonu tatilinden faydalandırılmamasıdır. Bu ceza, disiplin amirleri tarafından ekli (1) sayılı çizelgeye göre, öğrenci disiplin kurulları tarafından ise üç hafta sonundan az olmamak üzere altı hafta sonuna kadar (bu süre dâhil) verilir." 6413 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ikinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir: "Askeri öğrencilerin disiplinsizlik teşkil edebilecek fiilleri ve bu fiillere verilebilecek disiplin cezalarının türleri ve miktarı, disiplin amirlerinin kimler olacağı, öğrenci disiplin kurullarının kurulması, kurul kararlarına itiraz ve bu kurullara ilişkin diğer hususlar, disiplin puanları, disiplinsizliklerde düşülecek disiplin ceza puanları ile disiplin cezalarına bağlı idari işlemler yönetmelikle tespit edilir. " 6413 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: "23 üncü maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen yönetmelik yayımlanıncaya kadar, askeri öğrenciler hakkında ceza puanları hariç olmak üzere ilgili mevzuatlarında yer alan uyarı cezaları kınama, oda hapsi cezaları ise ceza süresinin yarısı kadar izinsizlik cezası olarak uygulanır" 11/5/2000 tarihli ve 4566 sayılı Harp Okulları Kanunu'nun "Disiplin ve okuldan çıkarılma" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının (a) bendi şöyledir: "Harp okullarına alınan her öğrenciye disiplin notu verilir. Hangi cezalar için disiplin notundan ne miktarda düşüleceği yönetmelikte belirtilir. Harp okullarında eğitim ve öğrenim gören öğrenciler aşağıdaki hallerde okuldan çıkarılırlar; a) Bu Kanun hükümlerine göre çıkarılacak yönetmelik gereğince her öğrenciye verilen disiplin notunu kaybedenler, " 4566 sayılı Kanun temel alınarak ihdas edilen ve 27/9/2001 tarihli ve 24536 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Harp Okulları Yönetmeliğinin "Disiplin nedeniyle okuldan çıkarılma" kenar başlıklı maddesininbirinci fıkrasının (a) bendi şöyledir: "Harp okulu öğrencileri aşağıdaki hallerde yüksek disiplin kurulu kararıyla okuldan çıkarılırlar. a) Disiplin notunun tamamını kaybedenler," | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/985 | Başvuru, Deniz Harp Okulundan ilişiğin kesilmesi işlemine karşı açılan davada ret hükmüne ulaşılırken bariz takdir hatası yapılması, esasa etkili iddiaların karşılanmaması, hükme esas olan gizli belgelerden örnek alınmasına izin verilmemesi, mahkemenin organik olarak bağımsız olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Kozan Cumhuriyet Başsavcılığınca zimmet ve bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında çıkarılan yakalama kararına istinaden 23/7/2013 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Savcılık aynı tarihte başvurucuyu zimmet ve bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçlarından tutuklanması istemiyle Kozan Sulh Ceza Mahkemesine sevk etmiştir. Kozan Sulh Ceza Mahkemesi 23/7/2013 tarihinde başvurucunun zimmet ve bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 16/7/2014 tarihli iddianame ile 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamında zincirleme nitelikli zimmet suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul ederek E.2014/317 sayılı dosya üzerinden 2/12/2014 tarihinde yargılamaya başlamıştır. Mahkeme 22/9/2015 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Adana Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu anılan kararı 16/10/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 6/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 23/2/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiş, 3/3/2016 tarihinde ise başvurucunun anılan suçtan 13 yıl 4 ay hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17153 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında beyanları mahkûmiyete belirleyici kanıt olarak esas alınan tanığın sorgulanmasına fırsat verilmemesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu Ramazan İskender (R.İ.) 17/4/2015 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun eşi Fatma İskender, kendisi ve velayeten oğlu Utku İskender adına 11/5/2015 tarihinde kayda giren dilekçeyle başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Müteveffa R.İ., diğer sanıklarla birlikte iki farklı tarihte silah kullanmak suretiyle aynı mağdurun cep telefonlarını gasbettiği isnadıyla 8/11/2005 tarihinde gözaltına alınmıştır. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2007 tarihli iddianamesiyle R.İ. hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası açılmıştır. Bursa Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 2/11/2010 tarihli kararıyla R.İ.nin müsnet suçtan iki kere 8 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/2/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. R.İ., kararı 20/2/2015 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş ve 19/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. R.İ.nin 17/4/2015 tarihinde ölmesi üzerine Mahkeme 14/5/2015 tarihli ek kararıyla R.İ.ye verilen hapis cezasına ilişkin ilamın ortadan kaldırılmasına ve ilamın infaz edilmeden iadesine karar vermiştir. R.İ.nin eşi Fatma İskender kendisi ve oğlu Utku İskender adına bireysel başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir. Başvurucu; eşi R.İ.nin başvuruya konu yargılama nedeniyle intihar ettiğini, bireysel başvuru neticesinde verilen karara göre yargılamanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde bulunacağını belirtmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ergezen/Türkiye (B. No: 73359/10, 8/4/2014, §§ 27, 28) başvurusunda, başvurucunun AİHM nezdinde başvuruda bulunduktan sonra ölmesi üzerine yakınlarının başvuruya devam etmeyi istemeleri durumu ile başvurudan önce ölen kişi adına doğrudan ölenin yakınları tarafından başvuruda bulunma durumunun ayrı değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (benzer yöndeki karar için bkz. Valentin Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya [BD], B. No: 47848/08, 17/7/2014, § 97). AİHM, ilke olarak ölmeden önce asıl başvurucu tarafından yapılan bir başvurunun ölenin yakınları tarafından takip edilebilmesi için yakınlarının başvurunun devamında yeterli menfaatlerinin olması gerektiğini belirtmektedir (Hristozov ve Diğerleri/Bulgaristan, B. No: 47039/11, 358/12, 13/11/2012, § 71; Valentin Câmpeanu Adına Hukuki Kaynaklar Merkezi/Romanya, § 97) Çünkü bu durumda asıl başvurucu, kişisel tercihini kullanarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden (Sözleşme) doğan haklarının ihlal edildiği yönünde ölmeden önce bizzat başvuruda bulunmuştur (Ergezen/Türkiye,§ 29). Ölmeden önce asıl başvurucu tarafından yapılan bir başvuruda AİHM'e göre belirleyici husus başvuruya konu hakkın mirasçılara devredilip edilemeyeceği değil başvuruya devam etmek isteyen yakınların bu konuda meşru menfaatlerinin bulunup bulunmadığıdır (Ergezen/Türkiye, § 29). AİHM'e göre başvuru karara bağlanmadan önce ölen kişinin başvuruya devam etmek isteyen yakınlarının bulunmaması veya bu türden bir istekte bulunan kişilerin başvurucunun mirasçısı ya da yeterince yakın akrabası olmaması ya da ölenin yakınlarının başvurunun devamında meşru bir menfaatlerinin bulunduğunu ortaya koyamaması hâlinde düşme kararı verilebilir (benzer yöndeki karar için bkz. Leger/Fransa, B. No: 19324/02, 30/3/2009, § 50). Ancak Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir (benzer yöndeki karar için bkz. Karner/Avusturya, B. No: 40016/98, 24/6/2003, § 25). AİHM Ergezen/Türkiye başvurusunda, başvuruda bulunduktan sonra vefat eden başvurucu yakınlarının başvuruya devam etme isteklerini ellerindeki belgelere göre yeterli menfaatleri bulunduğu gerekçesiyle kabul etmiş ve yargılamanın makul süreyi aştığı sonucuna ulaşarak Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5055 | Başvuru, ceza davasında beyanları mahkûmiyete belirleyici kanıt olarak esas alınan tanığın sorgulanmasına fırsat verilmemesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, davanın sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu tarafından İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi)İstanbul'da kardeşi H.Y.ye ait bulunan işyerinde 1/4/1985-30/5/1985 tarihleri arasında çalıştığı, işveren tarafından işe giriş bildirgesinin kuruma verildiği ancak prim ödemesi bulunmadığından dolayı işe giriş tarihinin kurum kayıtlarında 1/4/1985 tarihi olarak görülmediği iddiasıyla sigorta başlangıç tarihinin 1/4/1985 olarak belirlenmesi için dava açılmıştır. İş Mahkemesi, yapılan yargılama neticesinde 15/2/2017 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"..Hizmet tespit davaları kamusal nitelikteki davalardır. Kişinin sosyal güvenlik hakkı vazgeçilemez, devredilemez haklardandır. İşçi işe alınmak ile kendiliğinden sigortalı olur. Kurum kayıtlarına geçmeyen çalışma olgusu her türlü delil ile ispat edilebilir. İşverenin çalışma olgusunu kabul veya reddi tek başına hukuki sonuç doğurmaz. Gerçekten; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nın 2 ve maddelerinde açıkça belirlendiği üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça, hizmet akdine dayanılarak dahi, sigortalılıktan söz edilemez. ....Davalının üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmemiş davacının çalışmalarını tam olarak kuruma bildirmemiş olması da, keza davalı kurumunda denetim ve gözetim görevini gereği gibi yapmamasından davacıya atfı kabil hiçbir kusur ve sorumluluk olmadığı gibi bu olgulara dayanılarak davacıyı Anayasa ile güvence altına alınmış sosyal güvenlik altında yoksun bırakmak sosyal devlet ilkesiyle de bağdaşmaz. İncelenen bilgi ve belgeler ve tanık beyanları birlikte incelendiğinde, davacının davalı [H.Y.ye] ait işyerinde 01/04/1985 tarihinde bir gün süre ile sigortalı sayılacak şekilde çalıştığı, işe giriş bildirgesi, tanık beyanları ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler ve her türlü şüpheden uzak delille hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde davacı tarafça ispatlanmıştır. Yukarıdaki gerekçeler, yasal düzenlemeler ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirilerek davanın kabulüne'' İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Dava Dairesi) bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine 5/12/2017 tarihinde karar vermiştir. Davalı kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Hukuk Dairesi), Dava Dairesinin kararını kaldırarak İş Mahkemesi kararının bozulmasına 15/3/2018 tarihinde karar vermiştir. Bozma kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir. ''...somut olayda davalı işverenin davacının erkek kardeşi olduğunun anlaşılmasına göre bir kişinin kendi kardeşini sigortasız çalıştırmasının hayatın olağan akışına aykırı olması ve tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğundan bozma nedeni olduğu, davalı kurum vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu...." Bozma kararı sonrasında 25/12/2018 tarihli duruşmadan bir gün önce başvurucu vekili; başvurucunun Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) girişinin yapıldığına, dolayısıyla çalıştığına, nitekim sigortalı olarak hastanede muayene olduğuna ve eşinin yine sigortalı eşi olarak hastanede doğum yaptığına dair Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ortamında belge sunmuştur. Bozma kararı sonrasında 25/12/2018 tarihinde yapılan ilk ve tek duruşmada başvurucu vekili, yeni sunulan belgeleri işaret etmiş; yeniden tanık dinletilmesi talebinde bulunmuş ve işe giriş bildirgesinin SSK kayıtlarına girdiğini, bu belgelerin kendisinin sigortalı olarak çalıştığını ortaya koyduğunu, SSK'nın denetleme görevini yerine getirmediğini beyan etmiştir. İş Mahkemesi, bozma kararına uyulup uyulmadığına ilişkin herhangi bir karar vermeksizin Hukuk Dairesinin bozma kararına işaretle, işyerinden 1985 yılına ilişkin dönem bordrolarının kuruma verilmediği, bir kişinin kendi kardeşini sigortasız çalıştırmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, dinlenen başvurucu tanıklarının oto tamirhaneyi başvurucunun kardeşi ile beraber işlettiklerine yönelik beyanları da dikkate alındığında, başvurucunun 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun maddesinin (a) bendi kapsamında fiilî çalışmasının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi11/1/2021tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Kararın 6/2/2021 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 8/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/11372 | Başvuru, davanın sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 11/8/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/8/2017 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonucunda 7/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 7 gün haksız yere gözaltında kaldığını, gözaltı kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, soruşturma sürecinde avukatla temsil edildiğinden bu avukatlık ücretinin maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının haksız olduğu iddiasını 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine açıkça belirtmek suretiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararına dayandırmıştır. Dilekçesinde başvurucu, gözaltı işleminin hukuka aykırı olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2018 tarihli kararıyla başvurucuya 327,61 TL maddi, 600 TL manevi tazminat ile 845 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun soruşturma aşamasında ödediğini iddia ettiği vekalet ücretine ilişkin serbest meslek makbuzu sunmadığı gerekçesiyle vekalet ücretini maddi tazminata dahil etmemiştir. Başvurucu; hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu, maddi tazminata soruşturma aşamasındaki vekâlet ücretinin dâhil edilmemesinin yanlış olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 18/4/2018 tarihinde maddi tazminatı 927,61 TL (soruşturma aşamasındaki 600 TL vekâlet ücretini eklemek suretiyle) şeklinde düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17212 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/5/2016 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1984 doğumlu olup Özbekistan vatandaşıdır. Başvurucu 11/2/2006 yılında yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu 28/10/2010 tarihinde Türkiye'den yasa dışı yollarla çıkış yapmaya çalışırken yakalanmış ve Kırklareli'nde idari gözetim altına alınmıştır. Bunun üzerine başvurucu, uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 17/1/2011 tarihinde başvurucunun uluslararası koruma başvurusu sonuçlanıncaya kadar Kütahya'da ikamet etmesine karar verilmiş ve bu karar aynı tarihte başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu kendisine tanınan süre içinde Kütahya'ya gitmemiş, ikamet zorunluluğu ve bildirim yükümlülüğüne aykırı davranmış, bu nedenlerle 8/2/2011 tarihinde uluslararası koruma başvurusunun geri çekilmiş sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 13/12/2012 tarihinde Kütahya'ya giderek tekrar uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur. Kütahya Valiliği tarafından başvuru işleme konulmuş ancak başvurucu bir kez daha ikamet zorunluluğuna aykırı davranmıştır. Bu gelişme üzerine başvurucunun uluslararası koruma başvurusunun 31/12/2014 tarihinde ikinci kez geri çekilmiş sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu; 2013 yılında vermiş olduğu uluslararası koruma başvurusu mülakatında özetle Özbekistan'da gençlerin camiye gitmesine izin verilmediğini, 2006 yılı Şubat ayında işyerinde (fırın) arkadaşlarıyla birlikte namaz kılarken maskeli kişiler tarafından baskın yapıldığını, arka kapıdan kaçtığını ve babasının arkadaşının evinde saklandığını ifade etmiştir. Başvurucu anılan mülakatta ayrıca bu olay nedeniyle babasının on gün gözaltında tutulduğunu, babasının arkadaşının yardımıyla Türkiye'ye (İstanbul) geldiğini, Fatih'te bir fırında iş bularak birkaç yıl boyunca çalıştığını, 2012 [2010] yılında para karşılığı yasa dışı yollardan Yunanistan'a gitmeye çalıştığı sırada yakalandığını, ülkesine geri gönderilirse hapsedileceğini ya da öldürüleceğini belirtmiştir. Kütahya Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen 17/1/2013 tarihli mülakat raporunda, başvurucunun iddiaları "inandırıcı" bulunmuş; risk değerlendirmesinde "korktuğunu kanıtlayacak geçerli gerekçeleri bulunduğu" sonucuna ulaşılmış ve uluslararası koruma başvurusuyla ilgili "olumlu" kanaat bildirilmiştir. Ancak başvurucu ikamet yükümlülüğünü yerine getirmediği için uluslararası koruma talebine ilişkin nihai karar alınamamış ve başvuru geri çekilmiş sayılmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü trafik ekipleri tarafından 23/9/2015 tarihinde lisanssız şekilde (korsan) ticari taksi faaliyeti için kullanıldığı değerlendirilen bir araç durdurulmuş; aracın sürücü koltuğunda olduğu anlaşılan başvurucuya idari para cezası yaptırımı uygulanmıştır. Olay tarihinde ayrıca, başvurucunun kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu ve ikamet izni süresinin geçmiş olduğu hususlarında tutanak düzenlenmiştir. Anılan olayın ardından İstanbul Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından23/9/2015 tarihinde, kamu düzeni açısından tehdit oluşturma ve ikamet izni süre ihlali gerekçeleriyle başvurucu hakkında sınır dışı etme kararı alınmıştır. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle başvurucunun Türkiye'de bulunduğu sürede bir Özbek vatandaşıyla evlendiği ve bu evlilikten iki çocuk sahibi olduğu, kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunmadığı, uluslararası koruma başvurusuna ilişkin Kütahya'daki sürenin çok uzaması üzerine ailesinin giderlerini karşılayabilmek için ikamet ilini terk ettiği belirtilmiştir. Dava dilekçesinde ayrıca Özbekistan'da Müslümanlığın tehdit olarak görüldüğü, Müslümanların inançlarına uygun şekilde giyinmeleri ya da sakal bırakmaları hâlinde gözaltına alındıkları, başvurucunun da çok fazla baskıya maruz kaldığı ve son olarak ibadet ettiği evin polis tarafından basılması üzerine ülkesinden kaçtığı dile getirilmiştir. Anılan dava İdare Mahkemesinin 10/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Dosyanın incelenmesinden; 2015 tarihinden trafik ekipleri tarafından yapılan denetimlerde korsan taşımacılık yaptığından bahisle davacı hakkında Kabahatler Kanununa göre işlem yapıldığı,davacı hakkında ikamet ihlalinde bulunduğu ve kimlik beyanı hakkında yalan beyada bulunduğundan bahisle 6458 Sayılı Yasanın 54/1-(d, g)bentleri uyarınca sınır dışı kararı verildiği, davacı tarafından bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Uyuşmazlık konusu olayda, davacının kimlik bilgilerinin farklı girilmesinin tercüme hatasından kaynaklandığı, davacının yalan beyanda bulunma kastı olmadığından davacının 6458 Sayılı Yasanın 54/1-(d)bentleri uyarınca sınır dışı edilmesi uygun değil ise de,davacının, 2013 yılına kadar geçerli ikamet tezkeresi olduğu, ikamet tezkeresi süresi dolmasına rağmen davacının kalmaya devam ettiği görüldüğünden davacının 6458 Sayılı Yasanın 54/1-(g)bentleri uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka aykırılık görülmemiştir.Öte yandan,davacının dini inanışları nedeniyle ülkesinde tehdit gördüğü, bu nedenle sınır dışı edilemeyecek kişilerden olduğu ileri sürülmüş isede;bu hususlara dair somut delil sunulmaması nedeniyle iddiadan öteye geçmediği görüldüğünden davacının bu iddialarına itibar edilmemiştir.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 12 Ocak 1991 tarihli A. and K. v. Turkey (Başvuru No.14401/88) kararındabaşvuranların sınırdışı edilmesi halinde insanlık dışı ya da kötü muamele göreceklerine dair ciddî bir tehdidin bulunmaması gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur." Bu karar, başvurucuya 14/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve 3/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvuru formunda; uluslararası koruma başvurusu ve idari dava sırasında verilen bilgilere ek olarak başvurucunun Taşkent ili Kökçe köyünde yaşadığı, ülkesinde dinî eğitime getirilen kısıtlamalar nedeniyle haftanın belirli günleri on kişilik bir grupla birlikte Andican şehri imamlarından Abduvali Qori'nin dinî sohbetlerini elektronik cihazlardan dinlediği ve bu günlerden birinde maskeli polislerin gruba baskın düzenlemesi üzerine ülkesinden kaçarak Türkiye'ye sığındığı belirtilmiştir. Başvurucunun uluslararası koruma başvurusu sürecine ve sınır dışı kararına ilişkin belgeler Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 17/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Bu Kanun, yabancılarla ilgili iş ve işlemleri; sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını kapsar.(2) Bu Kanunun uygulanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalar ile özel kanunlardaki hükümler saklıdır." 6458 sayılı Kanun’un "Geri gönderme yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." 6458 sayılı Kanun’un 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un 676 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlark) Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler(2) Bu maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında oldukları değerlendirilen uluslararası koruma başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında uluslararası koruma işlemlerinin her aşamasında sınır dışı etme kararı alınabilir. ” 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar" 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamında hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması" Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir. " Mültecilerin hukuki durumuna dair 28/7/1951 tarihli Sözleşme'nin (Cenevre Sözleşmesi) maddesi şöyledir (Cenevre Sözleşmesi, 29/8/1961 tarihli ve 359 sayılı Kanun'la onaylanmış; 5/9/1961 tarihli ve 10898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir): “ Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sınır dışı kararının uygulanması hâlinde yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edileceğine ilişkin şikâyetlerle ilgili ilkesel yaklaşımı özetle şöyledir (referans alınan AİHM kararları için bkz. Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989; Saadi/İtalya [BD], B. No: 37201/06, 28/2/2008; S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011; J.K. ve diğerleri/İsveç [BD], B. No: 59166/12, 23/8/2016; Ghorbanov ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28127/09, 3/12/2013; Mamatkulov ve Aksarov/Türkiye [BD], B. No: 46827/99, 4/2/2005; Babajanov/Türkiye, B. No: 49867/08, 10/5/2016):"AİHM'e göre yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konular doğrudan o ülkenin ulusal egemenlik yetkisine ilişkin olup Sözleşme'nin maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bir başka deyişle bu tür konularda alınan kararların medeni hak ve yükümlülüklerle ilgisi bulunmamaktadır.Bununla birlikte bir yabancının sınır dışı edilmesi hâlinde işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair ciddi emareler bulunması durumunda taraf devletin Sözleşme kapsamında sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Sözleşme, işkence ve kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünü içermektedir.AİHM, Sözleşme'nin (yaşam hakkı) ve maddelerinin (işkence ve kötü muamele yasağı) birlikte ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde kural olarak işkence ve kötü muamelenin mutlak şekilde yasaklandığı gerçeğinden hareketle başvuruları maddeyle sınırlı olarak incelemektedir. Bu kural geri gönderilen ülkede idam cezası uygulanacağı gibi doğrudan yaşam hakkının konusunu oluşturan şikâyetler bakımından geçerli değildir. AİHM, işkence ve kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünün kamu düzeni veya kamu güvenliği bakımından risk oluşturanlar bakımından da geçerli olduğununun ve hatta uluslararası terörizm tehlikesinin bulunduğu hâllerde bile bu yükümlülüğe bir istisna getirilemeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM, geri gönderilen ülkede işkence ve kötü muamele riskinin varlığını haklı gösteren önemli gerekçelerin bulunması hâlinde bu iddiaların kapsamlı ve titiz (etkili) bir şekilde incelenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. AİHM, söz konusu incelemenin etkililiğinden bahsedebilmek için sınır dışı kararı uygulanmadan önce ilgili kişiye bağımsız bir mercie başvuruda bulunma imkânı sunulması ve inceleme sonuçlanıncaya kadar sınır dışı kararının uygulamasının kendiliğinden (otomatik olarak) durdurulmasının önemine vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin ihlaline karar verilebilmesi için işkence ve kötü muamele iddiasının bir olasılığın ötesinde gerçek bir risk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Söz konusu riskin ciddiliği incelenirken geri gönderilecek ülkeyle ilgili koşullar taraf devletçe resen araştırılmalıdır. Bu araştırma yapılırken bağımsız insan hakları örgütlerinin ve hükûmetlerin hazırladığı ülke raporlarından yararlanılması mümkündür.AİHM'e göre başvurucuların kişisel durumlarına ve geri gönderilecekleri ülkede karşılaşacakları risklere ilişkin iddialarını ayrıntılı şekilde açıklama ve (varsa) iddialarını destekleyen belgeleri sunma yükümlülükleri bulunmaktadır. Bir başka deyişle başvurucuların kişisel durumlarına ilişkin iddialarını ispat külfeti kendilerine aittir." Özbekistan'ın Genel Güvenlik Durumuna İlişkin Bilgiler Anayasa Mahkemesi, Azizjon Hikmatov (B. No: 2016/18852, 11/5/2017) başvurusunda Özbekistan'ın genel güvenlik durumuna ilişkin bilgilere yer vermiştir. Somut olay bakımından yapılacak değerlendirmede bu karardaki bilgiler gözönünde bulundurulacaktır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8317 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal yayın yapan Star gazetesinde yayımlanan köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği, itham edici ve gerçeğe aykırı olduğu, bu kapsamda açılan tazminat davasında taleplerin gerekçesiz kararlarla reddedilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2013 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 1/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Danıştay tetkik hâkimi olarak görev yapmakta ve başvuruya konu olay tarihinde Yar-Sav isimli derneğin genel sekreterlik görevini yürütmektedir. Başvurucu, Yar-Sav Yönetim Kurulunca ve “yargı bağımsızlığına yönelik her türden müdahale ile siyasi amaçlı yıpratma, kuşatma ve egemen olma çabalarının eleştirilmesi” amacıyla hazırlanan basın açıklamasını 24/2/2010 tarihinde dernek genel merkezinde okumuştur. Ulusal yayın yapan Star gazetesinde 25/2/2010 tarihinde, başvurucu ve basın açıklaması hakkında “Ben Korktum Bu Yargıçtan!” başlıklı bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Bahse konu yazı içeriği şöyledir:“Muhammet Önder Tekin... Danıştay Tetkik Hâkimi imiş... İsmini ilk kez duyuyorum. Ama galiba bundan sonra daha sık duyacağız. Değerli Hâkim Muhammet Önder Tekin, eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun “güvensizlik” nedeniyle liste dışı bırakıldığı Genel Kurul’da, YARSAV Genel Sekreterliği’ne seçilmiş. Hayırlı olsun... Daha önce de, “Genel Sekreter” sıfatıyla bazı açıklamalar yapmıştı ama, bunlar pek dikkat çekici değildi. Ya da Muhammet Bey’in açıklamalarına biz yeterli dikkati veremedik. Neyse... Dün bir açıklama daha yaptı... Bir hukukçudan, bir yargıçtan, bir meslek kuruluşu mensubundan duymaya alışık olmadığımız türden, sert, öfkeli, (militan tavırlı demek istemiyorum), “dik duruşlu” bir açıklama. Kızıyor Muhammet Bey... Her şeye kızıyor. İktidara, siyaset kurumuna, bir kısım yargıya, medyaya, Ergenekon soruşturmasına. Her şeye... Bazı konularda haklı... “Hukuk devletinde tutuklama bir önlemdir ve asla ceza niteliğine bürünmemelidir. Tutukluluğun devamında sürenin azlığına değinilmesi ise sadece ve sadece tutuklamanın bir ceza olarak kabul edildiğine delalet edebilir” cümlesi, sanırım, pek de itiraz görmeyecektir. Muhammet Bey bazı şeylere kızarken, “kızılması iktiza” bazı konuları da, niyeyse, es geçiyor. Mesela, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’i aramış olmasını eleştiriyor, ama İlhan Cihaner’in gözaltına alınması sırasında HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek’in aynı Cihaner’i ve aramayı gerçekleştiren savcıyı aramasını hiç sorun yapmıyor... “Gizli tanık” uygulamasını anayasaya aykırı buluyor, ama “anayasaya aykırı” olarak elde edilmiş gizli tanığa yönelik ana muhalefet partisi CHP’nin özel ilgisinden hiç rahatsızlık duymuyor. Muhammet Bey, birçok konuda, bir önceki başkan Ömer Faruk Eminağaoğlu gibi düşünüyor. En az onun kadar celadetli... İtiraz kalemleri de Eminağaoğlu’nunkilere benziyor... Mesela, Türkiye’de uzun zamandan beridir “anayasal yargı erkine karşı planlı, kapsamlı ve dozu artan oranda yıpratma, kuşatma ve egemen olma çabalarının sürdürüldüğünü” iddia ediyor. Bunu kim yapıyor? Muhtemelen siyaset kurumu... Eminağaoğlu da siyaset kurumundan şekvacıydı... Bir Başbakan’a sallıyordu... Dönüp, bir parlamentoya... Bir bakanlara... Bir Cumhurbaşkanı’na... Herkes payını alıyordu söylediklerinden. Muhammet Bey daha da öteye geçiyor, “siyaset kurumunun hesaplaşmasının sadece sandıkla olamayacağını” söylüyor. Nasıl mı? Buyurun okuyalım: “Hiç kimse bize, siyaset kurumunun hesaplaşmasının sadece sandıkta yapılacağı gibi çağdışı bir anlayışı dayatmaya kalkmasın. Bugün millet iradesi diye ortaya çıkanlar, bağımsız yargıyı yok etme girişimi ile demokrasiye verdikleri telafisi imkânsız zararların her seçim döneminde sandığa giderek hesabını verebileceklerini mi sanıyorlar?”Sizi bilmem ama, ben korktum bu açıklamadan. Ne demek istiyor Muhammet Bey? Siyaset kurumunun hesaplaşması sandıkta olmayacak da, nerede olacak? Memlekette (ve bu arada yargıda) ne olup biteceğine parlamento karar vermeyecek de, kim karar verecek? Muhammet Bey’in, konuşmasının sonunda, “Cübbelerimizi çıkarmamızı isteyenler, YARSAV cübbesine daha sıkı sarılacağımızı bilmeliler” şeklinde bir meydan okuyuşu var ki, bütün korkularımıza tuz biber ekiyor. Bütün mesele de bu zaten... Hukukçunun kuşanacağı şey “hukuk cübbesi” mi olmalı, YARSAV cübbesi mi olmalı?” Başvurucu 4/6/2010 tarihli dava dilekçesiyle Star gazetesinin sorumluları aleyhine yazıda yer alan bilgilerin doğru olmadığı, basın açıklamasını çarpıtan bir yazı olduğu, hakkında ithamlarda bulunularak kişilik haklarına saldırıldığı iddiasıyla manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 21/12/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"… Davaya konu Star Gazetesi'nin 2010 tarihli davalı Ahmet Kekeç'in köşesindeki "Ben Korktum Bu Yargıç'tan" başlıklı yazıda; davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile iş bu manevi tazminat davasının açıldığı, dava konusu yazının içeriğinde "bir hukukçudan, bir yargıçtan, bir meslek kuruluşu mensubundan duymaya alışık olmadığımız sert, öfkeli (militan tavırlı demek istemiyorum) dik duruşlu bir açıklama. Kızıyor Muhammet Bey......her şeye kızıyor........Herkes payını alıyordu söylediklerinden. Muhammet Bey daha da öteye geçiyor "Siyaset kurulunun hesaplaşmasının sadece sandıkla olamayacağını" söylüyor.....Sizi bilmem ama ben korktum bu açıklamadan, ne demek istiyor Muhammet Bey ? siyaset kurulunun hesaplaşması sandıkta olmayacak da nerede olacak? Memlekette (ve bu arada yargıda) ne olup biteceğini parlamento karar vermeyecek de kim karar verecek......şeklindeki ifadelerin yer aldığı, dava konusu yazıda kullanılanifade şeklinin olayın gösterdiği özelliklere ve anlatılmak istenen amaca uygun olduğu, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, yazıda eleştiri sınırlarının aşılmadığı, davacının kişilik haklarına doğrudan bir saldırının bulunmadığı, toplumsal eleştiri hakkının kullanıldığı anlaşıldığından belirtilen nedenlerle davanın reddine karar vermek gerekmiştir." Anılan karar, başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/3/2012 tarihli ve E.2011/2384, K.2012/4451 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 5/12/2012 tarihli ve E.2012/9777, K.2012/18568 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1515 | Başvuru, ulusal yayın yapan Star gazetesinde yayımlanan köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği, itham edici ve gerçeğe aykırı olduğu, bu kapsamda açılan tazminat davasında taleplerin gerekçesiz kararlarla reddedilmesi nedeniyle örgütlenme özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sınır dışı etme işlemi ve bu işleme karşı başvurulan yargısal süreçler kapsamında verilen kararlar nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 6/3/2015 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla tedbir talepli olarak yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucunun tedbir talebi; İkinci Bölümün 17/3/2015 tarihli kararı ile başvurucunun, yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike olduğu iddiasının ciddi bulunması nedeniyle ve uluslararası nitelikteki “non-refoulment” (geri göndermeme) ilkesinin işlerliğinin sağlanması amacıyla 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (5) numaralı fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi gereğince oyçokluğuyla kabul edilmiştir. Aynı kararla Anayasa Mahkemesince yeniden bir karar verilinceye kadar başvurucunun menşe ülkesi olan Rusya Federasyonu’na sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin fiilen uygulanmamasına hükmedilmiştir. Başvurunun incelemesine devam edilirken İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Yabancılar Dairesi Başkanlığının 14/4/2015 tarihli yazısıyla başvurucunun 12/3/2015 tarihinde İstanbul’dan Rusya Federasyonu’na kendi isteği ile çıkış yaptığı bildirilmiştir. Bu yazı, İçtüzük’ün maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince tebliğden itibaren 15 gün içinde görüşlerini sunması için başvurucu vekiline 8/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili, anılan yazıya karşı beyanlarını süresi içinde sunmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca adli yardım talebi karara bağlanmaksızın başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına 14/4/2015 tarihinde karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Dağıstan doğumlu, Rusya Federasyonu vatandaşı olan ve ülkesinde siyasi düşünceleri ve dinî inançlarından dolayı baskı altında olması nedeniyle 27/10/2013 tarihinde Türkiye’ye geldiğini ileri süren başvurucu, 12/11/2014 tarihinde Kapıkule Hudut Kapısı’ndan çıkış yapmak istediği esnada Türkiye’de yasal kalış süresini aştığının anlaşılması üzerine lehine ikamet tezkeresi sağlanmasını talep etmiştir. Başvurucunun talebi üzerine yapılan incelemede, hakkında alınmış 24/12/2013 tarihli “Haklarında İşlem Yapılan Yabancılar” ve 10/1/2014 tarihli “Genel Güvenlik-Yurda Giriş Yasağı” tahdit kararlarının bulunduğunun anlaşılması üzerine başvurucu, Edirne Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Geri Gönderme Merkezine sevk edilmiştir. Edirne Valiliğinin 13/11/2014 tarihli ve 1767 sayılı işlemiyle başvurucunun, 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fırkasının (d) ve (h) bentleri uyarınca sınır dışı edilmesine, maddesi uyarınca da idari gözetim altında bulundurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, ülkesinde siyasi düşünceleri ve dinî inançları nedeniyle yaşam ve vücut bütünlüğünün tehlike altında olduğunu ileri sürerek 20/11/2014 tarihinde Edirne Valiliğine yaptığı başvuru ile uluslararası koruma talebinde bulunmuş ancak bu talebi, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 26/11/2014 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Ret işlemine karşı açılan davada yargılama süreci Ankara İdare Mahkemesinin E.2014/2280 sayılı dosyasında devam etmektedir. Ayrıca başvurucunun, hakkındaki yurda giriş yasağı tahdit kararlarının kaldırılması istemiyle yaptığı idari başvurunun reddine ilişkin olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğünce tesis edilen 10/12/2014 tarihli işlemin iptali istemiyle açtığı davaya ilişkin yargılama süreci de Ankara İdare Mahkemesinin E.2015/56 sayılı dosyasında devam etmektedir. Başvurucunun, idari gözetim altında bulundurulmasına ilişkin karara karşı itirazı, Edirne Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/12/2014 tarihli ve 2014/1811 Değişik İş sayılı kararında özetle idari gözetim altında tutulma kararına temel olan, başvurucunun kamu güvenliği açısından tehlike oluşturduğu iddiasına ilişkin somut delil bulunmadığı ve Türkiye’den yasal yollarla çıkış hükümlerinin ihlal edilmediği gerekçeleriyle kabul edilmiş ve başvurucunun gözetim altında tutulmasına 10/12/2014 tarihinde son verilmiştir. Başvurucunun sınır dışı edilmesiyle ilgili 13/11/2014 tarihli işleme karşı açtığı dava, Edirne İdare Mahkemesinin 17/12/2014 tarihli ve E.2014/1273, K.2014/1241 sayılı kararıyla Türkiye’de yasal kalış süresini aşan ve hakkında genel güvenlik nedeniyle alınmış yurda giriş yasağı tahdit kararı bulunan başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) ve (h) bentleri uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle aynı Kanun’un maddesi uyarınca kesin olarak reddedilmiştir. Anılan ret kararı başvurucuya 27/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 12/3/2015 tarihinde kendi isteğiyle yurt dışına çıkış yapmıştır.B. İlgili Hukuk 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:…d) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar…h) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenler…” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4176 | Başvuru, sınır dışı etme işlemi ve bu işleme karşı başvurulan yargısal süreçler kapsamında verilen kararlar nedeniyle Anayasa’nın 17. , 19. , 20. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, açığa alınma sürecine ilişkin açılan manevi tazminat davasının reddi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Ankara'nın Çankaya ilçesi Talatpaşa Ortaokulunda öğretmen olarak görev yapmaktayken Millî Eğitim Bakanlığı (Bakanlık) İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğünün 12/10/2016 tarihli ve 11187853 sayılı yazısıyla Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisakı/irtibatı olduğu gerekçesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi uyarınca görevinden uzaklaştırılmıştır. Başvurucu, idareye hitaben yazdığı 17/10/2016 tarihli dilekçede; FETÖ/PDY ile doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir bağının olmadığını, Bank Asyada hiçbir zaman hesap açmadığını, örgüte ait eğitim kurumlarıyla da hiçbir şekilde ilgisinin olmadığını, örgüt üyeleriyle mücadele etmiş ve bu yüzden birçok haksızlıklara maruz kalmış bir eğitimci olarak böyle bir ithamla açığa alınmasının kendisi için onur kırıcı olduğunu belirterek durumunun tekrar değerlendirilmesini ve göreve iadesini talep etmiştir. İdare, başvurucunun talebine cevap vermemiştir. Başvurucu, görevden uzaklaştırılma nedenini öğrenmek için Bakanlıkta görüşmeler yapmış ve hakkında Bylock kullandığı iddiası olduğunu öğrenmiştir. Bunun üzerine başvurucu 9/8/2017 tarihli dilekçesiyle hakkındaki iddiaların soruşturulması için savcılığa başvurmuştur. Başvurucu, savcılığa verdiği ifadesinde; görevden uzaklaştırılması nedenine ilişkin kendisine bilgi verilmediğini, kendi çabalarıyla hakkında ev internetinden Bylock programı indirildiğine ilişkin bir iddia olduğunu öğrendiğini, kendisinin bu programı sadece basından duyduğunu, hiçbir şekilde indirmediğini ve kullanmadığını, şayet iddialar doğruysa internet sağlayıcısı şirketten ve programı kendi interneti üzerinden indiren şahıslardan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun hakkındaki iddialarla ilgili bir idari soruşturma yürütülmemiş ve başvurucu 23/7/2018 tarihinde görevine iade edilmiştir. Başvurucu, görevden uzaklaştırılması nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini talebiyle 13/9/2018 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; görevden uzaklaştırıldığı süreçte çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden uzak kaldığını, haksız yere ve uzun süre görevden uzaklaştırılmasının ruhsal ve bedensel bütünlüğünü bozduğunu, uyum bozukluğu ve depresyon nedeniyle psikolojik tedavi aldığını, mesleki itibarının zarar gördüğünü ve bu süreç sonunda emekliye ayrılmaya karar verdiğini belirtmiştir. İdare mahkemesi; 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ülkemizin olağanüstü bir dönemden geçtiği, devlet kurumlarının terör örgütü mensuplarından arındırılabilmesi için olağanüstü tedbirler alındığı, başvurucunun bu süreçte görevden uzaklaştırıldığı ve aynı dönemde binlerce personel hakkında benzer tedbirlerin uygulandığı, başvurucunun manevi olarak zarar gördüğü kabul edilebilirse de hakkındaki incelemenin uzun bir zamanda tamamlanmasının idarenin hizmet kusurunun kaynakladığının kabulü mümkün olmadığı gerekçesiyle tazminat talebini reddetmiştir. Başvurucunun istinaf talebi de kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 17/10/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 25/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 25/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun hakkındaki iddiaların soruşturulması için savcılığa başvurmasını takip eden süreçte soruşturma başlatılmış ve 26/11/2018 tarihinde terör örgütü üyeliği suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucu anılan ceza davasından 27/2/2020 tarihinde beraat etmiş, hüküm istinaf edilmeyerek kesinleşmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42091 | Başvuru, açığa alınma sürecine ilişkin açılan manevi tazminat davasının reddi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ile yürütülen yargılama süreci ve sonucu nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Ege Bölgesi'nde çevreyi, kültürel ve doğal varlıkları korumak amacıyla çalışmalarda bulunmak, bunların bozulmasına sebep olabilecek faaliyetler konusunda kamuoyunu bilgilendirmek ve söz konusu faaliyetleri önlemek için gerekli hukuksal yollara başvurmak, demokratik baskı grubu işlevini görmek amacıyla kurulmuş, merkezi İzmir'in Konak ilçesinde bulunan bir özel hukuk tüzel kişisidir. Başvurucu İzmir'in Bergama ilçesinde altın ve gümüş işletmesi için K. Altın İşletmeleri A.Ş. lehine tesis edilen 18/2/2009 tarihli Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptaline karar verilmesi istemiyle 20/4/2009 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, bahse konu bölgede siyanür liçi yöntemiyle altın madeni işletilmesine ilişkin idari işlemlerin daha önce mahkemelerce iptal edildiğini, buna rağmen işletmeci firmaya ÇED olumlu kararı verildiğini belirtmiştir. İzmir İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 4/10/2011 tarihli kararıyla ÇED olumlu kararında mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun İdare Mahkemesi kararına yönelik temyiz talebi, Danıştay -kapatılan- Ondördüncü Daire tarafından 16/4/2014 tarihinde kabul edilmiş ve İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde uyuşmazlığın çözümü özel ve teknik bilgi gerektirdiğinden İdare Mahkemesince işleme konu alanda gerçekleştirilecek projenin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi suretiyle ÇED olumlu kararının uygun olup olmadığının konusunda uzman bilirkişilere mahallinde yaptırılacak keşif ve bilirkişi incelemesi sonucuna göre açıklığa kavuşturulması suretiyle karar verilmesi gerekirken keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmaksızın davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir. Danıştayın anılan kararı üzerine İdare Mahkemesi tarafından keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve 25/4/2017 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; flora, fauna ve diğer canlı grupları bakımından tür çeşitliliği, popülasyon zenginliği, Türkiye'deki dağılışı, yok olma durumu belirlenmeden hazırlanan ÇED raporuna verilen ÇED olumlu kararında mevzuata ve hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay -kapatılan- Ondördüncü Daire, 26/4/2018 tarihinde İdare Mahkemesi kararının bozulmasına, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 20/A maddesinin 2 numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca davanın reddine karar vermiştir. Kararda; ÇED raporunda flora ve fauna ile ilgili tür çeşitliliğine, popülasyon zenginliğine, Türkiye'deki dağılışına ve yok olma durumuna yeterince değinildiği belirtilmiş; bu rapor esas alınmak suretiyle verilen ÇED olumlu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Öte yandan davalı idare lehine 090 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 28/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Egeçep Derneği, B. No: 2015/17415, 17/4/2019, §§ 13, | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29449 | Başvuru, çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı verilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi ile yürütülen yargılama süreci ve sonucu nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/35961 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35961 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş mahkemesinde açılan ve görevsizlik kararı üzerine idare mahkemesinde devam eden davanın süre aşımından dolayı reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/11/2008 tarihinde tarafına tasarruf teşvik neması ödenmesi isteminde bulunmuş, bu talebin idarece 31/12/2008 tarihli işlemle reddedilmesi üzerine talebin reddine ilişkin işleme karşı 2/2/2009 tarihinde açtığı dava, Batman İş Mahkemesinin 4/2/2010 tarihli kararıyla husumet yokluğu gerekçesiyle reddedilmiş, temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/4/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Batman İş Mahkemesi bozma kararına uyarak yaptığı değerlendirme sonucu 13/9/2011 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiş, bu karar da Yargıtay Hukuk Dairesince 3/2/2012 tarihinde bozulmuştur. Bozma üzerine dava dosyasını tekrar incelemeye alan Batman İş Mahkemesi 8/5/2012 tarihli kararı ile dava konusu uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğunun Uyuşmazlık Mahkemesinin 20/12/2010 tarihli kararı ile hüküm altına alındığını belirterek davanın usulden reddine karar vermiş, bu karar temyiz edilmeyerek 6/6/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, davanın usulden reddi üzerine 17/9/2012 tarihinde Batman İdare Mahkemesinde aynı talep ile dava açmıştır. Batman İdare Mahkemesi 10/10/2012 tarihli kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "...Bu durumda; davalı idarede görev yapan davacı tarafından, 3417 sayılı Kanun uyarınca tasarrufu teşvik uygulamaları kapsamında hak ettiği alacakların ödenmesi istemiyle adli yargı yerinde açılan davanın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğuna dair kararın kesinleştiği 2012 tarihini izleyen günden itibaren 30 gün için de (en son 2012 tarihinde) dava açılması gerekirken, 2012 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmamaktadır. ..." Başvurucunun itirazı üzerine bu karar Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 13/6/2013 tarihli kararıyla onanmış, başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 13/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar başvurucuya 10/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/559 | Başvuru, iş mahkemesinde açılan ve görevsizlik kararı üzerine idare mahkemesinde devam eden davanın süre aşımından dolayı reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 8/5/2006 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir. Başvuru, 18/7/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 12/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 18/5/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 8/5/2006 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, A.A.'nın 5/9/2005 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat etmesi nedeniyle kazada sorumlulukları bulduğunu iddia ettikleri kişiler aleyhine tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuşlardır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/7/2006 tarihinde yetkisizlik kararı vermesi üzerine dava, Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/267 sayılı dosyasında devam etmiştir. Başvurucular ayrıca Afyonkarahisar Sulh Hukuk Mahkemesine sundukları 29/8/2006 tarihli dilekçe ile kazaya karışan araçları sigortalayan şirketler aleyhine tazminat davası açmışlar, Mahkeme 8/5/2007 tarihinde davanın, Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan E.2006/267 sayılı dava ile birleştirilmesine hükmetmiştir. Başvurucular yine, Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesine sundukları 25/9/2008 tarihli dilekçe ile E.2006/267 sayılı dava dosyasında yasal faiz talebinde bulunulmadığını belirterek, yargılama sırasında alınan aktüerya raporuna göre hesaplanan tazminat üzerinden belirlenen faizin davalılardan tahsilini talep etmişler, dava, Mahkemenin E.2008/278 sayılı dosyasına kaydedilmiş ve E.2006/267 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurucular yargılama devam ederken 18/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/9/2014 tarihli ve E.2006/267, K.2014/500 sayılı kararı ile açılan tüm davalar yönünden başvurucu Emre Aslan'ın taleplerinin reddine, diğer başvurucuların taleplerinin kabulüne hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5531 | Başvuru, 8/5/2006 tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ile ilgilidir. | 1 |
Başvuru; soruşturma kapsamında kopyalanan avukatlık bürosundaki bilgisayarda müvekkillere ait mesleki dokümanlar bulunmasına rağmen bilgisayarın kopyasının iade edilmemesi, isnat edilen fiil avukatlık mesleğiyle ilgili olmasına rağmen kanundaki özel soruşturma usullerine uyulmaması, özel yetkili mahkeme tarafından yapılan yargılamanın adil olmaması, dosyayla ilgili olmayan belgelerin çıkarılması talebinin reddedilmesi, gözaltına alındıktan sonra müdafiyle yapılacak görüşmenin yirmi dört saat süreyle engellenmesi, suçlamaya esas alınan ses kaydının orijinalinin dinlenilmesi talebinin mahkemece reddedilmesi, kısıtlama kararı bulunduğu için suçlanmaya dayanak belgelere erişilememesi ve yeterli savunma imkânı tanınmaması, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların duruşma yapılmadan incelenmesi, yasak delil niteliğinde olan müvekkil ile yapılan görüşmeye ilişkin ses kaydına dayanılarak tutuklanma nedenleriyle Anayasa’nın , , , , ve maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/3/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 22/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/02/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan ve PKK terör örgütünün kurucusu ve lideri olan Abdullah Öcalan’ın avukatıdır. Başvurucu; müvekkili Abdullah Öcalan ile hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda 14/8/2009, 2/9/2009, 21/10/2009, 8/1/2010 ve 14/7/2010 tarihlerinde beş kez görüşme yapmıştır. Başvurucunun 14/7/2010 tarihinde yaptığı görüşmeye, Abdullah Öcalan’ın diğer bazı avukatlarının yanı sıra İnfaz Hâkimliği tarafından görevlendirilen bir görevli de katılmıştır. Görüşme içeriği ses kaydı ile kayıt altına alınmış, ses kaydının içeriğinde yer alan konuşmaların çözümü yaptırılmıştır. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga maddesi ile görevli bölümü) 2011/2196 soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 22/11/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Öte yandan, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli ve 2011/3737 teknik takip sayılı kararı ile “(12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga) 10/b. maddesi uyarınca soruşturma dosyası kapsamında ismi geçen şüphelilerin yakalandıkları tarih ve saatlerden itibaren (24) saat süre ile müdafilerle görüşmelerinin, 10/d. maddesi uyarınca da müdafilerin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek almasının engellenmesi amacıyla KISITLANMASINA” karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 25/11/2011 tarihinde başvurucunun ifadesini müdafilerinin refakatinde almış ve sonrasında başvurucuyu tutuklanması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine sevk etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (5271 sayılı Kanun’un mülga maddesi ile görevli) tarafından yapılan sorguda, başvurucu, sorgu hâkimi olarak görev yapan E.’nin tarafsızlığını yitirdiğini iddia ederek reddi hâkim talebinde bulunmuştur. Mahkeme, başvurucunun talebine ilişkin olarak“şüpheli sorgusunun yapıldığı gecikmesinde sakınca bir hal bulunduğu, bu nedenle şüpheli söz ve iddialarının dinlenilmeden bu hususta bir karar verilmek üzere yalnızca sorguya yönelik işlemler yapmak suretiyle sorgu bitiminde dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine” karar vermiş, sonrasında başvurucunun sözlü savunmasını almıştır. Mahkemenin 25/11/2011 tarihli ve 2011/107 sorgu sayılı kararı ile başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şöyledir:“... dosyadaki mevcut delil durumu, şüphelilerin atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesini gösterir olguların varlığı (bu kapsamda özellikle atılı suçlara ilişkin bir kısım şüpheli beyanları, telefon görüşmeleri, dosyada bulunan ve aramalarda ele geçirilen örgütsel dokümanlar) ile bu aşamada henüz delillerin tamamen toplanmamış olması, şüphelilerin delillere etki etmek ve karartma şüpheleri dikkate alınarak ...” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2012 tarihli ve E.2012/225 sayılı iddianamesi ile başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye olma” suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu ile birlikte toplam 50 sanığın cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamalar özetle şöyledir:“Soruşturma sırasında yapılan teknik takipler neticesinde;Şüphelinin 2009-2011 yılları arasında İmralı’da hükümlü bulunan teröristbaşı ÖCALAN ile 2009, 2009, 2009, 2010 ve 2010 tarihlerinde (5) kez görüşme yaptığı, bu görüşmeler ve diğer tüm görüşmeler ile özet olarak;İmralı Cezaevinde Hükümlü olarak yatmakta olan PKK/KCK terör örgütü teröristbaşısı ÖCALAN ile Avukatları arasında haftalık olarak yapılan görüşmeler sonrasında, yapılan görüşmelerin Avukatlar tarafından karşılıklı diyalog şeklinde metne çevrildiği ve çevrilen bu metnin ham halinin ‘Görüşme Notlarının Hali’, avukat konuşmalarının çıkartıldığı, ÖCALAN’ın konuşmaları olarak düzenlendiği ve kısmi değişikliklerin yapıldığı halinin ‘Görüşme Notlarının Hali’, yine Hali üzerinde çeşitli değişiklikler yapılarak basında yayınlanan halinin ‘Görüşme Notlarının Hali veya Basın Metni’ olarak isimlendirildiği, daha sonra bunların internet üzerinden ortak kullanılan ve tarafımızdan teknik takibi yapılan e-mail adreslerinin taslaklar kısmına kaydedildiği veya e-mail adresleri üzerinden PKK/KCK terör örgütünün kırsal alanı ve yurtdışında bulunan üst düzey örgüt yöneticileri ile Türkiye ve yurtdışında legal görünüm altında örgütsel faaliyet gösteren şahıslara iletildiği böylelikle tamamen örgütsel kapalı bir iletişim ağı meydana getirdikleri, ayrıca bahse konu görüşme notları üzerinde belirli ekleme, çıkartma ve düzenlemelerden sonra bunların PKK/KCK terör örgütüne ait veya örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapan internet sitelerinde yayınlanmasının sağlandığı, dolayısıyla ÖCALAN’ın terör örgütünü, Avukatları aracılığı ile ‘Görüşme Notları’ üzerinden verdiği talimatlarla Yönlendirdiği ve Yönettiğinin tespit edildiği,Şüphelinin yapmış olduğu görüşmelere bakılacak olursa;1- Teröristbaşı ÖCALAN ile Avukatları S.K., , Serkan AKBAŞ [başvurucu] arasında 2010 günü yapılan görüşme sonrasında Avukatlar tarafından hazırlanan ve Teknik Takipler neticesinde tespit edilen 2010 tarihli ‘Görüşme Notlarının Hali’ incelendiğinde;01-ÖCALAN’IN ruh hali ve beden dili ile ilgili,02-ÖCALAN’IN sağlık durumu ile ilgili, 03-Günlük gazetesi ile ilgili, 04-İmralı Cezaevi Koşulları Hakkında CPT Tarafından Yayınlanan Rapor ile ilgili,05-Ölen örgüt mensuplarının fotoğraflarının Başbakan’a gönderilmesi ile ilgili,06- K’nın Demokratik Özerklik Açıklamasının aktarımı, ÖCALAN’ın bu açıklamaya yaptığı yorumlar ve talimatları ile ilgili,07-Operasyonlar, çatışmalar ve kayıp bilançoları ile ilgili,08-Suriye’de PKK/KCK terör örgütü hakkında yaşanan gelişmeler ile ilgili,09-Irak ve K.Irak Bölgesel yönetimi hakkındaki gelişmeler ile ilgili,10-İran’da PJAK hakkında yaşanan gelişmeler ile ilgili,11-PKK/KCK terör örgütünün yürüteceği sözde Devrimci Halk Savaşının nasıl olması gerektiği” ile ilgili,12-Basında yer alan açıklamaların avukatlar tarafından aktarılması, ÖCALAN’ın yorumları ile kamuoyu oluşturmak amacıyla gazeteci, yazar ve aydınlarla görüşme talimatları ile ilgili,13-A. T., A.T.’ninDTK’ın başına geçmeleri ve burada faaliyet yürütmeleri ile ilgili,14-STÖ’lerin ve Baro Başkanının Tehdit edilmesi ile ilgili,15-Anayasa değişiklik paketinin desteklenmemesi ve referandumun boykot edilmesi ile ilgili konular hakkında Avukatların, terör örgütü teröristbaşı ÖCALAN’a AKTARIMLARDA bulundukları, ÖCALAN ise bu konular hakkında YÖNLENDİRİCİ AÇIKLAMALARDA bulunarak Avukatlara TALİMATLAR verdiği tespit edilmiştir.Teröristbaşı ÖCALAN ile görüşen şüpheli Avukatların;Teröristbaşının cezaevinde sözde kendisine baskı uygulandığı nefes alamadığı ve uyuyamadığı hakkındaki şikâyetleri terör örgütüne aktarmaları neticesinde ilimizde bir takım eylemlerin meydana geldiği,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal düzenin ve ülkesi, milleti ile bölünmez bütünlüğünü yıkmayı toprak bütünlüğünü parçalamayı amaç edinen Kürdistan Demokratik Konfederalizm adı altında ayrı bir devlet kurmanın bir ön adımı olduğu tespit edilen Demokratik Özerklik ile ilgili KCK-PKK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinin örgütsel düşüncelerini aktardıkları,Teröristbaşının strateji geliştirmesi için KCK-PKK terör örgütünün eylem ve söylemlerini ilke haline getiren terör örgütünün talimatları doğrultusunda yayınlar yapan günlük gazetesini hükümlüye getirdikleri,KCK-PKK terör örgütünün kırsal alanında faaliyet gösterirken ölen örgüt mensupları hakkında ‘GERİLLA’ kullanarak örgütsel tavır sergiledikleri,Teröristbaşının ‘savaş yapılacaksa doğru yöntemle yapılması, şehirlere yayılması’ şeklindeki talimatı neticesinde ülkemiz genelinde eylemlerin meydana geldiği,Teröristbaşı ÖCALAN’dan Barış ve Demokrasi Partisi ve KCK sözleşmesinin; Üçüncü Bölüm-Genel Organlar-Madde 14’te Alan Merkezlerinden ‘Siyasi Alan Merkezi’ altında ‘Siyasi Komite’ içerisinde faaliyet gösteren ve Dördüncü Bölüm-Parça Örgütlenmesi-Madde 16’da ‘Söz konusu Kürdistan parçasındaki halkın karar organıdır. Parçanın büyüklüğüne, nüfus yoğunluğuna ve komünal örgütlülük durumuna göre yasayla düzenlenmiş seçimle belirlenen üyelerden oluşur. İç örgütlenmesinde ve çalışma düzeninde Kongra Gel sistemini esas alır…’ şeklinde açıklanan Halk Meclisine karşılık olarak, yatay örgütlenme modeli esas alınarak ve sözde Kürdistan’ın Türkiye parçasında Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı İlçe ve Kentlerde oluşturulan KCK terör örgütünün içerisindeki Kent Meclislerinin birleşiminden oluşturulduğu tarafımızca tespit edilen DTK(Demokratik Toplum Kongresi) Eşbaşkanlığı konusunda verdiği talimat ile görev alan A.T. ve A.T. isimli şahıslar hakkında faaliyetlerini yoğunlaştırmaları ve örgütlülüklerini artırmaları konusunda talimat aldıkları ve şahısların bu doğrultuda hareket ettikleri,Teröristbaşının örgütün amaçlarına hizmet eden bir anayasa olmadığı yapılan anayasa değişikliği hakkındaki referandum oylamasının boykot edilmesi talimatını terör örgütüne iletmeleri neticesinde ülkemiz genelinde terör örgütüne müzahir kişi ve kurumlarca protestoların yapıldığı,tâhlili yapılan yukarıda yazılı görüşmeler ile diğer görüşmelere bakıldığında;2010 günü İmralı Cezaevinde yatmakta olan hükümlü ÖCALAN ile görüşme yapan şüphelinin müvekkilline herhangi bir hukuki yardımda bulunmadığı, ÖCALAN’a ‘AKTARIM’ adı altında örgütsel bilgiler aktardığı, terör örgütünün yönlendirilmesi ve yönetilmesi amacı ile ÖCALAN’dan ‘ÖRGÜTSEL TALİMATLAR’ aldığı, bu suretle PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile örgüt teröristbaşı ÖCALAN arasında iletişim sağlayarak ‘KURYELİK’ yaptıkları ve terör örgütünün varlığını devam ettirebilmesi için örgüt mensuplarının ‘YÖNLENDİRMESİNDE’, örgütün ‘STRATEJİSİNİ’ belirlemesinde ve ‘YÖNETİLMESİNDE’ bilerek ve isteyerek görev aldığı ...” İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 18/4/2012 tarihinde iddianameyi kabul ederek E.2012/64 sayılı dosya üzerinden 20/4/2012 tarihinde yaptığı tensip incelemesi sonunda, başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Mahkemece, başvurucunun kimlik tespiti 16/7/2012 tarihli celsede yapılmıştır. Aynı celsede başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar, müdafileri aracılığıyla Kürtçe savunma yapma talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme sanıkların talebini reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir: “... sanıkların da ana dilleri olan Kürtçe savunma yapmayı talep etmiş iseler de, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşmasının Azınlıkların Korunması başlıklı Kesim’de yer alan 39/ maddesinde ‘devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe'den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.’ hükmü yer almakta olup, bu maddenin de yer aldığı Kesim’in başlığı ile aynı Kesim'de yer alan 39/1 ve devamı ile, 44 ve madde hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu hükmün Türkiye'deki Müslüman olmayan azınlıkların haklarına ilişkin olduğu, antlaşma hükümleri ve özellikle söz konusu 39/ maddenin de yer aldığı Kesim'de yer alan diğer maddeler ile bu antlaşmanın müzakere edildiği ve imzalandığı dönemin koşulları ve dağılan Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde Müslüman olsun veya olmasın Türkçe'den başka dillerde konuşan çok sayıda milletlerin yer alması, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsurları arasında yer alan Kürtleri azınlık statüsüne almaya ilişkin bir kısım itilaf devletleri tarafından getirilen teklif ve çalışmaların kabul edilmeyip, asli kurucu vatandaş olan Kürtlerin azınlık statüsüne alınmamaları ve Lozan Antlaşmasındaki koruma önlemlerinin yalnızca Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlı tutulması göz önüne alındığında, bu düzenlemeyle, Türkçe'den başka bir dil konuşan ve Müslüman olmayan azınlıklara mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylığın sağlanacağının açık bir şekilde hükme bağlandığı ve bununla Müslüman olmayan azınlıkların haklarının korunmasının amaçlandığı, bu nedenle söz konusu hükmün somut olayımıza uygulanamayacağı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu antlaşma hükmüne uygun olarak iç hukukumuzda CMK'nın 202/1 maddesi ile gerekli düzenlemenin yapılmış olduğu da belirtilmelidir. Diğer uluslararası sözleşmelerden BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiş olup, bu maddenin fıkrasının (a) bendinde hakkında bir suç isnadı bulunan kimsenin ‘hakkındaki suç isnadının niteliği ve nedenleri konusunda ayrıntılı bir şekilde ve anlayabileceği bir dilde bilgilendirilme’ hakkının bulunduğu, (f) bendinde ise ‘mahkemede konuşulan dili anlamıyor veya konuşamıyorsa, bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanma’ hakkının bulunduğu belirtilmektedir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkı başlıklı maddesinin fıkrasının (a) bendinde her kişinin ‘şahsına tevcih edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir zamanda, anladığı bir dille ve etraflı surette haberdar edilmek’ ve (e) fıkrasında ‘duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından meccanen faydalanmak’ hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır.İç hukukumuzda 5271 sayılı CMK'nın 202/ maddesinde ise, ‘sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir’ denilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir organı olan ve başvuruların ön şartları taşıyıp taşımadığını inceleyen Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nun Application No:10210/82, K.v France Kararı, 1983 tarihli kararında ‘Fransa vatandaşı olan azınlık mensubunun Fransa'da doğduğu ve okula gittiği için AİHS'nin 6/3-e maddesindeki ücretsiz tercüman isteme hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği çünkü AHİS'nin 6/3-e maddesi sanığın ülkenin ana dilini bilmediği yani anlayamadığı veya kendini ifade edemediği durumlardan biri söz konusu olur ise tercüman atanmasını öngördüğü, sanık o ülkede doğduğu, yaşadığı ve okula gittiği için o ülkenin resmi dilini anladığı ve kendini ifade ettiği kabul edilmektedir’ şeklindeki kararı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Komisyonu'nun bu yöndeki kararları (No: 10210/80, K.v.france kararı), ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Broz İcek-İtalya kararı göz önüne alınarak,Ayrıca sanıkların Türkiye'de doğup çeşitli kurumlarda eğitim aldıkları ve yine sanıkların yargılamanın bugüne gelene kadarki aşamalarında Türkçe dilini konuştuğu ve soruşturma aşamasında da ifadelerini Türkçe olarak verdikleri, çoğu avukat olan sanıkların Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinin duruşmalarında avukatlık görevi ifa ettikleri, dolayısıyla Kürtçe savunma talebinin hukuki bir ihtiyaca dayanmayıp, hukuki olmayan gerekçelerle istendiği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 3/ maddesinde ‘Dili Türkçedir’ hükmü getirilerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi dilinin Türkçe olduğunun belirtildiği, bu hükmün dışında Ceza Mahkemesi Kanununda ayrıca duruşmada Türkçe dilinde savunma yapılması gerektiğinin açıkça belirtilmediği, ancak CMK'nın 202/ maddesinde ‘sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir’ hükmünün getirilerek sanık veya mağdura ancak meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa kendilerine tercüman atanacağının belirtildiği, dolayısıyla sanıkların soruşturma aşamasında ifadelerini Türkçe dilinde verdikleri, Yukarıda belirtilen yasal mevzuat çerçevesinde Türkiye Cumhuriyetindeki tüm mahkemelerde Türkçe dilini bilen herkesin etnik kökenine ya da hangi ülke vatandaşı olduğuna bakılmaksızın Türkçe dilinde kimlik tespiti yapılmasının zorunluluk olduğu, Türkçe bilen bir kişinin Türkçe dili dışında sadece Kürtçe değil yabancı hiçbir dilde (örneğin İngilizce ya da Almanca dilinde) kimlik tespiti yapmasının mümkün olmadığı, bu konunun hakimlerin taktirinde olan bir husus olmayıp bir zorunluluk olduğu, bu konuyla ilgili Türk yargı pratiğine bakıldığında, mahkememizde ve birçok diğer mahkemede Türkçe dilini bilmeyen sanık, mağdur yada tanığın konuşabildiği hangi dil olursa olsun bu dili bilen tercümanın duruşmada bulundurulmak suretiyle Kürtçe yada başka dilde (örneğin İngilizce yada Almanca dilinde) kimlik tespitlerinin, beyanlarının yada savunmasının tespit edildiğinin bilindiği Yine CMK'nın maddesinin 1-a bendine göre şüpheli veya sanık kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlü olduğunun belirtildiği, sanıkların kimlik tespiti konusundaki kendilerine sorulan sorulara Kürtçe dillerinde cevap verdiklerinde sanıklarında yukarıda belirtildiği şekilde daha önceki aşamalarda Savcılıkta ve Sorgu Hakimliği ifadelerinde Türkçe dilinde kimlik bilgilerini verdikleri gibi ifadelerini de Türkçe olarak yaptıkları, dolayısıyla Türkçe dilini bildikleri buna rağmen Türkçe olarak kimlik tespiti ile ilgili sorulara cevap vermemeleri halinde CMK maddedeki zorunluluğu yerine getirmiş sayılmayacakları anlaşıldığından, Sanıkların ana dilleri olan Kürtçe dilinde kimlik tespiti yapılması ve belirtilen bu dillerde yapacakları kimlik tespitinin Türkçe diline çevrilmesi için duruşmada Kürtçe bilen tercümanlar bulundurulması talebinin yasal temelinin bulunmadığı ve hukuki bir ihtiyaca dayanmadığı gibi yargılamanın uzamasına sebebiyet vereceği anlaşıldığından; taleplerinin REDDİNE oy birliği ile karar verilip açık duruşmaya devam olundu.” Mahkeme, 17/7/2012 tarihli celsede sanıkların yinelediği “Kürtçe tercüman atanması ve Kürtçe dilinde savunma yapılması” taleplerini aynı gerekçelerle reddetmiştir. 17/7/2012 ve 18/7/2012 tarihli celselerde sanıkların Kürtçe savunma yapmaları (sorulan sorulara Kürtçe cevap vermeleri) nedeniyle, Mahkemece sanık savunmaları alınamamıştır. Başvurucu, savunmasının sorulduğu 6/11/2012 tarihli celsede “Ben Kürtçe anadilde savunma yapmak istiyorum. Şu anda bu konuda bir yasal çalışma vardır. O nedenle bu hususun bekletici mesele yapılmasını talep ediyorum. Daha sonra savunmamı yapacağım” şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, 3/1/2013 tarihli celsede müdafii aracılığıyla, bilgisayarından çıkan dökümlere ilişkin bazı belgelerin müvekkillerine ait (dosyalara ilişkin) olduğunu belirterek belgelerin iadesini; Öcalan ile yaptığı görüşmelerin dosyaya alınan tape kayıtlarının gerçeği yansıtmadığını belirterek tapenin orijinalinin dosyaya sunulmasını (ve dinlenilmesini), eğer bu mümkün değilse söz konusu delilin dosyadan çıkarılmasını talep etmiştir. Mahkeme aynı tarihli celsenin 6 ve 9 numaralı ara kararları ile “Bir kısım sanıklar müdafilerinin hukuka aykırı olduğunu iddia ettikleri delillerin dosyadan çıkarılması yönündeki taleplerinin, CMK'nın 230/1-b maddesindeki hükmün gerekçesinde ‘...dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemler ile elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi’ düzenlemesi karşısında, varsa bu tür delillerin Yargıtay denetimine de tabi olduğu gözetilerek” ve “Bir kısım sanık müdafilerinin hükümlü Abdullah Öcalan ile bir kısım sanık görüşmelerinin canlı CD kayıtlarının getirtilerek duruşmada dinlenilmesi taleplerinin, söz konusu kayıtların infaz hakimliği kontrolünde uzman bilirkişilere yaptırıldığı anlaşılmakla ve söz konusu kayıtların duruşmada dinlenilmesinin davaya esaslı bir etkisinin olmayacağı” gerekçeleriyle başvurucunun taleplerini reddetmiştir. Mahkeme 3/1/2013 tarihli celsede ayrıca başvurucunun tutukluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu, 7/1/2013 tarihinde anılan 6 ve 9 numaralı ara kararlarına ve tutukluluğun devamına itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarihli ve 2013/8 Değişik İş sayılı kararı ile “üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, iddianamede gösterilen sevk maddelerinin alt ve üst sınırı, suç ve tutuklama tarihine nazaran kaçma şüphesi devam ettiğinden, delilleri karartma ihtimali bulunduğundan bu nedenlerle koruma tedbirlerinin de uygulanması yeterli olmayacağından, tutuklama sebeplerinin kalkmadığından ve tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin sanık açısından yetersiz kalacağı” gerekçesiyle tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Mahkeme, aynı kararı ile 6 ve 9 numaralı ara kararları yönünden de “itirazın mümkün olmadığı” gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarihli itirazın reddi kararı, başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, yargılandığı davada 28/3/2013 tarihli celsede savunmasını tercüman vasıtasıyla yapmıştır. Mahkeme, 20/6/2013 tarihli celsede “2012 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 Sayılı Yasanın Maddesi ile değişik CMK'nın 109 Maddesi hükümleri değerlendirildiğinde, sanıkların üzerine atılı suç vasfının değişme olasılığı, tutuklulukta geçirdikleri süre nazara alınarak” başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/235 sayısı ile devredilmiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya … kadar istenebilir…” 5271 sayılı Kanun’un “Hâkimin reddi istemine karar verecek mahkeme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Hâkimin reddi istemine mensup olduğu mahkemece karar verilir. Ancak, reddi istenen hâkim müzakereye katılamaz …” 5271 sayılı Kanun’un “Reddi istenen hâkimin yapabileceği işlemler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Reddi istenen hâkim, ret hakkında bir karar verilinceye kadar yalnız gecikmesinde sakınca olan işlemleri yapar.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir ...” 5271 sayılı Kanun’un “Avukat bürolarında arama, elkoyma ve postada elkoyma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur. (2) Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.(4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316), ...(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tercüman bulundurulacak hâller” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir. (4) (Ek: 24/1/2013-6411/ 1 md.) Ayrıca sanık; a) İddianamenin okunması, b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi, üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir: … b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.” 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz olunabilecek kararlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Karar” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Avukat ve noterle görüşme hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir (2) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde yapılır. (4) (Değişik: 25/5/2005-5351/5 md.) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 nci, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Soruşturmaya yetkili Cumhuriyet Savcısı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“(Değişik :23/1/2008-5728/331 md.) Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.” 1136 sayılı Kanun’un “Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı ve duruşmanın yapılacağı mahkeme” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.” 3713 sayılı Kanun’un “Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” kenar başlıklı mülga maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak; …b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.c) Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.…” Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün“Avukat ve noterle görüşme hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) Hükümlü, kurumda avukat ve noterle görüşme hakkına sahiptir. (2) Hükümlülerin avukat ile görüşmesinde aşağıdaki kurallar uygulanır: …c) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Hükümlü ile görüşmek üzere kuruma gelen avukatların, yanlarında bulundurdukları belge ve dosyaların savunmaya ilişkin olup olmadıkları konusunda kendilerinden yazılı beyanları alınır. Savunmaya ilişkin olduğu beyan edilen belge ve dosyalar, her ne suretle olursa olsun incelenemez. Hükümlü ile doğrudan ilişkisi olmak koşulu ile avukatın yanında getirmiş olduğu ve bir hukuki uyuşmazlık konusunu oluşturan belge ve dosyalar hakkında da aynı hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak aranabilir. Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler. Avukatların hükümlü ile kurumda yapmış olduğu görüşme sırasında konuşmaları yansıtan ve bizzat avukat tarafından elle tutulan kayıtlar hakkında da bu bent hükümleri uygulanır. …(3) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görüşmenin görülebileceği bir biçimde yapılır. (4) Kurumlarda, avukat ve noter ile hükümlünün görüşmeyi yapacağı mekanlar, bu hakkın kullanımına uygun şekilde kurum idaresince düzenlenir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2342 | Başvuru, soruşturma kapsamında kopyalanan avukatlık bürosundaki bilgisayarda müvekkillere ait mesleki dokümanlar bulunmasına rağmen bilgisayarın kopyasının iade edilmemesi, isnat edilen fiil avukatlık mesleğiyle ilgili olmasına rağmen kanundaki özel soruşturma usullerine uyulmaması, özel yetkili mahkeme tarafından yapılan yargılamanın adil olmaması, dosyayla ilgili olmayan belgelerin çıkarılması talebinin reddedilmesi, gözaltına alındıktan sonra müdafiyle yapılacak görüşmenin yirmi dört saat süreyle engellenmesi, suçlamaya esas alınan ses kaydının orijinalinin dinlenilmesi talebinin mahkemece reddedilmesi, kısıtlama kararı bulunduğu için suçlanmaya dayanak belgelere erişilememesi ve yeterli savunma imkânı tanınmaması, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğun devamı kararlarına yönelik itirazların duruşma yapılmadan incelenmesi, yasak delil niteliğinde olan müvekkil ile yapılan görüşmeye ilişkin ses kaydına dayanılarak tutuklanma nedenleriyle Anayasa’nın 10. , 19. , 20. , 2 36. , 38. ve 40. maddelerinde düzenlenen hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hukuka aykırı gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltında avukata erişime izin verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, yakalama sırasında darp nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular olay tarihinde İzmir'de serbest avukatlık yapmaktadır. 13/2/2015 tarihinde İzmir'in Konak ilçesi Basmane Meydanı'nda bir protesto eylemi gerçekleştirilmiş, eylemci grupla gruba müdahale eden güvenlik görevlileri arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Gösteriye katılan kişilerden bazıları kolluk görevlilerince gözaltına alınmıştır. Başvurucuların da aralarında yer aldığı toplam yirmi bir avukat tarafından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verilen 13/2/2015 ve 6/3/2015 tarihli dilekçelerle ilgili kolluk görevlileri hakkında görevi ihmal gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur. Bunun üzerine başlatılan adli soruşturma kapsamında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca İzmir Valiliğinden (Valilik) ilgili kolluk görevlileri hakkında ön inceleme yapılması ve soruşturma iznine dair karar verilmesi talep edilmiştir. Başvuruya konu edilen olay hakkında tarafların farklı anlatımları mevcuttur:i. Başvurucular gösteriyi gerçekleştiren eylemciler arasında gözlemci sıfatıyla yer aldıklarını belirtmiştir. Başvuruculara göre başvurucu Emel Diril gözaltına alınan müvekkilleri ile görüşmek için İzmir Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) giderken haksız şekilde gözaltına alınmıştır. Diğer iki başvurucu ise gözaltına alınan Emel Diril'in avukatlığını yapmak üzere Emniyet Müdürlüğüne gittiklerinde hukuka aykırı şekilde gözaltına alınmıştır. Ayrıca yakalama esnasında başvurucu Serdar Gültekin darbedilmiştir.ii. Olay hakkında Valilik tarafından yapılan idari tahkikat kapsamında düzenlenen ön soruşturma evrakında olay sırasında Valilik binasına doğru kanuna aykırı şekilde yürüyüşe geçen gruba müdahale edildiği ve on dört kişinin gözaltına alındığı belirtilmiştir. Daha sonra Emniyet Müdürlüğü önüne gelen ve avukat olduklarını söyleyen bir grubun kimlik göstermeden ve güvenlik prosedürüne uymadan binaya zorla giriş yapmak istemesi nedeniyle bu kişilerle kolluk görevlileri arasında anlaşmazlık çıktığı, bu sırada avukat oldukları anlaşılan -başvurucular- Mehmet Baran Selanik ile Emel Diril'in de gözaltına alınanlar arasında olduğunun anlaşıldığı raporda yer verilen bilgiler arasındadır. Nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatıyla başvurucular sağlık kontrolü için hastaneye götürüldüğü sırada Emniyet Müdürlüğü dışında bekleyen bir grubun kolluk görevlilerinin üzerine yürüdüğü ve görevlerini yapmalarına mani olmaya çalıştığı, grubun önünde bulunan ve grubu yönlendiren kişinin -başvurucu- Serdar Gültekin olması nedeniyle gözaltına alındığı ifade edilmiştir. Rapora göre yaşanan bu olay nedeniyle Cumhuriyet savcısından yeniden talimat alınmış, buna göre başvurucular herhangi bir yaralanmaları bulunmadığı, sağlık muayenesi istemedikleri ve bir şikâyetlerinin olmadığına dair beyanları bulunan tutanağı imzalamalarının akabinde -haklarında adli rapor tanzim edilmeksizin- serbest bırakılmıştır. Başvurucu Serdar Gültekin'in yakalama işlemi sırasında kolluk görevlilerince darbedildiği iddiasına dayanak olarak başvuru formu ekinde herhangi bir sağlık raporu ya da buna dair başkaca bir delil sunulmadığı gibi UYAP üzerinden soruşturma dosyasına erişimle yapılan incelemede de bu yönde bir belge temin edilememiştir. Ayrıca başvurucuların gözaltına alınmalarına ilişkin adli soruşturma süreci ve sonucuna dair herhangi bir bilgi ya da belgeye de başvuru formu ve/veya eklerinde yer vermedikleri görülmüştür. Yapılan idari tahkikat sonucunda Valilik 20/4/2015 tarihinde ilgili kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edilmezken başvurucuların da içinde bulunduğu bazı müştekiler İzmir Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) nezdinde itirazda bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 31/5/2016 tarihli kararında, itiraz dilekçesi ve ön inceleme raporunda yer alan bilgilere göre ilgili kolluk görevlileri hakkında soruşturma açılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte bilgi ve/veya belgenin bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Anılan ret kararı başvuruculara 26/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 22/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14867 | Başvuru, hukuka aykırı gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltında avukata erişime izin verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, yakalama sırasında darp nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk kurallarının hatalı yorumlanması ve uygulanması sonucu idari para cezasının iptali talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 10/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 26/6/2015 tarih tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Büyükşehir Belediyesince, taşıma ve kabul belgesi olmadan hafriyat toprağı ve inşaat yıkıntısı taşındığı ve aracın üzerinin uygun malzeme ile kapatılmadığı gerekçesiyle 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca başvurucu Şirkete 088 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu Şirket tarafından cezanın hukuka aykırı ve keyfî olduğu iddialarıyla anılan işlemin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 17/2/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “2872 sayılı Çevre Kanunu’na dayanılarak çıkarılan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’nin maddesinde hafriyat toprağı ile inşaat/yıkıntı atıklarının, üretici ve taşıyanları tarafından belediyelerin veya mahallin en büyük mülki amirinin gösterdiği ve izin verdiği geri kazanım ve depolama tesisleri dışında denizlere, göllere, akarsulara veya herhangi bir yere dökülmesi ve dolgu yapılması yasak olduğu, faaliyetleri sonucu hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atıklarının üretimine neden olacak özel veya resmi kişi, kurum ve kuruluşlar; bu atıkların üretilmesinden önce ilgili belediyeye/mahallin en büyük mülki amirine başvurarak gerekli izinleri almak, atıklarını bu Yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre bu mercilerin göstereceği geri kazanım/depolama sahasına taşınmasını sağlamakla yükümlü olduğu, maddenin son fıkrasında inceleme ve denetim sırasında atık taşıma ve kabul belgesinin ilgili tüm taraflarca denetim elemanlarına gösterilmesinin zorunlu olduğu, maddesinde hafriyat taşınması sırasında alınacak önlemler arasında taşıma sırasında oluşabilecek çevresel kirlenmeyi önlemek amacıyla araçların üzerleri uygun malzemeyle kapatılması husususun sayıldığı, maddesinde bu Yönetmelik hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında Kanunun 15 ve 16 ncı maddelerinde belirtilen merciler tarafından gerekli işlemlerin yapılacağı ve Kanunun 20, 21, 23, 24 ve 26 ncı maddelerinde belirtilen cezaların verileceği düzenlenmiştir.Dava dosyasının incelenmesinden; 2011 tarihinde yapılan denetim sırasında davacı şirkete ait 34 FC 6762 Plakalı aracın taşıma ve kabul belgesinin bulunmadığı ve aracın üzerinin uygun malzeme ile kapatılmadığının tespit edilerek aynı tarihli tutanak düzenlendiği, tespit tutanağı uyarınca Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarını Kontrolü Yönetmeliği'nin 23 ve 24 maddelerinin ve Çevre Kanun'un 12 maddesinin ihlali gerekçesiyle aynı yasanın 20/g maddesi uyarınca 2011 gün ve İBB:70421sayılı işlemile davacı şirkete 088,00-TL para cezası verildiği, anılan işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Yukarıda anılan yasa ve yönetmelik hükümleri uyarınca hafriyat toprağı ile inşaat/yıkıntı atıklarının, üretici ve taşıyıcıları tarafından taşıma izin belgesinin ve kabul belgesinin alınması gerektiği, anılan belgelerin yapılacak olan denetim ve incelemelerde istenilmesi halinde yetkili denetim veya inceleme elemanlarına ibrazının zorunlu olduğu, aykırılık halinde ise yasada öngörülen para cezasının verileceği yer almıştır. Dava konusu uyuşmazlıkta yapılan denetimin esnasında davacı şirkete ait araçtataşıma ve kabul belgesinin davalı idare elemanları tarafından araç sürücüsünde istenilmesine rağmen ibraz edilmediği ve araç şöforünün tutanağı imzalamaktan imtina ettiği görülmekle yukarıda yazılan mevzuat hükümlerini uyarınca tesis olunan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır." Başvurucu Şirketin temyizi üzerine anılan karar Danıştay Dairesinin 4/10/2012 tarihli ilamıyla onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 6/1/2014 tarihli ilamıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Anılan karar, başvurucu vekiline 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucunun 10/2/2014tarihinde yaptığı bireysel başvurusunda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2872 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır.Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler.” Aynı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “İlgililer, Bakanlığın veya denetimle yetkili diğer mercilerin isteyecekleri bilgi ve belgeleri vermek, yetkililerin yaptıracakları analiz ve ölçümlerin giderlerini karşılamak, denetim esnasında her türlü kolaylığı göstermek zorundadırlar.” 18/03/2004 tarihli ve 25406 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ilgili kısımları şöyledir: “Atık Taşıma ve Kabul Belgesi AlınmasıMadde 23 - Hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atığı üretenler, ürettikleri hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atıklarını, taşıma izni almış nakliye araçlarıyla gerekli izinleri almış depolama sahalarına taşımak veya taşıtmakla yükümlüdürler.Hafriyat toprağı üretenler ile faaliyetleri sonucu 2 tondan fazla atık oluşumuna neden olacak inşaat/yıkıntı atığı üreticileri, mücavir alan sınırları içinde belediyeye, büyükşehir belediyesi olan yerlerde ilgili ilçe belediyesine, mücavir alan sınırları dışında ise mahallin en büyük mülki amirine müracaat ederek "Atık Taşıma ve Kabul Belgesi" almak zorundadır.Atık Taşıma ve Kabul Belgesi üç bölümden oluşur ve eksiksiz olarak doldurulur. Birinci bölümde; hafriyatı toprağı veya inşaat/yıkıntı atıklarını üretenler, ikinci bölümde üretilecek atığı taşıyacak şahıs veya firmalar, üçüncü bölümde ise atığın geri kazanılacağı/depolanacağı saha ile ilgili bilgiler bulunur.Atık Taşıma ve Kabul Belgesi 4 nüsha olarak düzenlenir. Bir nüshası düzenleyen kurumda kalır. Kalan üç nüshadan biri atık üreticisine, biri taşıyıcı kişi veya firmaya, biri de atığın geri kazanılacağı/depolanacağı tesis yetkilisine verilir. İnceleme ve denetim sırasında bu belgenin ilgili tüm taraflarca denetim elemanlarına gösterilmesi zorunludur.Hafriyat Toprağı ile İnşaat/Yıkıntı Atıkları Taşıyıcılarının İzin Alma ZorunluluğuMadde 24 - Hafriyat toprağı ile inşaat/yıkıntı atıklarını taşımak isteyen kişi veya kuruluşlar mücavir alan sınırları içinde ilgili belediyeye, dışında ise mahallin en büyük mülki amirine başvurarak "Hafriyat Toprağı, İnşaat/Yıkıntı Atıkları Taşıma İzin Belgesi" almakla yükümlüdürler. Bu amaçla yapılacak başvurularda istenecek belge ve bilgiler ilgili belediye tarafından belirlenir. İnşaat/yıkıntı atığı taşıyan araçlar sarı renkli olacak ve araçların üzerinde büyük harflerle "İnşaat/Yıkıntı Atığı Taşıma Aracı" ibaresi yazılı olacaktır. Bu atıkları taşımak isteyen kişi ve kuruluşlar yeterli sayıda ve değişik ebatlarda sarı renkli konteyner ve kapları bulundurmakla yükümlüdürler. Bu atıkları taşımak amacıyla taşıma izni alan firmaların isimleri ve irtibat numaraları, geri kazanım veya depolama alanı/alanlarının yerleri ile bu alanlara ulaşacak yol güzergahı krokileri ilgili belediyeler tarafından halkın bilgileneceği şekilde ilan edilir.Hafriyat Toprağı ile İnşaat/Yıkıntı Atıklarının Taşınması Sırasında Alınacak ÖnlemlerMadde 25 - Hafriyat toprağı ile inşaat/yıkıntı atıklarının taşınması sırasında çevrenin kirletilmemesi, trafiğin aksatılmaması ve can ve mal emniyeti için gerekli tedbirler öncelikle nakil işlemlerini gerçekleştiren kişi veya firma tarafından alınır. Taşıma sırasında oluşabilecek çevresel kirlenmeyi önlemek amacıyla araçların üzerleri uygun malzemeyle kapatılır. Araçlara kapasitenin üzerinde yükleme yapılmaz ve araçlar tekerleklerinde olabilecek çamur ve benzeri kirlilik temizlendikten sonra trafiğe çıkartılır. Belediye ve mahallin en büyük mülki amiri, atık taşıyan araçların şehir içi trafiğini olumsuz etkilememesi için bu araçların belirli saatler arasında trafiğe çıkmaları konusunda düzenleme yapma yetkisine sahiptir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1993 | Başvuru, hukuk kurallarının hatalı yorumlanması ve uygulanması sonucu idari para cezasının iptali talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bir sosyal paylaşım sitesinde yapılan paylaşımların kolluk tarafından izlenmesinin ve kayıt altına alınması ile bu paylaşımlarla ilgili disiplin soruşturması başlatılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, olayların meydana geldiği tarihte bir devlet üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadırlar. Ankara Valiliği 3/4/2015 tarihli yazısı ile Ankara İl Emniyet Müdürlüğünden başvurucuların Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde bulunan hesaplarına ait IP bilgileri dâhil bazı bilgilerin temin edilmesini istemiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Valiliğe hitaben yazılan yazıda, başvurucularla ilgili olarak anılan sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapılan açık kaynak araştırmasında;i. Başvurucuların Twitter üzerindeki ekran görüntülerinde belirtilen isim ve fotoğrafların incelenmesi neticesinde kullandıkları rumuzlar tespit edilmiş, Twitter hesaplarının aktif olduğu ve paylaşımlarının herkese açık olduğu belirtilmiştir.ii. Twitter hesaplarından hakaret içerikli iletiler gönderdiği iddia edilen şüphelilerin IP adreslerinin log kayıtlarının Amerika Birleşik Devletleri üzerinden yayın yapan sitenin sunucularında tutulduğu, bu nedenle şüphelilerin tespitinin mümkün olmadığı bildirilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün yazısı ekinde ayrıca anılan Twitter hesaplarından paylaşılan bazı iletilerin fotoğrafları da Valiliğe gönderilmiştir. İletilerin bir kısmı şöyledir:"#MetaldeGrevVar Metaldeki mücadelelerin ilk büyük çevrimi 1964'teydi. Maden-İş'in grevleri erteleme adıyla yasaklandı. Sonuç 15-16 Haziran.""#MetaldeGrevVar 1964 sonrasında sendikalı bir despotizm fabrikalarda egemenlik kurdu. Sonraki 6 yılda işçi hareketi daha güçlü geri döndü.""#MetaldeGrevVarMESS'in bir kaç gün önceki bildirisinden bu erteleme belliydi. MESS ve AKP işyerinde despotluğa devam ediyor. Göreceğiz.""Ankara Üniversitesi önünde polis şiddetini protesto eden basın açıklaması yapılıyor." "Haydi bir el atın da Tayyip'e 400 milletvekili verek. Parti fark etmiyormuş""Cebeci kürtlere mezar olacak diye slogan at... Sonra da biz faşist değiliz de.. İyiymiş..""Bıkma bu puştlar panayırında berrak nehirler aramaktan...""Bir yerde provokasyon varsa orada kesin devlet vardır.""Şiddet devletten gelir!""Faşist devlet! Yıkacağız elbet! Ama öyle ama böyle""Hırsız katil kadın düşmanı AKPyi savunacak diye komik/rezil duruma düşen homo academicuslar.. tiksiniyorum..""Kolejde Newroz alanındaki tek çer-çöp polis barikatları..""Suriye'nin yıkımında büyük payı olan cihadist İHH Diyarbakır'da süreç konferansı yapmış. Uzak olsunlar. Maşallah dedikleri 1 hafta yaşıyor.""Osman babasının Arınç'tan yediği tarihi ayarla ilgili yazıyor, a. adaylığı devam ediyormuş. En çok o harcandı tabi ama beter olsun tosuncuk." "Konferansa katılan kurumların çoğu Hizbullah'ın dernekleri. AKP'nin/devletin bölgedeki taşeronu olmayı çok istiyorlar. Can çıkar huy çıkmaz.""148 kişinin öldüğü uçak kazasında Türkiye Dışişleri Bakanlığının ilk yorumu: 'umarız uçakta Türk yolcu yoktur' Batsın lan bu ülke." Ankara Valiliği tarafından 6/4/2015 tarihinde, haklarında disiplin soruşturması açılmak üzere başvurucuların görev yaptığı üniversitenin yönetimine hitaben "Yasa Dışı Hesapların Tespit Edilmesi" başlıklı bir yazı yazılmıştır. Söz konusu yazıda başvurucuların herkese açık Twitter hesapları üzerinden Cumhurbaşkanlığı makamına hakaret ederek devlet organlarının saygınlığını zedeledikleri, bunun yanında yasa dışı terör örgütlerinin eylemlerini meşru gösterdikleri, övdükleri, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edici açıklamalarda bulundukları ve bunları sosyal medya aracılığıyla yaydıklarının saptandığı belirtilmiştir. Yazı ekine anılan Twitter hesaplarından yapılan paylaşımlara ait fotoğraflar konulmuştur. Anılan yazıda belirtilen iddialar ile ilgili olarak başvurucular hakkında 29/1/2014 tarihli ve 28897 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nin ilgili hükümleri uyarınca disiplin soruşturması açılmıştır. Soruşturmanın neticelenip neticelenmediğine, üniversite idaresi tarafından haklarında disiplin cezası verilip verilmediğine ve bu cezaya karşı yargı yoluna başvurulduğuna ilişkin olarak bireysel başvuru formu ve eki belgelerde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Başvurucular akademisyen olduklarını, kendilerine ait olduğu ileri sürülen Twitter hesaplarının emniyet birimlerince hukuka aykırı biçimde izlenip kayıt altına alındığını, bu hesaplar ile ilgili olarak haklarında disiplin soruşturması başlatılmak üzere Valilik tarafından üniversite rektörlüğüne bildirimde bulunulduğunu belirterek görevi kötüye kullanma ile inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suçlarından Vali ve emniyet görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 21/8/2015 tarihinde şikâyet konusu suçların kanuni unsurları itibarıyla oluşmadığı, başvurucular hakkında karar verme yetkisinin ilgili üniversiteye ait olduğu, üniversite yönetimi tarafından verilecek karara karşı da başvuru yollarının açık bulunması nedeniyle dilekçenin işleme konulmamasına karar vermiştir. Başvurucuların itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 27/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 26/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18281 | Başvuru, bir sosyal paylaşım sitesinde yapılan paylaşımların kolluk tarafından izlenmesinin ve kayıt altına alınması ile bu paylaşımlarla ilgili disiplin soruşturması başlatılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından Bölüme gönderilmesine karar verilmiş ve adli yardım talebi kabul edilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç İdari yargıda hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında 10/8/2016 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 12/8/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle lise döneminde Havza ilçesindeki -FETÖ/PDY'ye ait olduğunu sonradan öğrendiği- Sakarya Dershanesine son iki yılında yüzde yüz burslu olarak gittiğini, hafta sonları Sakarya Dershanesinin yurdunda kaldığını, üniversite sınavında Ankara Hukuk Fakültesini kazanınca dershanede ismini hatırlayamadığı bir görevli tarafından yönlendirilerek üniversite döneminde Ankara’daki cemaat evlerinde kaldığını, bir ara cemaat evlerinden ayrıldığını, daha sonra cemaate ait evlere geri döndüğünü, mezun olduktan sonra hâkim savcı sınavlarına hazırlanma kursuna cemaat tarafından çağrılmadığını, buna içerlendiğini, kendi imkânlarıyla hâkim savcılık sınavlarını çalışıp kazandığını, hâkim savcılık mesleğine başladıktan bir buçuk ay sonra İ. isimli bir şahsın ismi verilerek arandığını, muhtemelen İ. isimli şahsın Batıkent’te cemaate ait evlerde kaldığı dönemdeki ev abisi olarak tanıdığı kişi olduğunu, İ. ile Kızılay’da bir kafede cemaate olan kızgınlığını ifade etmek için buluştuğunu, bu kişinin kalacak evlerinin olduğunu ve istediği taktirde kendisini evlendirebileceklerini söylediğini ancak hâkim savcılık sınavı öncesinde kendisini dışladıklarından kızgın olduğu için kendisiyle işinin olmadığını söylediğini, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün olduğu gece ev arkadaşı olan S. ile birlikte evde olduğunu, söz konusu evde S. ve G.K. ile birlikte kaldığını, lise ve üniversite döneminde cemaat dershanesi, yurt ve evlerine gittiğini ancak fakülteyi bitirdikten sonra bu şahıslarla irtibatını kestiğini, mesleğe başladıktan sonra da kendisini aradıklarında da bunlara küfür etmek için görüşmeye gittiğini beyan etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 12/8/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"2013 yılı Mayıs ayında staja başlamak suretiyle mesleğe başladım. Cemaate ait Sakarya Dersanesi'nin yurdunda kaldım. Evlerinde de kaldım. Kaldığım süre iki buçuk yıldır. Kaldığım süreler savcılıktaki ifademde ayrıntılı olarak mevcuttur. Bekarım. Yurtdışı ve yurtiçinde herhangi bir geziye katılmadım. Herhangi bir gazete ve dergi aboneliğim bulunmamaktadır. Sadece Vakıfbank'ta maaş hesabım vardır. Başka bir yerde hesabım bulunmamaktadır. 2014 Ekim ayında İstanbul İdare Mahkemesi üyesi olarak atandım. FETÖ'ye ait herhangi bir yere yardımım söz konusu değildir. FETÖ terör örgütünün illegal yapı olduğunu 17-25 Aralık'tan sonra öğrendim. Ben mesleğe başladıktan sonra İlyas diye birinin selamı ile beni birisi aradı. Ancak ben Hâkimlik ve Savcılık sınavı öncesinde kendileri ile dargın olduğumdan onların istek ve taleplerini ve görüşme talebini reddettim. 2014 HSYK seçimlerinde stajyer olduğum için oy kullanamadım. Özel yetkili bir mahkemede çalışmadım. Darbe sonrası için bana herhangi bir görev teklif edilmedi. Savcılıktaki savunmamda da belirttiğim şekilde 2011 yılından itibaren benim Fetullah cemaati ile ilgili herhangi bir alakam bulunmamaktadır. Ayrıca 2011 yılındaki ilk girdiğim sınavda Hâkimlik sınavını kazanamadım. İkinci yılda kazandım. Bu da nazara alınsın. İkinci girdiğim sınavda Samsun'da evimde çalıştım.Suçsuzum. Serbest bırakılmamı istiyorum. Olmadığı takdirde adli kontrol hükümleri uygulansın." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... üzerlerine atılıFETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan; atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerinvarlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 17/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 19/8/2016 tarihinde tutuklama kararının yerinde olduğu gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu hakkında 8/9/2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince resen yapılan incelemede benzer gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 8/9/2016 tarihli dilekçeyle tutukluluğun devamına dair karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 23/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 27/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2/5/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumunu değerlendirerek başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/5/2017 tarihli kararıyla tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Şüphelinin sabit ikametgah sahibi olduğu, şüphelinin FETÖ/PDY terör örgütünün iletişim amacıyla kullanmış olduğu Bylock programını kullanmadığına dair dosya içerisinde bulunan Bylock sorgu tutanağı, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçen süre ve soruşturmanın geldiği aşama itibariyle tutuklama tedbirinin şüphelinin mağduriyetine sebebiyet verme ihtimalinin bulunduğu kanaatine varılmakla... tahliyesine... [karar verildi]." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede; ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiş, sonrasında başvurucuya yöneltilen suçlamaya ilişkin olgulara yer verilmiştir. İddianamede, başvurucunun örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Dairesinin 10/8/2016 tarihli ve 357 sayılı kararıyla başvurucunun meslekten uzaklaştırılmasına karar verildiği, HSYK Genel Kurulunun 31/8/2016 tarihli ve 2016/428 sayılı kararı ile meslekten ihraç edildiği, ihraç kararının 29/11/2016 günü kesinleştiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen soruşturmalara bağlı olarak gerçekleştirilen bir kısım yer değiştirme kararlarına karşı açılan iptal davalarında usul ve yasaya aykırı olarak yürütmeyi durdurma kararı veren mahkeme heyetinde olmasının ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan-örgüte yönelik şikâyet dosyası olan- "Emniyet Dosyası" ile ilgili olarak işleme konulmama kararı veren heyette bulunmasının şüphe uyandırdığı iddia edilmiştir.iii. Savcılık, başvurucunun haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen ve birçoğu yargı mensubu, polis, asker ve öğretmen olan altmış altı kişi ile telefon irtibatının bulunduğunu belirtmiştir.iv. Örgütün yapısı, faaliyetleri hakkındaki bir kısım hâkim/savcının beyanlarında başvurucunun örgüt üyesi olduğuna yönelik ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede yer alan, haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli sıfatıyla alınan tanık beyanlarının başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin kısımları özetle şöyledir:- Ü. ifadesinde, başvurucu ile üniversite döneminde örgüte ait evlerde birlikte kaldıklarını beyan etmiştir. - Y.B. ifadesinde; başvurucunun Havza ilçesinde bulunan, örgüt ile irtibatlı olan Sakarya Dershanesine gittiğini beyan etmiştir. - İ.B. ifadesinde; lise döneminde gittiği dershanenin yönlendirmesiyle Ankara’da üniversiteyi okurken cemaate ait evlerde kaldığını, başvurucunun da bu evin abisi olduğunu beyan etmiştir.- S.ifadesinde; İstanbul Vergi Mahkemesine kura çektikten sonra stajdan dönem arkadaşı olan ve aynı zamanda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden tanıdığı başvurucu ile Yenibosna semtinde ev kiraladıklarını, hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan soruşturma yürütülen G.K.nın da daha önceden aynı mahkemelerde staj yapmalarıve akademide aynı sınıfta olmaları dolayısıyla kendilerine katıldığını, başvurucu ve G.K.nın FETÖ/PDY ile irtibatlı oldukları gerekçesiyle HSYK tarafından ihraç edildiklerinde buna çok şaşırdığını, birlikte kaldıkları evin kesinlikle FETÖ/PDY ile bağlantılı bir ev olmadığını beyan etmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:" ... FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından üyelerine hâkimlik ve savcılık sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, hatta mensuplarının sırf hâkimlik savcılık sınavlarına hazırlanmaları için hukuk fakültesi mezunları mahrem görev kapsamında büyük önem atfedilen hâkim ve savcılık mesleğine örgüt mensuplarının yerleştirilmesi amacıyla, sınav sorularının yasal olmayan yollarla temin edilip sınavdan birkaç gün önce, abiler/ablalar tarafından cevapları işaretlenmiş kitapçıklar halinde öğrencilere gösterilerek ezberlemelerinin ve bu şekilde sınavda başarılı olmalarının sağlandığı, mensupları olan öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları halinde örgütün yargı içerisindeki bürokrat ve üst düzey yöneticileri tarafından referans olunacağının söylendiği, mülâkatı geçip staja başlayan hâkim ve savcı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, kendilerinden olan hâkim ve savcı adaylarının deşifre olmasını engellemek amacıyla, örgütle irtibatlarını gizlilik içerisinde ve silahlı örgüt liderinin 'tedbir' kurallarına uygun şekilde sürdürecekleri evlerde kalmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde ve örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere 'murakıp' adı verilen örgüt mensubu kişilerin gönderilerek evde kalan öğrencilerden bilgi alınmasının ve tavsiyelerde bulunulmasının sağlandığı, bu kapsamda şüphelinin lise ve üniversite döneminde FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ait evlerde kaldığı ve üniversite dönemindeki örgüte ait evlerde abilik yaptığına ilişkin tespitler birlikte dikkate alındığında ... şüphelinin ... [FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır]" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 15/2/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş, E.2019/46 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış ve yargılama devam etmektedir. Dava, bireysel başvurunun başladığı tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/54768 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, delilerin hatalı değerlendirilmesiyle haksız olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve Askerî Yargıtay kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Tıp Fakültesinde askerî öğrenci olan başvurucu ile amiri konumundaki bölük yüzbaşısı arasında geçen tartışmada amirinin başvurucuya odadan çıkması emrini vermesine rağmen başvurucunun çıkmadığı, emrin tekrarlanması üzerine başvurucunun "Çıkmıyorum siz kimsiniz lan" şeklinde cevap verdiği iddia edilmiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı, Askerî Savcılığının 28/1/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucunun amirine karşı emre itaatsizlikte ısrar ve hakaret suçlarından cezalandırılması istemiyle dava açılmıştır. Genel Kurmay Askerî Mahkemesi (Mahkeme) 6/7/2015 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçlardan mahkûmiyetine karar vermiştir. Hüküm, Askerî Yargıtay Dairesinin (Yargıtay) 24/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Emre İtaatsizlikte Israr Suçu yönünden yapılan incelemede; Sanık, katılan tarafından kendisine odadan çıkması konusunda bir emir verilmediğini belirtmiş ise de; sanık ve katılan dışında olayın baştan sona tek görgü tanığı olan P.Ütğm. [G.G.nin] yargılamanın tüm aşamalarında, katılanın sanığa "herhangi bir şikayeti olacak olur ise bunu Tabur Komutanına iletmesi gerektiğini" söylediği ve odadan çıkmasını emrettiği, sanığın sessiz kaldığı ve bu emrin gereğini de yerine getirmediği, katılanın tekrar odadan çıkmasını emretmesi üzerine sanığın çıkmayacağını söyleyerek çıkmadığı, bilahare tıbbiyeli [Ş.Ş.nin], sanığı kollarından tutma ve ağzını kapatmak suretiyle dışarıya çıkardığı, sanığın odadan çıkması emri verildiği esnada katılanın odasında olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığı, olay yeri krokisine göre olay yerine 3-5 m. gibi çok yakın mesafede olan tanıklar J.Yzb. [A.] ile sivil memurlar [G.K. ve Ş.T.nin] anlatımlarının, katılanın ve tanık P.Ütğm. [G.G.nin] anlatımlarıyla örtüştüğü, iddiaya konu emrin tartışmanın daha da uzamaması ve disiplinsizliği gidermek adına verildiğinin ve bu nedenle hizmete müteallik olduğu yönündeki Mahkemenin kabulünde de bir isabetsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Askeri Mahkemece; sanığın emrin yerine getirilmesini söz veya fiili ile açıkça reddetmek suretiyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği sabit görülerek, ... mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmiştir.Hizmete Müteallik Bir Muameleden Dolayı Amire Hakaret suçu yönünden yapılan incelemede; Katılanın sanığa verdiği odadan çıkmasına yönelik hizmete ilişkin olduğu açık olan emri yerine getirmediği, katılanın emrini tekrar etmesi üzerine "çıkmıyorum, siz kimsiniz lan" sözünü sarf ettiği olayın baştan sona tek görgü tanığı olan P.Ütğm.[G.G.] ve olay yerine çok yakın mesafede olan tanıklar J.Yzb. [A.], sivil memurlar [G.K. ve Ş.T.] ile Tıbbiyeli [Ş.Ş.nin] anlatımları ile açık olup, söz konusu tanık beyanları katılanın beyanlarını doğrular niteliktedir. ...Askeri Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarında "lan" özcüğünün aşağılayıcı, onur kıncı, küçük düşürücü şeref ve haysiyete tecavüz edici nitelikte olduğu kabul edilmektedir (As.Yrg.Drl.Krl, 4:2015,2015/27-44, As.Yrg.Drl.Krl., 2015 2014/67 Esas, 2015116 Karar sayılı, As.Yrg., 2015, 2015/271-274), Bu nedenle amire hakaret suçunun unsurları itibari ile oluştuğu yönündeki Mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. ...Askeri Mahkemece; sanığın hizmete müteallik bir muameleden dolayı amire hakaret suçunu işlediği sabit görülerek, ... mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmiştir." Karar 31/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1941 | Başvuru, delilerin hatalı değerlendirilmesiyle haksız olarak mahkûmiyet kararı verilmesi ve Askerî Yargıtay kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, indirimlerin reddedilmesi suretiyle cezalı katma değer vergisi tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 11/6/2019 ve 4/8/2021 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; alüminyum kapı, pencere ve benzeri ürünlerin imalatı işiyle uğraşan bir limitet şirkettir. A. Olayın Arka Planı Kocaeli Gebze Uluçınar Vergi Dairesi Müdürlüğü mükellefi olan Ö. Limitet Şirketinin 2009 ve 2010 yılı hesapları incelenmiş ve sözü edilen yıllarda gerçek bir faaliyetinin bulunmadığı, düzenlediği tüm faturaların sahte olduğu 16/1/2014 tarihli vergi tekniği raporuyla tespit edilmiştir. Anılan raporda şu tespitler yapılmıştır:- Şirketin gerçek bir ticari faaliyeti bulunmayıp asıl kuruluş amacı sahte fatura komisyonculuğu yapmaktır. 2009 ve 2010 yılı alış faturalarının tümü -ikisi hariç- sahtedir. Şirket yetkileri Şirketin para hareketlerini gösteren hiçbir belge ibraz edemediği gibi sevk irsaliyesi, taşıma irsaliyesi, konfor fişi ve benzeri mal hareketlerine dair hiçbir belge sunamamıştır. Vergi borcunun düzenlendiği tarih itibarıyla Şirketin 635,21 TL ödenmemiş vergi borcu bulunmaktadır. Tüm bunlar Şirketin gerçek bir faaliyetinin bulunmadığını göstermektedir. Başvurucunun 2009 ve 2010 yıllarına ait alış faturalarının arasında Ö. Limitet Şirketi tarafından düzenlenenlerin de bulunduğunun tespiti üzerine başvurucu hakkında vergi incelemesi başlatılmıştır. Vergi inceleme elemanınca düzenlenen 15/5/2014 tarihli vergi inceleme raporunda, Ö. Limitet Şirketi tarafından düzenlenen faturaların içeriğinde yer alıp ilgili dönem beyannamelerinde indirim konusu edilen katma değer vergilerinin beyannamelerden çıkarılarak beyannamelerin yeniden düzenlenmesi sonucu ortaya çıkan farkın vergi ziyaı cezalı olarak tarh edilmesi önerilmiştir. Öneri doğrultusunda 2009/Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık ve 2010/Ocak, Nisan, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık dönemlerine ilişkin olarak vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarh edilmiştir. B. 2009 ve 2010 Yıllarına İlişkin Tarhiyatlarla İlgili Süreç Başvurucu, 2009 ve 2010 yıllarına ilişkin tarhiyatların iptali istemiyle Trabzon Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) 6/11/2014 tarihinde iki ayrı dava açmıştır. Dava dilekçelerinde, Ö. Limitet Şirketinden yaptığı alışların gerçek ticari faaliyete dayandığını ileri sürmüştür. Ö. Limitet Şirketinin ilgili dönem beyannamelerini verdiği ve tüm vergisel yükümlülüklerini yerine getirdiği vurgulanan dilekçelerde; vergi tekniği raporundaki tespitlere göre vergi idaresince yapılan yoklamalarda şirketin işyerinde bulunduğu, kanuni defterlerini süresinde tasdik ettirdiği, faturalarını anlaşmalı matbaalarda bastırdığı, işçi çalıştırdığı, ticari faaliyet için gereken alet ve teçhizata sahip olduğu ifade edilmiş; tüm bunların şirketin faaliyetlerinin gerçek olduğunu gösterdiği savunulmuştur. Vergi Mahkemesi 17/3/2015 tarihinde davaları reddetmiştir. Kararların gerekçesinde, Ö. Limitet Şirketi hakkında düzenlenen vergi tekniği raporu özetlendikten sonra Ö. Limitet Şirketi tarafından başvurucu adına düzenlenen faturaların gerçek bir ticari faaliyete dayanmadığı sonucuna varıldığı ve başvurucunun katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu kararlara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçelerinde, Ö. Limitet Şirketinin kendi adına yapılan tarhiyata karşı açılan davada Kocaeli Vergi Mahkemesince 31/10/2014 tarihli kararla, şirketin faaliyetlerinin gerçek olmadığı yolundaki kanaatin yeterli bir incelemeye dayanmadığı gerekçesiyle tarhiyatın iptal edildiği vurgulanmıştır. Danıştay Üçüncü Dairesi 16/9/2015 tarihinde vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatları yönünden kararı oyçokluğuyla onamıştır. Kararlara muhalif kalan bir üye, Ö. Limitet Şirketine ait işyerinde yoklama yapılmaması ve eksik tespitlere dayanılarak tarhiyat yapılması sebebiyle kararların bozulması gerektiği görüşünü açıklamıştır. Başvurucu temyiz dilekçesindeki iddiaları ileri sürerek karar düzeltme yoluna da başvurmuştur. Danıştay Üçüncü Dairesi 17/1/2019 tarihinde 2009 yılına ilişkin tarhiyatın incelendiği karar yönünden karar düzeltme istemini reddetmiş, buna karşılık 2010 yılına ilişkin tarhiyatın incelendiği karar yönünden karar düzeltme istemini kabul etmiş, onama kararını kaldırmış ve ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, Ö. Limitet Şirketi adına 2010 yılına ilişkin olarak yapılan cezalı tarhiyata karşı açılan davada Kocaeli Vergi Mahkemesinin 6/4/2017 tarihli kararıyla; şirketin düzenlediği faturaların sahte olduğuna ilişkin tespitin eksik incelemeye dayalı olduğu gerekçesiyle tarhiyatın iptal edildiği, bu kararın istinaf ve temyiz denetiminden geçerek kesinleştiği belirtilmiştir. Kararda, Kocaeli Vergi Mahkemesinin 6/4/2017 tarihli kararının kesinleşmesi karşısında başvurucunun 2010 döneminde anılan şirketten aldığı faturaların sahte olduğunun kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. 2009 yılına ilişkin tarhiyatla ilgili nihai karar 16/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 2011, 2012 ve 2013 Yıllarına İlişkin Tarhiyatlarla İlgili Süreç Başvurucu, Ö. Limitet Şirketi tarafından 2011, 2012 ve 2013 yıllarında düzenlenen faturalara ilişkin olarak bu faturalarda gösterilen katma değer vergisini beyanlarından çıkarmak suretiyle düzeltme beyannameleri vermiş; beyan üzerine tarh edilen vergiyi ödemiştir. Vergi idaresi, düzeltme beyannamelerine konu olan katma değer vergilerinin yarısı oranında vergi ziyaı cezası uygulamıştır. Taraflar 20/10/2014 tarihinde söz konusu vergi ziyaına ilişkin olarak uzlaşmaya varmıştır. Öte yandan başvurucunun 2011, 2012 ve 2013 yılı hesapları ayrıca Ö. Limitet Şirketinden alınan faturalarla sınırlı olarak resen incelenmiş ve 28/3/2016 tarihli vergi inceleme raporları düzenlenmiştir. Anılan raporlarda başvurucunun verdiği düzeltme beyannamelerinde 2011 yılına ilişkin üç faturayı beyanlarından çıkarmadığı belirtilmiş; bunlar yönünden vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılması, bunun yanında alışlarını usulüne uygun olarak belgelendirmemesi nedeniyle her üç yıl için de özel usulsüzlük cezası uygulanması önerilmiştir. Vergi inceleme elamanının 2011, 2012 ve 2013 yıllarına ilişkin olarak önerdiği vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi ile özel usulsüzlük cezası, başvurucunun talebi üzerine 25/5/2016 tarhiyat sonrası uzlaşmaya konu edilmiştir. Başvurucu, uzlaşma konusu edilen vergi ve cezaları ödemiştir. Başvurucu 2011, 2012 ve 2013 yıllarına ilişkin olarak düzeltme beyannameleri üzerine tarh edilen vergiler için 21/11/2017 tarihinde 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesi uyarınca vergi hatası düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Düzeltme talebinin reddi üzerine başvurucu 16/7/2018 tarihinde Gelir İdaresi Başkanlığında şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Şikâyet başvurusuna cevap verilmemiştir. Başvurucu düzeltme şikâyet başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 3/10/2018 tarihinde Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, düzeltme beyannamelerinin vergi inceleme elemanın sözlü zorlamasıyla verildiğini iddia etmiştir. Dilekçede başvurucu, Ö. Limitet Şirketi tarafından devlete ödenen verginin ayrıca kendisinden tahsil edilmesinin mükerrer vergilendirmeye yol açtığını belirtmiştir. Ö. Limitet Şirketinin işlemleriyle ilgili olarak yetersiz inceleme yapıldığını öne süren başvurucu, anılan şirket adına yapılan tüm tarhiyatların yargı mercilerince iptal edildiğini savunmuştur. Davalı idarenin savunma yazısında, ortada bir vergi hatasının bulunmadığı ve mükellefin kendi beyanı üzerine tahakkuk eden vergiyi düzeltme beyannamesine konu edemeyeceği ileri sürülmüştür. Savunma yazısında ayrıca Ö. Limitet Şirketi tarafından açılan davaların idare lehine sonuçlandığı ifade edilmiştir. Vergi Mahkemesi 27/2/2019 tarihinde, dava konusu edilebilecek bir işlemin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Karar, Samsun Bölge İdare Mahkemesi Vergi Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 29/9/2019 tarihli kararıyla, işin esasının incelenmesi gerektiği gerekçesiyle kaldırılmıştır. Yargılamaya yeniden başlayan Vergi Mahkemesi 24/1/2020 tarihinde davayı esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; Ö. Limitet Şirketi adına yapılan tarhiyatlardan sadece 2010 yılına ilişkin olanının iptal edildiği, buna bağlı olarak başvurucu adına yapılan tarhiyatın da yalnızca 2010 yılına ilişkin olanının iptal edildiği belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun 2010 yılından 2011 yılına devreden katma değer vergisinin bulunmadığına işaret edilmiştir. Başvurucunun Ö. Limitet Şirketi tarafından düzenlenen faturalarda yer alan ve indirim konusu yapılan katma değer vergilerini beyanları arasından çıkarmak suretiyle verilen düzeltme beyannamelerinin ihtirazi kayıt içermediğinin hatırlatıldığı kararda, tahakkuk işleminin süresinde dava konusu edilmediği gibi bu beyannameler üzerine tahakkuk eden fark katma değer vergileri için kesilen vergi ziyaı cezalarının ise dava ve şikâyet yolu kapalı olan uzlaşma müessesesi sonucu kesinleştiği belirtilmiştir. Kararda; Ö. Limitet Şirketi hakkında tarh edilen vergilerin iptal edilmesinin başvurucunun beyanları yönünden vergi hatası olarak düşünülemeyeceği açıklanmıştır. Kararda sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların 213 sayılı Kanun'un kapsamında sayılan vergi hatalarının hiçbirine girmediği vurgulanmıştır. Başvurucunun istinaf başvurusu Bölge İdare Mahkemesinin 24/9/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz talebi de Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 27/5/2021 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde ... vergi mahkemelerinde otuz gündür." 213 sayılı Kanun'un "Re'sen vergi tarhı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.... Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihtiyaca salih bulunmazsa.... Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa...." 213 sayılı Kanun'un "Vergi hatası" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Vergi hatası, vergiye mütaallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınmasıdır." 213 sayılı Kanun'un "Hesap hataları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Hesap hataları şunlardır:... Verginin mükerrer olması: Aynı vergi kanununun uygulanmasında belli bir vergilendirme dönemi için aynı matrah üzerinden bir defadan fazla vergi istenmesi veya alınmasıdır." 213 sayılı Kanunu'nun "Düzeltme talebi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Mükellefler, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilirler." 213 sayılı Kanun'un "Şikayet yolu ile müracaat" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler." 213 sayılı Kanun'un "Pişmanlık ve ıslah" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/281 md.) Beyana dayanan vergilerde vergi ziyaı cezasını gerektiren fiilleri işleyen mükelleflerle bunların işlenişine iştirak eden diğer kişilerin kanuna aykırı hareketlerini ilgili makamlara kendiliğinden dilekçe ile haber vermesi hâlinde, haklarında aşağıda yazılı kayıt ve şartlarla vergi ziyaı cezası kesilmez. Mükellefin keyfiyeti haber verdiği tarihten önce bir muhbir tarafından her hangi resmi bir makama dilekçe ile veya şifahi beyanı tutanakla tevsik edilmek suretiyle haber verilen husus hakkında ihbarda bulunulmamış olması (Dilekçe veya tutanağın resmi kayıtlara geçirilmiş olması şarttır.) Haber verme dilekçesinin yetkili memurlar tarafından mükellef nezdinde her hangi bir vergi incelemesine başlandığı veya olayın takdir komisyonuna intikal ettirildiği günden evvel (Kaçakçılık suçu teşkil eden fiillerin işlendiğinin tespitinden önce) verilmiş ve resmi kayıtlara geçirilmiş olması. Hiç verilmemiş olan vergi beyannamelerinin mükellefin haber verme dilekçesinin verildiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde tevdi olunması. Eksik veya yanlış yapılan vergi beyanının mükellefin keyfiyeti haber verme tarihinden başlayarak onbeş gün içinde tamamlanması veya düzeltilmesi. Mükellefçe haber verilen ve ödeme süresi geçmiş bulunan vergilerin, ödemenin geciktiği her ay ve kesri için, 6183 sayılı Kanunun 51 inci maddesinde belirtilen nispette uygulanacak gecikme zammı oranında bir zamla birlikte haber verme tarihinden başlayarak onbeş gün içinde ödenmesi.Bu madde hükümleri, emlak vergisi ile ilgili olarak uygulanmaz". 213 sayılı Kanun'un "Dava konusu" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur. " 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun "Vergi konusunu teşkil eden işlemler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Türkiye'de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,..." 3065 sayılı Kanun'un "Vergi indirimi" maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, ..." 3065 sayılı Kanun'un "İndirimin belgelendirilmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir...." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20170 | Başvuru, indirimlerin reddedilmesi suretiyle cezalı katma değer vergisi tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits