text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/1/2016tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağırtehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde, 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-30). Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir. Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde, hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından başvurucunun seçim bölgesi olan Şırnak'ta ve konuşmalar yaptığı Silopi, Cizre, Beytüşşebap, İdil ve Uludere'de çok sayıda terör saldırları gerçekleştirilmiştir. Bu terör saldırılarında, önemli bir bölümü sivillerden oluşan çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır.B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde yapılan seçimlerde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Şırnak milletvekili olarak seçilmiştir. Başvurucunun tutuklanmasına neden olan ceza soruşturması süreci sonunda 6/2/2018 tarihinde, kesinleşmiş mahkûmiyeti bulunması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından milletvekilliği düşürülmüştür. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle beş ayrı fezleke düzenlenmiş ve TBMM'ye sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. 28/12/2011 tarihinde Şırnak ili Uludere ilçesinde meydana gelen olayın faillerinin yargılanması amacı ile 28/6/2015 tarihinde Şırnak Valiliğinin önünde yaklaşık kırk kişilik bir grup, basın açıklaması yapmak üzere toplanmıştır. Başvurucunun burada yaptığı konuşmada "... Hepiniz biliyorsunuz 2 yıl önce bugün karakolları protesto ettiği için askerler tarafından kurşunlanarak hayatını katleden [Y.nin] ölüm yılının ikinci, iki yılıdır. Bir kez daha bu topraklarda bizlere bu acıları yaşatanlar Ortadoğuda, Rojavada, Kürdistanda Türkiye'de her gün faili meçhuller yaşatan katliamlar yaşatan hukuksuzluklarda bulunan zihniyetleri burada bir kez daha kınıyoruz." şeklinde açıklama yaparak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. ii. 25/9/2015 tarihinde Beytüşşebap ilçesinde birçok farklı noktaya PKK mensubu teröristler tarafından saldırı düzenlenmiş, akabinde güvenlik güçleri ile PKK'lı teröristler arasında çatışma yaşanmıştır. Bu olaydan bir gün sonra 26/9/2015 tarihinde başvurucunun kendi adına açmış olduğu Ferhat ENCU adlı Twitterhesabından üç paylaşımda bulunduğu iddia edilmiştir. Bu paylaşımlarda başvurucunun;- "Beytüşşebap'ın Hisar köynde evlerne askern attğı havan topunun isabt etmsi ile hayatnı kaybednleri bugün toprğa verdk. [Beytüşşebap'ın Hisar köyünde evlerine askerin attığı havan topunun isabet etmesi ile hayatını kaybedenleri bugün toprağa verdik.]" şeklinde tweet atarak kendisinin bulunduğu cenaze merasimin resmini paylaştığı, paylaşmış olduğu üç resimde ise PKK'nın bayrağına sarılı cenaze olduğu,- "Beytüşşebap'ın Altın (Berçiya) dağlarına akın eden halk askeri barikatı aşıp cenazelern bulundğu bögleye doğru ilerldi. [Beytüşşebap'ın Altın (Berçiya) dağlarına akın eden halk askeri barikatı aşıp cenazelern bulunduğu bölgeye doğru ilerledi.]" şeklinde tweet atarak çatışmada öldürülen PKK'lı teröristlerin cenazelerini almaya giden kalabalık bir grubun fotoğrafını paylaştığı,- "Beytüşşebap halkı ile çatışmalarn yoğun yaşandğı bölgedeyz.Cenazelerni almak isteyn halk askeri müdahale ile karşıldı. [Beytüşşebap halkı ile çatışmalarn yoğun yaşandığı bölgedeyiz.Cenazelerini almak isteyen halk askeri müdahale ile karşılaştı.]" şeklinde tweet atarak çatışmada öldürülen PKK'lı teröristlerin cenazelerini almaya giden bir grubun fotoğrafını paylaştığı, söz konusu fotoğrafta ise kendisinin de bulunduğunun tespit edilmesi nedeniyle PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. iii. Şırnak Valiliğince Silopi ilçesinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarının yakalanması, vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması amacı ile 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (c) fıkrası gereğince 14/12/2015 tarihinde saat 00'ten itibaren Şırnak ile Silopi ilçe merkezinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Buna rağmen 1/1/2016 tarihinde başvurucunun öncülüğünde yaklaşık yetmiş seksen kişinin katılımıyla mahalle arasında izinsiz gösteri ve yürüyüşü yapıldığı ve toplanan grubun ''Biji Serok Apo, Ey şehidxwine we li erde namine (Şehitler kanınız yerde kalmaz.).'' şeklinde terör örgütü propagandasını taşıyan slogan attığı tespit edilmiştir. Terör örgütüne müzahirliğiyle bilinen bir haber ajansının internet sitesinde yayımlanan haberde bu gösteri yürüyüşü sonrasında başvurucunun kalabalığa hitaben "Devlet 40 yıldır bu uygulamalar ile Kürtleri türlü türlü katliamlardan geçirmiştir. Ama Kürt halkı bu katliamlara rağmen yine pes etmedi ve dahada güçlendi. Kırk yıldır bu halk direniyor. Kürtler artık kendi topraklarında özgür bir şekilde yaşamak istiyor. Halk artık kendi topraklarında özgür bir şekilde yaşamak istiyor. Halk artık sizin bu zülümkar devletinizi kabul etmiyor ve tanımıyor. Şu an Kurdistanda devlet AKP ile katliamlar yapıyor. Malesef herkes kör ve sağır oluyor. Burada uygulananlar tam bir vahşet, daha neyi bekliyorsunuz, Taybet ananın cenazesi yedi gündürvurulduğu sokaktan alınamadı. Burada katledilenlerin çoğu çocuk ve kadın, hepsi sivil, devlet biran önce kirli ellerini kurdistan çekmelidir.'' şeklinde açıklama yaparak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı, 5442 sayılı Kanunu'nave 6/10/1983 tarihli 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ettiği ileri sürülmüştür. iv. Cizre'de güvenlik güçlerince PKK'ya yönelik operasyon esnasında öldürülen K., A.P. ve A.T. adlı örgüt mensuplarının cenazelerinin defnedilmek üzere 22/1/2016 günü Şırnak'ta belediye mezarlığına götürülürken cenazelerin araçtan indirildiği ve tabutların üzerine terör örgütünü simgeleyen bezlerin örtüldüğü, cenaze merasimine katılan topluluğun "Ey şehit kanın yerde kalmayacak.", "Yaşasın başkan apo." şeklinde Kürtçe sloganlar attığı, başvurucunun da burada halka hitaben “...Cizre'de , Silopi' de bir vahşet var. Bu devlet tanklarıyla, toplarıyla halkımızın üzerine gelmiş ve katlediyor. Bu vahşeti uygulayanlar bilsin ki bu gün kıştır ama yarın bahardır. Botan'ın evlatları vahşete karşı insanlığı savunuyor, insanlığın değerlerini savunuyor. Bu direnişleri de devam edecektir." şeklinde konuşma yaptığı, cenaze merasimi esnasında PKK'nın olduğu ifade edilen marşı kalabalık grubun zafer işareti yaparak söylediği, başvurucunun da marşın okunduğu esnada saygı duruşunda bulunarak PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. v. Şırnak Valiliğince İdil ilçe merkezi ve Dirsekli köyünde 16/2/2016 günü saat 00'ten geçerli olmak üzere ilan edilen sokağa çıkma yasağı doğrultusunda PKK/KCK terör örgütü mensupları tarafından ilçe genelinde sokak girişlerine inşa edilmiş barikat ve mevzilerin bertaraf edilmesi, kazılan hendeklerin kapatılması, tuzaklanan mayınların temizlenmesi ve ilçede barınan terör örgütü mensuplarının yakalanması amacıyla kolluk kuvvetlerince yürütülen çalışmalar sırasında başvurucunun kullanmakta olduğu Twitter hesabından yapılan paylaşım ve yorumların terör örgütü propagandası içerdiği ve bu paylaşımların İdil ilçesinden yapıldığı tespit edilmiştir. Başvurucunun Twitter adlı sosyal paylaşım sitesi üzerinden yaptığı paylaşımlar veya başkalarının paylaşımlarını yaygınlaştırması (retweetlemesi) dolayısıyla PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür. - Başvurucunun kullanmakta olduğu Twitter hesabından 16/2/2016-1/3/2016 tarihleri arasında tespiti yapılan paylaşım ve yorumlar iddianamede şu şekilde ifade edilmiştir:"16 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; 'Yasak başladığı dakikalarda saldırı da başladı. Yoğun silah sesleri gelmeye başladı. #İdil #Hezex'18 Şubat 2016 tarihinde, bir başka Twitter kullanıcısının paylaşımı olan, başvurucu tarafından Retweetlenen ve altında resim bulunan; "Ayrıca Süryani Mahallesindeki evler tahrip ediliyor. Açamadıkları kapıları fünye ile patlatıyorlar #TwitterKurds"18 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "İdil'de izin belgeleri olmadığı halde kaldığım eve aramaya gelen jandarma talebimizden sonra belgeyi almaya gittiler. Hukuk mukuk hak getire"18 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Mahallelere yönelik yoğun bir saldırı var. Saldırı daha çok Turgut Özal mahallesinde yoğunlaştı. #Hezex #İdil"18 Şubat 2016 tarihinde, bir başka Twitter kullanıcısının paylaşımı olan, başvurucu tarafından Retweetlenen ve altında resim bulunan; "İdil'de sokağa çıkma yasağı sürüyor: 'Güvenlik' engeli bir can aldı imctv.com.tr/idilde-sokaga-..."18 Şubat 2016 tarihinde, bir başka Twitter kullanıcısının paylaşımı olan, başvurucu tarafından Retweetlenen ve altında video bulunan; "İZLEYİN BAKIN İDİL'DE EV BASKINLARI NASIL YAPILIYOR!!!"19 Şubat 2016 tarihinde, bir başka Twitter kullanıcısının paylaşımı olan fotoğrafa ek olarak; "Hezex (İdil) evler böyle aranıyor. Arama kararı yok. Talan var."23 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Kendisi kalp hastası ve evde tek başına yaşıyordu. Hendeklerin ve barikatların olmadığı mahallede devlet güçleri tarafından katledildi."23 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "4 gündür ambulans bekleyen kalp hastası S.B. (57) evinde infaz edildi. Cenazesi Hastahane morguna kaldırıldı. #İdil #Hezex"24 Şubat 2016 tarihinde, bir başka Twitter kullanıcısının paylaşımı olan fotoğrafa; "Cehennem Deresi Bombalanıyor" dedikleri yer İdil Yeni Mahalle! #Hezex" şeklinde yorum ekleyip paylaştığı,24 Şubat 2016 tarihinde bir başka kullanıcının paylaşımı olan, başvurucu tarafından Retweetlenen; "Encü: İdil'deki öz yönetim direnişine saldırılar amacına ulaşamayacak bit.ly/1R0gu2p @ANFTTURKCE" 24 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Sabahtan beridir mahallelere yönelik yoğun bir saldırı var. #Hezex #İdil"24 Şubat 2016 tarihinde bir başka kullanıcının paylaşımı olan ve altında iki adet resim bulunan, başvurucu tarafından Retweetlenen; "Sokağa çıkma yasağı" kapsamında tutulan İdil'in Xerabşeref köyüne yapılan top atışında bir ahır yıkıldı. DIHA"24 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Bu gün katledilen 12 kişi arasında bir çocukta var. Çocuk katilleri..."24 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Bu gün yapılan saldırıda 12 cenazenin İdil devlet hastanesi morguna kaldırıldığı bilgisi var. Yine katliam yaptılar."27 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "İdil'in Turgut Özal mahallesine yönelik yoğun bir saldırı var. Çok büyük patlamalar yaşanıyor. #Hezex"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Olacak en küçük birşeyin sorumlusu bu ülkenin yöneticileridir. Burdan hepsine sesleniyorum; Çekin bu gözü dönmüş silahlarınızı kapımızdan"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Şu anda kaldığım evin etrafı sarılmış durumda. Silahla tehdit ediliyorum. Terbiyesizce bir tavır sergileniyor. Gözü dönmüş bir güruh bunlar"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Sayn Davutoğlu üzerime yolladğın bu askerlerini bir an önce geri çek Bu üslup ve bu tavırlar ile seninde altında kalacağın şeyler yaşanabilir"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu resimli yazıda; "Bulunduğum eve polisler zorla girerek ev sahibini ve beni darp ederek evde arama gerçekleştiriyorlar"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Kaldığm evin sahibini darp edip kardeşim Veli Encü'yü göz altına alıp şahsıma fiili saldırıda bulunan güvenlik güçleri hükümetten emir alıyor"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu video ekli yazıda; "Misafir olduğumuz evin sahibi ile 3 basın çalışanı gözaltına alındı. Her hangi bir gerekçe gösterilmeden"29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Bilsinler ki her birimiz gerçekleri yazan, kötülükleri ve hukuksuzlukları deşifre eden birer gazeteci, muhabir olmaya devam edeceğiz."29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Halkın haber alma özgürlüğünü kısıtlama çabası içinde olanlar. Yaptıkları barbarlığı, eşkıyalığı gizlemeye çalışanlar"29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; ""Güvenlik güçlerini izliyorlar bu evde" dedikleri şey evlerin kapılarını balyozla kırıp evleri talan etme görüntüleridir."29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Misafir olduğum evi terör evi, gözaltına alınan 3 muhabiri ve ev sahibini terörist olarak lanse eden alçak medya acizsiniz."29 Şubat 2016 tarihinde bir başka kullanıcının paylaşımı olan, başvurucu tarafından Retweetlenen; "HDP: Encü'ye dönük hukuksuzluğu kınıyoruz; boyun eğmeyeceğiz anfturkce.net/guncel/hdp-enc..."29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "En son dün akşam TEM'e götürüldükleri bilgisi gelmişti. Ev sahibi serbest bırakıldı."29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Dün gözaltına alınan Azadiyâ Welat muhabiri Kadri Esen, DİHA muhabirleri Mahmut Ruvanas ve Ferzan Çatak dün akşamdan beri haber alınamıyor"28 Şubat 2016 tarihinde bir başka kullanıcının paylaşımı olan, başvurucu tarafından Retweetlenen; "in short: it was a day full of stateterrorism again in turkey. kendinizi çok iyi bakın, @Veliencu ve @FerhatEncu. sizi hiç unutmadım"28 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Yılmayacağız, pes etmeyeceğiz. Boyun eğmeyeceğiz söz olsun hesabını soracağız."Şubat 2016 tarihinde bir başka kullanıcının paylaşımı olan, içerisinde başka bir kullanıcının paylaşımının yer aldığı, "@FerhatEncu: İdil'de sırtında bayrak, göğsünde padişah fotoğraflı polisler terör estiriyor evrn.sl/ne5ld" yazısının bulunduğu, başvurucu tarafından Retweetlenen; " Ferhat Encü'yle hem İdil'de olan biteni, hem de dünkü ev baskınına dair yandaş medyanın yalanlarını konuştuk."29 Şubat 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Çatışmaların olmadığı mahallerde evler ateşe veriliyor. Şehir merkezindeki dükkanların kepenkleri kırılıp yağma yapılıyor. #Hezex"29 Şubat 2016 tarihinde bir başka kullanıcının paylaşımı olan, içerisinde güvenlik güçlerinin gizliden çekilmiş fotoğrafının da bulunduğu, başvurucu tarafından Retweetlenen; "@FerhatEncu: İdil'de sırtında bayrak, göğsünde padişah fotoğraflı polisler terör estiriyor evrn.sl/ne5ld"1 Mart 2016 tarihinde paylaşmış olduğu yazıda; "Çatışmaların olduğu bölgeye ambulanslar sevk edildi." 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu teklif hâlihazırda Bakanlıkta, Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama donulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki beş ayrı fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Şırnak, Midyat, Silopi ve Cizre Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Midyat, Silopi ve Cizre Cumhuriyet Başsavcılıkları başvurucu hakkındaki uhdesinde bulunan soruşturma dosyalarını, isnat edilen suçların Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının görevi kapsamında olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Şırnak Başsavcılığı, yetkisizlikle gelen ve/veya uhdesinde bulunan soruşturma dosyalarının "gerek tarafları gerekse de yapılan soruşturmaların niteliği ve içeriği itibari ile hukuki ve fiili irtibat bulunduğu ve usul ekonomisi açısından soruşturmanın birlikte yürütülmesinin gerektiği" gerekçesiyle birleştirilmesine karar vermiştir. Böylece başvurucu hakkında farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca düzenlenen fezlekelerde suça konu edilen fiillerin birlikte değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından 29/6/2016, 15/7/2016, 3/10/2016 ve 4/10/2016 tarihlerinde talimat gönderilerek savcılıklara davet edilmiş ancak bu çağrılara uymamıştır. Başvurucu, tutuklamaya neden olan dosya kapsamında ifadesi alınmak üzere Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/10/2016tarihinde UludureCumhuriyet Başsavcılığına talimat gönderilerek Savcılığa davet edilmiş ancak başvurucu bu çağrıya da uymamış ve ifade vermek üzere Savcılığa gitmemiştir. Bu sürecin öncesinde dokunulmazlıklara ilişkin kanun teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 19/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Sunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok öyle yağma" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Anılan Hâkimlik 3/11/2016 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasıuyarınca müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başsavcılık tarafından ayrıca, 28/6/2015 tarihinde işlediği iddia edilen suç nedeniyle 3/11/2016 tarihinde başvurucu hakkında"yurt dışına çıkamamak" şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanması talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunulmuştur. Hâkimlik aynı tarihte talebin kabulüne karar vermiştir. Yurt dışına gitmek üzere saat 30'da havaalanına gelen başvurucunun pasaportuna, kontrol sırasında el konulmuştur. Öte yandan Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/11/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla gözaltına alınmasına karar verildiği belirtilerek "yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla" evinde 3/11/2016 tarihinde arama işlemi ve dijital meteryaller üzerinde inceleme yapılması talebiyle Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunulmuştur. Hâkimliğin 3/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla evinde arama yapılmasına ve dijital meteryaller üzerinde inceleme yapılmasına izin verilmiştir. Başvurucu bu kapsamda 3/11/2016 tarihinde İstanbul'da bulunan evinde yakalanarak gözaltına alınmış, aynı gün hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Şırnak Emniyet Müdürlüğüne getirilerek burada gözaltında tutulmuş ve akabinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Başvurucu 4/11/2016 günü ifadesi alınmak üzere Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun avukatları da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya, ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu iddialarla ilgili bir savunma yapmamış buna karşılık siyasi nedenlerden dolayı suçlandığını ifade etmiştir. Başvurucunun müdafilerinin ise yapılan işlemlerin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek başvurucunun serbest bırakılmasını talep ettikleri görülmüştür. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde "kuvvetli suç şüphesinin bulunması, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi, kaçma şüphesinin bulunması ve katalog suçlardan oluşu" gerekçesiyle tutuklanması istemiyle başvurucuyu Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada da başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde Savcılık aşamasında verdiği ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve devamında " ... Partimiz HDP Türkiye'nin toplumsal yapısına uygun bir politika belirleyerek bütün renkleri içinde barındırmaktadır. Bütün etnik gruplarla birlikte çoğulcu demokrasi, güçlü yerel demokrasi ve özerklik anlayışı uygulanarak şuanki sorunların diyalogla çözüleceği inanıyoruz. Her türlü şiddete tümüyle karşıyız, her türlü sorunda diyalog ve müzakerenin gücüne inanıyoruz, bu nedenle HDP tek adam ve tek iktidar tarafından tehdit olarak algılanmaktadır. Bizlerin dokunulmazlığını kaldıran AKP hükümeti vakit kaybettirmeden orduya dokunulmazlık zırhı giydirmiş ve askerin işledikleri suçu yargıdan kaçırmanın peşine düşmüştür. Dokunulmazlık zırhına 14 Temmuz 2016'da kavuşan ordu, 15 Temmuz'da darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Meclisi bombalayacak kadar gözü dönmüş, darbecilerin elini güçlendirenler 7 Hazirandan bu yana çatışma siyaseti uygulamış ve bu AKP hükümetidir. AKP hükümeti OHAL ve KHK ile yönetilmeye başlanmıştır. Seçilmiş belediyelere kayyum atanması, binlerce öğretmenin açığa alınması KHK ile alınan kararların en somut göstergesidir, 7 Hazirandan önce ortaya konulan savaş politikasından sonra darbe zemini yaratan AKP hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişimine varan sürecin zeminini oluşturmuştur. Bu kaostan çıkışın tek yolu demokratik siyasetin güçlendirilmesi ve askeri rejimlere son vermek olduğu görülmüşken, bizleri on yıllar geriye götürecek uygulamaları görmekteyiz. Bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz, şahsımızı değil bizleri seçen Kürt halkını temsil ederiz, şu anda da yasamanın, meclisin dokunulmazlığına sahip bir üyesi milletvekili sıfatıyla karşınızdayım, benim bu kimliğime ve halkın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir. Ben adil ve tarafsız bir yargı huzurunda savunma yapmaya her zaman hazırım, veremeyeceğim bir hesabım da bulunamaz. Şahsınıza ve kişiliğinize yönelik hiçbir tereddütüm ve şüphem yoktur. Ancak Recep Tayyip Erdoğan emretti diye başlatılan bu yargı tiyatrosunda figüran olmayı kabul etmiyorum, soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim, yapılacak olan yargılamanın adil olacağına inanmıyorum, benim buraya getirilmem bile hukuk dışıdır, siyasetçilerin muhatapları siyasetçiler ve halktır. Ayrıca uluslararası hukuk anlaşmalarına da bağlı olan hukuk mensupları olarak siyasi oyunların ve siyasi tezgahın bir parçası olmayı reddetmelisiniz, bizler ülkemizde çoğulcu demokratik bir yapı sağlanıncaya kadar siyasi mücadelemize kararlılıkla devam edeceğiz, toplumsal kutuplaşma ve kamplaşmaya karşı, eşit ve birlikte yaşamak, şiddete karşı demokratik mücadeleyi, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, faşizme karşı demokrasiyi, ayrımcılığa karşı Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı bütün haklarını, toplumun eşit yurttaşlık talebini, dini inanç özgürlüklerini, kadınların toplumsal siyasal yaşama eşit katılımını, kapitalist düzene karşı çevre ve ekolojinin korunmasını, kar hırsına karşı emeğin ve çalışanların hakkını korumaya devam edeceğiz. Parlementoda da olsak cezaevinde de olsak bu düşüncelerimizi savunmaktan ve bunlar uğrunda mücadele etmekten bizi asla alıkoyamayacaksınız ... Son olarak da sizden hiçbir beklentim ve talebim yoktur, siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni, seçen halkım sorgulayabilir." şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise tutuklama işleminin hukuka aykırı olduğunu ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığını belirterekbaşvurucunun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Anılan kararda kuvvetli suç şüphesinin varlığı "Şüphelinin beyanlarının [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi] AİHS 10/2 ve T. Anayasası'nın 26/2 hükümlerine aykırı olduğu, [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] AİHM kararlarında belirtildiği üzere şiddet çağrısı ve terör propagandasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmediği, buna ilişkin kanuni düzenlemelerin bulunduğu, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçluların cezalandırılması gibi meşru amaçların olması, şüphelinin beyanlarının içeriği ve dosya kapsamında birleşen dosyalar, bu dosyaların içeriği, ayrıca hakkında yazılan fezleke içerikleri gözönüne alındığında şüphelinin eylemlerinin propaganda boyutunu aştığı, silahlı terör örgütü PKK'nın hiyerarşik yapısına dahil olduğu, örgütün stratejisini ve eylemlerini benimsediği, dolayısıyla şüphelinin eyleminin artık Türk Ceza Kanunu'nun 314/2 maddesinde belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu" şeklinde ifade edilmiştir. Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğinin başvurucunun tutuklanmasına ilişkin kararın tutuklama koşullarına ilişkin bölümü ise şöyledir: " Suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç için kanunda öngörülen cezanın üst sınırı ve atılı suç için yasada öngörülen ceza miktarı, isnat edilen suçun CMK 100'de belirtilen katalog suçlardan olması ve bu nedenle yasal olarak tutuklama nedeninin var olması, tutukluluğun bu aşamada ölçülülük ilkesine uygun olacağı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz olacağı gerekçeleriyle tutuklanmasına [karar verilmiştir.]" Başvurucu 9/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Siirt Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/11/2016 tarihli kararıyla itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar 21/11/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının 18/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun "silahlı terör örgütüne üye olma, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme ve bunların hareketlerine katılma ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na muhalefet " suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, PKK silahlı terör örgütüne ilişkin bazı değerlendirmeler yapıldıktan sonra başvurucu hakkında daha önce düzenlenen beş ayrı fezlekedeki olaylar (bkz. § 12) suçlamaya konu edilmiştir. İddianamede ayrıca "6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na eklenen geçici madde uyarınca atılı suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunmadığı ve bu nedenle soruşturma ve kovuşturma işleminin yapılabileceği" değerlendirmesinde bulunulmuştur. Son olarak Savcılık, başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:"... İzinsiz ve kanuna aykırı toplantı yürüyüşüne dönüşen toplantıya katılarak 2911 sayılı yasanın 28/1 maddesinde belirtilen suçu da işlediği, ayrıca 5442 sayılı yasanın 66/1 fıkrasında da belirtilen suçu da işlediği; ...Şüphelinin bölücü terör örgütünün cebir, şiddetveya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde konuştuğu, söz konusu izinsiz ve kanuna aykırı toplantı yürüyüşüne dönüşen toplantıya katılarak 2911 sayılı yasanın 28/1 maddesinde belirtilen suçu da işlediği;...Şüphelinin [fezlekelerde] anlatılan 5 olayın oluş şekli ve içeriklerine bakıldığında, terör örgütünün toplantısı haline gelen olaylara katılmış olması, örgütün siyasi kanadı içerisinde olması nedeniyle organik bağın gerçekleşmiş olduğu, şüphelinin eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk bulunması, bazen de bu olmadan örgüt ile girdiği organik bağ çerçevesinde, yine geri cephe ve kent çalışmalarına yönelik yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren kent faaliyetlerinde bulunması hususları birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin eylemlerinin propaganda boyutunu aştığı silahlı terör örgütü PKK ile arasında organik bağın kurulduğu, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olması nedeni ile silahlı terör örgütü PKK terörörgüte üye olmak suçunu işlediği anlaşıl [mıştır]. Başvurucu hakkındaki dava Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,21/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2016/64 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Aynı tarihte yapılan inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 9/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçundan beratine, terör örgütü propagandası yapmak suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına, 5442 sayılı Kanunu’na aykırılık suçundan verilen 10 ay hapis cezasının ise ertelenmesine karar verilmiştir. Terör örgütü propagandası suçundan verilen mahkumiyet hükmünün gerekçesi ise şöyledir:"... [Başvurucunun] Dönem HDP Şırnak milletvekili olduğu, 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Kanun'un maddesi ile Anayasaya eklenen geçici madde uyarınca ... suç fezlekelerine ilişkin yasama dokunulmazlığının kaldırılması üzerine açılan kamu davası sonucu yapılan yargılamada;... eylemlerinde ifade özgürlüğünün sınırlarının aşılmış olduğu, zira örgütün sözde özyönetim ilanı ile başlayan süreçte kamu düzenin bozulduğu, halkın ve güvenlik güçlerinin canına kast edildiği dönemde benimsenmiş öz yönetim ilanının gerçekleşmesi için şiddete başvurmanın meşru görüldüğü, ve sanığın sosyal konumu itibariyle milletvekili olduğu siyasi partinin yoğun oy oranları alması sebebiyle sanığın etkileyebileceği kitle, bir kısım eylemlerin sosyal medya üzerinden yapılmış olması sebebiyle çok sayıda kişiyi etkileme ihtimali nazara alındığında söylem ve paylaşımlarının ifade özgürlüğünden yararlanamayacağı ve bir bütün halinde zincirleme şekilde örgüt propagandası suçuna vücut vereceği [sonucuna varılmıştır.]" Başvurucunun istinaf talebinde bulunması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 17/10/2017 tarihli kararıyla talebin esastan reddine karar verilmiş ve bu şekilde hüküm kesinleşmiştir. İstinaf kararının ilgili bölümü şöyledir:"... milletvekili olması sebebiyle kitleleri etkileme gücü muhakkak olan sanığın, ... PKK/KCK silahlı terör örgütünün öz yönetim ilanı ile başlayan Şırnak ili Silopi ilçesinde meydana gelen hendek ve barikat terör olaylarında huzur ve güvenin tesisi için yürütülen operasyonları vahşet ve katliam olarak nitelendirmesi, '... halk artık kendi topraklarında özgür bir şekilde yaşamak istiyor, halk artık sizin bu zulümkar devletinizi kabul etmiyor,... daha neyi bekliyorsunuz ...' şeklindeki sözlerinin de; terör örgütünün cebir, şiddet, tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren, şiddeti teşvik eden, konuşmanın yapıldığı yer, zaman, ortam, koşullar, muhatapları birlikte değerlendirildiğinde de;silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde, insanlarda saldırgan duygular oluşturacak şekilde anlamsız nefret yaratarak şiddetin doğmasına,daha doğrusu gerçekleşen tehlikeyi, şiddeti iyice kışkırtır tarzda nefret söylemi niteliğinde olduğu ...Yine sanığın 22/01/2016 tarihinde, '...Cizre de Silopi de bir vahşet var, bu devlet tankları ile topları ile halkımızın üzerine gelmiş ve katlediyor, bu vahşeti uygulayanlar bilsin ki bugün kıştır ama yarın bahardır. Botanın evlatlarıvahşete karşı insanlığı savunuyor. Bu direnişlerde devam edecektir' şeklindeki konuşmasının da; hendek ve barikat terör olaylarında huzur ve güvenin tesisi için yürütülen operasyonları vahşet ve katliam olarak nitelendirerek, konuşmanın yapıldığı yer, zaman, ortam, koşullar, muhatapları birlikte değerlendirildiğinde de; terör örgütünün cebir, şiddet, tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterir, şiddeti teşvik eder, silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde, insanlarda saldırgan duygular oluşturacak biçimde, oluşan tehlike ve şiddeti daha da kışkırtacak nefret söylemi niteliğinde olduğu, Dosya içerisinde mevcut kullanmakta olduğu twiteer hesabından 16/02/2016 ile 01/03/2016 tarihleri arasında yapmış olduğu paylaşımlardan; 24/02/2016 tarihinde sanık tarafından retweetlenen 'İdil deki öz yönetim direnişine saldırılar amacına ulaşamayacak,' 28/02/2016 tarihinde paylaşmış olduğu'Yılmayacağız, pes etmeyeceğiz. Boyun eğmeyeceğiz söz olsun hesabını soracağız' şeklindeki paylaşımların, paylaşımın yapıldığı zaman, ortam, koşullar takipçi kitlesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde; terör örgütünün cebir, şiddet, tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren, şiddeti teşvik eden,silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde, oluşan şiddetin daha da artmasını etkileyecek biçimde nefret söylemi niteliğinde olduğu, dolayısıyla ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği [anlaşılmıştır.]" İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/29925 | Başvuru, milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu (sanık) tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) yöneticisi olduğu şüphesiyle o tarihte Erzincan Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev yapan başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan cezalandırılması talebiyle 7/5/2019 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle; başvurucunun Asya Katılım Bankası Anonim Şirketinde (Bank Asya) örgütsel tepki ve destek anlamında değerlendirilecek hesap hareketleri gerçekleştirdiği, örgütün tepe yönetiminde yer alan bir kişiyle on iki kez GSM yoluyla irtibat kurduğu, tanık beyanlarına göre Erzincan'da akademisyenlerden sorumlu akademi imamı olduğu, sohbet adı verilen örgütsel toplantıları düzenlediği, bu toplantılarda Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine abone olunması ve yine burs parası, kurban parası adı altında örgüte maddi destek sağlanması için diğer örgüt üyelerine baskı yaptığı belirtilerek üzerine atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Mahkemece yetkisizlik kararı verilerek dosya yetkili ve görevli Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanan yargılamada 27/6/2019 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra tanıklar B.B., Y.K., N., A.K., Ö.T., Ç. ve F.S.nin istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Duruşma, iki celsede bitirilmiştir. Birinci celsede tanıklar B.B., Y.K., N., A.K., Ö.T. ve Ç.nin bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan talimatlara ikmalen cevap verilmiştir. Tanık F.S.nin ise dinlenilmesinden vazgeçilmesine, soruşturma evresindeki beyanı ile yetinilmesine karar verilmiştir. Başvurucu bu celsede yaptığı savunmasında özetle; geçmişte cemaat veya hizmet olarak bilinen, ahlakı ve bilimi önceleyen bir sivil toplum örgütü zannıyla bu yapıya tolerans veya sempati ile baktığını, kardeşinin bu yapıya ait bir özel okulda büro memuru olarak çalıştığını, çocuklarını ortaöğretim düzeyinde bu yapının okullarına gönderdiğini ancak bu örgütle ilişkisinin bununla sınırlı olduğunu, FETÖ/PDY kültürüyle yetişmiş bir insan olmadığını, üniversite yıllarından okul arkadaşı olan öğretim üyesi Y.K.nın kendisine Kırgızistan'daki örgüte bağlı bir üniversitenin rektörlüğünü yapma teklifinde bulunduğunu ancak kendisinin bu teklifi kabul etmediğini beyan etmiştir. İkinci celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı yaptıkları savunmalarda mütalaayı kabul etmediklerini, tanık beyanlarının çelişkili olduğunu, tanıkların Mahkemece dinlenmediğini ve atılı suçun işlendiğine dair dosyada somut bir delil bulunmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda; tanık beyanlarında belirtildiği üzere başvurucunun sohbet adı verilen örgütsel toplantılara katıldığı ve bir dönem bu toplantıları düzenlediği hususları mahkûmiyete esas alınmıştır. Aynı kararda başvurucunun üst düzey örgütsel irtibatlarına ilişkin HTS kayıtları ile "kısmi tevilli inkar" niteliğindeki kendi beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde tanıkların anlatımlarına itibar edildiği vurgulanmıştır. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun örgüt içerisindeki konumunu, kastının ve eylemlerinin yoğunluğunu nazara alarak alt sınırdan uzaklaşmıştır. Başvurucu, istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- hükme gerekçe yapılan tanıkların mahkeme huzurunda dinlenmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını ve soru sorma hakkının kullandırılmadığını ileri sürmüştür. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 17/2/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 27/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 10/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna ve anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37067 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu (sanık) tarafından sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kara sınırını koruyan askerlerin kaçakçılık suçu şüphelilerini yakalamaları sırasında kötü muamele yasağını ihlal ettikleri iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleriyle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP)elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Sırasıyla 1989, 1988 doğumlu ve kardeş olan başvurucu Adil Güzel ve Mühsin Güzel, Çaldıran ilçesi Soğuksu köyünde aynı evde ikamet etmektedir. Başvurucular 5/6/2014 günü sabah saat 00 civarında İran-Türkiye sınırında sigara kaçakçılığı suçunu işledikleri iddiasıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Çaldıran Hudut Taburu Bölük Soğuksu Karakol Komutanlığında (Sınır Birliği) piyade olarak görevli askerî kuvvet tarafından yakalanmıştır. P. Uzm. Çvş. Ç. ve P. Atğm. B.G. tarafından tanzim edilen tutanaktaki bilgilere göre olay günü Soğuksu Hudut Karakolunda P. Uzm. Çvş. S.G. termal kamerayla gözetleme yaparken İran sınırından Türkiye sınırına yüz metreye kadar yaklaşan, beş atlıdan oluşan bir grup tespit etmiştir. Bu konu hakkında da P. Uzm. Çvş. Ç. komutasındaki hudut mangasına bilgi verilmiştir. Birinci derece askerî yasak bölgeye geçen gruba yapılan dur ihtarına grubun uymaması üzerine Sınır Birliği tarafından müdahalede bulunulmuştur. Müdahale sırasında 250 karton kaçak sigara ele geçirilmiş ve başvurucular yakalanmıştır. Çizilen ölçeksiz kroki, olay tutanağına eklenmiştir. Başvurucuları yakalayanlardan P. Er bıçakla elinden hafif şekilde yaralanmıştır. Sınır Birliğinin yakalamasından sonra tahkikat yapılması için Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığına (Adli Kolluk) bilgi verilmiştir. Kaçakçılık suçundan Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 2014/538 No.lu dosyasında soruşturma başlatılmıştır. Savcılığın 2014/439 No.lu dosyasında başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine karşı görevi nedeniyle hakaret suçlarından ayrı bir soruşturma yapılmıştır. Soruşturmalar sırasında başvurucular, kolluğun kendilerini yaraladığı iddiasını gündeme getirmiştir. B. Kaçakçılık Suçundan Yapılan Soruşturma 2014/538 No.lu soruşturma sonucunda Savcılık 4/9/2014 tarihinde kaçakçılık suçundan başvurucular hakkında Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesine (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Termal kamerayla gözetleme yaparak kaçakçılık olayını fark eden P. Uzm. Çvş. S.G. Mahkemede şu şekilde beyanda bulunmuştur: “Ben olay tarihinde Soğuksu Hudut karakolunda piyade uzman çavuş olarak görev yapıyordum. Karakolda termal kamera bulunmaktadır. Bu kamere ile İran sınırı gözetlenmektedir. Olay tarihinde bu kamerada görevli asker bir atlı grubun sınırı geçtiğini söyledi. Bende baktığımda 5 adet atlıdan oluşan bir grubun sınırı geçtiği gördüm. Bunun üzerine arazide bulunan Piyade uzman çavuş [Ç.ye] haber verdim. Onlar da bu kaçakçı gruba müdahale ettiler. Daha sonra gerçekleşen olaylardan haberim yoktur.” Cumhuriyet savcısı tarafından 13/9/2014 tarihinde düzenlenen Dosya İnceleme Tutanağı başlıklı belgede şu bilgilere yer verilmiştir: “Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2014/538 Soruşturma sayılı dosyasında 5607 Sayılı Kanuna Muhalefet suçundan yürütülmekte olan soruşturmada Mühsin Güzel ve Adil Güzel'in kendilerini darp ettiklerini iddia ettiği piyade askerleri hakkında şikayetçi olmuşlarsa da; vaki şikayet hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2014/439 Soruşturma sayılı dosyasında Kasten Yaralama suçundan soruşturma yürütüldüğü tespit edilmiş olup iş bu tutanak birlikte imza altına alınmıştır.” Mahkeme 14/4/2015 tarihli kararıyla başvurucu Adil Güzel’in beraatine, diğer başvurucu Mühsin Güzel’in ise cezalandırılmasına hükmetmiştir. Van Gümrük Müdürlüğü ve başvurucu Mühsin Güzel tarafından temyiz edilen dosya incelenmek üzere Yargıtayda derdesttir. Görevi Yaptırmamak İçin Direnme ve Hakaret Suçlarından Yapılan Soruşturma Çaldıran Devlet Hastanesinin 6/6/2014 tarihli raporunda P. Er nin sol el … (okunamadı) distal (uç kısım) lateralinde (yan taraf) 0,5x0,5 cm ekimoz (morluk) ve hassasiyet bulunduğu kayıtlıdır. Suçta kullanıldığı öne sürülen bıçak üzerinde Van Jandarma Kriminal Laboratuvarında yapılan incelemede namlusu 8,9 cm olmak üzere toplam uzunluğu 19,1 cm olan çakı bıçağının 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamında kalmadığı bildirilmiştir. 23/3/2015 tarihli iddianameyle başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucuları yakalayan askerler P. Uzm. Çvş. Ç., P. Er ve P. Tğm. S.İ.T. müşteki olarak gösterilmiştir. Mahkemenin E.2015/71 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda 23/2/2017 tarihinde başvurucuların atılı suçlardan mahkûmiyetlerine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Başvurucu Adil Güzel’in direnme suçunda kullandığı bıçak nedeniyle cezası artırılmış ve bu bıçak müsadere edilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir: “…Olay tarihinde Soğuksu Karakol komutanı [S.İ.T.] ile emrindeki Uzm. Çvş. [Ç.] ve Piyade Er [] ile birlikte devriye görevi ifa ettikleri sırada kaçakçı atlı gruptan Muhsin Güzel isimli şüpheliyi yakaladıkları, bir süre sonra olay yerine Muhsin Güzel'in kardeşi olan Adil Güzel'in araç ile geldiği ve kardeşini kaçırmak için aracı müştekilerin üzerine sürdüğü, müştekilerin Muhsin'in kaçmasına engel oldukları, daha sonra Adil Güzel'in araçtan inerek kardeşi Muhsin'i kolluk görevlisi olan müştekilerin yanından kaçırabilmek için müştekilerle arbedeye giriştiği, bu sırada Adil Güzel'in cebinden çıkarmış olduğu adli emanetin 2014/51 sırasında kayıtlı olan bıçağı müştekilere doğru savurduğu sırada Piyade Er [nin] müdahale ederek bıçağı Adil Güzel'in elinden aldığı, yaşanan arbede sırasında şüphelilerin kamu görevlileri olan müştekilere hitaben 'seni ve askerlerini burada s.keceğiz, bırakın bizi gidelim başınıza bela almayın, sizi burada yaşatmayacağız' şeklinde tehdit ve hakaretlerde bulunarak görevli askerlere direndikleri, müştekilerin birbirleriyle tutarlı ve aşamalarda uyumlu ve samimi ayrıntılı beyanları karşısında sanıkların salt inkara dayalı savunmalarına itibar olunmayarak sanıkların üzerlerine atılı görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarını işlediği kanaatine varıldığından cezalandırılmalarına karar [verilmiştir].…” Başvurucuların bu karara itirazı, Erciş Ağır Ceza Mahkemesince 14/5/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararında, başvurucu Adil Güzel’in kardeşi Mühsin Güzel’i yakalayan askerlerin elinden kurtarma çabasına girmesinden ötürü askerlerle aralarında arbede yaşandığını ifade etmesinin müşteki beyanlarının samimiyetini gösterdiğine işaret edilmiştir. Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesinde kaçakçılık suçundan yapılan yargılamada verilen mahkûmiyet kararının da müştekilerin beyanlarını teyit ettiği ret kararına gerekçe yapılmıştır. Başvurucuların bu karara karşı Anayasa Mahkemesine yaptıkları bireysel başvuru 14/3/2018 tarihinde açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Kabul edilemezlik kararında; yargılama sonunda verilen kararların temel hakları ihlal ettiği iddiasının temyiz incelemesinde de ileri sürülebilecek iddialardan olduğu, bu bakımdan hatalı değerlendirme sonucu verilen kararların temel hakları ihlal ettiği iddiasının -başvurucuların talebi üzerine HAGB kararı verilmiş olması ve temyiz yoluna başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesini başvurucuların tercih etmedikleri gerekçesiyle- açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmiştir. Başvurucuların Yaralanması Nedeniyle Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan Soruşturma Başvurucu Adil Güzel’in 17/6/2014 tarihli dilekçesiyle kendisini yaralayan kolluk görevlileri hakkında yaptığı suç duyurusu Savcılığın 2014/467 No.lu soruşturmasına kaydedilmiştir. 24/7/2014 tarihli kararla anılan dosya, Savcılığın 2014/439 No.lu soruşturmasıyla birleştirilmiştir. Müştekiler (başvurucular) vekili 22/8/2014 tarihli şikâyet ve beyan dilekçesi hakkında işlem yapılması konusundaki istemini 25/11/2014 tarihinde Savcılığa sunmuştur. Başvurucuların Raporları a. Başvurucu Adil Güzel’in Adli Muayeneleri Çaldıran Devlet Hastanesinde 5/6/2014 tarihinde yapılan muayenesinde darp-cebir raporu için jandarma tarafından getirilen hastanın sol parietal (kafatası yan kısmı) bölgesinde 1 cm’lik kesi, sağ skapula (kürek kemiği) üstünde 2x2 cm’lik abrazyon (sıyrık), sol ön kolda şişlik olduğu, grafi çekildiği, radius (dirsek ile bilek arasında yer alan iki kemikten dışta yer alan ön kol kemiği) kırığı tespit edilmiştir. Sevk edildiği Muradiye Devlet Hastanesinin 5/6/2014 tarihli raporunda ise saat 46’da jandarma eşliğinde darp-cebir raporu için getirilen hastanın saçlı derisinde yaklaşık 3 cm laserasyon (yırtık), kafada iki yerde yaklaşık 3x3 cm’lik ödem (şişlik) olduğu, çekilen röntgende ulna (dirsek ile bilek arasında yer alan iki kemikten içte yer alan ön kol kemiği) kırığı saptanmıştır. Kolundaki kırık nedeniyle ameliyat edilmesi gerektiği için başvurucu, tam teşekküllü bir ameliyathanenin bulunduğu Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Bölge Hastanesi) sevk edilmiş ise de 26/6/2014 tarihine kadar bu Hastane tarafından verilmiş bir rapor UYAP kayıtlarında ve başvuru formuna eklenen belgelerde bulunmamaktadır. Ancak başvurucu, kolundaki kırığın iyileşmemesi üzerine 26/6/2014 tarihinde Bölge Hastanesine tedavi için gitmiştir. Bölge Hastanesinin 6/7/2014 tarihli epikriz (tıbbi öykü) raporunda; radius şaftı kırığı tanısıyla 26/6/2014 tarihinde yatışı yapılan hastanın bir ay önce sol kolda gelişen kırığın geleneksel yöntemlerle yapılan tedavisinin şikâyetlerini ortadan kaldırmadığı, palpasyonla (elle dokunarak yapılan muayene) hassasiyet ve ağrı tespit edildiği, grafilerde ulna fraktürü mevcut olduğu bulguları üzerine yapılan ameliyatta büyük kemik psödoartrozu (kırığın kaynamaması) cerrahi tedavisi uygulandığı, toplam on bir gün yatarak tedavi gördükten sonra taburcu edildiği ve otuz gün istirahatinin uygun olduğu kayıtlıdır. Van Adli Tıp Şube Müdürlüğünce yapılan muayenede, alçıya alınan sol kolda radius kırığı saptanmış, diğer lezyonların iz bırakmadan iyileştiği 6/8/2014 tarihinde ön rapor olarak bildirilmiştir. Kesin rapor alınıp alınmadığı konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.b. Başvurucu Mühsin Güzel’in Adli Muayeneleri Çaldıran Devlet Hastanesinde 5/6/2014 tarihinde yapılan muayenesinde darp-cebir raporu için jandarma tarafından getirilen hastanın sol omzunda yüzeysel çizikler, üst dudakta iç tarafta 0,5 cm’lik kesi, sol dirsekte 2x1 cm’lik abrazyon bulunduğu açıklanmıştır. Van Adli Tıp Şube Müdürlüğünce yapılan muayenede sağ parietal arkada 2x1 cm’lik nedbe (yara izi) olduğu, hastanın sopayla vurulduğunu ifade ettiği, omuz ve dirsekte tarif edilen yaraların fonksiyonel araz bırakmadan iyileştiği, dudak iç yüzde şişme olduğu, mevcut yaraların basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği, yüzde sabit iz niteliğinde olmadığı bildirilmiştir. Başvurucuların Beyanları Başvurucu Mühsin Güzel’in 5/6/2014 tarihinde Adli Kolluk'ta alınan ifadesi şöyledir: “5/6/2014 günü saat sabaha karşı 08:00 sıralarında ben soğuksu köyünden tepeli mezrasına yaya olarak araziden taş toplamaya gittim. Daha sonra orada piyade askerleri beni çağırdı, ve neden kaçakçılık yaptığımı sordu, bende piyadedeki askerlere ben kaçakçılık yapmıyorum. Söz konusu yanımda arazide bulunan at ve sigaralar benim değil dedim, ismini ve adresini bilmediğim bir kişi araziye bırakarak ve kaçarak gitti, söz konusu kaçakçılık suçlamasını kabul etmiyorum. Daha sonra kardeşim benim bulunduğum yere araç ile geliyor idi. Ben kardeşimin aracı çamurdan gelmemesi için uyardım. Daha sonra kardeşime doğru koşmaya başladım ve o sırada piyade askerleri ile tartışma yaşadım. Beni ve kardeşimi piyade askerleri dövdüler. Benim kardeşim olan Adil GÜZEL şu an için yaralıdır, ben bu olaydan dolayı beni ve kardeşime darp eden Piyade Askerlerinden ŞİKAYETÇİ VE DAVACIYIM Dedi.”Başvurucu kaçakçılık suçundan yargılandığı Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/71 sayılı dosyasında yaptığı savunmasında sabah saat 30 civarında tarlasında kullanmak üzere taş toplamak için Köm mevkiine gittiğini, yaklaşık iki saat çalıştıktan sonra işini bitirerek kardeşini aradığını, olay sırasında ne kardeşinde ne de kendisinde bıçak bulunduğunu söylemiştir. Başvurucu Adil Güzel’in 5/6/2014 tarihinde Adli Kolluk'ta alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “5/6/2014 günü saat sabaha karşı 08:00 sıralarında Soğuksu Köyü’nden Tepeli Mezrası’na ağabeyim Muhsin GÜZEL araziye taş toplamaya gitmişti. Ben de ona bakmak için aracımla arkasından gittim ağabeyimin yanında askerler vardı, ağabeyim aracın yolda kalmaması için bana uzaktan gelme diye işaret etti, bunun üzerine orada bulunan askerler ağabeyimin üzerine yürüdüler, ben de yanlarına gittiğimde bana saldırdılar, başlarında bulunan piyade asteğmen beni kastederek buna da vurun diyerek emir verdi ve kim olduğunu bilmediğim bir asker bana sopayla vurdu ben de kendimi korumak için kolumu kaldırdığımda sopa koluma geldi ve kolum kırıldı. Ben kolumun acısıyla bayılmışım, kendime geldiğimde askerlerin bizim batan aracı yerinden çıkartmaya çalıştıklarını gördüm. Bizi önce Alakaya Piyade bölüğüne, sonra da jandarmalar geldi ve beni hastaneye getirdiler. Ben bana saldıran askerin adını bilmiyorum, ama beni dövdüğü ve sopayla kolumu kırdığı için bu şahıslardan şikayetçi ve davacıyım…” Şüpheli Piyade Askerlerin Savunmaları Şüpheli P. Tğm. S.İ.T.nin adli kolluktaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: “Ben Çaldıran ilçesi Çaldıran Hudut Taburu/ Bölük Soğuksu Karakol Komutanı olarak görev yapmaktayım. 2014 günü sabah saatlerinde ben ve emrimde bulunan [P. Uzm. Çvş. Ç.] ve [P. Er ] ile birlikte kaçakçılık olaylarını önlemek için devriye görevi icra ediyorduk. Saat 00 sıralarında Soğuksu Köyü mevkiine doğru 155-156 hudut taşından 6 adet kaçak olduğu değerlendirilen atlı kaçakçılar gelmekte idi. Biz de Benim emrim ile [Ü…] marka devriye aracımızla kaçakçıları takip ve yakalamaya çalışıyor idik. Daha sonra bir atlı kaçakçıyı yönünü keserek yakaladık. Kaçakçının isminin Muhsin GÜZEL olduğunu olay esnasında öğrendim. İlerleyen vakitlerde bizim arıcımız çamura saplandığı için [P. Uzm. Çvş. Ç.] kaçakçının atını alarak yardım çağırmaya gitti ve bizim bulunduğumuz olay yerinde telsiz ve telefonlar çalışmadığı için yardım biraz geç geldi. Yardım geldikten sonra Muhsin GÜZEL’in kardeşi Adil GÜZEL [P…] marka araç ile gelerek kardeşi Muhsin GÜZEL’i kaçırmaya teşebbüste bulundu. Ve bu esnada aracı bizim üzerimize sürdü, daha sonra biz Muhsin GÜZEL’i kaçırmasına izin vermeyince aramızda Adil GÜZEL ile itişme ve kakışma oldu, bu esnada Adil GÜZEL isimli şahıs cebinden çıkardığı çakı tabir edilen bıçağı çıkartarak bana doğru sallamaya başladı, ben de emrinde bulunan [P. Er. ye] etkisiz hale getirmesini söyledim ve [] isimli askerim Adil GÜZEL isimli kişiyi kolundan tutmak suretiyle etkisiz hale getirerek elindeki çakı tabir edilen bıçağı aldı. Daha sonra olay yerinden çamura batan aracımızı kurtardık. Tahkikatı yapmak İçin Alakaya Merkez Piyade Bölüğüne gittik olay ile ilgili olarak oradan da Jandarmaya haber verdik. Olay esnasında Muhsin ve Adil GÜZEL isimli şahıslar bana küfür etti, [üzerimize] bıçakla saldırdı, sizi burada yaşatmayacağız diyerek tehdit etti…” Diğer şüpheliler P. Uzm. Çvş. Ç. ile P. Er nin savunmaları genel olarak S.İ.T.nin savunmalarıyla aynı doğrultudadır. S.İ.T.nin savunmasında yer almayan ilave hususların da belirtilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda P. Er adli kolluktaki ifadesinde aralarında çıkan arbede sırasında kendilerine saldırıda bulunduğu çakı bıçağını başvurucu Adil Güzel’in kolunu ani bir hareketle etkisiz hâle getirerek elinden aldığını, bu sırada yaralandığını söylemiştir. Soruşturma Sonucunda Verilen Karar Şüpheliler hakkındaki 2014/439 No.lu soruşturma, 23/3/2015 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmıştır. Kararın gerekçesinin ilgili bölümlerinde dile getirilen hususlar şunlardır:“…İddia, savunmalar ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde Adil Güzel'in olay yerine gelerek kardeşi Muhsin Güzel'i kaçırmaya çalışması, şüphelilere cebinden çıkardığı bıçak ile saldırması da göz önüne alınarak, kolluk görevlileri olan şüphelilerin kendilerine karşı gerçekleşen bıçakla saldırı olayını def edebilmek için Adil Güzel'in koluna sopa ile vurarak etkisiz hale getirmesi ve bu suretle Adil Güzel'in kolunun kırılması olayında şüphelilerin silah kullanma yetkisi dahilinde hareket ettiklerinin değerlendirildiği, zira 2559 sayılı Polis vazife ve salahiyet kanununun maddesinde silah kullanılmasının silah kullanmaktan başka bir çare bulunmadığı hallere münhasır olduğuna, bu takdirde mümkün olduğu kadar suçlunun öldürülmekten ziyade yaralı olarak yakalanmasına dikkat edilmesi gerektiğinin belirtildiği, yine 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun maddesinde ateş etmenin, silah kullanmanın en son çare olduğu, önce havaya ihtar atışı yapılıp sonra ayağa doğru ateş edileceği, buna rağmen olay ve durum bastırılamamışsa hedef gözetilmeden atış yapılacağı, ancak olayın özelliğine göre sıra atlanıp doğrudan hedefe ateş edilebileceğinin belirtildiği, bu maddeler uyarınca söz konusu olayda kolluk görevlisi olan şüphelilerin kendilerine bıçakla saldırmaya çalışan Adil Güzel'in, saldırısını def edebilmek için orantılı olarak koluna sopa ile vurulmak suretiyle bıçağınalınmasıolayındaşüphelilerinsilahkullanma yetkileri dahilinde hareket ettiklerinin değerlendirildiği, ayrıca Muhsin Güzel'in olay sırasında basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek nitelikte yaralanması olayında da şüphelilerin zor kullanma yetkileri dahilinde kaçmaya çalışan Muhsin Güzel'in kaçmasına engel olmak istedikleri sırada yaşanan arbede sırasında meydana geldiği anlaşılmakla; Şüpheliler hakkında kamu adına [ek] KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir].” Anılan karara karşı başvurucuların yaptığı itiraz, Erciş Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 8/5/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilen karara karşı 5/6/2015 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Kasten yaralama Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindekietkisinin basitbirtıbbîmüdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87- … (3) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/4 md.) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.…” 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Silâh kullanma yetkisi Madde 22- (1) Gümrük Kanunu gereğince belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden gümrük bölgesine girmek, çıkmak veya geçmek isteyen kişiye “dur” uyarısında bulunulmasına rağmen bu uyarıya uymaması halinde, havaya ateş edilmek suretiyle uyarı yinelenir. Ancak silâhla karşılığa yeltenilmesi ve sair surette meşru müdafaa durumuna düşülmesi halinde, yetkili memurlar saldırıyı etkisiz kılacak oranda doğrudan hedefe ateş edebilir…” 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Görev, Yetki ve Görev İlişkileriMadde 2- Kara sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait olup bu görev sınır birliklerince; Kendi sorumluluğunda olan bölgede sınırı korumak ve güvenliğini sağlamak, Gümrük hattındaki giriş ve çıkış kaçakçılığı ile kara sınırları boyunca tesis edilen birinci derece askeri yasak bölge içerisinde suç teşkil eden eylemleri önlemek, suçluları yakalamak, bu bölgede işlenen meşhut suç faillerini ikinci derece askeri yasak bölgede de takip etmek ve yakalamak, failler hakkında zorunlu yasal işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç delillerini ilgisine göre mahalli güvenlik kuvvetlerine teslim etmek,…Şeklinde yerine getirilir.Yukarıda belirtilen görevler askeri hizmetten sayılır.Sınır birlikleri mensupları kendilerine bu Kanun ile verilen görevlerin yapılmasında; diğer kanunların, silah kullanma yetkisi dahil, güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler. …” 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Silah Kullanma YetkisiMadde 11 – Jandarma, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahiptir.” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Zor ve silah kullanma Madde 16-(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. Polis; … b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) … suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,…silah kullanmaya yetkilidir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Adlî kolluk ve görevi Madde 164- (1) Adlî kolluk; 1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder. (2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır. Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “Madde 3- İşkence yasağıHiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır: (i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar; (ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu; (iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı. (iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler; (v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; …" AİHM, bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini hatırlatmaktadır (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011, § 106; Turan Çakır/Belçika, B. No: 44256/06, 10/3/2009, § 57). Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacaktır ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 131-136). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9977 | Başvuru, kara sınırını koruyan askerlerin kaçakçılık suçu şüphelilerini yakalamaları sırasında kötü muamele yasağını ihlal ettikleri iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45776 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, adalet müfettişinin talebi üzerine avukat hakkında iletişimin tespiti (dinleme) tedbirinin uygulanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Konya Barosuna kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Konya İl Emniyet Müdürlüğü, KOM Şube Müdürlüğünce Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilen 7/7/2008 tarihli yazıda; örgütlü suç kapsamında yürütülen bir soruşturmada, başvurucunun vekilliğini yaptığı N.A. hakkında telefon dinleme tedbiri uygulanmakta olduğu, bu suretle edinilen bilgilere göre başvurucunun Adana Cumhuriyet Başsavcılığında görevli bazı hâkim ve savcılarla irtibat kurarak soruşturma dosyasında takipsizlik kararı verilmesi için faaliyetler yürüttüğü şeklindeki suç isnadına ilişkin olarak başvurucuya ait cep telefonunun dinlenmesi için gerekli talimatın verilmesi talep edilmiştir. Bu doğrultuda adalet başmüfettişi tarafından Sincan Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine gönderilen 8/7/2008 tarihli yazı ile başvurucuya ait cep telefonunun dinlenmesi için karar verilmesi istenmiştir. Sincan Sulh Ceza Mahkemesinin 8/7/2008 tarihli kararı ile başvurucuya ait cep telefonunun iletişiminin üç ay süreyle tespit edilmesine, dinlenmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında teknik takip kararının alındığı soruşturma kapsamında, yapılan çağrı üzerine 18/11/2008 tarihinde Konya Emniyet Müdürlüğünde şüpheli sıfatıyla ifade vermiştir. Soruşturma sonucunda Adana Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesiyle başvurucu hakkında çıkar amaçlı suç örgütüne üye olmak isnadıyla kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 27/6/2013 tarihli kararıyla suçu işlediğine dair mahkûmiyetini gerektirecek derecede kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle başvurucunun beraatına karar verilmiştir. Bu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/3/2017 tarihli kararıyla onanmış ve başvurucu hakkındaki beraat hükmü aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, soruşturma safhasında, ilk aşamada verilen gizlilik kararının kaldırılmasından sonra hakkındaki teknik takibin, adalet başmüfettişinin talebi üzerine Sincan Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği karar kapsamında yapıldığını öğrenmiştir. Başvurucu, 13/3/2009 tarihli dilekçesiyle Adalet Bakanlığına şikâyette bulunarak hakkında iletişiminin denetlenmesi talebinde bulunan adalet başmüfettişi için adli ve idari tahkikat yapılmasını talep etmiştir. Başvurucu bu dilekçesinde adalet müfettişlerinin avukat olan şahsının soruşturulması hususunda yetkisi bulunmadığını, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri uyarınca müdafi sıfatında bulunan şahsının iletişiminin takibinin yapılamayacağını belirtmiştir. Ayrıca soruşturmanın Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesi dolayısıyla yetkisiz mahkeme olan Sincan Sulh Ceza Mahkemesi tarafından iletişiminin denetlenmesine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Adalet Bakanlığının 15/5/2009 tarihli işlemiyle anılan başmüfettiş hakkında "İşlem Yapılmasına Yer Olmadığına" karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemenin 30/6/2011 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; adalet başmüfettişlerine iletişimin tespiti konusunda yetki tanınmamış olduğu kabul edilmiş, ancak adalet başmüfettişinin telefon dinleme tedbiri talebinin yargı kararı ile uygun görülmesi üzerine başvurucunun telefonunun dinlendiği ve dolayısıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz başvurusu ise Danıştay Dairesinin 22/11/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/11/2013 tarihli kararıyla oyçokluğu ile reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 4/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Muhalif kalan üyenin görüşünde, adalet müfettişlerinin iletişimin tespiti konusunda mahkemeden talepte bulunma yetkileri olmadığı, bu nedenle şikâyetin değerlendirilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Anayasa’nın maddesinin 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki hâli şöyledir: “Hakim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (Hakimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle de yaptırabilir.” 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunduğu hâliyle “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) (Değişik birinci cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.(2) ...(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.…(5) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.(6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),… İhaleye fesat karıştırma (madde 235), (1)…(7) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun "Soruşturma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hakim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır. Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle yaptırılabilir.Soruşturma ile görevlendirilen hakim ve savcılar, adalet müfettişlerinin 101 inci maddedeki yetkilerini haizdirler. ” 2802 sayılı Kanun’un "Suça katılma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hakim ve savcıların suçlarına iştirak edenler aynı soruşturma ve kovuşturma mercilerine tabidirler. ” 2802 sayılı Kanun’un "Adalet Müfettişleri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Adalet müfettişleri; hakim ve savcıların görevlerini, kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (Hakimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını ve adalet daireleri ile idari yargı dairelerini denetleme; hakim ve savcıların ve adalet daireleri personelinin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yaparlar.” 2802 sayılı Kanun’un "Yetkiler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Adalet müfettişleri lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinler gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilir ve soruşturmanın zorunlu kıldığı hallerde arama yaparlar. Sübut delillerini, gereken bilgileri bütün daire ve kuruluşlardan doğrudan doğruya toplarlar. Adalet müfettişlerince yapılacak denetim, inceleme ve soruşturmalarda ilgili kuruluş ve kişiler istenecek her türlü bilgi ve belgeyi vermek zorundadırlar. ” 10/3/1988 tarihli ve 19750 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Tüzüğü'nün "Delillerin toplanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Müfettişler, gerek gördükleri kimseleri yeminle dinlemeye, istinabe yoluna başvurmaya, zaruri hallerde arama yapmaya ve her türlü delili toplamaya yetkilidirler.” 24/1/2007 tarihli ve 26413 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrasının Danıştay Dairesinin 29/3/2011 tarihli ve E.2009/5240, K.2011/1619 sayılı kararı ile iptal edilmeden önceki hâliyle (ç) bendi şöyledir: “İnceleme ve soruşturma, aşağıdaki esaslara göre yapılır;...ç) İstinabe, tanık dinlenmesi, arama, el koyma, keşif, haberleşmenin tespiti ve dinlenmesi gibi delil toplama işlemleri sırasında Ceza Muhakemesi Kanununun hükümleri ile birlikte 2802 sayılı Kanunun 101 inci maddesindeki yetkiler kullanılır, hâkim ve Cumhuriyet savcıları lehine 2802 sayılı Kanunun 85 ve 88 inci maddelerinde yer alan kısıtlayıcı hükümler dikkate alınır.” 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir: “Kurul müfettişleri bu görevlerini yerine getirirken;...b) Yapacakları inceleme ve soruşturmalarda bu Kanunda verilen yetkilere ilave olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre işlem yapabilir; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilir. 5271 sayılı Kanunda gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler bu hükmün dışındadır. ” Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla verdiği 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında adalet müfettişlerinin hâkim ve savcılar ile bunların suçlarına iştirak edenlerin işledikleri suçların soruşturulması ilgili soruşturmalarda "soruşturma işlemleri yönünden yetkileri" incelenmiştir. Kararda, Anayasa’da özel hayatın gizliliği ile haberleşme özgürlüğüne yapılacak müdahalelerin belirli nedenlere dayalı olarak ve mutlaka “kanun” ile yapılması gerektiğinin öngörüldüğü vurgulanmıştır. Kararda, 2802 sayılı Kanun’da ve diğer kanunlarda, adalet müfettişlerine hâkim ve savcılar ile bunların suçlarına iştirak edenlerin işledikleri suçların soruşturulması sırasında, bu kişilerin iletişimlerinin denetlenmesi veya teknik araçlarla izlenmesine ilişkin herhangi bir yetki verilmediği, Teftiş Kurulu Yönetmeliği ile bu yetkilerin verilmesi ise anayasal olarak mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca, adalet müfettişlerinin iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme kararı verilmesini mahkemeden talep etme yetkilerinin bulunmadığı gibi gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde bu kararları resen verme yetkilerinin de olmadığı ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra, adalet müfettişlerinin yaptıkları soruşturmalar sırasında başvurulan iletişimin dinlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirlerinin yetkisiz olarak talep edilerek alınmış hâkim kararına dayanmasının ya da yetkisiz olarak resen verilen kararların sonradan hâkim tarafından onaylanmış olmasının yapılan işlemleri hukuka uygun hâle getirmeyeceği vurgulanmıştır. Kararın konuya ilişkin " Esasa İlişkin Tespit ve Değerlendirme" başlığının "B-Adalet Müfettişlerinin Hâkim ve Savcılarla İlgili Olarak Soruşturma İşlemleri Yönünden Yetkileri" alt başlığında yer alan gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: “2802 sayılı Kanun’un adalet müfettişlerinin yetkilerini düzenleyen maddesinde, .... adalet müfettişlerinin yapabilecekleri işlemler, sadece “lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinleme”, “istinabe yoluna başvurma”, “soruşturmanın zorunlu kıldığı hâllerde arama yapma” ve “sübut delillerini ve gereken bilgileri bütün daire ve kuruluşlardan toplama” olarak sayılmıştır. Adalet müfettişlerinin soruşturmaya ilişkin bu yetkileri Kanun’da sınırlayıcı (tahdidi) olarak sayılmış olup bunlar arasında telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi ile teknik araçlarla izleme tedbirlerine yer verilmemiştir. Buna göre, adalet müfettişlerine telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi ile teknik araçlarla izleme tedbirlerine ilişkin kararları talep etme veya gecikmesinde sakınca olan hâllerde bu kararları resen verme yetkisi kanunla verilmemiştir.Bununla birlikte, 2007 günlü Teftiş Kurulu Yönetmeliği’nin “İncelemenin ve soruşturmanın yapılışı” başlığını taşıyan maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, ... “haberleşmenin tespiti ve dinlenmesi” ibarelerine yer verilerek adalet müfettişlerinin iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurma yetkileri açıkça belirtilmiş, “… gibi delil toplama işlemleri” ibaresine yer verilmek suretiyle de teknik araçlarla izleme tedbiri dâhil 5271 sayılı Kanun’da düzenlenen diğer delil toplama işlemlerine atıf yapılmıştır.Bu noktada kanunla verilmemiş yetkinin yönetmelikle verilip verilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, “haberleşme özgürlüğü”ne; teknik araçlarla izleme ise “özel hayatın gizliliği”ne bir müdahale niteliğindedir. Çağdaş hukuk sistemlerinde ve uluslararası antlaşmalarda, kişilerin kendilerini güvende hissetmeleri, diğer insanlarla sağlıklı ilişki kurabilmeleri ve kişiliklerini geliştirebilmeleri için haberleşme özgürlüğünü de kapsayacak şekilde özel hayatın gizliliği diğer kişilere ve özellikle de devlet gücüne karşı koruma altına alınmıştır. Anayasamızda da özel hayatın gizliliği bir temel hak ve özgürlük olarak güvence altına alınarak maddede özel hayatın gizliliğine yer verilmiştir. Haberleşme özgürlüğü ise özel hayatın gizliliğinden ayrı olarak Anayasa’nın maddesinde düzenlenmiştir.…Görüldüğü üzere Anayasa’da, özel hayatın gizliliği ile haberleşme özgürlüğüne yapılacak müdahalelerin belirli nedenlere dayalı olarak ve mutlaka “kanun” ile yapılması gerektiği kurala bağlanmıştır. Oysa yukarıda belirtildiği üzere, Anayasa’da, 2802 sayılı Kanun’da ve diğer kanunlarda, adalet müfettişlerine, hâkim ve savcılar ile bunların suçlarına iştirak edenlerin işledikleri suçların soruşturulması sırasında, bu kişilerin iletişimlerinin denetlenmesi veya teknik araçlarla izlenmesine ilişkin her hangi bir yetki verilmemiştir. Teftiş Kurulu Yönetmeliği ile bu yetkilerin verilmesi ise anayasal olarak mümkün değildir. Bu nedenle, adalet müfettişlerinin iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme kararı verilmesini mahkemeden talep etme yetkileri bulunmadığı gibi gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde bu kararları resen verme yetkileri de yoktur. Adalet müfettişlerinin yaptıkları soruşturmalar sırasında başvurulan iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirlerinin yetkisiz olarak talep edilerek alınmış hâkim kararına dayanması ya da yetkisiz olarak resen verilen kararların sonradan hâkim tarafından onaylanmış olması yapılan işlemleri hukuka uygun hâle getirmez.” Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi, Danıştay Dairesinin 29/3/2011 tarihli ve E.2009/5240, K.2011/1619 sayılı kararıile iptal edilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir: “Anayasa'nın maddesinde belirtildiği üzere "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.…2802 sayılı Yasa'nın anılan hükümleri uyarınca hakim ve savcıların görevden doğan ve görev sırasında işlenen suçları yönünden soruşturma görevi Adalet Bakanlığı müfettişleri ile bu nedenle görevlendirilen hakim ve savcılara aittir. Ancak, adalet müfettişlerinin bu soruşturmalar sırasında kullanacakları yetkilerinin sınırları da 2802 sayılı Yasa'nın maddesinde belirlenmiş bulunmaktadır. Buna göre adalet müfettişlerine iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin doğrudan kullanabilecekleri bir yetkiye 2802 sayılı Yasa'da yer verilmediği gibi, adalet müfettişlerinin yukarıda belirtilen konularda Cumhuriyet Savcılıklarına ve Mahkemelere başvurma yetkisi de bulunmamaktadır. Zira,2802 sayılı Yasa'nın maddesine göre hakim ve savcılar hakkında görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü taktirde Yasa maddesinde belirtilen yetkili Cumhuriyet savcısı beş gün içinde iddianamesini düzenleyerek evrakı son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine vermek zorunda olup, Cumhuriyet savcılarının bu nedenle (görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar) hakim ve savcılar hakkında soruşturma aşamasında CMK'nın maddesinde de sayılan yetkileri kullanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, ortaya çıkan bu boşluğun, sınırları belirlenmek suretiyle yasayla doldurulması gerektiği kuşkusuzdur.Ayrıca, Teftiş Kurulu Tüzüğü'nün maddesinde, Yönetmelikle düzenlenecek alanın çerçevesi "Tüzüğün uygulanmasıyla ilgili hususlar" olarak çizildiğinden, ancak yasal boşluk doldurulduktan sonra Teftiş Kurulu Tüzüğünde buna koşut yapılacak bir değişiklik sonrasında dava konusu Yönetmelik'te bu konunun yer alabileceği tabiidir.Bu nedenlerle ,Yönetmeliğin dava konusu hükmünde hukuka uyarlık görülmemiştir. ” Söz konusu karar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 19/06/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında gizli tedbirlere ilişkin kanun hükümlerinin barındırması gereken asgari unsurlar sıralanmıştır. Bu kapsamda izleme kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri izlenecek kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin inceleme, değerlendirme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin başkalarıyla paylaşılmasına ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan kaldırılmasına ilişkin koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi gereklidir (The Association For European Integration And Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00, 28/6/2007, §§ 76-77). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2889 | Başvuru, adalet müfettişinin talebi üzerine avukat hakkında iletişimin tespiti (dinleme) tedbirinin uygulanması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucunun sigara içilmeyen odaya geçme talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Başvurucu, polis olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu, nakil yoluyla geldiği Osmaniye 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) 22/9/2016 tarihinden itibaren tutulmaktadır. Başvurucu 28/6/2018 tarihli dilekçesiyle Osmaniye İnfaz Hâkimliğinden (İnfaz Hâkimliği) bazı taleplerde bulunmuştur. Başvurucunun taleplerinden biri de sigara içilmeyen odaya geçmesi hususunda karar verilmesidir. Başvurucu; söz konusu dilekçede astım hastası olduğunu ve tedavi gördüğünü, hastalığının Kurumdaki kayıtlarda bulunduğunu, tutulduğu odada 24 saat sigara içilmesi nedeniyle ciğerlerinin yandığını, bu durumun sağlığını ve psikolojisini yıprattığını, koğuş değişikliği talebine olumlu yanıt verilmediğini belirtmiştir. İnfaz Hâkimliğinin başvurucunun talebi sonrasında yazdığı yazıya İnfaz Kurumu yazılı olarak cevap vermiştir. Yazıda, Kurumda bir tane sigara içilmeyen oda olduğu, başvurucunun diğer suç gruplarından kişilerle barındırılmasının mümkün olmadığı, Kurumda kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunduğu, başvurucunun suç grubuna yönelik olarak sigara içilmeyen ayrı bir oda tahsis edilmesinin mümkün olmadığı ifadelerine yer verilmiştir. Cevapta ayrıca havalandırma bahçelerinin sabahtan akşama kadar açık olduğu, dolayısıyla odanın yeteri kadar havalandırıldığı, başvurucunun kaldığı odanın alt ve üst katında havalandırma pencerelerinin bulunduğu ve gün boyu açılabildiği, ayrıca başvurucunun oda değişikliği ile ilgili olarak herhangi bir talebinin olmadığı vurgulanmıştır. İnfaz Hâkimliği 11/10/2018 tarihinde -İnfaz Kurumunun hukuka uygun davrandığı gerekçesiyle- başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucunun itirazı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 6/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. Başvurucunun Sağlığına, Yararlandığı Sağlık Hizmetlerine ve Tutulduğu Odanın Koşullarına İlişkin Bilgiler Başvurucunun tutulduğu İnfaz Kurumunun tedbir değerlendirmesi için yazdığı cevap yazısında başvurucuya sunulan sağlık hizmetlerinden bahsedilmiştir. Buna göre başvurucunun İnfaz Kurumunun revirinde otuzdan fazla, revirin diş bölümünde yedi, psikiyatri biriminde üç, ayrıca Kurum dışında bulunan daha donanımlı hastanelerde diş, üroloji, kardiyoloji, göz, göğüs hastalıkları, gastroentoroloji, genel cerrahi ve ortopedi polikliniklerinde toplamda yirmi kez muayenesi ve tedavisi yapılmıştır. Başvurucunun İnfaz Kurumuna ilk geldiğinde düzenlenen 23/9/2016 tarihli giriş muayene raporunda kronik hastalığının olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu tespit başvurucunun beyanı üzerine yapılmıştır. Başvurucuya ilk kez astım tanısıyla İnfaz Kurumu revirinde 5/9/2017 tarihinde ilaç reçete edilmiştir. Aynı tanıyla ikinci kez reçete düzenlenmesi işlemi yine revirde 3/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Bunlar dışında astım rahatsızlığı nedeniyle bir tedaviye rastlanmamıştır. Cevap yazısında başvurucunun 22/9/2016 tarihinde A-2 odasına yerleştirildiği, bu odada otuz kişiye kadar tutuklu/hükümlü barındırılabildiği, odanın üst kat yatak bölümünün net 28 m², alt kat ortak yaşam bölümünün 5 m², havalandırma bahçelerinin 35 m² olduğu, odada duş alanı, tuvalet, mutfak, havalandırma penceresi ve havalandırma alanı bulunduğu belirtilmiştir. Bunlar dışında İnfaz Kurumunda haftanın beş günü aile hekiminin, iki günü ise diş hekiminin görev yaptığı, talep hâlinde sağlık müdürlüğünce uzman doktor görevlendirilmek suretiyle hükümlü ve tutukluların sağlık sorunlarıyla ilgilenildiği, acil olduğu ve gerek görüldüğü durumlarda hastaneye sevklerinin sağlandığı açıklanmıştır. Başvuruyla İlgili Diğer Bilgiler İnfaz Kurumunun 16/2/2021 tarihli cevap yazısında 29/3/2020 tarihli ve 3103 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'te belirlenen alanlarda sigara içilmesinin serbest olduğu, başvurucunun sigara içilmeyen odaya geçme talebi konusunda herhangi bir karar alınmadığı vurgulanmıştır. Yazıda ayrıca söz konusu tarihlerde sigara içilmeyen odada sadece otuz kişinin barındırıldığı, bu şekilde bir oda olduğu fakat başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan hükümözlü olarak tutulması nedeniyle bu odaya konulmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. İnfaz Kurumunda kapasitesinin üzerinde tutuklu/hükümlü bulunması ve COVID-19 tedbirleri kapsamında izolasyon odalarına ihtiyaç duyulması nedeniyle 13/8/2020 tarihi itibarıyla Kurumdaki sigara içilmeyen tek odanın da bu kapsamdan çıkarıldığı belirtilmiştir. 7/11/1996 tarihli ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un "Tütün ürünlerinin yasaklanması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Tütün ürünleri;a) Kamu hizmet binalarının kapalı alanlarında,b) Koridorları dahil olmak üzere her türlü eğitim, sağlık, üretim, ticaret, sosyal, kültürel, spor, eğlence ve benzeri amaçlı özel hukuk kişilerine ait olan ve birden çok kişinin girebileceği (ikamete mahsus konutlar hariç) binaların kapalı alanlarında,c) (Değişik: 24/5/2013-6487/26 md.) Hususi araçların sürücü koltukları ile taksi hizmeti verenler dâhil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu toplu taşıma araçlarında,ç) Okul öncesi eğitim kurumlarının, dershaneler, özel eğitim ve öğretim kurumları dahil olmak üzere ilk ve orta öğrenim kurumlarının, kültür ve sosyal hizmet binalarının kapalı ve açık alanlarında,d) Özel hukuk kişilerine ait olan lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde, tüketilemez (2) Ancak;a) Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, cezaevlerinde,b) Şehirlerarası veya uluslararası güzergâhlarda yolcu taşıyan denizyolu araçlarının güvertelerinde,tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilir. Bu alanlara onsekiz yaşını doldurmamış kişiler giremez. (3) Otelcilik hizmeti verilen işletmelerde, tütün ürünleri tüketen müşterilerin konaklamasına tahsis edilmiş odalar oluşturulabilir. (4) Açık havada yapılan her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin yapıldığı yerler ile bunların seyir yerlerinde tütün ürünleri kullanılamaz. Ancak bu tesislerde, tütün ürünlerinin tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilir. (5) Bu Kanunun tütün ürünleri tüketilmesine tahsis edilen kapalı alanlarının koku ve duman geçişini önleyecek şekilde tecrit edilmesi ve havalandırma tertibatı ile donatılması gerekir. ..." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Tutukluların barındırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tutuklular, maddî olanaklar elverdiğince suç türlerine ve taşıdıkları güvenlik riskine göre ayrı odalarda barındırılırlar. Aralarında husumet bulunanlar ile iştirak hâlinde suç işlemiş olanlar aynı odalarda barındırılmazlar ve birbirleri ile temas etmelerini engelleyecek tedbirler alınır." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Diğer yükümlülükler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:"Hükümlüler, yatılan yerlerde, atölyelerde, yemekhanelerde ve eğitim kurumlarında sigara içemez. Ancak; gündüzleri havalandırma bölümlerinde, geceleri ise, kalınan mekanların uygun bölümlerinde ayrılan yerlerde ve pencereler açılmak suretiyle sigara içilebilir," 16/7/2009 tarihli ve 27290 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4207 Sayılı Kanun Hükümlerinin Uygulanması ile İlgili 2009/13 Sayılı Başbakanlık Genelgesi'nin (Genelge) ilgili kısmı şöyledir:"... Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalarının yatarak tedavi gördüğü birimlerde ve ceza infaz kurumlarında toplam alanın %10’unu geçmeyecek şekilde tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilecektir. Bu alanlardan, bu kuruluşların çalışanları ve ziyaretçiler yararlandırılmayacaktır.Bu alanlar, koku ve duman geçişini önleyecek şekilde tecrit edilmiş ve standartlara uygun havalandırma tertibatı ile donatılmış, tavanı, kapı ve pencereleri dışında dört tarafı sert zemin veya duvarla kaplı olacaktır. Alanların kapıları, yangın talimatları da dahil olmak üzere, mevcut diğer düzenlemelere uygun, mekanik kapanan kapılar şeklinde olacaktır. Bu alanların duvarlarında tütün ürünleri kullanımının zararlarını anlatan sağlık uyarıları görülebilir yerlere asılmış olacak ve kapılarında tütün ürünlerinin tüketimine mahsus alan olduğunu belirtir uyarı yazıları bulunacaktır...." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35662 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olan başvurucunun sigara içilmeyen odaya geçme talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/1497 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular farklı şehirlerde yer alan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında (vakıflar) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla vakıflar aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Ekli tablonun D sütununda numaraları belirtilen mahkemelerce yapılan yargılama sonunda başvurucuların davalarının kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda; davacıların davalı vakıflara bağlı olarak muhtelif tarihlerden itibaren çalışmaya başladıkları, davalı vakıfların kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarda çalışanlara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağı açıklanmıştır. Davalı vakıflar, istinaf yoluna başvurmuştur. Ekli tablonun D sütununda gösterilen Bölge Adliye Mahkemelerince (BAM), Yargıtay Hukuk Dairesinin emsal kararlarına göre vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilerek ilk derece mahkemesi kararları ortadan kaldırılmış ve davalar reddedilmiştir. Kararların bir kısmı kesin, bir kısmı ise temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Ekli tablonun D sütununda gösterilen kararlarla temyiz talepleri Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucular, muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1497 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun geçici maddesinden yararlanma talebinin Milli Savunma Bakanlığınca reddine dair işlemin iptali istemi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 8/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/2/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, astsubay olarak görev yapmakta iken, Yüksek Askeri Şûra kararına istinaden 3/12/2007 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilmiştir. Başvurucunun, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddeden yararlanma istemi ile Milli Savunma Bakanlığına yaptığı başvuru, “uyuşturucu kullandığı, uyuşturucu satıcıları ile irtibatta olduğu, TSK Personelini uyuşturucuya özendirdiği ve kullanmaya teşvik ettiği” gerekçeleriyle reddedilmiştir. Başvurucu, Milli Savunma Bakanlığının ilgili işleminin iptali istemi ile 9/9/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmış ve AYİM Birinci Dairesinin 6/12/2012 tarih ve E.2012/365, K.2012/1370 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar başvurucuya 11/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 16/1/2013 tarihinde karar düzeltme yoluna başvurmuş, ancak başvurucunun karar düzeltme talebi henüz karara bağlanmamıştır.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.…” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.” 1602 sayılı Kanun'un “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması;b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması;c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;Kanunun 45 inci maddesine göre verilen kararların düzeltilmesi işlemi kabul edilerek davaya yeniden bakılması ve esas hakkında karar verilmesi halinde de karar düzeltilmesi isteminde bulunulabilir.Daireler ile Daireler Kurulu, kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bağlıdır.” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1177 | Başvurucu, 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun geçici 32. maddesinden yararlanma talebinin Milli Savunma Bakanlığınca reddine dair işlemin iptali istemi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2. , 10. , 35. ve 60. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hükümlü olarak bulunan başvurucuya vasisi tarafından gönderilen iki adet mektup, ceza infaz kurumu disiplin kurulunca sakıncalı olarak değerlendirilmiş ve alıkonulmuştur. Kararın gerekçesinde; mektubun demokratik konfedaralizm devriminin nasıl olması gerektiğine, örgütlenmenin ve eğitim süreçlerinin nasıl yapılacağına, partinin nasıl davranması gerektiğine ilişkin bilgiler içerdiğinden terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olabilecek sözler içermesi nedeniyle alıkonulmasına karar verildiği belirtilmiştir. Sakıncalı bulunan 21 sayfalık mektubun içeriğinde bulunan ve başvurucunun vasisi dışında S.R. adlı bir kişi tarafından yazıldığı anlaşılan 17/10/2017, 12/1/2018 ve 15/4/2018 tarihli toplam 18 sayfalık üç mektupta söz konusu içeriğe sahip sözlerin bulunduğu yapılan incelemede görülmüştür. Başvurucu, kendisine gönderilen mektubun içeriğinin soyut gerekçelerle alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek Bolu İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz ağır ceza mahkemesince reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327, 10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19980 | Başvuru, mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el konulması ve taşınmazın kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1942 doğumlu olup Antalya'nın Manavgat ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucunun babası İ.U. 24/6/1981 tarihinde, eşi F.U. da 30/1/1993 tarihlerinde vefat etmiş; geriye mirasçıları olarak çocukları A.Ç., Y.U., İ.U., A.K.U., Ş.U. ve başvurucu kalmışlardır.A. Uyuşmazlığın Arka Planı ve Kamulaştırma Süreci Antalya'nın Manavgat ilçesi Sorkun mahallesinde bulunan 650 m² yüz ölçümlü ve tarla vasıflı 231 parsel sayılı taşınmaz Y.U. ve başvurucunun murisi İ.U. adına 1/2 oranında hisse ile 1979 tarihinde hükmen tapuya tescil edilmiştir. Başvuru dosyası ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelerde hükmen tescile ilişkin başka bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. UYAP'tan ve tapu kayıtlarından temin edilen bilgilere göre Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Turizm Genel Müdürlüğünce (Turizm Bakanlığı) Bakanlık makamına yazılan yazıda Side projesi uygulama bölgesinin memleket turizmini geliştirmek gayesiyle yapıldığı belirtilmiş ve Antalya Valiliğine (Valilik) kamulaştırma işlemlerinin yapılması hususunda gerekli talimatın verilmesi talep edilmiştir. Bu talep 3/11/1970 tarihinde uygun bulunmuştur. Turizm Bakanlığınca Valiliğe yazılan 10/11/1970 tarihli yazıda, Side bölgesinde kurulacak turistik kompleks için satın alınmasına ve kamulaştırılmasına karar verilen taşınmazların liste ile gönderildiği belirtilmiş ve satın alma ile kamulaştırma işlemlerinin bir an evvel yapılması istenmiştir. Ekli listede Sorkun köyünde bulunan yirmi altı taşınmazın kamulaştırma listesinde yer aldığı ve bu taşınmazlar arasında olduğu anlaşılan 231 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin 250 Türk lirası olarak belirlendiği anlaşılmıştır. Ayrıca bu listede kamu yararı kararının 1940 sayılı ve 19/11/1970 tarihli olduğu belirtilmektedir. Diğer ekli belgelerde Turizm Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğünün 28/11/1970 tarihinde kamulaştırılacak taşınmazların kıymet takdirinin yapılacağı 12/12/1970 tarihini Manavgat Belediye Başkanlığı (Belediye) ve Sorgun Muhtarlığına tebliğ ederek ilan ettirdiği görülmüştür. Maliye Bakanlığı; Valiliğe yazdığı 16/12/1980 tarihli tahsis konulu yazıda, Hazine adına tapuya kayıtlı altmış bir taşınmazın turistik kompleksler yapılmak üzere Turizm Bakanlığına tahsisinin uygun olduğunu, taşınmazlardan 231 parsel sayılı taşınmazın da aralarında bulunduğu dördünün özel şahıslar adına tapuya kayıtlı olması nedeniyle Hazine adına tescil yapıldığında Turizm Bakanlığına tahsis edileceğini ifade etmiştir. Tapu kayıtlarından temin edilen bilgilere göre taşınmazın tamamı 21/12/1970 tarihinde 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlâk Kanunu hükümlerine göre Maliye Hazinesi (Hazine) tarafından kamulaştırılmıştır. Ayrıca 16/4/1986 tarihinde, önce başvurucu ve diğer kardeşlerinin tapuda muristen intikal işlemlerinin yapıldığı, ardından da kamulaştırma nedeniyle Hazine adına satış işleminin gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu satış işleminde bedel 250 TL olarak gösterilmiştir. 18/6/1992 tarihli Belediye Meclis kararında, uyuşmazlık konusu 231 parsel sayılı taşınmaz ile 760, 764 ve 765 parsel sayılı taşınmazların turistik tesis yapılmak üzere Antalya E. Turizm A.Ş.ne tahsis edildiği ve bu parsellerin 765 parselin önüne gelen kıyı kenar çizgisine kadar Turizm Bakanlığınca 18/10/1991 tarihinde turizm yatırım alanı olarak onandığı belirtilmiştir. Bu kararda ayrıca 760 ve 761 parsellerin Belediyeye halk plajı ve mesire yeri olarak tahsis edildiği hâlde daha sonra bu tahsisin kaldırılarak şirkete tahsis edildiği, tahsisin kaldırılması işlemi aleyhine İdare Mahkemesinin E.1991/1214 sayılı dosyası ile açılan davada yürütmenin durdurulmasına karar verildiği belirtilerek 760 parselin davalı olduğu ve tüm yöre halkının denizden bu yörede yararlandığı gerekçeleriyle şirketin Sorkun turizm merkezinde 1/000 ölçekli plan değişikliği talebinin reddedildiği ifade edilmiştir. Hazine adına tescil edilen 231 parsel sayılı taşınmaz 19/2/1993 tarihinde 1077 parsel sayılı taşınmazla birleştirilmiştir. Orman arsası ve kumluk niteliğindeki 1077 parselin 719,37 m² olan yüz ölçümü birleşmeler sonucu 063,34 m²ye yükselmiştir. 1077 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının incelenmesi neticesinde şu tespitler yapılmıştır:i. Taşınmazın beyanlar hanesine 17/6/1981 tarihli işlemle Turizm Bakanlığına tahsisli olduğu işlenmiştir.ii. 2/8/1995 tarihinde taşınmaz üzerine turistik tesis şerhi konmuştur.iii. Taşınmaz üzerine 5/8/1993 tarihinde Antalya E. Turizm A.Ş. lehine kırk dokuz yıllığına irtifak hakkı tesis edilmiş ancak irtifak hakkı 1/10/1999 tarihinde tamamen terkin edilmiştir. iv. 12/10/2005 tarihinde taşınmazın 719,37 m²lik kısmında T. Kablo Plastik ve Turizm San. A.Ş. lehine 4/3/2005 tarihinde başlamak üzere kırk dokuz yıl müddetle daimî müstakil üst hakkı tesis edilmiştir.v. 29/5/2006 tarihinde taşınmazın 016,47 m²lik kısmında G. Turizm ve Madencilik A.Ş. lehine 17/6/2005 tarihinde başlamak üzere kırk dokuz yıl müddetle daimî müstakil üst hakkı tesis edilmiştir. Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce Hukuk Müşavirliğine gönderilen 28/7/2011 tarihli yazıda, Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünce (Koruma Bölge Kurulu) gönderilen 25/7/2011 tarihli yazıda 231 parsel sayılı taşınmazın Koruma Bölge Kurulunun 6/12/2010 tarihli kararına istinaden Sorkun kumul alanı (birinci derece doğal sit alanı) içinde kaldığı belirtilmiştir. Başvuru dosyası ve ekleri ile UYAP aracılığıyla temin edilen belgelerde taşınmazın birinci derece doğal sit alanı içine alınmasına ilişkin başka bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. B. Dava Süreci Başvurucu 6/6/2011 tarihinde 231 parsel sayılı taşınmazın tarafına iadesi veya 000 TL tazminat ödenmesi istemiyle Turizm Bakanlığı ve Hazine aleyhine Manavgat Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Bu davada başvurucu, taşınmazın Belediyeye plaj ve mesire yeri olarak tahsis edildiği hâlde daha sonra otel yapılması için bir şirkete kırk dokuz yıllığına irtifak hakkı tesis edildiğini, Belediyenin bu karar aleyhine dava açtığını, daha sonraları taşınmazın Side Belediyesi sınırları içine dâhil edilerek üzerine birinci sınıf otellerin yapıldığını öğrendiğini, kamulaştırılan taşınmazın otel yapımı için uzun süre kiralanmasının kamu yararı ihtiyacı kalmadığını gösterdiğini, bu nedenlerle taşınmazı geri alma hakkının doğduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu vekilince sunulan 22/10/2013 tarihli dilekçe ile dava değeri 275 TL'ye yükseltilmiş ve davanın dayanağının 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi olduğu ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan bilirkişi raporlarında şu tespitlere ve hesaplamalara yer verilmiştir:i. Tapu kayıtlarına göre başvurucunun murisine ait 231 parsel sayılı taşınmaz 21/12/1970 tarihinde kamulaştırılmış ve 16/4/1986 tarihinde intikal ile Hazine adına satış işlemleri yapılmıştır.ii. Öncesi 231 parsel olan 764, 765 ve 1075 parsel sayılı taşınmazlar 19/2/1993 tarihinde orman arsası ve kumluk vasıflı 1077 parsel ile birleşmiş ve yüz ölçümü 063,34 m² olmuştur.iii. Taşınmazın cins değişikliği yapılmamıştır. 1077 parsel içinde S. Hotel ve A. Resort Hotel blokları ile müştemilatları bulunmaktadır.iv. 231 sayılı taşınmazın tamamı için kamulaştırma bedeli olarak belirlenen 250 TL, TEFE/TÜFE, asgari ücret, altın ve Amerikan dolarına göre dava tarihine uyarlandığında (hepsinin ortalaması) 442,01 TL olmaktadır. Emsal karşılaştırma yöntemiyle ise dava tarihinde başvurucu hissesine isabet eden 565 m² karşılığı 275 TL'dir. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/10/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde özetle;i. 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde ile yapılan düzenlemeye göre daha evvel kamulaştırılıp idare adına tescil edilen taşınmazlarla ilgili hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı ve dava açılamayacağı, açılmış ve devam eden davaların da buna göre sonuçlandırılacağı ifade edilmiştir.ii. 2942 sayılı Kanun'da geri alma hakkının kamulaştırma işlemi üzerinden beş yıl geçtikten sonra doğacağının ve bir yıl sonra düşeceğinin hükme bağlandığı belirtilmiş, bu nedenle geri alma talebinin yerinde olmadığı vurgulanmıştır.iii. İdare tarafından taşınmazın turizmin teşviki amacıyla üçüncü kişiye irtifak hakkı tesis edilerek kiralandığı belirtilerek taşınmazın kamulaştırma amacında olmasa bile tahsis edilen yeni amaç için kullanıldığına ve turizm teşvikinde kamu yararının bulunduğuna işaret edilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Yargıtay Dairesi) 24/2/2015 tarihinde onanmıştır. Yapılan karar düzeltme istemi de Yargıtay Dairesince 13/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 7/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun maddesinin "Taşınmaz malların turizm amaçlı kullanımı" kenar başlıklı ilgili kısmı şöyledir: “ A. Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve turizm merkezlerinde bulunan, Bakanlık tarafından turizm amaçlı değerlendirilmesinde yarar görülen ve ilgili Bakanlığa bildirilen taşınmazlardan; (1) (Değişik: 7/5/2008-5761/2 md.) (Değişik birinci ve ikinci cümle:23/5/2019-7175/2 md.) Kamu hizmetlerinde kullanılanlar ile üzerinde irtifak hakkı tesis edilenler hariç, Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlardan Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca uygun görülenler iki ay içerisinde tahsis edilir, bu süre içinde tahsisin yapılmaması veya olumsuz görüş bildirilmemesi halinde tahsis yapılmış sayılır. Tapuya tescili mümkün olan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki tescil harici yerler ile kapanan yollar ve yol fazlaları ise talep tarihinden başlayarak en geç bir ay içinde Hazine adına tescil edilir ve tescili müteakip Bakanlığa aynı usulle tahsis yapılır....H. (Ek: 24/7/2003-4957/3 md.) Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesinin tamamı veya plânlarla belirlenmiş alt bölgeleri veya bir veya birden fazla parselleri, plân amaçlarına uygun olarak Bakanlıkça tahsis edilebilir. (Değişik ikinci cümle: 28/12/2006-5571/14 md.) Bölgenin tamamının veya alt bölgenin tek bir ana yatırımcıya tahsisi için yapılan başvuruların tamamı Cumhurbaşkanı tarafından değerlendirilerek seçilen yatırımcıya ön izin verilmesine ve ön izin koşullarına karar verilir. İşlemler, ön izin koşullarına göre Bakanlıkça yürütülür. Yatırımcının projelerinin Bakanlıkça uygun görülmesi halinde, yatırım belgesinin düzenlenmesini takiben, ön izin Bakanlıkça kesin izne dönüştürülür. Bu taşınmaz mallar üzerinde ana yatırımcı lehine bağımsız ve sürekli nitelikli üst hakları dahil olmak üzere irtifak hakkı tesisi, Bakanlığın uygun görüşü üzerine, Maliye Bakanlığınca belirlenen koşullarla ve bu Bakanlık tarafından yapılır.Bölgenin tamamı veya alt bölgeleri için imar plânları Bakanlıkça yapılır/yaptırılır ve onaylanır. Bu plânlar ile oluşan parseller, tahsis sözleşmesinde öngörülmüş olmak ve tahsis süresini aşmamak koşuluyla, adına tahsis yapılan ve lehine bağımsız ve sürekli nitelikli üst hakkı tesis edilen yatırımcı tarafından üçüncü şahıslara kiralanabilir, işlettirilebilir veya lehine tapuda tesis edilen üst hakkı devredilebilir. Bu şekilde tahsis edilen alanlarda gerçekleştirilen her türlü bina, tesis ve bağımsız bölümleri de aynı usule tâbidir. Bu alanlarda Bakanlıkça belgelendirilebilecek tür ve tesisler için yatırım ve işletme belgesi alınması zorunludur.'' Kamulaştırma tarihinde yürürlükte bulunan 6830 sayılı mülga Kanun'un "Mal sahibinin geri alma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İstimlâk bedelinin katîleşmesi tarihinden itibaren beş sene içinde istimlâk maksadına uygun herhangi bir tesisat yapılmayarak gayrimenkul olduğu gibi bırakılırsa mal sahibi veya mirasçısı istimlâk bedelini ödeyerek gayrimenkulu geri alabilir.Doğmasından itibaren bir sene içinde kullanılmayan geri alma hakkı düşer ve idare gayrimenkule dilediği gibi tasarruf eder." Hâlen yürürlükte olan 2942 sayılı Kanun’un "Mal sahibinin geri alma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamulaştırma bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırmayı yapan idarece veya 22 nci maddenin dördüncü fıkrası uyarınca devir veya tahsis yapılan idarece; kamulaştırma ve devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaz veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz mal olduğu gibi bırakılırsa, mal sahibi veya mirasçıları kamulaştırma bedelini aldıkları günden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte ödeyerek, taşınmaz malını geri alabilir.Doğmasından itibaren bir yıl içinde kullanılmayan geri alma hakkı düşer. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/100 md.) Birinci ve ikinci fıkrada belirtilen süreler geçtikten sonra kamulaştırılan taşınmaz malda hakları bulunduğu iddiasıyla eski malikleri veya mirasçıları tarafından idareden herhangi bir sebeple hak, bedel veya tazminat talebinde bulunulamaz ve dava açılamaz.Aynı amacın gerçekleşmesi için birden fazla taşınmaz mal birlikte kamulaştırıldığı takdirde bu taşınmaz malların durumunun bir bütün oluşturduğu kabul edilerek yukarıdaki fıkralar buna göre uygulanır....'' 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 6552 sayılı Kanun'la kabul edilerek 11/9/2014 tarihinde yürürlüğe giren geçici maddesi şöyledir: “Bu maddeyi ihdas eden Kanunla değiştirilen veya eklenen bu Kanunun (…) 23 üncü maddesinin üçüncü fıkrası hükmü; bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce gerçekleştirilen kamulaştırma işlemleri nedeniyle, kamulaştırılan taşınmaz malların eski malikleri veya mirasçıları tarafından bu taşınmaz malların geri alınması, bedel veya tazminat talebiyle açılan ve henüz kesinleşmeyen davalarda da uygulanır. Bu maddenin uygulanması nedeniyle reddedilen davaların yargılama giderleri davalı idare tarafından ödenir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kural olarak özel bir kişiye menfaat sağlamak için mülkten yoksun bırakmanın kamu yararı amacı taşımadığını kabul etmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 40). Kamu yararı amacının gerçekleştirilmemesi şikâyetiyle ilgili Karaman/Türkiye (B. No: 6489/03, 15/1/2008) kararına konu olay, sağlık merkezi yapılması şartıyla belediyeye bağışlanan taşınmazın bir kısmının şarta aykırı olarak kamu hizmetine tahsis edilmeyerek üçüncü kişilere satılmasına ilişkindir. AİHM, idareye devir anında ortaya konulan şarta aykırı bir şekilde kullanılan taşınmaza ilişkin olarak malikin geri alım hakkının bulunmadığını saptayan Yargıtay kararının taşınmazın kısmen de olsa kamu hizmetine tahsis edilmiş olduğu düşüncesiyle haklılaştırılamayacağını belirtmiştir (Karaman/Türkiye, § 32). AİHM, Yargıtayın kamu hizmetine tahsis edilmemiş olsa bile mülkiyetin el değiştirmiş olması nedeniyle önceki malikin mülkiyet veya tazminat iddiasında bulunamaması sonucunu doğuran 2942 sayılı Kanun'un maddesine ilişkin yorumunun kamu yararının gerekleri ile bireysel hakların korunmasının gereklilikleri arasındaki dengeyi bozduğu kanaatine varmıştır (Karaman/Türkiye, § 33). AİHM sonuç olarak 2942 sayılı Kanun'un maddesine ilişkin uygulamanın Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesiyle uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Karaman/Türkiye, § 34). Beneficio Cappella Paolini/Malta (B. No: 40786/98, 13/7/2004) kararına konu olayda başvurucunun 7/3/1985 tarihinde kamulaştırılan taşınmazı kısmen kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmıştır. Başvurucunun 16/2/1987 tarihinde taşınmazın kullanılmayan kısmının iade edilmesi için idareye yaptığı başvuru ise reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun 10/11/1988 tarihinde açtığı dava da derece mahkemelerince reddedilmiştir. AİHM, olayda kamulaştırma yönteminin tartışma konusu olmadığını ve ilgili kanun hükümlerinin uygulanarak tazminatın başvurucuya ödendiğini belirtmiştir. Ancak AİHM'e göre kamulaştırılan taşınmazın yalnızca bir bölümünün kamu yararı amacına kullanılması ve kullanılmayan bölümünün iadesi yönünde kanuni bir düzenlemenin bulunmaması mülkiyet hakkına saygı bakımından önemli bir sorun teşkil etmektedir (Beneficio Cappella Paolini/Malta, § 33). AİHM; böyle bir davada, kamulaştırmanın bireyin mülkünden elde edilen gelirden yoksun bırakılmasına yol açtığını, bu yoksun bırakmanın ise kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunmaması durumunda Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesindeki güvencelere aykırı olarak mülk sahibinin aşırı bir külfete katlanmasına sebep olduğunu kabul etmiştir. AİHM, 1985 yılında yapılan kamulaştırma ve 1987 yılında idarenin başvuruyu reddi sırasında kamu yararı mevcut olsa da aradan geçen sürede taşınmazın hâlen kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını özellikle vurgulamıştır (Beneficio Cappella Paolini/Malta, § 33). AİHM'e göre bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur (Beneficio Cappella Paolini/Malta, §§ 33, 34). Motais de Narbonne/Fransa (B. No: 48161/99, 2/7/2002) kararına konu olayda taşınmazın bir sosyal konut projesi için kamulaştırılması söz konusudur. Ancak kamulaştırma tarihinden itibaren on dokuz yıl geçmesine rağmen belirtilen kamu yararı amacı çerçevesinde bu taşınmaz üzerinde herhangi bir inşaat yapılmamıştır. AİHM'e göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi, taraf devletleri bireylerin rızası dışında yoksun bırakıldıkları taşınmazlarının arazi spekülasyonuna yol açacak şekilde uzun bir süre kamu yararı amacıyla kullanılmadan tutulmak suretiyle yoksun bırakılması riskinden korumaya zorlamaktadır. Kararda, bu geçen sürede taşınmazın değerinde önemli miktarda değer artışı olduğuna dikkat çekilmiştir (Motais de Norbonne/Fransa, § 21). AİHM sonuç olarak on dokuz yıl boyunca kamulaştırmanın dayandığı kamu yararına ilişkin projenin uygulanmaması sonucu bu zaman diliminde meydana gelen artı değerden başvurucunun yoksun bırakılmasının başvurucuya aşırı bir külfet yüklediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Motais de Norbonne/Fransa, §§ 16-23). Bu kapsamda değinilecek diğer bir karar Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37546/02, 8/4/2008) kararıdır. Bu olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz büyükşehir belediyesince yapılan bir imar uygulaması çerçevesinde 1992 yılında kamulaştırılmıştır. Başvurucular 27/10/1997 tarihinde 2942 sayılı Kanun'un maddesine dayalı olarak büyükşehir belediyesine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Başvurucular, taşınmazın kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmadığını ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararı, imar planındaki projenin gerçekleştirilebileceğine vurgu yapılarak Yargıtayca bozulmuştur. Davanın reddine ilişkin hüküm Yargıtayca 5/2/2002 tarihinde onanmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 4-18). AİHM ilk olarak kamulaştırmanın yöntemince yapıldığının taraflar arasında tartışma konusu olmadığını ancak asıl şikâyet konusunun aradan yirmi bir yıl geçmesine rağmen hâlen kamu yararı amacına uygun çalışmalara tahsis edilmemesi olduğunu vurgulamıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, § 25). Buna göre taşınmaza ilişkin olarak kamulaştırma kararı verilmesinin üzerinden yirmi bir yıl geçmesine rağmen mülkten yoksun bırakmaya esas teşkil eden kamu yararına yönelik proje hayata geçirilmemiştir. AİHM, taşınmazın kamulaştırma amacına uygun düzenlemeler için kullanılmamasının başvurucuların mülkiyet hakları bakımından önemli sorunlara yol açtığını belirtmiştir. AİHM'e göre böyle bir kamulaştırma artık kamu yararına ilişkin bir gerekçeye dayanmayıp başvurucuların söz konusu taşınmazın artı değerinden mahrum kalmalarına neden olmaktadır. AİHM somut olayda da yirmi bir yıl geçtiği hâlde taşınmazın kamulaştırma amacı doğrultusunda kullanılmadığını belirterek kamu yararı amacının gerçekleşmediği ve kamu yararı ile başvurucuların hakları arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır (Keçecioğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 26-28). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1901 | Başvuru, usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el konulması ve taşınmazın kamulaştırma amacına uygun olarak kullanılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması ve bu olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2014 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 25/3/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. 8/5/2015 tarihinde yapılan 2015/8162 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2014/5978 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve başvurunun bu dosya üzerinden incelenmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 9/6/2016 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İbrahim Aslan, 1943 doğumlu olup olay tarihinde Diyarbakır ili Bağlar ilçesinde ikamet etmektedir. Diyarbakır Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin, hükümlü olarak bir Ceza İnfaz Kurumunda tutulan silahlı bir terör örgütü liderinin İnfaz Kurumunda tutulma koşullarını protesto etmek ve başka ceza infaz kurumlarında aynı protesto kapsamında gerçekleştirilen açlık grevlerine de destek vermek amacıyla bir siyasi partinin organizasyonunda partinin eş başkanlarının da katılımıyla 30/10/2012 tarihinde başvurucunun ikamet ettiği Bağlar ilçesinde toplantı ve gösteri yürüyüşünün düzenleneceğini ayrıca terör örgütünün gençlik yapılanmasının il genelinde yol kapatma, izinsiz gösteri, kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik taşlı saldırı, molotof kokteyli ve benzeri patlayıcı madde atma gibi eylemlerde bulunacağını öğrenmeleri üzerine aynı gün yapılması planlanan basın açıklamalarına ve benzeri toplanmalara Diyarbakır Valiliğinin 29/10/2012 tarihli kararıyla izin verilmemiştir. 30/10/2012 günü sabah saatlerinde söz konusu siyasi partinin İl Başkanlığının önünde kalabalık gruplar hâlinde peyderpey toplanmalar başlamış, akabinde il merkezi genelinde içlerinde yüzleri bez ve mahallinde poşu diye tabir edilen kıyafetle kapalı olan kişilerin de bulunduğu bazı kalabalık gruplar, yolları otomobil tekerleği yakarak, moloz dökerek ve benzeri eylemlerde bulunarak ulaşıma kapatmışlar; yoldan geçen araçlara da taşlı sopalı saldırmışlardır. Saatler ilerledikçe başvurucunun ikamet ettiği Bağlar ilçesi de dâhil olmak üzere Diyarbakır ili merkezine ve il merkezi yakınında bulunan ilçelere bağlı pek çok mahallede, sayıları binlerle ifade edilen kişinin katılımıyla yol kapatma, güvenlik güçlerine taşlı, sopalı ve molotof kokteylli saldırıda bulunma, bir siyasi partinin teşkilat binasına ve bazı kamu kurum ve kuruluşlarına ait binalara maddi zarar verme gibi eylemler artarak gerçekleştirilmeye devam edilmiştir. Bazı mahallelerde bu kişilerin eylemleri sonucu patlamalar meydana gelmiş, bu patlamalarda olaylara karışmayan kişilerden bazıları yaralanmış ve görevlilerce derhâl en yakın sağlık kuruluşlarına sevk edilmişlerdir. Bu arada Bağlar ilçesi Kaymakamlık binasına da el yapımı bir bomba atılmış, bu nedenle meydana gelen patlamada can kaybı ve yaralanma yaşanmamıştır. Bu durum üzerine olay yerlerine sevk edilen Diyarbakır Valiliği İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı birimlerce (kolluk), önce gruplara eylemlere hemen son verip dağılmaları yönünde anonslarla uyarıda bulunulmuş, akabinde bu anonslara uymayıp saldırılarını artarak devam ettiren gruplara kamu güvenliğinin sağlanması amacıyla göz yaşartıcı gaz da kullanılmak suretiyle müdahalede bulunulmuştur. Kolluğun, Toplumsal Olaylara Müdahale Araçları (TOMA) da kullanarak saldırgan gruplara gaz ve tazyikli su ile müdahalesi sonucunda bu gruplar ara sokaklara dağılarak kaçmışlardır. Dağılan gruplar içinde kolluk görevlilerinden kaçmaya çalışan ancak başaramayıp yakalanan ve gözaltına alınan kişiler de olmuştur. Soruşturma dosyasındaki tutanaklara göre bu kişilerin sayısı ellinin üzerindedir. Bu olaylar sırasında ayrıca on bir kolluk görevlisi farklı nitelikte yaralanmış, kolluğa ve bazı kamu kurumlarına ait araçlarda ise maddi zararlar meydana gelmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi olayların gerçekleştiği yerlerden olan Bağlar ilçesinde ikamet eden başvurucu, aynı gün saat 00 sıralarında, oğlu olan 1981 doğumlu Davut Aslan (A.) tarafından yaralı bir şekilde aynı ilçede bulunan özel bir hastaneye getirilmiştir. Bu özel hastane tarafından aynı tarihte başvurucu hakkında geçici bir adli rapor düzenlenmiştir. Düzenlenme saati belirtilmeyen ve doktor N.E. tarafından hazırlanan bu rapora göre başına demir direk düştüğü belirtilen başvurucunun sağ temporal (şakak) kemiğinde parçalı deplasefraktür (kırık) tespit edilmiş olup meydana gelen yaralanma basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ve başvurucunun yaşamını tehlikeye sokacak niteliktedir. Raporda, başvurucunun ileri tetkik ve tedavi için ambulansla daha kapsamlı bir merkeze sevk edildiği de belirtilmiştir. Doktor N.E. tarafından, aynı tarihte başka bir geçiçi adli raporun daha düzenlendiği görülmüştür. Bu raporun da düzenlenme saati belirtilmemiş olup olay saatinin 05 olarak ifade edildiği anlaşılmıştır. Bu rapordaki başvurucuya ilişkin tıbbi değerlendirmeler, yukarıda değinilen rapordakilerle aynı olmakla birlikte farklı olarak "başına demir direk düşen" ibaresi yerine "başına sert bir cisim fırlatılması" ibaresine yer verildiği anlaşılmıştır. Aynı özel hastanede görevli başka bir doktor tarafından düzenlenen başvurucuya ilişkin epikriz (hastalık özeti) raporunda da "başına sert bir cisim fırlatılması sonucu" ibaresine yer verilmiştir. Bu raporun"Şikâyeti ve Hikâyesi" bölümünde "Başın sağ tarafında kesi, çökme ve hasta yakınının beyanına göre başına sert bir cisim fırlatılması sonucu acil servise getirildi." şeklinde bir açıklama yer almaktadır. Bu rapordaki muayene bulguları bölümünde de başvurucunun sağ temporal bölgesinde ekimozun ve çökmenin olduğu belirtilmiş, tıbbi değerlendirmelere ilişkin sonuç bölümünde önceki geçiçi raporlarda belirtilen değerlendirilmelere yer verilmiştir. Başvurucu, hayati tehlike geçirmesi nedeniyle ileri tetkik ve tedavi için aynı gün ambulansla Dağkapı Devlet Hastanesine (Hastane) sevk edilerek burada Yoğun Bakım Ünitesine alınmış ve müşahede altında tutulmaya başlanmıştır. Kolluk tarafından olaya ilişkin 31/10/2012 tarihinde saat 20'de düzenlenen tutanağın ilgili bölümü şöyledir:"...30/10/2012 günü gayrimuayyen bir saatte idaremiz dahilinde meydana gelen kafatasına gaz fişeği gelmesi olayıyla ilgili olarak mağduru olan İbrahim Aslan isimli şahsın ifadesinin alınması için . kod numaralı ekipler olarak Dağkapı Devlet Hastanesine gelinmiş, doktorları ile yaptığımız mülhakatta İbrahim Aslan'ın şu an yoğun bakımda olduğu, ifade veremeyecek durumda olduğu biz görevlilere beyan edilmiş olup..." Başvurucunun oğlu A. 31/10/2012 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bir dilekçeyle başvurmuş ve özel hastanede görevli olup başvurucuya ilişkin geçici adli raporu düzenleyen doktor N.E. hakkında raporunda, mevcut yaralanmaların bir kısmını yazmadığını ve gerçekte olmadığı hâlde başvurucu babasının başına demir direk düştüğüne ilişkin ibareye yer verdiğini ileri sürerek suç duyurusunda bulunmuştur. Söz konusu dilekçenin ilgili bölümü şöyledir:" .... Babam İbrahim Aslan ile birlikte evde oturmaktayken dışarıdan gelen sesler üzerine babamın elinde çay bardağı ile dışarıya çıktık. Bir süre sonra babama gaz bombası isabet ettiğini öğrendik. Hemen dışarı çıkarak babamın yanına gittim. Yerde kanlar içinde yatıyordu. ... Hemen taksiye bindirerek Özel B... Hastanesi Acil Servisine götürdük. ... Babamı Dr. N... E... muayene etti. Yazılı adli raporda ... başına demir direk düştü şeklinde bir tanımlama mevcut, kemik kırığı ve çökmeye yol açan cismin özelliği, yaranın çapı ve özelliği, gözdeki morarma durumları yazılmadan başına demir düşen tanımlaması ilgili doktorun adli muayene kurallarını bilmediği ve hukuka aykırı hareket ettiği sonucunu doğurmaktadır. Adı geçen doktor bizlerin itirazları sonucu adli raporu değiştirerek hayati tehlikesi olan ve kafatasına gaz bombası isabet eden hastaya şeklinde bir cümlelik muayene raporu tutmuş bulunmaktadır...." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dilekçe 2012/29006 numarasıyla kaydedilerek bu şikâyete ilişkin soruşturma açılmış, A.nın müşteki sıfatıyla ifadesi de aynı tarihte alınmıştır. Söz konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:" ... Dilekçemde de belirttiğim gibi 30/10/2012 tarihinde babam İbrahim Aslan ile birlikte ikamet ettiğimiz ... evimizin balkonunda oturmakta olduğumuz sırada ilimizde yaşanan toplumsal olaylara dair dışarıdan sesler duymaya başladık. Bunun üzerine babam evden dışarıya çıktı. Karşı sokaktan koşuşturan insanları görüyordu, arkasından da polisler geliyordu. Olayların olduğu yöne baktığım sırada babam yere düştü. Başından kan geldiğini görünce aracıma bindirerek özel B... Hastanesine götürdüm. Burada görevli doktor N... E... babamı muayene etti ve başka bir hastaneye sevk etti. Babamla ilgili adli rapor düzenledi. Ben raporu okuyunca raporda başına demir direk düştüğüne dair ibareler yazdığını gördüm. Bunun üzerine babamın başına demir direk düşmediğini, mahallede iken polislerin attığı gaz fişeğinin isabet ettiğini söyledim. Bunun üzerine aynı doktor babam hakkında ikinci kez ayrı bir rapor düzenledi. Ben babama gaz fişeği isabet ettiğini bizzat gördüm. Babama isabet ettikten sonra gaz fişeği yola düşmüştü. Gaz fişeğini düştüğü yerden almadım. Babamı hastaneye götürüp tekrar mahalleye döndüğümde ise gaz fişeğini düştüğü yerde görmedim. Dr. N... E... İsimli kişinin babamla ilgili rapor tanzim ederken yaralanmanın çapı ve özelliği gözdeki morarma durumun belirtmeden başına demir direk düşme şeklinde tanımlama yapmak suretiyle görevini ihmal ettiğini düşünüyorum ve hakkında şikayetçiğim Babam hala yoğun bakımdadır ve ifade verebilecek durumda değildir. Ayrıca babamın yaralanmasına neden olan ve gaz fişeğini ateşleyen polis memurlarından da tedbirsiz davrandıkları için şikayetçiğim..." Bu arada yukarıda değinilen tutanağı düzenleyen (bkz. § 22) kolluk, Hastanenin Yoğun Bakım Ünitesinde müşahade altında tutulan başvurucunun ifadesini almak için 1/11/2012 ve 2/11/2012 tarihlerinde de girişimde bulunsa da Hastane yetkilileri ile yaptıkları görüşmede başvurucunun yoğun bakım ünitesinde bilinci kapalı bir şekilde tutulduğunun ve ifade veremeyecek durumda olduğunun bildirilmesi nedeniyle ifadesini alamamış ancak Hastanede bulunan oğlu A.nın ifadesini 2/11/2012 tarihinde alarak saat 45'te bu ifade alma işlemini tamamlamıştır. Söz konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:"... Dışarıdan patlama sesleri gelmesi üzerine babam merak edip aşağıya indi. Ben de kısa bir süre sonra babamın peşinden aşağıya indim. Tam o sırada babam 605 numaralı sokağın girişinde bulunuyordu. Dışarıda kalabalık bir grup vardı. Olayların olduğundan sebep polis bu grubu dağıtıyordu. Bir zırhlı polis ekibi, beyaz araç olduğunu gördüğüm yalnız plakasını alamadığım bu polis aracı mahallede bulunan H... Marketin önünden biber gazı fişeği attı. Atması sonucu bu fişek babamın başına çarptı. Babam yere düştü... Babamı kaldırıp kendi imkânlarımızla özel B... Hastanesine kaldırdık..." Bu ifade üzerine kolluğa bağlı başka ekiplerce olay yerine saat 55'te gidilerek olay yeri görgü tespit ve araştırma tutanağı düzenlenmiş ayrıca olay yeri de krokilendirilmiştir. Söz konusu tutanaklarda, olay yerinde herhangi bir iz ve emare, olay yerini görüntüleyen kamera ve Mobese sistemi ile çevrede yapılan araştırmada olayı gören veya duyan bir kimsenin bulunmadığı belirtilmiştir. Kolluğun aynı gün bu kez saat 50'de olay yerine giderek olayın tanığının ve olay yerini gören kamera ve Mobese sisteminin bulunup bulunmadığını yeniden araştırdığı ancak bu araştırmasının da sonuçsuz kaldığı anlaşılmıştır. Kolluk 6/11/2012 tarihine değin başvurucunun ifadesinin alınması için girişimlerde bulunsa da Yoğun Bakım Ünitesinde tutulması nedeniyle bu girişimlerinden bir sonuç alamamıştır. Belirtilen tarihte saat 50 sıralarında ise Hastane yetkililerince başvurucuyla görüşülebileceği kendilerine bildirilmiş ancak başvurucunun sorulara cevap vermeyeceğini, tedavisi bittikten sonra Cumhuriyet Başsavcılığına giderek ifade vereceğini söylemesi nedeniyle ifadesini alamamışlar vebu durumu bir tutanak altına almışlardır. Kolluk bu durum üzerine aynı tarihte hazırladığı soruşturma belgelerini bir fezlekeye bağlayarak Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı da kolluk tarafından gönderilen fezlekeyi2012/29546 numarasıyla kaydederek olay hakkında bir soruşturma açmıştır. Cumhuriyet savcısı, bu soruşturma kapsamında aynı gün ifade vermeye gelmesi için başvurucuya çağrı kâğıdı göndermiştir. A. 15/11/2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve her ne kadar Başsavcılıklarınca ifadesinin alınması için babasına çağrı kâğıdı gönderilmiş ise de hâlen Hastanede tedavi görmesi nedeniyle çağrıya uyamadığını ve dolayısıyla ifade verecek durumda olmadığını söylemiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden başvurucunun tedavi gördüğü hastaneden hangi tarihte taburcu edildiği kesin olarak belirlenememiştir. Ancak 9/1/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından vekili huzurunda müşteki sıfatıyla ifadesinin alındığı anlaşılmıştır. Söz konusu ifadesi şöyledir:"Ben olay günü sağlık ocağı caddesi üzerinde yürüyordum. O sırada yol üzerinde bir kalabalık vardı. Sivil ve resmi polislerde olay yerindeydi. Kalabalığın içinden yürürken bir anda kafama ne olduğunu bilmediğim sert bir cisim çarptı ve kendimden geçerek yere düştüm. Başıma neyin çarptığını bilmiyorum çünkü kendimden geçmişim. Yalnız kafama bu cisim çarptığı anda bir duman çıktı. Ben kesinlikle protestocular arasında değildim. Sadece yoldan yürüyordum. Benim kafama çarpan cismin kimin tarafından atıldığını görmedim. Davacı ve şikâyetçiğim. Uzlaşmak istemem." Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/29546 sayılı soruşturma dosyasında 26/2/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Söz konusu kararın şüpheli hanesinde "F." yani "Faili Meçhul" ibaresine yer verilmiştir. İtiraz yolu açık olmak üzere verilen kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "Her ne kadar müşteki İbrahim Arslan' ın 30/10/2012 günü 5 Nisan Mah.'nde meydana gelen toplumsal olaylarda, olaya müdahale eden kimliği belirsiz polis memuru veya memurlarınca atılan biber gazı fişeğinin kafasına denk gelmesi neticesinde taksirle yaralandığı iddiasıyla soruşturma evrakı düzenlenmişse de, Müştekinin Cumhuriyet Başsavcılığımız' ca vekili huzurunda alınan ifadesinde olay günü Sağlık Ocağı Caddesi üzerinde yürümekte iken kalabalığı, sivil ve resmi polis memurlarını gördüğünü, kalabalık içinde yürüdüğünü, bu esnada kafasına sert bir cismin çarptığını ve kendinden geçtiğini, kafasına çarpan cismin ne olduğunu görmediğini, ancak bu cismin çarpma esnasında duman çıkardığını farkettiğini, kendisinin protestocular arasında olmadığını beyan ettiği, Emniyet birimlerince bilgi sahibi olarak ifadesine başvurulan ve müştekinin oğlu olan Davut Arslan' ın ifadesinde olay günü ailesi ile birlikte ikametinde oturduğu esnada dışarıdan patlama seslerinin gelmesi üzerine babası olan müştekinin merak ederek aşağıya indiğini, kendisinin de babasının peşinden aşağıya indiğini, polis ekiplerince oluşan kalabalığa müdahale edildiği esnada bir polis aracından biber gazı fişeği fırlatıldığını, bu fişeğin de babasının kafasına isabet ederek onu yaraladığını beyan ettiği, Bilgi sahibi ile müştekinin vekil huzurunda alınan ifadeleri arasında çelişki bulunduğu, müştekinin olay esnasında sokakta yürümekte olduğunu, bilgi sahibinin ise evde oturmakta olduğunu ve dışarıdan gelen sesler üzerine merak saikiyle aşağıya indiklerini beyan ettikleri, ayrıca müştekinin kalabalık arasında yürümekte olduğu esnada kafasına sert bir cismin çarptığını söylediği, Yapılan soruşturma ve alınan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde; müştekinin, iddia edildiği şekilde, kimliği belirsiz polis memuru veya memurlarınca, toplumsal olaya müdahale etmek amacıyla atılan biber gazı fişeğinin kafasına isabet etmesi suretiyle taksirle yaralandığına dair beyanıyla çelişen bilgi sahibinin ifadesi dışında kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil olmadığı tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla,..." Bu karar başvurucunun vekiline 11/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazarak söz konusu soruşturma dosyasının tamamının onaylı suretlerinin gönderilmesini istemiş, Cumhuriyet Başsavcılığı da belgeleri UYAP aracılığıyla göndermiştir. Soruşturma dosyasının incelenmesinden bu karara başvurucu tarafından itiraz edilmediği anlaşılmıştır. Başvurucu, bireysel başvuru formunda söz konusu karara 25/3/2013 tarihinde vekilleri aracılığıyla etkili soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle itiraz ettiğini ancakkendisine itirazının sonucuyla ilgili bir tebligatın yapılmadığını ileri sürmüş, soruşturma dosyası içeriğinde itirazına ilişkin bir belge veya karara da rastlamadığını ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının, A.nın doktor N.E. hakkındaki başvurusu üzerine başlattığı 2012/29006 sayılı soruşturmada ise Cumhuriyet savcısı 31/10/2012 tarihinde kolluğa "toplumsal olaylara müdahale sırasında başvurucunun yaralandığı mahalle ya da yakınlarında gaz bombası kullanılıp kullanılmadığının ve kullanılmış ise polis memurlarının açık kimliklerinin bildirilmesi", belirtilen yerde Mobese ve iş yeri kamerası bulunup bulunmadığının araştırılarak bulunduğu anlaşılırsa 30/10/2012 tarihine ilişkin kayıtların elde edilip incelenmesi ve "bu incelemede başına gaz bombası isabeti sonucu yaralanan bir kimse olup olmadığının tespit edilmesi" ayrıca olayı gören kişilerin bulunup bulunmadığının araştırılarak tespit edildiği takdirde bu kişilerin tanık sıfatıyla ifadelerinin alınması talimatını vermiştir. Kolluğun 14/11/2012 tarihli cevap yazısında, Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS) kapsamında bahse konu olayla ilgili olarak yapılan teknik inceleme sonucunda belirtilen yerde herhangi bir KGYS kamerası olmadığı için görüntü kaydının olmadığı, aynı şekilde güvenlik ve Mobese kameralarının da bulunmadığı, bölgenin esnaflarıyla yapılan mülakatlarda olay mahallinde gaz bombası kullanılıp kullanılmadığı, olayda yaralanan olup olmadığı ve sair hususlarda bilgisi veya görgüsü olan bir kişinin tespit edilmediği bildirilmiştir. Kolluğun 11/12/2012 tarihli cevabında ise olay yerine yakın bölgede gaz tüfeği ve gaz el bombası (smoke) kullanan dört personelin açık kimlikleri bildirilmiş ve söz konusu yazıya 30/10/2012 tarihli gaz tüfeği ve mühimmatı kullanma tutanağı ile aynı tarihli görev listesi yazısı eklenmiştir. Cumhuriyet savcısı, başvurucuya ilişkin kesin adli raporun düzenlenmesi için Hastaneye de yazı yazmış; Hastanenin 21/11/2012 tarihli cevap yazısında başvurucunun sağ temporal kemikten zigomatik kemiğine (elmacık kemiği) kadar uzanan bölgede çökme fraktürü ve çekilen BBT'sindeinteraserebral hematom (beyinde kan toplanması nedeniyle oluşan şişlik) olduğu, hayati tehlike geçirdiği, kesin raporun gelişebilecek komplikasyonlar nedeniyle altı ay sonra yapılacak muayene ve tetkikler sonucunda verilebileceği belirtilmiştir. Bu soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısı tarafından 6/12/2012 tarihinde yukarıda değinilen 2012/29546 sayılı soruşturma dosyası ilgili Cumhuriyet savcısından istenilerek incelenmiş ve buna ilişkin bir tutanak düzenlenmiştir. Ayrıca 2012/29546 sayılı soruşturma dosyası içeriğinde bulunan olay yeri krokisinin, doktor raporlarının, olay yeri inceleme tutanaklarının ve A.nın ifadelerinin birer suretleri bu soruşturma dosyası içeriğine alınmıştır. Bu tarihte 2012/29546 sayılı soruşturma dosyasında henüz başvurucunun ifadesi alınabilmiş ve bir karar verilebilmiş değildir (bkz. §§ 34, 35). 2012/29006 sayılı soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı 23/7/2013 tarihinde Diyarbakır Valiliğinden olayda gaz tüfeği ve gaz el bombası kullanan kolluk görevlileri hakkında görevi kötüye kullanmak suçundan soruşturmaya izin verilmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine Valilik tarafından Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünde görevli bir emniyet müdürü, hakkında soruşturma izni verilmesi istenen kamu görevlileri hakkında ön inceleme yapmak üzere görevlendirilmiştir. Gerçekleştirilen ön incelemede, haklarında soruşturma izni istenilen kolluk görevlilerinin ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde özetle Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelerden haberdar olduklarını söylemişler ve A.nın bu soruşturma kapsamında alınan ifadelerinin oluşa ilişkin derin çelişkiler içerdiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca ifadelerinde olaya müdahaleleri sırasında kimseye herhangi bir zarar gelmemesi için azami özeni ve dikkati gösterdiklerini, olay günü belirtilen yerde gaz kapsülü isabetiyle yaralanan bir kişiyi de görmediklerini, A. anlatımlarının birinde diğerlerinden farklı olarak gaz kapsülünün beyaz renkli ve zırhlı bir polis aracından fırlatıldığını ileri sürmüşse de olay günü üçünün yaya olarak birinin ise haki renkli bir araçta görev yaptıklarını söylemişlerdir. Kolluk görevlilerinden biri, iddiaya konu olayın gerçekleştiği ileri sürülen saatte başka bir yerde görevli olduğunu da belirtmiştir. Ön incelemeci, haklarında soruşturma izni verilmesi istenilen kolluk görevlilerinin ifadelerini aldıktan ve soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeleri inceledikten sonra 13/9/2013 tarihinde raporunu düzenlemiştir. Raporda özetle kendilerine suç atfedilen görevlilerin teşhisine yarayacak somut bir beyanın olmadığı, kolluk görevlilerini suçlayıcı ifadelerin tamamının çelişkili olduğu, olay yerinden maddi delil elde edilemediği, olayın tanığının ve olay yerini görüntüleyen kamera kaydının mevcut olmadığı, başvurucu mağdurun başka bir cisim atılması sonucu yaralanmış olabileceği, yaralanmanın gaz fişeği isabeti nedeniyle gerçekleştiğine dair kesin ve şüpheden uzak bilgi ve/veya belgenin bulunmadığı ayrıca görevlilerden birinin olay saatinde olay yerinde olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle görevlilerin tamamı hakkında soruşturma izni verilmemesi görüş ve kanaatine varıldığı bildirilmiştir. Diyarbakır Valiliği 19/9/2013 tarihli ve K.2013/81 sayılı kararıyla ilgili kolluk görevlileri hakkında 30/10/2012 tarihinde meydana gelen toplumsal olaylarda kullandıkları gaz fişeğiyle başvurucuyu yaraladıklarına ilişkin yeterli kanıt elde edilemediği gerekçesiyle soruşturma izni vermemiştir. Anılan karara başvurucunun itirazı, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 19/2/2014 tarihli ve K.2014/42 sayılı kararıyla ön inceleme raporundaki ve ekindeki belgelerin, başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı iddiasını doğrulayacak ve kolluk görevlilerin haklarında Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş ve soruşturma izni verilmemesi kararı onanmıştır. Bu karar başvurucuya 1/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunmasından sonra Cumhuriyet Başsavcılığı, yürüttüğü 2012/29006 sayılı soruşturmada 15/5/2014 tarihinde kolluk görevlileri ve başvurucunun oğlu A.nın 31/10/2012 tarihinde şikâyetçi olduğunu bildirdiği Doktor N.E. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, haklarında soruşturma izni istenen kolluk görevlileri hakkında Valiliğin izin verilmemesine dair kararının Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesince onanması, soruşturması izne tabi olmayıpgenel hükümlere tabi olan doktor hakkında ise yaralı olarak hastaneye getirilen başvurucuyla ilgili görevinin gereklerini yerine getirdiği, hakkında rapor düzenleyerek bir üst kurula sevkini gerçekleştirdiği dolayısıyla görevini kötüye kullandığına dair soyut beyan dışında delil bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/2/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Söz konusu ret kararı başvurucuya 8/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, başvurusu 2015/8162 numarasına kaydedilmiştir. Başvurucunun bu başvurusunda kendisine ilişkin geçici raporu düzenleyen görevli doktor hakkında verilen karara yönelik bir şikâyetinin bulunmadığı, sadece soruşturma izni verilmemesi nedeniyle haklarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen kolluk görevlilerine ilişkin olarak önceki 30/4/2014 tarihli bireysel başvurusunda bulunduğu şikâyetlerini yenilediği görülmüştür. UYAP üzerinden yapılan incelemede, başvurucunun 15/7/2015 tarihinde yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kamu davasını açma görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kamu davasını açma görevi Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir. (2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler." Aynı Kanun'un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1)Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. (2)Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” Aynı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir. … (6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlıdır.” 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un "İzin vermeye yetkili merciler" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: " Soruşturma izni yetkisia) İlçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında kaymakam,b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında vali,c) Bölge düzeyinde teşkilatlanan kurum ve kuruluşlarda görev yapan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında görev yaptıkları ilin valisi,...tarafından verilir." Aynı Kanun'un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikâyetler" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler...." Aynı Kanun'un "Soruşturma izninin kapsamı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Soruşturma izni, şikayet, ihbar veya iddia konusu olaylar ile bunlara bağlı olarak ileride soruşturma sırasında ortaya çıkabilecek konuları kapsar.Soruşturma sırasında izin verilen olay ve konudan tamamen ayrı veya farklı bir suç olarak nitelendirilebilecek bir fiil ortaya çıktığında, yeniden izin alınması zorunludur.Suçun hukuki niteliğinin değişmesi, yeniden izin alınmasını gerektirmez." Aynı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi,yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5978 | Başvuru, kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması ve bu olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy sakinlerinin öldürüldüğü, başvurucunun babası B.A.nın köy korucusu olarak görev yapmakta iken vefat ettiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru sonrasında açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından Batman ili Sason ilçesi Kayadüzü köyüne yapılan baskınlarda köy sakinlerinden öldürülen ve yaralananların olduğunu, babası B.A.nın köy koruculuğu görevini ifa ettiği sırada yağmur ve soğuk havanın etkisi ile rahatsızlanarak vefat ettiğini beyan etmiş ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 5/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 23/9/2010 tarihli ve 2010/1-201 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Kayadüzü köyü boşalmadığından, korucu aileleri dışında köyde yaşayan başka ailelerin de olduğundan, nüfus sayımı sonuçlarına göre köyde yoğun bir nüfus bulunduğundan, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararı ile Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/144, K.2011/1053 sayılı kararı ile Batman İl Jandarma Komutanlığının boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısında Kayadüzü köyünün kısmen boşaldığının ifade edildiği, terör olaylarından kısmen etkilenen köy olarak belirtildiği, 1987 ile 2000 yılları arasında Kayadüzü köyünde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusunun görevlendirildiği ve köyde koruculuk sisteminin olduğu, köy korucularının ailelerinin dışında köyde 40 hanenin bulunduğu, 1990 yılında yapılan nüfus sayımı listesinde köyün adının bulunamadığı, köy nüfusunun 1997 yılında 973 kişi, 2000 yılında 285 kişi olduğu, köyde 1990 ile 2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, Kayadüzü köyü halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvurucuya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1781, K.2012/4584 sayılı kararı ile aşağıdaki gerekçeye dayanılarak eksik incelemeye dayalı İdare Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir:“... uyuşmazlıkta öncelikle, davacıya ait mal varlığının bulunduğu Boğazkapı Mezrası’nın tamamen boşaltılıp boşaltılmadığının tespit edilmesi gerekmekte olup; İdare Mahkemesi tarafından, davacının terör olayları nedeniyle terk ettiğini ileri sürdüğü Boğazkapı Mezrası’nın tamamen boşaltılıp boşaltılmadığına yönelik herhangi bir araştırma yapılmadan, Kayadüzü Köyü’nün Jandarma tarafından düzenlenen listelerde "kısmen boşaldığının" belirtilmesi, ayrıca, Kayadüzü Köyü’ne ilişkin nüfus, seçim vb. hususlar dikkate alınarak Kayadüzü Köyü’nün tamamen boşaltılmadığı sonucuna varılmış ise de; 2010 tarihli Jandarma tutanağında, terör olayları nedeniyle köyde ve mezralarda oturan vatandaşlardan sadece geçici köy korucularının ve ailelerinin kaldığı, diğer ailelerin Köyü boşalttıklarının belirtildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığı’nın Mayıs 2006 gün ve ASYŞ:7130-06 sayılı yazısına ekli listede ise, Boğazkapı Mezrası’nın, terör olaylarından etkilenmediğinin belirtildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, Boğazkapı Mezrası’nın "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" nedeniyle idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılıp boşaltılmadığına ilişkin çelişkili bilgiler yer aldığı anlaşıldığından, İdare Mahkemesi’nce yapılacak araştırma ile söz konusu belgeler arasındaki çelişkiler giderilerek, uyuşmazlık konusu dönemde Boğazkapı Mezrası’nda köy korucuları dışında oturan olup olmadığı (mezranın tamamen boşaltılıp boşaltılmadığı) hususunun araştırılması ve bu hususun tereddüte yer bırakmayacak şekilde açığa kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerekmektedir.” Danıştay kararları doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyasının yeniden incelenmesi suretiyle Batman İdare Mahkemesinin 19/11/2012 tarihli ve E.2012/5028, K.2012/5759 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, davacının yerleşim yerinin "tamamen boşalıp boşalmadığı" hususunun, dava dosyasında mahkememizce yapılan ara kararı üzerine sunulan bilgi ve belgeler, aynı Köy ve Mezraaya ilişkin dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmek suretiyle tespiti gerekmektedir. Buna göre, davacının ikâmet ettiği Kayadüzü Köyü’ne (Mezraalar yönünden ayrı sandık kurulmadığı ve seçim yapılmadığından) ilişkin olarak; yukarıda ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, düzenli bir yerleşik nüfusun bulunduğu, yerel ve genel seçimlerin yapıldığı, ayrıca 1987-2000 yılları arasında geçici ve gönüllü köy korucusu ailesi dışında köyde 95 hanenin ikâmet ettiği hususlarında kuşku bulunmamaktadır. Dava dosyasında yer alan ve Jandarma görevlileri ile Kayadüzü, Ergünü ve Taşyuva Köyü muhtarları, aza ve köy halkından olduğu belirtilen kişilerce imzalanan 2010 tarihli tutanakta; "...terör olayları nedeniyle köyde ve mezralarda oturan vatandaşlardan sadece geçici köy korucularının ve ailelerinin kaldığı, diğer ailelerin Köyü boşalttıkları, köye 2006 yılından itibaren kısmen geri dönüşlerin olduğunun belirtildiği, ...muhtarlarının beyanından anlaşılmış olup..." ibaresine yer verilmiştir.Mahkememizce, Kayadüzü Köyü ile aralarında davacının ikâmet ettiği bağlısı Mezraalara ait yukarıda anılan dava dosyalarında yer alan ve (2011 ve 2011 tarihli ara kararları uyarınca gönderilen) bilgi ve belgeler ile Danıştay kararı doğrultusunda yapılan ara kararı uyarınca sunulan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmek suretiyle, hükme esas alınan Batman İl Jandarma Komutanlığı’nın 2011 tarih ve 18647 sayılı yazısı eki Liste ile 2012 tarih ve 50801 sayılı yazısı eki Listede ise, Kayadüzü Köyü Merkezinin 1994-2000 yılları arasında, (daha sonra Ergünü Köyü adı altında bağımsız köy olan) Boğazkapı Mezraasının ve (daha sonra bağımsız köy olan Ergünü Köyü’nün Mezraası olan) Yukarı Ergünü Mezraasının 1992-1999 yılları arasında "kısmen boşaldığı"nın belirtilmesi nedeniyle, söz konusu tutanağın içeriğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.Yukarıda anılan dava dosyalarında da yer alan Sason İlçe Jandarma Komutanlığı’nca İl Jandarma Komutanlığı’na hitaben yazılan 2011 tarih ve 1668 sayılı yazıda, "İlgi emir gereğince, Sason ilçesinde boşalan köylerin araştırılması sonucu Komutanlığımızca tutularak gönderilen tutanaklar arasında ciddi çelişkiler olduğu bildirilmiştir." ibaresine yer verildikten sonra, Sason ilçesine bağlı Belde, Mahalle, Köy ve Mezraalarda, mahalle ve köy muhtarlarından, ihtiyar heyetlerinden, mahalle ve köy halkından, komşu köylerin muhtar ve ihtiyar heyetlerinden titiz bir şekilde araştırma yapılmak suretiyle köy ve mezraaların tamamen boşalıp boşalmadığı, boşalanların hangi tarihler arasında boşaldığı, korucu aileleri dışında ikâmet eden ailelerin bulunup bulunmadığı ve 1987-2000 yılları arasında koruculuk sistemine dahil olan ve olmayan köylerin tespit edildiği, bahse konu hususların araştırılması esnasında, Sason Kaymakamlığı, İlçe Nüfus Müdürlüğü, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve İlçe Seçim Müdürlüğü ile yazışmalar yapıldığı, (köy muhtarlarının, köy halkının ve komşu köy muhtarları ile köy halkından) 1987-2000 yılları arasında tamamen boşaldığı beyan edilen köy ve mezraalar hakkında Sason Cumhuriyet Başsavcılığı’nca köy ve mezraalarda ikâmet eden muhtelif şahıslar ile ilgili adli soruşturma yapıldığı ve bu soruşturmalar içeriğinde bazı vatandaşların (boşaldığı belirtilen) köy ve mezraalarda ikâmet ettiklerinin tespit edildiği, ayrıca Sason Askerlik Şubesi Başkanlığı’nca benzer şekilde köy ve mezraalarda ikâmet eden şahıslar olduğuna dair resmi belgelerin sunulduğu belirtildikten sonra, "EK-A (1 Adet Boşalan ve Dönüş Yapılan Köy ve Mezraa çizelgesi)"ne yer verilmiştir.O halde, davacı vekilince sunulan ve Sason İlçe Jandarma Komutanlığı’nca "imzası bulunanların beyanları doğrultusunda" düzenlenen 2010 tarihli tutanakta, Kayadüzü Köyü merkezinin 1994-2000, daha sonra bağımsız köy olan Boğazkapı Mezraası ile anılan yere bağlanan Yukarı Ergünü Mezraalarının 1992-1999 yılları arasında tamamen boşaldığı, korucuların köyde terörle mücadele ettikleri beyan edilmiş ise de; yukarıda anılan 2011 tarih ve 1668 sayılı İlçe Jandarma Komutanlığı yazısı uyarınca, bütün mahalle, köy ve mezraa halkıyla yapılan araştırmalar, Sason Kaymakamlığı, Cumhuriyet Başsavcılığı, Askerlik Şubesi Başkanlığı, İlçe Nüfus Müdürlüğü, İlçe Seçim Müdürlüğü ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinden alınan bilgi ve belgeler ile Korucular hakkındaki bilgi ve belgeler esas alınmak suretiyle hazırlanan "boşalan köy ve mezraalara" ilişkin Mahkememizce de hükme esas alınan çizelgede, davacının ikâmet ettiği Kayadüzü Köyü, Boğazkapı Mezraası’nın "Belirtilen Tarihler Arasında Kısmen Boşalmıştır." olarak belirtilmesi, söz konusu tarihler arasında korucu aile dışında 95 hanenin ikâmet ettiği görülmesi, ayrıca 2011 tarihli tutanak içerisinde ve eki belgelerde, Kayadüzü Köyü’nde ikâmet eden şahıslar hakkında, tamamen boşaldığı ileri sürülen tarihleri de kapsayan tarihlerde Sason Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma dosya esas numaralarına yer verildiği ve anılan soruşturma kapsamındaki kişilerin yerleşim yerlerinin Dağçatı Köyü olduğunun anlaşılmasın karşısında, 2010 tarihli tutanağın hükme esas alınmasını kabule olanak bulunmamaktadır.Bu durumda; yukarıda anılan dava dosyalarında yapılan ara kararları uyarınca gönderilen bilgi ve belgeler ile dava dosyası birlikte değerlendirildiğinde, davacının ikâmet ettiği Kayadüzü Köyü’nde ve Boğazkapı Mezraasında yerleşik bir nüfusunun olması, köyde 1987-2000 yılları arasında korucu ailesi dışında 95 hanenin ikâmet etmesi ve davacı vekilince sunulan tutanaktan daha sonra İlçe Jandarma Komutanlığı’nca her bir köy ve mezraada yapılan inceleme, resmi kurumlardan alınan bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildikten sonra hazırlanan çizelgede de "kısmen" boşaldığının belirtilmesi karşısında, davacının ikâmet ettiği yerleşim yerinin "tamamen boşalmamış" olması, diğer bir ifadeyle nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik herhangi bir terör tehdidi yada saldırısının bulunmaması nedenleriyle, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/10/2013 tarihli ve E.2013/8105, K.2013/7541 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı başvurucuya 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/3/2014 tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; ... e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3349 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından bazı köy sakinlerinin öldürüldüğü, başvurucunun babası B.A.nın köy korucusu olarak görev yapmakta iken vefat ettiği dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru sonrasında açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, defin işleminin engellenmesi ve cenazenin mezardan çıkarılması olayının faillerine yönelik şikâyet üzerine yapılan soruşturmanın devletin pozitif yükümlülüklerine uygun yürütülmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde Kocaeli Kandıra F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucunun annesi H.T., 13/9/2017 tarihinde vefat etmiştir. Defin işlemine, başvurucunun ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekillerinin de katılacağı yönünde elde edilen bilgi doğrultusunda emniyet güçlerince cenazenin defnedileceği İncek Mezarlığında gerekli tedbirlerin alınması amacıyla harekete geçilmiştir. İlgili tutanakta, aynı gün saat 15 itibarıyla cenaze aracının başvurucunun da aralarında olduğu yaklaşık yüz yirmi cenaze yakını eşliğinde mezarlık alanına doğru dağınık şekilde yola çıktığı ve saat 50'de cenaze aracının mezarlık alanına ulaştığı belirtilmiştir. Ayrıca güvenlik tedbirlerinin alınmasının akabinde saat 01'de defin işlemine başlandığı ve saat 15 itibarıyla bitirildiği ifade edilmiştir. Bu esnada mezarlık etrafında toplanan kişilerce "burada terörist cenazesi istemiyoruz, burada şehit mezarı var." şeklinde cenaze yakınlarına yönelik ısrarlı tepkiler gösterilmiş, taşkınlık yapan grup ihtar edilmesine rağmen gerginliğin ve kalabalığın artması üzerine yakınlarının rızasıyla cenaze saat 00'de mezardan çıkarılmış ve saat 20 dolaylarında Batıkent Cem Evine götürülmüştür. Cenaze, yakınlarının isteği üzerine Tunceli'ye defnedilmek üzere saat 15 itibarıyla cenaze arabasına konulmuş ve Ankara'nın Çakırlar çıkışına kadar kolluk görevlilerinin eşliğinde sevk edilmiştir. Başvurucu; olayın başlangıcında yalnızca beş kişinin bulunduğunu, kolluk güçlerince bu kişilere yeterli ve gerekli şekilde müdahale edilmemesi nedeniyle grubun iki yüz kişiye ulaştığını, cenazenin mezardan çıkarılması sonucuna gelinmesinde kamu görevlilerinin ihmali olduğunu belirterek vekili aracılığıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Gerekli önlemlerin alınması hâlinde olayın bu noktaya gelmeyeceğini, saldırganlık yapan ve ırkçı söylemlerde bulunan şüphelilerinin mezarlık dışına çıkarılmadığını, cenaze aracı mezarlıktan uzaklaşmasına rağmen kamu görevlilerinin ihmali nedeniyle cenaze yakınlarının alandan ayrılamadığını, cenazenin mezardan çıkarılmasının ailenin keyfî kararı olmadığını ileri sürmüş ve toplanan grupta yer alan şüphelilerle ihmali bulunan kamu görevlilerinin cezalandırılmalarını talep etmiştir. İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme, hakaret, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçları kapsamında Gölbaşı Cumhuriyet başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan soruşturmada, olay anına ilişkin kamera görüntüleri ve bilirkişi raporları soruşturma dosyasına eklenmiştir. Ayrıca birçok şüpheli gözaltına alınmış ve şüphelilerden B.Ş., Ö. ve A. belirtilen suçlar kapsamında Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmıştır. Başsavcılık tarafından hazırlanan 21/9/2017 tarihli iddianamede; mezarlıkta toplanan kalabalığın kolluk görevlilerince sakinleştirilmeye çalışıldığı, bu sırada bazı şüphelilerin "Bu mezarlıkta şehidimiz var, bu cenazeyi burada istemiyoruz, eğer gömerseniz sabaha kadar burada bekleyip bu cenazeyi çıkartırız." şeklinde bağırmaya devam ettiği, kolluk görevlileri tarafından protestocu grup ile cenaze yakınları arasına barikat oluşturulduğu, bu şekilde her iki tarafın birbirlerine herhangi bir fiziki müdahalede bulunmasının engellendiği ifade edilmiştir. İddianamede; şüphelilerden B.Ş., O.K., A. ve İ.K.nın cenaze yakınlarına küfür ettikleri ve tehditte bulundukları, yine şüphelilerden Ö.nün "Burası Türk toprağı, ... gece saatlerinde gizli kapaklı cenaze defnedilir mi?" şeklinde sözler sarf ettiği, şüphelilerden N.A., S.A., O.K., U., Y.K., N.B. ve O. nin cenazenin mezardan çıkarılmaması durumunda orada toplananlarca çıkarılacağına yönelik beyanlarda bulundukları belirtilmiştir. İddianamede; toplanan kalabalığın B.Ş., Ö., E.A., N.A., O.K. ve N.K. ile diğer bazı şüpheliler tarafından provoke edildiği, bu şüphelilerin cenaze yakınlarının defin işlemini gerçekleştirmelerini engellemeye çalıştıkları, cenaze yakınlarının rızası ile cenazenin mezardan çıkarıldığı, bu esnada üst düzey kamu görevlilerinin olay yerine gelerek kalabalığı sakinleştirmeye çalıştıkları, mezarlık güvenliğinin sağlanmasının akabinde cenazenin Cem Evine götürülmek üzere mezarlık alanından uzaklaştırıldığı ifade edilmiştir. Müşteki olan başvurucunun, vefat eden annesinin dini inançları doğrultusunda ritüel olan cenaze merasimini gerçekleştirmek üzere mezarlığa geldiği, gece vakti gizlice terörist cenazesinin defnedildiği zannına kapılan gösterici grubun defin işlemini engellemek amacıyla eylemde bulundukları, kolluk güçlerince uyarılmalarına rağmen dağılmadıkları, bu suretle şüphelilerin üzerilerine atılı olan suçları işledikleri yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştur. Öte yandan şüphelilerden Z.Ş., Y.K., H.S., A.A., E.K., H.Ç., K., E.G., A.K., Ç. ile kolluk görevlileri yönünden kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin ek karar verilmiştir. 21/9/2017 tarihli kararın gerekçesinde; defin işlemlerinin başlamasından önce kolluk güçlerince her türlü önlemin alındığı, defin sırasında güvenlik tedbirlerinin artırıldığı, içinde kendi aile yakınları ve şehit cenazesi bulunan mezarlıkta gece vakti terörist cenazesinin defnedildiği zannına kapılan mahalleli grup tarafından defnin engellenmesine yönelik protestolar düzenlendiği, bunun üzerine takviye güçlerin alana yönlendirildiği, cenazenin ailenin rızasıyla mezardan çıkarıldığı ve bu aşamada kolluk güçlerince alınan önlemler sayesinde cenazenin güvenli şekilde alandan uzaklaştırıldığı ifade edilmiştir. Kolluk güçlerinin cenaze yakınlarına ya da cenazeye fiziki temasta bulunulmasını engellediği, bu hususların görüntü kayıtları, tanıklar ve tutanaklarla sabit olduğu, dolayısıyla görevin ihmal edildiğine ilişkin iddiaların soyut olduğu belirtilmiştir. Başvurucu; soruşturmanın özenli şekilde yürütülmediğini, olay anında orada olan HDP milletvekillerinin tanık sıfatıyla ifadelerinin alınmadığını, şüphelilere ilişkin çözümlemelerin yapılmadığını, şüphelilerin olay yerine nasıl geldikleri hususunda araştırma yapılmadığını, kolluk kuvvetlerinin ihmaline ilişkin ortaya konulan gerekçelerin ikna edici olmadığını belirterek söz konusu takipsizlik kararına itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 26/10/2017 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen ek kararın usule ve yasaya uygun olduğu, gösterilen gerekçelerin dosya içeriğiyle uyumlu olduğu ve ileri sürülen itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar 30/11/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Diğer şüpheliler yönünden Gölbaşı Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında; E.A., İ., İ.Ş., E.A., R.R.K. ve Y.A.nın inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi suçu kapsamında eylemlerinin sabit olduğuna ve 1 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, adı geçen sanıkların üzerilerine atılı eylemi birden fazla kişiyle birlikte gerçekleştirmeleri nedeniyle cezanın bir kat artırılmasına ve 2 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, haklarında takdiri indirim nedenlerinin uygulanmamasına karar verilmiştir. Yine sanıklardan N.B., O., O.K., S.A. ve U. hakkında inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi suçu kapsamında 2 yıl 20 ay hapis cezasına ve takdiri indirim nedenlerinin uygulanmasına yer olmadığına hükmedilmiştir. Ayrıca sanıklardan N.A.nın inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi suçu kapsamında 4 yıl; B.Ş., Ö. ve A. hakkında 4 yıl 8 ay hapis cezasına hükmedilmiş ve suçun işleniş şekli, sanıkların olumsuz değerlendirilen sosyal ilişkileri ile kişilikleri dikkate alınarak yeniden suç işlemekten çekinecekleri hususunda olumlu kanaat oluşmaması nedeniyle haklarında herhangi bir indirim uygulanmamış ve haklarında verilen hüküm açıklanmıştır. 5/3/2019 tarihinde verilen kararın gerekçesinde; cenaze aracı mezarlıktan ayrılana kadar sanıkların dağılmadığı, eylem ve sözleriyle cenazenin mezardan çıkarılması konusunda başvurucuyu mecbur bıraktıkları, defin işleminin yapılmaması amacıyla hareket ettikleri ve bu suretle başvurucunun dini inancını yerine getirmesine engel oldukları belirtilmiştir. Elde edilen tüm görüntülerin bilirkişiler marifetiyle farklı açılardan çözümlendiği, tüm tanıkların dinlendiği, sanıkların araç, telefon, HTS kayıtları ile sosyal medya paylaşımlarının incelendiği ifade edilmiştir. A., O.K., B.Ş. isimli sanıklar hakkında ayrıca hakaret suçu kapsamında da hapis cezasına hükmedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Değişik: 2/3/2014-6529/14 md.) Dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin veya dini ibadet veya ayinlerin bireysel ya da toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, fail hakkında birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur. (3) (Ek: 2/3/2014-6529/14 md.) Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir. " 5237 sayılı Kanun'un "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. ..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), özel hayat ve aile hayatı kavramlarının yakın bir akrabayı defnetme ve bu defin esnasında hazır bulunma hakkını kapsadığını kabul etmektedir (Gülbahar Özer ve Yusuf Özer/Türkiye, B. No: 66406/09, 29/5/2018, § 26; Sabanchiyeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 38450/05, 6/6/2013, §§ 117-123; Maric/Hırvatistan, B. No: 50132/12, 12/6/2014, § 59). Öte yandan AİHM, devletlerin Sözleşme’nin maddesi uyarınca uygun bir yasal koruma çerçevesi oluşturma ve uygulama yükümlülüğünün her zaman ceza hükümlerinin tatbik edilmesi anlamına gelmeyeceğini de vurgulamıştır (Söderman/İsveç [BD], B. No: 5786/08, 12/11/2013, § 79; P./Portekiz, B. No: 27516/14, 7/9/2021, §§ 40, 41). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40527 | Başvuru, defin işleminin engellenmesi ve cenazenin mezardan çıkarılması olayının faillerine yönelik şikâyet üzerine yapılan soruşturmanın devletin pozitif yükümlülüklerine uygun yürütülmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 13/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 17/9/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43983 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/79 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında Twitter adlı sosyal medya platformu üzerinden bir siyasetçiye hakaret ettiğine yönelik şikâyet üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 23/8/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Kolluk görevlilerince başvurucunun mobil telefonunda yapılan inceleme sonucu telefonda kurulu farklı Twitter hesapları üzerinden müştekiye yönelik hakaret içeren paylaşımlar yapıldığı tespit edilmiş ve inceleme raporu tanzim edilmiştir. 24/8/2020 tarihinde müdafii eşliğinde kolluk görevlilerine ve Başsavcılığa verdiği ifadelerinde başvurucu; paylaşımların bir kısmını kendisinin yaptığını, bazı paylaşımların ise kendisine ait olmadığını beyan etmiştir. Savunmasının alınmasının ardından Başsavcılık tarafından adli kontrol talebiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilen başvurucunun serbest bırakılmasına ve hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Müşteki vekili 7/9/2020 tarihinde verdiği dilekçe ile başvurucunun Twitter hesabından hakaret söylemlerini sürdürdüğünü belirterek yeniden şikâyetçi olmuştur. Anılan şikâyet dilekçelerine konu Tunç@Tun65630113 rumuzlu hesap üzerinden yapılan paylaşımların zamanı ile başvurucunun telefonu üzerinden Twitter'a erişim sağladığı zamanın örtüştüğü kollukça tespit edilmiş ve inceleme raporu düzenlenmiştir. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla kamu görevlisine hakaret suçlamasıyla ikinci kez gözaltına alınmış ve tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Başvurucu, Hâkimlik tarafından yapılan sorgusunda gözaltına alındığı süreçte internete bağlanmasının mümkün olmadığını ancak kendisine ait olduğu iddia edilen hesap üzerinden hâlâ paylaşımlar yapıldığını ve hakaret içeren son paylaşımların kendisine ait olmadığını ileri sürmüştür. 9/9/2020 tarihinde tutuklama talebini reddeden Hâkimlik başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı ile -elektronik kelepçe takılmak suretiyle- konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirleri uygulanmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; itiraz kesin nitelikte kararla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 28/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise 5/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Devam eden süreçte müşteki vekili Başsavcılığa verdiği 2/2/2021 tarihli dilekçede, başvurucunun şikâyete konu paylaşımlarına ilişkin pişmanlığını ifade eden yeni paylaşımlarda bulunduğunu belirterek şikâyetten vazgeçmiştir. Aynı tarihte Başsavcılık adli kontrol kararlarını resen kaldırılmıştır. Diğer yandan Başsavcılık, suçun vasıf ve mahiyeti itibarıyla resen takip edilen suçlardan olduğu gerekçesiyle başvurucunun kamu görevlisine hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer asliye ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Farklı rumuzlarla kullanılan Twitter hesaplarından başvurucunun yaptığı belirtilen ve iddianamede yer verilen paylaşımların bazıları şöyledir:"Arsız hırsız ev sahibini evden kovarmış normal yaptığı karakter erozyonu var çünki o ekipte ... [müştekinin ismi açıkça yazılarak] ""Senin kurduğun milli isim vererek kamufle ettiğin ... mafya teşkilatlarının başkanları. Kime karşı yapılanma""Bitirmek isteyen bitiyor. Makyaj dökülüyor. Hem KEL hemde fodul""Soysuzun biri istifa kararı almış benden duy istedim""Afaddan fonladigin paralar nerde ...[müştekinin ismi açıkça yazılarak] ?""[müştekinin ismi açıkça yazılarak] ... siyasi travesti. Bir aile için ne ağır utanç. Bir soyadı için ne kara leke." Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu hakkındaki dava devam etmektedir. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35257 | Başvuru, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerlik vazifesi sırasında asta müessir fiil iddiasına ilişkin olarak yapılan soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler 1991 Batman doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Erzincan Topçu Eğitim Tugay Komutanlığında askerlik görevini yapmaktadır. Dosyada bulunan, yoklama kaçağına dayanan sevk belgesine göre başvurucu 2/3/2013 tarihinde vatani hizmetini yapmak için birliğine katılmıştır. Başvurucu, dizindeki ağrı yüzünden 10/4/2013 tarihinde gittiği revirde Tbp. Yzb. E.E.nin sağ diz çapraz bağının yırtılmasına ve eklem kırığına yol açacak şekilde kendisine kötü muamelede bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu 23/5/2013 tarihinde bu olayla ilgili suç duyurusunda bulunmuştur. 25/9/2013 tarihinde Kozluk Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun ifadesi alınmış; ifadesine ek olarak başvurucu, dört sayfalık dilekçe ibraz etmiştir. Başvurucunun şikâyetleri şöyledir: i. Askere gittikten on gün kadar sonra bünyesinin dayanamaması ve bacağına çok yüklenmesi nedeniyle şiddetli ağrılar çeken başvurucu, revire ve hastaneye gidip gelmeye başlamış; birliğine teslim olduktan hemen sonra 8/3/2013 tarihinde yaklaşık on beş kişilik bir grupla çamaşırhaneye gittiğinde başı dönmüş ve yere yığılmıştır. Revire ve oradan da hastaneye götürülerek ayağı alçıya alınmıştır. ii. Dört beş gün boyunca ayağı alçıda kalan başvurucunun hastaneye sevk talebi yerine getirilmeyince alçıyı kendisi sökmüştür. iii. Başvurucu 10/4/2013 tarihinde bacağındaki rahatsızlık sebebiyle revire başvurduğunu, revirde görevli Tbp. Yzb. E.E.nin -başvurucunun yanında Top. Çvş. E.B. ve Ç.Ş. de bulunduğu hâlde- "Onu revire götürün, bir şey çıkmazsa getirin, diğer bacağını da ben kıracağım." dediğini ancak hastaneye sevk ettiğini, hastaneden döndüğünde E.E.nin "Benim yanıma gelenler ya Batman, ya Diyarbakır, ya da Urfa'dandır, siz Kürtler'den başka hastalanan olmuyor mu?" diye bağırıp kendisini kollarının altından sıkıca tuttuğunu, ayaklarını da ayaklarının arasına alarak sertçe çevirmesi üzerine ayağının 90 derece açıyla ters dönerek yere yığıldığını, sağ diz çapraz bağlarının yırtıldığını, ayağında eklem kırığı oluştuğunu, bundan sonraki süreçte de ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıktığını ve tıbbi operasyonlara maruz kaldığını belirterek şüpheli hakkında soruşturma açılması talebinde bulunmuştur.iv. Başvurucu, dağıtım izni için memleketi olan Kozluk ilçesine döndüğünde İlçe Jandarma Komutanlığına müracaat ederek Diyarbakır Asker Hastanesine oradan da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı 20/6/2013 tarihinde soruşturma dosyasını görevsizlik kararıyla Erzincan Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Savcılık) göndermiştir. B. Kronolojik Sıraya Göre Başvurucunun Hastalık ve Tedavi Süreci Başvurucunun hastalık ve tedavi süreci şöyledir:- Başvurucu, askerliğe başladığı 2/3/2013 tarihinde kayma, sendeleme ve tökezlemeye bağlı düşme tanısıyla hastanede bir gün yatarak tedavi görmüştür.- 8/3/2013 tarihinde düşerek sağ bacağındaki burkulmadan kaynaklanan miyalji (kas ağrısı) yüzünden 8/3/2013 tarihinde Erzincan Üniversitesi Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Gazi Hastanesi) giden başvurucuya, birden fazla yerde diz bağının diğer spontan parçalanması tanısıyla iki ilaç reçete edilerek on gün istirahat raporu verilmiştir. Aynı Hastanenin folyo faturasına göre başvurucunun bacağına dizüstü uzun bacak ateli (alçı) takıldığı, iki yön mukayeseli eklem grafisi çekildiği kayıtlıdır. Bu olayla ilgili olarak başvurucunun 8/3/2013 tarihinde gerçekleşen sağ bacağındaki burkulmadan dolayı 14/3/2013 tarihinde Bölük Komutanı Topçu Ütğm. A. tarafından disiplin soruşturması yapılarak ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde çamaşırhanedeyken baş dönmesi sonucunda düştüğünü, daha önceden sorunlu olduğu için sağ bacağının burkulduğunu, birinci basamak muayene merkezinin (revir) sevk ettiği Gazi Hastanesi Acil Servisinde röntgen filmi çekildiğini, daha sonra Ortopedi Kliniğine götürüldüğünü, bacağına yarım atel yapıldığını, kendisine on gün istirahat raporu verildiğini, 12/3/2013 tarihinde, ağrı yaptığı için alçıyı kendisinin çıkardığını söylemiştir. Soruşturma sonucunda ne yönde karar verildiğine dair dosyada bilgi bulunmamaktadır.- 17/3/2013 tarihinde sistit (idrar yolları enfeksiyonu), 18/3/2013’te ise böbrek taşı tanısıyla başvurucu tedavi görmüştür. Başvuru konusuyla ilgisi bulunmadığından bu belgelerdeki detaylara yer verilmemiştir. - 1-2/4/2013 tarihlerinde başvurucu, ön arka çapraz bağ burkulma ve gerilmesi tanısıyla iki gün tedavigörmüştür.- 10/4/2013 tarihinde başvurucunun Gazi Hastanesine giriş kaydı bulunmaktadır. 11/4/2013'te MR tetkiki yapılmıştır. Radyoloji sonuç raporunda, femur (uyluk kemiği) medial kondilde (kemik ucundaki yumru yapı) yaklaşık 2 cm çaplı evre 3 osteokondral lezyon (kıkırdak dokuda genellikle travmaya bağlı olarak gelişen yara) ile uyumlu sinyal kayıtları görülmüş; patellafemoral (diz önü) kartilajda (kıkırdak) evre 2 kondramalazi (diz kapağı kemiğinin arkasındaki kıkırdağın yumuşaması ya da yırtılması) tespit edilmiş; ön çapraz bağ bütünlüğü izlenmemiştir. - 16/4/2013 tarihinde ön arka çapraz bağ burkulma ve gerilmesi, osteokondrit dissekans (eklem kıkırdağı altındaki kemiğin nekrozu ile başlayıp üstünü örten kıkırdakta artan hareket, kıkırdakta yırtılma ve kemik kıkırdak parçasında tam ayrışma ile giden bir hastalık), sağ diz femur medial kondil (büyük osteokondrit dissekans+ön çapraz bağ yırtığı) tanısıyla askerliğe elverişli olup olmadığının tespiti için sevk ve ameliyat önerilmiştir. - 24/4/2013 tarihinde Kozluk İlçe Jandarma Komutanlığına müracaat eden başvurucu, Batman Birinci Basamak Muayene Merkezi tarafından Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Buradan da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi Polikliniğine gönderilmiştir. - 26/4/2013 tarihinde Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde ameliyat olan başvurucunun 6/5/2013 tarihli Ortopedi Kliniği çıkış özetinde şu bilgilere yer verilmiştir: Sağ dizde ağrı yakınmasıyla gelen hasta, sağ ön çapraz bağ rüptürü (yırtık) nedeniyle kliniğe yatırılmış; hastaya kondromalaziapatella ve diz anterior posterior çapraz ligament burkulma ve gerilmesi tanısı konulmuştur. 2/5/2013 tarihinde ameliyata alınan başvurucuya artokroskopik eklem kıkırdağı debridmanı (canlı doku kenarlarını da kapsayacak şekilde ölü dokunun kesilerek temizlenmesi) yapılmıştır. Başvurucunun taburcu olduğu 6/5/2013 tarihinde kendisine iki ay istirahat raporu verilmiştir.- Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 28/6/2013 tarihli epikrizine (hastalık öyküsü) göre başvurucu 10 ila 28/6/2013 tarihlerinde fizik tedavi görmüştür.- Dicle Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 8/7/2013 tarihinden itibaren bir ay süreyle başvurucuya ikinci kez istirahat raporu verilmiştir. - Diyarbakır Asker Hastanesinin 11/7/2013 tarihli raporunda, sağ dizin 95 dereceden sonra ve extansiyonun son 20 derecede kısıtlı olduğu kayıtlıdır.- Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 7/8/2013 tarihinde başvurucuya kırk beş gün istirahat raporu vermiştir. Aynı Hastane 17/9/2013 tarihinde bir ay rapor vermiştir.- Genelkurmay Başkanlığı Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezinin 28/11/2013 tarihli rapor ön bildirim belgesine göre sağ diz eklem hareket kısıtlılığı teşhisi konulan başvurucunun askerliğe elverişli olduğu, iki ay süreyle bedensel ve sportif faaliyetlerden muaf tutulduğu belirtilmiştir. - 2/1/2014 tarihinde Isparta Asker Hastanesine yatış yapan başvurucunun 6/1/2014 tarihli epikrizinde Mart 2013’te yüksekten düşme hikâyesi olduğu, fizik muayenede sağ dizde şişlik olduğu, 3/1/2014 tarihinde opere edilerek artroskopik emilebilen eklem implantı ile rekonstrüksiyon uygulandığı ifade edilmiştir. Başvurucunun vizite defterlerinde; iddia konusu olayın meydana geldiği 10/4/2013 tarihine kadar başvurucunun 2, 11, 12, 15 17, 19, 20 ve 29 Mart tarihlerinde toplam sekiz kez kasık ve diz ağrısı şikâyetiyle kıtasında muayene olduğu, bazı durumlarda Gazi Hastanesi Ortopedi Polikliniğine sevk edildiği kayıtlıdır. Başvurucu 18 Mart’ta Üroloji Polikliniğine sevk edilmiştir. Başvurucunun 20 Mart’ta yapılan muayenesinde hekim tarafından başvurucunun durumu vizite defterindeki kayıtlarda birçok defa başvurmuş olup defalarca hastaneye sevk edildiği üzerinde de durularak temaruz (kendini hasta gibi gösterme) olarak değerlendirilmiştir. Ancak aynı hekim tarafından başvurucu, 29 Mart’ta sağ dizdeki şikâyet nedeniyle tekrar Gazi Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucu hakkında 20/3/2013 tarihinde temaruz suçlamasıyla açılan soruşturmada 18/4/2013 tarihinde başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, sürekli diz probleminden dolayı revire çıkmak zorunda kaldığını söylemiştir. Temaruz soruşturmasının akıbetiyle ilgili bilgi bulunmamaktadır. Bölük komutanı ve bölük astsubayı tarafından el yazısıyla tanzim edilmiş "Sağlık Safahatı" başlıklı tarihsiz tutanak özetle şöyledir: Emrah Kaplan'ın Topçu Eğitim Tugayına kayıt işlemleri sırasında aşıları yapılmıştır. Emrah Kaplan, Bölük Komutanı Top. Ütğm. A. tarafından yapılan celp bütünleşme danışmanlığı esnasında bacağından rahatsız olduğunu, bacağında kemik erimesi bulunduğunu beyan etmiştir. Kendisine ayağını zorlayıcı hareketlerden kaçınması ve revire çıkması gerektiği söylenmiştir. 8/3/2013 tarihinde baş dönmesi sonucu sağ bacağını burkmuş, önceki rahatsızlıktan dolayı olayın gerçekleştiğini beyan etmiştir. Aynı gün revirdeki muayenesi sonucunda Gazi Hastanesi Acil Servisine gönderilmiş, uzun bacak atel (yarım alçı) yapılarak MR'ı çekilmiş ve kendisine on gün istirahat raporu verilmiştir. 11 Mart’ta MR çekimi için hastaneye gönderilmiştir. 12 Mart’ta bacağında bulunan alçıyı kendi isteğiyle kimseye söylemeden çıkarıp o hâlde uzun yürüyüşler yaparak tedavi sürecini bozmak suretiyle kendini askerliğe elverişsiz hâle getirmiştir. 15 Mart’ta tekrar rahatsızlandığını beyan etmiştir. Revire çıkarılmış ve kendisine ağrı kesici iğne yapılmıştır. 17 Mart’ta da hastaneye sevk edilmiştir. 20 Mart’ta revire çıkan hasta hakkında bu kez Tbp. Ütğm H.K. tarafından temaruz değerlendirmesinde bulunulmuştur. 29 Mart, 10, 15 ve 16 Nisan 2013 tarihli muayenelerle ve devam eden süreçle ilgili açıklama yapılmıştır. Başvurucu 29/6/2014 tarihinde terhis olduğunu söylemiştir. Tanık Beyanları Bölük Komutanı Top. Ütğm. A.nın 15/8/2013 tarihli Savcılıktaki ifadesinin ilgili yerleri şöyledir:“… Emrah KAPLAN … 2013 yılının Mart - Nisan ayları arasında acemi eğitimini benim bölüğümde yaptı. Kendisinin geldiği günden itibaren rahatsızlıkları sebebiyle revir ve hastanede takibi yapılmıştır. Kendisinde kemik erimesi olduğundan bahsediyordu, aksayarak yürüyordu. Ben kendisini Mart ayı içerisinde rahatsızlığı sebebiyle 59'uncu Topçu Tug.K.lığı revirine sevk ettim, oradan Mengücek Gazi Araştırma ve Eğitim Hastanesine sevk edilmiş, burada bacağını alçıya almışlar, ancak kendisi alçıyı sökmüş. Bu durumu revirci askerler bana söyledi, ben kendisine neden söktüğünü sorduğumda dayanamadığını, kendisine çok rahatsızlık verdiğini, aşırı ağrı yaptığını bu yüzden söktüğünü söyledi. Sonraki dönemlerde biz Emrah’ı şu anda hatırlamadığım çeşitli hastanelere muayene ve tedavi için gönderdik, bir süre ilaç tedavisi uygulandı … zaman zaman revire gidip ağrılarının hafiflemesi için iğne vurdurduğunu biliyorum. Tarihini tam hatırlamamakla birlikte Nisan ayının ilk haftasında kendisini revirci askerlerle birlikte muayene için revire göndermiştim. Dönüşte yanıma uğrayarak revirde görevli Tbp. Yzb. E.E.nin bacağını çevirdiğini, canının çok yandığını söyleyerek hüngür hüngür ağladı. Ben bu olaydan bir süre sonra Emrah’ı da yanıma alarak revire gittim, orada görevli rütbeli personel göremediğim için askerlere neler olduğunu sordum. Askerler Emrah’ın genel tavrının ağlamaklı olduğunu, doktorların hastalarla ilgilendiklerini. Emrah'ın anlattığı gibi olayların yaşanmadığını genel ifadelerle söylediler…Yukarıda anlattığım gibi Emrah birliğe geldiği günden itibaren bacağından rahatsızdı. Ben kendisi ile Bölük Komutanı olarak yakinen ilgilenip tedavisi için çalıştım. Olayın yaşandığı Nisan ayında hastaneye gitmeden önceki aksaklığı, olayın yaşandığını söylediği tarihten sonra da aynı şekilde devam ediyordu, hastaneden döndükten sonra önceki durumunda artma ya da azalma görmedim Ancak kendisi sızlanarak ağrılarının daha fazla arttığını söylüyordu....” Revirde görevli tanık Top. Çvş. E.B.nin terhis olduktan sonra 18/9/2013 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinin ilgili kısımları şöyledir: “…askere geldiğinde kendisinde kemik erimesi varmış, ayağını alçıya aldılar, bir hafta sonra ayağındaki alçıyı kendisi yanlış alçıya aldılar diyerek çıkardı. Ancak ağrısı devam ettiği için sık sık revire gidip geliyordu. Şahısta kemik erimesi olduğundan dolayı ayağı diz kapağından dışa doğru dönmekte idi. Ağrıları devam ettiği için revire gidip geliyordu. E. Yüzbaşı revirde görevliydi. Sık sık gelmesinden dolayı müştekiye inanmıyordu. Bir seferinde müştekinin numara yaptığım söyleyerek ayağını düzeltmek için çevirdi. Müştekinin canı yandı. Bunun üzerine E. Yüzbaşı müştekinin ayağını bıraktı. Kendisini revire getirenler alarak götürdüler. Benim olayla ilgili bilgim bundan ibarettir.… E. Yüzbaşı müştekiye hitaben 'Benim yanıma gelenler ya Batman ya Diyarbakır ya da Urfa’dandır, siz Kürtler’den başka hastalanan yok mu?' şeklinde herhangi bir şey söylemedi. Sadece müştekinin sık sık gelmesinden dolayı kendisine inanmadı. Bu çocuk numara yapıyor diye bir kelime kullandı. Bunun dışında herhangi bir hakareti ben duymadım.” Revirde görevli tanık Top. Çvş. Ç.K. terhis olduktan sonra 9/10/2013 tarihinde polis merkezinde verdiği ifadesinde; başvurucuyu sağlık sorunları yüzünden revire götürdüğünü, Tbp. Yzb. E.E.nin başvurucuyu hastaneye sevk ettiğini, hastanede MR çektirdikten sonra revire döndüklerini, başvurucunun sağ bacağının yana açık vaziyette durduğunu, Yzb. E.E.nin başvurucunun bacağını iki bacağı ile kıstırarak çevirip düzleştirdiğini, yüzbaşının o esnada ırkçı bir söz söylemediğini belirtmiştir. Revirde görevli tanık H.A.nın 18/12/2013 tarihinde Askerî Savcılıkta verdiği ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:“… Ben Şubat 2013 tarihinden beri 59’uncu Topçu Eğitim Tugay Komutanlığı Revirinde acil sorumlusu olarak görevliyim. Nisan ayında revir tabibi H.K. izinli olduğu dönemde kısa bir süreliğine Tbp. Yzb. E.E. revir tabibi olarak görev yaptı. Bu dönemde çok sık hasta gidip geldi. Ben anormal bir durum yaşandığına şahit olmadım. Emrah KAPLAN çok sık rahatsızlanan ve revire uğrayan bir arkadaştı. Zaman zaman eğitim alanında bayılıp ambulans istediği de olmuştur. Bu sebeple ben kendisini tanırım. Ancak E.E.nin yukarıda anlattığım geçici görev yaptığı dönemde, Emrah KAPLAN'ın revire gelip gelmediğini hatırlamıyorum. Dolayısıyla bana anlattığınız Emrah KAPLAN’ın iddia ettiği hususların yaşanıp yaşanmadığı konusunda bilgim yoktur, hatırlamıyorum.” Savunmalar Şüpheli E.E.nin Askerî Savcılıktaki 18/12/2013 tarihli savunmasının ilgili yerleri şöyledir:“Olay tarihinde Erzincan 3'üncü Ordu Karargah Destek Grup Komutanlığı emrinde görev yapmakta idim. 59’uncu Topçu Eğitim Tugay Komutanlığı revir tabibi H.K. istirahatli olduğu için 8-9-10 Nisan 2013 tarihlerinde üç gün süreyle geçici olarak 59’uncu Topçu Eğitim Tugay Komutanlığı revirinde görevlendirildim. Günlük ortalama 200 hastaya bakıyordum, üç gün sonunda 565 hastaya baktığımı tespit ettim. Hakkımda açılan soruşturmadan sonra yaptığım araştırmaya göre müştekinin 10 Nisan 2013 tarihinde revire başvurduğunu tespit ettim. Ben 2013 tarihinde öğle arasında dinlenme odasında istirahatli olduğum sırada revirde görevli askerlerden biri gelerek bacağından rahatsız bir asker olduğunu, daha önce de müteaddit defalar geldiğini, yine dizinden şikayetle revirde olduğunu söylediler. Ben askerlere Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ortopedi servisine sevk için yazı hazırlamalarını söyledim, sonrasında yazıyı onaylayarak sevk ettim, sevk yazısını onaylatan revirci askere hastanın hastane dönüşü bana uğramasını ve neticeyi bildirmesini iletmesini söyledim. Aynı gün öğleden sonra tam olarak hatırlamadığım bir saatte müşteki Emrah KAPLAN yanında revirci askerlerle revire geldi. Ortopedi kliniğinde kendisine herhangi bir işlem yapılmadığını, ağrı kesici iğne yapıp gönderdiklerini söyledi. Bu sırada ayakta duruyordu ve sağ bacağı kalçadan doksan derece dışa dönük vaziyetteydi. Ben ayağa kalkarak müştekinin yanına gittim, kendisiyle ilk defa karşılaştığım için muayene maksatlı koltuk altlarından iki elimle tutarak tarttım, dönük olan bacağını da iki ayağımın arasına alarak ve dizlerimle de destekleyerek yavaşça düz konuma getirdim. Buradaki amacım eklemlerde herhangi bir sorun olup olmadığını kontrol etmekti, yani muayene maksatlıydı. Benim bu şekilde müdahalemin nedeni mesleki tecrübeme dayanarak dizinde problemi olan bir hastanın bacağının müştekide durduğu şekilde dönmeyeceğini düşünmemdir. Bu sırada revirciler müştekinin MR’ının çekileceğini söylediler, ben de MR çekilince ortaya çıkar o zaman" dedim ve yerime oturdum. Sonrasında revirci askerlerin de yardımıyla yürüyerek ayrıldı. Ben tedavi maksatlı Emrah KAPLAN’ın bacağını düzleştirdiğimde kendisinin bağırdığını, düştüğünü hatırlamıyorum. Böyle bir olay yaşansaydı da tabip olarak zaten müdahale ederdim.Müşteki Emrah KAPLAN’a hangi memleketli olduğunu sormadım, muayenesi sırasında nereli olduğunu da bilmiyordum. Dolayısıyla şikayet dilekçesinde geçen ifadeleri de hiçbir şekilde kullanmadım.Şunu da belirtmek isterim ki; bacak eklem yapısında diz eklemi bacağın dönme hareketine katılmaz. En fazla beş derece dönüşe izin verir, doksan derecelik dönüş kalça hareketiyle olur. Ben müştekiyi gördüğümde bacağı doksan derece dışa dönüktü. Ortopediye gönderdiğimde ilgilenmediğini söyledi, o kadar ciddi bir rahatsızlığı olsa ilgilenirdi diye düşündüm. Askerler de aynı rahatsızlıktan defaatle revire ve hastaneye geldiğini söylemişlerdi. Tüm bunları birleştirince ben Emrah KAPLAN’ın durumunu abarttığını, ajite etmeye çalıştığını düşündüm.Ben pratisyen hekimim. Bu donanımımla müştekiye müdahale ettim. Ortopedi üzerine özel bir eğitim almadım, ancak meslek hayatım ve genel tecrübeme dayanarak herhangi bir eklem sorunu olup olmadığını anlamak için muayene amaçlı müştekiye müdahale ettim.Ben müştekinin tüm hastane ve revir kayıtlarının elde edilmesini, ortopedi ve radyoloji konusunda uzman birer kişinin bilirkişi olarak dinlenmesini, bilirkişiye özellikle yaptığım hareketin çapraz bağı koparmaya veya buradaki rahatsızlığı artıracak bir niteliğe sahip olup olmadığını, müştekinin olaydan bir gün sonra çektirdiği MR incelenerek bu MR’da yeni tarihli bir bulgu olup olmadığını, ön çapraz bağ rüptürünün akut olup olmadığının sorulmasını talep ediyorum. Ayrıca müştekiye de eğer rahatsızlığı benim hareketim sonucu meydana gelmişse daha önce hangi sebeplerle revire ve hastaneye başvurduğunun, dizindeki rahatsızlığının benim hareketimden ileri gelmişse daha önce dizindeki hangi rahatsızlık sebebiyle hastaneye başvurduğunun, daha önce hangi sağlık güvencesinden faydalandığının, diziyle ilgili askerlikten önce herhangi bir sağlık kurumuna başvurup başvurmadığının sorulmasını talep ediyorum. Bunu sormadaki amacım ben kendisinin daha önce sağlık güvencesi olmadığı için ameliyat olamadığını, askere geldikten sonra TSK’nın sunduğu sağlık güvencesinden faydalanarak ameliyat olduğunu, bunu elde ettikten sonra da kendisini mağdurmuş gibi gösterip çıkar sağlamaya çalıştığını ortaya koymaktır. Ameliyat sonrası bahsettiği rahatsızlıklar (bacağın incelmesi vb.) yapılan tedavinin doğal sonuçlarıdır, benim eylemim neticesinde meydana gelmesi mümkün değildir. Bu rahatsızlık devam eden tedavi sürecinde fizik tedaviyi de gerektirir. Şu anda istirahatte olmasının sebebi bu tedavi sürecidir.…”E. Bilirkişi Raporları Askerî Savcılık dosyada mevcut olan, mağdura ait, olay tarihi olan 10/4/2013'ten önceki ve sonraki döneme ilişkin rapor ve kayıtlar tetkik edilerek;- Olaydan önceki rahatsızlığın ne olduğu,- Olaydan sonra gösterdiği değişimin yönü,-Menfi bir değişim varsa şüphelinin eylemiyle bağlantısı,- Şüphelinin eyleminin mağdura acı verecek ve/veya mağdurun rahatsızlığınıolumsuz yönde etkileyecek bir niteliğe sahip olup olmadığı, - Bu nitelikteyse -ihtisas durumu da gözönünde tutularak- şüphelinin bu sonucu öngörüp öngöremeyeceği hususlarında görüş bildirmesi için Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr. A.Ö. ve Radyoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. E.K.den bilirkişi raporu aldırmıştır. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr. A.Ö.nün 13/2/2014 tarihli raporunun ilgili kısımları şöyledir:“Soruşturma dosyası incelendiğinde Emrah Kaplan isimli askerin 02/03/2013 tarihinde askerliğe başlayış yaptığı, 02/03/2013 tarihinde düşme nedeniyle Mcngücek Gazi E. A. Hastanesi acil servisine başvurduğu, daha sonra 08/03/2013 tarihinde acil servise başvurduğu, dizinde “Diz bağlarının parçalanması” ön tanısıyla uzun bacak alçı atel yapıldığı tespit edilmiştir. Ardından Ortopedi polikliniğine konsültasyon istenilmiş, aynı gün içerisinde 1306 protokol numarası ile [Dr. N.K.] tarafından muayenesi yapılmış, “Sağ diz femurda OCD” tanısıyla MR istenilmiş, uzun bacak alçı atel yapılmış, 10 gün istirahat sonunda kontrolü önerilmiştir.Emrah Kaplan'ın 18/04/2013 tarihli ifadesinde belirttiği üzere alçı atelini (Sağlık safahatı" isimli belgede, 12/03/2013 tarihinde) kendisinin çıkarttığı, tedavi sürecini aksattığı görülmüştür. Ayrıca ifadesinde belirttiği “kemik erimesi” rahatsızlığı ile herkesçe bilinen “osteoporoz” rahatsızlığını kastetmediği düşünülmektedir. Çünkü osteoporoz (kemik erimesi) rahatsızlığı eklemde ağrı yapan bir hastalık değildir. Ayrıca genç yaşta görülmesi için bir metabolik hastalık veya genetik bir rahatsızlık bulunması gereklidir. Bu nedenlerle ve ifade tutanaklarından edinilen bilgiden anlaşıldığı üzere dizinde rahatsızlığı askere gelmeden önce mevcut olduğu anlaşılmaktadır…Emrah Kaplan'ın daha önce dizinden geçirmiş olduğu bir yaralanma ve buna bağlı kemikle ilgili bir rahatsızlığı olabileceği yönünde şüphe uyandırmaktadır.…Olaydan önce hastanın dizinde “OsteokondritisDissekans” (OCD) isimli eklem içi kemik ve kıkırdağın kırığının olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca olaydan önce acil serviste muayenesi yapılan hasta için “dizin bağlarının parçalanması” ön tanısı girilmiştir. Hastanın acil servise başvurusuna neden olan travma ile bu bağ yaralanmasının oluşması ihtimali düşük olup yine yüksek enerjili bir travma ile oluşmuş olma ihtimali yüksektir. Dolayısıyla bir travma esnasında OCD ve ÖÇB kopmasının birlikte oluşmuş olma olasılığı yüksektir.Şikayete söz konusu olaydan önce; hastaya Mengücek Gazi E. A. Hastanesinde yapılan muayene ve tetkiklerde hem OCD hem de ÖÇB kopması tanıları konulduğu anlaşılmakta olup hastanın rahatsızlığının olaydan önce var olduğu anlaşılmaktadır.ÖÇB kopması olan hastalarda “dizde dönme, boşalma hissi” sık karşılaşılan bir şikayettir. Ancak ifadelerde belirtildiği şekilde ayağın dışa doğru dönük durması, hastanın daha önceki muayenelerde “dizinde dönme oluyor mu? boşalma oluyor mu? ” soruları ile karşılaşmasından yola çıkarak bacağını dışa doğru “kalçadan çevirerek” döndürmesi ve “dizinin döndüğünü ifade etmesi" şeklinde konuşması, kişinin hastalığı konusunda dürüst davranmadığı, konversif şekilde davrandığını düşündürmektedir.Ortopedi ve travmotoloji uzmanlık dalında hastanın yakınması genellikle “ağrı”dır. Hastanın muayenesi yapılırken, teşhis amaçlı hastanın özellikle ağrı duyması sağlanır. Kontrollü şekilde, bazı manevralar yapılarak, hangi manevra esnasında nerede ağrı duyduğundan yola çıkılarak hastanın gerekli tetkikleri istenilir, teşhisi konulur ve tedavisi planlanır. Bu nedenle ortopedik yakınması olan hastanın muayenesi esnasında kısa süreli bir ağrı duyması hemen her hastada oluşabilen, teşhis için gerekli olan ve istenilen bir durumdur.Olay esnasında, şüphelinin beyanına göre “muayene amaçlı” Emrah Kaplan’ın bacağını düzeltmesi manevrasının, “hastalığında ilerlemeye yol açacak” bir travma olmadığı düşünülmüştür. ÖÇB kopması ile dizde bu şekilde bir dönme olmayacağı, bacağın bu şekilde durmasının bir hastalık düşünülecek olur ise; "bel veya kalça kaynaklı bir hastalık olabileceği” veya “konversiyon, ajitasvon” nedeniyle olabileceği düşünülmüştür. Bu manevra ile hastaya “dizinin dönmediğini, kalçasından çevirdiğini, ÖÇB kopması ile dizin bu şekilde dönmeyeceğini” göstermek maksatlı bir hareket olduğu düşünülmüştür.Bu hareket esnasında iddia edildiği gibi “hastalığında ilerlemeye yol açacak” bir travma oluşturulması söz konusu değildir.Şüpheli [E.E.nin] ihtisası göz önüne alınarak, yapılan bu hareket esnasında bir ağrı oluşacağı konusunda yeterli bilgiye sahip olamayabileceği, bu sonucu öngöremeyeceği düşünülmüştür.… Epikriz evrakı incelendiğinde olaydan önceki yaralanmasına göre olaydan sonra, olaya bağlı bir kötüye gidiş olmadığı, ancak hastalığın doğal süreci sonucunda kötüye gidiş olabileceği düşünülmektedir.sonuç olarak; olaydan önce Emrah KAPLAN’da femurda OCD ve dizde ÖÇB rüptürü rahatsızlıklarının bulunduğu, şikayete söz konusu olay ile o anlık bir ağrı oluşmuş olabileceği, ancak bu ağrının pratisyen doktor tarafından öngörülemez olduğu, ifadelerde tarif edilen manevra ile kişinin mevcut rahatsızlığının daha kötüye gitmesine sebep olmayacağı düşünülmüştür." Radyoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. E.K. şunları dile getirmiştir:“…Şikayete söz konusu olaydan önce; hastaya Mengücek Gazi E. A. Hastanesinde yapılan muayene ve tetkiklerde hem OCD hem de ÖÇB kopması tanıları konulduğu anlaşılmakta olup hastanın rahatsızlığının olaydan önce var olduğu anlaşılmaktadır.Ayağın dışa doğru dönük olması ÖÇB rüptürü olan hastalarda görünen bir bulgu değildir. Bacağın dizden dışarı dönmesini engelleyecek başka bağlar bulunmakta olup 2013 tarihli MR raporunda ÖÇB dışındaki bu bağların sağlam olduğu belirtilmektedir.Olay esnasında, şüphelinin beyanına göre “muayene amaçlı" Emrah Kaplan’ın bacağını düzeltmesi manevrasının, “hastalığında ilerlemeye yol açacak" bir travma olup olmadığının objektif olarak anlaşılması, ancak davaya konu olan müdahaleden önce çekilmiş diz eklemi MR ile müdahale sonrası çekilen diz eklemi MR filmlerinin kıyaslanması ile mümkündür. Müdahale öncesinde diz eklemi MR çekilmemesi ve olay sonrası çekilen MR filmlerinin bulunmaması objektif değerlendirme olanağını ortadan kaldırmaktadır. Ancak ifadelerde tarif edilen manevra ile kişinin mevcut rahatsızlığının daha kötüye gitmesine sebep olma ihtimalinin yok denecek kadar düşük olacağı düşünülmektedir.…” F. Soruşturma Sonucunda Verilen Karar Söz konusu olaya ilişkin Erzincan Kara Kuvvetleri Komutanlığı 3'üncü Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığınca yapılan soruşturma 3/4/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Kararın önemli kısımları şöyledir:“…Özetlenen tanık beyanları ve dosyada mevcut diğer belgelerden; mağdur Emrah KAPLAN’ın askere gelmeden önce de bacağında rahatsızlığının bulunduğu; askerlik hizmeti sırasında düşmesi sonucunda Erzincan Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılarak muayene ve tedavisinin yapıldığı, sonraki süreçte hastane ve revir takipleri yapılarak ilaç tedavisi uygulandığı, devam eden rahatsızlığı sebebiyle 2013 tarihinde Erzincan 59’uncu Topçu Eğitim Tugay Komutanlığı revirine başvuran mağdurun buradan, o dönemde geçici olarak görevli şüpheli (Em) Tbp. Yzb. [E.E.] tarafından Erzincan Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ortopedi servisine sevkinin yapıldığı, buradan dönüşte tekrar revire gelen mağdurun, bacağını 90 derece açık vaziyette tuttuğunu görmesi üzerine şüpheliye muayene maksatlı olarak müdahale edip, koltuk altlarından mağduru tartarak iki dizinin arasına alıp mağdurun dönük olan bacağını düzelttiği, bu manevra sırasında şüphelinin canının yandığı, bu olayı döndüğünde bölük komutanına anlatan mağdurun iddialarının bölük komutanı tarafından şifahi olarak araştırıldığı ve bir üst komutana haber verildiği, sonraki süreçte tekrar hastaneye başvuran mağdurun ameliyat olmasına karar verildiği maddi vakıa olarak anlaşılmıştır.…Maddi vakıa bilirkişi raporları doğrultusunda değerlendirildiğinde; öncelikle şüphelinin mağdura muayene maksatlı olarak müdahale ettiği, söz konusu müdahalenin bilirkişi mütalaalarından da anlaşılacağı üzere mağdurda olaydan önce var olan rahatsızlığa artıracak, ilerlemesine neden olacak bir niteliğe sahip olmadığı, somut olarak da böyle bir neticeye vücut vermediği, şüphelinin ihtisası göz önünde tutulduğunda mağdurun acı çekeceğini ön göremeyeceği, kaldı ki rahatsızlığın doğası gereği yakınmanın ağrı şeklinde olduğu ve teşhis için bu tür hastalara kontrollü olarak ağrı duymasının sağlanması gerektiği hususları göz önünde tutulduğunda şüphelinin olayda asta müessir fiil kastıyla hareket etmediğinin açıkça anlaşıldığı, dolayısıyla müsnet Asta Müessir Fiil suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.…” Anılan karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Elazığ Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 14/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. 17/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilen karara karşı 9/7/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/5/1930 tarihli 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun maddesi şu şekildedir:“Maduna müessir fiiller yapanların cezasıMadde 117 - Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur." 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“YoklamaMadde 14 – (Değişik: 22/5/2012 - 6318/4 md.)Yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi işlemine yoklama denir.…Yükümlülerin sağlık muayeneleri Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık yeteneğine ilişkin yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre yapılır…” 24/11/1986 tarihli ve 19291 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili bölümleri ile maddesi şöyledir:“İlk Sağlık Muayenesi Madde 5 - Yükümlülerin ilk sağlık muayeneleri Askerlik Kanunu gereğince son yoklama sırasında askerlik şubelerinde toplanan askerlik meclisindeki iki tabip (birisi sivil olabilir) tarafından aşağıdaki şekilde yapılır. 1) (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.) Ruh ve beden durumları ile iç organları dikkatle gözden geçirilir, nabız sayılır, kan basıncı ölçülür, çıplak olarak belirlenen boy ve kilolar tespit edilir. Soluk alma ve vermedeki göğüs genişlikleri ve muayene sonunda bulunan hastalık ve arızalar kaydedilir. Yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızası olup olmadığına ilişkin ve muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınması bulunup bulunmadığına ilişkin ekte yer alan Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formuna uygun yazılı beyanı alınır. Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızasına ilişkin elinde mevcut bulunan tıbbi belgelerin birer örnekleri de alınarak yükümlünün beyanı ile birlikte askerlik şubesinde muhafaza edilir. …3) (Ek: 16/6/2008-2008/13831 K.) Yükümlü tarafından beyan edilmeyen ya da fizik muayene sırasında belirti ve bulgusuna rastlanamayan çeşitli hastalık ve arızaların ortaya konması veya taranması için laboratuar veya görüntüleme tetkiki gibi ileri tetkikler yapılması gerekmez. Yükümlülerin bu şekilde gerçekleştirilen sağlık muayenelerinde askerliğe elverişli bulunmaları, kendilerinin muayene tarihinde tam sağlıklı olduklarını göstermez ve silâh altına alındıktan sonra saptanan hastalık ve arızalarının askerlik sırasında ortaya çıktığının kanıtı veya karinesini tek başına oluşturmaz. …Gruplandırma Madde 6 – (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.) Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır. 1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir. 2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ile konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) uygulaması Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018,§§ 30-39) kararında açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11469 | Başvuru, askerlik vazifesi sırasında asta müessir fiil iddiasına ilişkin olarak yapılan soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, millîleştirme belgesi temin edilemediği gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Türkiye Cumhuriyeti ile Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti arasında 5/1/1950 tarihinde Yugoslavya'daki Türk Emlak ve Menfaatlerinin Tazminine Müteaalik Protokol;13/7/1956 tarihinde de Yugoslavya'da Devletleştirilen Türk Mal, Hak ve Menfaatlerinin Tazminine Müteallik Anlaşma imzalanmıştır. Bu protokoller uyarınca Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetince ödenecek tazminatın dağıtımına ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi amacıyla 17/3/1969 tarihli ve 1135 sayılı Türk Vatandaşlarına Ait Olup Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetince Millileştirilmiş Bulunan Mal, Hak ve Menfaatlerin Tasfiyesi Hakkında Kanun kabul edilmiş ve bu Kanun 29/3/1969 tarihli ve 13161 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun'un maddesinde bu Kanun'un amacının Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti tarafından 5/12/1946 ve 28/4/1948 tarihlerinde yapılan millîleştirme ve sair tedbirler dolayısıyla mal, hak ve menfaatlerine el konulan Türk vatandaşlarına tazminat ödenmesine yönelik olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun murisi Emrullah Çetindağ, Türkiye Cumhuriyeti ile Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti arasında imzalanan ilk protokolden sonra 13/2/1950 tarihinde millîleştirilen mallarının tarafına iadesi istemiyle başvuruda bulunmuştur. Takdir ve Tevzi Komisyonu (Komisyon) eksik belgelerin tamamlanması gerektiği gerekçesiyle 24/10/1963 tarihli bir yazı göndermiş ancak murisin vefatı nedeniyle tebligat iade edilmiştir. Komisyon, bu kez eksik belgelerin tamamlanması amacıyla mirasçılara tebligat çıkarmış ve mirasçıların söz konusu yazıdaki eksik hususları yerine getirmedikleri gerekçesiyle 23/11/1979 tarihinde tazminat talep hakkının düşmesine ve dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermiştir.B. Başvuruya Konu Yargılama Süreci 16/7/2004 tarihli ve 5228 sayılı Kanun'un maddesiyle 1135 sayılı Kanun'a geçici madde eklenmiştir. Getirilen bu yasal düzenlemeyle, dosyaları kapatılmış olanlar dâhil eksik belgesi olan başvuru sahiplerine Komisyon tarafından bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren mallarını araştırmaya yönelik bir yıllık yeni bir süre verilmesi öngörülmüştür. Başvurucu, Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti tarafından devletleştirilerek bedelleri Türkiye Cumhuriyeti Devletine gönderilen mal, hak ve menfaatlerden murisine ait olanların tazminat bedellerinden hissesine düşen miktarın tazminat olarak ödenmesi istemiyle 15/7/2008 tarihinde Maliye Bakanlığına başvurmuştur. Maliye Bakanlığı 25/7/2008 tarihli cevap yazısında, 1135 sayılı Kanun'un maddesine 1988 sayılı Kanun ile eklenen (e) fıkrası gereğince başvuru süresinin 30/11/1976 tarihinde sona erdiğini ve bu tarih itibarıyla ilgililer adına Komisyon tarafından açılmış bir dosyanın olmadığını, bu nedenle Komisyonca yapılacak bir işlem bulunmadığını belirtmiştir. Bunun üzerine murisinin süresi içinde gerekli başvuruları yaptığını ve bu konuda 1187 numaralı dosyanın açıldığını ileri süren başvurucu, işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 28/5/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; 1135 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen yasal süre içinde belgelerin Komisyona ibraz edilmediği, Komisyonun ret kararının itiraz edilmeksizin kesinleştiği, başvuru için belirlenen hak düşürücü sürenin de dolmuş olduğu, bu nedenle başvurunun reddi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 31/5/2012 tarihinde kararı bozmuştur. Kararın gerekçesinde; başvurucunun hakkının 23/11/1979 tarihli Komisyon kararı üzerine düştüğü ve bu kararın da kesinleşmiş olduğu sabit ise de 1135 sayılı Kanun'a eklenen ve 31/7/2004 tarihinde yürürlüğe giren geçici madde hükmüyle dosyaları kapatılmış olanlar dâhil eksik belgesi olan başvuru sahiplerine yeni bir süre tanındığı ifade edilmiştir. Buna göre anılan madde uyarınca tazminat talep etme hakkı yeniden doğan başvurucuya Komisyon tarafından yapılacak tebligatla bir yıllık belge tamamlama süresi verilmesi gerekirken bu sürenin hukuka aykırı olarak verilmediği ve hukuka aykırı işlemin sorumluluğunun başvurucuya yüklenemeyeceği belirtilmiştir. Diğer taraftan anılan geçici madde ile tanınan bir yıllık süreden -31/7/2005 tarihinden- sonra 2008 yılında başvuran başvurucunun hak sahibi olup olmadığının mevcut belgelerle incelenmesi, ihtiyaç hâlinde ek belge istenmesi gerekirken başvurunun incelenmeksizin reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı vurgulanmıştır. Bakanlığın kararın düzeltilmesi istemi de Danıştay tarafından 22/5/2014 tarihinde reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Ankara İdare Mahkemesi 2/10/2014 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Danıştay Onuncu Dairesince 29/4/2015 tarihinde karar onanmış, karar düzeltme istemi de 13/4/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, mahkemenin işlemin iptaline yönelik kararı üzerine 8/1/2015 tarihinde miras payına düşen tazminatın ödenmesi istemiyle tekrar Maliye Bakanlığına başvurmuştur. Bu başvuru üzerine Komisyon 10/2/2015 tarihinde millileştirme belgesinin ibraz edilmesi için başvurucuya bir yıllık süre verilmesine karar vermiştir. Bu karar 27/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/6/2015 tarihinde tekrar Maliye Bakanlığına başvurmuş ve Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti'nin fiilen ve hukuken sona erdiğini, millîleştirme belgesini almasının imkânsız olduğunu vurgulamıştır. Bu dilekçeye cevaben Maliye Bakanlığı, Komisyon kararıyla başvurucuya 27/2/2016 tarihine kadar bir yıllık belge tamamlama süresi verildiğini tekrar etmiştir. Bunun üzerine 26/10/2015 tarihinde tekrar Maliye Bakanlığına başvuran başvurucu; millîleştirme belgesinin niteliğini, dilini, içeriğini ve belgeyi tanzim edecek makamı gösteren bir dokümanın tarafına gönderilmesini talep etmiştir. Maliye Bakanlığının 17/11/2015 tarihli cevap yazısında, dosyalarda mevcut olan millîleştirme belgelerinin şahsi bilgiler içermesi nedeniyle örnek olarak verilemeyeceği belirtilmiştir. Diğer taraftan millîleştirme belgesinde taşınır ve taşınmaz malların liste ve değeri, millîleştirme karar tarihi ve sayısının bulunması ve bu hususların Dışişleri Bakanlığı ya da ilgili Başkonsolosluk tarafından belirtilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 25/11/2015 tarihinde millîleştirme belgesini temin etmek amacıyla Dışişleri Bakanlığına başvurmuştur. Dışişleri Bakanlığının 7/12/2015 ve 11/2/2016 tarihli cevap yazılarında; başvurucunun posta yoluyla ulaştırdığı belgelerin tercümesine rastlanmadığı, belgelerin yeminli tercümana tercüme ettirilerek gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu; en son tarafına verilen bir yıllık sürenin dolmak üzere olduğu, bu süre içinde istenen bilgi ve belgeleri temin etmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle süre uzatımı talebiyle 10/2/2016 tarihinde Bakanlığa başvurmuştur. Komisyon 3/3/2016 tarihinde almış olduğu kararla, bir yıllık belge tamamlama süresinin 27/2/2016 tarihinde sona erdiği, 1135 sayılı Kanun ve uygulama yönetmeliğinde ek süre verilmesine yönelik bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Bu karar, Maliye Bakanlığı tarafından 8/3/2016 tarihli yazıyla başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ek süre verilmemesi ve tazminat ödenmesi isteminin reddine yönelik kararın iptali istemiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 25/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Ankara İdare Mahkemesinin 2/10/2014 tarihli idari işlemin iptali kararına istinaden 1135 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca başvurucuya millîleştirme belgesi verilmesi için tanınan bir yıllık süre içinde söz konusu belgenin ibraz edilemediği vurgulanmıştır. Diğer taraftan anılan Kanun ile tanınan bir yıllık sürenin uzatılmasını öngören bir düzenlemenin mevzuatta yer almadığı, bu sürenin hak düşürücü bir süre olduğu da dikkate alındığında tazminat talebinin reddi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu; murisine ait malların Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti tarafından millîleştirildiğini ve buna ilişkin tazminatın da Türkiye Cumhuriyeti'ne ödendiğini, Mahkemenin eksik incelemeyle hatalı karar verdiğini belirterek kararın kaldırılması istemiyle istinaf yasa yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 18/10/2017 tarihinde başvurucunun istinaf isteminin reddi ile kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 17/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 5/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1135 sayılı Kanun'un ''Genel hükümler'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti tarafından mal, hak ve menfaatleri devletleştirilen ve diğer tahdidi tedbirlere tabi tutulan Türk vatandaşlarının alacaklarına karşılık alınan tazminat; bu kanunda yazılı esaslar dahilinde tespit ve takdir olunarak hak sahiplerine ödenir. '' 1135 sayılı Kanun'un ''Tazminattan istifade edecek olanlar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyeti tarafından 5/12/1946 ve 28/4/1948 tarihlerinde yapılan millileştirme ve sair tedbirler dolayısiyle mal, hak ve menfaatlerine el konulan Türk vatandaşları tazminattan istifade ederler. '' 1135 sayılı Kanun'un ''Tazminattan istifade edemeyecek olanlar'' kenar başlıklı maddesinin (e) fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi izleyen aybaşından başlayarak 6 ay içinde tazminat için başvurmayanlar.'' 1135 sayılı Kanun'un ''Hak sahiplerinin vermekle yükümlü oldukları belgeler'' kenar başlıklı maddesinin (b) fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Mal, hak ve yararlarının millileştirildiğini veya diğer sınırlayıcı tedbirlere bağlandığını, nitelik, tutar ve türünü gösterir Yugoslavya resmi makamlarınca verilmiş ve usulüne göre onanmış belge ve kararların asıl veya örnekleri,...'' 5228 sayılı Kanun'un maddesiyle 1135 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir: “Takdir ve Tevzi Komisyonunca, hak sahibi olduklarını iddia eden şahıslara bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren mallarını araştırmaya yönelik bir yıl süre verilir. Verilen süre içerisinde millileştirme belgelerini komisyona ibraz edemeyenler tazminattan faydalandırılmaz. '' B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamıyla ilgili olarak mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız şekilde özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Van der Mussele/Belçika [GK], B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 48; Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD], (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § Meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti (k.k.), [BD], B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40382 | Başvuru, millîleştirme belgesi temin edilemediği gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, internet haber sitelerinde yayımlanan bir dizi habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlükleri ile etkili başvuru hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2019/3462, 2019/12282, 2019/14680, 2019/24541, 2019/39731, 2020/24330, 2020/24333 ve 2020/27928 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/14884 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/14884 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle her bir başvurudaki olaylar özetle şöyledir:A. 2018/14884 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Başvurucu Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş., Diken (www.diken.com.tr) isimli internet haber sitesinin sahibidir. 2014 yılında yayın hayatına başlayan Diken'de dünyada ve Türkiye'de yaşanan olaylara ilişkin haber ve köşe yazılarına yer verilmektedir. Diken'de 3/3/2018 tarihinde "CHP'nin İstismar Araştırması Teklifine [İ.K.dan] Yanıt: Mümkün Değil" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberde, CHP Milletvekili S.T.nin çocuk istismarı konusunda özel bir araştırma komisyonu kurulması hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına yaptığı başvuru hakkında bilgi verilerek TBMM Başkanlığının milletvekilinin talebinin karşılanmasının mevzuat gereğince mümkün olmadığı yönündeki cevap yazısı aktarılmıştır. TBMM Başkanlığının talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/3/2018 tarihinde aralarında söz konusu haberin de bulunduğu toplam 35 URL adresine, "yazı içeriğinin 5651 sayılı Yasanın maddesi kapsamında talep edenin kişilik haklarını ihlal edici nitelikte olduğu" gerekçesiyle erişimin engellenmesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 26/3/2018 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 18/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. 2019/3462 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Başvurucu Gelenek Basım Yayım ve Ticaret Ltd. Şti.nin sahibi olduğu http://sol.org.tr isimli internet haber sitesinde 26/11/2018 tarihinde, "[] Kolejleriyle İlgili Şikayetler Artıyor Hem Emekçilerin Parası Ödenmiyor Hem Velilerin" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberde; Ö.S.ye ait Kolejlerinde görev yapan öğretmenlerin maaşlarının ödenmediğini, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kendilerine gönderilen eğitim yardım ödeneğine el konulduğunu, iş akdi feshedilenlerin kendilerine kıdem tazminatı ödenmediğini ileri sürdükleri, okuldan çocuklarının kaydını alan velilerin ise ödedikleri ücretlerin iade edilmediğinden şikâyet ettikleri iddia edilmektedir. Anılan kolejin sahibi Ö.S.nin talebi üzerine Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği 6/12/2018 tarihinde söz konusu habere erişimin engellenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Haberlerin kişisel ve tüzel haklarının ihlali niteliğinde olduğu, eleştiri ve kamu oyunu bilgilendirme sınırlarının aşıldığı, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, yazı içeriklerinin görünür gerçekliğe uygun olduğuna dair her hangi bir delil ve emare bulunmadığı, talep edenlerin kurumsal ve kişisel itibarı zedeleyici nitelikte olduğu, 5651 Sayılı Kanunun maddesinde belirtildiği şekilde hak ihlalinin mevcut olduğu kanısına varılmakla erişimin engellenmesine karar verilmiştir." Başvurucunun anılan karara itirazı, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 14/12/2018 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 26/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 25/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2019/12282 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Başvurucu Birgün Yayıncılık ve İletişim Ticaret A.Ş., ulusal ölçekte yayımlanan Halkın Gazetesi Birgün isimli gazetenin sahibidir. Başvurucu aynı zamanda www.birgun.net isimli internet haber sitesi üzerinden de yayın yapmaktadır. 25/11/2018 tarihinde ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde "Hasankeyf Taşıma İhalesi İptal Edildi, Bakanlık Soruşturma Açtı." başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haber Ajansına dayandırılan haberde; ihalenin iptaline ilişkin gelişmeler açıklanarak konu ile ilgili kamu görevlileri Y.H., B.S. ve B.K. hakkında soruşturma başlatıldığı yönündeki iddialara yer verilmiştir. Söz konusu ihaleyle ilgili gelişmeler, başvurucunun sahibi olduğu internet haber sitesinde de 26/11/2018 tarihinde "Taşıma İşi Bitti, İhale İptal Edildi." başlıklı haber ile kamuoyuyla paylaşılmıştır. Taşıma ihalesiyle ilgili olarak haklarında soruşturma açıldığı iddia edilen kamu görevlilerinin talebi üzerine 25/11/2018 tarihinde yayımlanan habere Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/11/2018 tarihli kararıyla erişim engellenmiş ancak bu karara istinaden talebin muhatabı gazete, söz konusu içeriği kendi internet sitesinden kaldırmıştır. Hâkimlik kararına konu içerik bahsi geçen gazetenin internet sitesinden kaldırılmadan önce erişimin engellenmesi talebinde bulunan kamu görevlileri, Erişim Sağlayıcıları Birliğine (ESB) başvurarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararına konu haber ile aynı içerikte olan ve aralarında başvurucunun sahibi olduğu internet haber sitesinde yer alan -yukarıda belirtilen- haberin de bulunduğu 86 URL adresine erişimin engellenmesini talep etmiştir. ESB, 28/12/2018 tarihinde 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un maddesinin (9) numaralı fıkrasına dayanarak talepte bulunulan URL adreslerindeki içerikler kişilik haklarının ihlaline konu yayın ile aynı olduğu gerekçesiyle bu içeriklere de erişimi engellemiştir. Başvurucu, ESB'ye itirazda bulunmuş; 5651 sayılı Kanun'un maddesinin (7) numaralı fıkrası uyarınca erişimin engellenmesi kararına konu içerik yayından kaldırıldığından Hâkimlik kararının hükümsüz kaldığını, bu karara istinaden gerçekleştirilen idari işlemin sebep ve şekil unsuru bakımından hukuka aykırı olduğunu belirtilerek sahibi olduğu internet sitesindeki URL adresine yönelik erişim engelinin kaldırılmasını talep etmiştir. ESB 22/1/2019 tarihli yazısı ile şikâyet konusu URL adresindeki haberin Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararına konu 25/11/2018 tarihli haberin yeniden yayımlanmasından ibaret olduğunu, bu yöndeki tespite ilişkin bir itiraz varsa bu itirazın anılan Hâkimliğe yöneltilmesi gerektiğini belirtilerek başvurucunun talebini reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak ESB tarafından yapılan idari işlemin hem sebep hem şekil unsuru bakımından hukuka aykırı olduğunu nedenleri ile birlikte ayrıntılı olarak açıklamış ve internet sitesi üzerindeki URL adresine yönelik erişim engelinin kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun itiraz sebeplerini yerinde görmeyip Hâkimliklerince verilen kararda değiştirilmesi gereken bir husus bulunmadığından itiraz dilekçesini ve kararına konu dosyayı itiraz incelemesi için Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 4/3/2019 tarihinde başvurucunun itiraz talebini Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/11/2018 tarihli erişim engeli kararının başvurucunun sahibi olduğu internet sitesinde yer alan URL adresine yönelik olmadığı, bu itibarla başvurucunun taraf sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 10/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2019/14680 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Başvurucu Çiğdem Toker Taştan gazeteci olup olayların meydana geldiği tarihte diğer başvurucu Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.nin yayımcısı olduğu, ulusal ölçekte yayın yapan Cumhuriyet gazetesinde çalışmaktadır. Başvurucu Çiğdem Toker Taştan tarafından yazılan "Ferhat Tepe Dosyası Neden Kapandı?" başlıklı köşe yazısı 16/7/2016 tarihinde Cumhuriyet gazetesinin internet sayfasında yayımlanmıştır. Söz konusu köşe yazısında; Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiri olan Ferhat Tepe'nin 1993 yılında kaçırılmasının akabinde ölü bulunduğu, ailenin oğullarının güvenlik güçleri tarafından kaçırılıp öldürüldüğüne dair iddialarının dönemin savcılık makamınca araştırılmadığı, olay tarihinde Tatvan Tugay Komutanı'nın (K.T.) ölen şahsı kaçırdığı iddia edilmiş olmasına rağmen konunun araştırılmadığı ve Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili soruşturma yapılmayarak dosyanın kapatılmış olması nedeniyle Anayasa Mahkemesinin de hak ihlali kararı verdiği, kararın 14/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlandığı belirtilmektedir. Anılan köşe yazısında adı geçenin (K.T.) talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2018 tarihli kararıyla "...yazılı URL internet adreslerinde yayımlanan içeriklerde talep edenin adının kullanılarak kişilik haklarının ihlali sonucuna varılması..." gerekçesiyle aralarında başvurucu tarafından yazılan köşe yazısının yer aldığı URL adresinin de bulunduğu 56 internet adresine erişimin engellenmesine karar verilmiştir. Başvurucuların anılan karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararında isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 9/4/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Anılan karar başvuruculara 11/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.E. 2019/24541 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Başvurucu And Gazetecilik Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş., Gazete Duvar (www.gazeteduvar.com.tr) isimli internet haber sitesinin sahibidir. 2016 yılında yayın hayatına başlayan Gazete Duvar'da; siyaset, ekonomi, sanat, teknoloji ve benzeri alanlarda haber, analiz ve video içerikleri paylaşılmaktadır. Gazete Duvar'da 10/8/2018 tarihinde "[H.B.nin] Başı Neden Belada?" başlıklı bir haber yayımlanmış, bu haber 19/3/2019 tarihinde güncellenmiştir. Söz konusu haberde, olayların meydana geldiği tarihte bir siyasi partinin kurucusu ve genel başkanı olan H.B. ve diğer 11 şüpheli hakkında nitelikli yağma ve açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçlarından Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde açılan dava dosyasından hareketle H.B.nin siyasi geçmişi, siyasi çizgisindeki değişiklikler, sosyal alandaki faaliyetleri ve hakkındaki iddialar haberleştirilmiş; dinî bir cemaat lideri olduğu iddia edilen H.B.nin yargılandığı bu davanın da diğer bazı cemaatlere yapılan operasyonlara benzer nitelikte olup olmadığı irdelenmiştir. Haberde ayrıca müştekilerin duruşmalar esnasında cemaat yapılanması içinde maddi olarak sömürüldüklerini ileri sürdükleri ve davada verilen ara kararıyla H.B.nin mal varlığı üzerine tedbir konularak yurt dışına çıkışına yasak getirildiği aktarılmıştır. H.B.nin talebi üzerine yukarıda bahsi geçen haberin de aralarında bulunduğu 10 içeriğin yer aldığı URL adresine erişim, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/3/2019 tarihli kararı ile "şikayet konusu içeriklerde talep edenin adı kullanılarak şeref ve saygınlığını zedeleyecek, kendisini küçük düşürecek nitelikte sözlerle açıkça kişilik haklarına saldırıldığı" gerekçesiyle engellenmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararında isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 18/6/2019 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 24/6/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 12/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.F. 2019/39731 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden 23/6/2019 tarihli İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesinden önce 14/5/2019 tarihinde ve hâlen İstanbul'da bir ilçede belediye başkanı olan T.G., bir televizyon kanalında katıldığı iftar programında İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olan E.İ. hakkında bazı açıklamalarda bulunmuş; E.İ.nin aslen Trabzonlu olduğuna işaret ederek 31/3/2019 tarihinde yapılan ancak Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde E.İ.nin kazanmasına en çok Yunan medyasının sevindiğini ileri sürmüştür. T.G.ye ait bu açıklamaları gösteren video sosyal medya platformlarında da paylaşılmış, söz konusu ifadeler ile Trabzonlu vatandaşlara Yunan benzetmesi yapıldığı iddia edilmiştir. Bu olayın üzerine başvurucu And Gazetecilik Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin sahibi olduğu internet haber sitesi Gazete Duvar'da 15/5/2019 tarihinde "[K.den] [T.G.ye]: Yunan Olmak da Ayıp Değil, Pontus da..." başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Anılan haberde 14/5/2019 tarihinde T.G. tarafından yapılan açıklamalar aktarılarak bu açıklamalara karşı Trabzonlu sanatçı ve siyasetçiler tarafından paylaşılan sosyal medya içeriklerine yer verilmiştir. Öte yandan T.G., yaptığı açıklamalar üzerine gelen eleştiri ve yorumlara aynı gün cevap vermiş; bu cevap Gazete Duvar'da 15/5/2019 tarihinde "[T.G.]: Ağzımdan Trabzon İle İlgili Bir Kelime Çıkmadı." başlıklı haber ile kamuoyuna duyurulmuştur. T.G.nin talebi üzerine "[K.den] [T.G.ye]: Yunan Olmak da Ayıp Değil, Pontus da..." başlıklı haberin de aralarında bulunduğu 20 içeriğin yer aldığı URL adresine erişim, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/7/2019 tarihli kararı ile "söz konusu linklerde bahsedilen içeriklerin talep edenin kişilik haklarına doğrudan saldırı niteliğinde olduğu" gerekçesiyle engellenmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı 31/10/2019 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Hâkimliğin gerekçesi şöyledir:"Bakırköy Sulh Ceza hakimliğine yapılan erişimin engellenmesi talebi SCH ince kabul edilmiş internet sayfasındaki haberin erişiminin engellenmesine karar verildiği, verilen kararın 02/07/2019 tarihinde Erişim Sağlayıcıları Birliğine gönderildiği, kararın infaz edildiği, dolayısı ile itiraz edenin erişim engellemeye dair haberden müracaattan çok önce bilgi sahibi olduğu, ancak itirazın 16/09/2019 tarihinde yapıldığı, itirazın 7 günlük yasal itiraz süresinden çok sonra yapıldığı görülmüştür." Anılan karar başvurucuya 5/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.G. 2020/24330 ve 2020/24333 Numaralı Bireysel Başvurular Yönünden Başvurucu Şevket Uzun 2015 yılından bu yana tarım, gıda, hayvancılık ve tarımsal ekonomiye ilişkin haber yayımlayan www.tarimdanhaber.com alan adlı internet haber sitesinin imtiyaz sahibidir. Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği (Birlik) Yönetim Kurulunun 5/12/2017 tarihli yazısı ile Birlik genel müdürlüğü görevine F.P.nin atanmasının ardından başvurucunun sahibi olduğu internet haber sitesinde muhtelif tarihlerde söz konusu atamanın hukuki dayanaktan yoksun ve hukuka aykırı olduğunun iddia edildiği haberler yayımlanmıştır. Haberlerde; atama işleminin gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte olan Birlik İnsan Kaynakları Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca özel emeklilik kurumları veya Sosyal Güvenlik Kurumlarından emekli ya da yaşlılık aylığı almaya hak kazananların teşkilatta kadrolu olarak istihdam edilemeyeceğinin belirtildiği, F.P.nin milletvekili emeklisi olmasına karşın atama işleminin gerçekleştiği ifade edilmektedir. Haberlere göre 2019 yılında, bu atama işlemine geçmişe dönük olarak zemin hazırlama maksadı ile bahsi geçen Yönetmelik'e bir cümle eklenmiş ve genel müdür atamaları bakımından bu koşulun aranmayacağı belirtilmiştir. Atama kararının dışındaki haberler ise Birlikte yaşandığı iddia edilen usulsüzlüklere ve yolsuzluk iddialarına ilişkindir. Birlik Genel Müdürlüğünün talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/7/2020 tarihinde konuyla ilgili 86 URL adresine, 14/8/2020 tarihinde ise 89 URL adresine "yayın içeriğinde sarf edilen ifadelerin talep edenin kişilik haklarını ihlal ettiği" gerekçesiyle erişimin engellenmesine karar vermiştir. Hâkimlikçe erişimi engellenen 122 URL adresi başvurucunun sahibi olduğu internet haber sitesinde yayımlanan haberlerin adresidir. Başvurucunun anılan kararlara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararında isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 4/8/2020 ve 19/8/2020 tarihlerinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Anılan kararlar başvurucuya sırasıyla 7/8/2020 ve 20/8/2020 tarihlerinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.H. 2020/27928 Numaralı Bireysel Başvuru Yönünden Başvurucu Arti Media Gmbh, 2017 yılında yayına başlayan Artı Gerçek (www.artigercek.com) isimli internet haber sitesinin sahibidir. Artı Gerçek'te, Türkiye'den ve dünyadan haberlere yer verilmekte ve köşe yazıları yayımlanmaktadır. Anılan haber sitesinde 9/4/2020 tarihinde "Gıda Sahtekarlığından 15 Kez Ceza Alan Kişi Tarım Kredi Marketler'e Genel Müdür Olarak Atandı" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin haberinin kaynak olarak gösterildiği başvuru konusu haberde Y.B.nin Tarım Kredi Marketlerin bağlı olduğu Tarım Kredi Birlik A.Ş.ye vekâleten genel müdür olarak atandığı, bununla birlikte Y.B.nin kurucu ortağı olduğu üç firmaya hileli gıda üretiminden dolayı Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından defalarca ceza kesilmesine rağmen bu firmaların hileli gıda üretmeye devam ettiği, atama işleminin Birlik Genel Müdürlüğü tarafından fakat Tarım ve Orman Bakanının haberi olmadan yapıldığı, nitekim atama kararının Sermaye Piyasası Kuruluna (SPK) bildirilmiş olmasına rağmen şirketin internet sayfasında genel müdür olarak hâlâ (Y.B.nin) selefinin göründüğü iddia edilmektedir. Tarım Kredi Birlik A.Ş.nin talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 4/5/2020 tarihinde konuyla ilgili 55 URL adresine "yayın içeriğinde sarf edilen ifadelerin talep edenin kişilik haklarını ihlal ettiği" gerekçesiyle erişimin engellenmesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin erişimin engellenmesi kararında isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 4/8/2020 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 7/8/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5651 sayılı Kanun'un "İçeriğin Yayından Çıkarılması ve Erişimin Engellenmesi" başlıklı maddesinin 29/7/2020 tarihli ve 7253 sayılı Kanun'un maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:"(1) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşlar, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de isteyebilir.(2) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer sağlayıcısı tarafından en geç yirmi dört saat içinde cevaplandırılır.(3) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hâkim bu maddede belirtilen kapsamda erişimin engellenmesine karar verebilir.(4) Hâkim, bu madde kapsamında vereceği erişimin engellenmesi kararlarını esas olarak, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verir. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemez. Ancak, hâkim URL adresi belirtilerek içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlalin engellenemeyeceğine kanaat getirmesi hâlinde, gerekçesini de belirtmek kaydıyla, internet sitesindeki tüm yayına yönelik olarak erişimin engellenmesine de karar verebilir.(5) Hâkimin bu madde kapsamında verdiği erişimin engellenmesi kararları doğrudan Birliğe gönderilir.(6) Hâkim bu madde kapsamında yapılan başvuruyu en geç yirmi dört saat içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.(7) Erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış olması durumunda hâkim kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.(8) Birlik tarafından erişim sağlayıcıya gönderilen içeriğe erişimin engellenmesi kararının gereği derhâl, en geç dört saat içinde erişim sağlayıcı tarafından yerine getirilir.(9) Bu madde kapsamında hâkimin verdiği erişimin engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının (...) başka internet adreslerinde de yayınlanması durumunda ilgili kişi tarafından Birliğe müracaat edilmesi hâlinde mevcut karar bu adresler için de uygulanır.(10) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, beş yüz günden üç bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır." 5651 sayılı Kanun'un maddesinde 7253 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikler şöyledir: "5651 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'içeriğe erişimin engellenmesini' ibaresi 'içeriğin çıkarılmasını ve/veya erişimin engellenmesini' şeklinde, üçüncü fıkrasında yer alan 'erişimin engellenmesine' ibaresi 'içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine' şeklinde, beşinci fıkrasında yer alan 'erişimin engellenmesi' ibaresi 'içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi' şeklinde, sekizinci fıkrası aşağıdaki şekilde ve dokuzuncu fıkrasında yer alan 'erişimin engellenmesi' ibaresi 'içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi' şeklinde değiştirilmiş, maddeye dokuzuncu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki onuncu fıkra eklenmiş, mevcut onuncu fıkra buna göre teselsül ettirilmiş ve aynı fıkrada yer alan 'sorumlu kişi' ibaresi 'içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları' şeklinde değiştirilmiştir.'(8) Birlik tarafından ilgili içerik ve yer sağlayıcılar ile erişim sağlayıcıya gönderilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereği derhâl, en geç dört saat içinde ilgili içerik ve yer sağlayıcılar ile erişim sağlayıcı tarafından yerine getirilir.''(10) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talep etmesi durumunda hâkim tarafından, başvuranın adının bu madde kapsamındaki karara konu internet adresleri ile ilişkilendirilmemesine karar verilebilir. Kararda, Birlik tarafından hangi arama motorlarına bildirim yapılacağı gösterilir.'" İçtüzük'ün “Pilot karar usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Bölümler, bir başvurunun yapısal bir sorundan kaynaklandığını ve bu sorunun başka başvurulara da yol açtığını tespit etmeleri ya da bu durumun yeni başvurulara yol açacağını öngörmeleri hâlinde, pilot karar usulünü uygulayabilirler. Bu usulde, konuya ilişkin Bölüm tarafından pilot bir karar verilir. Benzer nitelikteki başvurular idari mercilerce bu ilkeler çerçevesinde çözümlenir; çözümlenmediği takdirde Mahkeme tarafından topluca görülerek karara bağlanır.(2) Bölüm, pilot karar usulünü resen, Adalet Bakanlığının ya da başvurucunun istemi üzerine başlatabilir.(3) Pilot karar uygulaması için seçilen başvuru, gündemin öncelikli işleri arasında sayılır.(4) Bölüm pilot kararında, tespit ettiği yapısal sorunu ve bunun çözümü için alınması gereken tedbirleri belirtir.(5) Bölüm pilot kararla birlikte, bu karara konu yapısal soruna ilişkin benzer başvuruların incelenmesini erteleyebilir. İlgililer erteleme kararı hakkında bilgilendirilirler. Bölüm, gerekli gördüğü takdirde ertelediği başvuruları gündeme alarak karara bağlayabilir.”B. Uluslararası Hukuk İnternet İçeriğinin Engellenmesi, Filtrelenmesi veya Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Belgeler Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin İnternet Özgürlüğü Konusunda Üye Devletlere Yönelik Tavsiye Kararı CM/Rec(2016)5'in eki "İnternet Özgürlüğüne İlişkin Göstergeler"in içinde yer alan "Bilgi ve Fikir Edinme, Alma ve Yayma Özgürlüğü" başlıklı Bölüm ve "Müdahalenin Yasallığı, Meşruluğu ve Orantılılığı" başlıklı Bölüm sırasıyla şöyledir:" Bilgi ve Fikir Edinme, Alma ve Yayma Özgürlüğü Devlet yetkilileri veya devlet dışı aktörler tarafından bir İnternet platformunun tamamına (sosyal medya, sosyal ağlar, bloglar veya başka herhangi bir web sitesi) veya bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) araçlarına (anlık mesajlaşma veya diğer uygulamalar) erişimi engellemek veya başka şekilde kısıtlamak için alınan her türlü önlem veya Devlet makamlarının bu tür eylemleri gerçekleştirmeye yönelik herhangi bir talebi, kısıtlamaların yasallığı, meşruiyeti ve orantılılığına ilişkin Sözleşme'nin maddesinin koşullarına uygun olur. Devlet yetkilileri veya devlet dışı aktörler tarafından İnternet içeriğini engellemek, filtrelemek veya kaldırmak için alınan herhangi bir önlem veya Devlet yetkilileri tarafından bu tür eylemleri gerçekleştirme talebi, kısıtlamaların yasallığı, meşruiyeti ve orantılılığına ilişkin Sözleşme'nin maddesinin koşullarına uygun olur. İnternet servis sağlayıcıları, genel bir kural olarak İnternet trafiğine eşit ve gönderen, alıcı, içerik, uygulama, hizmet veya cihaz temelinde ayrımcılık yapmadan muamele eder. İnternet trafik yönetimi önlemleri, AİHS'in maddesi uyarınca öncelikli kamu menfaatlerine ulaşmak için şeffaf, gerekli ve orantılıdır. İnternet kullanıcıları veya diğer ilgili taraflar, İnternete erişimlerini veya içerik veya bilgi alma ve verme kabiliyetlerini kısıtlamak için yapılan herhangi bir işlemle ilgili olarak Sözleşme'nin maddesi uyarınca bir mahkemeye erişebilirler. Devlet, haber alma ve verme özgürlüğü ile ilgili uyguladığı kısıtlamalara dair bu tür kısıtlamaların yasal dayanağı, gerekliliği, gerekçesi, yetkiyi veren mahkeme emri ve temyiz hakkı ile ilgili detaylar dahil olmak üzere erişimi engellenen web siteleri veya kaldırılan içerik konusundaki bilgiyi halka zamanında ve uygun şekilde sunar. Müdahalenin Yasallığı, Meşruluğu ve Orantılılığı İnternette ifade özgürlüğü hakkının herhangi bir şekilde kısıtlanması, Sözleşme'nin maddesinin gereklilikleri ile uyumlu olur, yani:- bireylerin davranışlarını düzenlemelerine imkan verecek ölçüde erişilebilir, açık, net ve yeterli kesinlikte bir kanunla öngörülmüştür. Kanun, yetkinin kötüye kullanılmasını önlemek için kısıtlamanın kapsamı üzerinde sıkı denetim ve etkili adli inceleme sağlar. Kanun, kısıtlamaların uygulanması ve bu takdir yetkisinin kullanılma şekli ile ilgili olarak kamu makamlarına tanınan takdir yetkisinin kapsamını yeterli açıklıkta belirtir: - Sözleşme'nin maddesinde ayrıntılı olarak sıralandığı gibi meşru bir amaç güder;- demokratik bir toplumda gerekli ve ulaşılmak istenilen meşru amaçla orantılıdır. Bir mahkeme veya adli incelemeye tabi olan bağımsız bir idari organ tarafından alınan bir karara dayanarak uygulanan kısıtlama için acil bir sosyal ihtiyaç vardır. Karar, olaya odaklanmış ve özgülenmiş olmalıdır. Karar ayrıca, kısıtlamanın etkililiğinin ve aşırı engellemenin risklerinin bir değerlendirmesine dayanmalıdır. Bu değerlendirme, kısıtlamanın İnternet içeriğine veya belirli içerik türlerine erişimin orantısız bir şekilde yasaklanmasına yol açıp açmayacağını ve belirtilen meşru amaca ulaşmak için mevcut en az kısıtlayıcı araç olup olmadığını belirlemelidir. Devlet, mevzuatında İnternet üzerindeki ifade özgürlüğüne gereksiz kısıtlamalar getirmemektedir. Hakaret yasaları özel yasalardır ve dar bir uygulama alanına tekabül etmektedir. (Defamation laws are specific and narrowly defined as to their scope of application.) Devlet organlarının kamuoyunda tartışılmasını veya eleştirilmesini engellemezler ve aşırı para cezaları veya orantısız tazminat ya da yasal masraf yüklemezler. Hapis cezası gibi ağır yaptırımlar, yalnızca şiddete veya nefrete tahrik vakalarında olduğu gibi, diğer insanların temel hakları ciddi şekilde zarar gördüğünde uygulanır. Nefret söylemini ele alan ve kamu düzenini, genel ahlakı, küçükleri, ulusal güvenliği veya resmi sırları koruyan yasalar ve veri koruma yasaları, kamuoyunda tartışmayı engelleyecek şekilde uygulanmamaktadır. Bu tür yasalar, ifade özgürlüğü kısıtlamalarını yalnızca acil bir kamu menfaati sorununa yanıt olarak koyar, kamu yararını karşılamak için olabildiğince dar tanımlanır ve orantılı yaptırımlar içerir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. İnternet ve İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM'in internette ifade özgürlüğü ile ilgili kararları incelendiğinde genellikle çevrim dışı olarak geçerli olan her kuralın çevrim içi olarak da geçerli olduğu ilkesinden hareket ettiği, bununla birlikte internet ortamının kendine özgü özelliklerini de dikkate aldığı görülmektedir. AİHM, internet ortamını ifade özgürlüğünü genişleten yeni bir mecra olarak değerlendirmekte; bilgiyi alma, aktarma ve yaymaya yarayan bir yayın aracı olarak nitelendirmektedir (bu yöndeki bir değerlendirme için bkz. Ahmet Yıldırım/Türkiye, B. No: 3111/10, 18/12/2012, § 50). AİHM, ifade özgürlüğünün uygulanması konusunda internetin önemine ilişkin görüşünü Times Newspapers Ltd/Birleşik Krallık (No. 1 ve 2), (B. No: 3002/03 ve 23676/03, 10/3/2009, § 27) kararında şu şekilde ortaya koymuştur: “İnternet, erişilebilirliği ve muazzam miktarlarda bilgiyi depolama ve iletme kapasitesi açısından kamunun haberlere erişimini artırmakta ve genel olarak bilgilerin yayılmasını kolaylaştırmakta önemli bir rol oynamaktadır."b. İnternet İçeriğinin Engellenmesi, Filtrelenmesi veya Kaldırılması AİHM, internet içeriğine erişimin engellenmesi ile ilgili verdiği ilk karar olan Ahmet Yıldırım/Türkiye kararı ile üç yıl aradan sonra aynı yönde verdiği Cengiz ve diğerleri/Türkiye (B. No: 48226/10, 14027/11, 1/12/2015) kararında erişimin engellenmesi tedbirlerinin öngörülebilir olup olmadığına ve yasal dayanaklarının bulunup bulunmadığına odaklanmış; bununla birlikte taraf devletlere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme/AİHS) uygun iç hukukun ve uygulamanın nasıl tesis edileceğine dair kapsamlı bir kılavuz sunmamıştır. AİHM, Google Sites sitesinde yer alan Atatürk’e hakaret nitelikli bir blog sayfasını engelleyebilmek amacıyla tüm Google Sites hizmetinin engellendiği Ahmet Yıldırım/Türkiye (aynı kararda bkz. § 68) başvurusunda, 5651 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen müdahalenin kötüye kullanma durumlarından kaçınmak amacıyla yeterli şartları taşımadığı, belirli bir siteye erişimin engellenmesine ilişkin tedbir kararının genel bir engelleme aracı olarak kullanılmasını önlemek için iç hukukta herhangi bir güvence sunulmadığı gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM yine Youtube sitesinde yer alan hukuka aykırı bir video sebebiyle Youtube sitesinin tamamına erişimin engellendiği Cengiz ve diğerleri/Türkiye (aynı kararda bkz. § 65) başvurusunda da benzer şekilde, 5651 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen müdahalenin Sözleşme’nin gerektirdiği yasallık koşulunu karşılamadığı ve başvuranların demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğünün gerektirdiği ölçüde yeterli bir koruma imkânına sahip olmalarına imkân vermediği gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM ilk defa 23/6/2020 tarihinde internet sitelerine erişimin engellenmesiyle ilgili tamamı Rusya'ya karşı olan dört bireysel başvuruda (Bulgakov/Rusya, B. No: 20159/15; Engels/Rusya, B. No: 61919/16; OOO Flavus ve diğerleri/Rusya, B. No: 12468/15, 23489/15, 19074/16; Vladimir Kharitonov/Rusya, B. No: 10795/14) önceki kararlarına da dayanarak internetteki yasa dışı içeriğe erişimi engellemenin aşırı veya keyfî etkilerine karşı iç hukukun taşıması gereken kapsamlı bir dizi güvence belirlemiş ve somut başvurularda bu güvencelerin bulunup bulunmadığını değerlendirmiştir. AİHM, anılan kararlarında özetle internete erişimin engellenmesine ilişkin herhangi bir iç hukuk tedbirinin internet içeriğini yayımlanmadan önce engellemeye veya içeriğin yayımlanmasını onaya tabi tutmaya karşı güvenceleri, internete erişimin engellenmesi nedeniyle doğabilecek yan etkilere karşı güvenceleri ve erişimin engellenmesi kararlarına karşı usuli güvenceleri barındırması, erişimin engellenmesi tedbirlerinin şeffaflığı ile kamu makamlarının yarışan menfaatleri dengelemesini sağlayacak mekanizmaları ihtiva etmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM anılan başvuruların tamamında erişimi engelleme tedbirleri yoluyla ifade özgürlüğüne keyfî müdahaleleri önlemek için sağlanması gereken aşağıdaki usule ilişkin güvencelerin Rusya'nın internet sitelerine erişimin engellenmesine dair iç hukukunda bulunup bulunmadığını incelemiştir (Bulgakov/Rusya, §§ 35-37; Engels/Rusya, §§ 31-33; OOO Flavus ve diğerleri/Rusya, §§ 39-43; Vladimir Kharitonov/Rusya, §§ 43-46): - İnternet sitesi sahiplerinin engelleme süreçlerine katılımını sağlamak için etkilenen taraflara engelleme önlemlerinin önceden bildirilmesi, web sitesi sahiplerine yasa dışı içeriği kaldırma fırsatının verilmesi - Sözleşme kapsamındaki tüm menfaatlerin dengelenmesini sağlamak amacıyla kamu makamlarının engelleme önlemlerinin uygulanmasından önce aynı sonucun daha az müdahaleci yollarla elde edilip edilemeyeceğini tespit etme veya sadece yasa dışı içeriği hedeflediğinden ve bunu uygulamak için seçilen yöntemden kaynaklananlar da dâhil olmak üzere hiçbir keyfî veya aşırı etkisi olmadığından emin olmak için engelleme tedbirine ilişkin etki değerlendirmesi yapma yükümlülüğü veya acil bir müdahale gerekliyse aciliyetin gerekçelendirilmesi - Çelişmeli yargılamaya imkân verecek şekilde karardan etkilenen tarafların dinlenebilecekleri ve karara itiraz edebilecekleri bir mahkeme veya diğer bağımsız yargısal bir mekanizmanın varlığı AİHM, dört başvurunun tamamında Rusya'nın internet sitelerine erişimin engellenmesine ilişkin iç hukukunun bu güvenceleri sağlamadığı ve keyfî sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle müdahalelerin kanunilik şartını karşılamadığını belirterek Sözleşme'nin maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Bulgakov/Rusya, §§ 39, 40; Engels/Rusya, §§ 34, 35; OOO Flavus ve Diğerleri/Rusya, §§ 44, 45; Vladimir Kharitonov/Rusya, §§ 46, 47). AİHM, başvurucuların Sözleşme'nin maddesinde yer alan şikâyetlerinin madde kapsamındaki şikâyetlerini ele alırken incelediği olaylarla aynı olgulardan kaynaklandığını kabul etse de Sözleşme'nin maddesi ile korunan menfaat usule ilişkin güvence sağlarken yani etkili başvuru hakkı tanırken maddenin özünde olan usule ilişkin gereklilikler maddi hakka saygıyı güvence altına almak gibi daha geniş bir amaca yardımcı olduğundan Sözleşme'nin iki maddesinin sağladığı güvencelerin amaçlarındaki farklılığı gözönünde bulundurarak maddeye ilişkin ihlal iddialarını da ayrıca değerlendirmiştir (diğerleri arasından bkz. OOO Flavus ve diğerleri/Rusya, § 52). AİHM, maddeye yönelik yaptığı değerlendirmeler sonucunda internet sitelerine erişimin engellenmesi kararlarına karşı yapılan itirazlarda Rus mahkemelerince şikâyetlerin özünün dikkate alınmadığı, bu şikâyetlere yönelik esasa ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadığı ve engelleme tedbirlerinin gerekliliği ve orantılılığının değerlendirilmediği gerekçesiyle Sözleşme'nin maddesi ile bağlantılı olarak maddesinin de ihlal edildiğine karar vermiştir (OOO Flavus ve diğerleri/Rusya, § 54; Vladimir Kharitonov/Rusya, § 56; Engels/Rusya, § 43; Bulgakov/Rusya, § 48). 5651 Sayılı Kanun Hakkında Uluslararası Kuruluşlar Tarafından Düzenlenen Raporlar Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) katılımcısı devletlerin tamamında medyadaki gelişmeleri gözlemlemekle görevli AGİT basın özgürlüğü temsilci Ofisi, müteaddit defa 5651 sayılı Kanun'da temel reform çağrısında bulunmuştur. Bu konu ile ilgili basın özgürlüğü temsilcisinin yaptığı çok sayıda basın açıklamasının yanı sıra Ofis tarafından 2010 ve 2014 yıllarında iki hukuki inceleme de yaptırılmıştır. 15/4/2016 tarihli basın açıklamasında Basın Özgürlüğü Temsilcisi, 000'den fazla internet sitesine, binlerce haber ve sosyal medya ile bağlantılı URL adreslerine Türkiye'den erişimin engellendiğinin raporlandığını, internet sitelerine erişimin engellenmesinin orantısız bir önlem olduğunu, kamunun internetteki bilgiye erişim hakkını engellediğini, bu itibarla medya çoğulculuğunun ve ifade özgürlüğünün olumsuz yönde etkilendiğini belirtmiştir. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin 27-29/4/2011 tarihli Türkiye ziyaretini müteakiben yayımlanan 12/7/2011 tarihli CommDH(2011)25 sayılı raporunda, internet sansürünün ve internet sitelerine erişimin engellenmesi demokratik bir toplumda gerekenin ötesine geçtiğinden sınırlama gerekçelerini AİHM içtihadında kabul edilenlerle sınırlandırmak için 5651 sayılı Kanun'un tekrar gözden geçirilmesi tavsiye edilmiştir. İnsan Hakları Komiseri tarafından 15/2/2017 tarihinde yayımlanan Türkiye'de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğüne ilişkin CommDH(2017)5 sayılı bildiride de Türkiye'de erişimin engellenmesi tedbirinin yaygın olarak kullanıldığına dikkat çekilerek erişimin engellenmesi taleplerini ve engelleme kararlarına yapılan itirazları incelemekle görevli sulh ceza hâkimliklerinin kararlarını yetersiz inceleme ve hukuki gerekçelerle verdiği belirtilmiştir. Bildiride ayrıca hem ilk derece mahkemelerinin hem yasama organının Anayasa Mahkemesince ortaya konulan ilkeleri takip etmekte isteksiz göründüğü değerlendirilmiştir (söz konusu bildiride bkz. §§ 107-109). Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonunun (Venedik Komisyonu) 5651 sayılı Kanun ile ilgili 15/6/2016 tarihli ve CDL-AD(2016)011 sayılı görüşünde 5651 sayılı Kanun'un ve bu Kanun'un uygulanmasının Avrupa insan hakları standartlarına uyumluluğu incelenmiş, Kanun'un erişimin engellenmesi veya kaldırılması konusunda yetkili mercilere tanıdığı geniş yetki başta olmak üzere bir dizi önemli tespitte bulunulmuştur. Venedik Komisyonunun 5651 sayılı Kanun'un maddesine yönelik tespitlerinden bazıları şöyledir:- Kanun'un maddesindeki erişimin engellenmesi usulü, yerel mahkemeler önündeki bir ceza veya hukuk yargılaması çerçevesinde, maddi davada ortaya çıkabilecek telafisi güç zarar riskini önlemek için alınmış bir tedbir kararı değil aksine maddede belirtilen bir dizi amaç için erişimin engellenmesine ilişkin esaslı kararların alındığı tam teşekküllü ve bağımsız bir usul oluşturmaktadır. Bahsi geçen madde kapsamında bir internet yayını nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle erişimin engellenmesini talep eden kişiler de sorumlulara karşı medeni veya cezai yargılama usullerine başvurma yükümlülüğü altında değildir (söz konusu görüşte bkz. § 54). - Kanun'un maddesine göre kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin erişimin engellenmesi yönündeki talepleri sulh ceza hâkimliğince 24 saat içinde ve duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karara bağlanmaktadır. Bu usul, bir tedbir kararı olmadığından ve erişimin engellenmesini talep edenler kişisel haklarına zarar verdiği iddia edilen içeriğe karşı medeni veya ceza usulleri kapsamında dava açma yükümlülüğü altında olmadığından çelişmeli bir yargılamada bu kararların bir mahkeme tarafından gözden geçirilme olasılığı yoktur. Bu şartlar altında bir duruşma yapılmaksızın ve erişim engelleme kararına karşı bir üst mahkemeye itiraz imkânı olmaksızın sulh ceza hâkimliğine erişim engelleme kararını alması için tanınan kısa süre internette ifade özgürlüğü hakkını korumak için gerekli usul güvencelerinin sağlandığının kabul edilmesi için yeterli görülemez (söz konusu görüşte bkz. §§ 56, 60). - Venedik Komisyonu ilk olarak Kanun'un maddesi kapsamındaki usulün bir ceza veya hukuk yargılaması usulüne bağlı hâle getirilmesi gerektiğini ve bu usul kapsamında erişimin engellenmesi kararının yalnızca kanunun ihlal edildiğine dair makul bir şüphe ve telafisi mümkün olmayan bir zarar tehlikesi olduğunda maddi bir ceza veya hukuk davası beklentisiyle alınmış bir tedbir kararı teşkil etmesi gerektiği görüşündedir. Yargılama hâkimi, müteakip ceza veya hukuk yargılamalarında erişimin engellenmesine ilişkin tedbirin sürdürülmesinin gerekliliğini gözden geçirebilmeli ve makul şüpheyi destekleyen unsurların bulunmadığını veya tehlikenin geçtiğini/önlendiğini düşünürse bu tedbiri derhâl kaldırmalıdır. Öte yandan erişimin engellenmesi usulü; eğer mevcut durumda olduğu gibi özerk bir usul olarak korunacaksa internet sağlayıcısına kendisini savunması için yeterli zaman ve olanak sağlamak, sulh ceza hâkimliğine iyi gerekçelendirilmiş bir karar alması için yeterli zaman, imkân ve özellikle ifade özgürlüğüne müdahalenin gerekliliği konusunda uygun bir orantılılık değerlendirmesinde bulunması için duruşma yapma yetkisi vermek amacıyla derinlemesine değiştirilmelidir. Duruşma, hâkime ifade özgürlüğü ile başkalarının hakları arasında adil bir denge kurmak için davanın tüm somut koşullarını gerektiği gibi inceleme ve tarafların görüşlerini değerlendirme fırsatı verecektir. Ayrıca maddedeki mevcut özerk usul korunduğu takdirde sulh ceza hâkimliği tarafından verilen erişimin engellenmesi kararına karşı Yargıtaya temyiz yolu açık olmalıdır. Ceza davalarına ilişkin 7 No.lu Protokol'den farklı olarak AİHS'in maddesi devletleri bir temyiz mahkemeleri sistemi kurmaya zorlamamakta, daha yüksek bir mahkemeye temyiz hakkını belirlememekte ve ayrıca maddede bu husus ima dahi edilmemektedir. Bununla birlikte Venedik Komisyonunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , , ve maddelerine ilişkin görüşünde vurguladığı gibi yüksek mahkemelerin rehberliği, yargılamalarında insan hakları standartlarının yorumlanması ve uygulanmasında alt mahkemeler için çok önemlidir. En yüksek temyiz mercii olarak Yargıtay önündeki bir temyiz incelemesinin ilgili taraflara aynı düzeydeki bir hâkimlik önündeki itiraz mekanizmasına kıyasla daha iyi garantiler sağlayacağı açıktır. Bu bağlamda Venedik Komisyonu, erişim engelleme tedbirlerinin ve ayrıca mahkemenin bunları kaldırmama yönündeki müteakip kararlarının uygun ve ayrıntılı gerekçeler içermesinin hayati önemde olduğunu hatırlatır. İkinci olarak içeriğin internetten kaldırılması ve internete erişimin engellenmesi gibi önlemler nedeniyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin AİHS'in maddesinin ikinci fıkrasında sıralanan gerekçelerden herhangi biri temelinde gerekçelendirilmesi gerekir. Bu hükme göre ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü veya kamu güvenliği yararına, düzensizliğin veya suçun önlenmesi, sağlığın veya ahlakın korunması için, başkalarının itibarını veya haklarını korumak için, gizli olarak alınan bilgilerin ifşasını önlemek veya yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak için ifade özgürlüğüne yapılan her müdahale kanunla öngörülmüş ve demokratik toplumda gerekli olmalıdır (söz konusu görüşte bkz. §§ 61-66). - Benzer şekilde madde kapsamındaki engelleme veya kaldırma tedbirleri, eşit şekilde korunmayı hak eden ifade özgürlüğü ile özel hayat/kişilik hakları arasında kurulması gereken adil denge sorununu gündeme getirmektedir. Bu dengeleme, Sözleşme kapsamındaki hakların kısıtlanması için demokratik gereklilik kriterinin bir gereği olan orantılılık değerlendirmesinin merkezinde yer almaktadır. AİHM, bu alandaki değerlendirmesine rehberlik etmesi gereken ilgili ilkeleri açıklamış ve çatışan hakların dengelenmesi bağlamında kamu menfaatine yönelik bir tartışmaya katkı, etkilenen kişinin şöhret derecesi, haberin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayının içeriği, şekli ve sonuçları gibi bir dizi kriter belirlemiştir. Sonuç olarak internete erişimin engellenmesi yoluyla ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin başkalarının haklarının korunması meşru amacını güdüyor olması yeterli değildir, bu meşru amaca ek olarak müdahalenin demokratik bir toplumda gereklilik kriterlerini de taşıması gerekir. Bununla birlikte Kanun'un maddesinde demokratik toplumda gereklilik ve bileşenleri adil denge ve orantılılık belirtilmemiştir. Dolayısıyla maddeye kısıtlama tedbirinin demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olması gerektiğini ihtiva eden bir hükmün dâhil edilmesi tavsiye edilir (söz konusu görüşte bkz. § 67). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14884 | Başvuru, internet haber sitelerinde yayımlanan bir dizi habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlükleri ile etkili başvuru hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 13/4/1995 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tespit davası ile birleşen üç ayrı davaya ilişkin yargılama sürecinde zamanaşımı hükümlerinin yanlış uygulandığını, buna ilişkin itirazlarına gerekçeli kararda ve Yargıtay ilâmlarında cevap verilmediğini, ayrıca yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, 25/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 13/4/1995 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, davalı Kooperatif ile aralarında 16/12/1991 tarihinde sözleşme düzenlendiğini, sözleşme gereğince yükümlülüklerinin % 95'ini yerine getirdiğini, buna karşın davalı tarafın yükümlülüklerini yerine getirmediğini, ayrıca davalının noter aracılığıyla gönderdiği ihtarname ile herhangi bir hukuki dayanağı olmadan sözleşmeyi feshettiğini, eylem ve tutumları ile ifayı imkansızlaştırmaya çalıştığını belirterek, bu hallerin haklı nedenlere dayanmadığının tespitine ve feshin iptaline karar verilmesini, ayrıca söz konusu sözleşmeden doğan yükümlülüklerin yürürlükte ve bağlayıcı olduğuna hükmedilmesini talep etmiş, dava Mahkemenin 1995/223 Esas numarasına kaydedilmiştir. Başvurucu ayrıca 5/5/1995 tarihinde aynı davalı aleyhine aynı Mahkemede açtığı alacak davasında, ilk açtığı davadaki uyuşmazlık konusu olan sözleşmeye istinaden davalı taraftan alacaklı olduğunu iddia ettiği miktarın tahsilini talep etmiş, dava Mahkemenin 1995/280 Esas numarasına kaydedilmiştir. Başvurucu tarafından açılan bu davalara karşı davalı Kooperatif, 24/5/1995 tarihinde açtığı istirdat davasında, başvurucuya sözleşmeden doğan yükümlülükleri karşılığında gerçekleştirdiği işten daha fazla ödeme yapıldığının tespit edildiğini, ayrıca ödemelerin hayali fatura ve belgelere dayanılarak, yapılmamış işlerin yapılmış gibi gösterilerek ödendiğini, sözleşme gereği alınması gereken teminatın alınmadığını belirterek, fazladan ödenen bedellerin tahsilini ve verilmeyen teminatın alınmasını talep etmiş, dava Mahkemenin 1995/311 Esas numarasına kaydedilmiştir. Başvurucu, aleyhine açılan istirdat davasına cevaben sunduğu 3/7/1995 tarihli dilekçe ile davacı tarafın iddialarına karşı beyanlarda bulunmuş, aynı zamanda “… Alacaklı olmamıza rağmen, sayın mahkemenin yanıltılması suretiyle verilmiş bulunan ihtiyati tedbir kararı dava sonunda kaldırılsa dahi bu dönem içinde müvekkilimize telafisi imkânsız zararlar verecektir. …” ifadesi ile davacı tarafından ileri sürülenin aksine, davacıdan alacaklı olduğunu belirtmiştir. Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi, açılan bu davaların, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle, başvurucu aleyhine açılan dava dosyasında birleştirilmesine karar vermiş, yargılamaya E.1995/311 sayılı dava dosyasında devam etmiştir. Yapılan yargılama sonunda Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi, 20/5/1997 tarihli ve E.1995/311, K.1997/245 sayılı kararı ile başvurucu aleyhine açılan istirdat davasının kısmen kabulüne, başvurucu tarafından açılan davaların reddine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin bu kararının temyiz edilmesi sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesi, 29/6/1998 tarih ve E.1998/2096, K.1998/2835 sayılı ilâmı ile başvurucu ve diğer bir kısım kişiler hakkında Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesinde açılmış bulunan bir ceza davası olduğunu, aralarındaki bağlantı nedeniyle söz konusu ceza davasında verilecek kararın hukuk hâkimini bağlayabileceğini, bu nedenle ceza davasının bekletici mesele yapılması gerektiğini, ayrıca İlk Derece Mahkemesinin kabulüne göre davalı kooperatifin fazla ödemede bulunduğunun sabit olduğunun görüldüğünü, bu duruma göre davalının başvurucuya borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmesi gerekirken bu hususun göz ardı edilmesinin ve istirdat davasındaki diğer taleplerin bir gerekçe gösterilmeden reddinin doğru olmadığını belirterek bozmaya hükmetmiştir. Bozma üzerine Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay ilâmında belirtilen ceza davası dosyasını bekletici mesele yaparak, E.1999/82 sayılı dava dosyasında yargılamaya devam etmiştir. Yargılama devam ederken başvurucu, ceza davasında yaptırılan bilirkişi incelemesinde, davalı taraftan alacaklarının bulunduğunun tespit edilmesi üzerine, 3/4/2009 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde yeni bir alacak davası daha açmış, davalı Kooperatiften sözleşme uyarınca gerçekleştirdiği işler karşılığında alacağının olduğunu ileri sürerek tahsilini talep etmiş, dava dosyası Mahkemenin 2009/207 esasına kaydedilmiş, başvurucu yargılamanın ilerleyen aşamalarında da alacak miktarını ıslah yolu ile arttırmıştır. Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi açılan bu davanın da hukuki ve fiili irtibat nedeniyle E.1999/82 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Bekletici mesele olarak kabul edilen ceza davasının zamanaşımına uğrayarak, Yargıtay onamasıyla 14/12/2011 tarihinde kesinleşmesi üzerine Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi, 15/6/2012 tarihli ve E.1999/82, K.2012/633 sayılı kararı ile başvurucu tarafından 13/4/1995 ve 5/5/1995 tarihlerinde açılan ve birleştirilerek görülen davaların, 15/3/2001 tarihli celsede takip edilmediğinden işlemden kaldırıldığını ve üç aylık yasal süresi içinde yenilenmediğini belirterek, 15/6/2001 tarihi itibarıyla bu davaların açılmamış sayılmalarına; başvurucu aleyhine 24/5/1995 tarihinde açılan istirdat davasının, herhangi bir alacak bulunmadığından reddine hükmetmiştir. Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesi aynı kararında, açılmamış sayılan davaların, açılmamış sayılma koşulları gerçekleştiği tarihten itibaren hukuk dünyasında oluşturdukları sonuçlar ortadan kalktığından, başvurucunun talep ve iddiaları yönünden zamanaşımının kesici etkilerinin de ortadan kalktığını belirtmiş, dolayısıyla yine başvurucu tarafından 3/4/2009 tarihinde açılan ve bu davalarla birleştirilerek görülen alacak davasının zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Başvurucu İlk Derece Mahkemesinin 15/6/2012 tarihli kararı üzerine, gerekçeli kararda belirtildiğinin aksine 3/4/2009 tarihinde açılan davanın zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle reddedilmesinin hatalı olduğunu, somut olayda zamanaşımının gerçekleşmediğini, dolayısıyla Mahkeme kararının bozulması gerektiğini belirterek, temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi, 4/7/2013 tarihli ve E.2013/11, K.2013/4358 sayılı ilâmı ile “…Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma ilamı gereğince inceleme yapılıp hüküm verilmiş olmasına delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; iş sahibi kooperatif ile yüklenici Kadriye Okay’ın yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA” karar vermiştir. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de Dairenin 22/1/2014 tarihli ve E.2013/5385, K.2014/469 sayılı ilâmında “… Yargıtay ilâmında belirtilen gerektirici nedenler karşısında ve özellikle zamanaşımının en son takipsizlik nedeni ile açılmamış sayılmasına karar verilen birleşen 1995/280 Esas sayılı davanın açıldığı 1995 tarihinde kesildiğinin ve bu tarihten birleşen 2009/207 Esas sayılı davanın açıldığı 2009 tarihine kadar 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126/ maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinin anlaşılmasına göre HUMK’un maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine uygun olmayan karar düzeltme isteklerinin REDDİNE…” şeklinde açıklanan gerekçe ile reddedilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilâmı 6/3/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu, 25/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Aşağıdaki alacak veya davalar hakkında beş senelik müruru zaman cari olur. … 4- Ticari olsun olmasın bir şirket akdine dayanan ve ortaklar arasında veya şirketle ortaklar arasında açılmış bulunan bütün davalar ile bir şirketin müdürleri, temsilcileri, murakıplariyle şirket veya ortaklar arasındaki davalar, vekâlet akdinden, komüsyon aktinden, acentalık mukavelesinden, ticari tellallık ücreti davası hariç, tellallık akdinden doğan bütün davalar, mütaahhidin kasıt veya ağır kusuru ile akdi hiç veya gereği gibi yerine getirmemiş ve bilhassa ayıplı malzeme kullanmış veya ayıplı bir iş meydana getirmiş olması sebebiyle açılacak davalar hariç olmak üzere istisna akdinden doğan bütün davalar.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Aşağıdaki alacaklar için beş yıllık zamanaşımı uygulanır: … Yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacaklar. 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Aşağıdaki hallerde müruru zaman katedilmiş olur: … 2 – Alacaklı dava veya defi zımnında mahkemeye veya hakeme müracaatla veya icrai takibat yahut iflas masasına müdahale ile hakkını talep eylediği halde.” 6098 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı kesilir: … Alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra takibinde bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bir dava veya defi ile katedilmiş olan müruru zaman, dava devam ettiği müddetçe iki tarafın muhakemeye müteallik her muamelesinden ve hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden cereyana başlar.” 6098 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bir dava veya def’i yoluyla kesilmiş olan zamanaşımı, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlar.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4106 | Başvurucu, 13/4/1995 tarihinde Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tespit davası ile birleşen üç ayrı davaya ilişkin yargılama sürecinde zamanaşımı hükümlerinin yanlış uygulandığını, buna ilişkin itirazlarına gerekçeli kararda ve Yargıtay ilâmlarında cevap verilmediğini, ayrıca yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, koruma tedbirlerinin ölçüsüz şekilde uygulandığı ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, terör örgütüne üye olma suçu kapsamında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen bir soruşturmada 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde düzenlenen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri ile anılan Kanun'un maddesinde yer alan teknik araçlarla izleme tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu hakkında Başsavcılık tarafından 20/2/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) karar verilmiştir. Başvurucu; iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin tedbir kararının ilk olarak 13/12/2012 tarihinde verildiğini, tedbirin aralıksız olarak on iki kez uzatıldığını ve 6/3/2014 tarihine dek uygulandığını, teknik araçlarla izleme tedbirinin de 13/12/2012-25/2/2014 tarihleri arasında elli dört kez uzatılarak uygulandığını, usulsüz şekilde tatbik edilen söz konusu koruma tedbirleri nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 5271 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kayda alınan 7/4/2015 havale tarihli dilekçesinde başvurucu; çok uzun bir süre boyunca izlendiğini, iletişiminin dinlendiğini ve kayda alındığını, özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin güvencelerinin askıya alındığını, tedbirlerin ölçüsüz olduğunu iddia etmiş ve uğradığı manevi zararlarının karşılığı olarak 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada, benzer taleple İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada kabul kararı verildiği belirtilerek yasal koşulların oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme, 14/12/2015 tarihinde davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 5271 sayılı Kanun'un maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında tazminat istenebilecek hâllerin ayrıntılı olarak sayıldığı, bunların arasında iletişimin dinlenmesi ve teknik araçlarla izleme koruma tedbirlerine yer verilmediği, dolayısıyla başvurucunun iletişim tespiti ve teknik araçlarla izlenmesi nedeniyle manevi tazminat davası açma koşullarının oluşmadığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun üzerine atılı suçun niteliği, iletişimin dinlenmesi ve teknik araçlarla takip sürelerinin uzunluğu dikkate alındığında bir miktar manevi tazminatın başvurucuya verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararın bozulması ve davanın kabulüne karar verilmesi talebiyle kararı temyiz etmiştir. 21/12/2015 tarihli temyiz başvuru dilekçesinde; açtığı davanın reddedilmesinin 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan düzenleme gereğince hukuka aykırı olduğunu, ölçülülük ilkesine aykırı şekilde uygulanan tedbirler nedeniyle tazminat koşullarının oluştuğunu ileri sürmüştür. Yargıtay Ceza Dairesinin 10/9/2018 tarihli kararıyla temyiz talebinin reddine ve hükmün onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, davanın reddine hükmedilmesinde usule ve kanuna aykırı bir durumun olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 5/10/2018 tarihinde öğrenilmiştir. 8/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, yargı mercilerince verilen kararlar, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, §§ 19- Yargıtay Ceza Dairesinin 22/3/2021 tarihli ve E.2019/1984, K.2021/2893 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Tazminat talebinin dayanağı olan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunun ... sayılı soruşturma dosyası kapsamında, davacı hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbiri ve teknik ve fiziki takip tedbiri uygulandığı gerekçesi ile 000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesi talebine ilişkin söz konusu davada, yerel mahkemece davanın reddine hükmedildiği anlaşılmakla;Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;1- Davacının kullanımında olduğu belirtilen .. numaralı telefon hattı hakkında ilgili soruşturma kapsamında iletişimin tespiti tedbirinin uygulanıp uygulanmadığı, uygulanmış ise tedbir evraklarının aslı veya onaylı örneklerinin dosya arasına alınarak tedbir tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinde düzenlenen şartları taşıyıp taşımadığı araştırılmadan davacının talebinin CMK’nın maddesinde sayılan sınırlı sebeplerden olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi, .... Kanuna aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi. ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30692 | Başvuru, koruma tedbirlerinin ölçüsüz şekilde uygulandığı ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin yürürlük tarihinden önce işlenen bir kabahat hakkında ceza uygulanması nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru formunda 30/9/2016 tarihinde tespit edilen ve 13/10/2016 tarihinde giderilen bir eksiklik nedeniyle 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun maddesi uyarınca 28/6/2017 tarihinde idari para cezası ile tecziye edildiğini belirtmiştir. Formda, tespit tarihinde yürürlükte olan mevzuatın değil 5580 sayılı Kanun'un maddesinin 9/12/2016 tarihinde değişmiş hâlinin uygulandığı ifade edilmiştir. Formda, bu durumun suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı olduğu iddiasıyla açılan davada derece mahkemelerinin gerekçesiz bir biçimde davayı reddettikleri vurgulanmıştır. Başvuru formunun ihlal iddialarının açıklandığı bölümünde ise kanuna aykırı idari para cezası uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, duruşma yapılmaksızın ve gerekçesiz olarak karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, olay tarihinde yürürlükte bulunmayan mevzuatın uygulanması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, yargısal başvurusunun sonuçsuz kalması nedeniyle de etkili başvuru hakkının ihlal edildiği belirtilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36011 | Başvuru, idari para cezasına dayanak teşkil eden kanuni düzenlemenin yürürlük tarihinden önce işlenen bir kabahat hakkında ceza uygulanması nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındıktan sonra kaybedildikleri iddia edilen kişilerle ilgili ceza soruşturmasının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince söz konusu olayla ilgili olarak yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi sonrasında da etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının; gözaltında meydana gelen zorla kaybedilme olayı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 25/1/2001 tarihinde zorla kaybedildikleri iddia edilen S.T. ve E.nin yakınlarıdır. Başvuruculardan Şuayip Taniş, S.T.nin babası, Yakup Taniş ise kardeşidir. Başvuruculardan Mehmet Ata Deniz ise E.nin kardeşidir. Olay tarihinde S.T. Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Silopi İlçe Başkanı, E. ise anılan partinin üyesi ve sekreteridir. Başvurucuların iddiasına göre, özellikle S.T. olay tarihinde Şırnak İl Alay Komutanı olarak görev yapmakta olan E. tarafından ilçe başkanlığı görevinden istifa etmesi aksi halde öldürüleceği yönünde tehdit ve baskı görmektedir. Başvuruculardan Şuayip Taniş, E.nin bizzat kendisine de bu tehditlerini bildirdiğini iddia etmektedir. Başvurucuların belirttiğine göre 25/1/2001 tarihinde S.T., E.T. isimli bir yakını ile birlikte yürümekteyken yanlarında bir araba durmuş; arabadan çıkan şahısların S.T.ye İlçe Jandarma Komutanlığınca çağırıldığını söylemeleri ve S.T.nin ancak resmî bir çağrı gelmesi hâlinde İlçe Jandarma Komutanlığına gideceğini belirterek arabaya binmeyi reddetmesi üzerine arabadaki şahıslar oradan ayrılmıştır. Aynı gün S.T. cep telefonundan aranarak çağırılması üzerine E. ile birlikte saat 00 sıralarında İlçe Jandarma Komutanlığına gitmiştir.İlçe Jandarma Komutanlığına giriş ve çıkışların işlendiği kayıt defterinde, ilçe jandarma komutanının bulunmaması sebebiyle anılan kişilerin saat 30'da buradan ayrıldıklarına yönelik imzaları bulunmaktadır. Başvurucular vekili 26/1/2001 tarihinde Silopi Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) sunduğu dilekçeyle bir gün önce saat 30 sıralarında, S.T. ile E.T. birlikteyken yanlarına gelen araçtan inen vepolis olduğunu söyleyen üç şahsın araca binmelerini istediğini, S.T.nin ise kendilerine resmî makamdan bilgi gelirse karakola gideceklerini söyleyerek bu teklifi reddetmesi üzerine aynı gün saat 30 civarında bu defa Silopi İlçe Merkez Karakolundan aradığını söyleyen bir şahsın S.T.yi çağırması üzerine S.T.nin E. ile birlikte Silopi İlçe Merkez Karakoluna gittiğini ve bir daha kendilerinden haber alınmadığını bildirerek akıbetlerinin araştırılması talebinde bulunmuştur. Olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülmekteyken başvurucular ve S.G. 9/2/2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuştur. Başvurucular, AİHM nezdindeki başvurularında yakınlarının zorla kaybedilmesine ilişkin olarak devletin hiçbir makul açıklama yapmaması nedeniyle yaşam hakkının maddi boyutunun, yürütülen soruşturmadaki gizlilik kararı nedeniyle soruşturmanın gidişatından haberdar olamamaları ve resmî makamların etkili bir soruşturma yürütmemeleri nedeniyle etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca yakınlarının gözaltındayken zorla kaybedilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin, yakınlarının zorla kaybedilmesinin insanlık dışı ve onur kırıcı muamele oluşturması nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin, yine soruşturmadaki gizlilik kararı nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. AİHM 2/8/2005 tarihli kararıyla başvurucuların yakınlarının zorla kaybedilmesi nedeniyle yaşam hakkının maddi boyutunun, olaya dair yürütülen soruşturmanın etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun, açıklanamayan söz konusu kaybolma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile insanlık dışı ve onur kırıcı muamele yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, başvurucuların her birine 000 Avro manevi tazminat ödenmesine de hükmetmiştir (Taniş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 65899/01, 2/8/2005). AİHM, yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasını değerlendirirken temin edebildiği tüm soruşturma işlemlerini incelemiş, birçok tanığı bizzat dinlemiş ve S.T. ile E.nin siyasi faaliyetlerinden ötürü askerî yetkililer tarafından tehdit edildiğine dair oldukça ikna edici belirtilerin bulunduğu kanaatine vardığını ifade etmiştir. AİHM soruşturma makamlarının olayı soruşturmada çekingen ve gevşek davrandığını, güvenlik güçlerinin inkarlarını tartışmasız olarak kabul ettiklerini, alay komutanı ve güvenlik güçleri hakkındaki soruşturmaların takipsizlik kararıyla sonuçlandığını, zorla kaybedilmenin sorumluları hakkında hiçbir kovuşturma başlatılmadığını belirtmiştir. Ayrıca AİHM yürütülen bir soruşturma bulunsa da bu soruşturma kapsamında ek ve etkili önlemlerin alınacağını gösteren hiçbir belirtinin olmadığının da altını çizmiştir. AİHM'e göre olay tarihinden dört yıl sonra başvurucuların yakınlarının akıbetlerinin belirsizliğini koruması, ciddi bir soruşturmanın yürütülmemesi, yaşanan olaylar hakkında resmî makamların makul bir açıklamasının bulunmaması nedeniyle şahısların kaybolmasında devletin sorumluluğu bulunmaktadır ve yaşam hakkı ihlal edilmiştir (Taniş ve diğerleri/Türkiye, §§ 199-210). AİHM yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddiası yönünden de yukarıdaki gerekçeleri yinelemiş, Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine yönelik değerlendirmeleri sırasında da S.T. ve E.nin Silopi Jandarma Komutanlığına girerken görülmelerinden sonra başlarına gelenler konusunda devletin ikna edici bir açıklama yapmadığına, soruşturmanın ihmaller içerdiğine ve ön yargılı şekilde yürütüldüğüne ilişkin düşüncelerini yeniden ifade ederek başvurucuların yakınlarının açıklanamayan şekildeki zorla kaybedilmelerinin Sözleşme'nin maddesini ağır biçimde ihlal ettiğini ifade etmiştir. Olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmada Cumhuriyet Başsavcılığı 22/4/2003 tarihinde dosyanın Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Bu aşamada Şırnak İl Jandarma Alay Komutanının başvuruculardan Şuayip Taniş'i tehdit ettiğine yönelik iddia soruşturulması için ayrılarak Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiş, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca 20/5/2002 tarihinde iddiayla ilgili olarak bir kanıt bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. DGM Cumhuriyet Başsavcılığı ise 9/2/2004 tarihinde kırk sekizi jandarma görevlisi olan yetmiş üç şüpheli hakkında delil yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına, diğer yandan faillerin tespiti için soruşturma dosyasının Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Söz konusu karara yapılan itiraz Malatya DGM tarafından 3/4/2004 tarihinde reddedilmiş ve dosya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Soruşturmaya Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/2416 Soruşturma sayılı dosyasında devam edilmiştir. Bahse konu soruşturma devam ederken kamuoyunda Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması olarak bilinen ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK maddesi ile görevli) tarafından yürütülen soruşturma kapsamında bazı gizli tanıkların ifadesine başvurulmuştur. "İlk adım" isimli gizli tanık 27/2/2009 tarihli beyanında başvurucuların yakınlarının zorla kaybedilmesine dair bazı açıklamalarda bulunmuştur. Diğer yandan başvurucuların yakınlarının zorla kaybedilmesinde sorumluluğu bulunduğunu iddia ettikleri E.nin de aralarında bulunduğu bazı şahıslar hakkında Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması kapsamında yakalama kararı çıkarılması ve bazı şahısların tutuklanması üzerine başvurucuların vekili 11/7/2008 tarihli dilekçeyle Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmuştur. Söz konusu dilekçede başvurucular, yakınlarının zorla kaybedilmesi olayıyla ilgili olarak AİHM tarafından yaşam hakkının ihlaline karar verildiğini de belirterek hakkında yakalama kararı çıkarılan E.nin yakınlarının zorla kaybedilmesi olayıyla ilgili olarak ifadesinin alınması ve yeterli delil olduğuna kanaat getirilmesi hâlinde hakkında dava açılması talebinde bulunmuştur. Yerel bir gazetede yakınlarının Mardin'in Dargeçit ilçesi mezarlığında gömülü olduğuna dair haber çıkması üzerine başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığına 16/11/2009 tarihli dilekçeyi sunmuşlardır. Dilekçede başvurucular, yakınlarının zorla kaybedilmesinin failleri belli olmasına rağmen faillerin hâlen yargılanmadığını, basında çıkan habere göre S.T. ve E.nin cesetlerinin asker giysili şahıslarca Dargeçit mezarlığına getirildiğini, dozerle açılan mezardaki cesedin çıkarılıp yakınlarının buraya gizlice gömüldüğünü ve cesetlerin hâlen orada gömülü olduğunu belirterek söz konusu mezarın tespit edilip içinde ceset varsa DNA incelemesi yaptırılmasını, bu tarihteki mezarlık sorumlusu yahut belediye yetkilisinin tespit edilerek bu konuda beyanının alınmasını talep etmişlerdir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16/11/2009 tarihli müzekkereyle Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığından anılan mezarlıkta keşif yapılarak dozerle açılmış bir mezar bulunup bulunmadığının, 2001 yılı başlarında anılan mezarlığa kimliği belirsiz şahısların defnedilip edilmediğinin araştırılması ve 2001 yılında mezarlık sorumlusu olarak görev yapan şahsın tespit edilerek beyanının alınması talebinde bulunulmuştur. Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 1/12/2009 tarihinde Dargeçit Belediyesinde çalışan H.A.nın tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısımları şöyledir:" ...2001 yılında Dargeçit Belediyesinde işçi olarak çalısmaktaydım. Yine o tarihte belediyede görevli olan [A.] beni çağırdı. ...O da bize taburda cenaze olduğunu defin işlerini halletmemiz gerektiğini söyledi ve tabura yönlendirdi. Oraya vardığımızda bir traktörün römorkunda cesed olduğunu gördük. Gece vaktiydi. Orada bulunan bir polis memuru cesede ışık tutarak 'tanıyor musun' diye sormasına karşın tanımadığımdan olumsuz yanıt verdim. Cesed bir erkeğe aitti. Tahminime göre 10-15 gün traş olmamıştı. Ne giydiğini şu anda hatırlamıyorum. [A.] ile birlikte diğer polis ve askerlerinde yardımı ile cesedi belediyeye ait römorka aldık. ...Traktorun önünde polis arabası arkasında ise askeriyeye ait araç vardı. Safa mezarlığına yöneldik. Orada [A.] kepçe ile mezar yeri kazdı. Cesedi oraya gömdük. Hatta yanımdaki polis memuru 'mezara işaret koy belki ileride kime ait olduğu belli olur' demişti. Fakat mezarı belirleyecek taş veya başkaca bir işaret koymadım. ... Cesedi elbiseleri ile birlikte gömmüştük. ...İstenildiği taktirde mezarın yerini gösterebilirim. Bizden gömmemizi isteyen asker veya polislerden isim olarak hatırladığım yoktur..." Ardından tanık H.A. ve bilirkişi eşliğinde anılan mezarlıkta 2/12/2009 tarihinde keşif işlemi gerçekleştirilmiştir. H.A. beyanında belirttiği, cesedin gömüldüğü mezarı göstermiştir. Bilirkişi tarafından fotoğraf çekme işlemi gerçekleştirilmiş ve sonrasında mezar yeri ve mezarlığın krokisi çizilerek Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmuştur. Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2009 tarihinde, mezar yerine gömülen cesede dair Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığınca 2001 yılında soruşturma yürütüldüğünü, ölü olarak ele geçirilen bir terör örgütü üyesi hakkındaki bu soruşturmadaki otopsi işlemi sırasında cesedin fotoğrafının çekildiğini Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bahse konu fotoğraf 8/3/2010 tarihinde başvuruculardan Yakup Taniş'e gösterilmiş, başvurucu fotoğrafın S.T. ya da E.ye ait olmadığını beyan etmiştir. Bunun üzerine bahse konu mezar açılmamıştır. Daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17/6/2011 tarihli talimat müzekkeresiyle, başvurucuların zorla kaybedilme olayının sorumlusu olarak gördükleri E.nin ifadesinin alınmasını 11/7/2008 tarihli dilekçeleriyle (bkz. § 22) talep ettikleri belirtilerek E.nin sağlık durumunun ifade vermeye elverişli olduğunun anlaşılması nedeniyle şikâyet dilekçesindeki iddialar hakkında bilgi veren sıfatıyla şahsın beyanının alınması Silivri Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilmiştir. E.nin beyanının alınması için hazır edilmesi konusunda Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı ile Silivri 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu arasındaki yapılan birçok yazışma neticesinde E.nin Silivri Devlet Hastanesi yoğun bakımında tedavi görmesi nedeniyle ifade veremeyeceğine dair 26/8/2011 tarihli tutanak üzerine talimat 26/8/2011 tarihinde bila infaz Cumhuriyet Başsavcılığına iade edilmiştir. İncelenen başvuru evrakında anılan şahsın beyanının alındığına dair herhangi bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2004/2416 soruşturma sayılı ve 17/10/2011 tarihli görevsizlik kararıyla soruşturma dosyası Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK madde ile görevli) gönderilmiştir. Görevsizlik kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"[S.T.nin] 2001 yılında Silopi Hadep İlçe Başkanlığı görevinde bulunduğu, müştekilerce [S.T.nin] 25/01/2011 tarihinde İlçe Jandarma görevlilerinin çağılması üzerine yanına [E.yi] alarak Silopi İlçe jandarma komutanlığına gittiği, akabinde kendisinden haber alınamadığı, [S.T.] ve [E.nin] öldürüldüklerini iddia ettikleri, Cumhuriyet Başsavcılığımızca gizli olarak yürütülen soruşturma kapsamında iddiaları doğrulayan[S.T.] ve [E.ye] ait cesede ulaşılamadığı, ...gizli tanık olarak dinlenen İlkadım'ın beyanlarında [S.T.] ve [E.nin] [E.nin] talimatı ile öldürüldüğünü beyan ettiği, ...söz konusu tarihte Şırnak Alay komutanı olarak görev yapan [E.nin] sağlık duıumunun müsait olmaması nedeniyle ifadesine başvurulamadığı, [S.T.] ve [E.nin] akıbeti hakkında müşteki ve gizli tanık beyanları dışında bir delil elde edilememiş ise de, delillerin takdir ve değerlendirmesinin olay hakkında ayrı bir soruşturma yürütüldüğü de dikkate alınarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na (CMK 250/1 Maddesi ile Görevli) ait bulunduğu anlaşılmakla..." Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) devredilen söz konusu soruşturma, olayla ilgili tüm soruşturmaların en son olarak birleştirildiği 2011/2919 numaralı dosyada yürütülmüştür. Bu sırada Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) yaptığı 13/8/2010 tarihli başvuruda belirttiği iddialar nedeniyle başvurucu Yakup Taniş'in Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/8/2011 tarihinde müşteki olarak beyanı alınmıştır. Başvurucu bu beyanında; 25/1/2001 tarihinde Şırnak İl Jandarma Alay Komutanı E.nin talimatıyla kardeşi S.T. ile E.nin zorla kaybedildiğini, 26/1/2001 tarihinden itibaren tüm yetkili makamlara başvurdukları hâlde soruşturmalarda bir ilerleme sağlanamadığını, Ergenekon ismiyle bilinen soruşturmada E.nin tutuklanmasına rağmen yakınının zorla kaybedilmesi olayıyla ilgili olarak ciddi bir gelişme olmadığını, sorumlu diğer şahıslarla birlikte E.nin de bu olayla ilgili olarak en kısa sürede yargılanmasını istediğini belirttiği görülmüştür. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) başvurucular vekilinin 20/11/2013 tarihli dilekçeyle talep etmesi üzerine 6/12/2013 tarihli müzekkere ile, daha önceden açılmasına gerek görülmeyen Dargeçit mezarlığında bulunan söz konusu mezarın olay yeri inceleme ekibiyle birlikte açılarak alınacak kemik örnekleri üzerinde cesedin başvurucuların yakını S.T.ye ait olup olmadığının tespiti için DNA incelemesi yaptırılması talimatını Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Bunun üzerine Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/1/2014 tarihinde mezarlığa gidilerek başvurucuların yakını olan E.nin çocuğu nin de huzurunda mezar açma işlemi gerçekleştirilmiş, cesetten bir adet diş ve kemik örneği alınmış, bu işlemlerle ilgili olarak aynı tarihli Olay Yeri ve Keşif Tutanağı düzenlenmiştir. Alınan kemik örnekleri Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3/1/2014 tarihli yazı ile gerekli incelemenin yapılması için İstanbul Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığına iletilmiştir. ATK Biyoloji İhtisas Dairesinin 29/1/2014 tarihli raporunda, yapılan DNA incelemesi sonucu cesedin başvurucuların zorla kaybedilen yakınlarına ait olmadığı tespitine yer verilmiştir. Söz konusu bilgiler Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6/1/2014 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına(TMK madde ile görevli) iletilmiştir. Soruşturmanın devam ettiği süre içinde özel yetkili mahkemelerin 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesinde yapılan değişiklik ile kaldırılması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) tarafından 20/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Soruşturma dosyası Cumhuriyet Başsavcılığınca 2014/969 numaraya kaydedilmiştir. Başvurucuların vekilleri 16/7/2014 tarihli dilekçeyle olay tarihi üzerinden geçen 13 yıl 6 aylık süreye rağmen yürütülen soruşturmada hiçbir gelişme olmadığını, zamanaşımı süresinin bu soruşturmada uygulanmaması gerektiğini belirterek soruşturmanın etkili, hızlı ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi ile gizli tanıkların beyanlarında adı geçen şüphelilerin derhâl ifadelerinin alınması ve yargılanması taleplerini Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 29/5/2015 tarihli kararla, diğer iki şüpheli ile birlikte E. hakkında yeterli şüphe bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular vekili 29/5/2015 havale tarihli dilekçeyle soruşturma dosyasının bir örneğini talep etmiştir. 18/6/2015 tarihli dilekçeyle anılan karara yapılan itiraz Cizre Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:" ...Suç tarihi itibariyle Şırnak İl Alay Komutanı olarak görev yapan şüpheli [E.nin] HADEP ilçe başkanı olan [S.T.nin] partiyi ve siyaseti bırakması konusunda olaydan önce gerek bizzat kendisine gerekse babası Şuayip Tanış'a birden fazla baskı ve tehditlerde bulunduğu, [S.nin] partiyi bırakmaması üzerine olay günü Silopi İlçe Jandarma Komutanlığına çağrılarak bizzat şüpheli [E.] ve dosyada adı geçen diğer şüphelilerin yardımıyla kaybolan iki şahsın öldürüldüğü iddiası üzerine 14 yıldan fazla süren soruşturma kapsamında Başsavcılığınca tüm iddialar ve elde edilen bulgular üzerinde hassasiyetle durulmuş, gerekli araştırmalar yapılmış, olayla ilgili bilgisi olan tüm tanıkların beyanlarına tekrar tekrar başvurulmuş, müşteki vekillerinin soruşturmanın aydınlatılmasına yönelik talep dilekçelerinde belirttikleri talepler değerlendirilmiş, görgü tanıklarının beyanlarına dayanılarak ölenin cesetlerinin bulunduğu iddia edilen Dar geçitteki mezar açılmış, DNA incelemesi yaptırılmış, mezardaki cesetten alınan bulgularla her iki şahsın ailesinden alınan kan örnekleri ile karşılaştırılmış, Adli Tıp Biyoloji İhtisas Dairesinin 2014 tarihli raporuna göre yakınlık derecesi kurulamamış, yine ATK Fizik Grafoloji İhtisas Dairesinin 2001 tarihli raporuna göre Olay günü Silopi İlçe Jandarma Komutanlığınca tutulan Ziyaretçi ve İş izleme Kayıt Defterindeki çıkış imzalarının [S.] ve [E.ye] ait olduğu tespit edilmiş ve tüm araştırmalar sonucunda kayıp şahısların ölü olup olmadıkları belli olmadığı gibi öldükleri kabul edilse dahi şüpheliler tarafından öldürüldükleri tespiti yapılamamış olup dosya kapsamı itibariyle şüpheliler tarafından iddia edilen olayın gerçekleştirildiğine dairyeterli delil elde edilemediği gibi şüphede kaldığı anlaşılmıştır.Öte yandan dosyadaki bilgi ve belgelerden [S.T.nin] 2000 yılının Kasım ayından itibaren mazot kaçakçılığı ve HADEP'in faaliyetlerini takip ve haber akışını sağlamak üzere Silopi İlçe Jandarma Komutanlığınca haber elemanı olarak kullanıldığı İlçe Jandarma Komutanlığının 2002 tarihli resmi yazısından anlaşılmaktadır.Bu doğrultuda dosyada mevcut bulunan isimsiz imzasız el yazısı ile yazılan mektupta kaybolan şahısların olay tarihinden sonra PKK tarafından dağa götürüldüğünü, kırsal alanda leşker kıyafetli kimliği tespit edilemeyen ve elinde silah bulunan bir şahsın yanında[S.T.nin] leşker kıyafetiyle çekilmiş fotoğrafının bulunduğunu ve bu fotoğrafın da gönderildiği belirtilmekle gönderilen fotoğraftaki şahısla[S.T.ye] ait fotoğraflar üzerinde ATK Fizik İhtisas Dairesince inceleme yaptırılmış dairenin 2004 tarihli raporuna göre kırsal alanda çekilmiş fotoğraftaki şahsın [E.T.] olduğu somut olarak tespit edilmiştir.Yapılan araştırmalar sonucunda yine dosyada mevcut olan 2001 tarihli ve PKK Merkez Komitesince mühürlenmiş 1 sayfadan ibaret olan içeriğinden PKK tarafından el yazısıyla [S.nin] babası Şuayip'e hitaben yazılmış bir mektuba göre, '...başkan Abdulah Öcalan yoldaş'a karşı yürütülen uluslararası komplo ile yeni bir sürecin başlangıcının yılına yaklaşmışken ...hainlik duygularını içlerinden atamayan ve düşmenla işbirliği yapmak için ihanet içerisine giren bu iki arkadaşımız başlangıçta halk serhildanıyız diye ortaya çıktıklarında genç ve tecrübesiz olmalarına rağmen bütün desteğimizi onlardan yana kullandık, biliyorduk ki bizim devrimimizde gerilla serhildansız serhildan da gerillasız olmaz, ...serhildanlar düşmanla işbirliği içerisine girerlerse onun cevabını ve bedelini verirler ve vermek zorundadırlar! yurtsever halkımız ve kardeşimiz Şuayip! oğlun ve yanındaki [B.] arkadaşımız bizimle beraberdir, bizim yanımızda DOLOKOKİ'de kalmaktadır, bunları merak etmeyin,...bir süre bizim yanımızda kalacaklardır, sizden isteğimiz başlayan ulusal ve serhildan dönemini başarıya götürmek için TC aleyhine propaganda ve kışkırtmalara devam etmenizdr, bu iki arkadaşın TC tarafından katledildiğini ısrarla anlatmanız kitlelere yaymanızdır...' şeklinde bilgi ve telkinlerde bulunulmuştur....Dosyada bulunan bir diğer ihbar mektubu da Şırnak Hadep İl Başkanın [R.S.nin] baygın vaziyette iki şahsı tır şöförü ile 5000 ABD doları karşılığında Kuzey Irak'a götürmesi hususunda anlaşma yaptığına ilişkindir.Somut delil olarak değerlendirilmesi mümkün olan ve kaybolan şahıslara ait telefon numaraları üzerinde incelemeler yaptırılmış, 2001 tarihinden sonra [S.T.nin] birden fazla yakınları ile zaman zaman görüşmeler yaptığı ancak yakınlarının mantıklı makul açıklamalar yapamadığı görülmüştür.Sonuç olarak kaybolan şahıslar jandarmaya çağırılıp serbest bırakılmasından sonra [S.nin] haber elamanı olarak Jandarmaya çalıştığı bilgisine ulaşan örgütün hem buna engel olmak, şahısları cezalandırmak için kaçırma ve akabindebu durumu Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı yukarda bahsedildiği gibi örgütün sistematik bir şekilde başvurduğu eylemlerden birini gerçekleştirme amacı taşıma ihtimalinin de kuvvetli olduğu, yine Türkiye Cumhuriyeti Devletininresmi görevlileri tarafından öldürüldükleri iddasını ortaya atarak serhildan dönemini canlandırmak ve uluslararası alanda duyurmaya çalışma gayreti içersinde olmaları ihtmali de söz konusudur.Dosyada beyanları bulunan gizli tanık beyanlarına gelince 'İlk adım' diye kodlandırılan tanığın beyanları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (cmk.madde ile yetkili Birim) tarafından Ergenekon terör örgütü'ne yönelik yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Savcısı tarafından alınmış, tanığın yalnızca 1993 yılında Silopi ilçesi Verimli Köyünde geçiçi köy korucusu olduğu bilinmektedir....Sonuç olarak; işbu soruşturma dosyasındayu karda açıklanan nedenlerle beyanı kabul edilemeyecek bir gizli tanık beyanı ve müştekilerin iddiası dışında şüphelilerce gerçekleştirildiği iddiasını kanıtlamaya yeterli, her türlü şüpheden uzak ve kamu davasının açılmasına yeterli delil olmadığı, ek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir husus görülmediğinden ..." Red kararı başvuruculara 20/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 17/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Alya Demir ve Mehmet Demir, B. No: 2015/7584, 7/2/2019, §§ 30- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13893 | Başvuru, güvenlik güçlerince gözaltına alındıktan sonra kaybedildikleri iddia edilen kişilerle ilgili ceza soruşturmasının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince söz konusu olayla ilgili olarak yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi sonrasında da etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının; gözaltında meydana gelen zorla kaybedilme olayı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; karara karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, Düzce ili Beyköy Belediyesi ile imzaladığı 8/8/2006 tarihli sözleşme ile beldenin kanalizasyon inşaatı işini üstlenmiş; kazı çalışmaları sırasında Türk Telekom A.Ş.ye ait kablolara zarar verildiği iddia edilerek Beyköy Belediyesi ile başvurucu Şirket hakkında 29/1/2007 tarihinde haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası açılmıştır. Düzce Sulh Hukuk Mahkemesi 31/3/2011 tarihli kararı ile davayı Beyköy Belediyesi açısından husumet yokluğu nedeniyle reddetmiş, başvurucu Şirket açısından kabul etmiştir. Tarafların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarihli kararında; tazminat miktarının yanlış hesaplandığı, olayda Belediyenin de sorumluluğunun bulunduğu belirtilerek hüküm bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece yapılan yargılama sonunda verilen 17/12/2013 tarihli kesin kararla 697,77 TL üzerinden dava kısmen kabul edilmiştir. Davacı Türk Telekom A.Ş.nin temyizi, Mahkemenin 31/1/2014 tarihli ek kararıyla davada hükmedilen miktarın 2013 yılına ait temyiz kesinlik sınırı olan 822 TL'nin altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmiş, ek kararın davacı tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 8/5/2014 tarihli kararında davanın reddedilen miktarının temyiz kesinlik sınırının üstünde olduğunu belirterek ek kararı ortadan kaldırmış ve hükmü onamıştır. Onama kararı 7/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12603 | Başvuru, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; karara karşı temyiz yolunun kapalı olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, mahkeme kararı ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 20/12/2013 tarihinde Nizip Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından, Gaziantep ili, Nizip ilçesi, Aşağı Çardak köyünde bulunan 101 ada 822 parsel sayılı taşınmazına takdir edilen kamulaştırma bedelinin arttırılması için Nizip Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemenin 15/12/1999 tarih ve E.1999/417, K.1999/3578 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/4/2000 tarih ve E.2000/4235, K.2000/5272 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Mahkeme tarafından hükmedilen kamulaştırma bedelinin 826,09 TL'lik kısmı (yasal faiziyle birlikte) başvuruculara 8/11/2001 tarihinde ödenmiştir. Başvurucular, geriye kalan alacaklarının tahsili amacıyla Nizip İcra Dairesine başvurarak ilamlı icra takibinde bulunmuş, takip üzerine başvuruculara 22/12/2009 tarihinde alacağın son kısmı olarak 247,08 TL ödenmiştir. Başvurucular, yukarıda belirtilen Mahkeme kararında adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek, faiz başlangıç tarihinin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak yıllık enflasyon oranlarında belirlenmesi gerekirken yasal faize hükmedilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi zarara karşılık 000 Avro, kararın geç icra edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zarara karşılık 000 Avro ve yaptığı yargılama giderleri nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zarara karşılık 000 Avro tazminatın ödenmesi istemiyle 25/1/2010 tarihinde 9156/10 başvuru numarasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmışlardır. 9/1/2013 tarih ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından başvurucular, 7/3/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuru yaparak, AİHM başvuru formuna atıfla, aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını istemişlardir. Komisyon, 29/8/2013 tarih ve K.2013/415 sayılı kararıyla, başvurucuların “kesinleşmiş mahkeme kararının süresinde icra edilmesini isteme hakkının” ihlal edildiğinin anlaşıldığı, buna göre, AİHM’in konuya ilişkin yerleşik içtihatları göz önünde bulundurularak, hakkaniyet ölçüsünde ve taleple bağlı kalınarak takdiren toplam 700 TL’nin 6384 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tazminat olarak ödenmesine, Komisyonun 6384 sayılı Kanun'un kapsamını düzenleyen maddesi gereğince, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve mahkeme kararlarının icra edilmemesi veya geç ya da eksik icra edilmesine yönelik iddiaları incelemekle yetkili olduğu belirtilerek, başvurucular tarafından dilekçede yer verilen diğer ihlal iddiası ve talepleri yönünden yetkisizlik nedeniyle “karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir Başvurucular bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiş ve AİHM’e yaptığı başvurudaki taleplerini yinelemişlerdir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 30/10/2013 tarih ve İ.2013/153, K.2013/123 sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvuruculara 5/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bunun yanında başvurucuların 9156/10 sayılı başvurusuyla birlikte 645 başvurunun da karara bağlandığı kararında AİHM, Mahkeme kararlarının geç icra edilmesi hakkında yapılan şikâyet hakkında 6384 sayılı Kanun ile kurulan Komisyona başvurulması gerektiğine, yasal faizin enflasyon oranı karşısında yetersiz kalması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği şikayeti hakkında gerçek bir değer kaybı bulunmadığından bahisle açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin borçlara uygulanmaması şikayeti hakkında ise Mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde başvurulmadığından bahisle süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir (Mahmut EREN ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3950/08, 17/9/2013).B. İlgili Hukuk 6384 sayılı Kanun’un , , , , ve maddeleri şöyledir:“Amaç MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir.KapsamMADDE 2 – (1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.(2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir.(3) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.…Komisyon ve çalışma esaslarıMADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşan toplam beş kişilik bir Komisyon kurulur. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilir.(2) 9 uncu madde hükmü saklı kalmak üzere Komisyon üyelerine, müracaatlar sonuçlandırılıncaya kadar başka bir görev verilmez.(3) Komisyon, üye sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verir.(4) Komisyonun sekretarya hizmetleri Bakanlık tarafından yürütülür.(5) Kamu kurum ve kuruluşları ile yargı mercileri, Komisyonun görevi kapsamında ihtiyaç duyduğu her türlü bilgi ve belgeyi gecikmeksizin Komisyona göndermek zorundadır.…Müracaatın reddi MADDE 6 – (1) Komisyon;a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini, tespit ederse müracaatı reddeder.Müracaat hakkında karar ve karara itirazMADDE 7 – (1) Komisyon, müracaat hakkında dokuz ay içinde karar vermek zorundadır.(2) Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.(3) Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.(4) Ödenmesine karar verilen tazminat, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde Bakanlık tarafından ödenir. Ödemeye ilişkin düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden, yapılacak işlemler harçlardan müstesnadır.Kararın ilgili adli veya idari mercie bildirimiMADDE 8 – (1) Komisyona yapılan müracaat sonucunda Komisyonun kesinleşen kararlarının bir örneği müracaata konu işlemin yapıldığı adli veya idari mercie gönderilir.(2) Müracaata konu işlem henüz sonuçlandırılmamışsa ilgili adli veya idari merci tarafından bu işlem ivedilikle sonuçlandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9783 | Başvurucular, mahkeme kararı ile hüküm altına alınan alacağın geç ödenmesi ve faiz oranının enflasyon oranının altında kalması nedeniyle Anayasa’nın 35. , 36. ve 138. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuşlardır. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8350 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu iken silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Samsun Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılama sonucunda başvurucunun atılı suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmasına 25/1/2018 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince kabul edilerek 15/3/2018 tarihinde hüküm bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 9/4/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın ilk celsesinin 8/6/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun bu celseye Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 8/6/2018 tarihli celseye SEGBİS aracılığı ile katılarak savunma yapmıştır. Duruşma Tutanağı'nda başvurucunun SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılmak istemediği yönünde Mahkemeye itirazda bulunduğuna dair herhangi bir beyanı yer almamaktadır. Başvurucunun bizzat duruşmada hazır bulunmak istediğine dair Mahkemeye herhangi bir bildirimde bulunduğunu ortaya koyan somut bir veriye de rastlanmamıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun istinaf talebi Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 20/5/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle yüz yüze yargılanma ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yargıtay Ceza Dairesi istinaf talebinin esastan reddedilmesine ilişkin kararı11/3/2020 tarihinde onamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 6/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20294 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yapılan kontrollerde yetmiş dört yabancı uyruklu kadının izinsiz ve kaçak olarak çalıştırıldığının tespit edildiği iddiasıyla 288,00 TL idari para cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu Şirket; yabancı uyruklu çalışanların Çalışma Bakanlığından alınan yasal izinle getirildiğini, işyerinde sigortalı işçi olarak çalıştırıldıklarını, hatalı şekilde tanzim edilmiş İdari Para Cezası Tutanağı nedeniyle aleyhine idari para cezası uygulandığını belirterek idari yaptırım kararına karşı itirazda bulunmuştur. Başvurucu Şirketin itirazı Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddi kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kararına itiraz edilen kurumdan celp edilen evrak ekinde bulunan 21/12/2014 tarih ve 06:45 saatli iş yeri arama, yakalama ve muhafaza altına alma tutanağı başlıklı tutanak içeriğinden 74 yabancı uyruklu şahsın hiçbirinin kendilerini tanıtabilecek kimlik, pasaport ve çalışma izninin olmadığının tespit edilmesi karşısında itiraz eden şirket adına düzenlenen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olarak düzenlenmiş olduğu, itiraz eden vekilinin itirazının 21/12/2014 tarihli tutanak içeriği ve kurumdan celp edilen evrakların içeriği çerçevesinde yerinde olmadığı anlaşılmakla itirazın reddine..." Başvurucu Şirket Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin vermiş olduğu itirazın reddi kararına itiraz etmiştir. Başvurucu Şirket itirazlarının ve delillerinin incelenmeden gerekçesiz şekilde itirazının reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu Şirketin itirazını değerlendiren Ankara Sulh Ceza Hâkimliği2/12/2016 tarihli ve 2016/2508 İş sayılı kararıyla Sulh Ceza Hakimliğinin kararında isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu Şirket nihai karar olarak ifade ettiği Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/12/2016 tarihli ve 2016/2508 İş sayılı kararından 30/12/2016 tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 23/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP kayıtlarının incelenmesinden başvurucu Şirketin Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin kesin olarak verdiği 2/12/2016 tarihli kararına 5/12/2016 tarihinde bir kez daha itirazda bulunduğu ve anılan Hâkimliğin 31/1/2017 tarihli ve 2017/3066 İş sayılı kararıyla itiraz kabul edilerek idari yaptırım kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verildiği anlaşılmaktadır. UYAP kayıtlarında yer alan sözkonusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Ankara Sulh Hakimliğininin 16/11/2016tarih ve 2015/670 İş sayılı idari para cezasına karşı yapılan itirazın reddine dair karara karşı davacı vekili ... tarafından 05/12/2016 havale tarihli dilekçe ile itiraz edilmiş olmakla dosya incelendi....Ankara Sulh Ceza Hakimliğince 16/12/2016 tarih ve 2015/670 İş sayılı kararının kaldırılmasına, T. Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü'nün 16/01/2015 tarihli 91717869-399-2850 sayılı (06) idari para cezası konulu tutanakile kesilen 563,288,00 tl idari para cezasının kaldırılmasına, kararın bir suretinin Ankara Sulh Ceza Hakimliğince taraflara tebliğine, dosyanın Ankara Sulh Ceza Hakimliğine gönderilmesine, dair; dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda kesin olarak karar verildi..." Yine UYAP kayıtlarının incelenmesinden Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 1/2/2017 tarihinde UYAP uygulamaları düzeltme formu düzenlediği anlaşılmaktadır. Söz konusu formda, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği kararına yapılan itirazı değerlendirmek üzere sehven 2017/3066 İş ve 2016/2508 İş sayılı olmak üzere iki ayrı kayıt yapıldığı, bu nedenle de kayıtlarda iki çelişkili karar bulunduğu belirtilmiş ve UYAP'tan sorumlu birimden 2016/2508 İş sayılı kararın silinmesi talep edilmiştir. Anayasa Mahkemesince UYAP kayıtlarındaki bu durumun tespiti üzerine 24/2/2020 tarihli müzekkereyle başvurucu Şirketten, bireysel başvuruya konu idari para cezasına itirazın Sulh Ceza Hakimliklerince sehven iki kere değerlendirildiğinin görüldüğü belirtilerek idari para cezasının iptal edilip edilmediğinin bildirilmesi, iptal edilmişse buna dair bilgi ve belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Başvurucu Şirket tarafından gönderilen cevapta idari para cezasının sehven iki kere değerlendirilmediği ve cezanın iptal edilmediği bildirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4991 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalama sırasında ve nezarethanede insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 8/10/2014 tarihinde saat 50’de düzenlenen Olay ve Yakalama Tutanağı'ndaki bilgilere göre PKK/KCK terör örgütünün Suriye’nin Kobani şehrinde meydana gelen olaylarda örgüt mensuplarının ağır kayıp vermesini protesto etmek için büyük kentlerde olaylar çıkarma ve ayaklanma çağrısı üzerine 6-7/10/2014 tarihinde İstanbul’un çeşitli semtlerinde gösteriler düzenlenmiştir. İşyerleri ve araçlara zarar verme, molotofkokteyli atma, taş ve sopalarla polise saldırma gibi fiillerde bulunan gruplara polis Sultanbeyli’de müdahale etmiştir. Kovalamaca sonucunda başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 28 kişi yakalanmak istenmiş, ancak direnmeleri üzerine güç kullanılarak bu kişiler yakalanabilmiştir. Yakalanan kişiler Cumhuriyet savcısının yazılı kararıyla gözaltına alınmıştır. Polisin müdahalesinde başvurucu yaralanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen adli muayene raporlarındaki bulgular şöyledir: i. Sultanbeyli Devlet Hastanesince 8/10/2014 tarihinde saat 29’da düzenlenen rapor: "Sağ ve sol tibial (kaval kemiği) bölge arkasında yaygın ekimotik alan, sol göz lateralinde kızarıklık, oksipital (başın arka kısmı) bölgede hassasiyet, sol skapula (kürek kemiği) üzerinde yaklaşık 15 cm şişlik."ii. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adli Tıp Polikliniğince 8/10/2014 tarihinde saat 56’da düzenlenen gözaltı giriş raporu: "Sol zigomatik (elmacık kemiği) bölgede 2x2 cm kırmızı renkli ekimoz, frontal (alın) bölge sağda hassasiyet, oksipital bölgede 1 cm çapında şişlik, sol kalça üst kısımda 2 cm çapında mor renkli ekimoz, sol bacak arka kısımda 10x8 cm ve 5x2 cm mor renkli ekimoz, sağ bacak arka yüzde 10x15 cm mor renkli ekimoz, sağ ve sol popliteal (diz arkası) bölgede multiple yaygın ekimozlar, yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokmamış, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif, yüzdeki lezyonlar yüzde sabit ize neden olmamıştır."iii. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesince 8/10/2014 tarihinde saat 00’te düzenlenen rapor: "Sol zigomatik kemikte 2x2 cm ekimoz, sol kalçada 2x2 cm ekimoz, sol bacak arka kısmında 10x9 cm ekimoz, sağ bacak arka kısmında 15x10 cm'lik ekimoz, sol kalçada 4x5 cm ekimoz."iv. Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesince 9/10/2014 tarihinde saat 39’da düzenlenen gözaltı çıkış raporu: "Giriş muayenesine ek patolojik bulgu saptanmamıştır."v. İstanbul Anadolu Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 6/4/2016 tarihli raporu: "Mevcut bulgular kişinin yaşamını tehlikeye sokmamış, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif niteliktedir."A. Başvurucu Hakkında 2911 Sayılı Kanun’a Muhalefet ve Terör Örgütü Propagandası Yapma Suçlarından Yapılan Soruşturma Yakalan kişiler hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanun’a muhalefet ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 2014/141260 No.lu soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun 9/10/2014 tarihinde, şüpheli olarak Başsavcılıkta verdiği ifadesi şöyledir: “…olay günü ben evdeydim, kızımın çalıştığı işyerinden almak için akşam 00 sıralarında eşimle birlikte Sultanbeyli'ye indim, ortalığın karışmış olduğunu duydum, kızımın çalıştığı alışveriş merkezine doğru giderken polisler beni yakaladılar, kendimi izah edemeden dövmeye başladılar, bu nedenle bu polislerden şikayetçiyim, yaralanmama ilişkin raporlarım mevcuttur, ben hiç bir eyleme katılmadım, söz konusu gösterilere katıldığıma dair herhangi bir emare veya resim bulunamaz, bu sebeplerle suçsuzum.” 28/4/2015 tarihli iddianameyle otuz şüpheli hakkında İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) atılı suçlardan kamu davası açılmıştır. Başvurucu 20/10/2015 tarihinde Mahkemedeki savunmasında işkence gördüğünü söylemiştir. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 28/6/2018 tarihinde Mahkeme başvurucunun atılı suçlardan beraatine karar vermiştir. Beraat kararının gerekçesi, başvurucunun gösteriye katıldığına dair bilgi ve belge olmamasına dayandırılmıştır. Beraat kararına karşı yapılan istinaf istemi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 23/12/2019 tarihinde reddedilerek karar kesinleşmiştir. B. Polis Memurları Hakkında Yapılan Soruşturma Başvurucunun adli muayene raporlarına, Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemedeki kötü muameleye maruz kaldığına dair ifadelerine karşın polis memurları hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Bunun üzerine başvurucu 19/1/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur. Olay ve Yakalama Tutanağı'nda imzası bulunan dokuz polis memuru hakkında soruşturma açılmıştır. Polis memurları kollukta verdikleri savunmalarında başvurucunun hakaret ve darp iddialarını kabul etmemiş, direnmesi üzerine başvurucuyu zor kullanarak yakaladıklarını, bunun da görevleri kapsamında kaldığını söylemişlerdir. Başsavcılık 21/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…İddiaya konu olayın, PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) içerisinde faaliyet gösteren şahıslar tarafından ülke/İstanbul genelinde molotofkokteyli, havai fişekli korsan gösteri eylemleri kapsamında 07-08/10/2014 tarihinde Sultanbeyli ilçesinde yapılan korsan gösteri eylemi olduğu, Olay nedeni ile dosyamız müştekisinin de bulunduğu bir kısım sanıklar hakkında (2014/141260 soruşturma evrakı) izinsiz toplantı ve gösteri nedeniyle 2911 [sayılı Kanun'a muhalefet ve] terör örgütü propagandası yapmak suçlarından İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/173 E. sayılı dosyasında derdest dava bulunduğu, bir kısmı dosya içerisine alınmış UYAP evrakları, olay ve yakalama tutanağı içeriği, müşteki hakkındaki basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekildeki dr. raporunun, olaya müdahale eden İl Emniyet Müdürlüğü Sancaktepe ve Sultanbeyli polis memurlarınca gerekli uyarıların da yapıldığı olay tarihindeki izinsiz gösteri/toplantı yürüyüşünde korsan gösteriyi sonlandırmak için kaçma ve direnmeleri kıracak ölçüde zor kullanarak yapılan yakalama işlemi ile uyumlu olduğu, kanunun tanıdığı görevinin gerektirdiği ölçü dışında şüpheliler tarafından kasten yaralandığına ve hakaret edildiğine ilişkin müştekinin soyut iddiaları dışında dava açmayı gerektirir yeterli delil elde edilemediğinden şüpheliler hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.]” Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 7/5/2018 tarihinde reddedilmiştir. 21/5/2018 tarihinde tebliğ edilen karara karşı başvurucu 19/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir: “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının göreviMadde 160 - (1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür. Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri Madde 161 - (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister. (2) Adlî kolluk görevlileri, elkoydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. (3) Cumhuriyet savcısı, adlî kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hâllerde, sözlü olarak verir. (Ek cümle: 25/5/2005 - 5353/24 md.) Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir.…” 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Zor ve silah kullanmaMadde 16 - Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.…" 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ve maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılmasıMadde 256- (1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.Kasten yaralamaMadde 86 - … (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Madde 3 - İşkence yasağıHiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin özgürlerinden yoksun olan ve ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda bulunan ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19964 | Başvuru, yakalama sırasında ve nezarethanede insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Habur Gümrük Müdürlüğünce tesis edilen işlemlerin iptali talebiyle açılan davaların süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/6/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 7/10/2015 tarihinde kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle aynı başvurucu tarafından yapılan diğer başvurulara ait 2013/3916, 2013/3964, 2013/3972 ve 2013/3973 numaralı bireysel başvuru dosyalarının kapatılarak incelemenin 2013/3914 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 15/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Habur Gümrük Müdürlüğünce, başvurucu Şirket adına Habur Gümrük Müdürlüğünde tescilli transit beyannameleri muhteviyatı eşyanın tesliminde meydana gelen eksikliklerle ilgili olarak gümrük vergi ve resimlerinin 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun maddesi uyarınca on gün içinde ödenmemesi hâlinde eşyanın alıcısı tarafından verilen teminat mektuplarının nakde çevrilmesi suretiyle tahsil edileceği yolunda işlemler tesisedilmiştir. Başvurucu Gümrük Başmüdürlüğüne itirazlarda bulunmuştur. Gümrük Başmüdürlüğünün itirazları reddetmesi üzerine başvurucu,kararın iptali istemiyle Diyarbakır Vergi Mahkemesinde davalar açmıştır. Mahkeme, açılan davalar hakkında verdiği kararlar ile dava konusu işlemlerin kısmen iptaline, kısmen de davaların reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Danıştay Yedinci Dairesi 14/3/2007 tarihli kararları ile İlk Derece Mahkemesi kararlarının reddine ilişkin kısımlarının temyiz isteminin reddine, iptale ilişkin kısımlarının temyiz isteminin kabulüne karar vermiştir. Bu kararlara karşı yapılan karar düzeltme başvuruları da aynı Dairenin kararları ile reddedilmiştir. Bozma kararlarına uyan İlk Derece Mahkemesi 9/4/2008 tarihli kararları iledavaların süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucu, Anayasa’nın maddesinde idari işlemlerde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiği kuralına yer verilmesine karşın dava konusu işlemlerde bu hususların belirtilmediğini ve bu nedenle dava açma süresini kaçırdığını ileri sürerek kararları temyiz etmiş; Danıştay Yedinci Dairesi 15/3/2010 tarihlikararlarıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır. Onama kararlarında başvurucunun iddiaları hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucu karar düzeltme dilekçelerinde de aynı iddiayı dile getirmiş ise de Danıştay Yedinci Dairesi yine bu iddia hakkında bir değerlendirme yapmayarak 19/3/2013 tarihli ve E.2010/8511, K.2013/1193; E.2010/8497, K.2013/1179; E.2010/8498, K.2013/1180; E.2010/8495, K.2013/1177; E.2010/8496, K.2013/1178 sayılı kararlarıyla talepleri reddetmiştir. Anılan kararlar 9/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,… Tarihi izleyen günden başlar.” 2577 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“ İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.” 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Karşılığında teminat gösterilmiş bulunan amme alacağı vadesinde ödenmediği takdirde, borcun 7 gün içinde ödenmesi, aksi halde teminatın paraya çevrileceği veya diğer şekillerle cebren tahsile devam olunacağı borçluya bildirilir. 7 gün içinde borç ödenmediği takdirde teminat bu kanun hükümlerine göre paraya çevrilerek amme alacağı tahsil edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3914 | Başvuru, Habur Gümrük Müdürlüğünce tesis edilen işlemlerin iptali talebiyle açılan davaların süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/19242 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da hiç icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19242 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik güçlerince gerçekleştirildiği iddia edilen ölüm olayı hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, nüfus kaydına göre 5/5/1994 tarihinde ölen A.nin oğludur. Başvurucu 15/3/2012 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) babasının ölümüyle ilgili bir dilekçe vermiştir. Bu dilekçede başvurucu; babasının 1994 yılı Ağustos ayı içinde bir gün F.Ö. ile Şırnak'ın Güçlükonak ilçesi Bulmuşlar köyünden Güçlükonak-Siirt kara yoluna doğru yürüdüğünü, Taşkonak köyü yakınlarında bir yerde babası ve F.Ö.nün askerlerce durdurulduğunu, askerlerden birinin uzun namlulu bir silahla babasına ateş edip onu öldürdüğünü, olayı F.Ö.den öğrendiğini, olaydan sonra babasına ait cesedin askerî bir araçla köye getirildiğini, cesedin göğüs bölgesinde mermi giriş deliği, sırt bölgesinde ise mermi çıkış deliği bulunduğunu, cesedi köylerindeki mezarlığa gömdüklerini, nüfus kayıtlarına göre ölümün Güçlükonak İlçe Jandarma Komutanlığınca (Jandarma Komutanlığı) Güçlükonak İlçe Nüfus Müdürlüğüne (Nüfus Müdürlüğü) bildirildiğini ve anılan kayıtlarda ölüm nedeninin "Bilinmiyor." olarak yer aldığını ileri sürmüştür. Başvurucu aynı dilekçede; Jandarma Komutanlığına müzekkere yazılarak ölüm bildiriminin neye istinaden yapıldığının öğrenilmesini, babasına ait mezarın açılıp gerekli adli işlemlerin yapılmasını ve babasının ölümüne neden olan kişi/kişiler hakkında soruşturma başlatılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun babasının ölümü hakkında aynı gün soruşturma başlatıp başvurucunun ifadesini almıştır. İfadesinde dilekçesindeki hususları yineleyen başvurucu; ek olarak babasının cesedi köye geldiğinde kendisinin koyun otlattığını, cesedin yanına annesi ile kız kardeşleri F. ve H.nin gittiğini, ertesi gün cesedi A.G.nin yıkayıp E., Ma.Ü., Ü., A.E. ve Ö.E.nin defnettiğini, babasının mezarını kendisinin tarif edemeyeceğini ancak annesi E.nin tarif edebileceğini ve açık adreslerini bilmese de isimlerini zikrettiği kişileri Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edebileceğini beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/3/2012 tarihinde G.Ü., A.E. ve Ü.nün tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Anılan kişiler ifadelerinde özetle A.nin askerlerce öldürüldüğünü F.Ö.den duyduklarını, A.nin mezarının yerini tam olarak bilmediklerini beyan etmişlerdir. Ölenin damadı olan A.E., ayrıca kayınvalidesi E.nin (A.E.nin beyanına göre A.) mezarın yerini bildiğini ve Bulmuşlar köyünde hâlihazırda kimsenin yaşamadığını ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/4/2012 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) bir müzekkere yazarak soruşturma kapsamında yapılması istenen hususların bildirilmesini istemiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) başvurucunun ifadesinde geçen kişilerin ve özellikle F.Ö.nün ifadesinin alınmasını, şüphelilerin tespiti için gerekli araştırmaların yapılmasını ve ölenin mezarının açılarak ölüm sebebinin ve cesedin ölene ait olup olmadığının tespitini istemiştir. F.Ö.nün ifadesi 2/5/2012 tarihinde Jandarma Komutanlığına bağlı Çelik Jandarma Karakolu komutan vekilince alınmıştır. İfadesinde F.Ö., hatırladığı kadarıyla 1994 yılı Haziran ayı içinde bir gün Siirt'e gitmek için A. ile yola çıktıklarını, yürürlerken askerlerin kendilerini durduğunu, asker giyimli, siyah saçlı bir kişinin yaklaşık 20-30 metre mesafeden A.yi silahla göğsünden vurup öldürdüğünü, askerî bir aracın kendisini ve A.nin cesedini köye götürdüğünü, ifadesini köylerindeki okulda geçici olarak kalan bir üsteğmenin aldığını, kendisini ifadeye o zamanki köy korucusu olan G.E.nin çağırdığını, G.E.nin açık adresini bilmediğini ve A.yi olaydan bir gün sonra defnettiklerini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/6/2012 tarihinde Jandarma Komutanlığına bir müzekkere yazarak ifadesi alınan kişilerin beyanlarında ismi geçenler ile köyün ileri gelenlerinin yardımı alınarak A.nin mezarının tespitini, işlemin kamera kaydına alınmasını, etrafındaki mezarları da gösterecek şekilde A.nin mezarının bulunduğu yerin krokisinin çizilmesini, mezar yerini gösterecek kişilerin beyanlarının alınmasını, olay tarihinin tespitine çalışılarak o tarihte, o bölgede hangi askerî birliğin bulunduğunun araştırılmasını, A.ye ateş eden kişinin belirlenmesini ve olay yerinde incelemeler yapılarak delillerin tespitini istemiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 5/7/2012 tarihli tutanaktan geçici askerî güvenlik bölgesi içinde bulunan Bulmuşlar köyünün 1994 yılında boşaltıldığı, köyün hâlen boş olup bölgede terör tehlikesinin bulunduğu, köyle bağlantıyı sağlayan asfalt veya stabilize yol olmadığı, köyün Yağızoymak köyü ile bağlantısını sağlayan toprak bir yol bulunmakla birlikte bu yolun araç trafiğine kapalı olduğu, köye ulaşımın helikopterle sağlanabileceği, mezarın açılması için kapsamlı operasyonel faaliyet gerektiği, bu faaliyetin de terör olaylarının yoğunluğunun azaldığı sonbahar veya kış aylarında yapılmasının uygun olacağı, A.nin öldürülmesiyle ilgili herhangi bir belgeye ulaşılamadığı, 1994 yılında Taşkonak köyünde Yağızoymak Jandarma Komando Taburuna bağlı Jandarma Komando Bölüğünün görev yaptığı ve A.ye ateş ettiği iddia edilen askerin kimlik bilgilerinin belirlenemediği öğrenilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Jandarma Komutanlığına gönderdiği 20/11/2012 tarihli yazıyla, ölenin mezarının 19/12/2012 tarihinde açılması planlandığından mezar yerinin başvurucunun annesi ile tanık A.E.nin kayınvalidesinin beyanlarına başvurularak tespitini istemiştir. Bu müzekkereye verilen cevaptan başvurucunun kolluk görevlilerine mezarın bulunduğu yerin birçok kez yakılıp yakıldığını, o bölgeye birçok kez top atışı yapıldığını ve mezarın yerini tam olarak bilmediğini beyan ettiği anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı F.Ö.nün beyanlarına ilişkin tutanağı da ekleyerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) ile Eruh Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 3/12/2012 tarihli yazılarla A.nin ölümü ile ilgili herhangi bir soruşturma kaydı bulunup bulunmadığını sormuştur. Müzekkerelere verilen cevaplardan A.nin ölümü hakkında yürütülmüş bir soruşturma kaydına rastlanmadığı öğrenilmiştir. Güvenlik ve ulaşım için helikopter temin edilememesi nedeniyle o ana kadar ölenin mezarının açılması işlemini gerçekleştiremeyen Cumhuriyet Başsavcılığı 4/12/2012 tarihinde, 13/12/2012 tarihinde gerçekleştirilmesi planlanan bahse konu işlem için helikopter tahsis edilmesi amacıyla Başbakanlıktan talepte bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı helikopter tahsisine yönelik talebini 11/12/2012 tarihinde Bakanlığa da iletmiştir. Cizre Cumhuriyet savcısı tıbbi bilirkişi de dâhil olmak üzere mezar açma işlemi sırasında hazır bulunacak kişilerle birlikte 17/12/2012 tarihinde Koçyurdu Jandarma Karakoluna gitmiştir. Ancak Şırnak'tan kalkması gereken helikopter hava muhalefeti nedeniyle havalanamamış, Siirt'ten havalanan helikoptere ise terör örgütü unsurlarınca taciz ateşi açılmıştır. Bölgede güvenlik güçlerinin terör örgütü mensupları ile sıcak temas hâlinde olduğu öğrenilince çevreye örgüt mensuplarının el yapımı patlayıcı maddeler yerleştirmiş olabileceği değerlendirilmiş ve bu nedenle mezar açma işlemi gerçekleştirilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/12/2012 tarihinde beyanına başvurulan başvurucu, babasının mezarını bilen tek kişi olan annesi E.A. ile birlikte 8/12/2012 ve 15/12/2012 tarihinde Bulmuşlar köyündeki mezarlığa gittiğini, annesinin A.nin gömüldüğü mezar konusunda emin olamadığını, diyabet rahatsızlığı nedeniyle annesinin bazen sağlıklı düşünemediğini, köyün bulunduğu yerin ciddi terör tehdidi altında olduğunu, güvenlik güçleri ve terör örgütü mensupları arasındaki çatışmalar sırasında kullanılan mühimmat -top ve havan topu mermisi de dâhil- nedeniyle mezarlığın harabe vaziyette olduğunu, babasının mezarı olduğunu tahmin ettikleri yerde başka kişilere ait cesetlerin de bulunabileceğini belirterek mümkün ise mezar açma işlemi yapılmadan soruşturmaya devam edilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 30/4/2013 tarihinde Jandarma Komutanlığına bir müzekkere yazarak gerek kendilerince gerekse Çelik Jandarma Karakolu veya Yağızoymak'ta konuşlu askerî birlikçe soruşturmaya konu olay hakkında herhangi bir adli, idari veya askerî işlem yapılıp yapılmadığının araştırılmasını istemiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 7/6/2013 ve 10/6/2013 tarihli tutanaklardan başvurucunun 15/3/2012 tarihinde verdiği ifadesinde ismi geçen E.nin on dört ay kadar önce vefat ettiği, ifadede ismi geçenlerden Ü. ve Ö.E.nin Yağızoymak'ta değil Cizre'de ikamet ettikleri ve olay hakkında Jandarma Komutanlığında, Çelik Jandarma Karakolunda ve Yağızoymak Piyade Taburunda herhangi bir kayıt bulunmadığı öğrenilmiştir. Kolluk görevlileri 6/10/2013 tarihinde tanık F.Ö.nün ifadesinde ismi G.E. olarak geçen Me.G.E.nin ifadesini almıştır. Me.G.E. ifadesinde, 1994 yılı Mayıs ayı içinde bir gün A.nin F.Ö. ile birlikte Cizre'ye yaya olarak gitmek için köyden ayrıldığını, o günün akşamında A.nin cesedinin köye geldiğini duyduğunu, cesedi ertesi gün defnettiklerini, A.nin nasıl öldüğünü görmediğini, o tarihlerde geçici köy korucusu olduğunu, o dönem çevredeki jandarma karakollarının kapalı olduğunu, köylerindeki okulda piyade bölüğünün kaldığını ve bu bölüğe bağlı olarak çalıştıklarını, F.Ö.yü ifade vermek üzere bir yere götürmediğini, konuyla ilgili olarak ilk kez ifade verdiğini, F.Ö.nün ifadesinde geçen üsteğmeni görmediğini ve kendisine köyde G.E. ismiyle hitap edildiğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 4/9/2013 tarihinde başvurunun ifadesinde isimleri geçen E. ve Ö.E.nin kimlik ve adres bilgilerinin tespiti için Cizre Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazmıştır. Bu müzekkereye verilen cevapta açık adres bildirilmediği, sorulan şahısların kendilerince bilinen kişilerden de olmadığı ve söz konusu kişileri tanıyan herhangi bir kişinin tespit edilemediği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 5/9/2013 tarihinde Cizre Jandarma Komutanlığına bir müzekkere yazarak A.ye ait mezarın ölenin ailesi ile defin işlemini gerçekleştirenlerin yardımıyla bulunmasını istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı aynı gün Genelkurmay Başkanlığına bir müzekkere yazarak konuyla ilgili olarak askerî bir komutanlıkça idari/askerî bir soruşturmanın yapılıp yapılmadığı konusunda bilgi verilmesini ve 1994 yılı Ağustos ayında bölgede görev yapan teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbesindeki kişilerin kimlik bilgileri ile iletişim bilgilerinin gönderilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 24/9/2013 tarihinde, 2/10/2013 tarihinde yapılacak mezar açma işlemi için helikopter tahsis edilmesi için Başbakanlıktan talepte bulunmuştur. Mezar açma işlemi için gerekli personel ve malzemelerin temini, çevre güvenliğinin sağlanması ve başvurucunun ifadesinde geçen kişiler ile mezar yerini bilebilecek kişilerin hazır edilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığı 25/9/2013 tarihinde Jandarma Komutanlığına müzekkere yazmıştır. Jandarma Komutanlığı mezar açma işleminin 2014 yılının Ocak veya Şubat ayında yapılmasının uygun olacağını bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 2014 yılında dava zamanaşımı süresinin dolacağını değerlendirerek anılan işlemin 6/11/2013 tarihinde yapılmasına karar verip helikopter tahsisi için Şırnak Jandarma Sınır Tümen Komutanlığından talepte bulunmuştur. Jandarma Komutanlığı 2013 yılı Ekim ayı içinde A.nin mezarının yeri konusunda F.Ö., A.Ö. ve Me.G.E.nin ifadesini almıştır. İfadesi alınanlar, A.nin defnedildiği mezarı bilmediklerini beyan etmişlerdir. F.Ö., A.ye ateş eden askerin eşkâlini hatırlamadığını, rütbesini ve ismini bilmediği bir komutanın olayla ilgili sözlü beyanını aldığını yoksa herhangi bir tutanağa imza atmadığını ve kendisini ifade vermeye Ö.E. ile köy korucusu A.E.nin götürdüğünü söylemiştir. A.G.nin Siirt'te, Ö.E.nin Mardin'in Nusaybin ilçesinde, başvurucu ile A.E., E., Ü., E. ve başvurucunun kardeşleri F. ve H.nin Şırnak'ın Cizre ilçesinde, F.Ö.nün ifadesinde geçen A.E.nin ise Aliağa Ceza İnfaz Kurumunda bulunması nedeniyle bahsi geçen kişilerin ifadeleri alınamamıştır. Jandarma Komutanlığı 28/10/2013 tarihli yazıyla Bulmuşlar köyü bölgesinde terör örgütü mensupları olabileceğini ve mezar açma işlemi öncesinde, sırasında ya da sonrasında çatışma yaşanabileceğini bildirmiştir. 1994 yılı Ağustos ayında Güçlükonak'ta teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbesiyle görev yapan kişilerin isim listesi ile resimlerini Cumhuriyet Başsavcılığına gönderen Genelkurmay Başkanlığı 11/10/2013 tarihli yazılarla, ilgili birimlerden intikal eden yazılarda konuya ilişkin açıklayıcı bilgi yer almadığını, konuya ilişkin araştırmaların devam ettiğini ve yeni bilgiler tespit edildiğinde gönderileceğini, 12/12/2013 ve 16/12/2013 tarihli yazılarla da konuyla ilgili herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığını bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/12/2013 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığınca gönderilen resimleri tanık F.Ö.ye göstererek teşhis işlemi yaptırmıştır. F.Ö. fotoğraftakileri tanımadığını, aradan uzun zaman geçmesi nedeniyle hatırlamadığını, olay gecesi A.E.nın kendisini tek odalı bir yere götürüp asker üniformalı, rütbesi ile yaşını tahmin edemediği bir kişiyle görüştürdüğünü, bu kişinin sorması üzerine olayı anlattığını, A.E.ninbir ceza infaz kurumunda olduğunu fakat bu ceza infaz kurumunun hangisi olduğunu bilmediğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 23/12/2013 tarihinde A.E.nin kimlik ve adres bilgilerinin tespiti için Cizre Jandarma Komutanlığına müzekkere yazmıştır. Anılan müzekkereye verilen cevapta, geçici veya gönüllü köy korucusu olduğuna dair kayda rastlanmadığından A.E.nin kimlik ve adres bilgilerinin belirlenemediği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/1/2014 tarihinde görevli olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verip soruşturma evrakını Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (TMK madde ile görevli) göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun uyarınca 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca kurulan mahkemeler ile Cumhuriyet başsavcılıklarının görevine son verildiği ve soruşturma yetkisinin yetkili Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 8/3/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı A.nin ölümü ile ilgili olarak herhangi bir şüphelinin tespit edilip edilmediği ve herhangi kamu bir davanın açılıp açılmadığı hususunda Jandarma Komutanlığı ve Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) 2/9/2014 tarihinde müzekkere yazmıştır. Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 12/9/2014 tarihli tutanaktan Emniyet Müdürlüğünün A.nin ölümüyle ilgili herhangi bir tahkikat yürütmediği anlaşılmıştır. Jandarma Komutanlığı görevlilerince düzenlenen 4/11/2014 tarihli tutanakta herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun babasının ölümü hakkında düzenlenen MERNİS Ölüm Tutanağı'nda bahsi geçen Jandarma Komutanlığı yazısının bir örneğinin gönderilmesi için 25/2/2015 tarihinde Güçlükonak İlçe Nüfus Müdürlüğüne (Nüfus Müdürlüğü) ve Jandarma Komutanlığına müzekkere yazmıştır. Nüfus Müdürlüğü 5/3/2015 tarihli yazıyla bir örneği istenen yazının arşivlerinde bulunmadığını bildirmiştir. Müzekkereye cevap vermemesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı 22/4/2015 tarihinde Jandarma Komutanlığına bir yazı daha göndermiştir. Jandarma Komutanlığı talep edilen yazının 1998 yılına ait olduğunu ve kayıtlarında bulunamadığını 8/5/2015 tarihli yazıyla bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle 10/6/2015 tarihinde kimlik bilgileri tespit edilmeyen şüpheli/şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Başvurucu, başka hususlar yanında soruşturmaya konu suçun insanlığa karşı işlenmiş bir suç olması nedeniyle dava zamanaşımı süresine tabi olmadığını da belirtip soruşturmadaki bazı noksanlıklar ve gecikmelere dikkat çekerek kovuşturmasızlık kararına vekili aracılığıyla itiraz etmiştir. Cizre Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) başvurucunun itirazını 3/7/2015 tarihinde reddetmiştir. Hâkimliğin kararı 9/7/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 6/8/2015 tarihinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-96) başvurusu hakkında verilen karar. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13961 | Başvuru, güvenlik güçlerince gerçekleştirildiği iddia edilen ölüm olayı hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 20/4/2017 tarihinde, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bitlis ili Tatvan ilçesi Çavuşlar mevkiinde ikamet etmekte iken yerleşim yerinde yaşanan terör olayları nedeniyle yerleşim yerini 1993 yılında terk etmek zorunda kaldığını beyan etmiştir. Diyarbakır 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 10/12/1992 tarihli ve E.1992/188, K.1992/525 sayılı kararı ile başvurucu, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapması nedeniyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereğince 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu; 1992 yılından 1997 yılına kadar Üzümlü-Çavuşlar mezrasındaki arazilerini boşaltmak durumunda kaldığı, bu süre içinde Tatvan'da yaşadığı, 1993 yılında bu arazilerinin üzerinde bulunan tüm ağaçlarının kesilmiş, yakılmış ve yıkılmış olduğunu duyduğu, ilgili yerlere müracaatlarını yaptığı, arazisi üzerindeki zararların kimler tarafından meydana getirildiğini bilmediği fakat bazı köy korucularının ve görevlilerin malumatı olmaksızın zarar meydana getirilemeyeceği şikâyetlerinde bulunmuştur. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 10/2/2005 tarihli ve E.2004/133, K.2005/40 sayılı kararında bir kısım köy korucusu ve kolluk görevlisi hakkında cürüm işlemek işin teşekkül oluşturmak suçu yönünden zamanaşımı nedeniyle kamu davasının kaldırılmasına ya da 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi uyarınca kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Temyiz istemi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 28/2/2007 tarihli ve E.2006/4319, K.2007/1587 sayılı kararı ile Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 26/7/2005 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 11/1/2010 tarihli ve 2010/2-33 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurunun incelenmesi sonucunda başvurucunun 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen suç nedeniyle sabıka kaydı bulunduğu gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Van İdare Mahkemesinde iptal ve tam yargı davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 29/4/2011 tarihli ve E.2010/1010, K.2011/1144 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli ve E.2011/15327, K.2012/7675 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/12259, K.2013/8141 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvurucuya 15/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9540 | Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru ve akabinde açılan davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; bireysel başvuruya konu olayların gerçekleştiği dönemde Ankara Üniversitesi (İdare), Devlet Konservatuvarında sözleşmeli öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu hakkında 2010 ilâ 2015 yılları arasında tesis edilen idari işlemler ve bunlara ilişkin yargılama süreci şöyledir: i. Başvurucu, 2010 yılında konservatuvarın müdürü olan H.Y. tarafından hakkında düzenlenen olumsuz sicil raporunun iptali istemiyle dava açmıştır. İdare mahkemesince İdare tarafından başvurucunun sicilinin olumsuz olarak takdir edilmesine neden olabilecek bir husus ileri sürülmediği gerekçesiyle iptal kararı verilmiştir. Bu karar, Danıştay tarafından onanarak kesinleşmiştir. ii. Başvurucu, görevi sırasında amiri H.Y.ye sözle saygısızlık ettiği gerekçesiyle tesis edilen 1/30 oranında aylıktan kesme cezasının iptali istemiyle dava açmıştır. İdare mahkemesi başvurucunun fiilinin sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karara karşı temyiz talebinde bulunulmuş olmakla beraber başvuru tarihi itibarıyla henüz bir karar verilmemiştir. iii. Son olarak başvurucu, görev süresinin uzatılmayarak görevine son verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. İdare mahkemesi başvurucunun görevine devam etmesinde bir yarar olmadığına yönelik İdarece herhangi bir somut bilgi ve belge sunulmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Başvurucu; H.Y.nin kendisine karşı kişisel husumet beslediğini, kendisini disiplin soruşturmaları, düşük sicil notları ile yıldırmaya çalıştığını, bu işlemlere karşı açtığı davalarda iptal kararları verildiğini belirterek İdareye başvuruda bulunmuştur. Kendisine bilgisayar verilmediğini, internet erişimi sağlanmadığını ve akademik görevlendirme taleplerinin yanıtlanmadığını vurgulayan başvurucu psikolojik tacize uğradığını ileri sürerek 000 TL tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi İdare tarafından cevaplanmayarak zımnen reddedilmiştir. Başvurucu zımnen ret işleminin iptali ile 000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu İdareye hitaplı dilekçesindeki talep ve iddialarını yinelemiştir. İdare mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; İdarenin işlem ve eylemlerinden dolayı başvurucunun fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalmasını doğuran olaylar meydana gelmediği ve ortada ağır bir elem ve üzüntünün duyulmasına neden olabilecek manevi tazminat şartlarının da oluşmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Ayrıca hizmet ya da kamu görevlilerinin kusurundan kaynaklanan tazminat davalarında aranan hukuka aykırı eylem ile davacının uğradığı zarar arasından uygun nedensellik bağının bulunması koşulunun sağlandığının ortaya konulmadığı ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından idare mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusu, bölge idare mahkemesi tarafından ilk derece mahkemesi kararının usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 5/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 5/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bununla birlikte başvurucu, H.Y.nin kişisel haklarını ihlal ettiğinden bahisle asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası açmış, mahkeme H.Y.ye atfedilen eylem ve işlemlerin idari kapsamda kaldığını belirterek husumet yokluğundan davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı istinaf başvurusunda bulunması üzerine bölge adliye mahkemesi başvurucunun ileri sürdüğü psikolojik taciz kapsamındaki eylemleri, H.Y.nin göreviyle ilgili değil salt kişisel kusuruna dayandırdığını vurgulayarak mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için asliye hukuk mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mahkeme bu kez işin esası hakkında inceleme yapmış ve H.Y.nin başvurucuya yönelik psikolojik taciz olarak kabul edilebilecek davranışlarda bulunduğunun ispat edilememesi gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bölge adliye mahkemesince bu karara yönelik istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. Öte yandan H.Y.nin de içinde bulunduğu bazı öğretim üyeleri hakkında başvurucunun aralarında yer almadığı bazı öğretim üyelerinin şikâyetleri üzerine Yükseköğretim Denetleme Kurulu tarafından 16/3/2018 tarihinde bir soruşturma raporu düzenlenmiştir. Raporun sonuç bölümünde H.Y. ile ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket ederek şikâyetçi öğretim üyelerinin mağduriyetlerine sebep olduğu gerekçesiyle lüzumu muhakeme kararı ve kınama cezası verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucu tarafından İdareye hitaplı, kendisine bilgisayar verilmesi ve internet erişimi sağlanması, alanıyla ilgili seminerlere ve konferanslara katılım sağlayabilmesi için kendisine müsaade edilmesi hususlarındaki muhtelif tarihlerde yazılmış dilekçeler bireysel başvuru dosyasına sunulmuştur. Bununla birlikte başvurucuya çalışır durumda bilgisayar teslim edildiğine ilişkin bilâ tarihli tutanak da bireysel başvuru dosyasında yer almaktadır. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39548 | Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı olarak incelenmemesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin kararların sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumunda müdafi ile yapılan görüşmelerin kayıt altına alınması ve yayımlanan haberler nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvurucuya ait 2017/37716, 2017/32658, 2017/35411, 2017/36095 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/23743 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/23743 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekli ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan başvurucu, Isparta Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında 20/7/2016 tarihinde Isparta Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ifadesi 20/7/2016 tarihinde Isparta Cumhuriyet Başsavcılığında alınmıştır. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde; sağlık problemleri nedeniyle emekli olmayı beklediğini, darbe teşebbüsünün yaşandığı gece darbeye karşı yapılan mitinglere katıldığını, görev yaptığı yerlerde usulsüz bir iş yapmamak için son derece titiz davrandığını ve meslek hayatı boyunca FETÖ/PDY yapılanması ile hiçbir teması olmadığını beyan etmiştir. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı 20/7/2016 tarihinde, tutuklanması istemiyle başvurucuyu Isparta Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Isparta Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı gün yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Isparta Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" ... şüphelilerin kamuoyunda Fetullahçı Terör Örgütü/ Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) diye anılan terör örgütü üyesi oldukları hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, yine tüm kamuoyu tarafından bilindiği üzere adı geçen bu örgütün 15/07/2016 tarihinde ve takip eden günlerde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiği, şüphelilerin üzerlerine atılı suçların Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, bu suçlara kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı, adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla, şüpheliler ... ve N. Y.nin CMK.100 ve maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi.]" Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı 11/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 1/4/2017 tarihinde tutukluluğun gözden geçirilmesine yönelik yaptığı incelemede, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Antalya Sulh Ceza Hâkimliği kararı yerinde bularak itirazı 13/4/2017 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Başvurucuya itirazın reddine dair karar 18/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 2/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 15/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede, başvurucunun örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas olarak somut tanık beyanlarında başvurucunun örgüt üyesi olduğu yönündeki ifadelerin yer alması ve başvurucunun örgüt üyeliğinden soruşturma geçiren kişiler ile yoğun irtibatını gösteren HTS kayıtlarının bulunması olgularına dayanılmıştır. İddianamede yer alan tanık beyanlarının başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin kısımları özetle şöyledir:- Gizli tanık Orhan ifadesinde "...tespit edebildiğim kadarıyla il Başsavcısı N. Y. 2013 ve 2014 yıllarında yapılan katiplik uygulama ve mülakat sınavlarında cemaat mensubu 25 kişiyi zabıt katipliğini kazandırdığını biliyorum. Bu anlamda uygulama sınavından bir ay önce uygulamada çıkacak metinleri zabıt katibi adayı cemaat mensuplarına Av. Ü.Y.Y. aracılığıyla verdiklerini biliyorum. ...Cemaat içerisinde cesur savcı olarak bilinen ve Bursa Cumhuriyet Başsavcısı N. Y.nin Av. Ü.Y.Y. ve Av. O. T.'nin tavassutu ile cemaate yüklü miktarda bağışta bulunan 9 farklı kişiye ait 9 ayrı dosyaya müdahalede bulunduklarını, bu dosyaların Yargıtay’da bekletildiğini biliyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.-Gizli tanık Hikmet ifadesinde "Bursa ilinde birçok üst düzey seçilmiş veya atanmış bürokratların Fetullah GÜLEN’e bağlı cemaat mensubu olduğunu, cemaate yardım ettiklerini veya cemaat mensubu şahısların yukarıda belirttiğim şekilde karşılaştıkları sorunları çözdüklerini duydum. Cemaate yardım eden ve yakın olduğunu bildiğim bürokratlar başta Bursa eski Valisi Ş.H., İl Emniyet Müdürü A. O.K., Bursa eski Cumhuriyet Başsavcısı N.Y. ... Cumhuriyet Başsavcısı N.Y. Başsavcı olarak görev yaptığı sırada Kutlucan Holding’in ortaklarından N.K. ihaleye fesat karıştırma, dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik gibi suçlardan gözaltına alınmış. E.K., K.nın çocukları, S.nin yardımcısı Y.Y. kod B.K. toplantı yaptılar. K.ların cemaate 1 Milyon TL bağışta bulunması karşılığında yardımcı olunacağı söylendi. Cumhuriyet Başsavcısı ile görüşülüp adliyede sorunların çözüleceği söylendi ... " şeklinde beyanda bulunmuştur.- Tanık K. ifadesinde "...Ergenekon, Balyoz soruşturmalarını yürüttüğü dönemde Orman çay bahçesinde Z.Ö. ile oturdukları sırada N.Y. ile birlikte başka bir savcının daha olduğunu, kendilerinin bulunduğu çay bahçesine geldiklerini, N.Y.nin yanında bulunan diğer savcıyı tanımadığını, Z.Ö.ye 'hoşgeldiniz' dediklerini, yarım saat kadar bir kahve içip ayrıldıklarını... [hatırlıyorum.]" şeklinde beyanda bulunmuştur.- Tanık F.K. ifadesinde, il imamı olarak görev yapan S.nin kendisine "... abi laf aramızda N.Y. bizim R.Y.nin abisidir. N.Y. de bizim abilerimizdendir. Kendisi bizim cemaatten yetişmiş birisidir." dediği şeklinde beyanda bulunmuştur. -Tanık H.G., T.T., A. ve K.Y. ifadelerinde özetle başvurucunun örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiğini beyan etmişlerdir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... şüphelinin soruşturma kapsamında elde edilen deliller gözetildiğinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğu ... [anlaşılmıştır.]" Başvurucu hakkındaki yargılamaya Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/285 sayılı dosyasında başlanmış ve yargılamanın 14/12/2018 tarihli dördüncü celsesinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Mahkeme 14/12/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu hakkında yürütülen yargılama bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi önünde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23743 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı olarak incelenmemesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin kararların sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumunda müdafi ile yapılan görüşmelerin kayıt altına alınması ve yayımlanan haberler nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutuklandıktan sonra kanuni sürelere uygun bir şekilde tutukluluk durumu ve tahliye talebi hakkında karar verilmediğini belirterek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 27/2/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 18/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 21/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevap vermemiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, Bakanlık görüşü ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/4/2012 tarihinde Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/692 Değişik iş sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yakalama kararı çıkartılmıştır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı 19/4/2012 tarih, 2012/898 soruşturma ve 2012/49 sayılı fezleke ile soruşturma dosyasını Adana Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 27/4/2012 tarih ve 2012/541-249 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçunu işlediği iddiasıyla Adana Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/5/2012 tarih ve E.2012/120 sayılı tensip duruşmasında başvurucu hakkında çıkarılmış olan yakalama emrinin devamına ve dosyanın aynı Mahkemenin E.2012/99 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Anılan yakalama emrine istinaden yakalanan başvurucu, Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin 6/6/2012 tarih ve 2012/940 Değişik İş sayılı kararı ile “atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun vasıf ve mahiyeti, hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedenlerinin bulunması, aleyhine mevcut adli bulgular, kanıtların tamamen toplanmamış olması, suçun kanundaki ceza miktarı, kaçma şüphesinin bulunması ve adli kontrolün yetersiz kalacağının anlaşılması nedenleri ile CMK’nun 100/2-a-b. maddeleri uyarınca tutuklanmasına” karar verilmiştir. Başvurucu bu karara 8/6/2012 tarihli dilekçe ile itiraz etmiş, itiraz dilekçesini inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesince 28/6/2012 tarih ve E.2012/99 sayılı kararla, “suçun niteliği, dosya kapsamı, kaçma ve delilleri karartma olasılığı” gerekçeleriyle “tahliye isteminin” reddine, tutukluluk halinin devamına ve başvurucunun talebi itiraz niteliğinde görüldüğünden, bu konuda karar verilmek üzere dosyanın Adana Ağır Ceza Mahkemesine tevdiine karar verilmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 3/7/2012 tarih ve 2012/587 Değişik İş sayılı kararı ile “atılı suçun CMK 100 ve devamı maddesi kapsamında olması, kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular” bulunduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun yargılandığı Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/99 sayılı dosyası kapsamında sanıkların hazır ettirilmediği 13/7/2012 tarihli oturumda, tutuklu yargılanan diğer sanıklar hakkında tutukluluk incelemesi yapılmış ancak başvurucu ile ilgili bir karar verilmemiştir. Başvurucu 20/7/2012 tarihli dilekçe ile tahliye talebinde bulunmuş, ancak taleple ilgili karar verildiğine dair dosya kapsamında belge ve bilgi bulunamamıştır. Mahkemenin E.2012/99 sayılı ve 8/8/2012 tarihli oturumunda başvurucu haricindeki bir kısım sanıklar hazır bulunmuş, oturum zaptında “Sanıklar Emrah Oğuz, …un tahliye ve Yargı paketinden faydalanma talepli dilekçe gönderdiği”, “Yakalamalı sanık Emrah Oğuz’un UYAP’ta yapılan sorgulamada İskenderun M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan tutuklu olduğu görüldü” ifadeleri yazılmış, başvurucunun tutukluluk durumu ile ilgili bir karar verilmemiş ve oturum sonunda “Başka suçtan İskenderun M Tipi Ceza evinde tutuklu olan Sanık Emrah Oğuz'un duruşmada hazır edilmesi için yazı yazılmasına”, diğer tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına ve tutukluluk incelemelerinin 27/8/2012, 26/9/2012 ve 23/10/2012 tarihlerinde yapılmasına, duruşmanın 20/11/2012 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Sanıkların yokluğunda 27/8/2012, 26/9/2012 ve 23/10/2012 tarihlerinde yapılan tutukluluk incelemelerinde tutuklu sanıklar ile ilgili karar verilmiş, ancak başvurucu ile ilgili bir karar verilmemiştir. Başvurucu kaldığı cezaevinden gönderdiği 21/9/2012 tarihli dilekçede 6/6/2012 tarihinden beri cezaevinde olduğunu, 8/8/2012 tarihinde duruşmasının yapıldığını ancak haberinin olmadığını belirterek iddianamenin bir suretinin gönderilmesi ve yargılanması konusunda bilgi verilmesini talep etmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun kaldığı Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 14/11/2012 tarihli yazı ile iddianamenin başvurucuya verilmesini talep etmiştir. Yargılamanın 20/11/2012 tarihli oturumunda başvurucunun sorgusu yapılmış ve Mahkeme, “atılı suçun niteliği, dosya kapsamı, sanığın kaçma ve kanıtları karartma olasılığı ve kanıt durumu gözetilerek” gerekçesiyle “terör örgütüne üye olmak” suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz talebinde sadece Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/99 sayılı dosyasında tutuklu olduğunu, ancak Mahkemenin tutukluluk durumu ile ilgili olarak karar vermediğini, aleyhinde hiç somut delil bulunmadığını, delillerin toplandığını ve delil karartma ya da kaçma şüphesinin bulunmadığını ve uzun zamandan beri tutuklu olduğunu belirterek tahliyesini talep etmiştir. İtirazı inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 30/11/2012 tarih ve 2012/938 İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Ancak Mahkeme bu kararda itiraz yoluna başvuran sanığın ismi konusunda hataya düşmüş ve başka bir kişinin durumunu inceleyerek itirazın reddine karar vermiştir. Bu durumu fark eden başvurucu, 28/12/2012 tarihli dilekçe ile Adana Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulunarak karardaki hataların düzeltilmesini talep etmiştir. Başvurucunun talebini kabul eden Mahkeme, 1/2/2013 tarih ve 2013/57 İş sayılı kararı ile 30/11/2012 tarih ve 2012/938 İş sayılı kararın kaldırılmasına, “atılı suçun CMK 100 ve devamı maddesi kapsamında olması, dosya kapsamı, kaçma ve delilleri karartma olasılığı, yakalama evrakları, sorgu zaptı, ek takipsizlik kararı, savcılık ifadesi, kolluk fezlekesi, bağlantılı çocuk iddianame örnekleri, ekspertiz raporları, emanet makbuz iletişim tespit CD’si, doktor raporları, iletişim tespit tutanakları, üst arama tutanakları, yakalama tutanakları, fotoğraf teşhis tutanakları, görüntü inceleme tespit tutanakları, gizli tanık ifade tutanağı, film inceleme çözüm tutanağı, facebook çözüm tutanağı … gözetilerek tutuklama sebeplerinin devam ettiği sonucuna varılmakla … vaki itirazının REDDİNE, sanığın TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA” karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 20/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 19/12/2012 tarihli ve E.2012/99 sayılı oturumda başvurucunun tutukluluk halinin devamına, 22/1/2013 tarih, E.2012/99, K.2013/13 sayılı karar ile dava dosyasının Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/2 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, birleştirme konusundaki uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 27/5/2013 tarihli kararı ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/99 ve K.2013/13 sayılı birleştirme kararının kaldırılmasına karar verilmesi üzerine dava dosyası Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/125 sırasına kaydedilmiştir. Mahkeme, 26/7/2013 tarihli tensip tutanağında delil durumu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti ve tutuklu kalınan süre gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk halinin devamına, tutukluluk durumunun 23/8/2013, 23/9/2013 ve 21/10/2013 tarihlerinde incelenmesine, duruşmanın 12/11/2013 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/125 sayılı dosyasında 12/11/2013 ve 20/2/2014 tarihlerinde yapılan oturumlarında atılı suçların niteliği, kanıt durumu, kaçma ve delil karartma olasılığı gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 10/3/2014 tarih, E.2013/125, K.2014/34 sayılı karar ile 21/2/2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’un maddesi gereğince görevsizlik kararı vererek dosyanın Mersin Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesi E.2014/162 sayılı dosyada 2/4/2014 tarihli tensip tutanağı ile atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular, tatbiki istenen sevk maddesindeki ceza miktarına göre kaçma şüphesi gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına, sanıkların hazır edilmesi için ilgili kuruma yazı yazılmasına ve duruşmanın 12/6/2014 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Mahkemenin 12/6/2014 tarihli oturumunda atılı suçun niteliği ve mevcut delil durumu ile tutuklulukta geçirilen süre dikkate alınarak başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun 3/7/2012 – 20/11/2012 tarihleri arasında başka bir mahkeme kararına istinaden cezaevinde kalıp kalmadığının tespiti için İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan yazıya verilen 6/2/2015 tarihli yazı cevabının ekindeki belgede; başvurucu Emrah Oğuz’un 6/6/2012 – 20/11/2012 tarihleri arasında arasında sadece Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/99 sayılı dosyasında tutuklu kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava halen Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/162 sırasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturmave kovuşturmaevrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanıksalıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheliveya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesinehâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturmaevresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde veen geç otuzargünlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh cezahâkimi tarafından 100 üncü madde hükümlerigöz önünde bulundurularak (Ek ibare: 11/04/2013-6459 S.K./ md), şüpheli veyamüdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutuklulukdurumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevindebulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğindeoturumlar arasında ya da birinci fıkradaöngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1755 | Başvurucu, tutuklandıktan sonra kanuni sürelere uygun bir şekilde tutukluluk durumu ve tahliye talebi hakkında karar verilmediğini belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucu, 9/2/1974 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle taşınmazları üzerinde tasarrufta bulunamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 21/2/2014 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 3/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili, Marmaris ilçesi, Çamlı köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 693, 723 ve 727 parsel numaralı taşınmazlar başvurucu adına tespit edilmiştir. Bu tespit karar üzerine F.T. ve arkadaşları tarafından 9/2/1974 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmış ve dava, Marmaris Kadastro Mahkemesinin E.1974/22 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 28/9/2009 tarih ve E.1974/22, K.2009/1109 sayılı kararla F.T. ve arkadaşları ile katılan Orman İdaresinin açtığı davaların reddine, çekişmeli Çamlı köyü 693, 727 ve 723 parsel numaralı taşınmazların tespit gibi başvurucu Mehmet Ali Çelik adına tapuya tesciline, A.Y. ve H.Y. ile Gayrimenkul Değerler A.Ş.’nin açtığı davalarda Mahkemenin görevsizliğine karar verilmiştir. Anılan kararın Orman İdaresi ile F.T. ve arkadaşları tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 18/6/2010 tarih ve E.2010/6750, K.2010/8713 sayılı ilâmıyla; bir kısım eksiklikler nedeniyle dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. Eksik hususların tamamlanmasından sonra, dosyanın gönderildiği Yargıtay Hukuk Dairesi, 12/4/2013 tarih ve E.2011/3551, K.2013/4275 sayılı ilâmıyla; İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/6/2014 tarih ve E.2013/10431, K.2014/6507 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Bozma ilamı üzerine Marmaris Kadastro Mahkemesinin E.2014/50 sayılı dosyasına kaydedilen dava halen devam etmektedir. Başvurucu, 21/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2849 | Başvurucu, 9/2/1974 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesinde aleyhine açılan kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlandırılamadığını, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle taşınmazları üzerinde tasarrufta bulunamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 30/12/2020 tarihinde öğrendikten sonra 25/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/6659 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2018/13096, 2018/21035, 2018/2836, 2018/3551, 2018/6865, 2019/5957, 2019/6707, 2019/6786, 2019/7451 başvuru numaralı dosyalar 2018/2410 başvuru numaralı dosyayla birleştirilmiştir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Muhubet Kamçı ve Muzaffer Aksoy başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçıları Cemil Aksoy, Cengiz Aksoy, Müzeyyen Aksoy, Rabiye Aksoy, Yılmaz Aksoy, Leylüfer Yıldız ile Mühüttün Kamçı, Cezayir Kamçı, Orhan Kamçı, Gülfer Kamçı, Zinet Kamçı, Fatma Olcan, Ayhan Surma başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2410 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hâkim adaylığı mülakat sınavında başarısız sayılma nedeniyle eşitlik ilkesi ile kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonda kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığından başvuru, kabul edilebilirlik incelemesinin karara bağlanabilmesi için Bölüme gönderilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvrucu 20/12/2008, 25/12/2010, 9/4/2011 ve 25/12/2011 tarihlerinde yapılan adli yargı hâkim adaylığı yazılı sınavlarını kazandığını ancak tüm sınavların mülakatında elendiğini belirtmiştir. Başvurucu, en son 16/2/2012 tarihinde yapılan mülakatta da başarısız sayılması üzerine iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 18/1/2013 tarihli ve E.2012/812, K.2013/61 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucu hakkındaki mülakat komisyonu değerlendirme tutanaklarında ilgilinin muhakeme gücü, bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneği, genel ve fiziki görünümü, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu ve liyakati, yetenek ve kültür ile çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı başlıkları altında her bir başlık için 20 puan üzerinden değerlendirmeler yapıldığı, her bir komisyon üyesinin adayı ayrı ayrı değerlendirdiği, bu değerlendirmelerin de birbiri ile paralellik arz ettiği, dolayısıyla değerlendirmede tereddüte mahal olacak ya da farklı yorumlanabilecek bir durum olmadığı, bu durumda 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun belirlediği çerçeve içinde gerçekleştirilen mülakat sınavı sonucu yapılan değerlendirmelere göre başvurucunun başarısız sayılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Karar, Danıştay Onikinci Dairesi tarafından 5/12/2013 tarihli kararla onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 16/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin karar 7/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2802 sayılı Kanun’un maddesinin (ı) bendi şöyledir:“Adaylığa atanabilmek için :…Yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı göstermek,…şarttır.” 2802 sayılı Kanun'un 9/A maddesinin onuncu ve devamı fıkraları ise şöyledir:“Mülâkat, ilgilinin; a) Muhakeme gücünün, b) Bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneğinin, c) Genel ve fizikî görünümünün, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğunun ve liyakatinin, d) Yetenek ve kültürünün, e) Çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının, puan vermek suretiyle değerlendirilmesi yöntemidir. Mülâkat, yukarıdaki bentlerde yazılı özellikler herbiri yirmişer puan üzerinden değerlendirilerek yapılır. Mülâkat Kurulunun her bir üyesi tarafından verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Başarılı sayılmak için, üyelerin yüz tam puan üzerinden verdikleri notların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması şarttır. Mülâkat sonucu en yüksek puan alandan başlamak üzere sıraya konularak mülâkat başarı listesi hazırlanır ve bu listenin altı Mülâkat Kurulu tarafından imzalanarak Personel Genel Müdürlüğüne teslim edilir. ...” | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14474 | Başvuru, hâkim adaylığı mülakat sınavında başarısız sayılma nedeniyle eşitlik ilkesi ile kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1975 doğumlu olan başvurucu; Mardin İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (Kurum) bünyesinde, değişik alt işverenler (şirket) nezdinde işçi statüsünde olarak çalışmakta iken 20/4/2017 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, haksız şekilde işten çıkarıldığı gerekçesiyle işe iade talepli tespit davası açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) 6/11/2018 tarihli kararıyla davanın kabulüne, başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. İşveren Kurum, karara karşı istinaf yoluna başvurmuş; kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, davalı Kurumun iddialarını incelemiş; 5/12/2019 tarihli kararıyla istinaf talebinin kabulüne, kararın kaldırılması ile davanın reddine -kesin olmak üzere- hükmetmiştir. Başvurucu, nihai kararın 25/2/2020 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 23/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11032 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi ve kamulaştırmasız el atma tazminatının değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvurucu, Ankara'nın Yenimahalle ilçesi Yenikent Mahallesi'nde bulunan 44982 ada 1 parsel sayılı 932 m2 yüzölçümlü taşınmazın 109,24 m2'lik kısmının hisseli malikidir. Başvurucu, maliki olduğu mezkur taşınmaza Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) tarafından üzerinden yol geçirilmek suretiyle kamulaştırma işlemi uygulanmadan el atıldığını belirterek Belediye aleyhine 8/4/2013 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 30/1/2014 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilerek başvurucu için 250,40 TL tazminata hükmedilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 17/11/2014 tarihinde onanmıştır. Belediye, onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Daire 2/4/2015 tarihinde kararı harca ilişkin hüküm yönünden düzelterek onamıştır. Daire; gerekçesinde 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun ile değişik 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesinin on üçüncü fıkrası Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edildiğinden 4/11/1983 tarihinden sonraki döneme ilişkin kamulaştırmasız el atmalarda nispi harca hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme kararı da anılan tarihte kesinleşmiştir. Bu arada yargı kararı icrai işleme konu edilmek için kesinleşmesi gereken kararlardan olmadığından başvurucu 17/4/2014 tarihinde mezkur Mahkeme kararına dayalı olarak Adana İcra Dairesinin (İcra Dairesi) E. 2014/4403 (yenilenmekle 2019/6405) sayılı dosyasında icra takibi başlatmış, ancak bireysel başvuru tarihi itibarıyla aradan geçen beş yılı aşkın süre zarfında takibe konu alacak tahsil edilememiştir. Başvurucu ayrıca 13/1/2017 tarihinde Belediyeye dilekçe ile başvurarak mahkeme ilamında belirtilen ve icra takibine konu edilen alacağın ödenmesi ile birlikte ödeme sırasının bildirilmesini talep etmiştir. Belediye cevabi yazısında ödemelerin sıraya konulduğunu belirterek bütçe imkanları dahilinde sırası geldiğinde ödeme yapılabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Borçlu Belediye, başvuru tarihinden sonra icra dosyasına 24/10/2019 tarihinde 426,50 TL, 18/11/2019 tarihinde 227,23 TL tutarlarında ödemeler yapmıştır. İcra Dairesince de sırasıyla 25/10/2019 ve 21/11/2019 tarihlerinde başvurucuya tahsil edilen söz konusu tutarlardan reddiyat makbuzları ile gerekli harçların düşülmesinden sonra kalan ayrı ayrı toplam 270,98 TL'lik tutarda ödemeler yapılmıştır. Başvurucu vekili 24/8/2021 tarihinde İcra Dairesine başvuruda bulunarak dosya hesabının yapılması talebinde bulunmuştur. İcra Dairesi 4/9/2021 tarihli son dosya hesabı uyarınca takibe konu bakiye borç tutarı 080,27 TL, borçlu tarafından yatırılan para miktarı 653,73 ve borçluya iade edilecek tutar da 573,46 TL olarak tespit edilmiştir. Borçlu Belediye son olarak icra dosyasına 21/7/2022 tarihinde 931,67 TL tutarlarında ödeme yapmıştır. İcra Dairesince de 22/7/2022 tarihinde başvurucuya tahsil edilen söz konusu tutardan reddiyat makbuzu ile gerekli harçların düşülmesinden sonra kalan 795,57 TL'lik tutarda ödeme yapılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16106 | Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi ve kamulaştırmasız el atma tazminatının değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının, mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2014 tarihinde Hakkari Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 16/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sıkıyönetim Komutanlığı Diyarbakır Askerî Savcılığının E.1981/203 sayılı dosyası kapsamında devletin hâkimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden özel vasıtalarla ayırmaya yönelik gizli cemiyet oluşturmak suçundan 10/9/1980 tarihinde gözaltına alınmış ve 16/9/1980 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Savcılığının 24/3/1981 tarihli ve E.1981/203, K.1981/162 sayılı kararı ile başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, haksız olarak gözaltında kaldığı sürede uğradığı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemiyle Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) 14/11/2012 tarihinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme 27/2/2013 tarihli ve E.2012/490, K.2013/164 sayılı kararı ilesüresinden sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Yapılan ayrıntılı açıklamalar sonunda; davacının Diyarbakır Sıkı Yönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının yargılamasına konu haksız gözaltı ve tutuklama işlemine karşı açmış olduğu tazminat davasında Diyarbakır Sıkı Yönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının 1981/203 Esas 1981/162 Karar sayılı Kovuşturmaya Yer Olmadığına dair Kararının itiraza uğramıyarak maddi anlamda 1981 yılı içerisinde kesinleştiğinin kabulü gerekeceği böylelikle 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, Yargıtay içtihatları doğrultusunda 10 Yıllık süreden sonra beraat kararının kesinleştiğinin öğrenilmesinin hayatın olağan akışına uymayacağı böylelikle bu tazminat davasının süresinde açılmadığı ve bu nedenle (Mülga) 466 sayılı kanunun Maddesi ile (Mülga) Borçlar Kanununun Maddesi uyarınca süre yönünden reddinin gerekeceği, ... kanaatine ulaşıl[mıştır]” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2014 tarihli ve E.2014/1206, K.2014/12288 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Dava 466 sayılı Kanun hükümlerine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, Ceza Genel Kurulunun 23/03/2010 tarih ve 2009/256 esas-2010/57 sayılı kararında 466 sayılı Kanunun maddesindeki üç aylık sürenin başlangıcı için 21/04/1975 tarih ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına atıf yapılarak kesinleşen beraat kararından davacının haberdar olmasının arandığı, adı geçen kararda tazminat davasının ne zamana kadar açılması gerektiğine dair bir açıklama bulunmamakla birlikte, hiçbir hakkın sonsuza dek dava konusu yapılamayacağı, özel hukuk kapsamında değerlendirilmesi gereken bu talebin de makul bir süre içinde dava konusu edilmesi gerektiği, dava süresi bakımından en lehe kabul ile Borçlar Kanununun maddesindeki sürenin kabulü gerektiği ve her koşulda davanın 10 yıllık süre içinde açılması gerektiği kabul edilmekle, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında 1981 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile tazminat davasının açılmış olduğu 2012 tarihine kadar 31 yıldan fazla süre geçtiği ve davacının bu uzun süre içerisinde hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberdar olmadığından söz etmenin yaşamın olağan akışına uymayacağı ve davanın süre yönünden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından,Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin davanın süresinde açılmış olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün istem gibi ONANMASINA ... karar verildi.” Yargıtay ilamı, başvurucuya 22/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 7/5/1964 tarihli ve 466 sayılı mülga Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun’un maddesi ile maddesinin birinci fıkrası, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 6/5/2014 tarihli ve E.2014/12-141, K.2014/229 sayılı kararı (Abdulkadir Akan, B. No: 2014/2326, 18/5/2016, §§ 13-17). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16579 | Başvuru, haksız tutulma sebebiyle Hazine aleyhine açılan tazminat davasının, mevzuatın hatalı yorumlanması sonucu süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, ifadesinin alınması amacıyla başvurucu hakkında 10/4/2006 tarihinde yakalama emri düzenlenmiştir. Soruşturma aşamasında ifadesi alınamayan başvurucu hakkında Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2006 tarihli iddianamesi ile suç işlemek amacıyla örgüt kurma, hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından dava açılmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 15/7/2008 tarihli kararıyla başvurucunun örgüt kurucusu olma suçundan beraatine, diğer suçlardan ise mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesinin 10/6/2013 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4749 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16002 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16001 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 23/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 14/8/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16001 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesiyle Gediz Üniversitesi kapatılmıştır. Başvurucu kapatılan Gediz Üniversitesinde doktor öğretim üyesi olup, İzmir Defterdarlığına (İdare) 29/8/2016 tarihinde, Gediz Üniversitesinden kıdem ve ihbar tazminatı ile ücret alacağının ödenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, talebine İdarenin altmış gün içinde cevap vermemesi üzerine zımni ret işleminin iptaline ve başvuru konusu alacağın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 14/11/2017 tarihli kararı ile, İdareye yapılan başvurunun yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verildikten sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulmadığı, davanın 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince "yetkili idari mercii tarafından verilen bir karar bulunmadan açıldığı" gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuş, İzmirBölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 10/4/2018tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararını usul ve yasaya uygun bularak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, İstinaf Mahkemesi kararını 8/5/2018 tarihinde tebliğ almıştır. Başvurucu 6/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Cem Taylan Erden ve diğerleri, B. No: 2017/32445, 19/11/2020, §§ 23- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17859 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Konya Ana Jet Üs Komutanlığında subay olarak görev yapmaktadır. 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi sonrası Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) aralarında başvurucunun da bulunduğu şüpheliler hakkında başlatılan soruşturma sırasında başvurucu 22/7/2016 tarihinde Anayasa'yı ihlal suçundan tutuklanmıştır. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Başsavcılık 15/3/2017 tarihinde -diğer şüphelilerin yanı sıra- başvurucu hakkında Anayasa'yı ihlal ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçlarını işlediğinden bahisle iddianame düzenlemiştir. Anılan iddianamede başvurucunun HTS kayıtlarıyla görev yaptığı askerî birlikteki kamera görüntülerine, askerî birliğin nöbet çizelgesi ile santral kayıtlarına, tanık olarak ifadeleri alınan kişilerle haklarında soruşturma yürütülen diğer şüphelilerin beyanlarına dayalı olarak atılı suçları işlediği kanaatine varılmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesinde görülen yargılama 62 celsede tamamlanmıştır. Başvurucu, diğer sanıklarla birlikte savunmasının alındığı 3 ila 10 arası celselerde tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan (İnfaz Kurumu) getirtilerek duruşmada müdafii ile hazır bulunmuştur. celse sonunda Mahkeme 21/11/2017 tarihinde yapılması kararlaştırılan bir sonraki celseye katılımının başvurucunun İnfaz Kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla sağlanmasına karar vermiştir. Celse arasında Mahkeme, terör örgütü üyeliği suçundan farklı kişiler hakkında ayrı bir dosyada devam eden yargılama sırasında tanık sıfatıyla ifadesi alınan A.nın kendisi hakkında terör örgütünün askerî mahrem yapılanmasında yer alan mensuplarından sorumlu abi konumunda olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma sırasında kolluk tarafından alınan ifadesiyle A.ya yaptırılan fotoğraf teşhisine dair tutanağı, başvurucu yönünden de anlatımlar bulunduğu gerekçesiyle dosya arasına almış ve bu kişinin 21/11/2017 tarihli celsede hazır bulunması hususunda kolluğa 2/10/2017 tarihinde yazı yazmıştır. A.nın kollukta alınan ifadesinde kendisine ve başvurucuya dair anlatımların ilgili kısımları şöyledir:i. Örgütün Konya'da faaliyet gösteren askerî mahrem yapılanması içinde müdür yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde kendisine bağlı olarak faaliyet gösteren ve örgüt içerisinde öğretmen konumunda örgüt mensupları olduğunu, bu kişilerin Konya Ana Jet Üs Komutanlığında görevli çeşitli rütbelerdeki subaylarla ilgilendiğini, örgüt içerisinde öğrenci konumunda yer alan askerî personelle önceden kararlaştıkları günlerde görüşüp örgütsel faaliyetler gerçekleştirdiklerini ve bu kişilerden aidat veya himmet adı altında aldıkları paraları kendisine verdiklerini, kendisinin de toplanan parayı bu askerî birlikteki mahrem yapılanmanın en üst konumunda yer alan kişiye teslim ettiğini beyan etmiştir. ii. Kendisine bağlı öğretmenlerin ve onlara bağlı askerî personelin isimlerini bildiren A. aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı askerlerin bazen doğrudan kendisine, bazen de ismini verdiği diğer öğretmen konumundaki örgüt mensuplarına bağlı olarak örgütsel faaliyet yürüttüklerini, kendisi gibi öğretmen yardımcısı konumundaki kişilerden birinin de F. adlı kişi olduğunu söylemiş ve kendisine gösterilen fotoğraflar arasında başvurucuyu teşhis etmiştir. Yargılamanın 21/11/2017 tarihli celsesinde tanık A. ve başvurucu müdafii hazır bulunmuş, başvurucunun duruşmaya katılımı ise SEGBİS aracılığıyla sağlanmıştır. Anılan celseye dair duruşma tutanağında A.nın başvurucuyla ilgili beyanda bulunduğundan bahisle kolluktaki beyanlarını içeren tutanağın dosya arasına alındığı belirtildikten sonra A.nın tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. A.nın ifadesi şöyledir:i. 2014 yılının Ekim ya da Kasım ayında F. adlı kişinin başvurucuyu evine getirip kendisiyle tanıştırdığını ve başvurucunun bundan sonra eve gelip gideceğini söylediğini, bu şekilde başvurucunun mahrem abisi olduğunu, bunun üzerine başvurucunun eve gidip gelmeye başladığını, geldiğinde namaz kıldıklarını ve başvurucuya Kur'an okumayı öğrettiğini, ayrıca FETÖ'ye ait videolar izlediklerini, başvurucunun kendisine himmet adı altında para verdiğini, bu durumun 2015 yılının Haziran ya da Temmuz ayına kadar devam ettiğini söylemiştir. ii. Hatırladığı kadarıyla sonradan evine gelen adlı kişiyle başvurucuyu tanıştırdığını ve başvurucunun toplantı yapmaya onunla devam ettiğini beyan etmiştir. Tanık beyanına karşı başvurucu müdafiinin sorusu üzerine başvurucu ile görüşmeleri sırasında bir sonraki buluşma tarihini kararlaştırdıklarını, gelemezse bir sonraki hafta görüştüklerini, telefonla irtibat kurmadıklarını, başvurucunun himmet adı altında kendisine elden para verdiğini beyan eden A., duruşma tutanağına göre kendisine SEGBİS üzerinden gösterilen başvurucuyu teşhis etmiştir. Başvurucu ise; tanığın beyanlarını inkâr ederek tanığı tanımadığını, onun ya da başka bir örgüt mensubunun evine gitmediğini savunmuştur. Başvurucu celse arasında Mahkemeye sunduğu 27/11/2017 ve 23/1/2018 tarihli dilekçelerde de duruşma sırasında tanığın kendisini başta tanıyamadığını ve mübaşir tarafından ayağa kaldırılması üzerine tanığın teşhis ettiğini ancak esasa etkili olan bu hususun duruşma tutanağında belirtilmemesi nedeniyle tutanak içeriğine itiraz ettiğini, ismine ve fotoğrafına internet ortamında erişilebilir olması nedeniyle ve tanığın etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için ifadesinde kendisi aleyhine beyanda bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu anılan dilekçelerinde ayrıca tanığın beyanında dile getirdiği iddiaların doğruluğunun araştırılması açısından ifadesinde belirttiği diğer kişilerin de tanık olarak dinlenmesini, tanık ile arasında telefon görüşmesi olup olmadığının belirlenmesi için HTS kayıtlarının incelenmesini ve tanığın evinde parmak izi incelemesi yapılmasını talep etmiştir. Başvurucu SEGBİS aracılığıyla katıldığı celsede bağlantıda kesintiler yaşandığı için duruşmada bizzat hazır bulunmak istediğini ve önceki celse ifadesi alınan tanık A.ya soru soramadığını beyan etmiştir. Yargılamanın bir sonraki celsesinde yeniden SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılımı sağlanan başvurucu, tanık A.nın beyanlarının araştırılması hususunda celse arasında sunduğu dilekçelerinde yer alan taleplerini yinelemiş; başvurucu müdafii de tanığın ifadesinin yeniden alınmasını, ayrıca tanığın ifadesinde geçen ve başvurucuyu tanıdığı söylenen diğer örgüt mensuplarının tespit edilerek bu kişilerin de tanık sıfatıyla dinlenilmelerini talep etmiştir. Mahkeme başvurucu müdafiinin talebini kabul etmiş ve Başsavcılıktan tanığın ifade verdiği dosyalar hakkında bilgi istenilmesine, sonucuna göre ifadesinde geçen diğer kişilerin dinlenilmesi hususunun sonradan değerlendirilmesine karar vermiştir. Başvurucu SEGBİS aracılığıyla katıldığı celsede de tanık A.nın örgütün askerî mahrem yapılanmasında kendisine bağlı olarak faaliyet gösterdiğini söylediği kişilerin tanık sıfatıyla ifadelerinin alınmasına dair yeniden talepte bulunmuş ancak celse sonunda Mahkeme bu taleple ilgili herhangi bir karar vermemiştir. Başvurucu, yargılamanın bir sonraki celsesine de SEGBİS aracılığıyla katılmış; anılan celsede Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Diğer sanıkların tanık dinletme taleplerinin yanı sıra başvurucu ve müdafiinin tanık A. ile ifadesinde adları geçen müdür yardımcısı konumundaki kişilerin Mahkeme huzuruna getirtilerek ifadelerinin alınmasına dair talebi Mahkemece reddedilmiştir. Mahkeme ret gerekçesinde; yargılama boyunca bir çok kişinin tanık olarak dinlendiği, ülkenin her yerinde duruşmaların yoğun olarak devam etmesi ve SEGBİS bağlantılarında yaşanan sorunlar itibarıyla sanıklarla dinlenmesi istenen tanıkların aynı anda hazır edilmelerinin imkânsız olduğu, sanık ve müdafilerine dinlenmesini istedikleri tanıklara sorulmasını istedikleri hususları bildirmeleri için önceden süre de verildiği değerlendirmelerinde bulunmuştur. Mahkeme celse sonunda, SEGBİS bağlantılarında kopmalar meydana geldiği ve bir sonraki celsede karar verileceği gerekçesiyle aralarında başvurucunun da bulunduğu tutuklu sanıkların ceza infaz kurumlarından getirtilerek duruşmada bizzat hazır bulundurulmaları talimatını vermiş, bu doğrultuda başvurucu hükmün kurulduğu 31/5/2018 tarihli celsede müdafii ile hazır bulunarak esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını yapmıştır. Yargılama sonucunda Mahkeme, başvurucunun Anayasa'yı ihlal suçundan beraatine, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesinde Mahkeme, tanık A.nın 21/11/2017 tarihli celsede alınan beyanına ve başvurucuda ele geçirilen dijital materyalde örgütle irtibatlı Rotahaber adlı internet sitesine giriş yapıldığına dair tespit içeren bilirkişi raporuna yer vermiştir. Bu tespitler sonucunda Mahkeme; başvurucunun asker olarak görev yaparken örgütün mahrem imamları ile irtibat hâlinde olduğu, örgüt tarafından gizlilik ve sadakat bilinciyle yetiştirildiği, örgütün mahrem abisi ile örgütsel aidiyeti artırmaya yönelik gerçekleştirdiği buluşmalar sırasında örgüt elebaşısının videolarını izleyip ve himmet adı altında para ödediği, mahrem abi değişikliğinin de bizzat önceki mahrem abinin başvurucuyu sonraki mahrem abi ile görüştürmek suretiyle gerçekleştiği, başvurucunun bu suretle atılı suçu işlediği sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu mahkûmiyet kararına karşı -diğerlerinin yanı sıra- rızasına aykırı olarak yargılamanın bazı celselerine katılımının SEGBİS aracılığıyla sağlandığını, özellikle beyanı belirleyici delil olarak hükme esas alınan ve duruşmaya geleceğinden haberinin olmadığı tanık A.yı ilk kez tanık sıfatıyla ifadesinin alındığı duruşmada gördüğünü, hazırlıksız olarak ve duruşmaya da SEGBİS ile katıldığı için tanığı sorgulayamadığını, duruşma tutanağında belirtilmemekle birlikte tanığın kendisini başta teşhis de edemediğini belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) istinaf başvurusunu 28/2/2019 tarihinde reddetmiş, Yargıtay (Kapatılan) Ceza Dairesi, benzer itirazlar dile getirilerek temyiz edilmesi üzerine Daire kararını onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 29/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 15/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26906 | Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 16/2/2007 tarihinde gözaltına alınmış, hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 6/3/2007 tarihli iddianamesiyle izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak ve silahlı terör örgütüne üye olmak suçlarından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 1/4/2011 tarihli kararı ile izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak suçundan açılan davanın dosyadan tefrikine karar verilmiştir. Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinin 18/2/2014 tarihli kararı ile başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. İtiraz edilmesi üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/6/2014 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12497 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, şüpheli ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Karaburun Cankurtaran Merkezi görevlileri 16/8/2014 günü saat 00 sıralarında, sahilde önleyici kolluk görevi ifa eden Arnavutköy İlçe Jandarma Komutanlığı (Komutanlık) görevlilerine 32 yaşlarındaki bir kişinin kayıp olduğunu haber vermişlerdir. Komutanlık görevlilerince düzenlenen Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre kayıp olayını bildiren A.Y. ile S.İ., başvurucunun oğlu olan kayıp G.Y.nin sırasıyla eşi ve arkadaşıdır. A.Y. ile S.İ., Komutanlık görevlilerine G.Y. ile birlikte denizde yüzmekteyken saat 00 sıralarında denizden çıktıklarını, G.Y.nin yüzmeye devam ettiğini, bir süre sonra G.Y.nin denizdeki kalabalıkta gözden kaybolduğunu, plaj boyunca G.Y.yi aradıklarını ve bulamamaları üzerine durumu Can Kurtaran Merkezine bildirdiklerini beyan etmişlerdir. Yine anılan tutanağa göre, bir süre sonra denizden çıkarılan bir kişinin kayıp G.Y.nin tarifine uyduğu tespit edilmiş; yaşadığının saptanması üzerine sağlık görevlilerince G.Y.ye 15-20 dakika boyunca tıbbi müdahale yapılmış ancak G.Y. kurtarılamamıştır. Plaj çevresinde yapılan araştırmada G.Y.nin boğulmasına ilişkin herhangi bir bilgi elde edilememiştir. G.Y.nin ölümünden haberdar olan Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında aynı gün soruşturma başlatmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında olay yerinin basit bir krokisini çizen Komutanlık görevlileri, olayın meydana geldiği tarihte bilgi sahibi sıfatıyla A.Y. ve S.İ.nin ifadelerini almıştır. i. A.Y. ifadesinde saat 00 sıralarında eş ve arkadaşlarıyla birlikte ailecesahile gittiklerini, saat 00 sıralarında denize girilmesi yasak olan bir yerden denize girdiklerini, denizden çıktığında eşinin hâlâ denizde olduğunu, yemek hazırlamakta iken eşini denizde görememesi üzerine telaşlanıp olayı Cankurtaran Merkezine bildirdiğini beyan etmiştir.ii. S.İ. ifadesinde saat 00 sıralarında arkadaşı G.Y. ve G.Y.nin eşi A.Y. ile birlikte Karaburun sahiline gittiklerini, birlikte denizde yüzdüklerini, saat 00 sıralarında A.Y. ile kendisinin denizden çıktığını, G.Y.nin bir süre daha yüzeceğini söylediğini, 15-20 dakika sonra G.Y.yi denizde görememeleri üzerine A.Y. ile birlikte G.Y.yi aramaya başladıklarını, yaklaşık yarım saatlik bir aramadan sonra durumu Cankurtaran Merkezine bildirdiklerini söylemiştir. Ölü muayenesi işlemi 16/8/2014 tarihinde Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekim tarafından yapılmıştır. Ölü muayenesine ilişkin tutanakta, ense kısmında yumuşak doku travması bulunduğu, ağız, burun ve enseden kan geldiği, cesette başkaca bir yara bulunmadığı belirtilmiştir. 30/9/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe veren J.P., G.Y.nin eşi A.Y. ile ilgili birtakım iddialarda bulunmuştur. Buna göre A.Y. J.P.ye bazı erkeklerle görüşüp onlardan 100-200 TL para istediğini, S. isimli bir kişi (S.İ.) ile dost olduğunu, bu kişiyle sık sık görüştüğünü, bundan G.Y.nin haberi olmadığını anlatmıştır. Ayrıca eşinden nefret ettiğini söyleyen ve G.Y.nin cenazesine katılmayan A.Y., olaydan bir gün önce S., S.nin eşi ve G.Y. ile birlikte saat 00 sıralarında denize gideceklerinden söz ederek J.P.den plaj havlusu istemiş, J.P.ye S.yi kastederek saat 00'de denize gitme fikrinin karşı taraftan geldiğini söylemiştir. Son olarak J.P., G.Y.nin kendisine yüzme bilmediğini söylediğini ve G.Y.nin kasten öldürülmüş olabileceğini ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı 11/11/2014 tarihinde S.İ.nin şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. İfadesinde S.İ., eşi Se.İ. ile ölenin eşi A.Y.nin belediyenin verdiği bir yemekte tanıştıklarını, ölmesinden dört ay kadar önce G.Y.nin eşi A.Y. ile birlikte evlerine geldiğini, tanıştıktan sonra samimiyetlerinin hızla ilerlediğini, G.Y. ve eşinin sürekli evlerine gelmeye başladığını ve sadece bir kez eşiyle birlikte G.Y.nin evine gittiğini söylemiştir. Ayrıca S.İ., A.Y. ile arasında herhangi bir gönül ilişkisi olmadığını, J.P.yi tanımadığını, saat 00 sıralarında sahile gitme fikrinin G.Y.ye ait olduğunu, sabah olunca birlikte denize girdiklerini, denize girmek amacıyla bir müddet sonra G.Y.nin yanlarından ayrıldığını ve bir anda gözden kaybolduğunu, denizin çok kalabalık olduğunu, G.Y.yi denize itmediğini veya bastırmadığını, G.Y.nin ölümünde herhangi bir suçunun olmadığını beyan etmiştir. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi (İhtisas Dairesi) 25/11/2014 tarihli otopsi raporunda; kanda alkol bulunmadığını, 65/7 ng/ml midazolam ile 182,07 ng/ml paroksetin bulunduğunu ve sistematikteki diğer maddelerin bulunmadığını, idrarda paroksetin bulunduğunu ancak sistematikteki diğer maddelerin bulunmadığını ve ölümün suda boğulma sunucu meydana geldiğini bildirmiştir. Bahse konu otopsi raporunun ilgili kısımları şöyledir:"...[Ö]lü katılığının devam ettiği, ölü lekelerinin vücut arka yüzde, bası görmeyen yerlerde oluştuğu görüldü.Vücutta yaygın kum bulaşı ve ağız-burun çevresinde kanlı köpüklü sıvı bulaşı, el ve ayaklarda çamaşırcı eliayağı görünümü görüldü. Sol kol ön yüzde 10x8 cm boyutlarındagül motifli dövme ve her iki dirsek iç büklümünde iğne pikür [batırma, delme] izleri görüldü. İÇ MUAYENEBAŞ: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri altında hiperemik görünüm olup yer yer peteşial kanama alanları görüldü. Her iki temporal adale grubu ve kafa kubbe kemikleri sağlam bulundu. (...)Beyin, beyincik yüzey ve kesitlerinde hiperemi ve ödem bulguları dışında makroskobik patolojik özellik görülmedi.Kafa kaide kemikleri sağlam bulundu. GÖĞÜS: Sternal kapak kaldırıldı. Göğüs boşluklarında serbest sıvı veya kan tespit edilmedi. Perikard boşluğunda5 mL seröz [serum ya da su içeren ya da bununla ilgili olan] sıvı görüldü. Solunum sistemi organları blok olarak çıkartıldı. Özefagusta makroskopik patolojik özellik görülmedi. Tr[a]kea [ana soluk borusu] ve ana bronşların kanlı köpükle sıvalı olduğu görüldü. (...) (...)Her iki akciğer yüzeyleri gerin parlak, şiş ve ödemli olup yüzey ve lob aralarında yer yer birleşmeler gösteren peteşiel kanamalar görüldü. Kesitlerinden sıkmakla yoğun kanlı sıvı çıkışı izlendi.Boyun organlarının tetkikinde; boyun yumuşak dokularında makroskobik patolojik özellik görülmedi. Hyoid kemik, tiroid kartilaj ve boyun omurları sağlam bulundu(...)" Cumhuriyet Başsavcılığı 10/12/2014 tarihinde Komutanlığa müzekkere yazarakolayın oluş şeklinin tereddütsüz ortaya çıkarılması için özel bir ekip oluşturulmasını, olay yerine gidiş-kalış sürelerine ilişkin tanık beyanlarının alınmasını, kamera kayıtlarının araştırılmasını, görevli cankurtaranların olayı ne şekilde öğrendiklerinin araştırılarak beyanlarının alınmasını ve olayın öldürme olayı olup olmadığının tereddütsüz olarak netleştirilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının emri doğrultusunda Komutanlık görevlileri, olay yerini gören herhangi birkamera bulunup bulunmadığını araştırıp olayı gören N.E.nin, olay tarihinde Karaburun sahilinde cankurtaran olarak çalışan G.N.Ö. ve E. ile aynı yerde cankurtaran şefi olarak çalışan O.A.nın bilgi sahibi sıfatıyla ifadelerini almıştır. i. Komutanlık görevlilerince düzenlenen 19/12/2014 tarihli tutanakta olay yerinin gören herhangi bir kamera bulunmadığı belirtilmiştir. ii. N.E. ifadesinde, 16/8/2014 tarihinde tam olarak hatırlamadığı bir vakitte Karaburun sahilinde liman ağzında yüzdüğü esnada kendisine yaklaşık 70-80 metre mesafede 30-35 yaşlarında erkek bir şahsın yüz üstü yüzerken ayağa kalkıp balıklama suya daldığını, suyun yüzeyine çıkıp tekrar dalan bu kişinin çırpınmaya başladığını, daha sonra cankurtaranların liman ağzından su motoru ile boğulan şahsın yanına gelip sudan çıkarttıklarını, ilk yardım yapılsa da bahsettiği kişinin kurtarılamadığını, boğulan kişiyi daha önce görmediğini, boğulan kişiye vuran veya zorla suya sokan herhangi bir kimse görmediğini ve bahse konu kişinin denizin zeminindeki taşlara çarpmış olabileceğini söylemiştir. iii. O.A. ve G.N.Ö birbiriyle uyumlu beyanlarında 16/8/2014 tarihinde saat 00 sıralarında bir erkek şahsın kaybolduğunu haber aldıklarını, 10-15 dakika kadar yaptıkları aramalarda boğulan herhangi bir kimseye rastlamadıklarını, saat 00 sıralarında liman ağzında bir boğulma olayının ihbar edildiğini, E.nin suya dalıp boğulan şahsı sudan çıkardığını, şahsa 40 dakika kadar ilk yardım yapıldığını ancak kurtarılamadığını, boğulmanın meydana geldiği liman ağzında teknelerin gelip geçmesinden kaynaklanan ve longoz olarak tabir edilen boşlukların bulunduğunu, boğulmaların çoğununbu boşlukların bulunduğu yerlerde meydana geldiğini, olay zamanında denizin çok kalabalık olduğunu ve bu nedenle G.Y.nin bir başkası tarafından boğulmasının mümkün olabileceğinidüşünmediklerini söylemişlerdir.iv. O.A. ve G.N.Ö ile aynı doğrultuda ifade veren E., ilave olarak G.Y.yi sudan çıkardığı yerde iki metre uzunluğunda ve 7-8 metre derinliğindeki bir longoz bulunduğunu beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/12/2014 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığına (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) bir müzekkere yazmış ve A.Y.nin kullanmakta olduğu mobil telefonun 1/8/2014-17/8/2014 tarihleri arasındaki iletişiminin tespitini istemiştir. Söz konusu müzekkereye cevap verilip verilmediği tespit edilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, G.Y.nin kanında bulunan proksetin maddesinin kullanım miktarı itibarıyla kullanım dozuna uygun olup olmadığı ve kasten öldürme bulgusu niteliğinde ve miktarında olup olmadığı hususlarında Adli Tıp Kurumu Beşinci İhtisas Kurulundan (İhtisas Kurulu) rapor talep etmiştir. İhtisas Kurulu 22/12/2014 tarihli raporunda, antidepresif bir ilacın etkin maddesi olan paroksetin maddesinin ölenin kanında saptandığı belirtilen düzeyinin depresyon tedavisinde önerilen şekilde kullanılmakla ulaşılabilecek terapötik (tedavi edici) bir kan düzeyi olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı J.Ş.nin (J.P.), tanık sıfatıyla ifadesini 7/1/2015 tarihinde almıştır. J.Ş.nin ifadesi şöyledir:"Ben daha önce [G.Y.]nin ölümü ile ilgili olarak 30/09/2014 tarihinde dilekçe verdim. Bu dilekçemin içeriğini aynen tekrar ediyorum. [A.Y.] benim arkadaşımdı. Sohbetimiz sırasında bana S...adlı bir kişi ile dost olduğunu, geceleyin 02:00 de S..., S...nın eşi ve [G.Y.] ile birlikte hep beraber denize gideceklerini bana söyledi. Deniz havlusu istedi. Bende verdimve gitti. Daha sonra ertesi gün akşam komşulardan [G.Y.]nin denizde boğularak öldüğünü duydum. S... ile ilgili olarak bana dostum dedi. Başka da bir şey anlatmadı. [G.Y.]nin ölmeden önce eşini sevmediğini bana söylemişti. Fakat [G.Y.] ile ilgili olarak öldürteceğim veya benzer bir kelime kullanmadı. Fakat [G.Y.] ölmeden daha önce bana benim problemli olduğum eski eşim hakkında benim adamlarım var ormanlık bir alana götürüp öldürtelim dedi. Benim başkaca [G.Y.]nin nasıl boğulduğu hususunda bir bilgim yoktur." G.Y.nin babası İ.Y. Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan 12/1/2015 tarihli ifadesinde, oğlu G.Y.nin ölmeden önce bir yıl süreyle depresyon nedeniyle düşük oranlı yatıştırıcıhap kullandığını beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, G.Y.nin suda boğulma nedeniyle öldüğü ve olayda suç unsuru bulunmadığı gerekçesiyle 16/2/2015 tarihinde şüpheliler A.Y. ve S.İ. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Bahse konu kararın ilgili kısmı şöyledir:" 2014 günü, Arnavutköy İlçesi Karaburun mevkiinde, saat;11:00 sıralarında, [G.Y.] adlı kişinin denizde bulunduğu sırada suya daldığı ve sudan çıkamadığı ve su içinde çırpınmaya başladığı ve suda boğulma sonucu öldüğü , ölüm nedeninin Adli Tıp Kurumunun 2014 tarihli raporu ile tespit olunduğu, olayın oluşuna [N.E.] adlı şahsında tanık olduğu, boğulma olayının olduğu yerin halkın yoğun şekilde denizegirdiği kalabalık bir bölge olduğu, maktulun kanında paraksetin maddesi bulunmakla birlikte Adli Tıp kurumunun 2014 tarihli raporunda paraksetin düzeyinin depresyon tedavisinde önerilen şekilde kullanmakla ulaşabilecek tedavi edici düzeyde olduğu, ölenin babası [İ.Y.]nin beyanından da ölen kişinin depresyon nedeni ile hap kullandığının anlaşıldığı, olay nedeni ile [S.İ.] şüpheli olarak beyanı alınmış ise de, boğulma sonucu ölüm olayında suç unsuru bulunmadığı... anlaşılmakla;1-Şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına, (...) karar verildi." Kendilerine yapılan tebliğ üzerine soruşturma sonucundan haberdar olanbaşvurucu ve eşi, vekilleri aracılığıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucu ve eşi yaptıkları itirazda, Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda bahsi geçen ifadeler ile şüphelilerin beyanları arasında çelişki olduğunu, şüpheli S.İ.nin verdiği iki ifade arasında uyumsuzluk olduğunu, başvurucu ile eşinin ifadesinin alınmadığını, G.Y.nin yüzme bilmediğini hatta sudan korktuğunu, G.Y.nin eşi tarafından tehdit edildiğini kendilerine söylediğini, oğullarının ölümünden sonra evdeki koltuğa saklanmış bir mobil telefon bulunduğunu, A.Y. ile S.İ.nin G.Y.nin cenazesine katılmadığını, A.Y.nin çocuklarını görmeye gelmediğini iddia edip J.P.nin 30/9/2014 tarihli dilekçesindeki hususları da belirterek G.Y.nin geceleyin kendi arabası yerine ticari taksi ile denize gitmesinin altında başka nedenler olduğunu öne sürmüşlerdir. Başvurucu ve eşinin kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptıkları itiraz, verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 30/3/2015 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Hâkimlik kararı, başvurucu vekiline 16/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 15/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-96) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8709 | Başvuru, şüpheli ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 11/8/2022 tarihinde öğrendikten sonra 12/8/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/78020 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız fiil nedenine dayalı tazminat davasında mahkemenin zaman aşımından dolayı davayı reddetmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2013 tarihinde Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 15/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/10/2002 tarihinde meydana gelen trafik kazasında yaralanmıştır. Kaza nedeniyle olaya karışan S.B. isimli şahıs hakkında Finike Asliye Ceza Mahkemesinin E.2004/27 sayılı dosyasında taksirle yaralama suçundan dava açılmış; Mahkemece katılan başvurucunun şikâyetinden vazgeçtiği belirtilerek kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir. Ceza yargılaması kapsamında Adli Tıp Kurumundan aldırılan 9/6/2004 ve 29/1/2007 tarihli raporlarda başvurucunun sol el bileğinde radius ulna açık kırığına, sol elde metekarp kırığına ve sol dizde patella kırığına neden olan yaralanmanın başvurucunun hayatınıtehlikeye sokmadığı, kırk beş gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi hafif (1), orta (2), ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında ağır (4) derecede etkileyecek nitelikte olduğu, dava konusu olaya bağlı sol üst ekstremitedeki anatomik bozukluk ve fonksiyonel kısıtlılığın devamlı uzuv zaafı (organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması) niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 19/9/2006 tarihinde, Finike Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/308 sayılı dosyasında haksız fiil nedenine dayalı tazminat davası açmıştır. Yargılama sırasında Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 24/4/2008 tarihliraporunda başvurucunun geçirdiği kaza nedeniyle %2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu raporu 9/9/2008 tarihli duruşmada başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Mahkeme 11/5/2010 tarihli ve E.2006/308, K.2010/186 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul etmiş, başvurucunun fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar vermiştir. Karar 6/4/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Finike Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/308 sayılı dosyasında saklı tutulan fazlaya ilişkin haklarıyla ilgili 21/7/2010 tarihinde aynı Mahkemenin E.2010/299 sayılı dosyasında ek dava açmıştır. Mahkeme 29/3/2011 tarihli ve E.2010/299, K.2011/95 sayılı kararı ile davayı zaman aşımı nedeniyle reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizde gerçekleştirilen yargılama neticesinde, toplanan deliller, taraf beyanları ve tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinide, yaralamalı kazanın, 19/10/2002 günü meydana geldiği, olay tarihinde yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu uyarınca zaman aşımı süresinin beş yıl olduğu, zaman aşımı süresini haksız fiil tarihi süresinden itibaren başlayacağı ve davanın açıldığı tarih itibarıyladavanın zaman aşımına uğradığı kabul edilerek davanın zaman aşımı nedeniyle reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/2/2013 tarihli ve E.2012/16158, K.2013/1990 sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/9/2013 tarihli ve E.2013/12850, K.2013/12260 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 15/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 14/11/2013 tarihinde başvurucu tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur." 818 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Cismani bir zarara düçar olan kimse külliyen veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflarını isteyebilir." 818 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir"Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin dördüncü bendi şöyledir:"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis veya muvakkat sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır cezayı nakdiyi müstelzim cürümlerde beş sene,...geçmesile ortadan kalkar...." 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesininbirinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/4/2008 tarihli ve E.2008/4-326, K.2008/325 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Görülmekte olan davadaki tazminat isteminin dayandırıldığı trafik kazası 1996 günü meydana gelmiş; dava 1999 tarihinde; yani, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin bitiminden sonra ve ancak aynı maddenin ikinci maddesi uyarınca uygulanması gereken beş yıllık uzamış zamanaşımı süresinin dolmasından önce, dolayısıyla da süresi içerisinde açılmıştır.Eldeki davada, davacının olay nedeniyle uğradığı zararın kapsamını, Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun buna ilişkin 2001 tarihli raporunun tebliğ edildiği 2001 günlü oturumda öğrenmiş olduğu, taraflar arasında çekişmesizdir. Bu öğrenme tarihi itibariyle, beş yıllık uzamış zamanaşımı süresi dolmuştur. Yukarıda değinildiği gibi, zararın veya failin uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenildiği durumlarda, tazminat talebi, öğrenme tarihinden itibaren 2918 S.K.nun maddesindeki iki yıllık zamanaşımı süresine tabidir; öğrenme tarihinden itibaren yeni bir uzamış (somut olaydaki gibi beş yıllık) zamanaşımı süresi işlemez. Buna göre, uzamış zamanaşımı süresi içerisinde açılan ve fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulduğu eldeki davada, davacı, maddi tazminat talebini ıslah yoluyla en geç 2003 tarihine kadar artırabilecekken,..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/1/2009 tarihli ve E.2008/5440, K.2009/1354 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "...Somut olayda olduğu gibi, haksız eylem gününe göre ceza zamanaşımı geçmiş olsa bile davacının gelişen durumun varlığı nedeniyle zararını tam anlamıyla öğrenememesi söz konusu olabilir. Bu durumda davacının zarara ıttılaı, diğer deyimle zararı öğrenmesinin üzerinde durulmalıdır. Burada önemli olan, zarar gören davacının yasanın anladığı anlamda zarar veren olayın sonuçlarını, gidişatını, kesinleşen durumunu değerlendirecek bilgiye sahip olmasıdır. Zarar tamamlanmadan zarar gören açısından zararın belirli olduğu kabul edilemez. Zararın tamamlanması tüm sonuçları ile bilinmesiyle mümkündür. Eşyaya verilen zarar ile insana verilen zarar arasındaki temel fark da budur. Buna göre davacının “zararı ıttıla” diğer bir deyimle “zararı öğrenme” tarihinin Adli Tıp Kurumunun maluliyet oranına ilişkin raporunun düzenlendiği 2005 günü olduğunu kabul etmek ve buna göre 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası'nın 109/ maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresini hesaplamak gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2001 gün ve2001/4-258 Esas-2001/276 Karar sayılı kararı da bu yöndedir. Davacının beden gücü kaybından doğan maddi tazminata ilişkin 2007 günlü ıslah dilekçesi ile açtığı dava, Adli Tıp Kurumu rapor tarihine göre iki yıllık zamanaşımı süresi dolmadan açılmıştır. O halde, ıslah edilen miktar yönünden de işin esası incelenerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, ıslah edilen bölümün zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2007 tarihli ve E.2007/11692, K.2007/1926 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, karar davacı tarafça temyiz edilmiştir.Davaya konu olan trafik kazası 5/11/1999 tarihinde meydana gelmiş, dava 20/4/2007 tarihinde açılmıştır. Davacının mevcut yaralanma sonucu sağ uyluk diz kapağı üst hizasından itibaren anpute edildiği, bel omurunda 4 ve omurda kırık tespit edilip, 120 gün mutad iştigaline engel teşkil edecek ve uzuv tatili niteliğinde zarar gördüğü 31/7/2000 tarihli Adli Tabip raporundan anlaşılmaktadır. Mahkemece söz konusu rapor tarihi itibariyle davacının zararı öğrendiği ceza davasının kesinleşmesi tarihinden itibaren dahi 1 yıllık süre içerisinde davanın açılmamış olması nedeniyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Davacı, dava dilekçesinde tedavisinin halen devam ettiğini belirterek meslekte kazanç gücü kaybının tazminini de istemiştir.Dosyada mevcut 31/07/2000 tarihli Adli Tabiplik raporunda davacının uzuv tatili niteliğinde zarara uğradığı belirtilmiştir. Ancak davacının maluliyetini belirleyen rapor henüz alınmamıştır. Zamanaşımı süresi maluliyet oranının belirlenmesinden sonra başlayacaktır.Şu halde, davacının maluliyet oranını belirleyen rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerekmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2007 tarihli ve E.2007/11692, K.2007/1926 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlık, eldeki dava tarihi olan 2006 günü itibari ile talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusundadır. Ceza zamanaşımı süresi olay tarihinden başlar. Davacının yaralanmasına sebep olan trafik kazası 2000 tarihinde meydana gelmiştir. Kural olarak, haksız eylem nedeniyle açılacak tazminat davaları bir yıllık zamanaşımına tabi ise de, 2918 s. Yasanın 109/ maddesi uyarınca trafik kazalarından kaynaklanan maddi tazminat davalarında zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, 109/ maddesinde de dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu sürenin, maddi tazminat talepleri için de geçerli olacağı düzenlenmiştir. Aynı şekilde BK’nun 60/ maddesinde haksız eylemin suç teşkil etmesi durumunda ceza zamanaşımının uygulanacağı belirtilmiştir. Davaya konu edilen olay suç oluşturması ve niteliği gereği 765 sayılı TCK 459 ve 102/ maddeleri uyarınca beş yıllık ceza zamanaşımına tabidir.Davalı U. 2000 tarihinde gerçekleşen olay nedeniyle ceza mahkemesinde yargılanmış ve tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçundan mahkum olmuştur. Mahkumiyet kararının2005tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada maluliyet raporu da 2002 tarihinde Adli Tıp Kurumu’ndan alınmıştır. Davacının en geç bu tarihte zararlandırıcı eylem ve failini öğrendiğinin kabulü yerleşik yargı kararları gereğidir. ..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8502 | Başvuru, haksız fiil nedenine dayalı tazminat davasında mahkemenin zaman aşımından dolayı davayı reddetmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ferat Boğa'nın büyükannesi ve diğer başvurucuların anneleri olan murislerinin 1966 yılında açtığı ve başvurucuların mirasçı sıfatıyla takip ettikleri kadastro tespitine itiraz davası hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6863 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8019 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru tıbbi ihmal sonucu bir ölümün meydana gelmesi ile bu ölümden kaynaklanan zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını Y. 11/12/2014 tarihinde boğaz ağrısı, ateş ve öksürük şikayetiyle Aile Sağlığı Merkezine başvurmuştur. Burada görevli Dr Y. tarafından muayene edilerek akut bronşit teşhisi konmuş ve Multisef 750 Mg Im adlı ilaç reçete edilmiştir. Bu ilacın, aynı yerde görevli aile sağlığı elemanı Ö tarafından enjeksiyon yoluyla uygulanması sırasında anaflaktik şok gelişmiştir. Başvurucuların yakını, Dr. Y. ile Dr. A.O.K. tarafından yapılan müdahalenin ardından 112 ekibiyle Ankara'da bir kamu hastanesine nakledilmesine rağmen hayatını kaybetmiştir. Olayla ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan sağlık kuruluşunda görevli doktor ve hemşire hakkında idareden 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca talep edilen soruşturma izninin verilmemesi üzerine 11/6/2015 tarihinde işlemden kaldırılmıştır. Soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca düzenlenen 18/3/2015 tarihli raporda, yapılan ilaca bağlı gelişen anaflaktik reaksiyonun ilacın yapılma şekli ve miktarıyla ilgisi olmadığı, ilaç reaksiyonunun öngörülemez ve engellenemez bir klinik olduğu dikkate alındığında ilacı reçete eden ve uygulayan sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Soruşturma izninin verilmemesine ilişkin karara başvurucular tarafından itiraz edilmemiştir. Başvurucular, idarece tazminat taleplerinin reddedilmesinin ardından Ankara İdare Mahkemesine (Mahkeme) toplam 450 TL maddi ve manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmışlar, 18/1/2016 tarihli dava dilekçesiyle birlikte, talepleri üzerine emekli bir adli tıp uzmanınca düzenlenen bilimsel mütalaayı da sunmuşlardır. Bilimsel mütalaada;i. İncelenen belgelere göre ilaca bağlı gelişen anaflaktik şok nedeniyle ölen Y.nin ilaç alerjisi olduğunun sağlık görevlilerince önceden bilindiği,ii. Olayın gerçekleştiği aile sağlığı merkezinde, 7/4/2011 tarihli ve 27898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in maddesiyle anılan Yönetmelik'in 12/D maddesine eklenen (k) bendine göre, içinde ambu, laringoskop ve endotrakeal tüp bulunan acil müdahaleler için gerekli acil setinin bulundurulması gerektiği,iii. Ölüme neden olan olay sırasında ilaçlı müdahalenin yanında, anaflaktik şok nedeniyle gırtlak ve yutak bölgesindeki şişme yüzünden laringoskop ve endotrakeal tüp ile solunum desteği gerekli olduğu halde böyle bir müdahalenin yapılmadığı, geleneksel oksijen maskesi ve ambu ile solunum desteği verilmeye çalışıldığı belirtilmiştir. Başvurucular dilekçelerinde Y.nin hayatını kaybetmesine tıbbi teşhis ve tedavi hatalarının, yapılan enjeksiyondan sonra gelişen sağlık sorununa etkin ve doğru biçimde müdahale edilmemiş olmasının ve ayrıca sağlık hizmetlerindeki organizasyon kusurlarının neden olduğunu öne sürerek Mahkemeden;i. Y.nin alerjik astım hastası olduğunu belirttiği ve kendisini muayene eden doktorun bu hastalıkla ilgili ilaç kullandığını SGK kayıtlarından gördüğü halde Multisef adlı ilacın verilmesinin doğru olup olmadığının bilirkişi raporuyla açıklığa kavuşturulmasını,ii. Anaflaktik şok gelişmesi yüzünden birkaç kez denenmesine rağmen Y.nin damar yolunun açılamadığı, bu nedenle kas içine adrenalin enjekte edildiği ancak zamanında damar yoluyla verilmediği için bunun etkili olmadığı, ilacın alerjik reaksiyona sebep olabileceği dikkate alınarak verilmesinden önce damar yolunun açılmamış olması nedeniyle sağlık görevlilerinin kusurları olup olmadığının araştırılmasını, Y.nin ölümünden sonra söz konusu aile sağlığı merkezinde, enjeksiyon yapılacak hastalara damar yolu açılacağına dair ilan asıldığını gören tanıklarının bilgisine başvurulmasını,iii. Anılan bilimsel mütalaada belirtilen acil setinin olayın gerçekleştiği aile sağlığı merkezinde bulunup bulunmadığının ve anaflaktik şok sırasında bu setin ihtiva ettiği tıbbi cihaz ve malzemelerle müdahalede bulunulmamış olmasının Y.nin ölümünde etkili olup olmadığının yeniden yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle araştırılmasını istemişlerdir. Mahkemece herhangi bir gerekçe gösterilmeden bu iddialara ilişkin olarak yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, anılan 18/3/2015 tarihli rapora (bkz. § 9) dayanılarak, olaydahizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle 21/4/2017 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden, davacıların murisi Y.nin, 2014 tarihinde rahatsızlığı nedeniyle Ankara ... Aile Sağlığı Merkezi'ne müracaat ettiği, Dr. Y. tarafından muayenesi neticesinde akut bronşit, myalji teşhisi konulduğu, herhangi bir alerjisinin olmadığını astım hastası olduğunu, gebeliğinin olmadığını, çocuk emzirmediğini beyan etmesi üzerine Dr. Y.nin SGK sorgulamasında ilaç kullanım raporunu kontrol ettiği, teşhise uygun olacak şekilde "Multisef 750 Mgim" ilacın reçete edildiği, Aile Sağlığı Merkezi'nde görev yapmakta olan aile sağlığı elamanı Ö. tarafından reçete ve ilacı kontrol edildikten sonra enjeksiyon işlemi yapıldığı, kontrol için müdahale odasında bir süre beklemesini istendiği, bir süre sonra hastanın fenalaştığını söylemesi üzerine 112 Acil Komuta Merkezi'nin arandığı, Dr. Y. ve Dr. A.O.K.nın müdahalede bulundukları, sonrasında hastanın Ankara ... Hastanesi Acil Servisi'ne nakledildiği, hastanın iki saatlik yoğun müdahaleye rağmen vefat ettiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Sor.No: 2014/168579 sayılı dosyasında alınan Adli Tıp Kurumu İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu'nca hazırlanan 2015 tarih ve K:1102 sayılı Raporunda "kişide yapılan ilaca bağlı gelişen anaflaktik reaksiyonun, ilacın yapılma şekli, yapılma miktarıyla ilgisi olmadığı, ilaç reaksiyonunun öngörülemez ve engellenemez bir klinik olduğu da dikkate alındığında, kişinin ölümü nedeniyle ilacı reçete eden ve yapan sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği" kanaatine varıldığının belirtildiği, davacılar tarafından 2015 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurularak hizmet kusuru dolayısıyla murislerinin ölümü nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini için gereken tutarın ödenmesinin istenildiği, isteğin davalı idarece zımnen reddi üzerine de bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, dosyada bulunan bilgi ve belgeler ile Adli Tıp raporu bir bütün olarak incelenip değerlendirildiğinde, davacıların murisinin, davalı idareye ait hastanede yapılan tedavi sonrası vefat etmesi olayında sağlık hizmetinin kusurlu olmadığı, dolayısıyla olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gibi ortada davalı idarenin kusursuz sorumluluğunu gerektiren hallerden birinin de mevcut olmadığı açık olup; bu nedenle davacıların maddi ve manevi tazminat ödenmesi isteminin karşılanmasına olanak bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle; davanın reddine..." Mahkeme kararı başvuruculara 29/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 28/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:a) Sağlık kurum ve kuruluşları yurt sathında eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca, diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak planlanır, koordine edilir, mali yönden desteklenir ve geliştirilir.c) Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması esastır. Sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi bu esas içerisinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir. Bu düzenleme ilgili Bakanlığın görüşü alınarak yapılır. Gerek görüldüğünde özel sağlık kuruluşlarının her türlü ücret tarifeleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca onaylanır. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşları veya sağlık işletmelerinde verilen her türlü hizmetin fiyatları Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca tespit ve ilan edilir.g) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı; sağlık ve yardımcı sağlık personelinin yurt düzeyinde dengeli dağılımını sağlamak üzere istihdam planlaması yapar, ülke ihtiyacına uygun nitelikli sağlık personeli yetiştirilmesi amacıyla hizmet öncesi ya da kamu kuruluşlarında mesleklerini icra eden sağlık ve yardımcı sağlık personeline hizmetiçi eğitim yaptırır. Bunu sağlamak amacıyla üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkanlarından da yararlanır. Hizmetiçi eğitim programını ne şekilde ve hangi sürelerle yapılacağı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca çıkartılacak yönetmelikte tespit edilir.i) Sağlık hizmetlerinin yurt çapında istenilen seviyeye ulaştırılması amacıyla; bakanlıklar seviyesinden en uçtaki hizmet birimine kadar kamu ve özel sağlık kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği yapılır. Sağlık kurum ve kuruluşları coğrafik ve fonksiyonel hizmet alanları, verecekleri hizmetler, yönetim, hizmet ilişki ve bağlantıları gibi konularda tespit edilen esaslara uymak ve verilen görevleri yapmakla yükümlüdürler. Çağdaş tıbbi bilgi ve teknolojinin ülkeye getirilmesi ve teşviki sağlanır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30109 | Başvuru tıbbi ihmal sonucu bir ölümün meydana gelmesi ile bu ölümden kaynaklanan zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı davada, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, Yargıtay tarafından mahkûmiyet hükmünün gerekçesiz olarak onanması ve makul sürede yargılanmaması nedenleriyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 23/5/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ilinde 21/2/2006 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca örgüt üyeliği suçundan gözaltına alınmıştır. Aynı gün başvurucunun evinde ve üstünde arama yapılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/2/2006 tarih ve 2006/14 Sorgu sayılı kararıyla atılı suçtan tutuklanmıştır. Başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği konusunda yeterli şüpheye ulaşan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 22/3/2006 tarih ve E.2006/133 sayılı iddianame düzenlemiştir. Başvurucu, yargılamanın 21/2/2007 tarihli celsesinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince salıverilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin diğer sanıklar yönünden kurduğu ve başvurucu yönünden bir tespitte bulunmadığı 28/11/2008 tarih ve E.2006/73, K.2008/317 sayılı hükmü Yargıtay Ceza Dairesinin 30/09/2009 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucu hakkında hüküm kurulmasının unutulması üzerine dosyayı yeniden ele alan Mahkemenin 18/6/2010 tarih ve E.2009/314, K.2010/210 sayılı kararıyla başvurucu, atılı suçtan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu hakkındaki kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekilde kaleme alınmıştır:“…Sanık savunmaları, fiziki takip tutanakları, ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;… adresli propaganda mahiyeti taşıyan bodrum katında yapılan aramada 40 adet 7,62 mm. çaplı kaleşnikof fişekleri, ajanda ve bomba yapımını anlatan dökümanlarla birlikte ayrıca 30 adet döküman ele geçirildiğiYine Feyzullah ERARSLAN’ın [Başvurucu] evinde yapılan aramada afiş yapımında kullanılan boyalar ve yine evinden atılan örgütsel dokümanların ele geçtiği, Daha sonra yakalanan sanık Feyzullah ERARSLAN [Başvurucu] üzerinde kuru sıkı tabanca yakalandığı, yine sanıklar Feyzullah ERARSLAN, S. K ve A. O'ın görüntülerinin yer aldığı çeşitli basın bültenlerine yer verildiğinin görüldüğü anlaşılmıştır. Sanık Feyzullah ERARSLAN'ın [Başvurucu] TKEP/L örgütü adına … beraber sorumlu düzeyde faaliyetlerde bulunduğu, yazılama, afiş ve pankart asma, eleman ve finans temin etme gibi işleri planladığı, örgütlenme, toplantılarda siyasi ve askeri eğitim planlamasına katıldığı, örgüte silah ve patlayıcı madde temin etme çalışmalarını yürüttüğü, üst yöneticilerden S ile Ş.G’den aldığı talimatlara uygun olarak Taksim, İkitelli, Gazi mahallesi gibi değişik bölgelerde örgütlenme ve legal alan faaliyetlerine katıldığı, bu meyanda basın açıklaması ve protesto eylemleri yaptığı, Cömertler İş merkezi bodrum katında bir çok kişi ile bir araya gelip örgütün propaganda faaliyetlerini yürüttüğü, oradan çıkışta bildiri dağıtma, afiş asma, yazılama ve benzeri faaliyetleri sürdürdüğü, 2006 da PKK mahreçli korsan gösterinin belli bir bölümünde yer aldığına dair fotoğrafının mevcut olduğu, İkametinde yapılan aramada belirtildiği üzere kurusıkı tabanca, fişek, çeşitli renk ve kıvamda yağlı ve plastik boyalar, karton, kitaplar, ajanda, komite ve konseyler isimli 4 sayfadan ibaret metin fotokopisi, gazete kupürü, bir tomar elle yazılan doküman, 7 adet CD ve banda sarılı boyanın ele geçirildiği göz önüne alınarak kastı ve eylemlerinin yoğunluğu göz önüne alındığında sanığın eyleminin yasadışı TKEP/L örgütüne üyelik olarak değerlendirilmesi ve örgüte üye olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır…” Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 16/1/2014 tarih ve E.2011/16741, K.2014/356 sayılı ilâmıyla anılan Mahkeme kararını onamış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Onama gerekçesi şu şekildedir:“…Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip sanığın suçunun sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA… karar verildi…” Başvurucu, karardan 30/4/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, 23/5/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305 ila maddeleri, 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7226 | Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığı davada, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi, Yargıtay tarafından mahkûmiyet hükmünün gerekçesiz olarak onanması ve makul sürede yargılanmaması nedenleriyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru; aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin açık görüş yapmalarına izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve eşi Gümüşhane E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) hükümözlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, bulunduğu Kuruma başvurarak eşiyle açık görüş yapma talebinde bulunmuştur. Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı başvurucunun talebini, 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesinde yer alan düzenlemenin sadece kapalı görüşleri kapsadığını, açık görüşler için bir hüküm bulunmadığını belirterek reddetmiştir. Başvurucu, Yönetmelik değişikliğinden önce aile yakınlarının gelmediği haftalarda eşiyle açık görüş yapabildiğini, bu hakkın elinden alınmasının mağduriyete neden olduğunu belirterek Gümüşhane İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, Yönetmelik'te aynı ceza infaz kurumunda tutulan ve aralarında akrabalık ilişkisi bulunan kişilerin açık görüş yapmasına imkân verilmediğini ve Kurum kararının usule ve yasaya uygun olduğunu belirterek başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesi İnfaz Hâkimliği kararında usul ve yasaya aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar 31/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlüyü Ziyaret" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." Yönetmelik'in ikinci kısmının "Kapalı Görüş" başlıklı birinci bölümünde yer alan "Ziyaret edebilecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular; eşi, ... [ile] görüşebilir. " Yönetmelik'in maddesinin 5/12/2018 tarihli ve 30616 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile değiştirilen üçüncü fıkrası şöyledir:"Aynı ceza infaz kurumu ya da birden fazla ceza infaz kurumunun bir arada bulunduğu yerleşkedeki farklı kurumlarda barındırılmakta olan hükümlü veya tutuklular, birinci fıkrada sayılan kişilerden olmaları şartıyla bu Yönetmelik hükümleri kapsamında Cumhuriyet başsavcılığının yazılı emri ile birbirleriyle görüşebilir." Yönetmelik'in ikinci kısmının "Açık Görüş" başlıklı ikinci bölümünde yer alan "Ziyaret edebilecek kişiler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular; 9 uncu maddenin birinci ve ikinci fıkralarında belirtilen kişiler ile açık görüş yapabilir. " Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Esra Aydın, B. No: 2016/57050, 3/7/2019, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7002 | Başvuru, aynı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin açık görüş yapmalarına izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda çıplak arama yapılması ve hukuka aykırı kuvvet kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlâl edildiğine ilişkindir. Başvuru 1/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1986 doğumlu olan başvurucu, hükümlü olarak ceza infaz kurumunda tutulmaktadır. Başvurucu 21/11/2016 tarihinde Edirne F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. İnfaz Kurumuna alınırken başvurucunun üstü infaz görevlilerince aranmak istenmiştir. Başvurucunun anlatımına göre infaz görevlilerinin kendisini çıplak olarak aramak istemeleri üzerine başvurucu, arama yapılmasına direnmiş; infaz görevlileri zor kullanarak başvurucunun kıyafetlerini çıkarmak suretiyle başvurucuyu aramış, bu esnada arama kabinine giren bir infaz görevlisi başvurucuyu darbederek yaralamıştır. Aynı tarihte İnfaz Kurumu Hekimliği tarafından başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlenmiştir. Alınan sağlık raporunda başvurucunun sağ bacağında yaklaşık 1 cm çapında morluk ile yüzünün sağ tarafında 1 cm çapında kızarıklık olduğu, yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek düzeyde olduğu tespiti yer almaktadır. Başvurucu 23/11/2016 tarihli dilekçesiyle işkence suçunu işledikleri iddiasıyla infaz görevlileri hakkında Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Savcılıkça soruşturma başlatılarak başvurucunun şikâyet ve delilleri tespit edilmiştir. Başvurucunun Savcılıkça alınan ifadesi şöyledir:"Olay günü biz Edirne F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndan ring aracıyla herhangi bir yere uğramaksızın kuruma geldiğimiz halde kurum girişinde arama odasına alındım. İKM'ler [infaz koruma memurları] çıplak arama dayattılar, buna karşı olduğumu, uygulamanın insanlık onuruna aykırı olduğunu gerekirse slogan atacağımı söyledim ancak kıfayetlerimi çıkartacaklarını söylediler. Ben engel olmadım kıyafetlerimi çıkartıp arama gerçekleştirdiler. Odadaki 2 İKM memurunun bana karşı bir eylemi olmadı. Ben slogan atarken bu sırada kabine giren [E.] isimli İKM doğrudan gelip bana yumruk attı, [E.nin] eylemine devam etmesine diğer iki İKM engelledi. Bu şekilde arama gerçekleştirildi, ben ideolojik olarak çıplak aramaya karşıyım, bu şekilde bana çıplak arama yapan 2 infaz koruma memuru ile bana yumruk atan [E.] isimli İKM'den şikayetçiyim." Başvurucunun kendisini darbettiğini iddia ettiği infaz görevlisi E.A.nın şüpheli olarak savunması Savcılık tarafından alınmıştır. Üzerine atılı suçlamayı kabul etmeyen E.A.nın savunması şöyledir:"Olay günü Edirne ilinden sevk gelen pkk terör örgütü üyesi hükümlülerin kuruma kabulleri esnasında İKM'lerin başındaydım ve üst aramalarına da katılıyordum. Gelen hükümlüleri sırayla ring aracından indirip kimlik kontrolleri yapıldıktan sonra, kuruma kabulü için üst araması yapılmak üzere arama kabine alıyorduk ve üst aramalarını yaptıktan sonra bir diğer hükümlüye geçiyorduk. Hükümlülerin iddia ettikleri gibi üst aramalarını yaptıkları esnada ne ben nede diğer görevli arkadaşlar darp eylemlerinde bulunmadı. Hatta sevk sırasında Türkçe bilmeyen bir hükümlü için bizzat Kürtçe bilen bir İKM bulundurdum ve işlemlerde sıkıntı yaşamasını önledim. Olay günü asıl sıkıntı hükümlülerin üst aramasını yaptırmak istememeleri ve çıplak arama olarak kabul etmeleri sebebiyle bize arama yaptırmamak için direnmeleri yüzünden olmuştur, üst araması sırasında kıyafetlerini çıkarmayan hükümlülerin, zor kullanma yetkimize göre önce üst kısım ardından alt kısım olarak kıyafetlerini çıkarıp aramalarını yaparız, ancak tamamen çıplak şekilde değil, üstlerinde iç çamaşırları ve atletleri kalacak şekilde yapmaktayız, kuruma kabullerde yaptığımız arama tüzük ve yönetmelikler gereğidir. Ben ve İKM arkadaşlar görevimizi yaptık, zor kullanma yetkimizi aşmadık." Başvurucu dışında üst araması yapılan diğer yirmi beş hükümlü ve tutuklu da Savcılık tarafından soruşturmaya dâhil edilerek bu kişilerin şikâyetleri tespit edilmiştir. Şikâyetçiler genel olarak çıplak aramadan şikâyet etmiş ancak aramanın ayrıntılarını dile getirmemişlerdir. Şikâyetçilerin çoğu darbedildiğini iddia etmiş, diğerleri ise darp olayının yaşanmadığını beyan etmiştir. Savcılık, olay günü arama sırasında görevli olan yirmi altı infaz görevlisinin -E.A. dışındaki- kimliklerini tespit ederek bu kişileri soruşturmaya dâhil etmiş ve şüpheli olarak beyanlarını almıştır. Şüpheli infaz görevlileri genel olarak suçlamayı kabul etmemişlerdir. Görevlilerden bir kısmı arama öncesi, bir kısmı arama kabininde, bir kısmı ise arama sonrasında görevlendirildiklerini belirtmiş; hükümlü ve tutuklulardan bir bölümünün devamlı slogan atarak infaz görevlilerini kışkırtmaya çalıştığını ifade etmişlerdir. Arama kabininde görevli olanlar, mahkûmların ilk önce ayakkabısının, daha sonra üst kıyafetinin çıkartılarak arama yapıldığını, mahkûmların üst kıyafetlerini giydikten sonra bu kez alt kıyafetlerinin -çoğunlukla pantolon- çıkartılarak aramanın tamamlandığını, alt kıyafetlerini giymelerinin ardından odalarına götürüldüklerini beyan etmiş, arama sırasında üst ve alt iç çamaşırlarının kesinlikle çıkarılmadığını, çıplak aramanın yapılmadığını ifade etmişlerdir. Şüpheli görevliler ayrıca aramaya direnen kişilerin kollarından tutulmak suretiyle kıyafetlerinin zorla çıkarıldığını, zor kullanma esnasında yaralama eyleminin gerçekleşmediğini, mevzuata uygun arama yapıldığını ileri sürmüşlerdir. İnfaz Kurumunda şikâyete konu aramanın yapıldığı alanları gösteren kamera görüntüleri soruşturma makamınca celbedilerek görüntüler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Görüntülerde ses kaydı olmadığı belirtilen 13/3/2017 tarihli CD Tutanağı'na göre, toplam 13 saat 34 dakika 30 saniyeden oluşan görüntüler üzerinde yapılan inceleme sonucunda slogan attıkları değerlendirilen üç hükümlünün ağızları kapatılması ve bu kişilerin olay yerinden uzaklaştırılması suretiyle infaz görevlilerince yapılan müdahale dışında herhangi bir eylem tespit edilmediği açıklanmıştır. Görüntülerde ayrıca hükümlü veya tutukluların darp edildiğine ilişkin bir durumun gözlemlenmediği belirtilmiştir. Savcılıkça 19/7/2017 tarihinde infaz görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli İnfaz koruma memurlarının kurumun güvenligi, düzeni ve disiplininden sorumlu oldukları, mağdur/müştekilerin kurum kabulünde yapılan aramalarının Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün ve Maddeleri kapsamında şüphelilerin görevleri dahilinde bulunduğu, görevleri sırasında yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olayların varlığı halinde aynı tüzüğün 22/ Maddesi uyarınca zor kullanma yetkilerinin olduğu, müştekilerin alınan adli muayene raporları nazara alındığında, görevi kötüye kullanma ve zor kullanma yetkisinin kullanılmasında sınırın aşılması suçlarının yasal unsurları itibariyle oluşmadığı, diğer taraftan şüphelilerin üzerlerine atılı hakaret suçuna ilişkin olarak, müştekilerin kamu tanıklarının anlatımı ve sair delillerle desteklenmeyen soyut iddiaları haricinde, şüpheli görevliler hakkında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte, her türlü şüpheden uzak ve somut delillerin elde edilemediği tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla;Şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, " Başvurucunun Savcılık kararına itirazı kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Bandırma Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı, başvurucuya 31/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kuruma alınma ve kayıt işlemleri” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" Haklarında kesinleşmiş hapis cezasını içeren mahkûmiyet ve ödenmeyen adlî para cezalarının hapse çevrilmesine ilişkin karar bulunanlar, Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı emriyle ceza infaz kurumuna gönderilirler. Üstleri ve eşyaları arandıktan sonra kabul odalarına konulur..." 5275 sayılı Kanun'un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.” 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) "Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir.a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir,b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır,c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir,d) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir. (3) Beden ve üst aramaları aynı cinsiyetten güvenlik ve gözetim görevlileri tarafından yapılır.... (9) Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır." İnfaz Tüzüğü'nün "Güvenlik ve gözetim servisi" başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:"İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir ( Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin özgürlüklerinden yoksun olan ve ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda bulunan, ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, içtihatlarında çıplak arama konusunu da ele almakta; ceza infaz kurumu güvenliğini sağlamak, suç işlenmesini ya da düzenin bozulmasını engellemek amacıyla çıplak arama yapılmasının gerekli olabileceğini kabul etmektedir (Van Der Ven/Hollanda, § 60). Ancak somut olayın şartları açısından bu uygulamanın üzüntü ve aşağılama duygusunu artırabileceği, bu yönüyle kamu otoritelerinin hükümlü/tutukluların onurunu zedelemeyecek şekilde uygun davranmaları gerektiği değerlendirilmektedir (Van Der Ven/Hollanda, §§ 61, 62; Valašinas/Litvanya, B. No: 44558/98, 24/7/2001, § 117; Iwańczuk/Polonya, B. No: 25196/94, 15/11/2001, § 59; Frerot/Fransa, B. No: 70204/01, 12/6/2007, §§ 38-47; Pawel Pawlak/Polonya, B. No: 13421/03, 30/10/2012, § 141). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37181 | Başvuru, ceza infaz kurumunda çıplak arama yapılması ve hukuka aykırı kuvvet kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlâl edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu makamlarınca devlet okulunda gerekli önlemlerin alınmaması sonucu cinsel saldırıya maruz kalınması ve olay nedeniyle idari yargıda açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/10/2001 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu 31/3/2008 tarihinde öğrenim gördüğü İstanbul'un Maltepe ilçesinde bulunan İ.İ. İlköğretim Okulu tuvaletinde tanımadığı üçüncü bir kişinin fiilî livata yoluyla cinsel saldırı eylemine maruz kaldığını iddia etmektedir. Başvurucuya göre bu kişi yetişkin bir erkek şahıs olup kendisine sprey sıkmış ve iğne yapmıştır. Başvurucu 1/4/2008 tarihinde hasta olduğu gerekçesi ile okula gitmemiş, 2/4/2008 tarihinde ise başvurucunun annesi okula giderek 31/3/2008 tarihinde öğrencilere aşı yapılıp yapılmadığını sormuş, aşı yapılmadığını öğrenmiştir. Bunun üzerine başvurucu, annesi tarafından Kartal Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) muayene için götürülmüştür. Burada yapılan kontrolde başvurucunun akut livataya maruz kaldığı tespiti ile hakkında sağlık raporu tanzim edilmiş ve adli birimlere haber verilmiştir. Başvurucunun babası Y.Y.nin kollukta verdiği ifadesinde 31/3/2008 tarihinde teneffüs esnasında oğlunun yanına gelen sakallı, sarı saçlı bir şahsın onu okul tuvaletine götürerek burada iğne vurduğunu, ona "Bir daha okula gelme, başka okula git." dediğini ve dışarı çıkıp bir araca binerek oradan uzaklaştığını öğrendiğini belirtmiştir. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) 2/4/2008 tarihinde adli soruşturma başlatılmış, soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumunca (ATK) başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor temin edilmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"...Anal mukozada çepeçevre kızarıklık ile saat 12 hizasında bir adet fissür ile saat 6 hizasından başlayıp aşağıya doğru ikiye ayrılarak uzanan iki adet fissür olduğu görülmekte, çocuğun akut livataya maruz kalmış olduğu,Vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı,Konuşmalarında bir tessüriyet izine rastlanmamakla ve sakin tavırlı olduğu görülmekle birlikte zorlamalı livata olayıyla ilgili olarak ruh sağlığının yerine olduğunun söylenemeyeceği kanaatini bildirir rapordur...." Başvurucuya ait, delil niteliği bulunan çamaşırlara Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıntılı analiz amaçlı el konulmuş ve ayrıca başvurucudan kan örneği alınmıştır. Bunun dışında tarafların beyanları alınmış, başvurucu ilk iki ifadesinde sağlıklı beyanda bulunamamış, ancak üçüncü ifadesinde olaya dair detaylı ifade verebilmiştir. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:"...Öğretmenimiz [den] tuvalete gitmek için izin istedim. Çünkü tenefüste çişim yoktu. Derste izin aldıktan sonra birinci kattaki erkekler tuvaletine gittim. Tuvalete girip çişimi yapmak için pantolumu ve kilotumu dizime kadar indirdiğimde kapı arkasında daha önce hiç görmediğim yüzünde örümcek adam şeklinde maskesi olan bir adam geldi. Elinde iğne vardı. Bana iğne yapacağını söyledi. Çantası da vardı. Ben kilotu ve pantolonum dizime kadar dururken o kişi yere çömeldi ve bana iğne yaptı. Ben o sıra elimi lavabo taşına dayadım. Adam iğneyi yaptıktan sonra çıktı gitti. Bende pantolomu çekip sınıfa girdim. Öğretmenim ye dışarda bir şahsın birinin bana iğne yaptığını söyledim. Bana geç yerine dedi. Ben o gün paydos olduktan sonra eve gittim ve rahatsızlandım. ..." Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2008 tarihinde okula gelen ziyaretçiler ile okulda çalışan, iddiaya uygun muhtemel şüpheliler teşhis için başvurucuyla yüzleştirilmiş ancak başvurucu herhangi bir kişiyi teşhis edememiştir. Başvurucudan alınan çamaşırlar ve kan örneği üzerinde yapılan moleküler genetik inceleme sonucunda başvurucunun çamaşırında meni artığı tespit edildiği, bu meni artığının başvurucu ile aynı baba-oğul soyundan gelen birisine ait olduğu belirtilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun babaları bir, tek erkek kardeşi olan H.Y.den kan örneği alınmış, bu kan örneği üzerinde tekrar moleküler inceleme yapılmış ve meni artığının H.Y.ye ait olduğu tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca H.Y.nin ifadesi alınmıştır. H.Y. ifadesinde; pazar günü dışında gündüzleri bir marangozun yanında çalıştığını, kardeşi olan başvurucu ile yalnız kalmadığını, evdeki çamaşırlarının aynı kirli sepetine konulduğunu ve bu nedenle oluşabilecek bir bulaşma nedeniyle böyle bir tespitin yapılabileceğini iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, alınan bilimsel rapora dayanarak H.Y. hakkında çocuğun cinsel istismarı suçundan 3/11/2008 tarihinde iddianame tanzim etmiştir. Anılan iddianame Kartal Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10/11/2008 tarihinde iade edilmiş, Cumhuriyet Başsavcılığınca bu karara 12/11/2008 tarihinde itiraz edilmiş ve Kartal Ağır Ceza Mahkemesince itiraz kabul edilerek iddianamenin iadesi kararı kaldırılmıştır. Buna göre Kartal Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen kovuşturma sonucunda 3/2/2009 tarihinde H.Y. hakkında olayın faili olmadığı gerekçesi ile beraat, olayın gerçek faillerinin bulunması için ise Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunma kararı verilmiştir. Temyiz edilmeyen karar 11/2/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Öte yandan başvurucu, olayın devlet okulunda, ders arasında meydana geldiğini iddia ederek Millî Eğitim Bakanlığına müracaatta bulunmuş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine idare tarafından olaya ilişkin bir ön inceleme yürütülmüş ve sonucunda iddia konusu olayın okul içinde meydana geldiğine ilişkin başvurucunun ifadesi dışında somut herhangi bir delil olmadığı gerekçesiyle soruşturma açılmasını gerektiren bir durum olmadığına karar verilmiştir. Söz konusu ön inceleme için görevlendirilen iki müfettiş tarafından okul müdürü, bazı öğretmenler ile güvenlik görevlisinin ifadeleri alınmış, başvurucunun sınıfında öğrenim gören üç öğrenci ile de mülakat yapılmıştır. Ayrıca okulun çevresi ve duvarları ile olayın meydana geldiği iddia edilen okul tuvaleti ve etrafı, güvenlik zafiyeti açısından incelenerek fotoğraflanmıştır. Alınan ifadelerden başvurucunun okulda cinsel suç mağduru olduğu yönündeki iddiası doğrulanamamış, dışarıdan birinin okula kolayca girememesi için ise makul birtakım önlemlerin alındığı kanaati rapora yansıtılmıştır. Başvurucu, manevi tazminata ilişkin talebinin idarece reddedilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Söz konusu davada başvurucu; cinsel saldırı eyleminin okul tuvaletinde meydana geldiğini, okul idaresinin ve sınıf öğretmeninin bu olayın meydana gelmemesi için gerekli olan önlemleri almadığı gibi olaydan sonra da özensiz hareket ettikleri iddiasında bulunmuştur. Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda başvurucunun açmış olduğu davanın 3/6/2010 tarihinde reddine karar verilmiştir. Ret kararı, başvurucunun maruz kaldığı cinsel istismar olayının idarenin hizmet kusuru ile gerçekleştiğine dair illiyet bağını ortaya koyacak bir durum olmaması gerekçesine dayanmaktadır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Dairesi tarafından 8/10/2015 tarihinde onanmıştır. Onama ilamı başvurucuya 27/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:"Çocuk deyiminden; henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi," 5237 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan "Çocuğun cinsel istismarı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Kanun’un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."B. Uluslararası Hukuk Mevzuat 1928 yılında ülkemiz tarafından onaylanan 26/9/1924 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’nin maddesi şöyledir:"Çocuk hayatını kazanabilecek bir hale getirilmelidir ve her türlü istismara karşı korunmalıdır." 20/11/1959 tarihli BM Çocuk Hakları Bildirgesi'nin ilkesi şöyledir:"Çocuk, her türlü ihmal, zulüm ve sömürüye karşı korunur..." 27/1/1995 tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar." İçtihat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında devletin bireyi üçüncü kişilerden gelecek kötü muamelelere karşı koruma yükümlülüğüne ilişkin olarak bugüne kadar çeşitli kararlar vermiştir. AİHM, H.R./Fransa ([BD], B. No:24573/94, 29/4/1997, § 40) kararında maddenin koruduğu hakkın mutlak niteliğine vurgu yaparak hakkın ihlaline neden olacak eylemin devlet görevlisi olmayan kişi ya da kişilerce işlenme tehlikesinin olduğu durumlarda da belirtilen hak kapsamında bir inceleme yapabileceğini ifade etmiştir. Ancak AİHM bu incelemenin yapılabilmesini, söz konusu tehlikenin gerçek olduğunun ve sorumlu devlet otoritelerinin uygun tedbirleri alarak bu tehlikeyi bertaraf edemediğinin başvurucu tarafından ortaya konulması şartına bağlamaktadır. Nitekim anılan kararda AİHM, başvurucunun iddia ettiği tehlikenin gerçekliğini ortaya koyacak verileri sunamadığını belirterek maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (H.R./Fransa, §§ 42-44). Benzer şekilde AİHM A./Birleşik Krallık (B. No: 25599/94, 23/9/1998, § 22) kararında H.R./Fransa kararına da atıf yaparak Sözleşme'ye taraf devletlerin bireylere karşı -devlet görevlisi olmayan- üçüncü kişilerden yönelecek işkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezayı içeren her tür kötü muameleye yönelik gerekli önlemleri alma noktasında koruma yükümlülüklerinin olduğunu belirtmektedir. AİHM'e göre özellikle çocuklar ve korumaya muhtaç insanlar açısından vücut bütünlüğüne yönelik ciddi ihlallere karşı etkili bir caydırıcılığı temin eden devlet koruması gereklidir (benzer yöndeki kararlar için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 27; Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93, 22/10/1996, § 64). Üçüncü kişilerin eylemlerine karşı bireyi koruma yükümlülüğünün devlete ait olduğuna dair söz konusu içtihat, AİHM tarafından Mahmut Kaya/Türkiye (B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115) kararında da tekrar edilmiş ve anılan yükümlülüğün kapsamı daha net olarak ortaya konulmuştur. Burada AİHM, devletin bireyleri üçüncü kişilerden sâdır olan işkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezayı içeren kötü muamele eylemlerine karşı koruma yükümlülüğünü somutlaştırmıştır. Bu kapsamda üye devletlerin anılan koruma yükümlülüğünü ihlal etmesi iki hâlde gündeme gelebilecektir. Bunlardan birisi üçüncü kişilerin kötü muamele eylemlerine karşı bireylere koruma sağlayan yeterli mevzuatın üye devlet tarafından oluşturulmaması, diğeri ise bireylere karşı üçüncü kişilerin kötü muamelede bulunma riskini devletin bildiği ya da bilmesi gereken bazı hallerde önleyici idari tedbirler almaya dönük birtakım makul adımların atılmaması hâlidir. AİHM Z. ve diğerleri/Birleşik Krallık ([BD], B. No: 29392/95, 10/5/2001, §§ 73-75) kararında, maddenin demokratik toplumların en temel değerlerinden birini koruduğunu ve mutlak bir yasaklık içerdiğini hatırlatıp -A./Birleşik Krallık kararına atıf da yaparak- bireylerin üçüncü kişilerin eylemlerine karşı korunmasının da anılan yasak kapsamında üye devletlerin yükümlülüğü dâhilinde olduğunu tekrar etmiştir. Bu yükümlülük kapsamında alınması gereken önlemler, özellikle çocuklar ile diğer savunmasız kişilerin etkili bir şekilde korunmasını sağlamalı ve kamu otoritelerinin bildiği ya da bilmesi gerektiği durumlarda kötü muamelenin önlenmesi için bazı makul adımların atılmasını da içermelidir (benzer yöndeki karar için bkz. Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 87/1997/871/1083, 28/10/1998, § 116). Bu ilkeleri belirttikten sonra AİHM anılan başvuruda aile içi istismara uğrayan dört başvuran çocuğun maruz kaldığı kötü muamelenin -çocukların ailelerinden alınması da dâhil olmak üzere- geniş yasal yetkileri bulunan devletin sosyal hizmet memurları tarafından dört buçuk yıl önce öğrenildiğini, buna rağmen bu süre boyunca gerekli tedbirlerin devlet tarafından alınmadığını vurgulamıştır. Bu nedenle AİHM söz konusu başvuruda koruma yükümlülüğünün yerine getirilmediğinden bahisle maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19588 | Başvuru, kamu makamlarınca devlet okulunda gerekli önlemlerin alınmaması sonucu cinsel saldırıya maruz kalınması ve olay nedeniyle idari yargıda açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Başvurucu 17/8/1993 tarihinde Şırnak'ta kamyonuna kömür doldurmak için gittiği maden ocağının yakınında bulunan dereye indiği sırada yere döşenen patlayıcının patlaması sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, yere döşenen mayının patlaması nedeniyle sakat kaldığını belirterek oluşan zararlarının 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında tazmini istemiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) 22/7/2005 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvuruyu 15/11/2011 tarihli ve 2011/1-1658 sayılı kararla başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediğini belirterek reddetmiştir. Gerekçede; mayınlı bölgenin tel örgüyle çevrili olduğu, uyarı levhası bulunduğu ve başvurucunun kendi rızasıyla bu bölgeye girdiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Komisyon kararının iptali istemiyle Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, davayı 17/10/2012 tarihli kararla reddetmiştir. Karar gerekçesinde; konuya ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda tel örgüyle çevrili ve üzerine mayın yazan levhaların bulunduğu bölgeye başvurucunun kendisinin girdiği, olayda kimsenin kastı ve kusuru bulunmadığı, bu nedenle olayın dikkatsizlik sonucu gerçekleştiği anlaşıldığından Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca takipsizlik kararı verildiği belirtilmiştir. Bu bağlamda, meydana gelen zararın başvurucunun kendi kusurundan kaynaklandığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 18/2/2014 tarihli kararla Mahkeme kararını bozmuştur. Karar gerekçesinde; dere yatağının civardaki askeri tesisler ile maden sahasını korumak için teröristlere karşı mayınlandığı, başvurucunun ayağının kopması şeklinde gerçekleşen zararın başvurucunun kastı nedeniyle değil kusur ve ihmali nedeniyle gerçekleştiği belirtilmiştir. 5233 sayılı Kanun'da; ilgililerin terör faaliyetleriyle ilgili kasıtlı hareketleri ya da teröre destek vermeleri hâlinde zarara uğrayan kişiler ile idarenin sorumluluğu arasındaki illiyet bağının kopacağının düzenlendiği, bu durumda başvurucunun teröre destek vermesi ya da zararın oluşumunda kastının bulunduğundan söz edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun yaralanmak suretiyle maruz kaldığı zararın kendi kusur ve ihmali de indirim sebebi olarak gözönünde bulundurulmak suretiyle karşılanması gerekirken, Mahkemece olayın tamamen kişinin kendi kusur ve dikkatsizliği sonucu meydana geldiği gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Mahkeme 15/1/2015 tarihinde bozma kararına uyarak benzer gerekçeyle Komisyon kararının iptaline karar vermiştir. Mahkeme tarafından verilen iptal kararı 23/3/2015 tarihinde Şırnak Valiliğine tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç Anayasa Mahkemesince, başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında Mahkeme kararı gereğince yeni bir karar alınıp alınmadığı hususlarında Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonundan bilgi istenmiştir. Komisyon tarafından gönderilen yazı ve eklerinde 2015-2016 yıllarında Komisyon arşivinin terör olayları nedeniyle zarar gördüğü, arşiv düzenlemesi yapıldıktan sonra şahsın dosyasının bulunup ilgiliye kararın tebliğ edileceği belirtilmiştir. Komisyondan gelen cevabi yazı başvurucuya gönderilmiş, varsa görüş ve itirazlarını sunması istenmiştir. Başvurucu, beyan dilekçesinde Komisyonun keyfî davrandığını, karar tesis etme iradesi olsaydı konuyla ilgili evrakların Mahkemeden ve başvurucu vekilinden temin edilebileceğini ancak bu konuda herhangi bir gelişmenin olmadığını, Mahkeme kararının yedi yıldır uygulanmadığını, on yedi yıldır da idari ve yargısal sürecin tamamlanmasını beklediğini, mahkemeye erişim ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Komisyon tarafından başvurucunun Mardin İdare Mahkemesince verilen iptal kararının yerine getirilmediğinden bahisle, Mardin İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açtığına ilişkin belgeler daha sonradan sunulmuştur. Başvurucunun açtığı anılan tazminat davasında maddi tazminat yönünden Komisyon tarafından bir karar verileceği gözetilerek karar verilmesine yer olmadığına; manevi tazminat yönünden ise dava açma tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte 000 TL ödenmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi 14/4/2021 tarihinde istinaf isteminin reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez..." 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar, uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya el konulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM, başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3109 | Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yaşamının korunması için gerekli tedbirler alınmayan mahpusun ölmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Halime Aksu'nun eşi, diğer başvurucuların ise babası olan S.A. 24/2/2017 tarihinde Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Midyat Açık Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucu Rizan Aksu'nun Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) yaptığı 17/2/2017 tarihli başvuruda başka hususlar yanında babasının kalp hastası olduğunu ve yaşamsal tehlikesinin bulunduğunu iddia etmesi üzerine Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Ceza İnfaz Kurumundan hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesinin gerekip gerekmediğinin tespitiyle ilgili işlemlerin yürütülmesini istemiştir. Bu maksatla S.A. 1/3/2017 tarihinde Midyat Devlet Hastanesine (Hastane) sevk edilmiştir. Hastanede yapılan muayene işlemleri sonunda düzenlenen 3/3/2017 tarihli sağlık kurulu raporunda S.A.nın hipertansiyon hastası olduğu ve cezasının ertelenmesini gerektirecek patolojik bir durumun saptanmadığı belirtilmiştir. S.A.yı muayene eden hekimlerden biri kardiyoloji uzmanıdır. UYAP'a kayıtlı belgelere göre S.A. Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan hekimlerce 9/3/2017, 6/4/2017 ve 13/4/2017 tarihlerinde muayene edilmiştir. 9/3/2017 tarihinde miyalji (kas ağrısı) ve konjoktivit (gözde meydana gelen bir çeşit iltihaplanma) tanısına, 6/4/2017 tarihinde omuz ağrısına, 13/4/2017 tarihinde ise hipertansiyon tanısına istinaden S.A.ya bazı ilaçlar için reçete yazılmıştır. İnfaz koruma memurları B. ve A.Ç. tarafından düzenlenen 14/4/2017 tarihli tutanağa göre S.A.nın rahatsızlanmasına istinaden aynı gün saat 18 sıralarında 112 Acil Çağrı Merkezinden yardım istenmiş ve bu çağrıya istinaden Ceza İnfaz Kurumuna gelen cankurtaranda görevli acil tıp teknisyenleri S.A.nın sağlık durumunu kontrol edip S.A.ya ağrı kesici bir iğne yapmıştır ancak S.A. ile aynı koğuşta kalan hükümlü Ö. saat 45 sıralarında infaz koruma memurlarına S.A.nın öldüğünü söylemiştir. 112 Acil Çağrı Merkezine yapılan çağrıya istinaden saat 55 sıralarında Ceza İnfaz Kurumuna gelen acil tıp teknisyenleri S.A.nın öldüğünü doğrulamıştır. Başsavcılık ölüm olayı hakkında derhâl bir ceza soruşturması başlatmıştır. Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine Midyat İlçe Jandarma Komutanlığında görevli Olay Yeri İnceleme ekibi, olay yerini inceleyip fotoğraflamış ve yapılan işlemleri kamera kaydına almıştır. Ölü muayene işlemi saat 00 sıralarında Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekim tarafından yapılmış ancak yapılan işlem ölüm nedeninin tespitine imkân vermemiştir. Bununla birlikte S.A.nın yapılan incelemeden 6 ila 8 saat önce öldüğü tespit edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun ölü muayene işlemi sırasında ifadesine başvurulan sağlık personeli F.O.G. Ceza İnfaz Kurumunda tutulduğu süre zarfında ölenin tansiyon takibini yaptığını ifade etmiştir. Aynı gün Mardin Cumhuriyet Başsavcılığında görevli Cumhuriyet savcısının huzurunda yapılan otopsi işlemi, S.A.nın aort anevrizması yırtığına bağlı kalp tamponadı (Tamponad, ani ve hızlı oluşan perikard kan toplanmalarında kalbin akut kompresyonudur.) nedeniyle öldüğünü ortaya koymuştur. Otopsi işlemi sırasında ölenden alınan kan ve idrar örneklerinde alkole ve Adli Tıp Kurumunun (ATK) sistematiğinde yer alan uyutucu veya uyuşturucu maddeye rastlanmamıştır. Olay günü kollukça bilgi sahibi sıfatıyla ifadesine başvurulan ve saat 18 sıralarında S.A.ya tıbbi müdahale için gelen cankurtaranda görevli acil tıp teknisyeni F.A. cankurtaran sürücüsü olduğunu, Ceza İnfaz Kurumuna ulaştıklarında S.A.nın Ceza İnfaz Kurumu giriş kapısının önünde olduğunu, acil tıp teknisyenleri K. ve S.T. tarafından yapılan kontrolde yaşamsal değerlerin normal bulunduğunu, bel ağrısı şikâyetine istinaden S.A.ya ağrı kesici iğne yapıldığını, kendisine sorulan soruya S.A.nın başka bir rahatsızlığının olmadığı yönünde cevap verdiğini, sabah vakti yapılan çağrı üzerine saat 55 sıralarında Ceza İnfaz Kurumuna ulaştıklarını ve S.A.nın öldüğünü anladıklarını beyan etmiştir. F.A.nın bu beyanı cankurtaranda görevli diğer acil tıp teknisyenleri K. ve S.T. tarafından teyit edilmiştir. S.A. ileaynı koğuşta kalan Ö., S.İ., Ö., A.K., Ö.E., E.Ü. ve G.O.nun ifadeleri 17/4/2017 tarihinde kolluk tarafından alınmıştır. i.Ö. ifadesinde; yaptıkları sohbetler sırasında S.A.nın kalp hastası olduğundan ve ilaç kullandığından söz ettiğini, S.A. gece 00 sıralarında rahatsızlanınca durumu yetkililere bildirdiklerini, S.A.nın saat 30 sıralarında koğuşa dönüp kendisine iğne yapıldığından bahsettiğini ve kendi isteği ile yerdeki minderin üzerinde yattığını, sabah 30 sıralarında S.İ.nin S.A.nın tepki vermediğini ve elinin buz gibi soğuk olduğunu söylemesi üzerine yetkilileri durumdan haberdar ettiklerini beyan etmiştir.ii. Verdiği ifadesinde Ö.nün ifadesini doğrulayan S.İ. ilave olarak ölmesinden önce S.A.nın saat 00 sıralarında midesinin ve sırtının ağrıdığından söz ettiğini, rahatsızlığının artması üzerine saat 00 sıralarında durumu yetkilere bildirdiklerini, koğuşa dönmesinden sonra S.A.nın uyursa belki iyileşebileceğini ve üşüdüğünü söyleyerek yattığını, S.A.nın isteği üzerine üzerini battaniye ile örttüğünü söylemiştir.iii. İfadesine başvurulan diğer mahpuslar Ö. ile benzer yönde beyanda bulunmuştur. E.Ü. ek olarak S.A.nın koğuşa dönmesinden sonra koğuştaki herkesin yattığını ve bir iki saat sonra S.A.nın horladığını duyduğunu ifade etmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun sağlık biriminde görevli infaz koruma memuru F.Ö. 17/4/2017 tarihinde kollukça alınan ifadesinde; S.A.nın 1/3/2017 tarihinde Hastanenin Dahiliye, Psikiyatri, Göz ve Genel Cerrahi Polikliniklerinde, 2/3/2017 tarihinde ise Kulak Burun Boğaz ve Kardiyoloji ile Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon (FTR) Polikliniklerinde muayene edildiğini, ayrıca 13/3/2017 tarihinde Hastanenin FTR Polikliğine muayene için gittiğini, aile hekiminin 9/3/2017, 17/3/2017, 6/4/2017 ve 13/4/2017 tarihlerinde muayene ettiği S.A.ya çeşitli ilaçlar için reçete yazdığını beyan etmiştir. F.Ö.nün beyanına göre 17/3/2017 tarihinde S.A.ya bazı ilaçlar için reçete yazılmasının sebebi hipertansiyon ve lipidemi tanısıdır. Başvurucu Rizan Aksu'nun Bakanlığa gönderdiği bir elektronik postada Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz koruma başmemurları ile memurlarının babasının rahatsızlığıyla ilgilenmediklerini iddia etmesi üzerine Başsavcılık, başvurucu Rizan Aksu'nun şikâyeti için ayrı bir soruşturma açmış ve sonrasında sözü edilen soruşturmayı ölüm olayı ile ilgili olarak yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir. F.A., K. ve S.T. 12/5/2017 tarihinde kollukça alınan ifadelerinde önceki ifadelerini tekrar edip S.A.nın hastaneye gitmek istemediğini hatta nakil ret formu imzaladığını, ağrı kesici iğneyi K.nın yaptığını söylemiştir. Başsavcılık, B. ve A.Ç. hakkında Ceza İnfaz Kurumu idaresince yürütülen idari soruşturma dosyasının bir örneğini celbetmiştir. Sözü edilen dosya kapsamından;i. İfadesine başvurulan mahpuslardan A.K.nın başka hususlar yanında olay gecesi saat 30 sıralarında S.A.nın mide bulantısı ve sırt ağrısı nedeniyle infaz koruma memurlarından yardım istediği, S.A.nın kendisine infaz koruma memurlarının içmesi için soda verip koğuşa gönderdiklerini söylediği, S.İ.nin de benzer şekilde beyanda bulunup S.A.nın kalp hastalığına istinaden on farklı ilaç kullandığını iddia ettiği, Ö.nün ise infaz koruma memurlarının 112 Acil Çağrı Merkezini aramadan önce infaz koruma memuruna S.A.nın kalp hastası olduğunu söylediğini beyan ettiği, Ö., Ö.E. ve E.Ü.nün ceza soruşturması kapsamında verdikleri ifadelere benzer şekilde beyanda bulundukları,ii. Soruşturma sonunda ihmal ve kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle B. ve A.Ç. hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır. Başsavcılık, acil tıp teknisyenlerinin ifadelerinde geçen hasta nakil ret formunun örneğinin temini için gerekli yazışmayı yapmıştır. Mardin İl Sağlık Müdürlüğünce gönderilen olay günü saat 18 sıralarındaki yardım çağrısıyla ilgili kayıt formuna göre yapılan işlemin sonucu naklin reddedilmesidir. Formun altında S.A.nın imzası bulunmamaktadır. Başsavcılık 7/6/2017 tarihinde infaz koruma memurları B. ve A.Ç.nin ifadelerini almıştır. Olay günü vardiya amiri olarak görevli B. tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde; S.A.nın00-00 sıralarında rahatsızlandığını ve üşüdüğünü söyleyerek yardım istediğini, A.Ç.nin hemen 112 Acil Çağrı Merkezini aradığını, cankurtaranda görevli acil tıp teknisyenlerinin yaptığı işlemleri Ceza İnfaz Kurumunun sağlık personelinin vizite defterine kaydettiğini, 45'e kadar S.A.nın rahatsızlığıyla ilgili olarak kendilerine herhangi bir müracaat gelmediğini, ölüm olayını S.A. ile aynı koğuşta kalan mahpusların haber verdiğini ve 112 Acil Çağrı Merkezi yardımıyla çağırdıkları cankurtaranda görevli acil tıp teknisyenlerinin de ölümü doğruladıklarını beyan etmiştir. A.Ç. de benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucular bir başka yakınları ile birlikte Başsavcılığa gönderilmek üzere Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına sundukları 9/6/2017 havale tarihli dilekçede özetle S.İ.nin ceza soruşturması kapsamında verdiği ifadeye işaret ederek S.A.nın saat 00 sıralarında rahatsızlanmasından haberdar edilen infaz koruma memurlarının içmesi hâlinde sodanın iyi geleceğini söyleyerek SA.yı koğuşa gönderdiğini, yakınlarının rahatsızlığına ciddiyetle yaklaşılmadığını, 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) -Tüzük olay tarihinde yürürlükte idi- maddesi uyarınca ceza infaz kurumunda görevli tabibin önemli bir rahatsızlığın bildirildiği durumlarda günün her saatinde ceza infaz kurumuna gelerek gerekli önlemleri alması gerektiğini ve yakınlarının durumu acil olmasına rağmen Ceza İnfaz Kurumu tabibinin durumdan haberdar edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucular anılan dilekçelerinde ayrıca yakınlarına yapılan ağrı kesici iğnenin kalp rahatsızlığı olan bir kimsede göstereceği etki ve kalp rahatsızlığını tetikleyip tetiklemeyeceği konusunda bilirkişiden rapor alınması gerektiğini, yakınları kalp hastası olduğu ve sırt ağrısından şikâyet ettiği için S.A.ya tıbbi müdahalede bulunan acil tıp teknisyenlerinin en azından EKG çekmesi gerektiğini, bu nedenle olay gecesi yakınlarına müdahalede bulunan sağlık görevlilerinin de soruşturmaya dâhil edilmesi gerektiğini ve yakınları ile aynı koğuşta kalan mahpusların idari soruşturma kapsamında verdiği ifadelerde çelişkiler bulunduğunu öne sürmüştür. Başsavcılığın Ceza İnfaz Kurumu ile yaptığı yazışmaya göre Ceza İnfaz Kurumunun sağlık servisinde bir sağlık memuru (F.O.G) ile iki infaz koruma memuru (F.Ö. ve Y.A.) 00-00 saatleri arasında görev yapmaktadır. Başsavcılık ağrı kesicinin S.A.nın ölümüne neden olup olmadığı ve iğneyi yapan acil tıp teknisyeninin kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda ATK Adli Tıp İhtisas Kurulundan (İhtisas Kurulu) rapor istemiştir. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 12/7/2017 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir: “... Otopsisinde dış muayenede tespit edilen travmatik değişimlerin lokalizasyonları, özellikleri ve ağırlıkları itibariyle ölüm meydana getirebilecek nitelikte olmadıkları, iç muayenede tarif edilen patolojik kökenli (kişinin kendisinde mevcut hastalığı) aort anevrizmasının rüptürünne bağlı iç kanama haricinde kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, beyin kanaması, iç organ ve büyük damar lezyonu tespit edilmediğine göre;Kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı, Otopsisinde alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde yapılan tetkikinde tespit edilen maddenin kişinin tedavisinde kullanılan ilaç etken maddesi olduğu, aranan toksik maddelerin bulunmadığı bildirildiğine göre; Kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı, Adli dosyada kayıtlı belgelerde; kişinin 14/04/2017 tarihinde bulunduğu Midyat Açık Ceza İnfaz Kurumunda gece vakti saat 01:00 civarında rahatsızlandığı, 112 ekibine haber verildiği, Mardin 112 Acil İl Ambulans Servisi'nin 14/04/2017 tarih ve 11915 protokol numaralı ücret tahakkuk fişinde; bel ağrısı şikayeti olduğu, muayene bulgularının normal olduğu, GKS:15, TA:130/80, Nabız;90 olduğu, [ağrı kesici] i.m enjeksiyonu yapıldığı, Midyat Ceza Evi Vizite Defterinde; C-299 sıra numaralı [S.A.ya] yapılan müdahale kaydında ‘Hastanın sırt ağrısı olduğu, [ağrı kesici] İ. yapıldığı, Vital bulgular; TA:130/90, Nabız: 90, SpO2:98 olduğu, 112 müdahalesi sonrası koğuşuna geri döndüğü, sabah saat 07:35 civarında koğuşunda ölü bulunduğu ... iç muayenede perikart sağlam ve gergin olduğu, perikart açıldığında kan çıkışı olduğu, perikart içerisinde kısmen pıhtılaşmış 400 cc kan boşaltıldığı, çıkan aortta intima ve media ayrışmasına bağlı anevrizma mevcut olduğu, anevrizmanın aort kapağının 1 cm üzerinde oluştuğu ve intima da oluşan yırtığın perikart boşluğuna açılmış olduğu, aort yüzeyinde aterom plakları olduğu, LAD koroner arterin ilk 1 cm sinde ileri derecede dilatasyon ve lümeni orta dereceli tıkayıcı vasıfta aterom plağı görüldüğü, Sağ koroner arterin başlangıcında dilatasyon ve lümeni orta derecede tıkayıcı vasıfta aterom plağı görüldüğü, CX koroner arterin kalsifiye olup lümenini ağır derecede tıkayıcı vasıfla aterom plağı görüldüğü, Sağ akciğer 920 sol akciğer 850 gr tartıldı. Her iki akciğer yüzeyleri gergin ve antrakotik görünümde olduğu, sağ akciğer üst lob kesitlerinden kanlı köpüklü sıvı çıkışı olduğu, sağ akciğerin diğer loblarında ve sol akciğerin tamamında kesitlerinde kanlı sıvı çıkışı olduğu, olayın gelişimi, olay yeri inceleme bulguları ve otopsi bulguları birlikte değerlendirildiğinde; Kişinin ölümünün patolojik kökenli (travmatik olmayan) aort anevrima yırtılmasına bağlı gelişen kalp tamponadı sonucunda meydana gelmiş olduğu,4 ...Kişiye yapılan [ağrı kesici iğnenin] ölüm üzerine etkisi ve katkısının bulunmadığı, Acil Tıp Teknisyenleri'nin kişiye tedavi verme yetkilerinin bulunmadığı, hastayı sağlık kurumlarına naklini sağlamaları gerektiği kusurlu oldukları oy birliği ile mütaala olunur.” Anılan rapora istinaden Başsavcılık 15/9/2017 tarihinde F.A., K. ve S.T. hakkında soruşturma yapmak için Midyat Kaymakamlığından izin istemiştir. Farklı soruşturma usulüne tabi olmaları nedeniyle F.A., K. ve S.T. hakkındaki soruşturmayı mevcut soruşturmadan ayıran Başsavcılık, S.A.nın doğal yolla öldüğü gerekçesiyle 1/11/2017 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:“...Ölenin olay tarihinde bulunduğu Midyat Ceza İnfaz Kurumunda gece vakti saat 01:00 sıralarında rahatsızlandığı, 112 ekibine haber verildiği Mardin 112 Acil İl Ambulans servisinin 14/04/2017 tarih ve 11915 protokol numaralı ücret tahakuk fişinde ölenin sırt ağrısız şikayeti bulunduğu, muayene bulgularının normal olduğu, GKS: 15,TA130/80, nabız 90 olduğu, arveles İ. yapıldığı, vital bulgular ; TA:130/90, nabız:90, SpO2:98 olduğu, 112 müdahalesi sonrası ölenin koğuşuna geri döndüğünü anlaşıldığı, Celb edilen ‘Mardin 1 Nolu Döner Sermaye Saymanlığı Ücret Tahakkukuna esas olan fiş’ başlıklı ve 126056 numaralı belgede ölenin ‘Tedavi ve naklini kabul etmediği’ yönünde beyan verdiği,Olay tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca olay yeri ve muayenesi yapılarak aynı tarihte otopsi tutanağının düzenlendiği, düzenlenen iş bu tutanakta ölenin, ölüm nedeninin dış bulgulara göre kesin olarak tespitini yapılamayacağı bu nedenle de klasik ve sistematik otopsi yapılması gerektiğine karar verilerek bahs edilen işlemlerin yapılması maksadıyla cesedin Mardin Adli Tıp Kurumuna gönderildiği,Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/3891 numaralı dosyasında söz konusu otopsi dosyasının yapılmış olduğunu, düzenlenen raporda; Kişinin ölüm sebebinin otopsi işlemi sırasında alınan örneklerin incelenmesi sonrasında düzenlenebileceğini anlaşılması üzerine, belirtilen örneklerin Diyarbakır Adli Tıp Kurum Başkanlığına ve Adana Adli Tıp Kurum Başkanlığına gönderildiği,Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Grup Başkanlığı kimya ihtisas dairesi tarafından düzenlenen 23/06/2017 tarihli raporda, ölenin kanında ve idrarında uyuşturucu-uyutucu maddelerin bulunmadığı, yine kanda yapılan analiz sonucunda alkol olmadığı tespit edildiği, idrarında paracetemol bulunduğunu tespit edildiği,Soruşturma kapsamında yapılan araştırmada, olay anında; ölene, 112 görevlileri tarafından olay öncesinde yapılan ... adlı ağrı kesecinin ölenin ölümüne bir neden teşkil edip etmediğinin ve yine, bu hususta müdahalede bulunan ve enjeksiyon işlemi yapan sağlık personellerinin kusurunu bulunup bulunmadığını tespit edilmesi maksadıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına müzekkere yazılarak dosyanın kül halinde ilgili kuruma gönderildiği,İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı birinci Adli Tıp İhtisas kurulu tarafında[n] düzenlenen 12/07/2017 tarihli ve 3444 numaralı kararda özetle;Ölenin travmatik bir tesirle ve zehirlenerek öldüğünün tıpbi delilerinin bulunmadığını, ölenin ölüm sebebinin Patolojik kökenli (Travmatik olmayan) aort anevrima yırtılmasına bağlı gelişen kalp tamponadı sonucunda meydana gelmiş olduğunun tespit edildiği, Yine aynı raporda,Ölene müdahale esnasında yapılan [ağrı kesici iğnenin] ölüm üzerine yetkisi ve katkısı bulunmadığı, acil tıp teknisyenlerinin kişiye tedavi verme yetkilerinin bulunmadığı, hastayı sağlık kurumlarına naklini sağlamaları gerektiği belirtilerek kusurlu olduklarının oy birliği ile tespit edildiği,Soruşturma konusu olay ile ilgili olarak MidyatAçık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından, olay tarihinde kurumda görevli İnfaz ve Koruma Memurları [B.] ve [A.Ç.] hakkında idari yönde soruşturma başlatıldığı, yürütülen idari soruşturma neticesinde, disiplin amirliğince adı geçen görevlilere ilişkin olarak ‘Disiplin cezası verilmesine yer olmadığına’ dair karar verildiği, ilgili idari soruşturma dosyasının bir örneğinin dosyamız içerisine alınmış olduğu,İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporda: Olaya müdahale eden sağlık görevlilerin ‘Kişiye tedavi yetkilerin bulunmadığı, hastayı sağlık kurularına naklini sağlamalarının gerektiğinin’ belirtilerek kusurlu olduklarının tespiti üzerine, ilgili görevliler hakkında soruşturmanın 4483 sayılı kanun hükümlerine göre yürütülmesi gerektiği anlaşılması karşısında dosyada ‘Tefrik kararı’ verilerek ilgili görevliler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2017/3030 Soruşturma numaralı dosyasında soruşturma yürütüldüğü tüm dosya kapsamında anlaşılmakla;Tüm dosya kapsamı ve deliler birlikte değerlendirildiğinde;KARAR:1-) Müteveffa [S.A.nın] ölümü doğal ölüm olduğu, olayda doğal olmayana ölüme ilişkin Kovuşturma yapmaya yeterli ve somut bir delilin bulunmadığının anlaşılmasının karşısında olay nedeniyle kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]” Başvurucular özetle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda herhangi bir şüpheliye yer verilmediğini, ceza infaz koruma memurları hakkında Midyat Kaymakamlığından soruşturma izni istenmediğini, soruşturma izni istenseydi Midyat Kaymakamlığınca verilecek karara itiraz edebileceklerini, yakınlarının rahatsızlığının Ceza İnfaz Kurumu tabibine haber verilmemesi ile ilgili olarak inceleme yapılmadığını, İhtisas Kurulunca hazırlanan raporun eksik incelemeye dayandığını zira ölenin kalp hastalığı şikâyetinin acil tıp teknisyenlerince gözardı edilmesinin inceleme sırasında dikkate alınmadığını ve yakınlarına yapılan ağrı kesicinin dozunun araştırılmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Midyat Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) acil tıp teknisyenleri hakkında ayrı bir soruşturma yürütüldüğüne de dikkat çekerek başvurucuların itirazını 4/12/2017 tarihinde reddetmiştir. Öte yandan Midyat Kaymakamlığının S.A.ya olay günü tıbbi müdahalede bulunan acil tıp teknisyenleri hakkında soruşturma izni vermemesi üzerine Başsavcılık, sözü edilen kararın kesinleştiğini gerekçe göstererek 14/3/2018 tarihinde işlemden kaldırma kararı vermiş ancak Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesinin soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı 28/6/2018 tarihinde kaldırdığını öğrenince Hâkimlikten işlemden kaldırma kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Acil tıp teknisyenleri hakkında yürütülen soruşturmanın akıbeti tespit edilememiştir. Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler 13/12/2004tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinde belirtilmiştir. 5275 sayılı Kanun'un maddesine göre açık ceza infaz kurumları hükümlülerin iyileştirilmesine, çalıştırılmasına ve meslek edindirilmesine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. 5275 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır. 5275 sayılı Kanun'un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.” 5275 sayılı Kanun'un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.” 5275 sayılı Kanun'un maddesine göre hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun adalet komisyonlarının görevlerini düzenleyen maddesinin başvuruya konu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verildiği tarihte yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Adalet komisyonlarının görevleri şunlardır:a) Atamaları doğrudan Bakanlıkça yapılanlar dışındaki adlî ve idarî yargı ile ceza infaz kurumları ve tutukevleri personelinin;1) İlk defa Devlet memurluğuna atanacaklardan merkezî sınavda başarılı olanların ilgili yönetmelik hükümlerine göre düzenlenecek sözlü ve gerektiğinde uygulamalı sınavlarını yapmak, hukuk fakültesi ve adalet meslek yüksek okulu mezunlarına öncelik tanımak kaydıyla başarılı olanların atanmalarını teklif etmek.2) Aslî Devlet memurluğuna atanmaları, sicil ve disiplin işlemleri, görevden uzaklaştırılmaları, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlemlerini bu Kanun ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile ilgili mevzuat hükümlerine göre yerine getirmek....” 2802 sayılı Kanun'un “Soruşturma ve kovuşturma usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu kısımda yazılı memurların görevlerinden doğan suçlarından dolayı bulundukları yer Cumhuriyet savcılığınca doğrudan doğruya genel hükümler dairesinde soruşturma ve kovuşturma yapılır.” Mülga Tüzük'ün “Personel” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kurumlar, yönetim bakımından müdürü bulunan ve bulunmayan olmak üzere ikiye ayrılır. Müdürü bulunmayan kurumların amiri, idare memurudur. (2) Müdürü bulunan kurumlarda; bir müdür ve yeteri sayıda ikinci müdür ile hükümlü ve tutuklu sayısına ve kurumların önem ve niteliğine göre, imkanlar ölçüsünde aşağıda sayılan personel bulundurulabilir....e) Sağlık servisinde; cezaevi tabibi, diş tabibi, eczacı, veteriner, diyetisyen, sağlık memuru ve hayvan sağlık memuru,... (3) Kurumlarda, ikinci müdürler ile diğer personel nöbet ve vardiya yöntemiyle çalıştırılabilir. Nöbet ve vardiya çizelgeleri kurum müdürlüğünce düzenlenir.” Mülga Tüzük'ün “Sağlık servisi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kurumda koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini cezaevi tabibinin başkanlığında yerine getiren servistir. Sağlık servisinde cezaevi tabibi, diş tabibi, eczacı, veteriner, diyetisyen, sağlık memuru ve hayvan sağlık memuru görev yapar. (2) Cezaevi tabibinin görevleri: a) Kurumun sağlık koşullarını düzenleyerek, hükümlülerin ve kurum personelinin muayene ve tedavilerini yapar,b) Kurumun sağlık koşullarını bozan hareketlerin önlenmesi amacıyla, tedavi olmayı reddedenlerin ve kurumun sağlığını bozacak şekilde hareket edenleri kurum en üst amirine bildirir,... (4) Tabiplerin ortak görev ve sorumlulukları: Cezaevi tabibi ve diş tabibi, sağlık servisinde çalışan diğer personel ile birlikte, aşağıda belirtilen işleri yapmak amacıyla, ortak görev anlayışı içinde hareket eder. ... b) Tabipler, diğer unvanlardaki personel gibi kurumun özelliği dikkate alınarak vardiya sistemine göre çalıştırılabilir. Vardiya sisteminin uygulanmadığı hâllerde, önemli bir rahatsızlığın bildirildiği durumlarda, günün her saatinde kuruma gelerek gerekli önlemleri alır. ... (8) Sağlık memurunun görevleri: Cezaevi tabibinin gözetimi altında olup, onun göstereceği işleri yapar. Meslekî bilgisi ve yetkisi çerçevesinde koruyucu ve tedavi edici hizmetleri yerine getirir....” Mülga Tüzük'ün “Revir” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Her kurumda bir revir bulunur. Revir, cezaevi tabibinin sorumluluğunda faaliyet gösterir. ” Mülga Tüzük'ün “Hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda cezaevi tabibince bilgilendirilirler. Psiko-sosyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması hâlinde, beslenmelerine cezaevi tabibince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır. (2) Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayatî tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu cezaevi tabibi tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbî araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır. (3) Yukarıda belirtilen hâller dışında, bir sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlülerin sağlık veya hayatlarının ciddî tehlike içinde olması veya kurumda bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir durumun varlığı hâlinde de ikinci fıkra hükümleri uygulanır. (4) Bu maddede öngörülen tedbirler, cezaevi tabibinin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak, cezaevi tabibinin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayatî tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkrada belirtilen şartlar aranmaksızın başvurulur. (5) Bu madde uyarınca hükümlülerin sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı tedbirler, onur kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır.” Mülga Tüzük'ün “Hastalık nedeniyle nakil” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "... (4) Hükümlü, acil veya yaşamsal bir sağlık sorunu nedeniyle, muayene, teşhis ve tedavi amacıyla, kurumun bulunduğu yerdeki sağlık kuruluşuna geciktirilmeksizin nakledilir. Bunun için; a) Sağlık sorununun ortaya çıktığı anda kurumda cezaevi tabibinin görevli olması hâlinde, bu görevlinin raporu, b) Kurumda cezaevi tabibi bulunmaması durumunda, sağlık sorununun ortaya çıktığı anda kurumda bulunan en üst yetkilinin yazılı izni, aranır. ..." 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) “İlkeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sağlık hizmetlerinin sunulmasında aşağıdaki ilkelere uyulması şarttır:...d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz....” Yönetmelik'in “Tıbbî özen gösterilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Personel [Yönetmelik'in maddesine göre personel; hizmetin resmî veya özel sağlık kurumlarında ve kuruluşlarında veya serbest olarak sunulmasına bakılmaksızın sağlık hizmetinin verilmesine iştirak eden bütün sağlık meslekleri mensuplarını ve sağlık meslekleri mensubu olmasa bile sağlık hizmetinin verilmesine sorumlu olarak iştirak eden kimseleri ifade etmektedir.] hastanın durumunun gerektirdiği tıbbî özeni gösterir. Hastanın hayatını kurtarmak veya sağlığını korumak mümkün olmadığı takdirde dahi, ıstırabını azaltmaya veya dindirmeye çalışmak zorunludur.” Yönetmelik'in ve maddelerine göre tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Kanunen zorunlu olan hâller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere hasta, kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek ya da durdurulmasını istemek hakkına sahiptir. Bu hâlde tedavinin uygulanmamasından doğacak sonuçların hastaya veya kanuni temsilcilerine ya da yakınlarına anlatılması ve bunu gösteren yazılı belgenin alınması gerekir (hastanın sağlık durumu ile ilgili bilgi alma hakkı kapsamında hastaya yapılacak bilgilendirmenin kapsamı ve bilgi vermenin usulü için bkz. Yönetmelik'in ve maddeleri). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2306 | Başvuru, yaşamının korunması için gerekli tedbirler alınmayan mahpusun ölmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/3897 ve 2015/4996 sayılı bireysel başvuru dosyaları konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/19453 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Atiye Altun aleyhine doğrudan, başvurucular Ayşe Kavak Aydın, Esin Kavak ve Nasrullah Kavak ile Ayşe Cavide Öcal, Cahide Balcı, Mehmet Cahit Kavak ve Mehmet Cavit Kavak'ın murisleri aleyhine 13/10/1989 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası sonucunda verilen kararın Yargıtayca bozulması üzerine yerel Mahkemece tekrar verilen karar temyiz edilmiştir. Dava temyiz aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19453 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, temyiz aşamasında adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sınıf emniyet müdürü olarak görev yapmakta iken 8/2/2018 tarihli ve 7091 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaştırılan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilmiştir. Hâlen Kırşehir E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, sınıf emniyet müdürü rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin işlem ile anılan işlemin dayanağı olan Bakanlar Kurulu kararının sınıf emniyet müdürlerinin görev unvanı karşılığı olan merkez ve taşra kadrolarının değiştirilmesine ilişkin kısmının iptali ile anılan işlemler nedeniyle ödenmeyen maaş ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Başvurucunun Danıştay Onaltıncı Dairesinde (Daire) açtığı dava 8/6/2016 tarihli kararla kısmen kabul, kısmen reddedilmiştir. Başvurucu, idarenin kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) temyiz etmesi üzerine aleyhine olan kısmı için adli yardım talepli olarak karşı temyiz isteminde bulunmuştur. İDDK 4/5/2017 tarihli kararıyla ilgili yasal düzenlemede getirilen şartları taşımadığı gerekçesiyle adli yardım isteminin reddine karar vermiştir. İDDK 18/9/2017 tarihli yazıyla gerekli harç ve posta ücretini bu yazının tebliğinden itibaren on beş gün içinde tamamlamasını başvurucudan istemiş, belirtilen süre içinde yatırmaması hâlinde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceğini bildirmiştir. İDDK 21/11/2018 tarihli kararla başvurucunun temyiz istemi hakkında kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar vermiş, idarenin temyiz istemi hakkında ise onama kararı vermiştir. Başvurucu söz konusu karara karşı karar düzeltme yoluna müracaat etmemiştir. Adli yardım talebinin reddine ilişkin karar 27/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36966 | Başvuru, temyiz aşamasında adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mahkûmiyet kararının deşifre olan gizli tanık beyanına dayandırılması, mahkeme heyetini oluşturan hâkimlerin reddi talebinin reddedilmesi ve yersiz delillere rağmen mâhkumiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Hopa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, bu örgütün faaliyeti kapsamında kasten adam öldürme, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve 6136 sayılı yasaya muhalefet suçlarından çıkarılan yakalama emri üzerine yakalanan başvurucu 8/6/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Hopa Sulh Ceza Mahkemesi 9/6/2011 tarihinde başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve bu örgütün faliyeti kapsamında kasten adam öldürme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Savcılık 14/9/2012 tarihinde başvurucu hakkında kasten öldürme, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, tasarlayarak öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme ve resmi belgede sahtecilik suçlarından kamu davası açılması için Artvin Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Artvin Cumhuriyet Başsavcılığı 28/9/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun tasarlayarak öldürme, kasten öldürme, cebir tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, resmi belgede sahtecilik ve ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 7/6/2013 tarihinde başvurucunun tasarlayarak öldürme suçundan müebbet hapis, bir suçu gizlemek amacıyla öldürme suçundan müebbet hapis, nitelikli hürriyetinden yoksun kılma suçundan iki kez 5 yıl hapis, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçundan 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezasıyla ve resmî belgede sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 18/11/2014 tarihli ilamıyla hükmü bozmuştur. Bozma ilamı üzerine yargılamaya Artvin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/125 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuş; Mahkeme 22/1/2015 tarihinde, başvurucu hakkında verdiği ilk kararın hukuka uygun olduğunu belirterek direnme karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu 6/10/2015 tarihli kararı ile direnme kararını bozmuştur. Anılan karar üzerine yargılamaya Artvin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/2 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Artvin Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu ve müdafiinin hazır bulundukları 7/3/2016 tarihli hüküm celsesinde başvurucunun tasarlayarak öldürme suçundan müebbet hapis, bir suçu gizlemek amacıyla öldürme suçundan müebbet hapis, nitelikli hürriyetinden yoksun kılma suçundan iki kez 5 yıl hapis, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçundan 10 ay hapis ve 500 TL adli para cezasıyla ve resmi belgede sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun anılan tutukluluğun devamına ilişkin karara yönelik bir itirazının olduğu saptanmamıştır.Başvurucu 20/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/5/2017 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7732 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mahkûmiyet kararının deşifre olan gizli tanık beyanına dayandırılması, mahkeme heyetini oluşturan hâkimlerin reddi talebinin reddedilmesi ve yersiz delillere rağmen mâhkumiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 6/6/2022 tarihinde öğrendikten sonra 22/6/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 13/3/2024 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini açıkça bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/64117 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsili imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aile bireyleri tarafından kasten yaralanma neticesinde gebeliğin sona ermesine rağmen sorumlular hakkında yapılan şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmayarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 1995 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde yaklaşık 3 aylık evli ve 7 haftalık hamile olup eşinin ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Eşinin evde olmadığı 1/3/2017 tarihinde, başvurucunun telefonla uzun görüşmesi nedeniyle başvurucu ile başvurucunun eşinin dedesi (1938 doğumlu) arasında tartışma yaşanmıştır. Başvurucunun anlatımına göre tartışma esnasında başvurucuya sinkaflı küfür etmiş, bunun üzerine başvurucu evde bulunan ziynet eşyalarını alarak annesiyle birlikte kendi ailesinin evine gitmek istediği için başvurucuya yumruk atmış, yumruğun etkisiyle başvurucu merdivenlerden yuvarlanarak düşmüştür. Başvurucu ayrıca kayınvalidesi A. tarafından iteklenmiştir. Yaşanan bu olaydan bir gün sonra rahatsızlanarak hastaneye giden başvurucu düşük yaparak bebeğini kaybetmiştir. Beyhekim Devlet Hastanesinde (Hastane) doktor G.G. tarafından düzenlenen 2/3/2017 tarihli -saat 50- epikriz raporunda, başvurucunun "gebelik durumu, bir başka şahıs tarafından darp, vurulma, tepilme, bükülme, ısırılma veya tırmalanma, düşük tehdidi"tanı kodlarıyla tedavisinin yapılmış olduğu belirtilmiştir. Soruşturma dosyasında bulunan, aynı doktor tarafından düzenlenmiş 2/3/2017 tarihli genel adli muayene raporunda; başvurucunun eşinin babaannesi ve dedesi tarafından darbedildiği şikâyetiyle hastaneye başvurduğu belirtilmiş, düşük yaptığı, vücudunda darp ve cebir izi olmadığı gözlemine yer verilmiştir. Başvurucunun şikâyeti üzerine Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış, başvurucunun eşi , kayınvalidesi A. ve eşinin dedesi şüpheli olarak tespit edilerek bu kişilerin savunmaları alınmıştır. Şüpheliler, üzerilerine atılı suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun annesi P.B. olaya tanık olmuştur. P.B. damadının ailesinin kızıyla tartıştığını, kızının kendisiyle gelmek istemesi üzerine eşinin dedesi nin "Altınları vermem." diyerek kızına saldırdığını ve sinkaflı küfür ettiğini, kızının yere düştüğünü, A.nin de kızını silkeleyip ona bağırdığını belirtmiş; olay sonrasında kendi evlerine geldiklerini, ertesi gün kızının rahatsızlanması üzerine Hastaneye gittiklerinde kızının düşük tehlikesi olduğunun söylendiğini ifade etmiştir. Savcılık tarafından başvurucu hakkında alınan sağlık raporları doğrultusunda bilirkişi görüşü talep edilmiş, Adli Tıp Kurumu Konya Adli Tıp Şube Müdürlüğünce (ATK) hazırlanan 17/4/2017 tarihli raporda "tariflenen gebelik kaybının 01/03/2017 tarihli künt travmatik eylemle somut illiyet bağı bulunup bulunmadığı, herhangi bir travmatik eylem olmaksızın spontan abortusların mümkün olup olmadığı" hususlarında düzenlenecek olan ayrıntılı tıbbi raporun temini hâlinde görüş verilebileceği bildirilmiştir. ATK raporu doğrultusunda doktor G.G. tarafından yeniden ayrıntılı rapor hazırlanmış, genel adli muayene raporundaki gözlemler tekrar edilerek başvurucunun yaptığı düşüğün travma veya başka bir nedene bağlı olup olmayacağının tıbben tespit edilemeyeceği bildirilmiştir. Kolluk tarafından yapılan araştırma sonucunda düzenlenen 7/3/2017 tarihli Görgü ve Tespit Tutanağı'nda olay yerinin iki katlı müstakil ev olduğu, birinci kat ile ikinci kat arasında üzerine halı serili merdiven bulunduğu, iddia edilen olaya ilişkin delil veya olay yerini gösteren kamera bulunmadığı belirtilmiştir. 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca başvurucunun otuz gün süreyle önlem amaçlı korunmasına karar verilmiştir. Yapılan soruşturma sonunda Savcılıkça 31/5/2017 tarihinde şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...müştekinin aldırılan doktor raporunda vücudunda herhangi bir darp cebir izine rastlanılmadığının belirtildiği; çocuk düşürme olayı ile ilgili olarak Konya Beyhekim Devlet Hastanesince düzenlenen raporda müştekinin düşük yaptığının tespit edilmiş olup bunun travma ya da başka bir nedene bağlı olup olmadığının tıbben söylenemeyeceğinin belirtildiği, müştekinin vücudunda darp cebir izi olmadığı ve rapor da dikkate alındığında şüphelilerin atılı suçları işlediklerine dair ve dava açmayı gerektirir yeterli delil elde edilemediği..." Savcılık kararına karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, Konya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiş; anılan karar başvurucuya 21/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35569 | Başvuru, aile bireyleri tarafından kasten yaralanma neticesinde gebeliğin sona ermesine rağmen sorumlular hakkında yapılan şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmayarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, posta yoluyla gönderilmiş olan derginin ceza infaz kurumu tarafından, tutuklu olan başvurucuya teslim edilmeyerek haber ve fikirlere erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/7/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasınakarar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/12/201 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 23/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla Kocaeli No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Posta yoluyla gönderilmiş olan Heviya Jine adlı derginin (Dergi) 2013 yılı sayısı, Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulunun (Eğitim Kurulu) 4/2/2013 tarihli ve K.2013/7/7 sayılı kararı gereğince başvurucuya teslim edilmemiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"İlgili dergide yasa dışı terör örgütünün sözde lideri ÖCALAN'ı ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı (Örnk.S.1-4-8-20-22-27-41-47-54-61) ifade, yorum ve resimler vardır.Yukarıda belirtilen nedenlerden: Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un Maddesinin bendinde geçen 'Kuruma gelen her türlü yayının, kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek.' ve ayrıca, Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi'nin maddesinin (a) bendinde geçen 'Mahkemece yasaklanmış hiçbir yayın kuruma kabul edilemez' yine maddesinin (b) bendinde geçen 'Mahkemece yasaklanmamış olsa bile, Kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.' hükmüne binaen ilgili yayınların arşive kaldırılmasına, adı geçen hükümlü ve tutuklulara verilmemesine (karar verilmiştir.)" Başvurucu bu karara karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itirazda bulunmuştur. Başvurucunun itirazını inceleyen İnfaz Hâkimliği, 28/3/2013 tarihli ve E.2013/1188, K.2013/1514 sayılı kararıyla itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:" ... Taleple ilgili olarak Savcısından yazılı görüş istenilmiş Savcısıyasal olmayanitirazınreddinekarar verilmesimütalaasında bulunmuştur.İtiraz edenin dilekçesi, Eğitim Kurulu kararına yönelik karar ve ekleri bir bütün halinde inceleyip değerlendirildiğinde; kitabın içindeki resimlerde ellerinde silahlar olduğu PKK 'ya yönelik övücü yazılar olduğu anlaşıldığından itirazının reddine karar verilmesi gerekmiştir." Başvurucunun anılan ret kararına karşı yaptığı itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 26/4/2013 tarihli ve 2013/467 Değişik İş sayılı kararında Eğitim Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiş; anılan karar başvurucuya 9/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, 6/1/2014 tarihli dilekçesi ile bulunduğu ceza infaz kurumundan 24/12/2013 tarihinde tahliye edildiğini belirterek adres bildiriminde bulunmuştur.B. Başvuruya Konu Dergi Heviya Jine adlı Dergi merkezi Diyarbakır’da bulunan, yerel ve süreli, kısmen Türkçe kısmen de Kürtçe yayımlanan siyasi bir dergidir. Derginin başvuruya konu Ocak-Şubat 2013/1 numaralı sayısının ilgili kısımları incelenmiştir. Derginin “Merhaba yoldaşlar” başlığı ile başlayan ve editör tarafından kaleme alınan giriş yazısında, 1999 yılında yakalanan ve yargılama sonrasında mahkum olup İmralı Cezaevinde bulunan Abdullah Öcalan’ın bir komplo sonucunda on dört yıldır esaret ve tecrit altında bulunduğu ve ölümü göze alarak birleşmiş olan milyonlarca kişinin iradesi olduğu, bu komplonun kadın mücadelesinin ve özgürlük tutkusunun yükseltilmesiyle boşa çıkacağı, anılan kişiye uygulanan tecrit, Kürt halkına dayatılan kimliksizlik, dilsizlik ve teslimiyeti aşmak için hapishanelerde on binlerce kişinin açlık grevine başladığı, altmış sekiz gün süren açlık grevinin “Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırıldığı” böylece açlık grevlerinin bütün dünya kamuoyunda “bir kez daha Abdullah Öcalan’ın misyonunu” ortaya çıkardığı, cezaevlerinde bu eylemlere katılan “yoldaşlara” selam ve sevgilerin gönderildiğine dair haber vegörüşlereyer verilmiştir. Yazıda, Kürt halkına dayatılan asimilasyon ve soykırım politikalarını boşa çıkaracak iradenin kadınlarda olduğu belirtilerek kadınlardan, yaşamlarının 24 saatini mücadeleye ayırmaları ve ibadet edercesine mücadeleyi yükseltmeleri gerektiği, yükseltilmesi istenensöz konusu mücadelenin ise Kürt halkının (A.Ö.nün) daracık bir odadan çıkartılıp özüne kavuşturulması olduğu ifade edilen yazı “Öcalan’a özgürlük soykırıma son, direnişe devam diyerek sesimizi yükseltelim” sloganı ile sonlandırılmıştır. A.Ö. tarafından kaleme alındığı değerlendirilen Dergi'nin 3 ilâ sayfalarında “Hakikat Avcısı” başlığı altında kendi resmi de verilmiştir. Yazıda, kendini Kürtlere ilişkin birçok ilke çıkış yaptıran kişi konumunda gören yazar, yarım kalan bu çıkışların hepsinin özgür yaşamın olmazsa olmazları olduğunu, cezaevindeki yaşamı ile Kürtlerin yaşamı arasında bir bağ kurarak kendinin özgür olabilmesi için Kürtlerin yaşamının da özgür olması gerektiğini ancak “Kürtlerin yaşamı, etrafında duvar örülmemiş zifiri karanlık bir zindandan farksız" olduğunu ifade ederek bunun bir hakikat olduğunu iddia etmiştir. Yazıda, “Bir kürt bireyinin kendini dışarıda özgür sanarak yaşaması büyük bir yanılgı” denilerek “Ahlaklı ve onurlu bir kürt için yaşamın, kesinlikle yirmi dört saatinde varlık ve özgürlük savaşçısı olmakla mümkün olduğu” ileri sürülmüştür. Yazı, cezaevlerinin ıslah evleri olmayıp topluma karşı ahlaki ve iradi görevlerin yetkince yerine getirilmesinin de öğrenildiği yerler olduğu, aynı hususların “dağlara çıkmış özgürlük savaşçıları” için de geçerli olduğu; “özgürlük gerillası” olmanın, topluma ilişkin ahlaki ve politik görevlerin en üst düzeyde yerine getirildiği, bu bilinç ve ahlaki görev içinde olarak özgürleşmenin öz savunmaya ilişkin gerekleri yerine getirmek anlamına geldiği belirtilmiştir. Derginin sayfasında B.A. tarafından kaleme alınan “Öcalan’a Özgürlük Soykırıma Son”başlıklı yazı “Gelinen aşamada büyük direnişler ve kahramanlıklarla dolu otuz yıllık özgürlük mücadelemizin devrim sürecini yaşadığına, büyük bedel ve acılarla yüklü bir halkın, tarihini, yiğit evlatlarının kanlarıyla yeniden ve özgürce yazdığına ve inşa ettiğine tanıklık etmektedir. Halkımız, demokratik, özgür sistem inşasını devrimci halk savaşı çizgisinde başarıyla tamamlamaya doğru götürmektedir.” cümlesiyle başlamaktadır. Bu devrim sürecinde “kahramanca şahadete ulaşan Rojin Gewda, Rvan Jin ve Mehmet Goyi” gibi kişilerin şahsında 2012 yılının bütün “şehitleri” saygıyla anılmış; bunlara layık olmaya çalışılacağı ifade edilmiştir. Derginin sayfasında E.R. tarafından kaleme alınan “Demokratik Özerklikte Öz Savunma Boyutu”başlıklı yazıda Kürt özgürlük hareketinin “öz savunma boyutu” ele alınmış ve bunun ilkelerine yer verilmiştir. Yazıda savunma ve öz savunma kavramları tanımlanarak Kürdistan tarihi açısından bunun en örgütlü, en görkemli ve en kutsal savunmasının “Türk devletinin yürüttüğü tüm zamanların en acımasız, inkâr ve imha saldırısına karşı 15 Ağustos 1984’te başlayan öz savunma”olduğu, o günden bugüne yürütülen tüm inkâr- imha ve soykırım hareketlerinin halkın soylu direnişi ve kahraman kadın ve erkek evlatları olan “gerillaların meşru savunmasıyla” püskürtüldüğü ve bunların sonuçsuz bırakıldığı ifade edilmiştir. Yazının devamında öz savunma ile Demokratik Özerk Kürdistan’ın çıkarlarının en üst düzeyde korunacağı, bunun tarihten gelen bir hak olduğu ve uluslararası sözleşmeler ile BM tarafından da kabul edilen bir hak olduğu, ilan edilen Demokratik Özerk Kürdistan’ın Türk devleti tarafından tanınana kadar “öz savunmanın en başta da gerillanın” rolünü etkin bir şekilde sürdüreceği belirtilmiştir. Yazıda “Demokratik Özerk Kürdistan’ın Öz savunma esaslarına” göre kurulacağı, “Sömürgeci işgalin sürdüğü ve demokratik özerklik statüsünün kabul edilmediği koşullarda” öz savunmanın koşulları on beş madde hâlinde sayılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir: “HPG, Kürdistan halkının bugünkü öz savunmasının en temel örgütlü gücüdür. Gerilla güçleri Demokratik Özerk Kürdistan çıkarlarına yönelik dıştan ve içten gelecek her türlü saldırılara karşı Kürdistan fedai savunma gücü olarak sorumluluklarını yerine getirir. (…) HPG, Demokratik Özerk Kürdistan’ın öz savunmasını özellikle şehir, kasaba ve köyler başta olmak üzere her yerleşim yerinde kendisine bağlı yerel birlikleri örgütleyerek yapar. (…) Demokratik Özerk Kürdistan statüsü kabul edilmeyip Türk devleti ile savaş içerisinde olduğumuz sürece, hiçbir Kürdistanlı genç sömürgeci Türk ordusuna askerlik yapamaz. Her Kürdistanlı genç Demokratik Özerk Kürdistan’ı savunmak, üzerindeki tehdit ve saldırıları bertaraf etmek için meşru savunma güçleri içinde yer almayı bir yurtseverlik, ahlaki sorumluluk ve ulusal görev olarak kabul eder. (…) Demokratik Özerk Kürdistan statüsü, Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınıncaya kadar Kürdistan’da bulunan sömürgeci Türk ordusu, polis ve emniyet güçleri, gayri meşru güçleri olarak görülür.(…)" Demokratik Özerk Kürdistan statüsünün kabul edildiği durumda ise öz savunma ilkeleri altı madde hâlinde belirtilmiştir. Derginin sayfasında Heja Zerya tarafından kaleme alınan “Hücre Hücre Özgürlük”başlıklı yazıda “Önderliğe uygulanan tecrit, Kürt halkına dayatılan kimliksizlik, dilsizlik ve teslimiyeti aşmak için” cezaevlerinde yapılan açlık grevleri anlatılmakta, açlık grevlerinin “zindan direniş tarihi” açısından yeni bir sayfa açtığı,“on binlerce arkadaş”ın bedenleri üzerinde hücre hücre yükseldiği ve bunun bir yaşam biçimi hâline geldiği belirtilmiştir.Yazıda, direniş geleneğinin 1980’li yıllarda başladığı, bu direniş geleneğinin “dağda, zindanda, köyde, sokakta binlerce şehit ve gazisiyle özgürlük tarihi yazılmaya” devam ettiği ifade edilmiştir. Yazının devamında, direnişin her aşamasında olduğu gibi zindan direnişçiliğinde de tarih yazan A.Ö.nün; bütün kazanımların temelini, kadında kazanım olarak gördüğü ve mücadelenin her aşamasında kadına değer verdiği, bu değerin bir ifadesi olarak Kürt kadınının özgürlük mücadelesine başladığı ve bu mücadelenin dağda, kırda, şehirde ve zindanda da devam ettiği, 1990 yılından itibaren zindanların kadın için de bir direniş alanına dönüştüğü belirtilerek bu direnişe örnek olarak “Sema Yüce” (Çanakkale Cezaevinde iken 21/3/1998 tarihinde bedenini ateşe veren ve 17/6/1998 tarihinde hayatını kaybeden) gösterilmiştir. Derginin sayfasında “Şehitlerle Diyalog” başlıklı yazıda A.Ö.ile bir kadın arasında yapılmış bir konuşmaya yer verilmiştir. Yazıda, bir kadın militanın nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Varını yoğunu kül edecek kadar cesaretli “Zilanlar” olduğu hâlde erkeklerin düşmanla burun buruna geldiğinde bile en ufak bir plan yapamadığı, bu yüzden onlarca gerillanın harcandığı oysa “on tane fedaiyi göze alıp, bir şehrin içine girilse binlerce düşmanın kesin olarak yerle bir edileceği” belirtilerek nasıl bir militan olunacağının işaretleri verilmiştir. Anılan Dergi'de Kürtçe olarak kaleme alınmış olan bir yazının bulunduğu sayfasında, A.Ö.nün de içinde yer aldığı bir toplantı resmi sunulmuştur. Dergi'nin Kürtçe olarak kaleme alınmış bir diğer yazının bulunduğu sayfasında, sıra hâlinde patika yolda ellerinde silahlı vaziyette yürüyen çok sayıda terör örgütü mensubu kadının resmi yer almıştır. Dergi'nin sayfasında ise yine yüzleri maskeli kişilerin silahlı eğitimini konu alan bir resim bulunmaktadır. Derginin 60 ilâ sayfalarında Rojda Fırat tarafından kaleme alınan “Dağlarda bir aşiret kızı!” başlıklı makalede on yedi yıldır “Kürdistan dağlarında gerillacılık” yapan “Rojin arkadaş”ın resmi de verilerek gerillaya katılımı, aldığı eğitim, yaşam şekli ve katıldığı eylem anlatılmıştır. Yazıda, Rojin’in dağa ve doğaya olan sevgisinin onu gerilla olmayasevk ettiği, “Kürt Özgürlük Mücadelesinde” katılımı ile hareketin en önde üyelerinden biri konumuna geldiği, Kürdistan dağlarında on yedi yıldır gerilla olduğu, hâlâ o dağlardan kopamadığı, çocukken evinden dışarıya adımını atamayan bir Kürt kadınının bugün düşmanına karşı elinde silah, dağ dağ dolaşıp mevziden mevziye koştuğu ve bunun büyük bir devrim olduğu, kadınları bu dağlara getiren ve onu PKK’ya aşık eden kişinin “Önder APO” olduğu ifade edilmiştir. Yazının devamında Rojin’in “bir kez daha dünyaya gelse yine de PKK’da bir kadın gerilla olarak gerillacılık yapacağı”nı belirttiği, tek hayalinin ise “Önderlikle Amed Surlarında halkı karşılamak ve Cudi Dağı’nda Nuh gemisine gitmek” olduğu ifade edilerek yazı sonlandırılmıştır. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliklerinin görevleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tabi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikayet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikayet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” 6/4/2006 tarih ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Eğitim kurulunun görev ve yetkileri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fırkasının (ı) bendi şöyledir:“(1) Eğitim Kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir;…ı) Kuruma gelen her türlü yayının, kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan nitelikte olup olmadığına karar vermek,…” 12/7/2005 tarihli Adalet Bakanı oluru ile yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“a) Mahkemelerce yasaklanmış olan, b) Mahkemelerce yasaklanmamış olsa bile, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı eğitim kurulu kararıyla tespit edilen, hiçbir yayın kuruma kabul edilmez.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4535 | Başvuru, posta yoluyla gönderilmiş olan derginin ceza infaz kurumu tarafından, tutuklu olan başvurucuya teslim edilmeyerek haber ve fikirlere erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında yeşil alan statüsünde kalan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2017 tarihinde yapılmışlardır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Arnavutköy Mahallesi 1293 ada 45 parsel sayılı taşınmaz 22/7/1983 tasdik tarihli ve 1/000 ölçekli Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında konut alanı olarak ayrılmıştır. Bu taşınmaz üzerinde herhangi bir yapı bulunmamaktadır. Başvurucu 23/5/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde, bu taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı iddiasıyla tazminat davası açmıştır. Mahkeme 5/11/2015 tarihinde, söz konusu taşınmaza yönelik fiilî bir el atmanın söz konusu olmadığı, hukuki el atma iddiasıyla açılan davalarda da idari yargı yolunun görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin yargı yolu sebebiyle reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kez 3/2/2016 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) aynı gerekçelerle tam yargı davası açmış ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu bu davada taşınmazın anılan imar planında konut alanına ayrılmasına rağmen 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca hukuken yeşil alan statüsünde sayıldığını, bu nedenle taşınmazın uzunca bir süredir kamulaştırılmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğinden yakınmıştır. Mahkeme 22/11/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 2960 sayılı Kanun ile Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi'nde bulunan taşınmazlara getirilen sınırlamaların İstanbul Boğaziçi alanının kültürel ve tarihî değerlerini, doğal güzelliklerini korumak ve geliştirmek amacıyla yapıldığı vurgulanmıştır. Bu taşınmazın söz konusu imar planının 13/6/2011 onanlı sayısallaştırılmış ve güncelleştirilmiş paftalarında koruya katılacak alanda kaldığı, yeşil alanda kalan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı yapılamayacağı ifade edilmiştir. Ancak taşınmazın imar planlarında umumi hizmetlere ayrılmak suretiyle tasarrufunun kısıtlandığından bahsedilemeyeceği, mülkiyet hakkının kısıtlanmasının taşınmazın Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi'nde kalmasından kaynaklandığı belirtilmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi (Daire) 21/4/2017 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 27/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/5/2017 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur. Başvurucu bireysel başvuruda bulunduktan sonra 22/5/2017 tarihinde Daire kararının bozulması istemiyle temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Altıncı Dairesi 30/10/2017 tarihinde temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanmasına kesin olarak karar vermiştir. A. Mevzuat Hükümleri 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." 2960 sayılı Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı; İstanbul Boğaziçi Alanının kültürel ve tarihi değerlerini ve doğa güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir. ” 2960 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “a) Boğaziçi Alanı; Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden, öngörünüm bölgesinden, geri görünüm bölgesinden ve etkilenme bölgelerinden oluşan ve sınırları ve koordinatları bu Kanuna ekli krokide işaretli ve 22/7/1983 onay tarihli nazım planda gösterilen alandır.b) Boğaziçi sahil şeridi; Boğaziçi kıyı kenar çizgisi ile 22/7/1983 tarihli 1/5000 ölçekli nazım planında gösterilen hat arasında kalan bölgedir.c) Öngörünüm bölgesi; Boğaziçi sahil şeridine bitişik olan ve 22/7/1983 tarihli 1/1000 ölçekli imar uygulama planında gösterilen bölgedir.” 2960 sayılı Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Boğaziçi Alanında orman sayılmayan kamu kurum ve kuruluşlarına veya özel mülkiyete ait koru, koruya katılacak alan, çayır, mesire yeri, bostan ve benzeri alanlar yeşil alan sayılır ve bitki varlıkları geliştirilerek muhafaza edilir....Yeşil alan sayılan yerlerde mahalli mahsullerin yetiştirilmesine devam edilir” 2960 sayılı Kanunu’nun geçici maddesi şöyledir: “Boğaziçi kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde 22/7/1983 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli imar uygulama planları ile konut kullanımına ayrılmış, ancak yapı yapılmamış olan yerlerde yeşil alan statüsü uygulanır.” 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi şöyledir:“Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.”B. Danıştay İçtihadı Danıştay Altıncı Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/4323, K.2017/8356 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Öncelikle, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile bunların korunma alanları, sit alanlarından farklılık arz etmektedir. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı örnekleri 2863 sayılı Kanun'un ilgili maddesinde ayrı ayrı sayılarak (örneğin, kaya mezarlıkları, höyükler, tümülüsler) somutlaştırılmış, ancak sit alanları koruma statü ve dereceleri farklılık arz etmekle birlikte hazırlanacak bilimsel raporlar doğrultusunda tarihi, kültürel veya tabiat güzelliklerinin alanın bütünselliğiyle beraber koruma altına alındığı alanı ifade etmektedir. Bu ayrımın bir sonucu olarak gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları için Kanun'un maddesinin a fıkrasında taşınmazların program dahilinde kamulaştırılması esası getirilmiş, ancak sit alanında bulunan ve gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan taşınmazlar için kamulaştırma esası benimsenmemiş, bunun yerine aynı maddenin (f) bendinde takas imkanı getirilmiştir....Dosyanın incelenmesinden, davacıların anılan taşınmazı 1962 tarihinde edindikleri, söz konusu taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı olarak ilan edildiği, ve aynı Kurulun 1983 tarihli, 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000ölçekliimarplanlarına göre Boğaziçi Sahil Şeridive Öngörünüm Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da bulunduğu bu alanda; korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde yapı yapılamayacağı kuralı olduğu, dava konusu taşınmaz üzerinde ekonomik değer taşıyan hiçbir yapı olmadığı ve davacılar tarafından bahçe olarak kullanıldığı, taşınmazın1983 onanlı 1/1000 ölçekli Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planında, "konut alanı" kullanımında kaldığı, ancak taşınmaza Boğaziçi Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca yeşil alan statüsü uygulandığı, bu kullanımlara ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı yapılamayacağı anlaşılmaktatır. Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın baştanberi Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen2863sayılı Kanunun ilgili şartları sağlanarak "takas" talebinde bulunulabilecek olup bu talebin de somut olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.Bu durumda, idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır..." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25596 | Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında yeşil alan statüsünde kalan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın muvazaa konusundaki Yargıtay daireleri arasındaki görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/1/2004 tarihinden itibaren Sağlık Bakanlığına (İdare) bağlı Zonguldak Devlet Hastanesinde alt işverence yapılan hizmet akdine dayalı bir şekilde tıbbi sekreter olarak çalışmaktadır. Başvurucu, İdare ile alt işverenler arasında yapılan sözleşmenin muvazaalı olduğunu, kendisinin işe alımının İdare tarafından yapıldığını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla İdare aleyhine dava açmıştır. Zonguldak İş Mahkemesi (Mahkeme) 4/1/2017 tarihli kararla davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararda İdare ile alt işverenler arasında kurulan alt işverenlik ilişkilerinin muvazaa kriterlerini taşıdığı belirtilmiştir. Mahkeme hizmet alım sözleşmesi ile takip edilen amacın işçi temini olduğunu bu sebeple alt işverenliğe konu hizmet sözleşmesinin muvazaalı olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. Muvazaa nedeniyle de başvurucunun başlangıçtan itibaren İdarenin işçisi olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu değerlendirme sonucunda başvurucunun Kanun ile tanınan ilave tediye alacağından yararlanma hakkı bulunduğu sonucuna varmıştır. İdare, kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 30/3/2017 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. Anılan kararda başvurucunun yerine getirdiği tıbbi sekreterlik görevinin yardımcı iş niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Yardımcı işin bölünerek alt işveren firmaya verilmesinde kanuni bir engel bulunmadığı ifade edilerek İdare ile alt işveren arasında yapılan sözleşmenin muvazaalı olmadığı sonucuna varılmıştır. Alt işverenin de 6772 sayılı Kanun kapsamında olmaması nedeniyle başvurucunun tediye alacağı hakkı bulunmadığı değerlendirilmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak 13/7/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi aynı Dairenin 18/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 2/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 6772 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküller, 3460 ve 3659 sayılı kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesi şu şekildedir:"Birinci maddede sözü geçen işçilerden maden işletmelerinin munhasıran yeraltı işlerinde çalışanlarına bu işlerde çalıştıkları müddetle mütenasip olarak her yıl için ayrıca birer aylık istihkakları tutarında bir ilave tediye daha yapılır.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere Cumhurbaşkanı karariyle aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Bu kanun neşri tarihinden itibaren mer'idir.'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/6/2020 tarihli ve E.2017/15570, K.2020/447 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacı işçinin zaman zaman hasta taşıması, oksijen tüplerinin taşınması, tıbbi atıkların temizliği gibi işlerde çalıştırıldığı tanıklar tarafından açıklanmış ise de yapılan bu işleri arızi olarak yaptığı anlaşılmakla sözü edilen soyut anlatımlar karşısında davacının tamamen alt işverene verilen işlerin kapsamı dışında çalıştırıldığı ispatlanamadığından asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğundan söz edilemez. Böyle olunca ilave tediye ücretinin reddine karar verilmesi ve tazminata esas ücrette ilave tediye ücreti dikkate alınmaksızın hesaplama yapılarak emekli olmak suretiyle ayrılan davacı işçinin kıdem tazminatına hak kazandığının kabulü ile istekle ilgili hüküm kurulması gerekir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2019 tarihli ve E.2017/12251, K.2019/18361 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:''İşin sevk ve idaresinin asıl işveren olan davalı bakanlık tarafından yapıldığı, işin yapımındaki tüm araç gereç ve malzemenin asıl işverene ait olduğu, çalışma plan, süre ve koşullarının, fazla mesailerin ve izinlerin asıl işveren olan bakanlıkça belirlendiği, alt işveren değiştiği anda asıl işverene ait işyerinde çalışanların aynı şart ve koşullarda çalışmaya devam ettiği, hizmeti satın alınan alt işveren firmaların kendileri açısından işyeri oluşturabilecek ayrı bir iş organizasyonunun bulunmadığı, işe alım ve çıkarımlarda asıl işverenin söz sahibi olduğu, alt işveren ve asıl işveren işçilerinin birlikte çalıştıkları, yapılan işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı olduğu anlaşılmıştır. Bu husus davalı tanık beyanları ile dahi desteklenmiştir.Bu itibarla: Taşeron firmaların sözleşmeye konu işi gerçekleştirmekten ziyade, işçi temini şeklinde bir mahiyete büründüğü, bu durumun 4857 sayılı Yasa'nın ve maddeleri ile yönetmeliğe uygun olmadığı, gerçek işverenin davalı Sağlık Bakanlığı olduğu, işçilerin taşeron firmalar değişmesine rağmen aynı konumda, sürekli ve kesintisiz olarak çalışmaya devam ettikleri, emir ve talimatları da davalı işyeri, kurum, amir ve yetkililerinden alarak görevlerini ifa ettikleri, gerektiğinde başka görevde istihdam edilmelerinin, hizmet alım sözleşmelerinin sadece şekil şartlarını tamamlamaya matuf olduğu anlaşıldığından, somut olayda da; davacının gerçek işvereni davalı T. Sağlık Bakanlığıdır ve davacı ilave tediyeye hak kazanacaktır.İlave tediye alacağının; kapsamı, yararlanacaklar, yararlanma şartları, miktarı ve ödeme zamanı 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkındaki Kanun ile düzenlenmiştir. Kanunun l'inci maddesinde, Devlet ve ona bağlı kurumların hangileri olduğu, ayrıca yararlanacak kişiler açıkça belirtilmiştir. Buna göre: A.) İşveren kapsamı yönünden Devlete ve ona bağlı olmak üzere; ) Genel, katma ve özel bütçeli daireler, ) Sermayesi değişen kurumlar, ) Sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlar ve bunlara bağlı kuruluşlar, ) Belediyeler ve belediyelere bağlı kuruluşlar, ) 3460 ve 3659 sayılı Kanun kapsamına giren, sermayesinin tamamı Devlete ait olan veya bu sermaye ile kurulan iktisadi Devlet Kuruluşları olarak belirlenmiş olup, sonuç itibari ile kapsam bakımından yasanın, Devlet tarafından yasa ve yasanın verdiği yetki ile idari işlemle kurulan ve kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlanan kamu tüzel kişilikleri ve bunlara bağlı kuruluşlarda iş sözleşmesi ile çalışanlara uygulanacağından, davacının ilave tediye alacağının kabulü gerekirken, yazılı gerekçeyle reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/9/2018 tarihli ve E.2018/6848, K.2018/16298 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlave tediye alacaklarının kapsamı, yararlanacaklar, yararlanma şartları, miktarı ve ödeme zamanı 6772 sayılı Devlet ve ona bağlı müesseselerde çalışan işçilere ilave tediye yapılması hakkındaki kanun ile düzenlenmiştir. Kanun'un maddesinde, Devlet ve ona bağlı kurumların hangileri olduğu, ayrıca yararlanacak kişiler açıkça belirtilmiştir.Somut uyuşmazlıkta; dosyadaki bilgi ve belgeler ile aynı işyerinde çalışan davacının eşinin benzer nitelikteki dosyası ve tanık anlatımları birlikte dikkate alındığında, davacının davalı bakanlığa bağlı Muradiye Devlet Hastanesinde temizlik görevlisi olarak işe alınmasına karşın hizmet alım sözleşmesine konu temizlik işi dışında fiilen hasta bakıcı olarak çalıştırıldığı ve fizik tedavi bölümünde fizik tedavi ile ilgili uygulamalara katılarak hemşirelerin yaptığı işlerin davacıya yaptırıldığı, yani davacının ağırlıklı olarak hastanenin asıl işlerinde çalıştırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı işçi açısından alt işverenlik sözleşmelerinin muvazaalı bir ilişkiye dayandığı ve başlangıçtan itibaren T. Sağlık Bakanlığı işçisi olarak çalıştığı anlaşılan davacının ilave tediye alacağından yararlanacağı ortadadır. Davacının ilave tediye alacağı talebinin kabulü yerine yanılgılı değerlendirme ile talebin reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/3/2018 tarihli ve E.2017/6464, K.2018/5867 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece, hastane kayıtları ve alt işverenlerle yapılan sözleşmeler üzerinde inceleme yapılarak davacının bu sözleşmeler çerçevesinde çalıştırılıp çalıştırılmadığı, sözleşmede belirtilen işlerin haricinde iş yapıp yapmadığı, gerekirse keşif incelemesi yapılarak araştırılmadan, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde davalılar arasındaki asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı dosyaya özgü şekilde tartışılıp gerekçelendirilmeden, kendi içinde çelişkili gerekçe ile davacının ilave tediye alacağının hüküm altına alınması, T. Anayasa' sının 138, maddeleri ile HMK. nun maddesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli ve E.2017/14348, K.2018/19830 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacı işçi, davalı ile dava dışı yüklenici firmalar arasında imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin temizlik hizmetine ilişkin olduğunu; ancak, işçilerin yaptıkları işlerin temizlik işi olmadığını, davacının yardımcı personel/destek personeli olarak çalıştığını, bahsi geçen hizmet alım sözleşmelerinin muvazaalı olduğunu ileri sürmüş; iddiasını ispatlamak üzere tanık deliline dayanmıştır. Mahkemece; davacı tanıkları dinlenip bilirkişi raporu alınarak davalı yanca sunulan hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde değerlendirme yapılmış ve davalı ile yüklenici firmalar arasında 2011-2014 döneminde imzalanan hizmet alım sözleşmelerinin muvazaalı olduğu ve davacının davalı üniversite işçisi sayılması gerektiğine karar verilerek, dava konusu alacaklar hüküm altına alınmıştır. Ancak, mahkemece dinlenen davacı tanıklarından K.'nin davalıya karşı açtığı benzer mahiyette dava dosyasının bulunması nedeniyle davalı işveren ile husumetli olduğu ve çıkacak karardan kendisinin de menfaat sağlayacak durumda olduğu görülmektedir. Şu halde bu tanığın beyanına itibar edilemeyecektir. Davacı ile birlikte çalıştığını ifade eden diğer davacı tanığı ise, davacı ile birlikte fiilen yaptıkları işten bahsetmemiş, muvazaa iddiasına ilişkin olarak sadece emir ve talimatları hastane başhemşiresi ve yanı sıra şirket yetkililerinden aldıklarını beyan etmiştir. Davalıya ait hastanede ihbar olunan şirketin üstlendiği iş kapsamında çalışan davacıya işin yürütümü ile ilgili gün içinde davalı üniversite yetkililerince verilen emir ve talimatlar tek başına asıl işveren – alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunu göstermez. Bu itibarla, dosya içeriğine göre muvazaa iddiasına ilişkin ispat yükünün yerine getirilemediği anlaşılmakla, mahkemece ilave tediye alacağı talebinin reddi gerekirken bu alacağın yazılı gerekçeyle hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/6/2017 tarihli ve E.2017/34648, K.2017/13236 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, Sağlık Bakanlığına bağlı Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kan alma bölümünde laborant olan davacı tanık ifadelerine göre; kan alma, kan tahlili işi, bunun bilgisayara kaydına dair tüm işleri yapmaktadır. Tanık E.A.'nın Yargıtay Hukuk Dairesinden geçen 2012/6487 esas - 2014/11486 karar sayılı dosyasına göre de yaptıkları hizmetlerin tamamının hastanenin asıl işi niteliğinde olduğu, bu nedenle uzmanlık gereken işler kapsamında değerlendirilemeyeceği için alt işverenlere verilemeyeceği açıktır. Davalı hastane sağlık hizmeti işini her ne kadar ihale ile alıyor ise de ihaleler sonunda ihale alan firmaların değişmesine rağmen çalışanların hiç değişmediği çalışanların ihale süreçlerinden haberdar olmadığı gibi ihaleyi alan şirket yetkililerini de hiç tanımadıkları yapılacak işin çalışma şeklinin çalışma saatlerinin ve görev yerlerinin tamamen Numune Hastanesinin yetkililerince belirlendiği ve yine çalışanların izin gibi işlemlerini yine bu merkez yetkililerince düzenlendiği ve davacının davalı hastanenin işi dışında başka bir işte çalışmamış oldukları, alt işverenle yapılan ihale sözleşmesi ve teknik şartnamede değerlendirildiğinde, Sağlık Bakanlığının asıl işveren olduğu, Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile aralarındaki ilişkinin muvazaalı olduğu kabul edilmiştir. Aynı tarihte iş sözleşmeleri feshedilen ve davacı ile aynı işi yapan birçok işçinin açmış oldukları işe iade veya işçilik alacakları davalarında İş Mahkemelerince alt işverenle yapılan ihale sözleşmesinin muvazaalı olduğu ve Sağlık Bakanlığının asıl işveren olduğuna karar verilmiş olup verilen kararlar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Hal böyle olunca Mahkemece davacının davalı Bakanlığın çalışanı olması sebebiyle ilave tediye alacağına hak kazanacağı gözetilmeksizin kabulü yerine reddi hatalı olup tekrar bozmayı gerektirmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/1/2015 tarihli ve E.2014/35860, K.2015/1476 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişleri tarafından, 2008-2010 arasında bin işçi ile yapılan temizlik hizmetleri işi ile bu işten ayrılarak, 2009-2010 arasında ikiyüz işçi ile yapılan biyomedikal aletlerin temizlik işi sözleşmelerinin asıl işveren ile alt işveren arasında muvazaa tanımına uygun olarak yapıldığı, bu işlerde çalışan işçilerin baştan beri asıl işveren işçisi olduğu tespit edilmiş, davalı ve ilgili firmalar tarafından rapora usulüne uygun itirazda bulunulmamıştır. Dosya içeriğine göre, davacı bu ihalelerden biri kapsamında çalışmış olup dava tarihinde çalışmasını sürdürmektedir. Açıklanan muvazaa tespiti davacının çalıştığı 2008-2010 arasında bin işçi ile yapılan temizlik hizmetleri işi ile sınırlı olarak geçerlilik ifade edeceğinden, davacının ilave tediye alacağı muvazaa tespiti yapılmış olan bu dönem için hesaplanarak hüküm altına alınmalıdır. Söz konusu alacağın yazılı şekilde dava tarihine kadar kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ... 34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/ Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12613 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın muvazaa konusundaki Yargıtay daireleri arasındaki görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle” tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, milletvekili seçildikten sonra tutuklu bulundurulmasının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik ağır bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılanması sırasında tabii hakim ve olağan mahkeme ilkelerinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 31/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 2/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Bakanlık görüşünü 2/1/2014 tarihinde bildirmiştir. Mahkemenin konuya ilişkin önceki kararları dikkate alındığında bakanlık görüşünün başvurucuya bildirilmesinin başvurucu lehine herhangi bir sonuç doğurmayacağı anlaşıldığından bildirime gerek görülmemiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar şöyledir: Başvurucu, 5/10/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, tutuklu iken 12/6/2011 tarihinde yapılan genel seçimde Şanlıurfa ilinden bağımsız milletvekili olarak seçilmiştir. Hazırlık soruşturmasının ardından başvurucu hakkında 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddenin (2) numaralı fıkrasına muhalefet iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucunun gerek soruşturma ve kovuşturma aşamasında müteaddit defalar yapmış olduğu tutukluluğa itirazları her seferinde mahkeme tarafından “klişe” gerekçelerle reddetmiştir. Başvurucu milletvekili seçilmesinin ardından tahliye talebiyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, Mahkeme başvurucunun talebini 25/6/2011 tarihinde reddetmiştir. Mahkeme kararının ilgili bölümü şöyledir:“Sanık İbrahim AYHAN hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2010 tarih 2010/1192 esas sayılı iddianamesi ile, kendisinin de aralarında bulunduğu 22 sanık hakkında yasadışı PKK terör örgütü ile bağlantılı KCK-TM yapılanmasının Mardin ili kapsamında Kent Meclisi içerisinde örgütsel faaliyet yürüttüğü ve dolayısı ile ayrıntıları iddianamede yazılı olduğu üzere faaliyetlerinin sürekliliği ve yoğunluğu nedeniyle hakkında terör örgütü üyeliğinden TCK'nun 314/2 ve 3713 sy yasanın 5/2 maddeleri gereğince cezalandırılmasının istenildiği anlaşılmıştır Yukarıda belirtilen hükümler ile sanığın üzerine atılı suçun 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 302 ila maddeleri kapsamında bulunan "terör örgütü üyeliği" olması, sanık hakkında seçimden önce soruşturmaya başlanmış ve hatta kamu davası açılmış olması ve ayrıca Yargıtay Ceza Dairesinin 2008 tarih, 2008/6292 esas ve 2008/11012 karar ilamı göz önüne alındığında; tahliyesi istenen sanık İbrahim AYHAN'ın 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasının maddesinde düzenlenen "Yasama Dokunulmazlığı" kapsamında olmadığı anlaşılmıştır.Sanık İbrahim AYHAN 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasının maddesinde düzenlenen "Yasama Dokunulmazlığı" kapsamında değil; "uzun süredir tutuklu oldukları, aleyhine toplanması beklenen delil olmadığı, toplanan delilleri de karartma ihtimalinin olmadığı ve Milletvekili seçilmiş olması nedeniyle kaçma riskinin olmadığı" gerekçesi ile tahliyesi talep edilmiştir.Netice itibariyle; sanık İbrahim AYHAN her ne kadar milletvekili seçilmiş ise de; sanık hakkındaki yargılamanın 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasının maddesinde düzenlenen "Yasama Dokunulmazlığı" kapsamında bulunmaması, bir kısım gizli tanıkların dinlenmemiş olması, sanığın üzerlerine atılı suç için ön görülen cezaların alt ve üst sınırları ile söz konusu suçun 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması itibariyle; sanığın kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık üzerinde baskı yapma olasılığının bulunması sebepleriyle; Sanık İbrahim AYHAN'ın 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100 ve devamı maddeleri gereğince tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.” Başvurucu son olarak, Anayasa Mahkemesince verilen 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı karara dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliye edilmesini talep etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 16/12/2013 tarihinde reddetmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2013 tarihli ret kararına karşı başvurucu, 17/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. İtirazını inceleyen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 24/12/2013 tarih ve 2013/567 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir. B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı maddesi şöyledir:“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.” Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı maddesi şöyledir:“Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:a) Yurt dışına çıkamamak.b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.j) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Konutunu terk etmemek.k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.(4) (Ek: 25/5/2005 – 5353/14 md.; Mülga: 2/7/2012-6352/98 md.) (5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir. (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz. (7) (Ek: 6/12/2006 – 5560/19 md.) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında (…) adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9895 | Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, yerel mahkemelerin “klişe gerekçelerle” tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, milletvekili seçildikten sonra tutuklu bulundurulmasının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik ağır bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılanması sırasında tabii hakim ve olağan mahkeme ilkelerinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. , 19. , 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, Türkiye'ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bireysel başvuru formuna göre 1988 doğumlu ve Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu, ailesiyle birlikte 2000 yılında Türkiye'ye yerleşmiştir. Lise öğrenimini Türkiye'de tamamlayan başvurucu, Türkiye'de taşınmaz sahibidir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 2011 ve 2014 yılında başvurucuya süreli olarak aile ikamet izin belgesi verilmiştir. Anılan Kurum tarafından en son 10/2/2015 tarihinde, 10/2/2016 tarihine kadar geçerli olmak üzere kısa dönem ikamet izni verilmiştir. Başvurucunun iki kız kardeşi, annesi ve yeğeni Türk vatandaşı olup İstanbul'da ikamet etmektedirler. İkamet izin belgesinin süresi bitmesi üzerine başvurucu, Türkiye'de taşınmaz sahibi olduğu için 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi bağlamında ikamet izninin uzatılması için İstanbul İl Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne başvurmuştur. Anılan Kurumun vermiş olduğu randevuya giden başvurucu 27/7/2016 tarihinde idari gözlem altına alınmış ve 9/9/2016 tarihinde sınır dışı edilmiştir. Ayrıca hakkında 24/2/2017 tarihinde genel güvenlik gerekçesiyle G-87 tahdit kodu oluşturulmuş ve yurda giriş yasağı konulmuştur. Başvurucu, sınır dışı işlemine karşı İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 12/1/2018 tarihinde sınır dışı işlemini iptal etmiştir. Mahkeme kararında, başvurucunun kendisine Kurum tarafından verilen ikamet izinlerine dayanarak uzun yıllardır Türkiye'de yaşadığı, sabıkasının bulunmadığı, Türkiye'de yaşadığı süre zarfında kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek bir eylemi ya da davranışının olduğuna dair bir tespitin ve delilin bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen Genel Güvenlik Tahdit Kodunun Azerbaycan Cumhuriyeti makamlarının bildirdiği istihbari bilgilerden oluştuğu, bu bilgilerin tek başına delil olamayacağının istihbari yazıda da belirtildiği ifade edilmiştir. Bu açıklamalarla birlikte başvurucunun İstanbul'da ikamet eden kız kardeşlerinin Türk vatandaşı olduğu, Türkiye'de vefat eden babasının mezarının İstanbul'da bulunduğu, annesinin kanser tedavisi gördüğü, ayrıca aile bireylerinin kamu düzenini bozacak eylemlerinin mevcut olmadığı hususları gözetildiğinde sınır dışı işleminin hukuka uygun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, yurda giriş yasağı konulması işlemine karşı Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; küçük yaşta Türkiye'ye geldiğini, lise eğitimini Türkiye'de tamamlayarak ablasıyla iş hayatına atıldığını ve Türkiye'de yerleşik bir hayat yaşadığı için taşınmaz edindiğini belirtmiştir. Türkiye'ye yasal yollardan giriş yaptığını ve ikamet iznine bağlı olarak ailesi ile birlikte yasalara ve kamu düzenine uygun olarak yaşadıklarını vurgulamıştır. Kız kardeşlerinin Türk vatandaşı olduğunu, Azerbaycan'da kimseyi tanımadığını, bakmakla yükümlü olduğu annesinin kanser tedavisi gördüğünü belirten başvurucu, hakkındaki tahdit kararının hiçbir somut delile dayanmadığını iddia etmiştir. Davalı idare savunmasında, ilgili mevzuat hatırlatılarak başvurucunun yurda girişinin ve kalışının kamu düzeni ve güvenliği açısından sakıncalı olduğunu, dava konusu işlemin istihbari bilgiler doğrultusunda ve devletin hükümranlık yetkisine dayanılarak tesis edildiği belirtilerek davanın reddi talep edilmiştir. Mahkeme 26/4/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığının 24/2/2017 tarihli yazısı ile ülkemizde terörist faaliyetlere iştiraklerin önlenmesi ve çatışma bölgelerine seyahatlerin engellenmesi amacı kapsamında, istihbarat birimlerinin raporları dikkate alınmak suretiyle hükümranlık yetkisi dâhilinde tesis olunduğu anlaşılan dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 18/10/2018 tarihli kararıyla kesin olmak üzere reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 19/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun’un “Türkiye'ye giriş yasağı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir. (2) Türkiye’den sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye girişi, Genel Müdürlük veya valilikler tarafından yasaklanır. (3) Türkiye’ye giriş yasağının süresi en fazla beş yıldır. Ancak, kamu düzeni veya kamu güvenliği açısından ciddi tehdit bulunması hâlinde bu süre Genel Müdürlükçe en fazla on yıl daha artırılabilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), öncelikle yerleşik uluslararası hukuk çerçevesinde ve Sözleşme'ye dâhil diğer antlaşmalardan doğan yükümlülüklere dayalı olarak Sözleşmeci devletlerin yabancıların ülkeye giriş, ülkede ikamet ve ülkeden sınır dışı edilmelerini denetlemek hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir (Vilvarajah ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 13163/87, 30/10/1991, § 102; Ahmut/Hollanda, B. No: 21702/93, 28/11/1996, § 67-b). Sözleşme bir yabancının ülkeye giriş yapma veya orada ikamet etme hakkını yahut bir kişinin aile yaşamını belirli bir ülkede kurma şeklindeki bir hakkı güvence altına almamaktadır (Abdulaziz, Cabales and Balkandali/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9214/.., 28/5/1985, § 68; Ahmut/Hollanda, § 67-c). Bunun yanı sıra aile hayatına saygı hakkının kamusal makamlara yüklediği yükümlülüğün, çiftlerin evlenme suretiyle ikamet edecekleri ülkeyi seçmeleri ve aynı ülke vatandaşı olmayan eşlerin bu ülkeye yerleşmelerini kabul etmek şeklinde genel bir yükümlülüğü kapsadığı söylenemez (Biao/Danimarka [BD], B. No: 38590/10, 24/5/2016, § 117). Sözleşme, yabancıların ülkeye girişi veya orada yerleşmeleri hususundaki bir hakkı güvence altına almamakla birlikte kişinin yakın aile bireylerinin bulunduğu bir ülkeden ayrılmak zorunda olması, belirli koşullar altında aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmesine neden olabilir (Boultif/İsviçre, B. No: 54273/00, 2/8/2001, § 39). Aile hayatına saygı hakkının yalnızca vatandaşlar tarafından değil hukuka uygun şekilde ikamet eden yabancılar tarafından oluşturulan aile birliklerini de koruduğunun kabulü gerekir. AİHM'in sınır dışı etme ve suçluların iadesi tedbirlerine ilişkin içtihadında, aile hayatı yönünden Sözleşmeci devletin hâkimiyet alanında yasal olarak ikamet eden yabancıların Sözleşme'nin sağladığı güvencelerden yararlanabileceğine vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda aile hayatı çekirdek aile ile sınırlı olarak anlaşılır. Bununla birlikte AİHM Sözleşme'nin bir kişinin belirli bir ülkede aile kurma gibi bir hakkı içermediğine hükmetmiştir. Bunun yanı sıra belirli koşullar altında ülkede hukuka aykırı olarak bulunan yabancıların aile yaşamının da belirtilen güvenceden yararlanması söz konusu olabilir. Ancak göç kontrolü ve kamu düzeninin korunması için söz konusu olan gereklilikler aile hayatına saygı hakkının sınırlandırılmasında devletlere geniş takdir yetkisi verir. Bu bakımdan AİHM içtihadında aile yaşamının gelişim gösterdiği koşullar, aile hayatındaki ilişkilerin ne ölçüde kesildiği ya da kesileceği, Sözleşmeci devletteki bağların ne ölçüde olduğu, başka bir yerde aile yaşamını sürdürmek için aşılamaz nesnel engeller olup olmadığı, göç kontrolünün gereklerinin veya sınır dışı edilmenin ağır bastığı kamu düzenine ilişkin değerlendirmelerin olup olmadığı gibi kriterler dikkate alınmaktadır (Slivenko/Letonya [BD], B. No: 48321/99, 9/10/2003, § 94; Amara/Hollanda (k.k.), B. No: 6914/02, 5/10/2004). AİHM tarafından sınır dışı etme ve ülkeye kabul ile Sözleşme'nin maddesi bağlantısı kurularak değerlendirme yapılan davalarda aile kavramının çekirdek aile olarak yani çiftler arasındaki ilişkilerle ebeveyn ve çocuklar arasındaki ilişkileri kapsayacak şekilde ele alındığı, yetişkin çocukların ise aileye bağımlı ve muhtaç olduklarının ispat edilebildiği ölçüde aile kavramına dâhil edildikleri ve bu suretle aile kavramının bu alanda oldukça dar yorumlanmasının tercih edildiği anlaşılmaktadır (Slivenko/Letonya, § 94; A.A/Birleşik Krallık, B. No: 8000/08, 20/9/2011, § 49; Bousarra/Fransa, B. No: 25672/07, 23/9/2010, §§ 38-39). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36798 | Başvuru, Türkiye'ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, istinaf süresinin gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkeme erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine İstanbul İcra Hukuk Mahkemesinde ihalenin feshi davası açılmıştır. İstanbul İcra Hukuk Mahkemesi, başvurucunun katıldığı duruşmada 2/7/2020 tarihli kısa kararla davanın kabulüne karar vermiştir. Kısa kararda; hazır bulunan başvurucu yönünden tefhim, yokluğunda karar verilen davacı yönünden tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yolunun açık olduğu, kararın ayrıntılarının gerekçeli kararda gösterileceği belirtilmiştir. İstanbul İcra Hukuk Mahkemesinin gerekçeli kararı başvurucu vekiline 10/8/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili 14/8/2020 tarihinde istinaf talebinde bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi; İcra Mahkemesince kısa kararın başvurucu vekilinin yüzüne karşı verildiği, tefhimden itibaren on günlük sürede istinaf kanun yoluna başvurulmadığını belirterek istinaf başvurusunun süresinde olmadığına karar vermiştir. Başvurucu vekili bu kararı temyiz etmiş, Yargıtay Hukuk Dairesi temyiz talebinin reddine karar vermiştir. Nihai kararın 4/5/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ üzerine başvurucu 28/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;i. maddesi şöyledir:"(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. (2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir."ii. maddesi şöyledir:"(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.''iii. maddesi şöyledir:"(1) İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. (2) Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun;i. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...İstinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür."ii. maddesi şöyledir:"İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir.İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki bu hâlde satış dahil hiçbir icra işlemi durmaz.Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar." Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12-884, K.2019/363 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.I-Bu ön sorunlardan ilki, mahkemece verilen şikâyetin reddine dair kararın 2018 tarihli duruşmada şikâyetçi vekilinin yüzüne karşı tefhim edilmesi, gerekçeli kararın 2018 tarihinde tebliğ edilmesi ve kararın 2018 tarihinde temyiz edilmesi karşısında, şikâyetçi vekilinin temyizinin süresinde olup olmadığı hususudur.2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nın maddesinde icra mahkemesine arzedilen hususların ivedi işlerden sayılacağı ve bu işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağı, 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 316/ maddesi uyarınca kanunlarda açıkça belirtilen hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağı düzenlemesi karşısında icra mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.Basit yargılama usulüne tabi yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK'nın 'Hüküm' başlıklı maddesinde aynen:...hükmü düzenlenmiştir. maddedeki 'hükme ilişkin tüm hususlar'dan kastedilen HMK'nın maddesindeki unsurlardır.Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.HMK'nın maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK'nın maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre mahkeme gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK'nın maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.İİK’nın 2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanunla değişmeden önceki maddesine göre konkordato talebi üzerine verilecek mühlete karşı alacaklılar tarafından vukubulan itirazla konkordato talebinin muvafık olup olmadığına ve mühletin kaldırılmasına dair olan talebin kabul veya reddine ilişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen kararları tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebilecektir. Maddedeki 'tefhim' kavramının 'hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl' olarak anlaşılması zorunludur. Bu nedenle yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır.Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunulmak suretiyle kararın temyiz edildiği hâllerde kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan gerekçeli kararın bu hâllerde de taraflara tebliği gerekir.Nitekim Anayasa Mahkemesi de başvurucuya ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesini bilerek ve bu gerekçeye karşı iddialarını sunacak şekilde temyiz başvuru yapma imkânı verilmeden ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden Yargıtayca temyiz aşamasında onama kararı verilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir (Anayasa Mahkemesi, Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 2014).Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında da, ilk derece mahkemelerinin kısa kararını usul hükümlerine uygun olarak tefhim etmesi, kanun yolu ve süresini doğru bir şekilde belirtmesi gerektiğine, ayrıca gerekçesiz verilen kısa kararda, temyiz süresinin, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiğine ilişkin Kanun hükmü ve mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğünün bulunduğuna, başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve kanun hükümlerine olağanın dışında bir anlam verilemeyeceğine, başvurucuların mahkemeye erişim hakkının özünün zedelenemeyeceğine karar vermiştir (Anayasa Mahkemesi, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 2016).Somut olayda mahkemece direnme kararının verildiği 2018 günlü oturumda davanın reddine karar verilmiştir. Kısa kararda '…yapılan yargılama sonunda, davacı vekilinin yüzüne karşı, hükmün tüm esaslı unsurları açıklanmadığından kararın taraflara tebliğinden -Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki kararlarına rağmen bazı istinaf dairelerinin tefhim yapılmış ise; gerekçe olmasa da istinaf süresinin tefhimden itibaren başlayacağına ilişkin görüşleri de dikkate alınarak süre tutum dilekçesi verilmesi hususunda takdir taraflara ait olmak üzere- itibaren 10 gün içinde Yargıtay ilgili hukuk dairesine gönderilmek üzere temyiz yolu açık olduğu' yazılmıştır.Bunun üzerine mahkemece gerekçeli karar şikâyetçi vekiline 2018 tarihinde tebliğ edilmiş, şikâyetçi vekili tarafından 2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesi verilmiştir.Yukarıda gösterilen kanuni düzenlemeler ve oluşturularak tefhim edilen kısa kararın usulüne uygun bir hüküm fıkrası sayılıp sayılmayacağı ve bunun açıklanmasının, temyiz süresini başlatacak nitelikte bir 'tefhim' olup olmadığı değerlendirildiğinde; mahkemece kısa kararda hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanmadığı, kanun yolu ve süresinin doğru bir şekilde belirtilmediği, tarafları yanıltacak şekilde ifadeler kullanıldığı, bu hâliyle usulüne uygun ve tam bir tefhimden söz edilemeyeceği tartışmasızdır.Hâl böyle olunca Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/ maddesine uygun olmaksızın oluşturulan hüküm fıkrasının tefhimi ile temyiz süresinin başlamayacağının kabulü gerekir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/2/2020 tarihli ve E.2020/468, K.2020/538 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın maddesinin fıkrasına göre; kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal” olarak anlaşılması zorunludur.Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir."B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Groseri Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. (2), B. No: 2017/29997, 31/10/2018, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26038 | Başvuru, istinaf süresinin gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkeme erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, boşanma davasında davacı taraf lehine bir tutum sergilendiği, davanın başlangıcında müşterek çocukların velayetinin gerekçe gösterilmeden tedbiren karşı tarafa verildiği, bu tedbir kararı ile bilirkişi raporlarına yönelik itirazlarının dikkate alınmadığı, bir kısım delillerinin ilgili yerlerden getirtilmediği, delillerin aleyhine ve tek taraflı olarak değerlendirildiği ayrıca çocuklarını sadece icra kanalıyla görebilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 24/9/1996 tarihinde evlenen başvurucu ile eşinin 9/3/1998 ve 30/5/2007 doğumlu B. ve K. isimli iki erkek çocuğu bulunmaktadır. Başvurucunun eşi T.A. 14/10/2009 tarihinde İzmir Aile Mahkemesinde (Mahkeme) boşanma davası açmıştır. Davanın başlangıcında davacı, eşinden ayrı bir evde yaşadığını belirterek birlikte yaşadığı biri "down sendromlu", diğeri 2,5 yaşında olan müşterek çocuklarının velayetinin tedbiren kendisine verilmesini istemiştir. Mahkeme 18/11/2009 tarihli ek kararı ile müşterek çocuklarının velayetinin tedbiren davacı anneye verilmesine, müşterek çocuklar ile başvurucu (davalı baba) arasında her ayın ve hafta sonları Cumartesi günleri, ayrıca dini bayramların ve günleri kişisel ilişki düzenlenmesine itirazı kabil olmak üzere evrak üzerinden karar vermiştir. Başvurucu yargılama sırasında 25/2/2010 tarihli dilekçesinde eşinin çocuklarının bakımı ile yeterince ilgilenmediğini iddia ederek tedbiren davacı anneye verilen velayet yetkisinin kaldırılarak çocuklarının velayetinin kendisine verilmesini talep etmiştir. Mahkemece bu konuda uzman raporu alınmasına karar verilmesi üzerine sosyal hizmet uzmanı ile uzman psikolog tarafından 12/4/2010 tarihli rapor düzenlenmiştir. Anılan rapordan röntgen teknisyeni olan anne ve devlet memuru olarak çalışan baba ile yapılan bireysel görüşmeler yanında müşterek çocuklarla görüşme ve gözlemler yapıldığı, tarafların kaldıkları konutların incelendiği, ayrıca down sendromlu küçük B.nin öğretmenleriyle görüşüldüğü anlaşılmaktadır. Tüm bu görüşme, gözlem ve değerlendirmeler sonucunda çiftin boşanmaları durumunda müşterek çocuklarının velayetinin davacı anneye verilmesinin ve davalı baba ile kişisel ilişki sağlanmasının uygun olacağı ifade edilmiştir. Mahkeme 16/4/2010 tarihli oturumda uzman raporunda belirtilen görüş doğrultusunda geçici velayetin tedbiren değiştirilmesi konusundaki başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 7/12/2010 tarihli kararı ile tarafların boşanmalarına ve müşterek çocukların velayetinin davacı anneye verilmesine hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 6/4/2012 tarihli kararı ile başvurucunun bir kısım tanıklarının dinlenmediği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Öte yandan başvurucu bozma sonrasında 27/9/2012 tarihli dilekçesiyle reddi hâkim talebinde bulunmuştur. Reddi hakim talebinde hâkimin tarafsız davranmadığı belirtilerek, bozulan kararda davalı tarafın sadakatsizliğini ispata ilişkin delillerin değerlendirilmemesi ve karar gerekçesindeki "...tarafların özellikle davalının birbirleri ile olan sorunlarını çocuklar üzerinden halletmeye çalışmalarının ve bu konudaki takıntılı davranışlarının hem kendilerini hem de müşterek çocukları daha da fazla yıprattığı..." tespitinin yapılması ret sebebi olarak gösterilmiştir. Ayrıca başvurucu "...müşterek çocukların yaşları gözönüne alınarak anne şefkatine ihtiyaç duyduğu dönemde olmaları..." gerekçesiyle çocukların velayetinin anneye verilerek ayrımcılık yapıldığı iddiasında bulunmuştur. Reddi hâkim talebini inceleyen İzmir Aile Mahkemesi 30/10/2012 tarihli kararı ile "...mahkeme hakiminin taraflı davrandığına ilişkin herhangi bir delil ve emareye rastlanmadığı..." gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Ret kararı taraflarca temyiz edilmemiş ve 14/11/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkeme 11/4/2013 tarihli kararı ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların velayetinin anneye verilmesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Toplanan deliller, dinlenilen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından tarafların uzun süredir geçimsiz oldukları, davalının zaman zaman davacıya hakaret ettiği, dövdüğü, içki içtiği, ikinci çocukları K.'nın doğumundan sonra taraflar arasında cinsel uyumsuzluk meydana geldiği, duygusal yönden birbirlerinden koptukları, geçimsizliklerinden kendileri gibi müşterek çocukları B. ve K.'nın da yıprandıkları, müşterek çocuk B.'nin Down sendromu olması nedeni ile gergin ve geçimsiz aile ortamında kişisel gelişiminin ve yeteneklerinin hızla geriye gittiği, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğu, olayların akışı karşısında davacı davayı açmakta haklı olup bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmediği anlaşıldığından açılan davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocukların yaşları gözönüne alınarak anne şefkatine ihtiyaç duyduğu dönemde olmaları ayrıca düzenlenen uzman raporlarına istinaden velayetlerinin davacı anneye verilmesine, velayeti anneye verilen müşterek çocuklardan K. için aylık 225 TL, B. için aylık 250 TL tedbir, karar kesinleştikten sonra müşterek çocuklardan K. için aylık 275 TL, B. için aylık 300 TL iştirak nafakasının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar vermek gerek(miştir)..." Temyiz üzerine Dairenin 1/4/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 9/7/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 1/8/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 1/9/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Hâkimin takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır." 4721 sayılı Kanun’un "Birlikte yaşamaya ara verilmesi" kenar başlıklı maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:"Eşlerin ergin olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun’un "Ana ve baba evli ise" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velâyeti eşlerden birine verebilir." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun "Çocukla şahsi münasebet tesisine dair ilamin icrası" kenar başlıklı 25/a maddesi şöyledir:"Çocukla şahsi münasebetlerin düzenlenmesine dair ilam hükmünün yerine getirilmesi talebi üzerine icra memuru, küçüğün ilam hükümleri dairesinde lehine hüküm verilen tarafla şahsi münasebette bulunmasına mani olunmamasını; aksi halde ilam hükmünun zorla yerine getirileceğini borçluya 24 üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri ile tebliğ eder. Bu emirde ilam hükmüne aykırı hareketin 341 inci maddedeki cezayı müstelzim olduğu da yazılır.Borçlu bu emri tutmazsa ilam hükmü zorla yerine getirilir. Borçlu alacaklının şikayeti üzerine ayrıca 341 inci maddeye göre cezalandırılır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14516 | Başvuru, boşanma davasında davacı taraf lehine bir tutum sergilendiği, davanın başlangıcında müşterek çocukların velayetinin gerekçe gösterilmeden tedbiren karşı tarafa verildiği, bu tedbir kararı ile bilirkişi raporlarına yönelik itirazlarının dikkate alınmadığı, bir kısım delillerinin ilgili yerlerden getirtilmediği, delillerin aleyhine ve tek taraflı olarak değerlendirildiği ayrıca çocuklarını sadece icra kanalıyla görebilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tam yargı davası sırasında kısıtlı hâle gelen başvurucuya atanan vasinin davaya icazet vermemesi nedeniyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/4/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu yargılama dosyasından Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ortamında temin edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1997 yılında İzmir Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alındığını, bu sırada üzerinde bulunan 153 adet hisse senedi kuponuna el konulduğunu ancak daha sonra kendisine iade edilmediğini belirterek uğradığını ileri sürdüğü 000 TL maddi zararının tazmini istemiyle 30/12/2011 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Bu arada başvurucu, yargılandığı başka suçlar nedeniyle Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2011 tarihli ve E.2009/345, K.2011/218 sayılı kararı ile müebbet hapis cezası ile cezalandırılmış ve bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 23/2/2012 tarihli ve E.2011/7416, K.2012/932 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi gereği bir yıldan uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezayla mahkûm olması nedeniyle İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/9/2012 tarihli ve E.2012/1333, K.2012/1520 sayılı kararı ile hacir altına alınarak kendisine vasi atanmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 16/2/2012 tarihli ve E.2011/2532, K.2012/275 sayılı kararı ile dava dilekçesinin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesine uygun olarak düzenlenmediği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir. Başvurucunun yeni dilekçeyle açtığı dava ise aynı Mahkemenin E.2012/887 sayılı esasına kaydedilmiştir. İdare Mahkemesi 23/5/2012 tarihli yazıyla başvurucudan, dosyanın işleme konulabilmesi için 951,60TL eksik harcı otuz gün içinde tamamlamasını istemiştir. Başvurucu 11/6/2012 tarihli dilekçesiyle cezaevinde hükümlü olduğunu ve harcı ödeyecek durumunun bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine İdare Mahkemesi 17/7/2012 tarihli ara kararıyla başvurucuya vasi atanıp atanmadığını ve atanmış ise vesayet kararının ve başvurucuya verilen cezaya ilişkin Mahkeme ilamının bir örneğinin gönderilmesini İzmir 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu, İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/9/2012 tarihli ve E.2012/1333, K.2012/1520 kararıyla başvurucunun hacir altına alınarak talebi üzerine H.G.nin vasi olarak atandığını İdare Mahkemesine bildirmiştir. İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararıyla başvurucunun vasiliğine atanan H. G.den, başvurucu tarafından açılmış olan davaya icazet verip vermediğini on gün içinde bildirmesini istemiş ve aksi takdirde dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre karar verileceğini bildirmiştir. Söz konusu kararın H.G.ye tebliğ edilememesi üzerine İdare Mahkemesi 2/11/2012 tarihli yazısıyla başvurucudan "Türk Medeni Kanunu Hükümleri uyarınca icazet verip vermediğinin bildirilmesine ilişkin ara kararına adı geçen vasi H. G. için Mernis adresine yapılan tebligatın, 'muhatabın gösterilen adresten ayrıldığı ve yeni adresinin bilinmediği' gerekçesiyle Mahkememize iade edildiği görülmekle, vasiniz ile irtibata geçerek en kısa zamanda tebligata yarar açık adresini Mahkememize bildirilmesinin sağlanması"nı istemiştir. Başvurucu 3/12/2012 tarihli dilekçesiyle İdare Mahkemesine vasisi H.G.nin adresini bildirmiş, ayrıca hem kendisinin hem de H.G.nin ekonomik durumlarının iyi olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. İdare Mahkemesi 21/9/2012 tarihli ara kararını (bkz. § 16) başvurucunun bildirdiği adreste H.G.ye 17/12/2012 tarihinde tebliğ etmiştir. H.G. tarafından davaya muvafakat edip etmediği hususuyla ilgili herhangi bir cevap verilmemiştir. Bunun üzerine İdare Mahkemesi 18/1/2013 tarihli ve E.2012/887, K.2013/80 sayılı kararı ile davayı ehliyet yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:" ......Mahkememizin 21/09/2012 günlü ara kararı ile davacı vasisi H. G.ye davacı tarafından açılmış bu davaya icazet verip vermediğinin sorulduğu, bu kararın 17/12/2012 tarihinde H. G.ye tebliğ edildiği, ancak verilen süre içinde davacı vasisi tarafından Mahkememize davacının açtığı bu davaya icazet verdiği yolunda bir beyanda bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, kısıtlı olan davacının açtığı bu davanın kanuni temsilcisi olan vasisi H. G. tarafından icazet verilmemesi nedeniyle ehliyet yönünden reddi gerekmektedir." Başvurucu, söz konusu karardan üç gün sonra İdare Mahkemesine verdiği 21/1/2013 tarihli dilekçesiyle vasiye tebliğin yapıldığını ancak vasinin tebliği okumadığını, şayet vasiden harç isteniyorsa vasinin ve kendisinin harcı ödeme imkânının bulunmadığınıbelirtmiş ve adli yardım talebinin kabulünü istemiştir. Başvurucu İdare Mahkemesine verdiği 14/2/2013 tarihli dilekçesiyle vasisinin harç ödeme ve avukat tutma imkânının bulunmadığını tekrar belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. İdare Mahkemesinin kararının tebliğinin ardından başvurucu Ceza Mahkemesi kararının İdare Mahkemesine dava açtıktan sonra kesinleştiğini, dolayısıyla davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtilerek kararı temyiz etmiş; Danıştay Oununcu Dairesi 13/5/2013 tarihli ve E.2013/2348, K.2013/4402 sayılı kararı ile temyiz istemini ehliyet yönünden reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Uşak Ağır Ceza Mahkemesinin 24/09/2011 günlü ve E:2009/435, K:2011/218 sayılı kararı ile müebbet hapis cezası ile cezalandırıldığı ve bu kararın kesinleştiği, halen hükümlü olarak İzmir 1 nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda cezanın infaz edildiği, kısıtlılığı nedeniyle İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinin 13/09/2012 günlü ve E:2012/1333, K;2012/1520 sayılı kararı ile hacir altına alınarak, H.G.nin vasi olarak atanmasına karar verildiği, İdare Mahkemesince, vasisi tarafından bu davaya icazet verildiği yolunda bir beyanda bulunulmadığından, davanın ehliyet yönünden reddine karar verildiği, anılan kararın, doğrudan davacı tarafından ve vasisinin onay verdiğine ilişkin herhangi bir belge sunulmadan temyiz edildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, vesayet altında bulunması sebebiyle tek başına dava açma ehliyeti bulunmayan davacının, aynı sebeple temyiz etme ehliyeti de bulunmadığından, mahkeme kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır." Danıştay kararı başvurucuya 13/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, temyiz kararından sonra İdare Mahkemesine verdiği 2/9/2013 tarihli dilekçesiyle vasisi H.G.ye ulaşamadığı için icazet vermeye ikna edemediğini, daha sonra vasi değişikliği yaptığını belirterek yeni vasisinin adresini bildirmiştir.B. İlgili Hukuk 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,c) Ehliyet,d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,e) Süre aşımı,f) Husumet,g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir." Aynı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Herhangi bir sebeple harcı veya posta ücreti verilmeden veya eksik harç veya posta ücreti ile dava açılmış olması halinde, otuz gün içinde harcın ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması hususu daire başkanı veya görevlendireceği tetkik hakimi, mahkeme başkanı veya hakim tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen gereği yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde bir daha tekrarlanır. Harç veya posta ücreti süresi içinde verilmez veya tamamlanmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ve davacıya tebliğ olunur." Aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. (Ek cümle: 5/4/1990 - 3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı ve bilirkişi seçimi Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur." Aynı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir."Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Vesayet dairelerinin yetkilerine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla vasi, vesayet altındaki kişiyi bütün hukukî işlemlerinde temsil eder." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Aşağıdaki hâllerde vesayet makamının izni gereklidir:... Acele hâllerde vasinin geçici önlemler alma yetkisi saklı kalmak üzere, dava açma, sulh olma, tahkim ve konkordato yapılması,..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7006 | Başvuru, tam yargı davası sırasında kısıtlı hâle gelen başvurucuya atanan vasinin davaya icazet vermemesi nedeniyle davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; Yunan ve Türk makamları tarafından ayrı ayrı cezalandırılması sebebiyle aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesinin, mahkûmiyetin temel olarak sorgulanma fırsatı verilmeyen bir tanığın beyanlarına dayandırılması nedeniyle tanık sorgulama veya sorgulatma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Yunanistan ülke sınırları içinde Yunan vatandaşı K.K.nın üzerinde 22/3/2004 günü yapılan aramada 304 gram uyuşturucu madde (eroin) ele geçirilmesi nedeniyle Yunanistan adli makamlarınca soruşturma başlatılmıştır. K.K. Yunanistan adli makamlarınca alınan beyanında bahse konu uyuşturucuyu yine Yunanistan sınırları dâhilinde başvurucudan aldığını beyan etmiştir. Başvurucu ve K.K.nın Yunanistan Thraki Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılaması sonucunda K.K.nın 2 yıl hapis ve 000 avro para cezası, başvurucunun ise uyuşturucu madde ithal etme, satma ve ülkeye izinsiz girme suçlarından 2 yıl 3 ay hapis ve 500 avro para cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmıştır. Dosya kapsamındaki istinabe evraklarından başvurucunun 26/3/2004 ile 15/11/2004 tarihleri arasında Yunanistan'da tutuklu kaldığı tespit edilmiştir. Başvurucu tahliye edildikten sonra 30/11/2004 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmış ve sonrasında Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 7/7/2006 tarihli yazısı uyarınca, yurt dışına uyuşturucu madde ihraç etme suçundan başvurucu hakkında Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Yapılan soruşturma neticesinde başvurucunun ve Yunan vatandaşı K.K.nın uyuşturucu maddelerden eroin ihracı suçunu işlediklerinden bahisle haklarında Başsavcılık tarafından iddianame tanzim edilmiştir. Başvurucu ve diğer sanık K.K.nın yargılaması Edirne Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılmıştır. Mahkeme, sanık K.K.nın savunması, delillerin tespiti ve Thraki Ağır Ceza Mahkemesi dosyasının kesinleşme şerhli tasdikli bir suretinin temini hususlarında Yunanistan adli makamlarına istinabe evrakı tanzimine karar vermiştir. Sanık K.K.nın uluslararası istinabe ile talep edilen ve Yunan adli makamlarınca alınan savunması ve Yunanistan'da yapılan yargılamaya ilişkin mahkeme evrakları Türkçe tercümesiyle birlikte yargılama dosyasına girmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda eroin ihraç etme suçundan Yunan vatandaşı K.K.nın beraatine, başvurucunun ise suç tarihinde yürürlükte ve lehine olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'na göre 10 yıl hapis ve 117 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına 19/11/2014 tarihinde karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca Yunanistan Thraki Ağır Ceza Mahkemesinin 363/2004 sayılı kararı ile başvurucu hakkında verilen hapis cezasının 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca cezasından mahsubuna karar vermiştir. Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine yapılan inceleme neticesinde Yargıtay Ceza Dairesi 22/2/2018 tarihli kararıyla hükmü onamış ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai karardan 22/2/2018 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 23/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Uyuşturucu maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal veya ithal edenlere on yıldan yirmi yıla kadar ağır hapis ve uyuşturucu maddenin her gram ve küsuru için ellibin lira ağır para cezası verilir."1 numaralı fıkrada yazılı maddeleri ihraç edenlere, altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve uyuşturucu maddenin her gram ve küsuru için ellibin lira ağır para cezası verilir."Böylece ihraç edilmiş maddeler dolayısıyla yabancı memlekette hükmedilmiş ve çekilmiş veya yabancı ülkede çekilmemiş olmakla beraber Türkiye'de infazı kabil cezalar çekildikleri takdirde, ihraç sebebiyle hükmedilecek cezadan indirilir."Yukarıdaki fıkralarda gösterilen uyuşturucu madde eroin, kokain, baz morfin, morfin ise, fail hakkında verilecek ceza bir katı oranında artırılır...."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Sözleşmeler İlgili sözleşmeler için bkz. Ünal Gökpınar [GK], B. No:2018/9115, 27/3/2019, §§ 29- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) "ne bis in idem" ilkesinin genel nitelikli suç isnadı yönünden adil yargılanma hakkıyla bağlantılı özel bir güvence olduğunu belirtmektedir. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 7 No.lu Protokol'ün maddesinin amacının ise nihai kararla sonuçlanan cezai süreçlerin tekrarlanmasını yasaklamak olduğunu vurgulamaktadır (Nikitin/Rusya, B. No: 50178/99, 20/7/2004, 35). AİHM Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün maddesi bağlamında öncelikle yapılan takibatların cezai nitelikte olup olmadığını, hukuka aykırı eylemin ulusal mevzuattaki hukuki tasnifi, eylemin niteliği ve ilgili kişinin maruz kaldığı cezanın ağırlığının derecesini dikkate alarak değerlendirmektedir (A ve B/Norveç [BD], B. No: 24130/11, 29758/11, 15/11/2016, § 105; Sergey Zolotukhin/Rusya [BD], B. No: 14939/03, 10/2/2009, § 53). AİHM, Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "aynı devletin yargı yetkisi altında..." şeklindeki ifadenin maddeyi ulusal düzeyde uygulamayla sınırladığını bildirmektedir. AİHM, aynı eylemle ilgili olarak birden fazla ülkede tekrarlanan dava süreçlerine ilişkin şikâyetlerin mahkemece kabul edilemez bulunduğunun altını çizmektedir (Krombach v. France, B. No: 67521/14, 20/2/2018, §§ 35-42; Amrollahi v. Denmark, B. No: 56811/00, 28/6/2001; Sarria v. Poland, B. No: 80564/12, 13/10/2015, § 24). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9678 | Başvuru, Yunan ve Türk makamları tarafından ayrı ayrı cezalandırılması sebebiyle aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesinin, mahkûmiyetin temel olarak sorgulanma fırsatı verilmeyen bir tanığın beyanlarına dayandırılması nedeniyle tanık sorgulama veya sorgulatma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Eşi A.H. ve çocuğuyla birlikte Fransa'da yaşayan başvurucu, tatil için Türkiye'ye gelmiştir. Tatil dönüşü başvurucunun pasaportu havaalanında görevliler tarafından muhafaza altına alınmıştır. Başvurucuya tebliğ edilen 11/10/2016 tarihli Muhafaza Altına Alma Tutanağı'nda; başvurucunun umumi pasaportunun iptal edildiğinin tespit edilmesi üzerine pasaportun geçici olarak muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Ayrıca tutanakta söz konusu iptal kararının 72 saat içinde kaldırılması hâlinde müracaat edilerek pasaportun teslim alınması gerektiği, iptal kararının kaldırılmaması hâlinde ise pasaportun verildiği birime ya da iptal eden birime gönderileceği ifade edilmiştir. Başvurucu, anılan idari işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle İstanbul Valiliği aleyhine 12/12/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; uzun yıllardır eşiyle birlikte Fransa'da yaşadığını ve bu ülkede çalıştığını, bir yaşını doldurmamış çocuğuyla tatil ve aile ziyareti amacıyla Türkiye'ye geldiğini, dönüş için havaalanına gittiğinde pasaportunun iptal edildiğini öğrendiğini ancak iptal sebebinin ve kanuni dayanaklarının kendisine bildirilmediğini belirtmiştir. Araştırmaları sonucunda eşi hakkında devam eden bir yargılamadan dolayı pasaportunun iptal edildiğini öğrendiğini, kendisi hakkında açılan soruşturmanın ya da davanın mevcut olmadığını, eşi hakkındaki yargılamadan dolayı pasaportunun iptal edilmesinin seyahat özgürlüğüne, ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca çocuğunun ve kendisinin Türkiye'de geçerli bir sigortasının olmadığını, hastane masraflarını karşılayacak bir gelirinin de bulunmadığını vurgulayarak pasaportunun iptali nedeniyle mağdur olduğunu ifade etmiştir. İdare davaya cevabında; söz konusu idari işlemin olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (OHAL KHK'sı) ve ilgili mevzuat çerçevesinde tesis edildiğini, bu nedenle İdare Mahkemesinin OHAL KHK'sını denetleme yetkisinin mevcut olmadığını belirtmiştir. Ayrıca dava konusu idari işlemin mevzuata uygun olduğunu, başvurucunun telafisi güç ve ağır zararlara uğramasının söz konusu olmadığını vurgulamıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 24/2/2017 tarihinde yürütmenin durdurulması isteminin reddine, 25/10/2017 tarihinde de davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 23/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi uyarınca pasaportunun iptal edildiği vurgulanmıştır. Anılan KHK ile alınan tedbirler vasıtasıyla başta Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olmak üzere terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin suç soruşturması ve kovuşturması süresinde yurt dışına kaçmasını engellemek amacına ulaşılmak istendiği belirtilmiştir. Başvurucunun eşi hakkındaki yargılamanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiği, anılan KHK uyarınca millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya kovuşturması yürütülenlerin eşlerine ait pasaportların genel güvenlik açısından mahzur görülmesi hâlinde iptal edilebileceği vurgulanmıştır. Bu konuda idareye takdir yetkisi tanındığı dikkate alındığında soruşturmaların ve yargılamaların sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi amacıyla tedbir niteliğinde ve kamu yararı gözetilerek tesis edildiği kanaatine varılan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Onuncu İdare Dava Dairesinin 6/2/2018 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının hukuka ve usule uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Nihai karar 16/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İçişleri Bakanlığının 6/5/2020 tarihli yazı ve ekleri incelendiğinde başvurucu, eski eşinin yargılandığı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine 27/12/2017 tarihinde başvurarak pasaportunun iptaline yönelik bir karar olmadığına ilişkin belge verilmesini talep etmiştir. Mahkeme aynı tarihli cevabında başvurucu hakkında dava dosyasına rastlanmadığını belirtmiştir. Başvurucunun Ağır Ceza Mahkemesinin yazısı ile İstanbul Valiliğine başvurması üzerine 28/12/2017 tarihinde başvurucunun pasaportunun geçerli hâle getirildiği görülmüştür. İlgili mevzuat, uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için bkz. Onur Can Taştan [GK], B.No: 2018/32475, 27/10/2021, §§ 24-32; Yağmur Erşan [GK], B. No: 2018/36451, 27/10/2021, §§ 22-30; Şengül Tükel, B.No: 2018/12456, 12/1/2022, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7858 | Başvuru, pasaport iptali nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 29/9/2016 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde İzmir Ana Jet Üs Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken ahlaki düşüklük içinde olduğuna dair hakkında idari tahkikat başlatılmış; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen askerî casusluk ve şantaj soruşturmasıyla ilişkili olduğu belirtilen tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında ahlaki durumu nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatini içeren 24/7/2012 tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Astsubay Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/8/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 13/8/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanı'nın onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanı tarafından da Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine 6/11/2012 tarihli Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak 14/11/2012 tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir disiplinsizliği veya adli eylemi mevcut olmadığı hâlde disiplinsizlik ve ahlaki durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, kendisine isnat edilen eylemlerin meslek yaşantısının dışında gerçekleşen ve suç teşkil etmeyen özel hayatına ilişkin eylemler olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 12/12/2012 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 25/4/2013 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun tahkikata konu eylemleri nazara alındığında mevcut ahlaki durumuyla artık kamu hizmetini devam ettiremeyecek hâle gelmiş olduğu, bu nedenle ayırma işlemi tesis edilmesinde takdir yetkisinin ölçülü ve objektif olarak kullanıldığı, işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 13/10/2013 tarihli ve E.2013/8, K.2013/1091 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun cinsel yaşantısına ilişkin detaylara yer verilmiş ve başvurucunun söz konusu davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak derecede ahlak dışı hareketler kapsamında olduğu, mevcut durumu itibarı ile TSK'daki kamu hizmetini devam ettirmesine olanak kalmadığı, tesis edilen ayırma işleminde idarece takdir yetkisinin objektif kıstaslara bağlı kalınarak ve kamu yararı amacına yönelik olarak ölçülü bir şekilde kullanıldığı, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir. Karara katılmayan iki üye tarafından kaleme alınan karşıoy yazısında, başvurucuya yönelik iddialarla ilgili olarak yalnızca 21/6/2012 tarihli ifade tutanağındaki beyanların mevcut olduğu, bu beyanları doğrulayan ve teyit eden nitelikte başka bir tutanak, bilgi, ihbar, resim, görüntü, kayıt gibi herhangi bir somut delil, belge ve olgunun bulunmadığı, bir defaya mahsus olmak üzere gerçekleşen bir olayın tek başına ayırma işlemi tesisi yönünden ölçülü olmadığı, yaklaşık yedi yıllık meslek safahatı bulunan başvurucunun disiplin amirlerince sözü edilen yaşantısı nedeniyle herhangi bir ikaz ya da cezai işleme tabi tutulmamış olduğu, başvurucunun sicil ve taltif durumu itibarıyla başarılı bir personel olduğu gözetildiğinde disiplin ve ahlaki zafiyetinin kamu hizmetinde istihdamını imkânsız kılacak vahamet düzeyinde olmadığı, bu bağlamda durumunun normal sicil işleminde değerlendirilmesi gibi orantılı bir yaptırım uygulanması olanağı varken hakkında tesis edilen ayırma işleminde birey ve kamu yararı dengesi gözetilmediği, ölçülülük ilkesine uyulmadığı ve takdir yetkisinin objektif kullanılmadığı, bu nedenlerle dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı 23/12/2013 tarihli dilekçesiyle karar düzeltme talebinde bulunmuş; herhangi bir disiplin soruşturması ya da bir yargılama yapılmaksızın ve ölçülülük yönünden incelenmeksizin yalnızca özel hayatına ilişkin olan ve alenileşmeyen beyanları üzerinden hakkında TSK'dan ayırma kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Karar düzeltme talebine ilişkin olarak AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 19/2/2014 tarihli düşünce yazısında, başvurucu hakkındaki ayırma işlemine temel teşkil eden eylemlerden yalnızca 2007 yılı içinde dul bir kadınla bir kez yaşandığı anlaşılan cinsel birlikteliğin somut bulgular ile ortaya konduğu, ayırma işlemine gerekçe yapılan diğer olayların gerçekleştiğine dair başvurucunun soyut beyanları dışından somut herhangi bir bulgunun olmadığı, yedi yıllık meslek yaşamında davaya konu davranışlara ilişkin herhangi bir ikaz ya da cezai işleme tabi tutulmamış başvurucunun sicil notu ortalamasının çok iyi seviyede olduğu, 2007 yılında yaşanan ve süreklilik arz etmeyen bir olayın tek başına ayırma işlemi tesis edilmesi yönünden ölçülü olmadığı, davacının disiplin ve ahlaki durumunun kamu hizmetinde istihdamını imkânsız kılacak düzeyde olmadığı, kademeli diğer yaptırımların uygulanma olanağı bulunmasına rağmen ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle birey ve kamu yararının gözetildiğinin söylenemeyeceği, takdir yetkisinin objektif kullanılmaması nedeniyle hukuka aykırı olduğu değerlendirilen ayırma işlemine konu ret kararının kaldırılarak karar düzeltme talebinin kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Söz konusu karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 25/3/2014 tarihli ve E.2014/339, K.2014/291 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 9/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 7/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine 3/6/2016 tarihinde sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden İzmir'de gerçekleştirilen askerî casusluk ve şantaj soruşturması ile bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım askerî personel hakkında idari bir tahkikat süreci yürütüldüğü, bu kapsamda başvurucunun 21/6/2012 tarihinde ifadesinin alındığı görülmüştür. İfade tutanağının “ifadeyi alan” kısmı ve ifadenin bir kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle ikamet ettiği, İnternet ortamında sosyal paylaşım sitelerinden hangilerine üyeliklerinin bulunduğu, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, bu kadınların TSK hakkında bilgi almaya yönelik herhangi bir girişimlerinin olup olmadığı, grup hâlinde cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı hususlarında sorular sorulmuş ve başvurucudan Astsubay B.Y. hakkında bildiklerini anlatması talep edilmiştir. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel birliktelik yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışında B.Y., A. ve H.Ö. isimli askerî personelin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerin kendi cinsel yaşamlarına ilişkin sorulan soruları yanıtladıkları ve ifadelerinin bir kısmında başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin bazı hususlarda beyanda bulundukları görülmüştür.B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. Askerliğin temeli disiplindir. Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem” kenar başlıklı maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası şöyledir: “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma: Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması, b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi, c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması, ... e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması, ...” Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır. a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması: Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler. ... Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır.b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar...Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.” 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: … (h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6180 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/22778 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22778 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/5319 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tam yargı davasının hâlen sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 2005 yılında açtıkları tam yargı davası hâlen sonuçlanmamıştır. Başvurucular yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle 2/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23962 | Başvuru, tam yargı davasının hâlen sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 8/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/36101 sayılı bireysel başvuru dosyasının 2016/36100 sayılı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2016/36100 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak suçundan hükümlü olarak Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, iki gazeteciye içerikleri aynı olan iki mektup göndermek istemiştir. Başvurucunun İnfaz Kurumundaki bazı uygulamalardan şikâyetçi olduğu mektuplarda, Kurumdaki uygulamalara karşı gerçekleştirilen pasif oturma eyleminde infaz koruma memurları tarafından kolunun kırıldığı, başvurulara rağmen Bakanlık ile Cumhuriyet Başsavcılığının işkenceyi önlemediği ifade edilmiştir. Ayrıca birkaç avukat ismi verilerek ceza infaz kurumunda yaşananlarla ilgili ayrıntılı bilgi ve belgeye bu avukatlardan ulaşılabileceği belirtilmiştir. Disiplin Kurulu 9/6/2017 tarihinde mektupların tamamının gönderilmemesine karar vermiştir. Anılan kararlarda mevzuat hatırlatıldıktan sonra, mektup içeriğinde yalan yanlış bilgilerle kişi ve kuruluşları paniğe sevk edecek bilgiler olduğu ve bu durumun mektubun tamamına nüfuz ettiği ifade edilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı itirazlarında; İnfaz Kurumunda yaşamış olduğu sorunları, hukuka aykırı uygulamaları ve işkenceleri yazdığı mektubuna el konulmasının hukuki bir dayanağının olmadığını, İnfaz Kurumu kararının keyfî olduğunu ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliği, başvurucunun itirazlarını 22/6/2017 ve 4/7/2017 tarihli kararlarla reddetmiştir. Anılan kararlarda mektup içeriğinde kişi ve kuruluşları paniğe sevk edecek bilgiler bulunduğu, itiraza konu kararın usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun anılan kararlara itirazları ise Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/7/2017 tarihinde, İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai kararlar 28/7/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327,10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/220, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve diğerleri, B. No: 2017/16257, 10/3/2020, §§ 18/ | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36100 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun hukuka aykırı olması ve makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve legal eylemler nedeniyle tutuklama kararı verilmesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/11175, 2014/11182 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/11171 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin 2014/11171 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. 2014/11171, 2014/11175 sayılı başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. 2014/11182 sayılı başvuru belgelerinin de bir örneği bilgi için Bakanlığa gönderilmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmasına gerek olmadığı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işledikleri şüphesiyle 13/9/2011 tarihinde gözaltına alınmışlar; 17/9/2011 tarihinde tutuklanmışlardır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/105 sayılı dava dosyasına göre tutuklu bulunan başvurucular, 27/5/2014 tarihli duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere tahliye talebinde bulunmuşlar ancak talepleri aynı duruşmada reddedilmiştir. Başvurucular, Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 27/5/2014 tarihli ret kararına itiraz etmiş ancak Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2014 tarihli ve 2014/480 Değişik İş sayılı kararı ileitirazları reddedilmiştir. Ret kararı, başvuruculara 13/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular 18/7/2014 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. Başvurucular hakkındaki dava İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11171 | Başvuru, tutukluluğun hukuka aykırı olması ve makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın özel yetkili mahkemede devam etmesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, siyasi parti faaliyetleri ve legal eylemler nedeniyle tutuklama kararı verilmesi nedeniyle siyasi faaliyette bulunma hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 21/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1970 doğumlu olan başvurucu, 2000-2017 yılları arasında Akdeniz Belediyesi (Belediye) bünyesinde değişik alt işverenler (Şirket) nezdinde destek hizmet biriminde temizlik işçisi olarak çalışmıştır. Şirket tarafından 1/4/2017 tarihli bildirimle başvurucuya, Mersin Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü (Emniyet) tarafından yapılan tahkikat sonucunda 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 ayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) doğrultusunda iş akdinin feshedildiği tebliğ edilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Kurum ile Şirket aleyhine 21/4/2017 tarihinde Mersin İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 23/10/2017 tarihli kararla talep konusunda bir karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesine hükmetmiş ancak bu karar Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 7/12/2017 tarihli kararı ile kaldırılarak dosyanın Mahkemeye iadesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun doğrudan KHK ile işten çıkarılmadığı, bu kapsamda davanın derece mahkemesince incelenmesi gerektiği belirtilmiş; ayrıca Mahkeme tarafından yeterli araştırmanın yapılmadığı, Emniyet tahkikat evrakı ile feshe dayanak ve denetime elverişli tüm bilgi ve belgelerin getirtilerek iş akdinin fesih sebebinin bu şekilde değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Dosya kendisine geri gelen Mahkeme, kaldırma kararı doğrultusunda savcılığa, emniyete ve Adana Ağır Ceza Mahkemesi ile diğer ilgili kurumlara müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi ve belge toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda gelen cevabi yazılarda başvurucu hakkında güncel bir soruşturma yahut kovuşturma bulunmadığı, (kapatılan) Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından hakkında örgüt üyeliği kapsamında yargılama yapıldığı ancak 21/4/1998 tarihli karar ile beraatine hükmedildiği belirtilmiş; ilgili mahkeme kararı ile yargılama sürecine ilişkin bilgi ve belgeler dosyaya gönderilmiştir. Dosyaya gönderilen belgelerden anlaşıldığı kadarıyla başvurucunun kardeşinin örgüt mensubu olduğu, başvurucunun örgütün kırsal kesimine gitmek için S. ile irtibata geçtiği, onun da kendisini H.A. ile tanıştırdığı, yazdığı öz geçmiş raporunun H.A. tarafından kendisine geri verildiği, kırsal alana gitmek için Cizre'ye geçtiği ancak orada kendisini kırsal alana götürecek kurye ile iletişime geçemediği için Mersin'e geri döndüğü, S.nin kendisini A.Ç. adlı şahsın çadırına götürüp bıraktığı, oradan tekrar kırsal alana geçecekken güvenlik güçlerince yakalandığı, böylece örgüte katılma yönünde serbest iradesiyle silahlı çetenin sair efradı olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. Başvurucu, emniyette isnat edildiği şekilde beyan vermiş; savcılıkta ise verdiği beyanı değiştirmiş ve A.Ç.nin çadırına iş aramak için gittiğini, örgüt ile ilgisinin olmadığını belirtmiş; sorgu hâkimliği önündeki ifadesinde adı geçen şahısların hiçbirini tanımadığını, emniyette kendisine işkence yapıldığını iddia etmiştir. Mahkemedeki ifadesinde ise iddianamedeki şahısların hiçbirini tanımadığını yinelemiş; A.Ç.nin patronu olduğunu, onun yanında çobanlık yaptığını, emniyette baskıya maruz kaldığını, gözleri bağlı şekilde ifade metnini okutmadan imzalattırdıklarını, savcılık ve sorgu hâkimliği nezdinde de bu ifadelerin gerçeği yansıtmadığını beyan ettiğini belirtmiştir. DGM, gerekçeli kararında başvurucunun atılı suçu işlediği yönünde her türlü kuşkudan uzak, kesin, yeterli, inandırıcı, suç işleme kastıyla hareket ettiğine dair delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine hükmetmiştir. Mahkeme 12/12/2018 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Yapılan incelemede; davacının 'Ülke Topraklarından Bir Kısmını Devlet İdaresinden Ayırmaya Kalkışmak, Silahlı Çetenin Sair Efradı Olmak, Silahlı Bir Çetenin Hal ve Sıfatını Bilerek Yardımda Bulunmak' suçlarından 09/11/1994 tarihinde gözaltına alındığı, 22/11/1994 - 04/05/1995 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, hakkında yapılan yargılama sonunda Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin 21/04/1998 tarihli ve 1997/26 esas 1998/109 karar sayılı kararıyla, davacının üzerine atılı suçun işlediğine dair mahkumiyetine yeter her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı kanıtlar elde edilemediğinden beraatine karar verildiği anlaşılmıştır.Diğer taraftan, ülkemizde yaşanan hain darbe girişimi nedeniyle ve terörle mücadele çerçevesinde milli güvenliğin sağlanması amacıyla kamu kurumlarınca birtakım tedbirlerin alınması mecburiyetinin doğduğu objektif olarak kabul edilmelidir.Nitekim, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesiyle....düzenlemesi getirilmiştir....Ceza Hukukundan farklı olarak, İş Hukuku kapsamında olması gereken husus, başka bir deyişle davacı hakkında duyulan şüphe nedeniyle iş akdinin feshedilmesini haklı kılacak husus, davacı hakkında duyulan bu şüpheyi haklı gösterecek objektif şüphe sebeplerinin akdin feshi tarihinde bulunup bulunmadığı olmalıdır.Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede, yukarıda ayrıntılı olarak yer verildiği üzere, bir kamu kurumu olan davalı işveren tarafından davacı hakkında duyulan şüphenin somut olgularla desteklendiği, davacının 'Ülke Topraklarından Bir Kısmını Devlet İdaresinden Ayırmaya Kalkışmak, Silahli Çetenin Sair Efradı Olmak, Silahli Bir Çetenin Hal ve Sıfatını Bilerek Yardımda Bulunmak' suçlarından 09/11/1994 tarihinde gözaltına alındığı, 22/11/1994 - 04/05/1995 tarihleri arasında tutuklu kaldığı ve bu durumun Akdeniz Belediye Başkanlığı tarafından 14/03/2017 tarihinde öğrenildiği, iş akdinin davacı hakkında duyulan şüphe nedeniyle feshedilmesini haklı gösterecek nedenlerin bulunduğu, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin sözleşmenin feshedildiği tarihte bulunduğu, bu nedenlerle davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı sonucuna varılması gerektiği değerlendirilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu özetle hakkında yürütülen yargılama sonucu beraat ettiği hâlde bu gerekçeyle iş akdinin sonlandırılmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek istinaf talebinde bulunmuş ancak Bölge Adliye Mahkemesi 18/4/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "Somut olayda davalı belediye kamu kurumu olup, 15 Temmuz 2016 sonrası OHAL döneminde kayyuma devredilmiştir. Sonrasında çalışanlarla ilgili Mersin İl Emniyet Müdürlüğünce tahkikat yapılmış ve davacının da aralarında bulunduğu belediye çalışanları terör örgütüyle iltisaklı görülmüştür. Bu noktada davacının terör örgütüyle iltisakın olup olmaması değil işverenin bu noktada duyduğu şüphe, feshin geçerliği için yeterlidir. Emniyet araştırmasının terör örgütüyle iltisakı bildirdiği durumda kamu kurumu olan asıl işverenin davacı işçiye olan güveni sarsılmıştır. Bu aşamada geçerli nedenle fesih şartları şüphe feshi dahilinde gerçekleşmiştir. Dosya kapsamında yer alan tüm bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde, davalı savunmasına göre davacının PKK/KCK ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu anlaşıldığından davacı vekilinin bu yönü amaçlayan istinaf talebi yerinde değildir." Nihai karar 11/5/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi'dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17713 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idarece usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el konulması nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ufuk Bulut 1966 doğumlu olup Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde; Mustafa Bulut, Abdullah Bulut, Mehmet Bulut ve Hamza Bulut sırasıyla 1955, 1951, 1968 ve 1957 doğumlu olup Diyarbakır'ın Silvan ilçesi Çığıl köyünde ikamet etmektedir. Başvurucuların murisi Nuri Bulut'un Diyarbakır'ın Silvan ilçesi Çığıl köyü Düz mevkiinde bulunan 229 parsel sayılı taşınmazda 1/4 oranında payı bulunmaktadır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (DSİ) kanal projesi kapsamında, anılan taşınmazın 1972 yılında kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen tarihte kamulaştırma şerhi tapu kaydına işlenmiş ve o tarihteki taşınmaz malikleri Nuri Bulut ve müştereklerine noter aracılığıyla kamulaştırma işlemi tebliğe çıkarılmış ve aynı tarihte malikler adına T. Merkez Bankası İstanbul Şubesine taşınmaz bedeli bloke edilmiştir. 9/2/1978 tarihli kamulaştırma evrakı başvurucuların murisine 28/3/1978 tarihinde tebliğ edilmiştir. Söz konusu taşınmaz, Silvan Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 6/10/1972 tarihli kararıyla 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlak Kanunu'nun maddesi uyarınca DSİ adına tescil edilmiştir. Başvurucular 12/6/2012 tarihinde DSİ aleyhine Silvan Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde, murislerinin payının olduğu söz konusu taşınmaza davalı idare tarafından usulüne uygun bir kamulaştırma yapılmadan el atıldığı ve taşınmazın bedelinin ödenmediği belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca, murise usulüne uygun bir tebligat yapılmadığı ve bu sebeple geçerli bir kamulaştırma işleminin olmadığı öne sürülmüştür. Mahkeme; DSİ Bölge Müdürlüğünden kamulaştırma evrakını, T. Merkez Bankası Diyarbakır Şubesinden kamulaştırma bedelinin ödendiğine dair makbuz örneğini ve Diyarbakır Noterliğinden de 28/3/1978 tarihli tebligatın onaylı örneğini istemiştir. T. Merkez Bankası Diyarbakır Şubesinin cevap yazısında, istenen evrakın on yıllık saklama süresi sona erdiğinden imha edildiği bildirilmiştir. Mahkeme 15/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kamulaştırma işleminin taşınmaz maliklerine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, ancak hak düşürücü süre içinde malikler tarafından dava açılmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, başvurucuların imza karşılaştırması taleplerini ise karşılaştırma yapılacak imzaların grafoloji biliminin aradığı vasıflara sahip olmayacağı gerekçesiyle uygun bulmamıştır. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 10/12/2014 tarihinde eksikliklerin ikmali için dosyanın geri gönderilmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...1-Silvan Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1972/53 esas, 1972/43 karar sayılı dosyasıgetirtildikten,2-Davacılar ile eski malikler Nuri Bulut, Hüseyin Dursun ve Tahir Arılayıcı arasındaki hukuki ilişkiyi gösterir veraset ilamları davacı taraftan temin edildikten,3-Kamulaştırma işleminin, kamulaştırma tarihinde tapuda paydaş olan Mehmet Nuri Bulut'a ve Hüseyin Dursun'atebliğ yapılıp yapılmadığının, davalı idarenin sunduğu tebliğ mazbatası örneği eklenerek Diyarbakır Noterliğinden sorulduktan,Sonra, birlikte gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine geri çevrilmesine [karar verildi]." Diyarbakır Noterliğinin 2/4/2014 tarihli müzekkere cevabında 9/2/1978 tarihli kamulaştırma evrakının 28/3/1978 tarihinde Nuri Bulut'un aynı çatı altında yaşayan oğlu A.B. imzasına tebliğ edildiği belirtilmiştir. Belirtilen eksikliklerin tamamlanmasının ardından dava dosyası tekrar temyiz incelemesi için Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş, Dairece yapılan inceleme sonucu 25/9/2014 tarihli karar ile hüküm onanmıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 25/5/2015 tarihli karar ile reddedilmiştir.Nihai karar, başvuruculara 31/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 25/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Olay tarihinde yürürlükte olan 6830 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit edilen mal sahibi, zilyed ve diğer alâkalılarından ikametgâhı tesbit edilmiş olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak dâvalarda husumetin kime tevcih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri tatbik olunur..."6830 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İstimlâk olunacak gayrimenkulun sahibi, zilyed ve diğer alâkalılar veya istimlâki yapan idare tarafından 13 üncü madde gereğince ikametgâhlarında tebligat yapılmış olanlar tebliğ tarihinden itibaren 15 gün, bunlar haricindekiler son ilân tarihinden itibaren 30 gün içinde istimlâk muamelesine karşı Şûrayı Devlette ve takdir edilen bedel ile maddi hatalara karşı da gayrimenkulun bulunduğu mahal asliye hukuk mahkemesinde dâva açabilirler. Şu kadar ki, Şûrayı Devlete müracaat edildiği takdirde mahkemeye müracaat müddeti Şûrayı Devlet kararının katîleştiği tarihten, bu karar aleyhine karar tashihi istenmiş ise bu talebin reddine dair ilâmın tebliği tarihinden cereyana başlar." 6830 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"İstimlâk olunan gayrimenkulun takdir edilen kıymetine, kanuni müddet içinde mahkemeye müracaat ile itiraz edilmediği ve tapa dairesinde rıza ile ferağ muamelesi yaptırılmadığı hallerde takdir edilen kıymetin tamamı mîllî bankalardan birisine ve bulunmıyan yerlerde mal sandığına yatırılarak makbuzu alâkadar evrak suretleriyle birlikte mahkemeye tevdi edilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmeseler dahi gıyaplarında o gayrimenkulun lehine istimlâk yapılan idare adına tescilini tapu dairesine tezkere ile bildirir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14962 | Başvuru, idarece usulüne uygun kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el konulması nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Tapuda başvurucu adına kayıtlı olan ve Karaman'ın Ermenek ilçesi Çavuş köyünde bulunan 121 ada 17 parsel sayılı taşınmaz hakkında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının (İdare) Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi kapsamında Bakanlar Kurulunun 31/1/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan kararı ile acele kamulaştırma kararı verilmiştir. İdare 2/4/2009 tarihinde uyuşmazlık konusu taşınmaza acele el konulması için Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinden talepte bulunmuştur. Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 21/7/2009 tarihli kararı ile bilirkişi raporuna dayanarak el koyma bedelini 203,85 TL olarak belirleyip bedelin başvurucuya ödenmesine ve taşınmaza acele el konulmasına karar vermiştir. İdare 5/5/2010 tarihinde aynı Mahkemede kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkeme, dava konusu taşınmazda bilirkişilerle keşif yapmıştır. Bilirkişi Kurulu, taşınmazı arazi olarak değerlendirmiş ve net gelir yöntemini esas alarak 2010 yılı tarımsal ürün verilerine göre taşınmazın değerinin 292,30 TL olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Mahkeme 5/3/2012 tarihli kararıyla taşınmazın kamulaştırma bedeli olan 190,60 TL'den acele kamulaştırma kararı sonrası ödenen bedelin mahsubu ile bakiye 986,70 TL'nin başvurucuya ödenmesine, taşınmazın İdare adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 16/10/2012 tarihinde bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 11/4/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 15/11/2013 tarihinde kamulaştırma bedelinin 444,70 TL olarak tespitine karar vermiştir. Mahkeme; başvurucuya ödenen bedelin mahsubu ile fazladan ödenen 745,90 TL'nin başvurucu tarafça paranın çekildiği tarihe kadar varsa mevduat faizi ile birlikte davacı İdareye iadesine, mezkûr taşınmazın başvurucu adına kayıtlı olan tapu kaydının iptali ile davacı idare adına tapuya kayıt ve tesciline ve taraflar lehine 320'şer TL vekâlet ücretine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 2/3/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 3/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7626 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının, idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2022/64342 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2022/38674 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine, incelemenin 2022/38674 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/38674 | Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; İlk Derece Mahkemesinde davaya bakan hâkimin kararın bozulması üzerine yeniden verilen kararıa ilişkin olarak Danıştaydaki karar düzeltme aşamasında da görev yapması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sümer Holding A.Ş. Karaman Pamuklu Sanayii İşletmelerinde satış memuru olarak görev yapan başvurucu, kurumun özelleştirilmesinden sonra da görevini sürdürmüş ve Emekli Sandığı ile ilgisi devam etmekteyken 15/9/2004 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucu, aylığına derecede bulunanlar için tespit edilen (+2200) ek gösterge rakamının uygulanması istemiyle idareye başvurmuş; başvurusunun reddedilmesi üzerine dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 2/3/2006 tarihli ve E.2005/413, K.2006/333 sayılı kararıyla başvurucunun özelleştirmeden sonra da Emekli Sandığı ile ilgisinin devam ettiği ve emekli oluncaya kadar her yıl kademe ve derece terfilerinin yapıldığı, tam kesenek vermek suretiyle Sandığa tabi olarak geçirdiği sürelerin tamamının değerlendirilmesi ve böylece () dereceli kadrolar için belirlenen (+2200) ek göstergeden yararlandırılması gerektiğinden ret işlemini iptal etmiştir. Mahkeme Başkanı A.Y. karara katılmamış ve başvurucunun () dereceli kadroya atanmamış olması nedeniyle () derece için tespit edilen ek göstergeden yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın reddi yönünde karşıoy kullanmıştır. Karar, Danıştay Onbirinci Dairesinin 8/4/2009 tarihli ve E.2006/8054, K.2009/3643 sayılı kararıyla özetle özelleştirme tarihinden sonraki sürelerin kazanılmış hak aylığı derecesinin tespitinde ve bunun sonucu olarak ek göstergenin belirlenmesinde dikkate alınmasına olanak bulunmadığı, bu itibarla 17/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun kapsamı dışında çalışırken dereceye gelen başvurucunun (+2200) ek göstergeden yararlandırılamayacağı gerekçesiyle bozulmuştur. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 21/3/2012 tarihli ve E.2009/5611, K. 2012/1115 sayılı kararıyla reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi 28/6/2012 tarihli ve E.2012/1021, K.2012/1548 sayılı kararıyla bozmaya uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin yukarıda belirilen 2/3/2006 tarihli ilk kararında yer alan hiçbir hâkim, Başkan A.Y. dâhil bu ikinci kararda görev almamıştır. Başvurucu, bozmaya uyma kararını temyiz etmiş; aynı Daire 5/6/2013 tarihli ve E.2012/8580, K.2013/5844 sayılı kararıyla, verilen kararın ve dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğu, bozulmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle bozmaya uyma kararını onamıştır. Başvurucu, Danıştay onama kararına karşı karar düzeltme talep etmiştir. Olağan şekilde bir başkan ve dört üyeden oluşan Daire 24/4/2014 tarihli ve E.2013/6117, K.2014/2344 sayılı kararıyla kararın düzeltilmesi isteminde ileri sürülen sebeplerle bağlı olduğunu, kararın düzeltilmesi istemini içeren dilekçede ileri sürülen sebeplerin de Kanun'da öngörülen sebeplere uymadığı gerekçesiyle kararın düzeltilmesi istemini oybirliğiyle reddetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 2/3/2006 tarihli kararında başurucu aleyhine oy kullanan A.Y. bu aşamada Danıştay Daire Başkanı sıfatıyla karara katılmıştır. Bu karar 23/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi ... hallerinde ... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yasaklılık sebepleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, aşağıdaki hâllerde davaya bakamaz; talep olmasa bile çekinmek zorundadır:a) Kendisine ait olan veya doğrudan doğruya ya da dolayısıyla ilgili olduğu davada.b) Aralarında evlilik bağı kalksa bile eşinin davasında.c) Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyunun davasında.ç) Kendisi ile arasında evlatlık bağı bulunanın davasında.d) Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı kalksa dahi kayın hısımlığı bulunanların davasında. e) Nişanlısının davasında.f) İki taraftan birinin vekili, vasisi, kayyımı veya yasal danışmanı sıfatıyla hareket ettiği davada." 6100 sayılı Kanun'un "Ret sebepleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:(1) Hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi reddedebileceği gibi hâkim de bizzat çekilebilir. Özellikle aşağıdaki hâllerde, hâkimin reddi sebebinin varlığı kabul edilir:a) Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.b) Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklamış olması.c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş olması. 2577 sayılı Kanun'un 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle değişmeden önceki hâliyle "Kararın bozulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Temyiz incelemesi sonunda Danıştay:a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması,b) Hukuka aykırı karar verilmesi,c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması,Sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozar (Değişik: 5/4/1990 - 3622/18 md.) Temyiz incelenmesi sonunda karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise kararın düzeltilerek onanmasına karar verilir. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/18 md.) Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir. Mahkeme bozmaya uymayarak eski kararında ısrar edebilir. ......" 2577 sayılı Kanun'un 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle değişmeden önceki hâliyle "Temyizen verilen karar üzerine yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Temyiz incelemesi sonucunda verilen karar, dosyayla birlikte kararı veren mahkeme veya Danıştay dairesine gönderilir..." 2577 sayılı Kanun'un "Kararın düzeltilmesi" kenar başlıklı maddesi, 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle kaldırılmadan önceki hâliyle şöyledir:" (Değişik birinci cümle: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmışolması,Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurulları ile bölge idare mahkemeleri, kararın düzeltilmesi isteminde ileri sürülen sebeplerle bağlıdırlar. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/24 md.) Kararın düzeltilmesi istekleri esas kararı vermiş olan daire, kurul ve bölge idare mahkemesince incelenir. Dosyanın incelenmesinde tetkik hakimliği yapanlar, aynı konunun düzeltme yoluyla incelenmesinde bu görevi yapamazlar." 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi şöyledir: “Ek Gösterge: Bu Kanuna tabi kurumların kadrolarında bulunan personelin aylıkları; hizmet sınıfları, görev türleri ve aylık alınan dereceler dikkate alınarak bu kanuna ekli I ve II sayılı cetvellerde gösterilen ek gösterge rakamlarının eklenmesi suretiyle hesaplanır. II sayılı cetvelde yer alan unvanlarda değişiklik yapmaya ve yeni unvanlar ilave etmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.Bu ek göstergeler, ilgililerin belirtilen sınıf ve görevlerde bulundukları sürece ödemelere esas alınıp, terfi bakımından kazanılmış hak sayılmaz. Kurumların 1,2,3 ve 4 üncü dereceli kadrolarına atananlara uygulanacak ek göstergeler, ilgililerin daha önce bulunmuş oldukları kariyerleri ile ilgili sınıf veya ekli I sayılı Cetvelin Genel İdare Hizmetleri Sınıfı (g) bölümünde belirtilen görevlerde kazanılmış hak aylık derecelerine göre alabilecekleri ek göstergelerden düşük olamaz.” 5/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun ek maddesi şöyledir:"Sosyal güvenlik bakımından T. Emekli Sandığına tabi bir görevde bulunmakta iken, özelleştirme programına alınan kuruluşların bu Kanuna göre emeklilik hakkı tanınan kadro ve pozisyonlarına atananlarla, bu kuruluşların özelleştirilmeleri sonucu sermayelerindeki kamu payı % 50'nin altına düşenler ile bunlardan anonim şirkete dönüştürülüp dönüştürülmediğine bakılmaksızın satılan veya devredilenlerde T. Emekli Sandığına tabi olarak çalışan personelden isteyenlerin Sandıkla ilgileri devam eder. Ancak bu kuruluşların sermayelerindeki kamu payının %50'nin altına düştüğü tarihten, anonim şirket statüsünde olmayanların satışı veya devri tarihinden sonra Sandığa tabi olarak geçen süreler için emeklilik ikramiyesi ödenmez. (1)(Ek fıkra: 1/8/2003-4971/27 md.) Bu madde gereğince T. Emekli Sandığı ile ilgilendirilenlere ve bu Kanuna tâbi olarak çalışmakta iken bu kuruluşların özelleştirilmesi, faaliyetinin durdurulması, kapatılması veya tasfiye edilmesinden önce emeklilik, malûliyet veya ölüm nedeniyle görevlerinden ayrılmış olup da kendilerine veya dul ve yetimlerine T. Emekli Sandığınca aylık bağlanmış olanlara ödenen emekli ikramiyesi, makam, görev ve temsil tazminatları ile ölüm yardımları ödenmesini takip eden iki ay içinde faturası karşılığında Hazine tarafından T. Emekli Sandığına ödenir. (Ek fıkra: 17/4/2008-5754/75 md.) Yukarıdaki hükümler 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar ile hak sahipleri hakkında ilgisine göre uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Sözleşme’nin maddesinde, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak davanın tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkından açıkça söz edilmiş olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında tarafsızlık, genel olarak ön yargı veya yanlılık olmamasını ifade etmektedir (Piersack/Belçika, B. No: 8692/79, 1/10/1982, § 30). Yerleşik içtihada göre tarafsızlığın varlığı öznel (subjektif) yöntem ve nesnel (objektif) yöntem esas alınarak belirlenir. Öznel yöntem, kişisel kanaatin ve belirli bir yargıcın davranışının dikkate alınmasını, diğer bir değişle yargıcın belirli bir davada kişisel bir ön yargıya sahip olup olmadığının belirlenmesini; nesnel yöntem ise mahkemenin oluşumunun tarafsızlık konusunda herhangi bir meşru şüpheyi ortadan kaldırmak için yeterli güvenceleri sağlayıp sağlamadığının belirlenmesini ifade eder (Fey/Avusturya, B. No: 14396/88, 24/2/1993, § 28). Bir başka anlatımla tarafsızlığın varlığı, bir davada belirli bir yargıcın kişisel kanaatlerini belirleme çabası şeklindeki subjektif test ile bir yargıcın tarafsızlığından haklı kuşku duyulmasına engel olan yeterli güvencelere sahip olup olmadığının belirlenmesi şeklindeki objektif teste göre saptanır (De Cubber/Belçika, B. No: 9186/80, 26/10/1984, § 24). Objektif ve subjektif tarafsızlık arasındaki sınır kesin olmayıp yargıcın öznel bakımdan tarafsız olduğu varsayımının çürütülmesine olanak verecek deliller sunulmasının güç olabileceği kimi davalarda, nesnel tarafsızlık şartı önemli bir ek güvence sağlar. Nitekim tarafsızlık ile ilgili sorun bulunan başvuruların büyük çoğunluğunda objektif yönteme başvurulmuştur(Micallef / Malta [BD], B. No: 17056/06, 15/10/2009, § 95). Subjektif testle ilgili olarak her hâlükârda aksine kanıt bulunmadıkça bir hâkimin kişisel tarafsızlığının bulunduğu varsayılmaktadır. Objektif test için ise yargıcın kişisel tutumundan farklı olarak kendisinin tarafsızlığı hakkında kuşku uyandıracak belirli olguların bulunup bulunmadığı tespit edilmelidir. Bu noktada objektif tarafsızlığın belirlenmesinde hâkimin tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygıyı, korkuyu bertaraf edecek yeterli güvence sunulup sunulmadığı önemlidir. AİHM içtihatlarında; tarafsızlık konusunda görünüşün dahi önem taşıyabileceği, bir başka deyişle adaletin sadece yerine getirilmesi değil ama aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi gerektiği ve böylece demokratik toplumda mahkemelerin hak arayanlara güven vermesi gerektiği vurgulanmaktadır (Micallef / Malta, §§ 94, 97, 98). Bu çerçevede hakkında tarafsız olmadığından kaygı duymak için haklı bir sebep bulunan bir hâkim, davadan çekilmelidir. Bu durum belirli bir davada, bir yargıcın tarafsız olmadığından kaygılanmak için haklı bir sebebin bulunup bulunmadığına karar verirken sanığın bakış açısının önemli olduğunu fakat belirleyici olmadığını ima etmektedir. Belirleyici olan şey, bu kaygının objektif olarak haklı görülüp görülemeyeceğidir. Bu ise her olayın kendi şartlarına bağlıdır (Hauschildt/Danimarka, B. No: 10486/83, 24/5/1989,§§ 47-49). Bu bağlamda bir hâkimin yargılamadan önce aynı hususta daha önce karar vermiş olması, tarafsızlığıyla ilgili olarak ortaya çıkan şüpheleri haklı göstermez (Ökten/Türkiye (k.k.), B. No: 22347/07, 3/11/2011); önemli olan yargılama yapılmadan önce bu hâkimin aldığı tedbirlerin kapsamıdır. Dahası bir hâkimin dava dosyasını derinlemesine bilmesi, davanın esası hakkında karar vermesi sırasında tarafsız olarak değerlendirme yapmasını engelleyen bir ön yargı bulunduğu anlamına gelmez. Sonuç olarak mevcut ilk verilerin değerlendirilmesi, nihai değerlendirme hakkında ön yargı oluşturmaz (Morel/Fransa, B. No: 34130/96, 6/6/2000, § 45). Aynı şekilde iki üyenin Bölge Komisyonunun daha önce verdiği karara katılmış olmaları da tarafsızlıktan kuşkulanmak için yeterli sebep değildir. Genel bir kural olarak idari veya yargısal bir kararı bozan yüksek bir mahkemenin verdiği kararın başka bir makama veya farklı bir kompozisyona sahip olan bir makama gönderilmemesi, tarafsızlığı bozan bir şey değildir (Ringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, § 97). Öte yandan AİHM, Fazlı Aslaner/Türkiye (B. No: 36073/04, 4/3/2014) başvurusunda temyiz incelemesi yapan üyelerin karar düzeltme talebini inceleyen heyette yer almalarına ilişkin şikâyeti de incelemiş ve önceki kararlarında (Feryadi Şahin / Türkiye, B. No: 33279/05, 13/9/2011; Arslan/Türkiye (k.k.), B. No: 39080/97, 21/9/1999; Yıldırım/Türkiye (k.k.), B. No: 4300/05, 6/1/2009; Kum/Türkiye (k.k.) B. No: 28556/11, 10/1/2012) benzeri şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun bularak reddettiğini hatırlatmıştır. Bu bağlamda AİHM; karar düzeltme talebinin sınırlı iddialarla incelendiğini, konunun esası incelenmeksizin reddedildiğinde incelenen konunun ihtilaflı kararda incelenen konudan farklı olması nedeniyle davanın esası hakkında bir tutum gibi değerlendirilemeyeceğini ifade ederek anılan şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Fazlı Aslaner/Türkiye, § 46). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13811 | Başvuru, İlk Derece Mahkemesinde davaya bakan hâkimin kararın bozulması üzerine yeniden verilen kararıa ilişkin olarak Danıştaydaki karar düzeltme aşamasında da görev yapması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mahpus hakkında bazı etkinliklere katılmaktan yoksun bırakma disiplin cezası tesis edilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üç aylık sürelerle uzatılan OHAL süreci 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir (OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 47-66). Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 17/5/2017 tarihli kararıyla tutuklanarak Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Ceza İnfaz Kurumunun 15/3/2018 tarihli tutanağı uyarınca başvurucunun 10/3/2018 tarihinde eşi ile yaptığı haftalık telefon görüşmesi sırasında telekonferans görüşme yaptığı belirlenmiştir. Başvurucu hakkında bu olay nedeniyle tutanak düzenlenerek disiplin soruşturması yapılmış ve İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının (İdare ve Gözlem Kurulu) 27/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun iki ay süre ile bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; tutanağa atıf yapılarak başvurucunun yalnızca eşi ile telefon görüşmesi yapması gerekirken aynı hat üzerinden başkası ile de görüşmeye çalıştığının belirlendiği, bu eylemin kurumun düzen ve asayişini bozduğu gerekçesiyle idarenin izni olmaksızın yasak yerlere girmek hükmü gereğince disiplin cezası verildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı yaptığı şikâyet, Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 24/7/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, İdare ve Gözlem Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliği kararına karşı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 10/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 14/9/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:a) İdarenin izni olmaksızın yasak yerlere girmek...." | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29608 | Başvuru, mahpus hakkında bazı etkinliklere katılmaktan yoksun bırakma disiplin cezası tesis edilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, trafik kazası sonucu oğullarının ölümüne sebep olan kişi hakkında açılan kamu davasında, duruşmalardan haberdar edilmeyerek iddia ve taleplerinin dikkate alınmadığını ve sanık hakkında beraat kararı verilerek, Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, 11/10/2013 tarihinde Emirdağ Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 17/9/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 14/5/2007 tarihinde başvurucuların oğlu olan sürücü A. K.’nin sevk ve idaresindeki 03 HC 648 plaka sayılı otomobil ile sürücü Ö. T’nin sevk ve idaresindeki 06 ZNE 67 plakalı otomobilin çarpışması neticesinde trafik kazası meydana gelmiştir. Kaza neticesinde A. K. vefat etmiştir. Emirdağ Cumhuriyet Savcılığınca aynı gün soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Savcısı huzurunda doktor tarafından yapılan ölü muayenesinde, ölümün trafik kazasına bağlı genel vücut travması ve kaburga kırığı ile birlikte oluşan iç kanamadan kaynaklandığı ve klasik otopsi yapılmasına gerek bulunmadığı tespit edilmiştir. 14/5/2007 tarihli trafik kazası tespit tutanağında, olay yerinde kazaya karışan araçlardan A. K.’nin idaresindeki araca ait çarpışmadan önce tatbik edilmiş, aracın sol tekerleğe ait 5,30 m., sağ tekerleğine ait 9,5 m. olmak üzere fren izi olduğu, çarpışma noktasının Emirdağ istikametine doğru seyreden araçların şeridinde yolun sağ kenar bitiş çizgisine 1,93 m. mesafede olduğu tespit edilmiştir. 24/5/2007 tarihli bilirkişi raporunda, 03 HC 648 plakalı araç sürücüsü A. K.’nin asli kusurlardan "şeride tecavüz etme" kuralını ihlal ettiğinden birinci derecede ve tamamen kusurlu olduğu, 06 ZNE 67 plakalı araç sürücüsü Ö. T.’nin ise olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığı bildirilmiştir. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesinin 3/7/2007 tarih ve 2007/6257-2143 sayılı raporunda, sürücü A. K.’nin asli kusurlu olduğu, sürücü Ö. T.’nin kusursuz, olay anında 03 HC 648 plakalı otomobilde yolcu olarak bulunan N. U.’nun tali kusurlu olduğu mütalaa edilmiştir. Her iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla trafik uzmanlarından oluşan üç kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan 24/9/2007 tarihli raporda, sürücü A. K.’nin meydana gelen olayda sekizde altı nispetinde asli kusurlu olduğu, Ö. T.’nin meydana gelen olayda kusursuz olduğu, olay anında 03 HC 648 plaka sayılı araçta yolcu olarak bulunan N. U.’nun sekizde iki nispetinde tali kusurlu olduğu mütalaa edilmiştir. Bolvadin Cumhuriyet Savcılığınca 24/11/2009 tarih ve 2009/581 esas sayılı iddianame ile "...şüpheli N.U’nun aracı ile seyir halinde iken ehliyetsiz olduğunu bildiği maktule aracı sevk ve idare etmek üzere vererek kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle tali kusurlu olduğu, meydana gelen kaza neticesinde müştekiler Ö. T, İ. T ve R.K’nın yaralanmalarına ve A.K'nin vefat etmesine neden olduğu..." iddiasıyla şüpheli N. U hakkında taksirle ölüme ve yaralanmaya sebebiyet verme suçlarından cezalandırılması istemiyle Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesi 23/7/2010 tarih ve E.2009/164, K.2010/126 sayılı kararı ile trafik kazasında kendisine atfedilecek herhangi bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 14/5/2013 tarih ve E.2012/22147, K.2013/13421 sayılı kararıyla hükmün onanmasına karar vermiş, karar başvurucularca 23/9/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Başvuru, 11/10/2013 tarihinde Emirdağ Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası ve 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin fıkrasının (e) bendi. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7789 | Başvurucular, trafik kazası sonucu oğullarının ölümüne sebep olan kişi hakkında açılan kamu davasında, duruşmalardan haberdar edilmeyerek iddia ve taleplerinin dikkate alınmadığını ve sanık hakkında beraat kararı verilerek, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. | 0 |
Başvuru; konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbirinin makul olmayan bir süre boyunca devam ettirilmesi, sözü edilen tedbirin kaldırılması veya değiştirilmesi yönündeki taleplerin geç değerlendirilmesi ve bu talepler hakkında verilen kararların geç bildirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tedbirin bazı olağan sonuçları nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formuyla eklerine ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Güvenlik güçleri 2019 yılında, PKK’nın yöneticilerinden biri tarafından verilen bir talimatın bahsi geçen örgüte üye olup ceza infaz kurumunda hükümlü ya da tutuklu olarak bulunan kişilere açık görüşler yoluyla ulaştırılacağına dair istihbarat bilgisi elde etmiştir. Alınan bilgiye göre söz konusu talimat, tahliye olan örgüt mensuplarının örgütün dağ kadrolarına katılımlarının arttırılmasını sağlamak amacıyla ceza infaz kurumlarındaki örgütsel faaliyetlerin çoğaltılmasına ve bu konuda yeni bir yol haritası belirlenmesine yöneliktir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmada silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle bir süre ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunduğu için başvurucu da yer almıştır. İlgili sulh ceza hâkimliklerinden alınan kararlar çerçevesinde aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı şüphelilerin telekomünikasyon yoluyla kurduğu iletişimler tespit edilmiş, dinlenmiş ve kayda alınmıştır. Anılan işlemler nedeniyle düzenlenen tutanaklara göre;i. Bir ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan A.A. 1/3/2020 tarihinde saat 21’de kardeşi Ab.A.nın telefonunu aramış ve Ab.A.nın telefonunun başvurucunun telefonuna yönlendirilmesiyle başvurucuyla konuşmuştur. Bu görüşmede A.A. özetle başvurucudan iki mahpusa bazı bilgisayar çıktılarını, bir başka mahpusa da Taş Köprü üzerinde çekilen bir fotoğrafı göndermesini istemiştir. Başvurucu A.A.ya Z. isimli kişiyle (Z.T.) R. isimli bir kişiye gitar yolladığından bahsetmiş ve A.A. ile bu konu hakkında bir süre konuşmuştur.ii. Ar. isimli bir kişi 17/3/2020 tarihinde saat 39’da başvurucuyu telefonla aramıştır. Görüşmede başvurucunun ceza infaz kurumundan tanıdığı G.'ye ait dört beş defterin başvurucuda olduğundan, bazı mahpusların dosyalarının Ar.a yollandığından, dosyaların editörlük işlerinin yapılması lüzumundan, G.dekilerin bilgisayara aktarılmasına ilişkin gereklilikten, ayrıca fotokopi ve fotoğraf çekimi gibi hususlardan söz etmişlerdir. Güvenlik güçleri; ceza infaz kurumunda mahpus olarak tutulan ve PKK üyesi olan kişilere, ceza infaz kurumunda örgütlenebilmeleri ve ideolojik eğitim alarak örgütten kopmamalarını sağlamak amacıyla örgütün dönemsel stratejilerini anlatan talimatlar gönderildiğini, bu talimatların çıplak gözle okunamayacak şekilde ve çok küçük puntolarla pelür (ince ve yarı saydam bir kâğıt türü) ya da pelüşler (bir yüzü uzun tüylü, yumuşak ve parlak, kadifeye benzer bir kumaş türü) üzerine bilgisayar aracılığıyla yazdırıldığını, elde edilen çıktıların Diyarbakır’da hazırlanarak 18 farklı spor ayakkabısı tabanına özel olarak yerleştirildiğini, sözü edilen spor ayakkabılarının farklı ceza infaz kurumlarındaki PKK/KCK silahlı terör örgütü adına eylem ve faaliyette bulunma suçlarından mahpus olanlara ulaştırılmak üzere 17/3/2020 tarihinde Diyarbakır’dan kargo ile Adana’ya gönderildiğini/gönderilmek istendiğini öğrenmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda spor ayakkabıları ele geçirilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Adana Sulh Ceza Hâkimliği 27/3/2020 tarihinde, yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç olmak üzere müdafinin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Adana Sulh Ceza Hâkimliği 9/7/2020 tarihinde, aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı şüphelilerin ikamet ettiği konutlarda arama yapılmasına, bulunacak suç eşyalarına el konulmasına, şüphelilerin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına ve bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar vermiştir. Bu karara dayanılarak başvurucunun konutunda arama yapılmış ve başvurucunun cep telefonuna, hakkında bir sulh ceza hâkimliği kararı (Bu kararın içeriği tespit edilememiştir.) bulunan bir kitaba, dağıtılması veya satışa sunulması yasaklanan bir kitaba ve bir sabit disk sürücüsüne el konulmuştur. Güvenlik güçlerince el konulan eşyalar üzerinde yapılan incelemelere göre; i. Başvurucunun cep telefonunda;- Abdullah Öcalan, Şeyh Sait ve PKK/YPG yöneticilerinden S. ile F.A.Ş.nin fotoğrafları, - Başvurucu ile Z.T.nin birlikte çekilmiş bir fotoğrafı, - Haklarında soruşturma yürütülen Ab.K. ve K. ile ilgili olup kalemle yazılan bazı notların fotoğrafları yer almaktadır. ii. Sabit disk sürücüsünün içinde terör örgütüne ait bazı bayrak, poster ve örgüt mensuplarına ilişkin görüntüler ile terör örgütünü ve/veya örgüt mensuplarını övücü nitelikte şarkı, marş ve şiirler bulunmaktadır. Başsavcılığın talebi üzerine Adana Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2020 tarihinde, şüphelilerin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç olmak üzere müdafinin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başsavcılığın talimatı uyarınca gözaltına alınan başvurucu, sulh ceza hâkimliğinden alınan gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin karar çerçevesinde 17/7/2020 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur. Hakkında soruşturma yürütülenlerden Ş.A. kollukça alınan 15/7/2020 tarihli ifadesinde; altı yedi ay kadar önce işyerine gelen Z.T. ile biri erkek, diğeri kadın iki kişinin ceza infaz kurumunda mahpus olarak tutulan G.A.nın arkadaşı olduğunu söylediğini, bu görüşmeden 20-25 gün kadar sonra Z.T.nin daha önce de yanında getirdiği erkek şahısla işyerine yeniden geldiğini, bu kişilerin mahpus G.A.ya teslim edilmek üzere bir çift spor ayakkabısı ayarladığını söyleyerek kendisine spor ayakkabısını teslim edip edemeyeceğini sorduğunu söylemiştir. Başvurucunun fotoğrafını gören Ş.A., işyerine iki kez Z.T. ile gelen kişinin başvurucu olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, müdafii huzurunda alınan kolluk ifadesinde kendisine isnat edilen suçlamayı kabul etmemiş ve arkadaşı A.A. ile telefonda görüşebilmek için A.A.nın annesinden A.A.nın aradığı telefonu kendi telefonuna yönlendirmesini istediğini, yönlendirme sayesinde A.A. ile iki kez konuştuğunu, telefon görüşmelerinin anı çalışmaları ile öykü veya romanların bilgisayara aktarılması ve basılmasıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Kolluk görevlileri sulh ceza hâkimliğinden alınan karara istinaden teknik araçlarla izlenen P.A. ile bir erkek şahsa ait bazı fotoğrafları gösterip P.A. ile olan örgütsel ilişkisinin ne olduğunu sorunca başvurucu; fotoğraftaki kişinin kendisi olmadığını, fotoğraftaki kadını da tanımadığını beyan etmiştir. Başvurucu, ifadesinin devamında aramada ele geçirilen kitapların kendisine ait olmadığını ve Ş.A.yı tanımadığını savunmuştur. Başvurucunun beyanına göre cep telefonunda ve sabit disk sürücüsünde tespit edilen ve kolluk görevlilerince suç unsuru olduğu değerlendirilen şeylerle kendisinin bir ilgisi yoktur. Başsavcılık 17/7/2020 tarihinde, aralarında başvurucunun da bulunduğu altı şüphelinin tutuklanması için sulh ceza hâkimliğinden talepte bulunmuştur. Talepte özellikle başvurucudan ele geçirilen telefon ile sabit disk sürücüsünün içeriğine, Ş.A.nın beyanlarına, arama sırasında ele geçen kitaplara ve başvurucunun telefon yönlendirmesi yoluyla yaptığı telefon görüşmelerine dikkat çekmiştir. Söz konusu talebe göre; i. Başvurucuya da gösterilen fotoğrafları görünce P.A., fotoğraftaki erkek şahsın başvurucu olduğunu söylemiştir. ii. Başvurucu, örgüt içindeki Zindan Komitesi isimli yapıda bölgeler sorumlusu olarak görev yapan Z.T.ye bağlı şekilde faaliyette bulunmaktadır. Adana Sulh Ceza Hâkimliği, aynı gün yaptığı sorgunun sonunda başvurucunun tutuklanması yönündeki talebi reddetmiş ancak başvurucunun adli kontrol tedbiri kapsamında konutunu terk etmemeye ve yurt dışına çıkamamaya ilişkin yükümlülüklere tabi tutulmasına karar vermiştir. Karara göre suç vasfının değişme ihtimali bulunmaktadır, başvurucu sabit ikametgâh sahibidir, kaçma şüphesini uyandıran olgular yoktur, deliller büyük ölçüde toplamıştır ve delillerin karartılacağına dair şüphe bulunmamaktadır. Bu sebeple tutuklama tedbirine başvurmak ölçüsüz olacaktır. Başsavcılığın anılan karara yönelik itirazı, Adana Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 21/8/2020 tarihinde konutunu terk etmemeye ilişkin yükümlülüğünün kaldırılmasını ya da bir başka yükümlülükle değiştirilmesini talep etmiştir. Bu talep, Adana Sulh Ceza Hâkimliğince soruşturmanın devam ettiği gerekçesiyle 9/9/2020 tarihinde itiraz kanun yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 26/10/2020 tarihinde konutunu terk etmemeye ilişkin yükümlülüğünün kaldırılması veya bir başka yükümlülükle değiştirilmesi için yeni bir talepte bulunmuştur. Adana Sulh Ceza Hâkimliği, soruşturmanın devam ettiği gerekçesiyle 27/11/2020 tarihinde itiraz kanun yolu açık olmak üzere başvurucunun itirazının reddine ve adli kontrol tedbirinin uygulanmasının devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “...[Ş]üpheli Abdulaziz KANDEMİR hakkında Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 17/07/2020 tarih ve 2020/421 Sorgu sayılı kararı ile adli kontrol kararı altına alınmasına yönelik karara karşı şüpheli [müdafii] tarafından 26/10/2020 havale tarihli dilekçe ile itiraz edildiği, itiraz dilekçesi ve ekindeki dosya, Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi gereğince itirazın değerlendirilmesi bakımından Hakimliğimize gönderilmiş olmakla;İtiraz dilekçesi ve ekindeki dosya incelendi.GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:1- Şüpheliye yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, tutuklamadan beklenen amaca adli kontrol tedbirleri ile ulaşılabilecek olması kanaatinin oluşması, kanunda öngörülen cezanın nevi ve miktarı, mevcut delil durumuna göre Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi gereğince adli kontrol altına alınmasına karar verildiği, soruşturmanın henüz tamamlanmamış olması da dikkate alınarak vaki İTİRAZIN REDDİNE, şüpheli hakkında uygulanan ADLİ KONTROL KARARININ DEVAMINA ... [karar verildi.]” Başvurucu, konutunu terk etmemesine ilişkin yükümlülüğün kaldırılmasına veya bir başka yükümlülükle değiştirilmesine ilişkin talebini 30/11/2020 tarihinde müdafii aracılığıyla yinelemiştir. Adana Sulh Ceza Hâkimliği, adli kontrol kararının gerekçelerinde herhangi bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle 28/12/2020 tarihinde itiraz kanun yolu açık olmak üzere başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “...[Ş]üpheli Abdulaziz KANDEMİR hakkında Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 17/07/2020 tarih ve 2020/421 sorgu sayılı dosyasından verilen adli kontrol kararına şüpheli müdafii Av. İlhan ÖNGÖR tarafından 30/11/2020 havale tarihli dilekçe ile adli kontrol tedbirinin kaldırılması talep edilmekle, talep dilekçesi ve ekindeki dosya 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun maddesi gereğince itirazen incelenmek üzere 28/12/2020 tarihinde hakimliğimize gönderilmiş olmakla itiraz dilekçesi ve ekindeki soruşturma dosyası incelendi.GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:1) Soruşturma dosyasının incelenmesinde; Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 17/07/2020 tarih ve 2020/421 sorgu sayılı adli kontrol kararının usul ve yasaya uygun olduğu, kararda düzeltilecek herhangi bir husus bulunmadığı, şüpheli hakkında verilen adli kontrol kararının gerekçelerinde herhangi bir değişiklik olmadığı değerlendirilmekle itiraz eden tarafından yapılan adli kontrol tedbiri kararının kaldırılması talebinin REDDİNE ... [karar verildi.]” 27/11/2020 ve 28/12/2020 tarihli kararları başvurucu müdafii 18/1/2021 tarihinde Elektronik Tebligat Sistemi aracılığıyla öğrenmiştir. Başvurucu 19/1/2021 tarihinde müdafii aracılığıyla anılan karara Adana Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itiraz etmiştir. Yaptığı itirazda başvurucu 26/10/2020 ve 30/11/2020 tarihli talepleri hakkında verilen kararların müdafiine 18/1/2021 tarihinde tebliğ edilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini zira geç haberdar olduğu için sözü edilen kararlara karşı daha evvel itiraz edemediğini, aradan geçen süre dikkate alındığında adli kontrol tedbirinden beklenen faydanın elde edildiğini, soruşturmanın ne zaman biteceğinin belli olmadığını ve taleplerinin reddine dair kararlarda yeterli ve ilgili gerekçe bulunmadığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca tabi tutulduğu yükümlülük nedeniyle konutunu terk edemediği için çalışma hakkının ihlal edildiğini ve adli kontrol kararıyla özel hayatı ile aile hayatına müdahale edildiğini öne sürmüştür. Başvurucunun itirazını inceleyen Adana Sulh Ceza Hâkimliği, adli kontrol kararının gerekçelerinde herhangi bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle 21/1/2021 tarihinde itiraz kanun yolu açık olmak üzere başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “...[Ş]üpheli ABDULAZİZ KANDEMİR hakkında verilen Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 17/07/2020 tarih ve 2020/421 sorgu sayılı adli kontrol kararına şüpheli müdafii Av.İlhan Öngör tarafından 19/01/2021 havale tarihli dilekçe ile itiraz edilmiş olmakla dosya hakimliğimize gönderilmiş olmakla, itiraz dilekçesi ve ekindeki soruşturma dosyası incelendi.GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Tüm soruşturma dosyasının incelenmesinde; Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 17/07/2020 tarih ve 2020/421 sorgu sayılı adli kontrol kararının usul ve yasaya uygun olduğu, düzeltilecek herhangi bir husus bulunmadığı, şüpheli hakkında verilen adli kontrol kararının gerekçelerinde herhangi bir değişiklik olmaması da dikkate alınarak itiraz eden tarafından yapılan adli kontrol kaldırma talebinin reddine karar vermek gerekmiş olup, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/7611 | Başvuru, konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbirinin makul olmayan bir süre boyunca devam ettirilmesi, sözü edilen tedbirin kaldırılması veya değiştirilmesi yönündeki taleplerin geç değerlendirilmesi ve bu talepler hakkında verilen kararların geç bildirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tedbirin bazı olağan sonuçları nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Üçüncü başvurucu Tolga Berk Dönmez, birinci ve ikinci başvurucunun oğludur. İkinci başvurucu Dilek Dönmez doğum sancılarının başlaması üzerine 10/5/2004 tarihinde sabah saatlerinde (saat 00 civarı) Fatih Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, derhâl doğumhaneye alınarak Opr. Dr. B.S.S. tarafından muayene edilmiştir. Muayene sonrası doğumun normal doğum yöntemiyle yapılmasına karar verilmiştir. Doğum, aynı gün öğle saatlerinde (saat 00 civarında) gerçekleşmiştir. Ebe gözetiminde yapılan doğum esnasında doğumun ilerlemediği fark edilmiş ve sağlık personeli tarafından Dr. S.Ç.ye haber verilmiştir. Dr. S.Ç.nin doğuma müdahalesi sonucunda başvurucu Tolga Berk Dönmez 900 g ağırlığında normal yolla dünyaya gelmiştir. Doğumun bitiminde bebeğin doğar doğmaz röntgeni çekilerek kolunda zedelenme olduğu tespit edilmiş, çocuk doktoru tarafından ilk muayenesi yapılmıştır. Ortaya çıkan durum karşısında beklenilerek kolunda iyileşme olmaması hâlinde kontrol edilmesi gerektiği önerilmiştir. Ertesi gün başvurucu Dilek Dönmez taburcu edilmiştir. Taburcu edildikten iki hafta sonra bebek Tolga Berk Dönmez'in sağ kolunun şişmesi üzerine aynı Hastanenin ortopedi servisinde muayene tekrar yapılarak bir kez daha beklenilmesi önerilmiştir. Ancak başvurucular, beklemek istemeyip oğullarını Göztepe Sigorta Hastanesine götürmüş ve bu şekilde başvurucu çocuğun tedavi süreci başlamıştır. En son Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından 23/11/2007 tarihinde yapılan muayene sonucu çocuğun organlarından birinin (kolunun), fonksiyonlarında sürekli kayıp bulunduğu gözlemlenmiştir. Başvurucuların doğuma katılan doktor ve ebeler hakkında taksirle yaralama suçu isnadıyla yaptıkları şikâyet, Gebze Cumhuriyet Başsavcılığının 10/3/2008 tarihli kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararıyla sonuçlanmıştır. ATK tarafından muayene sonucu düzenlenen ve karara dayanak yapılan 30/11/2007 tarihli raporda; -Doğumun normal (vaginal) yolla gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,-Doğum sırasında gerçekleşen omuz takılmasının öngörülemeyeceği ve brakiyel pleksus zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu,-Doğuma katılan doktor ve ebelerin kusurlarının bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir. Raporda ayrıca doğuma katılan doktor ve ebelerin ifadelerine yer verilmiştir. Doktor S.Ç., görevli olmadığı hâlde doğuma çağrıldığını, doğumhaneye gittiğinde bebeğin başının göründüğünü ancak gövdesinin sıkışmış olduğunu, kalp atışlarının bozulduğunu,sezeryan imkânı olmadığından normal yolla doğumun yaptırıldığını ve gereken tüm yöntemlerin uygulandığını beyan etmiştir. Ebe Y., doğum esnasında bebeğin başı göründükten sonra doğumun ilerlememesi nedeniyle beş dakika içinde doktora haber verildiğini ve doktorun müdahale ettiğini ifade etmiştir. Ebe A.U., zor doğum nedeniyle doktora haber verildiğini ancak söz konusu durumu fark ettikten ne kadar süre sonra haber verildiğini hatırlayamadığını belirtmiştir. Ebe S.T., doğumu hatırlamadığını beyan etmiştir. Opr. Dr. S.S., başvurucu Dilek Dönmez'in Hastaneye geldiği esnada muayenesini yaptığını, bebeğin doğum ağırlığını değerlendirdiğini ve iri bebek sınıfına girmediğini, 500 g üstünde bebeklerde bu komplikasyonun gelişmesinin kuvvetle muhtemel, 000- 500 g arasındaki bebeklerde ise olası olarak görüldüğünü, dolayısıyla başvurucunun doğumunun riskli kategoriye girmediğini, doğumhaneyi Dr. S.Ç.ye devrederek Hastaneden ayrıldığını ifade etmiştir. Başvurucular, idarenin ağır hizmet kusuru sonucunda çocuğun sakatlandığını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Kocaeli İdare Mahkemesine (Mahkeme) 12/3/2008 tarihinde tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme, 20/5/2010 tarihinde davanın reddine oy çokluğuyla karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ATK raporuna atıf yapılarak çocuğun doğumda sağ kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Muhalefet şerhinde, ilgililer aleyhine açılan ceza soruşturmasında kusurlarının bulunmamasının idarenin kusurunu ortadan kaldırmayacağına, idarenin hizmetin aksamada ve kesintisiz yürütülmesine dönük araç, gereç ve ekipmanı sağlayıp sağlamadığının tartışmalı olduğu gibi kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca da oluşan zararın tazmininin gerekeceğine yer verilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 10/6/2014 tarihli ilamıyla sadece vekâlet ücreti yönünden bozulmuş, diğer kısımlar yönünden onanmıştır. Başvurucuların, onama kararına karşı karar düzeltme talepleri ise Dairece reddedilmiştir. Nihai karar 30/6/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,..." 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..." 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e ekli tanımların ilgili kısmı şöyledir:"Ebe...b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.c) Doğum sürecini yönetir; travay sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede bulunur.ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar, normalden sapmaları tespit ederek sevk eder. ..."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) maddesi şöyledir:''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır.'' İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerini Sözleşme'nin maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye). AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi sözkonusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13090 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı üzerine uzun süredir elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında rüşvet almak ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan 2/3/2010 tarihinde soruşturma başlatılmış olup bu soruşturma kapsamında başvurucunun evinde yapılan aramada ele geçen 400 TL, 850 avro ve 100 Amerikan dolarına el konulmuştur. Ardından Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 8/7/2011 tarihinde; sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması bulundurulması, özel belgede sahtecilik, basit yaralamaya azmettirme, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kamu kurum veya kuruluşlarının ihalesine fesat karıştırma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından cezalandırılmaları istemiyle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu 30/4/2018 tarihli dilekçesiyle el konulan paraların iadesini istemiştir. İddianame kapsamında isnat edilen suçlardan kovuşturmanın yapıldığı Adana Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) başvurucunun iade isteği 31/5/2018 tarihli oturumda reddedilmiştir. Başvurucu bunun üzerine iade talebinin reddine dair ara kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesince 6/6/2018 tarihinde, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 6/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurudan sonra 27/12/2018 tarihinde de elkoyma tedbirinin kaldırılması talep edilmiş ancak Mahkemece, bu talebin daha önce de reddine karar verilmiş olduğu belirtilerek yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Hamit Alihansoy ve diğerleri, B. No: 2017/35581, 29/9/2020, §§ 19- İlgili uluslararası hukuk için bkz. Şeyhmus Terece [GK], B. No: 2017/26532, 23/7/2020, §§ 27- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18585 | Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı üzerine uzun süredir elkoyma tedbiri uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Muğla Belediye Başkanlığı (İdare) tarafından başvuruculara karşı 18/10/2010 tarihinde Muğla Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) kayıtlarına giren dilekçe ile tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. İdare, devam eden yargılamanın 21/12/2011 tarihli duruşma celsesinde uyuşmazlık konusu yer ile ilgili olarak idare mahkemesinde dava açıldığını, bu mahkemede sorunun çözülebileceğini düşündüklerini bu sebeple açılan davayı atiye bıraktıklarını belirtmiştir. Mahkeme bunun üzerine 21/2/2013 tarihli oturumunda davayı takip etmek isteyen ve aralarında başvurucuların da bulunduğu bir kısım davalıların dava konusu taşınmazların belirlenen değeri üzerinden davaya devam edebilmesi için gerekli harçları verilen kesin süre içerisinde yatırmadıkları gerekçesiyle dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme üç ayı geçen zaman içerisinde harç yatırılarak davanın yenilenmediği gerekçesiyle 4/6/2013 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 27/9/2017 tarihli kararı ile mahkeme kararının hukuka ve usule uygun olduğu gerekçesiyle temyiz isteminin reddine, kararın onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi Dairenin 9/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 2/1/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 31/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan, bu başvuruya konu taşınmazları kapsayan alanda 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca imar uygulaması yapılması talebinin reddine dair İdare işleminin iptali istemiyle başka hissedarlar tarafından 1/8/2011 tarihinde Muğla İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. İdare Mahkemesi bozmaya uyma üzerine verdiği 23/10/2015 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Temyiz ve karar düzeltme başvuruları sonrası anılan karar bu şekilde kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3663 | Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir'in Dikili ilçesine bağlı Çandarlı köyünde bulunan 1 ada 1088 parselde kayıtlı bulunan 500 m² tarla vasfındaki arazinin 250 m²lik bölümünün malikidir. İzmir 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun (Kurul) 10/3/1993 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alan 1/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca derecede doğal sit alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu 29/6/2001 tarihli ve 4076 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca trampa işlemlerinde kullanılmak üzere taşınmazın bedelini gösterir sertifika almak için 16/2/2005 tarihinde Millî Emlak Genel Müdürlüğüne başvurmuştur. Genel Müdürlük, mezkûr başvuruyu talebi öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığına yapılması gerektiği gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu, akabinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne başvurmuş ve taşınmazın trampa programına alınarak uygun herhangi bir Hazine arazisiyle takas edilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük, mezkûr başvuru üzerine cevap yazısında ilgili arazinin takas kapsamına alınabilmesi için gerekli 1/1000 ölçekli imar planının bulunmadığını, söz konusu imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eşgüdümünde bir irdeleme çalışması yapılması gerektiğini, bu irdeleme çalışmasının gerçekleştirilmesinden sonra takas başvurusunun değerlendirmeye alınacağını bildirmiştir. Başvurucu, müteakiben 6/9/2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına 2863 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendi uyarınca taşınmazının kamulaştırılması talebiyle başvurmuştur. İlgili Bakanlık 18/9/2006 tarihli kararı ile mezkûr talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu bu defa kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde mülkiyet hakkının zedelendiğini, mülkiyet hakkının korunabilmesi için sertifika hakkı verilmesi gerekirken verilmediğini, bu durumun Anayasa'ya ve diğer yasalara aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 10/1/2008 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde davalı idare tarafından söz konusu taşınmazın kamulaştırılmasının önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceği belirtilmiştir. Temyiz edilen karar 20/10/2010 tarihinde Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) onanmıştır. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu neticesinde Daire 4/6/2012 tarihli kararı ile karar düzeltme talebini kabul etmiş ve somut olayda başvurucuya ait taşınmazın Kurulun 10/3/1993 tarihli kararı gereği derecede doğal sit alanı olarak ilan edildiği, sit alanı ilan edilmesinden uzun yıllar geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmadığı ve bu nedenle de başvurucunun mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 19/10/2012 tarihli kararıyla bozma gerekçeleri doğrultusunda davayı kabul etmiştir. Bu karar Dairenin 19/6/2015 tarihli kararı ile onanmıştır. Söz konusu nihai karar başvurucuya 29/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu defa da Mahkeme ilamının yerine getirilmesi için 1/11/2016 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvurmuştur. Başvuru üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü 28/11/2016 tarihli cevap yazısında taşınmazın Hazine taşınmazı ile değiştirilebilmesini teminen İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından inceleme ve araştırma yapılarak rapor hazırlanması yönünde karar verildiği belirtilmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ise 28/11/2016 tarihli yazısında; trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceği ifade edilmiştir. Başvurucu 25/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2863 sayılı Kanun'un ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:... Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.... Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkeme davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile beraber hulasasını tapu sicili dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanununun 1010 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmüne tâbidir.Taşınmaz davası üzerine verilen karar ileride davacının aleyhine kesinleşirse mahkeme, derhal bu hükmün hulasasını da tapu sicili dairesine bildirir. " 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez." Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir. Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir. Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir. İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Mülkiyet Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84). AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22). Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale edilmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmekle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38). Adil Yargılanma Hakkı Yönünden AİHM yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin maddesinin birinci paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafın(ın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin birinci paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ile yargılamaların yürütülmesi ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin maddenin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34). Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54). Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115). AİHM, infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak, kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116, 117). AİHM her halükârda, devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16996 | Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmaması sonucu çocuğun çaya düşerek ölmesi olayıyla ilgili sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ayrıca Zara Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) temin edilen soruşturma dosyalarındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mevlut Örücü ve Pempe Örücü 17/3/2011 tarihinde çaya düşerek hayatını kaybeden S.N.Ö.nün anne ve babası, diğer başvurucular ise S.N.Ö.nün kardeşleridir. Devlet Su İşleri (DSİ) Bölge Müdürlüğü tarafından taşkın önleme çalışması amacıyla Sivas'ın Zara ilçe merkezi Küçükdere Taşkın Koruma Tesisi Projesi kapsamında Küçük Zara Deresi'nin iki yanına istinat duvarı yaptırılmıştır. Olay tarihinde beş yaşında olan S.N.Ö. evlerine 50 metre mesafede bulunan çayın yanında oyun oynadığı sırada istinat duvarından çaya düşerek hayatını kaybetmiştir. A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu Pempe Örücü, Yapı Denetim Görevlisi T.G. ve Yüklenici N.Y. Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Olay üzerine Başsavcılık tarafından derhâl soruşturma başlatılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık tarafından olay yerinde inceleme yaptırılmış, S.N.Ö.nün Zara Devlet Hastanesine kaldırılan cesedi üzerinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiş ve kesin ölüm sebebi tespit edilmediğinden cesedin klasik otopsi yapılmak üzere Sivas Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Sivas Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 16/09/2011 tarihli raporun sonuç kısmı şekildedir: "...2011 tarihinde vefat ettiği bildirilen Mevlüt kızı 2006 doğumlu [S.N.Ö] olay yeri keşif tutanağı, yapılan ölü muayene ve otopsi bulguları ile Adli Tıp Kurumu Başkanlığının toksikoloji ve histopatoloji raporlarının tetkiki sonucu elde edilen bulgulara göre; harici muayenede ekimoz, sıyrık ve kurutlu yaralar bulunan, ateşli silah yarası, delici kesici alet yarası, telem izine ait herhangi bir bulgu saptanmayan, genital muayenede travmatik herhangi bir bulgu saptanmayan, toksikolojik analizde iç organlarda ve midede sistematikteki maddeler bulunmayan, kanda etanol ve metanol ile sistematikteki uyutucu ve uyuşturucu maddeler bulunmayan cesette, iç muayene ile histopatolojik tetkikte tespit edilen patolojik bulgular birlikte değerlendirildiğinde şahsın ölümünün asfıksi sonucu meydana gelmiş olabileceği ancak kesin ölüm nedeni hakkında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır." Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı 18/3/2011 tarihli yazı ile İstanbul Adli Tıp Kurumundan, S.N.Ö.den alınan kan ve doku örnekleri üzerinde gerekli toksilojik ve histopatolojik incelemeler yapılarak kesin ölüm sebebi hakkında düzenlenecek raporun Başsavcılığa gönderilmesini istemiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 30/11/2011 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir: "...17/03/2011 tarihinde Habeş Çayı üzerindeki Küçük Zara köprüsü mevkiinde boğulma sonucu ölü olarak bulunduğu bildirilen Mevlüt ve Pempe kızı 01/04/2006 doğumlu [S.N.Ö] hakkında düzenlenen adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde:1-Otopside tarif edilen harici travmatik lezyonların öldürücü nitelikte olmadığı,2-Kimyasal incelemede; kanda, iç organlarda ve midede yapılan toksikolojik analizde aranan maddelerin bulunmadığı,3-Olayın gelişimi, tanık, doktor ifadeleri, olay yeri inceleme, otopsi bulguları ve toksikolojik-histopatolojik inceleme sonuçları hep birlikte değerlendirildiğinde, küçüğün ölümünün suda boğulma sonucu meydana gelmiş olduğu oy birliğiyle mütalaa olunur." Taşkın inşaat tesisinde gerekli önlemleri almayarak olayın meydana gelmesine neden olan kamu görevlilerinin tespiti amacıyla Başsavcılık tarafından araştırma yapılmıştır. Yapılan bu araştırma kapsamında DSİ Bölge Müdürlüğünce Başsavcılığa gönderilen 5/3/2012 tarihli cevap yazısında, Zara ilçe merkezi Yenicami Mahalle Muhtarlığı ve mahalle sakinlerinin 26/4/1993 tarihli dilekçeleri ve Zara Kaymakamlığının 28/4/1993 tarihli yazısı ile Habeş Çayı'nda taşkın meydana geldiği, evlere ve bahçelere zarar verdiği ifade edilerek önlem alınmasının istendiği belirtilmiştir. Bu yazıdan, talep üzerine gerekli inceleme ve değerlendirmelerin yapılarak taşkınların korunmasına ilişkin ön inceleme raporunun hazırlanıp 1/4/1994 tarihinde onaylandığı, bu raporun 3/10/2008 tarihinde revize edildiği, inşaat işinin 3/5/2010 tarihinde N.Y.ye ihale edildiği anlaşılmaktadır. Yine anılan yazıya göre yüklenici firma 4/6/2010 tarihinde inşaata başlamış, plan ve projesine uygun bir şekilde Küçük Zara Köprüsü'nden Habeş Çayı membasına doğru 241 metre çift taraflı kâgir istinat duvarı yaparak 3/8/2010 tarihinde işi tamamlamıştır. Ancak olay tarihi itibarıyla tesisin Zara Belediyesine devri gerçekleşmemiştir. DSİ Bölge Müdürlüğünün 30/5/2012 tarihli yazısında, söz konusu işin yapımı için kurumlarında yapı denetim görevlisi olarak görev yapan T.G.nin görevlendirildiğinin bildirilmesi üzerine Başsavcılık tarafından 12/6/2012 tarihinde anılan kamu görevlisi hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi istenmiştir. Sivas Valiliğinin 1/8/2012 tarihli kararı ile T.G. hakkında soruşturma izni verilmemesi üzerine Başsavcılık 9/8/2012 tarihli yazı ile bu karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Sivas Bölge İdare Mahkemesi ise 13/9/2012 tarihli kararıyla itirazın kabulüne, T.G. hakkında verilen soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başsavcılık, başvurucu Mevlut Örücü'nün müşteki, başvurucu Pempe Örücü'nün müşteki şüpheli ve hakkında soruşturma izni verilen T.G.nin de şüpheli sıfatıyla ifadelerini almış; Pempe Örücü ve T.G. hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan Zara Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi) kamu davası açmıştır. Asliye Ceza Mahkemesinin meydana gelen olayda sorumluluğu bulunanların kusurlarının tespiti için yaptırdığı bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan 12/11/2013 tarihli bilirkişi raporunda, olayda yüklenici N.Y.nin asli kusurlu olduğunun belirtilmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından N.Y hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Başsavcılık N.Y. hakkında yürüttüğü soruşturma neticesinde N.Y.nin taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırması talebiyle Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Asliye Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihli kararıyla başvurucu Pempe Örücü ve T.G. hakkında açılan kamu davası ile N.Y hakkında açılan kamu davasının birleştirilmesine karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi, olayda sorumluluğu bulunanların kusurlarının tespiti için iş güvenliği konusunda uzmanlıkları olan bir makine mühendisi, bir maden mühendisi ve bir inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetinden rapor almıştır. Bilirkişi heyetinin düzenlediği 9/12/2014 tarihli raporda şu tespitlere yer verilmiştir:i. DSİ Bölge Müdürlüğünün yaptırmış olduğu duvar, meskûn mahalde ve üst kısmı toprak seviyesinde olduğundan çocukların çaya düşme riskine karşı yeterli tedbir alınmamış; sadece ikaz levhalarının konulmasıyla yetinilmiştir. ii. İnşa edilen duvarla doğal yapı bozulmuş olup bu durum su kanalı etrafında bulunanlar için tehlike oluşturmaktadır. iii. Oluşan tehlikeli durum nedeniyle kazalara sebebiyet verilmemesi için ikaz ve işaret levhaları ile yetinilmemeli, tel örgüler konulmak suretiyle tedbirler alınmalıdır. Ancak bu tedbirlerin alınmadığı anlaşılmaktadır. iv. İnsanların çaya düşmemeleri için üst kısmı toprak seviyesinde olan duvarın üzerine korkuluk yapılmaması ve yeterli tedbir alınmaması nedeniyle DSİ Bölge Müdürlüğünün asli kusur niteliğinde hizmet kusuru bulunmaktadır. v. Beş yaşındaki çocuğunu gereği gibi koruyup kollamaması nedeniyle başvurucu Pempe Örücü tali kusurludur. vi. Sanıklar T.G. ve N.Y.nin ise herhangi bir şahsi kusuru bulunmamaktadır. vii. Olayda bilinçli taksir düzeyinde bir kusur yoktur. Anılan bilirkişi raporundaki tespitleri hüküm verme açısından yeterli bulan Asliye Ceza Mahkemesi 29/1/2015 tarihli kararıyla; i. T.G. ve N.Y.nin atılı suçun işlenmesinde kusuru bulunmaması nedeniyle ayrı ayrı beraatlerine, ii. Olayda hayatını kaybeden S.N.Ö.nün başvurucu Pempe Örücü'nün kızı olması, dolayısıyla taksirle hareket sonucu neden olunan neticenin münhasıran kişinin kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması nedeniyle adı geçen hakkında ceza verilmesine yer olmadığına,iii. 9/12/2014 tarihli bilirkişi raporunda yapılan tespitler doğrultusunda DSİ yetkililerinin kusurlarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi için Başsavcılığa suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmemesi nedeniyle 9/3/2015 tarihinde kesinleşmiştir. DSİ Bölge Müdürü A.R. Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Asliye Ceza Mahkemesinin DSİ Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında Başsavcılığa yaptığı suç duyurusunun ardından soruşturma başlatan Başsavcılık, DSİ Bölge Müdürlüğünden olayın meydana geldiği yerde güvenlik tedbirlerini almakla görevli personelin bildirilmesini istemiştir. Ancak DSİ Bölge Müdürlüğü Başsavcılığa gönderdiği cevap yazısında; meskûn mahalden geçen ırmak ve derelerde güvenlik tedbiri alma yetki ve sorumluluklarının bulunmadığını, DSİ tarafından inşa edilmiş olsalar bile imara açılmış, çevresinde konut yapılmış tesislerde tedbir alma görevinin yerel yönetimlere ait olması nedeniyle ihmalî davranışı olan personelin bulunmadığını belirtmiştir. Başsavcılık, olayın meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan kişilerin tespiti için bir hukukçu, bir makine yüksek mühendisi ve bir inşaat mühendisinden oluşan heyete bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti 10/8/2015 tarihli raporunda, mevzuat hükümlerinde yer alan işlerle ilgili bir görevlendirme yapılmaması nedeniyle olayın, kurum organizasyonunu üstlenen ve kazanın olduğu tarihte görevde bulunan DSİ Bölge müdürünün sorumluluğunda gerçekleştiğini belirtmiştir. Bunun üzerine Başsavcılık, Sivas Valiliğinden olay tarihinde DSİ Bölge müdürü olarak görev yapan A.R. hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talebinde bulmuştur. Sivas Valiliği 22/1/2016 tarihinde "müessif olayın taşkın koruma projesi işine ait sözleşmede belirtilen teminat süresi içerisinde meydana geldiği, tesisisin kesin kabulünün henüz yapılamadığı ve devir protokolünün ise kesin kabul yapılmadığı için imzalanamadığından adı geçen hakkında ileri sürülen iddialarla ilgili soruşturma açılmasını gerektirecek somut delil elde edilemediği" şeklindeki gerekçeyle soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Ekinde yer alan bilgi ve belgelere göre anılan kararın uygunluk arz ettiği ve yapılan ön incelemenin eksik husus içermediği gerekçesiyle Başsavcılık tarafından karara itiraz edilmemiştir. Başvurucular Sivas Valiliğinin 22/1/2016 tarihli kararına itiraz etmiş ve itirazı inceleyen Sivas Bölge İdare Mahkemesi 21/4/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucular itirazın reddine ilişkin bu kararın 6/5/2016 tarihinde tebliğ edildiğini beyan ederek 6/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Olayla İlgili Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular, idarenin gerekli tedbirleri almadığını ve meydana gelen olayda hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek DSİ Genel Müdürlüğü aleyhine Sivas İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmışlardır. İdare Mahkemesi, Asliye Ceza Mahkemesi tarafından hazırlatılan 9/12/2014 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlerden hareketle idare tarafından Habeş Çayı için yapılan duvarın bölgede yaşayanlar için yeterli korunağa sahip olmadığı, bölge yakınında yerleşim yerleri olduğu da düşünüldüğünde çay etrafına konulan ikaz levhalarının bölgeyi güvenli hâle getirmediği, bu bölgeye fiziki engellerin de yapılması gerektiğini belirtmiş ve anılan eksiklikler nedeniyle olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varmıştır. Olayda hizmet kusuru bulunduğu tespitini yapan İdare Mahkemesi başvurucuların ölüm olayı nedeniyle uğradıkları maddi zararın sorumluların kusurları oranında belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 18/5/2016 tarihli bilirkişi raporunda; anne Pempe Örücü'nün 636,12 TL, baba Mevlut Örücü için ise 772,86 TL destekten yoksun kaldığı, annenin tali kusur oranının Mahkemenin takdirine bırakıldığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi bilirkişi raporuna yapılan itirazları reddetmiştir. İdare Mahkemesi 2/2/2017 tarihli kararıyla; i. Meydana gelen olayda %70 asli kusuru bulunan idare tarafından anne başvurucu Pempe Örücü için 745,29 TL, baba başvurucu Mevlut Örücü için 041 TL destekten yoksun kalma tazminatı ödenmesine, ii. Olayın gelişimi ve kusur durumları dikkate alınarak anne başvurucu Pempe Örücü için 000 TL, baba başvurucu Mevlut Örücü için 000 TL, kardeşlerden başvurucu Melek Örücü için 000 TL ve kardeşlerden başvurucu Muhammed Serdal Örücü için de 000 TL manevi tazminat ödenmesine,iii. Kardeşlerden başvurucu Çağrı Can Örücü'nün olayın meydana gelmesinden sonra doğması nedeniyle Çağrı Can Örücü yönünden manevi tazminata hükmedilmemesine ve fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı davalı ve davacılar tarafından istinaf yoluna başvurulmuş, istinaf incelemesini yapan Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi bilirkişilerden davalı idarenin ve davacı annenin kusur oranlarını belirleyen ek rapor istenilmesine karar vermiştir. 6/12/2017 tarihli ek bilirkişi raporunda, olayın meydana gelmesinde davalı idarenin %75 oranında, davacı annenin ise %25 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Alınan ek bilirkişi raporu doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yapan Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 25/1/2018 tarihli kararıyla; i. Davalı idare tarafından anne başvurucu Pempe Örücü için 227,09 TL ve baba başvurucu Mevlut Örücü için 829,64 TL destekten yoksun kalma tazminatı ödenmesine, ii. İdare Mahkemesi kararının manevi tazminata ilişkin kısmının onanmasına, diğer istinaf taleplerinin reddine karar vermiştir. Anılan karar davalı idare ve davacı başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi henüz tamamlanmamıştır. A. Ulusal Hukuk 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir. Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur." 4483 sayılı Kanun'un"İtiraz"kenarbaşlıklımaddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir......verilen kararlar kesindir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devlete pozitif yükümlülük yüklediği de belirtilmektedir (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı pozitif yükümlülük kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). AİHM'e göre kasten gerçekleştirilen ölümlerde etkili bir cezai soruşturma yürütme zorunluluğu bulunmakla birlikte ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşama hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara tek başına ya da bir ceza soruşturmasıyla birlikte hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73; Ercan Bozkurt/Türkiye, B. No: 20620/10, 23/6/2015, § 59). AİHM; yaşama hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmeyen olaylarda kullanılabilecek birden fazla başvuru yolu bulunup da başvurucuların bu yolların tamamını kullandıkları durumlarda etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirilebilmesi için söz konusu yolların tamamının etkili yürütülmesi gerekmediğini, bu nedenle incelemesinin sadece devletin bu yollardan herhangi biriyle etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini denetlemekten ibaret olacağını belirtmiştir(Anna Todorova/Bulgaristan, § 74). Bununla birlikte AİHM'e göre ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu görevlilerinin bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, başka bir ifadeyle olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadıkları durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşam hakkının ihlaline neden olabilir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 93; Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 11673/02, 15343/.., 20/3/2008, § 140). Ancak AİHM'e göre, yaşam hakkının kasıtlı bir şekilde ihlal edilmediği hâllerde ve ihmal boyutunun hatalı bir kararın ya da dikkatsizliğin ötesine geçtiği istisnai durumlar dışında Sözleşme’nin maddesi, bu gibi yasal çözümleri gerektirmemektedir. Devlet, ilgili bireylerin her türlü sorumluluğunun tespitinin ve tazminat gibi uygun kanuni bir telafinin sağlanması yoluyla mağdurlara tek başına ya da bir ceza kanunu yolu ile bağlantılı olarak bir medeni kanun yolu sağlayarak da yükümlülüğünü yerine getirebilir (Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya (k.k.), B. No: 76973/01, 28/11/2006; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10789 | Başvuru, kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmaması sonucu çocuğun çaya düşerek ölmesi olayıyla ilgili sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, geri gönderme merkezinde tutma nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesi uyarınca tedbiren tutuldukları geri gönderme merkezlerinden salıverilmelerini talep etmişlerdir. Komisyonlarca, yaşamlarının ya da maddi veya manevi bütünlüklerinin ciddi bir tehlike altında olduğunun anlaşılamadığı değerlendirilerek başvurucuların tedbir talepleri incelenmek üzere Bölüme gönderilmemiştir. Konusunun aynı olması nedeniyle 2017/35404 numaralı dosyanın 2016/23153 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi uyarınca ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucular idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular tutuldukları geri gönderme merkezlerinden yetkili sulh ceza hâkimliğince veya idare tarafından farklı tarihlerde resen salıverilmiştir. Başvurular otuz günlük yasal başvuru süresi içinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/23153 | Başvuru, geri gönderme merkezinde tutma nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen el koyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 19/2/2016 tarihli ve 2015/11311 Soruşturma sayılı yazısının incelenmesi neticesinde 13/8/2015 tarihinde Savcılığa yapılan ihbar sonrasında ismi belirtilmeyen şüphelilerin ikametinde arama yapıldığı, arama neticesinde çok sayıda senet, belge, doküman ve dijital materyallerin ele geçirildiği anlaşılmıştır. Ayrıca ele geçirilen 241 senedin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) birçok yurdunda barınmış öğrencilere ait olduğunun anlaşılması üzerine öğrencilerin ifadesi alınmıştır. Anılan FETÖ/PDY soruşturması kapsamında başvurucu şirketin de aralarında olduğu bazı şirketlerin yönetici ve ortaklarının FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda hareket ettikleri gerekçesiyle bu şirketlerin kişilere devredilmesi ve satılmasının önlenmesi amacıyla şirketlerin mal varlığına 19/2/2016 tarihinde Savcılıkça el konulmuştur. Kararın gerekçesinde 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca gecikmesinde sakınca bulunduğu belirtilerek şirketin kayıtlarına şerh düşülmesi ve menkul gayrimenkul malvarlıklarına el konulmasına karar verildiği açıklanmıştır. 19/2/2016 tarihinde Erzurum Sulh Ceza Hakimliğinden (Hâkimlik) Savcılığın elkoyma kararının onaylanması talep edilmiştir. Hâkimlikçe aynı gün el koymanın onaylanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 5549 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak, şirketlerin FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucunun 29/2/2016 tarihinde elkoyma kararına yaptığı itiraz Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/3/2016 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinde usul ve yasaya aykırı bir durum görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Anılan soruşturma kapsamında Savcılıkça 11/5/2016 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucu Şirkete kayyum atanması talebinde bulunulmuştur. Hâkimlikçe 16/5/2016 tarihinde FETÖ/PDY kapsamındaki faaliyetleri nedeniyle başvurucu Şirkete yönetim organının tüm yetkilerini kullanmak üzere kayyum atanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...1-Ufuk Nil Özel Eğ.Ve Yurt İşletmeciliği İnşaat Taah. Gıda Tur. Paz.Tic.San. A.Ş.2-Aziziye İnş. Taah.Özel Eğ. Tr. Tek.Gd. Bas.Yay. Dağ.Paz. Tic. ve Sanayi Aş.3-Halib Özel Eğitim Yurt İşletmeciliği Ticaret Pazarlama Sanayi A.Ş.4-Akif Eğitim Yayın Ve Ticaret Ltd. Şti yöneticisi ve ortaklarının örgüt mensupları arasında olduğu ve bu örgüt amaları doğrultusunda faaliyette bulundukları değerlendirilmiş, şirketlerin bir kısım tanık beyanları, belgelere göre birbirleri ile irtibatlı olduğu, KUDAKA ve SODES üzerinden hileli yollarla veya şartları oluşmadığı halde devlet hibesi aldıkları, bu şekilde kamunun zarara uğratıldığı, özellikle SODES projesinde maddi yoksulluk, okul eksik, eğitim kalitesizliği veya bilinçsizlik sebebiyle okula gönderilmek yerine erken yaşta evlendirilmeye çalışılan bireylere yönelik oluşturulan 'kızlarımıza yarınlar verelim' projesinde ücretsiz hizmet alması gereken öğrencilerin bu imkandan yararlandırılmadığı, aksine halen üniversitede okuyan öğrencilerden yine yurt ücreti bedeli karşılığı senetler alındığı, yurtta barındırıldığı, hem devletten teşvik alınıp hem de öğrencilerden barınma ücreti alındığı, bir kısım pansiyon ve yurtların Milli Eğitim Müdürlüğü ve Belediyelerden gelen müzekkere cevaplarına göre kayıtlarının bulunmadığı, şirket yetkili veya yurt kurucularının öğrenciler tarafından abi - abla olarak bilindikleri ve hitap edildiği, yurt hiyerarşik düzeni içerisinde kat, oda ve yurt abi-ablası şeklinde yapılanma olduğu, FETÖ/PDY örgüt faaliyetleri kapsamında yurt yönetiminde bu hiyerarşi içerisinde faaliyette bulunulup özellikle barınan bir kısım tanık olarak ifadesi alınan öğrencilerin beyanlarına göre örgüt lideri Fetulah Gülen'e ait kitapların okutulup CD'lerin izlettirildiği, bu amaçla yurtlarda sık sık toplantılar yapıldığı, bu faaliyetlerin amacının örgüte eleman temin edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Yurtta ücret mukabili kalan bir kısım öğrenci ve veli beyanlarına göre örgüte finans sağlamaya yönelik düzenlenen senetlerin tahsilinde taviz verilmediği, yurtlara verilen yardımların öğrencilere de ulaştırılmadığı, yine örgüt amacı doğrultusunda yayın yapan Zaman Gazetesi ve Sızıntı Dergisine aboneliklerin ikna süreciyle yönlendirme ve zorlamalarda bulunulduğu, öğrenciler tarafından kurban derisi toplanmasına yönelik yönlendirme ve zorlamaların yapıldığı, örgütün finans kaynaklarından olan esnaf toplantılarının yurtlarda düzenlendiği, yurt faaliyetlerinin örgüt liderinin yönlendirmesi ile gerçekleştirildiği, bahsi geçen şirketlerin yetkili ve ortağı oldukları, yurt yönetiminde bulunanlarında FETÖ/PDY terör örgütü üyesi olduklarından bahisle başlatılan soruşturmada CMK'nın 133/4-a8 maddesinde yer alan suçun bu şirket faaliyetleri çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını gösteren ele geçen senetler, tanık beyanları, belgelerin var olduğu maddi gerçeğin ortaya çıkartılabilmesi için gerekli görülmekle hakimliğimizce söz konusu şirketlere kayyım atanması yönünde kanaat oluşmuştur. Kayyım görevi yönünden dosya kapsamına göre yapılan değerlendirmede FETÖ/PDY terör örgütü faaliyetlerine katılan anılan şirketlere yönetim yetkilerinin tümünün delillerin toplanması ve maddi gerçeğin ortaya çıkartılması yönünde zaruri olduğu, bu nedenle hakimliğimizce anılan şirketlere yönetim organının yetkilerinin tümüyle kayyım tayini zorunlu görülmüştür..." Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Müteaddit defa uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ekinde yer alan listelerdeki özel sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıf ve dernekler ile bunların iktisadi işletmeleri, vakıf yükseköğretim kurumları, sendika, federasyon ve konfederasyonlar kapatılmıştır. Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin olarak 667 sayılı KHK ekinde yer alan ve başvurucu Şirketin sahibi olduğu özel okulların kapatıldığı anlaşılmıştır. Bu kapsamda 12/11/2016 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi'nde 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince başvurucu Şirketin 17/8/2016 tarihinde resen terkin edildiği görülmüştür. 670 sayılı KHK'nın "Devir işlemlerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir." Bireysel başvuru anında tüzel kişiliği haiz olan ancak bireysel başvurunun incelenmesi aşamasında tüzel kişiliğini yitiren ticaret şirketler hakkında yapılan değerlendirmelerde kullanılan ulusal hukuk kaynakları için ayrıca bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş., B. No: 2013/5016, 12/6/2018, §§ 8- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6771 | Başvuru, ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen el koyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 8/12/2017 tarihinde öğrendikten sonra 3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2800 | Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sosyal medyada yer alan bir paylaşımın ölümle tehdit içerdiği iddiasıyla yapılan suç duyurusu üzerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının; kararın suç duyurusunda bulunan kişinin siyasi aidiyeti yüzünden verilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul'da bulunan bir vakıf üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapanProf. Dr. A.A.Ş. 10/8/2015 tarihinde bir sosyal paylaşım sitesinde "Bu iş böyle olmaz. Her şehidimize karşılık bir HDP milletvekili indirilmeli." şeklinde bir paylaşımda bulunmuştur. Bu paylaşım üzerine üniversite yönetimince hakkında soruşturma açılan Prof. Dr. A.A.Ş. soruşturma sonuçlanıncaya kadar görevden uzaklaştırılmıştır. Bir başka üniversitede görev yapan Yrd. Doç. Dr. F.Ö. ise kendisine ait sosyal medya hesabından "... Üniversitesinin pkk aşkı. Sonuna [kadar] destekliyorum hocamızı. Her şehit için bir HDP milletvekili indireceksin bak kalıyor mu terör." şeklinde paylaşımda bulunmuştur. F.Ö. bir süre sonra söz konusu sosyal medya hesabını kapatmıştır. Yaptığı paylaşım nedeniyle fakülte dekanlığı tarafından hakkında inceleme başlatılan F.Ö. indirme sözcüğü ile milletvekilliğini düşürme hususunu kastettiğinisavunmuştur. Yapılan inceleme neticesinde F.Ö., sosyal medya paylaşımlarında daha dikkatli olması konusunda uyarılmıştır. Başvurucu 14/9/2015 tarihinde vekili aracılığıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu dilekçesinde öz itibarıyla F.Ö.nün paylaşımındaki "indirmek" kelimesini öldürmek anlamında kullandığını, anılan paylaşımın açık bir cinayet ve katliam çağrısı olduğu gibi şiddete, kin ve düşmanlığa tahrik niteliğinde de olduğunu ve kendisi ile diğer milletvekillerini hedef gösterdiğini iddia ederek F.Ö.nün suç işlemeye tahrik, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit ve siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi suçlarından cezalandırılmasını istemiştir. Ayrıca başvurucu anılan dilekçesinde, bir öğretim üyesi olmasının F.Ö.nün paylaşımının etkisini artırdığını, paylaşımın şiddet ve saldırı için uygun bir ortamda yapıldığını öne sürmüştür. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı paylaşımın Çanakkale'de yapıldığı gerekçesiyle yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) göndermiştir. Savcılık 27/10/2015 tarihinde F.Ö.nün şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. F.Ö. ifadesinde, asıl paylaşımı yapan A.A.Ş.nin "indirmek" sözcüğünü görevden men etme, görevden alma anlamında kullandığını açıkladığını, kendisinin de "indirmek" kelimesini aynı anlamda kullandığını beyan etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda şüpheliye isnat edilen suçların maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı, kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı kanaatine varan Savcılık 24/11/2015 tarihinde şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"......[Şüpheli] yazılı savunmasında da sosyal medyada yaptığı bu yorumun kastını aşan bir şekilde haberleştirilmesinden son derece üzüntü duyduğunu ve yanlış anlamalara sebep olmamak adına yorumunu kaldırdığını ve sosyal medya hesabını da kapattığını söyleyerek suçlamaları reddetmiş, Prof.Dr.[A.A.Ş.] hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın haberleştirilmiş internet çıktısını da delil olarak sunmuştur.Aslında anlamı 'aşağı getirmek, görevden almak,' olan indirmek kelimesinin toplumun bir kesimi tarafından 'öldürmek' şeklinde algılanması mümkün ise de öğretim görevlisi olan şüphelinin kendi f... hesabından yaptığı paylaşımın ulaştığı kişi sayısının bu yazıyı okuyan internet kullanıcıları ile sınırlı oluşu itibariyle toplumun büyük bir kesimini etkileme imkanı bulunmadığından ulusal güvenlik ve kamu düzeni bakımından açık ve yakın tehlike oluşturacak boyuta ulaşmadığı, başkasının yazmış olduğu sözlerin desteklendiği bir paylaşım olduğu ve herhangi bir kişi ya da topluluğu harekete geçirerek, etki altına almayı hedefleyen tarzda (öldürün, vurun gibi) bulunmadığı,konumu itibariyle halk üzerinde böyle bir etkisinin de olmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde TCK.nun maddesindeki siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi, TCK.nun maddesindeki halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, TCK.nun maddesindeki suç işlemeye alenen tahrik ve TCK.nun maddesindeki halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçlarının maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı, bu tespitler haricinde yüklenen suçları işlediğine dair kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığıanlaşıldığından,Şüpheli hakkında......KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,...[K]arar verildi." Başvurucu, açık şiddet mesajının görmezden gelindiğini iddia ederek söz konusu karara itiraz etmiştir. Çanakkale Sulh Ceza Hâkimliği 23/12/2015 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Anılan karar 5/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ve 4/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından alenen tehditte bulunan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Suç işlemeye tahrik" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Baskın Oran, B. No: 2014/4645, 18/4/2018, §§ 37, 39- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2216 | Başvuru, sosyal medyada yer alan bir paylaşımın ölümle tehdit içerdiği iddiasıyla yapılan suç duyurusu üzerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının; kararın suç duyurusunda bulunan kişinin siyasi aidiyeti yüzünden verilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, İlçe Seçim Kurulu Başkanının kararı sonucunda oda seçimlerine katılamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mersin Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odasının (SMMMO) üyesidir. Başvurucu, SMMMO’nun organlarının belirlenmesi için 12/5/2013 tarihinde yapılan oda seçimlerine Meslekte Birlik Gurubunun başkanı sıfatıyla katılmak istemiştir. Başvurucunun başkanı olduğu gurup adına verdiği aday listesi Divan Başkanlığı tarafından, tüm adayların ayrı ayrı dilekçe vermesi gerektiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu eksikliği gidererek listeyi tekrar Divan Başkanlığına vermek istemiş, ancak Divan Başkanlığı verilen süre içerisinde eksiklik giderilmediği gerekçesiyle aday listesini kabul etmemiştir. Başvurucu, Divan Başkanlığının bu kararına yaptığı itiraz Oda Genel Kurulunda oylanmış ve reddedilmiştir. Başvurucunun, oda seçiminin iptali için yaptığı itiraz başvurusu Akdeniz İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 14/5/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı ret gerekçesini Yeminli Mali Müşavirler Odası Yönetmeliği’nin oda organlarının seçim esaslarına ilişkin maddesinin Ek fıkrasında “Guruplardan aday olacak kişilerin adaylığa ilişkin dilekçeleri gurup listesine eklenerek divana verilir” hükmüne dayandırmıştır. İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı kararını kesin olarak vermiştir. Başvurucu Akdeniz İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş; Başkanlık, 17/5/2013 tarihli kararında, Başkanlığa ibraz edilen ve 11/5/2013 tarihli Genel Kurula sunulduğu anlaşılan ve içeriğinde “genel kurulun maddesine şerh koyuyoruz” ibaresi bulunan dilekçenin hangi amaçla verildiğinin dilekçeden anlaşılmadığı; divan kararlarının iptalinin “birlik yahut mahkeme kararları ile mümkün olduğu” gerekçesiyle karar düzelme talebinin reddine karar vermiştir. B. İlgili Hukuk 1/6/1989 tarih ve 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu’nun “Oda ve birlik organlarının seçim esasları” başlıklı maddesinin , , , , , ve fıkraları şöyledir: “Odaların ve birliğin organ seçimleri gizli oyla yapılır ve seçim işlemleri aşağıdaki esaslara göre yargı gözetimi altında gerçekleştirilir.…Hâkim, kamu görevlileri veya aday olmayan üyeler arasından bir başkan ile iki üyeden oluşan bir seçim sandık kurulu tayin eder. Aynı şekilde ayrıca üç yedek üye de belirler. Seçim sandık kurulu başkanının yokluğunda kurula en yaşlı üye başkanlık eder.Seçim sandık kurulu, seçimlerin kanunun öngördüğü esaslara göre yürütülmesi, yönetimi ve oyların tasnifi ile görevli olup bu görevleri seçim ve tasnif işleri bitinceye kadar aralıksız olarak devam eder.…Seçimlerde, üyeler bağımsız aday olabilecekleri gibi, aralarında oluşturacakları grupların listelerinden de aday olabilirler. Kurul üyelikleri ve Birlik Genel Kurul temsilcilikleri için ayrı oy pusulaları oluşturulur. Oy pusulalarında, grup listelerinden aday olanlar ilgili grup ismi altında, bağımsız adaylar ise ayrıca listelenir. Oy pusulaları, hangi kurul üyeliği için hangi grup ya da bağımsız adaya oy verileceğini gösterecek şekilde hazırlanır, grup isimlerinin ve bağımsız adayların adları yanına işaret konacak kare şeklinde kutulara yer verilmek suretiyle çoğaltılır, ilçe seçim kurulu mührü ile mühürlendikten sonra kullanılır. Oylar pusulada yer alan grup ya da bağımsız adayların ismi yanındaki kutu işaretlenmek suretiyle kullanılır. Oy verme işlemi, gizli oy açık tasnif esaslarına göre yapılır. Üye listesinde adı yazılı bulunmayan meslek mensubu oy kullanamaz. Oylar, oy verenin kimliğini resmi kuruluşlarca verilen belgeyle ispat etmesinden ve listedeki isminin karşısındaki yeri imzalamasından sonra kullanılır. Oylar, üzerinde ilçe seçim kurulu mührü bulunan ve oy verme sırasında sandık kurulu başkanı tarafından verilecek zarflara konulmak suretiyle kullanılır. Mühürsüz oy pusulası ve zarfla kullanılan oylar geçersiz sayılır. … Seçim süresinin sonunda seçim sonuçları tutanakla tespit edilip seçim sandık kurulu başkan ve üyeleri tarafından imzalanır. Birden fazla sandık bulunması halinde tutanaklar, hâkim tarafından birleştirilir. Tutanakların birer örneği seçim yerinde asılmak suretiyle geçici seçim sonuçları ilan edilir. Kullanılan oylar ve diğer belgeler tutanağın bir örneği ile birlikte üç ay süreyle saklanmak üzere ilçe seçim kurulu başkanlığına tevdi edilir.Seçimin devamı sırasında yapılan işlemler ile tutanakların düzenlenmesinden itibaren iki gün içinde seçim sonuçlarına yapılacak itirazlar, hâkim tarafından aynı gün incelenir ve kesin olarak karara bağlanır. İtiraz süresinin geçmesi ve itirazların karara bağlanmasından hemen sonra hakim yukarıdaki hükümlere göre kesin sonuçları ilan eder ve ilgili oda ile birliğe bildirir.… Hâkim, seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde bir usulsüzlük veya kanuna aykırı uygulama sebebiyle seçimlerin iptaline karar verdiği takdirde, süresi bir aydan az ve iki aydan fazla olmamak üzere seçimin yenileneceği pazar gününü tespit ederek oda ve birliğe bildirir. Belirlenen günde yalnız seçim yapılır ve seçim işlemleri bu madde ile kanunun öngördüğü diğer hükümlere uygun olarak yürütülür. …” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3912 | Başvurucu, İlçe Seçim Kurulu Başkanının kararı sonucunda oda seçimlerine katılamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, gerçekleşen bir depremde, idarenin imar ve iskan uygulamaları ile bina kontrol ve denetimlerine ilişkin gereken önlemleri almaması sonucu bir binanın yıkılıp enkazı altında kalan bir kişinin yaşamını yitirmesi ile ölüme ilişkin yeterli giderim sağlanmaması nedenleriyle yaşam hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Mesut Naci Topkara'nın eşi, Mutlu Topkara'nın annesi olan H.T., Düzce'nin Kültür Mahallesi sınırları dâhilinde bulunan konutunun 12/11/1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkılması sonucu enkaz altında kalarak hayatını kaybetmiştir. Başvurucular, deprem nedeniyle konutun yıkılmasında; imar planlarını yapmak, yapılaşma şartlarını belirlemek, iskân ruhsatı düzenlemek, yapıların imara ve yapı projesine uygun yapılmasını denetlemekle görevli olan Düzce Belediyesi (Belediye) ile Düzce Valiliğinin (Valilik) planlama, denetleme ve kontrol vazifesini gereği gibi yerine getirmediklerini ve bu nedenle hizmet kusurları bulunduğunu ileri sürerek anılan kurumlara 14/9/2000 ve 19/9/2000 tarihlerinde tazminat ödenmesi istemiyle idari başvuruda bulunmuştur. Başvurucular söz konusu taleplerin reddi üzerine 9/11/2000 tarihinde, Sakarya İdare Mahkemesi nezdinde 000 TL tutarındaki kısmı destekten yoksun kalma tazminatı olmak üzere toplam 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talepli tam yargı davası açmıştır. Dava, süre aşımı yönünden reddedilmiştir. 30/10/2002 tarihli ret kararında öncelikle hizmet kusurunun planlama ve izin verme işlemlerine dayandırıldığı, bu nedenle davanın işlemden kaynaklanan tazminat davası olduğu yönünde belirleme yapılmıştır. Bu bağlamda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucuların planlama ve izin işlemlerine ilişkin zararların ortaya çıktığı deprem tarihinden itibaren 60 gün içinde idareye başvurarak ya da doğrudan tazminat davası açmaları gerektiği ancak söz konusu sürelerin geçirilmesinden sonra yapılan başvuru üzerine açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Süre ret hükmü Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 2/12/2005 tarihli kararla bozulmuştur. Daire bozma gerekçesinde; davanın denetim ve kontrol görevlerinin gereği gibi yerine getirilmemesinden, dolayısıyla eylemsizlikten kaynaklanan tazminat davası niteliğinde olduğunu vurgulayarak 2577 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca davanın süresinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bozma kararına uyan Sakarya İdare Mahkemesi (Mahkeme) davanın esasına geçerek davalı kurumların hizmet kusuru bulunup bulunmadığını, varsa ne oranda olduğunun tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti inşaat ve jeoloji mühendisliği ile şehir bölge planlama bölümlerinden profesör ve doçent titrine sahip öğretim üyelerinden teşekkül ettirilmiştir. Bilirkişi heyetinin düzenlediği raporda; yapının inşa edildiği yerde taban kayası veya taban formasyonu üzerindeki zemin kalınlığının Belediye tarafından kontrol edilmediği, yörenin zemini için mikro bölgelendirme çalışması yapılmadığı, afete uğrayabilecek bölgelerin tespit ve ilan edilmediği, kat adetlerindeki kısıtlamaların belirlenmediği hususlarına yer verilerek ve yapı ruhsatı ile yapı kullanma izin belgesinin Belediye tarafından düzenlendiği vurgulanarak Belediyenin kusur oranının tam olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu Mutlu Topkara'nın destekten yoksun kalması nedeniyle uğradığı zararın tespiti için de bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Mahkeme 18/9/2008 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul kısmen reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Doktrinde idarenin hukuki sorumluluğu, kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında doğan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda, idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ise, ortada bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle, zararla idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Daha açık bir anlatımla, idarenin işlem veya eylemi zararın gerçek nedenini oluşturmalıdır. Bu genel şartların dışında, idarenin tazminat ödemekle yükümlü tutulabilmesi için idari faaliyetin hukuki yönüyle de tazmine yol açacak nitelikte olması gereklidir. Kısaca, ilgililerin zarara uğramasına neden olan idari işlem veya eylem ya bir hizmet kusuru oluşturmalı ya da kusursuz sorumluluk esasının uygulanmasına elverişli olmalıdır. İdare hukuku ilkelerine göre, bir olayda idarenin hizmet kusurunun varlığından sözedilebilmesi için, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinde kuruluş, işleyiş ya da personel açısından gereken emir ve talimatların verilmemesi, denetimin yetersiz olması, hizmete tahsis edilen araç ve gereçlerin, hizmet gereklerine uygun veya yeterli olmaması, gereken önlemlerin alınmaması veya geç ya da yetersiz alınması gibi nedenlerle bir aksaklık, bozukluk, düzensizlik, eksiklik veya sakatlık meydana gelmiş ve oluştuğu ileri sürülen zararında, bundan kaynaklanmış olması gereklidir. Uğranıldığı ileri sürülen zarar; deprem sonucunda oluştuğundan, öncelikle deprem olayıyla bağlantılı olarak mücbir sebep kavramının irdelenmesi gerekmektedir. Mücbir sebep, kusursuzluk, öngörülemezlik, karşı konulamazlık ve gerçeklik olarak ifade edilebilir. Önemli olan husus, zararın, idari faaliyet dışında meydana gelip gelmediğinin tespitidir. Mücbir sebebin ayırt edici unsurlarından olan öngörülemezlik, önlenemezlik ve dışsallık (failin dışında gelişme) boyutunun deprem olayında da irdelenmesi gerekir. Ülkemiz, jeolojik ve topografik yapısı nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında gelmektedir. Bu sebeple afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelikler, talimat ve eğitim yoluyla uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını hazırlamak ve geliştirmek, depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmak Devletin yetki, görev ve sorumlulukları arasındadır. Öngörülemezlik ölçütü yer ve zaman olarak öngörmenin mümkün olmadığı ve fakat önlenemezlik ölçütü bakımından tedbirli ve öngörülü bir idareden beklenen özeni göstermesi sonucunda öngörülemeyen doğal olayın yaratacağı zarardan kısmen veya tamamen kaçınma olanağının mümkün olduğu durumlarda, bu zarardan kaçınmak için idarenin gerekeni yapmaması durumunda hizmet kusurundan sorumlu olmasını zorunlu kılacaktır. ... ...1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların meydana gelmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılması, kusurlu ise davalı idarelerin kusur oranlarının belirlenmesi, deprem nedeniyle söz konusu konutta oluşan zararın deprem tarihi itibariyle tespit edilmesi gerekmektedir. ... ...bilirkişi raporunda yer alan tespit ve değerlendirmeler göz önüne alındığında bu itiraz yerinde görülmemiş, bilirkişi raporu Mahkememizce hükme esas alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur. Bu itibarla dosyadaki bilgi ve belgelerle bilirkişi raporunda getirilen görüşün birlikte değerlendirilmesinden; 3194 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmeliklere göre yapılacak inşaatlar için inşaat ruhsatı verilmesi, inşaatın her aşamasında gerekli denetimlerin yapılması ve inşaat bittikten sonra yapı kullanma izni verilmesi belediyenin yetki ve görevleri arasında olduğu göz önüne alındığında dava konusu konutun bulunduğu yapının yapıldığı yörede, zemin etütlerinin yapılmadığı, konutun inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izin belgelerinin Düzce Belediye Başkanlığı tarafından düzenlendiği, davalı belediye tarafından mikro bölgelendirme çalışması yapılmadığı, yapının inşa edildiği yerde taban kayası ve taban formasyonu üzerindeki zemin kalınlığının kontrol edilmediği, kat adetlerindeki kısıtlamaların belirlenmediği açık olduğundan, davacıların ev eşyalarının enkaz altında kalarak kullanılamaz hale gelmesinde ve konutun yıkılmasında davalı Düzce Belediye Başkanlığı’nın %100 (tam) kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır. Öte yandan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ülkenin deprem bölgesi haritalarının hazırlanması, afet bölgelerinde yapılacak yapılar hakkındaki yönetmeliklerin çıkartılması konusunda üzerine düşen görevleri yerine getirdiği, yine 3194 sayılı Yasa ve ilgili yönetmeliklere göre yapılacak inşaatlar için inşaat ruhsatı verilmesi, inşaatın her aşamasında gerekli denetimlerin yapılması ve inşaat bittikten sonra yapı kullanma izni verilmesi mücavir alan sınırları içinde belediyenin yetki ve görevleri arasında olduğundan davalılardan Düzce Valiliği’nin söz konusu yapının yıkılmasında kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. ... ...Mutlu Topkara için talep edilen toplam 000,-YTL destekten yoksun kalma tazminat miktarının tespit edilmesi amacıyla Mahkememizin 2007 gün ve E:2006/977 sayılı kararı üzerine Av.Y. R. T. tarafından dosya üzerinde hesap yönünden bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Bilirkişi raporunda özetle; dosya içerisinde mevcut olan ölüm tutanağından 1953 doğumlu [H.T.]nın 1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu öldüğü, [H.T.]’nın ölümü nedeniyle Mutlu Topkara’nın annesinin fiili desteğini yitirdiği, yüksek öğrenim görmesi nedeniyle ve çalıştığı kurum ücret pusulası da dikkate alınarak bu desteğin 25 yaşın ikmaline kadar süreceği, emeklilik aylığı miktarının tespit edilememesi nedeniyle emeklilik aylığının yasal asgari ücretin iki katı oranında kabul edilmesi gerektiği belirtilerek yapılan hesaplamada Mutlu Topkara’nın 1999 tarihinde vefat eden annesi [H.T.]’nın fiili desteğini kaybettiği tutarın 744,-YTL olduğu görüşlerine yer verilmiştir. Yukarıda içeriği açıklanan bilirkişi raporunun taraflara tebliğ edilmesi üzerine, davalı Düzce Belediye Başkanlığı vekili tarafından bilirkişi raporuna itiraz edilmiş; bilirkişi raporunda yer alan emeklilik aylığının yasal asgari ücretin iki katı tutarında kabul edilerek yapılan hesaplamanın gerçeği yansıtmayacağı ifade edilmiş, anılan itiraz Mahkememizce de yerinde bulunarak emeklilik aylığının tespiti için Emekli Sandığına yapılan ara kararları sonucu emekli aylıkları çıkarılmış ve bilirkişiden ek rapor istenilmiştir. Anılan ek raporda mevcut veriler uyarınca destekten yoksun kalma miktarının 973,- YTL olduğu belirtilmiş ve Mutlu Topkara’ya bağlanan yetim aylığının tazminattan tenzil edilmeyeceği görüşlerine yer verilmiştir. Anılan ek bilirkişi raporunun taraflara tebliğ edilmesi üzerine bilirkişi raporuna itiraz edilmemiş, bilirkişi raporu Mahkememizce hükme esas alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur. Bu itibarla, 973,-YTL maddi tazminatın Mutlu Topkara’ya, annesinin enkaz altında kalarak hayatını kaybettiği binanın yıkılmasında (%100) hizmet kusuru bulunan davalı idarelerden Düzce Belediye Başkanlığı tarafından ödenmesi gerekmektedir Öte yandan, eşya bedelinin tespiti için Mahkememizin 2007 tarih ve 2006/977 Esas sayılı ara kararına Düzce Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı tarafından verilen cevapta 1999 yılında ortalama bir evde olması gereken eşyaların toplam değeri 108,-YTL olarak bildirilmiş olup, davacıların oturdukları konutun bulunduğu binanın yıkılmasında %100 oranında hizmet kusuru bulunan Düzce Belediye Başkanlığı’nın davacılara ait ev eşyalarının enkaz altında kalması nedeniyle meydana gelen 108,-YTL maddi zararı da tazmin etmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderme yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekmektedir. Davacıların annesi/eşi [H.T.]’nın sahip olduğu konutun yıkılması nedeniyle konut içerisinde bulunan ev eşyalarının kullanılamayacak hale gelmesi ve davacılardan Mutlu Topkara’nın annesi, Naci Topkara’nın eşi [H.T.]’nın yıkılan konutun enkazı altında kalarak hayatını kaybetmesi sonucu psikolojik olarak etkilendikleri, manevi olarak yıprandıkları, elem ve üzüntü duydukları açık olduğundan, bu elem ve üzüntünün karşılığı olarak davacılardan Mutlu Topkara için 500,-YTL, Naci Topkara için 000,-YTL olmak üzere toplam 500,-YTL manevi tazminatın olayda hizmet kusuru tam olan Düzce Belediye Başkanlığı tarafından davacılara ödenmesi gerekmektedir." Söz konusu hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 23/5/2012 tarihli kararla başvurucuların temyiz istemini kabul ederek hükmü maddi tazminat, Mesut Naci Topkara'ya hükmedilen manevi tazminat ve yargılama giderleri yönünden bozmuş, diğer kısımlar yönünden onamıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemini kabul eden Danıştay Altıncı Dairesi 23/9/2013 tarihli kararı ile 23/5/2012 tarihli kararın bozmaya ilişkin kısmını kaldırarak mahkemenin 18/9/2008 tarihli kararını maddi tazminat ve Mesut Naci Topkara'ya hükmedilen manevi tazminat ve yargılama giderleri yönünden bozmuştur. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"... Davacıların yıkılan daire ve kullanılamayacak hale gelen eşyalar için 000,-TL maddi tazminat istediği, idareye yaptıkları başvuruda da istemlerinin bu şekilde olduğu anlaşılmakla beraber, İdare Mahkemesince sadece kullanılamayacak hale gelen eşyalar için maddi tazminata hükmedildiği, yıkılan daire nedeniyle maddi tazminata hükmedilmediği görüldüğünden, mahkeme kararının bu kısmında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Mahkeme kararının reddedilen manevi tazminata ilişkin kısmına gelince;Mahkemece manevi tazminata hükmedilebilmesi, kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve/veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması ya da şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması durumunda söz konusu olabilir.Toplumumuzda, bireylerin konut anlayışının manevi etkileri ve olayın niteliği de göz önünde tutulduğunda, konuttaki hasar nedeniyle oluşan zarara, kişideki etkisine göre mahkemece "takdiren" manevi tazminata da hükmedilmesi gerekmektedir.Uyuşmazlık konusu olayda, deprem sonucu davacıların eşi/annesinin vefat ettiği, ölüm olayı sonucu ağır bir üzüntü ve elem duyulduğu, davacıların eşi/annesi için manevi tazminat talepleri göz önünde tutulduğunda mahkemece Mesut Naci Topkara için hükmedilen miktarın düşük kaldığı, manevi tazminat için davacının talebinin makul düzeyde olacağından, mahkeme kararının bu kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir. ... " Mahkeme 30/4/2014 tarihli kararı ile bozma hükmüne uymuştur. Mahkeme nihai olarak başvurucular lehine toplam 434,82 TL (973, TL destekten yoksun kalma bedeli, 108,49 TL kullanılamaz hale gelen eşya bedeli,352,47 TL yıkılan daire bedeli) maddi tazminata ve toplam 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Maddi tazminat yönünden;Uyuşmazlıkta; 1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların meydana gelmesinde davalı idarelerin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılması, kusurlu ise davalı idarelerin kusur oranlarının belirlenmesi, yapının niteliğine göre deprem nedeniyle söz konusu konutta oluşan zararın deprem tarihi itibariyle tespit edilmesi gerekmektedir.... Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından ABYYHY’nin hazırlandığı süreç içerisinde geliştirildiği, depremin meydana geldiği 1999 yılı itibari ile, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yapı yaklaşık maliyetlerine ve yapının niteliğine göre dava konusu konutun maliyetinin 352,47-TL olduğu belirtilmektedir.... Bu nedenle, binanın yıkılmasında %100 oranında hizmet kusuru bulunan Düzce Belediye Başkanlığı’nın, söz konusu dairenin yıkılmasından dolayı meydana gelen 352,47-TL maddi zararı tazmin etmesi gerekmektedir.Manevi tazminat yönünden; Manevi tazminata hükmedilebilmesi, kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve/veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması ya da şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması durumunda söz konusu olabilir. Toplumumuzda, bireylerin konut anlayışının manevi etkileri ve olayın niteliği de göz önünde tutulduğunda, konuttaki hasar nedeniyle oluşan zarara, kişideki etkisine göre "takdiren" manevi tazminata da hükmedilmesi gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, deprem sonucu davacıların eşi/annesinin vefat ettiği, ölüm olayı sonucu ağır bir üzüntü ve elem duyulduğu, davacıların eşi/annesi için manevi tazminat talepleri göz önünde tutulduğunda davacı Mesut Naci Topkara için 500,00-TL manevi tazminata daha hükmetmek gerekmiştir. " Söz konusu hüküm Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 5/5/2015 tarihinde başvurucuların temyiz talebi reddedilerek onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından 24/4/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular nihai hükmü 1/6/2017 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 30/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun’un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” 2577 sayılı Kanun'un "Tebligat ve cevap verme" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/4 md.) Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28890 | Başvuru, gerçekleşen bir depremde, idarenin imar ve iskan uygulamaları ile bina kontrol ve denetimlerine ilişkin gereken önlemleri almaması sonucu bir binanın yıkılıp enkazı altında kalan bir kişinin yaşamını yitirmesi ile ölüme ilişkin yeterli giderim sağlanmaması nedenleriyle yaşam hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits