text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından adli yardım talebinin kabulü ile bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının hiyerarşik yapılanması içinde faaliyet gösteren kişilerin tespitine yönelik başlatılan soruşturma kapsamında 16/6/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik 18/6/2020 tarihinde isnat edilen suçtan başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Çeşitli tarihlerde yapılan tutukluluk incelemeleri sonucunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği anlaşılmaktadır. Başsavcılık, tutuklama kararına konu olan suçtan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve kovuşturma aşaması başlamıştır. 8/9/2020 tarihinde yapılan ilk duruşmada Mahkeme başvurucunun adli kontrol altına alınarak tahliye edilmesine karar vermiştir. Başvurucu 6/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Yavuz Cengiz, B. No: 2019/37138, 15/6/2021, §§ 23-30; Kadir Ayhan, B. No: 2020/20083, 10/3/2021, §§ 20- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32208 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların, açılan davaların reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde Adana İdare Mahkemeleri vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Komisyonlar Başraportörlüğü tarafından 29/6/2015 tarihinde, 2014/17279, 2015/1551, 2015/4528, 2015/4532, 2015/4533 başvuru numaralı dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/15881 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/15881 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Anılan dosyalarla konu yönünden hukuki irtibatlı olan 2015/4530, 2015/4531 başvuru numaralı dosyalarında 2014/15881 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/15881 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine, belirtilen iki dosyanın da kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyünde ikamet etmekte iken 1990'lı yıllarda meydana gelen terör olayları neticesinde yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca köyün boşaltılmadığı, köyde nüfus istikrarının sürekli korunduğu ve her beş yılda bir muhtarlık seçiminin yapıldığı, köyde korucuların bulunduğu ve korucuların dışında da vatandaşların ikamet ettiği, köy okulunun 1989 yılından günümüze kadar eğitime açık olduğu, köyde ibadethanenin bulunduğu ve karar tarihinde kadrosu münhal olmakla birlikte 1985 ile 1986 ve 1998 ile 1999 yıllarında kadrolu din görevlisinin mevcut olduğu, 2007 yılı Milletvekili Genel Seçimleri ile Anayasa Halk Oylaması ve 2009 yılı Mahalli İdareler Seçimi'nde köyde seçim sandığı kurulduğu, yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması ile şahısların mal varlığından istifade etmek amacıyla başka bir yerleşim yerinden aralıksız olarak köye ulaşabilmelerinin, o bölgede güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağı sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesi hâlini ihtiva ettiği belirtilerek taleplerin reddine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından Komisyon kararına karşı Batman İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Belirtilen Komisyon kararları aleyhine başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun E satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Olayda, Batman İdare Mahkemesi'nin E:2012/1429,1266,1277 sayılı dava dosyasında ve Mahkememizin bu köye ait muhtelif dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerden; Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı'nın 2010 tarih ve 417 sayılı yazısı ekinde bulunan Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı'na Bağlı Köy ve Mezralara Ait Çizelgede Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün tamamen boşalan/boşaltılan köyler arasında yer almadığı, köyün durumunun dolu olarak ifade edildiği, genel nüfus sayımları ve tespitlerine göre Okçular Köyü’nde 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 1002 kişinin yaşadığı, köyde 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009 yıllarında muhtarlık seçiminin düzenli olarak yapıldığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği görülmektedir.Ayrıca, Mahkememizin E.2012/1429 esasına kayıtlı dosyasında 2011 tarihli ara kararı ile davalı idareden köy korucusu (ve ailesi) ve asker (ve ailesi) olanlar dışında köyde yaşayanların bulunup bulunmadığı, varsa sayısına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, ara kararına cevaben gönderilen 2011 tarihli Jandarma Tutanağında 1990 yılına ait istenilen belgelere ulaşılamadığı, 1997 yılında köyde 90 korucunun bulunduğu, bunlar dışında 20 hanenin korucu olmadığı ve korucu olmayanların ise yaklaşık 250 kişi olduğu, 2000 yılında ise köyde 85 adet korucunun bulunduğu, korucu hariç köyde 13 hanenin, yaklaşık 100 kişinin yaşadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.Bu durumda, asgari güvenlik düzeyinin var olduğu sonucuna ulaşılan Siirt İli, Pervari İlçesi Okçular Köyü'nde köy halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. " Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun F satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, ekli tablonun G satırında belirtilen tarihlerde karar düzeltme talepleri Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." Aynı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri, sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.” Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarındankaynaklanan maddî zararlar." Aynı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15881 | Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların, açılan davaların reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2019/22630 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/22401 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/22401 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22401 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın ruhsat ve eklerine aykırı kısımlarının yıkımına karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucunun, İstanbul ili Bakırköy ilçesi Cevizlik Mahallesi 68 ada 18 parsel sayılı taşınmazda iki tane dairesi bulunmaktadır. Başvurucu diğer daireleri de kiralayarak taşınmazı lokanta ve otel olarak işletmeye başlamıştır. Başvurucu; tadilat ve tamirat işlemleri için Bakırköy Belediye Başkanlığına (Belediye) başvuruda bulunduğunu, Belediye tarafından verilen 6/11/2011 tarihli yazıda yapılacak işlemlerin ruhsata tabi olmadığının ifade edildiğini belirtmiştir. Başvurucunun beyanına göre Belediyeden 24/1/2011 tarihinde iskele belgesi alınmış ancak yasal izinlere aykırı olarak kat ilavesi veya genişletme yapılmadığı belirtilmiştir. Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından 10/10/2011 tarihinde başvurucu ve hissedarlarının maliki olduğu taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı yapılaşmayapıldığı tespit edilmiş ve bu konuda yapı tatil zaptı düzenlenerek başvurucuya tebliğ edilmiştir. Belediye Encümeninin 15/12/2011 tarihli kararıyla 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesi gereğince başvurucu ve hissedarları adına kayıtlı taşınmaz üzerindeki ruhsat ve eklerine aykırı yapının yıkımına karar verilmiştir. Encümen kararı Belediyenin 26/12/2011 tarihli yazısı ile başvurucuya tebliğ edilmiştir. Anılan yazıda yapı tatil tutanağı ile tespit edilen kaçak kısımların on gün içinde başvurucu tarafından yıkılması gerektiği, aksi hâlde yıkım işlemlerinin Belediyece gerçekleştirileceği ve bu durumda yıkım masraflarının %20 fazlasıyla tahsil edileceği ifade edilmiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu 15/12/2011 tarihli encümen kararının ve bu hususun tebliğine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, gerekli izinler alınmak suretiyle tadilat işlemlerinin gerçekleştirildiği ve Belediye tarafından işyeri açma ve çalışma ruhsatlarının verildiği vurgulanmıştır. Dilekçede son olarak yıkım kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, uyuşmazlığın niteliğinin teknik bilgi gerektirmesi nedeniyle bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. 8/2/2015 tarihli bilirkişi raporunda dava konusu yerde yapı tatil tutanağında belirtildiği şekilde 1975 yılında tamamlanmış bodrum+zemin+4 katlı binaya katın ilave edildiği ve binanın zemin katından dışa doğru genişletildiği vurgulanmıştır. Raporda ayrıca binanın zemin katının lokanta, zemin üstü katlarının ise konut olarak kullanıldığı, daha sonrasında ise binaya dış cephe kaplaması yapıldığı, yangın merdiveni eklendiği ve otel olarak kullanılmaya başlandığı ifade edilmiştir. Mahkeme 26/9/2013 tarihinde davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde uyuşmazlık konusu taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı inşai faaliyette bulunulduğu hususunun bilirkişi raporu ile sabit olduğu ve buna göre tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Yıkım masraflarının %20 fazlasıyla başvurucudan tahsil edileceği ile ilgili kısmının ise hukuka uygun olmadığı açıklanmıştır. Taraflarca temyiz edilen hüküm Danıştay Ondördüncü Dairesinin (Daire) 24/5/2016 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi istemi ise Dairenin 29/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 3/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Murat Emrah Emre (B. No: 2018/1275, 30/10/2018, §§ 13-21) kararı. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15269 | Başvuru, taşınmazın ruhsat ve eklerine aykırı kısımlarının yıkımına karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (İdare) tarafından yapılan engelli personel alımı sınavını kazanmış ancak ataması güvenlik soruşturmasının olumsuz olması nedeniyle yapılmamıştır. Başvurucu tarafından memuriyete atanma istemiyle yapılan başvuru, İdarece 16/12/1999 tarihinde reddedilmiştir. Bunun üzerine 3/2/2000 tarihinde işlemin iptali ve işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal ve özlük hakların yasal faiziyle tazmini istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Mahkeme 27/9/2000 tarihinde açılan davanın reddine karar vermiş, yapılan temyiz incelemesi sonucu hüküm Danıştay Onikinci Dairesinin (Daire) 7/6/2001 tarihli kararıyla bozulmuştur. Mahkeme 24/9/2003 tarihli hükmüyle ilk kararında ısrar etmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Israr kararına yapılan temyizi inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 30/11/2006 tarihli kararıyla mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrası Mahkeme 11/9/2007 tarihli kararıyla başvurucunun atamasının yapılmamasına dair işlemin iptaline hükmetmiştir. Başvurucu, Mahkemenin işlemi iptal etmesine karşın yoksun kalınan parasal ve özlük haklarıyla ilgili hüküm kurulmadığı iddiasıyla kararı temyiz etmiştir. Temyiz incelemesinde Daire 17/11/2009 tarihli kararıyla başvurucunun talebi doğrultusunda mahkeme kararını bozmuştur. Bozma sonrası Mahkeme 23/9/2011 tarihli kararıyla Daire kararına uyarak yoksun kalınan parasal ve özlük haklarının İdareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Bu karar üzerine İdare tarafından tüm parasal ve özlük hakları mahkeme kararında belirtildiği şekilde başvurucuya ödenmiştir. İdarenin kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay Onikinci Dairesi 26/5/2015 tarihli kararıyla mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararı sonrası Mahkeme 21/12/2017 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, bozma kararı uyarınca yaptığı ara kararı cevabında şirketin kamu payının %50'nin altına düştüğünü ve anonim şirket statüsüne kavuştuğunu bu sebeple başvurucunun atanıp atanamayacağı hususunda bir değerlendirme yapılamadığının belirtildiğini vurgulamıştır. Mahkeme bu sebeple başvurucunun iptal hükmü uyarınca atanmayı talep ettiği kadroya atanıp atanamayacağı hususunda bir değerlendirmenin yapılamayacağını, bunun sonucunda da parasal ve özlük hakları yönünden esasa yönelik hüküm kurulmasının hukuken mümkün olmadığını belirtmiştir. Mahkeme ayrıca kesinleşen iptal hükmünü de dikkate alarak tüm yargılama giderlerini ve vekâlet ücretinin İdareden alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme kararına karşı yapılan temyiz talebi Dairenin 20/6/2018 tarihli kararıyla gerekçeli olarak onanmıştır. Daire gerekçesinde, başvurucu tarafından verilen 15/2/2017 tarihli temyiz dilekçesinde İdare Mahkemesince (parasal hak talebi yönünden) verilen 23/9/2011 tarihli kabul kararı sonrasında, parasal haklarının kendisine ödendiğini belirtmiş olmasına vurgu yapmıştır. Daire, oluşan bu duruma göre başvurucunun bu davayı açmaktaki hukuki menfaatinin İdare Mahkemesinin kabul kararı sonucunda elde edildiğini belirtmiş ve Mahkeme kararının sonucu itibarıyla hukuka uygun bulunarak bozulmasını gerektirir nitelikte olmadığına işaret etmiştir. Daire kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 6/12/2018 tarihli hükmüyle reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 29/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 14/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5363 | Başvuru, hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, arsa edinme sertifikasıyla taahhüt edilen arsanın teslim edilmemesi veya rayiç değerince tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1943 doğumlu olup Kastamonu'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Toplu Konut İdaresi Başkanlığının (TOKİ) ilanına istinaden 17/11/1989 tarihinde 000 (eski) TL bedelle E tipi arsa edinme sertifikası (sertifika) satın almıştır. Başvurucuya verilen sertifikanın il bölümünde "İstanbul" yazmakla birlikte ilçe bölümü boş bırakılmıştır. Başvurucu, TOKİ'ye verdiği 5/6/1999 kayıt tarihli dilekçeyle bireysel başvuruya konu sertifikaya dayanarak Tekirdağ'ın Çerkezköy ilçesi Karaağaç beldesindeki parsellerden birinin tahsisini talep etmiş ancak kurada başvurucuya arsa isabet etmemesi üzerine tahsis yapılamamıştır. Başvurucunun bu sefer İstanbul'daki arsalardan birinin tahsisi için yaptığı müracaat üzerine 25/10/2002 tarihinde gerçekleştirilen kura çekilişinde İstanbul'un Gaziosmanpaşa ilçesi Taşoluk beldesinde bulunan arsa, başvurucuya isabet etmiştir. Arsa bedelinin bakiye kısmının ödenmesi başvurucudan talep edilmiş, başvurucunun ödeme yapmaması üzerine sertifikanın iptal edildiği hususu 5/9/2003 tarihinde başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucunun sertifikanın iptaline ilişkin işleme karşı dava açtığına dair bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Başvurucu 19/2/2008 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) TOKİ aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu, TOKİ'nin 1989 yılında verdiği ilanlarda İstanbul İkitelli'de bulunan arsaları satacağını vadettiğini belirtmiş, devlete güvenerek sertifikayı satın aldığını ancak TOKİ'nin bu taahhüdünü ifa etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu, İkitelli'de bulunan bir arsanın rayiç değerinin hesaplanarak ödenmesi gerektiğini vurgulamış; fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. TOKİ'nin cevap dilekçesinde, İkitelli'de arsa verileceğine dair bir taahhüdün bulunmadığı belirtilmiş; başvurucuya tahsis yapıldığı hâlde başvurucunun kanuni yükümlülüklerini yerine getirmemesi sebebiyle sertifikanın iptal edildiği vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun taşınmazın rayiç değerini değil ancak ödediği bedelin güncellenmiş hâlini talep edebileceği savunulmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/12/2011 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, sertifikanın ilçe bölümünün boş olduğu hatırlatılmış; başvurucunun talebinin özellikle İkitelli'deki arsanın rayiç değerinin ödenmesiyle sınırlı olduğu dikkate alındığında davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 24/1/2013 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde; sözleşmenin ifasında objektif bir kusursuzluk hâlinin bulunmadığı, dolayısıyla sözleşmenin geçersiz olmadığı, idarenin tazmin yükümlülüğü altında olduğu belirtilmiştir. Uyuşmazlık noktasının zararın hangi usulle belirleneceğine yönelik olduğunun vurgulandığı kararda, arsa edinme sertifikası talep formunun ilgili bankadan getirtilerek incelenmesi, başvurucunun İkitelli'den arsa talebinde bulunduğunun tespit edilmesi hâlinde ifa umudunun ortadan kalkması sebebiyle İkitelli'deki arsanın rayiç değerinin 5/9/2003 tarihi itibarıyla hesaplanması gerektiği, buna karşılık başvurucunun İkitelli'den arsa talep ettiğinin ispatlanamaması hâlinde ise 17/11/1989 tarihinde ödediği 000 (eski) TL'nin ifa umudunun ortadan kalktığı 5/9/2003 tarihi itibarıyla iadesinin gerektiği açıklanmıştır. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Gayrimenkul değerleme uzmanı bilirkişi tarafından hazırlanan ve 22/5/2017 tarihini içeren raporda, 17/11/1989 tarihinde ödenen 000 (eski) TL'nin değeri, yabancı para birimlerindeki değişim oranı, külçe altın fiyatlarındaki değişim oranı ile TEFE endeksine göre belirlenen tutarların ortalamasının alınması suretiyle sertifikanın iptal tarihi -5/9/2003- itibarıyla 441,76 TL, dava tarihi -19/12/2008- itibarıyla da 212,53 TL olarak belirlenmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 21/12/2017 tarihinde davayı kısmen kabul ederek 212,53 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bankadan gelen kayıtlar, başvurucunun sunduğu sertifika örneği ve dosyaya sunulan gazete haberleri dikkate alındığında İkitelli'den arsa verileceğinin taahhüt edildiğinin ispatlanamadığı belirtilmiştir. Bu durumda başvurucunun İkitelli'deki arsanın rayiç değerini talep edemeyeceği, başvurucuya ancak ödediği bedelin güncel değerinin iade edilmesine hükmedilebileceği açıklanmıştır. Bilirkişi tarafından yapılan hesaplamanın esas alındığı kararda, başvurucunun ödediği 000 (eski) TL'nin dava tarihi itibarıyla değeri olan 212,53 TL'nin başvurucuya ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Karar, Dairenin 13/11/2018 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 21/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 15/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 29/4/1969 tarihli ve 1164 sayılı Arsa Üretimi ve Değerlendirilmesi Hakkında Kanun'un maddesinin ilk hâli şöyledir: "Arsaların aşırı fiyat artışlarını önlemek amacı ile tanzim alış ve satışları yapmak, konut, sanayi ve turizm bölgeleri ve kamu tesisleri için arazi ve arsa sağlamak üzere; imar ve iskân Bakanlığına bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz ve döner sermayeli «Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü» kurulmuştur." 1164 sayılı Kanun'un maddesinin ilk hâli şöyledir: "Bu Genel Müdürlük;Konut, sanayi ve turizm bölgeleri ve çeşitli kamu hizmet ve tesisleri icin anlaşma, devir, satmalına yolu ile ve benzeri şekillerde arazi ve arsa sağlamaya, Arsa stoku ve tanzim satışları yapmaya,Sağladığı arazi ve arsaları Bakanlıkça tesbit edilecek esaslara göre plânhyarak, olduğu gibi veya alt yapı tesislerini lasmen veya tamamen ikmal ederek veya ettirerek ihtiyaç sahiplerine satmaya, kiralamaya, mübadeleye, irtifak hakkı tesis etmeye yetkilidir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14604 | Başvuru, arsa edinme sertifikasıyla taahhüt edilen arsanın teslim edilmemesi veya rayiç değerince tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; suç provokasyonu sonucu elde edilen delile dayalı olarak mahkûm edilme, tanık sorgulama taleplerinin reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 doğumlu olup olayların gerçekleştiği tarihte Fethiye'de ikamet etmektedir. Başvurucunun çalıştığı barda uyuşturucu madde ticareti yapıldığına ilişkin istihbarat alınması üzerine jandarma çavuş olan bir personel soruşturma kapsamında gizli soruşturmacı olarak görevlendirilmiştir. Anılan bara müşteri olarak gelen, İngiliz vatandaşı olduğunu ve esrara ihtiyaç duyduğunu söyleyen söz konusu sivil jandarma görevlisine başvurucu tarafından önceden seri numarası alınmış 50 dolar karşılığında uyuşturucu verilmesi üzerine işyerinde yapılan aramada diğer bir sanığın ayakkabısında 3 gram esrar, başvurucunun üzerinde yapılan aramada ise seri numarası alınmış olan 50 dolar bulunduğu belirtilerek başvurucu hakkında Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığının 29/7/2004 tarihli iddianamesiyle birden fazla kişiye uyuşturucu madde satma, satın alma, satma amacıyla bulundurma, devretme suçunu işlediği isnadıyla kamu davası açılmıştır. Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2010 tarihli kararıyla dosya İzmir Ağır Ceza Mahkemesine (CMK mülga maddeyle görevli) (Mahkeme) gönderilmiştir. Başvurucunun provokatör ajanla ne konuştuğunu bilen savunma tanıklarının dinlenmesine ilişkin 26/10/2010 tarihli duruşmadaki talebi, savunma tanıklarının beyanlarının sanık ile kolluk görevlisi arasında yapılan konuşmanın ne olduğu hususuna ilişkin olduğu, dolayısıyla davanın sonucunu etkileyecek nitelikte görülmediği belirtilerek Mahkemece reddedilmiştir. Mahkeme 29/12/2010 tarihli kararıyla başvurucunun satmak amacıyla esrar maddesini bulundurduğunun ve görevlilerce suçüstü yakalandığının sabit olduğu gerekçesiyle uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucu yalnızca süre tutum talepli temyiz dilekçesi vermiştir. Başvurucunun ayrıntılı temyiz sebeplerini içerir temyiz dilekçesi sunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi veya belge dosya kapsamında tespit edilememiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/1/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu nihai kararı 27/3/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 21/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6883 | Başvuru, suç provokasyonu sonucu elde edilen delile dayalı olarak mahkûm edilme, tanık sorgulama taleplerinin reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; baro levhasına yazılma işlemine karşı açılan davada ceza yargısı kararı bulunmamasına karşın aleyhe karar verilmesi, talep edilmesine rağmen duruşma yapılmaması, yargılamanın uzun sürmesi ve hatalı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, avukatlık gelirinden mahrum kalınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir Barosu (Baro) levhasına kayıtlı (2001 ile 2016 yılları arasında) olarak avukatlık mesleğini yürütmekte iken ticari işlerini gerekçe göstererek kendi talebiyle kaydını baro levhasından sildirmiştir. Başvurucu ayrıca İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/235 esas sayılı dosyasına kayıtlı davada silahlı terör örgütü üyeliği suçu isnadıyla yargılanmaktadır. Formda başvuru tarihi itibarıyla yargılamanın devam ettiği ifade edilmektedir. Başvurucu, baro levhasından kaydını sildirmesinden kısa bir süre sonra tekrar avukatlık mesleğine dönmek istemiş ve bu talebi Baro tarafından 7/6/2016 tarihli kararla kabul edilmiştir. Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından da levhaya yeniden yazılma isteminin kabulü yönündeki Baro kararı 22/6/2016 tarihli işlemle uygun bulunmuştur. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) 15/8/2016 tarihli işlemi uyarınca; başvurucu hakkında, İmralı Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü bulunan müvekkili Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler sayesinde hukuki yardımla alakası olmayan (PKK terör örgütüne yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı operasyonlar, örgütün kaybı, stratejisi ve gelişimi ile ilgili) konularda terör örgütü ile müvekkili arasında aracılık yaptığı, görüşmeleri basına verdiği, Abdullah Öcalan ile devlet yetkilileri arasında görüşme yapıldığı kanaatini uyandıracak şekilde haberlerin yayımlanmasına sebebiyet verdiği, bu suretle örgüte yardımda bulunduğu isnadıyla ceza davası açıldığının anlaşıldığını belirterek, başvurucu hakkında açılan davaların akıbetinin araştırılması ve 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerektiğini ifade etmek suretiyle TBB kararını bir daha görüşülmek üzere iade etmiştir. TBB ise herhangi bir ek açıklama yapmadan 25/9/2016 tarihli işlemiyle ilk kararında ısrar etmiştir. Bakanlık söz konusu işlemin iptali için Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Başvurucu söz konusu yargılama sürecine katılma talebinde bulunmuş ve Mahkemenin 6/6/2017 tarihli ara kararıyla başvurucunun katılma talebi kabul edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 6/2/2018 tarihli kararı ile dava konusu işlemi iptal etmiştir. İptal gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyadaki mevcut bilgi ve belgelere göre; Mehmet BAYRAKTAR hakkında, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E:2014/235 sayılı dosyasında, Türk Ceza Kanunu'nun 'Silahlı Örgüt' başlıklı Maddesinde; '(1) Bu kısmın dördüncü ('dördüncü bölüm'; Devletin güvenliğine karşı suçlar) ve beşinci ('beşinci bölüm'; Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar) bölümde yer alan suçları işlemek amacıyla silahlı terör örgütü kuran veya yöneten kişi on yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir...)' maddesinden yargılamasının devam ettiği, öte yandan 'görevi kötüye kullanma' suçundan İzmir Ağır ceza mahkemesinde 2011/19 E.sayılı dosyasında 5 ay hapis cezası ile mahkumiyetine karar verilerek cezanın ertelendiği, yine Salihli Ağır ceza Mahkemesi'nin 2013/86 E. Sayılı dosyasından verilen 5 ay hapis cezasında hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı görülmektedir.Buna göre, Mehmet BAYRAKTAR hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E:2014/235 sayılı dosyasında ( Devletin güvenliğine karşı suçlar ile Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar kapsamında) devam eden yargılamanın Avukatlık Kanununun 5/1-a maddesi kapsamında kaldığı, ayrıca her ne kadar bazılarından beraat etmiş olsa da davacı hakkında yapılan diğer yargılamalara konu olan eylemlerin niteliği ve avukatlık mesleğinin önem ve özelliği Avukatlık Kanununun maddesinin fıkrasında düzenlenen hüküm gereği avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesi gerekirken, yargılamaya konu eylemin niteliği dikkate alınmadan, kovuşturmanın sonucu beklenmeyerek 'baro levhasına yeniden yazılması hususundaki takdir ile' tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Söz konusu iptal hükmüne karşı başvurucu ve TBB itirazda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca istinaf incelemesinin duruşmalı yapılmasını talep etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi iptal hükmünü 2/10/2018 tarihli kararla onanmıştır. Başvurucu nihai hükmü 26/10/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 16/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile üçüncü fıkrası şöyledir:"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur :a) (Değişik : 23/1/2008-5728/326 md.) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak,... Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır." Yargı Kararları Danıştay İkinci Dairesinin, kamu görevlisinin atama işlemine karşı açılan davanın reddedilmesine dair hükmü bozduğu ve idarenin takdir yetkisinin denetimine ilişkin belirleme yapılan 25/9/2020 tarih ve E.2019/2923,K.2020/2645 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir;" ... idarenin takdir yetkisi bulunduğu açık ise de, Danıştayın yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere, bu yetki mutlak ve sınırsız olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleri ile sınırlıdır. Takdir yetkisine istinaden tesis edilen idari işlemlerin de, muhakkak surette gerçek ve hukuken geçerli sebeplere dayanması gerekmektedir. Takdir yetkisine dayalı idari işlemlerin dava konusu edilmesi durumunda, idarece işlemin tesisi için somut bir sebep gösterilememesi, sebep olarak gösterilen olay ve nedenlerin gerçeği yansıtmaması veya işlemin tesisi için yeterli bulunmaması halinde, dava konusu idari işlemin iptalinin gerekeceği, yerleşik yargı içtihatlarıyla kabul edilmiş bulunmaktadır....salt idareye tanınan takdir yetkisi çerçevesinde kurulan işlemlerde kamu yararı ve hizmet gerekleri ile hukuka uyarlık, ... görülmemiştir. " Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun kamu görevlisinin müdürlük görevinden alınmasına ilişkin işleme karşı açılan davanın reddine dair hükmü idarenin takdir yetkisinin değerlendirilmesi suretiyle bozan 9/3/2020 tarih ve E.2018/605, K.2020/648 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir;"...takdir yetkisine istinaden tesis edilen işlemlerin sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka uygunluk denetimine tabi tutulacağı, takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gerekleri sınırları içinde kullanılması ve takdir yetkisine istinaden tesis edilen işlemin dava konusu edilmesi halinde de, bu sınırlar içinde kullanıldığının idarece ortaya konulması gerektiği yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır. ...dava konusu işlemin salt takdir yetkisine dayanılarak tesis edildiği görülmektedir....görev yerinin değiştirilmesini gerektirecek herhangi bir eylemi, tutum ve davranışı ile hizmete etkisi olan olumsuzluğunun da ortaya konulamadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu işlemde, kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uygunluk görülmemiştir. . "B. Uluslararası Hukuk Masumiyet karinesi bir fiilin hem ceza hem de idari bir soruşturmaya konu olmasına ve paralel olarak iki ayrı dava sürecinin yürütülmesine mâni değildir. Bu bağlamda masumiyet karinesi, cezai sorumluluk bulunmaması hâlinde dahi daha hafif bir ispat yükümlülüğü temelinde aynı eylemden kaynaklanan medeni ya da diğer sorumluluk biçimlerinin kurulmasını engellememektedir. Ayrıca suçlu olduğu kesin olarak hükme bağlanmamış olan bir kişiye yönelik kamu görevlileri tarafından kullanılan ifadelerde yer alan kelimelerin seçimi önemli olmakla birlikte kullanılan dilin masumiyet karinesini ihlal edip etmediği hususu, olaya ilişkin özel şartların da dikkate alınması suretiyle tespit edilmelidir (Güç/Türkiye, B. No: 15374/11, 23/1/2018, §§ 38, 39). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, B. No:73053/01, 23/11/2006 § 41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12/11/2002, § 37, Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28/2/2012, § 30). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33486 | Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine karşı açılan davada ceza yargısı kararı bulunmamasına karşın aleyhe karar verilmesi, talep edilmesine rağmen duruşma yapılmaması, yargılamanın uzun sürmesi ve hatalı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, avukatlık gelirinden mahrum kalınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 19/2/2008 tarihinde açtığı iptal davası 27/9/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 22/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34002 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklu olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun odasında daha fazla kitap bulundurmasına izin verilmemesinin ifade özgürlüğünü ve eşitlik ilkesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, başvuru tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan Bingöl M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 6/3/2020 tarihinde almış olduğu bir kararla mahpusların yanlarında kurum kütüphanesinden alınan yayınlardan üç adet, İl Halk Kütüphanesinden alınan yayınlarından iki adet ve kendi adına gelmiş olan yayınlardan en fazla beş adet olmak üzere toplam on adet yayın bulundurabilmesine izin vermiştir. Eğitim Kurulu, eğitim ve öğretime devam eden mahpusların öğretim kurumları tarafından basılmış orijinal ders kitaplarının ve bağlı bulunduğu dinin kutsal kitaplarının bu sayının içerisine dâhil edilmeyeceğine ayrıca karar vermiştir. Bunun yanında Eğitim Kurulu, mahpusların adlarına gelen yayınları on beş günde bir değiştirmelerine de imkân tanımıştır. Başvurucu, anılan karara karşı Bingöl İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği yaptığı inceleme sonucunda Eğitim Kurulunun takdir yetkisini hukuka uygun ve gerekçeli olarak kullandığını, bu nedenle Eğitim Kurulu kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek şikâyeti 24/3/2020 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) İnfaz Hâkimliğinin kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığını belirterek itirazı 3/4/2020 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 8/4/2020 tarihinde öğrendikten sonra 7/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15499 | Başvuru, tutuklu olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun odasında daha fazla kitap bulundurmasına izin verilmemesinin ifade özgürlüğünü ve eşitlik ilkesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/5/2017 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1979 doğumlu olup Irak vatandaşıdır. Başvurucu 2016 yılında DAEŞ terör örgütünün zulümlerinden ötürü Türkiye’ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucuya Çorum Valiliği tarafından uluslararası koruma başvuru belgesi verilmesinden sonra başvurucu, ailesiyle birlikte Çorum’da ikamet etmeye başlamıştır. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca Çorum Valiliği, 26/1/2017 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine, 17/2/2017 tarihinde ise idari gözetim altına alınmasına karar vermiştir. 22/2/2017 tarihinde “Sınır Dışı Etmek Kararı Alınanlardan Haklarında İdari Gözetim Kararı Alınmayarak Türkiye’yi Terke Davet Edilecekler İçin Tebligat” başlıklı belge ile sınır dışı kararı başvurucuya tercüman aracılığıyla tebliğ edilmiştir. 23/2/2017 tarihinde saat 00’te “Sınır Dışı Etme ve İdari Gözetim Kararı Alınanlar İçin Tebligat” başlıklı belge ile bu kez sınır dışı etme ve idari gözetim kararı Türkçe ve Arapça dillerinde başvurucuya tebliğ edilmek istenmiş ancak başvurucu tebellüğden imtina etmiştir. Başvurucu 10/3/2017 tarihinde, sınır dışı etme kararının iptali istemiyle Çorum İdare Mahkemesine (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 13/4/2017 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu durumda, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinde yer alan özel düzenlemeye göre sınır dışı etme kararına karşı kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde dava açılabileceğinden dava konusu işlemin davacıya tebliğ edildiği 2017 tarihinden itibaren 15 günlük yasal süresi içerisinde en son 09/03/2017 tarihine kadar dava açılması gerekirken bu süre geçirilerek 2017 tarihinde açılan davanın süre aşımına uğradığı sonucuna varılmıştır.” Başvurucu 20/4/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 21/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6458 sayılı Kanun’un dava tarihinde yürürlükteki hâliyle 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ’54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ (676 sayılı KHK’nın 35/ Maddesiyle eklenen cümle) yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” Ulusal ve uluslararası mevzuatla ilgili diğer hususlar için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20708 | Başvuru sınır dışı kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/26965 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin2018/26965 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır.B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Van Büyükşehir Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirkette (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Şirket ve Belediye cevap dilekçesinde genel hatları itibarıyla iş akitlerinin, ilgili kanun ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde ve usulüne uygun olarak feshedildiğini belirtmişler ve davaların reddini talep etmişlerdir. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemeler genel anlamda feshin usulüne uygun yapılmadığı gerekçesiyle davaların kabulüne ve başvurucuların işe iadesine karar vermiştir. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) anılan hükümler kaldırılarak davaların reddine karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Temyiz yolu açık olmak üzere verilen kararlara karşı yapılan başvurular Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berrin Baran Eker, [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 - | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26965 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör saldırısı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 10/10/2015 tarihinde Ankara Garı önünde gerçekleştirilen ve iddiasına göre kendisinin de dâhil olduğu gösteriler sırasında meydana gelen, birçok kişinin vefat ettiği/yaralandığı terör saldırısı nedeniyle işitme kaybı yaşamış; etrafında yaralanan, vefat eden kişileri görmesi sonucu psikolojik yönden olumsuz etkilenmiştir. Başvurucunun 25/11/2015 tarihinde ikamet ettiği Antalya'da bulunan bir sağlık kurumuna işitme azlığı şikâyetiyle başvurduğu, işitme kaybı tanısı ile tedavi edildiği 27/11/2015 tarihli epikriz raporundan anlaşılmıştır. Başvurucunun terör saldırısı nedeniyle uğradığı zararın ödenmesi için Ankara Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna 7/10/2016 tarihinde yaptığı başvuru, patlamada zarar gören kişilerin isimlerinin yer aldığı listelerde isminin olmadığı gerekçesiyle 28/10/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, terör saldırısı nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi için Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, başvurucunun işitme kaybı yaşayıp yaşamadığı, bu durum söz konusuysa bunun nasıl meydana geldiğinin tespitinin mümkün olup olmadığı hususlarında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyeleri tarafından düzenlenen 7/2/2019 tarihli raporda başvurucunun sol kulağında işitmenin normal olduğu, sağ kulağında ise çok hafif (%2 oranında) iletim tipi işitme kaybı bulunduğu ifade edilmiş ancak işitme kaybının hangi dönemde, nasıl oluştuğu konusunda değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucunun Mahkemeye, olay günü Ankara'da bulunan bir giyim mağazasından yaptığı alışverişe dair, üzerinde isim bulunmayan fişi, olay günü Ankara'daki bir bankamatikten para çektiğini belirten belgeyi sunmuştur. Mahkeme 30/4/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Gerekçede, olay sonrası yaralananlar ve maddi zarara uğrayanlara ilişkin listelerde adı bulunmayan başvurucunun olayın akabinde yaralanması nedeniyle hastaneye başvurduğu yönünde bir belge sunmadığı vurgulanmış; saldırının ardından yaklaşık bir buçuk ay sonra sağlık kurumuna başvurması sonucu düzenlenen tıbbi belgenin başvurucunun patlamanın gerçekleştiği yerde olduğunu kabul etmek için tek başına yeterli olmadığı belirtilerek idari eylem ile zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu hükme yönelik istinaf talebi 20/11/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 22/12/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 21/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4300 | Başvuru, terör saldırısı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, zorunlu müdafi atandığının bildirilmemesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ateşli silah yaralanması nedeniyle 30/3/2006 tarihinde hastaneye kaldırılan H.B. 31/3/2006 tarihinde vefat etmiş, 8/6/2006 tarihli otopsi raporundan H.B.nin ateşli silah yaralanmasına bağlı iç organ harabiyetinden kaynaklanan iç kanama sonucu öldüğü saptanmıştır. Kolluk tarafından düzenlenen 30/3/2006 tarihli olay yeri tespit tutanağında; uzun boylu, yapılı, esmer tenli, siyah takım elbiseli, 30-35 yaşlarında bir şahsın maktule üç el ateş ettikten sonra yaya olarak olay mahallinden ayrıldığı ve beyaz renkli bir kamyonete binerek uzaklaştığı belirtilmiştir. Olay mahallinde yapılan araştırma ve incelemede üç adet MKE yapımı 9 mm çapında kovan ve iki adet mermi çekirdeği elde edilmiş ve yapılan laboratuvar incelemesi sonucunda elde edilen kovan ve mermi çekirdeklerininatıldığı silahın 8/3/2006 tarihinde bir kaç kişinin yaralanması ile sonuçlanan kavgada kullanılan silahla aynı olduğu tespit edilmiştir. Kolluk tarafından 8/3/2006 tarihli olay esas alınarak yapılan araştırma sonucunda ölüm olayında kullanılan silahın en son T. adlı şahısta bulunduğu belirlenmiş,bu şahıs ile başvurucu ve başvurucunun kardeşi A. arasındaki ilişki nedeniyle başvurucu ve kardeşi A. şüpheli sıfatıyla soruşturmaya dâhil edilmiştir. Alanya Cumhuriyet Başsavcılığının 20/9/2006 tarihli iddianamesi ile özetle başvurucunun kardeşi A.nın maktul H.B.ye olan borcundan kurtulmak amacıyla başvurucunun patronu olan T.den yardım istediği, T.nin bu iş için H.A.yı görevlendirip olayda kullanılan silahı temin ettiği ve H.A.nın aldığı talimat gereği H.B.yi vurduktan sonra başvurucunun kullandığı kamyonete binerek olay mahallinden uzaklaştığı iddiasıyla başvurucu, başvurucunun kardeşi A, T. ve H.A.nın kasten öldürme eyleminden cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır. Alanya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/1/2011 tarihli kararıyla başvurucunun kardeşi A.nın telefon alışverişinden dolayı maktule 000 TL borçlu olduğu, maktulün borcun ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlattığı, A.nın borçtan kurtulmak için kardeşi olan başvurucu ile görüşüp birlikte başvurucunun patronu olan T.den yardım istedikleri, TM.nin başvurucu ve kardeşi ile almış olduğu karar gereği tetikçi H.A. ile görüşüpsuçta kullanılan silahı temin ettiği ve H.A.nın da almış olduğu talimat uyarınca maktule ateş ettikten sonra başvurucunun kullanmakta olduğu kamyonete binerek olay mahallinden uzaklaştığı gerekçesiyle başvurucu ile birlikte A., T. ve H.A.nın müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 7/5/2012 tarihli kararı ile başvurucu ve kardeşi A. arasındaki menfaat uyuşmazlığı nedeniyle ayrı müdafiler tarafından temsil edilmeleri gerekirken savunma zafiyeti oluşturacak şekilde aynı müdafi tarafından temsil edilmeleri nedeniyle diğer temyiz itirazlarını incelemeden hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrasında ilk derece mahkemesince yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucu müdafii Av. A.K. 18/7/2012 tarihli oturumda başvurucunun müdafiliğinden çekildiğini belirterek yeni müdafi atanmasını istemiş, mahkemece barodan başvurucuya müdafi atanması talebinde bulunulmuştur. Yargılamanın 2/10/2012 tarihli oturumunda Av. nin başvurucuya müdafi olarak atandığı bildirilmişse de mazereti nedeniyle oturumda hazır bulunmamıştır. Mahkemece, 9/10/2012 tarihli oturuma iştirak eden Av. nin beyanları alındıktan sonrabozma ilamına uyma kararı verilmiş ve devamında savcılığın esas hakkındaki mütalaası alınmıştır. Başvurucu müdafiiAv. mütalaayı kabul etmediğini belirtmiş, başvurucunun önceki savunmaları doğrultusunda beraatına karar verilmesini ve hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkemece zorunlu müdafinin esas hakkındaki mütalaaya ilişkin beyanlarının alınmasından sonra yargılamaya son verilmiş, hastane kayıtları, otopsi raporu, suçta kullanılan silah ile olay mahallinde elde edilen kovan ve mermi çekirdeklerine ilişkin laboratuvar raporu, sanık savunmaları, katılan beyanları, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı gözönünde bulundurularak olayın gerçekleşmesine ilişkin önceki karardaki oluş aynen tekrarlanarak başvurucu ile birlikte A. ve T.nin azmettiren ve diğer sanık H.A.nın doğrudan fail olarak kasten adam öldürme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hüküm, başvurucu dışındaki diğer sanık müdafileri tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi sonuç ceza itibarıyla hükmün resen temyiz incelemesine tabi olduğunu da belirterek yapmış olduğu duruşmalı temyiz incelemesi sonucunda, hükmün başvurucu ve H.A.ya ilişkin kısmının onanmasına 14/4/2014 tarihinde karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi aynı kararda, sanık A. yönünden sanığın savunmasının aksini ispata yarar nitelikte delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmesi gerektiğine ve sanık T. yönünden eylemin, fiilin işlenmesinde kullanılan silahı sağlama suçunu oluşturduğundan fazla ceza tayin edildiğine işaret ederek bu iki sanık yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir. Dosya içinde 19/1/2011 tarihli karar ile birlikte hakkında yakalama kararı çıkartılan ve başvuru tarihine kadar hakkındaki bu karar infaz edilmeyen başvurucuya, müdafiinin çekilmesi, zorunlu müdafinin atanması, ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ve Yargıtay Ceza Dairesinin 14/4/2014 tarihli nihai kararının tebliğ edildiğine ilişkin herhangi bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu, nihai karardan 11/8/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirterek12/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: ''(1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,... İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır'' 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ''Müdafiin görevlendirilmesi'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.'' 5271 sayılı Kanun'un ''Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.'' 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun ''Avukatın vekaletten çekilmesi'' kenar başlıklı maddesininilgili kısmı şöyledir: "Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe ait vekalet görevi, durumu müvekkiline tebliğinden itibaren onbeş gün süre ile devam eder. Şu kadar ki, adli müzaharet bürosu yahut baro başkanı tarafından tayin edilen avukat, kaçınılmaz bir sebep veya haklı bir özürü olmadıkça, görevi yerine getirmekten çekinemez. Kaçınılmaz sebebin veya haklı özürün takdiri avukatı tayin eden makama aittir.''B. Yargıtay İçtihatları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31/1/2012 tarihli ve E.2011/6-249, K.2012/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Anayasanın maddesine göre; 'herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.' Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, 'adil yargılanma hakkını' düzenleyen maddesinin fıkrasının b ve c bentlerinde ise; 'Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: a)….; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek… Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin bir gereği olduğu ve avukat tutma hakkının da savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Bu durumda, mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek muhtemel hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle, adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, parası olan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyor, parası olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi, görülmeye başlayacak davada kendisine bir avukat atanacağının sanığa bildirilmesi gereklidir. Kendisine avukat atandığını dahi bilmeyen ya da kendisine avukat atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunmayan bir sanığın, atandığını dahi bilmediği veya beğenmediği halde muhatap olduğu bu avukatın tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl mümkün değilse, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir. … Bunun ötesinde; kendisine zorunlu müdafi atanacağının sanığa bildirilmiş ve sanığın da buna ses çıkarmamış olduğu durumlarda; zorunlu müdafie yapılan tefhim veya tebliğ işlemlerinin aynen vekâletnameli müdafide olduğu gibi geçerli olacağı ve gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı hususunda duraksama yaşanmamaktadır. Dolayısıyla, böyle durumlarda Tebligat Yasasının maddesi uyarınca işlem yapılması gerekeceğinden, tebligat asile değil vekile (müdafie) yapılmalıdır. Aksi halde, zorunlu müdafiliğe yasanın arzu etmediği anlamda simgesel bir anlam yüklenmiş olur ki, bu kabul birçok kargaşayı da birlikte getirecektir. Konuya bu açıklamalar ışığında bakıldığında şu sonuçlara varılmaktadır: (…) 1-Zorunlu müdafi atamasının yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan usul hükümlerine göre tayin edilmiş zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğ, aynen vekaletnameli müdafie yapıldığında olduğu gibi hukuki sonuçlarını doğurur. Ancak; bunun ön şartı, kendisine bir zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmiş olmasıdır. 2-Sanığın zorunlu müdafii azletme ve değiştirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır. 3-Kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar olan sanık buna ses çıkarmazsa, zorunlu müdafiin yapmış olduğu ve kendisinin açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak zorundadır. 4-Kendisine zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda ise; zorunlu müdafie yapılmış bulunan tefhim ve tebliğ kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmaz. Bu durumda, velev ki zorunlu müdafii sanığın lehine gibi görünen bazı işlemleri yapmış olsa -örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa- dahi, hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi ve kendisine yapılan tebliğ üzerine sanık tarafından temyiz dilekçesi verilmesi halinde, temyiz davasının kabul edilmesi gerekir. Somut olayda; zorunlu müdafiinin yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar edilmeyen sanık A. açısından hukuki sonuç doğurmayacağından, temyiz süresini de başlatmaz. Bu nedenle, temyiz davasının sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinden sonra olduğundan bahisle reddi yerine, gerekçeli kararın sanığın kendisine de tebliği gerekmektedir. (…) Buna karşılık, kararın kendisine tebliğ edilmesine rağmen sanık tarafından süresi içinde temyiz dilekçesi verilmemesi halinde ise sanık müdafiinin süresinden sonra vaki temyiz isteminin reddine karar verilmeli ve Genel Kurulca duraksamasız olarak kabul edildiği gibi Özel Dairenin yaptığının aksine, iadeden önceki temyiz dilekçesine dayalı olarak da temyiz davası açılmamalıdır." Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2009 tarihli veE.2008/7595, K.2009/2251 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "1-a) Sanık Mücahit müdafiinin 2007 havale tarihli dilekçesi ile vekillik görevinden çekildiğini bildirdiği, aynı tarihli duruşmanın ara kararında çekilmenin tebliğine karar verildiği, ancak kararın gereğinin yerine getirilmediği anlaşılmakla, vekilin görevinden çekildiğine dair dilekçenin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun maddesi ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu gereğince usulüne uygun şekilde sanığa tebliği ile, kendisini duruşmada vekil ile temsil ettirmediği takdirde, atılı suçun alt sınırı dikkate alınarak CMK 150/3 maddesi gereğince baro tarafından müdafi atanması, atanan müdafiinin CMUK maddesi gereğince duruşmada hazır bulundurulması gereğine uyulmaması [ nedeniyle hükmün BOZULMASINA karar verilmiştir.]'' | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13081 | Başvuru, zorunlu müdafi atandığının bildirilmemesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, maliki olduğu taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasının 10 yıldan uzun sürmesi, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendisine ödenmesi ve Anayasa’nın maddesinde yer alan kamulaştırma bedelinin faiziyle ödenmesi kuralına aykırı hüküm tesis edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 14/12/2012 tarihinde Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 20/5/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 21/5/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 18/7/2013 tarihli görüş yazısı 30/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 19/8/2013 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait Mersin ili, Tarsus ilçesi, Şehit Mustafa mahallesi, 281 ada 15 no’lu parselde yer alan üç katlı taşınmaz hakkında imar planında yol güzergâhına isabet ettiği gerekçesiyle Tarsus Belediyesi (İdare) Encümeni tarafından 23/10/2001 tarihinde kamulaştırma kararı verilmiştir. Tarsus Belediye Başkanlığı tarafından oluşturulan kıymet takdir komisyonu 3/12/2001 tarihinde taşınmazın kamulaştırma bedelini 090,00 TL olarak belirlemiştir. Bu bedel üzerinde başvurucuyla uzlaşma sağlanamaması üzerine İdarece 27/12/2001 tarihli dilekçesiyle Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açılmıştır. Başvurucu, kamulaştırma işleminin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemi ile Adana İdare Mahkemesine E.2002/217 sayılı dosya üzerinden dava açmıştır. Adana İdare Mahkemesi 31/5/2002 tarihinde yaptığı incelemede, yürütmenin durdurulması istemini reddetmiştir. Mersin İdare Mahkemesinin faaliyete geçmesi üzerine Adana İdare Mahkemesi 11/9/2002 tarih ve E.2002/281, K.2002/1618 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine ve dosyanın Mersin İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mersin İdare Mahkemesi 28/10/2004 tarih ve E.2002/641, K.2004/1400 sayılı kararıyla davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın kamulaştırılmasını öngören idari işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Danıştay Dairesi 6/7/2005 tarih ve E.2005/1681, K.2005/3931 sayılı kararıyla iptal kararının bozulmasına hükmetmiştir. Aynı daire karar düzeltme talebini 5/7/2006 tarih ve E.2005/7475, K.2006/3623 sayılı kararıyla reddetmiştir. Mersin İdare Mahkemesi bozma kararı üzerine 21/3/2007 tarih ve E.2006/3166, K.2007/838 sayılı kararıyla kamulaştırma işleminin iptali isteminin reddine karar vermiş, bu karar 24/7/2009 tarihinde kesinleşmiştir. Tarsus Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafından, Mersin İdare Mahkemesinde görülen kamulaştırma işleminin iptali davası bekletici mesele yapıldığından İdare Mahkemesi kararının kesinleşmesi beklenmiştir. Mahkeme, idare mahkemesinde davanın reddedilmesi üzerine 21/10/2010 tarihinde bilirkişiler nezaretinde taşınmazın bulunduğu yerde keşif yapmış ve zemin+3 kattan oluşan taşınmazın zemin katının işyeri, diğer katların mesken olarak kullanıldığını tespit etmiştir. Mahkemeye sunulan 14/12/2010 tarihli bilirkişi raporunda taşınmazın değeri 27/12/2001 tarihli dava dilekçesi tarihi esas alınarak 211,30 TL olarak tespit edilmiştir. Başvurucu vekili 10/1/2011 tarihli dilekçesiyle rapora itirazlarını mahkemeye sunmuştur. Bilirkişi raporuna itiraz üzerine alınan 21/2/2011 tarihli ikinci bilirkişi raporunda Ocak-Aralık 2001 arasında taşınmazın değerinde güncelleme yapılarak taşınmazın değeri 999,00 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme, 19/4/2011 tarih ve E.2003/887, K.2011/319 sayılı kararıyla davayı kabul ederek bilirkişi raporu doğrultusunda tespit ettiği 999,00 TL kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesine ve taşınmazın tapu kaydının terkinine karar vermiştir. Mahkeme kararına yapılan temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, kamulaştırma bedelinin 2001 yılı birim fiyatlarına göre belirlenmesi gerektiği ve yapılan endeks ilavesinin hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle, 12/9/2011 tarih ve E.2011/6660, K.2011/8640 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını bozmuştur. Mahkeme, bozma kararına uyarak 2/2/2012 tarih ve E.2011/714, K.2012/39 sayılı kararıyla kamulaştırma bedelini 211,30 TL olarak tespit etmiş ve fazla ödenen bedelin başvurucudan alınarak idareye iadesine karar vermiştir. Başvurucunun ikinci karara karşı yaptığı temyiz başvurusu Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2012 tarih ve E.2012/4315, K.2012/5185 sayılı kararıyla reddedilerek yerel mahkeme kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı dairenin 18/10/2012 tarih ve E.2012/8772, K.2012/11632 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası devam ederken kamulaştırmaya konu taşınmazın rayiç değerinin tespit edilmesi istemiyle aynı mahkemeye müracaat etmiş ve Mahkeme, 23/5/2011 tarih ve 2011/37 Değişik İş sayılı kararıyla aynı tarihte bilirkişiler eşliğinde keşif yapılmasına ve bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Mahkemeye sunulan 4/11/2011 tarihli bilirkişi raporuyla 23/5/2011 tarihli keşif günü rayiciyle taşınmazın değeri 540,00 TL olarak tespit edilmiştir. İdare bu tespite karşı 17/10/2011 havale tarihli dilekçeyle itiraz etmiştir.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.…Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar… Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.(Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir.…14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.…” 2942 sayılı Kanun’un 24/4/2001 tarih ve 4650 sayılı Kanunla değişik maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1313 | Başvurucu, maliki olduğu taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle açılan bedel tespiti ve tescil davasının 10 yıldan uzun sürmesi, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden kendisine ödenmesi ve Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan kamulaştırma bedelinin faiziyle ödenmesi kuralına aykırı hüküm tesis edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan tutukluya kendi Kur'an-ı Kerim nüshasının verilmemesinin din ve vicdan özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.4 Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsünün hemen ardından 17/7/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan Adana Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanarak Adana Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucunun beyanına göre Adana Ceza İnfaz Kurumuna giriş yaptığı sırada yanında bulunan Kur'an-ı Kerim, Osmaniye Ceza İnfaz Kurumuna nakledilince posta ile aynı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. Osmaniye Ceza İnfaz Kurumu idaresi, başvurucunun kendisine ait Kur'an-ı Kerim nüshasını talep etmesine rağmen teslim etmemiştir. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığı 7/2/2017 tarihli ve 2017/12 sayılı kararında terör örgütü mensuplarının ailelerinden ve kargo yoluyla gelen kitapların ceza infaz kurumuna alınmamasına karar verildiğini belirterek başvurucunun talebini reddetmiştir. Söz konusu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 24/3/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği, Kur'an-ı Kerim'in Ceza İnfaz Kurumu kütüphanesinden bedelsiz temin edilebilme imkânı olduğu gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz ise Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 3/5/2017 tarihli kararı ile bir gerekçeye yer verilmeden reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 18/5/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Din ve vicdan özgürlüğü " kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Hükümlü, ceza infaz kurumunda, mensup bulunduğu dinin ibadetlerini, düzeni bozmayacak ve çalışmayı engellemeyecek biçimde serbestçe yerine getirebilir ve ibadette kullanılan eşyayı, dinî yaşamı bakımından zorunlu olan kitap ve eserleri temin ve bulunduğu yerlerde muhafaza edebilir.” 5275 sayılı Kanun'un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir. ...(3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren ... hiçbir yayın hükümlüye verilmez.” | Din ve vicdan özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24331 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan tutukluya kendi Kur an-ı Kerim nüshasının verilmemesinin din ve vicdan özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun ceza davasında keşif işlemi sırasında hazır bulundurulmaması suretiyle usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Kumluca Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun anılan suçtan cezalandırılması talebiyle 14/12/2020 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kumluca Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 25/12/2020 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra suçun unsurlarının ve niteliği ile kusur durumunun tespiti bakımından mahallinde 25/1/2021 tarihinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Tensip Tutanağı'nda 25/1/2021 tarihinde icrasına karar verilen keşif işlemiyle ilgili olarak Mahkeme, hava şartları nedeni ile keşfe gidilemediğinden keşfin 29/1/2021 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Söz konusu erteleme kararı başvurucu ve müdafiine tebliğ edilmemiştir. Mahkeme 29/1/2021 tarihinde taraflar hazır olmaksızın keşif işlemi yapmış, dosyayı bilirkişiye tevdi etmiştir. Duruşma üç celsede bitirilmiştir. İlk celse öncesi bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur. Bilirkişi raporunda, başvurucunun yaya veya okul geçitlerine yaklaşırken yavaşlama kuralını ihlal ettiği tespitinde bulunulmuştur. Başvurucu 2/3/2021 tarihli ilk celsede yaptığı savunmasında üzerine atılı suçu kabul etmediğini, Kaza Tespit Tutanağı ile bilirkişi raporu arasında çelişki olduğunu, bu nedenle dosyanın Adli Tıp Kurumuna (ATK) gönderilmesini talep etmiştir. Mahkeme, dosyanın ATK'ya gönderilmesine karar vermiştir. 20/4/2021 tarihli ikinci celsede ATK raporu Mahkemeye sunulmuştur. ATK raporunda başvurucunun asli kusurlu olduğu tespitinde bulunulmuştur. Başvurucu müdafii ikinci celseye katılamayacağını belirterek mazeret dilekçesi vermiştir. Yine aynı celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucu müdafiinin mazeretinin kabulüne, duruşmaya ara vererek sonraki celsenin 20/5/2021 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. 20/5/2021 tarihli üçüncü ve son celsede başvurucu müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasını yapmıştır. Başvurucu müdafii; başvurucunun olay anında kusuru olmadığını, keşif işlemi sırasında hazır bulunamadıklarını, olay yerinin yanlış tespit edildiğini, olayın yaya geçidinde gerçekleşmediğini, başvurucunun frene basmadığını, bilirkişi raporunda bahsedilen fren izini kabul etmediklerini, uzman heyetten tekrar bilirkişi raporu alınmasını talep etmiştir. Başvurucu müdafiinin talebi Mahkemece "dosya kapsamında aynı mahiyetli dosyalarda son mercii olarak görüşüne başvurulan ATK'dan alınmış raporun mevcut olduğu, söz konusu raporun da kendi içinde tutarlı ve gerekli yeterlilikte olduğu" gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkeme, başvurucunun taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan 240 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"... sanığın sevk ve idaresindeki 07 ... 399 plaka sayılı araç ile Kumluca İlçesi Yeni Mahalle Ahmet Ali Ağa Bulvarı üzerinde seyir halindeyken [] isimli iş yeri karşısında yaya olarak yaya geçidi üzerinden karşıdan karşıya geçmekte olan mağdura çarparak mağdurun kemik kırığı oluşacak şekilde (hayati fonksiyonlara etkisi:2) yaralanmasına sebep olduğu, olay mahallinde yapılan keşif sonucu tanzim edilen bilirkişi raporunda sanığın yaya geçidine yaklaşırken hızını azaltmaması ve yayaya ilk geçiş hakkını vermediğinden bahisle bu kuralı ihlal ettiği, 23/9/2021 tarihli adli tıp kurumu raporunda sanığın idaresindeki araç ile seyir halindeyken hızını azaltması ve yaya geçidindeki müşteki yayaya ilk geçiş hakkını verdikten sonra seyrine devam etmesi gerekirken bu hususlara riayet etmemek sebebiyle kusurlu bulunduğu, ATK raporu, bilirkişi raporu, taraf beyanları ve dosya kapsamı bütün olarak değerlendirildiğinde; sanığın sevk ve idaresindeki araç ile seyir halindeyken yaya geçidi üzerinden karşıdan karşıya geçmeye çalışan katılana çarpmak suretiyle katılanın yaralanmasına sebep olmak suretiyle üzerine atılı Taksirle Bir Kişinin Yaralanmasına Neden Olma suçunu işlediği..." Başvurucu, nihai hükmü 20/5/2021 tarihinde tebliğ ile öğrendikten sonra 2/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26780 | Başvuru, başvurucunun ceza davasında keşif işlemi sırasında hazır bulundurulmaması suretiyle usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kanun hükümlerinin yanlış yorumlanarak koşullu salıverilme süresinin hatalı hesaplanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) (Mahkeme) 26/9/2008 tarihli kararıyla; 30/7/2002 tarihinde işlediği U. ve H.U.B. isimli kişileri kasten öldürme suçundan iki defa ayrı ayrı 24 yıl hapis cezasına, 8/1/2003 tarihi ve öncesinde işlediği suç işlemek için kurulmuş çıkar amaçlı örgüte üye olma suçundan ise 1 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şu şekildedir:" ...... Maktüllerin başlarına isabet eden mermiler sebebiyle öldükleri göz önüne alındığında Sanık MEHMET DEMİRCİ'nin hayati bölgeleri hedef alarak öldürme kastı ile ateş ettiği böylece sanık MEHMET DEMİRCİ'nin kasten U.yutabancayla vurarak öldürdüğü ve Sanıklardan O. S.nin suç işlemek amacıyla örgüt kurduğu, örgütün lideri olduğu, sanık O. Ç.'nin de bu örgütün üyesi olduğu, O. S.nin önemli adamlarından biri olduğu, sanık MEHMET DEMİRCİ'nin de örgüt üyesi olduğu, olayın oluş şekline göre, sanık O. S. nin ve O. Ç.'nin kavga sırasında karşı gruptakileri vurması konusunda MEHMET DEMİRCİ'ye talimat verdikleri, bu talimat doğrultusunda MEHMET DEMİRCİ'nin bilardo salonuna giderek ruhsatsız tabancasını aldığı ve kavganın olacağı yere yakın bir yerde beklediği göz önüne alındığında.........sanık O.S.nin zorla tahsilat yapmak, yasal olmayan yollardan gelir sağlamak amacıyla örgüt kurduğu, örgüt üyelerinin Sanıklar ..., MEHMET DEMİRCİ, ... olduğu, örgütün hiyerarşik bir yapısının bulunduğu, örgütün eylemlerinde devamlılığın olduğu, örgütün yukarıda belirtildiği şekilde taksi plakası almak amacıyla Ş.yi döverek öldürdüğü, müştekiler A. A., O. Ö.yü gasp ettiği ve gaspa teşebbüs ettiği, müşteki G.yisilahla zorla kaçırdığı, Avşa Adasında müşteki sanık Ş. T.nin husumette olduğu kişileri sindirme ve korkutma işini üstlendiği, bu işlem sırasında iki kişinin örgüt mensubu olan MEHMET DEMİRCİ tarafından öldürüldüğü, örgütün silahlı olduğu ve eylemlerinde silah kullandığı sabit olduğundan... [cezalandırılmasına karar verildi.] " Anılan hükmün temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 26/5/2010 tarihli kararıyla; U.yu kasten öldürme suçundan verilen mahkûmiyet kararının onanmasına,H.U.B.yi öldürme suçundan verilen mahkûmiyet kararının ise bu suçun olası kast kapsamında işlendiği gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir. Yargıtay kararın ilgili kısımları şöyledir:" ...3-A) ... sanık nin'suç örgütüne üye olma' , sanıklar İ. ve Ü.nün 'suç örgütüne üye olma'; ... sanık O.nun 'suç örgütüne üye olma', ... sanık nin , 'suç örgütüne üye olma', sanık K.nin, 'suç örgütüne yardım', ... suçları yönünden, zamanaşımı süresinin 5237 Sayılı TCK’nun maddesine göre lehe düzenlemeler içeren 765 Sayılı TCK’nun 102 ve maddeleri gereğince 5 yıl olduğu, zamanaşımı süresinin en son 2002 ve 2003 tarihlerinde mahkemece alınan savunmalarla kesildiği, bu tarihten itibaren de başkaca zamanaşımını kesen bir sebep bulunmadığı, hüküm tarihi olan 2008 gününe kadar 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmakla, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmekle hükümlerin BOZULMASINA, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, sanıklarınbelirtilen suçlarından açılan kamu davalarının CMUK.nun Maddesindeki yetkiye dayanılarak, zamanaşımı nedeniyle 765 Sayılı TCK.nun 102/4 ve 104/ maddeleri gereğince ORTADAN KALDIRILMASINA, ...Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık O.’nun ' suç örgütü kurma ve yönetme', ...sanık Mehmet Demirci’nin, maktuller U. ve H. U.yu öldürme suçlarının sübutu kabul,oluşave soruşturma sonuçlarınauygun şekildesuçların niteliği tayin, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde, eleştiri ve bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan...a) Sanık O.nun'suç örgütü kurma ve yönetme', ... sanık Mehmet Demirci’nin, 'maktul U.yu öldürme' suçları yönünden kurulan, kısmen resen de temyize tabi hükümlerin, tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,... b) Sanıklar ... Mehmet Demirci’nin 'maktul H.U.yu öldürme' suçları yönünden,Sanıkların doğrudan maktul Hüseyin Uğur’u hedef aldıklarını gösteren delillerin bulunmadığı, ancak kavgaya dahil olan maktul U. ile birlikte topluluk içinde bulunan maktul H. U.nun da isabet alabileceğini öngörebilecek durumda oldukları, eylemlerinin 5237 Sayılı TCK hükümlerine göre “olası kastla öldürme” suçunu oluşturduğu gözetilmeden... BOZULMASINA... [karar verildi.] " Yargıtay tarafından verilen bozma kararı sonrasında Mahkeme yeniden yaptığı yargılama sonunda başvurucuyu H.U.B.yi olası kastla öldürme suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırmış olup anılan hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 21/3/2013 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Mahkemenin 30/1/2014 tarihli kararıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası gereğince başvurucu hakkında kesinleşen hapis cezalarının neticeten 36 yıl hapis cezası olarak toplanmasına ve infazın bu süre üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itiraz edip etmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında düzenlenen 5/2/2014 tarihli müddetnameye göre 24 yıl hapis cezası için suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 30/7/1999 tarihli ve 4422 sayılı mülga Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu kapsamında kaldığından 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi atfı ile 3/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası hükmü gözetilerek 1/4 oranında indirim uygulanırken içtimalı 36 yıl hapis cezasından bakiye 12 yıl hapis cezası için ise suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 13/7/1963 tarihli ve 647 sayılı mülga Cezaların İnfazı Hakkında Kanun'un 19 maddesinin birinci fıkrası ile ek maddesi hükümleri gereğince 1/2 oranında indirim ve ayrıca her ay için 6 gün indirim uygulanarak koşullu salıverilme süresi hesaplanmıştır. Başvurucu; 24 yıl hapis cezasına konu kasten adam öldürme suçunun çıkar amaçlı suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlendiğine ilişkin olarak mahkûmiyet kararında açık bir hüküm bulunmadığı gibi hükmedilen cezanın mükerrerlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine dair de bir karar bulunmadığını, suç örgütüne üye olma suçundan verilen hapis cezasının dava zamanaşımı nedeniyle Yargıtay tarafından ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, dolayısıyla 24 yıl hapis cezasının infazının suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 647 sayılı mülga Kanun hükümlerine göre yapılması gerektiğini belirterek anılan müddetnameye itiraz etmiştir. Mahkeme 4/5/2015 tarihli ek kararı ile başvurucunun itirazını kabul etmiş, bu kapsamda anılan hapis cezasının 647 sayılı mülga Kanun'un 19 maddesinin birinci fıkrası ile ek maddesi hükümleri gereğince 1/2 oranında indirim ve ayrıca her ay için 6 gün indirim uygulanarak infaz edilmesine hükmetmiştir. Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan karara itiraz etmiş olup itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/6/2015 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Verilen bu ret kararından sonra Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı, Mahkemenin 4/5/2015 tarihli kesinleşen ek kararı doğrultusunda başvurucu hakkında müddetname düzenlemiştir. Başvurucunun infaz süreci sırasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 3/11/2015 tarihli yazısıyla Mahkemeden 4/5/2015 tarihli ek kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 7/12/2015 tarihli kararında; infaz edilen içtimalı hapis cezası içinde bulunan 24 yıl hapis cezasının çıkar amaçlı suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlenen U.nun kasten öldürülmesi eylemine ilişkin verildiği hususunun mahkûmiyet kararının gerekçesinde açık bir şekilde yazılı olduğu tespitine yer vermiş olup İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebinikabul etmiş, bu anlamda 4/5/2015 tarihli ek kararın kaldırılarak24 yıl hapis cezasının 4422 sayılı mülga Kanun'un maddesi ve 3713 sayılı Kanun'un maddesi atfı ile 5275 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine göre koşullu salıverilme süresinin hesaplanarak infazın yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Mahkemenin 7/12/2015 tarihli ek kararının kaldırılması için İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, suç örgütüne üye olma suçunun zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, mahkûmiyet kararının gerekçesinde her ne kadar kasten öldürme eyleminin suç örgütü faaliyeti kapsamında işlendiği kabul edilmiş ise de kararda hükmün 5275 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında infaz edilmesine dair herhangi bir ibarenin yer almadığını, suç örgütüne üyelikten verilen mahkûmiyet hükmünün esastan değil dava zamanaşımı nedeniyle bozulmuş olmasının hâlen infaz edilen mahkûmiyet hükmüne konu adam öldürme eyleminin suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlendiğine işaret ettiği şeklindeki yorumun hukuken yerinde olmadığını, infazın suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 647 sayılı mülga Kanun hükümlerine göre yapılması gerektiğini ileri sürmüştür.İtirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 27/1/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Anılan kararın başvurucuya tebliğ edilip edilemediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.Başvurucu 26/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Metinleri 4422 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Doğrudan veya dolaylı biçimde bir kurumun, kuruluşun veya teşebbüsün yönetim ve denetimini ele geçirmek, kamu hizmetlerinde, basın ve yayın kuruluşları üzerinde, ihale, imtiyaz ve ruhsat işlemlerinde nüfuz ve denetim elde etmek, ekonomik faaliyetlerde kartel ve tröst yaratmak, madde ve eşyanın azalmasını ve darlığını, fiyatların düşmesini veya artmasını temin etmek, kendilerine veya başkalarına haksız çıkar sağlamak, seçimlerde oy elde etmek veya seçimleri engellemek maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak (...) suretiyle yıldırma veya korkutma veya sindirme gücünü kullanarak suç işlemek için örgüt kuranlara veya örgütü yönetenlere veya örgüt adına faaliyette bulunanlara veya bilerek hizmet yüklenenlere sadece bu nedenle üç yıldan altı yıla kadar; örgüte üye olanlara iki yıldan dört yıla kadar ağır hapis cezası verilir.Örgüt silahlı ise, yukarıda yazılı hallerde verilecek ceza üçte birden yarıya kadar artırılır. Henüz hiç bir silahlı eyleme teşebbüs edilmemiş olsa bile, silahlar veya patlayıcı maddeler örgütün amaçları doğrultusunda hazırlanmış veya elde bulundurulmuş ise, örgüt silahlı sayılır.Suç faili, memur veya kamu hizmetiyle görevli kimse ise yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarıdan bir katına kadar artırılır.Suçun işlenmesine ayrılan veya suçun işlenmesinde kullanılan veya suçtan doğan değer veya ürünlerin veya bunlar yerine geçen şeylerin ve müsaderesi gereken her türlü eşyanın gelirlerinin veya suçtan doğan her türlü yararın Devlete intikaline hükmolunur.Bu madde hükümleri, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, amaçları yukarıda tanımlanan örgütle aynı olan ve yıldırma veya korkutma veya sindirme gücünü kullanan açık veya gizli örgütlere de uygulanır.Örgüt mensuplarınca veya örgüt adına örgüt üyesi olmayanlar tarafından birinci fıkrada gösterilen amaçları gerçekleştirmek üzere işlenen suçların ve 01/03/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 296 ncı maddesinde öngörülen cürmün cezaları üçte birden yarıya kadar artırılır.Bu Kanunda öngörülen suçları işleyen veya örgütlerin eylemlerini, amaçlarını, hedeflerini, bu kişi veya örgütlere haksız çıkar sağlamak veya örgütün korkutma, sindirme, yıldırma gücünü artırmak amacıyla yazılı, sesli veya görsel yayın araçlarıyla yayımlanan veya her ne suretle olursa olsun propagandasını yapan hakkında iki yıldan dört yıla kadar ağır hapis ve birmilyar liradan beşmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Ayrıca yayın organının faaliyetlerinin bir günden üç güne kadar durdurulmasına karar verilir. 4422 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:" Bu Kanun kapsamına giren suçlardan tutuklananlar ile mahkûm olanlar hakkında Terörle Mücadele Kanununun ve 17'nci maddesi hükümleri uygulanır." 3713 sayılı Kanun'un 18/7/2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki maddesi şöyledir:" Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlardan, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası alanlar 36 yıllarını, müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 30 yıllarını, diğer şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkûm edilmiş olanlar hükümlülük süresinin 3/4'ünü çekmiş olup da iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde talepleri olmaksızın şartla salıverilirler. Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar.Bu hükümlüler hakkında,647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 19 uncu maddesinin bir ve ikinci fıkraları ile Ek 2 nci maddesi hükümleri uygulanmaz." 3713 sayılı Kanun'un 5532 sayılı Kanun ile değiştirildikten sonraki maddesi şöyledir:"Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır."5275 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:" Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler."647 sayılı mülga Kanun'un maddesi şu şekildedir:"Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 25 yıllarını; müebbet ağır hapis cezasına hükümlüler 20 yıllarını; diğer şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalara mahküm edilmiş olanlar hükümlülük süresinin 1/2'ni; çekmiş olup da Tüzüğe göre iyi halli hükümlü niteliğinde bulundukları takdirde, talepleri olmasa dahi şahsi şartla salıverilirler."647 sayılı mülga Kanun'un ek maddesi şu şekildedir:"Hükümlülerin yarı açık veya açık cezaevlerine seçilmelerine karar verme işlemi, Adalet Bakanlığınca her yılın Ocak ayı içerisinde tespit edilerek Cumhuriyet Savcılıklarına bildirilen şartla salıverilme tarihine göre yapılır. Bakanlıkça bildirilen bu tarih aşılmamak ve kapalı kurumlarda çalışanlara öncelik tanınmak kaydıyla; 9, 10 ve 11 inci maddeler gereğince tabi tutulacakları müşahadeleri sonucu yarı açık veya açık müesseselere naklolunan hükümlülerin; anılan müesseselerde kaldıkları her ay için 6 gün, 19 uncu maddenin 1, 2 ve 3 üncü fıkralarına göre tespit edilecek şartla salıverilme tarihlerinden indirilmek suretiyle şartla salıverilme işlemi yapılır."26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:" (2) Suçun işlendiği zaman yürürlülükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz edilir.”(3) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır." Suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Aynı neviden şahsi hürriyeti bağlayıcı muvakkat cezaların birleştirilmesi halinde tatbik edilecek ceza ağır hapiste 36, hapiste 25, sürgünde 15, hafif hapiste 10 seneyi geçemez. "4/11/2014 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulanma Şekli Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 27/3/2013 tarihli ve E.2013/5247, K.2013/6089 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:" ...Dosya kapsamına göre; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkında Kanun'un 107/ maddesinde yer alan ' Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.' şeklindeki düzenleme dikkate alındığında, her ne kadar İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 17/10/2007 tarihli ve 2005/22 esas, 2007/409 sayılı kararında, sanık hakkında çıkar amaçlı suç örgütüne üye olmak suçundan sehven hüküm kurulmamış ve bozma sonrasında da bu suçtan dolayı açılan kamu davasının, 765 sayılı Kanun'un 102/ ve 104/son. maddeleri uyarınca zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiş ise de, sanığın cezalandırılmasına karar verilen ve kesinleşen hürriyeti tahdit ve gasp suçlarını suç örgütü faaliyeti çerçevesinde işlediği gözetilmeksizin itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş olduğundan bahisle 5271 sayılı CMK’nın maddesi uyarınca anılan kararın bozulması Dairemizden istenilmiştir.Kanun yararına bozma istemine dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbar yazısı, incelenen dosyaiçeriğine göre yerinde görüldüğünden kabulüile Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 2012 günve2012/1611 sayılı değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK.nın maddesi gereğincebozulmasına...[karar verildi]." Yargıtay Ceza Dairesinin 7/7/2015 tarihli ve E.2015/3049, K.2015/4356 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Hükümlü G. T. hakkında çıkar amaçlı suç örgütüne üye olmak suçundan açılan kamu davasının, 765 sayılı Kanun’un 102/2 ve 104/son, CMK’nun 223/ maddeleri uyarınca dava zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiş ise de, hükümlünün cezalandırılmasına karar verilen ve kesinleşen öldürme, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını suç örgütü faaliyeti kapsamında işlendiği,5237 sayılı TCK’nun 7/ maddesine göre suçun işlendiği zamanda yürürlükte bulunan Kanun ile sonradan yürürlüğe giren Kanun hükümlerinin farklı olması halinde hükümlünün lehine olan Kanunun uygulanacağı ve infaz olunacağı, aynı maddenin fıkrasına göre infaz rejimine ilişkin hükümlerin derhal uygulanacağı fakat koşullu salıverilmenin, infaz rejimine ilişkin hükümlerin derhal uygulanmasının istisnaları arasında sayıldığı dikkate alındığında; koşullu salıverme ile ilgili olarak da lehe infaz Kanununun tespit edilmesi gerektiği; suç tarihinde yürürlükte bulunan 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’nun maddesinde bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar hakkında Terörle Mücadele Kanununun maddesi hükümlerinin uygulanacağı atfının bulunduğu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki lehe olan 17/ maddesine göre 647 sayılı Kanunun maddesinin bir ve ikinci fıkraları ile Ek maddesi hükümlerinin uygulanmayacağı ve koşullu salıverilme için hükümlülük süresinin dörtte üçünün iyi halli olarak çekilmesi gerektiği, bu durumda 3713 sayılı Kanunun 5532 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 17/ maddesi hükümleri ile sonradan yürürlüğe giren ve 5275 sayılı Kanunun 107/ maddesi hükümleri arasında yapılacak lehe Kanun değerlendirmesinde, her iki durumda da koşullu salıverilme için cezaevinde iyi halli olarak geçirilmesi gereken sürenin hükmedilen süreli hapis cezasının dörtte üçü olacağı bu durumda ise değerlendirmeye konu edilen her iki Kanun hükmünün aynı sonucu vermesi ve 5275 sayılı Kanunun maddesinde öngörülen denetim süresinin infaz rejimine ilişkin olup TCK’nun 7/ maddesine göre derhal uygulanması gerektiği buna göre hükümlü hakkındaki cezaların infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 107/4 maddesi uyarınca yapılması gerektiği anlaşıl[mıştır]." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2018/16615, K.2013/28455 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:" ...İnfazda kazanılmış hakkın sözkonusu olmayacağı kabulü ile yapılan incelemede;Denetim planına uymaması nedeniyle kapalı cezaevine iadesine karar verilen hükümlünün tebliğata rağmen teslim olmayarak, yakalama emri ile ceza infaz kurumuna alınması karşısında, iyi halli hükümlü olarak kabul edilemeyeceği gözetilmeden hakkında şartla tahliye kararı verilmesi,..." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/5/2019 tarihli ve E.2017/2666, K.2019/2803 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:" ...Bir suçu gizlemek veya delil ve emarelerini ortadan kaldırmak veya kendisinin yahut başkasının cezadan kurtulmasını temin amacıyla öldürmek suçundan hükümlü Melih Mete hakkında ilk derece mahkemesince verilen 765 sayılı TCK’nin 450/ ve 59/ maddeleri uyarınca müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin hükmün onanmak suretiyle kesinleştiği, 4771 sayılı Kanunla idam cezasının kaldırılarak 765 sayılı TCK’de ki idam cezalarının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürüldüğü, dolayısıyla 5237 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra aynı Yasanın7/2 ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun maddesi uyarınca lehe olan kanun uygulamasının belirlenmesinde, 765 sayılı Yasaya göre 450/9, 59/ maddeleri uyarınca verilen müebbet ağır hapis cezası ile 5237 sayılı Yasanın ilgili maddelerinin karşılaştırılması suretiyle lehe olan yasanın belirlenmesi gerektiği halde, infazda kazanılmış hak olmayacağı kuralı düşünülmeksizin,..." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6828 | Başvuru, kanun hükümlerinin yanlış yorumlanarak koşullu salıverilme süresinin hatalı hesaplanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir başka ülkede gözaltında kalınan sürenin hükmolunan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma isnadıyla yürütülen soruşturma kapsamında 10/7/2017 tarihinde Isparta Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılmıştır. Başvurucu 28/7/2018 tarihinde Lefkoşa kolluk kuvvetlerince yakalanmış ve 30/7/2018 tarihinde Türkiye'ye iade edilene kadar burada gözaltında kalmıştır. Başvurucu, Mersin Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından 31/7/2018 tarihinde teslim alınmış ve aynı tarihte Isparta Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 12/6/2019 tarihli kararıyla başvurucu müsnet suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş, anılan mahkûmiyet hükmü onanarak kesinleşmiştir. Bu hüküm gereğince başvurucunun hapis cezasının infazına başlanmış ve başvurucu hakkında 11/8/2020 tarihinde müddetname düzenlenmiştir. Bu müddetnamede, 30/7/2018 ile 31/7/2018 tarihleri arasındaki bir gün gözaltı süresi ile 31/7/2018 ile 6/8/2020 tarihleri arasındaki 737 günlük tutukluluk süresi başvurucunun cezasından mahsup edilmiştir. Başvurucu 16/11/2021 tarihli dilekçesinde, 11/8/2020 tarihli müddetnamede gözaltında kaldığı sürenin yanlış belirtildiğini ileri sürmüş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Polis Genel Müdürlüğünce (Polis Genel Müdürlüğü) düzenlenen, kendisinin 28/7/2018 ile 30/7/2018 tarihleri arasında iki gün gözaltında kaldığına dair belgeyi dilekçesinin ekinde sunmuştur. Başvurucu, bu sürenin de cezasından mahsup edilmesini talep etmiştir. Tarsus İnfaz Hâkimliğince (İnfaz Hâkimliği) 9/12/2021 tarihli müzekkereyle Ağır Ceza Mahkemesinden başvurucunun gözaltında geçirdiği sürelerin ve bu sürelerin daha önce mahsup edilip edilmediğinin bildirilmesi istenmiştir. 10/12/2021 tarihli yazıda; başvurucunun 30/7/2018 ila 31/7/2018 tarihlerinde gözaltında kaldığı, başka gözaltı süresinin bulunmadığı belirtilmiştir. Bunun üzerine İnfaz Hâkimliği 23/12/2021 tarihli kararıyla başvurucunun mahsup talebini reddetmiştir. Başvurucunun itirazı, Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4/1/2022 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, kesinleşme şerhinin 14/1/2022 tarihinde kendisine tebliğiyle nihai kararı öğrendiğini bildirmiş olup 28/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerinden geçici olarak muaf tutulmasına, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) 17/4/2023 tarihli görüş yazısında, başvurucunun 12/9/2022 tarihli dilekçeyle mahsup edilmeyen iki günlük gözaltı süresinin mahsup edilmesi talebini yenilediği bildirilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, Polis Genel Müdürlüğüne 13/9/2022 tarihinde yazdığı müzekkereyle, başvurucunun iki gün gözaltında kaldığına ilişkin evrakın ve hangi suçtan gözaltında kaldığının iletilmesini istemiştir. Polis Genel Müdürlüğünün 28/2/2023 tarihli yazısında başvurucunun 28/7/2018 tarihinde suç işlemeye teşebbüs suçundan tutuklandığı ve 30/7/2018 tarihinde Türkiye'ye iade edildiği bildirilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 20/3/2023 tarihinde İnfaz Hâkimliğine söz konusu yazıyı iletmiş ve başvurucunun mahsup talebinin değerlendirilmesini istemiştir. İnfaz Hâkimliği 29/3/2023 tarihli kararıyla başvurucunun mahsup talebini kabul etmiş ve iki gün KKTC'de gözaltında kaldığı sürenin cezasının infaz süresinden mahsup edilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında 23/3/2023 tarihinde denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilerek başvurucu ceza infaz kurumundan tahliye edilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/13630 | Başvuru, bir başka ülkede gözaltında kalınan sürenin hükmolunan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hukuk davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, karar kesinleşinceye kadar kamulaştırma bedelinin bankada tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/23558 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mülkiyeti başvuruculara ait taşınmazların kamu projesi kapsamında acele kamulaştırılmasına karar verilmiş, ilgili Bakanlık tarafından başvurucular aleyhine Karasu Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma (bedel tespiti ve tescil) davaları açılmıştır. Mahkemenin davanın kabulüne, kamulaştırma bedellerinin belirlenmesine ve taşınmazların Hazine adına tapuya tesciline yönelik kararları başvurucular vekili tarafından kamulaştırma bedelleri yönünden temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) kararlar bozulmuştur. Bozma kararları üzerine Mahkemece yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak tekrar kamulaştırma bedelleri belirlenip davaların kabulüne ve taşınmazların Hazine adına tapuya tesciline hükmedilmiştir. Mahkemece ayrıca, hükmedilen kamulaştırma bedelleri arasındaki farkların kararlar kesinleşinceye kadar üçer aylık vadeli hesapta nemalandırılmak üzere ilgili bankaya müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Mahkeme kararları davacı Bakanlık tarafından temyiz edilmiş, Dairece kararların onanmasına hükmedilmiştir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ve karar kesinleşinceye kadar kamulaştırma bedelinin bankada tutularak düşük vadeyle nemalandırılması sebebiyle de mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23558 | Başvuru, hukuk davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, karar kesinleşinceye kadar kamulaştırma bedelinin bankada tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; barışçıl nitelikteki toplantının dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, müdahale sırasında kolluğun güç kullanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olaylara İlişkin Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Olağanüstü hâl döneminde birçok tedbir alınmıştır. Alınan tedbirlerden biri de terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60). Olağanüstü hâl süresince çıkarılan otuz dört olağanüstü hâl KHK'sıyla olağanüstü hâlin sona erdiği dönemde toplam 806 kişi kamu görevinden çıkarılmıştır (Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237,10/3/2022, § 11). Öğretmen olarak görev yapmakta olan S.Ö. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (675 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Akademisyen olan N.G. de hakkındaki 3/10/2016 tarihli görevden uzaklaştırma tedbirinin ardından 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK (679 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Kamu görevinden çıkarılan N.G. 9/11/2016 tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi'nde oturma eylemine başlamış, S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu kişiler 11/3/2017 tarihinde, görevlerine iade edilmeleri için açlık grevi başlattıklarını açıklamıştır. N.G. ve S.Ö.nün başlattığı oturma eylemi ve sonrasındaki açlık greviyle ilgili olarak kamuda yoğun tartışmalar yaşanmış, konu uzun süre güncelliğini korumuştur (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 12, 13). Görevinden çıkarılması nedeniyle açlık grevine başlayan eski akademisyen N.G.nin 2016 yılı Kasım ayında Ankara'nın Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde başlattığı ve Konur Sokak'ın Yüksel Caddesi'yle kesiştiği bölgede uzunca bir süre devam ettiği protesto gösterileri yaşanmıştır. Gösterilere katılanlar, kamu görevlerinden çıkarılmalarını ya da başkalarının çıkarılmasını ve OHAL dönemi uygulamalarını protesto etmek veya görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek vermek amacıyla çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara iştirak etmiştir. 2016 yılının sonundan başlayarak 2018 yılının ortalarına kadar gelen bir süreçte, çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan göstericiler hakkında idari para cezalarına hükmedilmiştir. Bu kapsamda başvurucu Veli Saçılık hakkında elli altı idari para cezasına hükmedilmiştir (Adnan Vural ve diğerleri, §§ 14-17). Başvurucu, hakkında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiş; itirazın ilgili Ankara sulh ceza hâkimliğince reddedilmesi üzerine başvurucu bu süreci ayrıca bireysel başvuru konusu yapmıştır. Anayasa Mahkemesi bu başvuruda, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (başvurunun ayrıntıları için bkz. Adnan Vural ve diğerleri).B. Başvurucuya İlişkin Süreç 1947 yılı doğumlu olan birinci başvurucu, 1977 doğumlu olan ikinci başvurucunun annesidir. Başvurucular Ankara'da yaşamaktadır. İkinci başvurucu Veli Saçılık, Ankara Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde sosyolog olarak görev yapmaktayken 31/10/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK (677 sayılı KHK) ile başvurucunun kamu görevine son verilmiştir. Başvurucu Veli Saçılık kamu görevinden çıkarılması nedeniyle ve yeniden görevine dönebilmesi amacıyla başvurduğu hukuki yolların çözümsüz kaldığını ileri sürerek ihraç kararını ve hukuki süreci protesto etmek üzere 13/6/2017 tarihinde Ankara'nın Yüksel Caddesi'nde gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmıştır. Basın açıklaması, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan N.G. ile S.Ö.nün devam etmekte olan açlık grevlerini destekleyen protesto gösterilerinden biri mahiyetindedir. Birinci başvurucu da oğluna destek olmak üzere bu toplantıya izleyici olarak katıldığını dile getirmiştir. Başvurucuların anlatımına göre basın açıklaması yapıldıktan sonra kolluk görevlileri şiddet kullanmış, göz yaşartıcı gaz kullanıp bedensel kuvvet uygulayarak katılımcıları darbetmiş ve barışçıl topluluğu dağıtmıştır. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen ve beş sayfadan oluşan 13/6/2017 tarihli tutanakta (Olay Yeri Tutanağı) özetle şu bilgilere yer verilmiştir:-DHKP/C terör örgütünün memur yapılanması olan Devrimci Memur Hareketi 13/6/2017 tarihinde, kamu görevlerinden çıkarılan N.G., S.Ö. ve A.K.nın 11/3/2017 tarihinden beri devam eden süresiz açlık grevini desteklemek amacıyla Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde oturma eylemi ve basın açıklaması organize etmiştir.- Olay günü saat 15-30 sıralarında aralarında başvurucu Veli Saçılık'ın da olduğu beş kişi anıtın önüne gelmiştir. Başvurucunun elinde "[N.] ve [S.] İşe Geri Alınsın" yazılı pankart bulunmakta olup başvurucu "Bizler tam 216 gündür burada insan hakları anıtının önünde direnişteyiz. [N.] ve [S.nin] açlık grevinin günü biz diyoruz ki KHK ile bir gecede bizi işimizden atamazsınız. Biz size karşı direniriz ve direnmeye devam ederiz. İnsan hakları anıtının önünde oluşturduğunuz utanç duvarını kaldırın. Biz defalarca seslendik size burada eylemimiz günlerdir sürüyor, burada eylem yapmamız tamamen yasaldır, tamamen meşrudur. Bu meşruluk karşısında polis bize şiddet uyguluyor. Biz bu şiddete karşı burada direniyoruz. Akşam 00'da basın açıklamasında görüşmek üzere." şeklinde açıklama yapmış, ardından yayaların geçişini engelleyecek biçimde beklemeye başlamıştır.- Kolluk görevlilerinin grubu dağılmaları konusunda megafonla üç kez uyarmasından sonra topluluk bir başka sokağa yönelmiş, bu arada başvurucu Veli Saçılık "[N.], [S.] onurumuzdur. İşimizi geri istiyoruz. Yaşasın açlık grevi direnişimiz. Zafer direnen emekçinin olacak' şeklinde slogan atmış ve '[N.] ve [S.yi] yaşatacağız. Onlara bunu yapanlar tarihe hesap verecekler, hesap vermeye devam edecekler. Yılmadık, yılmayacağız. Akşam 00'da buluşmak üzere dönüyoruz." diyerek gruba çağrı yapmıştır. Devamında başvurucu "[N.G.] ve [S.Ö.nün] sağlık durumları çok kritik bir aşamaya girmiştir. Biz arkadaşlarımızın sağlığı için, onların işe dönmesi için, tabi ki bizim de işe dönmemiz için, burada sesimizi yükseltmeye, bu zalimliğe zulme karşı baş kaldırmaya, isyan etmeye devam edeceğiz. Bütün halkımızı da bekliyoruz bu sokağa. Artık gaz atmayın diyoruz. Burada haklı, meşru Anayasa hakkımızı kullanıyoruz. Buna saldıranlara daima cevabımız direniş olacaktır. Yaşasın [N.], yaşasın [S.]" şeklinde açıklama yapmış, "Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanıldı." diyerek slogan atmayı sürdürmüştür.- Saat 30'da başvurucu Veli Saçılık ve beraberindeki on beş kişi Konur Sokak'ta bulunan Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Başkanlığı önünde toplanmıştır. Otuz kişiye ulaşan grup saat 58'de İnsan Hakları Anıtı'nın önüne gelmiş, yukarıdaki paragraflarda yer verilen açıklamalara benzer mahiyette basın açıklaması yapmış ve slogan atmıştır. - Basın açıklamasının ardından kolluk görevlileri dağılmaları hususunda grubu birden fazla kez uyarmış, makul süre vermek suretiyle grubun dağılmasını beklemiştir. Ancak ikazlara rağmen topluluk dağılmayınca polis, kalkanları ile barikat kurmuş; göstericilerin -bu arada başvurucu Veli Saçılık'ın da bu göstericilerin arasında olduğu belirtilmiştir- barikatı tekme ve yumruklarla aşmaya çalışması üzerine kademeli olarak zor kullanmıştır. Akabinde göstericiler taş, pet şişe gibi sert cisimleri kolluk görevlilerine atarak direnmiş, yeniden megafonla ikaz edilen grup dağılmamakta ısrar edince kalkan, biber gazı ve point (silah) kullanılarak gruba müdahalede bulunulmuştur. - Başvurucu Veli Saçılık ile beraberindeki sekiz kişi bir kitabevinin yanındaki binaya girmek isterken başvurucu, annesinin biber gazından etkilendiğini ve kendilerine sürekli işkence yapıldığını dile getirmiş; kolluk görevlilerine hitaben "Nasıl bir zulümdür, nasıl bir şeydir ya defolun gidin alın beni ya her seferinde işkence yapıyorsunuz.", "Bağırma bana lan, her seferinde işkence yapıyorsunuz, serseri misiniz be." şeklinde söylemde bulunmuştur. Bir süre daha sloganlarla devam eden eylem saat 40'ta sona ermiştir. Başvurucuların da aralarında olduğu yedi kişi hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işledikleri isnadıyla 5/9/2017 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) hitaben fezleke düzenlenmiştir. Başsavcılık tarafından şüpheliler hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu Veli Saçılık 6/10/2017 tarihinde Başsavcılıkça alınan savunmasında üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, demokratik anayasal hakkını kullanmak için belirtilen yere gittiğini, basın açıklaması sırasında polislerin birden gruba müdahale ettiğini, kendisini, annesini ve diğer kişileri darbettiklerini, biber gazı sıktıklarını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu; polislerin annesine kötü muamelede bulunduğunu, onu yerde sürüklediklerini ve hakaret ettiklerini gördüğünü, polislerin "Dağılın!" ikazını duymadığını, yaptığı eylemin demokratik ve barışçıl bir eylem olduğunu, müdahalenin haksız olduğunu, gözaltına alınmadığını, polisin kendilerini darbederek suç işlediğini iddia etmiştir. Başvurucu Keziban Saçılık 18/10/2017 tarihli savunmasında ilk kez bu şekilde bir basın açıklamasına katıldığını, oğlunun kendisini hiçbir şeye karışmaması konusunda uyardığını, bu nedenle kenarda basın açıklamasını izlerken polislerin gruptan dağılmasını istediğini, polisler ile açıklama yapan kişiler arasında arbede yaşandığını beyan etmiştir. Arbedede oğlunun yere düştüğünü görünce hemen koşup üstüne kapanmak istediğini, bu şekilde oğluna gelecek darbeleri engellemeye çalıştığı esnada polislerin yakın mesafeden yüzüne biber gazı sıktığını, bunun üzerine yere düştüğünü, etraftaki kişilerin yardımıyla başka yere gittiğini, bu sırada kendini kaybettiğini dile getirmiştir. Olay sırasında kesinlikle polislere karşı herhangi bir eylemde bulunmadığını ifade eden başvurucu suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucuların kolluk görevlileri hakkındaki iddiaları zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu bakımından değerlendirilerek görevliler hakkında soruşturma açılmış ve söz konusu soruşturma, başvurucular hakkında açılan soruşturmadan 7/11/2017 tarihinde ayrılmıştır. Başsavcılık, şüpheli görevli polis memurları hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu yönünden yürüttüğü soruşturma sonunda 14/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir şeklinde belirlenmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda; müştekilerin olay günü katılmış oldukları toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında görevli emniyet mensupları tarafından usulüne uygun şekilde yapılan dağılmaları yönündeki ihtarlara rağmen dağılmamakta ısrar etmeleri üzerine görevliler tarafından gruba müdahale edilerek dağılmalarının sağlandığı, söz konusu müdahale sırasında zor kullanıldığı için müştekilerin yaralanmasının doğal olduğu, çözülmesi gereken sorunun yapılan müdahale sırasında zor kullanma yetkisinin aşılıp aşılmadığının tespiti olduğu, incelenen evrak kapsamından ve DVD Çözüm Tutanağından ise şüpheli polis memurlarının grubu dağıtmak için yaptıkları müdahale sırasında yasalar tarafından verilen zor kullanma yetkilerini aştıklarına ve bu şekilde üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmakla;Şüpheliler hakkında yüklenen suçtan kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." Başvurucuların Başsavcılık kararına yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 22/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucular aleyhine yapılan ceza soruşturması sonunda başvurucuların kanuna aykırı toplantılara ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işledikleri isnadıyla 7/11/2017 tarihinde ceza davası açılmıştır. Başsavcılık, başvurucularla ilgili olarak görevi yaptırmamak için direnme suçundan işlem yapmamıştır. Başvurucular hakkında düzenlenen iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"...Saat:17:58 sıralarında Yüksel Caddesi Konur Sokak kesişiminden İnsan Hakları Heykeli önüne gelen yaklaşık 30 kişilik grubun İnsan Hakları Anıtı önünde...'işimizi geri istiyoruz / direne direne kazanacağız / yaşasın açlık grevi direnişimiz / polis defol bu sokaklar bizim /nuriye semih onurumuzdur / kahrolsun faşizm / yaşasın mücadelemiz' şeklinde slogan attıkları, bunun üzerine görevliler tarafından tüm grubun duyabileceği şekilde yaptıkları eylemin kanunsuz olduğu ve Konur Sokak istikametine doğru dağılmaları gerektiği yönünde bir kaç kez ikazda bulunulduğu ve grubun dağılması için bir süre beklendiği, ancak şahısların ikazlara rağmen dağılmayarak eylemlerine devam etmeleri üzerine Çevik Kuvvet görevlilerince grubun Konur Sokak Mülkiyeliler Binası önüne uzaklaştırıldığı ve Çevik Kuvvet görevlilerinin kalkanları ile barikat oluşturarak gruptaki kişilerin tekrar anıt önüne gelmelerini engellemeye çalıştıkları, buna rağmen yaklaşık 30 kişilik grubun polis kalkanları ile oluşturulan barikata yüklenerek barikatı aşmaya çalıştıkları, daha sonra grup içerisinde bulunan ve kimliği tespit edilemeyen bazı şahısların görevlilerin üzerine taş ve pet su şişeleri atarak saldırıda bulundukları, bunun üzerine tekrar görevliler tarafından grubun Konur Sokak istikametine doğru dağılması yönünde ikazlar yapıldığı, ancak tüm bu ikaz ve müdahaleye rağmen grubun dağılmamakta ısrar etmesi üzerine görevlilerin kademeli olarak güç kullanmak suretiyle gruba müdahalede bulunulduğu, ... saat:18:20 sıralarında TMMOB önüne uzaklaştırılan grubun sayısının çevreden katılımlar ile 40 kişiye ulaştığı ve gruptaki kişilerin 'Polis defol bu sokaklar bizim' şeklinde slogan attıkları, görevlilerin tekrar eylemci gruba ikazda bulunarak dağılmalarının istendiği, ancak grubun 'Zafer direnen emekçinin olacak / polis defol bu sokaklar bizim' şeklinde slogan atarakeylemine devam etmesi üzerine görevlilerin kalkanları ve biber gazı marifetiyle gruptakileri Meşrutiyet Caddesi istikametine doğru uzaklaştırarak grubun dağılmasını sağladıkları anlaşılmıştır....Yapılan soruşturma sonucunda;1- Tüm şüphelilerin katılmış oldukları suça konu kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında görevliler tarafından kendilerine yapılan dağılma yönündeki ikaza ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederek üzerlerine atılı 2911 Sayılı Yasanın 32/1 maddesine muhalefet suçunu işledikleri anlaşıldığından; tüm şüphelilerin eylemlerine uyan 2911 Sayılı Yasanın 32/1 ve TCK'nun 53/1 maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına,..." Ankara Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) yapılan yargılama 13/12/2019 tarihinde başvuruculara atılı suçun kanuni unsurlarının oluşmadığı kanaatine istinaden başvurucuların beraatiyle sonuçlanmıştır. Anılan karar 22/1/2020 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizde yapılan yargılama sonucunda tüm dosya kapsamından anlaşılacağı üzere; her ne kadar sanıklar hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendisinden dağılmama suçundan cezalandırılmaları istemiyle mahkememizde kamu davası açılmış ise de; sanıkların eyleminin başlı başına suç oluşturmayacağı, kamu erklerinin de belirli oranda hoşgörü göstermesinin ve toplumun da buna katlanmasının gerektiği hususları gözönüne alındığında sanıklara atılı suçun unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir." Anayasa Mahkemesi, başvurucuların şikâyeti ile ilgili soruşturmanın evrakını Başsavcılıktan istemiş; Başsavcılık, başvurucular aleyhine yürütülen soruşturma evrakı ile birlikte kamu görevlileri hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararını ve itiraz sürecine ilişkin belgeleri göndermiştir. Başvurucunun başvuru formuna fotokopisini eklediği DVD İzleme ve Tespit Tutanağı (İzleme Tutanağı) Başsavcılıktan gönderilen belgeler arasında veya UYAP'ta bulunamamıştır. Başvuruya eklenen, on altı sayfadan oluşan ve kolluk görevlileri tarafından hazırlandığı anlaşılan İzleme Tutanağı'nda özetle;- 13/6/2017 tarihinde 30 ile 40 saatleri arasında başvurucuların da aralarında olduğu bir grubun pankartlarla slogan atarak ve açıklama yaparak eylem yaptığı, kolluk görevlilerinin megafonla grubu uyarmasına rağmen eylemcilerin dağılmaması üzerine eylemcileri iteklemek suretiyle müdahaleye başladığı, eylemcilerin direnmesinin akabinde biber gazı kullandığı, sonrasında gaz kapsülü atan point tabanca ile müdahaleye devam ettiği bilgisine yer verilmiştir. - Gösteriye katılan başvurucuların da dâhil olduğu yedi kişi tespit edilmiş, her birinin eylemleri ayrıca belirtilmiştir. Buna göre başvurucu Keziban Saçılık'ın uyarıya rağmen gösteri alanından ayrılmadığı, müdahalede bulunan polis memurunun yeleğinden tutarak çekiştirdiği, eylemcilere biber gazı sıkmaya çalışan polis memurunun elinden tutarak müdahale etmesini engellemeye ve polis memuruna vurmaya çalıştığı sırada gazın kendisine geldiği, gazdan etkilenerek gruptan uzaklaştığı tespit edilmiştir. Başvurucu Veli Saçılık'ın ise grupla hareket ederek sloganlara katıldığı, uyarıya rağmen uzaklaşmadığı, hareketsiz kalarak polis müdahalesini beklediği açıklanmıştır. İzleme Tutanağı'na fotoğraflar eklenmiş ise de tutanağın fotokopi olması nedeniyle içeriği anlaşılamamıştır. Buna karşın başvurucu, ayrıca on yedi fotoğraftan oluşan görüntüleri sunmuştur. Bu fotoğraflardan başvurucuların gösteri yapan grup içinde bulunduğu, başvurucuları iteklemek suretiyle kolluk görevlilerinin müdahale ettiği ayrıca kolluk görevlilerinin gruba karşı yakın mesafeden göz yaşartıcı sprey kullandığı ve ellerinde gaz fişeği atan silahlar olduğu, başvurucu Keziban Saçılık'ın iki kişinin yardımıyla yerden kalkmaya çalıştığı ve birkaç kişi tarafından kendisine yardım edildiği, diğer başvurucu olan oğlunun bu esnada yanında bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucuların fotoğrafların alındığı video görüntülerini CD şeklinde ibraz ettiği Anayasa Mahkemesince görüntüler izlenmiştir. Görüntülerde; gösteriye katılanların ellerinde pankartlarla kamu görevinden ihraç edilmelerini protesto ettikleri, süresiz açlık grevinde bulunanları destekleri görülmektedir. Az sayıda katılımcının bulunduğu gösteride slogan atıldığı, İzleme Tutanağı'nda da yer verilen açıklamalar yapılırken kolluk görevlilerinin toplantının dağıtılması hususunda uyarı yapmasının akabinde bedensel kuvvetle, copla, gaz spreyi ve bazı silahlarla (Niteliği belirlenemese de bazı belgelerde point niteliğinde olduğu belirtilmiştir.) topluluğa müdahale ettiği gözlenmiştir. Müdahale sırasında başvurucuların da dâhil olduğu katılımcıların -kolluk görevlilerinin bedenleriyle veya kalkanlarıyla itmek suretiyle- süpürme hareketine maruz kaldığı, bu sırada topluluktaki kişilerin yüzüne yakın mesafeden biber gazı sıkıldığı ve ayaklarının bulunduğu yakın bölgeye niteliği belirlenemeyen silahla ateş edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu Keziban Saçılık'ın bir kolluk görevlisinin diğer göstericilere biber gazı sıkmak isterken kolunu tutması nedeniyle polis memurunun başvurucuya dönerek çok yakın mesafeden başvurucunun yüzüne gaz sıktığı görüntülere yansımıştır. Göstericilerin kolluk görevlilerine karşı şişe veya taş attığına ilişkin veriye rastlanmamıştır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29- Göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ali Güneş/Türkiye (B. No: 9829/07, 10/4/2012) kararında, kolluk görevlileri tarafından barışçıl bir toplantıda göz yaşartıcı gaz kullanılması kapsamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararda AİHM, polis memurlarının hangi gerekçe ile başvurucuya göz yaşartıcı gaz sıktığına ilişkin olarak hükûmet tarafından herhangi açıklama yapılmadığını ve gerekçe gösterilmediğini belirtmiş; gazların neden olduğu etkiler ve sağlık açısından potansiyel tehlikelerini gözönünde bulundurarak somut olayın şartlarında başvuranın yüzüne haksız yere gaz sıkılmasının kişilerin yoğun fiziksel ve ruhsal acı duymasına neden olduğu, bu doğrultuda başvuranı aşağılayabilecek ve onun itibarını düşürebilecek korku, acı ve aşağılanma duyguları uyandırdığını değerlendirerek Sözleşme'nin maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Ali Güneş/Türkiye, §§ 42, 43). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5552 | Başvuru, barışçıl nitelikteki toplantının dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, müdahale sırasında kolluğun güç kullanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; özel koleksiyona kayıtlı olan taşınmaz kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzeye tesliminin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, uzun yargılamayla ilgili şikâyetlerin ileri sürülebileceği bir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Filiz Freifrau Von Thermann ve İnci Sieber sırasıyla 1955 ve 1958 doğumlu olup Almanya Federal Cumhuriyeti'nin München şehrinde ikamet etmektedir. Başvurucu Melahat Altın ise 1930 doğumlu olup Balıkesir'de ikamet etmektedir. Birinci ve ikinci başvurucular 10/7/2009 tarihinde ölen T.A.nın çocukları, üçüncü başvurucu ise T.A.nın eşidir. Koleksiyonculuk belgesine sahip olan T.A.nın 1988 yılında Balıkesir Müze Müdürlüğünde (Müze Müdürlüğü) koleksiyona işlenen yirmi dokuz parça kültür varlığı bulunmaktadır. Bunlardan 28'inin gerçekte taşınmaz kültür varlıklarından kopan parçalar niteliğinde olduğu Müze Müdürlüğü tarafından iddia edilmektedir. Sözü edilen kültür varlıkları yine 1965 yılından beri T.A.ya ait olan ve "Altınkamp" olarak tabir edilen turistik tesisin çeşitli alanlarında sergilenmektedir. Eserlerin on beş parçası çalınma riskine karşı tesisteki yapıların duvarlarına monte edilmiş vaziyettedir. T.A.nın koleksiyonuna kayıtlı olan kültür varlıkları, ölümünden sonra 20/10/2009 tarihinde başvuruculara zimmetlenmiştir. T.A.nın koleksiyonuna kayıtlı kültür varlıklarının on üçü, diğer iki mirasçının şikâyeti üzerine Müze Müdürlüğü tarafından 11/12/2009 tarihinde yerlerinden sökülerek götürülmüştür. Tesisteki yapıların duvarlarına monte edilmiş hâldeki on beş eser ise yerlerinde bırakılmıştır. Müze Müdürlüğü 25/5/2010 tarihli işlemle, tesisteki yapıların duvarlarına monte edilmiş hâldeki on beş eserin on beş gün içinde Müze Müdürlüğüne teslim edilmesini başvuruculara ihtar etmiştir. Anılan işlemde, taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyona dâhil edilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucular, bu işlemin iptali istemiyle 7/6/2010 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular; 24/11/2009 tarihinde Müze Müdürlüğünce yerinde yapılan incelemede hiçbir eksikliğin bulunmadığı tespit edildiği hâlde kültür varlıklarının bir kısmının yerlerinden alınarak Müzeye götürülmesinin, bir kısmının ise monte edildikleri duvarlardan sökülerek Müzeye tesliminin istenmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Dava dilekçesinde başvurucular ayrıca 27/1/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na 4/2/2009 tarihli ve 5835 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici maddenin kültür varlıklarının müzeye teslim edilmesini zorunlu kılmadığını, duvara monte edilmiş olan eserlerin zarar görmemesi için yerinde bırakılması gerektiğini savunmuştur. Davalı Kültür ve Turizm Bakanlığının savunma yazısında, kültür varlıklarının devlet malı niteliğinde olduğu belirtilmiş; 2863 sayılı Kanun'a 5835 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde dikkate alındığında taşınmaz kültür varlıklarının özel koleksiyonculuk faaliyetine konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Savunma yazısında, vefat eden bir koleksiyoncunun koleksiyonuna kayıtlı kültür varlıklarının mirasçılarına intikal edebilmesi için onların da koleksiyonculuk izin belgesi alması gerektiği vurgulanmıştır. Savunma yazısında ayrıca mirasçılar arasındaki veraset ihtilaflarının çözülemediği, mirasçıların henüz koleksiyonculuk belgesi almadığı ve başvurucuların elinde bulunan kültür varlıklarının, özel koleksiyona konu edilmesi kanunen yasaklanmış taşınmaz kültür varlığı niteliğinde olduğu hususları dikkate alındığında kültür varlıklarının yediemin olarak Müzeye teslimi yolunda tesis edilen dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu açıklanmıştır. Savunma yazısında son olarak varislerin koleksiyon izin belgesi alması hâlinde kültür varlıklarının varislere iade edileceğinin tabii olduğu belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 2/3/2011 tarihinde idari işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 2863 sayılı Kanun'un , , ve geçici maddelerine yer verildikten sonra taşınmaz kültür varlıklarının bir şekilde envantere kaydedilmesi durumunda bu eserlerin koleksiyonerler arasında satılamayacağı ve el değiştiremeyeceğinin hükme bağlandığı ifade edilmiş ancak Kültür ve Turizm Bakanlığının bedelsiz alım yetkisinin yalnızca anılan taşınmaz kültür varlıklarının ören yerlerinde ve müzelerdeki eski eserlerin bütünleyicisi olduğunun tespiti hâlinde kullanılabileceği vurgulanmıştır. Kararda, ihtilaf konusu eserlerin ören yerlerinde ve müzelerde bulunan eski eserlerin bütünleyici parçası niteliğinde olup olmadığı ortaya konulmadan ve bunların yerlerinden sökülmesi hâlinde orijinal özelliklerini yitirip yitirmeyeceği belirlenmeden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı açıklanmıştır. Kararı temyizen inceleyen Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) 10/4/2014 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma kararında, ilgili mevzuat hükümlerine yer verildikten sonra söz konusu mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden, taşınmaz kültür varlıklarının koleksiyonculuk faaliyetine konu olamayacağının, envantere kaydedilmemesi gerekmesine rağmen bir şekilde envantere kaydedilen taşınmaz kültür varlıklarının devlet müzelerine devri gerektiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Bozma kararında; duvara monte edilmiş hâlde olduğu için alınamayan dava konusu eserlerin taşınmaz niteliğinde olduğu ve taşınmaz eserlerin koleksiyonculuk faaliyetine konu olamayacağı vurgulanmıştır. 2863 sayılı Kanun'un geçici maddesindeki hükmün, ölmüş olan murise ait koleksiyonculuk faaliyetine devam edebilmesi için yeniden koleksiyon izin belgesi almak ve yeni envanter kaydı yaptırmak zorunda olan başvurucular yönünden herhangi bir hak teşkil etmeyeceğine işaret edilen bozma kararında, başvurucuların yeni alacağı izin belgesi sonrasında envantere kaydettirecekleri eserlerin taşınmazlardan oluşmasına imkân bulunmadığının altı çizilmiş, dolayısıyla başvurucuların murisine ait koleksiyonda kayıtlı olan ancak duvarda monte edilmiş hâlde olduğu için alınamayan eserlerin on beş gün içinde Müze Müdürlüğüne teslimine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesi 26/6/2015 tarihinde, Dairenin bozma kararındaki gerekçeyi benimseyerek davayı reddetmiştir. Başvurucuların temyiz talebi Dairenin 13/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş ve İdare Mahkemesi kararı onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 7/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/4/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Alexandra Liana ve diğerleri, B. No: 2018/20732, 13/1/2022, §§ 25- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14470 | Başvuru, özel koleksiyona kayıtlı olan taşınmaz kültür varlıklarının bedelsiz olarak müzeye tesliminin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, uzun yargılamayla ilgili şikâyetlerin ileri sürülebileceği bir başvuru yolunun bulunmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, murisleri tarafından 29/12/1957 tarihinde Kızıltepe Tapulama Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 8/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 29/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Kızıltepe ilçesi Otluk köyünde 1957 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 3 ve 5 parsel numaralı taşınmazlar A.A. ve müşterekleri adına tespit edilmiştir. Başvurucuların murisi İbrahim Sarıdağ ve müşterekleri tarafından, A.A. ve müşterekleri aleyhine, 29/12/1957 tarihinde Kızıltepe Tapulama Mahkemesinin E.1957/178 ve E.1957/180 sayılı dosyalarında kadastro tespitine itiraz davaları açılmıştır. Kızıltepe Tapulama Mahkemesince, 13/4/1958 tarihinde, E.1957/180 sayılı dava dosyası ile E.1957/178 sayılı dava dosyasının birleştirilmesine karar verilmiş ve yargılamaya E.1957/178 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Maliye Hazinesi, dava konusu taşınmazların Hazineye ait olduğunu ileri sürerek, 13/5/1958 tarihinde davaya müdahil olmuştur. Dava dosyası 2013 yılında Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş olup, yargılamaya Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/42 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir. Başvurucu, 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2614 | Başvurucular, murisleri tarafından 29/12/1957 tarihinde Kızıltepe Tapulama Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 6/3/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16198 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 9/9/2008 tarihinde Bursa İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan tazminat davasında İlk Derece Mahkemesinin 17/12/2009 tarihli hükmü ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/5/2012 tarihli ilamı ile bozulmuş, bozma üzerine yargılamaya devam edilmiş Bursa İş Mahkemesinin 27/2/2014 tarihli kararı ile dava kısmen kabul edilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/9/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16899 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru 22/3/1999 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan ortaklığın giderilmesi davasında temyiz süresi geçtikten sonra yapılan temyiz talebinin kabul edilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/4/2013 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 21/4/2015 tarihli görüş yazısı 5/5/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş; başvurucu vekili, Bakanlık cevabına karşı beyanlarını 15/5/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ili Silivri ilçesi Beyciler köyünde bulunan 17, 69, 642, 684, 722, 849, 859 ve 1166 parsel numaralı taşınmazları düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile satın aldığını ve 1/2 oranında paylı maliki olduğunu iddia ederek diğer malik İ.Ş. aleyhine 22/3/1999 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/221 sayılı dosyasında ortaklığın giderilmesi davası açmıştır. Mahkemenin 1/4/2002 tarihli ve E.1999/221, K.2002/289 sayılı kararıyla başvurucunun taşınmazların 1/2 payının maliki olduğu, 5/3/2002 tarihinde keşif yapıldığı ve bilirkişi raporları alındığı, teknik bilirkişi raporunda dava konusu 69 parsel numaralı taşınmazın iki eşit parçaya ifrazının mümkün olduğunun, diğer parsellerin bölünemeyeceğinin tespit edildiği belirtilerek 69 parsel numaralı taşınmaz yönünden ortaklığın aynen taksim yolu ile davadan feragat edilen 642 parsel numaralı taşınmaz dışındaki diğer parseller yönünden ise satış yoluyla ortaklığın giderilmesine karar verilmiştir. Yine başvurucu; İstanbul ili Silivri ilçesi Beyciler köyünde bulunan 529 ve 530 parsel numaralı taşınmazların Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1998/401, K.1998/564 sayılı kararıyla 1/2 oranında paylı maliki olduğunu iddia ederek diğer malik İ.Ş. aleyhine 16/6/1999 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/523 sayılı dosyasında ortaklığın giderilmesi davası açmıştır. Mahkemenin 11/4/2002 tarihli ve E.1999/523, K.2002/433 sayılı kararıyla başvurucunun taşınmazların 1/2 payının maliki olduğu, 28/3/2002 tarihinde keşif yapıldığı ve bilirkişi raporları alındığı, teknik bilirkişi raporunda aynen taksimin mümkün olmadığının tespit edildiği belirtilerek satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiştir. Her iki dava dosyasındaki davalı İ.Ş. 13/2/2002 tarihinde vefat etmiştir. Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin kararına dayalı olarak 18/11/2004 tarihinde, paydaşlığın satış suretiyle sona erdirilmesinden dolayı 1/2 hissesi İ.Ş. adına kayıtlı olan 17, 684, 722, 849, 859 ve 1116 parsel numaralı taşınmazların başvurucunun mevcut hissesiyle birleştirildiği belirtilerek 25/11/2004 tarihinde başvurucu adına tescil edilmiş; 529 ve 530 parsel numaralı taşınmazlar satılarak başka bir şahıs adına tapuya tescil edilmiştir. Davalı İ.Ş.nin mirasçıları 16/11/2005 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2005/1030 sayılı dava dosyasında Silivri ilçesi Beyciler köyünde bulunan 529 ve 530 parsel numaralı taşınmazlar hakkında, taşınmazların 1/2 hissesinin maliki olan miras bırakanları aleyhine ortaklığın giderilmesi talebiyle Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/523 sayılı dosyasında dava açıldığını, miras bırakanları İ.Ş.nin 13/2/2002 tarihinde vefat ettiğini, başvurucunun bu durumu bilmesine karşın mirasçıları davaya dâhil etmediğini ve yargılamaya devam edildiğini, ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verildiğini, kararın kesinleştiğini ve satış işlemlerinin gerçekleştiğini belirterek yargılamanın yenilenmesini talep etmişlerdir. Yine davalı İ.Ş.nin mirasçıları 16/11/2005 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2005/1031 sayılı dava dosyasında Silivri ilçesi Beyciler köyünde bulunan 17, 69, 642, 684, 722, 849, 859 ve 1166 parsel numaralı taşınmazlar hakkında, taşınmazların 1/2 hissesinin maliki olan miras bırakanları aleyhine ortaklığın giderilmesi talebiyle Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/221 sayılı dosyasında dava açıldığını, miras bırakanları İ.Ş.nin 13/2/2002 tarihinde vefat ettiğini, başvurucunun bu durumu bilmesine karşın mirasçıları davaya dâhil etmediğini ve yargılamaya devam edildiğini, ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verildiğini, kararın kesinleşerek satış işlemlerinin gerçekleştiğini belirterek yargılamanın yenilenmesini talep etmişlerdir. Mahkemenin 18/10/2006 tarihli kararıyla E.2005/1031 sayılı dava dosyası, aralarında hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu belirtilerek E.2005/1030 sayılı dava dosyasıyla birleştirilmiş; yargılamaya Mahkemenin E.2005/1030 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 15/6/2007 tarihli ve E.2005/1030, K.2007/569 sayılı kararında; yargılamanın yenilenmesinin kesinleşmiş mahkeme kararlarına karşı başvurulan olağanüstü bir kanun yolu olduğu, davacıların miras bırakanları İ.Ş.nin karar tarihinden önce 13/2/2002 tarihinde vefat ettiği; davacıların, İ.Ş. aleyhine verilen Mahkemenin 1/4/2002 tarihli ve E.1999/221 K.2002/289 sayılı kararı ile 11/4/2002 tarihli ve E.1999/523, K.2002/433 sayılı kararını temyiz etmekte hukuki yararlarının bulunduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davacıların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/2/2008 tarihli ve E.2007/13087, K.2008/1225 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Davacıların karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 16/7/2008 tarihli ve E.2008/8393, K.2008/9506 sayılı ilamıyla ortaklığın giderilmesi davalarında karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı belirtilerek karar düzeltme dilekçelerinin reddine karar verilmiştir. Davalı İ.Ş.nin mirasçıları 21/8/2008 tarihli temyiz dilekçesinde miras bırakanları İ.Ş.nin yargılama devam ederken vefat ettiğini, mirasçıların davaya dâhil edilmemesi nedeniyle verilen kararın usule aykırı olduğunu, nitekim yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduklarını, Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2005/1030 sayılı kararında İ.Ş.nin mirasçılarının kararı temyiz etmekte hukuki yararları bulunduğunun ifade edildiğini belirterek Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 11/4/2002 tarihli ve E.1999/523, K.2002/433 sayılı kararının bozulmasını talep etmişlerdir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/3/2009 tarihli ve E.2008/14201, K.2009/2475 sayılı ilamıyla hükmün, temyiz isteminde bulunan 16/11/2005 tarihinde tebliğ edildiği; temyiz dilekçesinin sekiz günlük yasal süre geçtikten sonra 21/8/2008 tarihinde verilmiş olduğu belirtilerek 1/6/1990 tarihli ve E.1989/3, K.1990/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı gereğince temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 20/10/2009 tarihli ve E.2009/8924, K.2009/8698 sayılı ilamıyla ortaklığın giderilmesi davalarında karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı belirtilerek reddedilmiştir. Davalı İ.Ş.nin mirasçıları 21/8/2008 tarihli temyiz dilekçesinde miras bırakanları İ.Ş.nin yargılama devam ederken vefat ettiğini, mirasçıların davaya dâhil edilmemesi nedeniyle verilen kararın usule aykırı olduğunu, nitekim yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduklarını, Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2005/1030 sayılı kararında İ.Ş.nin mirasçılarının kararı temyiz etmekte hukuki yararları bulunduğunun ifade edildiğini belirterek Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/4/2002 tarihli ve E.1999/221, K.2002/289 sayılı kararının bozulmasını talep etmişlerdir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/2/2009 tarihli ve E.2008/11923, K.2009/805 sayılı ilamında; kararın süresi içinde temyiz edildiği, davalı İ.Ş.nin yargılama devam etmekte iken 13/2/2002 tarihinde vefat ettiğinin anlaşıldığı, bu durumda davalı İ.Ş.nin mirasçılık belgesinde adı geçen tüm mirasçılarının davaya dâhil edilmesi, mirasçılara usulüne uygun dava dilekçesinin tebliğ olunması ve taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerektiği belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 17/6/2009 tarihli ve E.2009/6621, K.2009/5782 sayılı ilamıyla ortaklığın giderilmesi davalarında karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı belirtilerek karar düzeltme dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/10/2012 tarihli ve E.2009/1020, K.2012/904 sayılı kararıyla taraf teşkilinin sağlandığı, keşif yapıldığı, taşınmazlardaki ortaklığın giderilmesine engel bir durumun bulunmadığı, taşınmazların niteliği, pay ve paydaş sayıları itibarıyla aynen taksimin mümkün olmadığı belirtilerek Beyciler köyü 17, 684, 849, 859 ve 1166 parsel numaralı taşınmazlardaki ortaklığın satış suretiyle giderilmesine, 642 parsel numaralı taşınmazla ilgili olarak feragat nedeniyle davanın reddine, 69 ve 722 parsel numaralı taşınmazlarla ilgili olarak ise dava dışı satım nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2013 tarihli ve E.2012/19088, K.2013/2596 sayılı ilamında paydaşlığın giderilmesi davalarında paydaş ve ortakların tümünün davada taraf olarak gösterilmesinin gerektiği, taraf teşkili sağlanmadan yapılan yargılamada ağır yargılama hatasının yapılacağı, bu hususun kamu düzenine ilişkin olduğu belirtilerek İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar başvurucuya 20/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Davaya ehliyet Kanunu Medeni ile tayin olunmuştur.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.” 1086 sayılı mülga Kanun'un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki maddesinin birinci fıkrası şöyledir: (DEĞİŞİK MADDE RGT: 1981 RG NO: 17404 KANUN NO: 2494/23) “Mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir.” 1086 sayılı mülga Kanun'un 5236 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Mahkemei Temyiz aşağıda beyan olunan esbaptan dolayı temyiz olunan hükmü nakzeder. 1- Kanunun ve iki taraf beynindeki mukavelenin yanlış tatbik edilmiş olması. .. .. 4- Usulü muhakemeye muhalefet edilmesi 5- Meselei maddiyenin takdirinde hata edilmesi 6 - İki taraftan birinin davasını ispat için serdettiği delillerin sebebi kanuniye müstenit olmıyarak kabul edilmemesi, Usulü muhakemeye muhalefetten dolayı bir hükmün nakzolunabilmesi mahkemeye ait vazaifte usulü muhakemenin ihlal olunmasına ve işbu kusur ve hatanın lahik olan hükmü tağyir edecek derecede bulunmasına veya müddei, yahut müddeaaleyh tarafından usulü muhakemenin tağyir ve ihlal olunduğunu ispat edecek derecede itiraz olunup da mahkemede tetkik edilmemiş olmasına mütevakkıftır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2736 | Başvuru 22/3/1999 tarihinde Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan ortaklığın giderilmesi davasında temyiz süresi geçtikten sonra yapılan temyiz talebinin kabul edilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/5/2004 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/10/2018 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu 13/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36543 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hisse senedi satın almak maksadıyla Sayha Holding A.Ş. yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru, 21/10/2013 tarihinde Hannover Başkonsolosluğu vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 24/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım isteminde bulunmuş, Bölüm tarafından 30/6/2014 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 4/9/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu, 22/12/2014 tarihinde beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye’de faaliyet gösteren sekiz ayrı anonim şirket yetkililerine 1997-2001 yılları arasında hisse senedi satın almak maksadıyla yaptığı ödemeleri ve şirket tarafından vaat edilen kar paylarını geri alamaması üzerine zararının giderilmesi amacıyla 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna başvurmuştur. Anılan başvuruya İdarece cevap verilmemesi üzerine başvurucu, yasal yükümlülüklerini yerine getirmediğinden bahisle sorumlu olduğunu ileri sürdüğü Sermaye Piyasası Kurulu aleyhine 000,00 TL zararının ödenmesi istemiyle 18/5/2004 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkemenin, 22/6/2005 tarihli ve E.2004/1538, K.2005/1004 sayılı kararıyla, davalı İdarenin yasal olarak belirlenen görev, sorumluluk ile yetkileri çerçevesinde inceleme ve denetim görevini yaptığı, yükümlülüklerini yerine getirdiği, başvurucunun zararının oluşumundan sorumlu tutulabileceği eylem ve eylemsizliğinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 17/3/2006 tarihli ve E.2005/10052, K.2006/1423 sayılı ilâmıyla, birbirinden ayrı şirketlerin faaliyetleri nedeniyle denetim görevini yerine getirmeme şeklindeki dava konusu istemlerin aralarında maddi bağlılık bulunmadığı, istemler arasında Kanun hükmünün öngördüğü anlamda sebep-sonuç ilişkisinden de söz edilemeyeceği belirtilerek anılan işlemlere karşı tek dilekçe ile dava açılmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Ankara İdare Mahkemesi, 27/9/2007 tarihli ve E.2007/724, K.2007/1394 sayılı kararıyla bozma kararına uyarak, her bir şirket açısından ayrı dilekçelerle dava açılması gerektiği belirtilerek, usulüne uygun olarak yeniden dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar vermiştir. Her bir şirket nedeniyle oluştuğu iddia edilen zarar için ayrı dilekçelerle dava açan başvurucunun, Sayha Holding A.Ş.'ye ödediği parayı geri alamadığından bahisle 915,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi zararının ödenmesi istemiyle açtığı davada, Ankara İdare Mahkemesinin, 26/12/2008 tarihli ve E.2008/361, K.2008/2557 sayılı kararıyla “merkezi Konya ve Yozgat olan bazı şirketlerin Kurula kayıt yükümlülüğünü yerine getirmeden sermaye artırımı yaparak veya paylarını, çoğunluğu yurt dışında bulunan vatandaşlara hukuksal geçerliliği olmayan belgeler karşılığında sattıklarının belirlendiği, davalı idarece bu konuda yapılan araştırmalar sonucu tasarruf sahiplerinin şirket yöneticilerine güveni ve vaat edilen yüksek kar payları nedeniyle bu yatırımları yaptıkları, ancak şirketlerin verimsiz çalıştığı ve kar edemedikleri, dava konusu şirket hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, bunun yanında yurt dışında yaşayan yatırımcıların bilgilendirilmesi amacıyla gazetelere ilanlar verilerek yurt içinde ve yurt dışında toplantılar yapıldığı, Sermaye Piyasası Kanununda kişisel mali yatırım zararlarının idarece ya da kamu kaynaklarından karşılanmasını gerektiren bir hükme yer verilmediği, öte yandan davalı İdarece olayın öğrenilmesinden sonra kamuoyu bilgilendirme toplantıları yapıldığı, dava konusu şirket için de para cezaları uygulanarak suç duyurusunda bulunulduğu, İdarenin koşullarının gerekleri ve olanaklarına göre Kanun'da verilen görevleri yerine getirdiği, buna göre başvurucunun uğradığı zararla davalı İdarenin herhangi bir eylem ve işlemi arasında illiyet bağı saptanamadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Danıştay Onüçüncü Dairesinin 18/5/2011 tarihli ve E.2009/4186, K.2011/2329 sayılı ilâmıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 13/6/2013 tarihli ve E.2011/4258, K.2013/1817 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 4/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 21/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 28/7/1981 tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun “Cezai Sorumluluk” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi şöyledir: “(Değişik: 23/1/2008-5728/372 md.) Diğer kanunlara göre daha ağır bir cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde; Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri kendisine veya üçüncü kişilere menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak şekilde mameleki yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek, içerden öğrenenlerin ticaretidir. Bu fiili işleyen 11 inci madde kapsamındaki ihraççılarla, sermaye piyasası kurumlarının veya bunlara bağlı veya bunlara hâkim işletmelerin yönetim kurulu başkan ve üyeleri, yöneticileri, denetçileri, diğer personeli ve bunların dışında meslekleri veya görevlerini ifa etmeleri sırasında bilgi sahibi olabilecek durumda olanlarla, bunlarla temasları nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak bilgi sahibi olabilecek durumdaki kişiler, Yapay olarak, sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir piyasanın varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak, arttırmak veya azaltmak amacıyla alım ve satımını yapan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler, Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi veren, haber yayan, yorum yapan ya da açıklamakla yükümlü oldukları bilgileri açıklamayan gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri ve bunlarla birlikte hareket edenler, 4 üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına aykırı hareket edenlerle, sermaye piyasasında izinsiz olarak faaliyette bulunan veya yetki belgeleri iptal olunduğu veya faaliyetleri geçici olarak durdurulduğu halde ticaret unvanlarında, ilan veya reklamlarında sermaye piyasasında faaliyette bulundukları intibaını yaratacak kelime veya ibare kullanan veya faaliyetlerine devam eden gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri, Sermaye piyasası kurumlarına, bu Kanunun 13/A ve 13/B maddeleri kapsamındaki teminat sorumlularına ve 38/B ve 38/C maddeleri kapsamındaki fon kuruluna; sermaye piyasası faaliyetleri sebebiyle veya emanetçi sıfatıyla veya idare etmek için veya teminat olarak veyahut her ne nam altında olursa olsun, kayden veya fiziken tevdi veya teslim edilen sermaye piyasası araçları, nakit ve diğer her türlü kıymeti kendisinin veya başkasının menfaatine satan veya rehneden veya her ne şekilde olursa olsun kullanan, gizleyen yahut inkâr eyleyen veyahut bu amaca ulaşmak ya da bu fiillerini gizlemek için bilgisayar ortamında tutulanlar dahil kayıtları tahvil ve tağyir eden ilgili gerçek kişilerle tüzel kişilerin yetkilileri, Bu Kanunun 15 inci maddesinin son fıkrasında belirtilen işlemlerde bulunarak kârı veya mal varlığı azaltılan tüzel kişilerin yetkilileri ve bunların fiillerine iştirak edenler, Karşılıksız olarak sermaye piyasası araçlarının geri alım taahhüdü ile satımını yapan ilgili gerçek kişilerle, tüzel kişilerin yetkilileri, her bir alt bent kapsamına giren fiillerden dolayı iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin günden onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi (bkz. B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8062 | Başvurucu, hisse senedi satın almak maksadıyla Sayha Holding A. Ş. yetkililerine ödediği parayı geri alamaması sonucu uğradığı zararın tazmini istemiyle 27/3/2003 tarihinde Sermaye Piyasası Kuruluna yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine 18/5/2004 tarihinde Ankara 1 İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılması ve adli yardım talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, bir video paylaşım sitesinde yayımlanan şarkıda geçen ifadeler nedeniyle başvurucunun uyuşturucu madde kullanımını özendirme suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1997 doğumlu rap müzik sanatçısıdır. Bir bölümünü başvurucunun seslendirdiği rap müzik şarkısı Youtube video paylaşım sitesinde yayımlanmıştır. Başvurucunun seslendirdiği bölümde yer alan sözler nedeniyle başvurucu hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını özendirme suçundan 26/11/2018 tarihinde kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yapan İzmir Asliye Ceza Mahkemesi 26/9/2019 tarihinde başvurucunun anılan suçtan cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun karara karşı istinaf kanun yoluna başvurması üzerine dosyayı inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 7/12/2020 tarihinde istinaf talebinin reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai kararı 14/12/2020 tarihinde öğrenen başvurucu, süresi içerisinde 31/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan sonra 5/4/2021 tarihinde verdiği ek dilekçe ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (5) numaralı fıkrasında belirtilen yükümlülüklere uygun olarak bireysel başvuru sonrası yaşanan gelişmeleri Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bu dilekçede yer alan bilgilere göre başvurucu ve müdafiinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308/A maddesi uyarınca İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı itirazın kabul edildiği, istinaf talebinin reddine ilişkin kararın kaldırıldığı anlaşılmıştır. Yeniden görülen davada İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 16/3/2021 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine karar verildiği tespit edilmiştir. Bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/40280 | Başvuru, bir video paylaşım sitesinde yayımlanan şarkıda geçen ifadeler nedeniyle başvurucunun uyuşturucu madde kullanımını özendirme suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun bir gösteri yürüyüşü esnasında attığı bazı sloganlar nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1955 doğumlu olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Diyarbakır'da ikamet etmektedir. Başvurucu 26/7/2014 tarihinde, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır teşkilatının, Cumhurbaşkanlığı Seçiminde aday olan S.ye destek için düzenlediği bir yürüyüşe katılmıştır. Söz konusu yürüyüş Cumhurbaşkanlığı seçim yarışının devam ettiği dönemde yapılmıştır. Aynı dönemde PKK/KCK terör örgütünün Suriye Arap Cumhuriyeti'ndeki yapılanması olan PYD/YPG terör örgütü mensupları ile DEAŞ terör örgütü mensupları arasında Suriye'nin Ayn el-Arab şehrine hâkimiyet mücadelesi verilmektedir. Bu mücadele sonucunda ise söz konusu iki terör örgütü arasında düşük yoğunluklu çatışmalar meydana gelmektedir. Bu ortamda, başvurucunun da katıldığı söz konusu yürüyüşte PKK silahlı terör örgütü lideri A.Ö. lehine ve Ayn el-Arab'da PYD ile DEAŞ arasında yaşanan çatışmalara ilişkin olarak PYD/YPG'ye destek amaçlı birtakım sloganlar atılmıştır. Yürüyüş, S.nin Diclekent Bulvarı üzerinde bulunan seçim bürosuna gelindiğinde olaysız bir şekilde sona ermiştir. Yürüyüş güvenlik güçleri tarafından kayıt altına alınmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca toplantı sırasında atılan sloganların suç teşkil ettiği iddiasıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şahıslar hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonunda düzenlenen iddianame ile başvurucunun, yürüyüş sırasında taşıdığı pankartların içeriği ve katıldığı sloganlar dikkate alınarak, terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılması iddia ve talep olunmuştur. Yargılamayı yapan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 4/6/2015 tarihinde başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.yü övücü nitelikte sloganlar attığına işaret edilmiş ve başvurucunun bu eyleminin terör örgütü propagandası suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 7/7/2015 tarihinde reddedilmiş ve ret kararı 29/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri (GK), B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 46-59; Meki Katar (GK), B. No: 2015/4916, 3/10/2019, §§ 18-35; Sırrı Süreyya Önder (GK), B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15566 | Başvuru, başvurucunun bir gösteri yürüyüşü esnasında attığı bazı sloganlar nedeniyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, belirleyici delil olarak ByLock isimli haberleşme programı verilerine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmiş olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuya ait 2018/31811 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/30944 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2018/31811 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2017/30944 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine 6/12/2018 tarihinde karar verilmiştir. Komisyonca başvurucunun müdafiiyle görüşmeleri sırasında infaz koruma memurunun bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukuki olmadığından dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, düşünce ve kanaat özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, dikey geçiş sınavına girememesinden dolayı eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvurucunun haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği ve mahkûmiyet kararı verilmesine ilişkin olarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğumlu olup inceleme tarihi itibarıyla Bandırma T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulmaktadır. Başvurucu, bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte Babaeski Adliyesinde icra müdür yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır.A. Genel Bilgiler Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde "Cemaat", "Gülen Cemaati", "Fetullah Gülen Cemaati", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11). Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY'nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına "Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir." şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY'nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşmedir, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin "Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur." şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin -ilk derece- 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12, K.2019/45 sayılı kararı). Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 22).B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir(Ferhat Kara, § 23). ByLock haberleşme programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti ve adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, programın yüklenmesine, iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçu isnadı nedeniyle soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında Başsavcılığın talebi üzerine Kırklareli İl Emniyet Müdürlüğünce 28/2/2017 tarihinde ByLock sorgu sonucu raporu düzenlenerek Savcılığa gönderilmiştir. Bu raporda başvurucuya ait telefonun hat numarası ve IMEI numarası bilgilerine göre başvurucunun 13/8/2014 tarihinde telefonuna ByLock haberleşme programını yükleyerek kullandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Başsavcılık, Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliğinden 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun kullandığı telefonun 1/1/2014 ile 15/7/2016 tarihleri arasında HTS kayıtlarının telekomünikasyon yoluyla tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğince 21/3/2017 tarihinde talep doğrultusunda karar verilmiştir. Bu karara dayalı olarak Başsavcılık 22/3/2017 tarihinde Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumundan (BTK) başvurucunun kullandığı telefona ait HTS kayıtlarını istemiştir. Başvurucu 23/3/2017 tarihinde gözaltına alınmış, 25/3/2017 tarihinde Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla tutuklanmıştır. Başsavcılık 4/4/2017 tarihli iddianameyle FETÖ/PDY'ye üye olma suçu isnadıyla başvurucu hakkında Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede FETÖ/PDY'ye ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun durumu değerlendirilmiş, başvurucunun örgütün haberleşme aracı olan ByLock programının kullanıcısı olduğu tespitine yer verilmiştir. Söz konusu haberleşme programının örgüt üyesi olmayanlar tarafından kullanılmasının mümkün olmadığının vurgulandığı iddianamede, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kanaati ifade edilmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılama iki celsede tamamlanmıştır. 21/6/2017 tarihli ilk duruşmada başvurucu suçlamaları kabul etmediğini ve ByLock programını kesinlikle kullanmadığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca ByLock kaydına rastlanıp rastlanmadığıyla ilgili olarak kolluğun farklı birimleri arasında çelişki bulunduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme aynı duruşmada (21/6/2017) başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesince 11/7/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bunun üzerine tutuklamaya ilişkin şikayetlerini belirterek 19/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kırklareli İl Emniyet Müdürlüğünün 2/10/2017 tarihli yazısı ekinde Mahkemeye gönderilen ByLock CBS sorgu sonucu raporunda başvurucuya ait telefonun hat numarası ve IMEI numarası bilgilerine göre başvurucunun telefonuna ByLock haberleşme programını yükleyerek 20209 user-ID numarasıyla kullandığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca Savcılık 7/8/2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasından elde edilen bilgi kapsamında başvurucuya ait ByLock kullanımı ile mesaj dökümlerini sunmuştur. 7/8/2017 tarihli "ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı"na göre başvurucu adına kayıtlı söz konusu GSM hattı kullanılarak ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda başvurucu tarafından ByLock iletişim sistemi içerisinde oluşturulduğu belirtilen veriler aşağıdaki şekildedir:i. "User-ID numarası: (20209)", kullanıcı adı:(sbn1661), şifre: (1661), son online tarihi: 2015, saat: 17", tespit edilebilen ilk log tarihi:2014,ii. "20209 ID'ye Bağlı İstatistik" başlığı altında "Veri" ve "Log" olarak kategorize edilen tespitlere göre; yazışma ve mail durumunun aktif olduğu, gönderilen mail sayısı 0, toplam mail sayısı 5 veri, gelen arama sayısı 3 veri, giriş sayısı 78 log, alınan mail sayısı 5 veri ve 83 log, giden arama sayısı 0 veri, eklediği arkadaş sayısı 1 log, alınan mesaj sayısı 0 veri ve 858 log, okunan mail sayısı 51 log, toplam mail sayısı 5 veri, alınan dosya sayısı 0 log, gönderilen mesaj sayısı 0 veri ve 63 log ile silinen mail sayısının 200 log olduğu,iii. "20209 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında 8 veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen ve bu ID'yi listesine ekleyenlerin meslek ve çalıştıkları kurumlara ilişkin bilgiler verildiği,iv. "20209 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)" başlığı altında 8 veri bulunduğu, bu bölümde de User-ID numarası kendileriyle eşleştirilen kişilere ait User-ID, ad - soyad, TC Kimlik numarası ve meslek bilgileri ile henüz kime ait olduğu belirlenemeyen User-ID numaralarına yer verildiği,v. "20209 ID'ye Bağlı Kişi Listesi" başlığı altında 9 adet User-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine, "20209 ID'ye Bağlı Mail Listesi" başlığı altında 1 User-ID numarasına ve bu numaranın kullanıcısına ait kimlik ve meslek bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır.vi. 20209 ID'ye Bağlı Yazışmalar" başlığı altında 0 kayıt, "20209 ID'ye Bağlı Mailler" başlığı altında 1 kayıt olduğu, aynı kişi tarafından20209 ID numaralı kullanıcıya gelen5 mailin tarih ve saat bilgilerinin yer aldığı, maillerin şifresi çözümlenemediğinden içeriğin belirlenemediği görülmüştür. İkinci duruşma ise 11/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Duruşmada başvurucu vekili BTK'dan gelen yazıda belirtilen hususları kabul etmediklerini, başvurucunun ByLock kullandığına dair kesin delil olmadığını, içeriğe ilişkin herhangi bir mesaj tespit edilemediğini, ByLock yüklemenin suç olmadığını beyan etmiştir. İkinci duruşma sonucunda Mahkeme başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasına hem de ByLock iletişim programına, bu programa dair verilerin hukuka uygun delil olduğuna ve programın örgütün kullanımına sunulmuş, örgütsel amaçlarla kullanılan bir program olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Başvurucunun ByLock programını yüklediği telefon hattının kendi adına kayıtlı olması ve ..77 IMEI numaralı telefonu kullandığı konusunda bir şüphenin bulunmaması karşısında BTK'dan gelecek cevabın beklenmesine gerek olmadığı belirtilmiştir. Mahkûmiyete gerekçe olarak başvurucu hakkında Kırklareli İl Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/180056 sayılı soruşturma dosyasından gönderilen ByLock kullanma ve mesaj dökümü ile başvurucunun kullanımındaki GSM hattına dair HTS kayıtları verilerinin birbiriyle uyumlu olduğunun ve başvurucunun FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulan ByLock iletişim programını kullandığının tespit edilmiş olması esas alınmıştır. Başvurucu anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde ceza normunun geçmişe yürütülmesi, telefona ByLock programının yüklenmiş olmasının suç kapsamında yorumlanması sebebiyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ceza kanununun geniş yorumlanması sebebiyle de kıyas yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, kanuni olmayan delillere dayanılarak suç isnat edilmesinin belirlilik ilkesine aykırı olduğunu iddia etmiştir. Mahkûmiyet hükmünün varsayıma dayandığını belirten başvurucu, ByLock'un sadece örgüt üyeleri tarafından kullanıldığının gerçeği yansıtmadığını ifade etmiştir. Ayrıca ByLock deliliyle ilgili olarak bağımsız bilirkişilerden teknik bir rapor alınmadan mahkûmiyet hükmü kurulmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Son olarak ByLock delilinin hukuka aykırı olarak elde edildiğini iddia etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 7/12/2017 tarihinde istinaf istemi esastan reddedilmiştir. Mahkeme kararında ByLock delilinin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin iddialar da değerlendirilmiştir. Kararda, Anayasa'nın maddesinde yer alan "İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir." hükmü uyarınca Millî İstihbarat Teşkilatının (MİT) istisna kurumlardan kabul edildiği, ayrıca ByLock delilinin elde edilmesinde MİT'in 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun maddesinin (d) ve (g) maddesinin (i) bendi kapsamındaverilen yetkileri kullandığının açık olduğu ifade edilmiştir. Kararda ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY mensupları için oluşturulan ve münhasıran bu örgütün mensupları tarafından kullanılan bir ağ olduğu, bu nedenle örgüt talimatı ile bu ağa dâhil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil sayılacağı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra somut olayda başvurucunun ByLock programını telefonuna yükleyerek kullanmış olduğunun, mesaj ve maillerinin bulunduğunun tespit edilmiş olması nedeniyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair yerel mahkemenin suç nitelendirmesinde isabetsizlik olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu temyiz başvurusunda bulunmuş, Yargıtay Ceza Dairesi 25/6/2018 tarihinde Mahkemenin mahkûmiyet kararına yönelik istinaf istemini reddeden Bölge Adliye Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 5/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karar üzerine 12/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Ferhat Kara, §§ 83- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30944 | Başvuru, belirleyici delil olarak ByLock isimli haberleşme programı verilerine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmiş olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvuruların bu başvuru ile birleştirilmesine karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/27657 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında birleşen davanın zamanaşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu bir fabrikada işçi olarak çalışmakta iken 26/9/2001 tarihinde meydana gelen bir iş kazasında yaralanmıştır. Başvurucu iş kazasından yaklaşık on yıl sonra 24/1/2011 tarihinde, Rize Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde iş kazası nedeniyle uğradığı zararların karşılanması için 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talepli kısmi dava açmıştır. Başvurucu 5/9/2011 tarihinde maddi tazminat talebini 000 TL olarak ıslah etmiştir. Olaya ilişkin Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Dairesinden alınan 9/9/2013 tarihli raporda başvurucunun maluliyet oranı %44 olarak belirlenmiştir. 31/7/2014 tarihli hesap bilirkişi raporunda başvurucunun maddi zararı 312,25 TL olarak tespit edilmiştir. Başvurucu hesap bilirkişi raporunun düzenlenmesi üzerine 26/8/2014 tarihinde 000 TL maddi tazminat talepli belirsiz alacak davası açmıştır. Başvurucu bu davada da 24/6/2016 tarihinde talebini 407,85 TL olarak ıslah etmiştir. Rize İş Mahkemesinin (İş Mahkemesi/Mahkeme) 3/8/2015 tarihinde kurulmasıyla birlikte başvurucu tarafından açılan bu davalar İş Mahkemesinin esasına kaydedilmiştir. Mahkeme tarafından 13/10/2015 tarihinde dosyalar arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu, yargılamanın aynı dosya üzerinden devam etmesinin usul ekonomisi anlamında faydalı olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılarak ilk açılan, 24/1/2011 tarihli dava dosyası üzerinde davaların birleştirilmesine karar verilmiştir. Mahkeme 27/6/2016 tarihli karar ile asıl dava yönünden 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın; birleşen dava yönünden ise 407,85 TL maddi tazminatın davalıdan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun fabrikada torna tezgahında çalıştığı ve kullanılan malzemenin bir parçasının fırlaması sonucu sol gözünden yaralandığı ifade edilmiştir. Kararda, Sosyal Güvenlik Kurumunun davalı fabrikaya karşı açtığı rücuen tazminat davasında ve olaya ilişkin açılan ceza davasında alınan raporların da değerlendirmede dikkate alındığına yer verilmiştir. Olaya ilişkin 7/4/2014 tarihinde bilirkişiden alınan raporda kazanın meydana gelmesinde %60 işverenin, %40 başvurucunun sorumluluğunun bulunduğu, ATK İhtisas Dairesinden maluliyete ilişkinalınan raporda da başvurucunun %44 maluliyetinin olduğunun tespit edildiği, toplanan bilirkişi raporlarından da başvurucunun alması gereken maddi tazminat tutarının 202,407,85 TL olduğuna kararda yer verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun 5/9/2011 tarihinde maddi tazminat talebini ıslah ederek 50,000 TL'ye çıkardığını, maddi zararı 407,85 TL olduğundan taleple bağlı kalınarak asıl davada istenen tazminat miktarı olan 000 TL maddi tazminata karar verilmesi gerektiğini belirtmiş; birleşen davanın ise belirsiz alacak davası olarak açıldığını ve 000 TL maddi tazminat talebinde bulunulmuş ise de 24/6/2016 tarihinde dava değeri artırılmak sureti ile talep 407,85 TL'ye çıkarıldığından anılan miktarın ödenmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Davada zamanaşımı definin ileri sürüldüğü; asıl dava yönünden ATK raporuyla (9/9/2013) başvurucunun maluliyet durumu tespit edildiğinden bu tarihin zamanaşımının hesabında dikkate alınması gerektiği ve zamanaşımı süresinin dolmadığı; birleşen dava yönünden ise belirsiz alacak davası niteliğinde açıldığından ATK raporuyla dava tarihi arasında iki yıldan az bir süre bulunduğundan bu dava yönünden de zamanaşımı süresinin dolmadığı ifade edilmiştir. Manevi tazminat için ise olayın koşulları ve %44 oranında meslekte kazanma gücü kaybı dikkate alındığında 000 TL tazminata hükmedilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 11/9/2017 tarihinde bozma kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde;-Kaza tarihinin 26/9/2001, birleşen dava tarihinin ise 26/8/2014 olduğu, birleşen dosyanın dava dilekçesinin davalı tarafa 30/10/2014 tarihinde tebliğ edildiği, davalının birleşen davaya karşı 7/11/2014 tarihinde zamanaşımı defi ileri sürdüğü belirtilmiştir. İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımına ilişkin gerek 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi gerekse 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulandığına ve zamanaşımının failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılması gerektiğine değinilmiştir. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda ise zamanaşımına başlangıç olarak, hastalık seyrinin yani gelişiminin tamamlandığı tarihin esas alınması gerektiği ifade edilmiştir.-Ayrıca yargılama sırasındaki her usul işleminin ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulması gerektiği vurgulanmıştır. Usule ilişkin yeni bir kanun yürürlüğe girdiğinde eğer tamamlanmış bir usul işlemi varsa artık yeni düzenlemenin o usul işlemi için uygulanmayacağı, işlemin geçerliliğini koruyacağı, buna karşın bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmüne (veya kanuna) göre işlemlerin yapılması gerektiği açıklanmıştır.-Dava konusu olaya ilişkin; asıl davanın açıldığı 24/1/2011 tarihinde mülga 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte bulunduğu, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin hükümlerin, asıl dava açısından uygulanma imkânının bulunmadığı vurgulanmıştır. Bu bağlamda başvurucu bakımından değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı, olayla birlikte zararın öğrenildiği, zamanaşımının başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ifade edilerek başvurucunun asıl davanın belirsiz alacak davasına dönüştüğüne dair dilekçesinin kısmi dava olarak açılan asıl davayı belirsiz alacak davasına dönüştürmeyeceği bu durumda da birleşen davaya karşı süresi içerisinde ileri sürülen zamanaşımı definin kabul edilerek, birleşen davanın zamanaşımı nedeniyle reddi yerine, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi hatalı olduğundan bozulması gerektiği sonucuna varılmıştır. Mahkeme 11/10/2017 tarihli kararıyla bozma kararına uyarak aynı gerekçelerle (§ 6) asıl dava yönünden 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine; birleşen dava yönünden ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Temyiz istemini Yargıtay Hukuk Dairesi 19/2/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucuya 10/3/2019 tarihinde karar tebliğ edilmiş, başvurucu 4/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11189 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında birleşen davanın zamanaşımından dolayı reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumunca yapılan taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Salihli ilçesi, Beşeylül Mahallesi, Yurtyeri mevkiinde kâin 329 ada 46 parsel numaralı ve üzerinde beş katlı bina bulunan taşınmaz Özel Zuhal İlköğretim Okulunun maliki Antaş Akaryakıt Nakliyat Turizm Anonim Şirketine ait iken 12/2/2016 tarihinde H.Y.ye satılmış; başvurucu 18/5/2016 tarihinde taşınmazı H.Y.den 000 TL karşılığında satın almıştır. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -bir daha uzatılmayarak- son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları ve öğrenci yurtlarının faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle Özel Zuhal İlköğretim Okulu kapatılmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca, kapatılan eğitim kurumları ve öğrenci yurtlarına ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacaklar, haklar, belgeler ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiştir. Salihli Kaymakamlığı taşınmazın Hazine adına tescili için Salihli Tapu Müdürlüğüne yazı yazmış ve taşınmaz 24/7/2016 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. 29/10/2016 tarihinde yürürlüğe giren 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinde, olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerilerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği, tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir. 675 sayılı KHK'nın maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır. Başvurucu, taşınmazın Hazine adına tesciline ilişkin işlemin iptali talebiyle 10/10/2016 tarihinde Manisa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde söz konusu taşınmazı H.Y. isimli şahıstan B. Emlak komisyoncusu aracılığıyla, Ziraat Bankası hesabından 000 TL çekip ödeme yaparak satın aldığını, yurt dışında yaşadığını, alım işlemini gerçekleştirmek için 14/5/2016-21/5/2016 tarihleri arasında Türkiye'ye geldiğini, işlemin muvazaalı olmadığını, terör örgütleriyle bir bağlantısı bulunmadığını, hakkında yürütülen bir soruşturma olmadığını ileri sürmüştür. Hazine; savunma yazısında dava konusu taşınmazın 670 sayılı KHK ile kapatılan Antaş Akaryakıt Nakliyat Turizm Anonim Şirketi adına tapuda kayıtlı iken12/2/2016 tarihinde H.Y. isimli şahsa satıldığını, bu satış işleminden çok kısa bir süre sonra 18/5/2016 tarihinde başvurucuya satıldığını, satış işlemi yapılmasına rağmen Özel Zuhal İlköğretim Okulunun kiracı sıfatı ile faaliyetine devam ettiğini,675 sayılı KHK hükmü gereğince taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğunu belirtmiştir. İdare Mahkemesi 18/10/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun taşınmazı 000 TL bedelin elden ödemesi suretiyle satın aldığını ifade etmesine rağmen 000 TL'nin hesaptan çekildiğine dair banka hesap hareketlerini gösterir belge dışında alıcıya ödeme yaptığına dair bir bilgi veya belge sunmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca 000 TL tutarındaki bedelin elden ödenmesinin ve herhangi bir kurum veya kuruluş tarafından belgelendirilmemesinin ticari hayatın olağan akışı içinde mutat sayılabilecek bir durum olmadığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi söz konusu taşınmazın satılarak başvurucuya devredilmesine rağmen Özel Zuhal İlköğretim Okulunun anılan taşınmazda faaliyetine devam ettiğine işaret etmiştir. Mahkeme 667 sayılı KHK ile anılan okulun kapatılması nedenleriyle taşınmazın başvurucuya devrinin 675 sayılı KHK kapsamında muvazaalı sayılan işlemlerden olduğu sonucuna varmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; istinaf dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialarına benzer iddialar ileri sürmüştür. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Beşinci İdare Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 15/3/2018 tarihinde İdare Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar 9/4/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 7/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,...kapatılmıştır. (2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir... (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır...." 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır..." 675 sayılı KHK'nın maddesi şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler" başlıklı maddesi şöyledir:"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz."B. Anayasa Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesine benzer bir hüküm içeren 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin iptali talebini incelemiş; 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.... Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir...." Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptali talebini incelemiş; 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla anılan fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) . Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın , ve maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir." Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/7/2023 tarihli ve E.2022/9-905, K.2023/725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Türk Hukuk Lûgatında muvazaanın 'Anlaşmalı saptırma, gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi; hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge; danışıklı işlem' (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 819) şeklinde yapılan tanımından hareketle muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları olarak ifade edilebilir. Bir diğer deyişle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada, görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesine de aykırıdır..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/3/2023 tarihli ve E.2023/11-214, K.2023/246 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 6103 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1 inci maddesi çerçevesinde dava konusu taşınmazların devir tarihleri itibariyle somut olaya uygulanacak olan 818 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinde muvazaa kurumu düzenlenmiş olup buna göre muvazaa; bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişilerden gerçek durumu gizleyerek, onları aldatmak maksadıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister sadece bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. Muvazaa iddiasını dile getiren kişinin muvazaalı işlemin tarafı olup olmaması ispat kuralları yönünden farklı sonuçlar doğurur. Muvazaalı sözleşmenin taraflarından biri akdin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ileri sürmesi halinde bu iddiasını ispatla mükelleftir. Bu noktada önemli olan diğer tarafın muvazaayı inkarı halinde iddianın ne şekilde ispat edileceğidir. Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emrettiği hususlar başka suretle ispat olunamazlar. Bu durumun bir tezahürü senede karşı senetle ispat kuralıdır. 6100 sayılı Kanun'un 201 inci maddesinde senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin miktara bakılmaksızın tanıkla ispat olunamayacağı düzenlenmiştir. Muvazaanın ispatı bakımından da aynı kural geçerlidir. Taraflar muvazaalı işlemini bir senede bağladıklarına göre bunun muvazaalı olduğunu da bir senede bağlayabilirler. Aksi yöndeki bir kabul senetlerin kıymetini azaltacak ve ciddi bir hukuki işlem ile sorumluluk altına giren kişi hal ve şartlar kendisi için uygun bulunmadığı takdirde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarından kurtulmak için gerçekte mevcut olmadığı halde muvazaa iddiasında bulunup, bunu şahitle ispat edebilecektir (Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s. 85). İspatı veya doğumu muayyen bir şekle bağlı olmayan işlemlerde muvazaa iddiası ise her türlü delil ile ispatlanabilir(Esener,s. 89). Muvazaa olgusu tarafların yanı sıra muvazaalı işlemin butlanını talep etmekte doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hukuki menfaati bulunan kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Ancak bu halde yukarıda açıklanan ispatta sıkı şekil koşullarının varlığı aranmaz ve iddia tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. Bu durum HMK'nın 203 üncü maddesinde açıkça düzenlenmiştir." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/9/2019 tarihli ve E.2018/13-318, K.2019/957 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) maddesinde (6098 s. Türk Borçlar Kanunu, m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır: 818 sayılı mülga BK’nın maddesinde; 'Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.' hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.Bilindiği üzere tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için; a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır..." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/3/2023 tarihli ve E.2021/1-610, K.2023/164 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.... Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14934 | Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumunca yapılan taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/24607 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/24607 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24607 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3965 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Bandırma M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yapan T.’nin, kendisine karşı kasten yaralama suçuna teşebbüs ettiği ve hakaret suçunu işlediği iddiasıyla yaptığı şikâyet üzerine yürütülen adli sürecin etkisiz olması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 29/11/2012 tarihinde Bandırma M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde “kasten öldürme ve ruhsatsız silah bulundurma” suçlarından Bandırma M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun 18/8/2012 tarihinde, infaz koruma memuru T.’nin kendisine karşı kasten yaralama suçuna teşebbüs ettiği ve hakaret suçunu işlediği şikayeti üzerine, hem idare hem de savcılık tarafından adı geçen infaz koruma memuru hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmıştır. Adli soruşturma sonucunda Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 28/9/2012 tarihli iddianame ile “kasten yaralama suçuna teşebbüs ve hakaret” suçlarından T.’nin cezalandırılması istemiyle Bandırma Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Anılan Mahkemenin 2/11/2012 tarih ve E.2012/1123, K.2012/1419 sayılı kararı ile infaz koruma memuru T.’nin kasten yaralama suçuna teşebbüs eyleminden alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle sonuç olarak 1 ay 26 gün hapis; hakaret suçundan ise 740 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş; hükmolunan cezanın iki yılın altında hapis ve adli para cezası niteliğinde olması, sanığın daha önceden bir suçtan mahkumiyetinin bulunmaması, kişilik özellikleri itibarıyla yeniden suç işlemeyeceği yönünde olumlu kanaat oluşması ve sanığın da kabul etmesi nedenleriyle, sanık hakkında kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve sanığın beş yıl süre ile denetim altında tutulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından söz konusu karara karşı 5/11/2012 tarihinde itiraz kanun yoluna gidilmiş olup, Bandırma Asliye Ceza Mahkemesinin 7/11/2012 tarih ve 2012/349 Değişik İş sayılı kararı ile itiraz yerinde görülmeyerek reddedilmiştir. Aynı tarihte kesinleşen karar 9/11/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 29/11/2012 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten yaralama” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (d) ve (e) bentleri şöyledir:“(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,e) Silâhla,İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Hakaret” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. … (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında arttırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Suça teşebbüs” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.(2) Suça teşebbüs hâlinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur… (…) Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar… (12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/969 | Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Bandırma M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yapan M. T. ’nin, kendisine karşı kasten yaralama suçuna teşebbüs ettiği ve hakaret suçunu işlediği iddiasıyla yaptığı şikâyet üzerine yürütülen adli sürecin etkisiz olması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvurucu, ihtirazi kayıtla verdiği gümrük vergisi beyannameleri üzerine fazladan tahakkuk ettirilerek ödenen gümrük ve katma değer vergilerinin faiziyle birlikte geri verilmesi istemiyle açmış olduğu davada faiz talebinin reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, başvurucu tarafından 6/3/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 4/2/2014 tarihli görüş yazısı, 24/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, ancak başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mısır Cumhuriyeti’nden pirinç emtiası getirerek bunların ithalatını yapmak istemiştir. Bandırma Gümrük Müdürlüğü 2006/5 sayılı Dış Ticarette Standardizasyon Tebliği uyarınca şirketin sunduğu belgelerdeki birim kıymetini dikkate almayarak referans fiyat uygulamasına gitmiş ve ton başına 570,00 Amerikan Doları birim kıymeti üzerinden vergilendirme yapmıştır. Başvurucu, ihtirazı kayıt ile beyanname vermiş ve referans fiyat uygulaması üzerine tahakkuk eden gümrük ve katma değer vergisini ödemiştir. Başvurucunun, ödediği vergilerden 000,00 Amerikan Doları fark kıymete isabet eden kısmının iadesi talebi Bandırma Gümrük Müdürlüğünün 20/4/2007 tarih ve 2007/1 sayılı işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucunun belirtilen işlem hakkında yaptığı itiraz Bursa Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünün 21/5/2007 tarih ve 2007/145 sayılı işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu, anılan işlemin iptali ile fazladan tahsil edilen vergilerin dava tarihi itibarıyla amme alacaklarına uygulanan faiz oranında işleyecek faiziyle birlikte tazmini istemiyle Balıkesir Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 28/2/2008 tarih ve E.2007/427, K.2008/336 sayılı kararıyla Bursa Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü işlemini iptal etmiş, başvurucunun faiz istemini ise reddetmiştir. Bu kararın temyizi üzerine, Danıştay Yedinci Dairesi, 14/2/2012 tarih ve E.2008/3994, K.2012/479 sayılı kararıyla Mahkeme kararının iptal kısmını aynen, faiz talebinin reddine ilişkin kısmını ise gerekçe değiştirerek onamıştır. Daire kararının farklı gerekçeye ilişkin kısmı şöyledir:"..., İdarenin re'sen, ilgilinin başvurusu veya yargı kararı uyarınca iade edeceği vergiler nedeniyle ilgililerin uğradığı zararın tazmini yoluna gidilebilmesi Gümrük Kanununun 216'ncı maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde olduğu gibi, belli koşulların oluşması halinde, ilgilisine faiz ödeneceği yolunda kanunda hüküm bulunması, ya da aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinde olduğu gibi faiz verilemeyeceğine dair aksine bir hükmün bulunmamasına bağlıdır.Olayda ise, Mahkemece, tahakkuk işleminin iptal edilmesi nedeniyle davacıya iade olunması gereken vergilerle ilgili, Gümrük Kanununun yukarıda açıklanan 216'ncı maddesinin, gümrük vergilerinin geri verilmesinde İdarece faiz ödenmeyeceği yolundaki açık hükmü karşısında faiz isteminin reddedilmesinde sonucu itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 29/11/2012 tarih ve E.2012/6028, K.2012/6433 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar 7/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun (Anayasa Mahkemesi tarafından kısmen iptalinden önceki haliyle) maddesi şöyledir: “Yetkili idareler tarafından, gümrük vergileri ile bunların ödenmelerine bağlı olarak tahsil edilmiş gecikme faizinin veya gecikme zammının geri verilmesinde idarece faiz ödenmez. Ancak, geri verme kararının alındığı tarihten itibaren üç ay içerisinde idarece sözkonusu kararın uygulanmaması halinde, ilgilinin talebi üzerine, üç aylık sürenin bitiminden itibaren faiz ödenir. Bu faiz, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun tecil faizine ilişkin hükümlerine göre hesaplanır.” Anayasa Mahkemesinin 22/5/2014 tarihli ve E.2013/104, K.2014/96 sayılı kararının sonuç kısmı şöyledir: “1999 günlü, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2014 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.” 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun maddesinin 31/05/2012 tarih ve 6322 sayılı Kanunla değiştirilen fıkrası şöyledir: “Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergiler, fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanması halinde düzeltmeye dair müracaat tarihi, diğer hallerde verginin tahsili tarihinden düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz ile birlikte, 120 nci madde hükümlerine göre mükellefe red ve iade edilir.” 12/1/2011 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 17/04/2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla değişik maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Yanlış veya yersiz alınmış olduğu tespit edilen primler, alındıkları tarihten on yıl geçmemiş ise, hisseleri oranında işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara veya genel sağlık sigortalılarına veya hak sahiplerine kanunî faizi ile birlikte geri verilir. Kanunî faiz, primin Kuruma yatırıldığı tarihi takip eden ay başından, iadenin yapıldığı ayın başına kadar geçen süre için hesaplanır. Ancak Borçlar Kanununun 65 inci maddesi hükmü saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1993 | Başvurucu, ihtirazi kayıtla verdiği gümrük vergisi beyannameleri üzerine fazladan tahakkuk ettirilerek ödenen gümrük ve katma değer vergilerinin faiziyle birlikte geri verilmesi istemiyle açmış olduğu davada faiz talebinin reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/27439 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, idare mahkemelerinde açtıkları davalarda delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27439 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu hizmetine tahsis edilen taşınmaz üzerine dikilen meyve ağaçlarının sökülmesi dolayısıyla hükmedilen tazminatın yetersiz olması ve aleyhe yargılama gideri yükletilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1953 doğumlu olup Siirt'te ikamet etmektedir. Başvurucu, Siirt'in Yağmurtepe köyünde kâin 130 ada 10 parsel numaralı taşınmazın malikidir. Anılan taşınmaza bitişik olan 105 ada 80 parsel numaralı taşınmaz ise Siirt Belediyesine (Belediye) ait olup imar planında yol olarak tahsis edilmiştir. Başvurucu, Belediyeye ait olan taşınmaz üzerine meyve ağaçları dikmiştir. Belediye, ihtilaf konusu taşınmazın bulunduğu alanda yol yapım çalışmaları başlatmıştır. Başvurucu 2/6/2017 tarihinde Siirt Asliye Hukuk Mahkemesinde delil tespiti isteminde bulunmuştur. Başvurucu, muhdesatın değerinin tespitini talep etmiştir. Ziraat mühendisi bilirkişi tarafından hazırlanarak anılan Mahkemeye sunulan 13/7/2017 havale tarihli bilirkişi raporunda, bahçede yaşları 5 ila 25 yıl arasında değişen çeşitli meyve ağaçlarının dikili bulunduğu belirtilmiş; bu ağaçların toplam değeri 354,72 TL olarak tespit edilmiştir. Başvurucu 1/11/2017 tarihinde Siirt Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Belediye aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, Belediyenin kamulaştırma kararı almadan meyve ağaçlarına zarar vermesinin fiilî el atma hükmünde olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Siirt Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan bilirkişi raporundaki 354,72 TL'nin tazminat olarak ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir. Belediye tarafından Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan cevap dilekçesinde, başvurucunun Belediyeye ait olan ve imar planında yol olarak belirlenen bir alana meyve ağacı dikmesinin işgal niteliğinde olduğu ve bu ağaçların bedelini isteyemeyeceği belirtilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu ziraat mühendisi bilirkişi tarafından hazırlanan 23/11/2018 havale tarihli bilirkişi raporunda, meyve ağaçlarının odun değeri 500 TL olarak hesaplanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/1/2019 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş, başvurucu lehine 500 TL tazminata hükmetmiş, 855,72 TL yönünden ise davayı kesin olarak reddetmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucu lehine 500 TL, davalı lehine ise 855,72 TL vekâlet ücretine hükmetmiş; ayrıca başvurucu tarafından yapılan toplam 514,35 TL yargılama giderinin 389,70 TL'sinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine, kalan kısmının ise başvurucu üzerinde bırakılmasına karar vermiştir. Nihai karar 29/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16546 | Başvuru, kamu hizmetine tahsis edilen taşınmaz üzerine dikilen meyve ağaçlarının sökülmesi dolayısıyla hükmedilen tazminatın yetersiz olması ve aleyhe yargılama gideri yükletilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 15/4/2009 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/5/2014 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 22/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle, 15/4/2009 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla), işveren aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Mahkemenin E.2009/339 sayılı dosyasında görülmekte olan dava, yeni Mahkeme kurulması nedeniyle Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) E.2011/508 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme, 23/1/2014 tarihli ve E.2011/508, K.2014/29 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalının temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/2/2015 tarihli ve E. 2014/10609, K. 2015/3685 sayılı ilâmıyla onanmıştır. Başvurucu, dosya temyiz aşamasında iken, 13/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6995 | Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 15/4/2009 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, idari para cezasına yönelik iptal başvurusunda deliller değerlendirilirken Kolluk Tutanağı'na aksi ispat edilemeyecek seviyede üstünlük tanınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Aydın'ın Efeler ilçesinde faaliyet gösteren Apart adlı işyerinin sahibidir. Başvurucuya ait işyerinde ruhsatında belirtilen iş koluna aykırı şekilde öğrenci barındırma faaliyeti yürütüldüğüne dair duyum alınması üzerine inceleme başlatılmıştır. Kolluk, zabıta ve diğer kurumların görevlilerince işyerinde ortaklaşa yapılan inceleme sonucu düzenlenen 24/1/2020 tarihli tutanakta yer verilen tespitler şu şekildedir:i. 24/1/2020 tarihinde saat 50 sıralarında başvurucuya ait işyerine gelindiğinde işyerinde müdür yardımcısı olduğunu ifade eden S. görevlilere apartta sadece kadınların kaldığını ancak dışarıdan gelen kişilerin de kalabildiğini, burada kalanlara sabah kahvaltısı ve akşam yemeği verildiğini, bunların da konaklama ücretine dâhil olduğunu söylemiştir. Apartta kalanlarla sözleşme yapılıp yapılmadığı sorulduğunda da burada bir aydan fazla kalanlarla sözleşme yapıldığını beyan etmiştir.ii. İşyerinin katındaki 302 numaralı odada kaldığı tespit edilen Ç.A. aynı ildeki bir üniversitenin birinci sınıfında öğrenci olduğunu, G.N.K. adlı diğer kadın üniversite öğrencisi ile aynı odada kaldıklarını söylemiştir. iii. Tutanak sadece olay tarihinde anılan tesiste inceleme yapan görevliler tarafından imzalanmıştır. Aydın İl Millî Eğitim Müdürlüğü (Müdürlük) tarafından düzenlenen 12/2/2020 tarihli inceleme raporunda; işyerine ait 23/1/2020 tarihli müşteri listesine göre tesiste dokuz kişinin kaldığı ve bu kişilerden birinin tutanakta adı geçen Ç.A. olduğu belirtilmiştir. Tesise ait ruhsat kaydına göre tesisin konaklama hizmeti verdiği, bu hizmetten yararlanacak olan kişilere dair cinsiyet ayrımı bulunmadığı ama tesiste kalanların sadece kadın olduğu, bu nedenle anılan tesisin kadın öğrencilere yönelik barınma hizmeti verdiği ifade edilmiştir. Anılan tutanak ve rapor doğrultusunda Müdürlük tarafından söz konusu tesiste 24/3/1950 tarihli ve 5661 sayılı Yüksek Öğrenim Öğrencileri Yurtları ve Aşevleri Hakkındaki Kanuna Ek Kanun'da öngörülen koşullara aykırı şekilde ruhsatsız olarak kadın öğrencilere yurt hizmeti verildiği sonucuna ulaşılmış; 5661 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca 860 TL idari para cezası verilmesine, işyerinin kapatılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Müdürlükçe verilen idari para cezasına karşı Aydın Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) iptal başvurusunda bulunmuştur. Başvuru dilekçesinde -diğer itirazların yanı sıra- tesisin kamuya açık barınma hizmeti verdiğini, tesiste farklı statülerdeki kişilerin kaldığını, incelemenin yapıldığı tarihte tesiste kalan kişilerin tümünün üniversite öğrencisi olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca olay tarihinde, olay tarihinden önce ve sonraki tarihlerde tesiste kaldığı ve öğrenci olmadığı belirtilen kişilerden örnekler vermiş ve bu kişilerin tesiste kaldığı dönemlere dair faturaları ibraz etmiştir. Bu kapsamda tesiste kalan ve dilekçede adları ile meslekleri belirtilen ve meslek kimliklerinin fotokopilerini de sunduğu birden çok erkek ya da kadın kişinin öğrenci olmadığını ileri sürerek bu kişilere ait çalışma kayıtlarının ilgili kurumlardan sorularak belirlenmesini talep etmiştir. Diğer yandan öğrenci olmakla birlikte tesiste kalmak için talepte bulunanları engelleme imkânı olmadığını, tesis yakınlarında yurt hizmeti veren başka yerler de olduğunu, bu nedenle kendi tesisinin yurt olarak faaliyet göstermesine de gerek bulunmadığını beyan etmiştir. İnceleme sırasında idari para cezasına dayanak olan belgeler Müdürlük tarafından Hâkimliğe gönderilmiştir. Müdürlük 24/1/2020 tarihli tutanak ve rapor doğrultusunda başvurucunun ruhsata aykırı olarak öğrenci barınma hizmeti verdiğinin tespit edildiğini belirtmiştir. Hâkimlik 10/4/2020 tarihli kararıyla başvurucunun iptal başvurusunu reddetmiştir. Ret kararının ilgili kısmı şöyledir:"Başvuru dilekçesi, kurum cevabi yazısı ve tüm dosyanın incelenmesi sonucunda; itiraz edenin işletmesinde izinsiz öğrenci barındırma faaliyeti verdiğinin görevlilerce tespit edildiği, tespitin tutanak altına alındığı, tutanakların aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğu, itiraz edenin tutanağın aksini delillerle ispatlamadığından itiraz edenin savunması hakimliğimizce uygun görülmemesi karşısında itiraz edenin atılı kabahat eylemini işlediğine dair dosyada bulunan tutanak ve belgelerle sabit olduğu..." Başvurucu, ret kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde -diğer itirazların yanı sıra- tesisin öğrencilerle sınırlı olarak ve ruhsata aykırı şekilde faaliyet göstermediğini, tesiste hâlihazırda bir işte çalışanların, Aydın'a tatil için gelen kişilerin de kaldığını, tesisin okulların kapalı olduğu dönemde de açık olduğunu ancak somut olayda yalnızca tesiste kalan tek kadın öğrencinin beyanına dayalı olarak ceza verildiğini, otel görevlisi S.nin görevlilere öğrenciler dışında da tesiste kalan kişiler olduğunu beyan etmesine rağmen bu hususun tutanağa geçirilmediğini, anılan tutanakta S.nin imzasının bulunmadığını, bu kişinin tanık sıfatıyla ifadesi alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Aydın Sulh Ceza Hâkimliği 18/5/2020 tarihli kararıyla Hâkimlik kararında yer alan gerekçeye atıfta bulunarak başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 7/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 8/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ve gerekçeli karar hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23006 | Başvuru, idari para cezasına yönelik iptal başvurusunda deliller değerlendirilirken Kolluk Tutanağı'na aksi ispat edilemeyecek seviyede üstünlük tanınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vazife malulü sayılmama işlemine karşı açılan davada ileri sürdüğü iddiaların etkin bir şekilde irdelenmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/5588 numaralı bireysel başvuru dosyası aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/3616 maralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2015/3616 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Yargısal Süreç Öncesi Dönem Başvurucu 29/6/2012 tarihi itibarıyla Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde bulunan Mekanize Piyade Tugayı Topçu Taburu bünyesinde zorunlu askerlik görevini ifa etmeye başlamıştır. Askerlik görevini ifa etmekte iken 20/12/2012 tarihinde teçhizatlı nöbet sırasında düşerek -başvurucunun iddiasına göre buzda kaymak suretiyle- sol omzundan yaralanan başvurucu, revirde ilk müdahalesinin yapılmasının ardından Doğubayazıt Devlet Hastanesine (Hastane) sevk edilmiş ve omuz eklem çıkığı teşhisi ile 21/12/2012 tarihli rapor uyarınca otuz gün yatak istirahati almıştır. Bu rapor süresinin bitiminden önce Hastane tarafından başvurucuya 11/1/2013 tarihinde yirmi gün daha istirahat raporu verilmiştir. Başvurucu ayrıca bu süreçte 22/1/2013 günü Hastaneye sevk edildiğini, görevli doktorun tetkikler için (MR çekilmesi) kendisini Ağrı Asker Hastanesine sevk ettiğini ancak güvenlik gerekçesiyle Ağrı'ya götürülmediğini ve kendisine nöbet tutturulmaya devam edildiğini ileri sürmektedir. Bu sürecin ardından izne ayrılarak aile evine giden başvurucu, Samsun Merkez Komutanlığının 6/2/2013 tarihli yazısı ile Samsun Asker Hastanesine; akabinde de Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiştir. GATA bünyesinde omuz atroskopisi ameliyatı olan başvurucuya 20/2/2013 tarihli rapor ile kırk beş gün hava değişimi izni verilmiştir. İznin ardından 1/4/2013 tarihinde yeniden GATA Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğine yatışı yapılan başvurucu 3/4/2013 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Rehabilitasyon ve Bakım Merkezine sevk edilmiştir. Başvurucuya anılan Merkez tarafından 2/5/2013 tarihli rapor ile kırk beş gün hava değişimi izni verilmiştir. Takip eden süreçte TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi Sağlık Kurulu 4/7/2013 tarihli raporu ile başvurucuya "eklem sertliği, başka yerde sınıflanmamış, omuz bölgesi (sol omuz eklem hareket kısıtlılığı)" tanısı koymuştur. Aynı raporla başvurucunun askerliğe elverişli olduğu ancak iki ay süreyle sol kolunu ilgilendiren bedensel ve sportif faaliyetlerden muaf tutulması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 23/8/2013 tarihi itibarıyla askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis edilmiştir. Terhisini müteakip başvurucu, Samsun Askerlik Şubesi tarafından 24/9/2013 tarihinde GATA'ya sevk edilmiştir. GATA Sağlık Kurulu tarafından 11/10/2013 tarihli rapor ile başvurucuya "omuz eklemi çıkığı (sol omuz hareket kısıtlılığı), eklem sertliği, başka yerde sınıflanmamış, omuz bölgesi" tanısı konulmuş ve başvurucunun askerliğe elverişli olmadığına, seferde görev alamayacağına karar verilmiştir. Başvurucu son olarak Samsun Gazi Devlet Hastanesine başvurmuştur. Anılan Hastane tarafından düzenlenen 23/10/2013 tarihli rapor ile başvurucuya "sol omuz çıkığı nedeniyle hareket kısıtlılığı" tanısı konulmuş ve başvurucunun özür durumuna göre tüm vücut fonksiyon kaybı oranının %15 olduğu karara bağlanmıştır. B. Tazminat Davasına İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu, askerlik görevini ifa ederken yaralandığını ve engelli durumuna geldiğini belirterek tarafına maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle 11/9/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Bu talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu; askerlik görevini ifa ederken yaralanması, bu yaralanmaya ilişkin olarak zamanında ve yeterli tedavi uygulanmaması nedeniyle engelli konuma geldiğini ileri sürerek maddi manevi tazminat istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi 4/2/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. AYİM İkinci Dairesi ret hükmüne yansıtmamış ise de 24/9/2014 tarihli ara kararı ile GATA Adli Tıp Ana Bilim Dalından başvurucunun omzuna dair mevcut sağlık durumunun düşme olayı ile ilgisi olup olmadığının ve olay tarihinden önce omuz çıkığı bulunup bulunmadığının belirlenmesi için rapor istemiştir. 9/1/2015 tarihli raporda başvurucuda tespit edilen klinik durumun düşme olayıyla ilişkili olup olmadığının belirlenemediği ifade edilmiştir. Davanın reddine ilişkin gerekçede öncelikle İdare Hukuku ilkeleri ve Anayasa'nın maddesi uyarınca idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. İster hizmet kusuru ister kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için bir zararın varlığı, zararı doğuran eylemin idareye yüklenebilir nitelikte olması, zararla eylem arasında bir illiyet bağının bulunması, hizmet kusurunun varlığı veya kusursuz sorumluluk koşullarının oluşması şartlarının birlikte gerçekleşmesinin zorunlu olduğu hatırlatılmıştır. Meydana gelen zarar idari eylem ya da işlemden doğmamış ise yahut zararla idari eylem veya işlem arasında nedensellik bağı kurulamıyorsa idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceği vurgulanmıştır. Uyuşmazlığın başvurucunun askerlik hizmeti sırasında yaralanarak tedavi sürecinin sonunda askerliğe elverişsiz hâle gelmesinin vazifenin sebep ve tesiriyle meydana gelip gelmediği hususuna ilişkin olduğu ifade edilmiştir. İdari müracaatlar üzerine başlatılan inceleme sonrası yapılan tahkikat neticesinde kule merdivenlerinden çıkarken değil nöbet yerinin zeminindeki ahşap ızgaraya takılarak düştüğü anlaşılan başvurucunun sonuç itibarıyla teçhizatlı nöbet sırasında düşerek omzundan yaralandığı noktasında duraksama olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun sıhhi nedenlerden değil hizmet süresini doldurduğu için terhis edildiği hatırlatılmıştır. Terhisinden bir süre sonra askerlik şubesi kanalıyla GATA'ya sevkini temin ettiren başvurucunun askerliğe elverişli olmadığına ilişkin 11/10/2013 tarihli raporunun safahat bölümünde üç yıl önce sol omzunun çıktığı ve Samsun Devlet Hastanesinde omzun yerine oturtulduğu yönünde açıklamalara yer verildiği vurgulanmıştır. Dosya içeriğindeki tespitlere göre ilk defa 2010 yılı içinde ortaya çıkan rahatsızlığın görevle ilgili bir olaydan kaynaklandığının söylenemeyeceği ve esasen askerlik statüsüne girilmeden önce rahatsızlığın mevcut olduğu yönünde belirleme yapılarak başvurucunun rahatsızlanmasından idarenin sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu ret kararını 26/3/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 27/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda (B. No: 2015/5588) bulunmuştur. Vazife Malulü Olarak Kabul Edilmeme İşlemine İlişkin Yargılama Süreci Diğer taraftan başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken malul durumuna geldiğini belirterek vazife malulü kabul edilmesi istemiyle 18/11/2013 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bulunmuş ancak başvurucunun bu talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu, zımni ret işleminin iptali istemiyle AYİM nezdinde dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi 2/10/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle uyuşmazlığın başvurucunun askerlik hizmeti sırasında yaralanarak tedavi sürecinin sonunda askerliğe elverişsiz hâle gelmesine neden olan olayın vazifenin sebep ve tesiriyle meydana gelip gelmediği hususuna ilişkin olduğu ifade edilmiştir. Hakkında askerliğe elverişsizlik raporu düzenlenen başvurucunun malul olduğu hususunda bir tereddüt bulunmadığının altı çizilmiştir. Yapılan tahkikat neticesinde kule merdivenlerinden çıkarken değil nöbet yerinin zeminindeki ahşap ızgaraya takılarak düştüğü anlaşılan başvurucunun sonuç itibarıyla teçhizatlı nöbet sırasında düşerek omzundan yaralandığı noktasında duraksama olmadığı belirtilmiştir. Hizmet süresini doldurarak terhis edilmesinden sonra GATA tarafından düzenlenen 11/10/2013 tarihli askerliğe elverişli bulunmadığı yönündeki rapor uyarınca başvurucunun omzunun 2010 yılı içinde çıktığı ve tedavi edildiği vurgulanmıştır. İlk defa 2010 yılı içinde ortaya çıkan rahatsızlığın görevle ilgili bir olaydan kaynaklandığının söylenemeyeceği ve esasen askerlik statüsüne girmeden önce rahatsızlığın mevcut olduğu yönünde belirleme yapılarak dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ret hükmüne karşı yapılan karar düzeltme istemi AYİM Üçüncü Dairesinin 5/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 20/2/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 27/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda (B. No: 2015/3616) bulunmuştur. Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. İdarenin kamu hukukundan kaynaklanan mali sorumluluğunun Anayasa'nın maddesinin son fıkrası haricinde bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi idarenin mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§28, 29, 30). 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 'nun "Bazı aylık tazminat ve yardımlara ilişkin geçiş hükümleri" kenar başlıklı geçici maddesinin (a) bendi şöyledir: "İlgili kanunlarında düzenleme yapılıncaya kadar;a) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirtilenlerden bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre vazife veya harp malûlü sayılması gerekenlerin ve Türk Silâhlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından görevlendirildiği tarihte uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak çalışmayanlardan bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre harp malûlü sayılması gerekenlerin kendileri ile bunların dul ve yetimlerine bağlanacak aylıklar hakkında bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki hükümlerin uygulanmasına devam olunur. " 5510 sayılı Kanun'un göndermede bulunduğu 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin ilk fıkrası şöyledir: "Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır. " 5434 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendi ve son cümlesi şöyledir:"44 üncü maddede yazılı malullük;,a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; ... Buna (Vazife malullüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3616 | Başvuru, vazife malulü sayılmama işlemine karşı açılan davada ileri sürdüğü iddiaların etkin bir şekilde irdelenmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücreti ile yargılama giderlerine hükmedilmesi ve takdir edilen manevi tazminat miktarının düşük olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'un Zeytinburnu ilçesi Davutpaşa Mahallesi'nde bulunan maytap atölyesinin yakınında yer alan işyerinde çalışmaktayken söz konusu maytap atölyesinde 31/1/2008 tarihinde meydana gelen patlama nedeniyle yaralanmıştır. Olay üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından düzenlenen 20/2/2008 tarihli raporda başvurucu hakkında "kişide tanımlanan sol krista iliakada parçalı kırık+sol kornea limbal inferiorda skleraya ulaşmayan yaralanmaların kişinin hayatını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, şahısta saptanan kırığın hayat fonksiyonlarını orta derecede etkileyecek nitelikte olduğu" ifadelerine yer verilmiştir. Başvurucu tarafından zararının tazmini istemiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Zeytinburnu Belediye Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı aleyhine 18/7/2008 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; ilgili idarelerin mevzuattan kaynaklı denetim, kontrol ve teftiş görevlerinin bulunmasına rağmen bu hususlara yönelik yükümlülükleri yerine getirmediklerini, tarafına hiçbir kusur atfedilmemesine karşın olay sonrası yapmak zorunda kaldığı tedavi giderleri ile oluşan iş gücü kaybı nedeniyle maddi ve manevi zararlarının oluştuğunu belirtmiştir. Mahkeme yukarıda anılan ATK raporuna da atıfta bulunarak 31/3/2011 tarihinde maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminat isteminin 000 TL'lik kısmının kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; denetim ve kontrol görevini gereği gibi yerine getirmediğinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Zeytinburnu Belediye Başkanlığının olayda hizmet kusurlarının bulunduğu, illiyet bağı kurulamadığından İçişleri Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ise tazminattan sorumlu bulunmadıkları belirtilmiştir. Bununla birlikte maddi zararları belgeleyici ve ispatlayıcı herhangi bir belge sunulmadığından maddi tazminat isteminin reddine, başvurucunun yaralanması nedeniyle duyduğu ağır elem ve ızdıraba karşılık olarak da manevi tazminatın 000 TL'lik kısmının kabulüne hükmedilmiştir. Mahkeme kararı, Danıştay Sekizinci Dairesinin (Daire) 9/4/2012 tarihli ilamıyla olayda İçişleri Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının da kusurlu bulundukları ve olayda sorumluluğu bulunan idarelerin kusurları dikkate alınarak zarardan müteselsilen sorumlu tutulmak suretiyle hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 27/5/2013 tarihli kararıyla, meydana gelen zararın olayda hizmet kusuru bulunan davalı idarelerin tümü tarafından karşılanmasına, maddi tazminat talebinin reddine ve manevi tazminat talebinin 000 TL'lik kısmının kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme kararı, Dairenin 29/5/2014 tarihli ilamıyla tekrar bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, davada üçüncü kişi konumunda bulunan ve patlamanın meydana geldiği işyerinin sahibi olan şahıs ile iskân izni bulunmayan söz konusu binaya elektrik hizmeti vermesi nedeniyle Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş.nin de kusurlarının bulunduğu belirtilmiş ve bütün sorumluların kusur oranlarının tespit edilebilmesi için yeni bir bilirkişi değerlendirmesi yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkemece 5/11/2015 tarihli karar ile maddi tazminat talebinin reddine ve manevi tazminat talebinin 000 TL'lik kısmının kabulüne karar verilmiş, 000 TL zararın idarelere başvuru tarihi olan 31/3/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareler tarafından müştereken ve müteselsilen davacıya ödenmesine hükmedilmiştir. Ayrıca toplam 780,10 TL yargılama giderinin haklılık oranına göre 985 TL'sinin davacı üzerinde bırakılmasına, kalan 795,10 TL'lik kısmının davalı idarelerden alınarak davacıya verilmesine, manevi tazminat için karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) mucibince takdir edilen 750 TL vekâlet ücretinin davalı idareler tarafından davacıya ödenmesine, manevi tazminat için takdir edilen 750 TL vekâlet ücreti ile maddi tazminat için hükmedilen 750 TL olmak üzere toplam 500 TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idarelere verilmesine karar verilmiştir. Temyiz edilen karar Dairenin 29/3/2017 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi de Dairenin 25/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... yargılama giderleri, ... hallerinde ... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Yargılama giderlerinin kapsamı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Yargılama giderleri şunlardır:a) Başvurma, karar ve ilam harçları.b) Dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri....ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti....” 6100 sayılı Kanun’un "Yargılama giderlerinden sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” 31/12/2014 tarihli ve 29222 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2015 yılı AAÜT'nin maddesi şöyledir: "(1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez. (3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur. (4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir." 2015 yılı AAÜT'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin İkinci Kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.” 2015 yılı AAÜT'nin ikinci kısmının ikinci bölümünün ilgili kısmı şöyledir: “İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar içina) Duruşmasız ise 750,00 TLb) Duruşmalı ise 250,00 TL" 2015 yılı AAÜT'nin üçüncü kısmının ilgili bölümü şöyledir: “Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücretİlk 000,00 TL için % 12” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5939 | Başvuru, tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücreti ile yargılama giderlerine hükmedilmesi ve takdir edilen manevi tazminat miktarının düşük olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; pasaport iptali işlemine karşı açılan iptal davasında uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 19/6/2017 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden İzmir Adnan Menderes Havalimanına giriş yaparken pasaport kontrolü sırasında pasaportunun iptal edildiğini öğrenmiştir. Başvurucunun pasaportunun iptal gerekçesi olarak 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesindeki düzenleme gösterilmiştir. Bu düzenlemeye göre eşi hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yapılmasından dolayı genel güvenlik nedeniyle başvurucunun pasaportu 26/7/2016 tarihinde iptal edilmiştir. Başvurucu, pasaportun iptali işlemine karşı 6/9/2017 tarihinde idare mahkemesinde iptal davası açmıştır. İdare mahkemesi, eşi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında genel güvenlik açısından sakınca bulunduğu gerekçesiyle pasaportun iptal edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 31/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan istinaf istemi bölge idare mahkemesinin 6/11/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu vekili, nihai kararı 13/12/2018 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 11/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra İzmir Valiliğince 27/1/2020 tarihinde pasaport iptal işlemi kaldırılarak başvurucuya ait pasaport geçerli hâle gelmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2152 | Başvuru; pasaport iptali işlemine karşı açılan iptal davasında uyuşmazlığın esasına etkili iddiaların ilgili ve yeterli gerekçeyle karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, adi malul kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada hükme esas alınan bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi, iddia ve itirazların etkin bir şekilde ileri sürülememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanmış içtihat alanı kapsamında kaldığı değerlendirilen başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına görüş için gönderilmesine gerek bulunmadığına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde astsubay olarak görev yapmıştır. Başvurucu 2010 yılı itibarıyla psikolojik rahatsızlık duymaya başlamış ve 2010 ile 2012 yılları arasında toplam dört kez uyum bozukluğu tanısı ile istirahat raporları almıştır. Bolu'da görev yapmakta iken disiplinsizlik nedeniyle meslekte kalması uygun görülmeyen başvurucu 26/1/2013 tarihi itibarıyla resen emekli edilmiştir. Başvurucuya 920,93 TL toptan ödeme ve 550,39 TL ikramiye tahakkuk ettirilmiştir. Başvurucu, hakkında devam eden ceza yargılamaları nedeniyle Ankara Askerî Savcılığı tarafından müşahede kararı için Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiştir. GATA tarafından düzenlenen 22/2/2013 tarihli rapor ile başvurucuya uyum bozukluğu tanısı konulmuş ve üç ay istirahatinin uygun olduğu belirtilerek "suç tarihinde (28/4/2012) askerliğe elverişli olduğu, halen askerliğe elverişliliğinin tespiti için takipleri sonrası karar verileceği" ifade edilmiştir. Takip eden süreçte GATA tarafından tanzim edilen 20/5/2013 tarihli rapor ile kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu tanısı uyarınca başvurucunun TSK bünyesinde görev yapamayacağı sonucuna varılmıştır. Bu rapor Millî Savunma Bakanlığının 6/9/2013 tarihli yazısına istinaden iptal edilmiştir. Başvurucu hakkında bu iptal üzerine GATA tarafından yeniden düzenlenen 24/3/2014 tarihli raporda kronik nitelik kazanmış uyum bozukluğu tanısı konulmuş ve başvurucunun TSK bünyesinde görev yapamayacağı ve suç tarihlerinde (6/12/2011, Ocak 2011, Temmuz 2011, 21/9/2011) askerliğe elverişli olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 4/6/2013 tarihinde adi malul aylığı bağlanması istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvuruda bulunmuştur. Talebin reddi üzerine başvurucu ret işleminin iptali için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 5/6/2014 tarihinde tarafların katılımıyla gerçekleştirdiği duruşmanın akabinde başvurucunun psikolojik rahatsızlığının disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilmeden önce görevini yapmasına engel teşkil edecek boyutta olup olmadığının tespiti için GATA tarafından inceleme yapılıp sağlık raporu düzenlenmesine karar vermiştir. 5/6/2014 tarihli ara kararı üzerine düzenlenen 2/7/2014 tarihli raporun Mahkemeye sunulmasının ardından 13/11/2014 tarihli kararla dava reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uyarınca sağlık nedeniyle görevini yapamayacak hâle gelenlerin adi malul olarak kabul edileceği ve bu kişilerin on yıl hizmet süresi ile aylığa hak kazanacakları, disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilenlerin ise aylığa hak kazanmak için yirmi beş yıl hizmet süresine ihtiyaç duydukları belirtilmiştir. Başvurucunun psikolojik rahatsızlığının disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilmeden önce görevini yapmasına engel teşkil edecek boyutta olup olmadığının tespitinin uyuşmazlığın çözümünde önemli bir nokta olduğu vurgulanan gerekçede uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak talep üzerine GATA tarafından düzenlenen 2/7/2014 tarihli ek raporda, başvurucunun askerliğe elverişsizlik hâlinin uyum bozukluğunun kronikleştiğinin değerlendirildiği 24/3/2014 tarihli rapor itibarıyla başladığı ve askerlikle ilişiğinin disiplinsizlik nedeniyle kesildiği 26/1/2013 tarihinden önceki dönemi kapsamadığı yönünde görüş bildirildiğinin altı çizilmiştir. Bu nedenlerle disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilmeden önce malul olmadığı sonucuna ulaşılan başvurucunun adi malul kabul edilme talebinin hukuki dayanağının bulunmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, hükme esas alınan 2/7/2014 tarihli bilirkişi raporundan kararla birlikte haberdar olmuş ve sonradan temin ettiği bu rapora karşı itirazlarını, raporun kendisine hükümden önce tebliğ edilmemiş olduğunu da belirtmek suretiyle karar düzeltme aşamasında ileri sürmüştür. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 19/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Hükümde, başvurucunun raporun tebliğ edilmemiş olmasına ve içeriğine dair itirazları için herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Nihai kararın 7/4/2015 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından 22/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk 5510 sayılı Kanun'un geçici maddesinin dördüncü fıkrasının ilk cümlesi şöyledir: "Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır." 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesi şöyledir:"Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır. " 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Adi malullük aylığı, fiili hizmet müddetleri en az 10 yılı tamamlamış bulunan iştirakçilerin fiili ve itibari hizmet müddetleri toplamına göre ve malullük dolayısıyla vazifeden ayrıldıkları tarihteki keseneğe esas aylık veya ücretleri ve 15 inci maddenin (g) fıkrasında yazılı olanların tam aylık veya ücretleri tutarları üzerinden aşağıda gösterilen nispetlerde bağlanır" 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un atıfta bulunduğu 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. " 1602 ve 2577 sayılı Kanunların bilirkişi hususunda atıfta bulunduğu 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi ile maddesinin birinci fıkrası sırasıyla şöyledir:" Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir.'' Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” Sözleşme’deki hakların etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin maddesine göre "tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi" vardır (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında kişilerin davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları güvence altına alınmıştır. Hakkaniyete uygun yargılanmanın temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliğinin sağlanmasıdır (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60). Hükme esas alınan bilirkişi raporu dâhil yargılamaya esas olan tüm kanıt ve belgeler hakkında bilgi sahibi olma, bu unsurlara ilişkin yorumda/itirazda bulunma imkânının taraflara sağlanması, ayrıca bu imkânın pratik ve etkili bir niteliği haiz bulunması adil bir yargılamanın gereğidir (Dırama/Türkiye, B. No: 20797/07, 13/11/2018, §§ 22-24). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6802 | Başvuru, adi malul kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada hükme esas alınan bilirkişi raporunun tebliğ edilmemesi, iddia ve itirazların etkin bir şekilde ileri sürülememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 20/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir. 1984 doğumlu olan başvurucu, Pamukkale Üniversitesi (Üniversite) bünyesinde Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğüne bağlı olarak 1/1/2009 tarihinden itibaren çeşitli alt işverenler nezdinde (en son K. Grup Sosyal Hizmetler İnşaat Temizlik Taahhüt Ticaret A.Ş.) (Şirket) laborant olarak çalışmış; 30/9/2016 tarihinde ise başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Üniversite; alt işverene gönderdiği 29/7/2016 tarihli yazıda, Şirkete bağlı olarak Üniversitede çalışmakta olan ve ekli listede adı belirtilen personel hakkında Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğine ilişkin yazılı/sözlü ihbar ve şikâyetler olduğunu, bu şikâyetlerin değerlendirildiğini, başvurucu da dâhil olmak üzere listede adı geçen personel hakkında FETÖ/PDY üyeliğine ilişkin yaygın kanı ve kuvvetli şüphe bulunduğunu belirterek bu kişilerin açığa alınması gerektiğini bildirmiş; 28/9/2016 tarihli yazıda ise yine başvurucunun da aralarında bulunduğu listede adı geçen kişilerin ilişkilerinin kesilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespit edilmesi ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine 28/10/2016 tarihli dilekçe ile dava açmıştır. Denizli İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde feshin açık ve kesin sebebinin bildirilmediğini ileri sürmüştür. Davalı işverenin sunduğu 21/11/2016 tarihli cevap dilekçesinde, işçi ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı gerekçesiyle iş akdinin feshedildiğini, feshin usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiş ve davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme, yargılama sürecinde başvurucu tarafından gösterilen tanıkları dinlemiş; Denizli İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Denizli Valiliğine, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığına ve Denizli Jandarma Komutanlığına müzekkere yazılarak FETÖ/PDY kapsamında başvurucu ile ilgili herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığının sorulmasına karar vermiş; işlem yapılmışsa buna dair belgelerin gönderilmesini istemiştir. Tanık ifadelerinde özetle başvurucunun FETÖ/PDY bağlantısına dair bir bilgi verilmediği görülmüştür. Emniyetten gelen 28/6/2017 tarihli müzekkere cevabında ise başvurucunun eşi A. hakkında FETÖ/PDY kapsamında Başsavcılık tarafından soruşturma yürütüldüğü belirtilmiş, bunun haricinde gelen cevabi yazılarda başvurucuyla ilgili bir veriye rastlanmadığı bildirilmiştir. Mahkeme 22/8/2017 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosyadaki yapılan araştırmalar ve deliller ile iş sözleşmesinin devamı konusunda davacının fesih sebebi yapılan davranışı kesin şekilde kanıtlanmamış ise de davalı kurum ile davalı şirket arasında yapılan yazışmalar, tutanaklar, fesh bildirimi ve Denizli Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'nden gelen 2017 tarihli müzekkere cevabı ile ortaya çıkan olgulardan işverenden iş ilişkisini sürdürmesi beklenemez derece şüphe meydana gelmiş olup bu durumda iş sözleşmesinin feshinin haklı sebebe dayandığı sabit olmasa da geçerli sebebe dayandığı düşünülmüştür. İspat yükü kendisinde olan işveren, genel usulü ve maddi savunma sebepleri dışında, fesih bildiriminde gösterdiği nedenin geçerli ve haklı bir sebep olduğunu ileri sürerek savunma yapmıştır. İşverenin yaptığı bu savunma genel ispat yükü kurallarına da uygundur. İşveren feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat ettiğinden artık feshin işverenin iddia ve ispat ettiği sebep dışında başka bir sebebe dayandığını iddia eden işçiye ispat yükü geçmiştir. Her ne kadar davacı terör örgütü ile bağlantısı olduğu bahanesiyle iş akdinin fesh edildiğini iddia etmiş ise de iş sözleşmesinin feshinin başka nedene dayandığını ispatlayamamış buna ilişkin herhangi bir delili de dosyaya sunmamıştır.Bu durumda ciddi, önemli olayların haklı kıldığı şüphe, güven ilişkisini zedelediğinden iş sözleşmesinin devamı konusunda davacının fesih sebebi yapılan davranışı kesin bir şekilde kanıtlanmamış ise de davacının yaptığı iddia olunan davranışlar iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli bir şüphe olup davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisi sarsılmış bulunduğundan, davalı işverenin artık davacı işçiyi çalıştırması mümkün olmadığından, iş sözleşmesinin feshi haklı nedene dayanmasa da geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır." Başvurucu, gerekçeli karara karşı 15/9/2017 tarihli dilekçe ile istinaf talebinde bulunmuş; kararın usul ve esas açısından kanuna uygun olmadığını, eşi hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin suçta ve cezada şahsilik prensibine aykırılık teşkil ettiğini belirterek istinaf talebinin kabulünü talep etmiştir. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 14/11/2017 tarihli kararı ile mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın süre yönünden reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Somut olayda, dosyadaki bilgi ve belgelere göre davacı işçi onayı alınmadan 2016 tarihi itibariyle ücretsiz izne çıkarılmış, davacı ücretsiz izne çıkarılmayı kabul etmediğini 2016 tarihli yazılı dilekçesiyle davalı işverene bildirmiştir. Davalı işveren tarafından davacı işçinin rızası hilafına ücretsiz izne çıkartılması işveren feshi mahiyetinde olup, dava ise bir aylık dava açma süresi geçtikten sonra 2016 tarihinde açılmıştır. 4857 Sayılı İş Kanununun maddesinin fıkrası uyarınca hak düşürücü süre geçmiştir." Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde ise 15/10/2018 tarihli karar ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının farklı gerekçe ile onanmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...davalı kurum ile davalı şirket arasında yapılan yazışmalar, davalı kurum müzekkere cevabı, fesih bildirimi ve Denizli Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'nden gelen 2017 tarihli müzekkere cevabı birlikte değerlendirildiğinde, iş ilişkisinin devam ettirilmesinin davalı işverenlikten beklenemeyecek şekilde şüpheli halin ortaya çıktığının, iş sözleşmesinin feshinin haklı sebebe dayanmamakla birlikte, geçerli sebebe dayandığının anlaşılmasına göre; davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile sonucu itibariyla doğru olan red kararının 6100 sayılı HMK’nın maddesi uyarınca bu gerekçe ile ONANMASINA..." Başvurucu, nihai kararı 20/11/2018 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 20/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği, bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37701 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/4/2007 tarihinde görevlendirildiği Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kalp ve damar cerrahisi uzmanı olarak çalışmaktadır. Başvurucu hakkında ilgili klinik şefi tarafından hazırlanan görüş yazısında görev yaptığı süre içerisinde başvurucunun çalışma düzenine uyum sağlayamadığı ve hakkında sık sık şikâyetlerde bulunulduğu belirtilmiştir. Söz konusu yazı 13/4/2010 tarihinde Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne gönderilmiş ve yazıda başvurucunun klinik hizmetlerinde yetersiz olduğu şeklinde değerlendirmelere de yer verilmiştir. İl Sağlık Müdürlüğünün 6/4/2011 tarihli yazısı doğrultusunda başvurucu hakkında muhakkik atanmış ve bu kapsamda 12/4/2011 tarihli bir bilirkişi raporu hazırlanmıştır. Anılan bilirkişi raporunda, başvurucunun 9/9/2009 tarihinde ameliyat ettiği bir yıl bir aylık H.B.A. isimli hasta hakkında Pediatrik Kardiyoloji-Kardiyovasküler Cerrahi Konseyinde (Konsey) 14/10/2009 tarihinde tekrar aynı ameliyatın yapılması kararı alındığı belirtilmiştir. Ayrıca, başvurucunun 9/2/2010 tarihinde ameliyat ettiği bir yıl dokuz aylık E.K. isimli hasta hakkında Konsey kararıyla tam düzeltme ameliyatı yapılmasının kararlaştırıldığı ifade edilmiştir. Yine raporda, başvurucu tarafından 27/3/2008 tarihinde ameliyat edilen on üç yaşındaki E.Y. isimli hastanın başvurucu tarafından 31/8/2008 tarihinde tekrar ameliyata alındığının tespit edildiği belirtilmiştir. Söz konusu raporun sonuç kısmında "...incelenen dosyada belirtilen hastalara yapılan ameliyatlarda tıbbi gereklilik bulunduğu kanaatine varılmıştır." şeklinde değerlendirmeye yer verilmiştir. Başvurucu; klinik şefi tarafından 22/2/2010 tarihinde yapılan bir ameliyatta hayatını kaybeden hasta hakkında hazırlanan ölüm raporunu imzalamadığını, bu nedenle klinik şefinin kendisine yönelik kişisel husumet beslediğini ve haksız şekilde ameliyat listelerine alınmadığını belirterek ameliyat listelerine alınmama işleminin iptali ve uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle 15/3/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; yirmi yıldır kalp ve damar cerrahı olarak görev yaptığını, kalp ve damar cerrahisinde bir kliniği idare edecek bilgi, beceri ve tecrübeye sahip olduğunu, yetersiz olduğuna dair gerçek dışı isnatlarla ve keyfî uygulamalarla mesleğine ve kişiliğine saldırıda bulunulduğunu, görev yaptığı dönemde tıbbi hatasının bulunmadığını, şahsi tutumlarla psikolojik tacize maruz kaldığını ileri sürmüştür. Ayrıca, ameliyatlara alınmaması nedeniyle mesleğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ifade etmiştir. İdare Mahkemesinin 17/5/2012 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde, başvuru hakkında hazırlanan 12/4/2011 tarihli bilirkişi raporunda bulunan tespitlere yer verilmiş ve hasta güvenliği gözetilerek başvurucunun ameliyat listelerine alınmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı ve tazmini gerektiren bir zararın da bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı kanun yollarına başvurmuş ve sunduğu dilekçelerde hakkında hazırlanan bilirkişi raporunda mesleki anlamda yetersiz olduğu yönünde hiç bir belirleme olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, yetkili makamlarca mesleki yönden yetersiz olduğu konusunda bir tespitte bulunulmadığını ve İdare Mahkemesi tarafından da bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılmadığını iddia etmiştir. İdare Mahkemesinin 17/5/2012 tarihli kararı, Danıştay Beşinci Dairesinin 12/6/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/12/2013 tarihli sayılı kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 16/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2037 | Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık yanıt verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1992 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların gerçekleştiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir. Kimliği belirtilmeyen bir kişi tarafından 16/3/2016 tarihinde Manisa Emniyet Müdürlüğüne ihbarda bulunularak başvurucunun PKK terör örgütünün dağ kadrosunda kayıtlı olduğu iddia edilmiştir. İhbarı değerlendiren Salihli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) olayla ilgili soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu, silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği şüphesiyle 16/3/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; müdafiinin de hazır bulunduğu 17/3/2016 tarihli savcılık sorgusunda detaylı açıklamalarda bulunarak PKK terör örgütüne kendi isteğiyle katıldığını, bir dönem örgütün basın görevlisi olduğunu, örgüt adına herhangi bir silahlı eylemde bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu aynı tarihte tutuklanarak Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Bakanlığın görüş yazısına göre başvurucu, 23/3/2016 tarihinde İzmir Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. Ulusal Yargı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığı ile erişilen bilgi ve belgelere göre başvurucunun nakil sebebinin örgütsel durumu nedeniyle nakil kapsamında olduğu anlaşılmıştır. Soruşturma sonucunda Başsavcılığın 16/6/2016 tarihli iddianamesi ile aralarında başvurucunun da bulunduğu bir kısım şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve sair suçlardan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun PKK terör örgütünün gençlik yapılanması olan YDG-H Ege Bölgesi sorumlusu olduğu iddiasına yer verilmiştir. İddianamede ayrıca Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca PKK terör örgütüne yönelik olarak yürütülen başka bir soruşturma kapsamında gözaltına alınan şüphelilerin üst aramalarında bir adet harici belleğin ele geçirildiği ve söz konusu harici bellek içinde başvurucuya ait "PKK Komitesine Bireysel Yoğunlaşma Raporumdur" isimli üç sayfadan oluşan bir öz geçmiş ve faaliyet raporunun bulunduğu iddia edilmiştir. Salihli Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada 27/6/2016 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 21/10/2016 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, yargılamanın 21/10/2016 tarihli celsesine SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Mahkemece başvurucunun soruşturma aşamasındaki ifadeleri okunarak bunlara ilişkin herhangi bir beyanı olup olmadığı kendisine sorulmuştur. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu; SEGBİS aracılığı ile savunmak yapmak istemediğini, savunmasını yüz yüze yapmak istediğini Mahkemeye bildirmiştir. Talebi kabul eden Mahkeme, başvurucunun savunmasının alınması amacıyla bir sonraki celsede duruşma salonunda hazır edilmesinin İnfaz Kurumundan istenilmesine karar vererek duruşmayı 27/10/2016 tarihine ertelemiştir. 27/10/2016 tarihli celsede başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu; tercüman aracılığı ile alınan savunmasında özetle suçlamayı kabul etmediğini, PKK terör örgütünün herhangi bir faaliyetine katılmadığını ileri sürmüştür. Mahkemece duruşma 22/11/2016 tarihine ertelenmiş ve duruşma tarihinde başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmada hazır edilmesine karar verilmiştir. Yargılamanın 22/11/2016 tarihli celsesinde Başsavcılık esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun mütalaaya karşı beyanları kendisine sorulmuş; başvurucu, SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmayı kabul etmediği için mütalaaya karşı beyanda bulunmayacağını ifade etmiştir. Başvurucu müdafiinin esas hakkında savunma hazırlamak için süre talebinde bulunması üzerine Mahkemece duruşma 20/12/2016 tarihine ertelenmiştir. Yargılamanın 20/12/2016 tarihli celsesine SEGBİS aracılığıyla katılan başvurucu,mütalaanın kendisine bildirilmediğini ve mütalaaya karşı beyanlarını SEGBİS aracılığı ifade edemeyeceğini belirterek duruşmada bizzat hazır bulundurulmayı talep etmiştir. Mahkemece duruşma 26/1/2017 tarihine ertelenmiş ve duruşma tarihinde başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmada hazır edilmesine karar verilmiştir. 26/1/2017 tarihli son celseye de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu; SEGBİS aracılığı ile ifade vermeyeceğini, duruşmada hazır bulunmak istediğini belirtmiştir. Öte yandan Duruşma Tutanağı'na göre iddia makamının esasa ilişkin mütalaası başvurucuya İnfaz Kurumunda tebliğ edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına 26/1/2017 tarihinde karar vermiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun duruşma salonunda hazır edilmeyerek SEGBİS aracılığı ile duruşmalara katılımının sağlanmasının gerekliliği hususunda açıklamalarda bulunulmuştur. Bu bağlamda kararda başvurucunun savunma hakkının kısıtlanmaması amacıyla en az bir defa duruşma salonunda hazır bulundurularak savunmasının yüz yüze alındığı ifade edilmiştir. Karara göre sanığın savunmasının alınması için en az bir defa duruşma salonunda bulundurulması yönündeki uygulama Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2016 tarihli ve E.2016/2728, K. 2016/4152 sayılı içtihadına da uygundur. Başvurucu; -diğerlerinin yanı sıra- Yargıtayın yerleşik içtihadı uyarınca ceza davalarında ilk ve son savunmanın alındığı veya esasa ilişkin delillerin tartışıldığı oturumlara sanığın SEGBİS aracılığı ile katılımının sağlanmasının açık kabule bağlı olduğunu, buna rağmen esasa ilişkin mütalaaya karşı savunmasının alınacağı son oturumda kabul etmediği hâlde SEGBİS bağlantısı kurularak savunma yapmaya zorlandığını, bu durumun bozmayı gerektirdiğini ileri sürerek karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 14/4/2017 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Başvurucu, istinaf dilekçesindeki hususları tekrar ederek 9/5/2017 tarihinde temyiz kanun yoluna müracaat etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 22/2/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu, müddetnamenin tebliğ edildiği 3/7/2018 tarihinde karardan haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 30/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24006 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, üçüncü kişinin borcunun teminatı olarak taşınmaz üzerinde tesis edilen ipoteğin kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1948 doğumlu olup Çanakkale'de ikamet etmektedir. Başvurucu, Çanakkale ili Çan ilçesi Karşıyaka Mahallesi'nde kâin 16 pafta 312 ada 349 parsel numaralı taşınmazda bulunan 5 No.lu bağımsız bölümün malikidir.A. Olayın Arka Planı Başvurucunun damadı E.K. 12/8/2008 tarihinde ... Bank (Banka) Çan Şubesinden 36 ay vadeli ev kredisi kullanmıştır. E.K.nın kullandığı ev kredisinin teminatı olarak başvurucunun taşınmazı üzerinde Banka lehine ipotek tesis edilmiştir. İpotek senedinin ilk sayfasında "... taşınmazın ... Cahide DEMİR adına iken bu kere malik bizzat müracaatla işbu taşınmazın tamamını [E.K.nın ... Bank A.Ş.den] kullanmış olduğu ve kullanacağı bilcümle krediler nedeniyle doğmuş olan bütün borçlarının teminatını teşkil etmek üzere 000,00 YTL ... derece sırada % 68 faizli ve fekki bankaca bildirilinceye kadar .... ipotek tesis edilmesini talep etti." açıklaması yer almaktadır. İpotek senedinin ikinci sayfasında yer alan maddede ise "[E.K.nın] ... kredilerinden doğmuş veya doğacak her türlü asalet ve kefalet kredi borçları ... ile sair bankacılık ve borç işlemlerinden dolayı doğmuş ve doğacak asalet ve kefalet borçlarının ayrıca herhangi bir şekilde bankaya karşı doğmuş ve doğacak ipotek verenin asalet borçlarının teminatı olarak ...gayrımenkulü... ipotek vermeyi kabul ettiği" ibaresi bulunmaktadır. Borçlu E.K. kredinin son taksitini 12/8/2011 tarihinde ödeyerek kredi borcunu kapatmıştır. Bununla birlikte E.K.nın Ö. Anonim Şirketiyle ticari ilişkisi kapsamında anılan firma adına düzenlediği 23/7/2014 keşide tarihli, 712 TL tutarlı ve 16/10/2014 keşide tarihli, 000 TL tutarlı iki çek Bankaya ciro ve teslim edilmiştir. Banka bu iki çekin tahsili için E.K. aleyhine icra takibi başlatmış ve takip kesinleşmiştir. Başvurucu, E.K.nın ev kredisi borcunun tamamen ifa edilmesinden sonra ipoteğin kaldırılmasını Bankadan talep etmiştir. Talebinin reddedilmesi üzerine başvurucu bu sefer de 27/6/2014 tarihinde Bankaya ihtarname çekerek ipoteğin derhâl kaldırılmasını, aksi takdirde hukuki yollara başvurulacağını bildirmiştir. Banka, 27/6/2014 tarihli ihtarname ile başvurucuya E.K.nın kullanmış olduğu ev kredisi borcundan ayrı olarak Ö. Anonim Şirketiyle ticari ilişki kapsamında anılan Şirket lehine düzenlediği çeklerden ötürü Bankaya borçlarının bulunduğunu ve söz konusu borçlara ilişkin olarak icra takibi başlatıldığını belirterek anılan borçların da ipotek kapsamında olması nedeniyle ipoteğin kaldırılmayacağını bildirmiştir. B. İpoteğin Kaldırılması İstemiyle Açılan Davaya İlişkin Süreç Başvurucu 14/11/2014 tarihinde ipoteğin kaldırılması amacıyla Çan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, ipoteğin tesis edilme sebebi olan ev kredisi borcu kapatıldığı hâlde ipoteğin kaldırılmamasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Dilekçede 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'na göre bir yıllık süresi içinde yenilenmeyen ipoteğin düştüğü ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu uyarınca kredi sözleşmesinde kefalet miktarının el yazısıyla yazılması gerektiğinden el yazısıyla yazılmayan önceki kredi sözleşmesine dayanılmasının kamu düzenine aykırı olduğu vurgulanmıştır. Davalı Bankanın cevap dilekçesinde, ipotek sözleşmesinde E.K.nın doğmuş ve doğacak tüm borçlarının 000 TL'ye kadarının ipotek kapsamında olduğu belirtilmiştir. Üst sınır ipoteğinin tek bir borç için teminat teşkil etmediğinin savunulduğu cevap dilekçesinde, Bankaya ciro edilen çeklerdeki borcun da ipotek kapsamında olduğu ve bu borcun ödenmemiş olması nedeniyle ipotek fekkinin istenemeyeceği ifade edilmiştir. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 22/4/2016 tarihli bilirkişi raporunda, Bankanın ciro ile temellük ettiği alacağın ipotek kapsamında kabul edilmesinin hukuka ve ipotek tablosundaki hükümlere aykırı olduğu görüşü açıklanmıştır. Bilirkişiye göre üst sınır, ipoteği Bankadan kullanılan her tür kredi (nakit, teminat mektubu, kredi kartı, kredili mevduat vs.) ile kefaleti kapsamakta temellük edilen alacaklar için teminat teşkil etmemektedir. Mahkeme 29/12/2016 tarihinde bilirkişi raporundaki görüş doğrultusunda ipoteğin kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ipoteğin E.K.nın Bankaya olan borçlarını kapsadığı, başka kişilere olan ancak Banka tarafından temellük edilen borçları kapsamadığı belirtilmiştir. Kararda E.K.nın Ö. Anonim Şirketi lehine keşide ettiği çeklerin kredi sözleşmesiyle bağlantısının bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda son olarak Yargıtay içtihadına göre ipotek sorumluluğunun Bankadan kullanılan her türlü kredi ile bu kredi için yapılan kefaleti kapsadığı vurgulanmış, bu nedenle somut olayda ciro yoluyla teslim alınan çeklerdeki borcu kapsamadığı açıklanmıştır. Banka bu karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir. Dilekçede, ipotek resmî senedinde doğmuş ve doğacak tüm borçlarının teminatını teşkil etmek üzere ipoteğin tesis edildiği hususu hatırlatılarak E.K.nın çeklerden dolayı Bankaya borcunun bulunması nedeniyle ipoteğin kaldırılmaması gerektiği savunulmuştur. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 9/5/2017 tarihinde mahkeme kararını kaldırarak davayı reddetmiştir. Kararda, davalı Banka lehine tesis edilen ipoteğin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca üst sınır ipoteği olduğu ve üst sınır ipoteğinde ipoteğin kaldırılabilmesi için teminat altına aldığı herhangi bir alacağın bulunmaması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun E.K. lehine tesis etmiş olduğu ipoteğin teminat altına aldığı alacağın E.K.nın Bankadan kullandığı 12/8/2008 tarihli krediden ibaret olmadığı, kredi sözleşmesi dışında borçlunun Bankaya sair bankacılık ve borç işlemlerinden dolayı doğmuş ve doğacak asalet ve kefalet borçlarının teminatını teşkil etmek üzere de verildiği ifade edilmiştir. E.K.nın keşidecisi olduğu çeklerden dolayı Bankaya ödemesi gereken borçlarının olduğunun ve bu borçlara yönelik olarak icra takibi başlatıldığının vurgulandığı kararda, dava konusu ipoteğin bu alacağın da teminatını teşkil ettiğine ve E.K.nın Bankaya olan tüm borçları kapatılmadan ipoteğin terkininin olanaksız olduğuna hükmedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde ipotek senedinin birinci ve ikinci sayfalarında ipoteğin kapsamına ilişkin çelişki bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Ayrıca ipotek senedinin ilk sayfasında ipoteğin sadece E.K.nın kullandığı veya kullanacağı kredilerden doğan borçları kapsadığının yazıldığının altı çizilmiştir. Başvurucuya göre ipotek senedinin ikinci sayfasındaki hükmünden bile ipoteğin E.K.nın sadece Bankaya olan borçlarını kapsadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, E.K.nın üçüncü kişilere olan borçlarının ipotek kapsamında kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin (Yargıtay) 14/3/2018 tarihli kararıyla temyiz istemi reddedilerek Bölge Adliye Mahkemesinin kararı onanmıştır. Nihai karar başvurucuya 10/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4271 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması hâlinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirtilir. " 4271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Hâlen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altına alınabilir.İpoteğe konu olacak taşınmazın, borçlunun mülkiyetinde bulunması gerekmez." 4271 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Alacak sona erince ipotekli taşınmazın maliki, alacaklıdan ipoteği terkin ettirmesini isteyebilir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25663 | Başvuru, üçüncü kişinin borcunun teminatı olarak taşınmaz üzerinde tesis edilen ipoteğin kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mezun olunan askerî lise sonrasında devam edilecek harp okulunun kapatılması nedeniyle askerî eğitimin sürdürülememesi üzerine açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, Heybeliada Deniz Askeri Lisesinden 2016 yılında mezun olmuştur. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün ardından çıkarılan 25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (669 sayılı KHK) maddesinde harp akademilerinin, askerî liselerin ve astsubay hazırlama okullarının kapatılmasına ilişkin düzenleme yapılmıştır. Başvurucular; askerî lise mezuniyetleri sonrasında eğitimlerine devam edecekleri harp okullarının kapatılması nedeniyle subay olmalarının engellediği, zorunlu olarak başka bir üniversiteye kayıt yaptırmak zorunda bırakıldıkları gerekçeleriyle askerî okulların kapatılmasına ilişkin işlemin iptali talebiyle dava açmıştır. Mahkemeler, davaların incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararlarda, askerî okulların kapatılmasının doğrudan kanun niteliği taşıyan bir hukukî düzenleme olan 669 sayılı KHK ile tesis edildiği, başvurucuların durumunu etkileyen idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz etme imkânı bulunmadığı belirtilmiştir. Kararlar, kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Komisyonca,2019/16979 numaralı başvurunun konu yönünden irtibatı nedeniyle 2019/15449 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve kabul edilebilirlik incelemesinin 2019/15449 numaralı başvuru üzerinden Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15449 | Başvuru, mezun olunan askerî lise sonrasında devam edilecek harp okulunun kapatılması nedeniyle askerî eğitimin sürdürülememesi üzerine açılan davanın incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde astsubay statüsünde görev yapmakta iken ahlak dışı davranışlarda bulunduğu ihbar ve duyumları üzerine başvurucu hakkında idari soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 10/10/2012 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış ve başvurucuya cinsel yaşamına ilişkin sorular sorulmuştur. Soruşturma sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi ve 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince başvurucu hakkında 15/2/2013 tarihinde "Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir" şeklinde ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. Sicil Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. Komisyon 26/12/2013 tarihinde başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasının onaya sunulmasına karar vermiştir. Hava Kuvvetleri Komutanı 31/12/2013 tarihinde anılan kararı onaylamış ve son olarak Millî Savunma Bakanı'nın 14/2/2014 tarihinde başvurucunun TSK'dan ayrılmasını uygun bulması sonucunda ilişiği resen kesilmiştir. Başvurucu 14/4/2014 tarihinde ayırma işleminin iptali talebiyle Millî SavunmaBakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, ifadesinin hukuka aykırı yöntemlerle alındığını ve ifade tutanağının gerçekleri yansıtmadığını iddia etmiştir. Hiçbir zaman özel yaşamına ait unsurları iş ortamına ve görevine yansıtmadığını, ayrıca tek bir disiplin cezası bulunmadığı gibi çok sayıda takdir ve başarı belgesinin olduğunu ifade eden başvurucu; tesis edilen ayırma işleminde birey-kamu yararı dengesinin gözetilmediğini ve ölçülülük ilkesine uyulmadığını ileri sürmüştür. AYİM Başsavcılığının işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği yönünde hazırladığı 12/11/2014 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun sekiz yıllık meslek hayatında hiç disiplin cezası almadığı ve görevinde başarılı olduğu vurgulanmıştır. Diğer yandan idari soruşturmada tespit edilen ifadelerin hukuka uygun yöntemlerle elde edilmediği, söz konusu eylemlerin özel hayata ilişkin olduğu ve bu eylemler aleniyete kavuşmadığından TSK'nın itibarını sarstığının söylenemeyeceği, iddia edilen eylemler nedeniyle daha önce ikaz dahi edilmeyen başvurucunun çok ağır sonuçları olan ayırma işlemine tabi tutulmasının ölçülülük ilkesini ihlal ettiği ifade edilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin (Daire) 9/7/2015 tarihli kararı ile oyçokluğuyla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu her ne kadar bekar ise de özel hayatı kapsamındaki eylemlerinin -karşı cinsle yaşadığı ilişkilerin- genel ahlak kurallarına aykırı olduğu vurgulanmıştır. Bu eylemlerin özel hayat sınırını aştığı ve diğer personele kötü örnek teşkil ettiği, ayrıca bu ilişkilerin ileride istihbarat amaçlı kullanılmasının ihtimal dâhilinde olduğu belirtilerek idarenin takdir yetkisini ölçülü, objektif ve kamu-birey yararı dengesini gözeterek kullandığı sonucuna varılmıştır. Başkan ve bir hâkim üye karara muhalif kalmıştır. Daire Başkanı karşıoy gerekçesinde, bahse konu eylemlerin TSK'nın itibarını sarsacak şekilde alenileştiğinin veya itibarını sarsma tehlikesi bulunduğunun somut, yeterli ve güvenilir delillerle ispatlanamadığını belirtmiştir. Muhalif üyenin karşıoy gerekçesinde ise, bahse konu personelin bilgisine başvurma adı altında kendisi ve başkaları aleyhine tanıklık yapmasının sağlanması amacıyla alınan ifadeleri teyit eder nitelikte, hukuka uygun, şüpheden uzak, yerinde, elverişli, yeterli bir delil bulunmadığı, ayrıca görevinde başarılı olan başvurucunun ikaz dahi edilmeden ayırma işlemine tabi tutulmak suretiyle usul ve ölçülülük ilkesine uyulmadığından işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 1/12/2015 tarihli kararı ile oyçokluğuyla reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. G.G. (GK), B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 26- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/572 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kabul edilip idare ile sulhname imazlanması akabinde yerleşim yerinde kadastro çalışmaları yapılması sonucunda taşınmazlarının daha çok olduğunun ortaya çıktığı gerekçesi ile yapılan ikinci başvurunun reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/12/2014 tarihinde Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 13/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Batman ili Gercüş ilçesi Bağözü köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1994 yılında yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 30/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Bağözü köyü muhtarı İ.Y., azalar İ.O. ve K.B. ile başvurucu tarafından düzenlenen ve imza altına alınan "Zilyetlik Belgesi" başlıklı tutanağı başvurucu, Komisyona sunmuştur. Bu tutanakta başvurucunun iki katlı evinin, Cemike mevkinde 8 ve 10 dönüm tarlasının, Cemike mevkiinde 2 dönüm bağının, Berme mevkinde 8 dönüm tarlasının, Berme mevkiinde 8 ve 5 dönüm bağının, Segi/Setan mevkinde 2 dönüm tarlasının, Avreşkemevkinde 6 dönüm tarlasının, Naval mevkinde 2 dönüm sulu arazisinin ve badem, armut, ceviz ağaçlarının bulunduğu iddia edilmiştir. Başvuru kapsamında 4/10/2006 tarihinde gerçekleştirilen keşif işleminde başvurucunun 620 m2 sulu arazisinin, 500 m2 kuru arazisinin, 800 m2 bağının,66 m2 evinin, başvurucunun adına kayıtlı 23,92 m2 arazinin bulunduğu tespit edilmiştir. Komisyon 6/6/2008 tarihli ve 2008/3-329 sayılı kararında bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, orman bilirkişi raporu ve dosyadaki diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun zirai arazisine ulaşamamaktan, bina ve eklentilerinin hasar görmesinden kaynaklanan zararlarına karşılık İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün yazıları esas alınarak toplam 500 TL ödenmesine karar vermiştir. Komisyon kararının ardından 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucuya gönderilmiştir. "Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim" beyanını içeren sulhnamenin, başvurucu vekili tarafından imzalanması akabinde Kanun'un maddesi kapsamında 20/1/2009 tarihinde vali onayı yapılmıştır. Belirlenen tazminat miktarı 19/1/2010 tarihinde başvurucu vekilinin hesap numarasına aktarılmıştır. Başvurucu 5/7/2011 tarihinde Komisyona yeniden başvuruda bulunmuş; başvurusu hakkındaki ilk kararın köyünde kadastro çalışmaları yapılmadan önce verildiğini, bu nedenle bakiye zararlarının bulunduğunu iddia etmiştir. Başvuru dilekçesinde yer alan tabloda kadastro çalışmaları sonrasında başvurucunun Bağözü köyünde 102 ada 18 parselde bulunan 174,10 m2 tarlada 2/13 hissesinin; 120 ada 31 parselde bulunan 825,75 m2 tarlada tam hissesinin; 120 ada 55 parselde bulunan 242,86 m2 tarlada 1/2 hissesinin; 120 ada 63 parselde bulunan 845,56 m2 tarlada 1/2 hissesinin; 121 ada 16 parselde bulunan 112,56 m2 bağda 1/2 hissesinin; 133 ada 13 parselde bulunan 57,50 m2 arsada tam hissesinin; 138 ada 8 parselde bulunan 735,53 m2 tarlada tam hissesinin; 139 ada 42 parselde bulunan 403,51 m2 bahçede tam hissesinin; 140 ada 83 parselde bulunan 590,75 m2 bahçede tam hissesinin; 140 ada 206 parselde bulunan 323,66 m2 tarlada tam hissesinin olduğu beyan edilmiştir. Komisyon 27/7/2011 tarihli; 2011/3-1316 sayılı kararında, daha önce sulhname imzalanıp başvurucuya tazminat ödendiğinden talebinin reddine karar verilmiştir. Ret işlemine karşı başvurucu tarafından Batman İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Başvurucu Komisyona sunduğu dilekçede (bkz. § 15) yer alan tabloya dava dilekçesinde de yer vermiştir. Batman İdare Mahkemesinin 10/8/2012 tarihli ve E.2011/3502, K.2012/4908 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:“...dava konusu işlemde zarar tespit komisyonunun, davacının başvurusunu reddetmesinin sebebi olarak; "davacının daha önce yaptığı başvurunun sonuçlandığı ve sulhname imzalanarak ödemelerin yapılması" gösterildiğinden, uyuşmazlığın bu çerçevede incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.Olayda, davacının daha önceki başvurusu üzerine 5233 sayılı Kanun uyarınca tazmini gereken zararları tespit edilerek davalı idare ve davacı arasında anlaşma sağlanıp sulhname imzalanmış ve sulhnamede belirtilen zarar kalemlerine karşılık olarak uzlaşıya varıldığı, ancak davacı vekili tarafından, bilirkişiler tarafından hesaplanan zarar miktarından kesinti yapılıp yapılmadığının bildirilmesi ve kesinti yapıldı ise yasal faiziyle birlikte iadesi yönündeki başvurusunun, sulhnamenin amacına uymamaktadır.Bu durumda, ayni ve nakdi tüm zararlarının karşılandığı kabul ve taahhüt edilerek sulhname imzalandıktan sonra, sulhnamede belirtilen miktar ile gerçek zarar miktarı hesabı arasında fark olduğu iddiası üzerine tazminat talebinin karşılanması mümkün olmadığından, sonradan yapılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 26/4/2013 tarihli ve E.2012/12407, K.2013/3048 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 15/5/2014 tarihli ve E.2014/949, K.2014/3794 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 24/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , , ,geçici , geçici maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20070 | Başvuru, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kabul edilip idare ile sulhname imazlanması akabinde yerleşim yerinde kadastro çalışmaları yapılması sonucunda taşınmazlarının daha çok olduğunun ortaya çıktığı gerekçesi ile yapılan ikinci başvurunun reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hakkında açılan ceza davasında lehine olan delillerin toplanması taleplerinin reddedildiğini, yasak delillere dayanıldığını ve savunma haklarının kısıtlandığını bu nedenlerle Anayasa’nın maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yeniden yargılama ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 20/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 26/6/2014 tarihli yazısı, 7/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, görüşünü 22/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla 5/11/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 8/11/2006 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 13/11/2006 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine ceza davası açılmıştır. İddianameye göre, bir cinayet davasının soruşturması sırasında şüpheli olarak 2006 yılı Temmuz ayında yakalanan İ.Ç. geçmişte örgütle bağlantısının bulunduğunu, 2004 yılı Temmuz ayında terör örgütü PKK’nın Irak’ın Kuzeyinde bulunan kamplarına gittiğini ve burada Türkçe adı Demokratik Kurtuluş Partisi olan PartiyaRızgariya Demokratik’in (PRD) kongresine delege olarak katılan başvurucuyu gördüğünü beyan etmiştir. İddianamede ayrıca başvurucunun 5/6/2011 tarihinde terör örgütü PKK mensuplarınca Demokratik Toplum Partisinin (DTP) Bağcılar Şubesinde yaptığı toplantı sırasında yakalandığı belirtilmiş ve başvurucunun PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün üyesi olduğu iddia edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğünün ilk derece mahkemesine sunduğu bilgi notuna göre iddianamede adı geçen ve PKK kamplarında yapılan PRD kongresi 22/9/2004 ile 29/9/2004 tarihleri arasında yapılmıştır. Bilgi notuna göre söz konusu kongre 98 örgüt mensubunun katılımıyla gerçekleştirilmiş, bu kongrede şehir merkezlerinde Öz Savunma Birlikleri adı altına yeni bir silahlı yapılanmaya gidilmesi ve PRD’nin daha etkin çalışması için Türkiye Çalışma Merkezi (TÇM) adı altında oluşturulan yapının tekrar faaliyete geçirilmesi gibi bazı kararlar alınmıştır. Sözü geçen bilgi notunda TÇM, PRD, Öz Savunma Birlikleri, PKK’nın silahlı kanadı olan HPG hakkında daha ayrıntılı bilgiler yer almakla birlikte başvurucunun iddianamede bahsedilen kongreye katılımı ile ilgili bir bilgi yer almamıştır. Polis kayıtlarına göre başvurucu, 12/6/2004 tarihinde Irak’ın Kuzeyine geçmiş ve 20/8/2004 tarihinde yurda dönüş yapmıştır. Ayrıca iddianamede başvurucunun, 5/6/2011 tarihinde, PKK mensuplarının Bağcılar DTP şubesinde yaptığı toplantı sırasında yakalandığı iddia edilmiş ise de söz konusu toplantının hangi surette terör örgütü mensuplarınca yapılan bir toplantı olduğu yönünde daha fazla bir açıklamaya yer verilmemiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava sırasında başvurucunun terör örgütü mensubu olduğunun ispat edilmesi için savcılık mahkemeye başka deliller de sunmuştur. Bunlardan en önemlisi 1 Nolu Gizli Tanığın 28/2/2009 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından alınmış olan ifadesidir. Bu ifade iki yılı aşkın bir süreden sonra savcılık tarafından 28/4/2011 tarihinde İlk Derece Mahkemesine ibraz edilmiştir. 1 Nolu Gizli Tanık, başvurucunun, 2000, 2001, 2002 yıllarında Demokratik Halk Partisi (DEHAP) Esenler İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğunu, bu dönemde S.G. isimli yardımcısı ile birlikte dört kişinin terör örgütünün kırsal alandaki silahlı yapılanmasına katılımı için çalıştığını, kendisinin kabul etmediğini ancak diğerlerinin örgüte katıldıklarını iddia etmiştir. Sözü geçen tanık, başvurucunun Esenler İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğu dönemde PKK terör örgütü lehine molotof kokteylli eylemlerin talimatını verdiğini iddia etmiştir. Savcılık son olarak tanık H.N’nin polis merkezinde vermiş olduğu ifadeyi delil olarak sunmuştur. Bu ifadede tanık H.N., 2004 Yılı Haziran ayında Türkçe adı Özgür Kadın Partisi olan Partiya Jina Azad (PJA) isimli terör örgütü yapılanmasının Kandil’de yapılan kongresine katıldığını ve başvurucunun da bu kongrede bulunduğunu ileri sürmüştür. Tanık H.A. İlk derece Mahkemesinde yapılan duruşmada polis nezdinde verdiği beyanları reddetmiştir. Yargılama devam ederken başvurucu 22/7/2007 tarihli milletvekili genel seçimlerinde İstanbul bağımsız milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun tahliye talebi üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/7/2007 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Genel Seçiminde yeniden İstanbul bağımsız milletvekili adayı olmuş ve seçilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2012 tarihinde başvurucunun, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve karar kesinleşinceye kadar “yurt dışına çıkmamak” adli kontrol tedbirinin uygulanmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“…Sanık hakkında düzenlenen iddianamede, sanığın 2004 yılı Temmuz - Ağustos aylarında Kuzey Irak'ta bulunan Kandil Dağındaki örgüt kamplarında düzenlenen PRD isimli yapılanmanın kongresine Türkiye delegesi olarak örgüt kıyafeti ile katıldığı iddiası ile kamu davası açılmış olup, yargılama sırasında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sanık hakkında anılan örgüte eleman kazandırdığı, örgüt adına Esenler ilçesinde bir kısım eylemlerin talimatlarını verdiği ve PJA kongresine katıldığı iddialarını içerir tanık ve gizli tanık beyanları gönderilmiştir. Sanık ve müdafileri yargılamanın başından itibaren, sanığın Kuzey Irak bölgesine Dohuk Belediyesi ile bağlantılı olarak yasal çalışmalara katılmak amacı ile gittiği, aleyhe beyan veren tanığın cinayet suçundan yargılanması nedeni ile ifadesine itibar edilemeyeceği ve dosyaya yargılama aşamasında gelen tanık ve gizli tanık beyanlarının Emniyet güçleri tarafından delil uydurma çabası olduğunu savunmuşlardır. Sanık savunmasında belirtildiği ve sanığın yurt dışına giriş ve çıkış kayıtlarından anlaşıldığı üzere sanık, 2004 tarihinde Habur Gümrük Kapısından çıkış yapmış ve 2004 tarihinde aynı kapıdan yurda giriş yapmıştır. Sanık ile ilgili olarak; - Tanık İ.Ç.’nin soruşturma aşamasından itibaren yargılama aşamasında ve kendisinin yargılandığı Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2006/210 esas sayılı dosyasında aynı içerikte ve istikrarlı olarak ve hatta örgütten ifade vermemesi konusunda tehdit de aldığını belirterek, 2004 yılı Temmuz ayı sonlarında PRD konferansına katılmak için Türkiye'den gelen tamamı örgüt mensuplarının giydiği kıyafetlerden giymiş ve kampta silahlı eğitim alan delegeler arasında sanık Sebahat Tuncel'in de bulunduğuna yönelik beyan ve teşhisi ve bu beyanı destekleyen anılan tarihlerde 98 mensubun katılımı ile PRD nin olağan kongresinin gerçekleştirildiğine dair Emniyet Genel Müdürlüğün'den gelen bilgi notu, Tanığın, sanık ile bağlantısı olmayan bir adli cinayet suçundan yargılanmasının tek başına beyanını itibarsız kılmayacağı ve tanık ile sanık arasında gerçeğe aykırı beyan verilmesini gerektirir bir durum olduğuna dair bir belge yada bilginin mevcut bulunmaması, 2004 - 2004 tarihleri arasında Kuzey Irak bölgesinde bulunduğu sabit olan sanığın, yasal alanda Dohuk Belediyesi ile irtibatlı olarak çalışma yapmış olduğu kabul edilse bile, bu durumun bölgedeki sosyal ve siyasi yapı ile güvenlik durumu da dikkate alındığında anılan kongreye katılmasına engel olmayacağı ve bu konuda dinlenilen ve dinlenilecek tanık beyanlarının, sanığın tüm faaliyetlerini 24 saat boyunca gözlemlemeleri olanaksız bulunduğundan sonucu değiştirmeyeceği, - 1 No.lu gizli tanığın soruşturma ve yargılama aşamasında aynı içerikte ve istikrarlı olarak Azad kod isimli şahsın, Mehmet kod isimli İ.’nin ve A.Z. isimli şahsın iki çocuğunu sanığın örgütün kırsal alanına gönderdiğine ve kendisini de örgütün kırsal alanına göndermek istediğine ve Sebahat Tuncel'in burada yardımcısı ile birilikte gençleri kandırarak örgütün kırsal alanına eleman aktarımı sağladığına, sanık Sebahat Tuncel'in 2001 - 2002 yıllarında Esenler DEHAP ilçe gençlik kolları başkanı olarak görev yaptığı dönemde PKK terör örgütü lehine yapılan molotof kokteylli korsan gösteri eylemlerinin talimatını verdiğine, sanığın 2003 yılında Esenler Çarşıda yapılan eylemin talimatını verdiğine ve sanığın 1998-1999 tarihleri arasında Kandil Dağında örgüt mensuplarının giydiği kıyafetle elinde kaleşnikof silahla çekilmiş fotoğrafını gördüğüne dair beyan ve teşhisi, 01/07/2003 tarihinde istinat duvarlarına ve okul duvarlarına yasa dışı yazılama yapıldığına, 15/08/2003 tarihinde Esenler ilçesi Havaalanı Mahallesinde yasa dışı pankart asıldığına, 06/06/2003 tarihinde Esenler ilçesi Kazım Karabekir Mahallesinde 8-10 kişilik bir grubun yola molotof atarak yasa dışı slogan attıklarına, 23/08/2003 tarihinde Fatih Mahallesinde terör örgütü ele başısı lehine yasa dışı pankart asılmış olduğuna, 16/08/2003 tarihinde Esenler Kazım Karabekir Mahallesinde el yapımı bomba bulunan yasa dışı pankart asılmış olduğuna, 15/08/2003 tarihinde bir iş yerinin kundaklandığına ve 12/08/2003 tarihinde Esenler İlçesi Kazım Karabekir Mahallesinde yasa dışı pankart asılması ve molotof atılması eyleminin gerçekleştiğine dair, tanık beyanını destekleyen ve anılan örgüt lehine yapılan bir kısım eylemleri gösteren Emniyet Müdürlüğün'den gelen yazı cevabı, - Tanık H.N.’ın Emniyet Müdürlüğü'nde ve nöbetçi hakimlikte aynı mahiyette olan sanığın Kandil'de Haziran 2004 tarihinde yapılan PJA'nın Kadın Kongresine örgütün talimatı doğrultusunda örgütün giymiş olduğu tek tip elbise ile PJA delegesi olarak katıldığına dair beyan ve teşhisi, (PJA, Kürtçe "Partiya Jina Azad" isimli örgüt yapılanması olup, Türkçe ismi "Özgür Kadın Partisi"dir, anılan yapılanmanın olağan kongresi 17 Haziran - 02 Temmuz 2004 tarihleri arasında Kuzey Irak Bölgesinde Kandil Dağındaki örgüt kamplarında gerçekleştirilmiştir. Anılan yapılanmanın amacı terör örgütü içerisinde kadın sayısının artması, başta intihar saldırıları ve sızma girişimleri olmak üzere kadınların eylemlerde daha etkili bir şekilde kullanılması, erkek egemenliğinden kurtulmak ve kadın ordulaşmasının yaratılması olup, 26-30 Ekim 1986 tarihinde PKK terör örgütünün kongresinde alınan karar ile ayrı bir yapılanma olarak kurulmuş, 2000 yılında alınan karar ile PJA ismini almıştır. ) Tanığın talimatla alınan beyanının farklı olmasının tüm örgütlü suçların yargılamasında doğal olduğu ve soruşturma aşamasında müdafi huzurunda usulüne uygun olarak alınan beyanlara itibar edilmemesini gerektirir dosya kapmasına yansıyan bilgi ve belge bulunmaması, - Savunma tanıkları A. ve S. G.'nın beyanlarının soyut nitelikte bulunması ve yukarıda açıklandığı gibi sanığın Dohuk Belediyesi ile irtibatlı olarak Kuzey Irak Bölgesinde bulunmasının, sanığın tüm faaliyetlerini bu amaca özgülediği anlamını taşımayacağı, - Son olarak tanık İ.Ç. ve H.N.'ın beyanlarının birbirleri ile zaman ve mekan açısında uyumlu bulunması ve bu iki tanığın ve gizli tanığın beyanlarının içerik olarak aynı mahiyette ve çelişkisiz bulunması, Dikkate alınarak; Sanık Sebahat Tuncel'in PKK terör örgütüne eleman kazandırmaya yönelik olarak faaliyetlerde bulunduğu, bu bağlamda yukarıda adı geçen dört kişiyi anılan terör örgütünün dağ kadrosuna katılımını sağladığı ve gizli tanığı da bu konuda yönlendirmeye çalıştığı, 2003 yılında PKK terör örgütü lehine yapılacak olan bir kısım yasa dışı şiddet içeren eylemlerin talimatını verdiği, 2004 - 2004 tarihleri arasında Kuzey Irak Bölgesinde bulunduğu, PKK terör örgütünün bir yapılanması olan PJA'nın 17 Haziran-2 Temmuz 2004 de Kandil Dağındaki örgüt kamplarında yapılan ( Kadın Kongresi) Kongresine tek tip örgüt kıyafeti ile katıldığı, bu kongreden daha sonra ki PRD’nin ( Partiya Rızgariya Demokratik- Demokratik Kurtuluş Partisi) Kandil Dağındaki örgüt kamplarında yapılan olağan kongresine Türkiye delegesi olarak katılmak amacıyla tek tip örgüt kıyafeti giyerek kampta bulunmaya devam ettiği, ancak kongre tarihinden önce kamptan ayrıdığının anlaşıldığı, PRD’nin ülkemizdeki sivil itaatsizlik olarak adlandırılan eylemleri aktif bir şekilde organize eden ve örgütün dağ kadrosuna elaman aktarımı sağlayan PKK terör örgütünün alt bir kuruluşu olduğu, PJA nın ise PKK terör örgütüne kadın eleman kazandırmayı ve kadınları eylemlerde daha fazla kullanmayı amaçlayan PKK terör örgütünün alt yapılanması olduğu ve sonuç olarak sanığın bu faaliyetleri ile PKK terör örgütünün ve alt yapılanmalarının etkin bir üyesi olduğu, iddia, tanık İ.Ç ve no.lu gizli tanığın soruşturma aşamasından itibaren istikrar arz eden beyanları, tanık H.N.'ın müdafi huzurunda alınan soruşturma aşamasındaki ifade içerikleri, tanık beyanlarını doğrulayan İl Emniyet Müdürlüğü'nden gelen eylemlere ilişkin belgeler ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden gelen bilgi notu ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup, sanığın örgüt üyeliğindeki etkin konumu, eylemlerindeki çeşitlilik ve yoğunluk dikkate alınarak ceza alt sınırından uzaklaşılarak isnat olunan suçtan cezalandırılmasına dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin nihai kararını temyiz etmiş; Yargıtay Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesinin kararı onanmıştır. Onama Kararı başvurucu tarafından 24/12/2013 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu, 20/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 28/11/2012 tarihinde, milletvekili olduğu halde hakkında “yurtdışına çıkamamak” şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanması nedeniyle adil yargılanma ve siyasal katılım hakkı ile ifade hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 20/2/2014 tarih ve B. No: 2012/1051 sayılı kararı ile başvurucunun, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın maddesinin birinci fıkrasının ihlal edilmediğine, diğer şikayetler hakkında başvuruların kabul edilemezliğine karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı” başlıklı maddesi şöyledir:“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.” Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı maddesi şöyledir: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silâhlı örgüt” başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “Madde 314- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör amacı ile işlenen suçlar” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: “Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.…” 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Cezaların artırılması” başlıklı maddesi şöyledir: “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.” 4/12/2014 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanığa ilk önce sorulacak hususlar ve tanığın korunması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Tanığa, ilk önce adı, soyadı, yaşı, işi ve yerleşim yeri, işyerinin veya geçici olarak oturduğu yerin adresi, varsa telefon numaraları sorulur. Gerekirse tanıklığına ne dereceye kadar güvenilebileceği hakkında hâkimi aydınlatacak durumlara, özellikle şüpheli, sanık veya mağdur ile ilişkilerine dair sorular yöneltilir.(2) Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. Kimliği saklı tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Kimliğinin saklı tutulması için, tanığa ait kişisel bilgiler, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından muhafaza edilir.(3) Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hâkim, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır.(4) Tanıklık görevinin yapılmasından sonra, kişinin kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması hususunda alınacak önlemler, ilgili kanunda düzenlenir.(5) İkinci, üçüncü ve dördüncü fıkra hükümleri, ancak bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak uygulanabilir. 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme ” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1)Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1440 | Başvurucu, hakkında açılan ceza davasında lehine olan delillerin toplanması taleplerinin reddedildiğini, yasak delillere dayanıldığını ve savunma haklarının kısıtlandığını bu nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yeniden yargılama ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, hukuka aykırı olarak hürriyetten yoksun bırakılmaya rağmen tazminat isteminin kabul edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, davanın reddedilmesi sonucunda yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1998 doğumlu olup olay tarihi itibarıyla 14 yaşındadır. Batman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğüne bağlı polisler 10/5/2012 tarihinde saat 10’da (diğer bazı kişilerle birlikte) cadde üzerinde bulunduğu tespit edilen başvurucunun yanına gitmiş ve başvurucunun bulunduğu yerin yakınında, esrar olduğu değerlendirilen maddelerin bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine başvurucu, saat 30 itibarıyla yakalanmıştır. Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2012 tarihli yazılı talimatıyla Batman (KOM) Şube Müdürlüğünden uyuşturucu madde kullanma suçundan hakkında yasal işlem yapılması için başvurucunun Çocuk Şube Müdürlüğüne teslim edilmesi istenmiştir. Başvurucu, aynı gün saat 10’da Çocuk Şube Müdürlüğünce ailesine teslim edilmiştir. Batman Cumhuriyet Başsavcılığının 13/12/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yaptığından bahisle cezalandırılması istemiyle Batman Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mahkeme E.2012/223 sayılı dosya üzerine görülen davada 8/1/2014 tarihinde başvurucunun beraatına karar vermiş, hüküm 16/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 20/2/2014 tarihli dava dilekçesi ile uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 10/5/2012 tarihinde yakalandığını, Savcılıkta ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldığını, isnat edilen suç ile ilgili olarak yapılan yargılama sonunda beraat ettiğini belirterek yaşadığı acı ve elem karşısında 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebiyle Batman Ağır Ceza Mahkemesinde Hazine aleyhine dava açmıştır. Başvurucu, tazminat talebini 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayandırmıştır. Batman Ağır Ceza Mahkemesince yapılan tensip incelemesi neticesinde başvurucunun gözaltında ya da tutuklulukta geçirdiği sürenin olup olmadığının tespit edilmesine karar verilmiştir. Bu kapsamda Batman Ağır Ceza Mahkemesine yazı yazılmıştır. Anılan Mahkemece 4/3/2014 tarihli cevap yazısı ile başvurucunun E.2012/223 sayılı dosya nedeniyle gözaltında ve tutuklu hâlde kalmadığı bildirilmiştir. Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 29/4/2014 tarihli kararı ile başvurucunun “Söz konusu dava nedeniyle haksız hürriyetinden kısıtlanmadığının anlaşıldığı, kişi hakkında dava açılması halinin CMK’nın Maddesinde koruma tedbiri nedeniyle tazminat talebi için öngörülen şartlar arasında bulunmadığı ve bu nedenle davacının davası bakımından CMK’nın Maddesinde aranan şartların oluşmadığı” gerekçesiyle başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Mahkeme başvurucunun, davada kendisini vekille temsil eden davalı Hazineye 000 TL avukatlık ücreti ödemesine de karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuya duruşmada tefhim edilmiş ve hükmün miktar bakımından kesin nitelikte olduğu kararda belirtilmiştir. Başvurucu 26/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;…e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.” 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.” 1136 sayılı Kanun’un “Avukatlık ücret tarifesinin hazırlanması” kenar başlıklı Maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.” 1136 sayılı Kanun’un “Yargı mercilerine karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin miktarı” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“Yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.” 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir.” Tarife Hükümleri 28/12/2013 tarihli ve 28865 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren (karar tarihinde yürürlükte bulunan) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” kenar başlıklı Maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“CMK 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sıra numarasındaki ücretten az olamaz.” Anılan tarifenin ikinci kısım ikinci bölüm onuncu sırası şöyledir:“ Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için 000,00 TL” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/3/2007 tarihli ve E.2007/8-2, K.2007/63 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:“…Çözümü gereken uyuşmazlık, haksız tutuklamadan doğan tazminat istemlerinin kısmen kabul kısmen reddi halinde, kendisini vekille temsil ettiren davalı Hazine lehine, reddedilen kısım üzerinden dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi gerekip gerekmediğine ilişkindir. … açılan maddi tazminat davalarında tazminat miktarının hesaplanıp belirlenmesi, bunlardan yasal bir takım kesintilerin yapılması uzmanlığı gerektirdiğinden, maddi tazminat miktarlarının çoğu kere uzman bilirkişi incelemesiyle saptanması gerekmektedir. Öte yandan, tazmini gereken manevi zarar da, haksız yakalama veya tutuklamaya maruz kalan kişilerin salt bu yüzden duydukları üzüntü ve acıya karşılık olup, mahkemece bu zarar tayin ve takdir edilirken, hukukun genel prensiplerinden hareketle, davacının duyduğu acı ve üzüntünün derecesi, haksız olarak tutuklulukta ve gözaltında geçirdiği süre, günün ekonomik koşulları, paranın satın alma gücü, davacının ekonomik ve sosyal durumu gözönünde bulundurulmaktadır. Bu durumda, gerek maddi gerekse manevi tazminat miktarlarının istem tarihinde davacı tarafından tam olarak bilinmesine olanak bulunmamaktadır. O nedenle, haksız tutuklamadan kaynaklanan tazminat davalarında, davalı lehine avukatlık ücreti ödenebilmesi ancak ve sadece davanın tamamen reddi halinde mümkündür. …” Yargıtay Ceza Dairesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2011/7516, K.2011/10596 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:“Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007 gün ve 2-63 sayılı kararında açıklandığı üzere: haksız tutuklamadan kaynaklanan tazminat davalarında, ancak davanın tamamen reddi halinde davalı hazine lehine vekâlet ücretinehükmolunacağından, davanın tamamen reddedilmesi karşısında davalı hazine lehine vekâlet ücretine hükmolunması gerektiği halde hükmolunmamasıKanuna aykırı[dır.]” B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” kenar başlıklı Maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “ Herkesözgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:…c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;… Bu madde hükümlerine aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir.” Sözleşme’nin Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’nin Maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı, ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N./İtalya [BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49). Sözleşme’nin maddesinin (1), (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında bir özgürlükten yoksun bırakılma için tazminat almak üzere başvuru imkânının bulunması hâlinde anılan maddenin (5) numaralı fıkrasına uygunluk sağlanmış olacaktır (Wassink / Hollanda, B. No: 12535/86, 27/9/1990, § 38). AİHM’e göre bir müdahalenin telafi edilmesine yönelik hukuk yollarının başarısızlığı Mahkemenin sonradan zaman bakımından yargı yetkisine dâhil edilmez (Blecic/ Hırvatistan, B. No: 59532/00, 8/3/2006, §§ 77-79). AİHM, Korizno/Litvanya (B. No: 68163/01, 28/9/2006) kararında zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce başvurucunun gözaltına alınmasının sona erdiğini belirterek Sözleşme’nin Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği şikâyetinin yanı sıra (5) numaralı fıkrasının ihlal edildiği iddiasını da incelememiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7498 | Başvuru, hukuka aykırı olarak hürriyetten yoksun bırakılmaya rağmen tazminat isteminin kabul edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, davanın reddedilmesi sonucunda yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20695 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkında uygulanan idari para cezasına karşı açtığı davanın, duruşma yapılmadan ve idarenin cevabı kendisine tebliğ edilmeden, gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde İzmir Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 15/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/9/2014 tarihli görüş yazısı 18/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 2/10/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket hakkında, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü İzmir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından "İl Müdürlüğünce yapılmak istenen incelemeye süresi içinde icabet edilmeyerek iş yeri ile ilgili kayıt ve bilgilerin ibraz edilmemesi ve incelemenin engellenmesi" nedeniyle, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasına muhalefetten aynı Kanun’un maddesi uyarınca 873,00 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu, bu cezaya gerekçe gösterilen bilgi ve belgelerin istenmesine ilişkin idari yazının şirkete tebliğ edilmediğini, muhtara da tebligat bırakılmadığını belirterek cezaya itiraz etmiştir. İzmir Sulh Ceza Mahkemesi, 3/1/2013 tarihli ara kararı ile İzmir Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüğünden idari para cezasına ilişkin olarak işlem dosyasında bulunan karar, tutanak ve dayanak teşkil eden tüm evrak örnekleri ile kararın tebliğine ilişkin tebligat evrakı örneğinin gönderilmesini istemiş, gelen evraklar üzerinde yaptığı inceleme sonucu 16/1/2013 tarih ve 2013/4 İş sayılı karar ile başvuruyu reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Getirtilen evraklar incelendiğinde: Başvuran şirket hakkında Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından yapılan şikayet soruşturması nedeniyle İl Müdürlüğünce hazırlanan yazıda istenilen belgelerin 06/08/2012 tarihinde kuruma ibraz edilmesinin istendiği, bu yazının başvuran şirketin adresine 26/07/2012 tarihinde tebliğ edildiği, istenilen belgelerin belirtilen tarihte ibraz edilmediği, bunun üzerine İzmir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünce düzenlenen 29/11/2012 tarih 482805 sayılı kararda şirket hakkında 4857 sayılı kanunun 92/2 maddesi yollamasıyla 7 maddesi gereğince 873 TL idari para cezası uygulanmasına karar verildiği, bu karara karşı süresinde itiraz başvurusunda bulunulduğu görülmekte olup; dosya kapsamı itibariyle başvuruya konu karar usül ve mevzuata uygun olduğundan yapılan haksız başvurunun reddine karar verilmiştir." Başvurucunun bu karara itiraz etmesi üzerine, İzmir Asliye Ceza Mahkemesi itiraza konu kararın usul ve esasa uygun olduğu gerekçesine yer vermek suretiyle 15/2/2013 tarih ve 2013/139 İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 5/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesine 4/4/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun “Başvuru yolu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir….” 5326 sayılı Kanun'un “Başvurunun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“…(2) Başvurunun usulden kabulü halinde mahkeme dilekçenin bir örneğini ilgili kamu kurum ve kuruluşuna tebliğ eder.(3) İlgili kamu kurum ve kuruluşu, başvuru dilekçesinin tebliği tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde mahkemeye cevap verir. Başvuru konusu idarî yaptırıma ilişkin işlem dosyasının tamamının bir örneği, cevap dilekçesi ile birlikte mahkemeye verilir. Mahkeme, işlem dosyasının aslını da ilgili kamu kurum ve kuruluşundan isteyebilir. Cevap dilekçesi, idarî yaptırım kararına karşı başvuruda bulunan kişi sayısından bir fazla nüsha olarak verilir.(4) Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ eder; talep üzerine veya re'sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir. …(6) Dinlemede sırasıyla; hazır bulunan başvuru sahibi ve avukatı, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun temsilcisi, varsa tanıklar dinlenir, bilirkişi raporu okunur, diğer deliller ortaya konulur.(7) Mahkeme, ilgilileri dinledikten ve bütün delilleri ortaya koyduktan sonra aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen ve hazır bulunan tarafa son sözünü sorar. Son söz hakkı, aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen tarafın kanunî temsilcisi veya avukatı tarafından da kullanılabilir. Mahkeme son kararını hazır bulunan tarafların huzurunda açıklar. (8) Mahkeme, son karar olarak idarî yaptırım kararının; a) Hukuka uygun olması nedeniyle, "başvurunun reddine", b) Hukuka aykırı olması nedeniyle, "idarî yaptırım kararının kaldırılmasına", Karar verir.…” Anılan Kanun’un “İtiraz yolu” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları ise şöyledir:“(1) Mahkemenin verdiği son karara karşı, Ceza Muhakemesi Kanununa göre itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliği tarihten itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. (2) İtirazla ilgili karar, dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir. (3) Mahkeme, her bir itirazla ilgili olarak “itirazın kabulüne” veya “itirazın reddine” karar verir.…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2370 | Başvurucu, hakkında uygulanan idari para cezasına karşı açtığı davanın, duruşma yapılmadan ve idarenin cevabı kendisine tebliğ edilmeden, gerekçesiz bir şekilde reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, üst düzey kamu görevlileriyle ilgili haber ve yorumlar nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 11/10/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun sahibi olduğu Anadolu'da Vakit isimli ulusal gazetede, üst düzey bazı kamu görevlilerinin adının geçtiği bir haber yapılmıştır. Bu haber üzerine anılan kamu görevlileri kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiasıyla başvurucuya tazminat davası açmıştır. Bir dizi yargılama süreci sonunda Ankara Asliye Hukuk Mahkemesince 12/6/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 30/10/2014 tarihinde onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 17/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, başvurunun incelenmesi sırasında başvurucunun temsilcisine başvurucunun tasfiye sürecinin sonlanıp sonlanmadığı ve tüzel kişiliğinin sona erip ermediğiyle ilgili bilgileri göndermesi için 12/6/2018 tarihli müzekkereyi göndermiştir. Müzekkerenin gönderildiği adres başvurucunun temsilcisinin başvuru formunda belirttiği adrestir. Anayasa Mahkemesine ulaştırılan 19/6/2018 tarihli tebliğ mazbatasında "muhatabın belirtilen adresten taşındığı aynı adreste bulunan ...'nın sözlü beyanından anlaşıldığından tebliğ evrakı çıkış merciine iade" ibaresi yer almaktadır. Başvurucu adres değişikliği konusunda işbu karar tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesine herhangi bir bildirimde bulunmamıştır. Başvurucu Şirketin tasfiye sürecinin sonlanıp sonlanmadığı ve tüzel kişiliğinin sona erip ermediği hususuyla ilgili olarak İstanbul Ticaret Odası Ticaret Sicil Müdürlüğüne Anayasa Mahkemesince gönderilen müzekkereye verilen 18/10/2018 tarihli cevapta; Şirketin tasfiyesinin sona erdiği hususunun Müdürlüklerince 21/8/2015 tarihinde tescil edildiği, Şirketin kaydının terkin edildiği ve tasfiye sonu kararının 27/8/2015 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlandığı belirtilmiştir. A. Mevzuat Hükümleri 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "(2) ...Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir." 6216 sayılı Kanun’un "Esas hakkındaki inceleme" kenar başlıklı maddesinin (7) ve (8) numaralı fıkraları şöyledir: "(7) Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır. (8) Esas hakkında incelemenin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Taraf ehliyeti" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir." 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "(1) Dava şartları şunlardır: ...d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları..." 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır... (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir..." 21/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler." 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1) Ticaret şirketleri tüzel kişiliği haizdir. (2) Ticaret şirketleri, Türk Medenî Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler. Bu husustaki kanuni istisnalar saklıdır." 6102 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Şirket, ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanır." İçtüzük'ün "Bireysel başvuru formu ve ekleri" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"(5) Başvurucuların, ... başvuruyla ilgili koşullarda herhangi bir değişiklik meydana geldiğinde bunu Mahkemeye bildirmeleri zorunludur." İçtüzük'ün “Düşme kararı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:…ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.…” İçtüzük'ün "Genel hükümlerin uygulanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bireysel başvuruların incelenmesinde, kararların infazında Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/5/2017 tarihli ve E.2017/203, K.2017/1874 sayılı kararı şu şekildedir:"Taraf ehliyeti, 6100 sayılı HMK'nın maddesinde açıkça düzenlenmiş olup, bir davada taraf olabilme yeteneğini ifade eder. Taraf ehliyeti, medeni (maddi) hukuktaki TMK'nın maddesinde düzenlenen medeni haklardan yararlanma (hâk) ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekil olarak anlaşılmalıdır. Davacının gerçek kişi ise sağ olması, tüzel kişi ise tüzel kişiliğinin bulunması taraf ehliyetiyle ilgili olup 6100 sayılı HMK'nın 114/1-d maddesi gereğince dava şartlarındandır. Dava şartlarının varlığının yargılamanın her aşamasında aranması gerekir. HMK'nın 115/ maddesi gereğince dava şartı noksanlığı halinde davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir ise de; aynı maddenin ikinci cümlesinde dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verileceği, bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın, dava şartı noksanlığı nedeniyle usulden reddedilebileceği hükmü getirilmiştir. Bilindiği üzere ticaret ortaklıklarının tüzel kişiliği, ticaret sicilinden silinmesi (terkini) ile sona erer. Tüzel kişinin, tüzel kişiliğinin sona ermesi durumunda taraf ehliyeti de son bulur..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2016/345, K.2016/3011 sayılı kararı şu şekildedir:"Dosya içeriğinden aleyhine hüküm kurulan [A.B.T. San. ve Tic. AŞ'nin] ticaret sicil kaydının TTK'nın geçici maddesi uyarınca 2014 tarihinde re'sen terkin edildiği anlaşılmıştır. Dava ehliyeti, gerçek ve tüzel kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir temsilci veya vekil aracılığı ile bir davayı takip etme ve usuli işlemlerini yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti dava şartlarından olup davaya bakan hakim tarafından kendiliğinden gözönünde tutulması gerekir. Anonim şirketin tüzel kişiliği ticaret sicilinden silinmesi (terkini) ile sona erer. Fesih ve tasfiye işlemi, bir tüzel kişiliğin son bulmasını ifade eder. Tüzel kişiliğini kaybeden anonim şirketlere davada husumet tevcih edilebilmesi için şirketin yeniden ihyasına gidilerek yargılamanın anonim şirket tüzel kişiliğine karşı devamının sağlanması gerekmektedir. Taraf sıfatının bulunmaması halinde dava, sıfat yokluğundan (husumet yönünden) reddedilecektir..." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/956 | Başvuru, üst düzey kamu görevlileriyle ilgili haber ve yorumlar nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/646 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, belediye başkanının bir bilim insanına yönelik ifadelerinden dolayı aleyhine manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurula sevkine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların yaşandığı tarihlerde Kocaeli Büyükşehir Belediyesi başkanı olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. O.H. (davacı) ise aynı tarihlerde Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olup Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı başkanlığı görevini yürütmektedir. Davacı, çevre şartlarının halk sağlığına etkileri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır. Ayrıca olayların yaşandığı tarihlerde başvurucu, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü tarafından desteklenen ''Kocaeli'nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti ile Büyüme ve Gelişme Durumu" isimli projenin de yürütücüsüdür. Davacı, anılan proje kapsamında edindiği bilgiler doğrultusunda konuya ilişkin değerlendirmelerini proje henüz tamamlanmadan bir gazeteciyle yaptığı röportajda paylaşmıştır. Bu röportajı yerel bir gazete "Annelerin sütü bile zehirli çıktı", "Çocuklar kanser eşiğinde" başlıkları ile haberleştirmiştir. Habere göre davacı; Kocaeli'nin sanayi kuruluşları nedeniyle tehlike altında olduğunu, sadece kan ve dışkı örneklerinde değil annelerin sütünde dahi ağır metallere rastlandığını, ilin sanayileşen kesimlerinde ölen her üç kişiden birinin ölüm nedeninin kanser olduğunu, bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi için çalışma yapılması gerekirken kapasitenin artırılarak yeni fabrikalar açılmasının hatalı olduğunu ifade etmiştir. Davacının bu açıklamaları, ulusal ölçekte yayın yapan yazılı ve görsel basında da haber konusu edilmiştir. Başvurucunun farklı tarihlerde davacı tarafından yapılan açıklamalarını hedef alan beyanları da yerel gazetelerde haber konusu yapılmıştır. Haber içeriklerine göre başvurucunun açıklamaları şöyledir:"... Hoca bunları neye dayanarak söylüyor bilmiyorum. Bilgilerini getirsin ona göre tedbir alsın herkes. Bana göre şov yapıyor. Raporu istiyoruz yok.... Bilimsel bir şey varsa ilgili mercilere ulaştırsın, herkes üzerine düşeni yapsın... Bilimselik yoksa suç duyurusu yapılır. Konuşmak kolay, belge nerede, neye dayanarak söyledin. Ispatını yapması lazım. Şarlatanlık yapıyor..."''Şimdi birileri çıkıp anne sütünde ve bebeklerin dışkılarında ağır metallere rastlandı diyor. Ancak hiç bir dayanağı, hiçbir belgesi yok. Valiliğe, Sağlık Müdürlüğü'ne ya da belediyelere bununla ilgili bir rapor, bir belge verdi mi? Sadece adı Profesör. Adam çıkıyor bilgi, belge olmadan konuşuyor. Böyle bir hakkı yok. Bilim adamı belgelerle konuşur. Onun bu yaptığına ise şarlatanlık denir, şov yapmak denir. Bilim adamı şarlatanlık, şov yapmaz ve ideolojik davranmaz..." Davacı, başvurucunun açıklamalarında geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 2/2/2011 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Davanın görüldüğü Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 26/5/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüyle başvurucunun 000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapan öğretim üyesidir. Proföser ünvanına sahip bir bilim adamı olduğu tartışmasızdır. Kocaeli Üniversitesi rektörlüğünün bilimsel araştırma projeleri yönetim kurulunun 17/02/2009 tarihinde yapılan toplantısında 'Kocaeli' nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti ile Büyüme ve Gelişme Durumu' isimli projenin uygulanmasına ve 2009 mali yılı itibariyle ödenek ayrılmasına ve projenin Haziran 2011 tarihinde tamamlanmasına karar verilmiş, davacı bu suretle görevlendirilmiştir. Proje kapsamında yaptığı araştırma ve çalışmalar sonucunda edindiği bilgilerini (henüz proje tamamlanmadan)bir gazeteci ile yaptığı söyleşide paylaşmıştır. Bu paylaşımında doğrudan veya dolaylı olarak davalı veya başka bir kişi ve kurumu hedef almış değildir. Yaptığı tespitlerin henüz kesinlik kazanıp kazanmadığı, bilimsel olarak doğru olup olmadığı veya ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına bilgi vermeden basın açıklaması yapmış olmasının eleştirilmesi eleştiri hakkı sınırları kapsamındadır.Eleştiri hakkı yasal bir haktır. Ancak eleştirilen kişinin kişilik haklarına saldırılmaması gerekir. Davacının eleştiri hakkını kullanırken, eleştirilerini daha iyi ifade etmek, kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamak için şarlatan, sadece adı proföser, şov yapıyor, ideolojik davranıyor gibi sözler sarf etmesinde bir zorunluluk yoktur. Bu sözler içerikleri itibariyle kişiyi üzecek, toplum önünde küçük düşürecek nitelikte sözlerdir. Tüm bu nedenlerle davalının açığa çıkan sözleri eleştiri sınırlarını aşıp davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu sonuç ve kanısına varılmıştır." Başvurucu vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 26/2/2020 tarihli ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. İsa Gök, B. No: 2015/805, 12/9/2018, §§ 19- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20078 | Başvuru, belediye başkanının bir bilim insanına yönelik ifadelerinden dolayı aleyhine manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taksirle yaralama suçunun mağduru olarak müştekinin ceza yargılamasında adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, trafik kazası neticesinde kendine karşı işlenen taksirle yaralama suçu nedeniyle sanık hakkında 16/12/2011 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı 10/5/2012 tarihli iddianame ile şüphelinin taksirle birden fazla kişinin yaralanması suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20252 | Başvuru, taksirle yaralama suçunun mağduru olarak müştekinin ceza yargılamasında adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini, feshin herhangi bir gerekçe gösterilmeden, savunma alınmadan ve yazılı bildirim yapılmadan gerçekleştirildiğini, hakkında hiçbir adli soruşturma veya kovuşturma bulunmadığı hâlde iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, feshin mahkemece geçerli sayılması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, hakkında hiçbir soruşturma olmamasına rağmen terör örgütüyle irtibatlı veya iltisaklı sayılması sebebiyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, ayrımcılık yasağının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir. Bakanlık görüşünde; nihai kararın başvurucu vekili tarafından 2/3/2019 tarihinde öğrenildiği, 1/4/2019 tarihi itibarıyla bireysel başvuru süresinin dolduğu vurgulanmıştır. Görüşte, süreçte verilen kararlara, konuyla alakalı içtihada ve yargılamaların tarafı olan işveren tarafından sunulan görüş ile ilgili belgelere yer verilmiştir. Ayrıca başvuruya konu olan kararın OHAL döneminde alınması nedeniyle inceleme esnasında Anayasa'nın maddesinin de dikkate alınmasının faydalı olacağı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Hüseyin Aşkan (B. No: 2017/15649, 21/7/2020) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Kararda Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede başvurucu vekili tarafından nihai kararın açılarak okunduğu tespit edilen tarih, nihai kararın sonucunun öğrenildiği tarih kabul edilerek bireysel başvuru süresi bu tarihten itibaren başlatılmış ve başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Somut olayda da nihai kararın başvurucu vekili tarafından UYAP üzerinden 2/3/2019 tarihinde okunduğu ve başvurunun otuz günlük bireysel başvuru süresi geçtikten sonra 2/4/2019 tarihinde yapıldığı anlaşıldığından başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11853 | Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16007 ve 2014/16130 sayılı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16005 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16005 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yargılamanın uzun sürmesi, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1916 doğumlu babası A.S.nin yaşlılıktan kaynaklanan akıl zayıflığı nedeniyle tutarsız davranışlar sergilediği ve savurganca hareketlerle malvarlığını elden çıkardığı iddiasıyla kısıtlanması talebiyle 9/4/2007 tarihinde mahkemeye başvurmuştur. Mudanya Sulh Hukuk Mahkemesince (Mahkeme) kısıtlanması istenen A.S.nin aile kayıt tablosu, maliki olduğu taşınmazları gösterir tapu kayıtları getirtilmiş, Bursa Devlet Hastanesine sevki sağlanarak vasi atanmasını gerektirir bir durumun bulunup bulunmadığına dair rapor temin edilmiştir. Mahkeme 22/10/2008 tarihli karar ile kısıtlanması istenilen A.S.nin Bursa Devlet Hastanesi heyet raporu içeriğine göre kısıtlanmasını gerektirir herhangi bir sebep bulunmadığı, huzurda serbest iradesi ile alınan beyanlarından kimliği ve olaylarla ilgili sorulan sorulara mantıklı cevaplar verdiği, tereddüt oluşturacak herhangi bir davranışının bulunmadığı ve gayrimenkullere ilişkin yapmış olduğu tasarruflarının bilincinde olduğu kanaatiyle davanın reddine karar vermiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 7/12/2009 tarihli karar ile A.S.nin 29/7/2009 tarihinde vefat etmesi nedeniyle dava konusuz kaldığından hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkeme bozma ilamına uyarak 24/2/2010 tarihli karar ile dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Karar temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 13/11/2014 tarihli karar ile hükmü onamıştır. Nihai karar başvurucuya 22/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır." 4721 sayılı Kanun'un "Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır.'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder." Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/1/2018 tarihli ve E.2017/14501, K.2018/1393 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Vesayet altına alınması istenen İ.İ. nin dava açıldıktan sonra 2014 tarihinde öldüğü gerekçesi ile mahkemece davanın reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Kısıtlanması istenilen İ.nin yargılama devam ederken 2014 tarihinde öldüğü dosya kapsamından anlaşıldığından; davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesiyerine, talep ve davanın reddine karar verilmesi doğru değil ise de; bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden bozma nedeni yapılmamış, hükmün, fıkrasının HUMK'nın 438/ maddesi uyarınca düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.'' | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1267 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi ve temyiz isteminden feragat dilekçesi dikkate alınmayarak karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirkette işçi olarak çalışan H. 31/1/2011 tarihinde işyerinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat etmiştir. H.nin mirasçıları (davacılar) tarafından başvurucu Şirket ve ortakları (davalılar) aleyhine İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) 16/11/2011 tarihinde iş kazası sonucu ölüm nedeniyle doğan maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Mahkeme 27/3/2014 tarihli kararıyla isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir. Anılan karar başvurucu vekili tarafından 31/3/2014 tarihinde temyiz edilmiştir. Temyiz harcının eksik yatırılması nedeniyle Mahkeme 30/4/2014 tarihli yazısında başvurucu vekiline eksik yatırılan 674,79 TL temyiz harcının tamamlanmasını ihtar etmiştir. Başvurucu vekili 16/5/2014 tarihinde eksik harcı tamamlamıştır. Mahkemece dava dosyasının temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay ilgili Dairesine gönderilmesi sonrasında hükmü temyiz eden başvurucu vekili UYAP üzerinden gönderdiği 4/6/2014 tarihli dilekçesinde davacılar ile davalıların sulh olduklarını belirterek temyiz istemlerinden feragat ettiklerini bildirmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 28/10/2014 tarihli kararıyla -temyizden feragat dilekçesini değerlendirilmeden- hükmün onanmasına ve alınması gereken onama harcından kalan 097,31 TL harcın hükmü temyiz edenlere yükletilmesine karar vermiştir. Onama kararı başvurucuya 4/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/1/2015 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’na 2/3/2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun ile eklenen geçici madde şöyledir:"Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır." 5521 sayılı Kanun’un 5308 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İş Mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir....Yargıtay’ın bu kararlarına karşı karar tashihi istenemez."B. Yargı İçtihatları Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2013 tarihli ve E.2012/21414, K.2013/6070 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, iş kazasında vefat eden sigortalının yakınlarının uğradığı maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verildiği, Hükmün Dairemizce 10/11347 E, 12/7794 K. ve 2012 günlü ilamı ile bozulduğu ve bu karar üzerine mahkemece, dairemizin bozma kararının maddi yanılgıya dayalı olduğundan bahisle düzeltilmesi talep edilmiştir.İş Mahkemeleri Kanununun 8/ maddesi gereğince İş Mahkemelerinden verilen kararlara ve buna bağlı Yargıtay ilamına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Ancak; Yargıtay onama ya da bozma kararlarında açıkça maddi hatanın bulunduğu hallerde, dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş onama ya da bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak, evrensel hukukun temel ilkelerine ters düştüğünden karşı taraf yararına sonuç doğurmamalıdır. Dairemizin giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri de bu doğrultudadır.Gerçekten; davacılardan eş [G.K] ve çocuk [İ.K.]'ın 2010 tarihli dilekçeleriyle, davalılar vekilinin de 2010 tarihli dilekçesiyle temyizden feragat ettikleri, temyiz incelemesi sırasında bu hususun gözden kaçırıldığı anlaşılmakla, Dairemize ait anılan bozma ilamının ortadan kaldırılması gerektiği anlaşılmıştır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli ve E.2013/10090, K.2013/16010 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İş Mahkemeleri Kanununun 8/ maddesi gereğince İş Mahkemelerinden verilen kararlara ve buna bağlı Yargıtay ilamına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Ancak; Yargıtay onama ya da bozma kararlarında açıkça maddi hatanın bulunduğu hallerde, dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş onama ya da bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak, evrensel hukukun temel ilkelerine ters düştüğünden karşı taraf yararına sonuç doğurmamalıdır. Dairemizin giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri de bu doğrultudadır.Maddi yanılgı kavramından amaç; Hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa, inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin Kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılanma sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrar edilmesi ve maddi gerçeğin göz ardı yapılması, yargıya duyulan güven ve saygınlığı sarsacağı gibi, Adalete olan inancı ortadan kaldırır ve yok eder.Bu nedenledir ki; Yargıtay; bu güne değin maddi yanılgının belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltmesini kabul etmiştir. Kaldı ki kimi açık maddi yanılgıya dayalı ve yanlışlığı son derece belirgin haksız ve adaletsiz sonuçların giderilmesi kamu düzeni açısından zorunludur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2002/10-895E ve 2002/838K, 2003/21-425E ve 2003/441K sayılı kararları da bu doğrultudadır.Davacı ile davalı tarafın temyiz istemlerinden 12 ve 14 Nisan 2013 tarihli dilekçeleri ile feragat ettikleri, ne var ki bu dilekçelerin 2013 tarihinde dairemize gelmesi nedeniyle temyiz incelemesi sırasında değerlendirilmediği ve işin esasına girilerek yapılan inceleme sonunda tarafların temyiz itirazları reddolunarak yerel mahkeme kararının onanmasına karar verildiği, Dairemiz kararının ve dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır. Hal böyle olunca da Dairemiz ilamının: tarafların temyiz istemlerinden feragat ettiklerine ilişkin dilekçelerinin değerlendirilmemesi nedeniyle maddi yanılgıya dayalı olduğu ve düzeltilmesinin gerektiği açık ve seçiktir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/12/2013 tarihli ve E.2013/33475, K.2013/30658 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1988 gün ve 1987/2-520 esas, 1988/89 sayılı kararında belirtildiği üzere Yargıtay'ca temyiz incelemesinin yapıldığı sırada dosyada bulunan bir belgenin gözden kaçırılması, maddi hata sebebi olarak açıklanmıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1959 gün ve 1957/13 esas, 1959/5 karar, ve 1960 gün ve 1960/21 esas, 1960/9 sayılı kararlarında açıklandığı üzere Yargıtay’ca maddi hata sonucu verilen bir karara mahkemece uyulmasına karar verilmesi halinde dahi usulü kazanılmış hak oluşmaz ve Yargıtay’ın hatalı bozma kararından dönülmesi mümkündür.Dairemizce daha önceki 2012 tarihli temyiz incelemesi sırasında, davalının 2012 tarihinde uyap kayıtlarına giren temyizden feragat dilekçesinin fiziki olarak dosyada bulunmaması sebebiyle gözden kaçtığı anlaşıldığından Dairemizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararın maddi hataya dayanması sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar verildi....Davalı vekili kararı temyiz etmiş ise de, 2012 tarihinde uyap kayıtlarına giren dilekçesi ile temyiz isteminden feragat etmiş olup, dosyada mevcut vekaletnamesinde temyizden feragata yetkisinin bulunduğu anlaşıldığından, davalı vekilinin temyiz isteminin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi delaletiyle 349/ll. maddesi uyarınca REDDİNE, nispi temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/4/2014 tarihli ve E.2014/333, K.2014/7933 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davalı tarafın temyiz isteminden 2012 tarihli dilekçesi ile feragat ettiği, ne var ki bu dilekçenin temyiz incelemesi sırasında değerlendirilmediği ve işin esasına girilerek yapılan inceleme sonunda davacı yararına hükmedilen 000,00 TL manevi tazminatın fazla olduğu gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar verildiği, Dairemiz kararının ve dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır. Hal böyle olunca da Dairemiz ilamının, davalının temyiz isteminden feragat ettiğine ilişkin dilekçesinin değerlendirilmemesi nedeniyle maddi yanılgıya dayalı olduğu ve düzeltilmesinin gerektiği açık ve seçiktir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/3/2017 tarihli ve E.2016/11646, K.2017/1920 sayılı kararı şu şekildedir:"Mahkemece verilen kararın, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edildiği, bununla birlikte davalı vekilinin Uyap sistemi üzerinden gönderdiği 13/01/2015 elektronik imza tarihli dilekçe ile temyiz talebinden feragat ettiği anlaşıldığından davalı vekilinin temyiz talebinin feragat nedeniyle REDDİNE, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/11/2017 tarihli ve E.2017/7115, K.2017/18370 sayılı kararı şu şekildedir: "Davalı vekili temyiz aşamasında 2015 tarihli Uyap üzerinden gönderdiği dilekçesi ile temyizden feragat ettiğinden ve vekaletnamesinde temyizden feragat yetkisi bulunduğundan davalının temyiz isteminin feragat nedeniyle reddine, nisbi temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/11/2017 tarihli ve E.2017/3529, K.2017/9459 sayılı kararı şu şekildedir: "İstem, maddi hatanın düzeltilmesine ilişkindir. Maddi hatanın varlığı halinde usuli kazanılmış haktan söz edilemeyeceği ve maddi hatanın düzeltilmesi gerektiği Yargıtay'ın ve Dairemizin yerleşmiş görüşlerindendir.Dosya üzerinde yeniden yapılan inceleme sonucunda Dairemizin 04/04/2017 tarih 2016/10677 Esas ve 2017/2770 Karar sayılı ilamı ile Davalı vekilinin temyiz talebinden feragat etmesi nedeniyle Temyiz talebinin REDDİNE karar verilmiş ise de davalı vekili tarafından temyiz başvurusu sırasında yatırılan harcın iadesine karar verilmediği anlaşılmakla, oluşan bu maddi hata düzeltilmelidir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/337 | Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasında yargılamanın uzun sürmesi ve temyiz isteminden feragat dilekçesi dikkate alınmayarak karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2015/18312) Karar Tarihi: 25/9/2019 İKİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Engin YILDIRIMÜyeler:Recep KÖMÜRCÜ Emin KUZ Rıdvan GÜLEÇ Yıldız SEFERİNOĞLURaportör:Sinan ARMAĞANBaşvurucu: A.E.H. S.E.Vekili:Av. Abdulhalim YILMAZ Başvuru, insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının; idari gözetim kararına itirazın reddedilmesi neticesinde idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular 27/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili Kurumlardan temin edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Irak Cumhuriyeti vatandaşı olup birbiriyle evlidir. Başvurucular Türkiye'ye hangi yolla ve ne zaman giriş yaptıklarını bildirmemişlerdir. Başvurucular Türkiye'de yaşamakta iken Şanlıurfa Valiliğinin 12/5/2015 tarihli kararıyla idari gözetim altına alınmalarına karar verilmiştir. Başvurucular önce Şanlıurfa'da, 20/5/2015 tarihinden itibaren ise Adana Geri Gönderme Merkezinde tutulmuşlardır. Başvurucuların farklı tarihlerde idari gözetim kararına yaptıkları itirazlar Adana Sulh Ceza Hâkimlikleri tarafından reddedilmiş ve verilen kararların bir kısmında idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmiştir. İdari gözetim kararına 31/8/2015 tarihinde yapılan en son itiraz Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve verilen karar başvurucuların vekiline 12/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular Adana İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından -belirli bir adreste ikamet ve bildirim yükümlülüğü getirilmek suretiyle- 28/10/2015 tarihinde salıverilmişlerdir. Başvurucular 27/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. B.T. (GK), B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18312 | Başvuru, insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının; idari gözetim kararına itirazın reddedilmesi neticesinde idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ek savunma hakkı tanınmadan iddianamede belirtilmeyen suçtan ceza verilmesi, derece mahkemesi kararının çelişkili olması, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. İkinci Bölüm tarafından 5/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 3/4/2006 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/6/2006 tarihli iddianamesiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin altıncı fıkrasının yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası, 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un maddesi yollaması ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılama, (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) (CMK mülga madde ile görevli) devam ederken Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 18/10/2006 tarihli iddianamesi ile tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçundan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası ile maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. Mahkemece, aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olması nedeniyle dava dosyalarının birleştirilmesine karar verilmiştir. Mahkemenin 5/6/2007 tarihli duruşmasında iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını sunmuş; başvurucuların 5237 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin altıncı fıkrasının yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası, maddesi, maddesinin dokuzuncu fıkrası,3713 sayılıKanun'un maddesi ve 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ile maddesi uyarınca cezalandırılmaları talep edilmiştir. Mahkeme, başvuruculara esas hakkındaki savunmalarını yapmaları amacıyla süre vermiştir. Mahkemece daha sonra dört duruşma daha gerçekleştirilmiş, nihai kararın verildiği 4/3/2008 tarihli son duruşmada başvurucuların esas hakkındaki savunmaları alınmıştır. Başvurucular daha önceki savunmalarını tekrar ettiklerini belirtmişlerdir. Mahkemenin 4/3/2008 tarihli kararıyla başvurucuların 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması suçundan ayrı ayrı beş yıl hapis ve 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11848 | Başvuru, ek savunma hakkı tanınmadan iddianamede belirtilmeyen suçtan ceza verilmesi, derece mahkemesi kararının çelişkili olması, özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, izinsiz afiş asıldığı için idari para cezası uygulanması nedeniyle ifade özgürlüğü ile toplanma ve örgütlenme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru15/12/2015 tarihinde başvuru yapmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1999 doğumlu olup Tunceli'de ikamet etmektedir. Başvurucu 2/7/2015 tarihinde, Tunceli Moğultay Mahallesi Cumhuriyet Caddesi ile Boysan Caddesi'nin kesiştiği yerdeki trafoya, [T.] market isimli işyerinin duvarına, [...] Bankası önündeki trafoya, Sokak'ın girişindeki duvara ve [...] Bankasının bahçe duvarına "Grup Yorum 30 yaşında devrim yürüyüşümüz sürüyor, büyük Dersim konseri 11 Temmuz Cumartesi saat 19:00 Seyit Rıza Parkı 0212 238 81 46 <iletişim>0554 976 23 72" yazılı çok sayıda afiş yapıştırmıştır. Başvurucu hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesine aykırı şekilde afiş yapıştırdığından bahisle idari yaptırım karar tutanağı düzenlenerek 750 TL idari para cezası kesilmiştir. İdari yaptırım kararı başvurucuya 9/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/9/2015 tarihinde idari yaptırım kararının kaldırılması talebinde bulunmuştur. Talebi inceleyen Tunceli Sulh Ceza Hâkimliği 9/11/2015 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Ret kararında; başvurucunun Tunceli Valiliği tarafından belirlenen toplantı, gösteri ve yürüyüş güzergâh planında belirtilen afiş ve pankart asılacak yerlerin dışında kalan yerlere hukuka aykırı bir şeklide pankart astığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Kararda; olay tutanağı ile söz konusu afişlerin asıldığına ilişkin görüntü kayıtlarının mevcut olduğu, düzenlenen idari yaptırım kararındaki ceza tutarının eylemlerin çokluğu ve sürekliliği dikkate alındığında fahiş olmadığı belirtilmiş ve idari yaptırım kararı hukuka uygun bulunmuştur. Başvurucu 15/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5326 sayılı Kanun’un "Afiş asma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) ... cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait ... alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ... asan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır. (2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz. ...... (4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir...." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19611 | Başvuru, izinsiz afiş asıldığı için idari para cezası uygulanması nedeniyle ifade özgürlüğü ile toplanma ve örgütlenme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takibin iptali talebiyle aleyhe açılan, tarafları ve konusu aynı olan davalarda derece mahkemelerince farklı kararlar verilmesi ile yargılamaların uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2006/9277 Sayılı Dosyasındaki İcra Takibine Yönelik Yargı Süreci Başvurucunun da aralarında bulunduğu alacaklılar tarafından borçlular hakkında İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2006/9277 sayılı icra takip dosyasında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip başlatılmıştır. Borçlular, icra takibine konu çeklerin muvazaalı olduğu ve yetkili imzalarının eksik olduğu iddiasıyla borca itiraz ederek takibin iptali talebiyle 13/7/2006 tarihinde, İstanbul İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) icra takibine itiraz davası açmışlardır. Mahkemece 15/11/2006 tarihli karar ile itirazın reddine karar verilmiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 12/4/2007 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 12/3/2008 tarihli karar ile önceki kararda direnilmesine karar verilmiştir. Direnme kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/9/2008 tarihli ilamı ile usul yönünden bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 14/10/2009 tarihli karar ile bozmaya uyularak itirazın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2/6/2010 tarihli ilamı ile usul yönünden tekrar bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 21/3/2012 tarihli karar ile bozmaya uyularak itirazın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 9/10/2013 tarihli ilamı ile esas yönünden bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 1/4/2014 tarihli karar ile itirazın reddine karar verilmiş olup Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede anılan karara ilişkin temyiz talebinde bulunulmadığı tespit edilmiştir. B. İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2006/9278 Sayılı Dosyasındaki İcra Takibine Yönelik Yargı Süreci Başvurucunun da aralarında bulunduğu alacaklılar tarafından, borçlular hakkında İstanbul İcra Müdürlüğünün E.2006/9278 sayılı icra takip dosyasında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip başlatılmıştır. Borçlular, icra takibine konu çeklerin muvazaalı olduğu ve yetkili imzalarının eksik olduğu iddiasıyla borca itiraz ederek takibin iptali talebiyle 13/7/2006 tarihinde, icra takibine itiraz davası açmışlardır. İstanbul İcra Hukuk Mahkemesi 15/11/2006 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/4/2007 tarihli ilamı ile onanmış; karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 8/5/2008 tarihli ilamı ile kabul edilerek Mahkeme kararı bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 14/10/2009 tarihli karar ile itirazın kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/5/2010 tarihli ilamı ile bozulmuş; karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 5/5/2011 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Mahkemece 21/3/2012 tarihli karar ile itirazın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/12/2012 tarihli ilamı ile bozulmuş; karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/1/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Mahkemenin E.2014/105 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 23/9/2014 tarihli karar ile "işlemden kaldırılan dava dosyasının davacılar tarafından üç aylık yasal süre içinde yenilenmediği" gerekçesiyle davanın 23/9/2014 tarihi itibarıyla açılmamış sayılmasına karar verilmiş olup UYAP üzerinden yapılan incelemede anılan karara ilişkin temyiz talebinde bulunulmadığı tespit edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14938 | Başvuru, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takibin iptali talebiyle aleyhe açılan, tarafları ve konusu aynı olan davalarda derece mahkemelerince farklı kararlar verilmesi ile yargılamaların uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmanın hukuka aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/6/1994 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte üniversite öğrencisi olması nedeniyle Kocaeli'de ikamet etmektedir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediği gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 31/12/2015 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararına itiraz edilmesi üzerine itiraz mercii 6/1/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı 11/4/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anılan suçlardan cezalandırılmasını talep etmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/4/2016 tarihinde, iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/180 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 13/12/2016 tarihinde; başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan beraatine, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan ise 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Terör örgütünün propagandasını yapma suçundan mahkûmiyete ilişkin kararı başvurucunun istinaf etmesi üzerine karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 7/3/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, karardan 5/5/2017 tarihinde haberdar olmuş; 1/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. (3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan; Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra), Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit (madde 213), Suç işlemeye tahrik (madde 214), Suçu ve suçluyu övme (madde 215), Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (madde 216), Kanunlara uymamaya tahrik (madde 217), Cumhurbaşkanına hakaret (madde 299), Devletin egemenlik alametlerini aşağılama (madde 300), Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama (madde 301), Silâhlı örgüt (madde 314), Halkı askerlikten soğutma (madde 318),suçları.b) Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.c) Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrası, 31 inci maddesi ve 32 nci maddesinde yer alan suçlar.” Aynı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir." Terör örgütünün propagandasını yapma suçunu düzenleyen 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin fıkrası şöyledir:“Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. (Ek cümle:17/10/2019-7188/ md.) Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi...” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25600 | Başvuru, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmanın hukuka aykırı olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk ve tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması ve bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 25/6/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve terör örgütüne üye olma suçundan 29/6/2010 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 10/11/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun ve diğer şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı zorla değiştirip yerine Marksist-Leninist ilkelere dayalı bir sistem getirme amacında olan Maoist Komünist Partisi (MKP) ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) terör örgütünün üyesi oldukları, yakalama öncesinde bu örgüt içerisinde Tunceli kırsalında silahlı faaliyet yürüttükleri, örgütsel eylem ve faaliyetlerini yurt dışında sürdürmeye karar vermeleri üzerine yurt dışına illegal yollardan çıkmaya çalıştıkları, bu amaçla göçmen kaçakçılığını kendisine iş ve meslek edinen ve geçimini bu yolla sağlayan şüpheli H.Ö. ile anlaştıkları, bu amaçla İstanbul Silivri'de bir benzin istasyonunda buluştukları esnada kolluk görevlilerince yakalandıkları ve üzerlerinde başkaları adına düzenlenmiş sahte kimliklerin ele geçirildiği belirtilmiştir. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/339 sayılı dosyasında görülmeye başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 22/11/2010 tarihinde tensip incelemesi yapılmış ve yapılan inceleme sonucunda diğer şüphelilerle birlikte başvurucunun "Suç vasfı, delil durumu, isnad edilen suçun mahiyeti, suçun CMK maddesinde gösterilen suçlardan olduğu" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2010/339 sayılı dosyasında tutuklu iken Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü başka bir soruşturma kapsamında Tekirdağ Sulh Ceza Mahkemesinin 11/1/2011 tarihli kararı ile başvurucunun Malatya'da hazır edilmek üzere tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun ifadesi Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/3/2011 tarihinde alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında 9/1/2000 tarihinde Tunceli ili Ovacık ilçesi Yenikonak isimli köyde Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP ML/TİKKO) örgüt üyelerinin bulunduğu evde meydana gelen ve altı güvenlik görevlisinin şehit olduğu, altı güvenlik görevlisinin de yaralandığı olaya ve yine 30/1/1999 tarihinde Tunceli ili Hozat ilçesi Aliboğazı mevkiinde meydana gelen ve bir güvenlik görevlisinin şehit olduğu, beş güvenlik görevlisinin de yaralandığı olaya ilişkin başvurucunun da anılan eylemlere katıldığına dair tanık ifadeleri başvurucuya okunmuş ve bunlarla ilgili savunması istenmiştir. Başvurucu ifadesinde yasadışı yollardan Yunanistan'ın Atina şehrine gitmek isterken İstanbul Silivri'de bir dinlenme tesisinde durduğu sırada kolluk görevlilerince yakalandığını, hâlen İstanbul'da MKP terör örgütüne üye olmak suçundan yargılandığını, üzerine atılı suçu işlemediğini beyan etmiştir. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu 11/3/2011 tarihinde "...üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suç için kanunda öngörülen cezanın üst sınırı, delillerin tamamının toplanmamış olması, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması..." gerekçeleriyle anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan tutuklanmıştır. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 7/5/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında "Devletin anayasal düzenini zorla değiştirmeye teşebbüs" suçundan Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede olay tutanaklarından ve eylemlere katılan diğer örgüt üyelerinin beyanlarından yola çıkılarak başvurucunun iki eyleme de katıldığı belirtilmiştir. Bu dava (CMK mülga madde ile görevli) Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/49 sayılı dosyasında görülmeye başlamıştır. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 3/6/2011 tarihli ilk duruşmada "...atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdiği süre, tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile karşılanamayacak olması..." hususlarını dikkate alarak başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 22/9/2011 tarihli duruşmada bu gerekçelere ek olarak başvurucunun yakalandığı koşullara ve kaçma şüphesine dayanılarak tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. E.2010/339 sayılı dosyada İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 16/11/2011 tarihinde başvurucu yönünden dosyanın tefrikine karar vermiştir. Tefrik edilen dosya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/181 sayılı esasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/11/2011 tarihinde E.2011/181 sayılı dosyanın Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/49 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar vermiştir. 18/10/2012 tarihli duruşmada Malatya Ağır Ceza Mahkemesi "...sanığın üzerine atılı suçun niteliği, sanığın üzerine atılı suçun cezasının yasadaki alt ve üst sınırı, tanıkların kolluk ve aşama beyanları ile tanık Ö.A.nın beyanları ve tüm dosya içeriği ile mevcut delil durumu nazara alınarak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, tutuklulukta geçirdiği süre, tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile karşılanamayacak olması, sanığın yakalanarak gözaltına alındığı hususu da dikkate alındığında ve sanığın üzerine atılı suçun yasadaki cezasının alt ve üst sınırlarına göre kaçma şüphesi hususları dikkate alınarak..." başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 13/3/2014 tarihine kadar aynı gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 13/3/2014 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga madde ile görevli mahkemelerin kapatılması üzerine dava dosyasının Tunceli Ağır Ceza Mahkemesine devredilmesine karar vermiştir. Dosyanın devredildiği Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 14/5/2014 tarihli ilk duruşmada "...tüm dosya içeriğine göre, sanığın atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin bulunması, sanığın dosyaya yansıyan eylemi, kaçma, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapma olasılığının bulunması nedeniyle tutuklama nedenlerinin varlığı, sanığın eylemi için öngörülen ceza miktarı, sanığın CMK'nun 100/ maddesinde sayılan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin varlığı nedeniyle de tutuklama nedenlerinin bulunması, sanığın hakkında CMK'nun maddesinde belirtilen adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı, tutuklama şartlarının oluştuğu ve halen devam ettiği, tutuklamanın bu aşamada ölçülü olduğu" gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 11/6/2014, 2/7/2014, 6/8/2014, 3/9/2014, 1/10/2014, 21/11/2014 tarihli duruşmalarda aynı gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 11/6/2014, 2/7/2014, 6/8/2014, 3/9/2014, 1/10/2014 tarihlerinde tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara yapılan itirazlar Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinin sırasıyla 7/7/2014, 22/8/2014, 16/9/2014, 14/10/2014 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Başvurucu son olarak 21/11/2014 tarihli duruşmada verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş, itirazı Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 18/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 19/12/2014, 22/12/2014 tarihli duruşmalarda da ilk duruşmada gösterdiği gerekçelerle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2015 tarihli kararı ile başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüse yönelik vahim nitelikli eylemlerinden dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası,resmî evrakta sahtecilik suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasınave tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 17/3/2016 tarihli ilâmıyla onanmıştır. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..."5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir....(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir."5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. (2) (Ek: 11/4/2013-6459/20 md.) 101 ve 105 inci maddeler uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20224 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk ve tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması ve bu incelemeler sırasında alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/31689 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31689 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, satın alınan bağımsız bölüme (apartman dairesi) su aboneliği verilmesi için yapılan başvuru üzerine Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (ASKİ) tarafından haksız olarak fazla tahsil edilen bedelin iadesi istemiyle açılan davada yapılan yargılama sırasında, hesaplamaya esas ASKİ Tarifeler Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ilgili maddesinin vergi mahkemesi kararıyla iptal edilmesine rağmen bu husus dikkate alınmayarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesi ile fazla tahsil edilen bedelin iade edilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının, iptal kararından sonra aynı şartları taşıyan kişilerden aynı hizmet için daha az bedel tahsil edilmesi sebebiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ankara ili Yenimahalle ilçesi Mehmet Akif Ersoy Mahallesi 61565 ada 3 parsel sayılı taşınmaz üzerinde B blokta yer alan 39 nolu apartman dairesinin malikidir. Başvurucu maliki bulunduğu apartman dairesinin su aboneliğini yaptırmak amacıyla ASKİ'ye başvurmuş; 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun , ve maddelerine istinaden uygulamaya konulan Yönetmelik'in maddesi kapsamında hesaplanan kanal katılım payı ve şebeke hisse bedeli ile diğer giderler olmak üzere toplam 177,45 TL'nin 28/2/2012 tarihinde ödenmesi karşılığında apartman dairesinin su aboneliği yapılmıştır. Başvurucu, kendisinden kanal katılım payı, şebeke hisse bedeli ile diğer giderler olarak tahsil edilen 177 TL'nin haksız ve fahiş olduğunu, katılım payının alınması için Yönetmelik'te belirtilen koşulların gerçekleşmediğini, yapılan tahsilatın hak ve nesafet kurallarına aykırı olduğunu belirterek fazla tahsil edildiği belirtilen bedelden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 200 TL'nin faiziyle birlikte iadesi istemiyle ASKİ aleyhine 16/4/2012 tarihinde Ankara Tüketici Mahkemesinde dava açmış, yargılama sırasında davasını ıslah ederek 923,40 TL'nin ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Bu arada, başvurucu dışındaki üçüncü bir kişi tarafından genel düzenleyici işlem niteliğinde bulunan Yönetmelik'in maddesinin 2464 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olduğu, ASKİ'nin 2464 sayılı Kanun kapsamında dava konusu Yönetmelik'i çıkarma yetkisinin bulunmadığı iddia edilerek 8/11/2010 tarihinde Yönetmelik'in maddesinin iptali istemiyle Ankara Vergi Mahkemesinde açılan davanın yapılan yargılaması sonucunda, Mahkemece 2/5/2012 tarihli ve E.2011/543, K.2012/963 sayılı karar ile davanın kabulüne, Yönetmelik'in maddesinin iptaline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 26/11/2015 tarihli ve E.2012/6360, K.2015/14481 sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar verildiği, karar düzeltme talebinde bulunulması üzerine dosyanın Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 2016/15553 sayılı esasına kaydedildiği anlaşılmıştır. Başvurucu tarafından açılan davanın yapılan yargılaması sonucunda ise Mahkemenin 5/12/2013 tarihli ve E.2012/512, K.2013/3664 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, başvurucudan fazla alınan 134,48 TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı ASKİ'den tahsiline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının satın aldığı konuta su abonesi olmak için kanal katılım payı ödemekle yükümlü olup olmadığı konusundadır. 2464 Sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ... maddesi: ... düzenlemesini getirmiştir. Aynı Yasanın maddesi de su tesisleri için maddeye paralel bir düzenleme öngörmüştür. Dava tarihinden önce yürürlükte bulunan ASKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin maddesi: "2464 Sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ve maddeleri gereği bir programa göre yapılacak yani; içme, kullanma, endüstri suyu ve kanalizasyon yatırımları ile mevcutların genişletilmesi (tevzi), iyileştirilmesi (ıslahı) amacıyla yapılan harcamalar ve istek üzerine ASKİ Genel Müdürlüğü’nce yapılacak işlerin toplam yatırım giderleri tesislerin hizmet edeceği saha dahilindeki gayrimenkullerin sahiplerinden su ve kanalizasyon tesisleri harcamalarına katılma payı alınır. Su ve Kanalizasyon şebekelerine katılma paylarının binasız arsanın vergi değeri payına isabet eden kısmı, inşaat ruhsatının alınması aşamasında avans olarak tahsil edilir. Bina tamamlandıktan sonra bağımsız bölümlere veya binanın tamamına tek su aboneliği verilmesi sırasında arsa değeri üzerinden alınan avans düşülerek, yapı değerinin emlak vergi beyanı üzerinden ayrıca %2 oranından fazla olmamak üzere katılım payı tahsil edilir" düzenlemesini getirmiştir. Yukarıda belirtilen Yasa ve Tarifeler Yönetmeliği hükümleri birlikte değerlendirildiğinde;Kanal katılım bedelinin istenebilmesi için, davalı idarece alt yapı çalışmalarının yapılması ve bu hizmetlerin o saha dahilindeki gayrimenkulü kullananlarına götürülmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, hizmet götürüldüğünün davalı tarafından kanıtlanması halinde, davacının da katılım payının yüklenici veya kendisi tarafından ödendiğini ispatlaması gerekmektedir.Davalı idareden, davacının konutunun bulunduğu sahada, yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde varsa alt yapı çalışmalarına ilişkin tüm belge ve bilgiler ile yapı ruhsatı alınma aşamasında yükleniciden alınan kanal katılım bedeline dair makbuz; ASKİ ile yüklenici arasında bu ödemelerin ne şekilde olacağına dair bir protokol yapılıp yapılmadığı sorulup, tarafların bildirdiği diğer tüm kanıtlarla birlikte dosyaya celbedilmiştir.Dosya kapsamına göre, dava konusu konutun bulunduğu sahada kanalizasyon şebeke hattının tesis edildiği ve davacının kullandığı konuta bu hizmetin sunulduğu çekişmesizdir. Davacı tarafın da bu hususta bir iddia ve itirazı söz konusu değildir. Toplanan tüm deliller itibariyle dosya üzerinde uzman bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmış, kabul edilen maddi olgulara ve kanıtlara dayanan, bilimsel ve objektif olan, denetime elverişli bulunan bilirkişi raporu mahkememizce de kabul edilerek hükme esas alınmıştır.Buna göre;ASKİ tarafından, davacının kullandığı konuta ve o sahaya su ve kanalizasyon hizmetlerinin götürülerek yararlandırıldığı, davalı idarenin 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ve maddeleri ile ASKİ Tarifeler Yönetmeliği’nin maddesi kapsamında davacının, konunun uzmanı olan bilirkişi raporunun A bendinde; davacının ödemesi gereken bedelin 993,68-TL olduğu, fazladan alınan 134,48-TL'nin davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir." Temyiz üzerine Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/6/2014 tarihli ve E.2014/3066, K.2014/10284 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Karar, başvurucu vekiline 18/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 14/8/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2464 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Belediyelerce ve belediyelere bağlı müesseselerce, aşağıdaki şekilde kanalizasyon tesisi yapılması halinde, bunlardan faydalanan gayrimenkullerin sahiplerinden, Kanalizasyon Harcamalarına Katılma Payı alınır:a) Yeni kanalizasyon tesisi yapılması,b) Mevcut tesislerin sıhhi ve fenni şartlara göre ıslah edilmesi.İki ve daha fazla yol kenarında bulunan gayrimenkuller, hangi yoldaki kanalizasyona bağlanmış ise, payın hesabında o yola ait kanalizasyon giderleri nazara alınır." 2464 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Belediyelerce veya belediyelere bağlı müesseselerce beldede aşağıdaki şekillerde su tesisleri yapılması halinde, dağıtımın yapıldığı saha dahilindeki gayrimenkullerin sahiplerinden, Su Tesisleri Harcamalarına Katılma Payı alınır:a) Yeni içmesuyu şebeke tesisleri yapılması,b) Mevcut şebeke tesislerinin tevsii ve ıslahı.Birden fazla yol kenarında bulunan gayrimenkullere ait payın hesabında, bunların yalnız suya bağlandıkları yol üzerindeki uzunlukları esas alınır." 2464 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "a) Harcamalara katılma payları, bir program dahilinde veya istek üzerine doğrudan doğruya yapılan işlerde, bu hizmetler dolayısıyla yapılan giderlerin tamamıdır. Şu kadar ki yapılacak giderler peşin ödendiği takdirde bu paylar ilgililerden yüzde yirmibeş noksanı ile alınır. Ancak, bu tür hizmet giderleri Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile İller Bankası tarafından tespit edilen ve yayınlanan rayiç ve birim fiyatlara göre hesaplanan tutarları aşamaz.Özel Devlet yardımları, karşılıksız fon tahsisleri, bu işler için yapılacak bağış ve yardımlar ve istimlak bedelleri giderler tutarından indirilir.Harcamalara katılma payları bina ve arsalarda vergi değerinin yüzde 2'sini geçemez." Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 2/12/1991 tarihli ve 474 sayılı kararıyla kabul edilen ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığının 3/12/1991 tarihli ve 5658 sayılı onayıyla 4/1/1992 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 2008 tarih ve 778 nolu kararıyla kabul edilen yönetmelik gereği)2464 Sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun ve Maddeleri gereği bir programa göre yapılacak yeni; içme, kullanma, endüstri suyu ve kanalizasyon yatırımları ile mevcutların genişletilmesi (tevsi), iyileştirilmesi (ıslahı) amacıyla yapılan harcamalar ve istek üzerine ASKİ Genel Müdürlüğü’nce yapılacak işlerin toplam yatırım giderleri tesislerin hizmet edeceği saha dahilindeki gayrimenkullerin sahiplerinden su ve kanalizasyon tesisleri harcamalarına katılma payı alınır.Su ve kanalizasyon tesisleri harcamalarına katılma payı = KPTesislerden yararlanacak gayrimenkulün yola nazaran arsa cephesi = LGayrimenkulün yararlanacağı su veya kanal hattına metre / tûl maliyeti = TGayrimenkulün toplam inşaat alanı = SAdil bir katılımın sağlanmasına yönelik katsayı :N = S Olmak üzere; 1000Su ve kanalizasyon harcamalarına katılma payları :KP = L X T X N 2Formülüne göre hesaplanan değerdir. Bu değer gayrimenkulün vergi değerinin %2’sini geçemez.Su ve kanalizasyon şebekelerine katılım paylarının binasız arsanın vergi değeri payına isabet eden kısmı, inşaat ruhsatının alınması aşamasında avans olarak tahsil edilir.(Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 2010 tarih ve 3007 nolu kararıyla kabul edilen yönetmelik gereği)Bina tamamlandıktan sonra bağımsız bölümlere veya binanın tamamına tek su aboneliği verilmesi sırasında arsa değeri üzerinden alınan avans düşülerek, yapı değerinin emlak vergi beyanı üzerinden ayrıca %2 oranından fazla olmamak üzere kanal vizesi verilmesi aşamasından önce binada o bağımsız bölümde lehine kat irtifakı tesis edilen veyakat irtifakı tesis edilmemiş ise arsa payı karşılığı malik olarak görünen kişiden katılım payı tahsil edilir. Bu payların Tahsili yapılmadan binaya kanal vizesi verilemez.Su ve kanalizasyon tesisleri harcamalarına katılma payları yararlanılacak su ve kanal hattının cephe uzunluğu ve çapına göre, uygulanacağı yılın, ASKİ Genel Müdürlüğü ve İller Bankası rayiç fiyatları esas alınarak her iki hizmet için ayrı ayrı hesap edilir. İbadet yerlerine, resmi park ve bahçelere, genel çeşmelere ve genel tuvaletlere katılma payları tahakkuku yapılmaz.5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 16 ncı maddesinde belirtilen yerler ve İbadet yerleri ile özel kanunlarına göre su ve kanalizasyon katılma payından muaf tutulan yerler hakkında harcamalara katılma payı tahakkuku yapılmaz." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13241 | Başvuru, satın alınan bağımsız bölüme apartman dairesi) su aboneliği verilmesi için yapılan başvuru üzerine Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü ASKİ) tarafından haksız olarak fazla tahsil edilen bedelin iadesi istemiyle açılan davada yapılan yargılama sırasında, hesaplamaya esas ASKİ Tarifeler Yönetmeliği nin Yönetmelik) ilgili maddesinin vergi mahkemesi kararıyla iptal edilmesine rağmen bu husus dikkate alınmayarak davanın kısmen kabulüne karar verilmesi ile fazla tahsil edilen bedelin iade edilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının, iptal kararından sonra aynı şartları taşıyan kişilerden aynı hizmet için daha az bedel tahsil edilmesi sebebiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gösteri yürüyüşüne katılma nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 25/1/2015 tarihinde 00-00 saatleri arasında Fatsa ilçesi Ata Caddesi üzerinde, bir şirketin siyanürle altın elde etme faaliyetlerinin çevre ve insan sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle "Siyanüre Hayır" konulu bir gösteri yürüyüşü düzenleyeceklerine ilişkin 22/1/2015 tarihinde idareye bildirimde bulunmuşlardır. Emniyet yetkilileri tarafından gerekli emniyet tedbirleri alınmıştır. Anılan tarihte saat 30'da yaklaşık beş yüz kişilik grup ellerinde döviz ve pankartlarla Ata Caddesi'ni takiben Cihat Sokak, Altkumru Caddesi ve Reşadiye Caddesi'ni takiben Cumhuriyet Meydanı'na yürüyerek geçiş yapmıştır. Burada gruba hitaben Fatsa Ünye Doğa Koruma Platformu Üyesi Ö.Y. basın açıklaması yapmıştır. Basın açıklaması 45'te başlamış ve 10'da son bulmuştur. Basın açıklamasının ardından grup uyarıya rağmen izin verilen güzergâhın sonu olan Ata Caddesi'nin bitişinde yürüyüşü sonlandırmamış ve Ata Caddesi sonunda Sevgi Köprüsü girişinde bekleyen araçlara binerek Yukarı Bahçeler köyüne hareket etmiştir. Başvuruculardan Metin Karaman gösteri yürüyüşünün Düzenleme Kurulu başkanı, diğer başvurucular ise üyesidir. Düzenleme Kurulu Başkanı'na güzergâhın Ata Caddesi olduğu, güzergâhın aşılması hâlinde yasal işlem yapılacağı emniyet yetkilileri tarafından sözlü olarak iletilmiştir. Başvurucuların içinde bulunduğu grubun bildirimde bulunulan güzergâhı aşarak yürüyüşe devam etmesi ve başvurucuların 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'nun maddesi gereğince kolluk amirine vermeleri gereken, Düzenleme Kurulunun başkan dâhil en az yedi üyeyi toplantının yapıldığı yerde bulundurduğuna dair tutanağı teslim etmedikleri gerekçesiyle haklarında anılan Kanun'a muhalefet suçundan iddianame düzenlenmiştir. İddianamede, Düzenleme Kurulu Başkanı Metin Karaman'a yürüyüş güzergâhının aşılması durumunda yasal işlem yapılacağının sözlü olarak iki kez bildirilmesine rağmen yürüyüşün sonlandırılmadığı ve 2911 sayılı Kanun'un maddesine göre yetkili kolluk amirine teslim edilmesi gereken tutanağın teslim edilmediği tespitine yer verilmiştir. Kamu davası Fatsa Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Başvurucular, Mahkemedeki savunmalarında yürüyüş alanında bulunduklarına dair tutanağı o gün için emniyete vermeyi unuttuklarını ve yürüyüş yapan kalabalığı engelleyemedikleri için yürüyüşün devam ettiğini ifade etmişlerdir. Mahkeme 15/7/2015 tarihinde başvurucular hakkında 5 ay hapis cezasına hükmetmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucuların idare tarafından belirlenen yürüyüş güzergâhı boyunca yürüyüş yaptıktan sonra güzergâh sonunda yürüyüşü sonlandırmadıkları belirtilmiştir. Yine yürüyüşü düzenleyen Düzenleme Kurulu başkan ve üyeleri olan başvurucuların toplantının yapıldığı yerde bulunduklarına dair tutanağı düzenleyerek kolluk amirine teslim etmedikleri ifade edilmiştir. Başvurucular 21/7/2015 tarihinde söz konusu karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ünye Ağır Ceza Mahkemesi 6/8/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvuruculara 7/9/2015 ve 9/9/2015 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 6/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2911 sayılı Kanun'un "Toplantının yapılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Toplantı, 6 ncı madde hükümlerine uymak suretiyle bildirimde belirtilen yerde yapılır. Düzenleme kurulu, kendi üyelerinden başkan dahil en az yedi kişiyi toplantının yapıldığı yerde bulundurmakla yükümlüdür. (Değişik cümle: 02/03/2014-6529 S.K./ md) Bu yükümlülüğün yerine getirildiğine dair tutulan tutanak, düzenleme kurulu tarafından hazırlanarak yetkili kolluk amirine teslim edilir." Aynı Kanun'un "Düzenleme kurulunun görev ve sorumlulukları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Düzenleme kurulu, toplantının sükun ve düzenini, bildirimde yazılı amaç dışına çıkılmamasını sağlamakla yükümlü ve sorumludur. Kurul, bunun için gereken önlemleri alır ve gerektiğinde güvenlik kuvvetlerinin yardımını ister. (Değişik cümle: 02/03/2014-6529 S.K./ md) Toplantının amacı dışına çıktığı veya düzen içinde gerçekleşmesini imkânsız gördüğü takdirde kurul veya toplanamadığı takdirde kurul başkanı dağılma kararı alır ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.Düzenleme kurulunun sorumluluğu, topluluk toplantı yerinden tamamen dağılıncaya kadar sürer" Yine aynı Kanun'un "Yasaklara aykırı hareket" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “11 ve 12 nci maddelerde yazılı görevleri yerine getirmeyen düzenleme kurulu üyeleri, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, §§ 20, 21; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30;Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37 kararlarına bakılabilir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16311 | Başvuru, gösteri yürüyüşüne katılma nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, evlilik birliğinin boşanmayla sona ermesi üzerine açılan bir alacak davasında esasa ilişkin iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eski eşi O.B. aleyhine 7/6/2013 tarihinde Iğdır Aile Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, evlilik öncesidüzenlenmiş olan çeyiz senedi kapsamında bir çok altın ve çeyiz eşyasının bulunduğunu, buna göre mal rejiminin tasfiyesi ilekendi payına düşen kısmının ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu vekili 14/3/2014 tarihli dilekçesi ile daha önce açıklamış olduğu dava konusu kapsamında 000 TL nakit olarak iade edilen para ve 150 TL çeyiz senedinde yer alan eşya ve altınlara ilişkin olmak üzere toplam 150 TL'nin faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiş ve bu miktar üzerinden harç yatırmıştır.Mahkeme 4/12/2014 tarihli duruşmada başvurucu vekiline dava konusu ettiği tüm malları açıklaması için kesin süre vermiştir. Bu kapsamda başvurucu vekilince, 29/12/2014 havale tarihli dilekçede alacak davasının çeyiz senedinde belirlenen ve başvurucunun ailesi tarafından verilen altınlara ve yine çeyiz senedinde belirtilen ev eşyalarına ilişkin bulunduğu açıklanmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda 22/9/2016 tarihinde dava kısmen kabul edilmiş; çeyiz senedinde yer alan bir kısım eşyanın değerinin toplamı olan 487 TL'nin davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, diğer taleplerin ise reddine karar verilmiştir. Mahkemenin kararına karşı başvurucu, istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde kendisine ait 500 gram altının davalıda bulunduğunu, ayrıca hükmedilen bedele faiz uygulanmadığını ileri sürmüştür. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 9/2/2017 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüne karar vererek kararın kaldırılmasına ve dosyanın yeniden yargılama yapmak üzere Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Açıklanan ilkeler ışığında somut uyuşmazlığın incelenmesinde; eldeki dosyada davacı vekili 14/03/2014 havale tarihli ıslah dilekçesi ile taleplerinin kabulü ile 150 TL (000 TL nakit olarak iade edilen para 150 TLevlenme sözleşmesinde yeralan eşya ve altınlara ilişkin değer) üzerinden ve bu miktara sözleşme tarihinden itibaren faiz yürütülmesine karar verilmesini talep etmiş ve ıslah harcını yatırdığı görülmüştür.Mahkemece 000 TL nakit paraya ilişkin olarak kararda gerekçe yazıldığı ancak hüküm fıkrasında bu konuda olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmadığı, ayrıca 250 gr mehir ile igili olumlu ya da olumsuz karar verilmediği gibi gerekçe de kurulmadığı görülmüştür. Görüldüğü üzere ilk derece mahkemesince davanın kısmenkabulüne karar verilmiş ise de davacının bazı talepleriyle ilgili mahkemece olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği gibi buna dair bir gerekçe de yazılmamıştır.O halde mahkemece yapılacak iş; tüm deliller, iddia ve savunma birlikte değerlendirilerek, özellikle Anayasanın 141/ maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 27 ve maddeleri kapsamında ve davacının tüm taleplerini olumlu veya olumsuz karşılayacak biçimde gerekçe oluşturularak, vardığı yargıyı içerir ve denetlenebilir hüküm kurmak olmalıdır." Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme, ilk kararda olduğu gibi çeyiz senedinde yer alan bir kısım eşyanın değerinin toplamı olan 487 TL'nin davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, çeyiz senedinde belirtilen ziynet eşyalarının bedeli olan 662,50 TL'nin davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine ve faiz işletilmesi ile 000 TL alacağa ilişkin taleplerinin ise reddine karar vermiştir. Bu defa başvurucu ve davalı, Mahkemenin söz konusu kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; başvurucu, istinaf dilekçesinde altın miktarının 500 grama tamamlanması gerektiğini, ayrıca davalı lehine hükmedilen vekâlet ücretinin hatalı olduğunuiddia etmiştir. Davalı ise davanın mal ortaklığı rejimi davası olarak açılması nedeniyle usulden reddedilmesi gerektiğini, ziynet alacağına ilişkin iki kez kesin süre verilmesine rağmen harcın yatırılmadığını ve davanın zamanaşımı süresi dolduktan sonra açıldığını ileri sürmüştür. Bölge Adliye Mahkemesi 27/6/2019 tarihinde davalının istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararın kaldırılmasına, davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: " 1958 tarihli ve 15/6 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tesbit etmek görevi hakime aittir. Her ne kadar dava dilekçesinde davacı davanın konusunu mal rejiminin tasfiyesi olarak belirtmiş ise de, davacının davasını çeyiz senedine dayandırdığı, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin olarak usulüne uygun açılmış bir dava bulunmadığı anlaşılmaktadır.Somut olayda, davacı tarafın talebini dayandırdığı 25/08/2005 tarihli çeyiz senedinde belirtilen ev eşyaları ve ziynetlerin bedellerinin toplamı olan 150 TL'nin kız babası tarafından oğlan babasına teslim edildiği belirtilmiş olup senedin tarafların babaları ve şahitler tarafından imzalandığı ayrıca senette mehir olarak 250 gr altın belirlendiği anlaşılmaktadır.O halde, davalı davanın yasal dayanağını oluşturan çeyiz senedinin tarafı olmadığından pasif husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalının istinaf başvurusunun kabulü ile davacının davasının kısmen kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, HMK'nın 353/(1),b,2 maddesi uyarınca düzelterek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir." Nihai karardan 11/9/2019 tarihinde haberdar olan başvurucu 27/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33541 | Başvuru, evlilik birliğinin boşanmayla sona ermesi üzerine açılan bir alacak davasında esasa ilişkin iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/2/2014 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 14/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 30/5/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 5/6/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 11/7/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 9/8/2012 tarihinde idare mahkemesine iptal davası açmış; Mersin İdare Mahkemesi, 28/12/2012 tarihli kararı ile davayı kabul ederek işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesi 4/7/2013 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 30/12/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 31/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…” | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1947 | Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2014/15876) Karar Tarihi: 21/9/2016 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Burhan ÜSTÜNÜyeler:Hicabi DURSUN Hasan Tahsin GÖKCAN Kadir ÖZKAYA Rıdvan GÜLEÇRaportör:Hüseyin MECEKBaşvurucu: Vekili:Av. Mehmet Ali BAŞARAN Başvuru; Geri Gönderme Merkezi (GGM) ve Kabul Barınma Merkezinde (KBM) tutma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği, özgürlükten mahrum bırakılmanın yasal dayanaktan yoksun olması, yargısal denetiminin bulunmaması ve bu çerçevede iç hukukta tazminat sağlama imkânı tanınmaması nedeniyle Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği, tutma koşullarına ve idari gözetim sürecine karşı etkili bir iç hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa'nın ve maddesindeki güvencelerle bağlantılı olarak maddesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/10/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 11/3/2016 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve İçişleri Bakanlığı tarafından sunulan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Rusya Federasyonu vatandaşı olan başvurucu kendi beyanına göre ülkesini "etnik, dinî ve siyasi düşünceleri nedeniyle, zulüm ve baskı göreceği korkusuyla" terk etmiştir. Başvurucu 10/10/2013 tarihinde Atatürk Havalimanı'ndan Türkiye'ye giriş yapmış ve ailesi ile birlikte Kemer'de (Antalya) yaşamaya başlamıştır. Başvurucu 6/5/2014 tarihinde Reyhanlı'da (Hatay) bir taksi ile seyahat hâlindeyken gözaltına alınmış ve Hatay GGM'ye sevk edilmiştir. Başvurucu 9/5/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün 22/5/2014 tarihli işlemi ile başvurucunun anılan talebinin reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu aynı tarihte Adana KBM'ye sevk edilmiştir. Başvurucu, uluslararası koruma talebinin reddine dair karara karşı 6/6/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmış ise de sonradan feragat ettiğinden anılan Mahkemenin 8/9/2014 tarihli ve E.2014/1169, K.2014/1390 sayılı kararı ile "konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına" karar verilmiştir. Başvurucu 14/8/2014 tarihinde Adana Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak serbest bırakılmayı talep etmiştir. 6/9/2014 tarihinde memur refakatinde İstanbul iline götürülen başvurucunun, kendi isteğiyle Gürcistan'a çıkışı sağlanmıştır. Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/9/2014 tarihli ve 2014/472 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun talebinin kabulüne ve "idari gözetim kararının kaldırılmasına" karar verilmiştir. Başvurucu 10/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (d) ve (r) bentleri, maddesi, maddesinin (3) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi ve (2) numaralı fıkrası ile maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi, maddesi; anılan Kanun’un maddesi uyarınca 11/4/2014 tarihinde yürürlüğe giren aynı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası; anılan Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası ile yürürlükten kaldırılan 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’un ve maddeleri; 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği’nin maddesi (K.A. [GK], B. No:2014/13044, 11/11/2015, §§ 30-35). Uluslararası Hukuk Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) tarafından kabul edilen "Yabancı Uyruklu Kişilerin Tutulma Koşullarına İlişkin Standartlar [CPT/Inf/E (2002) 1- Rev. 2013]; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1988 tarihli ve 43/173 sayılı kararıyla kabul edilen Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler’in ve maddeleri; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Yürütme Komitesinin (UNCHR EXCOM) “Mültecilerin ve Sığınmacıların Alıkonulması” konulu 44 No.lu kararının dördüncü fıkrasının (f) bendi (F.A. ve A., B. No: 2013/655, 20/1/2016, §§ 34-37). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15876 | Başvuru, Geri Gönderme Merkezi GGM) ve Kabul Barınma Merkezinde KBM) tutma koşullarının gayriinsani ve onur kırıcı olması nedeniyle Anayasa nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği, özgürlükten mahrum bırakılmanın yasal dayanaktan yoksun olması, yargısal denetiminin bulunmaması ve bu çerçevede iç hukukta tazminat sağlama imkânı tanınmaması nedeniyle Anayasa nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği, tutma koşullarına ve idari gözetim sürecine karşı etkili bir iç hukuk yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa nın 17. ve 19. maddesindeki güvencelerle bağlantılı olarak 40. maddesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, limited şirketten tahsil imkânı kalmayan vergi borcunun ortaktan tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1949 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu 1998 yılında miras yoluyla Saraçoğlu Madencilik Turizm Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.nin (Şirket) ortağı olmuştur. Şirket 1998 yılında tasfiye sürecine girmiştir. Başvurucu 3/1/2006 tarihinde Şirket hisselerinin tamamını devretmiştir. Şirketin 2005 yılına ilişkin 091,60 TL maden işletme ruhsat harcı borcunun Şirketten tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emri 25/2/2006 tarihinde Şirket müdürü vekili sıfatıyla A.E. isimli şahsa tebliğ edilmiştir. Şirket tarafından ödeme yapılmaması üzerine Şirketin mal varlığı araştırılmış, bu çerçevede haciz ihbarnameleri düzenlenmiş ancak borç Şirketten tahsil edilememiştir. Borcun Şirketten tahsil imkânının kalmadığı gerekçesiyle 3/1/2006 tarihinden önce Şirket ortağı olan başvurucudan tahsili amacıyla 22/3/2012 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir. Başvurucu tarafından ödeme emrinin iptali istemiyle Samsun Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Yargılama esnasında Mahkeme tarafından verilen ara kararına cevaben idarece Mahkemeye gönderilen 14/3/2013 havale tarihli yazıda, Şirkete ait tüm amme borçlarının ödendiği ve tüm borcun kapanmasından dolayı dava konusu ödeme emri de dâhil olmak üzere tüm ödeme emirlerinin sistem üzerinden takipten kaldırıldığı bildirilmiş ve ödemeye ilişkin takip sorguları yazı ekinde Mahkemeye sunulmuştur. Ancak anılan yazıda, ödeme emirlerinin iptal edilmediği hususu parantez içine şerh düşülmüştür. Mahkemeye sunulan mükellef takip sorgulama sonuçlarından dava konusu ödeme emri içeriğindeki 091,60 TL maden işletme ruhsat harcının 19/12/2012 tarihinde ödendiği görülmüştür. Mahkeme 25/3/2013 tarihli kararıyla başvurucu adına düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından itiraz edilen bu karar, Samsun Bölge İdare Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Bölge İdare Mahkemesinin 21/10/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 18/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18691 | Başvuru, limited şirketten tahsil imkânı kalmayan vergi borcunun ortaktan tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların tartışılmaması, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, zorunlu göçe tabi tutulmaları nedeniyle Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmiş ve Ankara'ya yerleştirilmişlerdir. Zorunlu göçe tabi olan soydaşların iskân edilmelerine destek olmak amacıyla Yüksek Planlama Kurulunun 27/11/1990 tarihli kararı ile 000 adet konut yapımı kararlaştırılmıştır. Başvuruculardan Hatice Acar ve her iki başvurucunun murisi Hüseyin Acar bu kapsamda konut sahibi olmak amacıyla başvurmuş ve konutların teslim tarihinden önce ayrı ayrı peşinat ve avans ödemesi yapmıştır. Başvurucular 26/9/2007 tarihli dilekçeyle tahsis edilen 292 ada 2 parselde kayıtlı 16 numaralı bağımsız bölüm ve 5/3/2008 tarihli ikinci dilekçeyle tahsis edilen 293 ada 5 parselde kayıtlı 7 numaralı bağımsız bölüm için teslim tarihine kadar ödemiş oldukları avans ve peşinat ödemesinin inşaat maliyetinden mahsup edilmediğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 000 TL'nin ilgili banka ve idareden tahsili talebiyle iki ayrı dava açmışlardır. Açılan davalar aralarındaki hukuki ve fiilî bağlantı nedeniyle birleştirilmiş ve yargılamaya Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/365 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Mahkemece 29/5/2008 tarihli karar ile konut satımından kaynaklanan uyuşmazlığa bakma görevinin tüketici mahkemesine ait olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir. Başvurucuların talebi üzerine yargılamaya Ankara Tüketici Mahkemesinde devam edilmiştir. Ankara Tüketici Mahkemesi 1/11/2011 tarihli kararla bankaya karşı açılan dava ile 7 numaralı bağımsız bölüme yönelik başvurucu Hacer Acar tarafından açılan davanın husumet nedeniyle reddine, başvurucu Hatice Acar tarafından 7 numaralı taşınmaza yönelik ve her iki başvurucunun 16 parsele yönelik talebinin ise kısmen kabulüne karar vermiştir. Hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 7/3/2012 tarihli kararında göçmen konutlarının şerefiyelendirilmesi nedeniyle konut maliyetinin başvurucuların borçlanmasının üzerinde gözüktüğü saptamasında bulunmuş ve borçlandırma işleminin başlangıcında mahsuplaşma yapılıp yapılmadığı hususunda bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğini belirtmiştir. Daire, yapılacak incelemede konut maliyetinin borçlandırma bedelinden yüksek olduğunun tespiti hâlinde başvuruculardan bu hususun kabul edilebilir bir açıklamasını yapmalarının istenmesine ve sonrasında dosya içindeki belgeler ile emsal dosyalardaki listelere göre mahsup yapılıp yapılmadığının saptanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret ederek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Ankara Tüketici Mahkemesi bozma kararına uymuş ve 22/1/2014 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçeli kararında bozma sonrasında alınan 1/3/2013 tarihli asıl rapor ve 4/11/2013 tarihli ek raporda mahsuplaşma işleminin yapılmadığı belirtilmiş olmasına rağmen dosya içinde bulunan resmî yazışmalar, hak sahipliği listeleri ve diğer destekleyici belgelerden aksi bir sonuca ulaştığını belirtmiştir. Gerekçeli kararda ayrıca, Yargıtay denetiminden geçen benzer dosyalardaki belgelerin somut uyuşmazlığa konu davadaki belgeler ile aynı içeriğe sahip başka bir ifade ile aynı belgeler oldukları ve emsal dosyaların bu belgelerdeki tespitler nedeniyle davacıların aleyhine sonuçlandığını da belirterek davanın reddine karar vermiştir. Hüküm, başvurucular tarafından temyiz edilmiş, Daire 15/12/2014 tarihinde ilk derece mahkemesinin gerekçesindeki hususlara atıf yaparak kararı onamıştır. Nihai karar başvuruculara 14/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 26/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1536 | Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların tartışılmaması, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve delillerin takdirinde hata yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/40107 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; miras yoluyla intikal eden taşınmazlar üzerine yapılan gecekonduların sahiplerince açılan olağanüstü zamanaşımı ile zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil davalarının kabulüne karar verilmesi, müdahalenin men'i ve ecrimisile ilişkin karşı davanın ise reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ve hukuk devleti ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 19/8/2015 tarihli görüş yazısı 3/9/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular Bakanlığın cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 17/9/2015 tarihinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murisleri Mehmet Turan Büyükkuşoğlu'nun müştereken maliki olduğu Ankara ili Mamak ilçesi Gülseren Mahallesi 37631 ada, 1 ve 2 parsel numaralı taşınmazların davalılar tarafından işgal edildiğini belirterek 15/3/2004 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/128 sayılı dava dosyasında müdahalenin men'i ve ecrimisil davası açmışlardır. Davalılar ise başvurucuların murisinin 21/12/1980 tarihinde vefat ettiğini, dava konusu taşınmazı malik sıfatıyla yirmi yılı aşkın bir süredir davasız ve aralıksız kullandıklarını belirterek 11/12/2006 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/488 sayılı dava dosyasında tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/2/2007 tarihli ve E.2006/488, K.2007/39 sayılı kararıyla aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olduğu belirtilerek dava dosyasının Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/128 sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Bir başka davacı olan Ö. 4/8/2006 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/343 sayılı dosyasında başvurucular aleyhine açtığı davada, Mamak Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü 37636 ada, 2 numaralı parselde kayıtlı bulunan taşınmazı malik sıfatıyla yirmi yılı aşkın bir süredir davasız ve aralıksız kullandığını, başvurucuların murisinin 21/12/1980 tarihinde vefat ettiğini belirtilerek tapu iptali ve tescil talebinde bulunmuştur. Mahkemenin 13/11/2007 tarihli ve E.2006/343, K.2007/336 sayılı kararıyla başvurucuların murisinin taşınmazın müştereken maliki olduğu ve adına tahsis edilen bir yerin bulunmadığı, davacının davayı sadece başvuruculara yönlendirmesinin objektif iyi niyet kurallarıyla bağdaşmadığı, bu nedenle hissenin kendileri tarafından kullanıldığı iddiasında bulunamayacakları, ayrıca davacının taşınmazın tamamının zilyedi olmadığı, bu nedenle olağanüstü zaman aşımı ile mülk edinme koşullarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, temyiz ve karar düzeltme incelemeleri sonucunda 14/12/2009 tarihinde karar kesinleşmiştir. Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli ve E.2009/58, K.2011/52 sayılı kararıyla 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan '...ölmüş...' sözcüğünün iptal edilmesine, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/10/2011 tarihli ve E.2004/128, K.2011/306 sayılı kararıyla dava konusu Ankara ili Mamak ilçesi Gülseren Mahallesi 37631 ada, 1 ve 2 parsel numaralı taşınmazların, başvurucuların 21/12/1980 tarihinde vefat eden murisi B. adına kayıtlı iken 28/12/2006 tarihinde başvurucular adına kaydedildiği; düzenlenen bilirkişi raporuna göre davalılar tarafından 1962 ile 1977 yılları arasında taşınmazın üzerine binaların yapıldığı, imar affı kapsamında davalıların ilgili belediyeye müracaat ettikleri, (Ç dışındaki) davacıların taşınmazı kullanmaya devam ettikleri, 4721 sayılı Kanun'un maddesinin 2 numaralı fıkrasında öngörülen yirmi yıllık sürenin birleşen dava dosyasının davacıları yararına gerçekleştiği, başvurucuların dayandığı tapu kaydının hukuki değerini yitirdiği belirtilerek asıl davanın reddine; 100 TL vekâlet ücretinin başvurucular tarafından davalı vekiline ödenmesine, birleşen davanın kabulüne, 998,65 TL harcın ve 760 TL vekâlet ücretinin başvuruculardan tahsiline karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/12/2012 tarihli ve E.2012/12715, K.2012/15740 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 16/4/2013 tarihli ve E.2013/4078, K.2013/5577 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvuruculara 20/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 8/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Kanunu’nun “Olağanüstü zamanaşımı” başlıklı (Mülga 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 639 maddesiyle benzer) maddesi şöyledir:“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce (…) (1) “Bu fıkrada yer alan “…ölmüş ya da …” kelimeleri Anayasa Mahkemesi’nin 17/3/2011 tarihli ve E.:2009/58, K.: 2011/52 sayılı Kararıyla iptal edilmiştir.” hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. (1) Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur. Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.Davalılar ve itiraz edenler, aynı davada kendi adlarına tescile karar verilmesini isteyebilirler. Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir. Özel kanun hükümleri saklıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5018 | Başvuru, miras yoluyla intikal eden taşınmazlar üzerine yapılan gecekonduların sahiplerince açılan olağanüstü zamanaşımı ile zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil davalarının kabulüne karar verilmesi, müdahalenin men'i ve ecrimisile ilişkin karşı davanın ise reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ve hukuk devleti ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın dosya üzerinden değerlendirilmesi üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan bir soruşturma kapsamında 5/2/2019 tarihinde gözaltına alınmış; 6/2/2019 tarihinde ise kasten öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklanmıştır. Soruşturma evresinde başvurucunun tutukluluk incelemeleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucu ve/veya müdafii dinlenilmek suretiyle en geç otuz günde içinde yapılmış ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan görülen yargılamada, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 4/2/2020 tarihinde yaptığı duruşma hazırlığı işlemlerinde tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, tutukluluk durumunun 3/3/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenmesine ve ilk duruşmanın 2/4/2020 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk incelemesi alınan karar gereğince 3/3/2020 tarihinde dosya üzerinden yapılmış ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme, ilk duruşma günü olarak belirlediği 2/4/2020 tarihinde dosyayı tarafların yokluğunda resen ele alarak salgın hastalık nedeniyle alınan tedbirler kapsamında duruşmanın 16/6/2020 tarihine ertelenmesine, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve tutukluluk incelemesinin 30/4/2020 tarihinde dosya üzerinden yapılmasına, bu tarihte de tutukluğun devamına karar verilmesi halinde ise 29/5/2020 tarihinde yine dosya üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun 19/3/2020 ve 30/3/2020 tarihli tahliye taleplerini de reddetmiştir. Mahkemenin 2/4/2020 tarihli tutukluluk hâlinin devamı kararına başvurucunun yaptığı itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dosya üzerinden incelenerek 14/4/2020 tarihli kararla reddedilmiştir. Mahkeme daha önce alınan karar gereği başvurucunun tutukluluk durumunu 30/4/2020 ve 29/5/2020 tarihlerinde dosya üzerinden inceleyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu kararlara yaptığı itirazlar da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dosya üzerinden incelenerek 15/5/2020 ve 15/6/2020 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Başvurucu bu karardan sonra 1/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş ve başvurucunun tutukluluk incelemeleri ile bu incelemeler sonucunda verilen kararlara yaptığı itirazların hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının 5271 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen tazminat davası yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Ünver Karagülmez, B. No: 2020/15818, 11/5/2022). Mahkemenin 16/6/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmaya başvurucunun müdafii bizzat, başvurucu ise Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katılarak davanın esasına ve tutukluluğa ilişkin savunmalarını ileri sürmüştür. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 29/9/2020 tarihli üçüncü duruşmada başvurucunun kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstinaf kanun yolu incelemesinde başvurucunun neticeten 10 yıl 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş ve karar 10/3/2022 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır. Başvurucu ayrıca tutukluluk hâlinin uzun süre mahkeme önüne çıkarılmaksızın devam ettirildiği gerekçesiyle 29/7/2020 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tazminat davası açmıştır. Başvurucu 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 19/11/2020 tarihinde "Korona virüs (Covid 19) sebebiyle alınan tedbirler, İstanbul Adliyesinde mahkemelerin derdest dosya sayısının çokluğu, buna bağlı olarak iş yükünün ağırlığı hususları birlikte değerlendirildiğinde yargılamada geçen sürenin makul olduğu, davacının yargılandığı dosyada yargılamaya ilişkin tutukluluğun devamı ve itirazların değerlendirilmesine ilişkin tutanaklar ve ekleri incelenmesinde mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 16/6/2021 tarihinde esastan kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 22/6/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 8/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47525 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın dosya üzerinden değerlendirilmesi üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/28559 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/28559 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28559 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hizmet tespiti davasının hatalı değerlendirme sonucunda hak düşürücü süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/10/2014 tarihinde Tekirdağ İş Mahkemesi (Mahkeme) vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm ikinci Komisyonunca 9/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde 1979 ile 2007 yılları arasında sigortasız çalıştırıldığını ileri sürerek söz konusu dönemde ödenmeyen bir kısım işçilik alacağının tahsili istemiyle Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş. (TTA Gayrimenkul A.Ş.) ile Mey İçki San. ve Tic. A.Ş. aleyhine 31/12/2010 tarihinde alacak davası açmıştır. Dava kapsamında alınan bilirkişi raporunda, başvurucunun hizmet süresiyle ilgili dosyada yazılı belge veya kayıt bulunmaması nedeniyle tanık beyanlarına göre başvurucunun 1/6/1979 ile 1/1/2007 tarihleri arasında 27 yıl 7 ay çalıştığı kabul edilerek alacak hesabının bu süre üzerinden yapıldığı belirtilmiştir. Mahkeme 12/12/2012 tarihli ve E.2010/295, K.2012/295 sayılı kararı ile başvurucunun Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde asgari ücretle çalıştığı, anılan Kurumun 2007 yılında kapandığı, iş yerinin kapanmasıyla iş akdinin feshedildiği ancak bir kısım işçilik alacağının ödenmediği gerekçeleriyle bilirkişi raporundaki hesaplama doğrultusunda davalı TTA Gayrimenkul A.Ş. yönünden davanın kısmen kabulüne; diğer davalı yönünden davanın husumet nedeniyle reddine karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde başvurucunun anılan Kurumda 1/6/1979 ile 31/12/2006 tarihleri arasında çalıştığı belirtilmiş; iş akdinin fesih tarihi ise kararın bazı bölümlerinde 31/12/2006, bazı bölümlerinde ise 1/1/2007 olarak gösterilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:“Yapılan yargılama iddia, savunma, tanık beyanları, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, tanık beyanlarına göre davacının davalılardan Tekel (Gayrimenkul A.Ş.)'ye ait Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde 01/06/1979 ila 31/12/2006 tarihleri arasında temizlik ve yükleme boşaltma işlerinde asgari ücret ile çalıştığı, davacının çalıştığı Tekirdağ Tekel Müdürlüğünün 2007 yılında kapandığı, söz konusu Müdürlüğün davalı Tekel'in Sigara Pazarlama ve Dağıtım A.Ş.'ne bağlı olduğu, davalı Mey İçki San. Tic. A.Ş. tarafından Tekel'in içki fabrikalarının hisse satışı nedeniyle devir alındığı; davacının çalıştığı Tekel Tekirdağ Başmüdürlüğünün ise bu devrin kapsamı dışında kaldığı, dolayısıyla davacının davalı Mey İçki San. Tic. A.Ş. nezninde herhangi bir çalışmasının bulunmadığı, bu yüzden davanın davalı Mey İçki San. Tic. A.Ş. yönünden husumet nedeniyle reddi gerektiği, diğer davalı Tekel (unvan değiştirmekle Gayrimenkul A.Ş.) her ne kadar yetki itirazında bulunmuş ise de 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanun'un maddesi gereğince iş mahkemelerinde açılacak her dava açıldığı tarihte davalının Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi işçinin işini yaptığı iş yeri için yetkili mahkemede de bakılabileceği kuralı gereğince işin görüldüğü yer Tekirdağ olup, mahkememizin yetkili olduğu anlaşılmakla, davalı Tekel vekilinin yetki itirazının kabule şayan olmadığı, davacının iş akdi davalı iş yerinin kapanması nedeniyle feshedildiğinden davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatının taleplerinin davalı Tekel yönünden kabulü gerektiği, davacının çalıştığı dönemde yıllık izinlerini kullanmadığı, izin ücretlerinin ödendiği hususunun da davalı işveren tarafından iddia ve ispat edilemediği anlaşıldığından, davacının izin ücreti talebinin kabulü gerektiği, ancak davacı taraf 23/11/2012 tarihinde dava dilekçesini ıslah ederek ilk dava dilekçesinde talep ettiği kısımların dışında bilirkişi tarafından hesaplanan tutar arasındaki fark alacakları ıslah etmiş olup, davalı tarafından ıslah edilen kısım yönünden zamanaşımı itirazında bulun[ul]muş olup, bir kısmı davacı tarafından dava edilmeyen alacak kısmı için fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmuş olmasının dava edilmeyen kısım açısından zamanaşımını kestiği kabul edilemeyeceğinden, davacı tarafça dava edilen kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı fesihten itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabi olması nedeniyle davalı tarafın kıdem ve ihbar tazminatı yönünden ıslah edilen kısımlara ilişkin zamanaşımı defiine şayan bulunmamış olup, izin ücretinin ise akdin fesih tarihinden itibaren 5 yıllık zamanaşımına tabi olup, akdin fesih tarihi olan 01/01/2007 tarihindenıslahtarihi olan 23/11/2012 tarihine kadar 5 yıldan fazla süre geçtiğinden ıslah edilen kısım 5 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde talep edilmediğinden davacı tarafın yıllık izin ücreti ile ilgili ilk dava ettiği kısmı[n] kabulüne yıllık izin ücretlerinin ıslah edilen kısımları zamanaşımına uğradığından bu kısımlar yönünden fazlaya ilişkin talebinin reddine karar verilmek gerekmekte olup, davacının çalıştığı dönemde haftanın 5 günü 08:00 ila 20:00 saatleri arasında 2 haftada bir kere cumartesi günleri de 3 saat çalıştığı, böylece davacının ara dinlenmeleri düşüldükten sonra ayda 36 saat fazla çalışma yaptığı fazla çalışma ücretlerinin ödenmediği dolayısıyla davacının fazla çalışma ücretine hak kazandığı, ancak davalı tarafın zamanaşımı defininde bulunduğu, fazla çalışma ücretinin 4857 sayılı Kanun'un maddesine göre 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, ücretin hak edildiği tarihten itibaren 5 yıllık süre içerisinde talep edilmesi gerektiği, dava tarihi olan 30/12/2010 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süre olan 30/12/2005 ila akdin feshedildiği tarih olan 31/12/2006 tarihleri arasındaki döneme ilişkin fazla mesai ücretinin talep edilebileceği, bu tarihten önceki fazla mesai ücretlerinin zamanaşımına uğradığı için reddi gerektiği, ihbar ve kıdem tazminatının Borçlar Kanunu'nun maddesine göre fesih tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabi olması, izin ücretinin ise fesih tarihinden itibaren 5 yıllık zamanaşımına tabi olması, fesih tarihi olan 31/12/2006 ila dava tarihi olan 31/12/2010 tarihleri arasında 10 yıllık ve 5 yıllık zamanaşımının dolmaması nedeniyle davalı tarafın bu alacak kalemleri yönünden zamanaşımı savunmasının kabule şayan olmadığından reddi gerektiği, davacı taraf her ne kadar fazla tatili ücreti alacağı talebinde bulunmuş ise de, tanık beyanlarına göre davacının pazar günleri çalışmadığı anlaşıldığından davacı tarafın hafta tatili çalışma alacağı talebinin reddi gerektiği, bilirkişi tarafından hesaplanan fazla mesai ücreti alacağından yerleşik Yargıtay kararları gereğince %25 hakkaniyet indirimi uygulanmak suretiyle hüküm altına alınması gerektiği anlaşılmakla davanın davalı Mey İçki San. A.Ş. yönünden husumet nedeniyle reddine, davalı Tekel (Gayrimenkul A.Ş.) yönünden davanın kısmen kabul ve kısmen reddi ile 646,75 TL kıdem tazminatı, 20 TL ihbar tazminatı, 500,00 TL yıllık izin ücreti alacağı, 529,28 TL fazla mesai ücretinin davalı Tekel A.Ş. (Gayrimenkul A.Ş.)'den tahsili ile davacı tarafa ödenmesine, kıdem tazminatına akdin fesih tarihi olan 01/01/2007 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek mevduat faizi, diğer alacaklara ise dava tarihi olan 31/12/2010 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, davacı tarafın fazlaya ilişkin fazla mesai ücreti ve yıllık izin ücreti taleplerinin reddine, ispatlanamayan hafta tatili talebinin reddine karar verilmesi cihetine gidilmiş[tir].” Davalının temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/11/2013 tarihli ve E.2013/5542, K.2013/18163 sayılı ilamı ile onanarak aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, bahsi geçen alacak davasının lehine sonuçlanması üzerine bu defa sigortasız çalıştırıldığı sürenin tespiti için TTA Gayrimenkul A.Ş. ile Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine aynı Mahkemede 27/12/2012 tarihinde hizmet tespiti davası açarak 1979 ile 2007 yılları arasında Tekirdağ Tekel Müdürlüğünde çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, 4/12/2013 tarihli ve E.2012/393, K.2013/529 sayılı kararı ile sigortalılığın tespiti davasının ilgili Kanun gereğince en son hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içinde açılması gerektiği, somut davanın ise başvurucunun en son hizmetinin geçtiği 31/12/2006 tarihinden beş yıl sonra açıldığı gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Mahkememizin 2010/295 esas sayılı dosyasının mahkeme kaleminde yapılan araştırmada temyiz incelemesi için Yargıtay'a gönderildiği, uyap üzerinden ve karar kartonundan yapılan kontrolde, davacısı dosyamız davacısı, davalıları Tekel Genel Müdürlüğü (Gayrimenkul A.Ş.) [ve] Meyçi İçki San. Tic. A.Ş. olan işçi alacağı davası olduğu, 2012/295 karar numarası ile karara çıktığı, söz konusu kararın kabul kısmında davacının 01/06/1979 ila 31/12/2006 tarihleri arasında çalıştığının kabul edildiği, iş akdinin 31/12/2006 tarihinde sona erdiğinin kabul edildiği ve bu tarihe göre işçi alacaklarının hesaplanıp hüküm altına alındığı görülmüştür....Yapılan yargılama, iddia, savunma, gelen kayıtlar, tanık beyanları, Mahkememizin 2010/295 esas, 2012/295 karar sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 506 sayılı yasanın 79/ maddesi gereğince yönetmelikte tespit edilen belgeleri, işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilemeyen sigortalılar çalıştıklarının, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse bunları mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları üzerinden prim ödeme gün sayılarının nazara alınacağının hüküm altına alındığı, dolayısı ile hakkında herhangi bir işe giriş bildirgesi bulunmayan ve çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen kişilerin sigortalılığın tespiti davasının en son hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde açılması gerektiği, dolayısıyla davacının en son hizmetinin geçtiği 31/12/2006 tarihinden itibaren 506 sayılı yasanın maddesinde öngörülen 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde davanın açılmadığı ve davanın 5 yıllık süreden sonra 27/12/2012 tarihinde açıldığı anlaşıldığından davacı tarafın talebi haklı ve yerinde görülmediğinden hak düşürücü süre yönünden davanın reddine karar veril[miştir].” Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/6/2014 tarihli ve E.2014/7926, K.2014/14720 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:“Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddî delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ... karar verildi.” Nihai karar, başvurucuya 23/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 23/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun maddesinin onuncu fıkrası şöyledir: “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.” 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir: “Aylık prim ve hizmet belgesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” 5510 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunun;a) Geçici 20 nci maddesinin son fıkrası 1/1/2008 tarihinde,b) 72 nci ve 73 üncü maddeleri, geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrasının (b) bendi, geçici 7 nci maddesinin son fıkrası, geçici 9 uncu maddesinin bir ilâ dördüncü fıkraları ile geçici 17 nci maddesi, geçici 20 nci maddesinin onikinci fıkrası 30/4/2008 tarihinde,c) 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (3) ilâ (8) ve (10) numaralı alt bentleri ile (f) bendinde sayılanlar için genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanmasına ilişkin olarak; 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (1), (2), (8), (9), (10), (16), (17), (20), (22), (23), (24), (25), (26) ve (27) numaralı bentleri, 63, 64, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 74, 75, 77, 78, 79 uncu maddeleri, 80 inci maddesinin dördüncü fıkrası, 81 inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi ve ikinci fıkrası, 82 nci maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları, 87 ilâ 89 uncu maddeleri, 97 nci maddesinin son fıkrası, geçici 1 inci maddesinin son fıkrası, geçici 3 üncü maddesi, geçici 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrası, geçici 11 inci maddesinin ikinci fıkrası, geçici 12 inci maddesi hükümleri 1/7/2008 tarihinde,d) Diğer hükümleri 2008 yılı Ekim ayı başında,yürürlüğe girer.” 5510 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16928 | Başvuru, hizmet tespiti davasının hatalı değerlendirme sonucunda hak düşürücü süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/11079 ve 2015/10619 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş, incelemeye 2014/11079 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 5/5/2004 tarihinde alacak davası açılmıştır. Mersin Asliye Ticaret Mahkemesi 17/9/2004 tarihli kararı ile Mahkemenin yetkisizliğine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/10/2005 tarihli ilamı ile onanmıştır. Yetkisizlik kararının kesinleşmesinin ardından Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/227 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11079 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27653 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, trafik kazasından doğan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davanın Anayasa'nın maddesinin gerektirdiği nitelikte etkili bir inceleme yapılmadan karara bağlanması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26065 | Başvuru, trafik kazasından doğan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davanın Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği nitelikte etkili bir inceleme yapılmadan karara bağlanması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama kararının hukuki şartlarının oluşmadığı, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğu, dosyaya ilişkin gizlilik kararı bulunması nedeniyle etkin bir savunma yapılamadığı ve isnat edilen suç hakkında geç bilgilendirilme ve müdafiden yararlandırılmama nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 4/1/2013 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 6/3/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 6/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 24/6/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, devlet memuru olup aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikasına (KESK) bağlı Tüm-Bel-Sen Genel Sekreteri’dir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında yasa dışı PKK/KCK örgütü yapılanması çerçevesinde hareket ettiği iddia edilen Demokratik Emek Platformu (DEMEP) içerisinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla 25/6/2012 tarihinde gözaltına alınmıştır. Aynı gün başvurucunun evinde arama yapılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 21/6/2012 tarihli ve 2012/653 Değişik İş sayılı kararıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince itiraz yolu açık olmak üzere soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı vermiştir. Başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesindeki sorgusu sırasında soruşturma dosyası hakkında verilen gizlilik kararının kaldırılmasından sonra savunma yapmak istediğini belirtmiş; Mahkeme, soruşturmanın devam etmekte olduğunu ve talebin soruşturmanın akıbetini etkileyebilecek nitelikte olması nedeniyle 28/6/2012 tarihli ve 2012/24 Sorgu sayılı ara kararıyla bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, 21 şüpheli ile birlikte 27-28/6/2012 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 28/6/2012 tarihli ve 2012/24 Sorgu sayılı kararıyla “üzerlerine atılı suçların vasfı ve mahiyeti, atılı suçların CMK 100/ maddesinde yazılı suçlardan olması, atılı suçlardaki ceza üst sınırına göre şüphelilerin delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunması” gerekçe gösterilerek silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun tutuklama kararına karşı itirazı, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2012 tarihli ve 2012/376 Değişik İş sayılı kararıyla “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun, 5271 sayılı Kanun’da 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonrasında 20/7/2012 tarihli dilekçesi ile tahliye talepli başvurusu Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) maddesiyle görevli Ankara (2) No.lu Hâkimliğinin 20/7/2012 tarihli ve 2012/8 Değişik İş sayılı kararıyla “Şüphelilerin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun niteliği, bu suçla ilgili kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, teknik takip evraklarının mahiyeti, delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle karartılma ve kaçma tehlikesinin bulunması, suçların CMK 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması, şüphelinin tutuklanmasını gerektiren sebeplerde ve delillerde değişiklik olmaması, dosyaya şüpheliler lehine yeni bir delil girmemiş olması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçeleriyle reddedilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir Başvurucunun itirazı üzerine TMK’nın maddesiyle görevli Ankara (2) No.lu Hâkimliğinin 9/8/2012 tarihli ve 2012/37 Değişik İş sayılı kararıyla “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle itiraz kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun 10/10/2012 tarihli tahliye talebi, TMK’nın maddesiyle görevli Ankara (1) No.lu Hâkimliğinin 15/10/2012 tarihli ve 2012/135 Değişik İş sayılı kararıyla “Şüphelilerin üzerine atılı suçlama ile haklarında yapılan soruşturmada atılı suç ile ilgili kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle karartılma ve kaçma tehlikesinin bulunması, suçların CMK 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması, şüphelilerin tutuklanmasını gerektiren sebeplerde ve delillerde değişiklik olmaması, dosyaya şüpheliler lehine yeni bir delil girmemiş olması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçeleriyle reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 6/12/2012 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 4/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun da aralarında olduğu 72 sanık hakkında, isnat edilen suçla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/1/2013 tarihli ve 2011/1268 Soruşturma sayılı iddianamesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/14 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/1/2013 tarihli iddianamesinde suç örgütünün amacı, faaliyetleri, işleyişi ve yapısı ayrıntılı olarak anlatılmıştır: “Terör örgütü üye ve sempatizanları sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler şeklinde örgütlenirken, Kamuda çalışan sempatizanların örgütlenme zorluğu nedeniyle sendikal faaliyetler, yasal kamuflaj olarak kullanılarak örgütlenme faaliyetleri bu alanda da sürdürülmüştür. Sendikalar vasıtasıyla sendika üyelerinin kontrol altına alınarak başta seçimlerde örgüt ile ilişkili siyasi partinin oy oranının artırılması olmak üzere siyasi alanda örgütsel taleplerin kabulü bakımından elinde grev silahı bulunan işçi memur yapısı baskı unsuru olarak kullanılmak istenmektedir. DEMEP, çeşitli iş kollarında çalışan kesimlerin sendikal haklarının takipçisi olmaktan ziyade, bu kesimlerin örgütsel faaliyetlerin içine çekilerek terör örgütü güdümünde devlete karşı baskı yaratmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütü yapılanmasıdır. Memurlar ile birlikte işçi sınıfının örgütlenmelerinin yasal düzenlemesinin bulunması nedeniyle, yasaların sağlamış olduğu haklar istismar edilerek örgütsel faaliyetlerde kullanılması amaçlanmakta, yasal olarak kurulmuş sendikaları terör örgütünün hizmetinde kullanmak için KESK'e bağlı sendikalar içerisinde örgütlenildiği ve faaliyet gösterildiği anlaşılmaktadır. Nitekim geçmiş dönemde KESK ve bağlı sendikalar hiç bir şekilde terör örgütü ile ilişkili siyasi parti veya sivil toplum örgütlerinin düzenlediği etkinliklere kurum olarak katılmamışken, bu soruşturmada aşağıda açıklanacak eylemlerde şüphelilerin çok sayıda örgütsel toplantı ve etkinliklere terör örgütü KCK'nın talimatları doğrultusunda katıldıkları veya bizzat düzenledikleri tespit edilmiştir. Soruşturma kapsamında yapılan teknik takip ve teknik izlemelerde şüphelilerin KESK'e bağlı olan EĞİTİM SEN, SES, TÜMBEL-SEN, BES, ESM, TARIMORKAM-SEN, HABER-SEN, YAPIYOL-SEN, BTS, KÜLTÜRSANAT-SEN ve DİVES olmak üzere KESK'e bağlı iş kollarına ait sendikalarda, terör örgütü KCK'nın nihai amacını benimseyen, tüzüğünde (madde 6 ilkeler) "faaliyetlerini KKK (Kürdistan Demokratik Konfederalizmi) sistemi esas alarak tüm çalışmaları bu anlayış ve yaklaşımla yürütür" şeklinde belirtilen nihai amacına ulaşmak amacıyla oluşturulan siyasi ve sosyal alanda faaliyet gösteren ve kendisini DEMEP yani KCK/TM-DEMEP yapılanması içinde yer alarak faaliyet gösterdikleri anlaşılmıştır. Şüpheliler her ne kadar sadece sendikal faaliyet yürüttüklerini belirtmişler ise de, KESK'in tüzüğünde DEMEP veya DEKAB adlı her hangi bir organının bulunmadığı, diğer yandan tamamı kamu çalışanı olan şüphelilerin maddi gelirlerinin belli olması, gün içerisindeki mesailerinin dışında örgütsel çalışma için yoğun mesai harcamak zorunda kalmaları, haklarında soruşturma yapılması halinde işlerini kaybetme risklerinin bulunduğunu bilmelerine rağmen büyük bir örgütsel disiplinle faaliyetlerine devam etmelerinin KCK-TM/DEMEP yapılanmasının KCK içerisindeki en organize örgütsel ideolojiye en sadık ve niteliği itibariyle en tehlikeli birimlerden biri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Aşağıda şüphelilerin eylemleri kısmında açıklanacak DEMEP faaliyetleri incelendiğinde örgütün ne kadar iyi organize olduğu net olarak ortaya çıkacaktır.” şeklinde değerlendirmeler yer almaktadır. Her şüpheli yönünden isnada dayanak teşkil eden eylemlere ve delillere iddianamenin devamında yer verilmiştir. İddianamede, başvurucu hakkında “Şüphelinin PKK/KCK terör örgütü TM yapısına bağlı olarak, çalışma alanında örgütün yerleşmesi ve yayılması amacıyla oluşturulan KCK/DEMEP yapılanması üyesi olduğu tespit edilmiştir. KCK/DEMEP yapısı içinde aşağıdaki eylem ve etkinliklere katılmış, eylemler aynı tarihli teknik izleme tutanaklarıyla tespit edilmiştir. Şüphelinin atılı terör örgütü üyesi olmak eylemi aşağıda açıklanan, dosyada mevcut delillerle sabit olmuştur.” şeklinde iddiada bulunulmuştur (bkz. iddianame Bölüm s.49). Başvurucunun 15/4/2012 tarihinde 00-30 saatleri arasında EĞİTİM-SEN Genel Merkezinde yapılan KCK/DEMEP Türkiye Meclisi Toplantısı’nda “…Ben de arkadaşları selamlıyorum. Açıkçası gündem ile ilgili şöyle bi eleştiri var. Ben de yerinde buluyorum bu eleştiriyi. Bugünkü toplantıyı, toplantının ardından ben salonda bulunduğumu söylemek istiyorum. Çalıştay yapmak… bundan sonra ilk defa teknik anlamda çok da iyi iş yapmışlar. Arkadaşlara teşekkür etmek lazım. Ama biz çalıştay yapıyorsak, bunun altyapısını da hazırlayalım. Buraya hazırlıklı gelelim. Ankara’da yaşayan biri olarak söylüyorum. Bu iletişimimizin kopuk olduğunu düşünüyorum. Şimdi açıkçası bütün arkadaşlar şöyle bir, ben şuna da bağlıyorum. ÖNDERLİĞİN (KCK/TM mensuplarının aralarında PKK/KCK terör örgütünden bahsederken PARTİ, ÖRGÜT ve HAREKET şeklinde isimler kullandıkları, örgütün hükümlü elebaşı Abdullah Öcalan’dan bahsederken ise ÖNDERLİK ifadesini kullandıkları bilinmektedir) uzun süre eleştirilerinden biriydi, “herşey benim üzerimden ve herşey benden bekleniyor.” (teröristbaşının avukatları ile yaptığı görüşmelerde geçen konuşması) söylemi gerçek bir söylem. 8 aydır bir tecrit yaşanıyor ve ordan görüşme notları veya herhangi başka bir yazı gelmediği için biz eğitimleri yarıda bıraktık. Ve ordan beslenemediği için mecbur biraz bir bütün olarak emek hareketi için de geçerli başka alanlar için de geçerli ben biraz muğlâklık yaşandığını düşünüyorum ve bu eleştirinin bugün daha da anlamlaştığını düşünüyorum…” şeklinde konuşma yaptığı tespit edilmiştir. İddianamede, yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin “…PKK/KCK-TM-DEMEP yapılanmasında faaliyet yürüten ve toplantıya katılan şahısların esas amacının DEMOKRATİK ÖZERKLİK olduğu ve bu yönde çalışmaların yapılması konusunda görüş alışverişinde bulunup özellikle eğitim ve sağlık konusunda örgüt elemanları yetiştirip bu elemanların sayesinde halka demokratik özerkliğin anlatılmasını sağlama çalışmalarının olması gerektiğini belirtikleri, PKK/KCK terör örgütünün nihai hedefi olan bağımsız Kürdistan hedefinin yapılacak olan demokratik özerklikten geçtiğini belirttikleri, PKK/KCK terör örgütünden HAREKET olarak, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’dan ÖNDERLİK ve ÖNDERLERİ olarak bahsettikleri, Devletin yapmış olduğu çalışmalardan dolayı kendilerinin ve PKK/KCK terör örgütünün rahatsız olduğunu, bunun karşısında yapılanma içerisinde faaliyet yürüten şahısların daha fazla mücadele etmeleri şeklinde konuşma yaptıkları, PKK/KCK terör örgütünün amaç ve ideolojileri doğrultusunda kurmak istedikleri sözde Kürdistan için silahlı mücadeleden önce halkın her alanda örgütlenmesinin gerektiğini belirttikleri, PKK/KCK terör örgütünün elebaşısı Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek için açlık grevlerine destek vermeleri gerektiğini belirttikleri, PKK/KCK terör örgütüne yönelik ülke genelinde düzenlenen operasyonlara karşı eylemlerin yapılmasını belirttikleri”nin anlaşıldığı ifade edilmiştir (bkz. iddianame Bölüm s.53). Suçlamaya ilişkin deliller olarak iddianamede, teknik takip ve teknik izleme tutanakları, arama el koyma tutanakları, fotoğraflı görüntü ve ses kaydı çözüm tutanakları, el konulan CD, DVD, Flash Bellek inceleme tutanakları, el konulan yazılı örgütsel doküman içeriği, şüphelilerin örgütsel faaliyetlerine ilişkin elde edilen elektronik doküman içeriği ve dosya kapsamı belirtilmektedir (bkz. iddianame Bölüm s.49-63). Başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/14 sayılı dosyası kapsamında 10/4/2013 tarihinde yapılan ilk duruşma sonunda “atılı suçun niteliği, tutuklu kaldıkları süre ve dosya kapsamına göre tutukluluklarının devamını gerektirir nedenler bulunmadığı” gerekçeleriyle tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava, 6526 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler nedeniyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Dava, anılan Mahkemenin E.2014/147 sayılı dosyasında görülmektedir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:“Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…”Madde 101 – (1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un md)(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1), (2), ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “Madde 153- (1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.(2) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir.(3)Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere iliksin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/385 | Başvuru, tutuklama kararının hukuki şartlarının oluşmadığı, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğu, dosyaya ilişkin gizlilik kararı bulunması nedeniyle etkin bir savunma yapılamadığı ve isnat edilen suç hakkında geç bilgilendirilme ve müdafiden yararlandırılmama nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, bir siyasi parti hakkında yapılan gazete haberleri nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olayların geçtiği tarihte ve hâlen Takvim gazetesinin (gazete) sahibidir. Davacılar ise Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve parti tüzel kişiliğidir. Gazetenin 20/2/2015 tarihli nüshalarında yayınlanan üç haber nedeniyle davacılar, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla başvurucu aleyhine 3/3/2015 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) toplam 000 TL tutarlı manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme 1/3/2016 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacılara ayrı ayrı 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 18/9/2019 tarihinde oybirliğiyle onanmıştır. Başvurucu 10/10/2019 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 8/6/2020 tarihinde karar düzeltmeye konu tutarın 680 TL'den az olması durumunda bu yola başvurulamayacağı, somut olayda söz konusu tutarın bu düzeye ulaşmadığı gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir. Söz konusu karar düzeltme talepli dilekçenin reddi kararı başvurucuya 12/7/2020 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 7/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22289 | Başvuru, bir siyasi parti hakkında yapılan gazete haberleri nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/11993 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, aleyhine açılan işçi alacaklarının tahsili istemli davada, haksız olarak davanın kabulü yönünde hüküm kurulduğunu, anılan kararın yeterli inceleme yapılmadan ve temyiz dilekçesi dikkate alınmadan onandığını, onama kararının gerekçesiz olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi ile tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 22/1/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 1/10/2007 tarihinde işçi alacaklarının tahsili istemiyle dava açılmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi, 20/6/2011 tarihli ve E.2007/1149, K.2011/426 sayılı kararıyla, taraf delillerini ve tanık ifadelerini değerlendirerek, “davacının davalıya ait işyerinde 8 yıl 4 ay 12 gün çalıştığı, her ne kadar davalı vekili tarafından davacının hamal olarak sadece müvekkiline hizmet vermediğini, halde başka dükkanlara da hizmet verdiğini ve ücretlerini de yükleme yaptığı müşterilerden aldığını iddia etmiş ise de, davacının piyasa hamalı olmadığı, davalı işverenin dükkanında hamal olarak sürekli çalıştığı, dolayısıyla davacı ile davalı arasında hizmet akdinin bulunduğu ve bu hizmet akdinin davalı işveren tarafından haksız ve ihbarsız olarak feshedildiği, esasen davacının kıdem ve ihbar tazminatını hak etmeyecek şekilde işten ayrıldığının ispatı davalı işverene düştüğü halde, bu husus davalı tarafından ispat edilemediğinden davacının kıdem ve ihbar tazminatı talep hakkının doğduğu” gerekçesiyle davanın kabulüne hükmetmiştir. Başvurucunun temyiz istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 13/11/2013 tarihli ve E.2011/40571, K.2013/29125 sayılı ilâmıyla, dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddine, usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama ilâmı, başvurucuya 24/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 22/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir. … Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır. …” 25/8/1971 tarih ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu’nun halen yürürlükte olan maddesi şöyledir:“Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:…feshedilmesi … hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1309 | Başvurucu, aleyhine açılan işçi alacaklarının tahsili istemli davada, haksız olarak davanın kabulü yönünde hüküm kurulduğunu, anılan kararın yeterli inceleme yapılmadan ve temyiz dilekçesi dikkate alınmadan onandığını, onama kararının gerekçesiz olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi ile tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru; gözaltına alınma ve gözaltında tutma sırasında darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, maddi ve manevi zararın giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve makul olmayan bir sürede sonuçlandırılması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir Başvuru 13/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 10/6/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: PKK terör örgütüne mensup kişilerin cenazelerinin 28/3/2006 tarihinde Diyarbakır'da defnedilmesi sonrasında başlayan ve üç gün süren gösterilere yüzlerce kişi katılmış, bu kapsamda polis tarafından yüzlerce gözaltı işlemi yapılmıştır. Başvurucu 31/3/2006 tarihinde yasa dışı gösteriye katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınmış ve 2/4/2006 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) ifade vermesinden sonra serbest bırakılmıştır. Başsavcılıktan Anayasa Mahkemesine gelen 1/11/2019 tarihli cevap yazısında, söz konusu olay kapsamında başvurucu hakkında (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı bildirilmiştir. E.2011/52 sayılı söz konusu davada başvurucu, terör örgütüne mensup kişilerin Diyarbakır'da defnedilmesi sonrasında 28-31/3/2006 tarihleri arasında çıkan gösterilere katıldığı ve diğer göstericilerle birlikte PKK terör örgütü lehine slogan attığı gerekçesiyle terör örgütü propagandası yapma suçundan mahkûm edilmiştir. 24/3/2011 tarihli kararla başvurucu 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmış ve söz konusu hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Karara itiraz edilmediğinden karar 1/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu serbest bırakıldıktan sonra Diyarbakır Barosundan üç avukatın huzurunda, gözaltına alınmasıyla başlayan sürece ilişkin olarak anlatımda bulunmuş; başvurucunun beyanı avukatların ve kendisinin imzasıyla tutanak altına alınmıştır. Ayrıca başvurucunun vücudundaki yaralanmaların türü, boyutları ve yerleri avukatlar tarafından saptanmıştır.A. Başvurucunun Şikâyetiyle İlgili Olarak Yapılan Soruşturma Başvurucu 14/4/2006 tarihinde Başsavcılığa başvurarak gözaltına alınmasıyla başlayıp salıverilmesine kadar devam eden süre içinde kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini iddia etmiş; Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünde görev yapan Terörle Mücadele ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğündeki polislerden işkence, görevi kötüye kullanma, kasten yaralama suçlarını işledikleri gerekçesiyle şikâyetçi olmuştur. Başvurucu; şikâyet dilekçesinde özetle kendisinin Özgür Gündem isimli gazetenin dağıtıcısı olması sebebiyle Diyarbakır'daki Terörle Mücadele Biriminde görev yapan polisler tarafından bilindiğini, Bağlar ilçesindeki Sento Caddesi üzerinde tek başına yürüdüğü esnada elli kadar sivil giyimli polis memuru tarafından elindeki gazetelerin alındığını, özel hazırlanmış kalaslarla öldüresiye dövüldüğünü belirtmiştir. Başvurucu; kıpırdayamayacak hâle geldiğinde minibüse konulduğunu, burada da boynuna silah dayandığını, ölümle tehdit edildiğini, gözaltında tutulduğu spor salonunda 300-400 kişiyle birlikte kaldığını, gözaltının ikinci günü getirildiği Terörle Mücadele Biriminde polisin sıra dayağına herkesle birlikte maruz kaldığını, sopalarla ve tekmelerle dövüldüğünü, bu sırada sağ kulağından kan geldiğini, yine sağ dizinin alt kısmından kan gelecek şekilde yaralandığını ileri sürmüştür. Dilekçesinin devamında başvurucu; spor salonunda kendisini muayene eden doktorun beyanı üzerine devlet hastanesi acil servisine gönderildiğini, sağlık durumu iyi olmamasına ve hastanede kalması gerektiği müşahede edilmesine rağmen polisler tarafından hastaneye yatışının engellendiğini belirtmiştir. Gözaltında kaldığı süre içinde okumasına izin verilmeden kendisine birtakım belgelerin imzalatıldığını söyleyen başvurucu, maruz kaldığı eylemlerden dolayı sorumluların cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili yürütülen soruşturmada -isimleri ve kimlikleri belirlenemeyen şüpheli emniyet görevlileri hakkında- 7/6/2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Verilen kararda 28-31/3/ 2007 tarihleri arasında meydana gelen olaylar ile ilgili yapılan soruşturmalardan bahsedilmiş; ayrıca başvurucunun beyanları ile hakkında alınan sağlık raporları üzerinden bir değerlendirme yapılarak meydana gelen yaralanmaların kolluğun zor kullanma yetkisini kullanırken oluştuğu, bunun ötesinde delil bulunmadığı ve başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada sağlık muayenelerinin yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararın içeriği şu şekildedir:" 2006 tarihinde Güvenlik güçleri ile yasadışı terör örgütü mensupları arasında Bingöl ili Solhan ilçesi kırsalında çıkan silahlı çatışma sonucunda 14 teröristin ölü olarak ele geçirilmesinin ardından, bu teröristlerden bir kısmının cenazeleri ilimiz Bağlar - Medine bulvarı üzerinde bulunan Şerif Efendi camiine getirilmiş olup burada 1500-2000 kişilik bir gurup bir araya gelmiş ve terör örgütünün sözde elebaşısının poster ve pankartları açılmış ve cenaze törenine katılan kişiler tarafından yasadışı terör örgütüne destek olur mahiyette bazı sloganlar atılmıştır. Aynı tarihte yaklaşık 1000 kişilik bir gurup cenazeler defnedildikten sonra 10 Nisan Polis Amirliğine ve panzerlere yönelik saldırıda bulunmuşlar ve toplumsal olay bu şekilde başlamış 29-30 ve 31 Mart günlerinde de eylemler devam etmiştir. Bu dört günlük eylem sürecinde Emniyet Müdürlüğü ekiplerine ve halkın yoğun bulunduğu yerlerdeki iş yerlerine yönelik taşlı sopalı saldırılar olmuş bir çok resmi kurum ve özel şahsın iş yeri tahrip edilmiş ayrıca olaylara müdahale etmek isteyen güvenlik kuvvetlerine karşı çok sayıda şüpheli tarafından taşlı, sopalı, silahlı yada silahsız olarak mukavemet edilmiştir. Olaylar sırasında kanunsuz gösteri düzenlemek üzere toplanarak cadde ve karayollarını ulaşıma kapatılmış, güvenlik güçlerinin usulüne uygun ikazlarına rağmen dağılmayan topluluk engel olmak isteyen güvenlik güçlerine taş, sopa vs. ile saldırmış olup bu olaylar sırasında, göstericilerin bu saldırısı sonucu bir çok polis memuru ve vatandaş muhtelif derecelerde yaralanmıştır.TEM Şube Müdürlüğünce bu toplumsal olaylar nedeniyle 28-31 Mart 2006 tarihleri arasında toplam 357 kişi gözaltına alınmış ve CMK 250 ile yetkili Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan işlemler sonucunda 284 şahıs tutuklanmış 73 şahıs ise serbest bırakılmıştır. Yine bu olaylar nedeniyle yaşları 18 den küçük olan 191 kişi gözaltına alınmış 91 şahıs tutuklanarak 100 şahıs serbest bırakılmıştır. tüm tutuklu ve serbest bırakılan şahısların toplamı isi 548 bu şahıslardan 173 serbest bırakılarak 375 şahıs tutuklanarak cezaevine teslim edilmiştir. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü tarafından 2911 sayılı Kanununa muhalefetten dolayı evrak tanzim edilip Savcılığımızca soruşturma kapsamında 28-29-30-31 Mart tarihli olaylarla ilgili olarak gözaltına alınan tüm şahıslarla ilgili belgeler soruşturma numaraları tespit edilmiş bu soruşturma numaralarından hazırlanan muktezalar dosyaya celp edilmiştir. Bu muktezalardan bir kısmı özel yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine ( Ağır Ceza Ağır Ceza 6Ağır Ceza Mahkemelerine) yazılmış olup 18 yaşından küçük çocuklar için ise Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazılmış olup dosyamızın müştekisi olan Yılmaz Yakut hakkında da aynı şekilde (yukarıda izah edilen eylemlere iştirak iddiası ile) Özel yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı anlaşılmıştır. Aynı olaylarla ilgili gözaltına alınan şahısların gözaltına alındıklarında polis tarafından fena muameleye tabi tutuldukları iddialarıyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca 2006/7626 hz.sayılı dosya üzerinden, göstericilerin gözaltına alındıklarında düzenlenen geçici raporlar ile gözaltında bulundukları süre içerisinde alınan ve gözaltına çıkarıldıklarında alınan raporlar Diyarbakır Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğüne gönderilmiş olay tutanağı da rapora eklenmek suretiyle olay tutanağın da bildirilen olaylar nedeniyle güvenlik kuvvetlerinin orantılı güç kullanımı ile bu yaraların oluşup oluşmayacağı ve gözaltında geçtiği süre içerisinde başkaca bir fena muamele izi olup olmadığı sorulmuş alınan raporda herhangi bir orantılı güç dışında yaralamanın olmadığı gözaltında da fena muamele yapıldığına dair belirti olmadığı şeklinde rapor düzenlenmiştir. Yine müştekinin müracaatı üzerine DDH’den tedavi evrakı celbedilmiş olup, müştekinin olaydan 3-4 gün sonra DDH’ye giderek tedavi oldum şeklindeki beyanlarının aksine 2006 günü DDH’ye müracaat ettiği ve müştekinin olay sebebiyle hayati tehlike geçirmeksizin BTM ile giderilebilecek şekilde yaralanmış olduğu tespit edilmiştir. Yine müşteki kendisine kötü muamelede bulunan şahısları teşhis edemeyeceğini, şahısların ve aracın sivil bir araç olduğunu beyan etmiştir. Müştekinin 2006 tarihinde Bağlar Sento caddesinde tek başına yürüdüğü sırada kendisinin kimliği meçhul şüphelilerce yakalanılarak kötü muamelede bulunulduğunu ifade etmiş ise de hakkında düzenlenen tahkikat evrakından da anlaşılacağı üzere şüphelinin yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen eylemlere iştirak ettiği (yada en azından olay mahallinde ve göstericiler arasında olması sebebiyle iştirak şüphesinin yoğunluğu sebebiyle göz altına alındığı ve hakkında bu iddiayla yasal işlem uygulanarak gerekli adli tahkikatın yapıldığı) sonucuna ulaşılmıştır.Yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen tüm bu olaylar sırasında olaya müdahale eden ve fakat kimlikleri tespit edilemeyen (bir kısım sivil-resmi giyimli olarak tarif edilen) iddiaya göre emniyet kuvvetlerince kendilerine şiddet uygulandığı ve kötü muamelede bulunulduğu iddiası ile yukarıda açık kimliği yazılı bulunan müştekinin müracaatı üzerin yapılan incelemede, olaya müdahale eden emniyet görevlilerinin 2559 S.Kn. ilgili maddelerinde bahsi geçen (ve genel güvenliğin sağlanması ,suçların önlenmesi görevini ifa sırasında yeterli oranda olan) zor kullanma yetkilerini kullandıkları sırada yaralanma olayının meydana geldiği, ancak tüm bu olayların 2559 S.Kn. kapsamında yasal görevin ifası ve yasaların kendilerine verdiği zor kullanma yetkisinin sınırları dahilinde kaldığı bunun haricindeki isnatların ise soyut mahiyette olduğu gibi (müştekice resmi- sivil kıyafette olduğu iddia edilen ve kimliği tespit edilemeyen) ilgili emniyet kuvvetleri hakkında kasten (müştekiye kötü muamele kastıyla) müdahalede bulunduklarına veya olaylarda (müştekiye karşı) yasa gereği müdahale kastı dışında bir amaçla hareket ettiklerine yada müdahalede orantı sınırını aştıklarına dair yeterli delilin (olayımızda) elde edilemediği, olay tarihinde çok sayıda gösterici hakkında bahse konu eylemleri sebebiyle işlem yapılması ve gösterilerin tahkikat anında da devam etmesi sebebiyle içerisinde müştekini de bulunduğu göstericilerin muayenelerinin CMK md. ile yetkili bulunan Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/2988 sayı ve 2006 tarihli talimatı ve talebiyle TEM Şb. Müdürlüğünde bulunan şüphelilere (toplumsal olayların bu talep tarihi itibariyle halen yoğun olarak devam etmesi karşısında güvenlik gerekçeleri ve zorunluluk gerekçeleriyle DDH tarafından muayene ve tedavi için) doktor görevlendirmesi yapılmış olup bu görevli doktorlarca göstericilerin (ve müştekinin) muayeneleri yapılmış olduğu, iddiaların bu yönü açısından da herhangi bir suç unsurunun olayımızda mevcut olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.Açıklanan sebeplerle...KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]" Başvurucunun verilen karara itirazı Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2007 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. B. Kamu Görevlilerinin Eylemleri Sonucunda Uğranıldığı İddia Edilen Zararların Tazminine Yönelik İdari Dava Süreci Başvurucu 27/3/2007 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvurarak 28/3/2006 ile 31/3/2006 tarihleri arasında gözaltında tutulduğunu, bu süre içinde kolluk güçlerinin yoğun işkencesine maruz kaldığını belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. İçişleri Bakanlığının 30/3/2007 tarihli yazısıyla herhangi bir yargı kararı bulunmaması nedeniyle başvurucunun tazminat talebi reddedilmiştir. Başvurucu bunun üzerine 25/6/2007 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle Diyarbakır'da örgüt üyelerinin cenazelerinin defnedilmesi sonrasında birtakım olaylar çıktığını fakat kendisinin bu olaylara karışmadığını, gazete dağıtımı yaparken polisler tarafından yakalandığını, hem yakalama anında hem de gözaltında tutulduğu Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde kolluğun yoğun işkencesine maruz kaldığını belirtmiştir. Kulağında ve dizinin alt tarafında kanamalı yaralanmalar meydana geldiğini, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar oluştuğunu, sara nöbeti geçirmesine rağmen hastaneye sevk edilmediğini, yaralanmalarının gözaltından çıkarıldığı gün hastane raporları ve çekilen fotoğraflarla ortaya konulduğunu, yaşadıkları nedeniyle haftalarca çalışamadığını, ruhsal bir çöküntü içine girdiğini ileri süren başvurucu; idarenin çalışanı olan polislerin kusurundan kaynaklanan sebeplerden dolayı uğradığı maddi ve manevi zararların giderilmesini istemiştir. Başvurucu bu kapsamda 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Davacının tam yargı davası Diyarbakır İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 10/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme kararında; başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak Başsavcılıkça yürütülen soruşturma ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler itibarıyla yaralanmanın güvenlik güçlerinin işkence veya kötü muamelesinden değil yakalama sırasında kolluğun orantılı güç kullanımından kaynaklandığı, dolayısıyla idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"...Davacı tarafından dava konusu olay nedeniyle sorumlular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulması üzerine açılan soruşturma sonucu ... gerekçesiyle kamu adına kovuşturma yapılmasına gerek olmadığı kararı verildiği ve bu karar karşı yapılan itirazın Siverek Ağır Ceza Mahkemesi'nce 2007 tarih ve Değişik İş No:2007/852, Değişik İş Karar No:2007/826 sayılı kararla reddedildiği görülmektedir.Ayrıca olaylarda yaralanan polis memurlarından ikisi tarafından imzalanan ifade-teşhis tutanaklarında, davacının güvenlik güçlerine karşı taşlı, sapanlı ve moloflu saldırıda bulunan kişilerden olduğunun teşhis edildiği anlaşılmaktadır.Öte yandan, davacının gözaltında bulunduğu 2006 tarihinde avukatı ile görüştüğü ve fena muamaleye maruz kaldığına ilişkin herhangi bir durumun belirtilmediği görülmektedir.Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2007 tarih ve Soruşturma No:2006/9202, Karar No:2007/7453 sayılı dosyasının birlikte incelenerek değerlendirilmesinden; Bingöl İli'nde güvenlik güçleri ile çatışmaya giren 14 PKK terör örgütü mensubunun 4'ünün cenazelerinin Diyarbakır İli'nde gömülmesi sonrasında başlayan ve 2006 ve 2006 tarihleri arasında devam eden olaylar sonucunda yakalanarak gözaltına alınan davacının yaralanmasının, güvenlik güçlerince yapılan işkence ve fena muamaleden değil, güvenlik güçlerince yakalanarak gözaltına alınması sırasında yapılan orantılı güç kullanımından kaynakladığı ve yaralanmanın basit bir tıbbi müdehale ile giderilebilecek nitelikte olduğu sonuç ve kanaatine varıldığından davacıya tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu itibarla, idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren bir durum saptanamadığından açılan davanın reddi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine... [karar verildi.]" Başvurucu verilen kararı temyiz etmiş; temyiz dilekçesinde özetle Mahkemenin ceza hâkimi gibi karar verdiğini, kamu görevlileri tarafından işkence yapılıp yapılmadığını, yapılmış ise idarenin bundaki sorumluluk payının ne olduğunu ortaya koymak yerine olaylara karıştığı kabul edilerek kolluğun eylemlerini meşrulaştırdığını, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) tarafından 28/1/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, dava ve temyiz dilekçelerinde belirttiği hususları tekrarlayarak karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dairenin 26/1/2016 tarihli ret kararıyla verilen karar kesinleşmiştir. Karar 15/3/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, kararın kesinleşmesi üzerine 13/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilme-sini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Zor ve silah kullanmaMadde 16 - Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.…"B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de devlet görevlilerinin kastına dayanan kötü muamele yasağı ve yaşam hakkı kapsamındaki şikâyetlere ilişkin başvurularda sadece tazminat verilmesinin mağdur statüsünü ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini, Sözleşmeci devletlerin sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılması için etkili bir soruşturma yapmakla yükümlü olduklarını, bu kapsamda yeterli telafiyi sağlayacak etkili iç hukuk yolunun ceza soruşturması olduğunu vurgulamaktadır (Alkın/Türkiye, B. No: 75588/01, 13/10/2009 § 33; Mehmet Erkan ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 41792/10, 28/1/2014, §§ 64, 65; Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 64964/09, 19/9/2017, §§ 14, 15; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90). AİHM, iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu vurgulamaktadır. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da hakkın tesliminden kaçınacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğini ifade etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7749 | Başvuru, gözaltına alınma ve gözaltında tutma sırasında darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, maddi ve manevi zararın giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve makul olmayan bir sürede sonuçlandırılması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir | 0 |
Başvurucu, iftira suçundan yargılandığı İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde yapmış olduğu hâkimin reddi ve mahkemenin görevsizliğine ilişkin taleplerinin anılan Mahkeme ve üst mahkemece reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 9/11/2012 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin E.2010/506 sayılı dosyasında iftira suçundan yargılanmaktadır. Davaya bakan Hâkim, görülmekte olan davadan dolayı başvurucu tarafından aleyhinde yapılan şikayetin Adalet Bakanlığınca işleme konulmamasına rağmen başvurucunun bu işlem aleyhine idari yargı yoluna başvurmuş olması nedeniyle mağdur olduğu düşüncesi ile 22/12/2011 tarihli duruşmada “davadan çekinme” kararı almıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, Hâkimin çekinme talebi yerinde görülmeyerek 27/12/2011 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesine yönelik 22/3/2012 tarihli talebi, Adalet Bakanlığınca “sorunun yargısal yollardan çözülebileceği” gerekçesiyle 18/5/2012 tarihinde reddedilmiştir. Ayrıca başvurucu, 26/3/2012 tarihli dilekçesi ile hâkimin reddi talebinde bulunmuş olup, bu talebi davayı gören Mahkemece 29/3/2012 tarihinde ve itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince de 17/5/2012 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, 17/9/2012 havale tarihli dilekçesi ile bir kez daha hâkimin davadan çekinmesi ve yargılamasının da Ağır Ceza Mahkemesinde yapılması gerektiği yönünde talepte bulunmuştur. Bu talebi de Mahkemece 18/9/2012 tarihli duruşmada “daha önceden hâkimin reddi konusunda karar verilmiş olduğu, ayrıca iftira suçlarını yargılama görevinin Asliye Ceza Mahkemesine ait bulunduğu” gerekçesi ile reddedilmiştir. Anılan karara başvurucunun yaptığı itiraz da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 3/10/2012 tarihinde reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Bu karar, başvurucuya 1/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Re`sen görev kararı ve görevde uyuşmazlık” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Davaya bakan mahkeme, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında re'sen karar verebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Ret istemi üzerine verilecek kararlar ve başvurulacak kanun yolları” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Ret isteminin kabulüne ilişkin kararlar kesindir; kabul edilmemesine ilişkin kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir. İtiraz üzerine verilen ret kararı hükümle birlikte incelenir.” 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun “Kanuna muhalefet halleri” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile (3) ve (4) numaralı bentleri şöyledir: “Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.3 - Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vakı olupta bu talep kabul olunduğu halde hakimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hakimin hükme iştirak ettirilmesi,4 - Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/670 | Başvurucu, iftira suçundan yargılandığı İstanbul 3 Asliye Ceza Mahkemesinde yapmış olduğu hâkimin reddi ve mahkemenin görevsizliğine ilişkin taleplerinin anılan Mahkeme ve üst mahkemece reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 16/12/1994 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Kaş Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1994/398 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 20/3/2014 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/11/2015 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebinde bulunulmuş olup anılan talebe ilişkin inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9797 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahsup talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında Midyat Sulh Ceza Mahkemesince 5/4/2011 tarihinde başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca gözlem altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara istinaden 6/4/2011 ile 27/4/2011 tarihleri arasında Elâzığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde gözlem altında tutulmuştur. Elâzığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesince 21/4/2011 tarihinde başvurucu hakkında rapor düzenlenmiş ve başvurucunun kısıtlanması için Elâzığ Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunulmuştur. Elâzığ Sulh Hukuk Mahkemesinin 27/4/2011 tarihli kararı ile başvurucunun 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca korunma amacıyla yatarak tedavi görmesine karar verilmiştir. Başvurucu bu karara istinaden 27/4/2011 tarihinde hastaneye yatırılmış ve taburcu edildiği 4/8/2011 tarihine kadar hastanede kalmıştır. Midyat Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/7/2011 tarihinde başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir. İddianamede Elâzığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin düzenlediği 21/4/2011 tarihli rapora atıf yapılarak başvurucunun suç tarihinde cezai ehliyetinin olmadığı değerlendirilmiş ve başvurucu hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Midyat Ağır Ceza Mahkemesi 24/10/2013 tarihinde, iki ayrı kasten yaralama eyleminden dolayı başvurucunun toplam 7 yıl 11 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin kararında, Adli Tıp Kurulu İhtisas Dairesinin 15/2/2012 tarihli ve Adli Tıp Başkanlığı Genel Kurulunun 13/6/2013 tarihli raporlarına istinaden başvurucunun cezai ehliyetinin tam olduğuna değinilmiştir. Mahkûmiyet hükmü Yargıtay Ceza Dairesince 2/6/2015 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Mahkûmiyet kararının kesinleşmesi üzerine Midyat Sulh Hukuk Mahkemesince 14/8/2015 tarihinde, başvurucunun kısıtlanmasına ve kızı A.Ö.nün vasi olarak atanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavi gördüğü 124 günlük sürenin cezasından mahsup edilmesi talebiyle Midyat Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. Midyat Ağır Ceza Mahkemesi 4/9/2015 tarihli kararıyla başvurucunun mahsup talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizin 24/10/2013 tarih ve 2011/88 E.,. 2013/201 K. sayılı kesinleşmiş ilam ile iki kişiye karşı kasten yaralamak suçundan TCK'nun 86/1, 86/3-e, 87/3, 61; 86/1, 86/3-e, 87/1-d, 62/ maddelerinin uygulanması suretiyle 2 yıl 11 ay hapis + 5 yıl hapis olmak üzere toplamda 7 yıl 11 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükümlünün bu suçtan dolayı tutuklanmadığı, psikolojik rahatsızlığı nedeniyle Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edildiği, hakkında 21/4/2011 tarihli rapor düzenlendiği, daha sonra yine adli tıp kurumundan raporlarının alındığı ve cezanın kesinleşmesi üzerine hapis cezasının infazı amacıyla 4/8/2015 tarihinde ceza infaz kurumuna alındığı, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesinde 'cezanın infazına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle hükümlünün ceza infaz kurumundan hastaneye kaldırılması halinde burada geçirdiği süre cezasından indirilir' şeklinde yazılı kanun hükmü dikkate alındığında hükümlünün soruşturma aşamasında herhangi bir tutuklama kararı olmadan tedavi amaçlı olarak 6/4/2011-8/8/2011 tarihleri arasında Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde kaldığını beyan ettiği günlerin halen infaz edilmekte olan hapis cezasından mahsubuna yönelik karar vermeye yasal olanak bulunmadığı anlaşılmış ve hükümlünün talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur ...Hükümlü Ramazan Özgün'ün tedavi amaçlı olarak 6/4/2011-8/8/2011 tarihleri arasında Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde kaldığını beyan ettiği günlerin halen infaz edilmekte olan hapis cezasından mahsubuna yönelik talebinin reddine [karar verilmiştir.]" Başvurucu, bu karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Mardin Ağır Ceza Mahkemesi 6/10/2015 tarihinde Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlü hakkında CMK'nın maddesi uyarınca gözlem altına alınmasına ilişkin bir karar olup olmadığı, var ise Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesinde bu karar uyarınca tutulup tutulmadığı araştırılmaksızın talebin reddine karar verilmesi mümkün olmadığı için Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin kararının kaldırılmasına ... [karar verildi]." Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin kararı üzerine Midyat Ağır Ceza Mahkemesi 16/12/2015 tarihinde mahsup talebinin kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlü Ramazan Özgün tarafından 31/8/2015 tarihli dilekçe ile tedavi amaçlı olarak Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde geçirdiği günlerin halen infaz edilmekte olan hapis cezasından mahsubuna karar verilmesinin talep edildiği talebin reddine ilişkin verilen mahkememizin 4/9/2015 tarih ve 2015/469 değişik iş sayılı kararının itirazen Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 6/10/2015 tarih ve 2015/904 değişik iş sayılı kararı ile kaldırılmasından sonra kaldırma gerekçesi doğrultusunda toplanan deliller dosya kapsamı itibariyle yapılan incelemede mahkememizin 24/10/2013 tarih ve 2011/88 E. 2013/201 K. sayılı kesinleşmiş ilamı ile iki kişiye karşı kasten yaralamak suçundan TCK'nun 86/1, 86/3-e, 87/3, 6i; 86/1, 86/3-e, 87/l-d, 62/ maddelerinin uygulanması suretiyle 2 yıl11 ay hapis + 5 yıl hapis olmak üzere toplamda 7 yıl 11 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın temyizen 2/6/2015 tarihinde kesinleşmesi üzerine ilamın infaza verildiği hükümlünün halen ceza infaz kurumunda bulunduğu soruşturma aşamasında, Midyat Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2011 tarih ve 2011/877 soruşturma sayılı talebi ve Midyat Sulh Ceza Mahkemesinin 5/4/2011 tarihli ve 2011/200 İş sayılı gözlem altına alma kararına istinaden hükümlünün 6/4/2011 tarihinde Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesine yatışının sağlandığı hakkında 21/4/2011 tarihinde rapor düzenlendiği hastanenin hükümlünün kısıtlanması için Elazığ Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunduğu, Elazığ Sulh Hukuk Mahkemesinin 27/4/2011 tarih ve 2011/75 iş sayılı kararı ile hükümlünün yatarak tedavi görmesine karar verildiği, bu karara istinaden hastaneye yatışının yapıldığı ve şifa bulduğu tarih olan 4/8/2011 tarihine kadar hastanede kaldığı anlaşılmakla, hükümlünün gözlem altında kaldığı 6/4/2011 tarihi ile 27/4/2011 tarihleri arasındaki 21 günlük sürenin cezasından mahsubuna karar verilmesinin gerektiği anlaşılmış ve bu konuda mahkememizde oluşan kanaate göre aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. Talebin kısmen kabulü ile mahkum olunan suçtan dolayı CMK'nın Maddesi dikkate alınarak hükümlü Ramazan Özgün'ün Midyat Sulh Ceza Mahkemesinin 5/4/2011 tarih ve 2011/200 sayılı gözlem altına alma kararına istinaden Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde gözlem altında kaldığı 6/4/2011-27/4/2011 tarihleri arasındaki 21 günlük sürenin TCK'nın Maddesi gereğince halen infaz edilmekte olan sonuç hapis cezasından mahsubuna, Hükümlünün koruma ve tedavi amaçlı olarak özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin Elazığ Sulh Hukuk Mahkemesinin 27/4/2011 tarih ve 2011/75-72 değişik iş sayılı kararı gereğince hastanede geçirdiği günlerin cezasından mahsubuna yönelik talebinin reddine... [karar verildi.]'' Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 18/1/2016 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar 2/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP'tan yapılan inceleme neticesinde başvurucunun ceza infaz kurumundan çıktığı anlaşılmıştır. 5271 sayılı Kanun'un "Gözlem altına alınma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet savcısının ve müdafiin dinlenmesinden sonra resmî bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından karar verilebilir. (2) Şüpheli veya sanığın müdafii yoksa hâkim veya mahkemenin istemi üzerine, baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. (3) Gözlem süresi üç haftayı geçemez. Bu sürenin yetmeyeceği anlaşılırsa resmî sağlık kurumunun istemi üzerine, her seferinde üç haftayı geçmemek üzere ek süreler verilebilir; ancak sürelerin toplamı üç ayı geçemez. (4) Gözlem altına alınma kararına karşı itiraz yoluna gidilebilir; itiraz, kararın yerine getirilmesini durdurur. (5) Bu madde hükmü, 223üncü maddenin sekizinci fıkrası gereğince yargılamanın durması kararı verilmesi gereken hâllerde de uygulanır." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Cezadan mahsup" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Nerede işlenmiş olursa olsun bir suçtan dolayı, yabancı ülkede gözaltında, gözlem altında, tutuklulukta veya hükümlülükte geçen süre, aynı suçtan dolayı Türkiye'de verilecek cezadan mahsup edilir." 5237 sayılı Kanun'un "Mahsup" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün hâller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cezanın infazına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle hükümlünün ceza infaz kurumundan hastaneye kaldırılması hâlinde burada geçirdiği süre, cezadan indirilir. (2) Ancak, cezanın infazını durdurmak için hükümlü, hastalığına kasten neden olmuşsa bu hükümden yararlanamaz. Bu hâlde Cumhuriyet savcısı mahkemeden bir karar verilmesini ister." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu Madde bağımlılığı, ağır tehlike arzeden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan her ergin kişi, kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması hâlinde, tedavisi, eğitimi veya ıslahı için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya alıkonulabilir. Görevlerini yaparlarken bu sebeplerden birinin varlığını öğrenen kamu görevlileri, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar.Bu konuda kişinin çevresine getirdiği külfet de göz önünde tutulur.İlgili kişi durumu elverir elvermez kurumdan çıkarılır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3932 | Başvuru, mahsup talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun kurum içinde atmış olduğu bir slogan nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terör suçundan hükümlü olarak Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Terör suçlarından hükümlü olan A.A. adlı kişi 12/4/2017 tarihinde Bandırma Adliyesindeki işlemlerinden sonra tekrar Ceza İnfaz Kurumuna getirilmiştir. Adı geçen kişi, X-Ray adı verilen ve güvenlik amacıyla kullanılan cihazdan geçtiği sırada cihaz bir uyarı vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından tutulan tutanağa göre pantolondan kaynaklı olarak cihazın uyarı vermesi nedeniyle A.A.dan pantolonunu çıkarması ve aynı yerde bulunan eşofmanı giymek suretiyle cihazdan tekrar geçmesi istenmiştir. Tutanağın devamında; A.A.nın pantolonu çıkarma konusunda zorluk gösterdiği, ikna çalışmaları sonucunda pantolonunu çıkarmayı kabul ettiği belirtmiştir. Ancak tutanakta adı geçen kişinin pantolonunu çıkarırken "insanlık onuru işkenceyi yenecek" şeklinde slogan attığı ve pantolonunu çıkardıktan sonra odasına üzerine bir şey giymeden iç çamaşırı ile gitmek istediği ifade edilmiştir. Tutanakta son olarak X-Ray cihazından iç çamaşırlarıyla geçen A.A.nın bu şekilde odasına kadar götürüldüğü kayıt altına alınmıştır. Başvurucuya göre ise yapılan uygulama sistematik bir işkence hâlini almıştır. Başvurucu "rutin arama" adı altında icra edilen uygulama ile onur kırıcı bir şekilde "zorla soyundurma" yapıldığını belirtmiştir. 17/4/2017 tarihinde, terör suçlarından hükümlü olan R.O. ve adlı kişiler Bandırma Devlet Hastanesine götürülmüşler ve aynı gün saat 20 sıralarında Ceza İnfaz Kurumuna dönmüşler; kurum içine alınmadan önce ceza infaz kurumu kuralları gereği standart arama işlemine tabi tutulmak istenmişlerdir. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından tutulan tutanağa göre adı geçen kişiler arama işlemine karşı çıkmışlar, "baskılar bizi yıldıramaz" şeklinde slogan atmışlardır. Tutanağın devamında, nin üzerinin zorla arandığı ve daha sonra her iki hükümlünün Ceza İnfaz Kurumundaki odalarına götürüldüğü ifade edilmiştir. 17/4/2017 günü saat 50 civarında, terör suçlarından hükümlü ve tutuklu olan bazı kişiler tarafından slogan atılmaya ve oda kapılarına vurulmaya başlanmıştır. Olayla ilgili tutulan tutanağa göre söz konusu kişiler "baskılar bizi yıldıramaz" şeklinde slogan atmışlar, oda kapılarına vurarak zarar vermişler ve diğer suçlardan tutuklu ya da hükümlü olan kişileri kışkırtmışlardır. Başvurucunun beyanına göre ise kendisi ve arkadaşları "insanlık onuru işkenceyi yenecek" şeklinde slogan atmışlardır. Söz konusu eylemler sonrasında eylemin gerçekleştiği odalarda kalan yaklaşık 170 kişi hakkında bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu da bu 170 kişiden birisidir. Disiplin soruşturmasını yürütmek üzere bir muhakkik görevlendirilmiştir. Haklarında disiplin soruşturması yapılan kişilere muhakkik tarafından olayla ilgili savunma yapmaları için bildirimde bulunulmuştur. Başvurucu 20/4/2017 tarihinde savunmasını sunmuştur. Başvurucu savunmasında genel olarak 17/4/2017 tarihinde ve R.O. adlı kişilerin aranması olayından bahsetmiştir. Başvurucu, adı geçen arkadaşlarının E.A. adlı infaz koruma memuru tarafından hakarete uğradıklarını ve insanlık dışı bir muameleye maruz kaldıklarını, E.A.nın bu nitelikteki eylemlerinin gittikçe ağırlaştığını ifade etmiştir. Bundan başka başvurucu, Ceza İnfaz Kurumu idaresinin işkenceye varan bu uygulamalara sessiz kaldığını, bu nedenle kendisinin ve arkadaşlarının bir protesto yapmaktan başka çare bulamadıklarını belirtmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen "Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında "2 ay haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama" cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu öncelikle başvurucu ve diğer kişilerin savunmalarına ilişkin bir değerlendirme yapmıştır. Söz konusu değerlendirme şu şekildedir:"Savunmalarında iddia etmiş oldukları ters kelepçe yapılma şeklinin kurumumuzun görevli memurları veya yönetimi ile ilgili olmadığı, görevli jandarma personelinin güvenlik tedbirlerinin alma şekli ile alakalı olduğu bilinmektedir. Ters kelepçeye karşı çıkarak hastane veya mahkeme gibi yerlere gitmeyi red eden hükümlü ve tutukluların kamera görüntüleri incelendiğinde ise herhangi birilerine darp, cebir şiddet uygulanmadığı görülmektedir. Ayrıca; hükümlü A.A.'ın iç çamaşırı ile mahkum kabul biriminden koğuşuna kadar götürülme olayı da incelendiğinde; Mahkeme dönüşünden sonra kuruma girişi sırasında X-Ray cihazından geçiş yapmak istediği sırada pantolon kısmından sinyal verdiği pantolonunun değiştirilerek eşofman giyip sinyal vermeden geçmesi kendisine söylendiği, fakat hazırda bulunan eşofmanı giymeyi red edip, sinyal veren pantolonunu kendi isteği ile çıkarmak ve pantolonunu giymeden koğuşuna kadar gitmek istemesinin üzerine gerekli güvenlik önlemleri alınarak koğuşuna kadar götürülmüştür. Pantolonunu giymeme olayında görevli personelin giydirmeme gibi bir olay olmamıştır. Tamamen hükümlü A.A.'ın kendi isteği doğrultusunda gerçekleşen bir eylemdir. Bu durum ise gerek tutulan tutanaklardan gerekse de adı geçen hükümlülerin bulunmuş oldukları koğuşlardan kendi aralarında yapmaya çalıştıkları pusula (not) kağıtlarındaki yazışmalardan sabittir. Bütün bu nedenlerden dolayı hükümlü tutukluların savunmalarına itibar edilmemiştir." Disiplin Kurulu daha sonra başvurucu ve diğer kişilerin gereksiz olarak slogan attıkları sonucuna varmıştır. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Bandırma İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurunun itirazını 19/6/2017 tarihinde reddetmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tercüman eşliğinde savunma veren hükümlüler ile Türkçe beyanda bulunan hükümlülerin özetle savunmalarında, arkadaşlarının hastane dönüşü görevliler tarafından darp edilmesini protesto amaçlı slogan attıklarını beyan ettikleri bu şekilde koğuşta bulunan terör hükümlülerinin ikrarında slogan atma eyleminin sabit olduğu, bu şekilde disiplin cezasını gerektiren eylemi işledikleri açıkca sabit olduğundan hükümlülerin itirazlarının ayrı ayrı reddine ...Yukarıdaki gerekçeler doğrultusunda tutuklulara disiplin cezası verilirken alt sınırdan uzaklaşmanın gerekçesi bildirilmediğinden 2 Ay Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama (Telefon etmek, mektup ve faks gönderip almaktan yoksun bırakma) cezasının 1 Ay Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama (Telefon etmek, mektup ve faks gönderip almaktan yoksun bırakma) cezası olarak düzeltilmesine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Bandırma Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/7/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, mahkeme kararını 7/8/2017 tarihinde öğrenmiş; 14/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen ve "Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama" cezasını gerektiren eylem şudur:"...e) Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak. " | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33744 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun kurum içinde atmış olduğu bir slogan nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 23/9/1999 tarihinde tazminat davası açmıştır. Kadıköy Asliye Ticaret Mahkemesi 14/10/2003 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 10/11/2005 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Davalının karar düzeltme talebi, Dairenin 1/5/2006 tarihli ilamı ile kabul edilerek Mahkeme kararının değişik gerekçe ile bozulmasına hükmedilmiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 18/10/2007 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Dairenin 12/10/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 21/4/2011 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan karar, Dairenin 28/6/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, Dairenin 28/11/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Anılan ilam başvurucuya 6/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2600 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin arttırılması davasında aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların hisse sahibi oldukları başvuru konusu taşınmazın 77 m²lik kısmı kamulaştırılmış ve 18/2/1986 tarihinde kamulaştırma bedeli000 eski TL (0,154 TL) olarak belirlenmiştir. Başvurucular 19/1/2012 tarihinde açılan kamulaştırma bedelinin artırılması davasının 22/12/2015 tarihinde davalı Osmangazi Elektirik Dağıtım Anonim Şirketi (OEDAŞ) yönünden pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine, davalı Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) yönünden ise kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kısmen kabul kararında her bir başvurucu yönünden ayrı ayrı 500 TL olmak üzere toplam 000 TL tazminata ve başvurucular lehine 000 TL, aleyhlerine de 500 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Bununla birlikte başvuru konusu taşınmazın kamulaştırma işlemlerinin TEK tarafından yapıldığı, TEK yerine geçen sorumlu idarenin davalı TEDAŞ olduğu gerekçesiyle OEDAŞ yönündün pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle verilen ret kararı neticesinde de başvurucular aleyhine ayrıca 800 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Söz konusu karar, 14/11/2019 tarihinde Yargıtayca onanmıştır. Başvurucular nihai hükmü 26/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 6/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/505 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin arttırılması davasında aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerlik mesleğinden kaynaklanan psikiyatrik rahatsızlık nedeniyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) uzman erbaş olarak göreve başlamış, 1993 yılında astsubaylığa naspedilmiştir. Başvurucu; terörle mücadele faaliyetlerinin yürütüldüğü Elazığ'ın Arıcak ilçesinde 1994 ile 1996, Mardin'in Savur ilçesinde 1999 ile 2001, Bitlis'in Tatvan ilçesinde 2009 ile 2011 yıllarında görev yapmıştır. Başvurucu 2011 yılında atandığı Çanakkale Ezine İlçe Jandarma Komutanlığında görev yaparken psikolojik olarak rahatsızlanması nedeniyle 5/12/2011 tarihinde Gülhane Askerî Tıp Akademisi Asker Hastanesine (GATA) sevk edilmiştir. 7/12/2011 tarihinde GATA’ya yatırılan başvurucuya 6/1/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile anksiyete bozukluğu (tanımlanmamış) tanısı konulmuş ve bir ay istirahat verilmiştir. 6/1/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile verilen istirahatinin bitmesini müteakiben aynı Hastane tarafından düzenlenen 2/3/2012, 8/5/2012, 26/6/2012, 25/8/2012, 31/10/2012, 28/12/2012, 26/2/2013, 25/6/2013, 24/9/2013 ve 26/3/2014 tarihli sağlık kurulu raporlarıyla başvurucu 26/6/2014 tarihine kadar istirahatli sayılmıştır. Belirtilen sağlık kurulu raporlarında başvurucu hakkında anksiyete bozukluk, karışık anksiyete ve depresif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi tanılara yer verilmiştir. Söz konusu istirahatlerinin bitmesi üzerine başvurucu yeniden sağlık kuruluna sevk edilmiştir. 25/6/2014 tarihinde düzenlenen sağlık kurulu raporu ile başvurucu hakkında Kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu tanısıyla "TSK’da görev yapamaz." kararı verilmiştir. Bu raporun 9/7/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı (MSB) tarafından onaylanarak kesinleşmesinin ardından başvurucunun 11/12/2014 tarihinde TSK’dan ilişiği kesilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumunun (SGK) aylık bağlama işlemine esas olmak üzere başvurucuyu yeniden GATA’ya sevk etmesi üzerine GATA tarafından düzenlenen 12/1/2015 tarihli sağlık kurulu raporunda da başvurucuya aynı teşhis konulmuş, ayrıca hastalığın ortaya çıkmasında askerlik hizmetinin sebep ve tesiri olduğu tıbbi kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu 13/8/2014 tarihinde MSB’ye müracaat etmiş ve askerlik mesleğinden kaynaklanan psikiyatrik rahatsızlık nedeniyle oluşan zararlarının tazminini talep etmiştir. Başvurucu, talebinin cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine 20/10/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; Elazığ, Mardin ve Bitlis illerinde görev yaparken terörle mücadele kapsamında gerçekleştirilen operasyonlar sırasında aldığı görevler nedeniyle geçirdiği travma sonucu psikolojisinin bozulduğunu ve TSK’da görev yapamaz hâle geldiğini, bu sebeple uğradığı zararın idarece tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 18/2/2015 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun terörle mücadele kapsamında değerlendirilebilecek en son faaliyetinin 3/10/2009 tarihinde Tatvan-Van kara yolunda meydana gelen terör olayı sonrasında şehit ve yaralıların tahliyesinde görev almak olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun psikiyatrik rahatsızlığının kaynağı olarak gösterdiği nitelikteki en son görevi gerçekleştirdiği 3/10/2009 tarihinden itibaren bir yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten sonra 13/8/2014 tarihinde idareye başvurduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla idareye süresinde yapılmayan başvurunun zımnen reddi üzerine 20/10/2014 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı kabul edilmiştir. Kararda ayrıca 25/6/2014 ve 12/1/2015 tarihli raporların ve bu raporlardaki tespit ve değerlendirmelerin zararın öğrenilmesine ve dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığı da vurgulanmıştır. Karşıoyda ise davanın süresinde olup olmadığına karar verilebilmesi için öncelikle tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılması veya başvurucunun GATA'ya sevk edilerek hakkında ayrıca bir rapor düzenlettirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna gerekçe olarak, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden başvurucunun rahatsızlığına sebep olabilecek başka faktörlerin de mevcut olabileceğinin anlaşılmasına karşılık 2014 ve 2015 yıllarında düzenlenen sağlık raporlarında buna ilişkin bilgi ve belgelerin irdelenip irdelenmediğine ilişkin bir tespit bulunmaması gösterilmiştir. Dolayısıyla yaptırılacak bu inceleme yolu ile başvurucunun rahatsızlığının hangi nedenlerden oluştuğu, hangi tarihte ortaya çıktığı veya çıkabileceği, 2009 yılında ve sonrasında da başvurucuda bu rahatsızlığın mevcut olup olmadığı, rahatsızlığa neden olabilecek başka faktörler bulunup bulunmadığı hususlarının ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir. Karşıoy görüşünde ayrıca 25/6/2014 tarihli sağlık kurulu raporundan önce başvurucunun TSK’da görev yapamayacağına ilişkin olarak herhangi bir rapor düzenlenmemiş olduğuna da dikkat çekilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 1/7/2015 tarihlikararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanunlar 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmî yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:"[2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde], idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. ...Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ilgili içtihadı için bkz. Alpay Dinç ve diğerleri, B. No: 2014/12678, 6/7/2017,§§ 27- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13014 | Başvuru, askerlik mesleğinden kaynaklanan psikiyatrik rahatsızlık nedeniyle oluşan zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasınakarar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Derik Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında tasarlayarak adam öldürme, nitelikli konut dokunulmazlığını ihlal ve yasak silah taşıma suçlarından çıkarılan 24/2/2009 tarihli yakalama kararı üzerine24/4/2011 tarihinde Eyüp Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. Derik Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonunda 10/8/2011 tarihli fezleke ile dosya Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş ve hazırlanan 24/8/2011 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs, nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ve yargılamaya Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/160 sayılı dosyası üzerinden başlanmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı başvurucu yönünden tutuklu olarak devam ettirmiş ve 16/12/2014 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu tarafından bu karara yapılan itiraz Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar29/12/2014 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 12/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mardin Ağır Ceza Mahkemesince devam edilen yargılama sonunda 26/6/2015 tarihli kararla başvurucunun, çocuğu tasarlayarak öldürme suçundan müebbet hapis, tasarlayarak öldürmeye teşebbüs suçundan(dokuz kez) 13 yıl 4 ay hapis, nitelikli konut dokunulmazlığını bozma suçundan 3 yıl 4 ay hapis ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 5 yıl hapis ve 000 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay Ceza Dairesi 13/12/2017 tarihinde bir kısım eksiklikler giderildikten sonra gerekirse ek tebliğname de düzenlenmesi gerektiği gerekçesiyle dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar verilmiştir. Eksiklikler giderildikten sonra anılan karar, temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesinin 23/5/2018 tarihli ve E.2018/989, K.2018/2466 sayılı ilamı ile çocuğu tasarlayarak öldürme, nitelikli konut dokunulmazlığını bozma ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçları yönünden onanmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/821 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Subsets and Splits