article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
ı kalbin tasdiki olarak tanımlar. Tanınmış kelamcı Gazâlî de bu görüşü paylaşmıştır. Bu iman tanımından hareketle, küfür kalbin tasdik etmemesi veya kalbin tasdiğinin inkâr edilmesidir. Bununla birlikte bu kelamcılar da dünyada kişinin Mümin olarak kabul edilebilmesi (ve böylece sosyal ve siyasî anlamda bir Mümin olarak ele alınabilmesi) için dilin ikrârını şart görürler. Ayrıca İmam Ebu Hanife başta olmak üzere Hanefî fakihlerin çoğunluğu imanı kalp ile tasdik, dil ile ikrâr olarak tanımlamıştır. Yine genel görüş ikinci şart olan ikrârın dünyevî bir şart olduğudur. Kalbi ile tasdik edip dili ile ikrâr etmeyen veya dili ile inkâr eden kişi dünyada kâfir olarak anılır ve bu şekilde ele alınır.
Mürcie ve Kerrâm’îyye mezhepleri imanı kalbin tasdiki gerekmeksizin dilin ikrarı olarak tanımlamıştır. Buradan hareketle dili ile ikrar etmeyen veya dili ile inkar eden küfür işlemiş olur yani kâfir olur.
Hariciyye, Mutezile, Zeydiyye, Selefiyye gibi mezhepler ve İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Ahmed bin Hanbel, İbn Hazm ve İbn Teymiyye gibi imamlar imanın üç bölümü olduğunu, bunların kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve amel olduğunu söylerler. Onlara göre ameli terk eden kişi de küfüre girmiş olur. Selefî alimlerin çoğunluğu ameli imanın bir bölümü olarak tarif etseler dahi işlenen herhangi bir günah veya herhangi bir amelin terki ile kişinin küfre düşmeyeceğini ifade ederler. Hariciyye mensupları ise imanın bir bölümü saydıkları amelin terkini küfür olarak tarif etmişler. Bu iman görüşünü benimseyen diğer iki mezhep, Mutezile ve Zeydiyye, ise amelin terkini veya büyük günah işlemeyi fısk olarak adlandırarak, kafir ile Mümin arasında yeni bir mertebe ortaya atmış ve bu şahısları "fasık" olarak adlandırmıştır. Buna göre bu şahıslar Mümin değillerdir ve eğer tövbe etmeden vefat ederlerse kafir olarak ahirette yer alacaklardır. Fakat bu kişiler dünyada kafir olarak değerlendirilmezler ve tövbe ederlerse tekrar Mümin sıfatını kazanırlar.
Klasik kelamcılar sebebi ve durumunu göz önünde bulundurarak küfrü genellikle dört çeşide ayırmışlardır. Bunlar: "küfr-i inkârî", "küfr-i cühûd", "küfr-i inâdî" ve "küfr-i nifâk"tır.
Küfr-i inkârî, kişinin Allah'ı, onun peygamberlerini ve peygamberlerinin getirdiği esasları kalben ve dili ile kabul etmemesi, inkâr etmesi durumuna verilen isimdir.
Küfr-i cühûd ise kişinin kalben Allah'ı tanrı olarak kabul etmesi fakat bunu dili ile belirtmemesi ve sunulmuş inanç esaslarını kabullenmemesi veya inkâr etmesi durumuna verilen isimdir.
Küfr-i inâdî, kişinin Allah'ın varlığı ve diğer ilgili hususları bilmesi, bildiğini zaman zaman dili ile de ikrâr etmesi fakat çeşitli sosyal, kişisel veya siyasî sebeplerden ötürü İslam'ı kabul etmemesi, iman etmemesidir. Genel kanıya göre Muhammed'in amcası olan Ebu Talib'in küfrü bu türdendir.
Küfr-i nifâk, kişinin diliyle iman ettiğini belirtmesi, İslam'da inanılması şart olan hususları (Allah'ın varlığı gibi) diliyle kabul etmesi, fakat hiçbirini kalbi ile tasdik etmemesi durumuna verilen isimdir.
Küfür genel olarak ret ve inkar anlamında kullanılırken, şirk Allah'a ortak koşma, isim veya sıfatlarında antropomorfizm gibi uluhiyet vasıflarına aykırı tanımlamalarda bulunmak anlamında kullanılır.
Kelamcılar şirki de kendi içerisinde farklı türlere ayırmış ve hepsini küfür olarak saymışlardı.
Nifâk; Mümin gözüküp, iman ettiğini dili ile belirtip, kalben inanmamaktır. Hiç kimse bir diğerinin iç dünyasını gerçekten bilemiyeceği için kelamda "münafık" olarak tanımlanan kişiler, hukuki bağlamda mümin olarak ele alınırlar.
Flerovyum
Flerovyum, 4a metal grubundan, 114 atom numaralı kimyasal elementtir. Sembolü Fl 'dir (önceden Uuq). 1999 yılında Rusya'daki Ortak Nükleer Araştırma Enstitüsü'nde bulunmuştur. Geçici olarak "ununkuadyum" (< "un": bir, "quadro": dört) biçiminde kullanılan elementin adı IUPAC tarafından 30 Mayıs 2012 tarihinde kalıcı biçimde "flerovyum" olarak değiştirilmiştir. Sovyet nükleer fizikçisi Giorgi Flyorov'un adına ithafen "flerovyum" denmiştir.
Bağıl atom kütlesi 289'dur. Erime noktası, kaynama noktası, yoğunluğu, atom çapı, elektronegatifliği, elektron dizilimi veya yükseltgenme basamağı henüz bilinmiyor. Bilinmemesinin sebebi nükleer reaktörlerde tepkime sonucu ortaya çıkması ve çok kısa bir an için kararlı halini korumasıdır. Çabucak bozunduğu için gözlemlenememektedir.
Radyoizotopları yoktur.
Evropiyum
Avrupyum ve Avrupyum (Eu), atom numarası 63 olan kimyasal elementtir.
İlk olarak 1901 yılında Eugene Demarcay tarafından bulunan, insan yapımı bir elementtir. Element gümüş renginde olup, renkli televizyonlarda kullanılır.
Bohriyum
Bohriyum veya eka-renyum, atom numarası 107, atom ağırlığı 264 olan, 25 °C'de katı olduğu, gümüş renginde veya gri renkte olduğu tahmin edilen yapay bir element (simgesi Bh). İsmini ünlü fizikçi Niels Bohr anısına almıştır.
Linz
Linz (Osmanlıca: "Linç"), Avusturya'nın kuzeybatısında Tuna Nehri yanında yer alan bir şehir. Yukarı Avusturya eyâletinin başkentidir.
"Linz", "48° 18′ 11″ K", "14° 17′ 26″ D" koordinatlarında yer alır. Yüzölçümü 96 km²'dir. Şehir nüfusu 188.968'dir, fakat civarındaki kasabalar ve banliyölerle 407.000'i bulmaktadır (Mart 2005).
2013'ten beri Linz'in belediye başkanı Klaus Luger'dir.
Rock Hudson
Roy Harold Scherer, Jr. ya da sahne adıyla Rock Hudson (17 Kasım 1925 – 2 Ekim 1985), Amerikalı oyuncu. 1950'li ve 1960'lı yılların romantik karakteri olarak tanındı. Yaklaşık 70 filmde ve pek çok televizyon dizisinde rol aldı. Daha çok Doris Day ile oynadığı filmler ile bilinir. AIDS'e bağlı hastalıktan ölen dünyaca ünlü ilk kişidir. Cenazesi yakılmıştır.
Bağlı olduğu film stüdyosundaki sekreterlerden Phyllis Gates ile evlendi. Çok geçmeden Gates, Hudson’ın eşcinsel olduğunu dünyaya ilan edip boşanma davası açtı. Böylece Hudson’ın sırrı ortaya çıkmış oldu.
Şaperon
Şaperon, proteinlerin katlanarak üç boyutlu hâle gelmesi işleminde yer alan refakatçi proteinlerdir. Aynı zamanda proteinlerin ribozomca sentezlenmesinden sonra zamanı gelmeden katlanmalarını engeller ve yanlış katlanmış proteinleri düzelterek, onarılması mümkün olmayan proteinleri parçalar. Endoplazmik retikulumda bulunurlar.
Martin Scorsese
Martin Luciano Scorsese (d. 17 Kasım 1942, New York), Akademi Ödülü, BAFTA ve Altın Küre sahibi ABD'li film yönetmeni, senarist ve yapımcı. 1997 Amerikan Film Enstitüsü tarafından verilen AFİ Yaşam Boyu Başarı Ödülü'ne layık görülmüştür. 2007'de Köstebek (The Departed) isimli filmiyle, En İyi Yönetmen dalında Oscar ödülünün sahibi olmuştur.
Martin Scorsese New York City'de doğmuştur. Babası Luciano Charles Scorsese (1900–1993) ve annesi Catherine Scorsese (1912–1997)'dir. Bir İtalyan-Amerikan aileden gelmektedir. Çocukluğu astım hastalığıyla mücadele ile geçmiştir. 1960 yılında New York Üniversitesi Sinema bölümüne girdi. 1964 yılında mezun oldu ve 1966'da New York Üniversitesi'nden film dalında master derecesi aldı.
Amerikan yeni dalga akımının önemli temsilcilerinden biridir ve sinematografik mimarisinin yanı sıra, temel dramatik arayışları olan Hıristiyanlık, suç, adalet ve şiddet unsurlarını işleyen hikâye ve karakterleri ile başarılı olmuştur.Goodfellas ve Casino filmlerinde kullandığı ortadan ya da sondan başlayarak anlatma tarzıyla bütünleşmiştir.
Geçmişte birçok filmde Robert De Niro, Joe Pesci ve Harvey Keitel ile çalışan yönetmen, son dönemdeki Gangs of New York, The Aviator ,The Departed , Shutter Island , The Wolf Of Wall Street filmlerinde Leonardo DiCaprio ile çalışmıştır.
Ayrıca Michael Jackson'ın Bad klibini yöneterek büyük sükse yapmıştır.
Ayrıca 1993 yapımı Mad Dog and Glory adlı filminde yapımcılığını üstlenmiştir.
Hukuk alanlarının listesi
Önemli hukuki alanlar ve konu içerikleri aşagıda listelenmektedir.
Boğaziçi Hayvanat Bahçesi
Boğaziçi Hayvanat Bahçesi, Kuş Cenneti ve Botanik Parkı 1991 yılında, soyları tükenmekte olan hayvanların bakımlarını üstlenmek ve soylarının devamını sağlamak amacıyla Kuş Cenneti ve Çevre Güzelleeştirme Vakfı bünyesinde ya da denetiminde Bayramoğlu, Darıca-Darıca'da kurulmuştur. Başlangıçta çalışmalarına kuşlarla başlamışlar, hayvanlarla devam edip en sonunda ilgi alanlarına bitkileride eklemişler. Bahçe halkın ziyaretine 1993 yılında açılmış. Zamanla bahçeye olan talep üzerine kullanım alanını 165 bin m²'ye çıkartmışlar. Kullanım alanlarının genişlemesi ile bahçede yer alan hayvan çeşidi sayısını 3000'nin, bitki çeşit sayısını ise 500'in üzerine çıkartmışlar.
Bahçe yetkililerinin broşürlerinde yer alan ifadelerine göre, bahçe çalışmalarından hiçbir kar amacı güdülmemekteymiş ve bunun sağlanması içinde önemli maddi ve manevi özveriler gerçekleştirilmiş. Bahçenin Avrupa Hayvanat Bahçeleri ve Akvaryumlar Birliği'ne (EAZA) üyeliği için yapılan başvuru kabul edilmiş ve bahçe üyelik için yeterli görülüp üyeliğe dahil edilmiş. Bu kabulün bahçe çalışmalarının Dünya Standartlarına uygunluğu açısından bir onay olduğunu ifade etmekteler. Üyelik onlara birliğe dahil diğer bahçelerle organik bir ilişki olanağı sağlamış.
Boğaziçi Hayvanat bahçesi gelir gider dengesinden dolayı kapanma tehlikesi geçirdi. Gelir gider açığı zaman zaman devam etmektedir.
Lunaria
Lunaria, Avrupa'dan Doğu Sibirya'ya kadar olan bölgede doğal olarak yetişir.
3 önemli türü vardır:
Dekoratif, oval, gümüş renginde ve yarı saydam tohum kapsülleri kuru çiçek aranjmanlarında kullanılır.
PuTTY
PuTTY; küçük boyutlu, çeşitli işletim sistemlerinde çalışabilen sürümleri bulunan açık kaynak kodlu ücretsiz bir SSH/Telnet programıdır.
İlk sürümleri sadece Windows işletim sistemi üzerinde çalışan yazılımın, günümüzde Unix, Linux, Mac OS X sürümleri de mevcuttur.
Bedri Yağan
Bedri Yağan (d. 1959, Erzurum – ö. 6 Mart 1993, Kartal, İstanbul), Türkiye'de 1978 yılında kurulan Devrimci Sol örgütünün kurucu üyelerindendir.
25 Ekim 1989 tarihinde Dursun Karataş ile birlikte İstanbul Bayrampaşa Cezaevi'nden kaçtı. Daha sonra önce gıyabında ölüm cezası verildi, sonra ömür boyu hapse çevrildi. 1992'de örgüt içinde Dursun Karataş |
ile arasında bir iktidar kavgası basladı. İktidar kavgası kanlı çatışmalara ve örgütün bölünmesine yol açtı. 13 Eylül 1992'de rakibi Karataş'ın kaldığı evi basarak, örgütü ele geçirmeye çalıştı. Bu yüzden Bedri Yağan ve destekçileri, daha sonra DHKP-C adını alacak olan rakipleri tarafından "darbeciler" olarak anıldılar.
6 Mart 1993'te, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü timleri tarafından Esentepe, Kartal'daki Deniz Apartmanı 13 numaradaki daireye baskın düzenlendi. Hanefi Avcı'nın yönettiği operasyonda, yarım saat süren bir çatışmanın sonucunda evde bulunan Bedri Yağan ile birlikte Menekşe Meral, Gürcan Özgür ve ev sahipleri Asiye ve Rıfat Kasap öldürüldü. Ev sahiplerinin çocukları 11 aylık Sebahat ve 5 yaşındaki Özgür yara almadan kurtuldu. Olayla ilgili otopsi raporunda Bedri Yağan, Rıfat Kasap ve Gürcan Özgür'de 6, Menekşe Meral'de 16, Asiye Kasap'ta ise 18 kurşun deliği tespit edildi kaydedildi. Olay, bazı basın organları ve Sosyaldemokrat Halkçı Parti yönetimi tarafından yargısız infaz olarak değerlendirildi. Rakipleri Yağan'ı Dursun Karataş'ın ihbar ettiğini ileri sürdüler. Yağan'ın ölümünden sonra da Karataş ve Yağan yanlıları arasında kanlı çatışmalar devam etti. Operasyonda yer alan polislerden Ayhan Çarkın, yargısız infaz yapıldığını yıllar sonra itiraf etti.
Liberal Mısır Partisi
Liberal Mısır Partisi (eskiden "Ana Mısır" adıyla anılıyordu) (Arapça: الحزب المصري الليبرالي) Mısır'daki laik siyasi bir partidir. Parti, Mısır'ın milli kimliğinin savunuculuğunu yapmaktadır. Aynı zamanda Parti Mısır dilinin resmileştirilmesine ve Mısır çıkarlarını koruyamayan Abdulnasır yönetimi başkanlığındaki Arap Milliyetçiliği politikasını terk edip, Mısır milli bilincini yerleştirmek için çabalamaktadır. Liberal Mısır Partisi, medeni kanun uygulamalarında ve pek çok alanda, din ile devlet işlerinin bir birinden ayrıldığı laik bir yönetim anlayışını benimsemiştir ve bunun için çaba göstermektedir.
Ermenistan millî futbol takımı
Ermenistan millî futbol takımı, Ermenistan Futbol Federasyonu tarafından yönetilen, Ermenistan'ı uluslararası futbol müsabakalarında temsil eden takımdır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ilk maçını Moldova'ya karşı oynamışlardır (12 Ekim 1992).
28 Mayıs 2016 itibarıyla;
Yeni Cami
Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii, İstanbul'da 1597 yılında Sultan III. Murad'ın eşi Safiye Sultan'ın emriyle temeli atılan ve 1665'te zamanın padişahı IV. Mehmed'in annesi Turhan Hatice Sultan'ın büyük çabaları ve bağışlarıyla tamamlanıp ibadete açılan camidir.
Şehrin siluetine ve görselliğine önemli ölçüde katkı sağlayan Yeni Cami, İstanbul'da Osmanlı ailesi tarafından yaptırılan büyük camilerin son örneğidir. Osmanlı dönemi Türk mimarisinde yapımı en uzun sürede tamamlanabilen cami olarak bilinir. Mimar Davut Ağa tarafından yapılmaya başlanmış, Mimar Dalgıç Ahmed Ağa devam ettirmiş ancak Safiye Sultan'ın ölümü ile yarım kalan inşaat, başlangıcından 66 yıl sonra dönemin mimarbaşısı Mustafa Ağa tarafından IV. Mehmed zamanında bitirilebilmiştir.
Cami deniz kenarına inşa edilmiştir ancak denizle mesafesi sonradan denizin doldurulması sonucu artmıştır.
Caminin mimari üslubu, kubbedeki yükseklik vurgusu ve yan cephe revaklarıdır. Mimar Sinan'ın Şehzade Camii'nde ve Sedefkar Mimar Mehmed Ağa'nın Sultanahmet Camii'nde kullandığı kubbe planını tekrarlar. Ancak kubbenin piramidi andırır şekilde yükselmesi kendine has bir özelliktir.
Yeni Cami ile birlikte Valide Sultan Türbesi, Hünkâr Kasrı, sebil, çeşme, sıbyan mektebi, darülkurra, Mısır Çarşısı arastası inşa edilmiştir. Daha sonra külliyeye kütüphane, muvakkithane ve bir türbe ile çeşmeler de eklenmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından cami ve eklentilerinde günümüzde restorasyon çalışmaları yapılmaktadır.
Yeni Cami ve külliyesinin inşaatı, Oğlu III. Mehmet’in tahta geçmesinden sonra iktidarını temsil etmek üzere Eminönü’de bir cami yaptırmak isteyen Safiye Sultan tarafından 1597’de başlatılmıştır.
Yeni Cami’nin bulunduğu Bahçekapı semti, caminin inşa edildiği dönemde gümrüğe ve limanı yakınlığı nedeniyle önemli bir ticaret yeri idi. Bugünkü caminin yerinde bir kilise, bir sinagog, birkaç dükkân ve çok sayıda hane vardı. Bölgeye, Fatih devrinde Balkanlar ve Anadolu’dan getirilmiş Yahudiler yerleştirilmişti. Uzun yıllardır bölgenin sakini olan Karay Yahudileri’nin mülkleri Safiye Sultan tarafından istimlak hukukuna uygun olarak devralındı ve halkı Hasköy’e gönderildi.
Caminin yapımı görevlendirilen ilk mimar, Davut Ağa idi. Mimar Davut Ağa, yapının yerini belirleyip planını çizdi. İstimlak işlemleri tamamlandıktan sonra temel, 1598 yılının Nisan ayında devlet ileri gelenlerinin katıldığı bir törenle atıldı. Tophane’den yapılan top atışlarıyla İstanbul’a, caminin yapımına başlandığını haber verildi. Ancak o sırada sadrazam Hadım Hasan Paşa’nın azledilmesi kutlamalara gölge düşürmüş ve törenin tamamlanmamasına sebep olmuştur. 20 Ağustos 1598’de Molla Futûhi Efendi’nin caminin temeli için tayin ettiği kutlu saati yazdığı zayiçeyle ikinci kez bir merasim yapılarak inşaata resmen başlandı.
Temel kazma işine başladıktan sonra buradan çok miktarda su çıkması inşaatı sıkıntıya soktu. Su, tulumbalarla tahliye edildi. Zemini sağlamlaştırmak için uçları kurşun kuşaklarla bağlanan kazıklar çakıldı ve üzerine taş bloklar yerleştirildi. Böylece duvarlar yer seviyesinden yükseltildi. Bu iş için Rodos’tan getirtilen taşlar kullanıldı.
Temel işi tamamlanmadan önce Davut Ağa’nın vebaya yakalanarak ölmesi üzerine su yolu nâzırı Mimar Dalgıç Ahmed Ağa mimarbaşı tayin edildi. 1603’te yapı birinci pencere hizasına kadar yükselmişken III. Mehmed’in ölümü ve Safiye Sultan’ın Beyazıt’teki eski saraya yollanması üzerine inşaat askıya alındı ve Safiye Sultan’ın 1604 yılında ölmesi ile tamamen kesintiye uğradı ve yapı uzun yıllar atıl kaldı.
IV. Murad 1637 yılında cami inşaatını devam ettirme girişiminde bulunmuş; ancak yüksek maliyet nedeniyle vazgeçmiştir. Aşırı masrafı dolayısıyla ek vergilere sebep olan ve sonunda harabe durumunda kalan bu camiye İstanbul ahâlisi “"Zulmiye"” adını verdi.
Metruk haldeki cami, 4 Temmuz 1660 yılında gerçekleşen Büyük İstanbul Yangınında hasar gördü. Yangından sonra Turhan Hatice Sultan, Köprülü Mehmed Paşa’nın da tavsiyesiyle cami yapımını gündeme aldı. Safiye Sultan’ın girişimi yarıda kalınca cami çevresi yeniden eski sahiplerince iskân edilmiş ve bir Yahudi yerleşimi haline gelmişti Yangın çevredeki Yahudi mahallelerini de küle çevirince 40 Yahudi evi Hasköy’e nakledildi; böylece Yeni Cami çevresi genişletildi. Alan genişletme çabaları ile birlikte Hünkar Kasrı, Türbe, Sebilhane, Sıbyan mektebi, Darülhadis Mısır Çarşısı da projeye eklendi.
İnşaat, Mimarbaşı Mustafa Ağa sorumluluğunda bir sıra taş sökülerek yeniden başladı 1665’te bir cuma günü sarayın ve cümle devlet erkânının hazır bulunduğu topluluğun önünde düzenlenen merasim töreniyle inşaat sona erdi. Halk tarafından “"Zulmiye"” olarak anılan camiye “"Adliye"” adı verildi. Sicil kayıtlarında caminin adı bu şekilde geçer.
Yeni Cami, klasik Osmanlı mimarisinin revaklı avlulu şemasını devam ettirir. Merkezi plana sahiptir. 16,20 m. çapındaki ana kubbe dört yönde yarım kubbelerle yanlara doğru genişletilmiştir. Ana kubbeyi dört fil ayağı taşır.
Caminin Hünkâr mahfilinin altında maksurelerin (parmaklıklarla çevrili bölüm) dayandığı sütunlardan ayrı iki tane somaki mermer sütun vardır. Renkleri kırmızıya çalan bu sütunlar Girit Savaşı ganimetlerinden alınarak buraya konulmuştur.
Caminin yapı malzemesi kesme küfeki taşı, mermer ve tuğladır. Cami mekânına biri kuzeyde revaklı avluya açılan, ikisi yanlarda bulunan üç kapıdan geçilerek ulaşılır; ayrıca mihrap yönünde yanlarda birer küçük kapı daha bulunur.
Yapıda aydınlanmayı sağlayan pencereler altı sıra halinde düzenlenmiştir. Yerden ikinci sıra pencerelerin üstüne kadar duvar yüzeyleri çinilerle kaplıdır. Çinilerde mavi, fîrûze, yeşil renkler hakimdir.
Caminin kuzeyinde kare planlı revaklı avlu bulunur. Avluda mukarnaslı başlıklara sahip yirmi sütunun taşıdığı sivri kemerli revaklarda üzerleri kubbe ile örtülü yirmi dört birim vardır. Avlunun ortasında sekiz köşeli, kemerlere dayanan kubbeli bir şadırvan yer alır.
Dış görünüşü Süleymaniye Camisi`ne göre biraz daha sivri piramide benzer şekli çok düzenlidir.
Caminin Üçer şerefeli iki minaresi vardır. Minareler, kare kaide üzerinde onaltıgen olarak yükselir ve kurşun kaplı külahlarla örtülüdür. Camiyi şadırvan avlusundan ayıran büyük cümle kapısı duvarının iki ucuna inşa edilmişlerdir.
Caminin güneybatı köşesinde avlu duvarında 3 güneş saati yer alır.
Issa Hassan
Issa Hassan (d. 25 Aralık 1970, Beyrut), Kürt müzisyen, şarkıcı ve bestekâr. Issa'nın dedenin Mardin Ömerli'den sürgünüyle, aile çeşitli güvenlik nedenlerinden dolayı Beyrut'a kadar yol alır. Issa Beyrut'ta dünyaya gelir. 11 yaşında Beyrut Kürt Kültür derneğinde genç folklorik dansçılar arasında yer alır. Issa 14 yaşındayken ise Beyrut'dan Fransa'ya göç eder .
Çeşitli müzik gruplarında yer aldıktan sonra kendi yolunu çizmeye başlamıştır. Issa Flamenko ve Jazz türünü karıştırarak Kürt Müziğinde yeni bir stil yaratarak daha da çok tanındı. Sanatçı halen Fransa'da yaşamakta ve birçok uluslararası müzik festivalinde Kürt müziğini tanıtmaktadır.
Carmen Electra
Carmen Electra (d. 20 Nisan 1972, Ohio) ABD'li model, aktris ve şarkıcı. Adını, "Playboy" dergisine verdiği pozlarla, MTV oyun şovu Singled Out, televizyon dizileri Baywatch ve Summerland ile duyurdu. İlk dans performansını Pussycat Dolls ile gerçekleştirirken, oynadığı "Scary Movie", "Date Movie", "Epic Movie", "Meet the Spartans", ve "Disaster Movie" gibi parodi filmler ile hafızalara kazındı.
Electra
Electra şu anlamlara gelebilir:
Rhythm and blues
Rhythm and Blues (R&B veya RnB); caz, rap, gospel ve blues karışımı, ilk olarak Afrika kökenli Amerikalıların ürettiği müzik türü.
İlk kez müzikal terim olarak 1949'da Jerry Wexler tarafından Billboard dergisinde kullanılmıştır. Özellikle 1950'ler ve 1960'lar boyunca klasik t |
arzda örneklerini vermeye başlayan R&B, dijital müziklerin yapılmaya başlandığı 1970'lere kadar, caz müziği gibi hep bir salon müziği olarak tanınmıştır.
""Rhythm and Blues"" tanımı, caz veya blues gibi ögeler içermeyen, ve siyahilerin yaptığı müzik olarak tanıtılmıştır. Kısacası yavaş tempolu tüm siyahi müzikler, 1970'lere kadar hep ""Rhythm and Blues"" olarak anılmıştır.
Rhythm and Blues, zamanla değişim göstermiş, özellikle 1970'lerin ortalarından sonra hızlı tempolu dijital müziklerle de kendinden söz ettirmiştir. Özellikle 1980'lerde R&B olarak anılmaya başlanan bu tür, disko müziğiyle beraber en popüler müziklerden biri haline gelmiştir.
Kimi eleştirmenler, siyahilerin yaptığı pop'a R&B demeye başlamıştır. Sonuçta "Contemporary R&B" denilen çağdaş R&B ortaya çıkmıştır. 90'larda ise bu iyice yayılmış ve listelere giren hemen hemen tüm şarkılar R&B türündekiler olmuştur. 2000'lerde ise tamamen hip hop ile beraber anılan bu müzik türünde yapılan şarkıların çoğunda rap bölümleri yer almaktadır. Eskiden "yavaş ve ritimli siyahi popu" olarak tanınan R&B, bu tarihlerde tam bir "yavaşlatılmış vokalli rap" haline gelmiştir.
İlk R&B örnekleri Stevie Wonder, Michael Jackson, Dionne Warwick ve Aretha Franklin gibi sanatçılar tarafından verilmeye başlanmıştır. Her ne kadar Michael Jackson pop yönüyle, Aretha Franklin soul yönüyle tanınsalar da, R&B'nin ataları olarak kabul edilmektedirler. 1980'lerdeki rock'n'roll havasının geçmeye başladığı sıralarda, Janet Jackson, Whitney Houston, Mariah Carey gibi sololar belirmiştir. Sonrasında gruplar içinden satış rekortmeni Boyz II Men ve Milli Vanilli ortaya çıkmıştır.
Sonrasında Mary J Blige, Brandy Toni Braxton gibi sanatçılarla kendini belli eden R&B, 2000'lere gelindiğinde Jennifer Lopez, Alicia Keys, Black Eyed Peas, Keyshia Cole ,Usher, Destiny's Child, Beyoncé, Pussycat Dolls, Justin Timberlake, Missy Elliot,Rihanna Chris Brown ve Craig David, Natasha Bedingfield, Amy Winehouse
gibi daha sayısız sanatçıyı ortaya çıkarmıştır.
Tasos Papadopulos
Tassos Nikolaou Papadopoulos (Τάσσος Νικολάου Παπαδόπουλος, d. 7 Ocak 1934; Lefkoşa - ö. 12 Aralık 2008; Lefkoşa), Kıbrıs Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı ve siyasetçi.
2003 yılından itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığını yaptı. Eski EOKA'cılardandır. 28 Şubat 2003 tarihinde %51.51 oyla cumhurbaşkanı seçilmiş ve böylece Kıbrıs Cumhuriyeti'nin beşinci cumhurbaşkanı olmuştu. Fakat 2008 seçimlerinde, %31 oy oranında kalarak, yerini 28 Şubat'ta Dimitris Hristofyas'a devretti. 22 Kasım 2008 tarihinde beri hastanede yoğun bakımda tutulan Papadopoulos, 12 Aralık 2008 tarihinde Akciğer kanseri hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi.
Pancyprian Lisesi adlı devlet lisesinden mezun oldu. Daha sonra Birleşik Krallık'ta dava vekili (Barrister at Law) derecesiyle mezun olduğu Londra Gray’s Inn’de hukuk eğitimi gördü.
1955’de Birleşik Krallık'tan adaya dönüşünden itibaren EOKA'nın gençlik örgütü olan PEKA içinde önemli rol oynamıştır. 1959’daki Londra Konferansı’na katılarak Kıbrıs Rum Anayasa Komisyonu’nda yer alarak anlaşmayı reddeden iki Kıbrıslı Rum üyeden biri oldu. Zürih ve Londra Antlaşmalarının imzalanmasından sonra, Birleşik Krallık Kıbrıs Valisi Hugh Foot, Kıbrıs Türkleri lideri Fazıl Küçük ve Kıbrıs Rumları lideri Makarios'dan, kurulacak geçici yönetimde görev verecekleri bakanların listeleri istediğinde Makarios İçişleri Bakanlığı'na Tassos Papadopulos'u, Çalışma Bakanlığı’na Yorgacis'i önerdi.
Kıbrıs Valisi, Papadopulos'un böyle bir göreve getirilmesine itiraz etmiş, bu durumu 3 Nisan 1959 tarihli ve 575 sayılı telgrafı ile Birleşik Krallık yönetimine de rapor etmişti. Makarios bu görevin geçici olduğunu belirterek atamayı yapmakta ısrar etti. 13 Aralık 1959 seçimlerinden sonra kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinde Papadopulos'u bu kez Çalışma Bakanlığı'na getirdi. 1959-70 yılları arasında Makarios hükümetlerinde çeşitli bakanlık görevleri verildi. 1959-60 yıllarında İçişleri Bakanlığı, 1960-61 yıllarında Maliye Bakanlığı, 1960-70 yılları arasında çeşitli dönemlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1967-69 yıllarında Tarım Bakanlığı yaptı.
Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldeim başkanlığında, Anayasal sorunların çözülmesi için Haziran 1968'deki müzakereler başladığında; zamanın Kıbrıs Temsilciler Meclisi başkanı olan müzakereci Glafkos Ioannou Klerides'in danışmanıydı.
Temmuz 1970 yılında bakanlık görevinden ayrılarak, Glafkos Klerides'le birlikte merkez sağ görüşlü Birleşik Parti'yi kurdu ve milletvekili seçildi. 1976 yılında da Kıbrıs Temsilciler Meclisi Başkanlığı'na seçildi ve 1978 yılına kadar bu görevi yanında "Müzakerecilik" görevini yürüttü. 1978 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Spiros Kiprianu'nun aleyhine, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün okullarda dağıtılması için Kıbrıs'a gönderdiği yardımları sattığı yolunda söylentiler ortaya atıldı. Bu haber 14 Mayıs 1978 tarihli Simerini gazetesinde yer alması üzerine Kiprianu, kendisini görevinden uzaklaştırmak için yapılan dış kaynaklı bir komplo olduğu açıklaması yaptı ve olaya adı karıştığı gerekçesiyle Papadopulos’u "Müzakerecilik" görevinden aldı.
Müzakerecilik görevi sırasında 1977 yılında kurduğu Ulusal Konsey Üst Komitesi'nin başkanı olarak Viyana Konferansı’ndai coğrafi bir haritanın da eşlik ettiği Kıbrıs için iki bölgeli iki kesimli federasyon çözümü önerisini sundu.
Tassos Papadopoulos, Temmuz 1974’te, Cumhurbaşkanı Makarios’a düzenlenen ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta askeri harekâtının yolunu açan darbe sırasında, darbe yönetimi tarafından tutuklandı ve hapsedildi.
1976 senesinde yeniden milletvekili oldu ve 1981 yılında Birleşik Kıbrıs Partisi'ni kurdu. Bu parti 1988’de merkez Demokrat Parti’yle (DİKO) birleşti ve 1991 yılında bu partinin ilk milletvekili seçildi, 1996’da da aynı partiden milletvekili olarak görevini sürdürdü. Ekim 2000’de Rum lider Spiros Kiprianu’nun ölümünden sonra, Kıbrıs Temsilciler Meclisi'ndeki üçüncü büyük siyasi parti olan DİKO Başkanlığı’na seçildi.
16 Şubat 2003 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerinde, %51 oy alıp seçilerek Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Fakat Şubat 2008 seçimlerinde, birinci turda %31 oy oranında kalarak kaybetti ve yerini seçimi ikinci turda kazanan AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas'a devretti.
Nisan 2003'de Atina'da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Avrupa Birliği Katılım Antlaşmasını imzaladı. Döneminde Kıbrıs'ı birleştirmek amacıyla 24 Nisan 2004'te Kuzey Kıbrıs ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nde yapılan Annan Planı referandumu'nda, Türk tarafından % 65 kabul gördüğü halde Rum oylarının % 76 ret şeklinde olduğundan hayata geçirilemedi. Kıbrıs'ta Rumların "hayır" oyuna rağmen Avrupa Birliği, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olarak birliğe aldı. Başkanlığı döneminde Ocak 2008’de, Kıbrıs Cumhuriyeti Avro Bölgesi’ne katıldı.
Fotini Mihailidi ile evli olan Tasos Papadopulos, Konstantino, Maria, Nikola ve Anastasia adında 4 çocuk babasıydı. Aynı zamanda avukat olduğundan Lefkoşa'nın güney kesiminde bir hukuk bürosunun sahibiydi.
Solunum yetmezliği şikayetiyle 22 Kasım tarihinden bu yana Lefkoşa Genel Hastanesi yoğun bakım servisinde tutuluyordu. Kıbrıs Radyosu'nun bildirimine göre, Lefkoşa Genel Hastanesinde akciğer kanseri tedavisi gören Papadopulos 12 Aralık 2008 tarihinde durumunun sabah saatlerinde ağırlaştığı ve öğle saatlerinde Kıbrıs yerel saati ile 13.05'da 74 yaşında hayatını kaybetti.
15 Aralık 2008 tarihinde Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos`un yönettiği dua ayiniyle saat 11.00 civarlarında Aziz Sophia Kilisesi`nde tören düzenlendi. Cenaze töreninden sonra Deftera Mezarlığı’nda toprağa verildi.
11 Aralık 2009 tarihinde mezarının açılarak cesedi çalındı. Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Dimitris Hristofyas olayı "kutsallığa karşı saygısızlık" olarak nitelendirdi. İlk ölüm yıldönümünde boş mezarı başında anma töreni gerçekleştirildi.
9 Mart 2010 tarihinde cesedi Lefkoşa'nın dışındaki bir mezarlıkta bulundu. Kıbrıs Cumhuriyeti Adalet Bakanı Lukas Luka'nın yaptığı açıklamaya göre cesedin fidye için çalındığının belirlendiği fakat fidye ödenmediğini söyledi. Ayrıca Kıbrıs polisinin yaptığı açıklamada, yapılan DNA testinin bulunan kemiklerin Papadopulos'a ait olduğunu kesinleştirdiği belirtildi.
Kişisel kimlik
Kişisel kimlik, herhangi bir bireyin hangi koşullar ve durumlar dahilinde bir ‘kişi’ sayılabileceğini, 'kişi kimliğine' sahip olabileceğini konu alan felsefî meseledir. Kökeni çok eskiye dayanan bu ontolojik mesele, biyoloji ve psikoloji gibi çeşitli bilimlerde kaydedilen önemli gelişmelerle çok farklı açılar edinmiştir. 'Kişi olmanın' aslında 'ne olduğunun' ve 'neyin (veya kimin)' 'kişi sayılabileceği' farklı felsefî ve dinî öğretilerde farklı şekillerde ele alınmıştır. Kişi kavramı, kimlik, özellikle çağdaş etik sorunlarında çok önemli bir yere sahiptir. Kürtaj, ötanazi gibi uygulamaların ahlâkî yönünü tartışan kuram ve çalışmalarda kişi kavramı temellerden birini oluşturmaktadır. Bu sebeple, kişisel kimlik son zamanlarda özellikle filozoflar, ahlâkbilimciler ve hekimler tarafından daha çok tıbbî etik meseleleriyle ilişkili olarak araştırılmış ve işlenmiştir.
Kişi, kişisel kimlik kavramlarının temeline 'insan organizması' görüşünü koyan yaklaşımdır. Burada kişi insana eşittir ki, insan biyolojik açıdan bir organizma, bir canlı türünün üyesi olarak ele alınmaktadır.
Kişi olmanın temelinde insan olmak yattığı için bu durumda ruh veya bilinç (veyahut özbilinç) gibi kavramlar ikinci plandadır veya kişisel kimlik kavramına dahil edilmez. Bu görüş kaba biçimde "insan türü olan "Homo sapiens"’e mensup her organizma kişidir" olarak ele alınabilir. Bununla birlikte bu görüşün de kendi içinde farklı gruplara ayrılması muhtemeldir.
Diğer kimlik görüşlerine olduğu gibi organizma olarak kişi görüşüne de farklı şekilde eleştiriler gelmiştir. Bunlardan en önemlisi ve birincili, biyolojik bir tanım olan insan türüne ait bir birey olmanın canlıyı mutlak olarak kişi yapamayacağı, kişisel kimliğin biyoloji biliminin tanımından daha |
ötesi olması gerektiği yönünde ve aynı şekilde bunun insan türü dışı herhangi bir akıllı varlığı kişi olarak görmemeye yol açacağı, farklı bir açıdan ayrımcı olabileceği yönündedir. Yok eğer, kişi olmak için "insan türünün üyesi bir organizma" olma şartının olmadığı savunuluyorsa bunun da bakterilerden balinalara kadar çok çeşitli canlıları da 'kişi' tanımı altında toplayacağı ve böylece sorun yaratabileceği öne sürülmüştür. Bunların dışında, felsefî metinlerde yer alan sık eleştirilerden birisi de organizma olarak kişi görüşünün tek-yumurta ikizleri (monozigotik ikizler) üzerinden ulaşılan çeşitli argümanlara karşı koyamayacağıdır. Bunun en ünlü örnekleri yapışık tek yumurta ikizleri olmuştur. Zigot eğer bir insan organizması ise, bölünme sonucu iki farklı embriyonun oluşumuna yol açtığında, birincil zigota ne olmuştur? Bir organizma olarak ilk merhaledeki zigot ölmüş müdür? Oluşan iki embriyo ile ilk merhaledeki zigot aynı kişiler midir? Bu ve benzeri argümanların yanı sıra, yine yapışık ikizlik durumundan ortaya çıkan farklı bir argüman daha vardır ki bu disefali durumudur. Disefali, iki kafaya sahip olmak anlamına gelir ve çoğunlukla boyundan aşağısı tek bir vücutken, iki başa (çoğu kez iki farklı boyna da) sahip olan yapışık ikiz durumlarını tanımlamakta kullanılır. Bu durumda iki farklı bilinç ve özbilinç gelişirken, her bir ikiz kendisini, kimliğini tanımlayabilirken, ortada bir vücut ve aynı genetik yapı vardır. Buna göre bu argümanda şu tip sorular sorulur: burada aynı bedeni paylaşan iki organizma mı vardır? Yoksa bir organizmada iki farklı bilinç mi gelişmiştir? Bu durumda kişi organizmaya eşitse, ikizler sadece tek bir kişi midirler?
Zihnin ve zihinle ilgili farklı kavramların kimlik ile ilişkilendirilmesi çok eskiye dayanan bir gelenektir. Descartes'in ikici ruh kavramında dahi, ruhun kendisi düşünen şey olarak yorumlanıp, düşüncenin, zihnin kaynağı olarak görüldüğü için kimlik olgusunda zihne, bilince ve düşünmeye çok fazla vurgu vardır. Bununla birlikte herhangi bir başka kişisel kimlik tanımlaması barındırmadan (örneğin bir ruh görüşü barındırmadan), salt zihnin veya salt zihnin belirli bir özelliğinin (örneğin bilincin) kişi olduğu (ve kişisel kimliğin belirleyicisi olduğu) fikri çok eskiye dayanmaz denilebilir. Özellikle felsefe çevrelerinde yaygınlık kazanmış olan bu görüş dile getirildiğinde akla gelen isimlerden biri de ünlü İngiliz filozof John Locke'dir. John Locke bilinci temel almış ve kişisel kimliği bilinç ile betimlemiştir. Kişisel kimliğin bilinç ile bu şekilde açık ilk betimlemesini Locke yapmıştır. Nitekim modern anlamda kullanılan bilinç kavramını da ilk kullanan yine, aynı metinlerinde, Locke'dir. Zihinle kişisel kimliği özdeşleştiren yaklaşımlar, psikolojik yaklaşımlar olarak da ele alınmıştır. Psikolojik yaklaşımların çoğunluğu şu şekilde kısaca özetlenebilir: "birey devam eden (süregelen) ve birbiriyle örtüşen (kesişen) psikolojik bağlantılara sahip olduğu sürece kişidir, kendisidir".
Bununla birlikte her farklı psikolojik-zihin bazlı yaklaşım, felsefî anlamda farklı öğeler, argümanlar ve zihin felsefesi bazında farklı yaklaşımlar da içerdiğinden, gerek uygulamalı etik, gerekse mantıksal sonuçları açısından birbirinden farklıdır.
Çağdaş birçok düşünür kişisel kimliği zihin ile tanımlamış ve farklı kuramlar geliştirmişlerdir. Örneğin bunlardan bir tanesi Jeff McMahan'ın "embodied mind account" yani "vücutlaşmış zihin yaklaşımı"dır(McMahan, 2002). Bu düşünce de, kişi beyninin fonksiyonel olarak bilincinin farkında olmasını sağlayan kısımlarıdır; bu kısımlar kişiye kişisel kimliğini vermektedir. Bu açıdan bu yaklaşımda 3 ana temel vardır:
Jason Newsted
Jason Curtis Newsted (d. 4 Mart 1963, Michigan), ABD'li basgitarist ve vokalist. 1986-2001 yılları arasında Metallica'nın toplam 15 yıl basgitaristi ve gerivokalisti olmuştur. Bestelerine yeterince yer verilmemesini, 4.adam olarak görülmekten kurtulamadığını ve başka projelerde yer almasına karşı tavır takınılması nedeniyle Metallica'dan ayrılmıştır. Echobrain, Ozzy Osbourne, Voivod, Rockstar Supernova gibi gruplarda çalmıştır, çalmaktadır.
Ayrıca Jason Newsted kendisine ait olan Chophouse Records plak şirketi bünyesinde birçok projeye imza attı. IR8, echoBrain, Papa Wheelie gibi birçok projede yer alan Jason, asıl mesleği basgitaristlik ve arka vokal olmasına rağmen bu projelerde vokalistlik ve gitaristlik,hatta bateristlik yaptı.
Lemmy,Geezer Butler ve Gene Simmons gibi üstatları genç yaşta kendine idol edinen Newsted'in Metallica'ya katılmadan önceki grubu Flotsam and Jetsam idi. Metallica'nın popüler basçısı Cliff Burton'un 1986'da trajik bir kaza sonucu yaşamını yitirmesi üzerine Metallica'ya katıldı.
Pek çok Metallica konserinde Seek&Destroy, Creeping Death, Whiplash gibi efsane şarkılarda vokal görevini de üstlenerek, vokal yeteneğini milyonlara gösterebilmiştir. Yaratıcı ve enerjik kimliği ile metal dünyasına damgasını vurmuştur.
Cliff Burton öldükten kısa bir süre sonra yapılan basgitarist seçmelerinde birbirinden yetenekli 40 basist arasından sıyrılıp Metallica'nın sonraki 15 yıl boyunca basgitaristliğini üstlenecek olan elemanı olmayı başarmıştır.Primus frontmeni Les Claypool da bu 40 basist arasındadır.
Son olarak 2012-2014 yılları arasında kendi kurduğu Newsted isimli heavy metal grubunda vokal yapıp basgitar çalmaktaydı.
Ångström
Ångström, Işığın dalga boyunu ölçmekte kullanılan uzunluk ölçü birimidir.
İsveçli fizikçi Anders Jonas Ångström tarafından tanımlandığından onun adıyla anılır.
Ångström birimi kısaca Å olarak gösterilir ve 10 m'ye eşittir. Diğer bir ifadeyle, 1 ångström santimetrenin yüz milyonda biridir. 0,1 nanometre veya 100 pikometredir. Å sembolü İskandinav alfabesinden gelmektedir. Fen bilimleri ve teknoloji genellikle ångströmü atomlar, moleküller, mikroskobik biyolojik yapıları ve kimyasal bağ uzunluklarını, kristallerdeki atomların düzenlenmesi, elektromanyetik radyasyonun dalga boyu ve entegre devre parçaların boyutlarını ifade etmek için kullanılır.
Ångström'ün kullanımı geniş ölçüde kristalografi, Katı hal fiziği ve bir birim olarak kimya d serisinde, hücre parametreleri, atomik arası mesafeler ve x-ışını dalga boylarında kullanılır. Örneğin İnorganik Kristal Yapısı Veritabanı ångström kullanarak bu değerleri bulmaktadır.
Anders Jonas Ångström spektroskopi alanında öncü olmuştur ve aynı zamanda astrofizik, ısı transferi,karasal manyetizma ve Kutup ışıkları (aurora borealis) alanında da çalışmaları bilinmektedir.
Ångström uluslararası kabul edilmektedir fakat uluslararası birimlerin(SI) bir parçası değildir. Ağırlıklar ve Ölçüleri İçin Uluslararası Komitesi resmî olarak kullanılmasını teşvik etmemektedir ve iç pazar için de Avrupa Birliği'nin kullanılabilir ölçü birimleri kataloğunda bulunmaz.
İdol serileri
Popstar Türkiye, Türkstar ve Popstar Alaturka gibi yarışmaların dünya çapındaki adı.
Xgl
Xgl, X-Server arayüzünün, ekran kartlarının 3B grafik api'si Opengl yardımıyla geliştirilmesidir. Linux masaüstüne çeşitli şeffaflaştırma, gölgelendirme, animasyon gibi görsel ögelerin ilâve olmasını sağlar. Bu ögelerin kullanılması, ekran kartını kullandığı için, işlemci gücüne ihtiyaç duymaz, böylece uygulanan efektler sistemin performansını düşürmez.
Xgl mimarisinin geliştirilmesi bir Novell çalışanı olan David Reveman tarafından 2004 yılının sonlarında başlatıldı. Kaynak kodları ise 2 ocak 2006 da halka açılarak, freedesktop.org projesinin bir parçası olarak, geliştirilmesine devam edildi.
Xgl projesi ilk olarak "Xglx" adı altında X-Server ile bütünleşik bir yapıda geliştirilecektir. X-Server ile bütünleşik olarak çalışan GLX kullanılarak Xgl'nin uyumluluğunun arttırılması hedeflenmektedir.
"Xegl" ise Xgl projesinin uzun vadedeki hedefidir. Xegl projesi, Xgl'nin tamanen X-Server'dan bağımsızlaşarak kendi arayüzünü kullanmasını amaçlamaktadır. Böylece ekrana görüntü çizimi, bilgisayarın işlemcisi ve belleği aracılığıyla değil ekran kartının bileşenleri aracılığıyla gerçekleştirilecektir. Bu sayede görüntü kalitesi üst seviyeye ulaşacak ve büyük ölçüde performans artışı sağlancaktır.
X-Org Vakfı tarafından geliştirilen ve Fedora topluluğunun da desteklediği AIGLX Xgl'nin en önemli alternatifidir.
AIGLX X-Server ile bütünleşik olarak çalışmakta ve bütün POSIX ("Linux- ve Unix kökenli işletim sistemleri") dağıtımlarını desteklemektedir.
2 Boyutlu bir donanım hızlandırma tekniği kullanan "Quartz 2D Extreme", Mac OS X'in 10.4 sürümünden itibaren kullanılmaktadır. Yakın zamanda piyasaya sürülecek olan Windows Vista da buna benzer bir teknik kullanacaktır.
SUSE, 10.1 sürümünden itibaren Xgl'i desteklemektedir. Ubuntu'nun 6.06 ve üstündeki sürümlerine de Xgl ile uyumlu haldedir. Gentoo için ise hazır paketler mevcuttur.
Mandriva 2007 içerisinde Compiz paketlerini, dolayısı ile Xgl ve AIGLX'i barındırmaktadır. Mandriva'nin bir bileşeni olan drak3d sayesinde birkaç tıklama ile 3B masaüstü kolayca kurulabilmektedir.
Linux kurmadan, sadece denemek isteyenler için LiveCD dağıtımları mevcuttur. Bu dağıtımları CD'ye yazdıktan sonra, CD'yi takıp bilgisayarı yeniden başlatarak, herhangi bir kurulum veya ayar yapmadan sistemi çalıstırıp test edebilirsiniz.
Amedeo Avogadro
Quaregna ve Cerrato Kontu Lorenzo Romano Amedeo Carlo Avogadro (9 Ağustos 1776 - 9 Temmuz 1856), İtalyan kimyager ve bilim insanıdır. Günümüzde, adı, derişim teorisi ve moleküler ağırlık alanındaki katkılarıyla anılır.
Amedeo Avogadro, Torino, İtalya'da, köklü ve asil bir aile olan Piedmont ailesinin bir üyesi olarak dünyaya geldi. 20 yaşında, kilise eğitimi bitirip çalışmaya başladı. Ancak kısa bir süre sonra kendini fizik ve matematik alanındaki çalışmalara adadı. 1809'da bu dalları, Vercelli'deki bir lisede ("liceo") öğretmeye başladı.
1820'de, Turin Üniversitesi'nde fizik profesörü oldu. 1821'deki Sardinia Kralı'na karşı olan ayaklanmalarda aktif rol aldı. Bunun sonucu olarak da 1823'te üniversitedeki görevinden alındı. Ancak Avogadro'nun da sahip olduğu fikirler zamanla - Savoy krallarının |
da katkılarıyla - daha kabullenilir oldu ve 1848'de Charles Albert, modern anayasayı açıklayınca Avogadro Turin'deki görevine geri getirildi. 20 yıl daha burada profesörlüğe devam etti.
Çok düzgün ve dinine uygun bir hayat sürmüşe benzeyen Avogadro'nun özel hayatı ve politik yaşamı hakkında çok az şey bilinmektedir. Felicita Mazzé'yle evliydi ve altı çocukları oldu. Bazı tarihi çalışmalar, Sardinya'da, Charles Albert'ın modern anayasasıyla son anda önlenen bir ayaklanmayı maddi açıdan desteklediğini savunmaktadır. Ancak bu konuda çok az bilgi olduğundan, iddialar ancak kuşku olarak kalmıştır. Avogadro, istatistik, meteoroloji ve ölçü sistemlerinde önemli rollar oynamıştır. Aynı zamanda Halk Bilgilendirilmesi Kraliyet Üstün Konseyi'nin de bir üyesiydi.
Avogadro'nun molarite ve moleküler ağırlık konusundaki çalışmalarının anısına, bir mol, "Avogadro sayısı" olarak adlandırılmıştır. Bunun değeri yaklaşık olarak 6.02214199 × 10'tür. Johann Josef Loschmidt, Avogadro sayısını ilk hesaplayandır ki, sabit, hala Loschmidt sayısı olarak da anılır. Avogadro sayısı, genellikle kimyasal tepkimelerinin sonuçlarını ölçmede kullanılır ve kimyagerlerin, maddelerin tam olarak hangi oranda tepkimede bulunduklarını belirlemelerine yardımcı olur.
Vercelli'de kaldığı dönemde, defterine şöyle bir not düşmüştü.
Bu not kimyanın geleceği için çok önemliydi; çünkü bugün Avogadro yasası olarak adlandırdığımız yasa bu hipotezi öne sürer.
Bu notu, De Lamétherie'nin "Journal de Physique, de Chimie et d'Histoire naturelle'e " (Fizik, Kimya ve Doğa Tarihi Dergisi) yolladı ve 14 Temmuz, 1811'de, "Essai d'une manière de déterminer les masses relatives des molecules élémentaires des corps, et les proportions selon lesquelles elles entrent dans ces combinaisons" (Ana moleküllerin göreceli kütlelerini ve tepkimeye girdikleri oranları belirlemeye dair bir deneme) başlığıyla yayınlandı.
Avogadro yasasına göre, değişik gazların aynı hacimlerinin kütlelerinin arasındaki ilişki, aralarındaki moleküler ağırlık farklarıyla doğrudan ilişkiliydi. Bu nedenle de değişik moleküler ağırlıkların gaz örneklerinin kütlelerinden hesaplanabileceğini söylemiştir.
Avogadro, bu fikrini, Joseph Louis Gay-Lussac'ın 1808'te yayınladığı yasasının ardından öne sürmüştür. Avogadro'nun en zorlandığı şey, zamanın bilim insanlarının, atomlar ve moleküller hakkındaki kesin fikirlerinin tam oluşmamasıydı. Nitekim ki Avogadro'nun en büyük katkılarından biri, molekülle atom kavramlarını birbirinden ayırmada basit parçaların da moleküllerden oluştuğunu ve bunların atomlardan oluşabileceğini göstermesidir. Mesela, John Dalton bu olasılığı göz önünde bulundurmamıştır. Avogadro, aslında "atom" kelimesini kullanmamıştır; çünkü hem "atom", hem de "molekül" kelimeleri aynı anlamda kullanılıyordu. Onun yerine, Avogadro, üç çeşit "molekül" olduğunu ve bunlardan birinin de "ana molekül" (bizim kullanımımızla "atom") olduğunu savunmuştur. Aynı zamanda kütleyle ağırlık kavramlarını ayırmaya özellikle önem vermiştir.
Avogadro, 1814'te, "Mémoire sur les masses relatives des molécules des corps simples, ou densités présumées de leur gaz, et sur la constitution de quelques-uns de leur composés, pour servir de suite à l'Essai sur le même sujet, publié dans le Journal de Physique, juillet 1811"'u (Fizik Dergisi'nde 1811 Temmuz'unda yayınlanan aynı konudaki bir denemeyle uyuşması için moleküllerin göreceli kütleleri ya da gazların yoğunlukları ve oluşturdukları yapılar üzerine birkaç not) yayınladı.
1821'de, kısa süre arayla iki tane daha yayınladı: "Nouvelles considérations sur la théorie des proportions déterminées dans les combinaisons, et sur la détermination des masses des molécules des corps" (Tepkimelerdeki sabit oranlar teorisi ve molekül kütlelerinin belirlenmesi üzerine yeni değerlendirmeler) ve "Mémoire sur la manière de ramener les composès organiques aux lois ordinaires des proportions déterminées" (Organik yapıları, belirlenmiş oranlar yasasına göre geri getirme üzerine gözlem).
1841'de, tüm çalışmalarını tamamlayarak, dört cilt halinde, "Fisica dei corpi ponderabili, ossia Trattato della costituzione materiale de' corpi'de" bastı.
Bilim dünyası, Avogadro'nun teorisine çok önem vermediğinden, teori hemen kabul edilmedi. André-Marie Ampère, üç yıl sonra farklı yöntemlerle aynı sonuçları bulunca da bir şey değişmedi.
Ancak; Charles Frédéric Gerhardt, Auguste Laurent ve Williamson'ın organik kimya üzerinde yaptığı araştırmaların sonucunda teorinin doğrulu test edilebildi.
Ne yazık ki, yapılan bazı deneylerde, bazı anorganik maddeler yasanın dışına çıktı. Bu konudaki kesinlik ancak 1860'ta, Avogadro'nun ölümünden dört yıl sonra yaratıldı; Stanislao Cannizzaro, bu eksepsiyonların, bazı gazların moleküllerinin belirli sıcaklıklarda bağlantısızlık yaşamasından kaynaklandığını açıkladı. Ayrıca, Avogadro yasasının sadece moleküler kütlenin değil, atomik kütlenin de bulunmasını sağladığını savundu.
Rudolf Clausius'un kinetik teorisi, Avogadro'nun yasasını destekleyen başka bir kanıt sundu. Çok süre geçmeden, J. H. van 't Hoff'un sıvılarla gazların davranışlarının benzerlikleri üzerine yaptığı çalışmalar, Avogadro'nun kanununu son kez onayladı. O zamandan beri de, Amedeo Avogadro, atomik teorinin babası olarak kabul edilir.
SPQR
S.P.Q.R. (Senatus Populusque Romanus; "Roma Senatosu ve Halkı"), Eski Roma'da cumhuriyet döneminin mutlak yasama yürütme organının simgesi. Logoları şehirde halen pek çok binada ve kamu alanında görülebilir.
İmparator Augustus dönemine kadar Roma Cumhuriyeti 3 büyük aile ve S.P.Q.R. yani senato yönetimi altındaydı. Mutlak yasama ve yürütme gücü Roma halkı ve senatosundaydı. S.P.Q.R. daha sonraki yıllarda İmparatorluk yönetimi olmasına karşın bozulmayan senato sisteminin ve ona bağlı lejyonların simgesi haline geldi.
Belisarius
Flavius Belisarius (505, İllirya - Mart 565, Konstatntinopolis (modern İstanbul), İmparator I. Justinianus döneminde Doğu Roma İmparatorluğu başkomutanı ("Magister Militum"). Döneminin en büyük komutanı olarak kabul edilir. Dönemin önemli askeri seferlerinde ordulara komuta etmiştir. Konstantinopolis'e yönelen Barbar akınları'nda, Sasani İmparatorluğu, Kuzey Afrika'daki Vandal Krallığı'na ve İtalya'daki Ostrogotlar Krallığı'lara karşı yürütülen çatışmalara katılmıştır.
Bilinen ilk komutanlık başarısı M.S. 530 yılında Sasani ordusuna karşı Dara'da (modern Nusaybin yakınları) Dara Muharebesi'nde kazandığı zaferdir. Ertesi yıl yenilgiye uğramasına karşın parlak bir askeri kariyer elde etmişti.
İmparatoriçe Theodora'nın çocukluk arkadaşı olan "Antonia" ile yaptığı evlilik, Doğu Roma İmparatorluk sarayında etkin olmasını sağlamıştır.
M.S. 532'de ortaya çıkan Nika Ayaklanması'nin en son olarak bastırılması için Hipadrom'un iki kapısından birisini tutan birliğin komutanı olmuştur. Hipadromun iki kapısından çıkıp olay yerinden ayrılmak için harekete geçen halka kapıyı tutan ordu birlikler saldırıp sonunda Hipodrom'da yaklaşık 30.000 kişinin ölümüne neden olmuşlardır.
M.S. 533 yılında küçük bir birliğin komutanı olarak Kuzey Afrika'da düzenlediği saldırılarla Vandal Krallığı'na ağır bir darbe indirmeyi başarmıştır.
M.S. 535 yılında İtalya'da hüküm süren Ostrogotlar Krallığı'nı elemine ederek İtalya'yı yeniden DoĞu Roma İmparatorluğuna bağlama hedefiyle Gotlar Savışı'nı başlatmak üzere İmparator I. Justinianus tarafından İtalya Seferi için komutan tayin edilmiştir. Belisarius, Sicilya'yı ele geçirdikten sonra İtalya topraklarında ilerleyerek Roma'yı ele geçirdi. 537-538 yıllarında kenti kuşatan Ostrogotlar karşısında kenti başarıyla savunmuştur. İtalya'daki durumları iyiden iyiye zora giren Ostrogotlar, imparatorları olması koşuluyla silah bırakmayı kabul etmişlerdir. Belisarius, teslimi kabul etmekle birlikte Ostrogotlar'ın imparatoru olmayı reddetmiştir. Ancak bu tavrı, hem Ostrogotlar'ın husumetine yol açmış hem de imparator I. Justinianus'un, ileride tahtına göz dikeceği endişesiyle ona karşı cephe almasına neden olmuştur.
Ostrogotlar Krallığı kralı olan Totila'nin tekrar Ostrogotları canlandırıp İtalya'yı geri almaya başlaması üzerine İtalya'dan geri çağrılan Belisarius, 549 yılında yine İtalya'da görevlendirildi. İmparator I. Justinianus, yeterli malzeme ve desteği sağlamadığından belirgin bir başarı gösterememiştir. Geri çağrılan Belisarius'un askeri kariyeri bu dönemde kesintiye uğramıştır.
Ancak 559 yılında Hun akınları dolayısıyla yeniden göreve getirilmiştir. Küçük birlikleriyle ustaca manevralar ve savaş hileleriyle Hun akınlarını püskürtmüş, bu tehdit geçtikten sonra yeniden ordudan ayrılmıştır.
Belisarius'un katibi Procopius'un Gizli Tarih kitabında anlatılana göre İmparatoriçe Theodora, generalin mallarına el koymuştur ve son yıllarını yoksul bir şekilde geçirmiştir.
Belisarius'un savaşlardaki belirli bir özelliği, düşmanına göre daha küçük bir kuvvetle bu savaşlara katılmış olmasıdır. Belisarius'un komutanlık tarzında en belirgin özellik ise, çoğunlukla taktik savunmayı seçmesidir.
Epaminondos
Epaminondos Thebai'li general. "Çarpık Düzen" savaş stilini geliştirdi. Başarısı sayesinde Thebai ve Hellas yönetiminde birinci adam oldu. Sparta ile yapılan bir savaşta hayatını kaybetti. Thebai daha sonra onun dönemindeki başarıları tekrar yakalayamadı.
Antik Yunanistan devrinde savaşlar iki ordunun tek sıra halinde karşılaşıp sayısal veya becerisel üstünlüğü olanın kazandığı bir sistemle çarpışılıyordu. Peloponez Savaşı'ndan sonra Sparta devleti, Yunanistan'ın lideri konumuna geçti. Sparta, Tebai ile bir süre sonra ters düştü ve üzerine bir ordu gönderdi. Spartalılar karşısında telaşa kapılan Tebai meclisi Spartalıların istekleri kabul etmek üzereyken, Epaminondos Sparta ordusunu yenebileceğini iddia etti. Meclisi ikna eden general Tebai başkomutanlığına getirildi ve iki ordu Tebai dışında karşılaştı. Epaminondos bu savaşta kendi uygulaması olan "Çarpık Düzen" savaş stilini geliştirdi. Bu stil Yunanların alışılagelmiş "Falanks (Phalanx)" formasyondan farklıydı. Ordusunun sağ kanadındaki adam sayısını düşmanı |
n sol kanadından fazla tuttu. Böylece savaş esnasında Sparta sol kanadı çöktü ve sağ kanattan saldıran Tebai ordusu Sparta sağ kanadını da sardı. Böylece Sparta ordusu tamamen yok edildi. Bu savaştan sonra Spartalılar bir daha eski güçlerine kavuşamadı ve Yunanistan'da liderlik Tebai'ye geçti.
Epaminondos'un bulduğu "Çarpık düzen" daha sonra Büyük İskender'in babası II. Filip tarafından geliştirildi. Büyük İskender girdiği savaşlardaki başarıları Epaminondos'un "Çarpık düzeni"nin geliştirilmiş şeklini kullanarak kazandı. Türk ve Osmanlı ordularının kullandığı "sarma" ve "hilal" taktiklerinin kökeninin eski orta asya geleneklerıne dayandıgı bılınsede çarpık düzenle benzerlik gösterir. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Kurtuluş Savaşı'nda da, Türk ordusunun kazandığı Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz savaşlarının taktiği çarpık düzenin gelişmiş örnekleridir.
İshal
İshal, amel veya diyare (Yunanca: διαρροή = sızıntı, "akıp gitme") dışkının sık olarak sulu veya yumuşak çıkması durumudur. İshal kesinlikle bir hastalık değil, polifaktöriyel kaynaklı bir semptomdur.Dünyada ishal beş yaşından küçükler arasında ölümün ikinci büyük nedenidir (pnömoniden sonra), yılda 1,5 milyon bebek bu yolla ölür . Az gelişmiş ülkelerdeki bu ölümlerin en büyük nedeni yeterince temiz suyun yokluğu ve atık su arıtma kapasitesinin yetersizliğidir; içme suyuna kanalizasyon suyu karışması da önemli bir nedendir.
İshal birçok nedeni vardır. C vitamini veya magnezyumun fazla miktarda alınmasından da kaynaklanabilir. İnsan ve hayvan sağlığı açısından en önemli sebepler infeksiyöz hastalıklardır. İshalle beraber karın ağrısı, bulantı ve kusma da görülebilir. İshalin bazı özellikleri başka durumlarda da görülebildiği için ishalin tıbbî tanımı günde 200 gramdan fazla dışkı üretimini içerir.
İshal, kalın bağırsağın yeterince sıvı emmemesinden meydana gelir. Normalde, hem sindirim sürecinin bir parçası olarak, hem de sıvı içmekten dolayı, yemek bol miktarda suyla karışıktır. Dolayısıyla kalın bağırsağa varmadan önce sindirilmiş yemek esas olarak sıvı durumdadır. Kalın bağırsak suyu emerek kalan malzemeyi yarı katı bir hale getirir. Kalın bağırsak zarar görmüş veya yangılıysa su emilmesi engellenir ve sulu dışkı meydana gelir.
İshalin en sıkça görülen nedeni viral enfeksiyon veya bakteriyel toksinlerdir. Sağlıklı yaşam şartlarında ve bol gıda ve su olduğunda ishalli olmak dışında sağlıklı olan bir kişi viral bir enfeksiyondan birkaç günde, en fazla bir haftada kurtulur. Buna karşın hastalıklı veya kötü beslenen kişilerde ishal ciddî su kaybına yol açabilir ve tedavi olunmadığı takdirde hayati tehlike oluşturabilir.
İshal ayrıca daha ciddî hastalıkların bir belirtisi olabilir; örneğin dizanteri, kolera, botulizm veya Crohn hastalığı gibi kronik bir duruma işaret edebilir. Apandisit hastalarında genelde ishal olmasa da apandis patlamasının sık görülen bir belirtisidir. Radyasyon hastalığının da bir sonucudur.
Laktoz toleranssız olanlarda beslenme ishal nedeni olabilir.
İshalin tedavisi hastanın kaybetmiş olduğu suyun yerini alacak miktarda ona su almasıdır, tercihan suda gerekli tuz ve bazı besinleri de sağlamış olmak için suda elektrolitler bulunmalıdır. Çoğu kişi için bundan başka bir tedavi gerekli değildir. Ancak, aşağıdaki tip ishallerde genelde tıbbi gözetim önerilir.
İshal dört farklı mekanizma sonucu meydana gelebilir:
Genelde hareket bozukluklarının tanısını koymak zor olduğu için diğer mekanizmalar dışlandıktan sonra kalan tek seçenek olmasıyla varlığına hükmedilir.
Bu yukarda belirtilen mekanizmalar her zaman tek başlarına çalışmazlar. Örneğin enfeksiyonlu ve enflamatuar ishalde emilim bozuklukları hem osmotik ishale hem de aktif su salgılanmasına yol açabilir.
Bu, iki haftadan kısa süren ishaller olarak tanımlanır ve enterit olarak da adlandırılır. Hemen her zaman enfeksiyondan kaynaklanır.
Akut ishalde hastaya güven vermek, yeterince sıvı almasını sağlamak ve beklemek yeterlidir. Ağır vakalarda veya hastalığın nedeninin anlaşılmasının önemli olduğu durumlarda dışkı kültürleri alınır.
En sık görülen organizmalar "Campylobacter" (hayvan kaynaklıdır), "Salmonella" (O da hayvan kökenlidir), "Cryptosporidium" (hayvan kökenli), "Giardia lamblia" (içme suyunda yaşar). Daha ender olarak görülen Shigella (dizanteri) genelde insan kaynaklıdır. Kolera kalkınmış ülkelerde enderdir, genelde kanalizasyon suyunun kullanma suyuna karışmasıyla ilişkilidir. "Escherichia coli" da muhtemelen ishalin çok sık olarak nedenidir ama rutin teknolojiyle tanınması zordur. Bölgeden bölgeye ve ülkeden ülkeye "E. coli" tipleri farklılık gösterir.
Virüsler, özellikle rotavirüs çocuklarda yaygındır. Norwalk virüsü enderdir.
Toksinler ve gıda zehirlenmesi ishalin nedenleri arasındadır. Bunların arasında stafilokok (genelde süt ürünlerini hazırlayan birisinde enfekte olmuş bir yaradan dolayı) ve "Bacillus cereus" toksinleri sayılabilir. Genelde "gıda zehirlenmesi" aslında "Salmonella" enfeksiyonudur. İshalin bir diğer nedeni sindirilemeyen malzeme içeren yiyecek maddeleridir, örneğin olestra.
Parazit ve bağırsak kurtları da ishal yapabilirler ama bununla beraber olarak kilo kaybı, sinirlilik, kızarıklık ve anusta kaşınma da olur. En sık
olarak kıl kurdu (ciddi bir tıbbi sorundan ziyade can sıkıcı bir durumdur). Diğer kurtlar, kancalı kurt, askaris ve tenya tıbbi olarak daha önemlidirler, kilo kaybı, kansızlık, halsizlik ve alerji sorunlarına neden olabilirler. Entamoeba histolytica'nın neden olduğu amip dizanterisi kanlı ishale neden olabilir. Uygun tıbbi bakım gerektirir.
İshalin uzun sürmesi enderdir. Bazı organizmaların neden olduğu ishal yıllarca sürse de uzun vadeli bir hastalık yapmaz. Böyle durumlarda genelde hasta zamanla düzelir ama taşıyıcı olur, yani hasta olmadan enfeksiyonunu sürdürür. Özellikle yiyecek servisi yapanlar ve kurumsal işçiler için bu durum tedaviyi gerektirir.
Parazitler (amip ve kurtlar) mutlaka tedavi edilmelidir. "Salmonella" insanlarda görülen en sık inatçı bakteridir.
Bunlar genelde ciddi tibbi sorunlardır. Emilim bozukluğu (malabsorpsiyon) ince bağırsağın gıdayı ememe sorunudur, bazen sorun pankreastan da kaynaklanabilir.
Nedenleri arasında şunlar sayılabilir: çölyak hastalığı laktoz intoleransı, früktoz emilim bozukluğu, pernisyöz anemi pankreas salgı bozuklukları (kısa bağırsak sendromu radyasyon fibrozu (genelde kanser tedavisinin ardından olur) ve bazı ilaçlar)
İki tip vardır, benzer özellikleri vardır, nedenleri bilinmemektedir:
Spastik kolon sendromu (Huzursuz bağırsak sendromu). Tanımlayan belirtileri: son 3 ay boyunca haftada en az 3 gün süren, dışkılama ile giden karın rahatsızlığı veya ağrısı, anormal dışkı (ishal, kabız veya her ikisi) veya dışkılama sıklığı. . Bu sendromun belirtileri gıda alerjisi, infektif ishal, çölyak ve enflamatuar bağırsak hastalığı gibi çeşitli durumlarda görülebilir. Belirtilere neden olan durumun tedavi edilmesi genelde ishal sorununu çözer. . Spastik kolon sendromu aşırı bağırsak duyarlılığı (visseral hipersensitivite) yapabilir. Tanısı konmamış Spastik kolon sendromu'nin doğrudan bir tedavisi olmamasına karşın onun belirtileri, ishal dahil olmak üzere, beslenme değişiklikleri, çözünür lifler ve ilaç tedavisi ile kontrol altında tutulabilir.
Kronik ishal alkol tüketiminden de kaynaklanabilir. Alkol tüketimi vücudun su emme yeteneğini azaltır. Çok alkol almanın ardından akşamdan kalma durumunun bir belirtisidir. Alkol bağırsak hücrelerinden emilince onların su emme yeteneğini kaybetmelerine ve aksine, su salmalarına neden olur. İshal, alkol detoksifiye edilip sindirim sisteminden atılana kadar, birkaç saat sürebilir. Bu tür ishalin şiddeti ve süresi alınan alkolun miktarı ve fizyoljik farklılıklara bağlıdır.
Jules Dumont d'Urville
Tuğamiral Jules Sébastien César Dumont d'Urville (23 Mayıs 1790, Condé-sur-Noireau – 8 Mayıs 1842, Meudon), Fransız kaşif ve deniz subayı. Keşiflerini güney ve batı Büyük Okyanusu, Avustralya, Yeni Zelanda ve Antarktika çevrelerinde sürdürdü.
Fransa, Meudon yakınlarında, eşi ve oğlu ile birlikte bir demiryolu kazasında yaşamını yitirdi.
Jeff Hardy
Jeffrey Nero "Jeff" Hardy (d. 31 Ağustos 1977), Amerikalı profesyonel güreşçi ve şarkıcı. Şu an WWE isimli şirkette çalışmaktadır.
Hardy'nin güreş dışındaki başlıca hobileri ise Motokros, müzik, resim ve değişik hobilerdi. Hardy şu anda adlı müzik grubunun bir üyesi.
WWE'deki şöhretini kazanmadan önce OMEGA adlı bir federasyonda kardeşi Matt ile boy gösterdi. WWE ile sözleşme imzaladıktan sonra kardeşi ile beraber bazı büyük isimlere maç kaybederek o güreşçiyi yükseltirken kendileri tecrübe kazandı. Takım olarak güreştiklerinde aksiyonlu maçlarda yaptıkları zor hareketlerle ünlendiler. Özellikle TLC maçlarında ünlenen bu takım Lita'nın onlara katılmasıyla Team Xtreme oldu. Hardy 6 kere World Tag Team Kemeri ve 1 kere WCW Tag Team Kemeri kazandı. Ocak 2010 itibarıyla TNA'de yer almaya başlamıştır.TNA onu heel yapınca hayran sayısında düşüş olmuştur.2012 Bound For Glory serisini kazanıp aynı ismi taşıyan PPV'de Austin Aries'i yenerek bir kez daha TNA World Heavyweight Champion olmuştur.Eski güreştiği şirket olan WWE Şubat 2013'te onu mezunlar listesi olarak da bilinen Alumni listesine eklemiştir.
Hardy güreşe girmeden önce çocukluğunda The Ultimate Warrior, Shawn Michaels ve Sting'i örnek aldı. Hardy 16 yaşında WWF'te güreşmeye başladı. İlk maçı 24 Mayıs 1994'te Razor Ramon'a oldu, Razor maçı kazandı. Sonraki gün 1-2-3 Kid'e karşı yaptığı maç 25 Haziran'daki Superstars şovunda yayınlandı. 1997-1998 arası ilk çıkışını yapana kadar diğer güreşçilere yenildi. Hardy bu sırada kardeşi Matt ve birkaç kişiyle beraber trambolin üstünde güreşmeye başladı ve sonunda adı birçok kez değiştirilerek Kuzey Karolina'ya yayıldı. Sonrasında kardeşler ve arkadaşları ACW başta olmak üzere Amerika'nın doğusundaki birçok bağımsız federasyon için güreşti.
WWF'e gelmeden önce kardeşi Matt Hardy Thomas Simpson ile OMEGA federasyonunu açtı. Bu federasyon trambolin üstünde yaptıklarının daha iyi bir versiyo |
nuydu ve Gregory Helms, Shannon Moore, Joey Matthews gibi isimler yer alıyordu. Federasyonda kardeşler birçok değişik karaktere büründü. İkili Nisan 1998'te WWF'ten kontrat teklifi aldıklarında bu federasyon kapandı.
İki kardeş kısa sürede World Wrestling Federation (WWF)'in dikkatini çekti. 1998 yılında kontrat imzalanınca bir süre Dory Funk, Jr. tarafından Funkin' Dojo'da Kurt Angle, Christian, Test, ve A-Train gibi güreşçilerle beraber eğitildiler. Jobber olarak güreştikleri ve sadece canlı şovlara çıktıktan sonra WWF'de debut yaptılar ve akrobatik iki kardeş olan Hardy Boyz olarak tanıtıldılar. 1999'un ortalarında The Brood adlı takımla çekişirken taraflarına Michael Hayes'ı menajer olarak eklediler. İlk WWF Tag Team Championship kemerlerini 5 Temmuz'da The Acolytes takımını yenerek kazandılar, ama bir ay sonra kemeri geri kaybettiler. The Brood takımı dağıldıktan sonra Hardyz takımlarına eski The Brood üyesi Gangrel'i kattılar ve The New Brood olarak Edge ve Christian ile çekiştiler. Bu takım fazla uzun sürmedi. 17 Ekim, 1999 tarihinde No Mercy Hardyz Terri Runnels'ın servislerini Terri Invational turnuvasının finalinde Edge ve Christian ikilisini merdiven maçında yenerek kazandılar.
2000 yılında Hardy Boyz gerçek hayattan arkadaşı Lita'yı menajeri yaptı. Sonrasında bu üçlü "Team Xtreme olarak bilinmeye başladı". Edge ve Christian ile çekişmelerine 2000'in ortalarına kadar devam ettiler ve iki kere WWF Tag Team Championship'i kazandılar. SummerSlam'de Hardy Boyz ilk Tables, Ladders, and Chairs maçında (TLC maçı) Tag Team Championship için Dudley Boyz ve Edge & Christian'a karşı karşılaştılar ama maçı kazanamadılar.
Hardy 2000 ve 2002 arasında yaptığı tehlikeli hareketlerle ve merdiven maçlarıyla dikkat çekti. 2001, Yaptığı tehlikeli hareketlerle WWE'nin en çok risk alan güreşçilerinden birisi oldu. 2001 yılında Hardy tekli mücadelelerde push almaya başladı ve Triple H'i yenerek WWF Intercontinental kemerini, Jerry Lynn'i yenerek Light Heavyweight kemerini, birinde Mike Awesome'u ve diğerinde Rob Van Dam'i yenip iki kez Hardcore kemerini kazandı. 2001 sonlarında Hardy ikilisi kavga ettikleri bir hikâyede yer aldılar ve Lita'nın hakemlik yaptığı bir maçta Vengeance şovunda karşılaştılar. Jeff Matt'i Vengeance'da Matt'in ayaklarının ipte olmasına rağmen yenmesi sonrası Matt Jeff ile Lita'ya karşı saf aldı. Çekişmenin sürdüğü sırada Jeff The Undertaker ile Hardcore kemeri için bir maç yaptı ve kaybetti.. Maçtan sonra The Undertaker Jeff ve Lita'ya saldırarak onları sakatladı. Ondan sonra gelen "SmackDown!" şovunda The Undertaker bu sefer Matt'e saldırarak onu da hikâye gereği sakatlığa uğrattı. Hardys ve Lita onlar için başka hikâye olmadığından Royal Rumble şovuna kadar gözükmedi. Hardy ikilisi bu dönüşten sonra yine takım olarak dövüşmeye başladı ve ayrılıkları bir daha konu olmadı.
Nisan 2002'nin başlarında Brock Lesnar'ın Matt'i demirin üstüne F-5 ile yollaması sonucu Jeff intikam almak için Lesnar ile çekişmeye girdi. Backlash'de Hardy Lesnar ile televizyonda gösterilen ilk maçını yaptı. Lesnar Hardy'i çok fazla döverek nakavt sonucu maçı kazandı. Lesnar ve Hardys çekişmeye birkaç hafta daha devam etti ancak Hardys bir diskalifiye sonucu galibiyet dışı hep yenildi. Judgment Day'de Lesnar ve Paul Heyman Hardys ile maç yaptı, Lesnar Hardy ikilisini dövüp etkisiz hale getirinceye kadar Paul Heyman tag almadı, sonrasında maçı takımına kazandırdı. Temmuz 2002'de Hardy Bradshaw'ı yenerek üçüncü kez Hardcore kemerini kazandı.
Hardy Tag Team maçlarında yıllarca boy gösterdikten sonra The Undertaker ile Undisputed kemeri için bir merdiven maçı yaptı. Hardy maçı kazanamadı ancak Undertaker'ın saygısını kazandı. Hardy bu maçtan sonra William Regal ile WWE European kemeri için birkaç maç yaptı ve kemeri kazandı. Hardy birkaç hafta sonra Intercontinental kemeri ile European kemerinin birleştirildiği maçta Rob Van Dam'e yenilerek kemerini kaybetti ve kemer WWE'den kaldırıldı. Sonrasında Hardys Jeff'in "Raw" şovuna ve kardeşi Matt'in SmackDown!'a draft ile yollanmasıyla ayrıldı.
Ocak 2003'te, Rob Van Dam ve Shawn Michaels'a saldırarak heel (kötü) oldu. Bir ay sonra Jeff Stacy Keibler'ı kötü olan Christian'dan kurtardıktan sonra yeniden iyi oldu. Hardy bundan sonra birkaç kez Shawn Michaels ile takım oldu. Hardy Mart ayında Trish Stratus'u Steven Richards ve Victoria'dan kurtararak onunla beraber oldu. Hardy ile Trish'in ekran önünde yaşadıkları ilişkide öpüşmesi ve maçlarda beraber olması gibi birkaç durum vardı. Bundan kısa süre sonra, 22 Nisan 2003 tarihinde Hardy'nin WWE ile olan kontratı sona erdirildi. Hardy'nin ayrılışına verilen nedenler Hardy'nin izin verilmeyen ilaçları kullanmasına rağmen rehabilitasyona gitmemesi ve şovlarda bulunmamasıydı. Ayrıca Hardy bazı nedenlerden dolayı bir süre dinlenmesi gerektiğini belirtti.
Hardy WWE'den ayrıldıktan sonraki ilk güreş karşılaşmasını 24 Mayıs'da OMEGA federasyonunda yaptı. Eski karakteri olan "Willow the Wisp" adını kullanarak Krazy K ile OMEGA Cruiserweight kemeri için karşılaştı ancak maçı kaybetti. Ayrıca Ring of Honor (ROH) federasyonunda bir maç için gözüktü. ROH federasyonunun 2003'te olan "Death Before Dishonor" şovunda "Willow the Wisp" karakteriyle gözüktü ve bir maske ile maça çıktı. Hardy kısa sürede maskesini kaybetti ve WWE'deki giyim tarzına geri döndü. Hardy bundan sonra Joey Matthews ve sonunda yendiği Krazy K ile olan maçı sırasında "Matt'i istiyoruz!" ve "Sen kovuldun!" tezahüratları ile yuhalandı. Bu yuhalanmalardan sonra Hardy güreşe 1 yıl ara verdi ve Motokros ile uğraştı, bu süre içerisinde pistini tamamladı.
Hardy Total Nonstop Action Wrestling (TNA) federasyonunun 23 Haziran, 2004 tarihli ikinci yıldönümü şovunda AJ Styles ile TNA X Division kemeri için yaptığı maç ile TNA'e geldi. Ayrıca "Modest" adlı kendi söylediği şarkıyı giriş müziği olarak kullandı ve müziği ilk kez yayınlanmış oldu. TNA'de yeni kazandığı lakap "The Charismatic Enigma" oldu. Kid Kash ve Dallas arasında geçen maça karışmasıyla maç sonuçsuz kaldı. Hardy 21 Temmuz'da TNA'e geri döndü ve NWA World Heavyweight kemeri için bir maç ile ödüllendirildi. Hardy 8 Eylül'de kemer için bir maç yaptı ve NWA World Heavyweight şampiyonu Jeff Jarrett'a karşı yaptığı maçı kaybetti. Hardy 2004'ün Ekim ayında NWA World Heavyweight kemeri için olan ve kazananın 7 Kasım tarihindeki ilk aylık izle ve öde şovu Victory Road'da maça çıkacağı turnuvayı kazandı. Hardy Kevin Nash ve Scott Hall'un maça karışması yüzünden Jeff Jarrett ile yaptığı merdiven maçını kaybetti. Bir ay sonrasında Turning Point'de Hardy, Styles ve Randy Savage Jarrett, Hall ve Nash'i yendi. (Kings of Wrestling takımlarının adıydı). Hardy 16 Ocak 2005 tarihinde, Final Resolution şovunda Héctor Garza'nın yerini aldığı maçta Scott Hall'u yendi.
World Wrestling Federation/Entertainment'e dönüşü ve WWE Şampiyonluğu ve ardından Dünya Ağırsiklet Şampiyonluğu ve de ayrılışı 2006-2009
Hardy, 14 Aralık 2008 tarihli Armegeddon PPV'inde Triple H ve Edge ile çıktığı üçlü tehdit maçını kazanarak ilk ve tek WWE şampiyonluğunu kazanmıştır. (28 gün elinde tuttu) Daha sonra Extreme Rules 09' PPV'inde Edge ile karşılan Hardy maçı kazanarak ilk kez World Heavyweigt Champion oldu fakat aynı gece Mr.Money in the Bank olan CM Punk'tan cash-in yedi ve şampiyonluğu aynı gece kaybetti. Punk ile feud içerisine giren Hardy birkaç kez Punk ile karşılaştı fakat kemeri Night of Champions'da 2.kez kazanabildi. Summerslam'da TLC maç türünde karşılan ikiliden kazanarak ayrılan Punk oldu ve 3 kez kemeri kazanmış oldu, aynı gece Undertaker return yaptı ve CM Punk'ı chokeslam'ledi. Hardy o dönemde uyuşturucu olaylarına bulaşmış, WWE'nin performans testini geçememişti. Senaryo üstünde oynamalar yapıldı, Punk ve Hardy bir Steel Cage (kafes) maçında "kaybeden WWE'den ayrılır" koşuluyla WHC kemerinin ortada olduğu maçta karşı karşıya geldi. Maçı kaybeden Hardy WWE'den ayrıldı.
Jeff Hardy 2010 yılında TNA'ya geri döndü. Dönüşünün ardından TNA şampiyonu olur. Ardından IMMORTAL'a katılır ve 2012 yılına kadar kötü adam olur. 2012 yılında tekrar iyi adam olan Hardy bir süre sonra TNA şampiyonluk kemerini Austin Aries'den alır. (Kemeri 147 gün elinde tutar.) Kemeri o dönem TNA'nın baş belası Aces & Eights üyesi Bully Ray'e kaybeder. Kemeri geri almak için 2 hafta boyunca kemer için maç yapar ancak kaybeder. Kemer birçok kişinin eline geçmesinin ardından Aj Styles'a geçer fakat kemeri kazandı sayılmayan Aj Styles itiraz etmesine rağmen kontratı biter ve TNA'dan ayrılır. Kemeri tekrar eline geçirebileceğini düşünen Jeff Hardy de kemer için Magnus'la maç yapar rockstar spud'un maça karışmasıyla Magnus TNA kemerini alır. Sonraki hafta Jeff Hardy, Dixie Carter'a tekrar kemer için maç yaptırmasını ister. Dixie Carter o gece Sting'in maçına katılmasını ister. Eğer maçı kazanırsa Jeff Hardy kemer için maç yapacak kazanamazsa TNA'dan ayrılacaktı. Jeff Hardy maçı kaybeder TNA'dan ayrılır. Ancak tekrar maça çıkmaya devam eder Matt Hardy ile çekişmeye girer ardından Matt Hardy ile maç yapar ve bu maçı Jeff Hardy kazanır. Ondan sonra ise Aj Styles ile maç yapar ve bu maçı kaybeder. Matt Hardy, Reby Sky ile Jeff Hardy tamamen düşman olmuştur. Bu olayların ardından Jeff Hardy, Matt Hardy'nin evine gider ama Matt Hardy, Jeff Hardy'nin kafasında şişe patlatır. ve Jeff Hardy'yi Slammiversary'ye katmıştır ve Hardcore Match yapmışlardır bu maçın sonunda Jeff Hardy kazanmıştır. Matt Hardy maçı kaybettiği için çok üzülmüştür ve sırtı kanamıştır ve ayrıcada ringden ayrılırken ağlamıştır ve Jeff Hardy de bu duruma çok üzülmüştür.
Willow (2013–2014)
Şubat 2014'te garip vinyetler, Hardy'nin OMEGA karakteri Willow'un altındaki TNA'ya dönüşünü yayınlamaya başladı. TNA, Lockdown'da Lethal Lockdown maçında takım MVP'nin bir parçası olarak döndü. Daha sonra, Rockstar Spud'la yüzleşen Impact Wrestling bir sonraki bölümünde göründü. Önümüzdeki haftalarda Ethan Carter III ve Rockstar Spud ile kavga etmeye devam ederek aralarında (Kurt Angle ile Kurt Angle'ın kurduğu Willow Edgar'ın Willow et |
tiği maçta) 27 Nisan'da Willow Edildi ve Angle da kazanacaktı. Maç. Impact Wrestling 1 Mayıs bölümünde Willow, Storm'un hakemi itmesi ve Storm'un rampaya çıkması üzerine James Storm'u diskalifiye ederek yenmişti, Anderson ortaya çıktı ve Mic kontrolüyle Storm'u vurdu. Darwinizm'in 8 Mayıs bölümünde Willow'un Magnus'a karşı oynadığı maç, Drama sırasında sona erdi; Bram, Willow'u alttaki ipe müdahale edip kelepçeledi ve metal bir turnbuckle ona vurmaya başladı. Impact Wrestling 15 Mayıs bölümünde Willow, hem Magnus hem de Bram'ı bir handikap maçında iki karşılaşmada yenerek yenerek oynadı. Impact Wrestling 22 Mayıs bölümünde Willow, Magnus'u Falls Count Anywhere match karşısında bozguna uğrattı. Impact Wrestling'in 5 Haziran bölümünde Willow, Magnus ringe geldiğinde Steel Pry Bar ile saldırıya geçtiğinde DQ ile Bram karşıtı maçını kazandı.
Brother Nero (2016–2017)
Etki Güreşi'nin 12 Ocak 2016 bölümünde Hardy, Ethan Carter III'ün katıldığı ve TNA Dünya Ağır Siklet Şampiyonasında bir fırsattan mahrum eden bir bölümde ring içi dönüşünü yaptı; bunun yerine Hardyn ile yüzleşmek için Shynron'u ortaya çıkararak maçı kazandı. Darwinizm'in 26 Ocak bölümünde, Hardy, maçın başlayacağı Eric Young ve Bram tarafından yapıldığı için, TNA Dünya Ağır Siklet Şampiyonası için kötü Matt Hardy'ye karşı bir meydan okudu.
Hardy, Matt Hardy ve Ethan Carter III'ün yer aldığı şovun ana olayında TNA Dünya Ağır Siklet Şampiyonası için üçüncü meydan okuyucuyu belirlemek için bir maçta kazanan bir çaba karşısında Eric Young'la yüzleşen Impact Güreş 15 Mart bölümünde dönüşünü yaptı. Ancak Eric Young ve Bram'ın müdahalesi sonrasında kaybetti. Maçtan sonra, Drew Galloway Feast or Fired evrak çantasında para ödülü kazandı ve Matt Hardy'yi TNA Dünya Ağır Siklet Şampiyonasını ele geçirmek için mağlup etti.
Impact Wrestling'in 12 Nisan bölümünde Jeff kardeşi Matt ile yüzleşti, Matt, Jeff'in Hardy adına layık olmadığını ilan ettikten sonra. Matt, Jeff'e bir Tam Metal Mayhem maçı önermekle birlikte, Jeff'i I Çıkma maçına iterek ertesi haftanın Etki Güreşinde yer almasını istedi. Ana olayda, Jeff, Drew Galloway ile takımı kaybetme çabasıyla Matt Hardy ve Tyrus'a bir tag team kurarak, kazanan Hardy'nin bir sonraki hafta Impact Wrestling eşleme türünü alacağı şartına uyuyor. Impact Wrestling konusunda ertesi hafta, Jeff, Quit maçında Matt ile karşılaşacaktı, ki bu da hiç kimseye devam edemeden bir yarışma yapmadı. Darbe Güreşi'nin 10 Mayıs bölümünde, Hardy, James Storm'la bir Çürüyen Willow sonra Hardy'yi dağıttı. Maçtan sonra Hardy Sahtekâr Willow Sahnesi'nde sahne arandı ve Willow kıyafeti giymiş üç farklı kişi tarafından saldırıya uğrayacaktı. Impact Wrestling 17 Mayıs bölümünde Hardy, yenilgiye uğrattığının bir maskesini çıkarmaya çalışırken nihayetinde başka bir İmpater Söğüt tarafından saldırıya uğramak için İthalatçı Söğüt'ünden biriyle karşı karşıya kalacaktı; daha sonra İlerleyen Willows liderini ortaya çıkaracaktı. Kimin şimdi "broken" Matt Hardy olduğu ortaya çıkarılacak Imposter Willows. Impact Wrestling 24 Mayıs bölümünde Jeff, Slammiversary'de Matt'e karşı bir Full Metal Mayhem maçı kazanmak için 2 Numaralı Handikap Merdiveni maçı kazandı. 12 Haziran'da Slammiversary'de Jeff Matt'i yendi. Darbe Güreşi'nin 5 Temmuz bölümünde Matt, Hardy adını kullanmanın yasaklandığı Hardy hanesinde geçen final maçına Jeff'e meydan okudu. 5 Temmuz'da Broken Matt Hardy tarafından "Son Silme" kazandı ve Jeff'in Hardy adını bırakması ve "Brother Nero" ya geçmesi için baskı yapması sağlandı (Matt'ın orta adı Nero'dan türettiği yeni takma ad). Maçtan sonra Matt, Matt'e cesaretini kanıtlamak için bir dublör yaparken, Jeff'i (kayfabe) motosikletine çarparak Jeff'i kırmak için hafta sonra uğraşmayı deneyecekti.
Impact Wrestling'nin 11 Ağustos bölümünde Jeff ve Matt, The Tribunal yenerek. Daha sonra, Jeff sonunda The Tribunal üyeleri üzerinde Kaderin Birleşmiş Hikayeleri'ni çalıyordu. Ardından başka bir masaya Swanton Bomb uygulamasını yapmadan önce Al Snow'ın üst ipi üzerine bir masa atarak ilerledi ve süreç içinde delirdi. Matt güldü ve Jeff ona katıldı, onun Brother Nero olduğunu ve Matt'in Jeff'in kırıldığını ilan ettiğini itiraf etti. Etkili Güreş 18 Ağustos bölümünde, Broken Matt ve Brother Nero ekibi, "Yükseliş Cehenneme" Ölümcül Dört Yönlü Bir Numaralı Bir Rakibin Merdiven Maçında Bromanlar, Mahkeme ve Helms Hanedanı'nı (Trever Lee ve Andrew Everett) bozguna uğrattı TNA Dünya Takım Ekibi Şampiyonaları için Çürümeye meydan okuma fırsatı. Matt merdivene tırmandı ve Nero'nun merdivenden atlayıp Trevor Lee'ye kurban ederek sözleşmeyi yakaladı.
Sonraki haftalar boyunca Hardys Decay ile çatışacak ve 8 Eylül'de Brother Nero'nun Matt'i Abyss'den kurtarmak için kendini feda edeceği "Delete or Decay" adı verilen Hardy bileşiminde yapılan bir maçta Decay ile karşı karşıya kaldı. Bound for Glory'de "Broken" Matt Hardy ve Brother Nero, Matt'ın Brother Nero'ya "bağımlılığı" na maruz kalmasına ve Crazzy Steve'de bir Swanton Bomb gerçekleştirmesine izin verdikten sonra "Büyük Savaş" olarak adlandırılan şeyde Çöküşü yendi ve TNA kazandı. Tag Team Championship'i ikinci kez tekrarla. Maç sırasında, Brother Nero, önceden kaydedilmiş sahne arkasında savaş sırasında Willow ve onun Hardy Kişiliğini göster Itchweed "dönüştü".
Darwinizm'in 3 Kasım bölümünde, Hardys'in the Tribunal karşı kendi tag team başlıklarını başarılı bir şekilde savunduktan sonra, Brother Nero ve Matt, DCC olarak bilinen bir üçlü tarafından saldırıya uğradılar. Onu forkliftten attıktan sonra Matt acı amnezi geçirdi. DCC ile ve Matt'in hafıza kaybıyla uğraşırken Jeff gerçek adını kullanmaya geri döndü ve takım için iki başlık taşıdı. O, Dünya Şampiyonu Eddie Edwards ile 3'lü 2'lik bir takımda DCC'ye karşı bir maç çıkaracaktı, sadece kaybedecekti. Impact Wrestling 24 Kasım bölümünde Jeff, DCC'yi, karakoldaki herkesi kendisine karşı savaşmak için zorladı. DCC, James Storm ve Kingston'un diğer üyeleri tarafından defalarca müdahale edilen hiçbir diskalifiye maçında Bram ile karşılaşacaktı. Fırtına, Jeff'i Son Çağrı ile vurdu ve Bram'ın Şampiyonanın Daha Yüksek Tarafıyla maçı kazanmasına izin verdi. Impact Wrestling'nin 1 Aralık bölümünde Jeff, kulis arkasından röportaj yaparak kardeşi gelmemiş olsa da DCC ile karşı karşıya kalacağından emin oldu. Kardeşinin yanına geldiğinde yanında değildi ve yalnızmış olduğu düşünülürse DCC tarafından abartılıyordu. Bununla birlikte, DCC'nin giriş teması oynamaya başladı, üyelerine dikkatini dağıttı ve ışıklar tekrar yanmaya başladığında Matt çıktı ve karaya saldırdı. Mizahi bir şekilde, Jeff, "Brother Nero'ya, geldiğinizi biliyordum" alıntı yaparak Matt'e "Brother Moore" olarak atıfta bulundu. Jeff, Bram ve Kingston'a karşı bir tag team şampiyonasında, Brother Nero persona geri döndü; Matt, Kingston'ı başarıyla savundu.
4 Mart 2017'de Hardy, Manhattan Mayhem VI'da Ring of Honor'a döndü ve kardeşiyle bir araya geldiğinde ROH World Tag Team Championship için The Young Bucks'ı mağlup etti. Daha sonra 1 Nisan'da Supercard of Honor XI'da bir merdiven maçında The Young Bucks'a kaybettiler. Maçtan sonra Jeff, ringde kalıp "Solgunluğumuz ortadan kaybolacağız ve eskimiş olarak sınıflandırdık" dedi. "," Broken "karakterlerine saygı göstererek. Maçın ardından hem Matt hem de Jeff Hardy'nin sözleşmelerinin geçerliliğini olduğunu söyledi.
Kardeşi Matt ile birlikte Jeff, 2 Nisan'da WrestleMania 33'de Sürpriz bir dönüş yaptılar ve WWE Raw Tag Team Championship için merdiven maçında son dakika katılımcıları olarak yer aldılar takımları karşısında Luke Gallows. Ve Karl Anderson Cesaro Sheamus ve Enzo Amore ve Big Cass. Hardy Boyz, WrestleMania'da Jeff'in ilk galibiyetinin yanı sıra WWE'de sekizinci tag team unvanını da kazanan galip geldi.
Jerry Garcia
Jerome John "Jerry" Garcia (d. 1 Ağustos 1942 – ö. 9 Ağustos 1995) psychedelic rock grubu Grateful Dead'in gitaristi ve vokalisti. Adını besteci Jerome Kern'den alan Garcia, müziğe ilk önce banço ve piyano da başladı ve sonra gitara yöneldi. Dokuz yaşında sağ orta parmağının kardeşi Clifford Garcia ("Tiff") tarafından kaza sonucunda kesilmesine rağmen, ilerde çok telli enstrümanların ustası olmayı başardı.
Jennifer on My Mind
Jennifer on My Mind, Roger L. Simon yapıtından uyarlanan 1971 yapımı 90 dakikalık Amerikan filmi. Filmin yönetmeni Noel Black'tir.
Ünlü
Ünlü sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir:
Jaklin Çelik
Jaklin Çelik, (1968, Diyarbakır, Merkez, Hançepek (Gâvur ) Mahallesi) yazar.
İlk öykü kitabı “Kum Saatinde Kumkapı” 2000 yılında Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı, 2001’de İngilizceye çevrildi. (Stories From The Sandgate) Bu kitaptaki öyküleri, bireyin her türden kimliği aşarak gelse de konjonktürel olarak kimlik bilgisine kolayca eklenebilen ortak deneyimlerine odaklanıyordu. Çelik, öykülemeye büyüdüğü Kumkapı'dan başlıyor, ancak bu kadarla yetinmeyeceğinin işaretlerini daha ilk öykülerinde veriyordu. Her türden yoksunluk ve uzaklık duygusunu büründükleri klişelerden uzaklaştırarak işliyordu. Çelik'in ikinci öykü kitabı “Yılanın Yolu” 2003’te yayınlandı. Bu kitaptaki on öyküde temelde sorguladığı, insanın toprakla, doğayla ve doğanın bir parçası olan kendisiyle kurduğu ilişkilerdi. Öykülerinin geldiği aşamada Çelik adeta insandan mesafe almış, antroposentrik bakışın dışına taşmaya başlamıştı. Kahramanlarını başlarına gelen küçüklü büyüklü, acı tatlı olaylar etrafında gözlemliyor, onlara fazlaca yaklaşmamaya özen gösteriyordu. Çocuklar için yazdığı “Öykülerle ABC” Adam Yayınları tarafından 2004’te yayınlandı. 2005'te Çitlembik Yayınları’ndan çıkan kitabı “Kaçak Yolcu”da ise gezilerini kaleme aldı. Öykülemedeki deneyimini gezi yazılarına yansıtan Çelik'in bu kitabı Anadolu'nun 55 şehrine yaptığı yolculuklardan artakalanları aktarıyor,"taşra"nın dönüşümünü resmediyordu. Çelik'in öykülerinden bir seçki de Lis Yayınları tarafından 2007’de Kürtçeye çevrilerek “Jiyanê Lı Îstasyonê Dest Pê Kır” (İstasyonda Başladı Hayat) adıyla yayınlandı.
2011 yılında İletişim Yayınları'ından çıkan “Öfkenin Şen |
liği”, Çelik’in ilk romanı. Kitabın konusu en genel anlamıyla 1915. Çelik, 1915'te olanların “olay ânı”ndan bugüne kadar yaşamış üç kuşağın kendisini anlama ve bu dünyada, ülkede konumlama, kendisiyle ilişki kurabileceği bir zemin üretme bağlamında nasıl bir işlevi olduğunu sorguluyor. Geçmişi yeniden öykülendirerek, bir bakıma tarihi yeniden yazmak yerine, geçmişin esasen tarihsiz olan bir günde/bugünde nasıl yaşadığını anlamaya çalışıyor. Onu bir zemin değil, bir karakter olarak dahil ediyor. Dolayısıyla tarihsel anlatılardan bilinçli olarak uzak duruyor. Ramela adlı annenin Deyruzzor'da ikinci kez Ayşe olarak vaftiz ettiği kızı Şake ve yanında İstanbul'a getirdiği, ama hayatta tutamadığı Mari, romanın başlıca karakterleri. Romanın bir diğer karakter dizisi ise en genel tanımıyla sıçanlar. Ramela'nın yalnız başına yaşadığı ahşap evin istenmeyen sakinleri sıçanlarla arasındaki “muhabbet” aracılığıyla Çelik, bir klişe olarak gördüğü “öteki” kavramını da bir tür “itiraf”olarak konumlandığı ayrıcalıklı yerinden söküp alıyor. Çelik'in hikâyeyi bugüne taşımak için romana dahil ettiği bir başka karakter ise isimsiz, cinsiyetsiz ve handiyse milliyetsiz bir üçüncü kuşak temsilcisi… Geçmişin emaneti bir tutam saçla ne yapacağını bilemeyen, sadece etrafında yaşananlara değil, kendi tecrübesine de ironi ve antidepresanlarla ördüğü güvenlikli konumundan bakan bu karakter, Ramela’nın evi üzerindeki tasarrufuyla “şimdiki zaman”a hapsediyor kendini.
Tobey Maguire
Tobias Vincent Maguire (d. 27 Haziran 1975, Kaliforniya), Amerikalı oyuncu. Örümcek Adam film serisinde başrolü oynamıştır.
Tobias Vincent Maguire yani Tobey Maguire, ABD'nin Kaliforniya eyaletinin Santa Monica bölgesinde 1975 yılında 27 Haziran tarihinde dünyaya geldi. Annesi Wendy Brown, sekreterlikten senaristlik ve yapımcılığa geçmiştir. Babası Vincent Maguire ise bir mimardır. Tobey Maguire'ın anne ve babası, kendisi daha 2 yaşındayken boşanmışlar ve Maguire çocukluğunu şehirden şehire yolculuk yaparak geçirmiştir. Annesi kendisini drama okuluna yazdırmak için 100 dolar teklif etmiş ve Maguire kabul etmiştir. Aslında onun isteği babasının başka bir işi olan aşçılıktır.
6. sınıfta oyunculuk dersleri almıştır. İlk yılında yüksek okulu terk etmiş ve asla dönmemiştir.
Tobey Maguire ilk olarak Eeire indiananın (ürkünç indiana) bir bölümünde göründü daha sonra 15 yaşındayken Whoopi Goldberg'in Nickelodeon'da hazırlayıp sunduğu Tales From the Whoopi programında göründü. Kendisinin ilk sinema deneyimiyse 1989 yılında bir repliğinin bile olmadığı "The Wizard" filmi ile oldu. Aslında Maguire 2002 yılına kadar neredeyse çocuk ve genç rollerinde çıktı. Buna karşın The Wizard'ın ardından yirmili yaşlarındayken reklam fimleri ile TV dizi ve filmlerinde rol aldı. Birçok yıldızla da örneğin Chuck Norris ("Walker, Texas Ranger"), Roseanne Barr ("Roseanne"), ve Tracey Ullman ("Tracey Takes On...") gibi sanatçılarla tanışmış oldu. Kendisi aynı zamanda FOX TV'nin "Great Scott" adlı yapımında başrol oyuncusu oldu. Buna rağmen dizi 5 hafta sonra yayından kaldırıldı.
Daha sonra o zamanlar da genç bir oyuncu olan Leonardo DiCaprio ile tanışan Tobey, onun yardımlarıyla biraz daha ileri gitmeyi başardı. Parenthood isimli TV dizisinde birlikte oynadılar. Ardından başrolünü Akademi Ödüllü oyuncu Robert De Nironun oynadığı "This Boy's Life" filminde rol aldı. Maguire alkolle mücadeleye de katıldı ve alkol problemlerini çözmeye çalıştı.
Uma Thurman ile oynadığı bir kısa filmle Akademi Ödülüne aday olunca, bu kendisine biraz daha şans getirdi. Daha sonra Ang Lee'nin Kevin Kline ve Sigourney Weaver'ı başrolde oynattığı Buz Fırtınası isimli filmde rol aldı. Bu rolü ile övgü alan aktör, aynı yıl Woody Allen'ın Deconstructing Harry isimli filminde de oynadı. Üç dalda Oscar'a aday olan Pleasantville filminde yer alan aktör, 1999 yılında Hunter S. Thompson'un hikâyesinden yola çıkarak çekilen bir Terry Gilliam filminde otostopçu rolünde göründü. Daha önce Joyride filminde birlikte oynadığı Benicio Del Toro ve The Ice Storm'da birlikte oynadığı Christina Riccinin yan sıra Johnny Deppin de rol aldığı film olan "Fear and Loathing in Las Vegas"da rol aldı. Michael Douglas ve Frances McDormand'lı "Wonder Boys" filmindeki "James Leer" rolü ile yine övgü aldı. Şansı gittikçe açılmıştı. Özellikle başarılı ve Akademi Ödüllü oyuncu ve yönetmenlerle çalışan Tobey Maguire bu defa Sam Raimi'nin dikkatini çekince daha büyük bir yer edindi sinema dünyasında.
"Seabiscuit" filmindeki başarılı rolünün ardından, Kediler ve Köpekler isimli filmde seslendirme yaptı. 2006 yılında ise "The Good German" filmindeki rolü ile de çok konuşuldu. Kendisi daha sonra bazı filmlerin yapımcılığını da yapmaya başladı.
3 Eylül 2007 tarihinde uzun süredir nişanlısı olan Ron Meyer'in mücevher tasarımcısı kızı Jennifer Meyer ile evlenmiştir ve 2006 yılında dünyaya gelmiş olan bir kız çocuğu sahibidir. On dört yıla yakın bir süredir vejetaryendir ve vegan olmaya çalışmaktadır. Örümcek Adam serisinin ilk filminde kendisi ile oynayan Kirsten Dunst ile hakkında aşk söylentileri çıkmıştır. Bir basketbol hayranı olan Maguire, aynı zamanda "The Ellen Degeneres Show" ile American Idol programlarına da hayran olduğunu belirtmiştir. Kendisi aşçı olmamasına rağmen yemek pişirmekten zevk almakta ve yoga yapmaktadır. Örümcek Adam serisinin devam filmleri için 26 milyon dolar almıştır. Leonardo DiCaprio ve Kirsten Dunst ile iyi arkadaş olan Maguire, satranç oynamaktan da zevk alıyor.
Jedi sayım fenomeni
Ceday sayım fenomeni (İngilizce: "Jedi census phenomenon"), 2001 yılında gerçekleşen halk hareketi. Ana dili İngilizce olan bazı ülkelerin vatandaşları, nüfus sayımında dinlerini Yıldız Savaşları filmlerinden esinlenerek "Ceday" veya "Ceday Şövalyesi" olarak kaydetmiştir. Avustralya Yıldız Savaşları Topluluğu başkanı Chris Brennan'ın verdiği bir röportaja göre, kendilerini Ceday olarak algılayanların çoğu bu olayı bir şaka olarak gerçekleştirmiştir.
Ceday dinine bağlı olan en az bir kilise gerçekten bulunmaktadır. 2007 yılında iki kardeş olan Barney Jones ve Daniel Jones Holyhead, Anglesey, Galler'de otuz üyeli bir kilise kurmuşlardır. Bu kilisenin amacı Ceday prensiplerini uygulayarak hayat standartlarını yükseltmektir.
Kampanya, yeterli sayıda insanın nüfus sayımında din hanesini "Jedi" olarak doldurmaları halinde Jedi inancının devlet tarafından resmen din olarak tanımlanacağını belirten, çoğunlukla organize olmayan biçimde gönderilmiş e-postalar yoluyla yürütüldü. Gönderilen e-postalarda din hanesini "Jedi" olarak doldurmak için sebebin ""Star Wars"'u sevmek" veya "sadece insanları kızdırmak" olduğu belirtilmişti.
FremantleMedia
FremantleMedia idol yarışmaları, The X Factor ve Star Search gibi reality yarışmaları yapan kuruluştur.
Doz yanıt ilişkisi
Doz yanıt ilişkisi (doz etki ilişkisi, maruziyet yanıt ilişkisi) (İngilizce: dose-response relationship), maruz kalınan (doz) bir madde miktarı ile sonuçta görülen vücut işlevleri veya sağlık değişiklikleri (yanıt) arasındaki ilişkidir.
Biyolojik organizmanın toksik bir maddeye yanıtı, maruz kalınan miktara göre değişebilir. Örneğin düşük oranda karbon monoksit hafif baş dönmesi yaparken, büyük bir doz ölümcül olabilir.
Türkstar (yarışma)
Türkstar, Popstar Türkiye'nin 1. sezonun ardından Kanal D'den ayrılıp, Show TV'ye geçmesiyle 1. sezonun jüri üyeleri (Armağan Çağlayan, Ercan Saatçi, Ahmet San ve Zerrin Özer) ile oluşturulan idol yarışması. Programın sunuculuğunu ise Haldun Dormen ve Seray Sever yapmıştır. Bununla birlikte Türkstar ilk ve son sezonunu yapmıştır. Armağan Çağlayan ise daha sonra yapılmaya devam eden Popstar ve Popstar Alaturka yarışmalarında jüri olarak görev almaya devam etmiştir.
Jaipur
Jaipur veya Caypur (Hindi: जयपुर, Urduca: جے پور), popüler adıyla Pembe Şehir, Hindistan'ın Racasthan eyaletinin başkenti. Şehir 1728 yılında Mihrace Sawai II. Jai Singh tarafından kurulmuştur. 2011 yılında şehrin nüfusu 3.910.570 kişiye ulaşmıştır.
Leesburg
Leesburg, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan bazı yerleşim yerlerine verilen isim:
Lümpen proletarya
Lümpen (Almanca: "Lumpenproletariat", "proletarya yığını"; "pejmürde proletarya"), başlangıçta Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından ikinci ünlü ortak çalışmaları "Alman İdeolojisi"`nde (1854) icat edilen terim.
Marx'a göre, lümpen proletaryanın devrime katılmak için özel bir nedeni bulunmuyordu, ve hatta, var olan sınıf yapısının korunması çıkarlarına daha uygundu, çünkü lümpen proletarya hayatı sürdürebilmek için genellikle burjuva ve soylu sınıfa (aristokrasiye) bağımlıydı. Lümpen sınıf, tüketim alışkanlıklarının esir aldığı; tüketme dışında, başkasının üretimini mirasyedi misâli tüketen; mevcûdiyetlerinin hiçbir anlamı olmayan, irâdelerinin üzerine yatarak münzevileşmeyi tercih eden; hiçbir duruşu, tavrı, projesi olmayan insanlardan oluşmaktaydı.
Marks daha sonra bu terimi eserlerinde yorumlamıştır. Marks'ın Louis Bonaparte'ın 18. Brumaire'i (1852) adlı eserinde verdiği "Bütün sınıflar tarafından istenmeyenler" tanımına dolandırıcılar, itimat hilebazları, genelev sahipleri, çaput ve kemik tüccarları, laternacılar, dilenciler ve toplumun diğer kimsesizleri de dahildir. Buna göre Marx lümpen proletaryayı devrim karşıtı bir güç olarak görüyordu.
Lümpen sözcüğünün Türk Dil Kurumu online sözlüğündeki açıklaması aşağıdaki gibidir:
1 . Marksçılık akımına göre toplumsal sınıf bilinci olmayan.
2 . İçinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı düşen, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla itici olan; mensup olduğu sınıfın insanlarından kendini üstün göstermeye çalışan, bu yolda itici tavır ve tutum sergileyen, büyük bölümü işçi sınıfından oluşmuş insanlar.
Kişinin yetiştirilme tarzı, maddi imkansızlıklar ve sosyal çevrenin en olumsuz etkileri ile ortaya çıkacak olan karakterdir, kötü kişisel gelişimin en göze batan örneğidir, ergenlik döneminin başlarında fark edilmek için sergilediği itici davranışları, ilerleyen yaşlarda; sahip olamadığı maddiyatı sahipmiş gibi gösterebilmek, ol |
madığı halde bilge, entelektüel bir kişiliğinin olduğunu kabullendirebilmek şeklinde değişiklik göstermeye çalışan tip.
Fluxbuntu
Fluxbuntu, Fluxbox masaüstünü kullanan (Pencere Yöneticisi), Ubuntu tabanlı bir linux dağıtımıdır. KDE ve GNOME'a göre daha hafif, hızlı ve daha performanslıdır. Fluxbuntu, 2.6.15 Linux çekirdeğini kullanır. İnternet tarayıcı olarak Dillo, dosya tarayıcısı olarak Rox Filer, konsol emülatörü olarak da Eterm kullanır.
Minimum Sistem Gereksinimleri:
CPU: Pentium II 233
Ram: 96 MB
Şamot
Şamot, ateş tuğlası ve yüksek derece sıcaklıklara dayanıklı diğer eşyaların yapımında kullanılan bir kil türü. Fırında kaldığı sürece koruduğu dayanıklık nedeniyle, boru ve benzer çömlek parçaların üretiminde kullanılır. Geleneksel tuğla kiline nazaran, taş halinde derin madenlerden elde edilir.
Kool Savaş
Kool Savaş (Aachen, 10 Şubat 1975), Türk asıllı Alman rap müzisyeni. Aslen Çorum'ludur.
Gerçek ismiyle Savaş Yurderi, müzik kariyerine "Juks" ismiyle başlamış ve o yıllarda şarkılarında daha çok İngilizce'yi kullanmıştır. İlerleyen yıllarda Kool Savas ismini alıp şarkı sözlerini Almanca yazmaya başlamış ve "Masters of Rap", "Westberlin Maskulin" gibi gruplarla birlikte adını duyurmuştur. Bu dönemde bağlı olduğu müzik şirketiyle anlaşmazlığa düşünce, halen faal olan şirketi Optik Records'u kurmuştur. Bu şirketle birlikte Eko Fresh'i keşfetmiş ve gelecek vadeden birçok rap müzisyenine işaret etmiştir. Bunlar arasında Kool Savas'ın birçok müziğinin yapımcısı, aynı zamanda kız arkadaşı olan "Melbeatz" ve kardeşi "Sinan" gibi isimler de yer alır. Albümlerinde yerli, yabancı birçok isimle çalışmakla birlikte en yakın olduğu isimler: Azad, Master of Rap, Samy Deluxe ve Lumidee'dir.
Kool Savas Geschwister-Kardeşler(1997) adlı filmde oynamıştır
ve South Park´ta Hölle auf Erden bölümünde Biggie Smalls'ın sesini seslendirmiştir.
Çakır
Çakır bir yer adıdır ve şu anlamlara gelebilir:
"ayrıca;"
Çakır bir soyadıdır ve şu anlamlara gelebilir:
Moderatör
Moderatör, Türkçede tam karşılığı yönlendirici, olay yöneticisidir. İnternette sıkça karşılaştığımız bu mevki standart olarak User/Kullanıcıdan 1 kademe üsttedir. En çok kullanım alanı forumlar ve IRC kanallarıdır. Forumlarda konu silme, düzenleme, kilitleme vs yetkileri bulunur.
Admin
Co Admin
Yönetici
Süper Moderatör
Moderatör
Üye
Merhaba, Anne!
Hi, Mom!, başrolde Robert De Niro'nun yer aldığı 1970 yapımı Amerikan filmi. Filmin yönetmeni Brian De Palma'dır. Seyirciye birçok kavramı sorgulatan film, içindeki "Be Black Baby!" projesiyle akıllara kazındı. Greetings filminin devamı niteliğindedir.
Boş işlerle uğraşan Vietnam gazisi Jon Rubin (Robert De Niro) New York'a geri döner ve Greenwhich Villagede bir daire kiralar. Amacı kamerasıyla karşı binadakı komşuların özel yaşamını çekmekttir. Bu sayede porno film endüstrisine dahil olacağını düşünen Rubinin isteği 2 bin doları da almaktır fakat fazla iyi bir görüntü yakalayamamış olan Jonun aklına bir fikir gelir ki, karşı binadaki bir kadını baştan çıkarmak. Sözde Jon Rubin, internet servisinden biriyle tanışmıştır, fakat hata olmuş ve yanlışlıkla Judy Bishop (Jennifer Salt)ın yaşadığı yere gelmiştir. Judy'yi akşam kendisiyle çıkmaya ikna eden Jon, planladığı gibi Judy'yi etkiler. Ertesi gün kamerasını hazırlar, artık planını kurmuştur. Zamanı geldiğinde Judy'nin evine gidecek, onu baştan çıkartacak ve onun haberi olmadan onunla olan özel görüntülerini kamerayla kaydedip, satacaktır. Fakat işler beklendiği gibi yürümez ve yanlışlıkla alt komşuyuda kamera çekince, Jon para kazanamaz. Bu olayın ardından kamerasını bir televizyon ile değiş tokuş yapan Rubin, 8 mmlik belgesel tadında çekilen ve afro-amerikalıların insanlara "ABD'de siyah olmak nasıl bir duygu?" diye sorduğu "Be Black Baby!" isimli oyunda kendisini New York polisini oynarken bulur. Bu sırada Judy ile olan ilişkisinide bırakmamıştır.
Be Black Baby'e hazırlanan adamın cinsel organının göründüğü sahne silindikten sonra (bazı versiyonlarda yer almaktadır) X (sadece yetişkinler) yerine ABD'de ve Kanada R alan film, cinsellik içeren görüntüler, şiddet ve küfürlü sahnelerden dolayı 18 yaş ve üzeri yaş grubuna hitap etmektedir. Fakat Greetings filmi orijinal olarak X ile çıkmıştı.
Greetings (1968) filminin devamı olan film, Porgy and Bess (1959) ve David and Lisa (1962) filmlerine, Peyton Place dizisine gönderme yaparken, A Decade Under the Influence isimli belgeselde ise bir sahnesi yer almıştır.
Çilekeş (müzik grubu)
Çilekeş, 2002 yılında kurulan Türk rock grubu.
2000 yılında Görkem Karabudak, Ali Güçlü Şimşek ve Cumhur Avcil tarafından Ankara'da kuruldu.İlk konserini Kasım 2002’de Ankara Saklıkent’te gerçekleştiren Çilekeş, 2003 ve 2004 yıllarında verdikleri konserlerle önce Ankara’da dikkatleri çektiler. 2003`ün Mayıs ayında önlerinde gerçekten önemli bir fırsat olduğunu henüz bilmedikleri Fanta "Genç Yetenekler Aramızda" yarışmasına katıldılar. Ön elemeleri aşan Çilekeş, İç Anadolu Bölgesi Finali`nde canlı performansıyla beğeni toplayarak Türkiye Finali`ne katılmaya hak kazandı. Grup, yarışmanın Türkiye Finali`nde Melih Kibar, Meltem Taşkıran, Teoman, Levent Yüksel, Engin Akıncı`dan oluşan jüri önünde yine canlı performansıyla yarışmayı kazandı.
Bu gelişmenin ardından daha büyük organizasyonlarda, daha geniş kitlelere ulaşmaya başlayan çilekeş konserlerin yanında albüm çıkarma fikrini aklına koydu ve yeni parçalar yaparak bir demo hazırladı.
Canlı performanslarıyla gözdolduran grup, yarışmanın arkasından davet edildikleri ve 17 şehri kapsayan Türkiye turnesinde Candan Erçetin, Beyaz, Harem ve Nev ile birlikte yaklaşık 350.000 kişiye ulaşma fırsatı yakaladı. Böylece büyük çapta bir turneye çıkan ilk amatör grup oldular ve henüz ilk albümleri çıkmadan kayda değer bir dinleyici kitlesi yakalamayı başardılar.
Prodüksüyonuna 2005`in Mart ayında İTÜ MIAM`da davullları kaydederek başladıkları ve özellikle üniversite gençliği tarafından dört gözle beklenen ilk albümleri “Y.O.K.” Volkan Başaran’ın prodüktörlüğünde Haziran 2005’te ONAIR tarafından yayınlandı. Şarkıların söz, beste ve düzenlemelerinin tümünün Çilekeş’e ait olduğu albümde Rap müziğin yükselen ismi Fuat, Kurban grubunun davulcusu Burak Gürpınar ve alternatif müziğin önemli ismi Aylin Aslım da birer şarkıda konuk müzisyen olarak katıldılar.
İlk albümün ardından Türkiye'de ve yurtdışında birçok festivalde yer alarak canlı performanslarıyla göz doldurdular. Türkiye'de çok az konser verilen şehirlerde bile birçok defa çalarak, sayısız konser verdiler.
Çilekeş, 2008'in Nisan ayında ikinci stüdyo albümü "Katil Dans" ı yayınladı. Prodüktörlüğünü Tarkan Gözübüyük'ün yaptığı albüm P.İ. müzik etiketiyle yayınlandı ve dağıtımını E.M.I. üstlendi. Albümde Çilekeş'e konuk sanatçı olarak Korhan Futacı (Akrep - sax) ve Şebnem Ferah (Pervazda Tatil - vokal) birer parçada eşlik etti.
"Katil Dans" Rolling Stone dergisi tarafından 2008 yılının en iyi albümü seçilmiştir.
Grubun 3. "Histeri Çalışmaları" adlı albümü 2010 Haziran ayının ilk haftası yayınlanmıştır. Albüm grubun internet sitesinden ücretsiz olarak indirilebilmekte ya da satın alınabilmektedir.
Sean Paul
Sean Paul Ryan Francis Henriques (d. 9 Ocak 1973, Kingston), Jamaikalı DJ, dancehall ve reggae şarkıcısıdır.
Sean Paul, Jamaika'nın Kingston şehrinde doğdu. Sean Paul hayatının ilk yıllarını rahat bir şekilde Jamaika'nın kuzeyinde doğduğu yerden birkaç mil uzakta olan Saint Andrew Parish şehrinde geçirmiştir. Sean Paul okulunu bitererek ünlü olmuş bir şarkıcıdır. Babasının adı Garth Portekiz Yahudisi ve Afrika kökenli, annesi Frances ise İngiliz ve Çin kökenli Jamaikalılardır. Sean Paul'ün ailesindeki üyelerin çoğu yüzücüdür. Sean Paul'ün dedesi Jamaika Erkek Milli Su Polosu Takımındaydı.
1960'larda Sean Paul'ün babası takım için su polosunda yer almıştır ve annesi sırt üstü yüzücülüğü yaptığı zamanlarda babası uzun mesafeli yüzmede yarışmıştır. Sean Paul ise 13 yaşından 21 yaşına kadar ulusal su polosu takımında yer almıştır. Daha sonra Sean Paul müzik kariyeri için sporu bırakmıştır. Sean Paul bir röportajında su polosunda başarılı olamazsa basketbola yöneleceğini ve basketboldada kariyer yapmaya çalışacağını söylemiştir bir de aynı röportajda basketbolda çok yetenekli olduğunu ve denese gerçekten basketçi olabileceğini söylemiştir.
Dancehall muzik SP nin ilk tutkusudur. Sean Paul DJ olduktan sonra kendi şarkılarını yazmaya başladı. 1996 yılında Sean Paul yapımcı Jeremy Harding ile ilk single çalışması olan "Baby Girl(Don't Cry)" adlı reggae şarkıyı yayınladı. Bu şarkı Sean Paul'e önemli bir başarı sağlayınca üstüne Jamaika hitleri olan "Nah Get No Bly (One More Try)", "Deport Them", "Sound The Alarm" "Infiltrate" ve "Strategy" gibi parçaları yayınladı. 1999 yılında Sean Paul bu şarkılarıyla Amerikada bir miktar dinleyici elde etti. 1999 yılında Mr Vegas’la birlikte ünlü rapçi DMX için bir parça hazırladı. "Here Comes The Boom" adını taşıyan single, Hype Williams’ın Belly filminde de kullanıldı. Aynı sene Sean Paul "Hot Gal Today" adlı parçasıyla Billboard rap chartlarında ilk 10 içine girmeyi başardı ve bu parça radyoların en çok çaldığı hitlerden biri oldu. Ne yazık ki Sean Paul, Mr. Vegas'la "Hot Gal Today" in remixlerini yaptıkları sıralarda Amerika'da yavaş yavaş popüleritesini yitirmeye başladı. Fakat bu durum Sean Paul'ün hızını kesmedi ve ilk albümü olan "Stage One" ı hayata geçirmek için çalışmaya başladı.
Sean Paul 2000 yılının mart ayında ilk albümü olan "Stage One" albümünü yayınladı.Albümde eski parçalar ile beraber birkaç tanede yeni parça vardı. Deport Dem isimli parça dünya çapında bir başarı sağladı. Daha sonra 2001 yılında Sean Paul Kanadalı rapçi Kardinal Offishall'ın "Quest for Fire: Firestarter, Vol. 1" albümündeki "Money Jane" adlı şarkısında yer alarak bir klip çekilerek şarkı yayınlandı. Bu video 2001 yılında en iyi rap videosu seçilerek müzik ödülü aldı. Ayrıca bu şarkı 2001 "Juno" ödüllerinde en iyi rep şarkısı dalında aday olarak gösterildi.
2002 yılında Sean Paul bü |
yük patlama yaratacak olan "Dutty Rock" albümünü yayınladı. Albümden ilk çıkan single olan "Gimme the light" Bilboard listelerinde en iyi 100 single arasına girdi. Albümden çıkan ikinci single olan "Get busy" şarkısı dünya çapında başarı sağladı ve albüm 6 milyon sattı. Sean Paul "Dutty Rock" albümü ile 2004 senesinde En İyi reggae albümü dalında Grammy ödülü kazandı. Daha sonra Beyonce ile yayınladığı "Baby Boy" ve Blu Cantrell ile Yayınladığı "Breath" şarkıları 2003'ün en iyi hitleri olarak müzik listelerinde yer aldı.
2005 yılında Sean Paul 3.albümü olan "The Trinity"i yayınladı.Sean Paul yayınladığı bu albüm ile geçici bir isim olmadığını kanıtlamış oldu. Albüm 4,5 milyondan fazla sattı. Ülkemizdede 100.000den fazla satmıştır. Bu Albümü 2005 Billboard Müzik Ödüllerinde En Çok Satan Reggae Albümü dalında bir ödül aldı. Albümdeki Temperature şarkısı 2006 Billboard Müzik Ödüllerinde en iyi 100 single arasına girmeyi başardı. 2006 Amerikan müzik ödüllerinde Pop/Rock dalında yılın favori erkek artisti seçildi. Sean Paul 2006 Jamaikan ödüllerinde en İyi Şarkıcısı dalında bir ödül kazandı .Sean Paul 2007 yılında 20. ASCAP Rhythm ve Soul Müzik Ödüllerinde yine yılın en iyi reggage artisti seçilerek 4 yıl üst üste yılın en iyi reggae artisti seçilen sanatçı oldu ve bu olaydan sonra birçok DJin ve 50 Cent , Pretty Ricky , Rihanna gibi isimlerin ilgi odağı olmuştur , sanatçının yaptığı bütün DJ çalışmaları klipsiz olsa bile çok tutmuştur. Sanatçının "Temperature" ve "Give it up to me" şarkıları ile de en iyi rap dalında 2 ödül almıştır.
Sean Paul 4. stüdyo albümü olan İmperial Blaze'ı 2009 senesinın Ağustos ayının 18. gününde bütün dünyaya aynı anda göndermiştir. Albümde 20 parçaya yer verilmiştir. Albümden çıkan ilk single olan So Fine 2 Haziran tarihinde çıkmıştır. Uzunluğu 3.31 dir. Bu single Bilboard Hot 100 listesinde 50. sıraya oturmuştur. Şarkıya birçok remix yapılmasına rağmen tek official remix Baba Khan , Sunny Brown ve Lomatıcc üçlüsünden gelmiştir. Albümden çıkan 2. single Press İt Up 4 Ağustos tarihinde çıkarılmıştır ancak so fine kadar ses getirmemiştir. Uzunluğu 3.43 tür. Albümden çıkan son single Hold My Hand'dir. Bu single 29 Eylülde çıkarılmıştır. Sean Paul'ün dünyayı sallayan başka bir olayıda SP gibi dancehall düşkünü bir insanın nasıl böyle bir parça bestelemesidir ve bu düşünceyle İmperial Blaze albümünü iyice ınanılmaz kılınmıştır. İmperial blaze albümü 2010 Grammy ödüllerinde Best Reggae Albüm yani En İyi Reggae albümü dalında aday olmuştur fakat ödül Stephen Marley isimli raggae sanatçısında gitmişti
Albüm dışı featuringieri amerikalı grup sanatçısı The saturdays ile yaptığı "WHAT ABOUS US" şarkısı ve Arash ile çıkardığı "SHE MAKES ME GO" şarkısı 2013 yılının hitleri olarak piyasaya sürülmüştür.
Sean Paul'ün ilk albümü olan Stage One haftasında 8.982 sattı. Albüm Billboard Top 200'de 98. sırada yer aldı ve Top Hip-hop R&B Alüm sıralamasında 55. sırada yer aldı. Albüm toplamda 350.000 sattı. Toplamda 25 parça ve bir bonus remix'den oluşur. Sean bu albümden 3 tekli vermiştir.
Sean Paul'ün ikinci stüdyo albümü Dutty Rock 26 Kasım 2002'de piyasaya çıkmıştır.Sean bu albümüyle büyük bir patlama yapar ve albüm haftasında 65.000 ve toplamda 6 milyon satar. Sean bu albümünde Busta Rhymes Beyonce Rahzel Fahrenheit gibi isimlerle düet yapmıştır.Albümben 5 tekli vermiştir ve bu albümün bu kadar başarılı olmasının sebebi Get Busy adında çıkan hit parçasıdır. Sean bu albümle 2004 yılında en iyi reggae albümü dalında grammy ödülü almıştır ve en iyi rap kaydı dalında get busy'le aday olmuş ama Eminem' 1. olmuştur ama Eminem'le canlı düet yapmıştır ve yine aynı yıl en iyi yeni artitst dalında aday olmuş ve Evanescence'ye kaybetmiştir ama Sean Paul hayranlarının gönlünde taht kurmayı başarmıştır.
Sean Paul'ün 3 stüdyo albümü olan The Trinity 27 Eylül 2005'te piyasaya çıkmıştır ve haftasında 107.000 satarak jamaika tarihinin bir haftada en çok satış yapan albümü olarak tarihe geçmiştir.Albüm toplam dört buçuk milyondan fazla satmıştır ve ülkemizdede 100.000 satmıştır. Sean bu albümden 5 tekli vermiştir , bunlar sırasıyla we be burnin' , ever blazin' , give it up to me , never gonna be the same ve temperaturedir. Sanatçının temperature ve give it up to me şarkıları en iyi rap dalında 2 ödül almıştır bu ödüllerin en büyük özelliği bu ödüllerin emineme gideceği tahmin edilirken ödüllerin sean paul tarafından kazanılmasıdır bu olay sayesınde sean paul kendini birkez daha kanıtlamıştır. Bir sonraki sene yine en iyi rap şarkısı dalında temperature aday olmuştur fakat bu sefer emineme yenilerek 2. olmuştur. Albümden çıkan ilk single we be burnin' dünya çapında bi başarı sağlamıştır. Sanatçının temperature isimli singleda dünyaca bir başarı sağlayıp sanatçıya rap dalında bir ödül kazandırmıştır. Give it up to me isimli üçüncü single çok ses getirmemesine rağmen sevilmiştir ve sanatçıya bir rap ödülü daha kazandırmıştır fakat albümden çıkan diğer singlelar bu kadar başarılı olmamıştır. Ever Blazin' şarkısında abisi sanatçıya dj olarak eşlik etmiştir.
‘Temperature’, ‘Get Busy’, ‘Baby Boy’, ‘We Be Burnin’’ ve ‘Gimme The Light’ hitlerinin sahibi Sean Paul, yeni hit adayı şarkılarının yer aldığı albümü “Imperial Blaze” ile kaldığı yerden partiye devam ediyor.
Önceki albümlerinde olduğu gibi “Imperial Blaze”de de temponun hiç düşmediğini aksine daha da arttığını belirten Sean Paul, albümünde karşı konulamaz melodilerin olduğunu belirtiyor.
Hızlı akan sözlerle bütünleşen ve dans etme isteği uyandıran melodilerden kurulu albüm için şarkıcı, geçmişte olduğu gibi yine Jameikalı genç prodüktörlerle çalıştı. Sean Paul aynı zamanda bu albümde kendi açısından bir ilke imza attı ve ‘I Know You Like It’ şarkısının bütün kayıt aşamalarını kendisi gerçekleştirdi. Albümdeki 19 parçanın yarısına yakını son yıllarda dans müzik sahnesini ele geçiren Big Ship/Di Genius Records’tan 19 yaşındaki Stephen ‘Di Genius’ McGregor tarafından hazırlandı.
Albümünde yine parti şarkılarının olduğunu ancak farklı temalar işlendiğini, sürekli aynı şeylerden bahsetmediğini belirtiyor Sean Paul ve ekliyor; “İlişkiler ve hayatımızda olup bitenler hakkında konuşuyorum.”
Müziğin her şeyi ifade edebildiğini ve bu yüzden de sanatın bu dalını sevdiğini vurgulayan Sean Paul, albümünden ilk olarak ‘So Fine’ single’ını yayımladı
Sean Paul Albümündeki "So Fine" şarkısının remix versiyonunu sonradan albün sonrası ek olarak çıkarılmasına izin verildi. Remix'i tasarlayan kişi Roses Garlics isminde bir trance müzikçidir. Sean Paul söylüyor (Yeni yeteklere şans tanımak gerekiyor.)
"So Fine Remix"; So Fine Klibinin görüntüsü ile Avrupa'da MTV'de yayınlandı ve beğeniyle karşılandı.
İlk single'da Amerikalı şarkıcı Alexis Jordan'la "Got 2 Luv U" adlı şarkıda düet yapmıştır. Single, 19 Temmuz 2011'de çıkmıştır. Şarkıyı Sean Paul yazmıştır, Ryan Tedder and Stargate tarafından üretilmiştir. Klip Las Vegas'ta Hard Rock Hotelde çekilmiştir
"She Doesn't Mind" albümdeki ikinci singledır. Sean Paul tarafından yazılmıştır ve 29 Eylül 2011'de çıkmıştır. 31 Kasımda iTunes'de yer almıştır. "She Doesn't Mind" ilk single'dan daha çok ilgi görmüştür.
Sean Paul, bir röportajında "Evet ben uzun süreden sonra müziğe geri döndüm, yapacağım konserler ve turnelerle insanlara müziği bırakmadığımı göstereceğim" diyor. bu albüm 12 parçadan oluşuyor,bu albümden çıkan ve amerika,almanya,ingiltere gibi ülkelerde sevilen parçaları; "BODY" "WHAT I WANT" "HOW DEEP İS YOUR LOVE" "HOLD ON" "TOUCH THE SKY"
Sean Paul'ün bu albümü 2013 yılında yapılacak olan grammy ödüllerinde "EN İYİ REGGAE ALBÜMÜ" dalında aday olmjuştur.
Sean Paul 2013 yılında SKKAN Media Tarafından 'FAVOURITE LOCAL INTERNATIONAL ARTIST'(En Sevilen Yerel Uluslararası Sanatçı) Ödülünü Kazanmıştır.
Sean Paul, Jamaica star.com tarafından yılın en iyi albümü dalında aday gösterilmiştir ve kazanmıştır.
Addis Ababa
Addis Ababa veya Addis Abeba, Etiyopya ve Afrika Birliği'nin başkenti. 80 farklı dilin konuşulduğu şehirde Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi toplulukları yer alır. Deniz seviyesinden 2,500 metre yüksekte olan Addis Ababa'nın konumu 9.03° K 38.74° D'dir.
Addis Ababa uluslararası havaalanı ve kenti Aden Körfezi'ndeki Cibuti liman şehrine bağlayan demiryoluyla önemli bir kavşaktır. Deri, metal ve tekstil üretiminin yanı sıra kahve, tütün ve süt ürünleri üretimi açısından kent büyük bir ticari önem taşımaktadır.
Geniş caddeler ve modern yüksek binaların yanında geleneksel kulübeleri ve gecekondu mahalleleri de bulunduran kent yumuşak bir iklime sahiptir. Addis Ababa Üniversitesi, müzik ve sahne sanatlarına yönelik yüksek okulları ve birçok araştırma enstitüsü şehri önemli bir eğitim merkezi yapar. Afrika Birliği'nin ve Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Kurulu'nun merkezi olması nedeniyle birçok uluslararası konferansa evsahipliği yapmaktadır.
Şehrin en önemli turistik yapıları, St. Georg Katedrali (1896), II. Menelik Sarayı ile arkeolojik, etnolojik ve sanatsal birçok eseri içeren müzelerdir.
1886 yılında İmparator II. Menelik tarafından kurulan şehrin bulunduğu alanı eşi İmparatoriçe Taytu Betul seçmiştir. Şehre adını veren Addis Ababa ifadesi Etiyopya dilinde "yeni çiçek" anlamına gelir. Kent 1889'da Etiyopya'nın başkenti olmuştur. Kentin plansız büyümesi, 1917'de Cibuti demiryolunun tamamlanmasından sonra büyük bir hız kazanmıştır. 1936'dan 1941'e kadar faşist İtalyan birlikleri tarafından işgal edilen kent, 1960'lı yıllarda tekrar hızlı bir büyüme yaşamış, nüfusunu ikiye katlamış ve birçok hafif sanayi işletmesine kavuşmuştur. Addis Ababa aynı zamanda 1963 yılında Afrika Birliği Örgütü'nün sözleşmesinin imzalandığı kenttir. Addis Ababa'nın nüfusu yaklaşık olarak 2,7 milyondur ve senede %4 büyüme oranı vardır.
Kuzeydoğu Afrika'da bir zamanlar Habeşistan olarak bilinen Etiyopya'nın ilginç geleneklerinden biri, bir hanedanın kurucusu olan her kralın kendisi için yeni bir başkent yaptırmasıdır. Bugünkü başkent Addis Ababa da 1887 gibi oldukça yakın bir tarihte Kral II. Menelik'le başlayan yeni hanedanlık dönemin |
de kurulmuştur.
Adı "yeni çiçek" anlamına gelen Addis Ababa, deniz yüzeyinden 2500 metre yükseklikteki dağların üzerinde, okaliptus ağaçlarının arasında uzanır. Bolivya'nın başkenti La Paz'dan sonra dünyanın ikinci yüksek başkentidir. Derin vadilerle yarılmış olan kentteki belli başlı yapıların hepsi beyaz badanalı, çatıları da oluklu teneke kaplıdır. Bu yapıların yanında yer alan çamurdan yapılmış, saz damlı yüzlerde kulübe, kente büyükçe bir köy görünümü verir. Karayollarıyla Kenya'ya, Somali'ye ve Sudan'a bağlanan Addis Ababa, Kızıldeniz kıyısındaki Cibuti'ye de demiryoluyla bağlıdır. Ayrıca Avrupa ve Orta Doğu ülkeleriyle bağlantısını sağlayan bir havalimanı vardır.
Cem Bahtiyar
Cem Bahtiyar (d. 18 Ocak 1979, Denizli) MaNga grubunun basgitaristidir.
18 Ocak 1979 yılında Denizli'de doğdu. Anadolu Lisesi'nde orta 2. sınıftayken hobi olarak klasik gitar dersleri almaya başlayan Cem, ilerki senelerde ailesinin hediye ettiği basgitarıyla profesyonel müzik hayatına atıldı.
İlk konserini 16 yaşındayken Denizli Belediyesi Sanat Merkezi'nde verdi. Denizli Belediye Konservatuvarı ve Denizli Anadolu Lisesi'nden mezun olduktan bir yıl sonra Bilkent Üniversitesi'nde bankacılık ve finans bölümünü okudu.
Müziğe 3 yıl kadar ara verdikten sonra Manga'nın solisti Ferman'ın da vokalistliğini yaptğı “Seven” grubuyla tekrar basgitar çalmaya başladı. Bu grup çalışmalarına son verdikten sonra maNga'ya katıldı,maNga'nın yanı sıra Göksel ve Emre Aydın ile de çalışmıştır.
Oğlak burcudur, en sevdiği renk ise kırmızı ve mavidir.Kendisi çok titizdir. Ayrıca "Bitti Rüya"da kullandığı kırmızı basgitar ailesinin hediye ettiği ilk gitardır.
Kobe
Kobe ( "Kōbe-shi"), Japonya'nın Hyōgo prefektörlüğünün merkezi ve en büyük şehridir. Şehir Kansai bölgesinde, Osaka Körfezi'nin kuzeyinde Osaka'nın 30 km batısında yer almaktadır. 1868 yılı itibarıyla ticari anlamda batıya açılan ilk Japon şehirlerden biridir. Kobe yaklaşık 1,5 milyon nüfusu ile Japonya'nın altıncı büyük şehri olup Osaka ve Kyoto ile birlikte Keihanshin metropol alanını oluşturmaktadır. Bu kozmopolit liman kenti, 100'den fazla ülkeden gelen yaklaşık 45,000 yabancı kişiye ev sahipliği yapmaktadır.
Kobe ile ilgili ilk yazılı kayıtlar MS 201 yılına aittir. Şehir resmi olarak 1 Nisan 1889 tarihinde kurulmuştur. Heian döneminde Japonya'nın kısa bir süreliğine başkenti olan Fukuhara-kyō bölgede yer almaktaydı.
II. Dünya Savaşı sırasında 17 Mayıs 1945 tarihinde şehir ABD tarafından bombalanmıştır. Bombardıman sonucunda 8000 kişi öldü ve şehrin büyük bir kısmı yıkılmıştır.
Kobe, 1956 yılında belirlenmiş şehir statüsü almıştır.
1995 yılında Büyük Hanşin Depremi'nde ciddi hasar görmesine rağmen, şehrin onarımı büyük bir oranla tamamlandı.
Kobe'nin aşağıdaki şehirler ile kardeş şehir anlaşması bulunmaktadır.
Kani Karaca
Kani Karaca (d. 1930, Adana - ö. 29 Mayıs 2004, İstanbul), Türk hâfız ve mevlithan. İstanbul tilavet geleneğinin son temsilcisi idi.
Kâni Karaca 1930’da Adana-Adalı Köyü'nde doğdu. İlkokulda okurken, aynı zamanda köyün imamı olan öğretmeninden ders alarak Kur’an’ı hıfz etti. 1950’de İstanbul’a geldi. Bir süre Sadettin Kaynak’la çalışarak üslûp ve tavır bilgileri öğrendi. Dinî mûsikî çalışmalarını daha sonra, üslûp ve tavır yönünden çok etkilendiği Yeraltı Camii imamı ve hatibi ünlü hafız Ali Üsküdarlı’nın öğrencisi olarak sürdürdü.
Hocaları hafız Ali Üsküdarlı, hafız Sadettin Kaynak, Halil Nuri Poyraz, Sadettin Heper idi. Radyo programları, konserler, kudüm öğretmenliği, mevlidhanlık ile 50'lerin sonundan 2004 yılındaki vefatına kadar Türk musikisinin çok çeşitli türlerinde eserler verdi. Mevlana anma törenlerinde vazgeçilmez bir yeri vardı.
Gördüğünü hiç hatırlayamayacak kadar küçük bir yaşta (3-4 aylık) iken üvey annesi tarafından, bir kıskançlık sebebiyle yüzüne kimyasal bir madde atılarak kör edilmiştir. Kendisi bu konunun bahsi geçtiğinde hiç konuşmak istemediği ve çoğunlukla bahsi kapattığı için olayın ayrıntıları tam olarak bilinememektedir.
İstanbul tilavet geleneğinin son temsilcisi idi. Doğaçlama üstadı Kani Karaca şarkı formu dışında Kur'an, mevlid, kaside, gazel, ezan, semai okudu.
Ferman Akgül
İbrahim Ferman Akgül (d. 25 Aralık, 1979; Ankara), Türk rock grubu maNga'nın solisti, müzisyen, besteci ve söz yazarı.
İbrahim Ferman Akgül, 25 Aralık 1979'da, Ankara'da doğdu. Ankara Anadolu Lisesi'nde okuduğu dönemlerde klasik gitar çalmaya başladı. Ama asıl müzik ile tanışması dokuz-on yaşlarındayken ailesinin aldığı piyano ile olmuştur.
1998'de Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ne girdi ve çalıştığı ilk gruplarla bu dönemde tanıştı. İlk grubu Virgin Pulp adlı bir hardcore grubunda yer aldı. Turntable çalmak için girdiği grupta solist olmadığı için turntable alana kadar solistlik yapmaya başladı ve bu solistliğe attığı ilk ciddi adım oldu.
Daha sonraları 'Colic' ve Özgür Can Öney'in de davulcusu olduğu 70'lik grupları ile beraber çalışmaya başladılar. 70'lik ile birlikte uzunca bir süre çalıştıktan sonra Cem Bahtiyar'ın da bas gitaristi olduğu Seven grubuna girdi ve bundan sonra da bir süre müziğe ara verdi.
Sonra Özgür'ün daveti ile henüz yeni kurulmuş ve solisti olmayan bir grubun çalışmasına katıldı. 2001 yılının sonralarına doğru girdiği bu grubun adı bile yoktu. Daha sonraları grubun ismi maNga oldu.
İlk albümlerini çıkarmadan önce grubuyla birlikte, profesyonel müzik kariyerlerine başlamak için İstanbul’a gelmiştir. "maNga" ismiyle 2004 yılında piyasaya sürdükleri ilk albümleri Türk rock tarihinin en başarılı ve en çok satan albümlerinden biri oldu. Bu albümle grup, Altın Plak da dahil olmak üzere çeşitli ödüller kazandı. maNga, 2005 ve 2009 yılları arasında Türkiye ve Avrupa’da tura çıktı. 2006 yılında ‘Bir Kadın Çizeceksin şarkısı’ FIFA06 soundtrack’inde kullanıldı.
Şehr-i Hüzün'ü 2009 yılının Nisan ayında çıkardılar. Albümde, ney, piyano, darbuka, bendir, tambur ve bağlama gibi geleneksel enstrümanlar kullandılar.
MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2009'da Avrupa'nın En İyi Sanatçısı Ödülü'nü aldılar ve ardından 2010 Eurovision Şarkı Yarışması'na "We Could Be The Same" adlı şarkılarıyla katılarak Türkiye'ye ikincilik getirdiler. Yarışma için yapılan promosyon turu öncesinde Ferman Akgül kalp çarpıntısından dolayı hastaneye kaldırılmış ve beş gün ardından hastaneden taburcu edilmiştir.
2012 yılında grubuyla birlikte "e-akustik" ve 2014'te "Işıkları Söndürseler Bile" albümlerini çıkarmıştır.
Ferman Akgül müzik dışında sinemayla da çok yakından ilgilenmektedir. Hayalleri arasında Orhan Pamuk'un önemli bir eserini beyaz perdeye uyarlamak vardır. Ayrıca maNga'nın 2009 Nisan ayında çıkan albümünün yanında verilen maNga belgeselinin yaratıcısı olmakla beraber Sagopa Kajmer, Delta gibi sanatçıların klip çekimlerinde Posthane team ile birlikte payı vardır.Sagopa Kajmer ve Kolera'nın düet şarkısı olan "Monotonluk Maratonu" şarkısının klibini çekmiştir.
Marmara Üniversitesinde sinema üzerine master yaptı. Şu an İzmir Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümünde doktora yapmaktadır.Aynı zamanda TRT MÜZİK kanalında " Kulaktan Kulağa " adlı programın sunuculuğunu üstleniyor.
Ferman Akgül, ilk kez 2014 yılında, "Sıra Bizde" isimli bir single çıkarmıştır.
“Akortsuz Düşünceler” adlı köşesine Vatan Gazetesi’nde Nisan 2015’ten beri devam etmektedir. 2012 Ekim ayında eşi Esra Bayram Yaman'dan boşanmıştır. Akgül, 19 Haziran 2015 tarihinde Instagram hesabından eşi Bettina Kuperman ile ilk bebekleri olan Aaron Akgül'ün fotoğrafını takipçileriyle paylaştı.
Şarkıcı, 26 Şubat 2016'da ilk solo albümünün habercisi olan "İstemem Söz Sevmeni" parçasını, kendi kurduğu yeni "06 Records" şirketi aracılığı ile sevenleriyle paylaşmıştır. Ayrıca katıldığı bir radyo programında yeni bir single hazırlığı içinde olduğunu belirtmiştir. Akgül, 29 Temmuz'da Pascal Nouma ile düet yaptığı ikinci solo single'ı "Dırdır"ı hayranlarıyla buluşturmuştur. Halen maNga grubunda aktif solistlik çalışmalarını sürdürmektedir.
1 Kasım 2016 yılında ise Osmanlı Cadısı Tırnova adlı kitabı yayımlanmıştır. Bu, Ferman Akgül'ün ilk kitap yazarlığı deneyimidir.
Sam Rivers
Samuel Robert Rivers (d. 2 Eylül 1977, Jacksonville, Florida, ABD), Limp Bizkit metal grubunun basgitaristidir.Diğer bazı basçılar gibi oldukça basit çalmayı ve gitar riffleriyle gitmeyi tercih etmek yerine çok daha farklı yönlü ve komplike olarak çalar.Bu şekilde çok az sayıda bulunan basçılardan birisidir.Bu yönü sayesinde ünlenmiştir.Kendisi aslında bir caz basistidir.Limp Bizkit grubunun davulcusu John Otto ile kuzendir.
The Mars Volta
The Mars Volta, Cedric Bixler-Zavala ve Omar Rodriguez-Lopez tarafından kurulan Amerikalı rock grubu. Genelde ilerici rock ("ing. progressive rock") olarak tanımlanan müzik stilleri, ağırlıkla punk, caz ve Latin müzikten etkilenmiştir. Çılgın, enerjik ve çoğunlukla doğaçlama canlı performanslarıyla, ve anlaşılması zor şarkı sözleriyle tanınırlar.
Grup 2008 Ocak ayı sonunda çıkan The Bedlam In Goliath albümü ile Orta Doğu ezgilerini kullanarak soundlarını daha kaotik boyutlara taşımıştır.
8 şubat 2009'daki 51. Grammy ödül töreninde ön gösteri yapan grup "The Bedlam in Goliath" albümündeki "Wax Simulacra" parçasıyla "En İyi Hard Rock Performansı" dalında Grammy
ödülü almıştır. Rolling Stone dergisi tarafından 2008 yılının "En İyi Progresif Rock Grubu"
seçilmiştir.
Grubun 3 adet stüdyo albümü, 2 adet EP'si ve 1 adet konser albümü vardır.
Sanford B. Dole
Sanford Ballard Dole (23 Nisan 1844 – 9 Haziran 1926) Hawaii krallığının, protektorasının, cumhuriyetinin ve bölgesinin siyasetçisi ve hukukçusu.
Dole Honolulu'da Amerika Birleşik Devletleri Norridgewock, Maine'den Protestan Hıristiyan misyoner bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ananas patronu olan kuzeni James Dole, sonraki yıllarda Dole'a Hawaii'ye gelerek destek olmuştur. Dole Hawaii Adaları'nda daha sonraları yerel siyasette etkili olmuş olan varlıklı, seçkin göçmen bir topluluğun parçasıydı. Başarılı bir avukat olarak hizmet etmiştir ve Kral David Kalākaua ve Kraliçe Liliu |
okalani'nin arkadaşı olarak Hawaii toplumunun ve kültürünün batılılaşmasında etkili olmuştur. İsteksizce kabul ettiği Geçici Hükümet başkanlığını kabul etmeden önce, Dole üç Hawaii Krallığı Yargıtay yargıçından birisiydi.
Dole yerel göçmen işadamları ve şeker yetiştiricilerinin, içişleri bakanı Lorrin A. Thurston tarafından yazılmış olan Süngü Yasası'nı zorla kabul etmeleri ile sonuçlanan 1887 devriminde yer almıştır. Tüm Asyalıların oy hakkını resmen almıştır ve Yerli Hawaiilerin büyük çoğunluğu gelir ve servet gereksinimleri nedeniyle haklarından mahrum edilmişlerdir, bu sayede Krallık Avrupalılara daha çok güç vermiştir. Ayrıca krallığın gücünü Danışma Meclisi'nin yönetimi lehinde azaltmıştır. Kalākaua daha sonra Dole'u Hawaii Krallığı Yargıtay yargıcı olarak atamıştır.
17 Temmuz 1893 Blount Raporu Güvenlik Komitesi'nin A.B.D büyükelçisi John L. Stevens ile birlikte hareket ederek Amerika Birleşik Devletleri Deniz Piyade Sınıfı'nın adaya indirilmesinde ve Kraliçe Liliuokalani'yi zorla tahtından indirmesinde iddia edilmiştir. Başkan Cleveland tarafından yapılması sağlanan 26 Şubat 1894 Morgan Raporu, konuyu derinlemesine araştırmıştır ve isyanın yerel olduğu sonucuna varmıştır. İsyanın temelinde krallığın tarih içindeki bozulması ve Amerikan askerlerinin sadece Amerikan mülkünü ve vatandaşlarını korumak ve Hawaii Krallığı'nın sona ermesinde herhangi bir rolü olmadığı sonucuna varılmıştır.
Her şeye rağmen krallık Ocak 1893'de sona ermiştir ve Geçici Hükümet Hawaii Krallığı ile diplomatik bağları olan tüm devletler tarafından sona ermesinin ardından 48 saat içinde adaların yasal hükümeti olarak tanınmıştır. Sonraki yıllarda başarısız olan silahlı isyan girişimi sonucunda, Kraliçe resmi olarak 1896'da tahttan çekilmiştir.
Grover Cleveland'ın Amerika Birleşik Devletleri başkanı seçilmesiyle, Geçici Hükümet'in ilhak umutları bir süreliğine bırakıldı. Doğrusu James Henderson Blount tarafından yürütülen bir araştırma sonrasında Cleveland krallığı eski haline getirmek için doğrudan yardım etmeye çalışmıştır. 16 Kasım 1893'de Albert Willis Cleveland'ın devrimcilere haklarını geri verme karşılığında olacak genel af yapma isteğini sunmuştur, başlangıçta kraliçe olaya karışanlara ölüm cezası verilmesi isteğiyle reddetmiştir. 18 Aralık 1893'te kraliçe Dole ve Thurston'un cezalandırılması hususundaki isteğiyle fikrini değiştirmiştir fakat o zamanlarda Cleveland çoktan konuyu Morgan Raporu'nu hazılamış olan kongreye devretmişti. 23 Aralık 1893'te Cleveland'ın konuyu kongreye havale ettiğinden habersiz olan Willis Geçici Hükümet'e kraliçeyi tekrar tahta çıkarma isteğini belirtmiş ve reddedilmiştir. Sonraki yıl, Geçici Hükümet anayasa çıkartmıştır ve 4 Temmuz 1894'de Hawaii Cumhuriyeti kurulmuştur.
Lorrin A. Thurston başkanlığı reddetmiştir ve Dole hükümeti yönetmek için seçilmiştir. Dole ilk ve tek başkan olarak 1894'den 1900'e kadar hizmet etmiştir. Dole Thurston'u Vaşington, DC'de kulis yapması ve Hawaii'nin ilhakını garantilemesi için görevlendirmiştir.
Dole'un hükümeti birden fazla krallığı yeniden kurma çabaları ile karşılaşmıştır, buna Robert William Wilcox'un katıldığı silahlı isyanda dahildir. Bu olayın sonucunda Wilcox ve diğer komplocularun hükümleri ya azaltımıştır ya da ölüm cezaları hapis cezasına çevrilmiştir. Dole diplomat olarak başarılıydı, Hawaii Krallığı'nı tanıyan tüm uluslar Hawaii Cumhuriyeti'ni de tanımışlardır.
Başkan William McKinley A.B.D.'nin Hawaii'yi ilhakı sağlandıktan sonra Dole'u ilk bölge valisi olarak atamıştır. Dole göreve 1900'de başlamıştır fakat 1903'de A.B.D Bölge Mahkemesi hâkimi olmak için istifa etmiştir. Bu görevde 1915'e kadar kalmıştır ve birkaç seri inmenin ardından 1926'da ölmüştür. Külleri Kawaiahao Kilisesi'ne gömülmüştür. Oahu adasına Kalihi Vadisi'nde bulunan Dole Orta Okulu'nun adı Dole'un anısına 1956'da verilmiştir.
İsrail millî futbol takımı
İsrail millî futbol takımı, Avrupa'da UEFA üyesi olmadan önce 4 kıtada FIFA Dünya Kupası elemelerine katıldı. Bunlar Asya, Afrika, Kuzey Amerika ve Okyanusya'dır. İsrail Futbol federasyonu, İsrail devletinin kurulmasından 20 yıl önce 1928'de "Filistin Futbol Federasyonu" adı altında kuruldu. Filistin Futbol Federasyonu 1929 yılında FIFA'nın sürekli üyesi olmuştur. Fakat şu an İsrail Futbol Federasyonu adı altında devam etmektedir.
1991 yılında, İsrail kulüpleri Avrupa kulüp müsabakalarına katılmaya başladı ve İsrail 1992 yılında FIFA Dünya Kupası eleme ayağında Avrupa'ya döndü. İsrail, Asya'da bulunmasına rağmen AFC ülkeleri tarafından boykot edildikten sonra, 1994 yılında UEFA'ya katılmıştır. 1994 yılında, İsrail, tam UEFA üyeliği alarak 20 yıl sonra Asya'yı bıraktığını açıkladı. Avrupa içinde, İsrail özellikle 1993 yılında Fransa'ya karşı Paris'te 3-2 galip geldi ve 1999 yılında Avusturya'ya karşı 5-0'lık bir galibiyet elde etti.
Ekim 2015 itibarıyla;
Sirke
Sirke, yemeklerde, salatalarda tatlandırıcı olarak veya salamura gibi koruyucu olarak kullanılan ekşi meyve suyudur. Bu meyve çoğu kez yoğun asitli meyvelerden üzüm veya elma vb. olmaktadır.
Bir diğer şekilde anlatılacak olursa 'sirke', şarabın, düşük alkollü içkilerin veya şekerli ve nişastalı çözeltilerin mayalanmasıyla meydana gelen, asetik asit içeren sulu çözeltidir.
Bilimsel incelemeciler Lavoisier, Chaptal, Persoon, Liebig, Pasteur'dür. Sirkeleşme, sirke bakterisi ("mycoderma aceti") denen bir mikroorganizmanın yaptığı bir mayalanmadır. Sirke bakterisi alkollü çözeltilerde gelişir ve alkolü yükseltgeyerek asetik asit ve suya dönüştürür.
Eldesi genelde şöyledir:
Reaksiyon iki basamakta olur. Önce etanol oksitlenerek asetaldehite dönüşür:
İkinci basamak, iki ara basamağından oluşur. Aldehyd-Dehydrogenase sayesinde su ile oksitlenerek acetaldehyd triol olur:
Oksitlemenin ikinci basamağında da sirke asiti olur:
Sirke üretimi için üç temel şart vardır:
Beyaz veya kırmızı şarap sirkeleştirilir ancak alkol derecelerinin 8-9 derece arasında olması gerekir. Bu dereceye ulaşmamış şarap katma yoluyla bu dereceye yükseltilir.
Sirke üretimi fıçılarda yavaş sirkeleşmeyle yahut düşey kazanlarda çabuk oksitlenmeyle yapılır. Orleans metodunda 220-230 litrelik fıçılar kullanılır. Yatayına birbiri üzerine yerleştirilirler. Ön çeperin üst tarafında iki delik bulunur. Çapı 6–7 cm olan, göz denilen bu deliklerden biri şarabı doldurmaya ve sirkeyi boşaltmaya yarar. İkincisi hava deliğidir, tapa denir. Fıçılarda, sirkeleştirme için içinde bolca sirke bakterisi bulunan 8 derecelik 150 litre sirke hazırlanır, buna her 8 günde bir 10 l şarap katılır, sıvı seviyesi gözün 5 cm altına çıkana kadar devam edilir. 15 gün sonra sirkeleşme tamamlanır, fıçıdan 10 l sirke çekilir ve 10 l şarap konur.
Alman veya Schützenbach metodunda düşey meşe tekneler veya jeneratörler kullanılır. Teknelerin içi önceden yıkanmış, silindircik haline getirilmiş, kurutulmuş kayınağacı yongalarıyla doldurulur. Alttan giren hava havalandırmayı sağlar, üst tarafta yongalar arasından geçerken sirkeleşecek olan şarap veya alkollü çözeltinin akıtıldığı bir fıskiye sistemi bulunur. Yongalar önceden sirke bakterileriyle zenginleştirilmiş sirkeyle serpme yoluyla ıslatılır. Yukarıdan gelen şarap alt kısma geçerken sirkeleşir.
Bir başka usulde, güçlü bir havalandırma ortamında, daldırma kültür metoduyla sirke üretilirken tahta veya paslanmaz çelik fıçılar kullanılır. Fıçıların içinde önceki üretimden elde edilen sirkenin bir kısmı bırakılır, üzerine yeterince şarap yahut alkol çözeltisi katılır ve ortama güçlü bir hava akımı gönderilir, sirkeleşme çok çabuk olur.
Elde edilen sirkeler meşe fıçılarda dinlendirilir, kokusu geliştirilir, süzülür.
Ulusal Faşist Parti
Ulusal Faşist Parti (), Benito Mussolini'nin faşizmin politik ifadesi olarak 9 Kasım 1921 tarihinde Roma'da kurduğu İtalyan parti. Faşizmi bu zamandan önce Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı isimli teşkilata bağlı "Fasci" olarak bilinen gruplar temsil ediyordu. Partinin temel felsefesi milliyetçilik, vatanseverlik, cumhuriyetçilik, korporatizm ve popülizm üzerine kuruluydu. Şu anda İtalya Anayasası tarafından yeniden kurulması yasaklanan tek partidir.
Ulusal Faşist Parti'nin politikaları zaman içinde gelişti. Başlangıçta parti, cumhuriyetçi değerleri barındıran hep devletçilik ve ateşli anti-komünizm propagandaları ile birlikte milliyetçi bir politikayı sürdürdü. Partinin eski İtalyan Milliyetçi Derneği otoriter kanattan politikaları büyük unsurlarda benimsendi. Parti, kendi hükümetini kurmak için monarşiye destek verdi ve parti üyelerinin çoğu cumhuriyetçi değerleri terk etti, cumhuriyetçi görüşün tekrar benimsenmesi 1943'te Cumhuriyetçi Faşist Parti'nin kurulmasıyla gerçekleşebildi. Aynı zamanda, iktidara geldikten sonra, Mussolini Katolik grupların desteğini kazanabilmek amacıyla din karşıtı politikaları terk ederek partinin Vatikan ve İtalya arasındaki ilişkilerini normale çevirdi. İtalya içinde coşkulu propagandalar yapılarak İtalyan halkının partiden etkilenmesi isteniyordu. Bunun için bizzat Mussolini'nin örgütlemiş olduğu Kara Gömlekliler, komünist gruplarla çatışıyor ve kendilerine karşı gelenleri sindiriyordu.
Faşist Parti'nin ekonomi görüşü korporatizm denilen, kapitalizm ve sosyalizm arasında bir "üçüncü yol" olarak addedilen bir ekonomiydi. Teorik olarak, sendikalar ve iş ücretleri, iş gücü saatleri ve diğer konularda birlik kurmak için bir kooperatifte birleşecekti. Korporatizm uygulamaya konduğunda ufak tefek eleştiriler aldıysa da bu ekonomi sisteminin faydası görülmüştü. Bu başarılı ekonomi politikasından sonra İtalya'da işsizlik düşmüştü, bunda "Confederazione Generale del Lavoro" (Genel İşçi Konfederasyonu) gibi faşist sendikaların da payı vardı.
1921 yılının mayıs ayında parlamento seçimlerinde Benito Mussolini, Liberal Parti lideri Giovanni Collitti'yi destekliyordu. Giovanni Coliitti o zamanlar İtalya Başbakanı idi. Bu destek sayesinde yeniden zafer kazanan liberaller, Mussolini'ye jest yapıp ona destek çıktılar. Öyle ki, Mussolini başta olmak üzere 35 faşist milletvekili İtalya Parlamentosu'nda temsil hakkı ka |
zandı. Aynı yılın 9 Kasım tarihinde Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı adlı örgüt resmen Ulusal Faşist Parti'ye dönüştü.
Bu arada ülkede sağ ve sol eksenli partiler arasında yaşanan siyasî mücadele bazen silahlı çatışmalara yol açıyordu. Faşistlerin anti-demokratik, terörist eylemlerine karşı 1921 yazında İtalya'nın birçok şehrinde "Halk Cesurları" adlı kurumlar oluşmaya başladı. Bu örgütler faşistlere karşı çıkıyor, emekçilerin gösteri ve tatil haklarını savunuyorlardı.
1921 yılının ağustos ayında Ulusal Faşist Partisi ve İtalyan Sosyalist Partisi'nin liderleri arasında "Sakinleştirme Paktı" imzalandı. Her iki taraf kendi üzerine birbirine karşı düşmanca hareketlerinden kaçınmak yükümlülüğü alıyordu. Dolayısıyla İtalya'da anti-faşist birliğinin oluşturulması düşüncesine ulaşamadılar.
Ülke nüfusunun büyük bir bölümü İtalya'nın savaşın sonucunda istediklerini elde edememesinden dolayı kırgın idi. Bu yüzden de 1922 yılının ekim ayında Napoli'deki faşistler toplanarak Roma'ya yürüyüş ilan etti. Mussolini hükümete başkanlık etmek için Kral III. Vittorio Emanuele tarafından Roma'ya davet edildi. Bu daveti kabul eden Mussolini, silahdaşları ile beraber trenle Roma'ya geldi. Böylelikle ülkede kansız devrim faşistlerin tam olarak başa geçmesi ile sona geldi.
Faşist Parti iktidara geldikten hemen sonra saldırgan ve iddialı bir politika izlemeye başladı. Mussolini Akdeniz'in bir "İtalyan gölü" olacağını ve Roma İmparatorluğu'nun yeniden canlanacağını söylüyordu. İktidar olduğunda önceleri liberallerin desteğini alan Mussolini, diktatörlüğün koyu ve keskin uygulamalarını birer birer hayata geçirmeye başlamıştı. İtalya kısa zamanda bir polis devleti haline getirildi. Kitap ve gazetelere getirilen sansür, seçim sisteminde yapılan düzenlemeler ve Faşist Parti dışındaki diğer partilerin kapanması gibi uygulamalar gerçekleştirildi. Mussolini, sendika hareketlerini de kanun dışı ilan etti ve eğitimi kontrol altına aldı. Ayrıca ekonominin faşistleştirilmesi amacıyla da tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla kaplayan Mussolini, çiftçileri sürekli teşvik ederek tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı. Gerçekleştirdiği bu değişiklikler ve yeni uygulamalarla İtalya'da işsizlik azalmıştı ve bu da Mussolini'nin popülaritesinin artmasına neden oldu. 1922 yılının bazı dönemlerinde ülkenin iç ve dış işlerinden, kolonilerden ve kamu çalışmalarından sorumlu olan Mussolini, aynı zamanda orduyu da idare ediyordu. Tüm bakanlıkların görevlerini kendisi üstlenmişti. Bu şekilde tüm gücü elinde tuttuğuna inanan Mussolini, rekabet yaratacak herhangi bir durumun da önüne geçmiş oluyordu. Ancak bu durum kurduğu rejimin daha verimli çalışmasını engelliyor ve sıkıntı yaratıyordu.
Diktatörlük altındaki İtalya'da kanunlar yeniden yazılmış, üniversitedeki öğretim görevlileri faşist rejimi savunacaklarına dair yemin etmek zorunda bırakılmışlardı. Gazete editörleri Mussolini tarafından özel olarak seçiliyor ve Faşist Parti'den sertifikası olmayan hiç kimse gazeteci olamıyordu. Amaç tüm İtalyan halkını, şirketleri ve dernekleri kontrol altında tutmaktı. Mussolini'nin dış politikada amacı ise pasifist anti-emperyalizmin yerine agresif milliyetçilik getirmekti. Bunun ilk örneği 1923'te Corfu'nun bombalanması sırasında olmuştu. Ardından Arnavutluk'un kukla rejimine geçmesi ve Libya'nın yeniden fethi geldi. 1934'te Libya işgal edildi ve kolonileştirildi. 1935'da ise Habeşistan işgal edildi ve o da kolonileştirildi. 1936'da ise Almanya ile Berlin-Roma Mihveri kuruldu. II. Dünya Savaşı sırasında İtalyan Ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar'da Müttefikler'e karşı mağlup oldu. İtalya Almanya'dan aldığı destek ile işgal ettiği bölgelerde direndi ancak İtalya'da gücünü kaybetmeye başladı. Komünistler önderliğindeki direnişçilerin ülkede etkili olması ve müttefiklerin 1943'de Sicilya'ya çıkartma yapmasının ardından Kral III. Victor Emmanuel, Mussolini'yi görevden aldı. Almanya; Kuzey İtalya'yı işgal etti ve Alman paraşütçüleri Mussolini'yi 12 Eylül 1943'te Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtararak uçakla Viyana'ya kaçırdı. Mussolini Cumhuriyetçi Faşist Parti'yle beraber İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'ni kurdu ve kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdürdü.
Mussolini, Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde tanınmamak için Alman üniforması giyerek metresiyle beraber kaçmaya çalışırken İtalyan direnişine mensup partizanlar tarafından yakalandı ve göğsünden vurularak öldürüldü.
Ertesi gün Mussolini'nin, sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda baş aşağı sallandırıldı.
Faşist Parti
Faşist Parti aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Estonya millî futbol takımı
Estonya millî futbol takımı, Estonya'yı uluslararası organizasyonlarda temsil eden futbol takımıdır. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri grubunda 2. olup play-off'a kalarak tarihindeki en büyük başarısını göstermiştir.
Estonya Bağımsızlık Savaşı'nın ardından 17 Ekim 1920'de ilk millî maçını Finlandiya ile oynayan Estonya, 1923 yılında Yugoslavya, Letonya, Polonya, Çekoslovakya, Türkiye ve Uruguay'la beraber FIFA üyeliğine kabul edildi. 1924 Paris Olimpiyatları'na katılan Estonya, turnuvadaki tek maçını ABD'ye karşı 1-0 kaybetti. İlk katıldığı Dünya Kupası elemeleri olan 1934 FIFA Dünya Kupası elemelerinde oynadığı ilk maçta İsveç'e 6-2'lik skorla yenildi. Sonrasında İsveç, Letonya'yı da yenince gruptan çıkma şansı olmayan Letonya ve Estonya federasyonları oynanacak eleme maçını iptal ettiler. Dünya Kupası elemelerindeki ilk puanını 1938 FIFA Dünya Kupası elemelerinde kazanan Estonya, Finlandiya önünde 1-0'lık skorla galip geldi. 1940-1991 yılları arasında Sovyetler Birliği'nin bir parçası olarak millî takımlar düzeyinde temsil edilemeyen Estonya, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1994 yılında tekrar FIFA üyesi oldu.
1994 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Estonya, İtalya, İsviçre, Portekiz, İskoya ve Malta'nın olduğu grupta sadece Malta'yla berabere kalarak 1 puan topladı ve grupta sonuncu oldu. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde ise puan alamayan Estonya, Hırvatistan, İtalya, Litvanya, Ukrayna ve Slovenya ile aynı gruptaydı.
İzlandalı teknik adam Teitur Thordarson'un göreve geldiği 1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Avusturya, İskoçya, İsveç, Letonya ve Belarus'la aynı gruba düşen Estonya, sadece Belarus'u mağlup ederek, topladığı 4 puanla Belarus önünde grubu 5. sırada bitirdi. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Çek Cumhuriyeti, İskoçya, Bosna Hersek ve Litvanya'nın ardından, sadece Faroe Adaları'nı geçerek grubu 5. sırada tamamlayan Estonya, Bosna Hersek ve Litvanya ile beraber 11 puan topladı ancak averaj dolayısıyla grubu bu iki ülkenin altında tamamladı. 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ise Portekiz, İrlanda Cumhuriyeti ve Hollanda'nın gerisinde kalıp grubu, topladığı 8 puanla, 4. sırada tamamlayan Estonya, Güney Kıbrıs ve Andorra'nın önünde yer aldı.
Estonya, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde 8. Grup'ta Bulgaristan, Hırvatistan, Belçika ve Andorra ile eşleşti. Gruptaki 8 maçta 2 galibiyetini de Andorra karşısında 2-0'lık skorlarla alan Estonya, Hırvatistan ve Bulgaristan'la da golsüz berabere kaldı. Bu sonuçlarla 8 puan toplayan Estonya, grubu 4. sırada, sıfır çeken Andorra'nın üstünde tamamladı. 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 3. Grup'ta Portekiz, Slovakya, Rusya, Litvanya, Lihtenştayn ve Lüksemburg'la mücadele eden Estonya, 12 maçta 5 galibiyet, 2 beraberlik, 5 mağlubiyetle 17 puan toplayıp 4. sırada kalırken, 16 gol atıp 17 gol yedi. Lihtenştayn'ı 2-1 ve 2-0, Lüksemburg'u 4-0 ve 2-0, Litvanya'yı da 2-1 yendi. Rusya ile 1-1, Litvanya ile 2-2 berabere kaldı. Portekiz'e 4-0 ve 1-0, Rusya'ya 1-0, Slovakya’ya ise 2-1 ve 1-0'lık sonuçlarla boyun eğdi. 16 golden 7'sine Andres Oper imza atarken Kristen Viikmae ile Ingemar Teever ikişer gol kaydetti. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde ise Estonya’nın grubunda İngiltere, Hırvatistan, İsrail, Rusya, Makedonya ve Andorra yer alıyordu. Estonlar, İngiltere'ye 4-0 ve 3-0, Hırvatistan'a 2-0 ve 1-0, Rusya'ya her iki maçta da 2-0, İsrail'e 1-0 ve 4-0, Makedonya'ya da 1-0 yenildiği maçlarda tek gol bile atamadı. Bu gruptaki iki galibiyetini, grubun averaj takımı Andorra'yı 2-1 ve 2-0 yenerek elde eden Estonya, ayrıca Makedonya ile de 1-1 berabere kalarak 7 puan topladı. Kasım 2007'de Tarmo Rüütli takımın başına geçti. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ise Estonya, İspanya, Türkiye, Bosna-Hersek, Belçika ve Ermenistan bulunuyordu. Grupta Estonya 8 puanla beşinci sırayı elde edebildi. Estonlar, 10 maçlık periyotta 2 galibiyet, 2 beraberlik ve 6 yenilgi alırken, kalelerinde gördükleri 24 gole 8 golle cevap verdi. Baltık ekibi, iki galibiyetini evinde Belçika ve Ermenistan'ı 1-0'lık skorlarla yenerek elde ederken en ağır yenilgisini de Bosna-Hersek deplasmanında 7-0'lık mağlubiyetle aldı.
Estonya, 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İtalya, Slovenya, Sırbistan, Kuzey İrlanda ve Faroe Adaları ile birlikte C Grubu'nda yer aldı. Bu grupta ilk sırayı İtalya alırken, 2. sıada Estonya yer aldı ve Euro 2012 finallerine gitmek için baraj maçları oynamaya hak kazandı. İlk 7 maçta 7 puan toplayan Estonya, Faroe Adaları'nı 2-1 yendikten sonra grup lideri İtalya'ya 2-1 yenildiler, ardından Sırbistan'ı deplasmanda 3-1'lik skorla yendiler. Grubun ilk maçında Faroe karşısında 1-0 mağlupken uzatma dakikalarında attıkları iki golle maçı kazanırlarken, İtalya maçında ise tam tersini yaşadılar. İlk yarıyı 1-0 önde kapatsalar da, ikinci yarıda 2 gol yediler. Sahasında Slovenya'ya 1-0 yenildiği maçta golü kendi kalesine atan Estonya, ertesi maçta Sırbistan'la 1-1 berabere kaldı. İtalya'ya deplasmanda 3-0 yenilmesine rağmen grup ikinciliği iddiasını sürdüren Estonya, hemen ardından grubun averaj takımı Faroe Adaları'na 2-0 yenilerek ikincilik şansını riske attı. Ancak; Kuzey İrlanda'yı 4-1 ve 2-1, Slovenya'yı da deplasmanda 1-0 yenerek Sırbistan'ı arkasında bırakan Estonya, tarihinde ilk kez onayacağı baraj maçlarında İrlanda Cumhuriyeti'ne rakip oldu. İlk maçta 4-0 yenildiği ra |
kibi karşısında rövanş maçında aldığı 1-1'lik beraberlik yeterli olmadı ve şampiyonaya katılamadı. 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ise Hollanda, Romanya, Macaristan, Türkiye ve Andorra ile aynı gruba düşen Estonya, 7 puan toplayarak grubu puansız Andorra'nın önünde 5. sırada bitirdi. İki galibiyetini de Andorra karşısında alan Estonya, tek beraberliğini ise sahasında 2-2 sonuçlanan Hollanda maçıyla aldı. Bu maçta Robin van Persie'nin 90+4. dakikadaki penaltı golüyle grup lideri Hollanda beraberliği son saniyede kurtadı.
8 Haziran 2016 tarihinde Portekiz karşısında oynanacak maçı için kadroda seçilen futbolcular:
Eritropoetin
Eritropoetin "(ya da EPO)" eritrositler "(alyuvar)" için sitokin görevi gören bir glikoprotein hormondur. "Hematopoetin" ya da "hemopoetin" olarak da adlandırılır. Böbreklerde, renal kortekste tübülüsler arasındaki dar interstisyel aralıkta yer alan fibroblast benzeri hücrelerce üretilir ve eritrosit üretiminin kontrolünden sorumludur.
Eritropoetin, memeli hücre kültüründe rekombinant DNA teknolojisi ile üretilerek tedavi amaçlı olarak da kullanılmaktadır. Böbrek yetersizliğine ya da kanser kemoterapisine bağlı anemilerin "(kansızlık)" tedavisinde yeri vardır. Ayrıca bisiklet yarışı, triatlon ve maraton koşusu gibi dayanaklılık gerektiren sporlarda doping amacı ile suistimal edilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda faiz
Osmanlı İmparatorluğu, İslami bir imparatorluktu. İslam'da faiz yasaklanmıştı, haramdı. Yasaklanmış bu faiz ve tefeciliğe riba deniyordu. Osmanlı'da kredi ilişkileri Avrupa'daki gibi gelişmedi, ama faiz gerçeği her zaman işlemeye devam etti. Para ve kredi işlerini sarraflar yürütüyordu. Gayrimüslimler bireylere ve devlete, hatta dış devletlere borç veriyordu.
İç piyasada ise para vakıfları yüzde 10 faizle tüketim kredisi veriyordu. Sarraflar 19.yy.da Galata Bankerleri adıyla önem kazandılar. Devlet ilk dış borçları bu bankerler aracılığıyla Fransız bankalarından sağladı. Kırım savaşından sonra Osmanlı'nın uzun vadeli borç tahvilleri Avrupa borsalarında satışa girdi. Osmanlı çok yüksek faizlerle borç aldı. Anapara ve faiz ödemeleri için yine borç aldı. 1876'da borç ödemelerini durdurdu. Dış borç 200 milyon sterlin, anapara ve faiz ödemeleri yılda 11 milyon sterlindi. Alacaklılar kapıya dayanınca Osmanlı yönetimi Düyun-ı Umumiye'yi kabul etti.
Osmanlı iktisadının temelleri şeriattan destek buluyordu, ancak günlük ihtiyaçların değişmesiyle kuralların değişmesi veya katı bulunan kuralların delinmesi söz konusu oldu. Çağdaşlaşırken fıkıh umursanmadı, devlet için fetvalar formaliteydi. Sistem faize karşıydı ama uygulamada faiz işliyordu.
Selahattin Hilav
Selahattin Hilav (1928 - 12 Mayıs 2005), Türk felsefeci, yazar ve çevirmen.
1928 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun olduktan sonra, Fransa'da Sarnbonne ve İşçi Üniversiteleri'nde okudu. Ardından felsefe çalışmalarını kesintisiz sürdürdü. Babası İran Kürtlerinden İstanbul'a göç etmiş ve sonradan Hilav soyadını almış olan Muhammed Mihri Bey'dir.
Felsefeci, çevirmen ve denemeci olarak tanındı. Yazko Felsefe Yazıları adlı dergide yöneticilik yaptı. Felsefe yazılarının yanı sıra edebiyat üzerine yazılar da yayımladı. Türkiye'de felsefenin ve birçok kuramsal konunun anlaşılmasına ve öğrenilmesine açıklayıcı yazılarıyla öncülük etti. Selahattin Hilav, 12 Mayıs 2005 tarihinde İstanbul'da öldü.
Aydınlanmacı felsefenin ve Marksizm'in Türkiye'de kuramsal olarak anlaşılmasında önemli katkıları oldu. Yabancılaşma kavramı başta olmak üzere, Asya tipi üretim tarzı, şeyleşme gibi pek çok marksist kavramın bu şekilde Türkçeye girmesini sağladı. Öte yandan, varoluşçuluğun hem edebî hem de felsefî olarak Türkiye'ye girmesine katkıda bulundu. Sartre'ın Bulantı'sını, Arthur Schopenhauer'un Aşkın Metafiziği'ni, Michel Foucault'nun Bu Bir Pipo Değildir'ini çevirdi.
Koçgiri aşireti
Koçgiri aşiretleri, çoğunlukla Sivas ilinde yaşayan Alevi aşiretlerin adı. Aralarında Zazaca konuşanlar da olmakla birlikte çok büyük bir bölümü Kurmanci konuşur.
Sivas ilinin Zara, İmranlı, Divriği, Hafik, Kangal,Gürün yöresinde yerleşik, yer yer Tunceli'de özellikle Hozat, Kayseri'nin Sarız,Sarıoğlan ve Develi, Adana'nın Tufanbeyli, Kahramanmaraş'ın Göksun, Erzincan'ın Refahiye, Kemah, Tokat'ın Almus, Zile, Adıyaman'ın Kahta Malatya'nın Pütürge, Arguvan, Darende, Hekimhan ve çevresindeki köylere yayılmış, Kuzey Dersimin aksine Kürtçe-Kurmanci konuşurlar ve Mazgirt-Elazığ şivesi ile neredeyse aynıdır.
Koçgiri dendiği zaman akla tek bir kabile değil, bu yöreye yerleşmiş birçok kabile gelir. Koçgiri yöresine yüzyıllar önce Dersim (Mameki), Elazığ, Bingöl, Diyarbakır, Erzurum, Muş ve çevresinden göç eden kabileler bu ad altında birleşerek bir konfederasyon oluşturmuşlardır. Bölgeye sonradan gelen kabileler ise bu Konfederasyona katılmamışlardır.
Mart 1921'de, aşiret reisleri Alişer ve Haydar Bey'lerin desteğiyle Sivas'ta başlayan ve Tokat'ta devam eden Koçgiri İsyanı, 11 Nisan 1921 tarihinde Ankara Hükûmeti tarafından uygulanan bastırma hareketi ile kısa sürede son bulmuştur. İsyan, Nurettin Paşa ve Topal Osman yönetimindeki Abazıkalı Giresun Gönüllü Alayları tarafından şiddetli bir şekilde bastırılmıştır. Operasyon sonrası meclisteki vekillerin tartışmalarına göre 180 ile 210 arası Koçgiri köyü ve mezrası insanlarıyla birlikte imha edilmiştir.
Koçgiri aşireti ve çevresindeki diğer Kurmanç kökenli Alevi aşiretler, güney Tunceliden gelmelerinden dolayı Tunceli, Elazığ, Bingöl çevresindeki Kurmanciyi kullanırlar. Kelime dağarcığı ve fonetiği hemen hemen Tunceli, Maraş, Malatya, Bingöl Kurmancisi ile aynıdır. Koçgirililer standart Kurmanciye göre daha sade ama sert bir ağız kullanırlar. Arabik fonetik Koçgiri Kürtçesine etki edememiştir. Koçgiri yöresinde J sesi çoğu zaman Z ve C seslerine dönüşür ve tüm köylerde aynıdır. Ez jî (Ben de) sözcüğü ve takısı bu bölge de "Ez cî" ve Ez zî " olarak telaffuz edilir çoğu zaman. Koçgiri Kürtçesi ile Standart Kurmanci arasındaki birtakım farklara göz atalım:
240'ın üzerinde köy Kurmanci konuşur ve Alevidirler; 25 kadar köy ve mezra ise Zazaca konuşur ve onlar da Alevidirler.
Bölgede 20'nin üzerinde halk oyunu çeşidi vardır. Bunlardan bazıları;
Finlandiya millî futbol takımı
Finlandiya millî futbol takımı, Finlandiya Futbol Federasyonu tarafından yönetilen, Finlandiya'yı uluslararası futbol organizasyonlarında temsil eden futbol takımıdır.
Tarihindeki ilk millî maçını 22 Ekim 1911'de komşusu İsveç'le oynayan ve Helsinki'deki mücadeleyi 5-2 kaybeden Finlandiya, 1930 ve 1934 Dünya Kupalarına katılmadı.
Finlandiya millî futbol takımının katıldığı ilk elemeler, 1938 FIFA Dünya Kupası elemeleriydi. Almanya, İsveç ve Estonya ile eşleşen Finlandiya, üç maçını da gol atamadan kaybetti ve kalesinde 7 gol gördü. 1950 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İsveç ve İrlanda ile aynı gruba düşen Finlandiya, İrlanda'ya 3-0, İsveç'e 8-1 yenildikten sonra bir kez daha karşılaştığı İrlanda ile 1-1 berabere kalarak grubu son sırada tamamladı. 1954 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Belçika ve İsveç'le eşleşen Finlandiya, dört maçın ikisini berabere tamamlayınca tekrar grup sonuncusu oldu. 1958 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Sovyetler Birliği ve Polonya ile aynı gruba düşen Finlandiya, tüm maçlarında mağlup oldu. 1962 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ise bu kez Fransa ve Bulgaristan karşısında aynı sonucu alan Finlandiya, 1966 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İtalya, İskoçya ve Polonya karşısında beş maçı kaybedip, sadece Polonya'yı 2-0 yenerek elemeler tarihindeki ilk galibiyetini aldı.
Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerine ilk olarak 1968'de katılan Finlandiya, Sovyetler Birliği, Yunanistan ve Avusturya'nın bulunduğu grupta iki puanı iç sahada Avusturya ve Yunanistan'la berabere kalarak aldı. 1970 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Belçika, Yugoslavya ve İspanya ile eşleşen Finlandiya, 2-0'lık İspanya galibiyetiyle elemeleri tamamladı. 1972 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Romanya, Çekoslovakya ve Galler karşısında sadece Çekoslovakya deplasmanından beraberlik çıkaran Finlandiya, elemelerdeki grup sonuncusu olma performansını sürdürdü. 1974 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ilk kez grup sonunculuğundan kurtulan Finlandiya, Doğu Almanya, Romanya ve Arnavutluk ile birlikte yer aldığı grupta Arnavutluk'u 1-0 yenip Romanya ile 1-1 berabere kalarak 3 puan topladı ve böylece grubu Arnavutluk'un üstünde tamamladı. 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Hollanda, İtalya ve Polonya ile eşleşen Finlandiya, gruptaki tek puanını golsüz tamamlanan İtalya deplasmanından aldı. 1978 FIFA Dünya Kupası elemelerinde bir kez daha grup sonunculuğundan kurtulan Finlandiya; İtalya, İngiltere ve Lüksemburg'un bulunduğu grupta iki galibiyetini de Lüksemburg önünde aldı. 1980 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Yunanistan, Macaristan ve Sovyetler Birliği ile paylaştığı grupta, Yunanistan 7 puanla ilk sırayı alırken Macaristan 6 puanla ikinci oldu. Finlandiya aynı puan ve averajla üçüncü sırada kalırken 5 puanlı Sovyetler Birliği'ni geride bıraktı. 1982 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Finlandiya; Batı Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Arnavutluk'un da yer aldığı grupta sadece Arnavutluk galibiyetiyle puan alabilirken, 4 gol atıp kalesinde 27 gol gördü. 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Portekiz, Sovyetler Birliği ve Polonya karşısında tek puanını Polonya deplasmanından 1-1'lik beraberlikle dönerek alan Finlandiya, 1986 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İngiltere, Kuzey İrlanda, Romanya ve Türkiye'nin yer aldığı grupta 8 puan toplayarak 1 puanlı Türkiye'nin üzerinde grubu tamamladı. Gruptaki üç galibiyetinin ikisini Türkiye, birini de Kuzey İrlanda karşısında alan Finlandiya, iki beraberliğini ise İngiltere ve Romanya karşısında aldı. 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Danimarka, Çekoslovakya ve Galler ile birlikte yer aldığı grupta 1-1'lik Galler beraberliğiyle tek puanını alan Finlandiya, 1990 FIFA Dünya Kupası elemeleri grubunda ise Hollanda ve Batı Al |
manya'nın gerisinde kalıp Galler maçlarından çıkardığı bir galibiyet ve bir beraberlikle sadece Galler'i geçebildi. 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Hollanda, Portekiz ve Yunanistan'ın arkasında kalan Finlandiya, Malta'nın önünde yer alarak dördüncü oldu. 1994 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İsveç, Bulgaristan, Fransa, Avusturya'nın ardında sadece İsrail'i averajla geçebildi.
1990'ların ortalarından itibaren AFC Ajax'ta forma giymeye başlayan Jari Litmanen gibi Avrupa'nın üst seviye liglerinde forma giyen futbolcularının sayısının artmasıyla uluslararası arenada daha başarılı sonuçlar almaya başlayan Finlandiya, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde oynadığı 10 maçta 15 puan toplayarak Rusya, İskoçya ve Yunanistan'ın ardından grubu 4. sırada tamamladı. 1998 FIFA Dünya Kupası elemeleri öncesinde takımın başına Danimarka'yı 1992'de Avrupa Şampiyonu yapan Richard Møller Nielsen getirildi. Norveç'in 20 puanla birinci olduğu grupta 12 puanlı Macaristan'ın sadece bir puan gerisinde kalarak 3. sırada yer alan Finlandiya, Dünya Kupası'na katılmak için baraj maçı oynamayı kıl payı kaçırdı. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde, Almanya ve Türkiye'nin gerisinde kalarak grubu yine 3. sırada bitiren Finlandiya, baraj maçı oynama hakkı elde edemeyince 2000 yılında Nielsen'in yerine Antti Muurinen getirildi. Litmanen kaptanlığında Antti Niemi, Sami Hyypiä, Joonas Kolkka, Teemu Tainio ve Mikael Forssell'li kadrosuyla mücadele ettiği Finlandiya, 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerindeki grubunu İngiltere ve Almanya'nın ardından 12 puanla tekrar 3. sırada tamamlarken Yunanistan ve Arnavutluk'u geride bıraktı. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde, İtalya'nın 17 puanla birinci olduğu grubu Galler ve Sırbistan-Karadağ'ın ardından 10 puanla 4. sırada tamamlayıp sadece Azerbaycan'ı geride bıraktı. 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Hollanda, Çek Cumhuriyeti ve Romanya'nın gerisinde kalan Finlandiya, Makedonya, Ermenistan ve Andorra'yı geride bırakarak 4. sırada yer aldı. Maçların ardından Haziran 2005'te kovulan Muurinen'in yerine 2006 yılında Roy Hodgson getirildi. Hodgson yönetiminde başladığı 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde 28 puanlı Polonya ile 27 puanlı Portekiz'in gerisinde kalan Finlandiya, Sırbistan'la birlikte 24 puan topladı. Averaj farkıyla grubu 4. sırada tamamlayan Finlandiya; Belçika, Kazakistan, Ermenistan ve Azerbaycan'ı geride bıraktı. Ancak, bu sonuçtan sonra Hodgson istifa edince yerine Stuart Baxter getirildi.
2010 FIFA Dünya Kupası elemelerini 26 puanlı Almanya ve 22 puanlı Rusya'nın ardından 18 puanla 3. sırada bitiren Finlandiya, Galler, Azerbaycan ve Lihtenştayn'ı geride bıraktı. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Hollanda, İsveç ve Macaristan'ın gerisinde kalarak 10 puanla 4. olan Finlandiya, sadece Moldova ve San Marino'yu geride bırakırken elemelerdeki ilk üç maçın mağlubiyetle sonuçlanması üzerine Baxter'ın görevine son verilerek elemelerde oynanan maçlara Mixu Paatelainen ile devam edildi. 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İspanya ve Fransa'nın gerisinde kalarak grubunu 3. sırada tamamlayan Finlandiya, topladığı 9 puanla, 5 puanlı Gürcistan'ı ve 4 puanlı Beyaz Rusya'yı geride bıraktı. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Kuzey İrlanda, Romanya, Macaristan, Faroe Adaları ve Yunanistan'la eşleşen Finlandiya, 3 galibiyet ve 3 beraberlik neticesinde 12 puan toplayıp Faroe Adaları ve Yunanistan'ı geride bıraktı ve grupta dördüncü sırayı aldı. 2018 FIFA Dünya Kupası elemelerine Mixu Paatelainen'in yerine Hans Backe teknik direktörlüğünde başlayan ancak henüz ilk maçında evinde Kosova ile 1-1 berabere kalarak kötü bir sürprize uğrayan Finlandiya; İzlanda'ya, Hırvatistan'a ve Ukrayna'ya da kaybedince Backe'nin görevine son verilip takımın başına 21 yaş altı takımını çalıştıran Markku Kanerva getirildi. İlk dört maçından bir puanla ayrılan Finlandiya, Kanerva yönetiminde çıktığı son dört maçı içerisinde İzlanda'yı ve Kosova'yı mağlup ederek 6 puan topladı.
Aşağıdaki 23 oyuncu 2018 FIFA Dünya Kupası eleme grubu maçları için çağrıldı
"Caps and goals as of 6 June 2016 after the game against Italy."
Galler millî futbol takımı
Galler millî futbol takımı, Galler Futbol Federasyonu tarafından yönetilen ve Galler'i uluslararası futbol organizasyonlarında temsil eden futbol takımıdır.
Tarihi boyunca 1 kez FIFA Dünya Kupası'na katılabilen Galler millî futbol takımı 1958'de, İsveç'te düzenlenen turnuvada çeyrek final oynamıştır. Grubunda Macaristan, Meksika ve turnuvaya ev sahipliği yapan İsveç ile mücadele eden Galler, grup ikincisi olmuş ve bir üst tura adını yazdırmıştır. Ancak çeyrek finalde Brezilya'ya yenilerek elenmiştir. Galleri eleyen Brezilya millî futbol takımı ise finalde ev sahibi İsveç'i yenerek turnuvanın şampiyonu olmuştur.
2010 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri'ne 4.torbadan katılan Galler, 4.grupta yer almıştır. Grubunda Almanya ,Rusya ,Finlandiya, Azerbaycan ve Lihtenştayn ile mücadele eden Galler, grubu 4. sırada tamamlamış ve turnuvaya katılma hakkı kazanamamıştır.
Takım, tarihinde 1 kez de Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı kazanmıştır. Yugoslavya'da düzenlenen ve 1992 yılında bölünen Çekoslovakya'nın şampiyon tamamladığı 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılan ülke, 2. grupta Macaristan, Avusturya ve Lüksemburg ile mücadele etmiştir. Gruptan birinci olarak çıkan Galler, bir üst turda turnuvaya ev sahipliği yapan Yugoslavya'ya 2-0 yenilerek elenmiştir.
Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük
2016 Avrupa Futbol Şampiyonasına çağırılan futbolcular: 31 Mayıs 2016.
İzlanda millî futbol takımı
İzlanda millî futbol takımı, İzlanda Futbol Federasyonu tarafından yönetilen, İzlanda'yı uluslararası futbol organizasyonlarında temsil eden futbol takımıdır. İzlanda, 2014 Dünya Kupası elemelerinde E grubunu 2. tamamlayarak Play-off'ta Hırvatistan ile eşleşmiştir. İlk maçta kendi sahasında 0-0 berabere kalmış rövanş maçında Hırvatistan'da rakibine 2-0 kaybedip Dünya Kupasına katılamamıştır. EURO 2016 elemelerde A Grubu'nu 20 puanla 2. sırada bitirmiş ve tarihinde ilk kez bir turnuvada boy göstermeye hak kazanmıştır. EURO 2016 ilk maçında Portekiz ile 1-1 berabere kalmış, ikinci maçında ise Macaristan ile 1-1 berabere kalmıştır. Son maçında Avusturya'yı 2-1 yenerek son 16'ya girmiş ve eşleşmelerde rakibi İngiltere olmuştur. 27 Haziran 2016 Pazartesi günü TSİ 22:00'de Allianz Riviera stadında İngiltere'yi 2-1 mağlup etmiş EURO 2016'da çeyrek finale yükselmiştir.
"8 Eylül 2012 itibarıyla."
5 Eylül 2017'de Ukrayna'ya karşı yapılacak 2018 FIFA Dünya Kupası maçları için aşağıdaki 23 oyuncu çağrıldı.
E-Plus
E-Plus, Türkiye'ye de yatırım yapmayı planlayan ve dünyanın birçok ülkesinde GSM hizmeti veren bir GSM operatörüdür. E-Plus bir Alman şirketidir ve büyük çoğunluğu Almanlara aittir.
E-Plus, 2002'den bu yana Hollanda telekomünikasyon operatörü KPN'ye aitti. Temmuz 2013'te "Telefónica Germany" planlanan devralmayı açıkladı. Anlaşma, Ekim 2013'te KPN hissedarları tarafından onaylandı. Birleşme, Avrupa Komisyonunun Alman mobil pazarındaki rekabetin azalması endişeleri nedeniyle ertelenmişti. Temmuz 2014'te, Avrupa Komisyonu, E-Plus'ın bazı frekanslardan ve ağ kapasitesinden vazgeçmesini şart koşan birleşmeyi onayladı.
Anne Parillaud
Anne Parillaud (6 Mayıs 1960, Paris) Fransız aktris. Müzisyen Jean Michel Jarre ile evlidir ve eski kocası Luc Besson'dan bir kızı vardır "(Juliette (1987)".
Magister militum
Magister Militum Roma İmparatorluğunda ve cumhuriyet döneminde bugünün genelkurmay başkanına denk gelen memurluk rütbesi. İmparatordan veya Konsülden sonra askeri alanda en yetkili rütbe Magister Militumdur. Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra her iki imparatorluktada bu rütbe sistemi devam etmiştir. Doğu Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde imparatorların bu rütbeyi bizzat kendilerine verdikleri görülmüştür.
Meşhur Magister Militumlara örnek olarak Batı Roma İmparatorluğunu Attila'dan kurtaran Flavius Aethius gösterilebilir. Flavius Aethius son namlı ve büyük Roma generalidir.
Tağşiş
Tağşiş; Osmanlı imparatorluğunda 19. yüzyıla kadar madeni para, sikke kullanılıyordu. Temel para birimi akçe idi. Mangır veya pul denilen bakır paralar günlük alışverişte geçerliydi. Akçe, gümüştendi.
Büyük işlerde, ihracatta, birikimde ise altın para kullanılırdı. Osmanlı önce başka devletlerin altın parasını dolaşımda tuttu. 17. yüzyıla kadar bu altın sikkelerden en meşhurları yaldız altını, efrenciyye denilen Venedik Dukası'dır. Mısır'dan gelen eşrefi denilen altınlar vardı.
Para sistemi altın ve gümüşe dayanan bir sistemdi. Paranın değeri bu madenlere göreydi. Altın ve gümüş fiyatı değiştikçe kur da değişiyordu, yani sikke fiyatları.
Tağşişte devlet dolaşımdaki sikkeleri toplar, bunların madeni içeriğini azaltır, yeniden piyasaya sürer. 18. yüzyıla kadar bu işlem gümüş parada yapıldı. 1580'in akçesinde 0.61 g olan saf gümüş, Orhan Bey'in ilk akçelerinde 1.04 gramdı. Yüzde 40'lık bir düşüş.
Tağşişin en sık görüleni devletin piyasaya daha fazla para sürerek ek gelir elde etmesidir. Hem devalüasyon, hem ek para basma. Memurların alım gücü düşünce Yeniçerilerle birlikte ayaklanıyorlardı. Beylerbeyi Vakası'nda para işleri sorumlusu Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın kellesi istenmiş, padişah paşayı asmıştır.
Tağşişten sonra fiyatlar yükselirken satın alma gücü düşer, hayat pahalılığı artardı. Ayrıca yerli paranın bu düşüşüyle piyasaya Avrupa paraları girer, bir süre sonra onların da sahtesi ürerdi.
Akçe gitgide düştü ve kullanılamaz hale geldi. Para adıyla üç akçe değerinde bir sikke basıldı. 17. yüzyıl başında 120 akçe değerinde büyük gümüş kuruş tedavüle sürüldü. Temel para birimi Osmanlı kuruşu oldu. Ama yüzyıl sonunda yüzde 80 devalüasyona uğramıştı. Tağşişlerin sonuçları: Devlet gelirlerinin önce artmış görünmesi sonra düşmesi, yabancı sikkelere kaçış, kalpazanlık, devletin iç piyasalardan borç almasını güçleştirme ve en önemlisi siyasal muhalefet. Devlet, yeniçerileri yok ederek tağşişe devam etti |
.
Şevket Pamuk, "100 Soruda Osmanlı Türkiye İktisat tarihi", K Kitaplığı, İstanbul 2003.
Kıbrıs Cumhuriyeti millî futbol takımı
Kıbrıs Cumhuriyeti millî futbol takımı, Kıbrıs Cumhuriyeti Futbol Federasyonu tarafından yönetilen Kıbrıs Cumhuriyeti'ni uluslararası futbol organizasyonlarında temsil eden futbol takımıdır.
Aşağıdaki 23 oyuncu 25 Mayıs 2016 tarihinde Sırbistan'a karşı hazırlık maçı için çağrıldı.
Kuzey İrlanda millî futbol takımı
Kuzey İrlanda millî futbol takımı, Kuzey İrlanda Futbol Federasyonu tarafından yönetilen, Kuzey İrlanda'yı uluslararası futbol organizasyonlarında temsil eden futbol takımıdır.
Aşağıdaki 23 kişilik kadro 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için 28 Mayıs 2016 tarihinde kadroya çağırıldı.
Dünya Ruh Sağlığı Günü
Dünya Ruh Sağlığı Günü;(10 Ekim) Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu'nun bir projesi olarak doğmuştur. Ruh sağlığı ve ruh hastalıklarının toplumda farkındalığını ve anlaşılırlığını artırmak amacıyla 1992 yılından bu yana her yıl 10 Ekim'de kutlanmaktadır.
Ruh sağlığı gününün amaçları şu ana başlıklarda özetlenebilir:
Her yıl belirli konulara odaklanılan Dünya Ruh Sağlığı Günü'nde yıllar itibarıyla konular aşağıda belirtilmiştir:
JonBenét Ramsey
JonBenét Patricia Ramsey (6 Ağustos 1990 - 26 Aralık 1996), çocuk güzellik kraliçesi. 1996'da başına sert bir cisimle vurularak ve boğularak öldürülmüştür. Eski bir okul öğretmeni olan ve Ramsey'in katili olduğu iddia edilen John Mark Karr, cinayetten on yıl sonra 2006'da Tayland'da bulunmuştur.
JonBenét Ramsey, 1990'da Atlanta, Geogia'da Northside Hastanesi'nde doğmuştur. Adını babasından almıştır. Annesi 1977'de Miss West Virginia'da ödül almıştır. Bir yaşındayken ailesi Colorado'da bulunan Boulder kasabasındaki on beş odalı evlerine taşındı. Burada 1996 Noelinin ertesi günü babası tarafından kaybolmasından sekiz saat sonra ölü bulundu. JonBenét'in ölümünün ardından ailesi tekrar Atlanta'ya taşınmışlardır.
JonBenét Ramsey, altı yaşına kadar Little Miss Merry Christmas, Little Miss Sunburst, Tiny Miss Beauty, Little miss Colorado gibi güzellik ödüllerini almıştır.
26 Aralık 1996 günü sabah 05.45'te polisi annesi Patsy Ramsey arar ve evin alt katında üç sayfalık bir fidye notu bulduğunu söyler. Bu notta kızın hayatına karşılık babasından 118.000 dolar fidye istenmektedir. Ancak JonBenét kaybolmasının ardından 8 saat sonra evin bodrum katına aile dostuyla inen babası tarafından ölü bulundu. Daha sonra yapılan otopside küçük kızın kafatasında büyük bir çatlak olduğu, boğulduğu, dövüldüğü ve tecavüze uğradığı saptandı. On yıl süren dava 2006'da Tayland'da yakalanan John Mark Karr'ın her şeyi itiraf etmesiyle çözülmüş gibi göründü.
Ancak daha sonra yapılan DNA testlerinde ve çelişkili açıklamaları ile katilin o olmadığı anlaşılmıştır.
John Moyer
John Moyer (d. 30 Kasım 1973), ABD'li nu metal ve hard rock grubu Disturbed grubunun basgitaristidir. Moyer, önceki kurucu üyelerden olan basgitarist Steve Kmak'ın yerine gruba alınmıştır. Sanatçı ayrıca grupta arka plan vokalistidir.
Burhan Çaçan
Burhan Çaçan (d. 17 Ekim 1960; Eleşkirt, Ağrı), Türk halk müziği sanatçısı.
1978 yılında TRT Erzurum Radyosunun açmış olduğu amatör sesler yarışmasını kazandı. Daha sonra Ankara'ya, ardından İstanbul'a geldi. 1981 yılında ilk albümünü çıkardı. "Sefa Geldin", "Ben Yarime Neler Alayım", "İpek Mendil", "Memik Oğlan", Ayaz Geceler, Yağ Yağmur ve Vurun Dalgalar isimli albümleri ile müzik dünyasında yer edindi. "'Ağlama, Her Yer Karanlık, Ayaz Geceler" ve "Yağ Yağmur" isimli dört sinema filmi çekmiştir. "İlahiler 99" ve "Mevlüt Ve İlahiler" isminde iki tane de ilahi albümü yapmıştır. Halen müzik çalışmalarına devam etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
John Otto
John Otto (d. 22 Mart 1977, Jacksonville, Florida, ABD) Limp Bizkit Nu metal grubunun bateristidir.
Amorf katı
Amorf katı atomların kararlı bir kristal yapıya sahip olmadığı katılar için kullanılan terim. Yunanca, morphé (şekil) kelimesinden türemiştir. Şekilsiz katı da denmektedir. Amorf katılar, gelişigüzel bir yapı gösterebilirler. Uzun süre beklemede akışkan olduğu gözlenmektedir. Genellikle sıvı halinin ani olarak soğutulmasıyla elde edilirler. Örneğin; cam, lastik ve plastikler bu türdendir. Bu tür maddeler şekilsiz olduğu için amorf grubuna girerler.
Amorf katılar belli bir sıcaklık aralığında gitgide yumuşarlar ve akıcılık kazanırlar. Yumuşamanın başladığı bu noktaya camsı geçiş sıcaklığı denir.
Erime, amorf bir cisimde belirli bir sıcaklıkta olmaz. Erimenin başladığı ve bittiği sıcaklık derecesi arasında belirli bir fark vardır. Bu nedenle, amorf bir maddenin erime noktasından bahsedilemez. Amorf maddenin sıcaklığı yükseldikçe, yumuşar ve belirsiz bir sıcaklıkta sıvı hale geçer. Bu maddelerin erime noktası yoktur.
Cam ısıtıldığı zaman önce yumuşar, sıcaklık daha da yükselirse akıcı hale gelir. Yumuşama ile akıcı hale gelme arasında kalan sıcaklıklarda çalışılarak laboratuvarlarda ve evlerde kullanılan cam eşyalar kalıplanarak yapılır. Plastik ve lastik malzemelerde kalıplanarak üretilir.
Dave Grohl
David Eric Grohl (d. 14 Ocak 1969, Ohio), Amerikalı müzisyen. Grohl Nirvana grunge grubunun eski bateristi ve Foo Fighters rock grubunun vokalistidir. ABD'li müzisyen bateri dışında, gitar, basgitar, söz yazarlığı, vokalistlik gibi alanlarda da çalışmaktadır.
Grohl, 1994'te Kurt Cobain'in ölümünün ardından Nirvana'nın dağılmasıyla , grubun iki numaralı elektrogitaristi Pat Smear'la ile birlikte "Foo Fighters"ı kurmuştur. Foo Fighters'ın lideri olarak grubu ileri taşımıştır. Queens of the Stone Age grubunun Songs for the Deaf albümünde bateri çalmıştır.
Grohl sadece müzik yapmamış; oyunculukla da ilgilenmiştir. Tenacious D ile birlikte Beelzeboss şarkısında şeytanı oynamıştır. 2013'te yönetmenliğini yaptığı Sound City filmi vizyona girmiştir. Ayrıca Them Crooked Vultures grubunda bateri çalmaktadır.
John C. Mather
John Cromwell Mather (d. 7 Ağustos 1946, Roanoke, Virginia), Amerikalı astrofizikçi ve evren bilimcisidir.
Mather, NASA'nın Maryland'de bulunan Goddard Uzay Uçuş Merkezi'nde ("Goddard Space Flight Center" - GSFC) uzman astrofizikçi olarak çalışmaktadır. "Kara Gövde Formunun ve Kozmik Mikrodalga Arka Plan Radyasyonu'nun Eş Yönsüzlüğü" hakkındaki buluşundan dolayı George F. Smoot'la birlikte 2006 Nobel Fizik Ödülü'nün sahibi olmuştur.
John Boslough'la yazdığı kitabı "The Very First Light: The True Inside Story of the Scientific Journey Back to the Dawn of the Universe" 1996'da yayınlandı.
Zbigniew Robert Promiński
Zbigniew Robert Promiński (d. 30 Aralık 1978, Tczew, Polonya) sahne ismiyle Inferno, Polonyalı ekstrem metal grubu Behemoth'un bateristi. Behemoth başta olmak üzere, Azarath, Deus Mortem, Christ Agony, Witchmaster, Damnation(grup), Artrosis ve Devilyn gruplarına olan katkılarıyla bilinir.Spaundrums adlı bateri şirketi tarafından ""black metalin en hızlı ve en iyi"" bateristi olarak gösterilen Inferno'ya özel snare davul üretildi. Davulun üzerinde Behemoth grubunun simgesi ve Inferno'nun adı yazılıdır.
Ayrıca günümüzün death metal türünde hız ve teknik olarak üstün bateristlerdendir.
Takva (film)
Takva, 2005 yapımı Türk filmidir. Filmin yönetmenliğini Özer Kızıltan yaparken, senaryosu Önder Çakar'a aittir. Takva'nın yapımcı ve dağıtımcı firması Yeni Sinemacılar'dır. Filmin başrollerini Erkan Can, Meray Ülgen, Güven Kıraç, Erman Saban paylaşmaktadır. Türü dramdır.
Film 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde, En iyi Erkek Oyuncu, En İyi sanat Yönetmenliği de dahil olmak üzere toplam 8 ödül almıştır. Toronto Film Festivali'nde de bu filme "Kültürel Yenilik" ödülü verilmiştir.
2007'de 13. Saraybosna Film Festivali'nde büyük ödülü kazandı.
Takva, piyasaya girdiğinden itibaren, hem sinema çevrelerinde hem politik çevrelerde olumlu/olumsuz tepkiler almış ve tartışmalara neden olmuştur.
Film Kuran-ı Kerim Isra suresi 81.Ayet ile başlamakta ve Nâzım Hikmet'in "Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı/ya da dünyamıza inecek ölüm" dizelerinin yer aldığı şiiriyle son bulmaktadır. Kelime anlamı olarak Allah sevgisi ve korkusu anlamlarını içeren "takva", aynı zamanda Allah'ın buyruğuna girme,onun emirlerine uyup yasaklarından kaçmakta titizlik gösterme ve onun himayesinde olma anlamlarına gelmektedir ki, bu noktada filmin ismi ana karakterin yönelimini/çatışmasını yansıtır.
Film, 80. Akademi Ödülleri'nde Türkiye'nin yabancı dilde en iyi film dalında Oscar aday adayı olarak seçilmiştir. Ancak yarı finale seçilen 9 film arasına giremedi.
Muharrem, kendi halinde yaşamakta, babasından kalan evde tek başına yaşamını sürdürmekte, zamanının çoğunu bağlı olduğu dergâhta ibadetle geçirmektedir. Kendini Allah'ın buyruklarına adamıştır ve bu şekilde günah ve kötülükten sakındığını düşünür. Bağlandığı tarikatta, dünyadan elini eteğini çekmişliği ile dikkat çeken Muharrem, şeyh tarafından tarikatın/dergâhın "dünya işleri"ni yürütmek için ihtiyaç duyduğu adam olarak seçilir. Muharrem böylece tarikatın mali işlerini üstlenir. Tarikata ve şeyhe duyduğu güven ve saygıyla, ayrıca Allah sevgisi-korkusu ile bu göreve itiraz edemeyen Muharrem, ne var ki bu yolla sakınmaya çalıştığı dünya ile daha yoğun bir temasa geçmek durumunda kalır. Rüyalarında para, içki ve kadın eksik olmaz. Her rüyasında aynı kadınla sevişir ve boşalarak uyanır. Dünyevi olan ile uhrevi olan arasındaki çatışmada giderek tükenen Muharrem hızla değişime uğramaya başlar, sakinliğini ve dürüstlüğünü kaybetmeye başlar, akıl gücünü yitirmeye engel olamaz.
Takva
Takva ( "") kulun, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Rabb'ine karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınması anlamına gelen bir terimdir. Kuran'ı Kerim'de Allah katında insanların en üstünün en çok takva sahibi olanlar olduğu belirtilmiştir. Takva, insanın, özde ve sözde, davranışlarda, sözlerde ve fiillerde her zaman kendini Allah'ın huzurunda bilerek buna göre hareket etmesi, harama düşmek korkusuyla bazı helalleri de terketmesi ve tü |
m varlığıyla O'na yönelmesiyle zirve bulur.
Bu bağlamda Takva kelimesi, aynı zamanda Allah'a ve O'nun yarattıklarına karşı saygı, sevgi ve şükür duyarak varlık bilincinde olmak anlamını ifade eder. Arapça "Vikaye" kökünden türemiştir. 'İttika' kelimesi kendini korumak, kendi duygu, davranış ve düşüncelerinin farkında ve bilincinde olmak demektir. Bu kelime morfolojik olarak aynı zamanda bir şeyi muhafaza etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak gibi anlamlara gelir. Muttakîn sıfatı Kur'an'da, her an Allah ile birlikte olduğunun bilincinde olup kendilik bilincinde olanlara verilen bir sıfattır.
Takva kelimesi Kur'an'da farklı kelime kalıplarıyla pek çok yerde geçmektedir:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ...
O'na gönülden yönelmiş kişiler olarak ve O'nun bilincinde olarak buluşmaya gelin (namaz kılın) ve Allah'a ait olan isim ve sıfatları başkasına veya başka bir şeye vermeyin (müşriklerden olmayın).
Takvada ilk akla gelen, haramları terktir. Bunu, mekruhlardan sakınma takip eder. Mekruh, çirkin bulunan, hoş karşılanmayan fiil, söz ve hâllere denir. Bunların terk edilmeleri de takvadandır. Daha sonra şüpheliler karşımıza çıkar. Bunların da mekruhlar gibi haramla bir başka komşulukları vardır. Hakkında kesin bir hüküm olmayan işlerde, takvaya uygun olanı, haram olma ihtimalini gözeterek o fiilleri terk etmektir. Sonra mübah ve helâl olanlar gelir. Bunlardan yeteri kadar istifade edip israftan sakınmak da takvadandır.
Allah Resûlü (asm.) “Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır.” diye başlayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:“Nasıl bir çoban, koruluğun kenarında koyun otlattığında, koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır.”
Şüpheli, haramın en yakın komşusudur. O araziye girenin bir süre sonra haram sahasına düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Şüpheliden sakınanlarla haram arasına bir tampon bölge girmiş oluyor.
Kur’an-ı Kerim'den bir takva dersi:
"...Yakıtı insanlar ve taşlar olan ve hakikati inkar edenler için hazırlanan o dehşetli ateşten kendinizi koruyun." Bazı alimler, bu âyette sözü edilen taşların, putlar olduğunu söylerler. Bu âyet-i kerimede yakıtı taşlar olan bir cehennemin dehşeti yanında, mümini ürperten bir başka tehdit daha vardır. O da putlarla beraber yanma, aynı mekânda birlikte bulunma, onların tâbi olduğu muameleye maruz kalma zilletidir.
Takva ve salih amel, ruh ve kalbin terakkisinde iki esastırlar. Salih amel ile manevi kârlar elde edilir. Takva ile de bu kâr korunur ve zararlardan uzak kalınır. Zarar yollarını kapamayan bir insan, kazandığından çok daha fazlasını kaybedebilir ve bu yolun sonu iflasa çıkar.
İflasla ilgili şu hadis-i şerif çok ürkütücü ve korkutucudur:
"Ümmetimden müflis o kişidir ki; kıyamet günü namaz, oruç ve zekât gibi ameller ile gelir. Buna karşılık ona buna sövmüş, iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını dökmüş ve kimini de dövmüştür. Ahirette bu iyilikleri hak sahiplerine dağıtılır. İyilikleri yetmeyip bittiği zaman da hak sahiplerinin günahlarından bir kısmı alınıp kendisine yüklenir ve cehenneme atılır."
Takvanın üç mertebesi vardır:
Hemolitik üremik sendrom
Hemolitik üremik sendrom (HÜS), kılcal damar kanaması sonucu anemi, akut böbrek yetmezliği ve düşük trombosit seviyesi ile tanımlanır. En sık görülen şekli, kanamalı ishal yapan "E. coli" (başlıca serotipi) enfeksiyonlarının bazılarında görülen bir komplikasyondur.
Çocuklarda görülen klasik HÜS vakaları "E. coli" serotipinin nedenolduğu kanlı ishalden sonra meydana gelir. Etiyolojide çoğunlukla verotoksin ( E.Coli) ve shiga toksin
( Shigella dysanteria tip 1) sorumludur. Bakterinin neden olduğu yangı tepkisi sonucu gelen polimorfonükleer nötrofillere (PMN) bağlanan toksin molekülleri bu hücreler tarafından taşınarak kanda yayılır. Toksin, Gb3 adlı reseptörler taşıyan hücrelere gelince onlara bağlanır, içlerine girip onları öldürür (PMN'lerde Gb3 reseptörü yoktur). Kılcal damarların epitelleri bu reseptörleri taşıdığı için hastalığın birinci aşamasında kalın bağırsağı çevreleyen damarlar hasar görüp kanarlar, ishalin kanlı olması bu yolla olur.
İkinci aşamada, böbrek kılcal damarlarına ve böbrek endoteline bağlanan toksin orada bir enflamasyon reaksiyona neden olup akut böbrek yetmezliğine neden olur. Bunun sonucu kan temizlenemez, idrar üretimi azalır veya durur, ödem, yüksek tansiyon ve akciğer ödemi meydan gelir.
Kan damarlarının hasara uğraması pıhtılaşma mekanizmasını harekete geçirir. Bunun sonucu kandaki trombosit sayısı azalır. Eğer çok büyük bir azalma olursa başka kanamalar durdurulamaz, deri altında kanamalar (hematom ve purpuralar) görülür, ama iç kanamalar enderdir.
Trombositlerin damar duvarlarında birikmesi duvar yüzeyinin artık düzgün olmamasına neden olur. Kan akışı sırasında geçen alyuvarlar bu çıkıntılara takılarak yırtılırlar veya hasar görürler. Alyuvar sayısındaki bu düşüşe hemolitik anemi denir. Eğer bu anemi önemli bir düzeyde olursa dokulara yeterince oksijen gitmemesine neden olur, kan nakli gerekir.
Toksin diğer kılcal damarlara da ulaşabildiği için diğer organlar da etkilenebilir. Bu yüzden nörolojik sorunlar (havale, baş ağrıları, koma, afazi vs.), karaciğer, pankreas, kalp sorunları olabilir. Genelde bu tür sorunlar enderdir ve en ciddi vakalarda görülürler.
HÜS, "E. coli" enfeksiyonlarının %2-7'sinin ardından görülür. Ender olarak "Shigella" enfeksiyonlarının ardından da görülebilir.
Yetişkinler de HÜS benzer belirtiler ve patoloji gösterir ama bu, Şiga toksininin değil, aşağıda sıralanan hastalıkların ender bir sonucudur: AIDS, antifosfolipit sendromu (Lupus ve genelleşmiş aşırı pıhtılaşma ile ilişkili), doğum sonrası böbrek yetmezliği, malign hipertansiyon, skleroderma ve kemoterapi (mitomisin, siklosporin, sisplatin ve bleomisin).
Üçüncü bir HÜS türü Kalıtsal HÜS'tur. HÜS vakalarının %5-10'nu oluşturur, kompleman sisteminin kontrol dışı etkinleşmesine neden olan kalıtsal bir sorundur. Sık tekrarlanan trombozlar yüzünden ölüm oranı yüksektir.
HÜS en çok 6 ay ile 4 yaş arasında görülür.
Klinik olarak HÜS ile "trombotik trombositopenik purpura"nın (TTP) birbirlerinden ayırdedilmesi çok zordur. Laboratuvar özellikleri birbirlerine çok benzer, ve TTP'de genelde ishal olmasa da her HÜS vakasından evvel de ishal olmayabilir.
Böbrek kendini onarana kadar destek tedavi ve ihtiyaca göre dializ yapılır. Trombosit transfüzyonu sonucu kötüleştirebilir. Ağır vakalarda ve HÜS ile TTP arasında karar verilemediğinde plazmaferesis önerilir.
Antibiyotik tedavisi bir işe yaramaz çünkü hastalığın tanısı konduğunda toksin artık üretilmiştir. Hatta bakteriyi öldürerek daha fazla toksin salgılanmasına neden olunabilir. İshal ilaçları da önerilmez çünkü bakterinin doğal olarak atılmasını yavaşlatırlar.
Opioit ağrı kesiciler de kötü etkilidirler çünkü onlar da ishali azaltırlar. Non-steroid antienflamatuar ilaçlar da (aspirin gibi) böbrek işlevini bozup kanamaları artırabilirler.
Hemolitik üremik sendromlu kişilerin üçte birinin böbrek fonksiyonunda yıllar sonra bozulma meydana gelebilir ve bazıları uzun dönemli dialize gerek duyarlar. İyileşen çocukların uzun süre kontrolü gereklidir. Vakaların %8'inde hayat boyu süren komplikasyonlar görülür: yüksek tansiyon, titreme nöbetleri (havale), körlük, felç ve kalın bağırsağı alınmışsa bunun etkileri. HÜS'un genel mortalite oranı %5-15'dir. Büyük çocuklar ve yetişkinlerin prognozu daha kötüdür.
Fonem
Fonem ses birimidir. Dil biliminde birbirleri yerine anlamda değişme olmadan geçebilen bir dizi ses, ses birimi veya sesliktir. Dil olgusunun en küçük yapı taşıdır. Fonetik alfabesindeki her simge bir fonemi işaret eder.
Fonolojide en çok kullanılan kavramdır. Uluslararası Fonetik Alfabesi ile gösterilir. Ses ölçü birimleri sınırlandırılarak fonemler şu şekilde gösterilir: /a/.
Fonemler ses ölçü birimlerinden farklıdır. Bir fonem, bir dildeki anlam ayırt edici özellikte olan ses ölçü birimi kümesidir.
Fonemler, soyut ses sınıflarıdır. Fonemlerden oluşan farklı sesler allofonlardır. Yani fonoloji allofonları ve bu allofonların hangi şartlar altında oluştuğunu araştırır. Bir fonemin farklı seslilerle yakınlığına göre ayrı vurgusal yapıda olması, bunun için bir örnek olarak gösterilebilir; somut bir örnekle “ahrette”deki, “ehli”deki fonemle “allofon” ilişkisi içindedir; aynı şekilde “ah” fonemi bir allofondur. Bütün bu örneklerdeki fonemler bu nedenle bir fonemin “allofon”ları olarak görülür, zira salt bu seslerle “Minimalpaar” oluşturmak olanaklı değildir.
Almanca kökenli Minimalpaar terimi, anlam ayırt eden işlevin belirlenmesi için kullanılan metotları anlatır. "Kalıp" ve "kalın" kelimelerindeki "p" ve "n" sesleri buna örnektir.
Bülent Bölükbaşı
Bülent Bölükbaşı (d. 17 Haziran 1976, Adana), Türk eski millî futbolcu, teknik direktör.
Adana Anadolu Lisesi'nde eğitimini tamamlamıştır. Futbola amatör olarak 1986'da Adana Gençlerbirliği minik takımında başlamıştır. Profesyonel futbola ise Adanaspor'da başlamıştır.
1996-1999 arasında Hatayspor'da, 1999-00 sezonunda Konyaspor'da ve 2000-2002 arasında Gaziantepspor'da oynamıştır. 2002 sezonunun devre arasında 6 ay Diyarbakırspor'da kiralık oynamıştır.
2004 sezonunun devre arasında Kayserispor'a transfer olmuştur. Kayserispor'da kariyerinin en başarılı dönemini geçirmiştir. Kayserispor'da takım kaptanlığı görevi yapmıştır.Taraftarın en sevdiği oyuncular arasına girmiştir.Lakabı Büyük Kaptandır. Kayserispor'dan ayrılmasına rağmen hala "Büyük Kaptan"olarak anılmaktadır. Kayserispor ile UEFA Intertoto Kupası şampiyonluğu yaşamış ve UEFA Kupası'nda mücadele etmiştir. 2006-07 sezonunu, iki topuğundan ameliyat olduğu için erken kapatmıştır. 2007-08 sezonunda Kayserispor takımıyla sözleşmesi sona eren futbolcu, transferlerin son günü tekrar Gaziantepspor'la anlaşmaya varmıştır.
2008-09 sezonu Süper Lig takımlarından Kocaelispor için ter dökecek olan futbolcu kulübü ile resmi sözleşmeyi imzalamıştır. 2008-09 sezonunun |
2. yarısında Konyaspor forması giydi. 2009-10 sezonunda Ankaraspor'la anlaşmıştır.Ankaraspor'un küme düşürülmesiyle birlikte Giresunspor'a transfer olmuştur. Giresunspor'dan sonra ise kendi şehrinin takımı Adanaspor'a 1 yıllığına bonservisiyle transfer olmuştur. 2012 yılında aktif futbol hayatına son vermiştir.
2014 Şubat'ında, teknik direktör Hasan Özer'in görevine son verilmesinin ardından Mehmet Polat ile birlikte Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'un teknik direktörlüğüne getirildi. 7 Kasım 2016 tarihinde bu görevinden istifa etmiştir.
Akademi Türkiye
Akademi Türkiye, 2004 yılında atv ve Kanal 1'de yayınlanmış olan müzik yarışma programı.
Jüri üyeliğini Meral Okay, Pelin Akat, Pieter Snapper, Yüksel Aytuğ, Reha Muhtar ve Cem Ceminay'ın, sunuculuğunu ise Öykü Serter'in yaptığı yarışmanın birincisi Barış Akarsu olmuştur.
Yarışmanın büyük ödülü bir albüm ve uluslararası yarışmaya katılmaktı. Yarışmanın iptal edilmesi sonucu Barış Akarsu bu ödüllerden yararlanamadı.
Yarışma daha sonra Kanal 1'de Metin Özülkü, Ayşegül Aldinç, Burcu Güneş, Yüksel Aytuğ, Özdemir Erkan, Cem Ceminay'ın jüriliğinde Öykü Serter'in sunumuyla tekrar 2008'de başlamıştır. Yarışmanın birincisi ise Bahadır Sağlam olmuştur.
Dans Eder misin?
Dans Eder misin?, Türkiye televizyonlarında yayınlanmış dans yarışması. ABD formatlı So You Think You Can Dance'in Türkiye versiyonudur. Sunuculuğunu "Huysuz Virjin" olarak bilinen Seyfi Dursunoğlu yapmaktadır. Yarışma sona ermiştir.
1. sezon birincisi Ömer Yeşilbaş,
2. sezon birincisi Ozan Aydemir,
3. sezon birincisi Eylül Ateşler,
4. sezon birincisi Nora,
6. sezon birincisi Ali Erim Koç olmuştur.
Yarışma birinci sezonunda "Benimle Dans Eder misin?" adıyla Kanal D'de yayınlanmıştır. Jüri üyeleri Yonca Evcimik, Uğurkan Erez, Tan Sağtürk ve Asena'dır.
İlk iki sezonun en iyileri yarışmıştır. Kanal D'de yayınlanmıştır. Yarışmayı Eylül İlbey kazanmıştır.
Yarışma, Star TV'de yayınlanmaya hazırlanırken, Huysuz Virjin karakterinin RTÜK tarafından Türk ahlakî yapısına uygun olması gerekçesiyle yasaklanması sonucu kanal yapımı durdurmuştur. Daha sonra FOX programı alarak Seyfi Dursunoğlu'nun Huysuz Virjin karakteri olmadan sunuculuk yapmasını istemiş ve yarışma bu şekilde yayınlanmıştır. Bununla birlikte yarışmanın finalinde kanal bu cezayı göze alarak Seyfi Dursunoğlu'yu Huysuz Virjin olarak programı sundurmuştur.
Jüri üyelerinden Tan Sağtürk ve Asena'nın yerine Murat Boz ve Çağla Şikel geçmiştir.
Yarışma "Dans Eder misin? Yaz Ateşi" adıyla, 2009 yazında atv'de yayınlanmıştır. Sunucunun Seyfi Dursunoğlu olmadığı tek programdır. Bu kez programın sunuculuğunu Ebru Akel yapmıştır. Jüri ilk üç sezondaki gibi Yonca Evcimik, Uğurkan Erez, Tan Sağtürk ve Asena olmuştur.
Yarışmacılar..
Yarışma bu kez "Huysuz'la Dans Eder misin?" ismiyle Show TV'de yayınlanmıştır. Huysuz Virjin karakteri geri dönmüştür. Jüri koltuğunda Asena'nın yerine Didem, Tan Sağtürk'ün yerine ise Arkın Zirek geçmiştir. Yarışmayı Ali Erim Koç birinci, Eylül İlçiz ise ikinci olarak tamamlamıştır.
Željko Komšić
Željko Komšić (d. 20 Ocak 1964, Saraybosna, Bosna-Hersek) Bosnalı Hırvat siyasetçi.
1992-1995 yılları arasında süren Bosna Savaşı sırasında Bosna-Hersek Ordusu'nda görev yaptı. Alınabilecek en yüksek madalya olan "Altın Leylak"'ı cesareti nedeniyle almaya hak kazandı.
Savaştan sonra Saraybosna Belediye Başkanlığı, yıkılmış Federal Yugoslavya Cumhuriyeti'nin büyükelçiliği ve Novo Saraybosna'nın yerel yönetiminde görev yaptı.
1 Ekim 2006 tarihinde Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ne Hırvat Temsilci olarak seçildi. Bu görevini 17 Kasım 2014 tarihine kadar sürdürdü. Bu süre içinde dört kez Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.
Dansa var mısın?
atv'de 2005-2006 yılı yayın döneminde yayınlanan dans yarışması.
Yarışmacılardan Selçuk Demirdöğen 13.Hafta sonunda birinci olmuştur.
8 ARALIK 2005
4 MART 2006
Akademi Müdürü :
Dans Eğitmenleri:
Spor Hocası:
Kreatif Direktör:
İmaj - Estetik
Saç-İmaj
http://www.dansavarmisin.com/
Spock
Spock veya Mr. Spock, 'in baş karakterlerinden biridir. Spock en bilinen televizyon kahramanlarından biridir. Yıldız Filosu'nda çok çeşitli görevler almış olmasına rağmen en çok Kaptan Kirk'ün yanında Atılgan'ın ikinci kaptanı olması ile bilinir. Spock'ın çekiciliği, teknik konularda uzmanlığı ve aynı zamanda tevazu sahibi bir kişi olmasında yatar. Vulkan tarafının mantığı ile insan tarafının duygusallığı arasındaki bocalama karakterin merkezidir.
Aktör Leonard Nimoy tarafından canlandırılmıştır. Son üç filmde ise, karakteri Zachary Quinto canlandırmıştır.
TCG Edincik (M-260)
TCG Edincik (M-260), Erdek Deniz Üs Komutanlığı'na bağlı 5 adet Engin sınıfı kıyı mayın avlama gemisinin ilki ve en kıdemlisidir. 1971 Fransız yapımı, gövdesi lamine ağaç olup orijinal adı M-713 FS Calliope'dir. 1999 yılında 2 yıllık yenileme çalışmasının ardından Türk Donanması'na katılmıştır. Elektronik sistemle mayını bulmak ve yok etmek üzere tasarlanmıştır.
Mülksüzler
Mülksüzler, Ursula K. Le Guin tarafından 1974'te yazılmış ütopik bir bilimkurgu romanıdır.
Konu 'Anarres' ve 'Urras' adlı bir ikili dünya sisteminde geçer. Anarres Odo'cu anarşistlerin, Urras ise kapitalist ve devletçilerin dünyasıdır. Hikâye Shevek adlı bir Anarresli'nin Urras'a gidişiyle başlar.
Le Guin, Mülksüzler için "ikircikli ütopya" ifadesini kullanır. Bunun en önemli nedeni, romanın, bir ütopyadaki ideal toplum veya ideal yaşam resmini yaratmamasıdır. Anarres, anarşist bir idealle yaşayan bir toplumu resmeder; ancak Anarres kurak, verimsiz ve zor yaşam koşulları sunan bir dünyadır. Urras da aksine verimli toprakları olan ve kolay yaşama olanakları sağlayan bir dünyadır; ancak burada da kapitalist ve totaliter bir rejim süregelmektedir. Ayrıca Anarres'de Shevek'in bilimsel merakı sonucunda keşfettiği bir teorinin yayımlanması, Urraslılar'ın işine yarayacağı gerekçesiyle reddedilir. Keza, Shevek'in, kitabın sonunda öğrenildiği üzere, Urras'a gitme nedenlerinden biri de budur. Bu bağlamda ne anarşist bir ütopyadan ne de devletçi bir ütopyadan bahsedilemez.
Le Guin, Mülksüzler için;
Mülksüzler 1975'te bilimkurgu dünyasının 2 büyük ödülü olan Hugo ve Nebula ödüllerini almıştır.
Mülksüzler uzun süre bilim kurgu ya dahil edilmemiştir. Türkiye'de de bilim kurgu serilerine dahil edilmesi 90 lı yıllardaki basımlarıyla gerçekleşmiştir. Bu yapıta kadar bu denli politik göndermeler yapılan bir bilim kurgu eserine nadiren rastlanır. Türkiye'de de bütün sosyal katmanlardan okuyucu bulan eser kapitalizmin keskin eleştirisi olarak popülerliğini korumaktadır.
Asıl sırtlan
Asıl sırtlanlar (Hyaeninae), sırtlangiller (Hyaenidae) familyasının bir alt familyası. Büyükçe sayılabilecek karasal etobur memelidirler.
Afrika kıtası ve Hint alt kıtasına özgüdür. Leş de yerler.Aslan, pars (leopar) gibi güçlü hayvanların elinden kolaylıkla avlarını alabilirler. Afrika'da bulunan etobur hayvanların arasındaki (timsahlardan sonra) en güçlü çeneye sahip hayvandır.Asıl sırtlanların çeneleri o kadar kuvvetlidir ki kemikleri bile kırabilirler. Bu yüzden aç kaldıklarında kemik yedikleri de görülmüştür.Yaklaşık 1m lik omuz yüksekliğine ve 80 kiloluk bir cüsseye sahiptirler.Hızı 80 km ye çıkabilir.
Asıl sırtlanlar "klan" adı verilen büyük gruplar halinde yaşarlar ve klanın başında bir dişi vardır. Sürüyü ava yönlendiren ve sürüye yol gösteren kraliçedir. Klanlar bir veya üç erkekten ve dişilerden oluşur. Hiyerarşik bir düzen vardır, en üst tabakada kraliçe bulunur. Erkekler en alt tabakada yer alır. Genelde en çok yavrulayan kraliçedir. Ancak bazı klanlarda kraliçenin davranışları saldırganlık düzeyine ulaşabilir. Klandaki diğer sırtlanlar için dayanılmaz bir hal alabilen bu durum sonucu "devrim" olur ve kraliçe tahtından indirilir. Yine de bu durum oldukça ender görülür.
Asıl sırtlan klanlarının kendilerine ait olan ve savundukları bir bölgeleri vardır. Diğer sırtlan klanlarıyla yaşanan çarpışmalar az olsa da en büyük tehdit geniş aslan sürüleridir. Özellikle az sayıda sırtlandan oluşan klanlar için bölgelerinin aslanlar tarafından işgal edilmesi ölümcül sonuçlara yol açabilir. Bölgelerini koruma stratejileri saldırıp öldürmeye yönelik değildir. Yalnızca sayıca üstünlük sağlayarak göz dağı verip korkutma amacı güderler.
Sırtlanlar için avlaması en kolay hayvanlar çevre bölgelerde yaşayan insanların sürüleridir. İnsanlar hayvanlarını ilkel çitlerle korurlar. Ancak bu çitler sırtlanlar için aşılamayacak güçlükte değillerdir. Bu nedenle sürülerini korumak isteyen insanlar tarafından öldürüldükleri bilinmektedir.
Sansar
Sansar, sansargiller (Mustelidae) familyasından "Martes" cinsini oluşturan hepçil hayvanların ortak adıdır.
Kediyi andıran uzun ve ince bir vücudu, uzun ve bol tüylü kuyruğu vardır. Boyları 40–50 cm, ağırlıkları 2 kg civarındadır. Boyunlarında beyaz renkte çatal şeklini andıran tüyler olan sansarlar, parlak koyu kahve rengindedir. Geceleri ava çıkar. Kemirme huylarından ötürü, çevreye zarar verebilir, Sıkıştırıldıklarında, tehlikeli olabilirler.
Gündüzleri uyuyup geceleri avlanan sansarlar, çift olarak avlanan hayvanlardır. Kemirgenler, sürüngenler, tavuklar, yumurta, meyve ve kuşlar temel besinleridir.
Yetim sansar yavrularının beslenmesinde; ne yiyeceğine karar vermek için hayvanın ağırlığı ölçülür ve kaç haftalık olduğuna bakılır. Halen süt içen bir yavru dönemindeyse; özel bir mama hazırlanır (1 yumurta, 10ml sıvı süt kremasıyla karıştırılır ve laktozsuz sütle 125ml'ye tamamlanır, kullanılacak kadar mama benmari usulü ısıtılır ve enjektör yardımıyla yedirilir. Mamada var olan laktozun tam sindirilmesi için ılıtılmış kefir verilir.) Sütten kesilmiş ise Hills a/d mama ve kefir birlikte verilir. Burun yapılarından dolayı sıvı mamayı kaptan yiyemezler, mamanın biraz katı veya krema yapısında olması gereklidir. Sıvı bir yiyecek verilecekse enjektörle içirilmelidir. Vitamin ve kalsiyum takviyesi yapılmalıdır.
Çiftleşme dönemleri Haziran-Ağustos ayları arasında olup, Mart-Nisan arasında 2 ile 4 yavru |
yaparlar.
Dosed
Dosed, Red Hot Chili Peppers adlı grubun 2002 yılında yayınladıkları "By the Way" adlı albümün dördüncü şarkısı. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanmış olan single.
Şarkının tamamı özellikle grubun daha önceden yayınlamış olduğu "Californication" adlı albümün yedinci şarkısı olan "Easily"'nin solo kısmında ve grubun gitaristi John Frusciante'nin solo albümlerinde yoğunluk verdiği farklı riffler üzerinde melodikleşen gitar bölümlerinde olduğu gibi, Frusciante tarafından kaydedilmiş olan birden fazla gitar riffi barındırmaktadır. "Blood Sugar Sex Magic" albümündeki "I Could Have Lied" ve "Californication" albümündeki "Porcelain" şarkılarında olduğu gibi bu şarkıya da albümünün ağır toplarından biri olmasına karşın klip çekilmemiştir.
Stella Adler
Stella Adler (10 Şubat 1901 – 21 Aralık 1992) Amerikalı kadın oyuncu, ve ülkesinin en önde gelen oyunculuk öğretmenlerinden biri. New York City'de ünlü Yahudi Adler ailesinin bir ferdi olarak dünyaya geldi. Stella Adler, oyunculuk sanatında Konstantin Stanislavski'den ders alan tek Amerikalı oyuncudur. Marlon Brando, Robert De Niro gibi birçok ünlü aktörün ilk oyunculuk ögretmenidir. 1926 ve 1952 yılları arası Broadway'de sıkça sahne aldı. Sadece üç sinema filminde rol aldı ve bunlardan birisi 1941 yapımı "Shadow of the Thin Man"`dir. Günümüzde Los Angeles'ta bir oyunculuk akademisi bulunmaktadır.
AREELS
AREELS (İngilizce: "Angle-Resolved Electron Energy Loss Spectroscopy"), Açı Çözünürlü Elektron Enerji Kaybı Spektroskopisi, maddelerin kinetik enerji dağılımı bilinen elektronlarla çarpıştırıldığı analitik teknik.
Bodhisattva
Bodhisattva (Pali: "bodhisatta"; Eski Türkçe: "bodisatv"; Çince:菩薩, (pinyin: púsà); Japonca: 菩薩 "bosatsu"; Korece: 보살 "bosal" ; Tibetçe "changchub sempa" (byang-chub sems-dpa'); Vietnamca: "Bồ Tát"), Budist düşüncede kendini tüm duyarlı canlıların Budalığa ulaşmasına yardımcı olmaya adamış kişidir. Sanskrit "Bodhisattva" kelimesi "aydınlanma ('bodhi') ve gerçek ('sattva')" kelimelerinden oluşmuştur.
Tibet Budizminin büyük ustalarından Tsongkhapa Lamrim metinlerinde Bodhisattva’ların diğer insanların mutluluğu için uğraştıklarını belirtir. Svatantrika okulunun kurucusu Bhavaviveka (Bhavya) ise, Bodhisattvalar’ın varoluştaki yanlışlıkları gördükleri ve başka insanlarla ilgilendikleri için Nirvana’ya ulaşma çabaları olmadığını söyler. İnsanların ihtiyaçlarını yerine getirmek için ızdırap döngüsünde kalmayı tercih etmişlerdir. Diğer canlıların acılardan kurtulması ve aydınlığa ulaşmaları için çabalarlar ve Bodhisattva yemini ederler.
Dört Yüce Gerçekte öne çıkan (Dharma Çarkının ilk evresi) acıların anlaşılmasına bağlı olarak, Mahayana yandaşları acılardan tamamen kurtulmayı arzular ve bunu diğer insanlara yayar. Bu acılar Mahayana’nın odak noktasıdır ve istisnasız bütün canlılar için geçerlidir. Bir annenin yegâne varlığı çocuğuna hissettiği aşk gibi bir bağlılığa ulaşıncaya dek acılar devamlı yayılır.
Mahayana öğretilerinin amacı, evrendeki tüm canlıların Buda’nın kusursuz enginliğine ulaşıp aydınlanmalarına yardımcı olmaktır. Bodhicitta’ya “Aydınlanma Ruhu” denilmektedir. Bu ruh iki (birincil ve ikincil) arzudan oluşmaktadır:
Öğrenciler bu arzuları yerine getirmek için, dini törende Bodhisattva yemini ederler. Bu andan itibaren, Buda eylemlerinden altı mükemmellik ilkesini uygulamaya başlarlar; bunlar ibadet, ahlak, sabır, hırs, ruhsal enginlik ve bilgeliktir. Uygulamada izinden gidilen Buda yoluna, üç evreden oluşan Bodhisattva denmektedir.
Bodhisattva olarak bilinen Buda yolu sadece Mahayana Sutralarında değil, aynı zamanda Jutaka tarihinde Pali derlemelerinde yer almaktadır. Pali derlemeleri, Theravada yandaşları tarafından kabul edilmektedir.
Bodhicitta bir tür motivasyondur. “Citta” zihin anlamına gelir. Bodhicitta’nın 22 çeşidi vardır. Genel olarak Bodi’ler birbirinden farklıdır; örneğin, bir krala benzetilir (bu Bodhisattva önce kendi aydınlığa ulaşacak sonra başkalarına yardım edecektir); bazen ise bir kayıkçıya benzetilir (bu tür, diğer canlılarla beraber aydınlığı arayacak ve hep beraber aydınlığa ulaşacaklardır). Bir çobana da benzetildiği olur (Bu tür ise diğer canlılar aydınlığa ulaşana kadar, kendi aydınlanmasını sonraya bırakır.)
Theravada Budizminde bodhisattva yolunu kabul etse de, zor olduğu ve gerçekleştirilmesi uzun zaman gerektirdiği gerekçesiyle herkese tavsiye edilmez. Theravada Budizminde bodhisattva, aydınlanmayı arayan, aydınlanmaya ulaştıktan sonra edindiği bilgelikle diğer canlıların yardımına koşan kişi olarak kabul edilir. Gautama Buddha'nın Budalığa erişmeden önceki bodhisattva yaşamı Jataka metinlerinde anlatılmaktadır. Gautama, Budalığa erişmeden önceki yaşamından bahsederken de, ‘ben henüz bir bodhisattva iken’ deyimini kullanmıştır. Theravada’nın kabul ettiği Pali yazmalarında bahsi geçen tek bodhisattva, geleceğin Buddhası Maitreya’dır.
Mahayana Budizminde bodhisattva merhametli bir kararlılık içinde tam aydınlanmaya, Budalığa ulaşmak isteyen tüm canlılara yardım eden biridir. Bu tür bir motivasyon bodhicitta ('citta' zihin anlamına gelir) olarak adlandırılır. Yenidendoğum dünyasında (samsara) kalmayı kabul eden Bodhisattva, Budalığa bir an önce ulaşmak ve böylelikle tüm canlılar aydınlanmaya ulaşana dek Dharma’yı öğretebilmek amacıyla Bodhisattva yeminini eder.
Mahayana Budizmi'nde sekiz büyük Bodhisattva’nın üzerinde durulmaktadır: Avalokiteshvara (ya da Guan Yin), Manjusri, Vajrapani, Ksitigarbha, Samantabhadra, Akhashagharba, Sarvanivaranaviskambini ve Maitreya.
Korunma durumu
Korunma durumu, biyolojide bir canlı türünün günümüzde ya da gelecekte varlığını sürdürmeye devam etme olasılığının bir göstergesidir. Bu gösterge, türe ait kalan birey sayısı kadar, zaman içindeki nüfus artış ya da azalışları, başarılı üreme oranları, bilinen tehditler gibi çeşitli etmenler göz önünde bulundurularak belirlenir.
Dünya çapında en çok bilinen korunma durumu listeleme ve derecelendirme sistemi, Dünya Korunma Birliği ("The World Conservation Union", IUCN) Kırmızı Liste'sidir. Bunun yanında, Doğa Koruma Örgütü "(The Nature Conservancy)" tarafından hazırlanan korunma durumu derecelendirme sistemi ve Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme ("Convention on the International Trade in Endangered Species of Wild Flora and Fauna", CITES) gibi daha özelleşmiş liste ve sistemler de bulunmaktadır.
Nez
Nezihe Kalkan veya bilinen adıyla Nez, (d. 15 Nisan 1979, Bakırköy, İstanbul), Türk pop müziği şarkıcısı ve dansçı.
Liseyi İstanbul Bahçelievler Adnan Menderes Anadolu Lisesi'nde okumuştur. Fox'ta yayınlanan "Sıkı Dostlar" isimli sit-com'da Haluk Bilginer, Özkan Uğur ve Seray Sever ile birlikte oynamıştır. İlk albümünü 2002 yılında kendi ismini verdiği ""Nez"" adıyla çıkartmıştır. Bu albümden; "Sakın Ha", "Her şey Boş" gibi şarkılar hit olmuştur. 3 yıl aradan sonra 2006 yılında 2. albümü ""%100 Nez""i çıkartmıştır. Dört yıl aradan sonra ise, ""NeZamanı"" adlı maxi single çıkarmıştır. Bu albümden; ""Oldu Mu Şimdi"" ve ""Depresif Kukla"" şarkıları kliplenmiştir. 2013 yılının Nisan ayında olgunluk dönemi projesi olarak nitelendirdiği ""Nez Retro Turca"" adlı albümünü çıkarmıştır. 2016 yılında ise, Fatih Boğalar'ın ""Te Ma Etmaje"" klibinde oynamıştır.
The Crims
The Crims, herhangi bir internet tarayıcısı("en. browser") üzerinden oynanabilen metin tabanlı bir oyundur. 18 yaş ve üzeri kitleye hitap eden oyun, 2000 yılında kurulmuştur. Oyun sezonlar şeklinde oynanmakta, her sezon ortalama 1,5 ay sürmektedir.
Oyunda yeraltı dünyasında bir rol üstlenilir. Çeşitli kötü işlere bulaşarak her oyuncu saygınlığını yükseltmeye, bir mafya babası olmaya çalışır.
Oyun sıralaması saygınlığa göre yapılır. The Crims onlarca dilde oynanabilir. Bunlardan birisi de Türkçe olup, her dil için ayrı bir sohbet meydanı bulunmaktadır. Meydanda diğer oyuncularla tanışıp çete kurulabilmektedir.
Eko Fresh
Ekrem Bora veya bilinen adıyla Eko Fresh (d. 3 Eylül 1983, Mönchengladbach), Türk asıllı Alman bir rapçidir. Aslen Sivas'lıdır.
Müziğe adım atmadan önce Mönchengladbach'da ayakkabı mağazasında çalışan Eko Fresh, rap müziğine 1998 yılında başladı. Bu tarihte Berlin'de katıldığı bir konserde Kool Savaş'ın dikkatini çekti. Kool Savaş'ın kendisini Berlin'e davet etmesinin ardından Kool Savaş ile birlikte ”König von Deutschland” adlı bir EP yayımladı. Eko Fresh bu EP ile ismini duyurmayı başardı. Ancak ardından Kool Savaş ile Eko Fresh'in araları açıldı.
Eko Fresh'in “ich bin jung und brauche das geld” (Ben gencim ve paraya ihtiyacım var) parçası ise Kool Savaş ile aralarındaki bağın tamamen kopmasına sebep oldu, sonradan Eko Fresh SONY BMG şirketiyle sözleşme imzaladı ve solo albümünün çalışmalarına orada devam etti, bu şirketten “Dünya Dönüyor” ve "l.O.V.E." olmak üzere iki albüm çıkardı. 2004 senesinde Eko Fresh kendi plak şirketi ”German Dream Entertainment”'i kurdu. Bu şirkette de Eko Fresh'in yanı sıra Kay One, Summer Cem, Capkekz ve Kingsize ile sözleşmeler yapıldı. Eko fresh 2004 senesinde comment için önerildi ancak ödül rakibi Sido'ya gitti.
Eko Fresh aynı zamanda şarkı sözü yazarlığıyla da tanındı. Popçu Yvonne Catterfeld için ”Du Hast Mein Herz Gebrochen” adlı parçayı yazdı. Anti Garanti grubunun "Make Y´All Bounce" albümünde ve Eko Fresh, Summer Cem solo albümünde de bu parça yer aldı. 1 Mayıs 2005 yılında bir konserinde kafasına şişe atan bir kişi Kool Savaş hayranı çıkmış, Eko Fresh bu olaydan dolayı dövme de yaptırmıştır. Valezka ve Eko Fresh 2005 senesinin sonunda uzun süren ilişkilerini sonlandırdılar. 2006 senesinde Eko Fresh, Bushido'nun Nemesis ve Vendetta parçalarında da yer aldı. 2 Haziran'da Bushido ile olan single çalışması Gheddo'yu yayımlamış, 23 Haziran'da ise Hartz IV albümünü çıkartmıştır. 18 Ocak 2006 senesinde Ersguterjunge ile sözleşme imzaladı. Aynı zamanda German Dream Entertainment şirketi de Eko Fresh tarafından çalışmalarına devam etti. 2010'da Was Kostet Die Welt? albümünü piya |
saya sürdü.
Bushido ile yaptığı Gheddo adlı parçayla Almanya'da belli kitlelere ulaştı. "Gheddo" adlı parçayı Killa Hakan, Ceza, Yener, Ayaz Kaplı ile Türkçe okuyarak Türkiye'de de geniş kitleler kazandı.
Eko Fresh Türk rap müziğinin önemli isimlerinden Killa Hakan ve Ceza ile birlikte çalışmalar yaparak kendini Türk halkına tanıttı. Killa ile beraber söylediği "Her şey Yolunda" adlı parçayla Sivaslı olduğunu belirten sözleri Türkçe söyledi. Ceza'nın "Rapstar" ve Killa Hakan'ın "Volume Maximum" albümlerinde yer alan birçok şarkıya katkıda bulundu.
Almanya’da doğup büyüse de Ekrem Bora (Eko Fresh) olduğunu her fırsatta söyledi ve ülkesini asla unutmadığını belirtti.
Son olarak "Köln Kalk Ehrenmord" adlı parçasıyla töre cinayetlerine değinmiş, ülke basınında yer bulmuştur.
19 Eylül 2014 tarihinde Youtube hesabından "Orient Express" adlı parçasına memleketi Sivas'ta çektiği klibini yayımladı.
"Deutscher Traum" (Alman Rüyası) adlı albümü ile Almanya listesinde 6. sırada yer alan Eko Fresh, Bild'e yaptığı açıklamada: "Sert bilinen rap dünyasında olumlu mesaj vererek de tutunmanın mümkün olduğu bu muhteşem satışlarla bir kez daha kanıtlanmış oldu." demiştir.
Eko, kendi hayatını anlattığı yönetmenliğini Sinan Akkuş'un yaptığı "3 Türken und Ein Baby" adlı filmde de oynamıştır. Film, 22 Ocak 2015'te vizyona girmiştir.
Yedi Kilise
MS 53-56 tarihlerinde misyoner Pavlus Efes kentine geldi ve kaldığı süre içerisinde yörede Hıristiyanlığın yayılması için çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar sonucu ise Hıristiyanlık dininin ilk yedi kilisesi kuruldu.
Yedi Kilise, Roma İmparatorluğu döneminde kurulmuştur, her bir kilise kurulduğu yerin Roma dönemindeki adıyla anılır:
Ayrıca MS 435'te Hıristiyanlık'ın üçüncü konsili Efes'te Meryem Ana Evi yakınlarında toplanmış ve İsa ile Meryem'in tanrısal nitelikleri tartışılmıştır. Manisa ilinin Alaşehir ilçesinde bulunan Philadelphia Kilisesi, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Philadelphia şehrine de adını vermiştir.
Misk kedisi
Misk kedisi, misk kedisigiller (Viverridae) familyasından kediye benzeyen kısa bacaklı bazı etçil memeli hayvanların ortak adı.
Kuyruğunun altındaki bezlerden salgıladığı koku yüzünden bu ismi almıştır. Bu salgı maddesi, kalıcılığı artırmak üzere parfüm yapımında kullanılır. Misk kedileri kayaların arasında ve kovuklarda barınırlar. Çoğu yerde yaşamasına rağmen palmiye misk kedileri ağaçlarda bazıları da hem karada hem suda yaşar. Besinlerini bitki ve küçük hayvanlar oluşturur.
Afrika palmiye misk kedisi ("Nandinia binotata") fiziksel karakterlerin farklılığı yüzünden günümüzde Nandiniidae familyasında sınıflandırılmaktadır.
Akıl Oyunları (film)
Akıl Oyunları (İngilizce: "A Beautiful Mind"), Nobel ödüllü Amerikalı matematikçi John Nash'in hayat hikâyesini anlatan, yönetmenliğini Ron Howard'ın yaptığı 2001 yapımı biyografik dram filmi.
Film, aynı adlı kitaptan senaryolaştırılmıştır. Esasen, John Nash adında bir şizofren matematikçinin hayat hikâyesidir. Nash, öğrenciliği sırasında oyun kuramı üzerine büyük başarılar elde etmiş parlak bir matematikçidir.
Nash, öğrencilik yıllarından itibaren hayaller görmeye başlar. Mezuniyetinden sonra, zamanla paranoid şizofreni olur; fakat hasta olduğunun farkına varamaz. Bir konferans sırasında aniden bir psikiyatristin karşısına çıkması ile olaylar zinciri değişir. Hastaneye yatar ve bu nedenle akademik çalışmalarından uzaklaşır.
Hastalığı kendi çocuğuna zarar vermesine neden olacak noktaya gelince eşi yeniden hastaneye gitmesi gerektiğini düşünür. Uzun süre hasta olduğunu kabul edemese de sürekli gördüğü kız çocuğunun hiç büyümediğini fark eder. Bu durum onun hastalığını kabul etmesini sağlar. Nash, yaşadığı hayali gerçekleri görmezden gelerek onlarla yaşamaya çalışacaktır. Gördüğü tedaviler etkili olmasa da eşi ve eski iş arkadaşlarının desteğiyle her şeye yeniden başlar. Kendi akıl hastalığını yine kendi aklı ile dizginleyerek akademik çalışmalarına yeniden hız verir. Tekrar üniversitede ders vermeye başlar. Sonunda gösterdiği sıradışı mücadeleyle şizofreni ile birlikte yaşamına devam eder. Ve tarih bu müthiş dehaya, akıl hastalığını yine aklıyla yenerek hayatının geri kalanını bilime adamasından ve hastalığının başlamasından evvel yaptığı buluşlardan dolayı Nobel Ekonomi Ödülünü armağan eder.
Telekinezi
Telekinezi (Yunanca: τῆλε + κίνησις, "uzaktan kontrol") ya da kısaca TK, maddeler üzerinde "düşünce gücüyle" etki yapma olarak tanımlanır.
Telekinezinin gerçekliğine dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur. 2006'da bu konudaki 380 deneyin meta analizini yapan bir çalışma, sadece yayın ön yargısına (bilimsel yayın yapan kişilerin sonuçları olumlu yorumlama payı) bağlanabilecek denli küçük bir etki bulmuştur. Telekinezi deneyleri, biliminsanları tarafından yeterince kontrollü ve tekrarlanabilir olmamaları yüzünden eleştirilmiştir. Ancak bazı deneyler telekinezinin gerçekliği konusunda bir "yanılsama" yaratmıştır, bu yanılsama deneyi yürütenlerin telekineziye duyduğu inançla orantılıdır.
Telekineziyi gerçekleştirebildiğini iddia edenler arasında en ünlüleri Rus psişik Nina Kulagina ve İsrail'li psişik Uri Geller'dir.
Telekinezi terimi Yunanca "uzak" anlamındaki "tele" sözcüğü ile "hareket" anlamındaki "kinesis" sözcüklerinden türetilmiş olup, metapsişikçilerce var olduğunu öne sürdükleri "fiziksel medyumluk yeteneğine sahip bir insan tarafından eşyaların el veya bilinen diğer araçların yardımı olmaksızın uzaktan hareket ettirilebilmesi paranormal olayını adlandırmak üzere kullanılmaktadır. Parapsikologlar bu varsayılan olayı psikokinezi kapsamında ele alırlar. Bir başka deyişle, telekinezi terimi daha çok metapsişikçiler tarafından kullanılmaktadır; parapsikologlar ise psikokinezi terimini tercih ederler.
Telepati
Telepati ya da uzaduyum, bireyler arasında bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati parapsikolojide incelenen paranormal bir yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri sürülen tesir irtibatıdır. Terim eski Yunanca’daki “uzak” anlamına gelen "tele" (τηλε)sözcüğü ile “etkilenme, tesir almış olma, hissetme” anlamlarına gelen "patheia" (πάθεια) sözcüğünün birleştirilmesiyle elde edilmiş olup önceden kullanılan “düşünce aktarımı” teriminin yerini almak üzere SPR’nin kurucularından Fredric W. H. Myers tarafından 1882’de ortaya atılmıştır. Birçok Doğu Bloğu ülkesinde telepati yerine bio enformasyon" terimi kullanılmıştır.
Telepatide, alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır. Tesiri gönderen ya da düşüncesini yayan, gönderen kimseye verici (agent), gönderileni almaya çalışan kişiye alıcı denir. Telepati yeteneğine sahip bazı” alıcı” telepatların diğer insanların zihinlerini okuma yeteneği oldukları söylenir. Telepati psikokinezi ile birlikte parapsikolojik araştırmanın iki temel araştırma alanını oluşturur. Bu alanda telepatiyi tam anlamıyla keşfetmek ve anlamak üzere sürdürülen birçok araştırma vardır. Telepatinin nasıl, ne yolla gerçekleştiği hakkında çeşitli varsayımlar ortaya atılmışsa da, henüz kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.
Parapsikoloji alanında telepati kısa adı ESP (extra-sensory perception) olan duyular dışı algılamanın bir türü olarak kabul edilir. Duyular dışı algılamanın diğer tanınmış türlerinden bazıları prekognisyon ve durugörü olarak bilinir. Telepati yeteneğini test etmek üzere başvurulan çeşitli deney yöntemleri bulunmaktadır. Bunlardan en tanınmış ikisi Zener kartları ve Ganzfeld uyarımıdır.
Zener kartları parapsikoloji alanında, ESP testlerinde kullanılmak üzere 1920’de Karl Zener tarafından icat edilmiş kartlardır. Parapsikoloji alanında ilk niceliksel araştırmalarda kullanılan bu kartlara, Joseph B. Rhine çalışma arkadaşı Karl Zener’e ithafen bu adı vermiştir.
Zener kartları daire, artı, dalga, kare ve beş uçlu yıldız sembollerini içeren 25 karttan oluşan bir destedir. 1930’larda Duke Üniversitesi’nin Parapsikoloji Laboratuvarı'nda Zener kartlarıyla yapılan deneylerde, kartlar desteden tek tek çekiliyor ve deneklerden, görmedikleri bu kartlarda hangi sembollerin yer aldıklarını bilmeleri isteniyordu. Deneklerin bu testlerde başarı oranı, beş sembol olduğundan normalde % 20 olması gerekirken, başarı oranının % 20’nin üzerinde olduğu gözlemlenmiştir.
Ganzfeld uyarımı (İng. ganzfeld stimulation) Parapsikoloji laboratuvarlarındaki deneylerde denekte duyular-dışı algılamayı harekete geçirmek üzere “duyumsal yoksunluk” sağlanması (duyumsal uyaranların minimum düzeye indirildiği bir ortam sağlanması) olayına verilen addır.
Önceleri vizüel süreç testlerinde kullanılan terim, 1973 yılından itibaren psi testlerindeki uygulamalar için kullanılmaya başlanmıştır. Bu uyarım sayesinde, beş duyusunu kullanamayan deneğe paranormal algılamalar için bir çeşit fırsat ortamı yaratılmakta, denek, zorunlu olarak duyular-dışı algılama alanına itilmektedir. Fakat beklenen paranormal algılamalardan hangisinin oluşacağı bilinmez; yani denekte bir telepati fenomeni de oluşabilir, durugörü de, prekognisyon da. Parapsikloglar ganzfeld uyarımını sağlamak üzere, “yüzme kabini” veya “izolasyon kabini” denilen,ısısı beden ısısına ayarlı, tuzlu suyla dolu, gürültü ve diğer uyaranlardan yalıtılmış çeşitli kabinler hazırlamışlardır.
Telepati deneylerinin yapılabilmesi için laboratuvar koşulları zorunlu değildir; halk arasında ya da aile içinde yapılan telepati deneyleri arasında en bilinen yöntem şöyle açıklanır: Dış uyaranların az olduğu (sessiz, pek ışık almayan, soğuk olmayan vs.) bir odada birkaç kişi gevşer ve zihinsel olarak konsantre olur (odaklanır). Bu kişilerden biri “verici”, diğerleri “alıcı”dır. Deneyde herhangi bir aldatmaca olmaması için verici kişi deneyden önce diğerlerine aktarmak istediği şey (görüntü, örneğin bir elma) neyse onu bir kağıda diğerlerinden gizli olarak yazmış olmalıdır. Beş veya on dakika süren odaklanma süresince verici kişi başka hiçbir şey düşünmeden aktaracağı görüntüye odaklanmalı, yan |
i sürekli onu düşünmeli ve onu bilincinde net ve duru bir biçimde canlandırmalıdır. Alıcılar ise, vericiden gelen etkili yayının bilinçlerinde yer edebilmesi için hiçbir şey düşünmemeye, bilinçlerini bütünüyle boş tutmaya en üst düzeyde özen göstermelidirler. Başarı, vericinin odaklanma (konsantrasyon) derecesine bağlı olduğu kadar, alıcıların her türlü kaygı ve kişisel düşüncelerden uzak bir biçimde bilinçlerini boş tutabilmelerine de bağlıdır. Odaklanma bitiminde tüm alıcılar kendi önlerinde bulunan kağıda bilinçlerin hangi görüntünün belirdiğini yazarlar ve sonuçlar karşılaştırılır. Gözlemler her beş kişiden birinin iyi bir alıcı olduğunu ortaya koymuştur.
Parapsikologlar araştırmalarında telepati fenomenini çeşitli türler altında ele alırlar:
Parapsikologlar telepati deneyleri sonuçlarında şu saptamalarda bulunmuşlardır:
İnsanlarda, zamanla körelmiş olduğu belirtilen bu yeteneğin aslında herkeste değişik derecelerde mevcut bulunduğu ve çeşitli deneme egzersizleriyle geliştirilebileceği ileri sürülür. Araştırmacılar Avustralya'daki bazı orman kabilelerinin beş duyu dışında bir iletişim yöntemi kullandıklarını bildirmektedir. Bu araştırmacılardan biri olan Alexander Markey, Yeni Zelanda’lı Maori’lerin günümüzde hala telepati kullanarak iletişim sağlayabildiklerini yazmış olduğu bir kitabında dile getirmektedir. Benzer yöntemler Afrika kabilelerinde de, örneğin Tabu yerlilerinde kullanılmaktadır. Gizlibilimlerle uğraşanlarda (okültizmde), teozofide ve tasavvufta ustalaşmak isteyenlerin, telepati yeteneğini geliştirip kullandıkları ve bu değişik öğretilerin telapatları kendi bölgelerinde, “olgun ve keramet ehli” olarak değerlendirilmiş oldukları ileri sürülür.
Roger Luckhurst’a göre, Batı kültüründe telepati kavramı esas olarak 19. yy. sonlarında ortaya çıkmıştır. Bu dönemden önce bilim fiziksel olgulara yoğunlaşmıştı ve “zihin”le pek ilgilenmiyordu. Paranormal fenomeni anlama çalışmaları esas olarak canlısal manyetizma çalışmaları ile başlamıştır. Telepati daha sora metapsişik araştırmacılarca ele alınmış ve SPR gibi derneklerin kurulmasından bir süre sonra laboratuvar koşullarında yöntemli ve sistemli bir şekilde incelenmeye başlandı. Bu alanda ilk başarılı sonuçlar, parapsikolojinin babası sayılan, Duke Üniversitesi'nden profesör J.B. Rhine tarfından elde edildi.
Örneğin Duke Üniversitesi’nde yapılan bir dizi ESP deneyinde, 1850 deneyden 558’inde başarılı sonuç alınmıştı. Bu sonuçların rastlantıya dayalı olasılık hesaplarına göre gerçekleşme olasılığı ancak 22 milyarda birdi. Rhine’ın ESP ve telepati deneyleri üzerine yazdığı “Altmış Yıldan Sonra Duyular-dışı Algılama” (Extra-Sensory Perception After Sixty Years) adlı kitabı Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nce öğrenciler için akademik bir test kitabı olarak kabul edildi. Rhine gibi psişik araştırmacıların başarılı sonuçlar almasından sonra telepati laboratuvar koşulları içine çekildi ve parapsikolojik araştırma kapsamında ele alınmaya başlandı.
Telepati nosyonu iki psikolojik kavrama benzemez: düşünce sokma/silme kuruntuları ve psikolojik sembiyoz(karıştırma). Bu benzerlik bazi kişilerin neden telepati fikrine kapıldığını açıklayabilir. Düşünce sokma/silme, bir psikoz, özellikle şizofreni veya şizoafektif bozukluk, semptomudur. Bu semptomu gösteren ruhsal hastalar, yanılgılı bir şekilde, düşüncelerinden bazılarının kendilerinin olmadğına inanırlar, ama başkaları (yani diğer kişiler, dünyadışı yaratıklar ya da komplocu istihbarat ajanları) beyinlerine düşünce koymaktadır (düşünce sokma). Bazı hastalar düşüncelerin beyinlerinden alındığını veya silindiğini (düşünce silme) sanırlar. Psikozun diğer semptomları yanı sıra, düşünce sokma da ilaçlı tedavi ile azaltılabilir.
Psikolojik sembiyoz (karıştırma) ise, daha az tanımlanmış bir kavramdır. Melanie Klein gibi erken psikanalistlerin yazılarında bulunan bir fikirdir. Çocuğun erken psikolojik deneyiminde (ilk bebeklik esnasında), bir yanda kendi aklı ile, öte yanda anne/baba deneyimi arasındaki farkın bilincine varamaması inancı ile ilgilidir.
Aklın bu durumuna psikolojik sembiyoz(karıştırma) denir; gelişmeyle sona erer, fakat, denir ki, bazı yönleri yetişkin ruhsal işlevlerinde de bulunmaktadır. Bu düşünce sokma/silme deneyimi veya bilinçsiz anıların psikolojik sembiyozu (karıştırma) "telepati"nin bir nosyon olarak icadına ve telepatinin var olduğu inanışına yol açmış olabilir, denebilir. Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişilerin telepatiye inanmaya yatkın oldukları fikri, psikiyatrlar ve psikologların kanaatidir ve deneysel bulgular bunu desteklemektedir.
Düşünceler arasında doğrudan doğruya bağlantı kurulması, iki zihin veya ruh arasında imaj, fikir, sembol tarzında ortaya çıkan tesir alış verişi olarak da tanımlanan telepati ile yine parapsikolojide kullanılan empati teriminin sık sık birbiriyle karıştırıldığı görülür.
Empati ("İng: empathy"), birbirlerine manevi bakımdan sıkıca bağlı iki canlı arasında, duygu ve ruhsal hallerin aktarılması fenomenine ve bu psişik irtibata Parapsikoloji’de verilen addır. Kimilerince telepatik bir irtibat biçimi sayılmaktaysa da,telepatiden farkı, tanımından da anlaşılacağı gibi, empatide düşünce ve imaj aktarımının olmamasıdır.
Örneğin aralarında empati bulunan iki kişiden biri bir bedensel rahatsızlıktan acı çektiğinde diğer empatın da bedeninin aynı bölgesinde acı duyduğu görülmüştür. Gözlem ve deneyler empati halinin anne ile çocuklar arasında ve ikizler arasında daha sık gerçekleştiğini göstermiştir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, empati halinin özellikle ebeveyn ile yavrular arasında gerçekleştiğini göstermektedir. Örneğin, bir deneyde, yavrularından kilometrelerce uzağa götürülen bir anne tavşanın, yavruları öldürüldüğünde acı acı bağırdığı görülmüştür. Terim, Latince'deki "iç,içine, içinde" anlamına gelen ""em"" öneki ile Grekçe'deki "duygu, acı, ıstırap, algılama" anlamına gelen ""patheia"" sözcüğünden türetilmiştir. Terimin psikolojide kullanılan anlamı ile parapsikolojide kullanılan anlamı aynı değildir.
Paslı kedi
Paslı kedi ("Prionailurus rubiginosus") küçük bir yaban kedisi. Bengal kedisi ile yakın akrabadır.
Paslı kedi 40 cm'lik gövde boyu ve 20 cm kuyruk uzunluğu ile en küçük kedilerdendir. Adını boz sarı kürkü üzerindeki paslı-kahverengi lekelerden alır. Görünümü bengal kedisine çok benzer; ancak benekleri daha az belirgindir ve rengi atmış, soluk bir izlenim bırakır.
Paslı kedinin, biri Hindistan'ın güney ucu ve diğeri Sri Lanka olmak üzere birbirinden ayrı iki popülasyonu bulunur. Buralarda farklı ortamlarda yaşarlar. Paslı kediler Sri Lanka'da yağmur ormanları'nda bulunurken, Hindistan'daki popülasyonları kuru ve açık alanları mekân tutarlar. Yaygın bir teoriye göre Hindistan'daki bengal kedisi ile olan rekabet, paslı kedileri daha uygunsuz yaşam alanlarına çekilmeye zorlamıştır. Sri Lanka'da ise paslı kedileri ormandan kovabilecek bengal kedisi bulunmamaktadır.
Paslı kediler tek başına hareket eden gece faal olan kediler olup, yaşam tarzları büyük ölçüde bengal kedilerine benzer. Kuşları, fareleri, kertenkeleleri ve böcekleri avlarlar. Çok iyi tırmanıcı olmalarına rağmen genelde yerde hareket ederler.
Müebbet Muhabbet
Müebbet Muhabbet, Cenk Durmazel ve Erdem Uygan tarafından üniversite yıllarında yapmaya karar verdikleri programlarıdır. İlk olarak özel bir radyoda kendi çabaları ile başlatıp programı daha sonraları daha çok insana ulaştırmayı başardılar, ardından televizyona geçerek işin içine görselik kattılar ve daha çok insanın onları izlemesini sağladılar. Şu anda Kanal 24 televizyonunda programlarına devam etmektedirler. Hafta sonları saat 23 sularında (23.15 genelde) HÖTK adlı programları ile cuma günleri de münazara programlarıyla yayındalar . Program 13 Mart 2017 itibarıyla radyonom.com'da radyo yayın hayatına tekrar başladı.
Yaptıkları şov; çağrışım hızlanması ve doğaçlamanın kullanıldığı, zaman dışı (özellikle de güncel dışı) bir sohbet türüdür. Geyik muhabbeti olarak tanımlamak ise hatadır. Çünkü konularını Haliç'in altındaki hazine gibi şehir efsanelerinden veya bitmek tükenmek bilmeyen AŞK edebiyatından ya da tartışılacak bir şey olmasa da saatlerce tartışılan siyasi olaylardan almaz. Terlik hakkında konuşulabildiği gibi antibiyotikler hakkında öğretici bilgiler de verilebilir programda. Dilin, düşünce üretme biçiminin olabildiğince esnetildiği bir programdır .
Grup 47
Grup 47, Alman yazar Hans Werner Richter’in 1947’den 1967’ye kadar Almancada eser veren yazarları davet ederek oluşturduğu bir gruptur. Grubun buluşmaları, okunan metnin iki taraflı eleştirisi ve genç, daha tanınmamış yazarları destekleme amacı gütmekteydi. Demokratik bir oylamayla verilen “Grup 47 Ödülü”, birçok yazarın, bu ödülü almasıyla kariyerlerinin başlangıcı anlamına gelmiştir. Grup 47 hiçbir kuruluş biçimine girmezdi, sabit bir üye listesi yoktu ve hiçbir edebi programa dâhil değildi, ama Richter’in katılıma davet etme usulüyle belirgin biçimde şekillenmiştir.
Grup 47 ilk zamanlarında, genç yazarlara II. Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatını yenilemeleri için bir platform oluşturmuştur. Daha sonraları Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kültür yaşamında, toplantılarına önemli çağdaş yazarların ve edebiyat eleştirmenlerinin katıldığı etkili bir kuruluş konumuna gelmiştir. Grup 47’nin kültürel ve siyasi etkisi birçok tartışmanın konusu olmuştur. 1967’de buluşmalarını sona erdirmelerinin ardından grubun eski katılımcıları Alman edebiyatının gelişiminde yön verici olmaya devam etmiştir.
Çağrı: Alman savaş esirlerinin gazetesi (Der Ruf: Zeitung der deutschen Kriegsgefangenen), 1945 yılının ilk zamanlarında Rodos Adası’ndaki Fort Philip Kearney savaş esiri kampında Alman savaş esirleri için oluşturulan Amerikan “Yeniden Eğitim Programı”nın bir parçası olarak kurulmuştur. Curt Vinz tarafından yayımlanmıştır. Gazete, savaş esirlerinin Almanya’ya dönüşlerinin ardından Vinz Yayımevi’nde Çağrı – genç neslin bağımsız sayfaları (Der Ruf – unabhägige Blätter der jungen Generation) adıyla, ilk kez 15 Ağustos 1946’da basılmıştır. Gazetede ed |
ebi yazılar da basılmıştır, ama yayımcı Andersch ve Richter her şeyden önce bunu, özgür bir Almanya için doğu ve batı arasında bir köprü olması ve sosyal bir toplum biçimine geçiş amacıyla daha çok siyasi bir organ olarak kullanmak istemişlerdir. Bazı zamanlar Amerikan işgal güçlerini eleştiren yazılar yazmışlardır, bu yüzden Amerikan işgalcileri tarafından gazetenin yayımlanması yasaklanmıştır. Bu iki yayımcının salıverilmesinin ardından gazetenin farklı siyasi yönde basılmasına devam edilmiştir.
Çağrı’nın faaliyetinin sona ermesinin ardından Hans Werner Richter “Akrep” (Der Skorpion) adında yeni bir gazete yayımlamak istemiştir. Richter’in davetiyle 1947’de yazarlar buluşarak müsvedde yazılmış ve ortak tartışmalar yapılmıştır. “Akrep” gazetesi çıkarılamamış olmasıyla birlikte Grup 47’nin ilk toplantıları burada yapılmıştır.
Grup 47’nin ilk buluşmasına 16 kişi katılmıştır. Başlangıç olarak Wolfdietrich Schnurre Das Begräbnis (Mezar) adlı öyküsünü yazmıştır. Ardından diğer katılımcıların açık, kısmen sert, kendiliğinden oluşan, daha sonradan grup eleştirisi ritüeline dönüşecek olan, eleştirilerinin plansız biçimi ortaya çıkmıştır. Konuşmacı yazarın, Richter’in yanındaki –“elektrikli sandalye” diye esprili adla anılan- boş sandalyeye oturarak yaptığı okumanın tarzı bile aynı kalmıştır. Konuşmacı kendini savunmak zorunda olmadığından, söyledikleri en önemli vecizeler arasına girer, yani somut metnin eleştirisi merkezde durur. Grubu bölebilecek olan edebi veya siyasi tarzın temelde yatan tartışmalarına Richter hiçbir zaman kesin tavırlarıyla meydan vermemiştir. Harabe edebiyatı (Trümmerliteratur) için kendi gerçekçi tercihine rağmen, grup adına bir edebi program belirginleşmemiştir, hiçbir ortak şiir kuramsallık anlayışı egemen olmamıştır; kısacası, örneğin faşist veya militarist metinlere yasak durumu gibi herhangi bir ilke anlayışı söz konusu edilmemiştir.
Grup 47 adı ilk kez, Hans Werner Richter’in düzenli olarak planladığı toplantıların ilkinde ortaya çıkmıştır. Yazar ve eleştirmen Hans Georg Brenner, grubun ismini, İspanyol Generación del 98’e bir benzeşme niyetiyle önermiştir. Buluşmanın bütün kuruluş biçimlerini reddeden Richter; „topluluk, kulüp, birlik, akademi“ önerilerine katılıp katılmayacağını şöyle açıklamıştır: „“Grup 47“, tamamen isteğe bağlıdır ve esasında hiçbir şey ifade etmez.“
İlk olarak 1962’de, topluluğun 15. Yıldönümü adına, Richter maziye bakarak Grup 47’nin „ideal çıkış noktalarını“ ifade etmiştir:
1.“Edebiyat ve gazetecilik (yayıncılık) alanlarında demokratik seçkinler oluşumu“
2.“Uygulamalı demokratik yöntemlerle bireyci bir gruba sonradan daha yaygın toplum kesimlerine kadar ulaşabilecek etkinlik alanını belirleme umudunu sağlamak.
3.“Bir program, bir topluluk, bir kuruluş ve herhangi bir kolektif düşüncenin araştırmalarını yerine getirmeden her iki hedefe de ulaşmak”
İki aylık düzenlemenin ardından, Grup 47’nin ikinci toplantısı Ulm’de düzenlenmiştir. Katılımcı sayısı bu kez iki katına ulaşmıştır. Richter’in ‘Davet’iyle gruba ilk kez dâhil olan katılımcılardan Alfred Andersch’in ‘Alman Edebiyatı karar aşamasında’ adlı denemesi gruba yön gösterici olmuştur. ‘Gerçek sanatçılık’, ‘nasyonal sosyalizm karşıtlığının özdeşidir’ tezinden yola çıkarak, Alman düşünce yaşamının yenilenmesi için orijinal bir yaratma sürecinin tamamlanması gerekliliğiyle ‘genç nesilde sıfırdan başlamak’la yüz yüze olduğunu, belirtmiştir. Andersch’in bu taslağı, uzun süre boyunca grupta okunan tek deneme olmuştur.
Bunu takip eden yıllarda düzenlenen toplantılar çoğunlukla yılın ilk yarısında ve sonbaharda, farklı yerlerde vuku bulmuştur. 1950’de düzenlenen yedinci toplantıda ilk kez ‘Grup 47 Ödülü’ verilmiştir. Bu ödülün diğer edebiyat ödüllerinden farkı ise; tanınmamış genç yazarların desteklenmesinin hedeflenmiş olmasıdır. Ödül töreninde yazarların eserlerinin okunmasının ardından, grup üyeleri ödül alacak kişiyi demokratik bir seçimle belirlemişlerdir. İlk ödül, şair Günter Eich’a verilmiştir. Üçüncü ödül töreninde Heinrich Böll, ‘Kara Koyunlar’öyküsüyle ödülü almıştır.
8 ay sonunda, 1952’de, Grup 47’nin bir yayın organını kalıcı kılmak ve yerleştirmek amacıyla edebiyat gazetesi ‘Die Literatur’, Richter’in çabasıyla yayımlanmıştır.
Grup 47’nin ününün yayılmasıyla her buluşmaya yurtiçinden ve yurtdışından daha fazla misafir davet edilmiştir.
Grup 47’deki edebî paradigma değişikliğiyle, özellikle grubun ilk yıllarında belirleyici olan, “Alman Savaş Sonrası Edebiyat’ının sade realizm”inde yazılar yazılmıştır. Daha karmaşık yapıya sahip metinlerden yavaş yavaş uzaklaşılmıştır. 20 yy.’ın ilk yarısında gelişen, nasyonal sosyalizm zamanında yasaklanmış ve yakılmış olan “Modernist Edebiyat”, Grup 47 ile dirilmiştir.
Genç yazarlar, 1950’li yıllardaki ilımlı modernizmi Grup 47’nin edebî simgesi olarak şekillendirirken, genel hatları ile deneysel edebiyat çalışmaları grubun içinde yerleşmede ve kalıcılaşmada epey zorlanmıştır.
Grup, 1950’li yılların başından beri daha fazla ilgi odağı olmuştur. Başlarda katılımcılar, düzenlenen toplantılar hakkında röportaj vermişlerdir. 1956’dan sonra ise sadece yıllık, ilkbaharda düzenlenen toplantılar hakkında, resmi sonuçlar değerlendirilmiş ve medyaya sunulmuştur.
Grup 47’nin en büyük başarısı, “Grup 47 Edebiyat Ödülü”ne layık görülen Günter Grass olmuştur. Grass 1958 yılında daha yayımlanmamış romanı “Teneke Trampet”in ilk bölümüyle bu ödülü almıştır. Bu ödül ile, daha o zamana kadar tanınmamış olan Grass’ın ani bir şekilde ünlenmesini sağlamıştır. Grup 47 Edebiyat Ödülü’nün verilmesine 3 yıl ara verilmiştir. Grass, kamuoyunun algısında grup yoluyla belirgin hale gelmesinden sonra belirginleşen edebiyat başarısı tekrar gruba yönelik bir etki yaratmıştır; nitekim bu anlamda, Grup 47’nin edebiyat sahnesinde önemi derinleşmeye başlamıştır.
Ardından, yazarlar, eleştirmenler ve yayımcılar gruptan davet edilmekte ısrar etmişlerdir. Grup düzenleme süreciyle daha profesyonel bir hal almıştır ve önceki toplantılardaki dostça hava yok olmuştur. Richter katılımcıları 3 gruba ayırmıştır: bazı genç yazarlar, “her şeyi daha iyi bilen” pür eleştirmenler ve sadece üye olan büyük bir grup. Grubun eski üyeleri artık gitgide toplantılara katılmamaya başlamışlardır. Heinrich Böll grupla ilgili düşüncelerini şöyle bildirmiştir: “150 yazarın, eleştirmenin, yayımcının, sinemacının, televizyoncunun ve daha fazlasının katıldığı toplantılar, bana öylesine ıstırap veriyor ki, isteksizce gidiyorum. Grup 47 kurum olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.” Alfred Andersch de şu şekilde eleştiride bulunmuştur: “Grup edebi pazara dönüşecek.” Grup 47 Edebiyat Ödülü’nün verilmesi sırasında müsvetteler teslim edilir, yazarlar grup önündeki okumalarına özenli bir şekilde hazırlanırdı. Okumanın başarılı olup olmadığına bakarak, artık orada bulunan yayınevi temsilcileri yazarın edebi kariyeri hakkında karar verirdi.
Metinler hakkındaki eleştiriyi artık gruptaki diğer yazarlar değil, ayrıcalıklı olarak toplantıların yapıldığı salonların ön sıralarında oturan meslek eleştirmenleri gerçekleştiriyordu; bu eleştirmenler örneğin: Walter Höllerer, Joachim Kaiser, Walter Jens, Walter Mannzen, Marcel Reich-Ranicki und Hans Mayer gibi isimlerdi.
1961 yılında Grup 47’nin daha devam edip etmeceği tartışmaları olmuştur. Eleştirilere dönük eleştiri özellikle de değerlendirmelerinden çok çekinilen Reich-Ranicki’nin şahsında alevleniyordu. Bu konuda farklı görüşler olmuştur. Grubun eski üyeleri gruptan tahliyesini istemiştir. Richter ise gecikmeli olarak, bu yönde hareket etmeyeceğini bildirmiştir.
60’lı yıllarda toplumun politikayla daha fazla ilgilenmesinin sonuçları Grup 47’ye de yansımıştır. Richter’in hareketi temelde sosyal politik bir haldeyken, Grup 47 varolduğu süre boyunca politik açıdan etkin olmamıştır. Ancak bu durum hiçbir zaman bütün grup adına geçerli olmamıştır.
Son toplantı 1967’de düzenlenmiştir. Bu toplantı, Sosyal Demokrat Öğrenci Topluluğu’nun bazı üyelerince protesto edilmiştir. Öğrenciler grubu “politik olmayan bir duruş”la suçlamışlardır ve “grup 47 kâğıttan kedi” ve “Şairler! Şairler!” gibi alaycı sloganlar atmışlardır. Grup üyelerinin tepkileri farklılık göstermiştir. Bazıları rahatsız oldukları için kızarken, bazıları öğrencilerle diyaloğa girmeye çalışmışlardır. Grup içinde -özellikle iki öncü Günter Grass ve Reinhard Lettau arasında- ideolojik farklılıklar oluşmuştur.
Hans Werner Richter 1968’de bir kapanış toplantısı düzenlemiştir. Bu toplantıda grup dağılmıştır. Richter’e göre Grup 47 hiçbir zaman gerçekten kurulmamıştır, bununla birlikte hiçbir zaman resmi olarak da dağılmamıştır. Richter bundan sonra bir toplantı daveti göndermemiştir. Eski üyeler, ara sıra, küçük çaplı toplantılar düzenlemişlerdir.
Günter Grass 2005 yılının Aralık ayında kurduğu “Lübeck Edebiyat Toplantısı”yla yeni edebiyat çevresini kurmuştur. “Günter Grass Evi”nde düzenlenen ilk toplantıya Thomas Brussig, Michael Kumpfmüller, Katja Lange-Müller, Benjamin Lebert, Eva Menasse, Matthias Politycki, Tilman Spengler und Burkhard Spinnen gibi isimler davet edilmiştir. Grup 47’yi taklit ederek derneğe “Lübeck 05” adı verilmiştir. Grass, her şeyden önce, Grup 47’nin yeniden hayata geçirilmesi düşüncesinden uzak olduğunu eski üslubuyla belirtmiştir: “Devam ettirilemez bir şeydir bu. Aramızda hiç Hans Werner Richter yok. 40’lı ve 50’li yıllarda hüküm sürdüğü gibi bir durum günümüzde söz konusu değil.“
Grup 47 Edebiyat Ödülü 1950 yılından itibaren daha tanınmamış yazarlara verilmişir. İlk yıllardaki ödüllerde takdim edilen para (iki ödülde de 1000 Alman Markı), Amerikan reklam şirketi Coward McCann Company’nin bağışıydı. Daha sonradan –Hans Werner Richter tarafından düzenlenen ödüllerdeki- para farklı yayımevlerince ve radyo kuruluşlarınca bağışlanmıştır.
Heinz Ludwig Arnold’un görüşüne göre Grup 47 “20. yy’ın ikinci yarısındaki Alman Edebiyatı’nda belirgin bir iz bırakmıştır. Grubun edebiyat eleştirmenleri Federal Almanya Cumhuriyeti’ndeki edebî tartışmalara etkin olarak katılmışlardır ve gruptaki yazarlar Alman gazetelerini |
n kültür eki ve edebiyat çevrelerinde sansasyonel tartışmalar yürütmüşlerdir. Alman yazar Hans Magnus Enzensberger, Grup 47’yi “Alman edebiyat tarihinde örneği bulunmayan bir edebi topluluk” olarak nitelendirmiştir. Alman edebiyat tarihçisi Klaus Briegleb, grubu “günümüz Alman kültüründeki siyasî efsane” olarak adlandırmıştır. Alman yazar Alexander Kluge de, Grup 47’nin parladığı dönemde, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin önemli edebi yeteneklerini bir araya getirdiğini ve asıl toplumsal sorunlara yönelik ortak bir tutumu ortaya koymak için onları etkilediğini belirtmiştir.
Grup 47 çoğu kez efsanevileştirilmiş, çok sayıda taklit örnekleri ile karşılaşılmıştır. Örneğin Grub 47‘yi, Alman yazar Hans Werner Richter Edebiyat çevresi olarak, Heinrich Böll seyyar akademi olarak, Günter Grass bir tür edebî başkentin yedeği olarak, Hermann Kesten kendinden menkul yazarlar birliği olarak, Enzensberger de klik olarak görmüştür. Grup 47, farklı görüş açılarına göre; „edebiyat mafyası“, „edebî […] deneme sahnesi“, „Alman mucizesi“, „özel komando birliği“, „seyyar romantik kafe“ veya „yazar pazarının acentesi“ olarak da algılanmıştır.
Sonraki eleştiriler, daha çok grubun kuruluşuna ve grubun kamu üzerindeki etkisine karşı yöneltilmiştir. Grup, yazar çevrelerince, aralarına başkalarını almayan, Alman Edebiyatı’nda hangi eserin iyi olup olmadığına, hangisinin okunup okunmayacağına karar vererek düşünce terörü yapan, diktatör bir grup olarak tanımlanmıştır. Sadece edebiyat alanında değil, kamusal alanda da çok etkili olan grup, edebi eserlerle ve içerikleriyle değil, politik tarzda tartışmalarla ilgilenen kamusal bir güç olarak değerlendirilmiştir. Heinrich Böll ve Hermann Kesten gibi Alman yazarlara göre; 1945 yılı sonrası Alman Edebiyatı, Grup 47 hiç var olmasaydı da farklı olmazdı. Grubun yararlarının ve zararlarının birbirini eşitlediği düşünülmüştür. Çoğu Alman yazar, Grup 47’nin dağılmasının ardından Alman Edebiyatı’nın artık rahat bir nefes aldığı yorumunu yapmıştır.
Grup, ilk yıllarında çoğunlukla tutucu eleştirmenlerce, sonraki yıllarda da parti politikacılarınca, politik odaklı yoğun karşı çıkışlara ya da saldırılara maruz kalmıştır.
Çoğu siyasetçiye göre grup, sadece kültürel alanda değil, politika alanında da etkisiyle gizemli meselelere yol açmıştır.
60’lı yıllarda politik havanın değişmesiyle ve grubun daha sağlam temellere sağlam olmasıyla eleştirilerin yönü de değişmiştir.
Grup 47’nin fiili olarak dağılmasından sonra, grubun gücü ve etkisi üzerine yapılan kamusal eleştirilerin sebebi ortadan kalkmıştır. Ardından grubun gelişmesi ve içeriksel öncelikleri arka planda kalmıştır. Nasyonal sosyalizm ve soykırım zamanında gerilemiş olan edebiyat çalışmalarını daha fazla yoğunlaştırmaya başlamışlardır.
Kaynak
İskandinav paganizmi
İskandinav paganizmi, tanrıların babası Odin ve oğulları etrafında şekillenir. Klasik iyi-kötü çatışmasıdır. Odin'in iki oğlu vardır; birisi şimşeklerin tanrısı Thor'dur, diğeri ise Thor kadar güçlü, yakışlı ve erdemli olamayan Loki'dir.
Ayrıca İskandinav paganizminin en iyi temsilcileri Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya'daki metal müzik gruplarıdır, bunlar gerek görünüşleri gerekse şarkı sözleriyle yoğun bir pagan inancı içindedirler. Bu gruplara örnek; Amon Amarth, Burzum, Einherjer,Thyrfing ve daha birçok iskandinav gruptur.
Garnet
Grena, başkalaşmış kayaçlarda ve bazı yerli kayaçlarda bulunan doğal silikat grubudur.
Grena ("süleyman taşı" da denir) grubunun yerel formülü XY(SiO)'tür; formülde X iki değerli katyonu (demir, magnezyum, kalsiyum ya da manganez), Y üç değerli katyonu (alüminyum, demir ya da krom), SiO de dört oksijen iyonuyla çevrili silikat iyonunu gösterir.
Grenalar, güzel renklerinden ötürü kuyumculukta kullanılır.
Zoran Simović
Zoran Simoviç (d. 2 Kasım 1954) Galatasaray'da uzun yıllar kalecilik yapmış Karadağlı futbolcudur. Galatasaray'ın 1980'lerdeki 'yeniden dirilişi'nde en önemli oyuncuların başında gelmektedir.
1954 yılında Karadağ'da doğan Simoviç futbol hayatına SZ Napredak takımında başladı. Yugoslav millî takımında kalecilik yapan Simoviç 1984 yılında Galatasaray'a Jupp Derwall döneminde transfer oldu. Özellikle kurtardığı penaltı vuruşlarıyla ünlenen Simoviç, 1988-1989 sezonunda Almanya'nın Köln kentinde Monako ile oynanan Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek final maçından sonra Türk Bayrağı ile tur atması Türk halkının gönlünde taht kurmasını sağlamıştır. Ancak bu hareketinin, ülkesi Yugoslavya'da büyük tepkiye yol açtığı, hatta bütün mal varlığının haczedildiği iddia edilmektedir.
Simoviç, 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesinde en favori kalecilerden biri olarak gösterilmekteydi. Hatta o zamanlar Premier League'in en önemli takımlarından biri olan Nottingham Forest kulübünün transfer listesinde yer almaktaydı. Ancak şampiyonada oynadığı maçlarda yediği hatalı goller gözden düşmesine yol açtı. Şampiyona bitiminden sonra kendini bir anda Türkiye'de Galatasaray forması altında buldu. Galatasaray 1984-1985 yılı futbol sezonu öncesinde o güne kadar görülmemiş oranda büyük bir transfer harekatına girişerek, Simoviç, Erdal Keser, Abramczik, Burak, Yusuf, Semih Yuvakuran, İsmail, Rıza, Levent gibi o dönemin önemli oyuncularını transfer etmiş ve şampiyonluğun en kuvvetli adayı olarak gösterilmekteydi. En son 1973 yılında şampiyon olan sarı-kırmızılılar, bu transferlerden sonra şampiyonluk hasretini dindireceklerini düşünmekteydi. Hatta Simoviç, lig başlamadan önce kendisine ilk gol atacak futbolcuya kol saati hediye edeceğini söylemişti (mizahî anlamda değil, gerçek kol saati)(Ancak 2007 yılında Zaman gazetesine verdiği bir röportajında böyle bir söz vermediğini belirtmiştir). Fakat daha ligin ilk maçında Denizlispor, Galatasaray'ı İstanbul'da 1-0 yenerek, bu özlemin daha birkaç yıl devam edeceğini akla getirdi.
Zoran Simoviç, başlangıçta Galatasaray forması altında da kötü maçlar çıkardı hatta birkaç maç yedek kadroda yer aldı. Ancak ikinci yarı ile başlayan Türkiye Kupası maratonunda gerçekten büyük bir kaleci olduğunu ispatlamaya başladı. O yıl Galatasaray sadece Türkiye Kupası ile yetinmek zorunda kaldı. Ancak, Simoviç özellikle ikinci yarıda gösterdiği başarılı performansla ligin en başarılı kalecisi olduğunu gösterdi.
1985-1986 sezonunda Galatasaray namağlup ikinci olurken; Simoviç de Galatasaray'ın en başarılı isimlerinden biri olarak ortaya çıktı. 1986-1987 sezonu geldiğinde, ki sezona yine bir mağlubiyet ile başlanmış ve taraftarlar "vuslat başka bahara kaldı" diye düşünürken; Simoviç'in kalesini koruduğu sarı-kırmızılı takım 14 yıl aradan sonra lig şampiyonluğuna ulaşmayı başardı.
1987-1988 sezonunda Galatasaray üst üste ikinci kez şampiyonluğa ulaştı. Takip eden sezonda lig şampiyonluğu ezeli rakibi Fenerbahçe'ye kaptırılsa da, o yılın akıllarda kalan en büyük olayı Fenerbahçe'nin lig şampiyonluğundan ziyade, Galatasaray'ın Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda (bugünkü adıyla Şampiyonlar Ligi'nde) yarı finale kadar yükselmesidir. Çünkü bir Türk takımının ilk kez bu derecede önemli başarılar elde etmesi, sonraki yıllarda Türk futbolunun ufkunun gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Simoviç, Galatasaray forması altında oynadığı yıllarda Türkiye liglerinin en başarılı kalecilerindendi. Özellikle rakip forvet oyuncuları ile karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda inanılmaz kurtarışlar yapmaktaydı. Bunun dışında, defansta bir libero görevi üstlenmiş gibiydi.
Başarılı file bekçisi, sarı-kırmızılı forma ile iki Lig, bir kupa Şampiyonluğu yaşadı. 1990 yılında Everton maçıyla yaptığı jübileyle futbolu bıraktı. Futbol camiasında 1980'lerin akla ilk gelen efsane isimleri arasındadır.
Galatasaray'a transfer olduğu 1984'ten 2004'e kadar Türkiye'de yaşayan Simoviç, 2004-2006 yılları arası Sırbistan 1. lig takımlarından FK Napredak Kruševac kulübünün başkanlığını yapmıştır.
13 Temmuz 2010 tarihinde Simoviç, Kruševac'da gayrimenkul dolandırıcılığı iddiasıyla tutuklandı ancak yaklaşık bir ay sonra mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Günümüzde halen Kruševac'da (Alacahisar) gayrimenkul işi yapmaktadır.
Simoviç, 2010 yılının Ağustos ayında, Belgrad'ta Beograd, UEFA Avrupa Ligi maçı için Galatasaray futbol takımını ziyaret etmiştir.
Hamit Görele
Hamit Görele, (1900; Görele, Giresun - 6 Haziran 1980, İstanbul) Türk ressam.
1900 yılında Giresun'un Görele ilçesinde doğan Hamit Görele, ilk ve orta okulu Gümüşhane'de okumuş; lise öğreniminiyse İstanbul’da tamalamıştır. 1922 yılında başladığı Mühendis Mektebinden 2 yıl sonra ayrılarak Güzel Sanatlar Akademisine girmiştir. 1928 yılında Akademiden mezun olarak Hikmet Onat ve İbrahim Çallı ile birlikte çalışmış; bir yandan da Amerikan Kız Kolejinde ve Galatasaray Lisesinde resim öğretmenliği yapmaya başlamıştır. Aynı yıl Avrupa Resim Yarışmasında aldığı ikincilik ödülü sonucu Maarif Vekaleti tarafından Fransa’ya eğitime gönderilmiş; Paris’teki başarılarından dolayıysa 16 Şubat 1929’da Bakanlıktan takdirname almıştır. 1930'da Montparnasse Bulvarı Grand Galerie Moderne'de açılan karma sergide "Firavunun Eşi" ve "Odalık" adlı resimleri Cézanne, Matisse, Picasso, Bonnard ve Lhote gibi önemli ressamların çalışmalarıyla beraber yer almıştır.
Andre Lhote atölyesinde ve Akademie Moderne'de dört yıl çalışan Görele, 1933'te Türkiye'ye dönmüş ve Müstekil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği'nin sergilerine katılmaya ve birliğin başkanlığını yürütmeye başlamıştır. 1934 ve 1940 yılları arasında İstanbul'da, Ankara'da ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde resim öğretmenliği yapmış ve kişisel sergiler açmıştır.
Katıldığı yurt içi ve yurt dışı sergilerin dışında pek çok yazı, makale, eleştri ve çeviriyle Türk resim sanatına modern kişiliğini kazandırmak için uğraşmıştır. 1965’te Türk Çağdaş Ressamlar Derneği Başkanlığına getirilen sanatçı, iki yıl sonra Yılın Sanatçısı ödülünü almıştır.
1978 yılında Devlet Onur Belgesi verilen iki ressamdan biri olan Görele, 1980 yılındaysa Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde başarı ödülü almıştır. Sanatçı, aynı yıl 6 Haziran günü yaşamını yitirmiştir.
Başlangıçta André Lhote'un etkisind |
e kübizme yakın resimler yapan Görele, sonraları izlenimciliğe kaymış non-figüratifi geometrik olanaklarla birleştirerek, konstrüktivist yapıtlar da ortaya koymuştur.
Vila Real de Santo António (bucak)
Vila Real de Santo António, Portekiz'de aynı adı taşıyan Vila Real de Santo António belediyesine bağlı olan, 8,95 km yüzölçümüne sahip, 10.542 nüfuslu (2001) bir bucaktır. (Portekizce: "freguesia").
Pars kedisi
Pars kedisi ("Prionailurus bengalensis"), kedigiller (Felidae) Güney ve Doğu Asya'da görülen bir kedi türü. Yaklaşık olarak bir ev kedisi büyüklüğünde olan pars kedisi, devasa dağılım alanında, çok sayıda renk varyasyonları ve alt türleri ile ortaya çıkar.
Bu türün değişkenliği çok büyüktür. Doğu Sibirya'daki bengal kedileri Endonezya Adaları'ndankilerden oldukça farklı görünürler. Güneyde ana renk leoparlarınki gibi sarımsıyken buna karşın kuzeyde boz kahverengidir. Vücut siyah lekelerle kaplı olup, kafasında siyah şeritler bulunur. Bu lekeler kuzey populasyonunda iri rozetler halindeyken güney bengal kedilerinde küçük benekler şeklindedir. Büyüklüğü, 45 cm vücut boyu ve 20 cm kuyruk uzunluğu (Java) ile 60 cm vücut boyu ve 40 cm kuyruk uzunluğu (Sibirya) arasında değişir.
Pars kedisi daima suya yakın yaşar. Bunun dışında habitattan başka özel bir talebi yoktur. Tropik yağmur ormanları gibi iğne yapraklı ormanlar, bozkırlar ve dağlar da mekanlarıdır. Yerleşim yerlerinin yakınına gelmekten çekinmeyip, kimi zaman tarlalarda dolaşır.
Dağılımı, Güney Sibirya Amur Nehri bölgesinden, Kore ve Çin üzerinden Hindistan, Pakistan ve Endonezya'ya kadar uzanır. Bengal kedisi, Quelpart, Tsushima, Tayvan, Hainan, Sumatra, Java, Borneo, Bali, Lombok adalarında ve merkezi Filipinler'in birkaç adasında yaşar. Bu bölgede, kimi zaman kendi başına bağımsız tür olarak tanımlanan çok sayıda alt türe ayrılır.
Pars kedisi, geceleri faal tek başına dolaşan bir hayvan olup, gündüzleri ağaç kovuklarında ya da kaya yarıklarında uyur. Genelde yerde hareket etse de çok iyi de tırmanabilir. Pars kedisi sudan korkmayıp, engellerden geçmek veya balık avlamak için yüzer. Bu anlamda pars kedisi, kıyıya yakın küçük adacıklarda yerleşim kurabilir. Avları arasında fareler, tavşanlar, kuşlar, böcekler, sürüngenler ve balıklar ile yengeçler bulunur.
Pars kedisi, en başta Çin'de olmak üzere kürkü yüzünden avlanır. Avrupa'da kürkü artık ithal edilmezken, hala büyük bir sayıda kürk Japonya'ya sevk edilir. Pars kedisinin tamamı tehdit altında değilken yine de bölgesel olarak çok seyrekleşmiştir.
Çok sayıda alt türü bilinir ki bunlardan biri Tsushima kedisidir. Bu tür 1988 yılında tanımlanmış olup Kore Boğazı arşipelindeki Tsushima Adası'nda yaşar. Aynı şekilde sıklıkla alt tür olarak görülen iriomote kedisi, bugün daha çok özgün tür olarak kabul edilir.
Japon adalarında yaşayan bu tür ilgi çekicidir. İriomote kedisi ("P. iriomotensis" veya bazen "Felis iriomotensis") sadece ufacık bir ada olan İriomote adasında yaşamaktadır. 1967 yılında keşfedildiğinde soyu tükenmiş bir kedi cinsinin hayatta kalmış son bireyleri olarak tanımlanıp "Mayailurus" cinsine yerleştirildi. Bu görüş hala tartışılmaktadır. Bazı uzmanlar bu kedinin diğer Bengal kedilerinden oldukça farklı görünmesinden dolayı tamamen başka bir cins olarak sınıflandırılması gerektiğini iddia etmektedirler. Koyu kahverengi bir postu, bodur bir kuyruğu vardır ve tırnaklarını içeri çekemez. Japonca İriomote-yama-neko olarak adlandırılır anlamı İrimote dağ kedisidir; neko=kedi yama=dağların (dağlardan gelen, dağlara ait) ayrıca Yamamayaa ("dağ kedisi") veya Yamapikaryaa ("dağ parlak gözlüsü") veya İriomote adası yerlileri tarafından da Pingiimayaa ("kaçmış kedi")olarak bilinir. İriomote kedisi 100 birey civarında bir nüfus ile kritik soy tükenme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Noyan
Noyan, ile şu maddeler kastedilmiş olabilir:
Kaşık Adası
Kaşık Adası, Heybeliada
Marmara Denizi'nde, İstanbul'a bağlı, Burgaz Adasının karşısında kaşığa benzediği için bu isim verilmiş özel mülkiyet elindeki ada. Adaya vapur seferi yoktur. Uzunluğu yaklaşık birkaç yüz metre olan bu ada eskiden sürgün yeri olarak da kullanılırdı.
Eski adı Pita olan ve sonraları "Pide Adası" olarak da anılmaya başlayan ada, kaşığa benzeyen görünümü nedeniyle daha çok Kaşık Adası olarak bilinir. 1950'li yıllarda Danon adındaki Musevi ailesinin sahip olduğu Kaşık Adası, günümüzde bir turizm şirketine satılmıştır, fakat şirketin adanın özelliklerine zarar verecek tesisler kurduğu gerekçesiyle, belediye inşaatı durdurmuştur.
Adada 2 küçük ev ve basit yapılı bir iskele bulunmaktadır.
Kaynarca, Pınarhisar
Kaynarca, Kırklareli ilinin Pınarhisar ilçesine bağlı bir beldedidir.
Kırklareli il merkezine 25, Pınarhisar ilçe merkezine 5 km mesafededir.
T-155 Fırtına
T-155 Fırtına, Türkiye tarafından üretilen kundağı motorlu topçu sistemine sahip bir obüs.
Üzerine monte edilmiş 12 adet hidro-pnömatik süspansiyon ünitesi ve tekerlerinden oluşan gelişmiş süspansiyon sistemi sayesinde engebeli arazi dahil her türlü arazide rahatça harekat icra edebilmektedir. Güç Ağırlik oranı 21bg/t olan Fırtına`nın harekatlarını uzun süreli destekleyebilir. ADOP-2000 sistemine sayısal olarak entegre edilmiş olan Fırtına, sahip olduğu ASELSAN ürünü 9600 serisi frekans atlamalı sayısal telsizler vasıtasıyla emniyetli, güvenilir, esnek, süratli, mobil, beka kabiliyeti yüksek, elektronik harp korumalı etkin bir ses ve veri haberleşmesinin tesisine ve atış esaslarının süratle takibine imkân tanımaktadır. Obüsteki muharebe sistemleri Fırtına Atış Kontrol Sisteminin hesapladığı atış komutlarını alma ve gönderme yeteneğine sahiptir. Fırtına hareket halindeyken 30sn. içinde atış görevine hazır olabilmekte ve ilk 15sn. içinde ani atış (darbe) olmak üzere 8 atımlık bir atış görevini bir dakika içinde tamamlayabilmektedir. Obüs atış görevinin tamamlanmasını müteakip 30sn. içinde mevzisini terk edebilmektedir. Obüs, sahip olduğu içeriden komuta edilebilen otomatik namlu yol kilit sistemi vasıtasıyla, kısa sürede mevzi değiştirebilmekte ve böylece düşmanın karşı ateşine maruz kalma riskini minimum düzeye indirmektedir.
Fırtına`nın ASELSAN tarafından geliştirilen özgün atış kontrol sistemi dört ana bölümden oluşmaktadır
Obüs Ataletsel Seyrüsefer Sistemi sayesinde tevcih hattı istikamet açısını 0,3 milyem, mevzi koordinatlarını 17,5m ve mevzi rakımını 10m doğrulukla tespit edebilmektedir. Obüs ayrıca, mevcut sistemlerin aksine, tevcih herekli nişan dairesi, nişan çubuğu, ´vb. alet ve avadanlığa ihtiyaç duyulmadan çok kısa bir süre zarfında mevzilenebilmektedir. En önemli özelliği; 8–25 km arası mesafelere yapılan atışlarda farklı namlu açılarından art arda atılan üç merminin, hedefe aynı anda ulaşması ile üç adet obüsün atış gücünü tek başına karşılayabilmesidir.
Nato standardı her cins 155mm obüs mühimmatını kullanabilen Fırtına, 48 adet silah payı kıt`a yükü mühimmata sahiptir. Elektrikle çalışan ve elektonik olarak kontrol edilen otomatik mermi doldurma sistemi sayesinde obüs; ani atış için 15 saniyede 3 atım ve sürekli atış için dakikada 2 atım gereçekleştirebilmektedir. Obüs, 52 çap uzunluğunda, monoblok olarak imal edilen ve 23Lt`lik yanma odası hacmine sahip bir namlu ile donatılmış olup halihazırda MKE tesislerinde üretilmektedir.
155mm M-44T ve M-52T kundağı motorlu obüs modernnizasyon programlarından alınan dersler ışığında, Türk Kara Kuvvetleri Topçu Birlikleri'nin taktik ve teknik kulanım konseptleri ve geleceğin muharebe sahası ateş destek ihtiyaçları dikkate alınarak 1995 yılında T-155 Fırtına Modern Obüs Geliştirme Programına başlanmıştır. Program kapsamında tasarım ve prototip üretim çalışmalarına Kara Kuvvetleri Teknik ve Proje Yönetim Daire Başkanlığı silah ve Mühimmat Şube Müdürlüğü Proje Yönetiminde 1995 yılında başlanan ve azami menzili 30 km olan 155mm/39 kalibre namluya sahip ilk prototip 1997 yılında üretilmiş, ancak daha uzun menzil ihtiyacı neticesinde yeni obüsün 155/52 kalibre silah sistemine sahip olması kararlaştırılmıştır. Kara Kuvvetleri ihtiyacına yönelik olarak 40 km menzilli, 155mm/52 kalibre silah sistemine sahip ikinci prototip obüsün üretimine 2000 yılı içerisinde başlanmıştır. Obüsün gövdeve kule tasarımları ve analizleri modern tasarım programları kullanılarak tamamen bilgisayar ortaminda yapılmıştır. Prototip obüsün gövde, kule ve süspansiyon sistemlerinin üretimi Eylül 2000`de yurtdışından tedarik edilen komponentlerin entegrasyonu ise Aralık 2000`de tamamlanmıştır. Prototip üretim çalışmaları sırasında Türkiye yeni obüste Almanya üretimi PzH 2000 obüsünün alt sistemlerini kullanmayı planlamış, ancak Alman Federal Güvenlik Konseyi`nin PzH 2000 obüsünün alt sistemlerinin satışına yönelik ihracat lisansını onaylamaması üzerine, söz konusu sistemler Güney Kore'li Samsung Techwin şirketinden tedarik edilmiştir. Prototip obüs, Tek Top-tek Batarya Konsepti`ne uygun olarak at ve gözle(shoot and scoot) prensibine göre tasarlanmıştır.Temmuz 2001 de bazi altsistemlerin (otomatik yükleyici, komple 155mm/52 kalibre silah sistemi) tedarikine yönelik olarak Güney Kore ile Türkiye arasında bir kontrat imzalanmıştır. Halihazırda güç paketi dışında kalan tüm alt sistemler Türkiye'de üretilmektedir.
T-155 Fırtına, 2007 yili sonunda 2008 Ocak ayina dogru Kuzey Irak'ta PKK militanlarina karsi gerceklestirilen Güneş Harekâtı'nda kullanilmistir. Yani sira, T-155, 2012 yili doneminde yasanan Suriye-Turkiye sinir catismalarinda ve 2016 Fırat Kalkanı Harekâtı'nda faydalanilmistir.
Uzay Yolu: Yeni Nesil
Uzay Yolu: Yeni Nesil (Star Trek: The Next Generation) Gene Roddenberry tarafından yaratılmış olan kurgusal Uzay Yolu evreninde geçen bir bilim kurgu dizisidir. Türkiye'de 1990-1997 yılları arasında Star TV'de yayınlanmıştır.
Jackson Gitarları
Jackson, Grover Jackson ve Wayne Charvel tarafından 1980 yılında Kaliforniya, San Dimas'da kurulmuş olan bir gitar üreticisi şirkettir.
Jackson firmasının ilk seri üretim gitarı, bir rock gitar virtüözü olan Randy Rhoads için ürettikleri Rhoads V modelidir. "Soloist" |
ve "King V" modellerini üreterek gitar piyasasında kendilerine iyi bir yer edinen firma, "strat" tipi, "yekpare" gövdeye sahip "soloist" modeli ile superstrat gitarlar arasında kendine bir yer edinmiş ve birçok büyük rock/metal grubunun tercihi olmuştur.
Dünyanın en büyük elektrik gitar üreticilerinden olan Fender, 29 Ekim 2002 tarihinde katıldıkları ihale sonucunda Jackson'ı kendi bünyesine katmıştır ve artık Jackson, Fender'in alt markası olarak geçmeye başlamıştır.
Karakulak
Karakulak ("Caracal caracal"), kedigiller (Felidae) familyasından vahşi bir hayvan türü.
Dış görünümü ile vaşağa çok benzeyip "Step vaşağı", "Mısır vaşağı" gibi adlarla da anılmış olsa da daha sonraları moleküler DNA çalışmaları ile, tamamen farklı bir tür olup Afrika altın kedisi ve Serval ile yakın akraba olduğu gösterilmiştir.
Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika'da yaşar. Asya ve Kuzey Afrika'da sayısı azalmakta ve soyu tehlikede türler arasında kabul edilmekte iken Orta ve Güney Afrika'da tehlike görülmemektedir. Türkiye'de Güney Toroslar, Konya Havzası ve Güneydoğu Anadolu'da yaşadığı sanılan Caracal caracal, Türkiye'de ilk olarak 2002 yılında biyolog Batur Avgan tarafından görüntülenmiştir.
Latince ismi "Caracal caracal", Türkçe isminden uyarlanmış ve TÜBİTAK tarafından geliştirilen bilgisayar işletim sistemi Pardus 2007.2 sürümüne de adını vermiştir.
Latince ismi Türkçeden gelmektedir. Orta Asya'daki Türkler tarafından kulak çevresindeki siyahlıktan ötürü bu şekilde adlandırılmıştır.
Ortalama ağırlıkları erkeklerde 12–18 kg, dişilerde ise 8–13 kg arasındadır. Omuz yükseklikleri 40–50 cm, vücut uzunlukları 75–90 cm'dir. Bunun dışında 30–35 cm uzunluğunda bir kuyruğa sahiptir. Karakulak'ın kuyruğunun üst kısmında etrafında beyaz tüylerden oluşmuş püskül bulunan siyah bir çizgi vardır. Rengi genelde kahverengi tondadır ve üzerinde gri ya da beyaz benekler bulunur. Karakulağın kulaklarının ucunda sivri tüy kümecikleri vardır. Kulaklarının üst kısmının kenarları siyah tüylüdür.
Yetişkin karakulaklar çift halinde ya da tek başlarına yaşayabilirler. Erkek karakulaklar 19 ile 220 kilometrekare arası çok geniş alanlar üzerinde dolaşmaktadırlar. Dişi karakulak ise kendi bölgesi olup olmamasına bağlı olarak, 5 kilometrekare ile 57 kilometrekare arasında değişen, erkek karakulaklara göre çok daha küçük alanlarda yaşamaktadırlar. Dişiler aktif olarak diğer dişilere karşı kendi topraklarını savunurlar.
Daha çok geceleri avlandığı için avlandığı pek sık görünmez. En çok tavşan, tarla faresi ve sincap gibi kemirgenleri avlar. Ender olarak da meyve yediği görülür. Hatta ceylan, antilop ve yavru deve kuşlarını avladığı görülebilir. Avladığı hayvanların iç organlarını yemezler.
Kendilerini gizlemekte ustadırlar, bir karakulak zemine karşı dümdüz olabilir ve hareketsiz kalabilir, tüylerinin rengi onlara çok iyi bir kamuflaj sağlayabilir.
Karakulaklar avlarına 5 metreye kadar yaklaşır ve sıçrayarak avlarını yakalamak için hamle yaparlar. Karakulaklarda diğer kediler gibi avlarını dişleriyle boğarak öldürürler. Büyük hayvanları pençeleri ile yan yatırırarak boğazından ısırırlarken, daha küçük avlarını ise enselerinden ısırarak öldürüler. Karakulaklar tek bir öğünde avlarının tüm etlerini tüketemezler. Özellikle de büyük avlarda daha sonra bitirmek için geri dönerler. Hatta bazılarının ağaçlarda avlarını gizlediği bile gözlemlenmiştir.
Karakulaklar kolayca evcilleştirilebilir. Zaman zaman bir evcil hayvan izlenimi verir. İnsanlarla birlikte yaşamaya kolayca adapte olurlar. Afrika'daki çiftçiler bu hayvanı hoş karşılamazlar çünkü çoğu zaman telleri aşarak çiftçilerin tavuk ve diğer kümes hayvanlarını yerler.
Doğada düşük yoğunlukta bulunmaları ve iyi gizlenmeleri sebebi ile vahşi yaşamda görülmeleri çok zordur. Türkiye'de ilk kez Ağustos 2002'de Batur Avgan tarafından fotoğraflanan karakulak, Temmuz 2009 ve Ocak-Nisan 2010 dönemlerinde Antalya Güllük Dağı Milli Parkı'nda karakulakların ekolojisi üzerine Batur Avgan'ın yürüttüğü arazi çalışmaları sırasında yeniden görüntülenmiştir.Tür üzerine detaylı koruma ve araştırma projelerinden olan ve 2007 yılından bu yana, Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma bölgesinde Biyolog Yasin İlemin tarafından yürütülen çalışmalar çerçevesinde ise özellikle karakulakların aktivite özellikleri üzerine sonuçlar elde edilmiştir.
Günümüzde Anadolu'nun belirli bölgelerinde Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü tarafından fotokapanlarla takip edilmektedir. Sayısı çok az olmakla birlikte, avlanılması kesinlikle yasaktır. Zira Eylül 2011'de Çevre ve Orman Bakanlığı ile Merkez Av Komisyonu tarafından çıkarılan kanuna göre, Anadolu karakulağının Türkiye sınırları dahilinde herhangi bir şekilde avlanması, 13.000 TL para cezasından başlayan yaptırımların yolunu açmaktadır.
Caracal
Caracal, şu anlamlara gelebilir:
John Frusciante
John Anthony Frusciante (5 Mart 1970, New York), ABD'li gitarist, şarkıcı. Eskiden üyesi olduğu Red Hot Chili Peppers grubunun gitaristi olarak tanınmıştır.
1978’de anne ve babasının boşanması nedeniyle annesi ile birlikte Florida’ya ertesi sene de Santa Monica’ya taşındı. Kaliforniya eyaletine geçtikten sonra rock müzikle tanıştı. İlk dinlediği gruplar Kiss, Aerosmith ve Germs 11 yaşında onu gitar dersi alma isteğine kadar itti. Gitar dersi aldıktan sonra müziğin teknik yönüyle daha çok ilgilenmeye başladı ve daha 14 yaşındayken Jimi Hendrix, Jimmy Page, Jeff Beck gibi gitaristlere odaklanmaya başladı. 17 yaşında annesinden ve üvey babasından ayrılarak kendi evinde yaşamaya ve de günün 15 saati gitar çalışmaya başladı. Bu arada müzikal vizyonu giderek genişledi ve Red Hot Chili Peppers başta olmak üzere Led Zeppelin, Lou Reed, David Bowie, Frank Zappa gibi grup ve müzisyenler Frusciante için vazgeçilmez hale geldi. John Frusciante’nin bugüne kadar şarkılarını çaldığı ve söylediği müzisyen veya gruplar: Velvet Underground, Lou Reed, Roy Orbison, Beatles, Black Sabbath, David Bowie, Depeche Mode, Elton John, Ramones, Bee Gees, Jimi Hendrix, Cat Stevens, Nirvana, Joy Division, Syd Barrett, Radiohead, Frank Zappa, Thelonius Monster idi.
Aynı yıl Red Hot Chili Peppers’ın o dönemki bateristi D.H. Peligro ile tanıştı. Peligro, Frusciante’nin gitardaki yeteneğinin ve gruba olan sevgisinin farkına varınca Frusciante’yi grubun basçısı Flea(Michael Balzary) ile tanıştırmaya karar verdi. Aynı dönemde grubun gitaristi ve kurucularından, Flea’nın ve grubun vokalisti Anthony Kiedis’in liseden arkadaşı olan Hillel Slovak madde bağımlısı olmuş ve grupla olan çalışmalarına ara vermişti. Flea, Slovak’in yokluğuna Frusciante ile birlikte müzik yaptı ve Pretty Little Ditty adında bir şarkı kaydetti. Bu kayıttan birkaç ay sonra Slovak tüm tedavileri reddetmiş olduğundan uyuşturucudan öldü ve grup, gitaristini ve müzikal yeteneği en yüksek olan üyesini kaybetmiş oldu. Hillel Slovak, Kiedis’e verdiği solfej dersleriyle nasıl şarkı söyleneceğini Flea’ya nasıl bas gitar çalınacağını öğretmiş olmakla beraber, Frusciante’nin son zamanlarında en sevdiği gitaristi olmuştur. Öyle ki Frusciante Slovak’ın sahnede gitarı ile yaptığı görsel hareketleri bile taklit etmeye başlamıştır.
Slovak’ın ölümüyle Flea, Frusciante de gördüğü ışığı değerlendirip kendisini gruba davet etmiştir. Bu arada Frusciante genç yaşta Flea ve Peligro ile olduğu gibi diğer müzisyenlerle de tanışmaya devam etti. Bob Forrest’in önderliğindeki Thelonious Monster adlı grup aynı dönemde Frusciante’nin kendi gruplarında gitar çalmasını istedi. Ancak Frusciante hiç düşünmeden Forrest’in değil Flea’nin çağırısını kabul etti. 18 yaşında gruba dahil olan Frusciante grubun diğer üyelerinden oldukça küçük olmasına rağmen müzikal açıdan hiçbir şekilde zorlanmadı ve 1989 yılında ortaya gruba katılmadan önce Flea ile Frusciante’nin yaptığı Pretty Little Ditty adlı şarkı da eklenerek Mother’s Milk adlı bir albüm çıktı. Bu albümle birlikte albümün tanıtımı amacıyla turnelere çıkmaya başlayan grup ünlü Prodüktör Rick Rubin tarafından keşfedildi ve bu kez “Warner Bros” müzik şirketi altında çalışmalarına devam etti.
1991 yılında Blood Sugar Sex Magik adlı yeni bir albümle tekrar piyasa çıkan grup, bu sefer tarihinin en yüksek başarısını yakaladı. “Give it Away” ve “Under the Bridge” adlı şarkılarına çektikleri videolarla dönemin en ünlü gruplarının önüne geçti. John Frusciante 21 yaşında yakaladığı bu başarıyla tüm eleştirmenlerin dikkatini çekmeye başladı. Albümden söz edilirken Frusciante’nin diğer grup üyeleriyle olan yaş farkından ve yeteneğinden de bahsedilmekteydi. Bu Frusciante’yi oldukça rahatsız etmeye başlamıştı. Mother’s Milk ile Blood Sugar Sex Magik albümleri arasındaki üç sene diğer müzisyenlerle de çalışmış Kristen Virgard’ın albümünde de gitar çalmıştı. Son albümlerinde artık Slovak’ın etkisinden kurtulup kendi tarzını ortaya koymak istiyordu ve bunu başarmıştı. Blood Sugar Sex Magik, Chili Pepper’sın funk rock müzik anlayışının yanında ilk defa melankolik melodilerin ve minör bütünlüğünün ortaya çıkışı idi. I could Have Lied, Breaking the Girl, Under the Bridge gibi şarkılar grubun “sahneye çıplak çıkan Kaliforniyalı sokak müzisyenleri” tanımına duygusallığı da eklemiş olması, aslında Frusciante’nin müzikalite özünün gruba eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. Son albüm özellikle “Under the Bridge” adlı şarkının biranda inanılmaz bir şekilde ünlenmesiyle grubu bütün dünyaya tanıtmıştır. Frusciante’yi üzen şey ise tam olarak bu ün meselesidir. Hillel Slovak’ın grubu kurarken istediği şeyin ün değil yaptıkları müziği gerçekten anlayabilecek insanlarla paylaşmak olması ve grubun evrenselleşmeye başlaması Frusciante’yi oldukça rahatsız ediyordu. Bu dönemde uyuşturucu kullanmaya başladı. Grup üyerlerinin maddi açıdan kazandıklarını daha çok önemsemeleri Frusciante’yi agresifleştirmeye başladı. En sonunda 1992’deki Japonya turnesi sırasında, Kiedis ile hiçbir şekilde konuşmayan Frusciante’nin sahnede Flea yoluyla Kiedis’le iletişime girmeye başlaması ve tercih etmediği şarkıları çalmak zorunda kalması ile birlikte gruptan ayrıldığı |
nı medyaya belirtti.
Frusciante bu sırada kendini binlerce seyircinin önünde çalmaktan soyutladığı gruptan ayrılmasına rağmen hiçbir kırgınlığı olmayan Flea ile bir daha aynı sahneyi paylaşamayacak olması ve grubun gitarist Dave Navarro ile anlaşması sonucunda çelişkilerle dolu bir yaşam tarzı edindi, uyuşturucunun ve biranda kaybolan şöhretin yalnızlığında bir dönem müziğe ara verdi. Bu dönemde resim çizmeye ve kısa hikâyeler yazmaya başladı. Resimlerini ekspresyonist ressamlarla paralel, tanımı ikinci planda bırakan, izlenim temalı, özün açılımı sırasında karşılaştığı çarpıklaşmalar üzerine yaptı. Kısa hikâyelerini sadece kendi web sitesinde yayınladı. Bu arada sadece akustik gitarı ile besteler yapmaya ve şarkı sözleri yazmaya başladı. Görüşmeye devam ettiği arkadaşları Flea, Johnny Depp ve River Phoenix yaptığı kayıtları bir albümde toplamaya karar verdi ve o dönemde ve halen Red Hot Chili Peppers’ın prodüktörlüğünü yapan Rick Rubin sayesinde 1994’te “Niandra Lades and Usually Just a T-shirt” adlı albüm ortaya çıktı. Albümde bazı stüdyo manüplasyonları dışında tamamen Frusciante tarafından ortaya çıktı. Albüm çoğunlukla deneysel müziğin ve melankoliğin daha çok madde bağımlısı olan Frusciante’nin müzikal deneyimlerinin aksine ruhsal tematikliğini işleyen bir bütünlük içerisindeydi. Aynı dönemde Red Hot Chili Peppers yeni gitaristleri Dave Navarro ile birlikte “One Hot Minute” adında bir albüm çıkardı. Bu sırada kendini yakın çevresinden bile soyutlamaya başlayan Frusciante kız arkadaşından ayrıldı ve hayatını yalnız geçirmeye başladı. Uzun bir süre yalnız yaşadıktan sonra maddi sıkıntı çekmeye başladı ve uyuşturucu satın alıcak para bile bulamamaya başladı. Bu sırada “Niandra Lades and Usually Just a T-shirt” albümünde olduğu gibi bir albüm daha yaparsa ve konserler verirse para kazanabileceğini düşündü ve daha önceden kaydettiği şarkıları birleştirip “Smile from the Streets you Hold” adlı bir albüm çıkardı. Ancak Frusciante teknik açıdan müzikalitesini yitirmişti, ve Red Hot Chili Peppers’da icra ettiği müzikten çok uzak bir tarzda seyircisinin karşısına çıkmaya başladı. Konserler sırasında hayal kırıklığı yaratan performansı ile 18 yaşında büyük başarılara imza atmaya başlamış, 21 yaşında dünyaca ünlü bir gitarist olan Frusciante hayatında ilk defa başarısızlıkla yüzleşmişti. Böylece kendini soyutladığı dünyaya kendini biraz daha soyutlayabilmek için tekrar açılmak isteği suya düştü ve yakın bir dönemde hastaneye kaldırıldı.
Bu arada Red Hot Chili Peppers yeni albümde bir türlü istedikleri başarıyı yakalayamadılar. Grup eski albümleri “Blood Sugar Sex Magik” adı altında adeta ezilmeye başladı. Bu durumun sonunda yeni gitarist Dave Navarro ile anlaşmazlıklar olmaya başladı. En sonunda Dave Navarro gruptan ayrıldı. Aynı zamanlarda Flea Frusciante’yi ziyaret etmeye başladı. Bir ziyaretinde Kiedis’le birlikte gittiler ve bu Frusciante için bir sürprizdi. Normal bir insanın vücundaki kanın dörtte biri ile yaşam mücadelesi veren Frusciante birden Red Hot Chili Peppers üyelerinin maddi ve manevi yardımlarıyla karşılaştı ve mucizevi bir şekilde hayata döndü. Ancak Frusciante gitardaki tüm yeteneğini kaybetmişti. Bir dönem teknik yeteneklerine tekrar kavuşmaya çalışan Frusciante bu sefer yalnız kaldığı dönemde etkilendiği The Clash, Depeche Mode, Joy Division, The Cure, Fugazi gibi grupların matematiksel müziğe olan derinliği yönünde oldukça etkilenmişti. Böylece Frusciante’nin günümüze kadar uzanmış olan kendi tarzı tamamen ortaya çıktı ve müziğin sadeliğinde güzelliğe kavuşmanın çabasıyla Red Hot Chili Peppers ile yaptığı üçüncü albüm “Californication” ile grubu büyük bir başarıya taşıdı. “Otherside”,”Scar Tissue”,”Porcelain” gibi şarkılarda görüldüğü gibi sade ama zengin rifflerle grubun müzik anlayaşını “Blood Sugar Sex Magik” de olduğu gibi oldukça değiştirdi. Albüm bir yıl içerisinde tam 12 milyon adet satıldı ve bu Red Hot Chili Pepper’sın bugüne kadar yakaladığı en büyük başarıydı. Bu arada, bu albümle birlikte Frusciante ilk defa gruba arka vokaliyle eşlik etmeye başladı. Grubun bu başarısı üzerine Frusciante Slovak’ın müzik perspektifini kaybetmedi ve kendi müziğini solo albümleriyle icra etme kararı aldı. Böylece kendi müziğini gerçek hayranlarıyla maddi kaygı olmadan paylaşabilecekti.
Californication albümünden iki sene sonra “To record only water for Ten Days” adlı albümle solo kariyerine bıraktığı yerden devam etmeye başladı. Bu albüm ilk iki albüme göre daha aydınlık ve daha teorik bir deneysellik içeren bir albümdü. Özellikle “Going Inside” ve “Moments Have You” adlı parçalar, son Chili Peppers albümüne çok paraleldi. Ancak “Ramparts” ve “Saturation” gibi parçalar da Frusciante’nin eski tarzının tamamen yokolmadığının göstergesi idi. Bu albümden bir yıl sonra 2002’de Red Hot Chili Peppers ile birlikte bir albüm daha çıkaran Frusciante(By the Way) yine büyük bir başarıya imza attı. Grup son on yıldır Blood Sugar Sex Magik ile yakaladıkları başarıları daha olgun bir müzik anlayışıyla devam ettirdi. Dosed, Warm Tape ve Minor Thing gibi şarkılar grubun daha önce icra etmediği kadar değişik ve derin şarkılardı. Bu albümün ardından Frusciante bu sefer yanına grubun davulcusu Chad Smith’i ve arkadaşı olan Bicycle Thief grubunun üyesi olan Josh Klinghoffer’i alarak The Mars Volta grubunun gitaristi Omar Rodriguez’in ve Flea’nın yardımlarıyla 2004’te “Shadows Collide With People” adlı albümü yayınlandı. Frusciante ilk defa birden çok müzisyenle birlikte çalışıp kendi adına bir albüm yaptı ve bu albümün popüleritesi diğer albümlere oranla oldukça yüksekti. Bu albüm oldukça geniş bir kitleye hitap ediyordu. Omission ve The Slaughter gibi klişe bir akor örgüsü üzerine kurmuş olduğu vokal ve klavye ağırlıklı parçalarının yanında “-00 Ghost 27”, “Failure 33 Object” gibi şarkılarında deneysellik ağırlıktaydı.
Frusciante bu albümün ardından aynı sene içerisinde The Will to Death, The DC EP, Inside of Emptiness, A sphere in the heart of silience adlarında dört albüm yayınladı. Ayrıca yine aynı yıl Fugazi grubunun basçısı Joe Lally ve Klinghoffer’la birlikte Ataxia adında bir grup kurdu ve dört parçadan oluşan ilk albümünü yayınladı (Automotic Writing). Yani Frusciante 2004 senesi içerisinde tam 5 albüm yayınladı ve bir albümün içerisinde gitarist ve vokalist olarak yer aldı. 2005 yılında Curtains adlı albümü çıkardığı son albümdür. Bu albümün ardından Red Hot Chili Pepper’sın 2006 yılında çıkardığı Stadium Arcadium adlı albüm adına hazırlıklara başladı ve solo albüm projelerine ara veren
John Frusciante, Chad Smith ve Deep Purple’ın eski basçısı Glenn Hughes’la birlikte kaydettikleri “Night in White Satin” parçasına yenilerini eklemek üzere Hughes’la çalışmalara devam ediyor. Bu seneki Red Hot Chili Peppers konserlerine alt grup olan çıkan The Mars Volta yeni albümünde John Frusciante’nin grubun gitaristi Omar Rodriguez kadar yer alıcağını açıkladı.
Ayrıca 1993’te Johnny Depp’in yönettiği “Stuff” adlı filmin ve 2003’te Vincent Gallo’nun yönetip prodüktörlüğünü yaptığı “The Brown Bunny” adlı filmerin müziklerini yaptı.
Frusciante son olarak Red Hot Chili Peppers'tan ayrıldığını resmi internet sayfasından açıkladı.R.H.C.P ile yaptığı her şeyle gurur duyduğunu ama ilgi alanlarını takip etmek zorunda olduğunu söyleyen Frusciante artık Peppers ile yola devam etmeyeceğini belirtti.
Gizli müşteri
Gizli müşteri veya daha doğru bir tanımla gizli denetçi, özellikle özel sektörde müşteriye doğrudan hizmet veren çok şubeli firma şubelerine sıradan bir müşteri olarak girerek hizmet kalitesini değerlendiren görevli.
Gizli denetçiler denetledikleri birimde firmanın öngördüğü düzeyde hizmet verilip verilmediğini, müşteri ile ilgilenilip ilgilenilmediğini araştırarak durumu bağlı bulundukları merkeze raporlarlar.
Bazı durumlarda gizli denetçiler bağlı bulundukları firmalarla direk değil de taşeron araştırma şirketleri ile çalıştıkları için farkında olmadan rakip ticari kuruluşlarının müşteri hizmet yapısı hakkında rakip firmaya bildirim raporu sunduklarından habersizlerdir!
Teknik olarak bazı durumlarda hukuki olarak bu durumun tanımı
sanayi casusluğu olarak tanımlanır.
Fahri trafik müfettişi
Fahri Trafik Müfettişi, Ulaştırmada demiryolu, karayolu ve denizyoluna oranla daha riskli olan karayolunun bu riskini azaltmak amacıyla polis, jandarma ve trafik zabıtasının dışında, Türkiye'de karayolu denetiminde özel olarak seçilen şahıstır.
Bu Yönetmelikteki şartlara haiz kişilerden müfettişliğe istekli olanlar, iki adet vesikalık fotoğraf, ikametgâh ve sabıka kaydı belgeleri ile sürücü belgesi ve öğrenim durumunu gösterir belgenin birer suretini dilekçelerine ekleyerek ikametinin bulunduğu il valiliğine bizzat müracaat ederler.
Yüzyılımızın Sosyoloji Nazariyeleri
Yüzyılımızın Sosyoloji Nazariyeleri, dönemin Harvard Üniversitesi sosyoloji profesörü ve Milletlerarası Sosyoloji Enstitüsü Başkanı P. A. Sorokin tarafından yazılmış, Türkçeye dönemin Kabataş Lisesi felsefe ve sosyoloji öğretmeni Münir Raşid Öymen tarafından çevrilmiş olan bir kitaptır. İki ciltten oluşmaktadır. İlk defa 1949 yılında Hüsnütabiat Basımevi tarafından yayımlanmıştır.
Hippolyte Fizeau
Armand Hippolyte Louis Fizeau (d. 23 Eylül 1819 - ö. 1896), Fransız fizikçidir.
Paris'te dünyaya gelmiştir. İlk bilimsel çalışmaları dönemin foto-grafik görüntüleme işlemlerinin geliştirilmesi üzerine olmuştur. Daha sonra bir başka ünlü Fransız fizikçi olan J. B. L. Foucault ile birlikte ışık ve sıcaklık arasındaki etkileşim konusunda ciddi araştırmalar yapmıştır. En önemli bilimsel çalışmalarından birisi 1848 yılında elektromanyetik dalgalarda sonradan Doppler Etkisi adı verilen fenomenin keşfedilmesidir. 1849 yılında ışık hızı'nın kesin değerinin ölçülmesine yönelik geliştirdiği yöntemin ilk sonuçlarını yayınlamış olan Fizeau, 1850 yılında E. Gounelle ile beraber elektrik akımının doğru hızını ölçmeyi başarmıştır.
1853 yılında sığaçların yüksek gerilimin birdenbire boşaltılması yöntemi ile elektriksel kıvılcım oluşturulmasını kolaylaştırabileceğini a |
çıklayan Fransız fizikçi, aynı zamanda katı haldeki nesnelerin termal iletim özelliklerini incelemiş ve bundan elde ettiği bilgiler doğrultusunda kristallerin oluşumu ile ilgili yeni sonuçlara ulaşmıştır. 1860 senesinde Académie Française'de uzman akademisyen olup ardından 1878'de Bureau des Longitudes'de görev yapmış olan Lizeau, 18 Eylül 1896'da Venteuil'de hayatını kaybetmiştir.
Bu yazının hazırlanmasında Britannica Ansiklopedisi'nin 11. baskısından alınan bilgiler kullanılmıştır.
Hamilton Depresyon Ölçeği
Hamilton Depresyon ölçeği (HAM-D), hekimlerin hastalardaki depresyonun şiddetini ölçmek için kullanabilecekleri 17 soruluk bir testtir. Max Hamilton tarafından 1960'ta yayımlanmıştır ve hala depresyon'un derecesini ölçmek için en yaygın olarak kullanılan yöntemdir . Son bir hafta içerisinde yaşantılanan depresyon semptomlarını sorgulayan 17 maddeden oluşur. HAM-D ilk kez hastanede yatan hastalar için geliştirilmiş olduğu için daha çok depresyonun melankolik ve fiziksel semptomları üzerinde durur. Ölçeğin uykuya dalma güçlüğü, gece yarısı uyanma, sabah erken uyanma, somatik semptomlar, genital semptomlar, zayıflama ve içgörü ile ilgili maddeleri 0-2, diğer maddeleri 0-4 arasında derecelendirilmiştir. En yüksek 53 puan alınır. 0-7 puan depresyon olmadığını, 8-15 puan arası hafif derecede depresyonu, 16-28 arası orta derecede depresyonu, 29 ve üzeri ağır derecede depresyonu göstermektedir . Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği Akdemir ve arkadaşları (1996) tarafından da test edilmiştir .
Şantung
Şantung veya (okunuşu: Şandonğ) (Çince: 山东 / 山東; pinyin: Shāndōng; Wade-Giles: Shan-tung), Çin'in doğu sahilinde bir eyalettir.
Shandong Çince dağın doğusu anlamına gelmektedir. Bu ismi Taihang dağlarının (太行山) doğu yamaçlarında yer alması nedeniyle almıştır.
Shandong 92 milyonu bulan nüfusuyla Çin'in Henan eyaletinden sonra en kalabalık ikinci eyaletidir. Konfüçyus'un memleketi Qufu bu eyalette bulunmaktadır.
Shandong il düzeyinde 17 idari merkeze ayrılmıştır. Bunlar:
Intel 4004
Intel 4004, tek tümdevreli ilk mikroişlemci olup Intel firması tarafından üretilmiştir.
Aslında bir çip tasarımcısı olmayan Marcian “Ted” Hoff, 1969 yılında MCS-4’ün mimari taslağına katkıda bulunmuş ama tasarım ve geliştirmesine katılmamıştır. MCS-4’ün tasarımı daha sonraları, 1970 yılının Nisan ayında, İtalyan doğumlu fizikçi Federico Faggin’in Intel firmasina MCS-4 tasarımcısı ve proje lideri olarak katılması ile başlamıştır. 1970-1971 yılları arasında Faggin, bir merkezi işlemciyi (CPU) tek bir çip içinde entegre etmeyi (Dünya'nın ilk mikroişlemcisi) başarabilen ilk çip tasarımcısı olmuştur.
Intel firması Faggin’i, 1968’de orijinal silikon geçit teknolojisini (“Silicon Gate Technology”, SGT) geliştirdiği ve bu teknolojiyi kullanarak Dünya'nın ilk ticari entegre devresinin (Fairchild 3708) tasarımını yaptığı Fairchild firmasında çalışmakta iken keşfetmiş ve işe almıştır. Faggin, Intel’de çalışırken daha önce varolmayan yeni bir silikon geçit metodu geliştirdi (Silikon geçit teknolojisi yeni bir teknoloji olduğundan eskiden kullanılan metal geçit teknolojisinden daha farklı bir tasarım metodu gerektiriyor ve o zamana kadar sadece hafıza kartı üretiminde kullanılıyordu) ve aynı zamanda, Dünya'nın ilk tek çipte entegre edilmiş mikroişlemcisinin yaratılmasını mümkün kılan birçok temel buluşa da katkıda bulundu. Bunlara örnek olarak: Biri silikon tabakası diğeri de alüminyum tabakası ile olacak şekilde çift seviye interkoneksiyonlara izin veren jonksiyonlar ile polikristal silikon tabakası arasında direkt kontakt yapılmasına olanak sağlayan “gömülü kontakt” (“buried contact”) metodunun icadı; o zamanlar başarılmasının imkânsız olduğu düşünülen bir fikir olan önyükleme şarjının polikristal silikon kullanılarak icadı; çok yenilikçi bir devre düzeni; yeni bir statik MOS kayan yazmaç, yeni bir tür sayaç ve yeni bir otomatik sıfırlama devresi (“power-on reset”) (U.S. patent no: 3.753.011) gibi daha birçok özel devrenin icadı.
Busicom firmasında çalışan bir program ve lojik devre tasarımcısı olan Masatoshi Shima, daha önceden hiç çip tasarım deneyimi olmadığı halde, Faggin’e MCS-4’ün tasarımında yardım etmiş ve daha sonraları ona Zilog firmasında katılmıştı. Zilog, özel olarak mikroişlemcilere odaklanmış Dünya'daki ilk firma olup 1974 yılının sonlarında Federico Faggin ve Ralph Ungermann tarafından kurulmuştur. Faggin ve Shima birlikte Z80 mikroişlemcisini geliştirmiştir ve bu mikroişlemci bugün halen üretilmektedir.
Bir Intel 4004 işlemcisi Pioneer 10 uzay aracının beyni olarak kullanılmıştır, 1972 yılı Mart ayından fırlatılan uzay aracı, gizli görevini iki yıl boyunca südürmüş fakat en son 2003 yılında araç radyo sinyal menzillerinden çıkmıştır. Bilgisayar ve birçok elektronik devrelerde hâlâ fonksiyonları çalışmaktadır.
TNA
TNA şu anlamlara gelebilir:
Intel 4040
Intel 4040, Intel firması tarafından üretilen mikroişlemci modeli.
Intel 8008
Intel 8008, İntel tarafından 1 Nisan 1972'de tanıtımı yapılan, saat hızı 500 kHz (8008-1: 800 kHz), hızı 0.05 MIPS olan bir mikroişlemcidir. Yol genişliği 8 bit, transistör sayısı 3.500'dür. Adreslenebilir hafıza 16 KB olan işlemci genel olarak çöp terminalleri, hesap makineleri, şişeleme makinalarında kullanılmıştır.
4004 ile birlikte geliştirilmiştir. Orijinali Datapoint 2200 terminal için tasarlanmıştır.
Intel 8080
Intel 8080, 1 Nisan 1974'te İntel tarafından tanıtımı yapılan, 0.64 MIPS hızında, yol genişliği 8 bit data, 16 bit addres için üretilen bir mikroişlemcidir. Adreslenebilir hafızası 64 KB olup, 8008'den 10 kat daha performanslıdır.
Altair 8800 içinde kullanılmıştır. Trafik lamba kontrolü, güdümlü füzeler içinde de kullanıldı. 8008'e karşı 6 desteklenen yonga bulunur.
Intel 8086
8086 (ayrıca iAPX86 de denir) Intel tarafından geliştirilmiş, 'nin gelişmesine yol açan mimarisinde bir mikroişlemci yongasıdır. Intel tarafından 8086 tasarımının geliştirmesine 1976 yılı baharında başlanmış ve 1978 yılı yaz aylarında ilk çip piyasaya sürülmüştür. 1979 yılında piyasaya sürülen Intel 8088, daha ucuz ve az sayıda çevre birimi kullanımına olanak veren, ayrıca IBM PC tasarımında kullanılan 8254 CTC, PIO ve 8259 PIC gibi 8080-ailesi çevre birimleri ile uyumlu olacak şekilde 8-bitlik bir eklenerek hafifçe modifiye edilmiş bir versiyondur. İlave olarak daha basit ve ucuz PCB tasarımı gerektirmekte ve daha az sayıda (1 ya da 4-bit genişliğinde) DRAM çipine gereksinim duymaktadır. Intel 8088 orijinal tasarımında kullanılan işlemci olması özelliğiyle de kayda değerdir.
1972 yılında Intel ilk 8-bit mikroişlemci olan 8008'i piyasaya sürdü. firması tarafından ler için geliştirilmiş, aynı zamanda oldukça genel amaçlı kullanılabilen bir komut seti kullanmaktaydı. 18-pin bellek paketinde olduğu için ayrı bir adres yolu kullanımı imkanı olmadığından işlevsel bir bilgisayar oluşturabilmek için cihaza birtakım ek donanımlar eklenmesi gerekiyordu (O dönemde Intel öncelikli olarak DRAM bellek üreticisiydi).
İki yıl sonra, 1974 yılında Intel, hesap makinası çipleri için geliştirilmiş, ayrı bir adres yolu kullanımına imkan veren 40-pin ne yerleştirilmiş olan 8080'i piyasaya sürdü. 8008 ile kod uyumlu ancak binary uyumlu olmayan genişletilmiş bir komut setine sahipti ve programlamayı kolaylaştırmak için bazı 16-bit komutlar eklenmişti. Bunu 1977 yılında çoklukla ilk kullanışlı mikroişlemci olarak da kabul edilen NMOS tabanlı 8085 izledi. 8085 önceki çiplerin aksine sadece 5V besleme ile çalışabilmekteydi. Bu dönemde piyasaya çıkmış diğer belli başlı mikroşlemcilere örnek olarak (1974), (1975), (1975), (1976) ve (1978) gösterilebilir.
8086 projesi Mayıs 1976'da başlatıldığında öncelikli hedefi iddialı ve gecikmiş olan projesine geçici bir alternatif olmaktı. Intel asıl olarak dikkatleri diğer üreticilerin daha az gecikmeli 16 ve 32-bit işlemci geliştirme programlarından başka yöne çekmek ve eski Intel çalışanları tarafından geliştirip piyasada çok başarılı olmuş ile rekabet edebilecek bir ürün oluşturmak istiyordu. Bu nedenle çip mimarisi ve fiziksel tasarım nispeten küçük bir teknik grup tarafından kısa sürede gerçekleştirildi. Tasarımda 8085 ile benzer mikromimari ve fiziksel elemanlar kullanıldı (bu nedenle 8086, 8085'in devamı niteliğindedir).
8086 makina dili 8008, 8080 ya da 8085 ile kod uyumluydu, yani bu cihazlar için yazılmış makina dili kodları çok az ya da hiç elle düzeltme gerektirmeksizin otomatik olarak optimize edilmemiş 8086 koduna dönüştürülebiliyordu. Bunu olanaklı kılabilmek için programlama modeli ve komut seti kaba olarak 8080 tabanlıydı. Ancak 8080 ve 8085'in aksine 8086 tasarımı sadece bazı temel 16-bit kabiliyetleri değil tüm 16-bit işlem desteği sunmaktaydı.
İşaretli tam sayılar için tam işlem desteği, adres tabanı + ofset adresleme, kendi-kendini tekrarlayan işlemler için eklenen yeni tip komutlar tasarımı ile benzeşmekteydi, ancak 8086 için hafifçe genelleştirilmişti. Pascal ve gibi içeren ALGOL ailesi programlama dillerini doğrudan destekleyen komutlar da eklenmişti. Baş mimar "Stephen P. Morse"'a göre bu, önceki Intel işlemci tasarımlarına göre daha yazılım merkezli bir tasarım yaklaşımının sonucu idi (tasarım ekibinin farklı derleyici uygulamaları ile çalışma tecrübesi vardı). Diğer iyileştirmeler arasında mikrokod bazında çarpma ve bölme komutları ve ileriki kuşak ( ve gibi) işlemciler için daha uyumlu bir veriyolu yapısı gösterilebilir.
Komut seti ve üst seviye mimari tasarım neredeyse hiç CAD desteği kullanılmadan, eşzamanlı olarak çip üzerinde çalışan dört mühendis ve 12 tasarımcı tarafından yaklaşık 3 ay içinde tamamlandı. 8086, MC68000 ve diğer rakiplerine oranla daha az mikrokod kullanan sıralı yapıdaydı. "Rasgele mantık" kapıları ve mikrokod karışımı kullanmaktaydı ve "depletion load nMOS" teknolojisi kullanılarak geliştirilmişti. İçerisinde yaklaşık 20,000 aktif transistör (tüm ROM ve blokları da sayılırsa 29,000) bulunmaktaydı. Kısa süre içinde Intel'in asıl olarak SRAM ürünleri için geliştirdiği yeni ve daha rafine bir üretim prosesi o |
lan (Yüksek performanslı MOS) teknolojisi ile üretilmeye başlandı. Bipolar RAM hızındaki MOS teknolojili SRAM'ler bu dönemde Intel'in önemli ürün kategorilerindendi. Daha sonra üretim prosesi HMOS-II, HMOS-III ve en sonunda pille beslenen tasarımlar için tamamen statik CMOS teknolojine dönüştürüldü ve Intel'in CHMOS teknolojisi ile üretilmeye başlandı. Çipin boyutu 33 mm ve minimum eleman boyutu 3.2 μm idi.
Çipin mimarisi "" tarafından tasarlandı ve son rötuşlar ve nihai revizyonun ortaya çıkarılmasında 8087'nin mimarı "Bruce Ravenel" tarafından destek verildi. Mantık tasarımcıları "Jim McKevitt" ve "John Bayliss" donanım düzeyi tasarım liderleriydi. Tasarım ekibinin diğer üyeleri "Peter A.Stoll" ve "Jenny Hernandez", proje müdürü ise "William Pohlman" idi. 8086 bugünün kişisel bilgisayarları ve sunucularına komut seti olarak kalıcı bir miras bırakmıştır. Ayrıca son iki basamağını sonraki geliştirilecek tasarımlar için ayırmış ve bunları kullanan Intel 286 ve Intel 386 işlemciler ile birlikte en sonunda x86 ailesi olarak anılır olmuştur. Bir başka ilginç bilgi ise Intel çiplerinin 8086'dır.
Tüm dahili kayıtçılar(), dahili ve harici veriyolları 16 bit uzunluğundadır. 20-bit uzunluğunda bir harici adres yolu 1 MB (bölümlenmiş) fiziksel adres alanı sağlamaktadır (2 = 1,048,576). Standart 40-pin paketine sığabilmek için veri yolu ile adres yolu çoğullanmış() olarak kullanılmaktadır. 16-bit Giriş/Çıkış adres formatı 64 KB ayrılmış Giriş/Çıkış alanı anlamına gelmektedir (2 = 65,536). Dahili adres yolu uzunluğu 16 bit olduğundan maksimum "doğrusal" adres alanı 64 KB ile sınırlıdır. 64 KB üzerinde programlamak için bölümleme kayıtçılarını() kullanmak gerektiğinden oldukça kullanışsızdır (80386 ya kadar da böyle devam etmiştir).
Cihazın "min" ya da "max" modlarında işletilmesine göre harici işlemler için gerekli işaretleri taşıyan kontrol pinlerinin bazıları birden fazla işleve sahiptir. "Min" modu küçük, tek işlemcili sistemleri için, "Max" modu ise orta ölçekli ya da birden çok işlemci kullanan büyük sistemleri için kullanılmaktadır.
Pentium
Pentium, Intel’den beşinci nesil x86 mimarisi bir mikroişlemcisidir. 486 serisinin ardılıydı ve ilk olarak 22 Mart 1993 tarihinde duyurulmuştu.
Pentium’un, daha önceki isim nesillerini izleyecek şekilde, 80586 veya i586 olarak adlandırılması bekleniyordu. Ancak, Intel, Advanced Micro Devices gibi rakiplerinin, kendi işlemcilerini benzer isimlerle markalandırmalarını (AMD’nin Am486’sı gibi) engellemek amacıyla, bir numarayı (örneğin 486) ticari marka olarak kullanma konusunda mahkemeyi ikna etmeyi başaramadı. Intel, ticari marka haline gelebilecek bir isim yaratabilme konusunda Lexicon Branding’in yardımını aldı. Pentium markası çok başarılı oldu ve Pentium Pro’dan Pentium Extreme Edition’a kadar, birçok işlemci nesli boyunca muhafaza edildi. Pazarlama amacıyla kullanılmamakla birlikte, Pentium serisi işlemcilere, orijinal Pentium yongası için 80500’den başlayarak, hâlâ nümerik ürün kodları verilmektedir.
Intel bugün, Pentium markasından büyük ölçüde çekilmiştir. Ama hala Pentium işlemciler üretilmekte ve bilgisayarlarda kullanılmaktadır. Intel Pentium'un yerine “Intel Core” markasını çıkarmıştır ama Pentium'dan vazgeçilmemiştir.Ve gelecekteki ürün serisinde de Pentium ve Celeron markalarını kullanacaktır. 2006 yılında piyasaya çıkarılan ilk Intel Core, Pentium M mikro-mimarisini genişletiyordu. 2006 yılında piyasaya çıkan Intel Core 2, yeni Intel Core mikro-mimarisini sunmaktadır.
Microsoft ve diğer birçok şirket, gerekliliklerini tanımladıkları spesifikasyonlarda, standart olarak orijinal Pentium’u kullanmaktadır. Örneğin, Microsoft Görsel Stüdyo 2005 Ekip sürümü için, Microsoft’un açıkladığı gereklilikler arasında, (en azından) 600 MHz (gerekli) veya 1 GHz (tavsiye edilen) saat hızında çalışan bir Pentium işlemci yer almaktadır. Başka bir işlemcinin bu gerekliliği sağlayıp sağlamadığını anlamak için, hızını, standart Pentium saat hızları cinsinden veren bir çevrim kullanılması gerekmektedir. Örneğin, Pentium Pro, çok daha düşük hızda çalışmasına rağmen, daha ileri mimarisi sayesinde, gerekliliği karşılardı. Daha modern işlemcilerin bu gerekliliği karşılayıp karşılamadıklarını anlamak için karşılaştırma yapabilmek amacıyla, genellikle bir eşdeğerlik tablosu kullanılmaktadır.
Programlamada, bazen orijinal Pentium işlemci mimarilerini, daha sonraki Pentium markalı mimarilerden (P6 veya P68-tabanlı) ayırt etmek gerekebilir. Bu durumlar için, i586 daha eski Pentium işlemcilere, ve bunun yanı sıra, Intel’in rakipleri tarafından imal edilen ve daha eski Pentium’ları hedefleyen makine kodunu çalıştırabilen işlemcilere atıfta bulunmak için yaygın, ama sahte bir yoldur.
486 sistemleri için Pentium Overdrive,
En eski Pentiumlar 66 MHz ve 60 MHz saat hızıyla piyasaya sürülmüştür. Daha sonra zamanla 75, 90, 100, 120, 133, 150, 166, 200, ve 233 MHz sürümleri piyasaya çıkmıştır. 266 ve 300 MHz sürümleri, daha sonra mobil bilgisayar kullanımları için piyasaya çıkmıştır. Pentium OverDrive sürücüleri, eski 486 sınıfı bilgisayarlar için bir büyütme seçeneği olarak, 63 ve 83 MHz hızlarıyla piyasada yerini almıştır.
Pentium 75 MHz (P54C, 80502)
Orijinal Pentium mikro-işlemcisinin P5 dahili kod adı ve 80501 ürün kodu vardı (daha önceki adımlarda 80500). Bu, boru hatlı, iç düzeni süper skalar bir mikroişlemci olup, 0.8 µm işlem kullanırdı. Bunu, hazır bir ikili işlemci olan ve ön yan yoldakinden farklı bir iç saat hızı kullanan, P5’den 0.6 µm işleme küçülme sayılan P54C (80502) izlemiştir (yol hızını artırmak, iç saati artırmaktan çok daha zordur). Bunun karşılığında, P54C’ü, 0.35 µm işlem – daha eski Pentiumlarda kullanılan iki kutuplu CMOS işlemenin aksine, saf bir CMOS işlem - kullanan P54CS izlemiştir.
60-100 MHz Pentium’ların ilk sürümlerinin kayan nokta devresinde, bazı ender durumlarda, bölme işlemlerinde daha az doğrulukla sonuçlanan bir problem vardı. 1994 yılında Lynchburg, Virginia’da keşfedilen bu hata Pentium FDIV bug hatası olarak tanınmaya başladı ve Intel’de büyük utanç yarattı, Intel bunun üzerine, hatalı işlemcileri düzeltilmiş olanlarda değiştirmek üzere bir değişim programı geliştirdi. Pentium işlemcilerin 60 ve 66 MHz 0.8 µm sürümleri de narinlikleri ve (o aşamada) yüksek seviyedeki ısı üretimleriyle tanındılar – aslında Pentium 60 ve 66’ya çoğu kez “kahve ısıtıcısı” lakabı takılmıştı. Ayrıca, 5V’la çalışmaları nedeniyle “yüksek voltajlı Pentiumlar” olarak da tanınıyorlardı. Isı sorunları, daha düşük voltajla (3.3V) çalışan P54C ile giderilmişti. P5 Pentiumlar Soket 4’ü kullanırken, P54C Soket 5’le başlamış, daha sonraki sürümlerinde Soket 7’ye geçmiştir. P54CS’den sonraki bütün masa üstü Pentiumlar Soket 7’yi kullanmıştır. Kısa süre sonra, f00f bug olarak bilinen bir başka hata keşfedilmiş, ama şans eseri, işletim sistemi satıcıları, incelikli bir çözüm uygulayarak çökmeyi önlemiştir.
486 sistemleri için P24 Pentium OverDrive, diğer Pentium işlemcileri arasında bir tür tuhaflık içermekte olup, 1995 yılının başlarında piyasaya sürülmüştür. 486 platformunun daha dar 32-bit’lik veri yolu ile daha yavaş önbellek mimarisiyle çalışabilmek için, Pentium mimarisinin birçok açıdan değiştirilmesi gerekliydi. Bu nedenle, yonga, P55C Pentium öncesi yongaların iki katı ile donatılarak, 32 KB L1 önbellekle donatılmış olarak gelmiştir. Yonga ayrıca, 486 kartlardaki 5V enerji devresini Pentium’un 3.3V ihtiyaçlarına dönüştüren, karta monte edilmiş bir enerji düzeneğine ilave olarak, bağlı bir fan/soğutucu düzeneği de içeriyordu.
P55C (veya 80503) Intel’in Hayfa, İsrail’deki Araştırma ve Geliştirme merkezinde geliştirilmiştir. MMX Teknolojili Pentium olarak (genellikle sadece Pentium MMX olarak adlandırılmıştır) satılmış, ama P5 çekirdeğini esas almasına rağmen (bu seride 0.35 µm işlem de kullanılmıştır), sayısal medya verilerini kodlama ve kod çözme işlemleri gibi, multimedya görevlerindeki performansını iyileştirmek niyetiyle yeni bir 57 "MMX" komut serisi içermekteydi.
Yeni komutlar, yeni veri türleri ile çalışmaktadır: ya sekiz adet 8-bit tam sayı, dört adet 16-bit tam sayı, iki adet 32-bit tam sayı, veya 1 adet 64-bit tam sayıdan oluşan 64-bit yoğunlaştırılmış vektörler. Bu nedenle, örneğin, PADDUSB (Yoğunlaşmış ADD işaretsiz doygun bayt) komutu, her biri birlikte, çift olarak sekiz adet 8-bit işaretsiz tam sayı içeren iki adet vektör eklemektedir; taşan her ilave doyuma ulaşır ve bir baytta simgelenebilecek en büyük işaretsiz değer olan 255’i verir. Bu oldukça uzmanlaşmış komutlar kullanılabilmek için genelde, programcı tarafından kodlanmayı gerektirir. MMX, P55C’nin ömrü bittikten sonraya kadar önemli bir rağbet görmemiştir.
P55C’in performansı, 1. seviye CPU önbelleğini ikiye katlayıp, 16 KiB’dan 32 KiB’e çıkararak, önceki sürümlerine nazaran iyileştirilmiştir.
Pentium P55C notebook CPU’ları, CPU’ları tutan bir “hareketli modül” kullanıyordu. Bu modül, CPU’nun, daha küçük bir özel biçim katsayısı içinde doğrudan kendisine bağlı olduğu bir PCB idi. Bu modül notebook’un ana kartına takılır ve tipik olarak, bir ısı yayma tabakası monte edilir ve modülle irtibat kurardı. Bu tür notebook’lar sıklıkla Intel 430MX yonga setini, özellikleri azaltılmış bir 430FX kullanırdı. Ancak, 0.25 μm Tillamook Mobile Pentium MMX ile (adını Oregon’da bir şehirden alan), modül, sistemin 512 KiB SRAM önbelleğiyle birlikte, 430TX yonga setini de kullanırdı.
Intel, aslında dahili olarak Pentium’un kendisinden oldukça farklı olan, daha sonraki nesil işlemci mimarilerini adlandırmak amacıyla Pentium adını korumuştur:
Bu marka adı, CPU mikro-mimarisinin yapısıyla sadece gevşek bir şekilde bağlantılıdır. Pentium markası geleneksel olarak masa üstü ve notebook parçaları için kullanılmakta, Celeron markası, “değer”, ürün parçaları (tipik olarak daha düşük performans ve daha düşük fiyat) için kullanılmakta ve Xeon markası ise, sürücüler ve iş istasyonlarına uygun yüksek performanslı parçalarda kullanılmaktadır. Aynı temel mikro-mimari bütün markalarda kullanılabilir, ama uygulamalar saat hızlarınd |
a, önbellek boyutlarında, paket ve soketlerde farklılık gösterebilir. Ayrıca, aynı isim, bağlantılı olmayan mikro-mimarilerdeki yongalarda da kullanılmaktadır.
Intel Core işlemcisi, Pentium M işlemcileri ile aynı mikro-mimariyi kullanmaktadır, ama Pentium M adını kullanmamaktadır (ve aynı zamanda Intel’in yeni logosunu kullanmaktadır). Ancak, Pentium adı, yeni Core 2-türevli işlemcileri serisinde kullanılmaya devam edecektir. Bu işlemciler, Conroe-L kod adıyla, Pentium E2000 serisi olarak pazarlanacaktır. Yeni Pentium 1 MB’lık L2 önbelleğe sahip olacak ve 800 MHz FSB, Intel EM64T teknolojisi ile Execute Disable Bit kullanacaktır ve çift çekirdekli işlemci olacaktır.
Postmodern edebiyat
Postmodern roman, bir anlamda söylemsel olarak mimaride başlayıp gelişen, kurumsal, kuramsal ve düşünsel alanlarda hızla yayılan ve 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren edebiyat dünyasında da kendisini gösteren postmodernizmin ürünüdür. Edebiyat yapıtlarında özellikle romanlarda görülen postmodern eğilim, genel postmodernizmin söylemsel ve düşünsel yönelimlerinden doğrudan etkilenir ve o söylemsel yapının özelliklerini barındırır.
Bu roman türünde yazar, dış dünyayı birebir yansıtmaktan özellikle kaçınır. Postmodern romanın kökleri incelenmek istediğinde bu köklerin sanıldığından çok daha eskilere uzandığı görülür. Bunların belli başlıcaları şöyle zikredilebilir.
Postmodern romanın kökleri, öncelikle postmodern durumun ve postmodern düşüncenin ortaya çıkmasından çok daha eskilere gider. Daha klasik roman olarak adlandırılan roman geleneği içinde bile postmodern romana ait ögelerin görülmesi söz konusudur. Hatta roman türünün öncü metinlerinde postmodern romanın özellikleri olarak kabul edilen girişimler görülür.Jale Parla, Don Kişot’un bir anlatı türü olarak romanın öncüsü olduğu kadar, "üst-kurmaca", "temsilin sorunsallaştırılması", "parodi", "ironi" ögelerini de barındırdığını, bu bakımdan Miguel de Cervantes’in ve kitabının modernitenin öncü yazarlarından ve yapıtlarından olduğu kadar postmodernizmin de habercisi olduğunu belirtir.
Bir başka köken, geç dönem modernist romanlarda görülür. Postmodern romana ait olduğu kabul edilen ögelerin çoğunun bizzat modernist roman içinde ortaya çıkması söz konusudur. Meselâ, Thomas Mann, Robert Musil, James Joyce, Virginia Woolf, Samuel Beckett gibi yazarlar, hem işledikleri konular hem de işleyiş biçimlerindeki yenilikleriyle "postmodern romanın köklerinde" yer alırlar.Ancak modernist romancılar, belirli bir ölçüde sanatçı olan okurları hedeflemelerine rağmen, postmodern yazarlar bir anlamda metnin okumalarını çoğaltırlar. Modernist roman okurun "belirli bir yoruma" ulaşmasını zorlaştırmak için elinden geleni yaparken, postmodernist roman, belirli bir evrensel yoruma yol açabilecek "anlam bütünlüklerine" kuşkulu bakışı dolayısıyla anlamın sürekli kaybolduğu ya da ertelendiği metinler olarak üretilir.
Postmodern romanın köklerinden birisi de Beat Kuşağı olarak adlandırılan yazarlara uzanır.Jack Kerouac ve Allen Ginsberg’in bu kuşağın ruhunu yansıtan avangard yapıtları ve William Burroughs'un kitapları , anlatı geleneğinde sürrealizme benzeyen bir eğilim olarak belirginleşir. Macera, coşku ve cinsel fantezilerdeki yoğunluk, sanat-dışılık ve toplumu ve onun taleplerini reddedişteki bireysel radikallik bu kuşağın özellikleri olarak bilinir; yazınsal alanda da tam bu şekilde bir içerik ve söylem yapısı kullanmışlardır. Postmodern romanlarda bu tür etkileri görmek mümkündür.
Kendi yapıtlarını başka yapıtların bir parçası olarak tanımlayan Fransız yazar Georges Perec postmodern romanın köklerinde bulunan yazarlardan biri olarak değerlendirilebilir. Perec'in neredeyse konularından daha çok kitaplarının teknik yönleri ilginçlikler barındırır. Postmodern romanlarda görülen zevk ya da okumanın amacı ve gerekçesi olarak zevk ögesini Perec'in metinlerinde görürüz. Onun lipogramlara dayanan metinleri bir ilginçlik örneğidir. "Kayboluş" adlı romanını Perec hiç "e" harfi kullanmaksızın yazmıştır.
Jorge Luis Borges ise, postmodern romancılar arasında değilse bile köklerinde tartışmasız bir şekilde yer alır. Üst-anlatı, parodi, anlamın sorunsallaştırılması, çoğulluk ögeleri Borges’in hemen bütün metinlerinde görülen özelliklerdir. Bunun yanında, gerçek/gerçek-dışı onun metinlerinde sürekli birbirine geçiştirilir, gerçeklik sürekli olarak yeniden yorumlanabilir şekilde kurgulanır. Fantezi Borges anlatılarının vazgeçilmez ögelerinden biridir.
Postmodern roman denilince ilk akla gelen dil oyunları düşüncesidir. Dilin gerçekliği "temsil eden" değil "kuran" bir yapı olduğu önermesinden hareket ederler. Postmodern romancılar, bu anlamda postmodern teorinin "temsili sorunsallaştırma" girişimini üstlenirler, ve gerçekliği temsil etmekten ziyade anlam çoğulluğunu hedeflerler.Çünkü dil, postmodern anlayışa göre bir gerçekliği temsil etmez, belirli bir anlamda aksine "gerçekliği kurar". Postmodern roman, tam da dile dair bu bilgi ile üretilen anlatıları işaret eder.
Çoğu postmodern romancıda, hem anlatıcının (yazar'ın) hem anlatının sürekli devrede olması, metin içinde birçok anlatıcı sese imkân verilmesi, anlatı içinde anlatıların iç içe geçmesi ya da anlatı içinde başka bir anlatının/ya da anlatıların izinin sürülmesi türünde ögeler görülür. Bu romanlarda "yazarın geleneksel statüsünü kaybettiği" ya da en azından bu statüsünün sorunsallaştırıldığı görülür.Temsilin yanı sıra yazarın konumu da sorunsallaştırılır. Bu noktada, "anlamı üreten okurdur" düşüncesi belirginlik kazanır. Bu önerme tamamen ona ait olmasa bile büyük ölçüde "postmodern roman anlayışının" düsturlarından biridir.
Öte yandan, romanlar, kendilerinden önceki anlatıların seslerini yankılarlar.Bu anlamda, postmodern roman, edebi anlatıların ya da daha doğrusu tüm edebiyat geleneğinin bir parodisi olarak belirir. Kristeva’nin deyişiyle bu durum, edebi metnin, metinlerarası bir göndermeler mozaği içinde oluştuğu anlamına gelir. Bu nedenledir ki, postmodern roman, tek doğrultulu, kapalı, kapanabilir tek bir anlam katmanına sahip anlatı türlerinden farklılaşmanın bir ürünüdür.
Postmodern roman, klasik romandaki gibi olay örgüsü üzerine kurulu bir anlatı değildir.Olay örgüsünden daha çok olayın ya da olayların ön plana çıkması söz konusudur. Postmodern roman modernist romandaki gibi zor da olsa ulaşılabilir olan "anlam bütünlüklerine" sahip bir anlatı değildir. Postyapısalcı felsefenin dil dolayımında ulaştığı kuramsal sonuçlar, postmodern romanın perspektifini doğrudan belirlemektedir.Buna göre, metin, anlamın tamamlanıp bitirildiği ve tüketildiği bir yer değil, aksine hiçbir zaman tamama erişilemeyen, her okumada yeniden değerlendirilmeye açık bir "uğraktır"; çünkü ardında ya da daha doğrusu "yapısında" asla bir yere indirgenemeyecek olan "uçsuz bucaksız" bir işaretler sistemi olan dil vardır.
Jale Parla, postmodern romanda okur-yazar-metin ilişkisini şu şekilde belirtmektedir: "hiçbir metin tamamlanmış bir bütün değildir.Bu da okur ve yazarı yeni bir konumda düşünmemizi gerektirir. Okur ve yazar dil denizinde sözcüklerin anlamlarının dalgalar gibi birbirini izlediği bir devinim içinde yüzerken, metinler, benlikler, kimlikler ve yorumlar da yeni göstergelere dönüşürler...bu epistemolojiye göre, belirleyebileceğimiz yazar, okur, metin yoktur; yalnızca o metin aracılığıyla oluşan söylemler vardır" ("Don Kişot'tan Günümüze Roman", s.180)
Dünya çapında tanınan postmodern yazarların en özgün örneği olarak Italo Calvino (Bir Kış Günü Eğer Bir Yolcu kitabıyla), Umberto Eco (Gülün Adı ve Foucault Sarkacı adlı kitaplarıyla), aynı zamanda postyapısalcı felsefenin öncüsü olan, felsefi sorunları edebiyat aracılığıyla işleyen Jacques Derrida (özellikle Kartpostallar kitabıyla) ilk başta anılabilir. Ancak postmodern romanın temsilcisi olan yazarların listesi bir hayli kabarıktır. Bunların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Asbest
Asbest ya da amyant, ısıya, aşınmaya ve kimyasal maddelere çok dayanıklı lifli yapıda kanserojen bir mineral. Halk arasında ak toprak, çorak toprak, gök toprak, çelpek, höllük veya ceren toprağı gibi isimlerle de bilinir.
Bir doğal silikat minerali olan asbest maddesinin, ısıyı iletmemesi yani iyi bir izolasyon maddesi olması nedeniyle kullanımı çok eski çağlarda başlamıştır. Arkeolojik çalışmalardan elde edilen bilgiler doğrultusunda asbest kullanımının 2500 yıl öncesine dayandığı bilinmektedir.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra ısıyı ve elektriği yalıtması, sürtünmeye ve asit gibi maddelere dayanıklı olması nedeniyle sihirli mineral olarak tanınmaya başlanmıştır. Fakat yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra insan sağlığına önemli zararlar veren kanserojen bir madde olduğunun tespit edilmesi ile asbest maddesi için öldürücü toz tanımlaması yapılmıştır.
Mineralin adı antik Yunancada ""suya doymaz"" anlamına gelen “asbestos” kelimesinden gelir. Bazı Avrupa ülkeleri asbestos yerine Latince “lekesis” anlamındaki “Amiantos” kelimesini kullanırlar. Romalılar ölen insanların yakıldıktan sonra küllerini toplayabilmek için amiantos dedikleri lifsel maddeden yapılmış bir örtü içinde yakarlarmış. Bu şekilde, hem ölenin külü kolay toplanır ve hem de kullandıkları örtü yanmamış olarak kalırmış. Finlerin 4.000 yıl önce ülkelerinde bulunan antofillit asbest karışımı killerden çanak, çömlek gibi kaplar yapmak için kullanırlarmış. Çinliler de 3.000 yıl önce uzun lifli beyaz asbestten giysileri ve tapınaklardaki kandillerin fitillerini de aynı malzemeden yaptığı tarih kitaplarına geçmiştir. Savaşlarda kalelerin savunulmasında düşman askerlerine atılan sıcak su ve yağlardan korunmak için asbestten yapılmış savaş giysileri kullanılmıştır. Asbest yüzyıllar boyu ve yaygın bir şekilde kullanıldığı halde, meydana getirdiği sağlık sorunları yirminci yüzyılın başında anlaşılmaya başlamıştır. Bunun sebebi, solunduktan sonra yaptığı hastalığın ortaya çıkması için 40 yılı aşan bir enkübasyon süresine gerek olması ve eski dönemlerde insanların şimdikinden çok kısa yaşamalarıdır.
3.000' den fazla kullanım alanı olan asb |
estten, özellikle gemi, uçak, otomobil sanayiinde, makine konstrüksiyonlarında yağlayıcı madde ve sızdırmazlık elemanı olarak, inşaat sektöründe, ısı ve ses izolasyonunda yaygın olarak yararlanılmıştır.
Beyaz asbest olarak bilinen krisotil, yılantaşından elde edilir. Birçok ülkede kullanımı tamamen yasaklanmıştır. ABD'de ve bazı Avrupa ülkelerinde çok kısıtlı kullanımına izin verilir. Oldukça esnek olduğu için kumaş yapımında da kullanılabilir. CAS no'su 12001-29-5'tir evlerin çatılarında ve oluklu çimentolu cati malzemelerinde kullanılmaktadır.
Kahverengi asbest olarak bilinen amosit daha çok Afrika'da çıkarılır. Kimyasal formülü FeSiO(OH) olan amosit de diğer asbest türleri gibi çok tehlikelidir. CAS no'su 12172-73-5'tir.
CAS no'su 12001-28-4 olan krosidolit başlıca Afrika ve Avustralya'da çıkarılır. Kimyasal formüllerinden biri NaFeFeSiO(OH) olan krosidolit en tehlikeli asbest türü olarak bilinir.
Beyaz, kahverengi ve mavi asbest dışında başka birçok asbest türü de doğada bol miktarda bulunmaktadır. Bu asbest türlerinin kayıt edilmesi ve sınıflandırılması çalışmaları halen devam etmektedir.
Asbest son derece kanserojen bir maddedir. Solunum yoluyla vücuda girdiğinde başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açar. Uzmanlar cilde nüfuz etmesinin de mümkün olduğunu düşünmektedirler. Asbestin neden olduğu hastalıkların bazıları, akciğer zarları arasında sıvı toplanması, kireçlenme, akciğer zarı kalınlaşması ve akciğer dokusunda bağ dokusu oluşumu gibi selim hastalıklardır. Ayrıca ciltte yaralara neden olabilir.
Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC), her yıl dünyada kanser yapıcı maddeleri düzenli olarak özelliklerine göre gruplara ayırmaktadır. Ajansın kanserojen maddeler listesinde asbest maddesi, ""kesin kanserojen"" tanımlanması ile 1. grupta sınıflandırılmıştır.
Fransa'da asbeste bağlı hastalıklardan her yıl 4000 kişi ölmektedir ve sayı giderek artmaktadır. Uzmanlar Birleşik Krallık'ta 1960 ve 70'lerde asbeste maruz kalmış kişilerden 120.000'den fazlasının akciğer kanseri nedeniyle yakın gelecekte öleceğini öngörmektedirler . Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde 90'lı yılların başında asbest üretim ve kullanımı tamamen yasaklanmıştır. Avrupa Birliği'de 2005 yılından itibaren AB'ye üye ülkelerde asbest üretimi ve kullanımını yasaklamıştır.
Geçmişte tersane işçisi olan babasının iş elbiselerinden bulaşan asbest nedeniyle kansere yakalanan genç bir kadın, 2007 yılında İngiliz Savunma Bakanlığı'ndan tazminat almaya hak kazanmıştır..
Düşük oranlarda asbest soluduğumuz havada ve doğal kaynaklar da dahil olmak üzere içme suyunda bulunmaktadır. Araştırmalara göre genel olarak asbeste maruz kalanlarda (meslek dışında) akciğer zarında gram başına on bin ila yüz bin asbest parçacığı bulunmaktadır ki bu da her insanın akciğerlerinde milyonlarca parçacık bulunması demektir.
EPA, içme suyunda yoğunluk sınırı olarak uzun lifler için (uzunlugu 5 µm'yi geçen lifler) litre başına 7 milyon lif olarak alınmasını önermiştir.
Solunan havadaki asbest liflerinin boyu 3.0-20.0 µm ve kalınlığı 0.01 µm olduğu için çıplak gözle görülememektedir...
Asbest Anadolu'nun birçok yöresinde bulunmakta ve halk tarafından bilinçsizce kullanılmaktadır. Köylüler, asbesti evlerinin damlarına sermek, evlerini badana yapmak için ve küçük çocuklarda pudra yerine kullanırlar. Amasya bölgesinde ve Kayılar yörüklerinde ise bebekler, "höllük toprağı" olarak bilinen ısıtılmış asbestle sarılmaktadır. Bu uygulamalar sırasında havaya karışan asbest lifleri yoğun şekilde solunur. Asbest, onu topraktan çıkaran ve kullanan köylülerden başka, asbestin kullanıldığı endüstri alanlarında çalışan işçiler için de çok zararlıdır.
Diyarbakır'ın Çermik ve Çüngüş, Eskişehir'in Mihalıççık, Kaymaz ve Çifteler, Denizli'nin Tavas, Kütahya'nın Aslanapa ve Gediz, Konya'nın Ereğli,Halkapınar, Karaman'nın Ayrancı, Sivas'ın Yıldızeli, Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesine bağlı Büyüktatlı ve Şarkışla, Şanlıurfa'nın Siverek Elazığ'ın Maden ve Palu ilçeleri asbeste bağlı hastalıkların sık görüldüğü yerlerdir.
Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, kansere neden olan asbestin, Türkiye'de üretim, kullanım, piyasa arzı ile asbest içeren eşyaların piyasaya arzını 31 Aralık 2010 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yasakladı.
Lesotho bayrağı
Lesoto bayrağı, 4 Ekim 2006 tarihinde kabul edilmiştir. Bayrak, mavi, beyaz ve yeşil üç şeritten oluşur ve bayrağın tam ortasında (ortadaki beyaz şeridin ortasında) bir Basotho şapkası yer alır. Bu bayrak, Lesotho'nun bağımsızlığının 40. yıl dönümü şerefine kabul edilmiştir. Bu yeni bayrak, ülke barışının ve barış yöneliminin bir simgesidir.
Lesoto'nun ilk bayrağı 4 Ekim 1966'da, ülkenin bağımsız olduğu gün kabul edilmiştir. Bayrağın üzerindeki en belirgin figür beyaz bir Basotho şapkasıdır. Bu şapkada kullanılan beyaz renk barışı simgeler. Bayrağın hakim rengi olan mavi gökyüzü ve yağmuru, yeşil toprağı ve kırmızı inancı sembolize eder.
Lesotho'da 20 Ocak 1987'de yeni bir bayrak kabul edilmiştir. Bu bayrak 20 yıldır iktidarda bulunan Basotho Ulusal Partisi'nin askeri darbeyle yıkılmasnın ardından benimsenmiştir. Basotho'nun geleneksel beyaz şapka figürünün yerini bu bayrakta açık kahverendi Basotho kalkanı, "assegai" (mızrak) ve "knobkierie" (sopa) almıştır. Bayrağın renkleri ve şekli de değişmiştir. Çapraz duran beyaz şerit barışı, çapraz açık mavi şerit yağmuru ve çapraz yeşil şerit ise refahı temsil eder.
Her ne kadar 1993 yılında askeri idare yerini demokratik hükümete bıraktıysa da ülke içinde bayrak üzerinde yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu ikinci bayrak askeri cunta ile özdeşleştirilmiş ve değiştirilmesi yönünde kamudan talep gelmiştir. 2006 yılında yeni bayrak kabul edilmiştir.
Dorak
Dorak (Doraq, Torak ya da Dvorak), Orta Asya kökenli bir topluluktur. Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa'da yaşamaya devam eden aile üyeleri ilkel zamanlarda hayvancılık, süt ürünleri; daha sonraları askerlik, idarecilik; yakın çağlarda ticaret, bilim ve sanat (özellikle müzik) ile alakadar olmuşlardır.
Esnaf
Esnaf, kelime anlamı olarak sınıflar anlamına gelir. Bağımsız çalışan, yaptığı iş sermayeden ziyade kol ve beden gücüne dayanan girişimcileri tanımlamak için kullanılır. Zanaatkâr ve küçük ticarethane sahipleri esnaf olarak anılır. Esnaf ile taciri ayırmada temel olarak emek-sermaye yoğunluğu dikkate alınır.
Esnafa yönelik DPT ölçütlerini temel alan bir sınıflandırma şöyledir:
Film Ekimi
Filmekimi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 2002 yılından başlayarak İstanbul'da, 2011'den başlayarak İstanbul'la birlikte Türkiye'nin değişik kentlerinde her yıl gerçekleştirilen "Sonbahar Film Haftası" etkinliğidir.
Etkinlik boyunca, dünyanın belli başlı festivallerinde sergilenen ödüllü filmler gösterilmekte, Türkiye'de gösterime de girecek olan bazı filmlerin gala gösterimleri bu etkinlik çerçevesince yapılmaktadır. 2002 yılından itibaren sekiz yıl boyunca İstanbul'da Emek Sineması'nda gerçekleştirilen etkinliğin, 2011 yılında İstanbul dışında gerçekleştirilmeye başlamasından sonra Film Ekimi'nin düzenlendiği kentler arasında Ankara, İzmir, Trabzon, Bursa, Edirne, Gaziantep, Diyarbakır, Batman, Eskişehir bulunur.
Camera Lucida
Camera Lucida (Fransızca, "La Chambre Claire"), Fransız edebiyat eleştirmeni, felsefeci, göstergebilimci Roland Barthes'ın 1980'de yayımlanan kitabıdır.
Susan Sontag'ın 1977'de yayımlanan "Fotoğraf Üzerine" ("On Photography") kitabı ile birlikte, fotoğraf teorisi ve eleştirisi üzerine yazılmış en önemli eser sayılır.
Annesinin ölümünden sonra başladığı ve fotoğraf ile ölüm arasındaki ilişkiyi de kurcalayan kitabın yayımlanmasından kısa süre sonra Barthes bir trafik kazasında yaralanarak hayatını kaybetmiştir.
Yeni Çağ (anlam ayrımı)
Karayolları Trafik Kanunu
2918 Sayılı Trafik Kanunu, 13 Ekim 1983 tarihinde Mecliste kabul edilmiş 18 Ekim 1983'te 18195 sayı ile Resmi Gazete'de yayınlanıp yürürlüğe girmiştir.
Trafik kazası sonucu yaralanan ve hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan kazazedelerin, kanuna göre tedavi için ücret ödememesi gerektiği belirtildi.
Tüketiciler Birliği, kazazedelerin haklarıyla ilgili bir rapor hazırladı. Kaza sonucu yaralanan ve herhangi bir hastanede tedavi gören kazazedelerin bu tedavileri sonucu hastane tarafından ücret talep edilemeyeceğinin belirtildiği raporda, 2918 Sayılı Trafik Kanunu'na göre herhangi bir trafik kazası sonucu yaralanan kişi en kısa sürede hastaneye yetiştirilmek ve gereken tedavinin yapılması hükümlerini içeriyor. Yönetmeliğe göre, hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin maddi durumu, sosyal güvencesinin olup olmadığına ve hastanın özelliğine bakmadan gereken tedaviyi ve
müdahaleyi herhangi bir ücret talep etmeden yapmak zorunda. Bu tedavi sonucu oluşan masraf ise Sağlık Bakanlığı Karayolları Trafik Döner Sermaye İşletmesi tarafından karşılanacağının belirtildiği rapora göre, vatandaşların haklarını bilmediği için sorunlar yaşandığını ve hastanelerin bu kanundan bihabermiş gibi gözüküp vatandaştan para talep etmelerinin suç olduğu belirtildi.
Ansiklopedistler
Ansiklopedistler, 1731-1777 yılları arasında Fransa'da aydınlanma yıllarında Encyclopedie'yi çıkaran aydınlar. 17 ciltlik ansiklopedi, zamanın bütün bilgilerini toplar. Ansiklopedistler, bir gün dünya uygarlığı topyekun yok olsa ve insanlık her şeyi yeniden inşa etse, bu ansiklopediye başvuracaklardır diye düşünerek bunu yayımlamışlardır.
Ansiklopedistlerin başında 990 madde yazan Diderot vardır. D'Alembert, Rousseau, Buffon, Daubenton, Marmontel, d'Holbach, Bordeu, de Jaucourt, Turgot, Quesnay, Haller, Condillac, Montesquieu, Necker, Grimm ansiklopediye yazan düşünür, sanatçı ve bilimcilerdir.
18. yüzyılda ansiklopedistler burjuva devrimleri sırasında ortaya çıktılar. Otoriterciliğe karşı çıktılar. Newton ve Locke'u baştacı ettiler. Bilimcilik, akılcılık, deneycilik şiarları oldu. Hümanist, seküler, din dışı, modern bir yazma yöntemi uyguladılar. Mısır, Siyam, Çin gezilerinde bu insanların dindar olmayışları |
na karşı erdemli olduklarını gördüler. Bütün insanlarda sağduyu düzeyinde saf bir iman olduğunu keşfettiler.
Vakıf (roman)
İktisadi ve idari bilimler fakültesi
İktisadi ve idari bilimler fakültesi (İİBF) toplumun yönetici ve vasıflı personel ihtiyacını karşılayacak şahıslar yetiştiren fakültedir. Türkiye'nin hemen her üniversitesinde bulunmaktadır. Bazı üniversitelerde ise yalnızca siyasal bilgiler fakültesi, işletme fakültesi veya iktisat fakültesi bulunmaktadır.
Krallar Vadisi
Krallar Vadisi ya da Firavunlar Vadisi (Arapça: وادي الملوك "Wadi Biban el-Muluk"), Mısır'da bulunan bir vadi. 18. ve 20. Hanedanlık döneminde Yeni Krallık'ın firavunları ve dönemin ileri gelenleri için inşa edilen mezarların bulunduğu vadi.Vadi, Luksor'un batı tarafında bulunur.
Alanın resmi adı "Teb'in Batısında Firavun'un Milyonlarca Senelik Yaşamı, Kuvveti, ve Sağlığının Büyük ve Görkemli Kabristanı" veya genelde "Ta-sekhet-ma'at" (Büyük Tarla) olarak tercüme edilir.
Vadide tahminen MÖ 1539 ve 1075 yılları arası başlıca definler gerçekleştirilmiştir. 64 mezarın bulunduğu vadide, ilk olarak I. Tutmose ve son olarak X. veya XI. Ramses defnedilmiştir. Ayrıca, Firavunların eşlerinin ve çocuklarının mezarları bu alanda bulunmaktadır.Vadinin amacı piramitler içinde yağmalanan mezarları saklamaktır.
G41-G1-Aa1:D21-O1-O29:Y1-A50-s-Z4:Y1-G7-N35-C11-Z2:N35-M4-M4-M4-t:Z2:N35-O29:O1*O1-G7-S34-U28-s-D2:Z1-R14-t:t-N23*Z1:N35-R19-t:O49-G7:D21-O1-O29:Y1-A50-s-Z4
Luigi Galvani
Luigi Galvani, (; d. 9 Eylül 1737 – ö. 4 Aralık 1798). Kas ve sinir hücrelerinin elektrik ürettiğini keşfeden İtalyan fizikçi.
Luigi Galvani Bologna - İtalya'da doğdu. Kimyasal yolla elektrik elde edilebileceğini keşfettiğinden bu işleme soyadından türetilen “galvanism” denmektedir. Galvani’nin yaptığı diğer araştırmalar onun kurbağa bacaklarının belirli bazı metallere temas etmesi sonucu refleks olarak hızla harekete geçmesinin bu hayvandaki iç elektrik sonucunda ortaya çıktığı sonucuna varmasına yol açmıştır. Bu bağlamda İngilizcede “galvanize” kelimesi günlük hayatta birisini harekete geçirmek, şok etmek anlamlarında kullanılmaktadır. Daha sonra Galvani’nin arkadaşı Volta onun elektrik alanındaki çalışmalarını değerlendirerek önemli buluşlar yapmıştır. Ayrıca elektrik akımını ölçmekte kullandığımız galvanometre de Galvani’den sonra onun adıyla anılmaya başlanmıştır. Galvani Bologna’da anatomi profesörlüğü yaparken 1797 yılında yeni cumhuriyete bağlılık yemini etmediği için üniversitedeki görevinden alındı, bir yıl sonra da öldü. Hayatı boyunca hep bilim ve ilim için çalışmalar yürüttü...
Bolonya Üniversitesinde tıp tahsil ettikten sonra yine orada anatomi profesörlüğü yapmıştır.
F tipi cezaevi
F Tipi Cezaevleri, yüksek güvenlikli cezaevlerine Türk infaz sisteminde verilen isimdir. Sosyal Tecrit modeline dayanmaktadır. Yüksek güvenlikli cezaevleri, Türkiye'de düzenlendiği biçimiyle, genellikle devlete karşı işlenen suçlar ve/veya organize suçlardan dolayı tutuklu ya da hükümlü bulunan mahpusların üç kişilik ya da tek kişilik yaşam birimlerinde kaldıkları ve mümkün olduğunca diğer mahpuslarla ve infaz memurlarıyla iletişimlerinin sınırlandırıldığı ceza infaz kurumlarıdır.
F-tipi cezaevleri yüksek güvenlikli cezaevleri olarak tasarlanmalarının yanında geleneksel olarak daha önce koğuş sistemi üzerine inşa edilmiş E-tipi ve Özel Tip cezaevlerinin karşıtını oluşturur.
Cezaevlerinde koğuş sisteminden hücre sistemine geçişin hangi gerekçelerle yapıldığı konusunda İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi (CPT) Türkiye'ye ilişkin bir raporunda (" CPT/inf(2001)25 1, Strasbourg- 8 Kasım 2001, § 10 ,s.11") aşağıdaki yorumu yapmıştır:
Geleneksel olarak, Türk cezaevleri geniş koğuşlar halinde gün içinde yatakhane, yaşama alanları, temizlik bölümleri ve bitişik havalandırma gibi, bütün cezaevleri birimlerinin bütün mahpuslar ya da önemli bir kısmı tarafından ortak olarak kullanıldığı sistem E–tipi cezaevi olarak 1970 ve 1980’lerde bu plan ilkesine göre inşa edilmişlerdir. Açık uzun ana koridorlar, genellikle çok sayıda mahkûmun barındığı koğuşlar aynı zamanda personele mahpusları denetlemek bakımından fazla olanak tanımamaktaydı. Mevcut kapalı cezaevlerinin tiplerine bakmaksızın, bütün kurumlarda mahpuslar kendi birimlerini terk etme eğilimi taşımaktaydılar, nadiren koğuşlarını terk ederler ve personel de buralara nadiren girerdi. Personel ile mahpuslar arasındaki kontak bu sistemde asgaride tutulmuştu.
1990’ların ikinci yarısından sonra, Türk yetkililer artan bir şekilde koğuş sisteminin sakıncalarını fark etmeye başladılar. Bu tarz bir düzenleme, mahpusların etkinlikleri üzerinde cezaevi personelinin denetimine izin vermiyordu. Ayrıca, içeride farklı şekillerde (isyan, rehin alma, cinayet vs.) karışıklıklar çıktığında ağır kayıplar yaşanma riskini beraberinde getiren ciddi fiziksel güç kullanılan Jandarma’nın dışarıdan müdahalesine sahne olunuyordu. Sonuç olarak, yetkililer var olan koğuş sisteminden daha küçük yaşam birimlerinin bulunduğu yeni bir cezaevi sistemine geçiş yapmaya başladılar. Bu çerçevede geliştirilen yüksek güvenlikli cezaevi yapılarına yetkililer tarafından "F-tipi Cezaevleri" adı verildi.
Tuncay Özkan bir yazısında F tipi cezaevlerini şöyle yorumlamaktadır:
Bu kurumlar bir ya da üç mahpusun birlikte yaşayacağı şekilde tasarlanmış kurumlardır. F tipi cezaevleri, 370 kişi(Sincan 1 No.lu F Tipi) kapasiteli olup üç ana bloktan oluşmaktadır. Her bir blokta bir ve üç kişilik hücreler bulunmaktadır. Üç kişilik (103 adet) ve tek kişilik (61 adet) odalarda toplam 370 mahpus kapasiteli olarak inşa edilmişlerdir. Bütün F-tipi cezaevleri aynı mimari plan üzerine inşa edildiklerinden hepsi aynı fiziksel özellikleri taşımaktadır.
Tek kişilik hücreler 1.5 m²'lik tuvalet ve duş bölümü dahil yaklaşık 11 m²'dir. Bu hücreler ayrıca iyi donatılmış, iyi aydınlatılmış ve havalandırma sağlanan alanlardır. Bitişikteki üç hücre aynı havalandırma alanını paylaşmaktadır.
Üç kişilik hücreler ise çift katlı olarak (25m) tasarlanmıştır. Burada alt katta bir masa ve üç sandalye mutfak bankosu ve dolaplar bulunmaktadır. Ayrıca tuvalet ve duş burada ayrı bir bölümde bulunmaktadır. Bu bölümün bir tarafı bir koridora diğer tarafı ise yaklaşık 50 m² boyutunda yüksek duvarlı beton bir havalandırmaya açılmaktadır.Bu havalandırma 8 metre yüksekliğindedir. Yukarı katta ise yataklar ve her bir mahpusa ait dolaplardan oluşmaktadır. Bu birim de pencereler vasıtasıyla gün ışığı almakta ayrıca yapay ışıklandırma ve yeterli havalandırma bulunmaktadır (bkz., CPT/inf(2001)25 , § 18, s.15).
F-tipi cezaevlerinde diğer kapalı cezaevlerinden farklı bir infaz rejimi uygulanmaktadır. Bu farklı uygulamanın hukuksal dayanağı Terörle Mücadele Kanunun 16. maddesi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 9. maddesinde bulunmaktadır. Ayrıca İnfaz Tüzüğü (Yayımlandığı R. Gazetenin Tarihi : 6/4/2006, No: 26131) yüksek güvenlikli infaz kurumlarındaki infaz rejimine ilişkin düzenlemeler içermektedir. Ancak bütün bu düzenlemeler, yeterli açıklık ve kesinlikten uzak olmanın yanında, genelleştirilmiş bir tecrit rejimine kapı aralar görünmektedir.
F-tipi cezaevleri, genelleştirilmiş bir duyusal ve sosyal tecrit öngördüğü bu nedenle de insanlıkdışı ve onur kırıcı muamele ve ceza yasağına aykırı olduğu gerekçesi ile ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmiştir (bkz. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararı Af Örgütü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, MAZLUMDER ve Özgür-Der).).
Diğer taraftan eleştirileri daha nesnel ve Hükümet üzerinde daha etkili olarak kabul edilen İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi (CPT) ise 2001 yılından bu yana raporlarında düzenli olarak genelleştirilmiş bir duyusal ve sosyal tecrit uygulaması bulunuduğundan F-tipi cezaevlerindeki infaz rejimini eleştirmektedir (Bu konuda yayınladığı raporları için bkz.. İşkencenin Önlenmesi Avrupa Komitesi ). Ancak F-tipi Cezaevlerindeki bu genelleştirilmiş tecrit rejiminde henüz bir iyileştirme sağlanamamıştır.
Mecidiyeköy, Şişli
Mecidiyeköy, İstanbul ilinin Şişli ilçesinde yer alan bir semt. Şişli ile Esentepe semtleri arasında, Büyükdere Caddesi'nin iki yanında, ağırlıklı olarak kuzey kesiminde yer alır.
Mecidiyeköy'ün de üzerinde bulunduğu bölge, İstanbul'un Avrupa yakasının, 1950'lerden sonra hızla iskana açılan ve bu dönemden itibaren kentin en yoğun konut, iş ve trafik merkezlerinden biri haline gelen bölgelerindendir.
Bölgede ilk iskan hareketi Osmanlı padişahı Abdülmecit'in döneminde (hükümdarlığı 1839-1861) muhacirlere bugünkü Mecidiyeköy'de toprak verilmesiyle ve buraya iskan edilmeleriyle başladı. Mecidiyeköy'ün adı da Abdülmecid'den gelmektedir. Bölgenin bu ilk iskanı sırasında, çevresinin dutluklarla dolu olduğu ve buraya özellikle dut yemek için gelindiği bilinmektedir. Dutluklar 1930'lara, hatta yer yer 1950'lerin sonlarına kadar varlıklarını sürdürmüştür. 1950'lere kadar bu bölge (Mecidiyeköy, Esentepe, Zincirlikuyu, Levent) Mecidiyeköy'deki küçük bir köy yerleşimi dışında bomboş kırlardan ibaretti. 1930'larda Büyükdere Caddesi'nin güneydoğu tarafında eski İETT garajı ve daha kuzeyde, likör fabrikasından (2012 yılında yıkıldı) başka kayda değer bina yoktu.
Yine 20. yüzyılın ilk yarısına kadar, Mecidiyeköy ve çevresindeki Fulya, Esentepe gibi mahallelerin bulunduğu sırtlar ve yamaçlar çiçek, özellikle de karanfil tarlalarıyla ünlüydü. İstanbul'un Avrupa yakasında, hafif ve serin rüzgara ve kırmızı toprağa ihtiyaç duyan karanfil yetiştirmeye en elverişli olan yöresi, Mecidiyeköy çevresiydi.
Bölgenin kırsal görünümü 1950'li yıllara kadar sürmüş, çevresi dut bahçeleri ile dolu olan Mecidiyeköy, bu dönemden sonra hızla iskana açılarak İstanbul'un en yoğun konut, iş ve trafik merkezlerinden bir haline gelmiştir. 1970'lerden itibaren daha hızlı bir biçimde yapılaşarak bir yandan Şişli öte yandan Levent ile kesintisiz ve yoğun biçimde birleşti. Yapılaşma süreci içerisinde kırsal yapı hızla yok olurken, Büyükdere Caddesi ile 1970'lerin başlarında inşaat edilen Boğ |
aziçi Köprüsü'nün bağlantı yolu olan ve Mecidiyeköy'den geçen D 100 çevre yolunun çevresi tümüyle bir iş alanına dönüştü.
Galatasaray Spor Kulübü'nün 2011 yılına kadar maçlarını oynadığı Ali Sami Yen Stadyumu idari birim olarak Fulya Mahallesi içinde kalmakla birlikte Mecidiyeköy'ün bir parçasıydı. Cevahir, Astoria ve Profilo AVM burada yer almaktadır. 2012 yılında Trump Towers adıyla yeni bir alışveriş merkezi hizmete girmiştir. Bilişim sektörünün en eski bilgisayar şirketleri bu semtte kurulmuş ve birçoğu halen bu semttedir.
İstanbul 1. Çevre Yolu, Büyükdere Caddesi ve Yenikapı-Hacıosman metro hattı gibi birçok ulaşım hattının kesişim noktası olduğu için İstanbul şehir içi ulaşımında çok büyük bir öneme sahiptir. Metrobüs hattının güzergahı olan İstanbul 1. Çevre Yolu (D 100) meşhur Mecidiyeköy Viyadüğü'nden geçer. Tüm bu ulaşım özelliklerine ek olarak hem merkezi konumu hem de bir iş alanı olması nedeniyle İstanbul'un ve Şişli İlçesi'nin yoğun taşıt ve yaya trafiğine sahip olan bir semtidir.
Mecidiyeköy Mahallesi, güneyde Büyükdere Caddesi ve Fulya Mahallesi, batıda Kuştepe Mahallesi, kuzeyde dar bir boyunla Gültepe, doğuda Esentepe ve onun batısında bulunan Gülbahar Mahallesi ile sınırlıdır.
İdari olarak küçük bir alan kaplamasına karşın, genellikle halk arasında Esentepe, Gayrettepe, Ortaklar Caddesi, Fulya, Gülbahar, Kuştepe, 19 Mayıs ve Şişli Merkez mahallelerinin de içinde olduğu bir alan olarak bilinir. Şişli'ye bağlı olmakla birlikte Kağıthane'nin güneyi ile birleşik durumda gibidir.
Fümerol
Fümerol (Latince ‘’fumus’’, (duman tütmek)), çoğunlukla yer kabuğu sıcaklığının çok yüksek olduğu, yakın dönemde etkin yanardağlar'ın yer aldığı bölgelerde , karbondioksit , sülfürdioksit, hidrojenklorid ve hidrojen-sülfit gibi gazların, buhar şeklinde salındığı, yer kabuğundaki açıklıklar (ağızlar)'dır. Püskürmelerin öncesinde, püskürme sırasında ya da püskürtmeden sonra, lavların her zaman krater merkezinden itibaren yayılmadığı durumlarda ortaya çıkarlar.
Bazen volkanın yan taraflarındaki veya yamaçlarındaki çatlakları kullanmak, magma ve kaçan gazlar için çok daha kolay olabilmektedir. Bu şekilde ana volkanın yamaçlarından ya da yanından itibaren devam etmeye başlayan volkanik etkinlik sonucunda meydana gelen çıkış yapıları parazitik koni olarak adlandırılmaktadır. Bu bacalardan sadece gaz çıkışı mevcutsa bunlar fümerol olarak tanımlanmaktadır.
Fümeroller "piroklastik" akıntılarının kalın katmanlarında, lav akıntılarının yüzeyleri üzerinde ve kaotik kümeler ya da alanların içinde küçük çatlaklar veya uzun çatlaklar olarak meydana gelebilir.Bir fümerol arazisi derin olmayan yerlerdeki sıcak magmatik kayaların saldığı gazlar ya da yeraltı suyuyla etkileştiği yerlerde termal kaynakların ve gaz çıkışlarının olduğu alanlardır.
Aşırı kızgın sular yeryüzüne çıkarken basıncın ve iniş çıkışların etkisiyle su buharına dönüşür yani buhar meydana gelir. Solfatara ismi , sülfürlü gazlar salan fümerollere İtalyan kökenli "solfo" ya da sülfürden (Sicilya ağzıyla) verilmiştir.
Bazı bilim adamlarınca sıcaklığı ne olursa olsun püskürmelerden sonra oluşan ve uzun zaman devam eden bütün "ekshalasyonlar"(soluk verme) genel olarak fümerol adı altında toplanmakta ve "solfataralar" ancak kükürtlü gazlar yayan fümeroller olarak düşünülmektedir. Türkiye'de Nemrut, Tendürek ve Ağrı üzerinde ekshalasyonlar oluşmaktadır. Buna göre bu dağları püskürme sonu ekshalasyonları (fümeroller) devresinde bulunan volkanlar olarak tanımlamak gerekir.
Fümerol devresi; sıcaklığın 1000-2000 °C olduğu devreye karşılık gelir. Bu koşullar altında çıkan gazların en fazla kısmı, yine su buharından oluşmakla birlikte HCL, CO2, SO2, NH4CI gazların oranları da yüksektir. Çok büyük bir basınçla fışkıran bu kızgın buharlar jeotermal enerji kaynağı olarak büyük değer taşırlar. Örneğin İzlanda'da bunlardan elektrik üretimi ve ısıtma için geniş ölçüde yararlanılır.
Fümeroller kalıcı ısı kaynağında yıllarca devam edebilir. Volkan yüzeyinde haftalar veya ay boyunca hızlı soğuma gösterirler. Örneğin On bin Dumanlar Vadisi Alaska Novarupta 1912'deki patlama sırasında kurulmuştur. Patlama sonucunda bu alandaki fümeroller başlangıçta hızlı soğumayla oluşmuş ve daha sonra da çoğunun soyu tükenmiştir.
Dünya genelindeki fümerol örneklerine bakıldığında bu birimlerin dağılışı ve etkileri anlaşılabilir.
Örneğin Yellowstone Ulusal Parkı'nın sınırları içinde dört bin fümerolün var olduğu tahmin edilmektedir.
Nisan 2006'da, bir fümerol Kaliforniya'da bulunan Mammoth Dağı kayak alanındaki 3 numaralı tren rayının doğusunda 3 petrol işçisinin ölmesine sebep olmuştu. İşçiler içine düştükleri buzul yarığının içinde biriken zehirli gazlardan zehirlenmişlerdi.
Fümeroller dizisine diğer bir örnek ise Dominik'te bulunan Morne Trois Pitons Milli Parkı'nda ki Harabe Vadisi'ndedir. Sülfür gazı salan fümeroller yüzeye çıkarken buharlaşır, zengin mineraller içeren sülfür tortusu bırakırlar. Bunlar içinde madenleri de barındıran tortulardır.
Mahsun Kırmızıgül
Abdullah Bazencir ya da sahne adıyla Mahsun Kırmızıgül (d. 26 Mart 1969 Diyarbakır), Zaza kökenli oyuncu, yönetmen, senarist ve eski Arabesk ve pop şarkıcısı, besteci.
Mahsun Kırmızıgül 26 Mart 1969 tarihinde 22 çocuklu bir ailenin bireyi olarak Diyarbakır'ın Hani ilçesinin Vezir köyünde dünyaya geldi. Annesinin adı Faika, babasının adı ise Çerkez'dir. Mahsun Kırmızıgül doğduktan sonra babası imam nikahlı annesini ve kardeşlerini bırakıp Bingöl'e gitti.
Kırmızıgül, ilkokul çağına geldiğinde aile Diyarbakır'a göç etti. İlk ve Orta okulları Diyarbakır'da bitirdi. Babası gittikten sonra eve bakan abisinin iş kazasında ölümünden sonra annesi bir kiremit ocağında çalışmaya başlamış, Kırmızıgül de ailenin geçimini sağlayabilmesi için çiğ köftecide çalışmış ve çaycılık yapmıştır.
1981 yılında müzik çalışmalarına başlayan şarkıcı amatör olarak altı albüm yaptı. Prestij Müzik, Mahsun Kırmızıgül'le birlikte yüzde 600'lere varan büyük bir atılım göstererek 5 yıl içinde müzik sektöründe zirveye taşındı. Özcan Deniz "Yalan mı"; Haluk Levent "Bir Gece Vakti"; Seda Sayan "Ah Geceler"; Alişan "Var ya"; Ayhan Aşan "Sen de mi"; Ertuğrul Polat "Gittiğin O Gün"; Gülşen "Yiğidim" gibi çalışmaların, besteleri ve müzik yönetmenliğinde çalıştı. Şirketin birçok sanatçısına da müzikal anlamda bestelerini verdi .
1994 yılında yayınladığı albümü "12'den Vuracağım"'dan "Bebeğim Benim" şarkısı ile pop şarkıların yayınlandığı pek çok televizyon müzik listelerinde bir Arabesk / Fantezi şarkısı olarak yüksek başarı yakaladı. 1. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde Arabesk En İyi Erkek kategorisinde aday gösterildi. "12'den Vuracağım" albümü "Bebeğim / Kardeşlik Türküsü" adıyla da bilinmektedir.
1998 Mayıs'ta çıkardığı "Yıkılmadım" adlı albümü ile o zamanlar müzikal anlamda imzasını atan Mahsun Kırmızıgül, bu albümü için toplam üç video klip çekti. Bu albüm şimdiye kadar 2.500.000 adet sattı , 1998 Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde halkın verdiği oylarla üç ayrı dalda ödül aldı. "Fantezi Müzik" dalında "Yılın Sanatçısı" seçilirken, "Yıkılmadım" adlı parçası da "Yılın Şarkısı" seçildi.1998'in en çok satan albümü ise 2.500.000 satış ile "Yıkılmadım" adlı albümü idi. Sanatçı ayrıca aynı yıl içinde "Türk Halk Müziği" dalında Altın Kelebek ödülünü alarak "Yılın Sanatçısı" seçildi. Magazin Gazeteciler Derneği'nin geleneksel ödülünde ise yine "Yılın Sanatçısı" seçildi.
Mahsun Kırmızıgül'ün ortağı ve aynı zamanda sanatçısı olduğu Prestij Müzik etiketi ile çıkan albümleri için çekilip gösterime giren klipler ise, "Alem Buysa Kral Sensin", "Bebeğim, Allah'ını Seveyim", "Ağlama Sen", "Maço Erkek", "Ben de Sizdenim", "Kardeşlik Türküsü", "İnsan Hakları", "Sevdalıyım", "Bu Sevda Bitmez", "Taşra Delikanlısı", "Kızlar", "Hemşerim", "Belalım", "Her Şeyim Sensin", "Yıkılmadım", "Yoruldum", "Kardeşe Ağıt", "Kahpe Felek", "Göçmen Kızı", "Garip". 1 Müzik etiketi ile; "Vefasız", "Sarı Sarı", "Daye", "Düş de Gör-Nemrud'un Kızı", "Saygımdan", "Hayat Ne Garip", "Ay Aman", "Bizden Değildir", "Azar Azar", "Dinle", "Gül Senin Tenin".
Mahsun Kırmızıgül 14 Şubat 2016 tarihinde avukat Ece Binay ile ABD'de evlenmiştir.
Türkiye'deki göller listesi
"Ana madde: Oluşumlarına göre Türkiye'nin gölleri listesi"
1.Tektonik göller:Tuz Gölü, İznik Gölü, Burdur Gölü, Manyas Gölü,Acıgöl, Uluabat Gölü, Eber Gölü, Hazar Gölü, Sapanca Gölü, Seyfe Gölü, Akşehir Gölü, Ladik Gölü
2.Karstik göller:Salda Gölü, Kestel gölü, Avlan gölü, Kızören Gölü, Karagöl, Timraş Gölü
3.Volkanik göller:Nemrut Gölü, Meke gölü, Gölcük gölü, Acıgöl
4.Buzul gölü:Aynalı göl, Kilimli göl, Karagöl gölü
5.Set gölleri:
5a.Heyelan set gölü:Sera, Abant, Yedigöller, Tortum gölü, Zinav gölü, Karagöl
5b.Volkanik set gölü:Erçek Gölü, Nazik Gölü, Haçlı Gölü, Balık Gölü, Çıldır Gölü
5c.Alüvyal set gölü:Köyceğiz Gölü, Marmara Gölü, Mogan Gölü, Eymir Gölü,Bafa(Çamiçi)Gölü
5d.Kıyı set gölü:Durusu Gölü, Küçükçekmece Gölü, Büyükçekmece Gölü, Akyayan Gölü, Acarlar longozu, Simenlik Gölü, Sarıkum Gölü
6.Karma yapılı göller:Van Gölü, Beyşehir Gölü, Eğirdir Gölü, Kovada Gölü
Sazlık kedisi
Sazlık kedisi ("Felis chaus"), görece uzun bacaklı ve kısa kuyruklu bir yaban kedisidir. Asya'nın nemli bölgeleri bu kedinin mekânıdır.
Sazlık kedisinin belirgin bir iz ve işareti olmayan bej rengi kürkü vardır. Sadece kuyruğunda siyah halkalar bulunur. Kulaklarının ucunda vaşağı çağrıştıran siyah kıllı perçemler bulunur. Bu onun "bataklık vaşağı" olarak da tanımlanmasına yol açar. Vücut boyu 70 cm olup buna ilaveten 30 cm kuyruk gelir.
Sazlık kedisinin habitatı, bataklıklar, nemli çayırlar, sazlık ormanlar ve kıyı çalılık ve fundalıklardır. İstisnai olarak görece daha kuru çevrelerde de sazlık kedisi görülür. Ancak buralarda da su kaynağı yakınını arar. Sazlık kedisi Hindiçin Yarımadası ve Sri Lanka'dan, Hindistan ve Mezopotamya üzerinden İdil Deltası ve Sincan Uygur Bölgesi'ne kadar bir alana dağılmıştır. Afrika Kıtası'ndaki tek popülasyonu, Mısır'da, aşağı Nil Vadisi'nde görülür. Ayrıca Türkiye'de de bulunan bir kedi türüdür |
.
Türkiye'de Eğirdir Gölü, Nallıhan, Manavgat Çayı, Akyatan Gölü, Porsuk Çayı'nda kayıt altına alınmıştır.
Sazlık kedisi genelde sazlıkları mekân tutan, tek başına hareket eden bir kedidir. Özellikle gündüz faal olarak görünür. Suya bağımlı olmasına rağmen ağırlıklı olarak tavşan, fare, kuş gibi kara hayvanlarını avlar.
86 günlük bir gebeliğin ardından sazlık kedisi 3-4 yavru dünyaya getirir. Azami ömrü 14 yıldır.
TÜBİTAK'ın açık kaynak kodlu yazılım projesi Pardus'un 2007.1 sürümünün adı ""Felis chaus""dur. Bu türün isim olarak seçilmesinin nedeni, Pardus'un isim kaynağı olan "Anadolu parsı" "Panthera pardus tulliana" gibi, bu türün de neslinin tehlike altında olmasıdır.
Nesli tükenmekte olduğu için nadir olarak fotoğraflanabilen kedilerden olan "Felis chaus", son olarak bir sivil toplum kuruluşu olan DoğaBel tarafından Adana - Yumurtalık'ta görüntülenmiştir. Sazlık kedisinin, petrokimya endüstrisi ve çarpık yapılaşma yüzünden, Yumurtalık'taki bu son doğal yaşam ortamı da büyük tehdit altındadır.
Pardus Projesi, hizmete sokmayı planladığı topluluk portalı ile Türkiye'nin nesli tehlike altında olan tüm canlı türlerini korumaya yönelik büyük bir işbirliğine imzasını atmaya hazırlanmaktadır.
Alexander von Humboldt
Friedrich Wilhelm Heinrich Alexander Freiherr von Humboldt, (14 Eylül 1769, Berlin – 6 Mayıs 1859, Berlin), Prusyalı doğabilimci ve kâşif. Prusyalı bakan, filozof ve dilbilimci Wilhelm von Humboldt'un küçük kardeşi. Humboldt'un botanik coğrafya üzerine yaptığı çalışmalar biyocoğrafya dalının temelini oluşturmuştur.
1799 ile 1804 yılları arasında Güney ve Orta Amerika'ya giden von Humboldt, keşif gezileri sonucunda kıtayı bilimsel açıdan betimleyen ilk bilim insanı olmuştur. 21 yıl boyunca yaptığı gezilerde karşılaştıklarını devasa bir eserde toplamıştır. Atlantik Okyanusu'nun iki kıyısında yer alan kara parçalarının (özellikle Güney Amerika ve Afrika'nın) bir zamanlar birleşik olduğunu ilk öne süren Humboldt olmuştur. Hayatının son dönemlerinde yazdığı "Kosmos" adlı eserinde dünya üzerine bilgi toplayan çeşitli bilim dallarını birleştirmeye çalışmıştır. Humboldt aralarında Joseph-Louis Gay-Lussac, Justus von Liebig, Louis Agassiz ve Matthew Fontaine Maury'nin bulunduğu birçok bilim insanıyla çalışmış ve çalışmaları desteklemiştir.
Von Humboldt'un Prusya ordusunda binbaşı olan babası Pomeranya'nın önde gelen ailelerinden birine mensuptu ve Yedi Yıl Savaşları'ndaki hizmetleri karşılığında kraliyet nazırlığı göreviyle ödüllendirilmişti. Baron von Hollwede'nin dul eşi Maria Elizabeth von Colomb ile 1766 yılında evlendikten sonra iki oğlu olmuştu. Bunlardan küçük olanı Alexander'dır.
Alexander von Humboldt'un çocukluğu ne sağlık ne de zekâ açısından pek ümit verici geçmemiştir. Yine de kısa sürede kendine özgü özellikleri ortaya çıkmıştır. Bitkileri, kabuklu hayvanların kabuklarını ve böcekleri toplayıp etiketlendirdiği için "küçük eczacı" diye adlandırılmıştır. 1779 yılında babasının beklenmeyen ölümü sonrasında annesinin verdiği yerinde kararlarla eğitimini sürdürmüştür. Politik kariyer için altı ay Frankfurt Üniversitesi'nde finans okudu ve bir yıl sonra 25 Nisan 1789'da Christian Gottlob Heine ve Johann Friedrich Blumenbach'ın verdiği derslerle ünlenen Göttingen Üniversitesi'ne kaydoldu. Çeşitli alanlara duyduğu ilgi ve yeteneği öylesine gelişmişti ki, 1789 yılında bir tatil esnasında Ren Nehri'ne yaptığı bir geziden sonra ""Mineralogische Beobachtungen über einige Basalte am Rhein"" (Ren Nehri'ndeki bazı Bazalt kayalar üzerine mineralojik gözlemler) (Brunswick, 1790) adlı eseri yazdı.
Yolculuklara olan tutkusu, Kaptan James Cook’un ikinci yolculuğunda yanında bulunan, Heyne’in damadı Georg Foster ile Göttingen’de kurduğu arkadaşlıkla iyice pekişti. Artık çalışmaları ve nadir olarak bir arada görülen kişisel yetenekleri olağanüstü bir anlayış ile kendisini bilimsel kâşif olarak hazırlama amacına yönelmişti. Bu düşünceyle Hamburg’ta ticaret ve yabancı diller, Freiberg’te Abraham Gottlob Werner ile coğrafya, Jena’da Justus Christian Loder ile anatomi, Franz Xaver von Zach ve Johann Gottfried Koehler ile astronomi ve bilimsel aletlerin kullanımı konularında eğitimini sürdürdü. Freiberg madenlerindeki bitki örtüsü üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda 1793 yılında ""Florae Fribergensis Specimen"" (Fribergen Florasından Örnekler) adlı eserini yayımladı. Luigi Galvani tarafından yeni keşfedilmiş olan kasların tepkiselliği fenomeni üzerine yaptığı uzun süreli deneyler sonucunda 1797 yılında Berlin’de ""Versuche über die gereizte Muskel- und Nervenfaser"" (Kas ve sinir lifleri tepkiselliği üzerine çalışmalar) adlı çalışmasını yayımladı.
1794 yılında ünlü Weimar arkadaş grubuna katıldı ve Haziran 1795’te Friedrich Schiller’in "Die Horen" isimli yeni dergisine "Die Lebenskraft, oder der rhodische Genius" adlı felsefi bir alegori yazdı. 1790 yazında Georg Foster ile birlikte kısa süreliğine İngiltere’ye gitti. 1792 ve 1797 yıllarında Viyana’da bulundu. 1795'te İsviçre ve İtalya’da jeoloji ve botanik ile ilgilendiği bir gezi yaptı. Bu sıralarda, 29 Şubat 1792’de Berlin’de maden vergi tayin memuru olarak resmî bir göreve atandı. Devlet için çalıştığı bu görevi yalnızca bilime hizmet etmek için bir çıraklık dönemi gibi görmüş olsa da, sorumluluklarını öyle çarpıcı bir yetenekle yerine getirdi ki kısa sürede bölümünün başına geçmekle kalmayıp önemli diplomatik görevler de üstlendi. 19 Kasım 1796’da annesinin ölümü dehasının peşinden gidebilmesinin önünü açtı. Resmî görevlerinden uzaklaşarak, çok uzun zamandır içinde olan uzak diyarlara gitme hülyasını gerçekleştirmek için bir fırsat çıkmasını beklemeye başladı.
Katılması için resmî olarak davet edildiği Nicolas Baudin’in dünya yolculuğunun ertelenmesi üzerine, Mısır’da bulunan Napolyon Bonapart’a katılmak için, ertelenen seferin botanikçisi Aimé Bonpland ile birlikte Paris'ten ayrılıp Marsilya’ya gider. Mısır’a ulaşmak için çabalarken yolları Madrid'e düşer ve beklenmedik bir şekilde, bakan Don Mariano Luis de Urquijo’nun himayesiyle keşif için İspanyol Amerika’sına gitmeye karar verirler.
Önemli tavsiye mektuplarıyla birlikte 5 Haziran 1799’da A Coruña’dan "Pizarro" gemisiyle denize açılırlar. Teide’ye tırmanmak için altı gün boyunca Tenerife'de durakladıktan sonra 16 Temmuz'da Venezuela’da Cumaná’da Güney Amerika’ya ayak basarlar. Caripe’deki misyoner merkezini ziyaret eden Humboldt burada bulduğu yağ kuşunu ("Steatornis caripensis") adıyla bilim dünyasına tanıtacaktır. Cumaná’dan dönen Humboldt 11 Kasım’ı 12 Kasım’a bağlayan gece dikkat çekici bir meteor yağmuru gözlemler. Bu, günümüzde Leonidler diye bildiğimiz meteor yağmurudur. Bonpland ile birlikte Karakas’a giden Humboldt, 1800 yılının Şubat ayında Orinoco Nehri’nin izlediği yolu keşfetmek için kıyıdan uzaklaşır. Dört ay süren ve 2.775 km boyunca vahşi ve ıssız arazide geçen bu yolculuk sonucunda Orinoco ile Amazon nehirleri arasında bağlantı sağlayan Casiquiare Kanalı’nın varlığı kanıtlanmış ve bağlantının tam yerinin saptanması da sağlanmıştır. 19 Mart 1800 tarihinde Humboldt ve Bonpland yakaladıkları elektrikli yılan balıkları nedeniyle bolca elektrik şokuna maruz kaldılar.
24 Kasım’da Küba’ya geçen iki arkadaş birkaç ay burada kaldıktan sonra Kolombiya’daki Cartagena’ya çıkarak anakaraya geri dönerler. Suları kabarmış olan Magdalena Nehri boyunca ilerleyip, Cordillera Real Dağları’nın donmuş sırtlarından geçen zorlu bir yolculuktan sonra 6 Ocak 1802’de Quito’ya varırlar. Burada kaldıkları sürede hem Pichincha Dağı’na hem de Chimborazo Dağı’na tırmanırlar. Bu tırmanışla Humboldt ve ekibi zamanın dünya rekoru sayılabilecek olan 5.878 m.lik yüksekliğe ulaşmıştır. Yol üzerinde Amazon’un kaynaklarını araştırdıktan sonra Peru’da Lima’ya ulaşınca sefer sona erer. Humboldt, Callao’da 9 Kasım’da Merkür’ün Güneş önünden geçişini gözlemler. Aynı zamanda guano’nun gübre özelliklerini inceler. Guano’nun Avrupa’ya girişi Humboldt’un yazıları neticesinde olmuştur. Fırtınalı bir deniz yolculuğundan sonra Meksika’ya gelirler. Burada yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra kısa süreliğine Amerika Birleşik Devletleri’ne uğrar ve Delaware Nehri’nin ağzından Avrupa’ya yelken açarlar. Bu yolculuğun sonunda 3 Ağustos 1804 günü Fransa’nın Bordeaux şehrine çıkarak Avrupa’ya geri dönerler.
Bu unutulmaz sefer sonucunda Humboldt fiziki coğrafya ile meteorolojinin temelini ana hatlarıyla kurmuştur. 1817 yılında çizdiği eşsıcaklık eğrileri ile değişik ülkelerin iklimsel koşullarını kıyaslamayı önerdi ve yöntemlerini ortaya koydu. İlk olarak deniz yüzeyinden yükseldikçe ortalama sıcaklıkların düşüş hızını inceleyerek tropik fırtınaların kaynağını açıkladı. Bu çalışmalar, yüksek enlemlerde karşılaşılan atmosferik karışıklıkları açıklayan karmaşık yasaların bulunmasına ilişkin ilk ipuçlarını oluşturmuştur. Bitkilerin coğrafyası üzerine olan denemesi ise organik yaşamın dağılımını, değişen fiziki koşullardan etkilenmesine bağlamak gibi yeni bir düşünce üzerine oturtulmuştu. Kutuplardan ekvatora doğru gittikçe Dünya’nın manyetik alan yoğunluğunun azaldığını bulan Humboldt, bu buluşunu 7 Aralık 1804'te Paris Enstitüsü’nde kendi okuduğu bir bildiriyle sunar. Başkaları tarafından da yapıldığına dair iddiaların hızla ortaya çıkması bu buluşun önemini ortaya koymaktadır. Jeolojiye olan katkıları, Yeni Dünya’nın volkanları üzerine yaptığı dikkatli çalışmalardan oluşmaktadır. Bu volkanların doğal olarak bir hat boyunca oluştuğunu ve büyük olasılıkla da geniş yeraltı çatlaklarının üzerinde yer aldıklarını gösterdi. Daha önceden tortul olduğu düşünülen kayaçların magmatik olduğunu göstererek hatalı görüşlerin ortaya çıkartılmasına büyük katkılarda bulundu.
Avrupa’dan uzak kaldığı süre boyunca topladığı, ansiklopedik ölçüdeki bilimsel, politik ve arkeolojik bilgi bütününün uygun şekle sokularak yayımlanması artık Humboldt’un en büyük isteği hâline gelmişti. Manyetik sapma yasasını incelemek amacıyla Joseph Louis Gay-Lussac ile İtalya’ya yaptığı kısa gezinin ardından doğduğu şehirde iki buçuk yıl kalan Humboldt 1808 ilkbaharında büyük eser |
ini basabilmek için gerekli olan bilimsel işbirliğini sağlayabilmek üzere Paris’e yerleşti. Başlangıçta yalnızca iki yıl süreceğini umduğu bu devasa iş Humboldt’un yirmi bir yılını aldı ve yine de tamamlanamadı. Paris’te bulunduğu ilk yıllarda önceleri rakibi ama artık arkadaşı olan Joseph-Louis Gay-Lussac ile hem kaldığı hem de çalıştığı yeri paylaştı, gaz analizleri ve atmosferin yapısı üzerine onunla birlikte çalıştı.
Humboldt artık, Napolyon Bonapart'tan sonra Avrupa'daki en ünlü kişiydi. Her yerde alkışlarla karşılanıyordu. Hem yerli hem de yabancı akademiler, Humboldt'u üyeleri arasına katabilmek için yarışıyordu. Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm, Humboldt'u saray nazırı ilan etmiş, herhangi bir görev beklemeden daha sonra ikiye katlanacak olan 2.500 talerlik bir maaş bağlamıştı. Humboldt, 1810 yılında Prusya eğitim bakanlığı görevini reddetti. 1814 yılında müttefik hükümdarlara Londra'da eşlik etti. 1818 yılında Prusya Kralı'nın emriyle Aachen Kongresi'ne katıldı. 1822 sonbaharında yine aynı kralla birlikte Verona Kongresi'ne katıldı, buradan kraliyet maiyetinde önce Roma'ya sonra Napoli'ye geçti ve 1823 sonbaharında Paris'e döndü.
Uzun süredir Fransa başkentine gerçek evi gözü ile bakıyordu. Orada yalnızca bilimsel sempati ile karşılaşmamış, güçlü ve dinamik zekâsının aradığı sosyal uyaranları da bulmuştu. Gerek balo salonlarının aslanı, gerekse enstitü ve gözlemevinin bilgini olarak kendini doğal ortamında hissediyordu. Kendi hükümdarı Berlin'de saraya davet ettiğinde bu çağrıya derin bir hüsran duyarak karşılık verdi. Doğduğu şehrin taşralılığı tiksindirici geliyordu. Her zaman, Spree Nehrinin kıyılarında karşılaştığı dinden uzak bağnazlığa, kültürden yoksun estetiğe ve anlayıştan uzak felsefeye karşı durdu. İki iyi niyetli prensin samimi bağlılığı ve aralıksız yardımları minnettar kalmasını sağladıysa da hoşnutsuzluğunu dindirmeye yetmedi. Önceleri yeni ikâmetinin “belirsizlikle dolu atmosfer”inden kurtulmak için sık sık Paris’e yolculuk yaptıysa da yıllar geçtikçe bu gezintiler Potsdam ile Berlin arasında saray maiyetinin tekdüze “salınımları”na eşlik etmeye dönüştü. 12 Mayıs 1827’de kalıcı olarak Prusya başkentine yerleşti ve çalışmalarını Dünya’nın manyetizması üzerinde yoğunlaştırdı.
Uzun yıllar boyunca, uzak noktalarda aynı anda yapılacak gözlemlerle Dünya’nın manyetik alanında karşılaşılan ve "manyetik fırtına" adını verdiği karışıklıkların doğasını ortaya çıkarıp bunları yöneten yasaları bulmak için çabaladı. 18 Eylül 1828’de Berlin’de yapılan bir toplantı sonrasında yeni kurulan bilimsel bir derneğin başkanlığına seçilmesi, dikkatli kişisel gözlemleri ile birleşecek yoğun bir araştırma sistemi kurmasına olanak sağladı. 1829 yılında Rusya hükümetinden istediği yardım sonucunda kuzey Asya boyunca manyetik ve meteorolojik araştırma istasyonları hattı kuruldu. "Royal Society"nin başkanı olan Sussex Dükü’ne Nisan 1836'da yazdığı mektupla, Britanya İmparatorluğu’nun topraklarında aynı işin yapılmasını sağladı. Dolayısıyla modern uygarlığın en onurlu eserlerinden biri olan uluslararası bilimsel işbirliği ilk olarak Humboldt sayesinde başarıyla organize edildi.
1811’de Rus hükümeti ve 1818’de Prusya hükümeti tarafından Humboldt’a Asya’da keşif gezisi projeleri önerildiyse de her seferinde istenmeyen koşulların ortaya çıkması nedeniyle sonuçlanmadı. Humboldt ancak altmış yaşına bastıktan sonra, gençliğinde olduğu gibi bilim adına yeniden yolculuğa çıkabilecekti. 1829 yılının Mayıs ile Kasım ayları arasında asistanları Gustav Rose ve C. G. Ehrenberg ile Rusya İmparatorluğu’nu Neva’dan Yenisey’e kadar baştan başa geçerek yirmi beş hafta içinde 15.472 km katetti. Yolculuk Rus hükümetinin doğrudan himayesi altında olmanın verdiği avantajlara sahip olsa da faydalı olabilmek için yeterince yavaş değildi. Bu yolculuğun en önemli başarıları, Orta Asya platosunun yüksekliği hakkında o güne kadarki abartılı tahminleri düzeltmek ve Ural’ların altın tortuları ile kaplı arazilerinde elmas madenleri bulmak olmuştur.
1830 ile 1848 yılları arasında von Humboldt, çok samimi olduğu Louis Philippe’in nezdinde sıklıkla diplomatik görevlerde bulundu.
Kardeşi Wilhelm von Humboldt 8 Nisan 1836’da Alexander'ın kollarında öldü. Alexander, yaşamının geri kalanını üzüntüye boğan bu ölümle "diğer yarısını" kaybettiğini söylemiştir.
IV. Friedrich Wilhelm’in Haziran 1840’ta tahta çıkmasıyla Humboldt’un saray nezdindeki desteği arttı. Ancak, yeni kralın von Humboldt ile birlikte olmaktan duyduğu mutluluk nedeniyle, uyku dışında yazılarına ayırmak için yalnızca birkaç saati kalıyordu.
Hayatının projesini yetmiş altıncı yaşına kadar erteleyip sonra da başarıyla gerçekleştirmek pek sık rastlanan bir durum değildir. Humboldt’un şaheseri sayılabilecek olan "Kosmos"‘un ilk iki cildi 1845 - 1847 yılları arasında yazıldı ve yayımlandı. Genelleştirmeyi detaylarla destekleyen ve detayları genelleştirmeyle değerlendiren, grafiksel tanımlamanın ötesinde fiziksel dünyayı yaratıcı bir kavram olarak iletebilecek bir çalışmanın fikri yarım yüzyıldan uzun süredir zihnini rahatsız ediyordu. Bu fikir ilk olarak 1827 – 1828 kışında Berlin Üniversitesi’nde verdiği bir dizi konferansta şekillenmişti. Daha sonraları biyografisini yazan yazarın ifade ettiği gibi bu konferanslar “"muhteşem Kosmos freskosunun karikatürü"” idi. Bu dikkat çekici çalışma için kısaca doğanın karmaşıklığı içinde ortaya çıkan birliğin betimlenmesi denebilir. Bu çalışmada 18. yüzyılın geniş ve belirsiz idealleri 19. yüzyılın kesin bilimsel gereklilikleriyle birleştirilmeye uğraşılmıştır. Kaçınılmaz eksikliklerine rağmen bu girişim büyük oranda başarılı olmuştur.
Anlatım tarzının kendine özgü ağırlığı ve zahmetli pitoresk söylem, genel okuyucuya çekici gelmekten çok görkemli gelmektedir. Ancak bu yapıtın asıl üstünlüğü ve ebedi değeri, büyük bir kişinin zihninin sadık bir yansıması olmasındadır. Evrenin portresini çizmeye kalkışan Alexander von Humboldt için, çok yönlü zekâsını gösterecek bundan daha iyi bir methiye yazılamazdı.
Hayatının son on yılını eserini tamamlamaya ayırdı ve üçüncü ile dördüncü ciltler 1850 ve 1858’de yayımlandı. Beşinci cildin bir bölümü ölümünden sonra 1862’de yayımlandı. Bu ciltlerde, ilk ciltte yaptığı geniş incelemenin içerdiği bilim dalları üzerine detayları tamamlamaya çalıştı. Çabalarının çoğu, başkaları ile birlikte çalışmaktan kendine yarar sağlayabilmesi ve farklı düşünceleri bir potada eritebilmesi sayesinde başarılı oldu.
24 Şubat 1857’de Humboldt görülen semptomları olmayan ikinci derece bir apoplektik felç geçirdi. 1858-1859 kışına doğru kuvvetten düşen Humboldt ilkbaharda 6 Mayıs’ta seksen dokuz yaşında sessizce öldü. Hayatı boyunca gördüğü itibarı öldükten sonra da görmeye devam etti. Naaşı Tegel’de aile mezarlığına gömülmeden önce devlet töreniyle Berlin sokaklarından geçirildi ve katedral girişinde naip prens tarafından karşılandı. Doğumunun yüzüncü yılı hem Eski hem de Yeni Dünya’da 14 Eylül 1869’da büyük ilgiyle kutlandı. Adına sayısız anıt dikildi, ününe ve tanınmışlığına tanıklık edecek şekilde yeni keşfedilen bölgelere adı verildi.
Özel mektuplarını yok ettiği için Humboldt'un özel yaşamının büyük bölümü gizemini sürdürmektedir. Magnus Hirschfeld ile çalışan cinsiyet araştırmacısı Paul Näcke, 1908 yılında, Humboldt’un Berlin’deki eşcinsel altkültürün etkinliklerine katıldığını hatırlayan kişilerin anılarını derledi. Yaşamı boyunca erkeklerle güçlü duygusal bağlar kuran Humboldt hiç evlenmemiş ve kadınlarla herhangi bir duygusal bağ da kurmamıştır. Kardeşinin ailesine ise büyük bir bağlılık duymaktaydı. Son yıllarında ise eski ve sadık bir hizmetlisi ile evlilikten öte bir ilişki içindeydi. Bazılarının zayıflık diye adlandırdıkları büyük bir cömertlikle ölümünden dört yıl önce tüm mal varlığını Seifert adındaki bu kişiye bağışlamıştır.
İç yaşamına ilişkin ipuçlarını dehasının dayattığı ve sürekli kendinden söz ederek ortaya çıkan egoizminde görebiliriz. Bağlılıkları, bir kere kurulduktan sonra samimi ve uzun solukluydu. Sayısız arkadaşı vardı ve hiçbiriyle de ilişkisini sona erdirmedi. Hayatı boyunca yardımseverdi. Galiçya ve Franconia’daki madencilerin koşullarının iyileştirilmesi konusundaki gayreti, köleliğe karşı duyduğu tiksinti, genç bilim insanlarını himayesi altına alma gibi özellikleri karakterinin temelini gözler önüne serer.
İlerleyen yaşının kusurlarının uygunsuz bir şekilde öne çıkarılması, Varnhagen von Ense ile olan yazışmalarının düşüncesizce yayımlanmasından kaynaklanmıştır. Bu kusurların başında, dalkavukluğa varacak kadar aşırı kibar konuşmasına rağmen özel yazışmalarında oldukça alycı ve iğneleyici olması gelir. Her zaman göze çarpan kibri, mizah duygusuyla dengeleniyor ve iyi niyetle açıkça söylendiğinden sempati yaratıyordu. Yine de her açıdan değerlendirildiğinde Humboldt ülkesinin bilimsel yanını temsil etmek üzere Goethe’nin yanında yer alabilecek kadar muazzam bir kişilik olarak karşımıza çıkar.
Keşif gezilerinin sonucu olarak Humboldt, o zamana kadar Avrupa’da bilinmeyen birçok coğrafi oluşumu ve canlı türlerini tanımlamıştır. Onun adı verilen türler arasında şunlar sayılabilir:
Adı verilen coğrafi oluşumlar:
Aşağıdaki yerleşim birimleri Humboldt’un adını taşımaktadır:
Ölümünden sonra arkadaşları ve yakın çalışma arkadaşları, Von Humboldt’un genç bilim insanlarına karşı olan cömert yardımseverliğini sürdürmek için Alexander von Humboldt Vakfı’nı kurdular. İlk bağış, 1920’lerin Alman hiper enflasyonunda ve II. Dünya Savaşı sonrasında değerini kaybetse de, Alman hükümeti tarafından Vakıf yeniden ıslah edilmiştir ve günümüzde yabancı araştırmacıları Almanya’ya çekmek ve Alman araştırmacıların yurtdışında bir süre çalışmasını sağlamak açısından önemli rol oynamaktadır.
Edgar Allan Poe son şaheseri “"Eureka"”yı von Humboldt’a ithaf etmiştir. Humboldt'un “"Kosmos"” adlı eserindeki bilimleri birleştirme çabası Poe’nun projesi için büyük ilham kaynağı olmuştur.
Charles Darwin, Amerika kıtasındaki bilimsel gezilerini anlattığı “"Voyage of the Beagle"” adlı eserinde Humboldt’un çalışmalarına sık sı |
k atıfta bulunur.
Humboldt’un iyi bir biyografisi Profesör Karl Bruhns tarafından yazılmıştır (3 cilt, 8vo, Leipzig, 1872) ve 1873’te Misses Lasseil tarafında İngilizce’ye çevrilmiştir.
Kariyeri hakkında kısa bilgiler A. Dove tarafından “"Allgemeine Deutsche Biographie"“ de ve S. Gunther tarafından “"Alexander von Humboldt"“ (Berlin, 1900) adlı kitapta verilmektedir. “"Le voyage aux régions équinoxiales du Nouveau Continent, fait en 1799-1804, par Alexandre de Humboldt et Aimé Bonpland"“ (Paris, 1807, etc.), otuz folyo ve dört ciltten ibarettir. Bu ciltlerin arasında önemli olarak şunlar sayılabilir : “"Vue des Cordillères et monuments des peuples indigènes de l'Amérique"“ (2 cilt. folio, 1810); “"Examen critique de l'histoire de la géographie du Nouveau Continent"“ (1814-1834); “"Atlas géographique et physique du royaume de la Nouvelle Espagne"“ (1811); “"Essai politique sur le royaume de la Nouvelle Espagne"“ (1811); “"Essai sur la géographie des plantes"“ (1805); ve “"Relation historique"“ (1814-1825), “"Essai politique sur l'île de Cuba"“yı da içeren gezilerinin bitmemiş anlatısı.
Humboldt ve Bonpland tarafından toplanan 4500’den fazla türün tanımlarını içeren “"Nova genera et species plantarum"” (7 cilt. folio, 181 5?1825), Carl Sigismund Kunth tarafından derlenmiştir. J. Oltmanns'ın hazırlanmasına yardımcı olduğu “"Recueil d'observations astronomiques"“ (1808). Cuvier, Latreille, Valenciennes ve Gay-Lussac ile birlikte çalışarak “"Recueil d'observations de zoologie et d'anatomie comparée"“ (1805-1833). Humboldt'un "Ansichten der Natur" (Stuttgart ve Tübingen, 1808) adlı kitabı yaşamı süresince üç kez basılmış ve hemen hemen her Avrupa ülkesinin diline çevrilmiştir. Asya seferinin sonuçları “"Fragments de géologie et de climatologie asiatiques"“ (2 cilt. 8vo, 1831), ve “"Asie centrale"“ (3 cilt. 8vo, 1843) olarak yayımlanmıştır. Ayrıca bilimsel derneklerde sunduğu bildiriler ve bilim dergilerine yazdığı yazılar çok olduğundan burada tek tek verilmemiştir.
Humboldt'un Amerikalı bilim insanları ve çevreciler üzerindeki etkileri (Clarence King, Jeremiah N. Reynolds, George Wallace Melville, ve John Muir) Aaron Sachs’ın "The Humboldt Current: Nineteenth Century Exploration and the Roots of American Environmentalism," adlı kitabında incelenmektedir. (Viking, 2006).
Ölümünden itibaren Humboldt’un yazışmalarının önemli bölümü halka açıldı. Hem zaman hem de önem açısından bunların başında “"Briefe an Varnhagen von Enze" “ (Leipzig, 1860) gelir. Bunları “"Briefwechsel mit einem jungen Freunde"” (Friedrich Althaus, Berlin, 1861); “"Briefwechsel mit Heinrich Berghaus"” (~ cilt., Jena, 1863); “"Correspondance scientifique et littéraire"” (2 cilt., Paris, 1865?1869); “"Lettres à Marc-Aug. Pictet,"” “"Le Globe"” da yayımlandı, cilt vii. (Geneva, 1868); “"Briefe an Bunsen"” (Leipzig, 1869); “"Briefe zwischen Humboldt und Gauss"” (1877); “"Briefe an seinen Bruder Wilhelm"” (Stuttgart, 1880); “"Jugendbriefe an W. G. Wegener"” (Leipzig, 1896); yazışmaları izledi. Humboldt’un başlıca çalışmaları “"sekiz"” baskı olarak Tb. Morgand tarafından Paris’te yayımlanmıştır (1864?1866). Ayrıca bakınız: Karl von Baer, “"Bulletin de l'acad. des sciences de St-Pétersbourg"”, xvii. 529 (1859); R. Murchison, Proceedings, Geog. Society of London, vi. (1859); L. Agassiz, American Jour. of Science, xxviii. 96 (1859); Proc. Roy. Society, X. xxxix.; A. Quetelet, Annuaire de l'acad. des sciences (Brussels, 1860), p. 97; J. Mädler, "Geschichte der Himmelskunde," ii. 113; J.C.Houzeau, "Bibl. astronomique," ii. 168. (A. M. C.)
Alibeyköy, Eyüpsultan
Alibeyköy, İstanbul'un Eyüpsultan ilçesi sınırları içindeki bir semttir. Tarihinde mısır tarlaları ile bilindiğinden günümüzde aynı tarlalardan eser olmamasına karşın semtin girişindeki dev mısır heykelinde de görülebileceği gibi semtin sembolü olarak seçilmiştir. Alibeyköy nüfusunun çoğunluğunu, 1950-1960 yılları arası o dönem Yugoslavya Federasyonu olan şimdi ise Makedonya ve Kosova Arnavutları oluşturmaktadır. Alibeyköy Arnavutları genellikle, kuyumculuk ve tatlıcılık işleri ile uğraşmaktadır. Bunun yanı sıra komşu mahalleler olan Çırçır ve Karadolap mahallelerinin yerlileri de Arnavutlardır.
Alibeyköy'e adını veren Ali Bey, Karesi Beyliği Emirlerinden Evrenos Gazi'nin oğlu Ali Bey'dir. Orhan Bey'in beyliği ele geçirmesinden sonra Karesi Beyliği Osmanlı hizmetine girmiş ve Evrenos Gazi Rumeli'deki fetih hareketlerinde Orhan Bey'i desteklemiştir. Hizmetlerinden ötürü Orhan Bey, Evrenos Bey'e vakıf için İstanbul'da istediği yerleri bağışlamıştır.
Evrenos Gazi'nin oğlu Ali Bey de zamanının Osmanlı sultanlarından olan Fatih Sultan Mehmet'i fetihlerinde desteklemiş ve o da babası gibi Fatih Sultan Mehmet tarafından iltifat görmüş ve günümüzdeki Alibeyköy semti sınırları içindeki bir çiftliği kendisine mülk olarak vermiştir. Semtin adı da onun işte sözü geçen Ali Bey'den ötürü Alibeyköy olmuştur. Ali Bey 1485 yılında vefat etmiş ve Yenice-i Vardar'daki türbesine gömülmüştür.
Bizans döneminde bir yerleşim yeri olmayan semt Osmanlı'nın kenti fethinden sonra da hızla yerleşime açılmamış hatta 1498 tarihli Osmanlı kayıtlarında semtin nüfusu içinde Ali Bey'in çiftliğindeki çalışanların çoğunluğu oluşturduğu 46 kişi olarak gösterilmiştir.
Osmanlı'nın son döneminde semt 790.000 dönümlük meralarıyla sarayın ve Osmanlı ordusunun et ihtiyacını karşılamak için yetiştirilen kasaplık koyunların beslendiği bir yer haline gelmiş, Cumhuriyet döneminde ise semtin topraklarının miri ve vakıf arazileri halka dağıtılmıştır.
Chimborazo
Chimborazo, 6310 metre yüksekliğinde sönmüş bir volkan. Ekvador'un en yüksek dağıdır. Zirvesi Yeryüzü'nün en uç noktasıdır.
Chimborazo, Ekvador Andları'nın batı kordillerinde, aynı adla anılan eyaletde bulunur. Komşu zirvesi 5018 m yğksekliğindeki Carihuairazo'dur. Chimborazo'nun heybetli zirvesi, ~3500 ile 4000 m yükseklikteki kendisini çevreleyen plato üzerinde 2500 m yükselir. Çapı temelinde yaklaşık 20 km tutar. İdeal şartlarda zirvesi, sahil şehri Guayaquil'den görülebilir. Çevresinde bulunan en önemli şehirler Riobamba (yaklaşık 30 km güneydoğuda), Ambato (yaklaşık 30 km kuzeydoğuda) ve Guaranda'dır (dağın yaklaşık 25 km güneybatısında). Chimborazo, Andlar'ın yerli hayvanları olan vikunya, lama ve alpakaların yaşam alanlarının korunmasına hizmet eden, doğal koruma alanı ""Reserva de Produccion Faunistica Chimborazo""'nun içinde yer alır.
Dağın üst kısmı, yaklaşık 5100 m'den itibaren buzullarla kaplıdır. Tek tek buzul kolları aşağıya, 4600 m'ye kadar uzanırlar. Chimborazo'nun buzulları Bolivar ve Chimborazo eyaletlerinin büyük kısmının su ihtiyacını karşılar. Chimborazo'nun buzulu son zamanlarda küresel ısınma, komşu dağ Tungurahua'nın aktülel faaliyetlerini takiben küllerle örtülmesi ve El Niño fenomeni sebebleriyle (Chaffaut & Guillaume 2004, ) oldukça kütle kaybına uğramıştır.
Diğer Ekvador dağlarında olduğu gibi Chimborazo buzullarının buzu da "Hieleros" (ispanyolcadaki buz sözcüğü "Hielo" 'dan türemiştir) diye tabir edilen kişilerce koparılır, Guaranda ve Riobamba'nın pazarlarında satılır.
Chimborazo, 6.310 metre yükseklikle Ekvador'un en yüksek dağıdır ve Kuzey Amerika'daki bütün dağlardan daha yüksektir. Chimborazo, Himalayalar'ın ölçülmesinden önce dünyanın en yüksek dağı olarak geçiyordu. George Everest'in 1856 yılındaki ölçümleri, başta Everest Dağı olmak üzere pek çok Himalaya zirvesinin Chimborazo'dan belirgin bir biçimde daha yüksek olduğunu göstermiştir. Hatta Andlar'da bile, aralarında en yükseği 6,959 metre ile Aconcagua olan çok sayıda daha yüksek dağ ve volkan bilinir.
Yeryüzü'nün merkezinden (dünyanın çekirdeğinden,taşküreye doğru) ölçüldüğünde Chimborazo Dünya'nın en yüksek noktasıdır. Bunun sebebi gezegenin kusursuz bir küre olmaması, ekvatordaki yarıçapının kutuplardaki yarıçapından büyük olan bir elips olmasıdır. Yeryüzünün merkezi baz alındığında 6.384.557 metre mesafe ile Chimborazo (1° güney enlemi) , Everest Dağı'nın (29° kuzey enlemi) 6.382.414 metrelik mesafesini iki kilometreden daha fazla bir farkla geçer.
"Chimborazo" adının kökeni ile ilgili çeşitli teoriler mevcuttur. Bunlardan biri Cayapa dilindeki kadın - "Schingbu" - sözcüğü ile Quichua dilindeki (Quechua'nın lehçesi) buz/kar - "Razo" -kelimelerinin kombinasyonundan oluşur ve "Buz-kadın" olarak ortaya çıkar. Bir diğeri ise Jívaro dilindeki "Chimbo" taht/tanrı tahtı sözcüğünün kombinasyonundan "Buzlu Tanrı Tahtı" olarak sonuç verir. Çevresinde yaşayan yerli halk tarafından dağ "Urcorazo" olarak da adlandırılır. Quichua sözcüğü "Urcu"-dağ anlamında olup, kısaca "Buzdan Dağ" olarak anlaşılır. Yerel mistisizmde "Taita Chimborazo" (quichua "Taita" : baba),yani "Baba Chimborazo" olarak geçerken, "Ana Tungurahua" 'nın kocasıdır.
Dağa ilk tırmanış denemesine Alexander von Humboldt, Aimé Bonpland ve Carlos Montúfar ile 23 Temmuz 1802'de girişir. Yaklaşık olarak 5.600 metre yüksekliğe ulaşırlar (o zamanki tahminleri 5.900 metre olduğu şeklindedir)
. Humboldt'un tırmanış tasvirine, yükseklik hastalığının semptomlarının ilk kesin betimlemelerini borçluyuz. Humboldt, dağda günler geçirir, krokisini çizer ve arka planda dağın olduğu bir şekide kendisini resmettirir. Aralık 1831'de Fransız doğa araştırmacısı Jean Baptiste Boussingault'ın da denemesi boşa çıkar. Zirveye ilk olarak ulaşan 4 Ocak 1880'de Edward Whymper, Jean Antoine Carrel ve Louis Carrel'den oluşan bir İngiliz-İtalyan halat takımıdır. Güneybatı kanadında, 5000 metrede buzulların altında bulunan korunma kulübesine, ilk tırmanışçının onuruna "Edward-Whymper-Kulübesi" adı verilmiştir. Birçok eleştirmen başarılı ilk tırmanıştan şüphe duyduğu için Whymper, aynı yıl yeni bir rota üzerinden (batıda Pogyos'dan) iki Ekvadorlu "David Beltrán" ve "Francisco Campaña" ile beraber dağa tekrar tırmanır.
Totoloji (mantık)
Totoloji, bir bileşik önermenin kendini oluşturan önermelerin her değili için daima doğru sonuç vermesi durumu. Bir şeyi kendi kaplamıyla tanımlayan tanımlardır. Bu tür tanımlar yeni bir bilgi vermez. Örneğin, 'Ev evdir |
.', 'adam gibi adam', 'totoloji gibi totoloji' gibi tanımlar kendi başlarına yeni bilgi vermez.
Totolojiler ancak belirli bir bağlam dahilinde öznenin görüşü hakkında bilgi verir. Örneğin Ahmet Haşim "Sofokles'teki trajik bilinç; trajik bilinç gibi trajik bilinç" derken bu totolojiyle Sofokles'i trajik bilinç'i en iyi karşılayan yazar olarak tanımlamaktadır.
Göğüs kafesi
Göğüs kafesi, insan bedeninin, boyun ile karın arasında yer alan üst bölümüdür.
12 omur, 12 çift kaburga, göğüs kemiği ve bunlara bağlı kaslar ile kas kılıflarından oluşan göğüs kafesi, karın boşluğundan diyafram aracılığıyla ayrılır. Solunum sisteminin başlıca organları ve dolaşım sistemi ile sindirim sisteminin bazı bölümleri göğüs boşluğu içinde yer alırlar. Akciğerler, göğüs boşluğunun yan bölümlerinde, kalp ve yemek borusuysa "mediyastin" adı verilen kendi içinde kapalı bir bölüm içinde bulunurlar (mediyastin, bu organlardan başka, kalpten çıkan büyük damarları soluk borusunu, timüs bezini ve bazı sinirleri de içine alır).
Tuz Gölü
Tuz Gölü, İç Anadolu Bölgesi'nde Ankara, Konya ve Aksaray illerinin sınırının kesiştiği yerde yer alır. Türkiye'nin tuz ihtiyacının %40'ı bu gölden sağlanır. Tuz Gölü'nde tuz, meteorolojik suların yeraltına süzülerek daha önce oluşmuş tuz domlarını eritmesi ve tektonik hatlar boyunca yüzeye taşımasıyla oluşmaktadır.
Türkiye'nin yüzölçümü bakımından ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü, çevresindeki platolar arasına gömülmüş bulunan geniş bir tektonik çukurluğun en derin yerindedir. Bu çukurluk Neojen'de tektonik hareketlerle oluşmuştur. Tuz Gölü'nün içinde bulunduğu çukurluk doğu, batı ve güneyden faylarla çevrilidir. Kuvaterner'de, daha az yağışlı iklim koşullarında gölün yüz ölçümü küçülmüştür. Zamanla daha da küçülen göl, günümüzdeki durumuna kavuşmuştur.
Yağış alanı 11.900 km² olan Tuz Gölü, dışarıya akıntısı olmayan kapalı havza gölüdür. Yağış alanının genişliğine rağmen beslenme kaynakları zayıftır. Bölge yılda ortalama 324 mm/m² yağış ile Türkiye'nin en az yağış düşen alanlarındandır. Göle su getiren akarsular, yazın suları iyice azalan ya da tamamen kuruyan derelerdir. Bunlar Şereflikoçhisar'dan gelen Peçenek Çayı, Aksaray'dan gelen Melendiz Çayı, güneyden ve batıdan gelen İnsuyu, Karasu, Kırkdelik çaylarıdır. Bunlardan başka Beyşehir Gölünün fazla sularını Konya'nın atık sularıyla beraber Tuz Gölü'ne boşaltan DSİ tahliye kanalı da Tuz Gölü'nün su seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır. Gölün ortalama su seviyesi 40 cm civarında, yağışın arttığı mayıs ayında ise yaklaşık 110 cm'dir. Ağustos ayında göl büyük ölçüde kurur. Tuz oranının fazla oluşu, buharlaşma sonucunda göl sahasının büyük kısmında her yıl yenilenen 10–30 cm.lik tuz tortulaşmasına neden olmaktadır. Yaz sonlarına doğru Kaldırım Tuzlası ile karşı kıyı arasında yürümek mümkündür. Bu mevsimde tuzluluk oranı binde 329 gibi dikkat çekici bir orana erişmektedir. Kimyasal bileşim itibarıyla burada mutfak tuzu (sodyum klorür) karakterinde bir tuzluluk hakimdir ve sodyum klorür oranı, magnezyum klorür ve sodyum sülfat oranlarından yüksektir.
Göldeki tuz birikmesi çeşitli faktörlere bağlı bulunmaktadır. Çevrede jips ve tuz tabakaları içeren Oligosen formasyonunun bulunuşu gölün tuzlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Fakat gölün tabanındaki kaynaklardan da tuzlu sular geldiği tespit edilmiştir. Gölün sığ oluşu ve buharlaşmanın şiddetli oluşu tuz birikmesinin diğer faktörleridir.
Yazın buharlaşma sonucu tortulanan tuz tabakası makinalarla kazılıp tuzlalarda toplanır. Kaldırım, Kayacık ve Yavşan tuzlaları adı verilen bu tuzlalar önceleri Tekel tarafından işletilirken 2005 yılında özelleştirilmiştir.2011 yılında ise 10 tuzla sahası da ihale ile satışa sunulmuş, bunların 8 i alıcı bulmuştur.Tuz Gölü'nden elde edilen tuzu yıkayıp öğüten tuz fabrikaları Şereflikoçhisar ekonomisinin belkemiğini oluşturmaktadır.
Tuz Gölü ve çevresi 2001 yılında özel koruma alanı ilan edilmiştir. Tuz Gölü ve çevresi "Phoenicopterus rubber" olarak adlandırılan flamingo kolonilerinin ana üreme bölgeleridir. "Anser albifrons" adı verilen Sakarca kazının da ikinci büyük üreme merkezidir.
Kışın kapladığı çok geniş su alanı su kuşları için önemli bir kışlama alanı oluşturmaktadır. Tuzlu ortamlara uyum sağlamış olan flamingo, kılıçgaga, angıt ve benzeri kuşların yanı sıra yağmurcunlar, turnalar, yaban kazları ve yaban ördekleri gölde büyük topluluklar halinde yaşamaktadır. Göl çevresinin nispeten ıssız oluşu nedeniyle kuşlar, etraftaki su birikintilerinde, meralarda ve ekili alanlarda rahatça beslenmekte, kışın en soğuk günlerinde dahi donmayan göl sularında yüzebilmektedir. İlkbaharda göl içinde oluşan adalar ve bataklıklar Bataklık Kırlangıcı ("Glareola prantincola"), Suna ("Tadorna tadorna"), Angıt ("Tadorna ferruginea"), Çamurcun ("Anas crecca"), Kılıçgaga ("Recurvirostra avocetta"), Kocagöz ("Burhinus oedicnemus") ve martı türlerinin ("Larus sp.") kuluçka yapmalarına imkân sağlamaktadır. Bölgede tuzcul stepler ve endemik türlerden oluşan ekolojik açıdan hassas bitki toplulukları bulunmaktadır. Bir ekosistem bütünlüğü arz eden Tuz Gölü ve yakın ilişkide olan çevresindeki göller (Tersakan Gölü, Düden Gölü, Bolluk Gölü, Eşmekaya Gölü, Köpek Gölü, Akgöl) sayısız kuş türü ve özellikle Avrupa'da nesli tükenmekte olan flamingolar (Phoenicopterus ruber) için yaşam alanı niteliğindedir. Tuz Gölü, flamingoların ülkemizdeki en önemli kuluçka alanı olup, gölün orta kesimlerinde her biri 5-6 bin yuvadan oluşan dev kuluçka kolonileri bulunmaktadır.
Tuz Gölü, Aksaray Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Semih Ekercin tarafından yapılan bir çalışmaya göre, 1915 yılından beri %85 oranında küçülmüştür. Semih Ekercin'e göre mevcut şartların devam etmesi durumunda 2015 yılında tamamen yok olma tehdidi altındadır.
Büyüleyici buz mavisi rengiyle ünlü Tuz Gölü'nün güneybatı kıyılarının kızıl renge boyanmaya başlamasının nedeni araştırıldı.
Buz mavisi rengiyle bilinen Tuz Gölü'nün güneybatı kıyılarının kızıl renge boyanmasının nedenini araştıran bilim adamları, renk değişikliğine toplu iğne ucunun binde biri büyüklüğündeki "dunaliella salina" adı verilen bir tür su yosununun (alg) neden olduğunu belirledi.
= Tuz Gölü'nün Oluşumu ve Jeolojik yapısı =
Tuz Gölü Alt Havzası’nda Subsidans Üst Senoniyen-Alt Orta Eosen süresince meydana gelmiş ve bunu üst Eosen’de başlayan ve Oligosen sonlarına kadar devam eden regresyon takip etmiştir. Üst Senoniyen-Alt Orta Eosen süresince Tuz Gölü Alt Havzası, Haymana mıntıkasıyla kuzeye doğru tek ve devamlı bir depresyon oluşturmuştur. Orta Eosen Nummulitik kireçtaşlarının depolanmasından sonra yükselen Haymana Havzası, Tuz Gölü Havzası’nı Karacadağ yükseliminin doğu kenarı boyunca uzanan bir fay zonu ile ayırmıştır.
Tuz Gölü’nün kuzey-kuzeydoğu Çankırı havzasıyla bağlantısı, Pliyosen devrinde meydana gelmiş ve göl havzasının kuzey-batı ve kuzey-doğu fay zonlarıyla sınırlanmış bir graben halini aldığı Orta Eosen-Oligosen boyunca devam etmiştir. Oligosen sonları veya Miyosen dönemde meydana gelen esas deformasyondan sonra Neojen dönem esnasında yer yer depolanma havzaları oluşmuş ve bu havzalarda değişik kalınlıktaki volkaniklerle göl kireç taşları dahil karasal çökeller birikmiştir. Tuz Gölü Havzası, Piliyosen’deki son Alpin kompresyonel hareketlerden çok az etkilenmiştir. Neojende meydana gelen ve Piliyosen’e kadar devam eden tansiyonel hareketler, tarihi devirlere kadar uzanan volkanik faaliyetlere sebep olmuştur.
Tuz Gölü’nün kendine özgü bir jeolojik yapıya sahip olduğu söylenebilir. Gölün jeolojik yapısında 1.000 metre sürekli devam eden ve değişik yoğunluklarda bir tuz katmanı yer almaktadır. Bu katman, göl civarındaki tuz üretiminin sürekliliğini sağlamakta, diğer bir ifade ile bölgedeki tuz sanayinin ticari ömrünü uzatmaktadır.
Tuz Gölü Havzası’nda yaşı Üst Kretase’dan günümüze kadar değişen 10 km kalınlığında istiflenme söz konusudur. Havzanın derin kısımlarında genel olarak fliş karakterli ve birbirleriyle düşey ve yanal yönde ilişkide bulunan şeyl, kumtaşı, çakıl taşı ve kireç taşı gibi birimler çökelirken, kenar kısımlarında yer alan karasal ve sığ denizel birimlerin de çökeldiği araştırmacılar tarafından ortaya konulmuştur
Sığ denizel ve karasal ortamlarda yüksek enerji ürünü olan konglamera ve kum taşları çökelmiş, sakin dönemlerde şeyl, kireç taşı, jips ve anhidritler oluşmuştur. Tuz Gölü Havzası’nın kuzey ve kuzeydoğusundaki temel kayaç birimlerini, Temirözü, Mollaresul formasyonlarını ve Ankara karmaşığı ile Kırşehir kristalin kompleksine ait birimler, batı ve güneybatıdakileri ise düşük dereceli metamorfitler oluşturmaktadır.
Türkiye'nin Rusya ve İran'dan aldığı gaz miktarının ve basıncının özellikle kışın düşmesi önemli bir sorundur. Bu sorunu aşmak üzere Tuz Gölü'nün altında bulunan tuz bloklarının içine doğalgaz deposu yapılması düşünülmüştür. Tuz Gölü'nün 40 km güneyinde, Sultanhanı'nda 1 milyar m³ doğalgaz kapasiteli, 12 suni tuz mağarası yapılmaktadır. Yüzeyin 1 100 m ile 1 400 m derinlerindeki tuz tabakalarına su basılarak eritilecek, çekilen tuzlu su Tuz Gölü'ne aktarılacaktır. Şubat 2017'de tesise ilk gaz verilerek depolama faaliyeti başlamıştır.
=Kaynakça=
John Gower
John Gower (d. 1330, Kent - ö. 1408, Southwark) İngiliz şair.
Yaşamı ve kişiliği konusunda pek bir şey bilinmeyen John Gower'ın yapıtlarından, her şeyden önce ahlak kaygılarıyla dolu bir aydın, belki de bir din adamı olduğu anlaşılmaktadır. İngiliz edebiyatının kökenindeki yeri, "geçmiş" ile "gelecek" arasında kararsız kalan bir şairin yeridir. Geçmiş, John Gower için, Latince ya da Fransızca anlamına gelir ve Gower Fransızca baladlar ve "Speculum Meditantis" adlı ahlaksal bir uzun şiir yazmıştır; gene eskiye dönük bir şair olarak Latince yazılmış "Vax Clamantis" adlı bir yapıtı vardır. Geleceğe dönük bir yazar olarak da, başlıca yapıtı "Confessio Amantis"'i İngilizce kaleme almıştır.
Madrid (özerk topluluk)
Madrid özerk bölgesi, İspanya'nın on yedi özerk bölgesinden bir |
idir ve ülkenin ortasında yer alır. 7.995 kilometrekare yüzölçümüne sahip bölgenin nüfusu 6,489,680'dir. Bölge Başbakanı Cristina Cifuentes'dir.
I. Juan Carlos
Juan Carlos Alfonso Víctor María de Borbón y Borbón-Dos Sicilias (d. 5 Ocak 1938, Roma), eski İspanya Kralı. Francisco Franco'nun ölümünden iki gün sonra tahta çıktı. 19 Haziran 2014 tarihinde tahttan feragat ederek tahta veliaht olan oğlu Prens Felipe çıktı.
1931'de ülkesinden ayrılan son İspanya kralı XIII. Alfonso'nun üçüncü oğlu olan Barselona kontu Juan Carlos Teresa Silvero Alfonso de Borbon y Battenberg'in en büyük oğlu olarak Roma'da doğdu. Çocukluk yılları İtalya'da geçti ve İspanya'ya ilk kez 1947'de eğitim amacıyla geldi. 1945'te babası, Franco'nun yönetimden çekilmesi gerektiğini savunmaya ve Falanjist politikalara karşı çıkmaya başladı.Halk arasında Don Juan olarak bilinen babasından uzaklaşan Franco, Juan Carlos'un eğitimiyle yoğun biçimde ilgilendi. 1955'te Zaragoza Askeri Akademisi'ne giren Juan Carlos, ardından Marin'deki Askeri Denizcilik Okulu'na, San Javier'deki Havacılık Akademisi'ne ve Madrid Üniversitesi'ne devam etti.
Mart 1956'da Portekiz Estoril Villa Giralda'da küçük kardeşi Alfonso'nun silahla oynaması esnasında yanlışlıkla ölümüne neden olmuş olduğu söylentileri çıkmış fakat bu olay sonrası kraliyet ailesi çok fazla bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır.
1947'de çıkarılan bir yasayla cumhuriyet yönetimine son verilip monarşi ilan edildiği halde Franco'nun ölümüne değin İspanya tahtı boş kaldı. 1969'da General Franco tarafından İspanya veliaht prensi ilan edildi ve 1975'te General Franco'nun ölümü üzerine tahta çıktı. Tahta çıktıktan hemen sonra siyasi partilerin yeniden kurulmasını ve siyasi tutuklular için af çıkarılmasını destekleyerek liberal ve demokratik ilkelere saygılı bir çizgi çizdi. 1981'de Faşistlerin darbe girişiminin sonuçsuz bırakılmasında önemli rol oynadı. Amerika ve Çin'ı ziyaret eden ilk İspanyol devlet başkanı oldu.
14 Mayıs 1962'de Atina'da Yunanistan Kralı I. Paulos'un kızı olan Sofía ile evlendi ve biri erkek olmak üzere üç tane çocuğu oldu.
2010 yılında başlatılan ve küçük kızı Prenses Cristina'nın da adının karıştığı yolsuzluk soruşturması ve bazı skandallar nedeniyle gözden düşen Juan Carlos'un, 2 Haziran 2014'te tahttan feragat ettiği açıklandı. 18 Haziran 2014'te İspanya Parlamentosu’nda tahttan çekilmesini onaylayan yasayı imzalayarak resmen tahttan feragat etti. Ertesi gün yasanın resmi gazetede yayınlanmasıyla oğlu VI. Felipe İspanya’nın yeni kralı oldu.
WikiLeaks tarafından 2010 yılı Kasım ayında kamuoyuna açıklanan gizli ABD belgelerine göre kral hakkında değerlendirmeler yer almıştır. Buna göre kral, ABD ile iş birliği halinde olmakla beraber sürekli olarak İspanya'nın çıkarlarını düşündüğü şeklinde değerlendirilmiştir.
Kephisodotos
Kephisodotos Atina heykel okulunun heykeltıraşlarından biriydi. M.Ö. 400-370 yılları arası yaşadı. Oğlu yine ünlü heykeltıraşlardan Praksiteles'di. En önemli eseri elinde zenginliği belirten Plutos'u tasıyan Eirene heykeliydi. Tarihi M.Ö. 370 olduğu düşünülen heykelde barış ile refahın bir arada nasıl bir güzellik oluşturduğu açıkça görülmekte.
Kastilya ve Leon
Kastilya Leon (İspanyolca : "Castilla y León"), 94.223 km² yüzölçümüyle İspanya'nın en büyük bölgesidir. 2.511.000 nüfusa sahiptir. Başkenti Valladolid şehridir. Tarihi Leon Krallığı ve Eski Kastilya topraklarının üzerinde kuruludur.
Kastilya Leon Özerk Bölgesi idari olarak 9 ile ayrılmıştır; Ávila, Burgos, León, Palencia, Segovia, Soria, Salamanca, Valladolid ve Zamora. Bu illerin tümü isimlerini merkez olan şehirden almışlardır. Kastilya ve Leon Özerklik anayasasında hiçbir şehre Başkentlik hakkı verilmemesine rağmen Valladolid şehri bölgenin idari merkezidir. Özerk Bölge Başbakanı Halk Partisinden "Juan Vicente Herrera Campo" 'dur.
La Rioja (özerk topluluk)
La Rioja, İspanya'nın kuzeydoğusunda yer alır. Yörel ve yerel idare itibarıyla hem bir özerk topluluk hem de bir il statüsü vardir. Başkenti Logroño şehridir.
Yüzölçümü 5,045 km². Nüfusu (2011 tahminiyle) 322,955 kişi. Bölge Başbakanı Pedro Sanz Alonsodur.
Ceuta
Ceuta (Arapça: سبتة = Septe), İspanya'nın Kuzey Afrika'da toprağıdır. İspanyol anayasasına göre Melilla ile birlikte özerk il statüsündedir. Fas sınırı ile çevrili olan şehir 19 km²'dir. Akdeniz'e 20 km sahili olan şehrin Fas'la olan sınırı 8 km'dir. İberik yarımadasına 14 km mesafededir. 1415 yılında önce Portekizliler tarafından ele geçirilen şehir 1580 yılında İspanyol toprağı olmuştur. Nüfusu 1998 verilerine göre 72,117 kişidir. Bu nüfusun 54.000'i Hıristiyan, 16.000 Müslüman, 600-700 Musevi ve 500 kadar Hindu yaşamaktadır. 2010 yılı nüfusu ise 80,579 kişi olmuştur. Farklı dinlerin olması şehirde farklı kültürlerin oluşmasına da yol açmıştır. Resmi ve özel yaşantıda dört kültür barış içerisinde uyumlu olarak yer almaktadır (Mayer, 2005:6). Juan Jesús Vivas Lara şehrin hem başbakanı hem de belediye başkanıdır. Fas, Ceuta ile birlikte Melilla'yı da İspanya'dan istemektedir. Ceuta'da İspanyolca ve Arapça konuşulur.
Melilla
Melilla, İspanya'nın Kuzey Afrika'daki toprağıdır. İspanyol anayasasına göre Ceuta (Septe) ile birlikte özerk il statüsündedir. Fas sınırı ile çevrili olan şehrin yüzölçümü 20 km²'dir. Nüfusu 66.000'dir. Juan José Imbroda Ortíz şehrin hem başbakanı hem de belediye başkanıdır. Fas, Melilla ile Ceuta'yı İspanya'dan istemektedir.
Halkın geçim kaynağı, küçükbaş hayvancılık, et ve süt ürünleri, ayakkabı ve deri imalatına dayalıdır. Halkın %60 ı küçükbaş hayvan yetiştirir nüfusun %30 u ise buna bağlı olarak et ve süt ürünleri üretip, ayakkabı ve deri imalat atölyelerinde çalışmaktadır. Üretilen bu ürünler deniz yoluyla özellikle İspanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelere satılır. İşsizlik neredeyse yok denecek kadar azdır.
Val d'Aran
Val d'Aran, kuzeybatı Katalonya'da yer alan bir ilçedir. Yüzölçümü 620,5 km², nüfusu 7130 kişidir. Bölgede resmi dil Aranese dilidir. Başkenti Vielha kasabasıdır.
Hüseyin Çelik (anlam ayrımı)
Böyle Buyurdu Zerdüşt
'Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiç kimse için Bir Kitap' (Orijinal adıyla Also sprach Zarathustra), Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından kaleme alınmış bir kitaptır (1883–1885). Kitabı belirli bir kategori içerisinde tanımlamak genelde zor olmuştur: Bir edebiyat eseri ve aynı zamanda felsefî bir çalışmadır. Nietzsche kendisi kitabı "yazılmış en derin" eser olarak tanımlamıştır. Eser, birçok farklı konu ve tarz barındırmaktadır. Nietzsche'nin felsefî görüşleri açısından önemli bir yer tutan kitap, birçok eleştiriye maruz kalmıştır.
20. yüzyıl felsefesinde belirgin bir eğilim olarak edebiyat ve felsefenin iç içe geçtiği, felsefe anlatıların edebi anlatılara benzemeye başladığı ya da edebi anlatının felsefi nitelik taşıdığı gözlemlenir. Bu gelişmenin kaynağındaki en önemli düşünür Nietzsche'dir ve özellikle onun Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabıdır. Bu kitapta Nietzsche şiirsel bir uslûpla felsefi meseleleri dile getirmiş, kendi felsefi düşüncelerini ve kavramlarını açıklamıştır. Nietsche'nin en belirgin etkisi Martin Heidegger'in felsefi çalışmalarındaki şiirsellik arayışında ve varoluşçu filozofların edebi-felsefi yapıtlarında görülür. Nietzsche, felsefe alanında yalnızca metnin içeriğiyle değil, uslûbu ya da söylemiyle de yakından ilgilenmiş, "yeni düşünceleri yeni söyleyişlerle dile getirme" prensibiyle hareket etmiştir. Böyle Buyurdu Zerdüşt, bu anlamda felsefeye yeni bir içerik katkısından ibaret olmayıp yeni bir söylemsellik de getirmiştir.
Böyle buyurdu Zerdüşt, Nietzsche felsefesinin ana yapıtıdır.Kendi deyimiyle: “Yazılmış en yüce kitap, insanlığa şimdiye dek verilen en büyük armağan”dır.
Nietzsche, felsefesinde olduğu gibi yazım tarzında da var olan kuralları hiçe saymış ve kendine özgü bir edebi üslup kullanmıştır.Kimi zaman şiir, kimi zaman düz yazı, kimi zaman da ikisinin karışımıyla karşımıza çıkan yazım tarzını, belirli bir kategori içerisinde tanımlamak güçtür.
Eserin geneli özdeyişlerden (aforizmalardan) oluşur. Nietzsche anlatmak istediği konuyu, benzetmeler ya da imalar kullanarak aktarır. Bu şekilde, okuyucunun bahsedilen konu hakkında düşünmesini ve kendisine ait bir yargıya ulaşmasını beklemektedir.Bu durumu şöyle açıklar : “Herkesin okumayı öğrenme hakkının olması, zamanla sadece yazmayı değil, düşünmeyi de mahveder. Dağlarda en kısa yol doruktan doruğadır; ama bunun için uzun bacakların olmalı.Özdeyişler doruk olmalı, kendisine hitab edilen de iri kıyım ve uzun boylu.”
Yazılarını bilmece, okuyucuları da bilmeceleri çözen kişi, bulucu olarak tanımlamıştır. Fakat onun bu üslubu, zaman içinde felsefesinin algılanışını etkileyen kasıtlı çarpıtmaları ve yanlış anlaşılmaları doğurmuştur. Yaşadığı çağda kimsenin kendisini anlamasını beklemediğini, onu duyacak kulakların olmadığını söyleyen Nietzsche, bunun sebebi olarak da yaşadığı çağa ait olmamasını gösterir. Kendisini henüz zamanı gelmemiş filozof olarak tanımlayan Nietzsche, felsefeye bakış açısını şu cümlelerle dile getirir: “Yazılarımın havasını soluyabilen, bunun bir yüksek yer havası, sert bir hava olduğunu bilir. Felsefe, bugüne dek anladığım yaşadığım gibisi, yüksek dağda, buz içinde gönüllü yaşamaktır.”
Kitapta Zerdüşt isimli karakterin gözlemleri ve bu gözlemler üzerine ürettiği düşünceler yer alır. Karakterin ismi, İranlı bir peygamber olan, Zerdüşt Peygamber'in ismiyle aynıdır.Bu durum zaman zaman “Böyle buyurdu Zerdüşt” ün bir kutsal kitap olarak algılanmasına neden olmuştur. Nietzsche bu yanlış anlaşılmayı öngörmüş ve: “Zerdüşt adı ne anlama geliyor, sormadılar bana, sormalıydılar: Çünkü o İranlının tarihteki, korkunç benzersizliğini yapan şey, benimkinin tam tersidir.” “Burada konuşan ne bir peygamberdir ne de din kurucusu denen o güç istemi ve hastalık kırmasıdır. Bağnazın biri değil burada konuşan, vaaz verilmiyor, inanç istenmiyor burada.” cümleleriyle bu çarpıtmaların da önüne geçmiştir.
Kitap “Üstinsan” ve “Bengi dönüş” kavramları üzerine kuruludur.
Zerdüşt herhangi bir topluma ya da her |
hangi bir çoğula hitap etmekten ziyade, tekil olarak sadece insanı ele alır.Bu yönüyle bir psikologdur. Ona göre kişinin en büyük düşmanı, yine kendisidir. İnsana hedef olarak “Üstinsan” ı gösterir.-Bu kavram üstün ırk ya da herhangi bir çoğulu anlatan bir kavram değildir!-
İnsanı, hayvan ile Üstinsan arasında gerili bir ip olarak tanımlayan Zerdüşt, kişinin sürekli olarak “Üstinsan” a doğru kendisini aşması gerektiğini söyler. Fakat kişinin kendisini aşması için, ilk önce insanın aşılması gereken bir şey olduğunu kabul etmesi gerekir. Başka bir deyişle yükselmek için, önce alçakta olduğunu kabul etmesi gerekir. Bu nedenle ‘insan’ kavramını alçaltarak, sadece ‘Üstinsan’a giden bir köprü’ olduğunu savunur. Üstinsan’ın var olma sebebi ise; insanın kendisini aşmasının, farkına varmasının gereğidir.
Yeni değerlerin üretilmesi için, var olan eski değerlerin hiçe sayılması gerektiğini savunur. . Ona göre “iyinin ve kötünün yaratıcısı olmak isteyen, ilk önce bir yok edici olmalıdır ve değerleri paramparça etmelidir. ” . Yaratılan yeni değerler ise tekrar tekrar kendini aşmak zorundadır. Hiçbir değere bağlı kalınmadan “Üstinsan” a doğru sürekli yol alınmalıdır. Bu anlamda, “kişinin kendisi olmasının koşulu, kim olduğunu hiç mi hiç bilmemesidir. ” Genel olarak kitapta, “eski levhaları yıkmak” olarak tanımladığı bu yıkıcı görüş hakimdir. Yeni değerleri üretmeyi ise kişinin kendisine bırakmıştır. İdeallere, inançlara, törelere… Var olan tüm toplumsal değerlere bağlı kalanlara aşağılarcasına hitab eden Zerdüşt, kendi istemini kendi belirleyen ve her türden boyun eğmeyi reddeden herkesi dengi olarak kabul eder.
Her ne kadar bir yol gösterici, öğretici olarak algılansa da, kişilerin kendi düşüncelerini üretmesi gerekliliğini savunur. Ne bir takipçisi, ne de bir öğrencisi olsun ister. Bunu şu şekilde dile getirir : “Yalnız gidiyorum şimdi kardeşlerim! Siz de yalnız uzaklaşın buradan. Böyle istiyorum ben! Uzaklaşın benden ve koruyun kendinizi Zerdüşt’e karşı. Her zaman öğrenci olarak kalırsa insan, öğretmenine borcunu ödememiş olur.”
Ona göre kişi, “Üstinsan” ı kendisi var etmeli ve bunun için ne Zerdüşt’e ne de bir başkasına – tanrı dahil - ihtiyaç duymamalıdır. Kendisinin efendisi olmalı, kendi yasalarını kendisi koymalıdır. Kendi yasasının yargıcı, celladı ve kurbanı olmak zorundadır. Kişinin kendi yasasının yargıcı ve celladıyla başbaşa kalmasını korkunç bir şey olarak tanımlayan Nietzsche, bunun koşulu olarak kişinin kendisine karşı sert ve katılık kertesinde dürüst olması gerektiğini söyler.
Nietzsche’nin kendine özgü anlatım tarzıyla, birçok farklı anlam çıkarılabilecek özdeyişlerle, sert bir üslup kullanarak kaleme aldığı bu eseri, diğer eserleri gibi yaşadığı dönemde çok yadırganmış, birçok olumsuz eleştiriye maruz kalmıştır. Nietzsche ise bu durumu normal karşılamış, aksi olsaydı kendisiyle çelişeceğini dile getirmiş ve “Böyle Buyurdu Zerdüşt” ü okuyacaklara şöyle seslenmiştir: “Bir iç durumu gerçekten bildiren, yapmacık tavırlar takınmayan her deyiş iyidir. Bu konuda şaşmaz benim içgüdüm. Şüphesiz bu iş için dinleyen kulaklar, aynı tutkuyu duyabilecek güçte kimseler bulunduğunu varsayıyorum. Zerdüşt’üm bekliyor böyle dinleyicileri, daha uzun süre de bekleyecek! Onu inceleyecek değerde olmalı insan.”
“Bu gibi şeyler ancak en seçkinlerin kulağına ulaşır, burada dinleyici olabilmek eşsiz bir ayrıcalıktır, her babayiğidin harcı değildir Zerdüşt’ü duyabilmek.”
Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında zamanındaki kulaklara göre ağız olmadığını kendisinin daha sonraki kuşaklar tarafından anlaşılacağını söyler. Özellikle yüzyıl sonra anlaşılacağını söylemesi gerçekleşen bir kehanet olarak görülebilir. Elbette tek tek filozoflarda Nietsche'nin çalışmalarını değerlendirenler olmuştur. Ancak asıl olarak Nietzsche 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel bir ilginin konusu olur ve postmodern felsefeler tarafından her anlamda değerlendirilmeye başlanır. Onun perspektivizmi, tarihselciliği, bilgi/iktidar düşüncesi, dil'i kavrayış biçimi yeniden ve yeni anlam katmanlarıyla değerlendirilmeye başlanmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise Nietzsche en derin teorik tartışmalardan en sıradan sohbetlere kadar herkesin dilindeki isimlerden biri haline gelmiş bulunmaktadır. Nietzsche'nin kendi istediği ve düşündüğü anlamda anlaşılıp anlaşılmadığı tartışmalı olmakla birlikte, yüzyıl sonra kendisine pek çok kulak verenin ortaya çıktığı kesindir.
Lale Akgün
Dr. Lale Akgün (d 17 Eylül 1953, İstanbul, Türkiye), Türk asıllı bir sosyal demokrat (SPD) Alman siyasetçi ve psikolog.
1972'de lise mezuniyet sınavını (Abitur) başarıyla geçti. Tıp, Toplum bilimi ve psikoloji okudu. 1981'de Philipps-Universität in Marburg'dan mezun oldu. 1987'de Fen-Bilimleri Fakültesinde Universität zu Köln'den bravörünü aldı.
Köln Üniversitesi, Köln'de öğretim üyeliği yaptı. Birçok psikoloji alanında yapıtları ve makaleleri vardır. Msl. Uyuşma ve Entegrasyonun Pisiko-Sosyal Etkileri sayılabilir. 1981 le 1997 arası Köln belediyesinin aile danışmanlığını yaptı. Yönetime yakınlığının psikolojisi projesini işleme geçirdi. 1992'den beri Köln şehrinin Yönetim ve Toplum Arası Pisiko-Sosyal Dairesinin amir yardımcılığında bulundu. 1997 ile 2002 arası Solingen'deki Kuzey Ren-Westfalen Eyaleti Göçmen merkezinin müdürlüğünü yaptı.
Ver-di sendikası ile Türkdanış (AWO) üyesidir. Kindernöte e.V. (Çocuk yardım) derneğinin kurucu üyesi. Köln-İstanbul kardeş şehir projesini destekleme derneği üyesidir. Göçmen ve entegrasyon projelerinde çalışmaları vardır.
1982'den beri Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyesidir. 2001 Mart'tan beri de SPD Köln semtinin parti yönetici kurulundadır.
2005-2009 tarihleri arasında Alman Federal Parlamentosu (Bundestag) milletvekiliği yapmıştır.
Evli ve bir kızı vardır.
Alfred Molina
Alfred Molina (d. 24 Mayıs 1953, Londra), İspanyol ve İtalyan asıllı İngiliz sinema ve tiyatro oyuncusu. Annesi İtalyan, babası ise İspanyol olan Alfred Molina İngiltere doğumludur.
Anneke van Giersbergen
Anna Maria van Giersbergen (d. 8 Mart 1973, Hollanda) The Gathering grubunun eski vokalistidir. The Gathering'e 1994 yılında katılmış, 2007 yılında grupla yollarını ayırmıştır. The Gathering'den ayrıldığından beri Agua de Annique adlı proje ile müziğe devam etmektedir. Lawn, The Farmer Boys, Ayreon, Napalm Death, Novembers Doom ve Moonspell adlı gruplarla da çalışmaları olmuştur. 2010 yılında Rock'n Dark kapsamında Türkiye'de konser vermiş ve Hayko Cepkin ile "Melekler" şarkısında eşlik etmiştir.
Arjen Anthony Lucassen ile sıklıkla ortak çalışan, onun projesi Ayreon tarafından Into the Electric Castle, 01011001 ve Theater Equation albümlerinde ana karakteri canlandırmıştır. 2014 yılında da 2015 yılında yayımlanan The Diary başlıklı bir ilk albümü ve The Gentle Storm ile birlikte yeni bir grup oluşturdu.
Van Giersbergen ayrıca Devin Townsend, Within Temptation, Anathema, Lawn, Farmer Boys, Napalm Death, Moonspell, Novembers Doom, Globus, Giant Squid ve diğer birçok sanatçı ve projeler ile çalıştı.
Şu anki grubu Agua de Annique'yle üç albüm çıkarmıştır.
Van Giersbergen Hollanda'nın küçük bir kenti olan Sint Michielsgestel'de doğdu. 7 yaşında şarkı söylemeye başladı ve o zaman bir müzik yarışmasına katıldı. 12 yaşında Fransa'da okul korosunda yer aldı ve okudu. Daha sonra şan dersleri almaya başladı ve ilk gruba katıldı. Bu ilk deneyimden sonra, Anneke çeşitli gruplara katıldı. 1992 yılında, blues, caz, folk ve funk gibi ağırlıklı ritimlerde, gitarist ve şarkıcı Deniz Çağdaş (Spencer Edgars) ile düet yaparak "Bad Breath"'i kurdu. 1994 yılında The Gathering grubuna katıldı ve onlarla yaptığı en önemli çalışmalarda yer aldı.
1998 yılında Electric Castle, yabancı bir kuruluşun 'kaçırılma' farklı zamanlarda sekiz insan ruhlarının hikâyesini anlatan bir kavram albümü olarak Ayreon albümünde seslendirmede bulundu. Anneke firavunlar zamanı Mısırlı bir kadını canlandırdı.
2006 yılında parçalara eşlik ettiği "Tears of Joy" " ve "To Catch a Thief" adlı Asia grubu üyeleri John Wetton ve Geoffrey Downes albümü çıktı. "Parçaya iyi bir etki ve ilgi için" ve "Weltschmerz" ve "In Deference" parçası içinde söylenen vokal yerine konuşmayla katkıda bulundu ve grindcore-death metal grubu Napalm Death tarafından bir karalama kampanyasına maruz kaldı.
2006 yılının Haziran ayında, epik rock grubu Globus'un Anneke ile vokal ve söz yazma katkıları dahilinde olan albümü Epicon yayınlandı. Anneke "Mighty Rivers Run" ile birlikte yazdığı sözleri ve "Diem Ex Dei" nüvesi olarak Christine Navarro ile ana vokal düeti gerçekleştirdi.
5 Haziran 2007 günü Anneke, yeni bir proje olacak olan Agua de Annique'e odaklanacağını ve ailesi ile daha fazla zaman geçirmek için Ağustos 2007'de The Gathering'den ayrılacağını açıkladı. 24 Kasım 2007'de Eindhoven'da Within Temptation ile "Somewhere" adlı şarkı için bir düet gerçekleştirdi. 7 Şubat 2008 günü Rotterdam Ahoy Arena'da Within Temptation ile tekrar şarkısı "Somewhere"'de onlara eşlik etti ve Within Temptation Black Symphony DVD'sinde bu canlı olarak yer aldı.
Anneke 2008 yılı erken dönemi piyasaya çıkan Ayreon albümü 01011001'de şarkı söyledi. Moonspell albümü Night Eternal (2008)'da "Scorpion Flower" şarkısına eşlik etmiştir. 3 Aralık 2008 tarihinde, bu şarkıyı, Moonspell 13. parça olarak Tilburg'da canlı olarak seslendirdi.
Anneke 2009 yılında Devin Townsend ile 2012 yılında "Epicloud" ve 2014 yılında "Sky Blue"'da işbirliği yaptı ve çoğu şarkıları seslendirdi.
O, canlı DVD olarak piyasaya sürülen ve her ikisi de 2011 yılında bir iş parçası olan konser serisi ile 2012 yılında ikinci gösterisi olan Retina Circus dâhil olmak üzere boy gösterir ve birkaç Devin Townsend projesinde konuk vokalist olarak katılmıştır.
Human Experimente başlangıç albümünde konuk vokalist olarak katıldı, aynı zamanda Asia'dan King Crimson, Robert Fripp, John Wetton, Maynard James Keenan'ın Tool grubunda, A Perfect Circle ve Puscifer, Adrian Belew'in bir projesi, Sean Kingston ile U-G-O ve Dann Pursey'in Globus ve Vantan projesinde yer alır.
|
O, Hollandalı dağıtım şirketi PIAS Recordings'den kendi adıyla Ocak 2012'de, "Everything Is Changing" adlı yeni bir albüm çıkardı.
Ateşkes
Ateşkes, savaşan taraflar arasındaki her türlü saldırının geçici olarak durdurulmasıdır. Ateşkes, tek taraflı veya antlaşma ile çok taraflı olarak ilan edilebilir.
"Silah bırakma" ile "ateşkes" terimleri birbirine karıştırılmamalıdır. Silah bırakma terimi; bir zümrenin tehlike gördüğü başka bir zümreden mevcut silahlarını bırakma isteğini belirten bir terimdir.
Marksist literatürde bu terim, burjuvazinin kendi iktidarına karşıt gördüğü durumlarda, buna ek olarak çeşitli ulusal ve sınıfsal durumlarda ezilenlerin egemen sınıflara karşı mücadele durumlarında ortaya çıkmaktadır.
1789'de başlayan Fransız Devrimi patlak verdiğinde gelişen burjuvazi, kendi iktidarına karşıt gördüğü için devrime katılan tüm işçileri silahsızlandırmıştır.
Marksist bakış açısına sahip olan Sovyetler Birliği lideri Lenin, burjuva devrimlerinde görülen bu durumu ""Bütün burjuva devrimlerin sonucu şudur: Önce proletaryayı silahlandır, sonra da daha fazla ileri gitmesini önlemek için onu silahsızlandır."" şekilde yorumlamıştır.
1917'deki Şubat Devrimi sonunda II. Nikolay’ın tahttan indirilmiş ve Geçici Hükümet adında bir yönetim komitesi ortaya çıkmıştır. Bu hükûmetin burjuvazi ve işçi sınıfını aynı anda temsil etmeye çalıştığını ve çelişkili olduğunu düşünen Lenin önderliğindeki Bolşevikler, hükûmete karşı, burjuvaziyi alt etmek için polisi silahsızlandırmaya yönelik kararlar almaya başlamışlardır. Böylece gerçekleşecek Ekim Devrimi'nin önünü açmışlardır. Ekim Devrimi ile birlikte iktidarı alan bolşevikler, Geçici Hükümet'in yaklaşık sekiz aylık iktidarına son vermiştir.
Yıllardır Kürt Sorunu'nun hakim olduğu Türkiye'de; iktidarda olan hükümetler , yıllardır gerilla savaşı yöntemini kullanan PKK'dan sık sık silah bırakmasını talep etmektedir. Buna karşın PKK, zaman zaman karşılıklı ateşkes süreçleriyle oluşan saldırmazlık dönemleri hariç, hiçbir zaman tamamen silah bırakmamıştır. 2015 yılında KCK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, ""PKK silah bırakmaz, niye bıraksın? Kürt silah bırakmaz. Türk devleti silahsızlansın!"" diyerek bu talebi reddettiklerini açıklamıştır.
UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi
UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi, UEFA ülkelerine bağlı Kadın futbol takımları arasında düzenlenen ilk uluslararası futbol organizasyonudur. Organizasyon 2001–02 sezonunda Kadınların futbola ilgisini artırmak için düzenlenmiştir.
Turnuva UEFA Kadınlar Kupası ismiyle başlamış, 2009–10 sezonunda ise turnuvanın formatı yenilenmiştir. Buna bağlı olarak da ismi "UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi" olarak yeniden düzenlenmiştir ve yeni bir logo hazırlanmıştır. 2009–10 sezonuna kadar final maçı rövanşlı oynanmakta iken bu sezondan itibaren tek maç üzerinden oynanmaya başlamıştır.
Turnuvada para ödülü ilk olarak 2010 yılında yalnızca finalistlere verilmeye başlanmıştır. Ertesi yıl ise para ödülünün kapsamı kaybeden çeyrek ve yarı finalistlere de ödül verilecek şekilde genişletilmiştir. UEFA tarafından günümüzde uygulanan para ödülleri şu şekildedir:
Fredrik Reinfeldt
John Fredrik Reinfeldt (d. 4 Ağustos 1965), İsveçli iktisatçı, öğretim görevlisi, Liberal Muhafazakâr Ilımlı Parti Başkanı ve İsveç'in 32. başbakanıdır.
1983 yılında Orta Gençlik Birliği'ne katıldı. 1992'de, başkan rütbesine yükseldi ve bu pozisyonu 1995 yılına kadar sürdürdü. 1991'den 2014 yılına kadar milletvekili olarak görev yaptı. 5 Ekim 2003 tarihinde parti lideri, 6 Ekim 2006 genel seçimlerinde Başbakan seçildi. İsveç merkez sağ ittifakı ile birlikte diğer üç siyasi parti ile parlamentoda dar bir çoğunluğunun desteği ile bir koalisyon hükûmetine başkanlık etti. 41 yaşındayken, İsveç'in en genç üçüncü başbakanı oldu. 2014 seçimlerindeki yenilgisinden sonra 10 Ocak 2015 tarihinde parti liderliğinden istifa etti.
Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası
Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası, UEFA'ya üye ülkeler arasında, kadın millî takımları düzeyinde düzenlenen 4 yılda bir oynanan futbol turnuvasıdır.
1984 yılında "Kadın Futbolu İçin Avrupa Yarışması" adıyla düzenlenmeye başlandı. 1990 yılında statüsü değiştirildi. 1991 yılında turnuvanın ismi bugünkü halini aldı. Bu yeni statü sadece 1991 ve 1995 yılındaki turnuvalarda kullanılmış, 1995 yılından itibaren erkek futbol turnuvalarında kullanılan statü, kadın futbol turnuvaları için de kullanılmaya başlanmıştır.
Janez Janša
Janez Janša (Türkçe telaffuz: Yanez Yanşa) (Ivan Janša adıyla d. 17 Eylül 1958), Şubat 2012 yılından bu yana ikinci kez Slovenya Başbakanlığı yapan bir Sloven politikacı. Daha önce 2004 yılından 2008'e kadar Başbakan olarak görev aldı. 1990 ile 1994 yılları arasında Savunma Bakanlığı yaptı. 1993'ten beri Sloven Demokratik Parti'nin genel başkanı olarak Slovenya 8. başbakanıdır.
Janez, 1982 yılında Savunma Etütlerinden bir derece ile Ljubljana Üniversitesi'nden mezun oldu ve Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti Savunma Sekreterliğinde stajyer olarak çalıştı. Henüz gençlik yıllarında, bir Komünistler Birliği üyesi ve gençlik kanadının liderlerinden biriydi. Janez Janša Temel Halk Savunma Komitesi başkanı ve Slovenya Sosyalist Gençlik İttifakı başkanı oldu.
1983 yılında, Yugoslav Halk Ordusu'nun doğası hakkında yaptığı muhalif makaleler yazdı. 1980'lerin sonlarında, Slovenya'da demokratik reformlar ve yavaş yavaş konuşma özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması gerektiğini belirten Jansa, Mladina dergisinde Yugoslav Halk Ordusu'nun eleştiren çeşitli yazılar yazdı. Sonuçta, Komite başkanı olarak kendisinin yeniden seçilmesi 1984 yılında bloke edildi ve 1985 yılında pasaportu geri alındı.
Bu dönemde bilgisayar programları yazarak ve bir dağcılık kılavuzluğu yaparak geçimini sağladı. Daha sonra 1986'da Mladina dergisinde tekrar işe başlamasına izin verildi. Pasifist harekete dahil oldu ve Slovenya sivil toplum örgütlerininde önemli bir eylemci olarak ortaya çıktı. Janez Janša 1980'lerin ortalarından başlayarak Sloven pasifist hareketinin en önde gelen savunucusu biriydi.
1980'li yılların ortalarında Jansa, Sloven yazılım şirketi Mikrohit'de istihdam etti. 1986-1987 yılında Jansa, arkadaşı Igor Omerza ile birlikte (Slovenya Demokratik Birliği ve Slovenya Liberal Demokrasinin daha sonra üst düzey politikacısı), kendi yazılım şirketi "Mikro Ada" yı kurdu.
2013 yılının Haziran ayında Janez Jansa, Fin silah şirketi Patria ile 2006'da yapılan, 135 zırhlı aracın satın alımıyla ilgili 364 milyon dolarlık bir sözleşmede rüşvet aldığı için 22 ay hapis cezasına çarptırıldı. Janez Janša kararı temyize götüreceğini belirtti.
Haziran 2014'tarihinde yolsuzluktan 2 yıl hapse mahkûm olan Slovenya eski Başbakanı Janez Jansa, cezasını çekmek üzere cezaevine kondu.
Zeytinburnuspor
Zeytinburnuspor, İstanbul'un Zeytinburnu ilçesinin lacivert-beyaz renkli futbol kulübüdür. 1953 yılında kurulmuştur. Maçlarını Zeytinburnu Stadı'nda oynayan ekip, İstanbul 1. Amatör Lig'de mücadele etmektedir. Zeytinburnuspor takımı Süper Lig'de 1989-1991, 1993-1995 ve 1996-1997 arası olmak üzere toplam 5 sezon oynamış ve genellikle kümede kalma mücadelesi vermiştir.
Kulübün, günümüzde varlığını sürdürmeyen kadın futbol takımı da vardı.
Zeytinburnuspor 1953 yılında futbol, basketbol, voleybol, atletizm ve güreş branşlarıyla Kemal Alev, Şinasi Çevik ve Ali Altan Erinsel tarafından gayri federe olarak kuruldu. O yıllarda Zeytinburnu nahiye idi ve boş arsalarda mevcut 23 adet futbol sahası vardı.
Zeytinburnuspor gayri federe olarak sportif faaliyetlerini sürdürürken kulüp idari merkezi tren istasyonu karşısında minik bir mekandaydı ve lokal olarak da Kirazlı Aile Çay bahçesi kullanılmaktaydı. Lokal daha sonra 14 Sokak girişine taşındı. Zeytinburnuspor 1965 yılında Mithatpaşaspor Kulübü ile birleşerek federe oldu. O dönem idare heyetinde kulüp başkanlığını İlhami Dernekbaşı, yardımcılığını Nejat Altınçizme, Veli Duman yanı sıra Cihan Yılmazoğlu bulunmaktaydı.
Bu isimlerin yanı sıra Şerafettin Doğan, Zeki Atamer, İrfan Ergüder, Zeki Eğit, Demir Cesur, Veli Duman, ve Hasan Bostancı kulüp başkanlıkları yaptı.
1984 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 3. Lig’in kurulması için emir vermesiyle yasa tasarısı hazırlandı. Bld. Başkanı Dr. Muzaffer Çavuşoğlu, Veli Duman, Hasan Bostancı ve Recai Kurtbil’in girişimleri ile Mithatpaşaspor Kulübü bu kez Zeytinburnuspor Kulübü adı altında Profesyonel Liglere ilk adımını attı ve o dönem kulüp başkanlığı Hasan Bostancı tarafından yürütülmekteydi. 1. Dönem Bld. Başkanı Dr. Muzaffer Çavuşoğlu ve belediye encümeni Bşk. Veli Duman’ın girişimleri ile Ermeni Vakfına ait olan bostan Zeytinburnuspor stadı olarak yapılandı. Ligler başladıktan kısa bir zaman sonra yapılan genel kurulda Dr. Muzaffer Çavuşoğlu, Hasan Bostancı’nın ardından başkan oldu.
Zeytinburnuspor 3. Lig’de ilk sezon beşinci, ikinci sezon ikinci ve üçüncü sezon da da şampiyon olarak 2. Lig'e geçti. 2. Lig’de ilk yıl ikinci ve sonraki sezonda şampiyon oldu. Zeytinburnuspor bu şampiyonlukla Brezilya’lı bir takımın ardından 6 sezon içerisinde Amatör Küme’den 1. Lig’e çıkan ikinci takım olma unvanını kazandı.
Zeytinburnuspor 1. Dönem Bld. Bşk. Dr. Muzaffer Çavuşoğlu döneminde 2 kez:
2. Dönem Bld. Bşk. Hasan Yılmaz döneminde 1. Lig’de iki yıl:
3. Dönem Bld. Bşk. Dr. Adil Emecan döneminde de bir yıl olmak üzere 1. Lig’de oynadı.
Hasan Yılmaz 1991-1992 sezonunda atletizm ve güreş branşlarını etkin hale getirdi; fakat bir yıl sonra bu takımlar lağvedildi.
1998 yılında Dr. Adil Emecan tarafından oluşturulan ve sponsorluğunu Lescon firmasının yaptığı basketbol şubesi liglere iştirak etti ve o yıl şampiyon olmasına rağmen bir sezon sonra lağvedildi.
Zeytinburnuspor 22 sezon içerisinde 5 kez şampiyonluk ve son kez de 3. Lig C Grubu'nda Pendikspor’un ardından ikinci şampiyon takım olarak 6. defa ipi göğüsledi. 2001-2002 sezonunda 3. Lig şampiyonu olduktan sonra kulüp Başkanı Mustafa Günaydın’ın hazırladığı tüzük, yapılan genel kurulda kabul edildi ve tüm maddeler değiştirildi.
Zeytinburnuspor 2005-2006 sezonu |
nda tekrar 3. Lig şampiyonu olmasının ardından yine kulüp başkanı olan Mustafa Günaydın tarafından 2006 yılı Dernekler Yeni Kanunu gereğince tüzüğün çok önemli maddeleri yeniden şekillendirildi. Av.Tamer Çetin ikinci kez kulüp başkanı olduğu dönemde Beden Terbiyesi’nde halen Mithatpaşaspor Kulübü olarak devam eden ismi Zeytinburnu Kulübü olarak tescil ettirdi.
Zeytinburnuspor’un 3. Lig’e alınmasıyla Hasan Bostancı 1984-1985 sezonu ilk devresi bitimine kadar, Dr. Muzaffer Çavuşoğlu 6 sezon, 18. Dönem milletvekili Adnan Yıldız bir sezon, Hasan Yılmaz 2,5 sezon Süleyman Karabel 1,5 sezon, Dr. Adil Emecan 2,5 sezon, Abdullah Başer 1,5 sezon, Cenap Altıok (yönetim kururlu kararı ile yarım sezon) Mustafa Günaydın 2 sezon, Cemal Tarancı yarım sezon, Cenap Altıok 2 sezon Av. Tamer Çetin 1,5 sezon ve tekrar Mustafa Günaydın üç sezon ve ardından Ünal Tombulel başkanlık görevine getirildi. Son olarak 3. ligde mücadele eden Zeytinburnuspor 2010-2011 sezonunda oynadığı 34 lig mücadelesinde 7 puan toplayarak amatör lige düştü. BAL'da iyi bir sezon geçirmeyen Zeytinburnuspor play-out maçında normal süresi 0-0 biten maçta Bağcılar karşısında 3 gol birden yiyerek İstanbul Süper Amatör Lig'e düştü. Süper Amatörde ise ikinci döneme son sıralarda girdiği halde ikinci dönem İstanbul Kastamonuspor hariç bütün maçlarından puan alsa da son hafta İstanbul Kastamonuspor'un Ortaköysporla berabere kalmasıyla birlikte tarihinde ilk kez 1. Amatör kümeye düştü. 1. Amatör kümedeki ilk sezonu 12. Grupta geçiren ve Çankırı Marufspor ve Yıldırım Bosnaspor'un ardından 3. bitiren Zeytinburnuspor, 2014-15 sezonunda aynı grupta mücadele etmiş, sezonun 17. yani sondan 2. haftasında Fatih Hilalspor deplasmanında 3-3 berabere kalarak Süper Amatör Lig'e yükselmeyi garantilemiş ve 11 Ocak 2015'te oynanan maçta Söğütlüçeşmespor'u 2-0 yenerek 1. Lig 12. Grupta şampiyonluğunu ilan etmiştir. Ancak 2015-16 sezonunda Süper Amatör 7. Grupta 12. yani sondan 2. olan takım yeniden 1. Amatör Lig'e düşmüştür.
Zeytinburnuspor`un maçlarını oynadığı Zeytinburnu Stadı 16000 kişilik kapasiteye sahiptir. Semtin göbeğinde bulunan stad yere gömme bir şekilde inşa edilmiştir. Stad da her yıl düzenli olarak millî bayram gösterileri düzenlenmektedir. Ayrıca bir dönem İstanbulspor Süper Lig'deyken maçlarını bu stadda oynamıştır.
Takım, 2001-02 Türkiye Bayanlar Futbol Ligi sezonunda şampiyonluk yaşamıştır.
Midi-kloryan
Midi-kloryanlar Star Wars evrenindeki gizemli mikroorganizmalardır.Bütün canlıların hücrelerinde bulunan ve güç ile bağlantı kurmalarını sağlayan mikroskobik yaşam formlarıdır.
Midi-kloryanlar ortak bilinç ile zekaya sahiptirler ve yaşayan her şeyle güç arasında bir bağlantı kurarlar.
Yaşayan canlılarla simbiyozdurlar dolayısıyla onlar olmadan hayatlarını sürdüremezler. Jedi'lar midi-kloryanları nasıl dinleyeceklerini ve onlarla nasıl iş birliği yapacaklarını öğrenmişlerdir. Eğer zihinlerini boşaltırlarsa, midi-kloryanların onlarla konuştuğunu ve gücün isteklerini söylediğini duyabilirler.
Jedi ya da Sith olabilmek için hücrelerde yüksek oranda midi-kloryan olması gereklidir.
Bazı olağanüstü durumlarda midi-kloryanlar tetiklenerek bir kadını dölleyebilir. Anakin Skywalker ın doğuşu, gücün kaderi; dolayısı ile midi-kloryanları tetiklemesi ile doğmuştur. Ayrıca çok güçlü bir Sith ustası da midi-kloryanları güç sayesinde tetikleyip, sıfırdan bir canlı yaratabilir.
Agustín Pedro Justo
Agustín Pedro Justo (d. 26 Şubat 1876 - ö. 11 Ocak 1943) Arjantinli asker ve siyasetçi. 1932-1938 yılları arasında Arjantin Devlet Başkanı olarak görev yaptı.
Çeşitli askeri akademilerde öğrenim gördükten sonra, 1903-1930 yılları arasında Buenos Aires ve çevresindeki sivil ve askerî okullarda askerlik bilimi, matematik ve inşaat mühendisliği dersleri verdi. Generalliğe kadar yükseldi; 1930'da meydana gelen askerî darbeden sonra kısa süre başkomutanlık yaptı. Daha sonra savaş, tarım ve bayındırlık bakanlığı görevlerinde bulundu. Kasım 1931 seçimlerini kazanarak Arjantin Devlet Başkanı oldu.
Brezilya'nın Ağustos 1942'de Almanya ve İtalya'ya savaş ilan etmesinden sonra general rütbesiyle Brezilya ordusunda görev aldı ve kısa süre sonra öldü.
Rian Johnson
Rian Craig Johnson (doğum 1973, Maryland) ABD'li yazar ve yönetmen. 2005 Sundance Film Festivali'nde ilk yapıtı olan "Brick" filmi ile Orijinal Bakış kategorisinde Jüri Özel Ödülü aldı. Johnson aslen San Clemente, California'lı, ve "Brick" filmini çektiği liseden mezun. Daha sonra Güney Kaliforniya Üniversitesi'ne devam etti ve 1996'da USC Sinema-Televizyon Okulu'ndan mezun oldu.
2006'da The Mountain Goats'un "Woke Up New" şarkısının video klibini yönetti.
Çopur
Çopur, Çiçek hastalığı, akne vb bir sebepten dolayı yüzün deformasyona uğraması, çukurlar oluşmasıdır. Tamamen tedavi edilmesi mümkün değildir fakat peeling (özellikle green peel) ile azaltılabilir.
Sultan bin Abdülaziz
Sultan bin Abdülaziz el-Suud (Arapça سلطان بن عبدالعزيز آل سعود), Ekim 2011'de vefatına dek Suudi Arabistan Krallığı'nın veliaht prensidir. İlk öğretimini kraliyet okulunda din, modern kültür ve diplomasi alanında gördü.
Proleter devrim
Proleter devrim, bir ülkede, toplum içindeki tüm mevcut proleter ve ezilen sınıfların (başta işçi sınıfı olmak üzere) siyasi ve ekonomik iktidarı ele geçirmesinden sonra sermaye (kapitalist) düzeninin hakimi olan burjuvazi yerine emek iktidarını kurmasıyla oluşan ve gelişen süreç. Ezilen işçi ve emekçi halkların diktatörlüğü üzerine kurulmuş bir sistemdir. En canlı örneği, Rusya'da işçi, köylü ve asker konseylerinin 1905'te ve 1917'de Sovyetler olarak görülmesi olmuştur. Proleter devrim, sosyalizm ve komünizm görüşlerini benimseyenler tarafından savunulurken, sonucunda bir diktatörlüğün ortaya çıkacağını gerekçe olarak gösteren birçok anarşist tarafından reddedilmektedir.
Avustralya'daki şehirler listesi
Avustralya'daki şehirler listesi, eyaletlere göre sıralı:
Çokçapınar, Ceyhan
Çokçapınar, Adana ilinin Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin adı, 1928 yılına ait Türkçe kaynaklarda Çokçapınar olarak geçmektedir ve günümüzde de aynı adla köy statüsünü sürdürmektedir.
Adana il merkezine 48, Ceyhan ilçesine 11 km uzaklıktadır. Dağlık ve ovalık bir araziye sahip olan mahalleden, Ceyhan Nehri geçmektedir.
FK Partizan
Fudbalski Klub Partizan, Sırbistan'ın başkenti Belgrad'ın futbol takımlarından biridir. 4 Ekim 1945'te kurulmuştur. Ezeli rakibi Crvena Zvezda'dır. Maçlarını Partizan Stadyumu'nda oynarlar. Takımı iç sahada oynadığı maçlarda ateşli bir taraftar grubu olan Grobari Jug destekler.
Partizan Futbol Kulübü, 4 Ekim 1945'te Yugoslavya-Partizan Spor Kulübü'nün futbol kolu olarak kuruldu. O günlerde Partizan adı altında 25 ayrı kulüp mücadele ediyordu. Daha sonradan Partizan bir futbol kulübü olarak Yugoslavya-Partizan'dan ayrıldı. Armanın içindeki yıldız zamanın Yugoslavyası'nın bayrağındaki yıldızdır. O da 1966 yılında dönemin Partizan takımı 18 kişilik Yugoslavya millî takım kadrosuna 15 futbolcu vermiş bunun 11i ilk 11de yer alması ve ülkeyi temsilen verilmiştir.
Partizan Futbol Kulübü 20 kere lig şampiyonu oldu. Ayrıca 10 kere de Yugoslavya ve daha sonradan Sırbistan Kupası'nı müzesine götürdü. Partizan tam dört kere hem şampiyon ve hem de kupa galibi olmuştur ve ülkenin bu alanda kupa rekorunu halen elinde bulundurmaktadır.
Partizan, Avrupa kupalarında çıktığı 147 maçta 60 galibiyet, 29 beraberlik ve 58 yenilgi aldı, 236 gol atıp, 205 golü kalesinde gördü.
FK Partizan formasını 791 kere giyen Momcilo Vukotic ve oynadığı zamanlarda 425 gol atan Stjepan Bobek takımlarının tarihine adlarını yazdırdılar.
Partizan tarihi boyunca Sırbistan millî takımına 130 oyuncu verdi ve bu oyuncuların dokuzu millî takım forması ile elliden fazla maça çıktı. Bu oyuncular; Bobek, Zebec, Cajkovski, Jusufi, Galic, Soskic, Jokanovic, Mijatovic ve Milosevic.
Partizan şimdiye kadar 6 maçı 10'un üzerinde gol atarak tamamladı. Ayrıca Partizan'ın lig şampiyonluklarından ikisi 100 golün üzerinde kazanılarak bitti. Partizan hala 111 gol ile bu rekoru elinde bulunduruyor.
Partizan Futbol Kulübü'nde şimdiye kadar oynanan birçok sezonda, bir sezon boyunca 50 maç ve üzerinde oynayan futbolcular bulunuyor. Partizan'ın yıldızları; Bobek, Atanackovic, Colic, Jovanovic 1960'lı ve 1970'li yıllarda da dönemin Yugoslav futbolcuları arasında bulunuyordu. 80'lerde ve 90'larda ise Kovacevic, Rasovic, Damjanovic, Paunovic ve Radakovic takımda en çok maça çıkan oyunculardı. 1994 yılının Ocak ayından itibaren 2001 yılının Kasım ayına kadar takımda sürekli ve birlikte oynayan oyuncuları Trifunovic, Djordjevic, Bjekovic, Arsenovic ve Markovic ile birlikte çıktığı 211 lig maçının 11'ini kaybetti ve 8'inde berabere kaldı. Partizan'ın en istikararlı teknik direktörleri ise; Voja Markovic ve Aca Trifunovic.
Werner Herzog
Herzog, "Yeni Alman Sineması"nın mistik ekole sahip önemli sinemacısı. 5 Eylül 1942 Münih, Almanya doğumlu. Bavyera'nın bir köyünde büyüdü ve on üç yaşına geldiğinde, ailesi ve Klaus Kinski ile Münih'te bir apartman dairesinde yaşamaya başladı. Daha sonraları bu konuyla ilgili olarak, "O an için, bir yönetmen olacağımı ve Kinski'nin oynadığı filmleri yöneteceğimi biliyordum" demiştir. 1960'lı yılların başında, ilk filmlerini finanse edebilmek için bir çelik fabrikasında kaynakçı olarak çalışmıştır.
Opera
Tottenham Hotspur FC
Tottenham Hotspur Football Club, daha çok "Spurs" olarak bilinir. Günümüzde Premier League'de oynayan Tottenham Hotspur, Kuzey Londra'da kurulmuş profesyonel bir İngiliz futbol kulübüdür. Kulübün stadı White Hart Lane'dir.
Tottenham, İngiltere'de 20. yüzyılın içinde 1960-61 sezonunda, hem ligi, hem kupayı kazanmayı başarmış ilk takımdır. 1963 yılında da UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kazanarak Avrupa'da kupa kazanan ilk İngiliz takımı olmuştur. 1970'lerde iki kez EFL Cup'ı ve 1972'de de yeni adıyla ilk UEFA Kupası'nı kazanmışlardır. 1980'lerde Spurs, birçok kupa kazanmıştır; iki kez FA Cup, bir kez FA Community Shield ve 1983-84 sezonunda UEFA Ku |
pası'nı kazanmışlardır. 1990'larda FA Cup ve Lig Kupası'nı kazanmışlardır. 2008'de Lig Kupası'nı bir kez daha kazanmışlardır; böylece her on yılda en az bir kez bu kupayı kazanmış oldular. Bu, sadece Manchester United tarafından gerçekleştirilmiş bir başarıydı.
Kulübün Latince motto'su "Audere est Facere"'dir; (anlamı: "Cesaret etmek yapmaktır.") Amblemi bir futbol topuna tünemiş horozdur. Kulüp, yakın komşusu olan Arsenal ile uzun bir tarihe sahip olan bir rekabet içindedir, bu iki takım arasındaki maçlar Kuzey Londra Derbisi olarak bilinir.
Hotspur Futbol Kulübü 1882 yılında All Hallows Kilisesi'nin, İncil sınıfının dil bilgisi kısmındaki öğrenciler tarafından kuruldu. Bu öğrenciler, aynı zamanda Hotspur Kriket Kulübü'nün de üyeleriydi. 1884'te kulüp adını London Hotspur isimli kulüp ile birleşince "Tottenham Hotspur Football and Athletic Club" olarak değiştirdi.
• 2009-2012: Puma
• 2012-2017 : Under Armour
• 2017-:Nike
• 2011-2013: Aurasma
• 2013-2014: Hp
• 2014-: AIA
Okyanusya Futbol Konfederasyonu
Okyanusya Futbol Federasyonu FIFA'ya bağlı 6 kıta konfedersyonundan en küçüğüdür. OFC Uluslar Kupası'nı düzenleyen konfederasyona Amerikan Samoası, Cook Adaları, Fiji, Yeni Zelanda, Papua Yeni Gine, Samoa, Solomon Adaları, Tahiti, Tonga, Vanuatu, Yeni Kaledonya ülkelerinin futbol federasyonları tam üye, FIFA üyesi olmayan Kiribati, Niue Adası, ve Tuvalu futbol federasyonları ise sınırlı üyelerdir. 1 Ocak 2006'ya kadar konfederasyona bağlı olan Avustralya bu tarihten itibaren AFC'ye katılmıştır.
Niccolò Tribolo
Niccolò Tribolo (d. 1500 - ö. 7 Eylül 1550) İtalyan maniyerist sanatçı.
Kartezyen koordinat sistemi
formula_1 Kartezyen çarpımındaki
Koordinat eksenleri 1., 2., 3. ve 4. bölge olarak adlandırılan dört çeyreğe bölünebilir.
Erkek millî futbol takımları listesi
Erkek millî futbol takımları listesi dünya üzerindeki erkek millî futbol takımları listesidir.
Şu anda FIFA'ye üye 211 ülke federasyonu bulunmaktadır. Bu ülkeler FIFA Dünya Kupası'na katılmak için kendi konfederasyonlarının elemelerinden geçmek zorundadırlar. Karşılaşmalarda takımların seri başı olma durumları her ay yenilenen FIFA Dünya Sıralaması'na göre belirlenir.
FIFA'ya bağlı 6 konfederasyon şunlardır:
On Kurşun
On Kurşun, Silahsız Kuvvet'in Sagopa Kajmer mahlasını alıp paylaştığı ilk stüdyo albümü. İnternetten dağıtılan bir albümdür.
Sözlerim Silahım
Sözlerim Silahım, Silahsız Kuvvet'in 20 Ocak 2001 tarihinde çıkan ikinci solo albümü.
Flora
Flora şu anlamlara gelebilir:
İhtiyar Heyeti (albüm)
İhtiyar Heyeti, Silahsız Kuvvet'in üçüncü ve son solo albümü. Albüm, 2002 yılında çıkmıştır. Sagopa Kajmer, bu albümden sonra Silahsız Kuvvet ismini bırakarak Sagopa Kajmer ismini kullanmaya başlamıştır. Albümde Silahsız Kuvvet'e Ceza, Sahtiyan ve Mista Brown eşlik etmiştir.
Polimerizasyon
Monomer birimlerinden başlayarak polimer birimlerinin elde edilmesine yol açan reaksiyonlara polimerizasyon reaksiyonları denir. Polimerizasyon reaksiyonları temelde iki türlü olabilir.
Örnek: Polivinil alkol ve gelatin, pektine ilave edildiğinde hidroksil grupları pektin zincirindeki -O atomları ve –OH grupları ile zincir yapar
Polimerizasyon bir mürekkep kurutma şeklidir;
b) Kimyevi kuruma
durumu (pH), atölyenin sıcaklığı, segatif miktarı, mürekkebin yapısı ve pigment
alabilme kabiliyeti Kurumaya doğrudan ya da dolaylı olarak etki eden faktörlerdir. Her
mürekkebe az da olsa bir miktar segatif konur. Segatifler mürekkebin yapışma
hassasiyetini azaltır ve ayrılma özelliğini arttırır. Yani içinde segatif olan
mürekkepler, daha çabuk kurur, daha az yapışır ve daha çok yayılır. Bazı
mürekkepler, içlerinde yeterli segatif olduğu halde, nemleri fazla olduğundan geç
kururlar. Bazıları ise nem miktarı arttığı halde fazla segatife ihtiyaç göstermezler.
Esası "Baz" olan pigmentler, esası "Asit" olan pigmentlere oranla daha çabuk
kururlar. Sonuç olarak her cins mürekkep ve renkte değişik bir kuruma hassasiyeti
vardır. Ayrıca iyi kuruyan bir mürekkep, üst üste iki defa basıldığında, ikincisi
birincisinde olduğu gibi aynı hızda kurumaz.
Flora (mitoloji)
Flora, Roma mitolojisinde çiçek ve bahar tanrıçasıdır.
Roma'ya Sabinler'den gelme bir tanrıçadır. Çiçek açan her bitkinin yönetimi onun elindedir. Söylenceye göre, Zeus'a (Jupiter) kızan Juno, erkek araya girmeden çocuk doğurmak istemiş. Ona, dokunduğu kadını gebe bırakan bir çiçek veren Flora, Mars'ı (Ares) doğurmasını sağlamış. Romalılar takvimlerinin ilk ayına baharın başlangıcı olan Mars (Mart) adını vermişlerdir.
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi ya da kısaca ATASE Arşivi, 1853'den günümüze kadar Türk askeri tarihi ile ilgili belgelerin bulunduğu arşiv.
Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Arşiv Başkanlığı adıyla 29 Mart 1916'da kuruldu. En eskisi 1853-56 Kırım Savaşı'na ait toplam 6.597.059 (1983) belge bulunur. Bu belgelerden 1 milyon 996 bin Kurtuluş Savaşı'na aittir. 1911-1912 Balkan Harbine ait 390.000 belge vardır. 27 Mayıs ve 12 Mart dönemi belgeleri de bu arşivde bulunur.
Arşiv dosya-klasör usûlü ile çalışır ve gerekli belgeleri sağlayan tüm araştırmacılara açıktır.
Gülşen Bubikoğlu
Gülşen Bubikoğlu (d. 5 Aralık 1954, İstanbul), Türk sinema oyuncusu.
Fatih Kız Lisesi'nde eğitim gördü. 1971'de Fatih Kız Lisesini bitirdi.
L.C.C Kültür Merkezi'nde bir yıl lisan, mankenlik ve dans eğitimi aldı. 1973 yılında "SES" sinema dergisinin açmış olduğu yarışma ile sinemayla tanıştı. Kariyerine, Erler Film öncülüğünde Türker İnanoğlu'nun 1973 yılı yapımlı "Yaban " filminde başrolü oynayarak başlayan Bubikoğlu, 1974 yılında İnanoğlu ile birlikte gizli bir düğünle Kemal Utku'nun evinde evlenmiştir. İnanoğlu ile evliliğinden sonra Bubikoğlu Erler Film'in bir numaralı kadın yıldız oyuncusu oldu ve çevirdiği filmlerle güldürüye, drama, duygusal ve hareketli filmlere yatkınlığını göstererek hem seyircinin büyük beğenisini kazandı, hem de Türk sinemasının yıldızları arasında özel bir yer edindi Macaristan, Moskova, Kuveyt, Cannes gibi festivallerde ülkesini temsil etmiştir. İtalyanlarla Baş Belası, Üçkağıtçılar ve Mücevher Hırsızları gibi filmlerle Koprodüksiyon çalışmalarında bulunmuştur. Başrolünde oynadığı filmler çok sevilmiş ve büyük gişe başarıları yakalamıştır. Zirvedekiler ve Affet Bizi Hocam gibi TV dizileri ile sevenleriyle buluşmuş ve bu diziler televizyon izleyicisinden ilgi görmüştür.
28 Aralık 1977 yılında kızları Zeynep İnanoğlu dünyaya geldi.
Selanik Çuhası
Selanik Çuhası ya da Çuha-i Selanik, Selanik'de dokunan bir tür kumaşın adıdır.
Yılda bir defa Erbain'den ( 22 Aralık-31 Ocak arası) Erbain'e verilen ve iki cins olan bu çuhadan Yeniçeriler tarafından Zemîstanî, Baranî denilen çivit renginde kaputlar yapılırdı.
Selanik'in II. Murat tarafından fethinden sonra orada dokunmaya başlamıştır. Yeniçeri Yayabaşıları için lazım olan yeşil çuha da orada dokunurdu. Çuhayı Yahudiler dokur, bu hizmetlerine karşılık Tekâlif-i Örfiye ve Avarız-ı Divaniyye adlı vergilerden muaf tutulurlardı.
Nimet Demirbağ Sanlıman
Nimet Demirbağ Sanlıman, Türk belgesel bebek sanatçısı.
Bebek yapımı olarak nitelendirilse de daha önce litaratürde tam bir sınıflandırma yapacak kadar örneği bulunmadığından "belgesel bebek yapımı" olarak nitelenebilecek sanatın nadir ustalarındandır.
Robert Koleji bitirmiş, yurtdışında heykel eğitimi görmüş, Mimar Sinan Akademisi ve ardından Topkapı Sarayı'nda Süheyl Ünver'den tezhip ve minyatür sanatı eğitimi görmüştür.
50 yıllık sanat hayatında Kavuklu Hamdi, Yörük Çadırı, Semazen, Ayakkabı Boyacısı, lehimci, Simyager, Balıkçı Kamil, Ağanın Kızı Fatma, Rençber Mehmet (Türkiye 1. si) gibi pek çok insansı bebek üretmiştir. Gerçeğe en uygun kompozisyonu oluşturmakta kitre, mısır püskülü, çorap kumaş ve başka birçok sıradışı malzemeden yararlanmış, bu sayede gerçekçiliğin bebeklerin simalarına ve duruşlarına işlenmesi sağlanmıştır.
1960 yılında Beyoğlu'nda Elif Bebek Atölyesi'ni açmış, çok sayıda ve nitelikte bebek üretmiş, yurtiçinde ve yurdışında birçok sergide yer almıştır.
Hocası Zehra Müfit Hanım'ın izinden giden Nimet Demirbağ Sanlıman Caddebostan ve Bozcaada'da yaşamakta ve çalışmalarına devam etmektedir.
Özlüce, Kale
Özlüce, Denizli'nin Kale ilçesine bağlı bir mahalle.
Nemea aslanı
Nemea aslanı; Argolis Bölgesinde Nema adındaki vadide yaşayan ve etrafa dehşet saçan bir aslanın adıdır. Bu aslan Herkül "(Yunan Mitolojisindeki karşılığı Heracles)" tarafından öldürülmüştür.Nemea Aslanının Typhon ve Echidna'nın çiftleşmesinden bir araya geldiği söylense de , bazı tarihçilere göre Zeus ve Selene'in çiftleşmesinden doğma, ay'dan düşen bir varlık olduğu da zaman zaman belirtilmektedir.
Nemea Aslanını öldürüp, postunu yüzmek, Herkül'e kuzeni Eurystheus tarafından verilen 12 görev içerisinde ilk sırada olandı. Aslan o sıralarda Nemea bölgesine dehşet saçmaktaydı. O zamana ait herhangi bir av silahı ile bu hayvanı öldürmek mümkün görünmemekteydi. Aslan ilk karşılaştığında Herkül, önce bir odun daha sonra ok ve yay ve en son olarak da bronz bir kılıç ile hayvanı öldürmeye çalışsa da başarılı olamamış, daha sonra aslan ile saatlerce güreştikten sonra kolları ile boğarak öldürmeyi başarmıştır.
Hayvanı uzun bir uğraştan sonra öldükten sonra, saatler boyunca uğraşmasına rağmen, aslanın postunu yüzemeyen Herkül'ün imdadına, yaşlı bir kadın kılığına bürünen Athena yetişir ve Herkül'e bu postu yüzmek için en iyi aletin, aslanın kendi pençeleri olduğunu anlatır. Bu küçük ilahi yardım ile ilk görevini başarı ile bitiren Herkül, Nemea Aslanın her türlü kesici silaha karşı olan postunu daha sonra kendisi için bir zırh gibi kuşanarak diğer görevlerini gerçekleştirirken kullanmıştır.
İhtiyar Heyeti
İhtiyar Heyeti şu anlamlara gelebilir:
Hidra (efsanevi yaratık)
Hidra, Yunan mitolojisinde anlatılan çok başlı bir yaratık.
Argolis antik şehrinde, Lerna bataklıklarında yaşayan çok başlı bir canavarın adıdır. Hydra'nın nefes |
i bir insanı öldürecek kadar zehirliydi. Bu canavarın öldürülmesi Herkül'ün on iki görevi arasında 2. sırada yer alan vazifedir. Babası Typhon ve annesi canavarların tanrıçası Ehidna(bazı kaynaklarda annesi Styx) olan Hidra'nın Lerna gölündeki yuvası, ölümden sonraki dünya ile insanların dünyası arasındaki kapının tam ağzında yer almakta olup, Hidra ise bu kapının bekçiliği görevini üstlenmekteydi. Hidra'nın öldürülmesinin çok zor olmasının sebebi kesilen her bir başın yerine iki tanesinin çıkması idi.
Herkül bu canavar ile karşılaşmadan önce bataklık içerisindeki zehirli gaz ve dumanlarla kaplı Hidra yuvasının girişinde, ağzını ve yüzünü bir örtü ile örterek kendini korumuştur.Canavar ile karşılaşıp savaşmaya başlayan Herkül bir süre sonra, kestiği kafaların yerine devamlı yenilerinin çıktığını görünce aslında boşuna savaşıp yorulduğunun fark etmiş ve tam umutsuzluğa kapılmaya başladığı anda yardımına İolaus (Herkül'ün yeğeni) yetişir.
Sanıldığına göre, o anda Athena'nın da yardımı ile canavarın kesilen başlarının bir daha çıkmaması için boyunlarının meşale ile yakılmasını akıl eder ve hemen orada yaktığı meşaleyi Herkül'e uzatır. Bu meşale sayesinde kestiği başların yerini dağlayarak canavarı öldürmeyi başaran Herkül, Hidra'nın kestiği başlarından birini bir kesede saklayarak, onun zehirli kanını daha sonraki görevlerinde oklarında kullanmış böylece bu okların açtığı yaraların kapanmaz bir hale gelmesini sağlamıştır.
Neuchâtel Xamax FCS
Neuchâtel Xamax FCS 1910 yılında Neuchâtel şehrinde kurulmuş İsviçre'nin en köklü futbol takımlarından biridir.
1988-1989 sezonunda, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası 2. turunda Galatasaray ile karşılaşmıştır. 28 Ekim 1988 tarihindeki ilk maçı 3-0 gibi bir skorla kazanmış, 9 Kasım 1988 deki rövanşında ise deplasmanda 5-0 kaybederek elenmiştir.
"7 Temmuz 2016 itibarıyla"
Uçhisar, Nevşehir
Uçhisar, Nevşehir ilinin merkez ilçesine bağlı bir belde.
Kalesiyle ünlü olan Uçhisar'da zamanında Hristiyanların yaşadığı bilinmektedir. Kale içinde bilinmeyen gizli yollarla saklanma amaçlı kullanılmıştır. Kalenin en üstünde 3 tane mezar bulunmaktadır.
İl merkezine 5 km mesafededir. Kapadokya'nın en yüksek yerleşim yerlerden olması nedeniyle, buradan tüm bölgeyi seyretmek mümkündür.
Bölgede başlıca geçim kaynağı tarımdır. Son 25 yıldır turizm de birçok kişi için geçim kaynağı olmuştur.
Samogitya
Samogitya (Samogitçe "Žemaitėjė", Litvanca "Žemaitija") - "Alçak diyarlar" -Litvanya'nın tarihi bir etnik bölgesi. Litvanya'nın batısında yer alır. Başkenti Telšiai, en büyük şehri Šiauliai'dir.
Bülent Çelik
Bülent Çelik (d. 1959), karikatürist.
1985'den bu yana, sırasıyla "Çarşaf Mizah Dergisi", Tempo Dergisi,Haftasonu Gazetesi, Hürriyet Gazetesi, Star Gazetesi, Globus (Dünya Gazetesi) ve kurulduğu 2002 yılından 2010 yılı Haziran ayına kadar Vatan Gazetesi'nde siyasi karikatür ve ilüstrasyonlar çizdi. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji / Genetik mezunudur. Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Grafik Dalında Yüksek Lisans yapmıştır. Evli ve bir oğlu, bir kızı vardır.
Ersin Tezcan
Ersin Tezcan (d. 21 Ocak 1967, Balıkesir), yazar.
İlk kitabını 1993 yılında "Entelaktüel Yazılar" (e Yayınları) adı altında yayınlamıştır. Bu kitapta yazar ismini Erisin Tezcan olarak değiştirmiştir ve bulunç akış tekniği ile yazdığı şiirlerini toplamıştır. İkinci kitabı "E'siz Potkal" (1997) adlı deneysel romanında hiç "E" harfi kullanmamıştır.
Ipswich Town FC
Ipswich Town İngiltere EFL Championship'te mücadele eden bir futbol kulübüdür. Mavi-beyaz renklere sahip olan kulüp maçlarını Ipswich'teki 30,311 kişilik Portman Road'da oynamaktadır.
1960-1961 sezonunda inanılmaz bir performans gösteren Alf Ramsey'in çalıştırdığı Football League Second Division kulübü Ipswich Town, Football League First Division'a yükseldi. 1961-1962 sezonundaki ilk sezonunda şampiyonluğu elde eden kulüp, bir sonraki sezon ligi 17. sırada tamamladı. 1963-1964 sezonunda ise lig sonuncusu olarak küme düştü.
Hande Ataizi
Hande Ataizi (d. 2 Eylül 1973, Bursa), Türk oyuncu ve sunucu.
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü mezunudur. 1996 yılında ‘Mum Kokulu Kadınlar’ filmiyle ünlenmiş ve daha ilk filminde gösterdiği oyunculuk performansıyla ‘Altın Portakal’ en iyi kadın oyuncu ödülünü almıştır. Ardı ardına çektiği diziler hit ve uzun soluklu olmuştur.
Hande Ataizi, Cem Davran'la birlikte pek çok dizi, film ve şov programı projesinde yer almış sanat dünyasının önemli ikililerinden olmuşlardır. Ataizi, 2002'de Cem Davran'la birlikte sunduğu "İki Kere Kiki" programında, manken Sevda Demirel'in tokat atmasıyla yine çok uzun süre magazin gündeminde baş sırada yer almıştı.
Özellikle, estetikli burnunu gazetecilere göstermemek için bulunduğu mekanın tuvaletinden kaçmaya çalışırken görüntülenince magazin gündemini uzun süre meşgul etmişti.
Sinema ve dizilerdeki oyunculuğunun yanı sıra pek çok televizyon gösterisinin de sunuculuğunu yapmıştır. "Özel Hayatlar" adlı tiyatro oyununda Cihan Ünal ile oynamıştır.
Bir dönem, TNT'de yayınlanan "Dest-i İzdivaç"ı sunmuştur.
2012 yılında Star'da yayınlanan "Benzemez Kimse Sana" adlı yarışmada program da jüri üyeliği yapmıştır.
PAOK (futbol takımı)
PAOK FC (Π.Α.Ο.Κ., tam adı: Πανθεσσαλονίκειος Αθλητικός Όμιλος Κωνσταντινουπολιτών / "Panthessalonikeios Athlitikos Omilos Konstantinoupoliton", anlamı: "Konstantinopolislilerin Pan-Selanik Spor Kulübü"), Yunanistan'ın Selanik kentinde kurulmuş bir futbol kulübüdür. Siyah-beyaz renklere sahip olan kulüp, maçlarını 29.800 kişilik Toumba Stadı'nda oynar. Takım şu anda Alpha Ethniki'de mücadele etmektedir.
1875 yılında İstanbul'un bir bölgesi olan Pera'da Hermes adıyla kuruldu ve Türk-Yunan Savaşı'nın etkisiyle Yunanistan'a Selanik'e taşınıp 1926 yılında şu anki adı alan PAOK Thessaloniki Spor Kulübü'nün futbol dalıdır.
Gizli El (roman)
Gizli El, Reşat Nuri Güntekin'in ilk olarak 1920 yılında yayımlanan romanı. Kitap Türk edebiyatının klasikleri arasında gösterilir. İlk olarak 1920'de Dersaadet Gazetesi'nde yayımlanmaya başladı. Romanda devlet adamlarına sataşıldığı gerekçesiyle sansür edildi ve gazetede yayımlanması durduruldu. Reşat Nuri de yapıtında değişiklik yapmak zorunda kaldı.
Gizli El yayınlandığında, Reşat Nuri yazdığı önsözde değişiklikleri açıkladı. Yönetim mekanizmasını eleştirmek istemiş ama sansürün baskısı karşısında romanın özünü aile ve geçim sıkıntıları sorunlarına kaydırmak zorunda kalmıştır.
Real Sociedad
Real Sociedad, İspanya'da bir Bask şehri olan San Sebastian'ın futbol takımıdır. Mavi-beyaz renklere sahip olan takım La Liga'da mücadele etmektedir. Maçlarını 32.000 kişilik Estadio Anoeta'da oynamaktadır. 2002-03 sezonunda La Liga'da Nihat Kahveci, Darko Kovačević, Aitor López Rekarte, Xabi Alonso ve Sander Westerveld gibi önemli oyuncularıyla haftalarca liderlik koltugunda oturmuş. 4-2 mağlup ettikleri Real Madrid takımıyla son ana kadar şampiyonluk mücadelesini sürdürmüş ancak rakiplerinin 29. lig şampiyonluğunu kazanmalarına engel olamayıp ligi 2. sırada tamamlamışlardır. 2003-04 UEFA Şampiyonlar Ligi'nde gruptan 2. olarak çıkmışlar ve 2. turda Olympique Lyonnais takımına elenmişlerdir.
Real Sociedad özellikle Nihat Kahveci gittikten sonra büyük bir düşüşe geçti. 2006-07 sezonunu çok kötü geçiren takım La Liga'dan düşmüştür. Sociedad, Segunda División'da geçirdiği üç sezonun ardından 2010-11 sezonunda yeniden La Liga'ya döndü. Bu sezon da zor günler geçiren takım, ligi düşme hattının 2 puan üzerinde tamamlayabildi.
----
San Juan, Porto Riko
San Juan Porto Riko'nun başkenti. Adanın Atlas Okyanusu'na bakan kuzey kısımında yer alan San Juan'ın nüfusu 433,733'tür. Porto Riko'nun başlıca limanı ve en büyük sanayi merkezi olmasının yanı sıra, kumarhaneleri, güzel kumsalları ve yumuşak iklimyle büyük sayıda turist çekmektedir.
İspanyol gezgini Juan Ponce de León'un kurdurduğu(1508) Cappara yerleşme merkezi çevresinde gelişen San Juan, 1898'de ABD-İspanya Savaşı'nda ABD birlikleri tarafından alınmıştır.
Avlonyalı İsmail Kemal Bey
Avlonyalı İsmail Kemal Bey (16 Ocak 1844, Avlonya - 24 Ocak 1919), Meclis-i Mebusan milletvekili, Arnavut lider ve Arnavutluk devletinin kurucusu.
Osmanlı Devleti Balkanlar'da güç kaybedince, Yunanistan ve Sırbistan'dan sonra Arnavutlar arasında da bölücü hareketler güç kazanmaya başlamıştı. İsmail Kemal, Bayram Curi, Hasan Priştina ve İsa Boletin gibi beylerin desteği ile 28 Kasım 1912 günü Avlonya şehrinde Arnavut bayrağı göndere çekilmiş ve Arnavut topraklarının bütünlüğü ilan edildi. Bu bağımsızlık bildirgesinde bağımsızlığın zorunluluk olduğu, yoksa Arnavut topraklarının diğer devletlerce paylaştırılacağı, Balkanlar'daki topraklarını kaybeden Osmanlı Devleti'nden destek gelemeyeceği için bundan başka yol olmadığı belirtilmekteydi.
Mithat Paşa'nın oğlu Ali Haydar hatıratında; "Avrupa'daki Jön Türklerin arasında İsmail Kemal diye birisi vardı ki bir kelime ile korkunç bir tipti bu adam. Büyük bir kusuru vardı ki, o da, paraya karşı olan zaafıydı. Avusturya ve İtalya devletlerinden tahsisat aldığı gibi, Yunan kralının malumat ve tasdiki altında olarak, İstanbul'da bulunan Prens Mavrokordatos'un marifetiyle kendisine on bin dirhem maaş bağlanmıştı. Üstelik bu maaşı bütün hayatı müddetince alabileceği de kendisine vadedilmişti. Buna mukabil, İsmail Kemal Bey'in taahhüdü ise, gerek İtalya gerek Yunanistan'a Arnavutlukta birer nüfuz mıntıkası ayrılmasına delalet etmekten ibaretti. Zekâ ve kurnazlığın üzerinde bu zıt menfaatleri senelerce bir arada idare etmeye ve kendi menfaatini hepsinden yüksek tutmağa imkân bulmuştu." demektedir.
Çelik (şarkıcı)
Çelik Erişçi, ya da bilinen adıyla Çelik (d. 12 Mayıs 1966, İstanbul), Türk müzisyen, şarkıcı ve besteci.
1966 yılında Eyüp'te dünyaya gelen şarkıcının babası Arnavut kökenli, annesi Sinop, Ayancık'lıdır.
İşçi bir babanın evladı olan Erişçi, babasının mesleği terzilik iken, işleri kötü gitmiş ve akabinde Arçelik fabrikasında iş bulmuş. Fabrikanın uğur getirdiğ |
ine inandıkları için adını “Çelik” koymuşlar. İlköğrenimini Pendik Süreyya Paşa İlkokulu'nda, ortaokulu ve liseyi Pendik Lisesi'nde tamamladı. AnadoluÜniversitesi Maliye Bölümü'nü kazanmasına rağmen devam etmedi. Babasından gizli konservatuvar sınavlarına girdi ve kazandı. 1985'te İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü'ne kayıt yaptırdı ve kontrabas enstrümanını seçti. Konservatuvarla birlikte başlayan müzik yaşamında hızla yükseldi. “ Babasının ani ölümüyle sarsıldı ve bir süre ailesinin geçimini sağlamak için değişik yerlerde (Caddebostan Minder Bar / Zeki-Çetin Müesseseleri'nde) önce kendisi gitar çalmaya ve şarkı söylemeye başladı, sonra kendisinin İzel Çeliköz’e teklif etmesiyle birlikte aynı yerde sahne almaya başladılar ve sonrasında yine İzel-Çelik ikilisi olarak Elma Kabare'de Müjdat Gezen, Cenk Koray, Cem Özer, Ayşen Gruda gibi ünlü isimlerle çalıştılar.
1988'da okul arkadaşları İzel Çeliköz ve Ercan Saatçi ile birlikte grup kurmaya karar verdiler ve 1991'de "Özledim" isimli ilk albümlerini çıkardılar. Grup, İstanbul Altın Güvercin Müzik Yarışması'nda sözü ve bestesi Çelik'e ait olan "Dön Artık" isimli parçayla 3. oldu. 1992 Hürriyet Gazetesi Altın Kelebek Ödülleri "En İyi Grup" Ödülü'nü aldılar. Çelik daha sonra gruptan ayrıldı ve yoluna tek başına devam etmeye karar verdi.
1990 İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü'nü bitirdi.
1992 yılında müzikal kariyerine tek başına devam etmeye karar veren Çelik, gruptan ayrılarak ilk solo albümünün çalışmalarına başladı. İki yıl süren bir çalışmanın ardından 1994 yılında "Ateşteyim" isimli albümünü çıkardı. 11 parçanın yer aldığı albüm, tüm müzikseverler tarafından büyük ilgi gördü ve başta "Ateşteyim", "Güle Güle", "Meyhaneci" olmak üzere hemen her parçası hit haline geldi. Hürriyet Gazetesi tarafından düzenlenen Altın Kelebek Ödülleri kapsamında İzel-Çelik –Ercan üçlüsü olarak aldıkları yılın en iyi grubu ödülünü, solo kariyerinde de devam ettirdi ve 1995 yılında "Yılın En İyi Erkek Pop Sanatçısı" ödülüne layık görüldü. Rod Stewart 'ın İstanbul İnönü Stadı'nda verdiği konserde ön grup olarak sahne aldı.
1995 yılında Makedonya'daki uluslararası yarışmada "Sevemem" isimli şarkıyla ikincilik ödülü aldı. "Sevemem" adlı şarkıyla Makedonya'da aldığı ödülü radyo ve televizyonlardan aldığı pek çok ödül izledi. Bütün sözleri ve müzikleri kendisine ait olan ikinci albümü "Benimle Kal" ile başarısını sürdürdü. Bu albümde müzikseverler "daha duygusal bir Çelik" ile karşılaştı. Artık bir "klasik" haline gelen ve sanatçıyla bütünleşen "Hercai" adlı şarkısı 1995 Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "En İyi Beste" ödülünü aldı.
Solo kariyerindeki başarıları devam ederken 1990 İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü'nü bitiren Çelik.1996 yılında "Türk Pop Müziğinde Türk Müsıkîsinin etkileri" konulu yüksek lisans tezini vererek, müzikteki başarısını akademik kariyerinde de gösterdi ve yüksek notla bitirdiği Yüksek Lisans sonrası Doktora yapma hakkını sınavsız olarak kazandı. Halen İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde "Sanatta Yaratıcılık" konulu doktora teziyle ilgili çalışmalar yapmaktadır
"Yaman Sevda" isimli üçüncü albümünde, alışılagelen Çelik sound'undan farklı olarak rock etkilerinin göze çarptığı albümde Şebnem Ferah gibi sanatçıların eşlik ettiği birbirinden güzel on parça yer aldı.
1997 yılında tüm söz, müzik ve düzenlemeleri kendisine ait olan "Sevdan Gözümün Bebeği" isimli dördüncü albümünü yayınladı. Bu albümün "Selam söyle", "Ayrılık deme bana", albüm ismini taşıyan "Sevdan Gözümün Bebeği" şarkıları hit oldu.
1998 yılında beş yılda çıkardığı dört albümden seçtiği hit parçaları "Sevgilerimle" adını verdiği bir 'best of' albümle 1998 yılında müzikseverlere sundu. Bu albüm içerisinde yer alan ve daha önce İzel Çeliköz tarafından seslendirilen "Kızımız Olacaktı" isimli şarkı, İzel Çeliköz’ün deyimiyle, konserlerinde 7-8 kere üst üste söylediği kadar iyi bir şarkıydı ve bu şarkı da Çelik hitleri arasında yerini aldı. Altıncı albümünü çıkardığı 1999, Çelik için tam bir "yenilenme yılı" oldu. Hem görüntüsü hem de "O'nu Düşünürken" adlı yeni çalışmasındaki müzikal yaklaşımıyla daha farklı bir çizgi çizdi. "Veda Etmem" adlı slow parçayla listelere giren albümde yer alan. "O'nu Düşünürken" adlı parçasına yaptığı 'caz versiyonu'yla da müzik vizyonunun çeşitliliğini gözler önüne serdi.
2000 yılında müzik listelerinin üst sıralarında yer alan 7. solo albümü "Unutamam" da etnik müzik konusunda başta Led Zeppelin olmak üzere Khaled gibi sanatçılarla çalışmış dünyaca ünlü perküsyon ustası Hossam Ramzy ve Gipsy Kings grubundan Gerard Ferrer ve Lübnanlı Elissa Khoury ile çalıştı. İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde "Sanatta Yaratıcılık" konulu doktora tezi için hazırladığı özel bir sınıfta ders vermeye başladı.
2001 yılında çıkardığı "8inci" albümünde ise tam anlamıyla dünyanın en iyi müzisyenleriyle çalıştı. "İnci" isimli parçası Sting'in "Brand New Day" isimli albümüyle Grammy Ödülü'ne layık görülen aranjörü ve keyboard'cusu Kipper tarafından çalındı ve düzenlemesi yapıldı. "Al Başını Git" isimli parçası ise Çelik'in akademik kariyerinin tez çalışması gibiydi. Keman kayıtları Hossam Ramzy prodüktörlüğünde Kahire'de, davul kayıtları Londra'da halen Sting'in grubunda davul çalan Manu Katche, trompetler yine Amerika'da Sting ile turnede bulunan Chris Botti, solo klasik gitarları dünyaca ünlü Spice Girls'ün konser gitaristi John Themis tarafından çalındı. Themis, Çelik için stüdyoda çalıştığı hafta çok mutluydu, çünkü son bestesi o hafta İngiltere'de liste başı olmuştu. Yine dünyaca ünlü grup Alabina'nın Türkiye'de de bir dönem çok tutulmuş olan Maşallah isimli parçasının aranjörü Ronny Gold ile sonradan çok tutulacak olan Cici Kız'ın aranjelerini de Fransa'da yaptı. Bu albüm, Çelik'in akademik kariyerinde tez çalışması gibiydi; çünkü tüm bu ünlü sanatçılar sözü, bestesi ve düzenlemeleri tamamen Çelik'e ait parçaları çaldılar. Çelik'in istediği şekilde çalmaları için gereken tüm müzikal dili yani notaları Çelik tarafından hazırlandı, tüm teknik imkânlar kullanılarak kendilerine ulaştırıldı ve kayıtları sırasında onlara Çelik tarafından çaldırıldı. Bu albümden İzel ile düet söylediyi "Töre", "Tövbe" ve çok hareketli "Cici kız" şarkılar hit oldu.
2002 yılında, usta sanatçı Müjdat Gezen'in Efendy Show Theatre için hazırladığı "Kabare Tri Peypırs" da Müjdat Gezen, Nükhet Duru, Ayşen Gruda, İlhan Daner, Ateşböceği Ercan ve Cem Özer birçok usta sanatçıyla birlikte yer aldı. 2002 yılında çıkardığı yol albümünde Türkiye’nin en iyi yorumcularından biri olan Ebru Gündeş ile beraber yaptığı “sen yoluna ben yoluma “isimli düet ile listelerin ilk sırasına oturan Çelik, Bu sırada Unıversal müzikte yaşanan ve tüm sanatçıları sarsan gelişme sonrası çok zor bir döneme girdi. Plak şirketi iflas ettikten sonra başka firmalarla çalışan ancak bir türlü istediği ortamı bulamayan sanatçı, 2003 de Affet, 2005 de Gariban, 2006 da Kod adı aşk ve beş sene sonra 2011 de kalp gözü isimli albümleri yayınlamasına rağmen kendi deyimi ile “eski havasını bir türlü bulamadı".
Hem akademik hem de profesyonel kariyerini sürdürürken bir süre kendi iç dünyasına çekilmek isteyen Çelik, 2012 yılında tekrar harekete geçti, Milat isimli albümle geçmişine bir çizgi çekti ve bu albümün öncesi ve sonrası şeklinde yorumlanacak olan planlarını uygulamaya başladı.
2013 yılında Unıversal-Avrupa müzik imzasıyla yayınlanan Best of Çelik albümü sonrasına kadar ısrarla ürettiği hiçbir yeni şarkıyı yayınlamadı.
2015 yılının hemen başında digital platformda yer alan “Yüksek dozda aşk” ve “Benimki de kalp” isimli yeni şarkısı ile Çelik bir yandan eser üretmeye devam ederken, diğer yandan da Atölye On isimli yapım şirketini kurarak, 30 senelik kariyerinin tecrübelerini projelerle süslemeye devam ediyor. Bu projeler devam ederken, 90 yıllardaki her albümde yer alan bir hit şarkısını tekrar güncellemeyi düşünen Çelik şimdilerde 2015 son baharında yayınlamayı düşündüğü “Sanatçının adli günlüğü” isimli kitabını yazıyor.2016 Şubat ayında İyi Günde Kötü Günde isimli albümünü yayınladı.İlk klip ise Yerlerdeyim adlı esere çekildi.Bir sonraki klip ise Nereye Kadar isimli esere çekilmiştir.
Kendisini “Emek ve Değer” konusuna çok önem veren biri olarak tanımlayan Çelik, 2004 yılında Yumuşakçalar ve Diplomasi isimli bir kitap yazdı. Kitapta "Mustafa Kemal Atatürk'ün İstiklali Tam Ülke anlayışından hareketle onun ilke ve devrimleri" düşüncesini vurgulayarak vatanseverliğini ön plana çıkarmıştır.
“İlmi ile amel etmek” sözünden çok etkilendiğini söyleyen Çelik, eylemciliğini teoride bırakmadı ve 2013 yılında kendi kulvarında beraber yol aldığı müzisyenlerden farklı bir adım atarak, kendisi tarafından yazılan ŞİZOİD isimli müzikalde, hem senaryo yazdı, hem prodüksiyon, hem de oyunculuk yaptı ve “cici kız” tiplemesi için, kendisinden hiç beklenilmeyen ve ancak eylemci tanımına uyacak birinin yapacağı bir işe imza attı; Yıldırım Mayruk imzalı bir kostüm giyerek, Moda dünyasının haşarı çocuğu, kendisine “terzi yamağı” diyen Barbaros Şansal tasarımıyla kadın kılığında sahneye çıktı ve başrol oynadı.
Yeni Çağ gazetesinde köşe yazıları yazdı. Sosyal konularda fikirlerini albümlerinde müzik ile belirten Çelik, “cici kız alemde” şarkısı ile bir taşlama yaparken, “acil durum” şarkısı ile Türkiye’nin siyasi geleceğine dair bir şerh koydu. Evrensel ilkelerin bir sembolü olarak gördüğü Atatürk ilkelerine neden sahip çıkılması gerektiğini yeri geldikçe paylaştı. Bu ilkelerin sadece bir insanın düşünceleri değil, arkası insanlık tarihiyle yüklü bir bellek olduğunu düşünen Çelik, sanatçı ve akademisyen olarak bunları söylemenin bir iddia değil, bir zorunluluk olduğunu, sorumluluğu gereği bunu yapmasının kaçınılmaz olduğunu her platformda açıklarken, bu ilkelere sahip çıkılmadığında ülkenin çok büyük sorunlarla karşılaşacağı bir döneme doğru gidildiğine dair uyarılarda bulunmayı görev saydı ve tüm eleştirilere karşı bunu yaptı.
İki kez evlenip boşanan Erişçi, ikinci evliliğini model Buket |
Saygı'yla yapmıştır. Bu evlilikten Atilla Ata Erişçi isimlı bir erkek çocuk sahibidir.
Rapier
İsmini Yeni Çağ’da Avrupalı soyluların kullandığı ince ve esnek bir kılıçtan alan Rapier, İngiliz silah üreticisi BAE Systems tarafından üretilen yerden radar ve elektro-optik güdümlü bir alçak irtifa hava savunma sistemidir. Tasarım amacı hava üsleri ile bazı stratejik/ekonomik hedeflerin alçak irtifa hava savunmasının sağlanmasıdır.
Rapier, 23 km yarıçapında bir bölgenin renkli görüntüsünü verebilen, dost ve düşman uçaklarını sahip olduğu IFF teçhizatı sayesinde ayırt edebilen, elektronik yanıltma uygulayan tehdidi [ECM] ayrı sembollerle gösteren gelişmiş DN-181 Blindfire İzleme Radarı tarafından yönlendirilmektedir. Uçaksavar giriş kapı ve koridorları skop üzerinde işaretlenmekte, koridorda uçan uçaklara atış kısıtlaması getirilmektedir.
Sistemin atış gücünü Rapier MK-I ve MK-II füzeleri oluşturmaktadır. Rapier MK-II füzesi 2.24 m uzunluğunda, 0.13 m eninde ve 43 kg ağırlığında olup 0.38 m kanat genişliğine sahiptir. İki aşamalı katı yakıtlı roket motorunun sağladığı 2.5 mach hızla hedefe yönelir ve seyir sırasında 30 g'lik manevralar yapabilir. Yaklaşma/yakınlık tapalı bir füzedir ve hedefe yakın bir mesafede patlayarak hedefi etkisiz hale getirir. 8 km etkili menzile ve 5 km etkili irtifaya sahiptir. Füzenin raf ömrü 15 senedir. Fırlatma lançerine bir seferde 4 adet füze yerleştirilebilir. İki personel 4 füzeyi 2 dakika içinde atışa hazır hale getirebilmektedir.
Füze ile fırlatma istasyonu arasında kesintisiz bir radyo link bağlantısı vardır. Rapier füzesi yerden E/O sistem veya Blindfire atış kontrol radarı ile güdümlenerek fırlatılır. Füze seyir halindeyken hedef uçağın yerden takibi de sürekli devam eder. Blindfire atış kontrol radarı tarafından elde edilen bu bilgilerden hareketle gerekli güdüm algoritmalarını hesaplayan atış kontrol bilgisayarı, radyo link vasıtasıyla füzeye sürekli olarak hedefi vurması için gerekli uçuş yolu düzeltme komutlarını bir gönderir. Yer kontrol istasyonundan gelen manevra bilgileriyle hareket eden füze hedefe ulaşır.
Rapier, araçla çekili bir füze olup tekerlekli araçlarla çekilerek kurulan bir sistemdir. Bu amaç için Türk Hava Kuvvetlerinde Land Rover 130 Rapier Çekici arazi aracı kullanılmaktadır. Sistem istenirse çevreye hakim bir tepeye helikopter yardımı ile de konuşlandırılabilmektedir.
Türkiye, 1983 yılında alçak irtifa hava savunma kabiliyetinin geliştirilmesi amacıyla 146 milyon £ karşılığında 36 adet Rapier lançeri, 12 adet Blindfire izleme radarı ve 468 adet Rapier Mk-II füzesi siparişi vermiş, teslimatlar 1983-1985 arasında gerçekleşmiştir. 1985'te yeniden 36 adet Rapier lançeri ve 15 adet Blindfire izleme radarı sipariş edilmiş, bu teslimatlar da 1986-1988 arasında tamamlanmıştır. Ocak 1995'te ABD tarafından alınan bir kararla İncirlik ve İzmir'deki NATO askeri tesislerinin alçak irtifa hava savunmasında kullanılan 14 adet Rapier lançeri, 13 adet Blindfire izleme radarı ve 515 adet Rapier MK-I füzesi EDA yardımı kapsamında Türkiye'ye hibe edilmiştir.
1996 yılı Ocak ayında Milli Savunma Bakanlığı ve BAE Systems arasında yapılan bir anlaşma ile Türk Hava Kuvvetleri envanterindeki Rapier sistemlerinin Rapier II adıyla B1X seviyesinde modernize edilmesi kararlaştırılmış, 70 milyon £ maliyetle 78 adet Rapier'ın Şubat 1996 ile Mayıs 1999 arasında B1X seviyesinde modernizasyonu gerçekleştirilmiştir. Ağustos 1999 tarihinde imzalanan bir diğer anlaşma ile de söz konusu lançerlerde kullanılmak üzere toplam 840 adet yaklaşımlı tapaya sahip yüksek performanslı Rapier Mk-IIB füzesi sipariş edilmiştir. Yılda 80 adet olmak üzere 10 yıllık program altında gerçekleştirilmesi öngörülen projede ayrıca İngiliz Kara ve Hava Kuvvetleri için 1.500 adet Rapier Mk-IIB füzesi imal edilmektedir. Aselsan [Ateş Güvenliği Birimi ve Açısal İvme Algılama Birimi'nin üretimi], Kalekalıp [Komple gövde parçalarının üretimi], Roketsan [Motor üretimi ve nihai montaj] ve Havelsan'ın altyüklenici olarak görev aldığı 129 milyon £ değerindeki projede yerli katkı değeri, doğrudan off-setlerle birlikte yaklaşık 50 milyon $ olarak öngörülmüştür.
Sistemin harekata hazırlık oranı ve ECM ortamındaki harekat performansı artırılmış, anti-radar füzelerine karşı sessiz kalma modu kazandırılmış ve Rapier Mk-IIB füzeleri sayesinde hedef angajman menzilinde kayda değer bir artış sağlanmıştır.
Rapier sisteminin diğer kullanıcıları İngiltere, Avustralya, Brunei, Endonezya, İsviçre, İran, Katar, Singapur ve Umman'dır. 2000'li yıllarda özellikle Malezya’nın isteği üzerine Rapier daha da geliştirilmiş ve bir seferde 8 füze taşıyabilen, elekro-optik sistemlerle donatılmış ve aynı römorka entegre edilmiş bir sistem olarak Jernas adıyla pazara sunulmuştur. Bu sistem hedef takibi için K-band monopulse radar kullanmaktadır.
Tip : Alçak İrtifa Hava Savunma Füzesi
Üretici : BAE Systems / İngiltere ((roketsan)) ((türkiye))
Uzunluk : 2,24 m
Kanat Genişliği : 0,13 m
Yükseklik : 0,38
Fırlatma Ağırlığı : 43 kg
Hız : 2,5 mach
Manevra Limiti : 30 g
Azami Menzil : 8 km
Azami İrtifa : 5 km
Raf Ömrü : 15 sene
Banu Alkan
Banu Alkan (d. Liz Remka Rebronja; 1 Temmuz 1958, Dubrovnik, Hırvatistan), Türk oyuncu ve şarkıcı.
Liz Remka Rebronja, Sancak kökenli marangoz bir babanın beşinci çocuğu olarak 1 Temmuz 1958'de (o zaman Yugoslavya) Hırvatistan'nın Dubrovnik kentinde dünyaya geldi. Ailesiyle birlikte 1966 yılının Aralık ayında Balıkesir ilinin Edremit ilçesine göç etti. Rebronja ailesi, Türk vatandaşı olup "Alkan" soyadını aldı ve Hırvatça "yaban gülü" anlamına gelen Remka, önce Yaprak sonra da Banu oldu. İstanbul'a taşınarak Kartal’da ikamet ettiler ve çocukluğunun büyük bir bölümü orada geçti. Kartal Maltepe Lisesi'nde başladığını öğrenimini lise 2. sınıfta bıraktı.
Gençliğinde rüyalarını süsleyen mankenliğe 16 yaşında LCC kurslarına giderek başladı ve Aydan Adan-Füsun Özben Mankenlik Ajansı’nın kadrosuna girerek bazı reklam filmlerinde rol aldı. Sanatçı, 17 yaşındayken evli ve zengin bir iş adamı olan Gürbüz Hanif’le birlikte olmaya başladı. 20 yıla yakın süren bu ilişki, Hanif’e kanser teşhisi konmasından kısa bir süre sonra ölmesiyle sona erdi. Alkan, bu 20 yıl boyunca oldukça rahat bir hayat yaşamıştı. Banu Alkan 1989 yılında çektiği son filminden sonra uzun bir süre ortada görünmedi. 1998 yılında, “Neremi” adlı bir albüm çıkartarak gündeme oturdu. Oyuncunun şarkısı, sesi ve yorumu uzun süre eleştirildi ve ilgi odağı oldu. Alkan, 2001 yılında “Tuzu Kurular” ve 2005 yılında da “Kızma Birader” isimli televizyon dizilerinde oynadı. 1975'te LCC Mankenlik Eğitimi, 1985'te Lady School Paris'te eğitim ve 1996'de özel şan dersleri aldı.
Banu Alkan, 1974 – 1989 yılları arasında çektiği filmlerle de, çıkardığı albümle de adından sürekli söz ettirmeyi başaran bir isimdir. “Afrodit” lakaplı sanatçı, her zaman olumlu tepki toplamasa da sürekli gündemde kalmayı başarmaktadır.
RapidQ
RapidQ (veya "Rapid-Q") yarı-nesneye yönelik BASIC türevi bir programlama dilidir. Microsoft Windows ve Linux altında çalışan programlar oluşturmak için kullanılabilir.
RapidQ'nun yazarı William Yu, kaynak kodunu REAL Software şirketine 2000 yılında sattıktan sonra RapidQ güncellenmedi.
Sultan Alaeddin Camii
Sultan Alâeddin Camii, 12. yüzyılda Ankara’da İç Kale’nin girişinde, Selçuklu meliki Muhyiddin Mesud tarafından yaptırılmış camidir.
Ankara’nın en eski camisidir. II. Alaeddin Keykubad döneminde onarılmıştır ve bu yüzden “"Alâeddin Camii"” olarak bilinir. Osmanlı Sultanı II. Murat devrinde de onarım gören yapı, bazı kaynaklarda “"Muradiye Camii"” olarak anılır ancak halk arasında ve kaynaklarda “"Alâeddin"” ismi hiç terk edilmemiştir.
II. Kılıçarslan’ın oğullarından Muhyiddin Mesud’un Ankara’da hüküm sürdüğü devirde sarayla birlikte yapılmıştır.
Çivi çakmaların kullanıldığı sahte kündekâri tekniğiyle ile yapılmış ahşap minberi, doğusunda daha evvel inşa edilmiş eski Eski Camisi, batısındaki Selçuklu Sarayı, kuzeyindeki son cemaat yeri ve onun üstündeki kadınlar mahfeli ile sanat tarihi açısından önem taşır.
Ankara Kalesi’nin 1073’te Türkler tarafından fethedilmesinden sonra 12. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar şehirdeki Müslüman nüfus fazla değildi, bu dönemde Müslümanların diğer İslam şehirlerinin pek çoğunda olduğu gibi genellikle terkedilen veya ortak kullanılan Bizans mabetlerinde ibadet ettikleri düşünülür. Alâeddin Camii’nin doğusundaki, 15.92 m. uzunluğa ve en geniş yerde 9.13 m genişliğe sahip, günümüzde üstü tamamen açık olan alan, Türkler’in 1073’te Ankara Kalesini fethettikten sonra yaptıkları ilk cami idi (Eski Cami). Hemen batısında bir de kilisenin bulunduğu düşünülen Eski Cami, iç kaledeki mekân darlığı yüzünden çok küçük ebatlı idi. Bu yapıdan günümüze gelen en önemli unsur üst yarısı tamamen yıkılmış olan ve iki kademe halinde derinleşen mihraptır.
Anadolu Selçuklu Devleti toprakları II.Kılıçarslan tarafından oğulları arasında pay edildiğinde kendisine Ankara toprakları verilen Muhyiddin Mesud, 1186-1204 yılları arasında bu şehirde yaşadı. Ankara’da hüküm sürdüğü dönemde şehirde bir saray yaptırdığı; günümüzde Alâeddin Camii olarak adlandırılan camiyi sarayla birlikte inşa ettirdiği düşünülür. Kıble duvarının batı ucunda bulunan ve küçük bir dehlize açılan kapıdan saraya bağlantı sağladığı ihtimali üzerinde durulur
Caminin minber kitabesinde minberin cami ile birlikte yapıldığı ifade edilir ve "Hicri Safer 594" (Miladi Kasım 1197) tarihi yer alır. Kimi araştırmacılar bunun 574 (1178) olarak da okunabileceğini belirtmişlerdir ve caminin girişine 1178 tarihi yazılmıştır.
Caminin kuzeyindeki son cemaat yeri ile üstündeki kadınlar mahfeli cami ile birlikte yapılmıştır. Anadolu’daki son cemaat yeri ve üst katta kadınlar mahfeli olan ilk camidir. Hacı Bayram, İbadullah, Ağaç Ayak ve Zincirli camileri gibi pek çok esere ilham vermiştir.
Muhyiddin Mesud’un bağımsız bir melik gibi hareket etmesi, kardeşi Rükneddin Süleyman Şah’ın şehri kuşatmasına sebep olmuştur. Uzun süren bu kuşatmada cam |
inin ağır darbeler aldığı sanılıyor. 1204’te şehri teslim etmek zorunda kalan Muhyiddin Mesud öldürülmüş ve taht kavgaları sürüp giderken birkaç sene sonra Alâeddin Keykubad Ankara’ya sığınmıştır. Ankara’da iki yıl kalan Keykubad’in camiyi yenilediği kabul edilir. Ancak Keykubad, 1213’te şehri ağabeyi Keykavus’a terk etmek zorunda kalmıştır. Kalenin hemen bitişiğinde yer alan caminin bu kuşatmada da hasar görmüş olması muhtemeldir.
Yapı 361 yılında Sultan Orhan’ın valisi Sülü Paşa ve II. Murad devrinde 1433 yılında Şerif Sünbül Hatun tarafından onartılmış; II. Abdülhamid devrinde 1895 yılında tekrar onarım görmüştür. Cumhuriyet devrinde ise 1954 ve 1985 yıllarında da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Geçirdiği birçok tamirle aslî mimarisini epeyce kaybetmiştir.
Kıbleye dik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen planlı düz tavanlı bir harim ile kuzeyde devşirme sütunlar üzerine yine düz tavanlı olarak inşa edilen bir son cemaat yerinden meydana gelir. Üstü ahşap düz tavanla örtülüdür.
Kuzeyde giriş kapısının iki yanında, son cemaat yerine açılan iki, batıda altta ve üstte üçer, doğuda altta üç ve kıblede üstte beş olmak üzere, toplam onaltı pencere ile aydınlanır. Ayrıca kadınlar mahfilinde de kuzeye açılan üç pencere bulunur.
Harimin kuzeyinde giriş kapısının iki yanında müezzin mahfili ve üstte de oyma kafes usulü ile yapılmış, giriş kapısı üzerindeki orta kısmı yarım daire şekilli kadınlar mahfeli yer alır.
Mihrap, 1895 yılındaki onarımdan kalmadır.
Mabedin dışında mermere oyularak yazılmış dört satırlık imar kitabesi, kapı üzerinde üçer satırdan oluşan iki adet tamir kitabesi ve minberde yine imar kitabesi bulunur.
Sol taraftaki tamir kitabesi miladi 1361 yılı tarihlidir ve Türkçesi şu şekildedir: ""Büyük efendimiz ulu Sultan (Tanrı mülkünü ebedi kılsın) cemaatinden Lulu Paşa 763 (hicri) senesinde bu mübarek camiyi tamir etti.""
Sağ taraftaki tamir kitabesi miladi 1433 tarihlidir ve Türkçesi şu şekildedir: ""Tanrı'nın mağrifetini dilemek için bu kutlu mescidi Mehmet Han oğlu Murat Han saltanatı günlerinde Şerife Sünbül Hatun 837 (hicri) yılında tamir ettirdi.""
Mabedin minberi, dönemin ağaç işçiliğini taşıyan en güzel örneklerdendir. Ceviz ağacından oyularak Çivi çakmaların kullanıldığı sahte kündekâri ekniğiyle yapılan minberde sekizgenler arasına yerleşen yıldızlar ve baklava şekilleri içerisinde rumi kompozisyonlar görülür. Minberin merdiven kapısı üzerinde dendanlı geometrik şekiller haricinde iki hilal motifi görülür. Bu kapıdaki kündekarî zamanla yıpranmış ve geçmeleri hasar gördüğünden çakılmıştır.
Minberin yanında bulunan kitabeye göre minberinustası, Marangoz Ebubekir oğlu İbrahim Rûmî'dir.
Minberin 15. asırda yapılan ikinci tamiratında kalan pencere kanadı ise Ankara Etnografya Müzesinde sergilenmektedir.
Caminin minaresi kuzeybatı köşede camiden ayrı, kare planlı, kesme taş bir kaide üzerinde yükselmektedir.1433 yılındaki onarımda inşa edildiği sanılır. Silindirik tuğla gövde üzerine yumuşak beyaz taşla yapılan minare tek şerefeli ve 30 metre yüksekliğindedir. Tuğla gövdenin altında ve üstünde birer taş bilezik dolaşmaktadır. Taş korkuluklu şerefeye kirpi saçaklarla geçilir. Peteğin üstü kurşun külâhlıdır.
Caminin kuzeybatı köşesinde, son cemaat yerinin sokağa bakan cephesinde, caminin korkuluk duvarı içine gömülmüş durumda, sağlam olmasına rağmen bugün suyu kesilerek kullandırılmayan, dikdörtgen şekilli bir eski çeşme bulunmaktadır. Suyunun taşıma usulü ile temin edildiği, cemaatin abdest alması için namaz vakitlerinde suyun özel bir tesisatla salıverildiği sanılmaktadır. Çeşmenin üzerinde ayrıca isteyenin her zaman tasla su içmesini sağlayan sebil bulunur. Bu çeşmes-sebilin Selçuklular devrinden beri mevcut olduğu sanılmaktadır.
Samed Vurgun
Samed Vurgun (Azerbaycan alfabesi: Səməd Vurğun, Kiril: Сəмəд Вурғун; gerçek adı: Samed Yusif oğlu Vekilov (d. 21 Mart ya da 12 Mayıs 1906; Kazah — ö. 27 Mayıs 1956; Bakü) - Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti`nin ve SSCB`nin önde gelen şairlerindendir.
Kazah bölgesindeki Salahlı köyünde doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde tamamladı.
1918’de dönemin bilinen eğitimcilerinden Feridun Bey Köçerli tarafından Kazah’ta kurulan iyi bir okulda eğitimini sürdürdü. Bu dönemde Avrupa edebiyatınınbrn önde gelen yazarları öğrenme fırsatı buldu. Aynı zamanda Tevfik Fikret, Namık Kemal’i inceledi.getdi gozelgunlerimiz bade
yaklaşık 1922 ’de ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. Ancak adını ilk duyurduğu şiiri "Civanlara Hitap" 1925 yılında geniş çevrelere ulaştı. Sonraki yıllarda bölgedeki birçok gazete ve dergide yazıları, şiirleri yeraldı. Bu dönemde "Vurgun" adını kullanmaya başladı.
1929 yılında Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girdi. Özelikle 1930-40 yılları arasında edebiyat çevrelerinde tanınan biri haline geldi.
"Vakıf" adlı eseri 1941 yılında Stalin adına verilen ödülü aldı. Yine aynı dönemlerde Nizami Gencevi’nin "Leyla ile Mecnun" adlı eserini Azericeye çevirdi.
Ölümünden kısa bir süre önce tarihte ilk kez "Azerbaycan’ın Halk Şairi" unvanı verildi.
Bakü’de öldü ve orada toprağa verildi.
Tiyatro
Önemli Şiirleri
Şorca
Şorca veya Şor Türkçesi (Шор тили), Şorlar tarafından konuşulan Türk lehçelerinin Sibirya öbeğine ait kolu, çağdaş Türk yazı dillerinden biridir. Tuvacaya büyük benzerlik gösterir. Hakaslar gibi kendilerine Tadar (Tatar) kişi demektedirler. Rusya'nın Kemerovo bölgesinde 2.840 (2010 yılı) kişi konuşmaktadır. Günümüzde Şorca Kemerovo Üniversitesi'nde öğretilmektedir.
Şorcanın alfabesi 19. yüzyılın ortalarında Rus Hıristiyan misyonerleri tarafından oluşturulmuştur. 1929-1938 yılları arasında Latin alfabesi kullanan Şorlar, sonra tekrar Sovyet-Rus yönetiminin baskısı ile Kiril Alfabesi'ne geçirilmişlerdir.
Şor alfabesinde şu harfler vardır:
А Б В Г Д Е З И Й К Қ Л М Н
О Ö П Р С Т У Ӱ Ф Х Ч Ш Ы Э Я
Transkripsiyon
Bütün Türk Diyalekt (lehçe) ve şivelerinde olduğu gibi yani Tüm Türk dillerindeki özellikler gibi zümre, sınıf, cinsiyet, kategori ayrımı yoktur.
Çokluk eki kelimeye göre ayarlanır, bu ekler (-lar/-ler, -nar/-ner, -tar/-ter), ekleridir.
Туған черим – Тағлығ Шор.
Чатқан чуртум ырыстығ чурт.
Туған ичем – Қудайдығ иче.
Чатқан ÿгем чарық ÿге.
Туған черимде – ақ чачықтар.
Чатқан черимде – кöк тегри.
Tuğan çerim- Tağlığ Şor.
Çatqan çurtum ırıstığ çurt.
Tuğan içem- Qudaydığ içe.
Çatqan ügem çarıq üge.
Tuğan çerimde - aq çaçıqtar.
Çatqan çerimde- Kök Tegri.
Armada
Armada İspanyolca'dan dilimize geçmiş bir sözcüktür ve "donanma" anlamına gelir. İspanyolca'da "silahlanmış" kelimesinden türemiştir.
Karum
Bolton Wanderers FC
Bolton Wanderers Football Club Horwich, İngiltere'de kurulan futbol kulübü. Şu anda EFL Championship'te mücadele etmektedir.
"31 Ağustos 2012 itibarıyla"
Johannes Kepler
Johannes Kepler (; (d. 27 Aralık 1571 – ö. 15 Kasım 1630) Alman matematikçi, astronom ve bir gökbilimci'dir. 17. Yüzyılın bilimsel devriminde, "Astronoma Nova", "Harmonik Mundi" ve "Kopernik Astronomi Özeti" adlı çalışmalarına bağlı olarak, şahsen ortaya çıkardığı Kepler'in gezegensel hareket yasaları ile tanınır. Ayrıca bu çalışmalar Isaac Newton’un evrensel yerçekimi kuvveti teorisine dayanak sağlamıştır.
Kariyeri boyunca, Graz, Avusturya’da bir papaz okulunda matematik öğretmenliği yaptı. Aynı okulda Prince Hans Ulrich von Eggenberg de öğretmenlik yapmakta idi. Daha sonra gök bilimci Tycho Brahe’in asistan oldu. Daha sonra imparator II. Rudolf döneminde "imparatorluk matematikçi" unvanı verilerek imparatorluk memuru olarak çalıştı ve onun iki varisi Matthias ve II. Ferdinand dönemlerinde de bu görevlerle uğraştı. Bu dönemlerde Linz'de matematik öğretmeni ve General Wallenstein’ın danışmanlığı görevlerinde bulundu. Bunların yanında, optik biliminin temel bilimsel prensipleri üzerinde çalışmalar yaptı; "Kepler-tipi teleskop" adıyla anılan bir "kırıcı teleskop"un geliştirilmiş bir tipini icat etti ve kendi ile aynı dönemde yaşamış olan Galileo Galilei nin teleskopik buluşlarında da ismen bahsedildi.
Kepler "astronomi" ve "astroloji" arasında net bir ayrımının olmadığı fakat "astronomi" (beşeri bilimler içinde matematiğin bir dalı) ve "fiziğin" (doğa felsefesinin bir dalı) belirgin bir şekilde ayrıldığı bir dönemde yaşadı. Kepler bilimsel çalışmaları içine dinsel tartışma iddiaları ve mantıkı gelişmeleri da ihtiva etmiştir. Bu bilimsel düşünceye dinsel ihtivalar yapmasına neden şahsi inancı ve imanıdır. Kepler'in bu sahsi iman ve inançlarına göre Tanrı dünya ve doğayı bir tanrısal üstün-zeka planına bağlı olarak yaratmıştır; ama Kepler'e gore Tanrı'nın üstün-zeka planı doğal insan düşüncesi ile açıklanıp ortaya çıkartılabilir. Kepler kendi hazırladığı yeni astronomiyi "göksel fizik" olarak tanımlamıştır. Kepler'e göre "Göksel Fizik", "Aristo'nun "Metafizik" eserine bir giriş yapma ve Aristo'nun "Gökler Üzerine" eserine bir ek olarak hazırlanmıştır. Böylece Kepler "astronomi" olarak bilinen gayet antik "Fiziksel kozmoloji" geleneksel bilimini değiştirmiş ve yerine astronomi bilimini evrensel matematiksel fizik olarak ele almıştır.
Johannes Kepler, 27 Aralık 1571 tarihinde Evanjelist Yuhanna yortu gününde Bağımsız bir İmparatorluk şehri olan Weil der Stadt şehrinde doğdu. Bu şehir günümüzdeki Almanya'nın Baden-Württemberg land-eyaletinde bulunan "Stuttgart bölgesi"ndedir. Sttutgart şehir merkezinin batısında merkezzen 30 km uzaklıktadır. Büyükbabası Sebald Kepler bir hanci idi ve bir zamanlar şehrin belediye başkanı olmuştu; ama Johannes doğduğunda kendinden büyük iki erkek kardeşi ve iki kız kardeşi olan Kepler'in ailesinin servetinde düşüş yaşanmıştı. Babası, Heinrich Kepler, bir paralı asker olarak güvencesiz bir yaşam kazanmakta idi ve Johannes beş yaşında iken ailesini terk etmiş ve ondan daha haber alınamamıştı. Hollanda'da "Seksen Yıl Savaşları"nda öldüğü sanılıyor. Annesi Katharına Güldenmann hancının kızı idi ve geleneksel hastalık ve sağlık için bitkileri toplayıp ilaç olarak satan herboloji aktarı ve bir geleneksel hekim idi. Annesi erken doğum yaptığı için Jonannes bebekliği |
ni ve küçük çocukluğunu gayet zayıf hastalıklı olarak geçirdi. Kepler daha çocukken gayet olağanüstü, mucizevi derin matematik yeteneği ile büyükbabası'nın hanında ona matematiksel sorular ve problemler soran müşterilere gayet dakik ve doğru cevaplar vererek han müşterilerini sık sık eğlendirdiği bildirilmiştir.
O küçük yaşta astronomi ile tanıştı ve bütün hayatını ona adadı. Altı yaşında iken 1577'de Avrupa ve Asya'nın birçok ülkesinde gayet net görülebilen "1577 Büyük Kuyruklu Yıldızı (Great Comet)"nı gözlemlemesi için annesi onu yüksek bir tepeye götürmüştü. 1580'de 9 yaşında iken bir Ay Tutulması olayını da gözlemlemişti ve bunun için gayet açık bir kırsal alan gittiğini ve tutulmakta olan ayın "gayet kırmızı" renk aldığını yazmıştır. Fakat Kepler çocukluğunda çiçek hastalığı geçirdiği için eli çolak sakat kaldı ve gözleri de zayıf idi. Bu sağlık engelleri dolayısıyla astronomi alanında gözlemci olarak çalışma imkanları kısıtlanmıştır.
Akademik lise okulundan, Latince okulundan ve papaz okulundan Maulbronn'da okuyup mezun olduktan 1589 yılında Kepler Tübingen Üniversitesi'nde Tübinger Stift adı verilen kolj-fakultesye devam etmeye başladı. Orada, orada Vitus Müller altinda felsefe ve Jacop Heerbrand (Wittenberg Universitesi'nde Philipp Melanchthonat’ın öğrencisi idi) altında teoloji okudu . Jacop Heerbrand 1590 yılında Tübingen Üniversite Şansölyesi olana kadar Michael Maestlin’e de teoloji öğretmişti. Çok iyi bir matematikçi olduğu için Kepler hemen kendini üniversitede gösterdi Anyi dönemde gayet iyi yetenekli bir astrolojici burç yorumcusu olduğu anlaşıldığı için üniversite arkadaşlarının yıldız fallarına bakmakla işim yaptı. k Tübingen'in profesörü Micheal Maestlin’in öğretileri ile hem Batlamyus'un sistemi yermerkezci geosantrizm sistemini hem de Kopernik'un güneş merkezli heliosentrizim sistemi gezegensel hareket sistemini öğrendi. O dönemde güneş merkezli heliosentrizim sistemini uygun görme=kte idi. Üniversitede yapılan bilimsel münazaralradan birinde Kepler hem teorik açıdan hem de dinsel teoloji açısından güneş merkezli heliosentrizim sistemi teorilerini savundu ve Evrendeki hareketlerinin temel kaynağının güneş olduğunu iddia etti. Kepler üniversiteden mezun olunca bir Protestan papazı olmak istemekteydi. Fakat üniversite çalışmalarının sonunda, Nisan 1594'de 25 yasında iken, Kepler gayet prestijli bir akademik okul olan (sonradan Graz Üniversitesi'ne dönüştürülecek) Graz'daki Protestan okulundan matematik ve astronomi öğretmenliğine tavsiye olundu ve bu öğretmenlik pozisyonunu kabul etti. Barker, Peter ve Goldstein, Bernard R. "Theological Foundations of Kepler's Astronomy", "Osiris, 2nd Series, Vol. 16"
Johannes Kepler’in ilk temel astronomik çalışması olan Mysterium Cosmographicum ("The Cosmographic Mystery") onun ilk basılmış Kopernik sisteminin savunmasıdır. Kepler 19 Temmuz 1655 de, Graz da öğretmenlik yaptığı sırada, Satürn ve Jüpiter in periyodik kavuşmalarının burçlarda görüneceğini ileri sürdü. Kepler sıradan poligonların evrenin geometrik temeli olarak sorguladığı bir yazılı ve bir sınırlandırılmış daire ile kesin oranlarda bağlandığını fark etti. Astronomik gözlemlerine uyan poligonların tek bir dizilişini (ekstra gezegenler de sisteme katılır) bulamamasından sonra Kepler üç boyutlu polihedra ile deneyler yapmaya başladı. Her Platonik katı maddeden birinin eşsiz olarak yazılı ve bu katı cisimleri iç içe koyan ve her birini küre içine kapatan ve her biri 6 tabaka üreten (6 bilinen gezegen olan Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter ve Satürn) küresel gök cisimleri ile sınırlandırılmış olduğunu buldu.Bu katı maddeler düzgünce sıralandığında sekizyüzlü, yirmi yüzlü, on ikiyüzlü, düzgün dörtyüzlü ve küp. Kepler kürelerin Güneş i çevreleyen daire içinde her bir gezegenin kendi yörüngesinin büyüklüğüyle orantılı olarak belirli aralıklar (astronomik gözlemlere uygun kesin limitler içinde) ile yerleştiğini buldu. Ayrıca Kepler her gezegenin küresinin yörünge periyodunun uzunluğuyla ilgili bir formül geliştirdi: içteki gezegenden dıştaki gezegene doğru yörünge periyotlarındaki artış küre yarıçapının iki katı kadardır. Fakat Kepler daha sonra bu formülü kesin olmaması gerekçesiyle reddetti.
Başlıkta da belirtildiği gibi, Kepler Tanrı’nın evren için düşündüğü geometrik planı açığa kavuşturduğunu düşünmüştü. Kepler’in Kopernik sistemleriyle ilgili hevesinin büyük kısmı onun fizik ile Dinsel görüş (Güneşin Babayı, yıldızlar sisteminin Oğul ve aradaki boşluğu Kutsal Ruh u temsil ettiği evrenin tanrının bir yansıması olduğu) arasında bir bağ olduğuna inandığı teolojik inancından kaynaklanıyordu. Mysterium Taslağı geosentrizmi destekleyen heliyosentrizmin incile ait parçalarla uzlaşmasıyla ilgili genişletilmiş bölümler içerir.
Mysterium 1596 da basıldı ve Kepler kopyaları aldı ve 1597 de öne çıkan astronomlara ve destekçilere göndermeye başladı. Çok geniş çaplı okunmadı fakat Kepler in çok yetenekli bir astronom olarak ün salmasını sağladı. Coşkulu bir fedakârlık, güçlü destekleyiciler ve Graz daki pozisyonunu koruyan bu adam patronaj sisteminin gelmesi için önemli bir kapı açtı.
Her ne kadar detaylar daha sonraki çalışmalarında modifiye edilmiş olsa da, Kepler asla Mysterium Cosmographicum’un Platonist çokyüzlü-küresel kozmolojisinden feragat etmedi. Onun daha sonraki temel astronomik çalışmalarının sadece biraz geliştirilmesi gerekmiştir: gezegen yörüngelerinin dışmerkezlik hesaplamalarını yaparak küreler için daha kesin iç ve dış boyutlarını hesaplamak. 1621 yılında Kepler Mysterium‘un yarısı kadar daha uzun, ilk baskıdan sonraki 25 yılda yapılan düzeltme ve gelişmelerin detaylarını içeren gelişletilmiş ikinci baskısını yayınladı.
Mysterium ın etkisi açısından Nicolaus Copernicus ın "De Revolutionibus" da öne sürdüğü teorinin ilk modernleştirilmesi gibi önemli görülebilir. Copernicus bu kitapta güneş merkezli sistemde öncü olarak ileri sürülürken o gezegenlerin yörünge hızlarındaki değişikliği açıklamak için Ptolemaik aletlere (dış çeber ve eksantirik çerçeveler) başvurdu. Ayrıca güneş yerine hesaplamaya yardım etmesi ve Ptolemi den çok saparak okuyucunun kafasını karıştırmamak için dünyanın yörünge merkezini referans aldı. Modern astronomi ana tezdeki eksiklikler dışında "Mysterium Cosmographicum"a Kopernik sisteminin Ptolemaic teoriden hala kopamayan kalıntılarını temizleyen ilk adım olduğu için oldukça borçludur. "
Aralık 1595 de, Kepler Gemma van Dvijneveldt adında genç bir kızı olan 23 yaşındaki dul Barbara Müller ile ilk defa tanıştı ve kur yapmaya başladı. Müller eski kocasının mülklerinin mirasçısı ve aynı zamanda başarılı bir değirmen sahibiydi. Babası Jobst başlangıçta Kepler in soyluluğuna karşı çıkmıştı; büyükbabasının soyu ona miras kalmasına rağmen fakirliği kabul edilemezdi. Jobst Kepler Mysterium u tamamladıktan sonra yumuşadı fakat nişanlanmaları baskının detaylarına yönelmesinden dolayı uzadı. Fakat evlendirmeyi organize eden kilise çalışanları Müllers i bu anlaşma ile şereflendirdi. Barbara ve Johannes Nisan 27, 1597 de evlendi.
Evliliğin ilk yıllarında, Kepler ler in iki çocuğu oldu (Heinrich ve Susanna) fakat ikisi de bebeklik döneminde öldü. 1602 yılında, bir kızları (Susanna); 1604 yılında bir oğulları (Friedrich); ve 1607 yılında ikinci oğulları (Ludwig) doğdu.
Mysterium yayımlanmasından sonra Graz okulunun denetimcilerinin yardımıyla Kepler çalışmalarını ierletmek için çok iddialı bir program başlattı. Dört kitap daha planladı: evrenin sabit boyutu (Güneş ve beş yılız); gezegenler ve hareketleri; gezegenlerin fiziksel yapısı ve coğrafi yapıların oluşması (özellikler Dünya ya odaklanmış); gökyüzünün Dünya üzerine etkisi, atmosferik etkiyi, metorolojiyi ve astrolojiyi içerir.
Aralarında Reimarus Ursus (Nicolaus Reimers Bär)— imparator matematikçi II. Rudolph ve ezeli rakibi Tycho Brahe un olduğu Mysterium u gönderdiği astronomlara fikirlerini sordu. Ursus direkt olarak cevap vermedi fakat Kepler'in mektubunu daha önceki anlaşmazlığını sürdürmek için Tyco ile Tychonic system adıyla yeniden yayımladı. Bu kara lekeye rağmen, Tycho Keplerl e mutabık kalmaya başladı, Kepler'in sistemini sert fakat onaylayan eleştirilerle eleştirdi. Bazı itirazlarla birlikte Tycho Copernicus’ dan kesin olmayan numerik datayı aldı. Mektuplar yoluyla Tycho ve Kepler Kopernik teorisindeki ay fenomenasının (özellikle dini yeterliliği) üzerinde duran birçok astronomik problemleri tartışmaya başladı. Fakat Tycho’nun belirgin bir şekilde daha kesin olan gözlemleri olmadan Kepler’in bu konular üzerine gitmesine imkân yoktu.
Onun yerine dikkatini kronoloji ve müziğin matematik ve fiziksel dünyayla nümerik ilişkisi olan "harmoni" ye ve onların astrolojik sonuçlarına yöneltti. Dünyanın bir ruhu olduğunu (güneşin gezegenlerin hareketine nasıl sebep olduğunu açıklamayan özelliği) kabul ederek astrolojik yönleri ve hava ve dünyavi fenomenlere olan astronomik mesafeleri birleştiren düşüntülü bir sistem geliştirdi.
1599’a kadar tekrar çalışmaları elindeki datanın kesin olmamasıyla kısıtlanmasında rağmen yei oluşan dini bir gerilim Graz daki çalışma durumunu tehdit etmeye başladı. O yılın Aralık ayında, Tycho Kepler i Prag a davet etti; 1 Ocak 1600 de(davetiyeyi henüz almadan) Kepler umutlarını Tycho’nun himayesinin bu filozofik hatta sosyal ve finansal problemleri çözebilecek olmasına bağladı.
4 Şubat 1600 d, Kepler Tycho Brahe ve asistanı Franz Tengnagel ve Longomontanus laTycho’nun yeni gözlemlerini yürüttüğü Benátky nad Jizerou (Prag’a 35 km mesafede) da tanıştı. Önündeki iki aydan fazla süre bıyunca Tycho’nun Mars gözlemlerini yapan bir misafir olarak kaldı. Tycho Kepler’in verilerini tedbirli bir şekilde inceledi ama Kepler’in teorik fikirlerinden çok etkilendi ve kısa zamanda daha fazla erişim verdi. Kepler Mysterium Cosmographicum daki teorisini Mars verileriyle test etmek istedi fakat çalışmanın iki yıl süreceğini hesapladı (kendi kullanımı için verileri kopyalayamadığı sürece). Johannes Jessenius’ un yardımı ile Kepler Tycho ile daha resmi iş anlaşmaları üzerine pazarlık etmeye başladı fakat |
bu pazarlık Kepler in Prag’ı 6 Nisanda kızgın bir tartışma ile terk etmesiyle son buldu. Kepler ve Tycho kısa süre içinde barıştı ve maaş ve kalma yeri konusunda Haziran ayında bir anlaşmaya vardı ve Kepler ailesini toplamak için Graz da evine döndü.
Graz daki politik ve dini zorluklar Kepler in Brahe’ye hızlıca dönme umutlarını altüst etti. Astronomik çalışmalarını devam ettirmek umuduyla Archduke Ferdinand ile bir görüşme ayarlamıştı. En sonunda, Kepler Ferdinand a ithafen ay hareketlerini açıklamak için kuvvete dayalı bir teoriyi ileri sürdüğü bir makale yazdı: "In Terra inest virtus, quae Lunam ciet" ("Dünyada Ay ın hareket etmesii sağlayan bir kuvvet vardır"). Bu makale ona Ferdinand in saltanatında yer sağlamasa da, ay eklipslerini ölçmek için 10 Temmuzda Graz da uyguladığı yeni bir method detaylandırmış oldu. Bu gözlemler onun optik kanunu üzerine yaptığı araştırmalarının Astronomiae Pars Optica da zirve yapmasının temelini oluşturdu.
2 Ağustos 1600 de Katalizim e dönüşü reddettiğinde, Kepler ve ailesi Graz’dan sürgün edildi. Birkaç ay sonra, Kepler Prag’a şimdilerde evin geri kalanının olduğu yere döndü. 1601 in büyük kısmında, direkt olarak Tycho tarafından desteklendi. Tycho Kepler i gezegen gözlemlemek ve Tycho’nun rakiplerine demet yazmakla görevlendirilmişti. Eylül ayında, Tycho Keplerin imparatora sunduğu yeni bir projenin (Prutenic Tables of Erasmus Reinhold’un yerine geçen Rudolphine Tables)komisyonunda ortak olmasını sağladı. Tycho’nun 24 Ekim 1601 deki beklenmedik ölümünden iki gün sonra, Kepler Tycho’nun bitmeyen işlerini tamamlama sorumluluğuna sahip büyük matematikçi varisi tayin edilmişti. Önündeki 11 yıl boyunca muhteşem matematikçi olarak hayatının en verimli dönemini geçirdi.
Ekim 1604 yılında, yeni parlak bir akşam yıldızı (SN 1604) çıktı, ama Kepler kendisi bu yıldızı görene kadar söylentilere inanmıyordu. Kepler sistemli olarak Novayı gözlemlemeye başladı. Astrolojik olarak, bu 1603 yılının sonunda ateşli trigonunda başlangıcı oldu. İki yıl sonra De Stella Nova da yeni bir yıldız tanımlayan Kepler imparatora astrolog ve matematikçi olarak sunuldu. Şüpheci yaklaşımları çeken astrolojik yorumları ele alırken Kepler yıldız astronomik özelliklerini adres etti. Yeni bir yıldızın doğuşu göklerin değişkenliğini ima etti. Bir ekte, Kepler ayrıca Polonyalı tarihçi Laurentius Suslyga son kronolojisi çalışmasını tartışmıştır: O Suslyga kabul çizelgeleri dört yıl geride olduğunu doğru olduğunu varsayıp, o zaman Bethlehem Yıldız önceki 800 yıllık döngüsünün ilk büyük bağlantılı ile çakışıp yok olacağını hesaplanmıştır.
Astronoma Nova’nın tamamlamasından ardından birçok Kepler araştırması Rudolphine Tablolarının hazırlanması üzerinde odaklanmıştır ve tabloya dayalı kapsamlı bir ephemeridesi (yıldız ve planetlerin pozisyonun özellikli tahminleri) kurdu. Ayrıca İtalyan gökbilimci ile işbirliği yapma girişim başarısız olmuştur. Onun bazı işleri kronoloji ile ilgilidir ve astroloji ve Helisaeus Roeslin gibi afetlerin dramatik tahminlerini de yapar.
Fizikçi Feselius bütün astrolojiyi ve Roeslinin özel çalışmalarını meslekten ihraç etme çalışmaları yayınlarken Kepler ve Roeslin saldırı ve karsı saldırı yaptığı seriyi yayınladılar. 1610 yılının ilk aylarında Galilea Galilei güçlü yeni teleskobunu kullanarak Jüpiter yörüngesindeki dört uyduyu keşfetti. Sidereus Nuncius olan hesabı yayınlandıktan sonra Galileo Kepler’in gözlemlerinin güvenirliğini göstermek için Kepler’in fikrini beğendi. Kepler heyecanla kısa bir cevap yayımladı, Dissertatio cum Nuncio Sidereo (Yıldızlı Messenger ile Sohbet).
O Galileo’nun gözlemlerini destekledi ve kozmoloji ve astrolojinin yanı sıra astronomi ve optik için teleskopik ve Galileo’nun keşiflerinin içeriği ve anlamı hakkındaki çeşitli düşüntüleri önerdi. O yıldan daha sonra, Kepler Galileo’dan daha fazla destek sağlayarak, ‘’The moons inNarratio de Jovis Satellitibus’’ hakkındaki kendi teleskopik gözlemleri yayınladı. Ayrıca Kepler’in hayal kırıklığı üzerine Galileo, Astronomia Nova hakkındaki hiçbir reaksiyonu yayınlamadı. Galileo’nun teleskopik keşiflerinin duyulmasından sonra Kepler Köln Dükü Ernest’ten aldığı ödünç teleskop kullanarak teleskopik optiğin deneysel ve teorik soruşturmalarına başladı. El yazmasının sonuçları 1610 yılının eylül ayında tamamlandı ve Dioptrice olarak 1611 yılında yayınlandı.
O yıl yeni yıl hediyesi olarak, bazı zaman patronu olan arkadaşı, Baron von Wackher Wackhenfels, için Strena Seu de Nive Sexangula (Altıgen Kar Bir Yılbaşı Hediyesi) başlıklı kısa bir broşür besteledi. Bu risalede kar tanelerinin altıgen simetrisin ilk açıklamasını yayınladı ve simetri için hipotetik atomistik fiziksel temelinin içine tartışma uzanan, daha sonra da küreler ambalaj için Kepler varsayımı olan, en verimli düzenleme hakkında bir açıklama olarak bilinen bir hale geldi. Kepler sonsuz küçükler matematiksel uygulamalarının öncülerinden biriydi, süreklilik kanununa bkz.
Kepler geometrik şekillerin bütün dünyanın dekorunun yaratıcı olduğuna ikna edildi. Harmony, o doğal dünyanın oranlarını müzik ile-özellikle astronomik ve astrolojik açıdan-açıklamaya çalıştı.
Kepler Kepler’in katıları olarak bilinen rakamlar dahil olmak üzere düzenli çokgenler ve düzenli katı keşfetmeye başladı. Oradan da o harmonik analizlerini müzik, astronomi ve meteroloji için uzattı; uyum göksel ruhlar tarafından yapılan seslerden kaynaklanmıştır ve astronomi olayları bu tonlar ve insan ruhları arasındaki etkileşimdir. 5. Kitabın sonunda, Kepler gezegen hareketlerinde, Güneş'ten yörünge hızı ve yörünge mesafesi arasında ilişkileri ele alır. Benzer ilişki diğer gökbilimciler tarafından kullanıldı ama Tycho verileri ve kendi astronomik teorileri ile onların yeni fiziksel önemini iyileştirdi.
Diğer harmoniler arasında Kepler gezegenler hareketinin üçüncü kanunu olarak neyin bilindiğini söyledi. O bu yortunun (8 Mart 1618) tarihini vermesine rağmen, o bu sonuca nasıl ulaştığınızı hakkında herhangi bir ayrıntı vermez. Ancak, bu tamamen kinematik yasanın gezegen dinamiklerinin geniş önemi 1660s kadar fark ettiremedi.
Kepler kanunu hemen kabul olmadı. Galileo and Rene Descartes, Kepler’in Astronomia Nova sını tamamen görmemezlikten gelme gibi birçok ana nedenler vardı. Kepler’in öğretmeni dâhil birçok uzaybilimci Kepler’in astronomi dahil fiziğe girişine karşı çıktılar. Bazıları kabul edilebilir pozisyonda olduğunu kabul ettiler. Ismael Boulliau eliptik yörüngeleri kabul etti ama Kepler alan kanununun yerine geçti. .
Birçok uzay bilimci Kepler’in teorisini ve onun çeşitli değişiklilerini, karşı gökbilimsel gözlemlerini test ettiler. 1631 yılındaki Merkür transit olayında, Kepler Merkür’ün belirsiz ölçümlerine sahipti ve öngörülen tarihten önce ve sonra günlük transitleri aramak için gözlemci tavsiye etti. . Pierre Gassendi tarihteki Kepler'in tahmini transitini onayladı. Bu Mercury transitinin ilk gözlemidir. Ancak; Venüs geçişini gözlemlemek için yaptığı girişim sadece bir ay sonra Rudolphine Tablolarındaki yanlışlıklar yüzünden başarısız oldu. Gassendi Paris dâhil Avrupa’nın çoğunu görünür olmadığını fark etmedi. 1639 yılında Venüs geçişlerini gözlemleyen Jeremiah Horrocks kendi gözlemlerini kullanarak geçişleri tahmin eden Keplerian modelinin parametrelerini ayarladı ve daha sonra geçiş gözlemlerindeki aparatları inşa etti. O Kepler modelinin sağlam bir savunucusu olarak kaldı.
"Kopernik Astronomi özeti" Avrupa genelindeki astronomlar tarafından okundu ve Kepler'in ölümünden sonra bu Kepler'in fikirlerini yaymak için ana araç oldu. 1630 ve 1650 arasında, en çok kullanılan astronomi ders kitabı elips-temelli astronomisine dönüştürüldü. Ayrıca, az sayıdaki bilim adamları, göksel hareketleri için onun fiziksel temelindeki fikirlerini kabul ettiler. Bu Newton evrensel kütle çekim bir kuvvet-tabanlı teoriden gezegensel hareket Kepler yasalarını türetilmiş olan Isaac Newton'un Principia Mathematica (1687) da sonuçlandı.
Kepler astronomi ve doğal felsefenin tarihsel gelişiminde oynadığı rol ötesinde, felsefe ve bilim tarihçiliğininde de büyük bir yer tutmuştur. Kepler ve onun hareket yasaları astronominin merkezi oldu. Örneğin; Jean Etienne Montucla'nın Historie des Mathematiques(1758) ve Jean Baptiste Delambre'nin Histoire de l’astronomie moderne(1821).Aydınlanma perspektifiyle yazılmış bu ve bunun gibi kayıtlar Kepler'in metafizik ve dini şüphecilikle onaylanmayan kanıtlarını iyi hale getirmiştir, ama sonra Romantik dönemin doğal filozofları bu ögelerin onun başarısının merkezi olduğunu gördü. Influential History of the Inductive Sciences 1837'de William Whewell Kepler'in endüktif bilimsel deha arketipi olduğunu buldu; Philosophy of the Inductive Sciences 1840'da Whewell Kepler'i bilimsel yöntemin en gelişmiş biçimlerinin düzenlemesi olarak tuttu. Aynı şekilde Ernst Friendich Apelt Kepler'in ilk el yazılarını incelemek için yoğun çalıştı.
Ruya Caricesi Buyuk Katherina tarafından satın alındıktan sonra 'Revolution of Sciences' için Kepler bir anahtar oldu. Kepler'in matematik, estetik duyarlılık, fiziksel fikir ve teoloji gibi birleşik bir sistemin parçası olarak gören Apelt Kepler'in hayatı ve çalışmalarının ilk genişletilmiş analizini ortaya çıkardı. Kepler'in bir dizi modern çevirileri 19. yüzyılın sonlarında 20. yüzyılın başlarında tamamlanmak üzeredir ve Max Cospar'ın Kepler biyografisi 1948'de yayınlandı. Ama Alexandre Koyre'de Kepler üzerinde çalıştı,onun tarihsel yorumlarında ilk kilometre taşı Kepler'in kozmolojisi ve etkisi oldu.Koyre ve diğerlerinin birinci nesil bilimin profesyonel tarihçileri 'Scientific Revolution' bilim tarihinin merkez olayı olarak anlattı ve Kepler devrimde(belki) merkezi figür olarak tanımlandı. Koyre, modern dünya görüşlerine antik gelen entelektüel dönüşümün merkezinde Kepler'in deneysel çalışmalarının yerine, kurumsallaştırılmalarında yer almıştır.1960'lı yıllardan bu yana Kepler'in astroloji ve meteoroloji, geometrik yöntemleri, dini görüşlerinin rolü, edebi ve retorik yöntemleri, kültürel ve felsefe ile yaptığı geniş çalışmaları dahil olmak üz |
ere burs hacmini genişletti. Keplerin bilimsel devrimdeki yeri çeşitli felsefi ve popüler tartışmalar üretti. The Sleepwalkers(1959) Keplerin (ahlaki ve teolojik) açıkça devrimin kahramanı olduğunu belirtti. Charles Sanders Peirce,Norwood Russell Hanson,Stephen Toulmin and Karl Popper gibi bilim felsefecileri defalarca Keplere döndü çünkü analojik akıl yürütme,sahtecilik ve diğer birçok felsefi kavramları karıştıramayacakları örnekleri Kepler'in çalışmalarında buldular. Fizikçi Wolfgang Pauli ve Robert Fludd'un öncelikli anlaşmazlığı analitik psikolojinin bilimsel araştırmaya etkilerini araştırma konusu. Kepler bilimsel modernize simgesi olarak popüler bir görüntü kazanmış ve Carl So gan ilk astrofizikçi ve son bilimsel astrolog olarak onu tanımlamıştır.
Alman besteci Paul Hindemith Kepler hakkında Die Harmonie der Welt başlıklı bir opera yazdı ve aynı isimde bir senfoni müzik üretmiştir.
10 Eylül'de Avusturya'da Kepler gümüş bir koleksiyoncu madalyonunun motiflerinden birinde yer aldı ve arkasında tarihsel miras bıraktı (10 euro Johannes Kepler gümüş sikke.Madalyonun arka tarafında Keplerin Graz'da öğretime zaman geçirdiği yerlerde portresi var. Kepler şahsen Prince Hans Ulrich Van Eggenberb ile şahsen tanışmış ve sikkenin ön yüzünde muhtemelen Eggenberg kalesinden etkilenilmiş. Sikkenin önünde Mysterium Cosmographicum'dan gelen iç içe küreler var.
2009'da NASA astronomi alanındaki bir buyuk proje misyonunu Kepler'in katkılarından dolayı "Kepler Misyonu" olarak adlandırmış.
Yeni Zelandadaki FiorlandMilli Park'da "Kepler Dağlari" adında dağlar vardır ve Three Da Walking Trail Kepler Track olarak da bilinir.
Amerikan Epsikoposluk Kilisesi (ABD) tarafından 23 Mayıs günü kilise takvimi için bir dini yortu gününe Kepler Günü adı verilmesine layık görüldü
I. Baudouin (Belçika kralı)
I. Baudouin (Okunuşu: "Boduen", Felemenkçe Boudewijn, Fransızca Baudouin, Almanca Baudouin, İngilizce Baldwin) (d. 7 Eylül 1930, Stuyvenberg Şatosu - 31 Temmuz 1993 Motril, İspanya), Belçika'nın beşinci kralı. 17 Temmuz 1951 ile 31 Temmuz 1993 arasında tahtta oturdu. III. Léopold ile Kraliçe Astrid'in ikinci çocuğu ve ilk oğlu. Hainaut Kontu unvanını da taşıyordu. II. Albert'in (d. 1934) ağabeyi ve Lüksemburg büyük düşesi Joséphine-Charlotte'un (1927-2005) kardeşiydi.
42 yıl gibi uzun bir süre krallık yaptı. Belçika anayasasında göre kralın hükümet onayı olmadan demeç vermesi engellenmiş olmasına karşın, Belçika hükümetleri üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Hükümranlığı döneminde Belçika üniter bir devletten federal bir devlete dönüştü. I. Baudouin Belçika'ının birliğini savunmakla birlikte, etnik çatışmalar sonucu Belçika'nın üç bölgeli bir federasyona dönüşmesini önleyemedi.
1990'da I. Baudouin kürtajı koşullu olarak serbest bırakan bir yasa teklifini onaylamayı reddetti. Bunun üzerine çıkan krizde, kralın isteği üzerine, hükümet, anayasaya dayanarak kraliyet yetkilerini üç günlüğüne askıya aldı ve yasayı yürürlüğe aldı. Çoğu Belçikalı, bu uygulamanın anayasaya aykırı olduğunu, kraliyet yetkilerinin askıya alınmasının sadece hastalık durumunda veya kralın yokluğunda uygulanabileceğini savunur.
15 Aralık 1960'da Kraliçe Fabiola adını alan Fabiola de Mora y Aragón ile evlendi. Evlilik töreni Brüksel'deki Saint-Michel-et-Gudule katedralinde yapıldı ve Belçika'da ilk kez olmak üzere televizyonda yayınlandı. Bu evlilikten çocukları olmadı.
1976'da, hükümranlığının yirmibeşinci yılında, toplumun iktisadi, sosyal, kültürel ve bilimsel gelişmesine katkı sağlamak üzere Kral Baudouin Vakfı'nı kurdu.
31 Temmuz 1993'te, Motril, İspanya'da tatildeyken geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Cenaze törenine pek çok Belçikalı ve aralarında İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Fransa Başkanı François Mitterrand, Japon İmparatoru Akihito'nun da bulunduğu önemli siyasetçiler katıldı.
OFC Uluslar Kupası
OFC Uluslar Kupası, Okyanusya Futbol Konfederasyonu'nun düzenlediği Okyanusya kıtasının şampiyonunu belileyen organizasyon. 2006 yılında bu kupada 4 kez şampiyon olan Avustralya'nın Asya Futbol Konfederasyonu'na katılmasıyla 2008 yılındaki şampiyonayı, daha önce kupayı 3 kez alan Yeni Zelanda rahat bir biçimde kazanmıştır.
Erdal Keser
Ali Erdal Keser (d. 20 Haziran 1961 Sivas), Türk eski futbolcu ve teknik adam. Borussia Dortmund, Sarıyer ve Galatasaray'da futbol oynadı. Türkiye Birinci Ligi'nde sahaya çıktığı 202 maçta 64 gol kaydetti.
Borussia Dortmund formasını giydiği 5 sezonda ise 106 maçta 27 gol kaydetti. İngilizce ve Almanca bilen Keser, uzun süre yurtdışında Türkiye Futbol Federasyonu için gurbetçi Türk futbolcularını izledi ve birçok gurbetçi futbolcuyu millî takımlara kazandırdı.
Ayrıca UEFA Şampiyonlar Ligi'nin ilk kez düzenlendiği ve Galatasaray'ın ilk defa katıldığı 1993-1994 sezonu Şampiyonlar Ligi kura çekimine kulübü temsilen Erdal Keser katılmıştır.
2005-2007 yılları arasında, bir zamanlar kaptanlığını yaptığı Galatasaray'da teknik direktör Eric Gerets'in yardımcılığını üstlenmiştir.
Hali hazırda Fuat Çapa'nın teknik direktörlüğünü yaptığı FC Wil 2000 takımının sportif direktörlüğünü yapmaktadır.
Sivas'ta doğan Keser, küçük yaşta ailesi ile beraber Batı Almanya kenti Hagen'a taşındı. Şehrin takımı SSV Hagen'in altyapısında futbola başlayan Keser, 17 yaşındayken Bundesliga temsilcisi Borussia Dortmund tarafından keşfedildi. 1980-81 sezonunda A takıma yükselen futbolcu, kariyerinin ilk maçına 14 Şubat 1981'de Fortuna Düsseldorf karşısında çıktı. Keser, teknik direktör Udo Lattek tarafından sahaya ilk 11'de sürülmüştü. Kadronun en genç ismi olmasına karşın sonra sezon içinde 7 maçta genellikle kısa süreler için olsa da forma şansı buldu.
Bir sonraki sezon daha fazla forma şansı bulmaya başladı. 30 Ocak 1982'de Hamburger SV'ye 3-2 yenildikleri maçta kariyerinin ilk golünü kaydetti. Sezonu 4 golle kapatmıştı. 1982-83 sezonunda ise Karl-Heinz Feldkamp'ın takımın başına gelmesi ile takımın ilk 11 oyuncularından oldu. Ligde 31 maçta 9 gol kaydetme başarısını gösterdi. Yarı finale çıktıkları Almanya Kupası'nda ise 3 gol attı. 1983-84 sezonunda daha az maçta forma giymesine rağmen 9 gollük performansını tekrarladı. Bernd Klotz ile takımın en golcü ismiydi.
Galatasaray'da geçirdiği iki sezondan sonra Reinhard Saftig yönetimindeki Dortmund'a geri döndü. Ancak, Dortmund'daki ikinci döneminde düzenli olarak forma şansı bulamadı. Buna rağmen sezonu attığı 5 golle kapattı. Sezon sonunda ligi dördüncü olarak bitirdiler. Bu da Keser'in Almanya kariyerindeki en büyük başarı oldu.
1984-85 sezonunda Galatasaray'ın başına geçen Almanya millî futbol takımı eski teknik direktörü Jupp Derwall'ın isteğiyle eski takım arkadaşı Rüdiger Abramczik ile beraber Erdal Keser de Galatasaray'a transfer edildi. Galatasaray'daki ilk resmi maçında Malatyaspor'a gol attı. Sezon içinde Fenerbahçe'ye 1, Beşiktaş'a ise 2 gol kaydetti. Türkiye Kupası'nda finale çıkan Galatasaray'ın iki final maçında da forma giydi ve kariyerinin ilk kupasını kazanmış oldu. Galatasaray'daki iki sezonunda da 9 gol kaydetti. 1985-86 sezonunda ilk kez bir UEFA maçına çıkan Keser, Kupa Galipleri Kupası'nda Widzew Lodz'a bir gol attı. 6 Haziran 1986'da Altay SK ile oynanan Başbakanlık Kupası maçını 8-1 kazandılar. Keser, bu maçta 5 gol atarak yıldızlaştı. Ancak Derwall ile anlaşamayan futbolcu sezonun bitmesiyle takımdan ayrıldı.
1989'da Alman teknik adam Siegfried Held'ın Galatasaray'ın başına geçmesiyle Keser eski takımına döndü. Fenerbahçe'ye 3-2 yenildikleri Başbakanlık Kupası maçı ile 3 yıl sonra tekrar Sarı-Kırmızılı formayı giydi. 1991'da bir kez daha Türkiye Kupası'nın sahibi oldu. Yarı finalde Trabzonspor'u 2-1 ile geçerlerken takımının ilk golünü kaydetmişti. 1991-92 sezonunda geçirdiği sakatlık yüzünden uzun süre futboldan uzak kaldı. Bu nedenle Kupa Galipleri Kupası'nda çeyrek finale çıkan Galatasaray'a destek olamadı. Sakatlıktan döndükten kısa süre sonra oynanan Fenerbahçe derbisini 5-2 kaybetseler de takımının gollerini Keser kaydetti.
1992-93 sezonunda eski hocası Feldkamp ile Galatasaray'da buluştu. Sezonun ilk maçında Gençlerbirliği'ne 2 gol attı. Ligde çok fazla şans bulamasa da sezon sonunda kariyerinin ilk lig şampiyonluğunu yaşadı O sezon ayrıca Türkiye Kupası'nın da sahibi oldular. Ligdeki etkisiz performansının aksine kupada 5 maçta 4 gol attı ve bunlardan biri Beşiktaş'la oynanan kupa finali ilk maçındaydı. Galatasaray, maçı Keser'in attığı golle 1-0 kazanmıştı. Sonraki sezon da sakatlıkları nedeniyle çok fazla forma şansı bulamadı. O sezon ikinci kez düzenlenen UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına kalmayı başararak, bu ligde mücadele eden ilk Türk takımı oldular. Ön elemede Manchester United'ı elerlerken, Keser 3-3'lük maçın son 15 dakikasında forma şansı bulmuştu. Gruplarda da 4 maçta forma giydi. O sezon üst üste ikinci kez Türkiye Ligi şampiyonluğu yaşadı.
1994-95 sezonunda eski teknik direktörü Saftig ile buluştu. Ancak geçirdiği sakatlıklar Keser'in Saftig ile bir kez daha çalışmasına engel oldu. Sezon içinde sadece bazı hazırlık maçlarında forma giydi. 18 Temmuz 1995'te Zürih'te oynanan Galatasaray - Borussia Dortmund karşılaşması ile ilk jübilesini yaptı. 30 Temmuz 1995'te ise bu sefer Türkiye'de Samsunspor ile bir jübile daha yapıldı.
Dortmund ile yollarını ayıran Keser, Türkiye'ye dönüp teklifleri değerlendirdi. Eski takımı Galatasaray ve Fenerbahçe ile konuşan futbolcu, Sarıyer Spor Kulübü ile anlaşarak, zamanın en yüksek bonservis bedeli ile transfer oldu. İlk sezonunda atığı 17 golle çok etkili bir performans gösterdi. Sonraki sezon ise 12 gol atarak bu performansını devam ettirdi. Sarıyer, Galatasaray'ın 1 puan gerisinde kalarak, Üç Büyükler'in ardından lig dördüncüsü olmayı başardı. Sezon sonunda futbolcu, eski takımı Galatasaray'a transfer oldu.
Keser, 1982 ile 1991 yılları arasında Türkiye millî futbol takımı formasını toplamda 25 kez giyip, 2 de gol kaydetti.
Afrika Futbol Konfederasyonu
Afrika Futbol Konfederasyonu (CAF) Afrika'da futbolu organize eden ve yöneten kuruluştur. 53 Afrika ülkesinin bağlı olduğu |
bu kuruluş Afrika Uluslar Kupası, CAF Konfederasyon Kupası, CAF Şampiyonlar Ligi'ni düzenler. Ayrıca CAF Afrika'da Yılın Futbolcusu ödülünü de verir.
CAF'a üye ülkeler listesi bu sayfadan görülebilir.
"* Güney Afrika 2010 FIFA Dünya Kupası'nda ev sahibi"
Katılma
Nezih Ali Boloğlu
Nezih Ali Boloğlu (d. 4 Ağustos 1964, İstanbul) Özel Yıldız Koleji’nden 1981 yılında mezun oldu.
1980 yılında Yeniköy Spor Kulübü Genç Takımı’nda profesyonel futbol hayatına başladı.1983-86 yılları arasında Sarıyer SK, 1986-88 yılları arasında Çarşambaspor, 1988-90 yılları arasında Gençlerbirliği,
1990-99 yılları arasında Galatasaray, 1996-97 sezonunda Eskişehirspor ve Bakırköyspor Kulüplerinde oynadı.
1998 yılında oyunculuk kariyerini noktaladı. 2002 yılından 2011'e kadar Galatasaray’da altyapı ve A Takım’da kaleci antrenörlüğünü yaptı. Kasım 2011'de Yücel İldiz'in yerini Bülent Korkmaz'a bırakmasının ardından Kaleci antrenörlüğüne getirildi. Ardından Fatih Terim'in kaleci antrenörlüğüne Taffarel'i getirmesiyle takımdan ayrıldı. 2012-13 sezonunda Bülent Korkmaz'ın yanında İstanbul BB'nin kaleci antrenörlüğünü yapan Boloğlu, 2014 yılında ise Bülent Korkmaz'ın yeni takımı Kayseri Erciyesspor'a kaleci antrenörü oldu. Nezih Ali Boloğlu evli ve iki çocuk babasıdır.
SC Heerenveen
Sportclub Heerenveen (Frizce: Sportklup It Hearrenfean), Hollandalı futbol kulübü.
Eredivisie'de mücadele eden mavi-beyaz renklere sahip takım, maçlarını Heerenveen'deki 26.100 kişilik Abe Lenstra Stadı'nda oynamaktadır. Heerenveen 1999-2000 sezonunda Eredivisie'yi 2. sırada bitirmiş, ön elemeleri geçerek tarihinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'ne katılmıştır.
III. Léopold (Belçika kralı)
III. Léopold (d. 3 Kasım 1901 - ö. 25 Eylül 1983), 23 Şubat 1934 ile 16 Temmuz 1951 arasında tahtta oturan dördüncü Belçika kralı. Kral I. Albert ile Kraliçe Élisabeth'in oğlu.
1926'da Stokholm'de İsveç prensesi Astrid ile karşılaştı ve evlendi. Üç çocukları oldu. Astrid, 1935'de bir trafik kazasında öldü.
Alman tehdidi karşısında 1936'da Belçika hükümeti ülkenin tarafsızlığını ilan etti. Almanya'nın I. Dünya Savaşı'nda Belçika'yı işgal etmesi üzerine hükümetin direniş kararı almasına karşın, III. Léopold başkomutan sıfatıyla ülkesinin koşulsuz teslim olmasını sağladı. Bu karar kraliyet karşıtlarınca eleştirildi.
II. Dünya Savaşı Eylül 1939'da patlak verdiğinde, Fransız ve İngiliz hükümetleri hemen kendilerine katılmak için Belçika'yı ikna etmeye çalıştı. 10 Mayıs 1940 tarihinde Wehrmacht, Belçika'yı işgal etti. Belçika sayısal üstün ve daha iyi hazırlanmış olan Almanlar tarafından yenilgiye uğradı. sivil hükümetinin Paris'e ve daha sonra Londra'ya kaçtı fakat, muzaffer işgalcilere karşı Léopold Brüksel'de kaldı. Leopold, Nazilerle işbirliği reddetti ve onların buyruklarına uygun olarak Belçikayı yönetmeyi dereddetti. Leopold, Almanların esiri olmasına rağmen Belçika hükümetinin hükümdarı ve başkanı olarak otoritesini kurmaya çalıştı. Almanlar Brüksel'de, Laeken Kraliyet Sarayı'nda kendisini ev hapsinde tuttular. Haziran 1940 yılından bu yana Adolf Hitler ile bir toplantı isteyen Leopold, nihayet 19 Kasım 1940 tarihinde Hitler ile tanıştı. Leopold, Hitler'in Belçika'nın gelecekteki bağımsızlığı konusunda halka demeç vermesini istedi. Hitler ise Belçika'nın bağımsızlığının hakkında konuşmak ya da bu konuda bir açıklama yapmayı reddetti.
11 Eylül 1941 günü, Leopold, Alman esiri iken gizlice, Belçika yasalarına göre geçerliliğin bulunmadığını bir dini törenle Lilian Baels ile evlendi. 6 Aralık'ta, medeni hukuk ile evlendiler. Evlilikleri resmi olarak kamuoyuna duyurulmadı. Bu evlilikten olan üç çocuğu prens ve prenses unvanları taşımakla birlikte, veliaht konumuna gelemezler.
1944'te Belçika'dan çekilen Alman orduları tarafından ailesiyle birlikte önce Almanya'ya, daha sonra da Amerikan ordusu tarafından kurtarılacağı Avusturya'ya kaçırıldı. Belçika halkının bir kısmının geri dönmesine karşı olması nedeniyle, krallığa kardeşi Prens Charles vekalet etti.
1950'de yapılan bir referandum sonucunda, Fransızca konuşan Belçikalıların çoğunluğunun karşı çıkmasına karşın Belçika'ya dönmesine izin verildi. Bu olayın akabinde ülkenin güneyinde çıkan karışıklıklar sonucunda III. Léopold ülkenin bütünlüğünü korumak için krallığa oğlu Prens Baudouin'in vekalet etmesini sağladı. 1951'de durumun düzelmemesi üzerine krallığı resmen oğluna devretti. I. Baudouin'in evlenmesine kadar kraliyet işleriyle ilgilenmeye devam etti. Daha sonra Argenteuil'deki kraliyet şatosuna çekilerek kendini bilim ve keşif çalışmalarına adadı.
Leopold, amatör sosyal antropolog ve entomologist olarak tutkusunu takip ederek dünyayı dolaştı. Senegal'e gitti ve şiddetle, Fransız dekolonizasyon sürecini eleştirdi.
Leopold, acil kalp ameliyatını takiben, Woluwe-Saint-Lambert'da (Sint-Lambrechts-Woluwe) 1983 yılında öldü. Kraliçe Astrid'in yanında gömüldü.
Jarno Trulli
Jarno Trulli (d. 13 Temmuz 1974, Pescara, Abruzzo) İtalyan Formula 1 pilotu. Şu anda Toyota F1 takımı adına yarışmaktadır.
Karting ve Formula 3'ten sonra Formula 1' Minardi takımıyla merhaba diyen Trulli, 1998 yılında Prost takımı adına yarıştı. 2000'de Jordan takımıyla yarışmaya başlayan Trulli 2002-2005 yılları arasında Renault F1 takımının pilotuydu. 2004 yılında Renault F1 takımıyla Monaco Grand Prix'ini kazanan Trulli, kariyerindeki ilk ve tek birinciliğini de elde etmiş oldu. Trulli 2005 yılından beri ise Toyota F1 takımıyla yarışmaktadır. 2010 yılında Lotus F1 Racing takımı için yarışacaktır.
Jarno aynı zamanda bağcılık ve şarapçılıkla da uğraşmaktadır.
Hansa Birliği
Hansa Birliği, Almanya'nın kuzeyindeki kentlerin ve yabancı ülkelerde yaşayan Alman gruplarının, karşılıklı çıkarlarını korumak amacıyla kurduklan ticari örgütlenme.
13. yüzyıldan 15. yüzyıla değin Avrupa'nın kuzeyinde önemli bir ekonomik ve siyasal güç olmuştur. Ortaçağ Almancasında "lonca" ya da "birlik" anlamına gelen Hanse sözcüğü, Got dilinde "takım" ya da "bölük" anlamındaki bir sözcükten türemiştir.
Hansa Birliği'nin kurucuları, Alman tüccarların etkin olduğu iki ana bölgenin yerel ticaret birlikleriydi. Bunlar, Felemenk ve İngiltere'yle ticari ilişkileri olan Ren Bölgesi ile Almanların kuzeydoğu Avrupa'nın iç kesimleriyle Batı Avrupa-Akdeniz Bölgesi arasındaki ticarete aracılık yaptıkları Baltık Denizi bölgesiydi. 1280'lere gelindiğinde, Ren Bölgesi'ndeki çeşitli tüccar grupları ortak çıkarlarını korumak için işbirliğine başlamışlar ve başta Lübeck olmak- üzere Baltık ticaretine egemen olan öteki kuzey Alman kentleriyle bir birlik kurmuşlardı. Birlik üyeleri ticaretlerini güvence altına almak için korsanlara ve haydutlara karşı önlemler almayı, fener kuleleri inşa ettirip kılavuzlar yetiştirerek deniz seferlerinin güvenliğini sağlamayı ve güçlü ticaret üsleriyle tekeller oluşturmayı amaçlıyorlardı. Bu dönemde Bergen, Novgorod ve Londra (Steel Yard) gibi çeşitli yabancı kentlerde Hansa Birliği'ne bağlı ticaret üsleri (Kontore) kuruldu.
Ama birliğin izlediği saldırgan ve korumacı politikalar bir süre sonra yerel tüccarlar arasında hoşnutsuzlukların doğmasına, hatta silahlı çatışmaların çıkmasına neden oldu. Öte yandan Danimarka Kralı IV. Valdemar'ın Baltık Denizinin güneybatısına egemen olmaya ve birliğin buradaki denetimine son vermeye yönelik çabaları 1368-70 arasında birliğin geleceği için ciddi bir tehlike durumuna geldi. Birlik üyeleri bu sorunu görüşmek üzere özel olarak topladıkları mecliste bir ordu kurmaya karar verdiler. Bu ordunun Danimarkalıları kesin bir yenilgiye uğratmasının ardından Hansa Birliği kısa bir süre Danimarka'ya egemen oldu.
14. yüzyılda çoğunluğu Almanya'da bulunan 100 kadar kent, birliğe üyeydi. Sürekli bir ordusu ve donanması olmayan Hansa Birliği'nin anayasası yoktu; düzenli aralıklarla toplanan meclislerin (diyet) dışında bir yönetim organına sahip değildi. Bu meclisler, üye kentlerin özel ve bölgesel çıkarlarının ortak sorunlara ağır basmaya başladığı 15. yüzyıl başından sonra gitgide daha az toplanmaya başladılar.
Hansa Birliği'nin zayıflamasında. Alman olmayan Baltık devletlerinin giderek güçlenmeleri de etkili oldu. Litvanya ile Polonya'nın 1386'da birleşmesinin ardından yaklaşık 1400'de Danimarka, İsveç ve Norveç aralarında bir birlik oluşturdular. Öte yandan Alman tüccarlar 1478'de Moskova Knezliği'nin eline geçen Novgorod'dan çıkarıldılar. 16. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Felemenklilerin Baltık Bölgesi'nden batıya yapılan ticaretin denetimini ellerine geçirmeleri Lübeck'e ağır bir darbe indirdi. Almanya'da Brandenburg-Prusya gibi prensliklerin güçlenmesiyle daha da zayıflayan birlik, Amerika'nın keşfi ve ticaret yollarının Batı'ya kayması sonucunda yavaş yavaş dağılmaya başladı. Hansa Birliği'nin meclisi son kez 1669'da toplandı.
1980 yılında Hollanda’nın Zwolle kentinde düzenlenen bir konferansta Hansa Birliği’nin yeniden canlandırıldığı ilan edildi. Yeni Hansa Birliği’nin temel hedefi, „sınırlar ötesi ortak hayat ve kültür topluluğu meydana getirmek“ olarak duyuruldu. Yeni Hansa Birliği, Hansa’nın Ortaçağ’da geliştirdiği gelenekler çerçevesinde yalnızca turizmi değil, birliğe bağlı kentler arasındaki ticareti de geliştirmeye çaba gösteriyor.
Poet Laureate
Başşair, veya Devlet Şairi, kraliçe tarafından atanan bir şairdir ve genelde devlet törenleri için şiirler yazması beklenir.
Terim, İngiltere'de yüzyıllardır monarşinin resmi şairi için kullanılır. II. Charles zamanından beri, bir şair seçilerek ömür boyu "Poet Laureate" yapılır. Pek çok ülkede halen geçerli bir sistemdir: bazı ABD eyaletleri, Kanada, Güney Afrika, İngiltere gibi. İlk başşair Samuel Daniel' dir, 1599'da bu göreve gelli ve 1619 yılındaki ölümüne kadar görevde kaldı. Samuel Daniel' den sonraki başşairler ise şunlardır:
Moon tarikatı
Moon tarikatı, 1954 yılında Kuzey Kore'den Güney Kore'ye kaçan rahip Sun Myung Moon tarafından kurulan, dünyada Moon liderliğinde bir teokrasi kurulmasını ve herkesin Korece konuşmasını amaçlayan bir tarikattır.
ABD’de resmi dini mezhep statüsündedir. Sun Myun Moon, genç |
liğinde İsa'nın kendisine gözükerek, kendisini mesih seçtiğini ve eşiyle birlikte günahsız ve insanoğlunun gerçek ebeveynleri olduklarını, İsa'nın yarım bıraktığı işleri tamamladığı iddiası içindedir.
Tarikat üyeleri Moonie olarak adlandırılmakta ve her pazar sabahı liderleri ve Güney Kore için dua etmektedirler.
AC/DC
AC/DC Angus ve Malcolm Young kardeşler tarafından 1973 yılında Sidney'de kurulmuş Avustralyalı hard rock grubudur. Her ne kadar grup hard rock ve heavy metalin öncülerinden kabul edilse de grup üyeleri yaptıkları müziği rock and roll olarak tanımlamaktadır.
Grubun ilk albümü "High Voltage" 1975 yılında yayımlayana kadar kadrosunda birçok değişiklik yaşadı. 1977 yılında basçı Mark Evans'ın yerine Cliff Williams geldi. 1979 yılında grup büyük başarı sağlayan "Highway to Hell" adlı albümünü yayımladı. 19 Şubat 1980 günü grubun solisti Bon Scott yüksek miktarda alkol aldıktan sonra öldü. Grup kısa bir süre müziği bırakmayı düşündüyse de sonunda Scott'ın yerine Geordie grubundan Brian Johnson'ı kadrosuna katarak yoluna devam etti. Aynı yıl grup bugüne kadar en çok satan ikinci albüm olan(en çok satan Thriller'dan sonra), "Back in Black" albümünü yayımladı.
Grubun bir sonraki albümü "For Those About to Rock We Salute You" da büyük başarı sağladı ve grup bu albümle ilk defa ABD'de bir numaraya yükseldi. Grubun popülaritesi 1983 yılında davulcu Phil Rudd'ın gruptan ayrılmasının ardından azalmaya başladı. 1990 yılında çıkan "The Razors Edge" albümüne kadar grubun albüm satışları düşük kaldı. Phil Rudd 1994 yılında gruba döndü ve 1995 yılında çıkan "Ballbreaker" albümünde yer aldı. 2000 yılında "Stiff Upper Lip" piyasaya çıktı ve eleştirmenler tarafından beğenildi. Grubun bir sonraki albümü "Black Ice" 20 Ekim 2008 tarihinde piyasaya çıkmış ve bu albümle grup "Back in Black"'ten bu yana Birleşik Krallık'ta ilk defa bir numaraya yükselmiştir. Ardından grup "Rock or Bust" adlı albümünü 2 Aralık 2014'te piyasaya sürdü. Albüm pek çok ülkede 1. sıraya yükselerek büyük bir başarı sağladı.
AC/DC bugüne kadar 69 milyonu ABD'de olmak üzere dünya çapında 200 milyonun üzerinde albüm satmıştır. "Back in Black" albümünün dünya çapında 42 milyon sattığı tahmin edilmektedir. Albüm ABD'de 22 milyon adet satarak bu ülkede en fazla satış yapan beşinci albüm olmuştur. AC/DC VH1 müzik kanalının "Hard Rock'ın en büyük 100 sanatçısı" sıralamasından dördüncü sırada ve MTV'nin "Tüm zamanların en büyük heavy metal grupları" listesinde de yedinci sırada yer almıştır. 2004 yılında ise grup "Rolling Stone" dergisinin "Tüm zamanların en büyük 100 sanatçısı" listesinde 72. sırada yer almıştır. 2010 yılında gerçekleşen 52. Grammy Ödüllerin'de en iyi hard rock performansı ödülünü, Black Ice albümünde yer alan "War Machine" parçası ile almıştır. Ayrıca grup 2010 yılında gerçekleştirdiği Dünya turnesi Black Ice Tour ile 177 milyon dolar (yaklaşık 275,5 milyon TL) gelir elde ederek 2010 yılının bilet gelirlerinden en çok kazanan 2. isim olmuştur. (1. Bon Jovi)
1973'ün Kasım ayında AC/DC'yi kuran Malcolm ve Angus Young kadroya ilk olarak basçı Larry Van Kriedt, solist Dave Evans ve davulcu Colin Burgess'i aldılar. Grup ilk konserini 1973'ün yılbaşı gecesi Sidney'deki Chequers adlı kulüpte verdi. Daha sonra Albert Productions ile Avustralya ve Yeni Zelanda'yı kapsayan bir plak anlaşması yaptılar. İlk kadro sık sık değişikliğe uğradı. Colin Burgess gruptan ilk kovulan eleman oldu. Sonraki bir yıl boyunca bir dizi basçı ve davulcu kadroda yer aldı.
Bu dönemde Angus Young kendisiyle özdeşleşen okul formasıyla sahneye çıkmaya başlamıştı. Rivayete göre sahnede başlangıçta Sydney'de gittiği okulu Ashfield Boys High School'un formasını giyiyordu. Angus okul forması dışında Örümcek Adam, Zorro, gorilla ve Süpermen'in parodisi Super-Ang kostümleriyle de sahneye çıkmıştı. İlk dönemlerde grubun diğer üyeleri de sahneye farklı saten kıyafetlerle sahneye çıkıyorlardı. Ancak Melbourne'lu grup Skyhooks'un da benzer şekilde sahneye çıkıyor olmasından dolayı bir süre sonra bundan vazgeçildi.
Young kardeşler Dave Evans'ın daha ziyade Gary Glitter benzeri bir glam rockçı olmasından ötürü grup için uygun bir solist olmadığına karar verdiler. Zaman zaman Evans'ın yerini grubun ilk menajeri Dave Laughlin alıyordu. Evans'ın Laughlin ile kişisel sorunları grupla zaten sorunlu ilişkisini daha da kötü hale getirdi. Diğer taraftan George Young'ın arkadaşı solist Bon Scott gruba katılmak istiyordu.
1974'ün Eylül ayında Dave Evans'ın yerine Bon Scott geldi. Grup Evans ile yalnızca "Can I Sit Next to You, Girl" / "Rockin' in the Parlour" bir tekli kaydedilmişti. Şarkı daha sonra Bon Scott ile birlikte "Can I Sit Next to You, Girl" adıyla yeniden kaydedildi.
1975'in Ocak ayında yalnızca Avustralya'da yayımlanan "High Voltage" kaydedildi. On günde kaydedilen albüm Young kardeşlerin enstrümantal bestelerinin üzerine Bon Scott'un sözlerini yazdığı şarkılardan oluşuyordu. Birkaç ay sonunda grup basçı Mark Evans ve davulcu Phil Rudd'ın katılımıyla istikrarlı bir kadroya kavuştu. Aynı yıl "It's a Long Way to the Top (If You Wanna Rock 'n' Roll)" adlı tekli yayımlandı. Şarkı grubun yine sadece Avustralya ve Yeni Zelanda'da yayımlanan ikinci albümü "T.N.T."'de yeraldı.
1974 ve 1977 yılları arasında Molly Meldrum'un Avustralya televizyonundaki Countdown adlı müzik programında sık sık yerlan AC/DC ülkedeki en popüler ve başarılı gruplardan biri haline geldi. 3 Nisan 1977 günkü performanslarının ardından grup sonraki yirmi yıl boyunca televizyonda çalmadı.
1976 yılında grup Atlantic Plak ile uluslararası bir plak anlaşması yaptı ve Avrupa'yı kapsayan bir turneye çıktı. Black Sabbath, Aerosmith, Kiss, Styx ve Blue Öyster Cult gibi önde gelen hard rock gruplarının önünde çaldıkları stadyum konserlerinde büyük tecrübe kazandılar.
Tüm dünyada dağıtımı yapılan ilk AC/DC albümü "High Voltage" ve "T.N.T." albümlerindeki parçalardan derlenmişti. 1976 yılında Atlantic Records'dan çıkan ve yine "High Voltage" adını taşıyan albüm Britanya'daki punk dinleyicileri arasındaki popüleritesinin de etkisiyle tüm dünyada üç milyon adet sattı. Albümdeki parçalar ağırlıklı Avustralya'da çıkan ikinci albümleri "T.N.T." albümünden seçilmişti. Grubun bir sonraki albümü "Dirty Deeds Done Dirt Cheap" Avustralya'da ve dünyanın geri kalanında iki farklı versiyonla yayımlandı. Albüm ABD'de 1981 yılına kadar yayımlanmadı.
1977'de piyasaya çıkan "Let There Be Rock" adlı albümün ardından basçı Mark Evans Angus Young ile yaşadığı kişisel uyuşmazlıklar yüzünden gruptan atıldı. Yerine Cliff Williams geldi. Young kardeşlerin ikisi de Evans'ın gidişine fazla bir açıklık getirmezken Epic Records'un CEO'su Richard Griffiths sonradan "Mark Evans'ın çok dayanmayacağı belliydi. Gereğinden fazla kibar biriydi." şeklinde yorumda bulunmuştu.
AC/DC'nin ABD'ye ilk kez açılması 1977'de Michigan'daki radyo istasyonu AM 600 WTAC vasıtasıyla oldu. İstasyonun yöneticisi Peter C. Cavanaugh gruba Flint şehrindeki Capitol Theater'da bir konser ayarladı. Ön grubun MC5 olduğu gecede AC/DC "Live Wire" adlı parçayla başladığı konseri "It's a Long Way to the Top (If You Wanna Rock 'n' Roll)" ile bitirdi.
Grup Britanya basını tarafından punk rock ile özdeşleştirilmişse de 1970'lerin sonunda punk rock'ta yaşanan büyük değişikliklerin üstesinden bu ülkede edindikleri sadık dinleyici kitlesi sayesinde gelmeyi başardı.
Grubun 1978 yılında basçı Cliff Williams ile ilk albümü "Powerage"'i yayımladı. Albümden çıkan "Rock 'n' Roll Damnation" 24 numaraya kadar yükselerek grubun o güne kadar listelerde en yukarı çıkan parçası oldu. Albümün ardından çıkılan turne sırasında Glasgow'daki Apollo Theatre'da verilen konserin kayıtları "If You Want Blood You've Got It" adıyla yayımlandı. Bu aynı zamanda Bon Scott'un solistliği döneminde Harry Vanda ve George Young'ın prodüktörlüğünü yaptığı son albümdü.
Prodüktörlüğünü Robert Lange'ın yaptığı grubun altıncı albümü "Highway to Hell" 1979 yılında yayımlandı. ABD'de 17 numaraya kadar yükselen albümle AC/DC önde gelen hard rock grupları arasına girdi. Geri vokallere her zamankinden daha fazla önem verilmekle birlikte albüm grubun müziğinin kendine has özelliklerini barındırıyordu.
19 Şubat 1980 günü Bon Scott Londra'da yüksek miktarda alkol aldıktan sonra arkadaşı Alistair Kinnear'ın arabasında sızdı. Ertesi sabah Kinnear Scott'u Camberwell'deki King's College hastanesine götürdü ancak Scott hastaneye vardığında ölmüştü. Ölüm raporuna göre alkol zehirlenmesinden ölmüştü. Bon Scott ailesi tarafından Scott'un çocukluğunda göç ettikleri Batı Avustralya'daki Fremantle kasabasında defnedildi.
Ölümüyle ilgili resmî açıklamalardaki tutarsızlıklar Scott'un aşırı dozda eroinden veya egzoz zehirlenmesinden öldüğü ya da Kinnear diye birinin olmadığını öne süren komplo teorilerinde dile getirilmiştir. Ayrıca Scott astım hastasıydı ve öldüğü sabah hava sıcaklığı sıfırın altındaydı.
Bon Scott'un ölümünün ardından grup elemanları bir ara müziği bırakmayı düşündüylerse de sonunda yola devam etme kararı aldılar. Scott'un yerine düşünülen solistlerden eski Moxy grubu üyesi Buzz Sherman sesindeki sorunlar nedeniyle gruba katılamadı. Back Street Crawler grubunun eski üyesi Terry Slesser ise kendini ispatlamış bir gruba katılmaktansa kariyerine solo olarak devam etmek istediğini söyleyerek yapılan teklifi reddetti. Grup üyeleri sonunda yeni solist olarak Geordie grubunun eski üyesi Brian Johnson üzerinde uzlaştı.
Deneme provasında Johnson "Let There Be Rock" albümünden "Whole Lotta Rosie" ve Ike ve Tina Turner'dan "Nutbush City Limits" adlı parçaları seslendirdi. Johnson provadan birkaç gün sonra kadroya dahil edildi.
Grup "Back in Black" albümü için Bon Scott ile başladığı sarkı yazma sürecini Brian Johnson ile tamamladı. Albümün kaydı Bahamalar'daki Compass Point Stüdyoları'nda yapıldı. Prodüktörlüğü Mutt Lange, kaydı da Tony Platt tarafından yapılan albüm grubun bugüne kadar en fazla satış yapan albümü oldu. Yayınlanmasından bir yıl sonra platin plak kazanan albüm 2006 yılı itibarıyla ABD'de 22 milyond |
an fazla satış yaptı. Birleşik Krallık'ta bir numaraya yükselen albüm ABD'de de 4 numaraya kadar yükselip 131 hafta ilk onda yer alarak bu ülkede en fazla satan beşinci albüm oldu.
1981 yılında yayımlanan bir sonraki albüm "For Those About to Rock We Salute You" da oldukça iyi satış yaptı ve eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı. Albümden çıkan "Let's Get It Up" ve albümle aynı ismi taşıyan "For Those About to Rock" adlı tekliler Birleşik Krallık'ta sırasıyla 13 ve 15 numaralara kadar yükseldi. Grup üyeleri 1983 yılında çıkan "Flick of the Switch" adlı albümlerinde ilk yıllarındaki saf ve basit tarzı yakalamak için prodüktör Lange ile yollarını ayırarak albümün prodüktörlüğünü kendileri yaptılar.
Alkolizm ve uyuşturucu kullanımına bağlı olarak Phil Rudd ile Malcolm Young'ın ile arası giderek açıldı ve sonunda aralarında kavga çıktı. Kavgadan iki saat sonra Rudd gruptan kovuldu. Albüm kayıtlarını tamamlaması için stüdyo davulcusu B.J. Wilson gruba dahil edildi ancak neticede albümde Wilson'ın kayıtları kullanılmadı. Albümün davul kayıtlarını Rudd tamamladıysa da 1983'ün yazında yerine Simon Wright geldi.
Malcolm Young'ın (eski ritim gitarist) ciddi sağlık problemleri yaşamasının ardından bir araya gelen grup turne duyurusu yaptıktan hemen sonra provalar esnasında Malcolm Young'ın eskisi gibi çalamadığı ve el koordinasyonunda problemler yaşadığı grup üyeleri tarafından gözlemlendi. Bunun ardından grubun dağıldığı üzerine haberler yapıldı. Ancak birkaç ay sonra Brian Johnson'un kendi websitesinden yaptığı açıklamada, Malcolm Young'ın çalışmaya sağlığından kaynaklanan problemler sebebiyle ara verdiği ve Malcolm'un yerini öz yeğeni olan Stevie Young'ın alacağını belirtti. Johnson aynı zamanda sonbahar aylarında bir turne olacağını da açıkladı.
ve
Pangenez
Pangenez ("Pangenezim") veya Weismann kuramı, kalıtım maddesinin kromozomlarla dölden döle geçtiğini kabul eden kuramdır. August Weismann tarafından öne sürülmüştür.
Wilhelm von Humboldt
Friedrich Wilhelm Christian Carl Ferdinand von Humboldt, "kısaca" Wilhelm von Humboldt, (d. 22 Haziran 1767, Potsdam – ö. 8 Nisan 1835, Tegel), Alman filozof, dilbilimci ve devlet adamı. Berlin Üniversitesi'nin kurucularındandır ("bugünkü Humboldt-Universität zu Berlin").
Humboldt, Alman kültür tarihinde uzun süre etkili olan bir kişiliğe sahiptir. Kardeşi Alexander ile düşündüğünde, kendi çağında bilim arzusuyla yanan, yeni ufuklar açan, küresel bir bilgi birikimine sahip başka uyumlu çift zor bulunur. Alexander bunun yanı sıra doğal bilimler için yeni ufuklar açarken, eğitim sorunları, devlet teorileri, dilin analitik incelenmesi gibi kültür bilimsel bağlamlarla aktif bir rol edinerek kardeşi Wilhelm’e yardımcı olmuştur.
Humboldt ve kardeşi, babasının sayesinde burjuvazi bir hayat sürmüşlerdir. Büyük babası, Prusya Askeriyesi’nde subay olarak görev yapmıştır. Savaş dönemlerindeki başarılarından dolayı kendi isteğiyle, statüsü zadegân sınıfına yükseltilmiştir. Büyük Kamer Beyi Friedrich’in emriyle ordudan ayrıldığı dönemde oğlu Alexander Georg (1720 – 1779) dünyaya gelmiştir. 1776 yılların başında Alexander Georg, hügno soyundan dul ve güçlü bir kadın olan Elisabeth von Holwede ile evlenmiştir. Evlendiği kadının mal varlığı ile Alexander Georg Schloss Tegel’e değer bir kişi statüsü kazanmıştır. Bu evlilikten iki çocukları olmuştur. Çocukları Wilhelm ve Alexander, eğitim çağına geldiklerinde yazları Tegel’de, kışları ise Berlin’deki malikânelerinde eğitim görmüşlerdir.
Ailesi, bu iki kardeşe evlerinde bir öğretmen edasıyla dersler vermişlerdir. Çocuklarını Christian Kunth’un geliştirdiği büyütme teknikleriyle ve farklı alanlarda verdiği alan dersleri çerçevesinde büyütmüştür. Üniversiteye hazırlık döneminde iki kardeş Ulusal Ekonomi, İstatistik ve Felsefe gibi özel dersler almıştır. Onlara hocalık yapan Kunth, abisinin ölümünden sonra Bayan Humboldt için akıl hocalığı rütbesini elde etmiştir ve onların koruması altına girmiştir. Wilhelm von Humboldt daha sonraları Prusya Reformları döneminde Kunth’u ortak çalışmalarında hep desteklemiştir. Yine Wilhelm, Kunth öldükten sonra isteği üzerine onun cenazesini Tegel’deki Humboldt Aile Mezarlığı’na defnetmiştir.
13 yaşından sonra Wilhelm akıcı bir şekilde Yunanca, Latince ve Fransızca konuşmaya başlamıştır ve dönem edebiyatının önemli yazarları arasında yer almıştır. Onun muazzam çalışmaları, ilmini takip edenlerde büyük bir merak uyandırmıştır. Kunth’un çizgisinde iki kardeş, evlerinde belli aralıklarla tıp, psikoloji ve fizik dersleri almıştır. O dönemde erdemli kişilerden oluşan “Bund der Freunde Derneği’ne üyeliğine dair gizli bir yazı aldığında Wilhelm, örgüte üye olan yabancılarla ilgilenen Caroline von Dacheröden ile bir süre iletişimde bulunmuştur.
Anneleri bu iki kardeşin her zaman farklı alanlarda eğitim almasını istemiştir. Bunun sebebi onların bir devlet bünyesinde kolayca memurluk elde edebilecek özelliğe sahip olmalarını amaçlamasıdır. Wilhelm Hukuk Bilimleri üzerine, Alexander ise Devlet Ekonomisi üzerine eğitim almıştır. Daha sonra bu iki kardeş Kunth’un izinde Frankfurt Üniversitesi’nde eğitime başlamıştır; ancak Wilhelm 1788 yılında Göttingen’de eğitime devam etmek istediği için buradaki eğitimine ilk dönemde son vermiştir.
Göttingen’e yerleştikten sonra Humboldt kendi ilgi alanlarını belirlemiştir. Sonra dürtülerini, ilgi alanlarını ve anlayışlarını takip etmiştir. Eğitim alırken Hukuk yerine daha çok Felsefe, Tarih ve eski dillere yönelik çalışmalar yapmıştır. Bunun yanı sıra bu konuda uzman olan Lichtenberg ve Heyne’nin çalışmalarını takip etmiştir. Aynı yıl içerisinde, 1788 yılında, karısı Caroline von Dacheröden ile tanışmıştır. Bu çiftten kalan mektuplarda, Wilhelm ve Caroline 19 ve 20. yüzyıllarda geçerli olan Alman burjuvazisi içindeki cinsiyet davranışlardan örnekler vermişlerdir.
1788 yılının sonlarına doğru Humboldt Göttingen’deki eğitim gördüğü yerden çıkarak Rhein / Main bölgesine doğru bir gezi yapmıştır. Burada meşhur bilim adamlarından Georg Foster ve Goethe’nin gençlik arkadaşı Friedrich Heinrich ile tanışmıştır. 1789 yazında eski hocasıyla Paris Devrimi’ne yol açan gezisini yapmıştır. Devrim çalışmalarının yanı sıra Humboldt, öksüz çocuklarla ilgilenmiştir ve terk edilmiş çocuklar için bir yurt açmıştır. Yeni yıla girerken nişanlısıyla seyahat ettiği Weimar’da ilk defa Friedrich Schiller ve Johann Wolfgang von Goethe ile tanışmıştır.
1790 yılının başında 4 dönemlik okulu bitirdikten sonra devlet hizmetine girmiş, burada yargıç olarak adalet dairesinde çalışmıştır. Bu görevle beraber devlet adına diplomatik görevlerde bulunmuştur. 1791 yılının Mayıs ayında yargıçlık makamının ona aykırı olduğunu, yeni vazifelere katılacağını ve aile durumlarını öne sürerek görevinden ayrılmıştır. 29 Haziran 1791 yılında Erfurt’ta evlendikten sonra eşiyle birlikte Eski Yunan Dilleri, Kültürü, Sanatı, Felsefesi üzerine çalışmalar yürüttükleri ve eski filozof Friedrich August’un düşünceleri ile zamanla derinleştikleri Tühringen’deki evlerine yerleşip, orada birkaç yıl yaşamışlardır. Antik dönemle ilgili uğraşları, Humboldt’a tüm insanlığın felsefi olarak tanımlanması yönünde çok yarar sağlamıştır. Çalışmaları sonucunda kendisine göre yaptığı çıkarımlara dayanarak Humboldt Yunan düşüncelerini ‘Olmak ve yaratmak istediğimiz bir hayal’ olarak tanımlamıştır. 1793 yılında Antik çağ ve Yunan dönemi üzerine yazı yazarak bunu yayımlamıştır. Burada Philhelinizm akımı üzerine vurgular yaparak bunu sert bir dille ifade etmiştir.
Humboldt 1794 yılında ailesi ile o dönem Schiller’in etkisinin var olduğu Almanya’nın Jena şehrine taşındığı zaman, Yeni Hümanizma’ya duyduğu yüksek saygıdan ve yaygın bilgisinden dolayı, çoktan Alman Klasik Dönemi’nin önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Önce Schiller’e, sonra Goethe’ye karşı üstlendiği rol katı analistlerin, yapıcı eleştirmenlerin ve usta danışmanların devamı niteliğindeydi. Hatta bazı eserleri, Schiller’in nazımları, Wallenstein oyunu ve Goethe’nin ‘Herrmann ve Dorothea’ adlı eseri arasında değerlendirilerek beğeni toplamıştır.
Humboldt’un Antik Yunan’a karşı duyduğu ideal inancı ve onun sonradan gelen etkisi Klasik Alman Dönemi’nin eğitim esaslarında etkisini sürdürmüştür: “Humboldt, kendisini Goethe kadar derin bir bilgi hacmine sahip, Schiller kadar dinamik ve ikisi gibi yaratıcı olarak kabul etmese de Almanya’daki gelişmelerde en güçlü ve en uzun etkiye sahiptir.” 1797 yılına kadar Humboldt’un Schiller ile olan birlikteliği devam etmiştir. 1795/96 yıllarında birlikteliklerine ara vermişlerdir ve bu birliktelik tam olarak Elisabeth von Humboldt’un ölümüyle son bulmuştur. Onun ölümü ile sahip olduğu güç, oğullarına geçmiştir ve bu onları maddi yönden bağımsız kılmıştır. Wilhelm bu fırsat ile Schloss Tegel’de varlığını sürdürmüştür ve Alexander Amerika araştırma gezisi için kendini bu sermaye ile finanse etmiştir.
Humboldt 51 yaşındayken hayatının yerini ve düzenini yeniden belirlemiştir. Tegel’de babasından kalma miras ile ileriki yaşam noktasını, özellikle eğilimlerine ve estetik görüşüne tam ters düşecek bir biçimde çocukluk günlerinin “sıkıcı şatosunu” inşa etmeye karar vermiştir. Antik sanat ve kültür Humboldt’'un eğitim olgusunda önemli ölçüt olmuştur: Şimdi ise antik sanat ve kültür, bir evde varlığını göstermektedir. Bunun için mevcut yapının bir kısmının değiştirilmesinde ve restore edilmesinde Humboldt’un Roma’daki günlerinden bu yana saygı gösterdiği Karl Friedrich Schinkel’e görev düşmüştür. Schinkel mevcut yapıyı mimari bir cesaret göstererek dört kuleli cephenin etrafında genişletmiş ve Wilhelm ile Caroline’'nin on yıl içinde edindiği mermer plastikler ve alçı dökümleriyle donatılmış olan bir iç oda yapmıştır. Dolayısıyla burası kendine özgü bir malikâne olmakla beraber Prusya’nın ilk antik müzesi olmuştur.
Evin restore edilmesinden sonraki açılışı, Prusya Kral’ı ile Kraliçesi’nin ve diğer ünlü konukların katılımıyla 1824 yılının Kasım ayında gerçekleştirilmiştir. Humboldt ve Schinkel’in candan etkileşimi, birkaç yıl sonra Lustgarten’deki Esk |
i Müze’nin açılışında bir kez daha etkisini göstermiştir. İnşaat ustası: Schinkel, nesne donatımı: Wilhelm von Humboldt. Sanat ve sanatçıların katkılarıyla varlığını sürdüren, 1825 yılında kurulan Sanat Dostları Derneği’nin başkanı olarak Humboldt kendi özelliklerini ve eski dünyaya dair kapsamlı bilgisini Eski Müze’nin yapılışında kullanmıştır. Humboldt 1830 yılında müzenin açılışı sırasında kralın ona yeniden değer göstermesine ve onu ödüllendirmesine sevinmiştir. Humboldt'a bundan böyle devlet komisyonunda oturumlara tekrar katılması önerilmiştir. O anda ciddi bir politik uyum düşünülmemiştir. Bunun üzerine Humboldt onur koltuğunu biraz çekinerek kabul etmiştir.
Humboldt’u yaşamının her evresinde destekleyen ve ona cesaret veren Caroline'nin 1832 yılında ölümünden sonra Humboldt' ta hızlı bir yaşlanma süreci gözlemlenmiş, bu hızlı yaşlanma sürecine Parkinson hastalığının belirtileri de eşlik etmiştir. Tegel’deki evinde bir günlük tutmaya da başlayan dul Humboldt bir Sone yazmıştır. 26 Aralık 1834 tarihinde yazılan sone şöyledir:
"“Seviyorum sizi, evimin sessiz duvarları,/
Çünkü sizi sevgimle ördüm;/
Bakınca içinde kendimi gördüm,/
Bir de bana uzak mı uzak olanları.”"
Humboldt’tan sonraki kuşaklar -19. ve 20. yüzyılın tarihsel değişim zamanlarında- buranın görünümünün korunmasında etkin olmuş ve Tegel Şatosu'nun merak eden ziyaretçilerce gezilip görülebilir hem malikâne hem de müze olarak bugüne kadar kullanılmasını sağlamışlardır.
Theodor Fontane, Mark Brandenburg gezilerinde şatonun parkındaki aile mezarlığından övgüyle bahsetmiştir: Bu izlere Mark kumunun yüzyıllardır bir anlam kazandırdığını ve burayı binlercesi için uğranılması gereken bir yer haline getiren ünlü iki kardeşin, yüksekliğinin “umudu” çağrıştırdığı granit mezar taşlarının altında beraberce istirahat etmekte olduğunu belirtmiştir.
Humboldt, annesinin ölümünden sonra kalan miras için Tegel’e geri dönmemiştir. O dönemde Napolyon’un İtalya’ya savaş açmasından sonra güvenliliğini de önemsemeyerek Paris’e gitmiştir. Burada dönemin bazı önemli kişileri ile tanışmıştır. Örneğin; Abbe Sieyes, Mme. de Stael ve ihtilal dönemi ressamlarından David. Paris’ten sonra 1799 ve 1801 yıllarında İspanya’ya iki uzun süreli seyahat yapmıştır. İspanya’da Baskça dili üzerine son derece verimli dilbilimsel çalışmalar yapmıştır.1801 yılının yazında Humboldt, karısı ve çocukları ile Tegel’e geri dönmüştür. Burada tam olarak bir yıl kalmışlardır. Bir sonraki ilkbaharda daha verimli ve güvenilir bilgiler edinebilmek için, Humboldt İtalya’ya papa makamına Prusyalı bir temsilci olarak gitme şansını elde etmiştir. Burada adalet alanındaki göreviyle eşdeğer olarak diplomatik hizmet ve elçilik müşavirliği görevine atanmıştır. Kilisenin merkezi olan şehrin Fransız egemenliği altına girmesi ve kutsal makamların Napolyon’a bağlı kalmasından sonra aristokrat makamından birisinin Humboldt’u bu göreve önermesi, muhtemel rakiplerinin hoşuna gitmemiştir.
Prusya uyruğu altında üstlendiği konsolos temsilciliği görevinde Humboldt diplomatik görüşmelerde fazla yer almamıştır, dolayısıyla Roma’daki makamı olan Tomati Köşkünde Caroline ile sık sık görüşme fırsatına sahip olmuştur. Burada saray ve papa hükümetinin yanı sıra Lucien Bonaparte, Bavyera veliahtı I. Ludwig’i, heykeltıraş Thorvaldsen ve Christian Daniel Rauch, Karl Friedrich Schinkel, Friedrich Tieck gibi dönemin önemli isimlerini misafir olarak ağırlamıştır.
Roma’nın Humboldt’a etkisi ve altı yıllık Prusya Büyükelçiliğinin sonucunda Humboldt 23 Ağustos 1804 yılında Goethe’ye bir mektup yazmıştır.
‘Roma öyle bir yer ki burada bütün antik çağ hakkında düşüncelerimiz görsel olarak canlıdır. Elbette buradaki etkilerin çoğu, sadece şahsi dürtülerle zamanını geçirenler için çok belirgin. Böylesi bir etkilenme, daha ziyade bizden kaynaklanan şiddetli bir heyecan, gerekli bir aldatma olarak tezahür ediyor. Soylu ve yüksek saygı duyulan bir geçmiş, kendi başına bir güçtür, ancak kendi istençlerine karşı koyamayan için, inanılmaz bir yıkıntı kitlesini gözler önüne koyan bir yer de olabilir… Biz kendimizi, dolaysız olarak Atina veya Roma’nın bir sakini görme dürtüsüne kapılırsak, sadece bir yanılgıya düşmüş olurduk. Oysa sadece uzaktan, sadece genel yargılardan ve sadece bir geçmişin mirası olarak Antik çağ bize hoş görünür…’
1805 yılının yaz ayında Amerika gezisinden geri dönen ve ‘ikinci Kolombus’ olarak adlandırılan Alexander von Humboldt, Paris’te çalışmalarıyla ilgili geniş çaplı değerlendirme yapmadan önce kardeşi ve yengesini Roma’da ziyaret etmiştir. Burada üç ay kadar kalmıştır. Bu süreçte iki kardeş yoğun bir haberleşme ve içsel bir bağlılık içinde bulunmuşlardır. Ancak bazen iki kardeş birbirleri ile zıt duruma düşmüşlerdir. Humboldt kardeşlerinin kendi aralarında sergiledikleri ilişki ve birbirlerini tamamlayan etkileri ‘Prusyalı iki arkadaş’ olarak resmedilmiştir.
Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun tasfiye olması, Jena ve Auersted yenilgisinden sonra Prusya'nın dağılması ve de 1806 yılında Fransızlar’ın Berlin'i işgal etmeleri Humboldt’un Roma'da görev yaptığı dönemde meydana gelmiştir; fakat Humboldt olan biteni uzaktan birebir takip etmiştir. Dışişleri Bakanı’nın işlerini de yürüten Devlet Bakanı Hardenberg’e 1806 yılının sonbahar ayında şöyle yazmıştır: "“Yaşadığım ülkedeki görevimde hiçbir zaman hırslı, ilgili ve mutlu olmadım, başka bir konumda olmayı ne aradım ne de arzu ettim; fakat şimdi burada zorunlu kalıyor olmak ve zorda olan ülkem için hiçbir şey yapamamak bana acı veriyor.”"
Berlin’de o dönemde ona uygun eşdeğer bir görev bulunamamıştır, dolayısıyla Roma'da 1808 yılının Kasım ayına kadar kalmıştır. Mülk meselelerini ve tahrip olan Tegel Şatosu'nun tazminatını düzenlemek için gerçekleştirdiği tatil ona ancak Almanya’ya geri dönme fırsatı sunmuştur. Oysa Almanya’ya geldiğinde Stein tarafından yürürlüğe konulan reformlar onu, "Kült ve Kamu Eğitimi Bölümü’nün” idareciliğini üstlenmek durumunda bırakmıştı. Stein Baronu’nun soğukkanlı bir şekilde bu kararı almasının sebebi, Humboldt'un o zamanda o görev için gerekli bir kişi olmasıdır. I. Friedrich Wilhelm tarafından kurulan ve II. Friedrich tarafından genişleme politikası olarak belirlenen Prusya Ordu Devleti, her şeyden önce iflasın eşiğindeydi ve Napolyon'a son derece bağımlı bir hal içinde bulunmaktaydı. Stein ve onun danışmanının düşüncesine göre bu durumdan kurtulup eski gücüne kavuşmak, Fransız Devrimi'yle ortaya çıkan vatandaşların özgürlük mücadelesine daha fazla imkân tanıma, vatandaşların öz sorumluluklarını teşvik etme ve bu yolla ulusa daha fazla kaynak bulma hedefiyle daha kapsayıcı reformlar ile mümkün olacaktı.
Humboldt’un devlete yönelik kuramsal düşünceleri zaten çoktandır bu yöndeydi. Humboldt, Alman Liberalizmi’nin fikir babası olarak görülmektedir ve bu girişimiyle monarşik - muhafazakâr kuvvetlerin tersine Prusya’da başarılı olmuştur. 1792 yılında kaleme aldığı "Devletin Etkililiğinin Sınırlarını Belirleme Çabasına Dair Fikirler" adlı bilimsel makalesinde şu şekilde yazmıştır:
"“İnsanın gerçek amacı, değişen eğilimi, hatta sonsuza dek değişmeden kalan aklı insana emreden amaç değil, bir bütünde en büyük ve en orantılı gücünün oluşumunu sağlamaktır. Bu oluşumda eğitim birinci ve vazgeçilemez şarttır. (...) Çokların birleşmesinden oluşan çeşitlilik toplumu oluşturan en büyük metadır ve bu çeşitlilik kesinlikle devletin müdahalesi derecesinde sürekli kaybolup gitmektedir. Onlar gerçekte yalnızca kendileriyle birlikte toplumda yaşayan bir ulusun üyeleri değildirler, bunun yanı sıra hüküm sürdükleri devletle, yani düşünceyle ilişki kuran ayrı ayrı tebalardır, yani devletin üstün gücünün güçlerin serbest oyununu bozan bir ilişkidir. Aynı türden sebeplerin aynı türden etkileri vardır. Devlet ne kadar çok müdahil olursa, etkileyen, hatta etkilenen şey de o kadar benzer olur. (...) Fakat her kim diğeri için atıp tutarsa onun insanlığı yanlış tanıdığı ve insanlardan makineler yapmak istediği hakkında haklı olarak şüpheyle ilişkilendirilir.”
Bu köklü değişikliklerin yaşandığı sırada Humboldt’un aday olarak gösterilmesinde, insan olarak değer gören bir varlık için eğitime duyduğu derin saygı etkili olmuştur. "İnsan bir ulustan ve çağdan, saygısını ve hayranlığını hediye edeceği tüm insan soyundan ne talep eder? Eğitimin, bilgeliğin ve erdemin mümkün mertebe güçlü ve genel bir şekilde yayılmasını ve iç değerinin öyle yükseğe çıkıp insanlık kavramının büyük ve onurlu bir karşılık kazanmasını talep eder.”"
Humboldt göreve atanmasıyla yüzleştiğinde görevi kabul edip etmemekte tereddüt etmiştir. Bakan olup bununla birlikte sadece krala karşı sorumlu olmayıp İçişleri Bakanı Friedrich zu Dohna-Schlobitten’in altında bölüm şefi olarak görev alması kısmen bu tereddüttün nedeniydi. Görevinin önemi yüzünden ona ders olgusunun yeni düzenlenmesinde yeterince hareket özgürlüğü tanınmayacağından korkmuş olmalıydı. Karısı Caroline’ye "üzücü şeyler" ve içinde bulunduğu bir kriz hakkında yazmıştır. Humboldt yeni görevine atanma yazısını 1809 yılının Ocak ayına iki hafta kala okumuştur, atamasını reddetmiştir ve kraldan Roma’daki diplomatik görevine devam etmesini rica etmiştir. Ancak bunu yapmasına izin verilmemiştir; 10 Şubat’ta Gizli Devlet Kurulu’na ve İçişleri Bakanlığı’nın Kült ve Ders Bölümü Yöneticiliği’ne atanmıştır. Humboldt şartlara sonunda boyun eğdiğinde özgür ve yenilikçi olarak, Nicolovius, Süvern ve Uhden gibi meslektaşlarından destek görerek ilkokullarda ve halk okullarında, liselerde ve üniversite alanında kapsayıcı olduğu kadar tempolu ders planlarını, öğretmen eğitimlerini ve sınav olgularını Königsberg’deki görevinde hayret verici bir şekilde etkinleştirmiştir.
Kendi aristokratik, ayrıcalıklı var oluşuna oldukça yakın bağı bulunduğu için Humboldt’un eğitim ülküsü ekonomik zorlamalar ve toplumsal gerçeklikler bakımından eleştirilmiştir. Fakat Humboldt bizzat genel bir eğitim reformunu hedefliyordu; Kral’a 1809 yılının Aralık ayında hazırladığı raporu, hayat boyu eğitimin var olabileceği bir halk toplumunun oluşturulmasına yönelik teşvikleri |
n belgelerini içeriyordu. “Genel olmak zorunda olan tamamıyla kesin bilgiler ve dahası kimsenin hata yapmayacağı zihniyet ve karakterin kesin bir oluşumu vardır. Kendisine ve kendi özel mesleğine bakmaksızın durumuna göre iyi terbiyeli bir insan ve vatandaş ise açık bir şekilde iyi bir usta, satıcı, asker ve iş adamıdır. Okul dersi ona burada gerekli olanı verirse o kişi mesleğinin gerektirdiği özel yeteneği sonradan oldukça kolay edinir ve hayatta sık sık olduğu gibi birinden diğerine geçme özgürlüğünü her zaman korur.”
Humboldt ilkokul, lise ve üniversiteden oluşan üç aşamalı bir okul sistemi istemiştir. 1809 güzünde okul olgusuna dair iki taslak sundu: “Königsberg Okul Planı” ve “Litvanya Okul Planı”; bunlar Alman okul tarihinin merkezi iki dokümanıdır. Bu taslaklar kulaktan dolma bilgiye karşı çıkmaktaydı ve "sadece genel insan eğitimini” amaçlamaktaydı. Bu tutum daha çok bir mesleki yöne sahip olan şövalye okullarına, askeri okullara ve özel liselere karşı durmaktaydı. Üç yıllık ilkokullar için Pestalozzi Yöntemi’nin devreye sokulmasını önermişti: “O yöntem aynı zamanda çocuğun her an duyduğuna, söylediğine ve yaptığına ve neden böyle değil de öyle muamele gördüğüne dair tam ve açık bilince sahip olmak zorunda olduğu bütün yöntemin ana ilkesidir.” Humboldt lise için hazırlık evresi olarak algıladığı Hümanistik Lise’ye dair yürürlükte olan fikirleri açıkça bildirmiştir. Yeni hümanizmin düşüncesinde zihin eğitimi olarak eski dillerin üstünlüğü üzerinde ısrar etmiştir.
Humboldt'un veya çalışma arkadaşlarının sonradan etkisini gösteren önlemleri şunlardır:
Reform çalışmasının taçlandırılmış bir şekilde son bulması, 1810 yılında Berlin Üniversitesi'nin kurulmasının önünü açmıştır, Berglar bundan şöyle bahsetmektedir: "Bir Alman Eğitim Bakanı gururlu bir atama listesini tekrar göstermek zorunda değildi.” En renkli öğretmen kürsülerinde, başlarda Schleiermacher, Friedrich Carl von Savigny, Johann Gottlieb Fichte ve Barthold Georg Niebuhr vardı. Bayan Caroline’ye mektuptan yansıttığı gibi organizatör için bu küçük bir işti: Uzman öğretmenler -sürekli çakışan çıkarlarıyla, kıskançlıklarıyla, kıskanmalarıyla ve hükmetme hevesleriyle, söz konusu alanında destek ve teşvik kazandığı tek taraflı görüşleriyle- “en ele avuca sığmaz ve memnun edilmesi en zor insan sınıfıydı”.
Humboldt’un üniversite fikri, yüksekokul işletmesi ile doçentler arasındaki ilişkiyi ve onların öğrencileri için araştırma ve öğreti birimini öngörmekteydi. Her ikisinin masrafları devlet desteği ve yükümlülüğü tarafından kısıtlı olarak ödenmiştir. Humboldt, üniversitelerin sorumlu öz yönlendirmeleriyle; tabiri caizse sadece yüksek bir kuleden ve devletin kendi servetinden oluşturamayacağı araçlarla devlete ait amaçları da yerine getirebilecekleri düşüncesinden yola çıkmıştır. Alman Üniversitesi örneği olarak Humboldt’a özgü bir konuma, ancak 20. yüzyılda, 1903 yılında yayımlanan “Yüksek bilimsel girişimlerin iç ve dış örgütleri hakkında” adlı tasarı ile gelinebilmiştir.
Bağımsız ve kabinedeki meslektaşları gibi eşit haklarda etkili olabilmek için devlet komisyonundaki konumunu değerlendirme niyetinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Humboldt, Baron Stein’ın fikriyle Kral’ı ikna edebileceği umuduna kapılmıştır. Hiçbir şeyi başaramadığını fark edince komisyondaki bir yıllık görevinden istifa etmiştir. İşinden çıkarılmasına karar verilmesi iki buçuk ay sürmüştür, bu aylar içinde hem İçişleri hem de Dışişleri Bakanlığı Yöneticiliği için görüşmeler yapmıştır. Diplomatlık görevine sonradan geri dönebilmek için kilise meseleleri bölümü yöneticiliğini ricada bulunarak devraldığından dolayı bir önceki işinden kovulmasıyla bağlantılı olarak "Viyana'ya sıra dışı elçi ve tam yetkili bakan" olarak atanması yaşadığı hayal kırıklığını biraz da olsa hafifletmiştir.
Humboldt elinde bulundurduğu devlet dairelerindeki görevlerinden ayrıldığı için saldırıya uğramıştır. Kendini beğenme, zevk arayışı, rahatlık ve kendini diğerlerinden üstün görme, geri çekilmesinin kabul edilebilir örneklerini oluşturmuştur. Buna karşına, büyük bir hizmet ve devlet görevinde de tam güne yaydığı bitmez tükenmez azami bir iş hırsına sahipti.
Caroline von Humboldt kocası Eğitim Bakanı olarak göreve atandığında Roma’da kalmıştır. 1810 yılının sonbaharında çocuklarıyla birlikte kocasının yanında yaşamak ve Minoriten Meydanı'ndaki evde gösterişli bir toplum hayatı sürmek üzere Viyana'ya gitmiştir. Humboldt, Habsburg görevlerinde tanıştığı gençlik arkadaşı Friedrich Gentz sayesinde o zamanki Avusturya Dışişleri Bakanı’nın vekili Metternich ile tanışmayı başarmıştır. Böylelikle Hardenberg’e Napolyon ile Rusya arasındaki çatışmada ve Napolyon’a karşı başlayan kurtuluş savaşında Avusturya’nın tutumunu önceden güvenilir bir şekilde söyleyebilmiştir. Avusturya’nın koalisyona katılmasını arka alanda teşvik edebilmiştir. Bu Humboldt'un Scurla Biyografileri’ne göre onun diplomatik kariyerindeki en üst noktaydı.
Humboldt Viyana Kongresi'nde ve Alman Devletler Birliği hakkında yapılan müzakerelerde Hardenberg'in sağ kolu olarak görev almıştır ve eyalet dosyalarının biçimlenmesine sayısız bildiriyle katkıda bulunmuştur. Hardenberg’le yapılan bu önemli evrede Avrupa'nın yeni düzenini içinde barındıran bu uzlaşma maalesef uzun süreli olmamıştır. Çünkü Humboldt'un liberal ilkeleri ve etkileri, Hardenberg kendisini geliştirirken, Metternich’in giderek artan karşı devrimci çabalarıyla oluşan havayı fazlasıyla bir kenara itmiştir. Müzakereler bittikten sonra Metternich ve Humboldt arasında belirgin bir hal alan zıtlaşma nedeniyle Humboldt'un Viyana'daki rolü bitmiştir. Humboldt ilk olarak 1816 yılı boyunca Alman Devletler Birliği’ndeki açık bölgesel sorunları müzakereye bağlamak üzere Frankfurt’a gönderilmiştir, bunun sonrasında ise kalıcı olmak üzere Londra’ya elçilik görevine yollanmıştır. Humboldt, Hardenberg tarafından tekrar bir bakanlık görevine öngörülmüştür. Hardenberg, yetkisinde ve yönetim işlevinde Humboldt tarafından saldırıya uğrandığını düşünmüştür. Bunun üzerine aylardır devlet komisyonunun bir üyesi olarak Berlin'in siyasi işlerine katılan Humboldt’un acil bir şekilde Londra’ya gönderilmesini talep etmiştir.
Humboldt yurt dışına sürüleceği kararına yarım sene boyunca saygı göstermiştir, daha sonra sözde ailevi nedenlerden dolayı görevinden alınmasını rica etmiştir. Hardenberg onun Berlin’den uzaklaştırılma dilekçesini kabul etmiştir; fakat Humboldt ikinci dilekçesini doğrudan Kral’a yazmıştır ve bu ona cesaret kazandırmıştır: Humboldt, Frankfurt am Main’de yeniden Alman Devletler Birliği’nde Prusya’nın çıkarlarını gözetecekti. 1819 yılının Ocak ayında nihayet bakanlık görevine durumsal sorunlardan dolayı atanmıştır. Diğer ön koşullar altında anayasal bir monarşi için liberal temeller oluşturma ve böylelikle III. Friedrich Wilhelm'in anayasa sözünün, Humboldt'un düşündüğü gibi gerçekleşmesi şansı doğmuştur. Bu imkân üzerine ortaya çıkan manzara, devlet komisyonunun bir reformu için onun yeniden ortaya attığı talebini kendisine dayandırmasına, Hardenberg'in olağan mesafeli duruşuna ve kendine ait anayasa planlarına rağmen- teklif edilen bakanlığı üstlenmesine olanak sağlamıştır. Teklifin Humboldt'a sürgün getireceğini zanneden meraklı halk, onun teklifi onaylaması üzerine oldukça sevinerek tepki göstermiştir. Humboldt’un Berlin’e gitmesinden önce anayasa meselesinin önünü tıkamak isteyen Hardenberg onun Berlin görevini onaylamadan önce yaza kadar Humboldt’u Frankfurt’taki görevleri nedeniyle oyalamıştır.
Anayasa düşüncesine hiç de uygun olmayan bir zamanda Humboldt görevine başlamak zorunda kalmıştır. Görev süresine denk düşen zamanda Prusya ve Avusturya Devlet Başkanları arasında üniversitelerde ve normal yaşamda liberal çabaların baskı altına alınmasını ve kovuşturulmasını öngören Karlsbad Kararları müzakere edilip kabul edilmiştir. Daha sonraki zamanlarda Hardenberg ve Humboldt, Kral’a anayasa fikirlerini sunsalar da Prusya'da Karlsbad Anlaşması’ndan sonra anayasal bir düzenin oluşması olanaksızdı. Humboldt'un zaman zaman arkadaşlarını da arkasına alarak yürüttüğü mücadelesi, uzun süredir kaybettiği makamında yer almaktaydı. "Demagog"- Kovuşturması kapsamında polisin keyfi davranmasına karşı enerjik çıkışı 31 Aralık 1819 tarihinde görevinden uzaklaştırılmasına neden olmuştur; fakat o, görevinden uzaklaştırılmasını soğukkanlı olarak sineye çekmiştir.
Humboldt Tegel’deki on yıllık yaşamı boyunca öncelikli olarak dil araştırmalarıyla meşgul olmuştur. Bu çalışmalara yönelik malzemelerin bir kısmını seyahatlerinde kendisi toplamış, bir kısmını mektup yazışmalarından elde etmiştir, diğer bir kısmını ise kardeşi Alexander'ın araştırma gezilerinin malzemelerinden edinmiştir. Kardeşi 1827 yılından beri Berlin’de yaşamış ve Tegel’e Humboldt’u ziyaret etmek için sık sık gelmiştir. Humboldt, 20 yıl daha fazla yaşamış olduğu kardeşinin ölüm haberini bir mektup sayesinde öğrenmiştir.
“Humboldt kendisini hep oluşumun yanında görmüştür ve türler üzerine dil yapısındaki çeşitliliğin bir sebebe bağlanması anlamına gelen ve insanlığın zihinsel algılarında kurulu olan yeni bir dilbilimi çok etkin bir şekilde teşvik etmiştir: Bu çeşitliliğin içinde tüm dünyayı kapsayan, dillerin yapısının onun biricik araştırma nesnesi olan bir dilbilim (…) Humboldt çağdaşlarının arasında çoğu dili gramer açısından inceleyen adı sonsuza kadar uzanacak tek kişiydi. O aynı zamanda tüm dillerin ilişkisini ve onların insanlığın zihinsel oluşumuna etkilerin, en derinden ve en anlamlı bir şekilde araştıran kişiydi."
Gençlik yıllarında öğrendiği yabancı dillerin yanı sıra Humboldt’un dil hâkimiyeti İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Bask dili, Macarca, Çek dili, Litvanyaca’ya kadar uzanmıştır. Bilimsel araştırmaları, Amerika’daki yerli diller, eski Mısır dili, Çince, Japonca ve Hindistan Sanskritçesi dilleri üzerinedir. Bu kapsayıcı dilsel araştırma olgusunun kaynağı, dilin kesinlikle kilit rolü elinde bulundurduğu Humboldt'un kafasında canlandırdığı insan portresidir. “Çünkü insanın mizacı dilin beşiği, yurdu ve evi olduğu için |
dilin bütün özellikleri insanda fark edilmeden, gizli bir şekilde ortaya çıkmaktadır." Humboldt dilin ulusal karakterini ele alan bir inceleme yazısında şöyle yazmıştır: "Karakteri tanımlayarak ve aslında onu oluşturarak, belirsiz düşüncelere bir biçim vererek zihin çoğu kimsenin desteklediği etki sayesinde yeni yollar üzerinden nesnelerin özüne işler. (…) Bazı milletler kendi dillerinin onları dünyadan uzaklaştırdığı yağlı boya tablolarıyla adeta yetinmektedirler ve bu tablolarda daha fazla ışığı, ilgiyi ve uygunluğu bir araya toplamaya çalışmaktadırlar. Diğerleri adeta kendilerini düşüncelere gömmektedirler, ifadenin yeterince ortaya çıkarılamayacağına, ifadenin uygun yapılamayacağına inanmaktadırlar ve bunun üzerine biçimin kendi içinde tamamlanmasını göz ardı etmektedirler. Her iki tür milletin dilleri kendi dilinin karakteristik özelliğini kendi içinde taşımaktadır.”
Gelişmiş biçimdeki insanlar arası anlama ortak bir dili şart koşmaktadır; bu Humboldt'a göre bir şeyin asıl nedeni ve bilimsel ilerlemenin aracıdır: “Çünkü anlama düşünce tarzlarının ayrılmaz bir noktada bir araya gelmesidir, hatta ortak kısmın kendini emniyete aldığı, bireyleri aşan düşünce kürelerinin bir araya gelmesidir. Bu sayede düşüncenin edinilen her gelişmesi diğerlerinin sahip oldukları düşüncelerin üstüne çıkarak, benimsemede ve yeni bir gelişmede gerekli olan özgürlük prangalarını takmaksızın insan cinslerinin zihinsel ilerlemesini olanaklı hale getirmektedir.”
Düşünce kürelerinin bu bağlamda oldukça verimli bir şekilde bir araya gelmesini Tegelli kardeşler beraber tecrübe etmişlerdir- ve gelecek kuşakların bundan istifade etmesini sağlamışlardır. Wilhelm siyasi görevleri nedeniyle daha çok Prusya vatanseverliğini geliştirmiştir ve uzun süre Paris'te kalan Alexander'ı özlemiştir. Ancak her ikisi de temelde anavatana yönelik dar kafalılığı reddetmiş ve kozmopolit fikirlerini bilimsel çalışmalarında birleştirmişlerdir. Herbert Scurla, Wilhelm von Humboldt'un Alexander'a "Kozmoz”da (Evren) gönderme yapan sonraki cümlelerinde Humboldt-Kardeşlerin ortak vasiyetini görmüştür:
“Geçerliliği tarih boyunca gittikçe artan bir fikri betimleyecek olursak; herhangi biri tüm cinsin etraflıca tartışılan, fakat buna rağmen yanlış anlaşılan mükemmelleşmesini kanıtlamak isterse; insanlık fikri, çabayı ve insanlar arasına her türden düşmanca ön yargıları, ayrıca tek yanlı görüşleri koyan sınırları ortadan kaldırmaktır. Bunun yanı sıra tüm insanlığa din, millet ve renk gözetmeksizin büyük bir kardeş kabile olarak, bir amaca ve iç gücün özgür gelişimine ulaşmada mevcut bir bütün olarak muamele etmektir. Bu, toplum olmanın son ve açık fikridir ve aynı zamanda insanın varlığının gelişmesi için kendi doğası sayesinde kendi içine yerleştirdiği yoldur.”
I. Albert (Belçika Kralı)
I. Albert (8 Nisan 1875, Brüksel - 17 Şubat 1934, Marche-les-Dames), 23 Aralık 1909'dan ölümüne kadar tahtta oturan üçüncü Belçika kralı, Saksonya Dükü, Saxe-Cobourg-Gotha Prensi. Flandre Kontu Prens Philip ve Prenses Marie de Hohenzollern-Sigmaringen'in oğluydu. 2 Ekim 1900'de Bavyera Düşesi Élisabeth ile evlendi. Bu evlilikten üç çocukları oldu:
I. Dünya Savaşı'ndan sonra, ülkesini işgal eden Almanya'ya ait olduğu gerekçesiyle Saksonya Dükü ve Saxe-Cobourg-Gotha Prensi unvanlarını terk etti. Buna karşın, bu unvanlar resmi belgelerde (doğum ve ölüm kayıtları, vb.) varlıklarını sürdürmektedir.
1893 ile 1909 yılları arasında senatörlük yaptı, ülkenin kara, deniz ve demiryolu ulaştırma altyapısının geliştirilmesi için çalıştı. 1906'da fakir balıkçı gençler için deniz kıyısında Ibis Kraliyet Okulu'nu açtı.
Basit bir hayat yaşayan, gösterişten hoşlanmayan I. Albert ve eşi, halk tarafından çok sevildi. II. Léopold'ün ardından 23 Aralık 1909'da kral oldu. Brüksel'deki taç giyme töreninde büyük bir kalabalık toplandı ve tezahüratta bulundu. Hem Fransızca hem de Flemenkçe yemin ederek tahta geçen ilk kral oldu.
Hükümdarlığının ilk yıllarından itibaren Avrupa'da gerilim artıyor, ülkeler paktlara katılıyor ve ordularını güçlendiriyordu. 1913'te Almanya ve Fransa'ya giderek ülkesinin tarafsızlığı konusunda ısrar etti, topraklarının işgal edilmemesi için çaba gösterdi. Zorunlu askerlik kanununu onayladı. Bu sayede 180.000 kişiden oluşan Belçika ordusu, 340.000 kişiye çıktı.
1914'de I. Dünya Savaşı başladı. 2 Ağustos'ta Almanya Belçika'ya bir ültimatom verdi: Alman ordularının serbest geçişine izin vermezse, Almanya, Belçika'yı düşman kabul edecekti. Albert bunu reddetti ve ordunun komutasını aldı. 4 Ağustos'ta Alman ordusu sınırı geçti. Liège ve Anvers'deki kanlı çarpışmalardan sonra 15 Ekim'de Belçika ordusu Yser nehrinin gerisine çekildi ve bu hattı dört yıl boyunca savundu.
Kral, Le Havre'a kaçan hükümetin peşinden gitmedi, ordusunun başında kaldı. Askerleri cesaretlendirmek için düzenli olarak cephe hattına gitti. Cesareti, kendisine "asker kral" ve "süvari kral" lakâplarının takılmasına neden oldu.
I. Dünya Savaşı'nın ardından Versailles'daki barış görüşmelerinde ülkesini temsil etti. Bu görüşmelerde ülkesinin çıkarlarını savunduğu gibi, Almanya'nın ağır koşullar altında aşırı derecede ezilmesini de önledi. Bundan sonra kendini savaşta harap olan ülkesinin yeniden inşa edilmesine adadı. Bu çalışmaların en iyi örneği, Liège ve Anvers şehirleri arasında, kendi ismini taşıyan kanaldır. Bir bilim tutkunu olarak, 1928'de Ulusal Bilimsel Araştırma Fonu (le Fonds National de la Recherche Scientifique (FNRS))'nu kurdu. Ülkeyi bölmeye başlayan etnik soruna çok duyarlı davranarak Gent Üniversitesi'nin 1930'da Flemenkçe eğitime geçmesini destekledi. Eşi Kraliçe Élisabeth ile birlikte pek çok sanatçı, yazar ve bilim insanının arkadaşıydı.
Hobi olarak kaya tırmanışı yapmaya başladı, ancak 17 Şubat 1934'te Meuse vadisinde, Namur yakınlarındaki Marche-les-Dames kayalıklarında düşerek öldü. Laeken'deki Notre-Dame Kilisesindeki kraliyet kabrinde, atalarının mezarlarının yanına defnedildi.
Kişiliği, savaş yıllarındaki yararlılıkları, fedakârlığı ve maceralı ölümü, kamuoyu nezdinde efsaneleşmesine neden oldu.
Mesnevi
Mesnevi, özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan divan edebiyatı şiir biçimidir.
Her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi hem yazma kolaylığı sağlar hem de daha uzun metinlerin bu şekle uygun olarak kaleme alınmasına imkan tanır. Diğer nazım şekillerindeki kafiye bulma zorluğu şairleri uzun metinlerde bu şekli kullanmaya teşvik etmiştir. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevî kullanılmıştır. Klasik düzende bir mesnevî; tevhid, münacat, naat, miraciye, eserin sunulacağı büyüğe övgü, mesnevînin niçin yazıldığını açıklayan sebeb-i nazm ve hikâyenin anlatımı ("ağaz-ı destan") bölümlerinden oluşmuştur.Mesnevîde beyit sayısı sınırsızdır.
Mesnevîlerde yer ve zaman kavramlarının tam belli olmaması, olay ve kahramanların olağanüstülükler taşıması mesnevînin masal ve destanla ortak özellikleridir.
Mesnevide konu her ne olursa olsun, ilk dikkati çeken özellik olayın bir masal havasında anlatılmasıdır. Akıl ve mantık ölçülerini aşan bir sürü olay birbirini izler. Olayın geçtiği yer ve zaman belirsizdir. Konuda birlik sağlanamamıştır. Hikâyenin bölümleri birbirine eklenmiş ilgisiz parçalar gibi görünür. Çevre tasvirleri gerçeğe uygun değildir, hikâye kahramanları doğaüstü davranışlarda bulunur. Hikâyelerde cinler, periler, devler, cadılar, ejderhalar gibi masal motifleri sık sık işlenir.
Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir. Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikâyelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur. Mevlana eserine ayrı bir isim koymamıştır; eser, nazım türü olan mesnevi adı ile bilinir.
Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikâye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır.
On bölümden oluşur.
Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olmak bir itibar kaynağıdır. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.
El (Kiril)
Latin abecesindeki L'ye eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (Л : Büyük Harf. л : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça : Литва : Litva (Litvanya : tr)
Ze (Kiril)
Latin alfabesi ndeki Z'ye eşdeğer Kiril alfabesi harfi. (З : Büyük Harf. з : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça :
Зимбабве : Zimbabve (Zimbabve : tr)
звезда : zvezda (Yıldız : tr)
здравствулте : zdravstvulte
Ю
"Yu" seslerine eşdeğer Kiril Alfabesi harfi. (Ю : Büyük Harf. ю : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça : Югославия : Yugoslaviya (Yugoslavya : tr)
Çe (Kiril)
Çe, Latin abecesindeki "Ç"'ye (ch, bazen de c) eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (Ч: Büyük Harf. ч: Küçük Harf)
Rusça dışındaki bütün Slav dillerinde tıpkı Türkçedeki Çgibi okunur. Ancak Rusçada Türkçeye göre daha sert bir Çolarak okunur, nadiren Ş'ye yakın bir ses olarak okunur.
Örneğin;
Rusça : Чешская Pеспублика: Çeşskaya Respublika (Türkçe: Çek Cumhuriyeti)
Casiquiare Kanalı
Casiquiare Kanalı, Venezuela'da Orinoco ve Amazon Nehir sistemleri birbirine bağlayan yeryüzünün en büyük bifurkasyonu (bilimsel literatürde, nehirlerin çatallanıp kollara ayrılması). "Brazo Casiquiare" Nehri, yukarı Orinoco'da dala ayrılır ve Rio Negro üzerinden Amazonlara akar. Su seviyesine göre Brazo Casiquiare'nin suyu kuzeye doğru da, yani Orinoco istikametinde de akar.
Bu bifurkasyon 1800'de Alexander von Humboldt tarafından onaylandı. Yaklaşık 1750 yılında bir ispanyol misyoner tarafından tarifi yapılmıştı.
Tezkire
Tezkire, kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" anlamına gelen, kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir. Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldı |
ğı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerin yerini tutmaktadır.
Türk edebiyatında tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin "Mecâlisü'n-Nefâis" adlı eserine dayanır. Türk edebiyatının ilk tezkiresi budur. Türk edebiyatında sırasıyla 16. yüzyılda Sehi Bey, Latifî, Aşık Çelebi, Kınalızâde Hasan Çelebi, Ahdî ve Beyanî; 17. yüzyılda Sâdıkî, Riyâzî, Fâizî, Rızâ, Yümnî, Asımm ve Güftî; 18. yüzyılda Mûcib, Safâyî, Sâlim, Beliğ, Safvet, Râmiz; 19. yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.
Tezkire klasik Türk edebiyatı şair ve yazarların şiirlerini ve hayatlarını kapsayan edebiyat antolojisi görevi gören bir kitaptır.
Anadolu sahasında yazılan ilk tezkire Sehi Bey'e ait olup "Heşt Behişt" (Sekiz Cennet) ismini taşımaktadır. Bunun dışında Latifi'nin tezkiresi, Ahdi'nin "Gülşen-üş Şuara" isimli tezkireleri de ünlüdür.
16. yüzyılda yaşayan Latifi (1491-1582) şiirleri de bulunmasına rağmen edebiyatımızda tezkiresiyle ünlü bir yazardır. Latifi tezkiresinde 310 şaire yer vermiştir. Latifi tezkiresinde şair ve sanatçıları objektif olarak değerlendirmemiştir. Latifi tezkiresi bu yönüyle edebi tenkit örneğidir. Latifi’nin 1546’da tamamlayıp I. Süeyman'a sunduğu kendi adıyla anılan tezkiresi, 1896’da "Şuarâ Tezkiresi" adıyla yayınlanmıştır.
Tezkiretü’ş-Şuarâ, Tezkire-i Şuarâ veya Tezkire adlarıyla anılan eserler devrin şairlerinin zaman içinde unutulup gitmelerini önlemek, hatırlanmalarına vesile olmak amacıyla yazılmış eserlerdir. İçlerinde en az yüz civarında şair bulunur ve bu yönleriyle şekil olarak günümüzdeki , yazarlar veya şairler sözlüğü gibi eserlere benzerler. Konularını şairlerin hayatları, kişilikleri, edebî faaliyetleri ve eserleri oluşturmaktadır. Tezkireler, çok ayrıntılı olmamakla beraber, biyografi eserleri olarak da kabul edilebilirler.
Tezkirelerde şairlerin hayatı hakkında bilgi verilir, kişilikleri ve eserleri üzerine değerlendirmeler yapılır ve eserlerinden örnekler verilir. Bu yönüyle edebî eleştiriler içerdiği söylenebilir. Tezkireciler bunu yaparken uslûbun sanatlı ve ahenkli olmasına da özen göstermektedir. Öyle ki, bu yönleriyle tezkireler aynı zamanda birer edebî eser niteliği taşımaktadırlar.
Şairlerin gerek tezkireye alınışlarında, gerekse eser ve şiirlerinden verilen örneklerin belirlenmesinde tezkirecinin zevk ve tercihi rol oynamaktadır.
Tezkireler çağının bir edebiyat ve kültür ürünüdür. Yazıldığı çağın sosyal, kültürel, sanatsal ortamını içerir. Aynı zamanda günümüz araştırmaları için değerli birer belge ve kaynak durumundadırlar.
Şair tezkiresi yazma geleneği XV. yüzyılda Çağatay sahasında Ali Şir Nevaî tarafından kaleme alınan "Mecalisü'n-Nefâis" ile Anadolu sahasında ise Sehi Bey'in yazdığı "Heşt Behişt" ile başlayarak, asırlarca kesintiye uğramadan devam etmiştir. Sehi Bey'in yazdığı Heşt Behişt adlı tezkireyi sırasıyla Latifî' nin kendi adıyla yazdığı Latifî tezkiresi; Ahdî'nin Gülşen-i Şu'ara; Aşık Çelebi'nin Meşa'irü'ş-Şu'ara; Hasan Çelebi'nin Kınalızade Tezkiresi; Beyanî'nin yine kendi adıyla anılan Beyanî Tezkiresi; Riyazî'nin Riyazü'ş-Şu'ara ; Kafzade Faizî'nin Zübdetü'l-Eş'ar ; Rıza'nın Rıza Tezkiresi ; Yümnî'nin Yümnî Tezkiresi ; Asım'ın Zeyl-i Zübdetü'l-Eş'ar; Güftî'nin Teşrifatü'ş-Şu'ara; Mücîb'in kendi adıyla anılan Mücîb Tezkiresi; Safayî'nin yine kendi adıyla anılan Safayî Tezkiresi; Salim'in Salim tezkiresi ; Belîğ'in Nuhbetü'l-Asar li-Zeyli Zübdeti'l-Eş'ar; Ramiz'in Adab-ı Zürefa; Silahdar'ın kendi adıyla anılan Silahdar Tezkiresi; Safvet'in Nuhbetü'l-Asar min Fera'idi'l-Eş'ar; Tevfik'in Mecmu'atü't-Teracim; Es'ad'ın Bağce-i Safa-enduz; Arif Hikmet'in Tezkire'si ve Fatin'in Hatimetü'l-Eş'ar adlı eserleri izler.
Cumhuriyet döneminde bu tezkireler üzerinde birçok çalışmalar yapılmış, bazı tezkireler latinize edilerek basılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Sehi Bey Tezkiresi, Heşt Behişt, Sehi Bey, Mustafa İsen,
Lâtifi, Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ, Abdüllatif Çelebi Latifi, 993/1585, Rıdvan Canım,
Tezkiretü'ş-şuara, Kınalızade Hasan Çelebi, 1016/1607 ; İbrahim Kutluk. Tezkiretü’ş-şuara, Mustafa b. Carullah Beyani ; İbrahim Kutluk. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997
Nuhbetü’l Âsâr li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’âr, İsmail Beliğ, Abdulkerim Abdulkadiroğlu
Tezkire-i Şafayi (Nuhbetü'l-aşar min feva'idi'l-eş'ar), Mustafa Şafayi Efendi, Pervin Çapan,
Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviye, Esrar Dede, İlhan Genç,
Tezkire-i Mucip, Kudret Altun,
Tezkiretü’ş-Şu’ara Salim Efendi, Mirzazade Salim Mehmed Emin Efendi, 1156/1743 ; Adnan İnce.
Takao Suzuki
Takao Suzuki (Japonca 鈴木貴男) (d. 20 Eylül 1976 Sapporo, Japonya), ATP Tour'da oynayan profesyonel tenis oyuncusudur. Kariyerinde 1998'de tek erkekler sıralamasında 102'ye kadar yükeselen oyuncu tenis ödüllerinden 600 bin dolar'a yakın bir gelir elde etmiştir.
2005 Avustralya Açık'ta Roger Federer'e karşı oynadığı maçı ile bilinen tenisçi, maçı kaybetmesine rağmen yakın bir mücadele vermiştir. Daha sonra 2006 Japonya Açık'da Federer ile tekrar karşılaşan oyuncu, 6-4, 5-7, 6-7(3) setlerle oldukça yakın bir maç çikarmıştır.
Şa (Kiril)
Şa, Latin alfabesindeki "Ş"ye eşdeğer Kiril alfabesi harfi. (Ш: büyük harf. ш: küçük harf) Diğer slav dillerinin aksine Bulgarcada "ш" harfi, Türkçede "şı"sesine eşdeğer olarak okunur. Örnek:
Su Kasidesi
Su Kasidesi Fuzûlî'nin kasidelerinden biridir. Aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Redifi "Su" olduğu için bu şekilde adlandırılır. Fuzûlî bu kasidesini İslam peygamberi Muhammed'i övmek amacıyla yazmıştır. İlk beyit şu şekildedir: "Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlâre su" / "Kim bu denli dutuşan odlâre kılmaz çâre su" Kaside üstün bir lirik söyleyiş ve sanatlı anlatımıyla Türk edebiyatının büyük şairlerinden Fuzûlî'nin bir söz şaheseridir.
Divan şairleri umumiyetle fikirlerini bir beyitte sona erdirirler. Fuzuli kasidesinin son iki beyiti olan 31. beyitle 32. beyiti birbirine bağlıyor. İki beyitte de mahşer günü bahis konusudur. Bu beyitler şöyledir:
En (Kiril)
En (Kiril), Latin Abecesi'ndeki "N"'ye eşdeğer Kiril Alfabesi harfi (Н : Büyük Harf. н : Küçük Harf). Şekil benzerliği nedeniyle Türkçedeki H harfi ile karıştırılmamalıdır.
Örneğin;
Es (Kiril)
Latin abecesindeki "S"'ye eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (C : Büyük Harf. c : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça :
Cловакия : Slovakiya (Slovakya : tr)
Соединенные Штаты Америки : Soedinennıye Ştatı Ameriki (ABD : tr)
Disefali
Disefali, "iki başlılık" anlamına gelen terimdir. Etimolojik olarak "disefali" sözcüğü, Yunanca numerik ön ek "di" yani "iki" ve "kephal" yani "kafa"dan oluşmuştur. Disefali kavramı farklı kültürlerin mitolojilerinde yer tutmuş yaygın bir kavramdır. Bununla birlikte, bir mit olmaktan öte, canlılarda disefali görülebilir.
Disefali insanlarda da, disefalik yapışık ikizlik olarak görülmektedir. Bunun en ünlü örneklerinden birisi 7 Mart 1990, Carver County, Minnesota, ABD doğumlu Abigail ve Brittany Hensel'dir. Hayatları medyanın ilgisini çekmiş ve onları konu alan bir belgesel de çekilmiştir.
Disefali olgusu sanatta zaman zaman işlenmiştir ve sanat eserlerinde görülebilir.
O (Kiril)
O (О о; italik: "О о") Kiril alfabesi'nin bir harfi.
Örneğin;
Rusça : Oттоманский : Ottomanskiy (Osmanlı : tr)
Ge (Kiril)
Latin abecesindeki "G"'ye eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (Г : Büyük Harf. г : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça :
Германия : Germaniya (Almanya : tr)
гимнастика : gimnastika (Jimnastik : tr)
Гренландия : Grenlandiya (Grönland : tr)
газета : gazeta (Gazete : tr)
Not: Rusça'ya benzerlik gösteren Ukrayna ve Belarus dillerinde "GH" olarak okunur.
Navier-Stokes denklemleri
Navier-Stokes denklemleri, ismini "Claude-Louis Navier" ve "George Gabriel Stokes'tan" almış olan, sıvılar ve gazlar gibi akışkanların hareketini tanımlamaya yarayan bir dizi denklemden oluşmaktadır.
Bu denklemler; akışkan içerisindeki birim kütleye etki eden momentum (ivmelenme) değişimlerinin, basınç değişimleri ve sürtünme kayıplarına neden olan viskoz kuvvetlerin (sürtünmeye benzer) toplamına eşit olduğunun doğruluğunu ortaya koymaktadır. Bu viskoz kuvvetler moleküller arası etkileşimlerden meydana gelmekte ve akışkanın akmaya ne kadar dirençli (viskoz) olduğunu göstermektedir. Böylece, "Navier-Stokes denklemlerinin", verilen akışkanın herhangi bir bölgesindeki kuvvetler dengesinin dinamik ifadesi olduğu söylenebilir.
Bu denklemler en kullanışlı denklemlerin başında gelmektedirler. Çünkü, gerek akademik gerekse ekonomik birçok fenomenin fiziğini açıklamaktadır. Hava akımları ve okyanus akıntılarının, boru içindeki su akışının, galaksideki yıldız hareketlerinin, kanat etrafındaki hava akımlarının modellenmesinde ve hesaplarında sıkça kullanılırlar.
"Navier-Stokes denklemlerinin" detayına girmeden önce, akışkanlar hakkında bazı kabuller yapılması gereklidir. Öncelikle akışkanın sürekli olduğu kabul edilir. Yani akışkanın tamamının aynı özellikte olduğu içinde farklı biçimler (formlar) bulunmadığı kabul edilir. Bir başka gerekli kabul de konu ile ilgili tüm alanların basınç, hız, yoğunluk, sıcaklık vs., diferansiyel olduğudur. (faz değişimleri olmadan)
Denklemler, momentum ve enerji ve kütle korunumunun temel prensiplerinden elde edilir.
Bunun için, bazı hallerde kontrol hacmi adı verilen, rastgele seçilmiş sonlu bir hacim belirlemek gereklidir, bu hacim üzerinde bu prensipler kolayca uygulanabilir. Bu sonlu hacim formula_1 ile gösterilir ve yüzeyi sınırlandırılır formula_2. Kontrol hacmi, sabit kalabilir veya akışkan ile hareket edebilir. Temel kabuller bunlardır, bununla beraber, farklı uygulamalarda özel kabuller de yapılabilir.
Hareket eden akışkanın özelliklerinin değişiminin ölçülebilmesi için iki yol vardır. Örneğin dünya atmosferindeki rüzgar hızının değişimleri ele alınacak olursa; bu değişiklikler bir meteoroloji istasyonu ölçüm cihazı (anemometre) veya bir hava balonu yolu ile ölçülebilir. Şüphesiz, ilk durumdaki anemometre boşlukta sabit bir n |
okta boyunca geçiş yapan tüm hareketli parçacıkların hızını ölçerken, ikinci durumda bahsedilen aygıt akışkan ile beraber hareket ederken hızdaki değişimi ölçer.
Aynı durumda, yoğunluk, sıcaklık vb. değişimler de ölçümü etkileyecektir. Bu nedenle, bu iki hal için bir ayrım yapılmalıdır. Bir alanın boşluktaki sabit bir pozisyona göre türevi "uzaysal (spatial)" veya "Euleryen türev (Eulerian derivative)" olarak adlandırılır. Hareketli bir parçacığın izlenmesi türevi "gerçek (substantive)", "Lagrangyan (Lagrangian)" veya "maddi (material)" türev olarak adlandırılır.
Gerçek türev şu şekilde tanımlanır:
Burada formula_4 akışkanın hızıdır. Denklemin sağ tarafındaki ilk terim alışılmış Euleryen türevi (sabit bir referans üzerindeki türev) iken, ikinci terim akışkan hareketi ile oluşan değişiklikleri ifade eder. Bu etki adveksiyon olarak adlandırılır.
"Navier-Stokes denklemleri", aşağıdaki korunum kanunlarından türetilir:
Ek olarak, akışkan için bir durum denklemi bağıntısı kabulu yapılması gereklidir
En genel biçimde, bir korunum kanunu şunu ifade eder, bir kontrol hacmi üzerinde tanımlanmış hacim özelliği (bulk property) değişiminin oranı formula_5 hacim sınırları boyunca hareket eden akışkanın dışarı taşıdığı kayıp ve artı kontrol hacminin iç tarafındaki kazançlar ve kayıplara eşit kabul edilir. Bu, aşağıdaki integral denklemi ile ifade edilir.
Bu denklemde v akışkanın hızı ve formula_7 akışkan içindeki kazançlar ve kayıplar olarak ifade edilir.
Eğer kontrol hacmi boşluk içinde sabitlenmiş ise bu integral denkleminden aşağıdaki şekilde bir ifade yazılabilir.
Ayrıca, kontrol hacminin içinde, bu son denklemde elde edilmiş olan sağ taraftaki ilk terimin ifade edilmesi için diverjans teoremi kullanılmıştır. Böylece:
Yukarıdaki ifade boşlukta sabit kalan bir kontrol hacminde formula_1 için geçerlidir. Çünkü formula_1 zaman içinde sabittir, değişmez. Bu sayede "formula_12" ve "formula_13" ifadeleri birbirinin yerine yazılabilir. Böylece ifade "tüm" alanlar için geçerli olur, ve integral çıkartılabilir.
Gerçek türev , formula_14 olduğunda (kazanç ve kayıp yokken) elde edilir.
Kütlenin korunumu şu şekilde yazılır:
Burada formula_19 kütle yoğunluğu (birim hacim başına kütle), v akışkanın hızıdır.
Sıkıştırılamaz bir akışkan için formula_19 akış hattı boyunca değişmez ve denklem şu hale indirgenir:
Momentumun korunumu, yoğunluk yerine momentumun vektör bileşenleri ve akışkan üzerine etkiyen kuvvetler ile, süreklilik denklemine benzer bir yaklaşım yapılarak ifade edilir. Süreklilik denkleminde formula_19 yerine belirli bir yönde birim hacim başına net momentum yazılır, formula_23, burada formula_24 hızın formula_25 bileşenidir. (hız "x", "y" veya "z" yönleri boyunca olmak üzere)
formula_27 , akışkan üzerine etkiyen kuvvetin formula_25 bileşenidir (her birim hacim başına gerçek kuvvet). Genel kuvvetler yerçekimi ve basınç gradyenlerini kapsar. Bu şu şekilde de ifade edilebilir:
Ayrıca, formula_30 bir tensor'dür, formula_31 tensor çarpımını ifade eder.
Süreklilik denkleminin kullanımı daha da basitleştirilebilir ve şu hale gelir:
Genel kullanımda aşağıdaki gibi de yazılabilir
Bu bağlamda F=ma ifadesi doğrulanmış olur.
Momentumun korunumu için Navier-Stokes denklemlerinin genel biçimi :
Burada formula_19 akışkan yoğunluğu, v hız vektörü ve f kitle kuvvet vektörüdür.
formula_36 tensörü, akışkan parçacığı üzerine uygulanmış yüzey kuvvetleri olarak tanımlanır (gerilme tensörü). Akışkan girdap gibi bağımsız bir eğme bükme hareketi yapmadıkça, formula_36 simetrik bir tensördür. Genel olarak, biçim:
Burada formula_39 normal gerilmeler, formula_40 teğetsel gerilmeler (kesme gerilmeleri) ve p gerilme tensörünün izotropik parçası ile birleştirilmiş statik basınçtır.
formula_41 matris izi (İng. "trace") "akışkanın dengede olup, olmadığı mutlaka" tanımlanması (hacim vizkozitesi (bulk viscosity) olmadıkça) ile "daima" -3p'dir.
Sonuç olarak:
Burada formula_43, formula_36'nin izsiz (traceless) parçasıdır.
Bu denklemler hala tamamlanmamıştır. Tamamlamak için, formula_36'nin şekli üzerinde bir varsayım yapılmalıdır, şöyle ki, gerilme tensörü için aşağıda gösterildiği gibi bir süreklilik kanununa ihtiyaç vardır.
Akış, sürekli ve diferansiyel kabul edilmiş ve korunum kanunları çerçevesinde kısmi diferansiyel denklemler ile ifade edilmiştir. Akışın sıkıştırılamaz (sabit yoğunluk) olduğu durumda, değişkenler, basınç ve hız bileşenleri için çözülmüştür. Bu değişkenler, "Navier-Stokes denklemlerinin" üç bileşeni, kütlenin korunumu (süreklilik denklemi) ilave edilerek, kapalı bir sistem için kısmi diferansiyel denklemler ile , sınır şartlarına uygun olarak çözülebilir. Sıkıştırılamaz akış durumunda, yoğunluk sistem için diğer bir bilinmeyen haline gelir, sistem için bir durum denklemi ilavesi ile saptanır. Durum denkleminde genelde akışkanın sıcaklığı işin içine girer, o yüzden denklem enerjinin korunumu için de mutlaka çözülmelidir. Bu denklemler non-lineer'dir (yani lineer değildir) ve kapalı formdaki analitik çözümleri sadece çok basit sınır şartları için bilinir.
Denklemler, akım ve girdap fonksiyonu ikinci değişkenleri için Wilkinson denklemlerine dönüştürülebilirdir. Çözüm akışkan özelliklerine (viskozite, özgül ısı ve ısıl iletkenlik gibi) ve çalışma alanındaki sınır şartlarına bağlıdır.
Denklem akışkanlarla ilgili problemlerin çözümü için, genel bazı durumlar için sadeleştirilip, genelleştirilerek kullanılabilir.
Burada
Buradan denklemi türetebilmek için, öncelikle denge hali ifade edilir, p=-pδ. Newtonyen bir akışkan için, bu denge değerinden gerilim tensörünün sapması, hızın gradyeni içinde lineerdir. Galile sabiti (Galilean covariance) nedeni ile açık şekilde hız üzerinde bağımlı değildir. Diğer bir ifade ile, p+pδ, formula_49 de lineerdir. Akışkanların dönme sabiti belirlenir ("sıvı kristal (liquid crystal) olmayanlar"). p+pδ izli ve izsiz simetrik tensörlerine ayrılır. Benzer olarak formula_49 izli, izsiz simetrik ve antisimetrik tensorlere ayrılır. Antisimetrik parça sıfıra gider, izli parça ve izsiz simetrik parçaya uygun iki katsayı vardır. formula_49 nin izsiz simetrik parçası, formula_52 dir, burada d uzaysal ölçü sayısıdır ve izli parça formula_53 dır. Bu nedenle, en genel lineer dönme sabiti şu şekilde verilir;
μ ve μ bazı katsayılardır. μ kesme vizkozitesi (shear viscosity) ve μ hacim vizkozitesi (bulk viscosity) olarak adlandırılır. Bu ampirik (deneysel) bir incelemedir, hacim vizkozitesi çoğu akışkan için ihmal ediliebilirdir, bu nedenle çoğu zaman ihmal edilir.
Denklem içinde −2/3 ile çarpım görünmesi bununla açıklanır. Bu çarpım, 1 veya 2 uzaysal boyut içinde değiştirilebilir.
Burada, "Einstein notasyonu" kullanılmıştır.
Tamamı için yazıldığında, bu karmaşık denklem şu hali alır:
Momentumun korunumu:
Kütlenin korunumu:
"Yoğunluk" bilinmediği zaman, diğer bir denklem gereklidir.
Enerjinin korunumu:
Burada:
formula_63 yüksek süpersonik ve hipersonik uçuşlar gibi sıradışı örnekler hariç, çoğunlukla ihmal edilebilirdir.
İdeal gaz kabul edilir:
Altı bilinmeyen (u, v, w, T, e and formula_19) ve altı denklemden oluşan yukarıdaki gibi bir çözüm sistemi elde edilmiş olur.
Bingham akışkanlarında, bazı yerlerde durum biraz daha farklıdır:
Bunlar, akış başlamadan önce bir miktar kesme dayanım kabiliyetleri olan akışkanlardır. Örnek olarak, "diş macunu" verilebilir.
Bu akışkan, kesme gerilimi için, ideal hal almış akışkandır, formula_40 şu şekilde verilir;
Bu form, hemen hemen genel akışkanların tüm çeşitlerine uygulanır.
Navier-Stokes denklemleri,
momentumun korunumu ve
kütlenin korunumu için
Burada
Eğer, formula_46 akışkan üzerinde eşit dağılmış ise, momentum denklemi üzerinde şu basitleştirmeler yapılır:
Ek olarak, eğer formula_19 sabit farzedilirse şu sistem elde edilir:
Süreklilik denklemi (sıkıştırılamazlık kabulu ile):
Navier-Stokes Süreklilik denklemi silindirik koordinatlar için şöyledir:
Silindirik koordinatlar için Navier-Stokes denklemleri de şu şekilde yazılır:
r momentum:
formula_91 momentum:
z momentum:
Şunu ifade etmek gerekir ki, Navier-Stokes denklemleri akışkan akışını sadece yaklaşık olarak tanımlayabilir ve çok küçük ölçeklerde veya sıradışı şartlarda, gerçek akışkanlar diğer maddeleri ve molekülleri içeren karışımlardır, Navier-Stokes denklemleri ile homojen ve sürekli akışlar modellenmiş ve bunun üzerinden sonuçlar elde edilmiştir. Bununla beraber Navier-Stokes denklemleri pratikteki problemlerin çözümü için, geniş bir aralıkta faydalı olur.
TCG Berk (D-358)
TCG Berk (D-358), 1971 yapımı "Berk sınıfı" bir refakat muhribidir.
Berk sınıfı, ABD Claud Johes sınıfı benzeri bir refakat muhribi sınıfıdır.
Ef (Kiril)
Latin abecesindeki "F"'ye eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (Ф : Büyük Harf. ф : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça : Франция : Frantsiya (Franciya) (Fransa : tr)
Çuvaşça
Çuvaşça (Çuvaşça: Чӑвашла / "Çavaşla"), Rusya'nın orta kesiminde, Ural Dağları’nın batısında konuşulan çağdaş dönem Türk yazı dillerinden biridir. Türk dillerinin Ogur-Bolgar grubu öbeğinden varlığını korumuş tek dilidir. Çuvaşça, Çuvaşların anadili ve Çuvaşistan’ın resmî dilidir. Yaklaşık iki milyon kişi tarafından konuşulur. 2002 verilerine göre Çuvaşistan’da bu dili konuşan nüfusun % 92 etnik olarak Çuvaş, % 8’i ise başka etnik kökenlidir.
Çuvaşça, okullarda eğitim dili olmasına ve medyada kullanılmasına karşın, Rusçanın yaygın kullanımından dolayı tehlike altında olan bir dildir.
Volga dirseğindeki Kazan'da, ileride -Tatarlar ve Başkırlar arasında dağılmış olarak- Volga ve Ural arasındaki bölgede, nispeten az olan sayılarına rağmen (1959 sayımına göre 1.470.000) dil bilim ve etnoloji açısından en ilgi çekici ve en önemli Türk halklarından biri olan Çuvaşlar (Çavaş) yaşar. Hem farklı etnik hususiyetleri hem de ağız hususiyetlerine göre Çuvaşlar iki ana gruba ayrılırlar: Kozmodem'jansk, Çeboksary, Jadrin ve Kurmyş kasabalarında Yukarı Çuvaşlar (viryal < *üz el "yukarı memleket, yukarı halk") ve Aşağı Çuvaşlar (anatri < *enet ôegi ? 'aşağıda [Volga ve devamında] bulunanlar' |
), ayrıca, bilhassa Volga kıyısı dağları boyunca Cyvil'sk'den, Tetyuşi üzerinden Ul'janovsk (eski Simbirsk, Step Çuvaşlarının merkezi) bölgesine kadar olan yerdeki Step Çuvaşları önemle kaydedilmelidir.
Çuvaşçanın ünsüzleri şunlardır: /p/ (п), /t/ (т), /k/ (к), /tɕ/ (ч), /ʂ/ (ш), /ɕ/ (ç), /χ/ (х), /ʋ/ (в), /m/ (м), /n/ (н), /l/ (л), /r/ (р), /j/ (й).
Günümüzde diğer Türkî dillere çok uzak olan Çuvaşçanın önemli ses değişimleri vardır:
Gümüş sözcüğünün Çuvaşçası “kĕmĕl” şeklindedir.
"'Örnekler:" Türkiye Türkçesi “sekiz”, Çuvaşçada sakăr. “Siz” kişi zamiri Çuvaşçada “esir”. “Buzağı” sözcüğü Çuvaşçada “păru”
Söz karşılaştırması
Kaynak: "Ármin Vámbéry, Das Türkenvolk in seinen Ethnologischen und Ethnographischen Beziehungen - 1885"
Clint Eastwood
Clinton Eastwood Jr (d. 31 Mayıs 1930, San Francisco), Amerikalı sinema oyuncusu, yönetmen, yapımcı, besteci.
Clint Eastwood, 31 Mayıs 1930'da çelik işçisi babanın oğlu olarak dünyaya geldi. 1950'li yıllarda B sınıfı filmlerde haftalık 75 dolarlık bir ücretle yan karakterleri oynadı. Bazı stüdyolar, adem elmasının çok çıkık olduğu gerekçesiyle kendisine rol vermediler. Eastwood, oyunculuk konusundaki kararlılığını koruyarak ve oynadığı filmlerden arta kalan zamanlarında yüzme havuzları için çukur kazarak hayatını devam ettirdi. İlk çıkışını, 1959-1966 yılları arasında yayınlanan Rawhide adlı televizyon dizisindeki Rowdy Yates karakterini canlandırarak yaptı.
Ancak Eastwood'un asıl çıkışı, 1964 yapımı A Fistful Of Dollars ve takiben 1965 yapımı For a Few Dollars More filmi ile olmuştur. 1966 senesinde, aynı serinin son filmi The Good, The Bad And The Ugly ile Eastwood, artık dünya çapında tanınan bir aktör haline geldi. 1971 yılında Play Misty For Me ve The Beguiled filmleri ile büyük bir başarı yakaladı. Yine 1971 yapımı Dirty Harry isimli filmde, kendi yöntemleri ile suçluları yakalayan müfettiş Harry Callahan rolü ile, o güne dek canlandırılmamış olan "kendi başına buyruk" polis karakteri imgesini geliştirdi.
1980'li yıllarda, iyi yapımlarda oynamış olmasına rağmen, önceki yıllar kadar büyük çıkışlar yapamadı. Ama 1990'ların başında, gerek yönettiği, gerekse oynadığı filmlerle sinema dünyasına yeni sürprizler kazandırdı. 1992'de yönettiği ve oynadığı Unforgiven adlı film ile en iyi yönetmen Oscar'ını kazandı ve en iyi aktör ödülüne aday gösterildi.
Eastwood bu güne kadar, 60'tan fazla film ve TV yapımında oynamış, 30 film yönetmiş, 25 filmin yapımcılığını üstlenmiş, 10 filmin müziklerini bestelemiş ve soundtrack'lerine imza atmıştır.
Maggie Johnson ve Dina Eastwood (ikinci eşi) ile iki evilik yaptı ve yedi çocuğu var.
Em (Kiril)
Latin abecesindeki "M"'ye eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (М : Büyük Harf. м : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça :
Мозамбик : Mozambik (Mozambik : tr)
медузы : meduz' (Denizanası : tr)
мумия : mumiya (Mumya : tr)
международно : mejdunarono (Uluslararası, Enternasyonal : tr)
Te (Kiril)
Latin abecesindeki "T"'ye eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (Т : Büyük Harf. т : Küçük Harf)
Örneğin;
Rusça : Турция : Turtsiya (Turciya) (Türkiye : tr)
Er (Kiril)
Er (Р р; italik: "Р р") Kiril alfabesinin bir harfidir. Latin abecesindeki "R" harfine eşdeğerdir.
Örneğin;
Rusça : Pумыния : Rum'niya (Romanya : tr)
A (Kiril)
A, (A - а) Latin abecesindeki "A"'ya eşdeğer Kiril Abecesi harfi.
Örneğin;
Rusça:
Азербайджан: Azyerbaydjan (Azerbaycan: tr)
Австралия: Avstraliya (Avustralya: tr)
Aргентина: Argyentina (Arjantin: tr)
Армения: Armyiniya (Ermenistan: tr)
Африка: Afrika (Afrika: tr)
U (Kiril)
Latin abecesindeki "U"'ya eşdeğer Kiril Abecesi harfi. (У: Büyük Harf. у: Küçük Harf) Kazak Alfabesinde W'nun karşılığı olarak kullanılır.
Örneğin;
Rusça:
Украина: Ukraina (tr: Ukrayna)
университет: universityet (tr: Üniversite)
учитель: uçitel' (tr: Öğretmen)
Çengeller, Gölpazarı
Çengeller, Bilecik ilinin Gölpazarı ilçesine bağlı bir köydür.
Yapılan tüm araştırmalara rağmen,köyün kuruluş tarihi ve tarihçe bilgisine rastlanamamıştır.
Belgelerde yazılı olmamakla birlikte anlatılanlara göre; köyün kuruluş yılları Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. Bu dönemde, göçerlerden olan bir grup Yörük ve bir grup Türkmen’in bölgede konaklaması ile köy oluşmaya başlamıştır. İlk adının dilden dile aktarıldığı kadarı ile Çengel olduğu söylenen köy, ilk yerleşimcilerden sonra civardaki dağ köylerinden gelen yeni göçmenlerle sayısı artınca bugünkü ÇENGELLER adını almıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında tüm Anadolu köyleri gibi savaştan etkilenen köy, bugünkü mimari yapısının temellerini savaşın ardından atmıştır.
Çengeller köyü; Gölpazarı ilçesine bağlı, Gölpazarı’ndan Yenipazar istikametine doğru yaklaşık 12 KM mesafededir. Dağların eteklerine, ormanlık bölgeye kurulmuş bir köydür. Arazi yapısı, özellikle yerleşim yerinde dağlıktır. Ekili arazisi de genellikle engebeli arazilerden oluşur. Bilecik ile aynı karakteristik özelliğe sahiptir. Arazi yapısı olarak tarıma çok elverişli olmamakla birlikte, toprakları oldukça verimlidir. Akdeniz ikliminde yetişen bitkiler hariç her tür bitki yetişebilir. Çengeller Köyü; ilçeye belli bir noktadan sonra asfalt olan bir yol ile bağlanmaktadır. Batıya doğru uzanıp komşu köyleri geçerek Bilecik İstasyon Mahallesine bağlanan başka bir stabilize yol da köyü Bilecik’e bağlamaktadır. Bu yol, köyler arası ulaşım da ve asfalt olmamasına rağmen Yenipazar Belediyesi tarafından Bilecik ve İstanbul seferlerinde kullanılmaktadır.
Köyde her türlü ekili tarım yapılabilmektedir. Sakarya üzerinde köprülerin olmadığı dönemlerde yetiştirilen üzümler küfelenir ve yük hayvanlarına yüklenerek Sakarya aşılmak sureti ile ipek yoluna bağlanılarak Bilecik’te satmak üzere kurulan pazarlara götürülürmüş. Günümüzde köprü de olmasına rağmen eskisi gibi ticaret yapılmamaktadır. Çünkü sanayileşme ve tarım için arazilerin yeterince elverişli olmaması ve şehirleşme kültürü sonucu oldukça fazla göç verilmiştir. Hane sayısının ancak %20’ si köyde yaşamaktadır. Bunlar da genellikle 2 kişilik ailelerden oluşmaktadır. Bir dönem 40-50 öğrencinin okuduğu okul, bugün yaşanan göçler nedeni ile kapalıdır.
Çengeller Köyü meyvecilik ve hayvancılık için oldukça uygun toprak ve bitki dokusuna sahiptir. Eskiden yaygın şekilde yapılan ipek böceği yetiştiriciliği artık yapılmamakla birlikte, hem küçükbaş ve hem de büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapılabilecek bir yapısı mevcuttur. Arıcılık ve benzer dallarda üretim için de oldukça uygundur. Meyvecilik alanında ise özellikle vişne yetiştiriciliği son yıllarda ivme kazanan bir dal olmuştur.
Çengeller Köyü yaklaşık olarak 140 hanedir. İkamet yerlerine göre dağılımına bakıldığında; 140 hanenin yaklaşık %50’lik kısmı İstanbul’da yaşadığı görülmektedir. Geriye kalan %50’lik kısmın %20’si köyde, %10’u ise Bilecik’tedir. %20’lik kısım ise; Gölpazarı, Vezirhan, Bozüyük, Eskişehir, Antalya, Ankara, Adapazarı, İzmir ve Kocaeli’nde yaşamaktadır.
Belgelerde yazılı olmamakla birlikte anlatılanlara göre; köyün kuruluş yılları Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır. Bu dönemde, göçerlerden olan bir grup Yörük ve bir grup Türkmen’in bölgede konaklaması ile köy oluşmaya başlamıştır. İlk adının dilden dile aktarıldığı kadarı ile Çengel olduğu söylenen köy, ilk yerleşimcilerden sonra civardaki dağ köylerinden gelen yeni göçmenlerle sayısı artınca bugünkü ÇENGELLER adını almıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında tüm Anadolu köyleri gibi savaştan etkilenen köy, bugünkü mimari yapısının temellerini savaşın ardından atmıştır.
Köyün gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur.
Bilecik iline 55 km, Gölpazarı ilçesine 10 km uzaklıktadır.
Köyün iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.
Orinoco
Orinoco, 2140 km uzunluğuyla Güney Amerika'nın en uzun nehirlerinden biri. Nehir yatağının tümü Venezuela mülkiyetindeki topraklardadır.
Orinoco'nun kaynağı Venezula- Brezilya sınırı yakınlarında "Parima" civarında bulunur. Buradan başlayarak geniş ve batıya doğru oluşan bir kavisle kuzeye doğru Atlas Okyanusu'na akar. Bu esnada ilk olarak Venezuela ve Kolombiya arasındaki sınır boyunca ilerleyip, akabinde alt kısımlarında Venezula'yı boydan boya kateder. Deltası 41.000 km²'lik büyük bir hayvan zenginliği olan bataklık coğrafyası oluşturur. Brazo Casiquiare ile Orinoco Nehri ve Rio Negro birbirlerine bağlanırlar.
Üzerinde Orinoco'nun gösterildiği ilk harita 1529 yılından gelir ve Diego Ribero'ya dayanır.
Ancak ilk büyük keşif 18. yüzyılda José Solano önderliğinde yapılmıştır. Keşif gezisi Yukarı Orinoco Vadisi'nden Rio Negro'ya kadar ilerler. 1800 yılında Alman araştırmacı Alexander von Humboldt ve Fransız botanik Aimé Bonpland, Rio Apure ağzından başlayan ve Yukarı Orinico Vadisi'ne kadar süren bir keşif gezisine girişirler ve nehrin flora ile faunasıyla ilgili önemli veriler toplarlar.
Buna karşın Orinoco'nun kaynağı, henüz Kasımm 1951'de Venezuellalı araştırmacılar tarafından Brezilya sınırı yakınındaki Sierra Parima'da keşfedilir.
Orinoco'nun bir özelliği, çok ender doğal fenomen bifurkationdur. Bifurkation bir nehir yolunun çatallanıp kollara ayrılmasının bilimsel tabiridir. Orinoco'nun bir kolu Brazo Casiquiare Nehri, yüksek su seviyesindeyken, Amazonlara açılan Rio Negro'ya da akar. Orinoco kaynağından doğan su, belli şartlar altında Orinoco Deltası üzerinden Karayib Denizi'ne dökülmeyip, bilakis çok daha güney doğudaki Atlas Okyanusu'na dökülür.
Aquanet
Akköy, Didim
Akköy, Aydın'ın Didim ilçesine bağlı bir mahalle.
II. Léopold (Belçika kralı)
II. Léopold (Louis Philippe Marie Victor) (d. 9 Nisan 1835, Brüksel - 17 Aralık 1909, Laeken) 1865-1909 arasında hükümdarlık yapan Belçika'nın ikinci kralı, 1884'ten 1908'e kad |
ar Kongo İmparatoru, Brabant Dükü. Tahta babası I. Léopold'ün ölümünden sonra geçti. Oğlu tahta oturmadı, yerine yeğeni I. Albert kral oldu.
II. Léopold, Avrupa'nın en çok gezen hükümdarlarından biriydi. 1860'da Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a da geldi.
1861'de Belçikalılara şu tavsiyelerde bulundu:
"Komşularınızla iyi geçinin; fırsat çıktığı anda denizlerin ötesine yayılın. Orada ürünleriniz için kıymetli pazarlar, ticaretiniz için gıda, [...] ve büyük Avrupa ailesi içinde daha iyi bir konum bulacaksınız."
1865'te vefat eden babasının yerine taç giydi. Anayasaya bağlı bir hükümdar olarak hükümet siyasetini belirleme yetkisi olmamasına karşın "daha büyük, daha güçlü ve daha güzel bir Belçika istediğini" söylüyordu.
1876'da Brüksel'de uluslararası bir jeofizik konferansı topladı. Bu konferansta, "Kongo yöresi halkına medeniyet götürmek, bilimsel araştırma ve ticaret yapmak, "köle tüccarlarına" karşı savaşmak için" uluslararası bir komite kurulmasını savundu. Konferanstaki konuşmasında öne sürdüğü fikirlerden biri şuydu:
"Dünyanın henüz nüfuz edilemeyen tek yöresini medeniyete kavuşturmak, oradaki halkların üstünde asılı duran karanlığı delmek, kanımca içinde bulunduğumuz bu ilerleme çağına yaraşır bir seferidir."
Bu çabaların sonucu olarak Uluslararası Afrika Derneği kuruldu ve II. Léopold derneğin başına geçti.
1878'de Henry Morton Stanley'e Kongo havzasını keşfetme görevi verdi. Stanley'in gizli görevi ise, Kongo nehrinin güney yakasında Belçika egemenliği kurmak ve yöredeki kauçuk ve fildişi ticaretini ele geçirmekti. II. Léopold, bunu, eğer Stanley'e doğrudan görev verseydi, İngilizlerin buna engel olacağından emin olduğunu söyleyerek açıklamıştır. Stanley'e verdiği özel talimatlar şöyledir:
"[...] alabildiğin kadar toprak al ve egemenliğimiz altında topla [...] en kısa sürede, tek bir dakika kaybetmeden, Kongo ağzından Stanley Çağlayanlarına kadar tüm ticaret yollarını ele geçir."
"Bu mümkün olduğu kadar büyük bir devlet yaratma ve yönetme projesi. Bu projede zencilere en ufak bir siyasi söz hakkı vermeyeceğimiz açıkça anlaşılmalı. Aksi çok saçma olurdu."
Bunu takip eden yıllarda, 1884'e kadar, Stanley Kongo'da büyük miktarda fildişi ele geçirir, Léopoldville dahil koloniler kurar, bir demiryolu hattı inşa ettirir, zenci kabile liderlerini kandırarak veya zorlayarak egemenliği devretmelerini sağlar. Léopold, kabile liderleriyle yapılan anlaşmaların kısa ve basit olmasını, "birkaç maddeyle her şeyi kendilerine bırakmasını" istemiştir.
II. Léopold, Kongolu yerlilerden Halk Ordusu (la Force Publique) adında bir ordu oluşturur ve bunu yine Kongoluların kendilerini savunması için çalışır.
Ülkenin altyapısı zorla çalıştırılan yerlilere kurdurulur. Vergi gelirlerinin çok azı ülke için harcanır, çoğu Belçika'ya transfer edilir. Kongo bütçesine ayrılan verginin bir bölümü Halk Ordusu için ayrılır.
Nihayet 1908'de Belçika Parlamentosu, II. Léopold'ün Kongo üzerindeki yetkileri sona erer. II. Léopold'e Kongo için yaptığı "büyük fedakarlıklar" nedeniyle yüklü bir maaş bağlanır.
Hükümranlığındaki dönemde, çeşitli açlık, hastalık ve katliamlardan ötürü Kongo nüfusu tahminen 20-30 milyondan dokuz milyonun altına düştü.
I. Léopold (Belçika kralı)
I. Léopold, Prens Léopold - Georges – Chrétien - Frédéric (16 Aralık 1790, Coburg - 10 Aralık 1865, Laeken), Saksonya Dükü, Belçika'nın ilk kralı. Saxe-Coburg-Saalfeld Dükü I. François'nın (Franz Frederick Anton) oğlu. 4 Haziran 1831'de Belçika kralı seçildi ve aynı yıl 21 Temmuz'da anayasa üzerine ant içerek göreve başladı.
Bohr modeli
Bohr atom modeli, Niels Henrik Bohr tarafından 1911 yılında, Rutherford atom modelinden yararlanılarak öne sürülmüştür.
Bohr atom modeli öncesi diğer atom modellerinde, atomun çekirdeğinde, (+) yüklü protonların bulunduğu, çekirdeğin etrafında dairesel yörüngelerde elektronların dolaştığı ifade edildi. Bu elektronların çekirdek etrafında nasıl bir yörüngede dolaştığı, hız ve momentumlarının ne olduğu ile ilgili bir netice ortaya konmadı. Bohr ise atom teorisinde elektronların hareketini bu noktadan inceledi.
1913 yılında Niels Bohr, hidrojen atomunun spektrum çizgilerini ve Planck'ın kuantum kuramını kullanarak Bohr kuramını ileri sürdü. Bu bilgiler ışığında Bohr varsayımları (postulatları) şöyle özetlenebilir:
Bohr atom modeline göre, çekirdeğe en yakın enerji seviyesine dairesel hareket yapan elektron kararlıdır, ışık yaymaz.
Elektrona yeterli enerji verilirse elektron bulunduğu enerji seviyesinden daha yüksek enerji seviyesine sıçrar. Atom bu durumda kararsızdır. Kararlı hale gelmek için elektron tekrar eski enerji seviyesine dönerken almış olduğu enerji seviyesine eşit enerjide bir Foton (ışın taneciği / dalgası) fırlatır. Atom bu şekilde ışıma yapar.
Rutherford atom modeli
Rutherford atom modeli, Ernest Rutherford tarafından 1911 yılında ortaya konan fiziksel model.
Arkasına film yerleştirilmiş bir altın tabakaya +2 yüklü alfa tanecikleri (formula_1) göndererek ışınların levhaya çarptıktan sonra izledikleri yolları çizilmiştir.
Rutherford yapmış olduğu deneyle atomun çapını çok küçük bir sapmayla hesaplamıştır.(22 bin alfa taneciğinden bir tanesi sapmıştır.) Sapmanın nedeni büyük bir olasılıkla o zamanlarda daha hassas bir ölçme yönteminin bulunmamış olmasıdır.
Rutherford atom modeli Güneş Sistemi'ne benzetilmektedir. Güneş, içi gönderilen ışınların büyük bir bölümü levhadan doğrudan geçmiştir. Proton dolu bir çekirdeğe ve etrafında dönen elektronlar lar da gezegenlere benzetilmiştir.
Deney sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır:
Rutherford Atom Modelinin Eksiklik Ve Hataları
Rutherford atom modeli ile Modern Atom Teorisi ve Bohr atom modelinin temelleri atılmıştır.
Belçika hükümdarları listesi
Belçika hükümdarları listesi 1831de I. Leopold'un, 1830 Belçika Devrimi ile Belçika'nın Birleşik Hollanda Krallığı'ndan ayrılıp istiklalini ilan etmesinden sonra, birinci Belçika kralı olarak tahta geçirilmesiyle başlayıp günümüzdeki krala kadar getirilmiştir:
Dalton atom modeli
Dalton Atom Modeli, John Dalton'un 1805 yılında bugünkü atom modelinin ilk temellerini attığı modelidir.
Katlı oranlar yasasını bulmuştur.
Dalton'un atom kuramına göre elementler, kimyasal bakımdan birbirinin aynı olan atomlar içerirler. Farklı elementlerin atomları birbirinden farklıdır. Bu atom teorisine göre kimyasal bir bileşik, iki veya daha çok sayıda elementin basit bir oranda birleşmesi sonucunda meydana gelir. Kimyasal tepkimelere giren maddeler arasındaki kütle ilişkilerine istinaden, Dalton atomların bağlı kütlelerini de bulmuştur.
Modern atom kuramı Dalton'un kuramına dayanır; ancak bazı kısımları değiştirilmiştir. Atomun parçalandığını, elementlerin birbirinin aynı atomlardan değil, izotoplarının karışımından meydana geldiğini biliyoruz. Dalton'un atom teorisi kimyasal reaksiyonların açıklanmasına, maddenin anlaşılmasına ve atomun temel özelliklerinin ortaya atılmasına oldukça büyük yararlar sağlamıştır. Bu sebeple ilk bilimsel atom teorisi olarak kabul edilir.
Dalton'un atom kavramı üç varsayıma dayanır;
Dalton'un atom kuramı, kimyasal değişme konularının da daha iyi tanımlanmasına olanak sağlar:
Thomson atom modeli
Thomson atom modeli, atomun yapısını tanımlayan birkaç bilimsel modelden biridir. İlk defa katot ışınlarının doğasını anlamaya çalışan İngiliz fizikçi Joseph John Thomson tarafından elektronların parçacık olarak tanımlamasından kısa bir süre sonra 1904 yılında ortaya atıldı. Aynı zamanda üzümlü kek modeli olarak da bilinir.
J. J. Thomson laboratuvarında bir katot ışın tüpü oluşturdu ve beklediği üzere katottan çıkan ışınlar anoda doğru yöneliyorlardı. Thomson bu ışınları biraz incelemek istedi ve anotta küçük bir delik açarak karşısına floresan bir ekran koydu. Floresan ekrana çarpan katot ışınları ekranda küçük noktaların parlamasına neden oluyordu. Bu doğrultuda ışınların parçacıklı yapıda olduklarını anladı. Parçacıkların bir elektrik yüke sahip olup olmadığını ortaya çıkarmak için yolları üzerine birbirine paralel iki adet metal levha yerleştirerek ikinci bir pille levhaları zıt olarak yükledi. Böylelikle levhalar arasında bir elektrik alan yaratmış oldu ve eğer katottan çıkıp anota giden ışınlar bir elektrik yüküne sahiplerse yollarının sapması gerekecekti. Deneyini gerçekleştirdiğinde katot ışınlarının yollarının saptığını gördü ve sapma artı yüklü levha yönünde oluyordu. Zıt yükler birbirini çekeceğinden katot ışınlarını meydana getiren parçacıkların eksi yüklü olduğu anlaşılıyordu.
Thomson katot ışınlarının elektrik yüklü olduğunu görmüştü fakat ona dair daha temel özelliklere sahip olabilmesi için biraz daha bilgiye gereksinim duyuyordu. Amacı parçacığın karakteristik özelliklerini belirleyebilmekti ve hız bilgisi işine yarayabilirdi. Bu doğrultuda katottan çıkan ve elektriksel alan dolayısıyla yolundan sapan parçacığın, sapmasına engel olacak ölçüde etkiyecek şekilde bir manyetik alan oluşturdu. Böylelikle parçacık sanki hiçbir etki altında değilmiş gibi doğrusal olarak gidecekti. Zıt yönde oldukları için parçacığı yolundan saptırmayan elektrik ve manyetik kuvvetlerin büyüklüğünü kullanarak enerji denkliği sayesinde hız bilgisini elde edebilecekti. Daha sonrasında ise kuvvetlerin denkliğiyle de parçacığın yük/kütle değerine ulaşacaktı. Hesabı ve düşüncesi tamamıyla doğruydu. Bulduğu değerse gerçeğe oldukça yakındı. Deneyini farklı şartlar altında özellikle de katot malzemesini ve tüpün içindeki gazı değiştirerek de defalarca tekrarladı fakat sonuç hiç değişmedi. Her seferinde aynı yük/kütle değerine ulaşıyordu. Bu eksi yüklü parçacık, malzeme ne olursa olsun değişmediğine göre temel bir parçacıktı ve Thomson ona "elektron" ismini vermeyi uygun gördü.
Thomson’ın bu deneyi ve sonrasındaki temel fizik hesabı atom düşüncesinin önemli bir adımı olarak görülür. Çünkü sonucunda yeni bir atom modeli oluşabilmiştir. Thomson elektronu keşfetti ve bu keşif elbette Dalton’un bölünemez atomlarına ağır bir darbe vurdu. Deneyde kullandığı malzeme ne olursa olsun sonuç değişmedi |
ğinden Dalton’un savunduğu şekilde her elementin atomları birbirinden tamamıyla farklı olmamalıydı. Her atomda, keşfettiği elektron kendine yer bulabilmeli ve bu elektron, atomunu terk edip tüpün içinde gezebildiğinden atomun bölünemezliği düşüncesi terk edilmeliydi. Öte yandan elektron eksi yüklü bir parçacıktı fakat atomlar yüksüzdü. Öyleyse atomun içinde bu yük dengesini sağlayacak artı yükler olmalıydı. Diğer bir tespitse elektronun yük/kütle oranının çok yüksek olmasıydı. Bu elektronun kütlece çok küçük olduğu anlamına geliyordu. Thomson deneyinde elektronlar düşük (~0.1c) hızlarda hareket ettiği için özel göreliliğe gerek kalmadan m/e oranı hesapları yapılabilmektedir. Bütün bu bilgiler ışığında Thomson yeni bir atom modeli oluşturdu ve modelinde atomun artı yükten oluştuğunu içinde eksi yüklü gömülü elektronlar barındırdığını söyledi:
Thomson, 1903'te Yale Üniversitesi'nde verilen Silliman konferanslarında elektronların, bir kek içindeki kuru üzüm taneleri gibi, hareketsiz ve atomun içerisinde homojen biçimde dağılmış bir halde pozitif yüklü maddenin sürekli yapısı içine gömülmüş olduklarını önermişti. Neredeyse aynı zamanda, Tokyo'da Hantaro Nagaoka isimli Japon bir fizikçi "Satürnsel bir model" önerdi. Bu modele göre, aynı Satürn'ün etrafındaki halkalar ya da Güneş’in etrafındaki gezegenler gibi, elektronlar da merkezinde pozitif yüklü madde etrafında yörüngelerde dolanıyordu. Nagaoka'nın önerdiği bu modelin gerçeğe daha yakın olduğunu bugün bilinmektedir. Thomson’un bu modelini 1911 yılında Ernest Rutherford tarafından gezegen veya çekirdek modeliyle düzeltilmiştir.
İzobar
İzoton
İzoton, Nötron sayıları aynı olan, proton ve kütle numarası farklı olan farklı element atomlarıdır. Bunlar da farklı elementlerin atomları olduğundan yalnızca nötron benzerlikleri vardır, diğer özellikleri farklıdır.
Fiziksel ve kimyasal özellikleri farklıdır.
İzoelektronik
İzoelektronik elektron sayısı dağılımı aynı proton sayısı farklı taneciklere denir.İzoelektroniklerde proton sayısı büyük taneciklerin hacmi(V) daha küçüktür 11Na ve 9F iyonlarında eşit sayıda yani 10'ar elektron vardır. Bu iki iyon birbirinin izoelektroniğidir. Ancak elektron sayılarından sonra elektron dizilimlerine ayrıca dikkat edilmesi gereklidir. Örneğin;
Sc : 1s 2s 2p 3s 3p 3d
K : 1s 2s 2p 3s 3p 4s
Elektron sayıları aynı olmasına rağmen elektron dizilişleri aynı olmadığından dolayı izoelektronik değildirler.
François Mitterrand
François Maurice Adrien Marie Mitterrand (d. 26 Ekim 1916, Jarnac, Charente - ö. 8 Ocak 1996, Paris 7. arrondissement) Fransız siyasetçi, 1981-1995 yılları arasında iki dönem görev yapan Fransa başkanı. Beşinci Cumhuriyet'in kuruluşundan (1958) sonra Sosyalist Parti'den seçilen ilk cumhurbaşkanıdır.
Bir istasyon şefinin oğlu olan Mitterrand, Paris'te hukuk ve siyasal bilimler öğrenimi gördü. II. Dünya Savaşı başlayınca piyade olarak orduya katıldı. Haziran 1940'ta yaralanarak Almanlara tutsak düştü. Tutulduğu hapishaneden kaçarak Direniş Hareketi'ne katıldı.
1945'te Direniş Hareketi Demokratik ve Sosyalist Birliği'nin kurucuları arasında yer aldı ve 1953-1958 arasında bu birliğin başkanlığını yaptı. 1946-1958 arasında ve 1962'den itibaren, Nièvre'den önce milletvekili, daha sonra senatör (1959-1962) seçildi. Dördüncü Cumhuriyet döneminde, 1946'da Ulusal Meclis'e seçildi. Ertesi yıl Paul Ramadier'nin kurduğu koalisyon hükümetinde bakanlık üstlendi. Sonraki 12 yıl boyunca, kısa ömürlü Dördüncü Cumhuriyet hükümetlerinde 11 kez görev aldı (Denizaşırı İller bakanı (1950-1951, Avrupa Konseyi'nde bakanlık (1953), ardından İçişleri bakanlığı (1954-1955) ve Adalet bakanlığı (1956-1957).
Başlangıçta merkezci bir çizgi izlemesine karşın, zamanla sola kayarak 1958'den sonra Charles de Gaulle rejimine karşı muhalefete başladı ve zamanla muhalefetin önderi durumuna geldi. 1965'te Demokratik ve Sosyalist Sol Federasyonu kurdu.
1965 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalistlerle komünistlerin ortak adayı olarak katıldı. İlk turda oyların yüzde 32'sini aldı, ama ikinci turda oyların % 44.8'ni alarak Charles de Gaulle karşısında yenildi.
François Mitterrand 1971'de yeni Sosyalist Parti'nin kuruluş (Epinay kongresi) çalışmalarına katıldı ve partinin birinci sekreterliğine seçildi. Köklü düzenlemelere girişerek partinin oy gücünü artırdı. 1972'de Sosyalist Parti, Komünist Parti ve Sol Radikal Parti'nin imzaladığı ortak bir hükümet programı çerçevesinde birleşen solun adayı olarak katıldığı, Mayıs 1974 başkanlık seçimlerinin ikinci turunda oyların % 49.19'unu alarak Valéry Giscard d'Estaing karşısında az farkla yenilgiye uğradı.
1974'teki cumhurbaşkanlığı seçimini gene kaybettiyse de komünistlerle ittifakını sürdürdü. Sol birliğin 1977 Eylül'ünde parçalanmasına karşın, Sosyalist Parti, Mart 1978 yasama seçimlerinde Komünist Parti'yi geride bırakarak, Fransız Komünist Partisi'nin yaklaşık 40 yıldır sürdürdüğü en büyük sol parti unvanına son verdi. 1981'de muhalif güçleri bir kez daha birleştiren François Mitterrand, 10 Mayıs 1981'de yapılan başkanlık seçimlerinin ikinci turunda oyların % 51,76'ini alarak Valéry Giscard d'Estaing'i yenilgiye uğrattı.
Millet Meclisi'ni hemen lağvederek Pierre Mauroy'u başbakanlığa atadı. Haziranda sosyalistlerin çoğunluğu sağlamasından yararlanarak öncelikle, seçim programında ilan ettiği iktisadi atılım siyasetini uygulamaya koydu. Bu görevinde ayrıca mali kurumlarla önde gelen sanayi kuruluşlarını devletleştirmeye yönelik bir programı uygulamaya soktu, işçi ücretleriyle sosyal yardımları artırdı, yerel yönetimin yetkilerini genişletti.
François Mitterrand yönetiminin sosyalist içerikli ekonomi politikaları enflasyonun yükselmesine ve başka sorunların doğmasına yol açtı, ayrıca işsizliği azaltmaya da yetmedi. Bu nedenle 1983'te hükümet devlet harcamalarını kısmaya başladı ve serbest piyasaya ağırlık veren liberal politikalar benimsedi.Temmuz 1984'te Pierre Mauroy'un istifasından sonra, komünistler Laurent Fabius'un kurduğu hükümete katılmayı reddettiler.
Cumhurbaşkanlığında ilk ve en önemli uygulamalarından biri olarak ölüm cezasını kaldırdı (9 Ekim 1981). Dış politikada Sovyetler Birliği'ne karşı görece katı tutum izledi, ABD'yle ilişkileri geliştirdi. Eylül 1984'te Almanya başbakanı Helmut Kohl'le I. Dünya Savaşı'nda Alman ve Fransız birliklerinin çarpıştığı Verdun'da bir araya gelerek savaş sırasında ölenleri andılar. Anma sırasında el ele tutuşan liderler, II. Dünya Savaşı'ndan beri Almanya ile Fransa arasında devam eden soğukluğu sona erdirdiler. Helmut Kohl'un bir Fransız-Alman karma tugayı kurulması önerisini destekledi. Eylül 1987'de II. Dünya Savaşı'ndan sonra ilk kez düzenlenen Fransız-Alman ortak tatbiatını Kohl ile birlikte izledi.
1986'da sağcı partiler Ulusal Meclis'te çoğunluğu elde ettiler ve Mitterrand sağ çoğunluğun liderlerinden Jacques Chirac'ı başbakanlığa atamak zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında geçmişte benzeri bulunmayan bir iktidar paylaşımına -"Cohabitation"; birlikte icraat- gidildi, bununla beraber Mitterrand dış politika üzerindeki denetimini sürdürdü.
1988 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Chirac'ı açık farkla yenerek ikinci bir yedi yıllık dönem için bu göreve yeniden seçildi. Bundan sonra yenilenen genel seçimden başarıyla çıkan Sosyalist Parti bir koalisyon hükümetiyle yeniden işbaşına geldi. Ancak sosyalist Rocard, Cresson ve Bérégovoy hükümetleri başarılı olamadı.
Mart 1993'te yapılan genel seçimlerde Sosyalist Parti büyük bir yenilgiye uğradı. Sağ ittifak 577 sandalyeli mecliste 485 sandalye elde etti. Mitterrand sağ ittifakın liderlerinden Edouard Balladur'u başbakanlığa atamak zorunda kaldı. Gene, 1993'ten görevini bırakana kadar sağcı hükümetle iktidar paylaşımına gitmek zorunda kaldı. İkinci döneminde, prostat kanseri ve yakın arkadaşı François de Grossouvre'ün intiharı ile yıpranan Mitterand'ın görev süresi Mayıs 1995'te sona erdi.
Görevini Jacques Chirac'a devreden Mitterand, ilerlemiş olan prostat kanseri nedeniyle 8 Ocak 1996'da, 79 yaşındayken öldü.
Mitterand'ın başkanlığı dönemi, çeşitli siyasi tartışma ve çalkantılara sebep oldu. Bunlardan en önemlilerinden biri Yeşil Barış gemisi "Rainbow Warrior"ın Fransız gizli servisince batırılmasıydı. Büyük Okyanus'taki Fransız atom bombası denemelerine karşı eylem hazırlığında olan "Rainbow Warrior"ın 10 Temmuz 1985'te Yeni Zelanda'nın Auckland limanında Fransa gizli servisi DGSE tarafından bombalanarak batırılması eylemini Mitterand'ın bizzat emrettiği sonradan ortaya çıktı.
Münacaat
Münâcât, gerçek sözcük anlamı ile "yakarma, dilekte bulunma" anlamı taşır. Edebiyat terimi olarak bir tür olarak değerlendirilir ve Allaha yakarmak ve istekte bulunmak amacıyla yazılmış şiirlere denir.
Mesnevilerin giriş kısımlarında Tevhid'den sonra Münacaatlar yer alır. Divan Edebiyatında çoğunlukla her şair belirli bir sıra gözeterek münacaatları divanlarına eklemişlerdir.
Behice Boran
Behice Sadık Boran (d. 1 Mayıs 1910, Bursa – ö. 10 Ekim 1987, Brüksel), Türkiye İşçi Partisi’nin son genel başkanı, siyasetçi, akademisyen ve sosyolog.
Ailesi 1890’larda Bursa’ya göç etmiş Kazan Tatarı’ydı. Tahıl ticareti yapan Sadık Bey ile Mahire Hanım’ın kızı olarak 1910’da Bursa’da doğdu. Üç kardeşin en küçüğüydü.
Boran, ilkokula Bursa’da başladı. Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlar Bursa’ya girince, ailesiyle İstanbul’a göç etti. Orta öğrenimini Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde yaptı. Babası okuryazar, aydın bir adamdı. Çocuklarının yabancı dil eğitimine çok önem veriyordu. Bu sebepten Fransız okuluna yazdırıldı. Bu okul kapatılınca Arnavutköy’deki Amerikan Kız Koleji’nde okumaya başladı. Amerikan Kız Koleji'nin, yani şimdiki adıyla Robert Kolej'in, 1927’de orta, 1931’de lise kısmını birincilikle bitiren ilk Türk kız öğrenci oldu. Manisa Orta Mektebi İngilizce muallimeliğine atandı. Amerikan Michigan Üniversitesi (ABD) ona burs verme teklifinde bulundu. Kendini bu üniversiteye öneren kişi, Amerikan Kız Koleji’ndeki tarih öğretmeniydi.
Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji doktorasını tamaml |
adıktan sonra 1939'da Türkiye'ye döndü ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin (DTCF) sosyoloji bölümüne doçent olarak atandı. Aynı dönemde Yurt ve Dünya ve Adımlar dergilerinin yayın faaliyetine katıldı. 1946'da Nevzat Hatko ile evlenen Boran, 1948'de siyasi görüşleri nedeniyle üniversiteden uzaklaştırıldı. 1950 yılında kurucusu ve başkanı olduğu Barışseverler Cemiyeti, Menderes hükümetinin Kore'ye asker göndermesini kınayan bir bildiri yayımlayınca 15 ay hapis cezası aldı.
1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne üye olan Boran, 1965 seçimlerinde Urfa'dan milletvekili seçildi. Birkaç dönem Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'yi temsil etti. TİP genel başkanı Mehmet Ali Aybar'a karşı tavır aldı ve 1970 yılındaki parti kurultayında genel başkan seçildi. 12 Mart 1971 muhtırası ile birlikte tutuklandı ve partisi kapatıldı. Boran, 15 yıl hapis cezası aldı. 1974 yılında ilan edilen genel aftan yararlanarak serbest kaldı. 1975'te tekrar kurulan TİP'in genel başkanı seçildi. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kısa süre ev hapsinde tutulan Boran, daha sonra yurtdışına çıktı. “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır.” sözüyle hafızalarda yer edindi.
1981'de yurttaşlıktan çıkarıldı. Yurtdışında iken TKP ile TİP'in birleşme kararı aldıklarını duyurdu ve iki gün sonra da öldü.
Cenazesi Türkiye'ye getirilen Boran, TBMM ve İstanbul'da düzenlenen törenlerin ardından 18 Ekim'de İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Savunma, Behice Boran
İmran
İmran. Arapça kökenli bir erkek ismidir. Anlamları;
Kur'an'ın 3. suresi olan Al-i İmran, adını İmran'dan alır. Kur'an'a göre İmran, Meryem'in babasıdır. İmran, Muhammed peygamberin amcası Ebu Talib'in diğer ismidir.
Ayrıca dinler tarihinde İmran, Musa ve Harun peygamberlerinin babası olarak geçer. Kendilerinin ayrıca Miryam isminde bir kız kardeşleri bulunmaktadır.
Disneyland
Disneyland, ABD'nin Anaheim "(Los Angeles yörekenti)" kentinde bulunan bir eğlence parkıdır.
Amerikalı canlı resimci ve film yapımcısı Walt Disney tarafından 17 Temmuz 1955'te kuruldu. Dünya'nın en büyük eğlence parkı ve önemli bir turizm merkezi olan Disneyland, sanatçının kahramanlarını yaşatan düzenlemeleri ve donatımlarıyla daha çok çocukların ilgisini çeken bir panayır durumundadır. Bugün, birçok iş dalını içeren Walt Disney Kurumu'nun bir bölümüdür.
Avcılar, Demirköy
Avcılar, Kırklareli ilinin Demirköy ilçesine bağlı bir köydür.
Köyün eski adı Korfa'dır. Osmanlılar zamanında sınır bölgesi olması sebebiyle Akıncılar tarafından korunmakta olup köyün Osmanlı askerleri tarafından yerleşip bugünkü haline dönüştüğü düşünülmektedir. Ayrıca köyün şu anda olmayıp da eski zamanlarda kale surlarıyla çevrili olduğu söylenmektedir.
Köyün bitki dokusu damak tadını etkilemektedir.
Kırklareli iline 92 km, Demirköy ilçesine 18 km uzaklıktadır.
Köyün iklimi, Trakya Karasal iklimi etki alanı içerisindedir.
Köyün nüfusunda yıllara göre azalma görülmüştür.
Köyün ekonomisi ormancılık tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Köyde ilköğretim okulu vardır fakat okul kullanılmayıp öğrenciler İğneada beldesinde okumaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Köyde internet hattı bulunmaktadır.
MIM-23 Hawk
Raytheon tarafından geliştirilen sistem, orta menzil hava savunma sistemlerinin en etkililerindendir. Orta menzil hava savunma sistemi olmasına rağmen alçak irtifa hedefleri için uyarlanmıştır. Açık adı "Homing Allthe way to Kill" dir. Standart lançerinden üç füze taşımaktadır. Improved (Geliştirilmiş)-HAWK`ın motor perfomansı artırılmış, elektronik harbe karşı korunması da en üst düzeye çıkarılmıştır. Azami menzil 35 km ve azami irtifası ise 18 km`dir. 1982`de bir İsrail I-HAWK Füzesi, 21 km irtifadaki bir MIG-25 düşürmüştür. X-band radar güdümlü olarak yönlendirilen I-HAWKìn harp başlığı 54 kg ağırlığında olup parça ve infilak tesirlidir. Bugüne kadar 36.000 adet üretilen füzelerin 11.800 adedi NATO ülkeleri envanterine alınmıştır.
Hedef tespit radarı AN/MPQ-51 (Improved Hawk - Phase II) bir Ku Band (Frekans:15,5-17,5 GHz)darbe (pulse) modülasyon Radarı`dır.
%85 Uçaklara karşı
Tip: SAM surface to air (karadan havaya füzesi)
Üretici: ABD / Raytheon
Aachen (anlam ayrımı)
Aachen aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Ah mine'l-Aşk
Ah mine'l-Aşk, İskender Pala'nın yazdığı, ilk baskısı 1999 yılında Ötüken Yayınları tarafından yayınlanan, Divan Edebiyatı, Divan şairleri ve aşk konularını ele alan bir eserdir. Bunların yanında eser; Osmanlı Tarihi’nden olaylar, hikâyeler ve örnekler ile zenginleştirilmiştir. Şubat 2006’da 7. baskısı Kapı Yayınları tarafından yapılan kitap, 7 bölümden oluşmaktadır.
700 Yılının Şiiri diyerek başlıyor yazar kitabına ve Osmanlı şiirinin tıpkı Osmanlı Devletinin hukuku, felsefesi, dili, mimarisi, musikisi gibi kendi ulusal kültürünün bir parçası olduğunu belirtiyor. “Toplumu bütün acıları ve zevkleri, bütün sosyal ve beşeri çağrışımlarıyla kucaklamış bir edebiyatın binlerce, on binlerce eserini yok saymaktan , kültürel aforizmalar ile gündem dışına itmekten” yakınıyor ve bunun en önemli problemlerimizden bir olarak gösteriyor. Ve bununla ilgili olarak ekliyor; “Bizim nesil, Osmanlının kendisi gibi yüksek kültürünü ve o kültürü taşıyan şiiri de reddetti. Onu halktan uzakmış gibi göstermeye, fildişi kulelerde ahbap- çavuş pazarlıklarının metaı gibi tanıtmaya çaba harcadı. Tek haklı iddiamız. Dilinin artık anlaşılmaz olmasıydı ama yazık ki bu da onlardan(şairlerden) değil, bizden(okuyamayanlardan) kaynaklanıyordu.”
İlerleyen satırlarda Osmanlı şiiri ve şairlerini konu alıp, onları kategorize ediyor. Yine yukarıdaki sorunlara dem vurduktan sonra Osmanlı şiirini tanıtmaya, okurun Osmanlı Şiirine olan ön yargısını kırmaya çalışıyor.
İskender Pala bu bölümde Divan Edebiyatı’nın genel kanının aksine anlaşılmaz bir edebiyat
olmadığını “Fuzuli’yi Baki’yi Nedim’i anlayabilmek için üniversite eğitimine beş yüz kelimelik bir repetuvarın eklenmesinin yeterli olacağını” belirtiyor.
İskender Pala bu bölüme saltanat ile sanat arasındaki ilişkiyi irdeleyerek başlıyor. Ortaçağ’da gerek Batı’da gerek Doğu’da saltanatların sanat vasıtası ile kendilerini gelecek kuşaklara anlattığını, sanatın da kalıcılığını saltanat ile sağladığını belirtiyor. Yazara göre Osmanlı Hanedanı zamanında bu durum daha belirgin hale geliyor. “Osmanlı padişahlarının bir çoğunun sanatla ilgilenmesi sonucu sanat ve sanatçı Osmanlı asırlarında her zaman korunmuştur.” diyen yazar daha sonra sanatkar padişahlardan örnekler sunmaktadır. Fatih, Kanuni, Yavuz gibi şair padişahların şiirleri açıklanmıştır. İlerleyen kısımlarda Türk Klasik Şiirinden örnekler verilmeye devam edilecek ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e şiirde Türk kimliği incelenecektir.
Likenler
Likenler ya da Lichenes; başlı başına birer organizma değildirler. Mantarlar ve fotosentetik Alglerden meydana gelen simbiyotik birlikteliklerdir.
Şekil ve yaşayış bakımından kendilerini oluşturan alg ve mantarlardan tamamen ayrı bir yapı gösterirler. Renksiz bir mantar hifinden oluşan tallusun yapısına katılan fotosentetik canlı (fotobiyont), genellikle yeşil alg ya da bir siyanobakteridir; fakat bazı sarı-yeşil alglerden ve kahverengi alglerden de oluştukları bilinir. En çok Cyanophyta ve Chlorophyta'ya ait cinsler ve Xanthophyta ve Phaeophyta'dan bazı alg türleri görülür. Mantarlarda ise genellikle Ascomycetes (Asklı Mantarlar) ve az olarak Basidiomycetes'e (Bazidli Mantarlar) ait cinsler görülür.
Alg ve mantarın birbirleri ile birleşmeleri farklı şekillerde olabilir. Eğer alg ve mantar dağılımı homojen tek bir tabaka şekildeyse bu likenler; "Homeomerik liken", heterojen bir dağılım ve farklı tabakalar varsa "Heteromerik liken" olarak isimlendirilirler.
Homeomerik likenlerde, alg ve mantar ayrı bir katman oluşturmadan birleşir, tallus jelatini andıran müsilajımsı yapıdadır.
Heteromerik likenlerde, üst kabuk katmanı (korteks) ile orta kısım arasında algler bulunur, diğer kısımlar sıkı ya da gevşek dizilmiş mantar hiflerinden oluşur. Çoğu liken bu grupta yer alır.
Likenler, birçok yerde bulunabilen organizmalardır. Morfolojilerine veya dış görünüşlerine göre göre;
Likenler eşeysiz ve eşeyli olarak çoğalabilen bir canlı grubudur.
Bu çoğalma tipi "Sored" denilen mantar hifleri ile çevrili birkaç alg hücresinden oluşan tallus parçacıkları ile gerçekleştirilir. Soredler tallusun korteksinin parçalanması ile serbeste hale geçerek toz gibi çevreye dağılırlar, ulaştıkları yerlerde tutunarak, yeni bireyleri oluştururlar.
Likenlerin yalnızca mantarlarında görülür. Alg bu yapının içinde vejetatif olarak çoğalır. Mantarların meydana getirdiği fruktifikasyonlar serbest yaşayan mantarlarınkinden oldukça farklıdır. Liken yapısındaki mantarın cinsine göre oluşturulan fruktifikasyonlar farklılık gösterir.
Likenleri oluşturan alg ve mantarlar arasında bazı fizyolojik iş bölümleri vardır. Simbiyotik organizmalardan alg, klorofil taşıdığından fotosentez yapar ve birliğin karbonhidrat gereksinimini karşılar. Mantar ise su ve madensel maddelerin alınmasında görev alır.
Likenlerde metabolik aktivite su, ısı ve ışıkla değişkenlik gösterir. Su içeriği %65-90 arasında olduğunda fotosentez oranı artar, 15-20C fotosentez için en uygun sıcaklıktır. Depo maddesi olarak nişasta bulunur. Likenlerin metabolizmaları sonucu ekonomik öneme sahip bazı maddeler oluşur. Bunlar tıpta, boya sanayinde ve besin olarak kullanlan maddelerdir.
Tıpta; öksürük ve göğüs hastalıklarında, diabette, nefrit, nezle de ve iştah açıcı olarak kullanım alanları mevcuttur. İnsanlarca "Lecanora esculenta" ve Ren geyiklerince "Cladonia rangiferina" besin olarak kullanılır.
Dünyada geniş bir yayılım alanına sahip ve denizlerden yüksek dağlara, sıcak bölgelerden kutuplara kadar yerleşim yerlerinde ve zor koşullarda bulunurlar. Tallus yavaş gelişir, ağaç, toprak ve kayalar üzerinde bulunurlar.üzerinde bulunduğu kayaları parçalayarak |
toprak oluşumuna katkı sağlarlar. Bununla birlikte çevresel faktörlerden özellikle de hava kirliliğinden olumsuz etkilenirler. Kalabalık şehir merkezlerinde atmosferik kirleticilere bağlı olarak bazı likenler ortadan kaybolurlar. Böyle ortamlara "Liken Çölü" denir.
Yarborough
Briç oyununda dağıtıldığında 9'dan yüksek hiçbir kart içermeyen ele denir.
Adını 2. Yarborough kontu Lord Yarborough'dan almıştır. Böyle bir elin gelmesi ihtimali 1.827'ye 1'dir ve Lord Yarborough böyle bir el gelene 1000£ vermeyi taahhüt etmiştir - her başaramadıklarında kendisine 1£ vermeleri şartıyla.
Alman Doğu Afrikası
Afrika'da eski Alman sömürgesi. Ruanda'nın büyük bir kesimini, Burundi'yi, Tanzanya'yı ve Mozambik'in bir parçasını içeren Alman Doğu Afrikası, 1848'den I. Dünya Savaşı'na kadar Alman egemenliğinde kaldı. Savaş sırasında üstün İngiliz kuvvetlerine karşı Albay Lettow Vorbeck komutasında örgütlenen Alman Doğu Afrikası sonuna kadar düşmana dayandı. Ancak I. Dünya Savaşı Almanya'nın yenilgisiyle sona erince, büyük bölümü İngiltere'nin himayesine verildi.
Elektrikli yılan balığı
Elektrikli yılan balığı ("Electrophorus electricus"), Yeni dünya bıçak balıkları takımından elektrik üreten sıradışı bir tür. Bu yetenek hem avlanırken hem de savunma anında kullanılabilir. Elektrikli yılan balığı Güney Amerika'nın kuzey doğusundaki Amazonlar ve Orinoco bölgelerinde, çamurlu ve oksijen bakımından fakir tatlı sularda yaşar.
Elektrikli yılan balığı, adından ve görüntüsünden tahmin edildiği gibi bir yılan balığı olmayıp, yeni dünya bıçak balıkları ("Gymnotiformes") takımından sayılır. Asıl yılan balığı gibi silindirik uzun bir vücudu vardır. Anal yüzgeci hemen hemen tüm vücut boyunca ilerler ve kuyruk ucunda son bulur. Sırt- kuyruk ve karın yüzgeci mevcut değildir. Boyu 2.5 metreyi bulabilirken ağırlığı 20 kg'a kadar gelebilir. Geniş, oval ve yassı olan kafası heybetli bir ağız taşır. Renk, griden kahverengimsi boz renge kadar uzanır. Ağız boşluğundaki özel bir kan damarından oksijen alır ve ortalama her on dakikada bir su yüzeyinde hava solur.
Vücudunun büyük kısmı, aslında yüksek gerilim salan kaslara dönüşmüş elektrik organları ("elektroplax") ile kaplıdır. Bu organlar, her biri düşük gerilim üreten çok sayıdaki elektrik üreten elementlerden oluşur. Bu aynı, seri olarak bağlanmış bir pil sistemi gibi gerçekleşir. Bir elektrikli yılan balığında 5.000 ile 6.000 arasındaki elektroplax, beraberce 500 voltluk bir gerilim, 500 wattlık elektrik üretebilir.
Organlar, avlarını yakalamasına ve savunmaya hizmet ederler. Gerilim, sadece küçük balıkları öldürürken, ayrıca bir insanı da ölümcül olarak yaralayabilecek durumdadır. Alexander von Humboldt'un ünlü Güney Amerika keşif gezisinde tasvir ettiği gibi, elektrikli yılan balığı hatta atları bile öldürebilir.
"Halkın, balığın çarpmasından korkusu o kadar abartılıydı ki biz ilk üç gün hiçbir şey hissetmedik. Derken rehberimiz atları ve katırları suya getirdi ve avlamaya başladı. Daha beş dakika geçmişti ki iki at boğuldu. 1.6 m boyundaki elektrik balığı atın karnına saldırdı ve onu çarptı. Ancak zamanla eşit olmayan savaşın ateşi düştü ve tükenmiş balıklar dağıldı. Birkaç dakika sonra beş büyük yılan balığımız vardı. Onlarla dört saat boyunca deneyler yaptıktan sonra takip eden günlerde, kas halsizliği, eklem ağrıları ve genel iç bulantısı hissettik."
Elektrik çarpması balığın bulanık suda yön tayinine, kendi sınırlarını belli etmesine ve çiftleşecek partner bulmasına da hizmet eder. Balık bu esnada daha zayıf ve daha yavaş impulslar üretir.
Genç yılan balıkları zeminde yaşayan omurgasızları yerler. Buna karşın yetişkinler, ağırlıklı olarak yemeden önce öldürdükleri balıklarla beslenirler.
Elektrikli yılan balıkları, çiftleşme için partnerlerini, elektrik salınımlarının yardımıyla ararlar. Bu zayıf salınımları muhtemel partner bulanık suda hisseder. Çiftleşme genelde Eylül ile Aralık arasında yer bulur. Erkekler su bitkileri ile yuva kurar, yumurtalara ve sonra da larvalara bekçilik yaparlar. Bunlar, yumurtadan çıktıklarında on santimetre boyundadırlar.
Varsak, Kepez
Varsak beldesi, Antalya ilinin Kepez ilçesine bağlı olan ve il merkezine 11 km., denize 13 km uzakta yer alan bir semttir. Tetkik ettiğimiz kaynaklar Varsakların, Oğuz veya diğer adıyla Türkmen olduklarını ortaya koymaktadır. 9-12. yüzyıl arasında yazılmış eserlerde Barsahların, Türk olduğu ve Barsah beyinin (dihkân) Karluklara, halkın Oğuzlara bağlı olduğu kayıtlıdır[xxix].
14. yüzyıla ait bir Memlûk kaynağında Varsaklar, Oğuz (Türkmen) boylarından biri olarak zikredilmiştir. Yine aynı kaynakta Varsaklar için "Tarsus Türkmenleri" tabiri kullanılmıştır[xxx]. Memlûk sahasında yaşayan Türk müelliflerden Bedreddin el-Aynî[xxxi] ve Arap müelliflerden Makrizî[xxxii], Varsakların Türkmen olduğunu yazmaktadırlar. Aşıkpaşazâde, Neşrî ve Hoca Saadeddin gibi Osmanlı müverrihleri de, Varsakların Türkmen olduğunu ve Çukurova'ya gelen Üç-Oklardan olduklarını belirtmektedirler[xxxiii].
Varsak Türkmenleri, çeşitli Oğuz boylarına mensup aşiretlerin birleşmesinden oluşmuş bir federasyondur. Bu federasyonunu oluşturan boylardan birisi Ulaş boyudur. Ulaş'ın en belirgin özelliği, büyük ölçüde Oğuzların Üç-Ok koluna mensup Bayındır ve Salur boylarına bağlı aşiretlerden oluşmasıdır. Varsak federasyonu içerisinde yine Üç-Oklara bağlı İğdir, Eymir ve Peçenek boylarının isimlerini taşıyan aşiretler de bulunmaktadır[xxxiv].
Varsak federasyonu içerisinde Oğuzların Boz-Ok koluna mensup Beğdilli, Kargın ve Dodurga boyları da bulunmaktadır. Bunlardan Dodurga (Todurga) boyuna bağlı aşiretler oldukça mühim bir yer tutmaktadır. Tarsus merkez nahiyesinde sakin olan Dodurga aşiretleri, Bozca Esenlü ve Ertena Esenlü (veya Eretne) olmak üzere iki kola ayrılmıştı[xxxv].
Yukarıdaki bilgilerden de açıkça görülebileceği gibi, Varsakların Türkmen olduğu kesinlik arzetmektedir.Bununla birlikte, Varsakların Tatar olduğuna ve Tatar serdarı Baycu Noyan’ın soyundan geldiklerine dair bazı kayıtlarda mevcuttur[xxxvi]. Varsaklar arasında Teberrük ve Devletşah aşiretleri gibi Moğol boylarının adlarını taşıyan[xxxvii] birkaç aşiret ismine rastlanmakta ise de, bunlar Türkmen aşiretleridir. Hattı zatında Anadolu'ya gelen bir takım Tatar boyları umumiyetle Türk boyları etrafında toplanmış ve zamanla bu kabileler Türk sosyal hayatının da etkisiyle Türkleşmişlerdir[xxxviii].
Varsakların menşei hakkında yazılanlardan biri de, Oğuzların Boz-Ok kolundan Avşar boyuna mensup olduklarıdır[xxxix]. Ancak, kaynak eserlerde ve tahrir defterlerinde bu boya bağlı olduklarına dair kayıt bulunmadığı gibi, Varsak federasyonunda Avşar adını taşıyan herhangi bir aşirete de rastlanmamaktadır[xl]. Yalnızca Varsak aşiretleri ile Avşar obaları arasında birbirine isim benzerliği bulunan teşekküller vardır. Meselâ; Varsak aşiretlerinden İmane ile Avşarların İmanlu kolu, Varsaklardan Üselü ile Avşarlardan Usalu obası gibi. Bu misallerde verilen Varsak cemaatlerinin Avşar olduklarına dair tahrir defterlerinde kayıt bulunmamasından dolayı, isim benzerliğinden başka, herhangi bir boy bağlılıkları olması mümkün görülmemektedir. Kesin olan bir husus varsa, o da Avşarlardan olduğu kabul edilen Karamanoğulları'nın[xli] Varsaklarla münasebetlerinin çok iyi olduğudur[xlii]. Özellikle Osmanlı-Karaman mücadeleleri esnasında Varsaklar, sürekli olarak Karamanlıların yanında yer almışlardır. Varsakların Karamanlıları desteklemesini, aynı soydan geldiklerine bağlamak yerine, bunun bir iktidar ve hayat tarzının devam ettirilmesi meselesi olduğunu kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Zira Varsaklar, yüksek dağlarda, boyunduruk altına girmeden, kendi halinde, hür ve müstakil yaşamayı tercih eden ve bunu bir hayat nizamı olarak kabul eden bir anlayışa sahipti. Bu yönüyle Karamanlılarla ortak özellikleri pek çoktu[xliii]. Oysa Osmanlı Devleti, aşiretleri daimi olarak kontrol altında tutan, başıboş hareket etmelerini istemeyen[xliv], bir hukuk ve nizam devletiydi. Varsaklar için Osmanlıların kurallı yapısı itici, Karamanlıların kendi haline bırakma yapısı ise çekiciydi. İşte, Varsakların Osmanlıların karşısında, Karamanlıların yanında yer almasının başlıca sebebi budur..
Varsak 1973 yılına kadar köy statüsünde kalmış, 1973 yılından sonra ise belediye olmuştur.
23.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5216 sayılı yasa gereğince, 2005 Yılından itibaren Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin ilk kademe belediyesi olmuştur.
29.03.2009 genel mahalli idareler seçimlerinden itibaren 5747 sayılı büyükşehir sınırları içinde ilçe oluşturulmasıyla ilgili kanun gereğince, Varsak Belediyesi Kepez Belediyesi ile birleştirilmiştir.
Sınırları içinde Altıayak, Ayanoğlu, Demirel, Esentepe, Fevziçakmak, Karşıyaka, Menderes, Şelale, Zeytinlik mahalleleri bulunur.
Yukarı Düden şelalesi Varsak sınırları içerisindedir.
Yıllara göre nüfusu,
Paul Broca
Pierre Paul Broca (28 Haziran 1824, Sainte-Foy-la-Grande, Bergerac - 9 Temmuz 1880, Paris) Fransız hekimi ve antropolog.
Konuşmanın motor yönü, yani konuşmanın anlamlı seslere dönüştürülmesi işlevinin, beyinde sol frontal lobun arka alt bölümünde gerçekleştiğini ortaya koydu. Bu bölgeye daha sonra Broca alanı adı verilmiştir. Böylece beyin kabuğunun belirli bölgelerinde belirli fonksiyonların yerleştiği fikri ağırlık kazanmış oldu. Broca, aynı zamanda sapkın davranışlar gösteren insanların kafatasları ve beyinlerinin farklılık taşıdığını savunuyordu.
Paul Broca, 28 Haziran 1824 yılında Fransa'nın Bordeaux şehrinde Sainte-Foy-la-Grande isimli kasabada doğdu. Babası Benjamin Broca, Napolyon'un hizmetinde olan bir tıp doktoruydu. Annesi ise protestan bir vaizin iyi eğitimli bir kızıydı. Broca temel eğitimini memleketindeki okulda aldı. 16 yaşında ise lisans diploması aldı. 17 yaşında Paris'te tıp okuluna kaydoldu ve daha yaşıtlarının okula yeni başladığı 20 yaşında tıp okulundan mezun oldu.
Empire (dergi)
Empire, 1989 yılının temmuz ayından bu yana yayınlanan ve ülkesi İngiltere'de en çok satan film dergisidir. Aynı zamanda, Avustralya edisyonu da bulunma |
ktadır. Rutin olarak "en iyiler" listeleri yayınlayan dergi, ara ara okuyucuların da oylarıyla "tüm zamanların en iyileri", "başyapıtlar" gibi listeler de oluşturmuştur.
Mehmet Açar
Mehmet Açar, Türk sinema eleştirmeni, roman ve öykü yazarıdır.1963 yılında Konya´da doğdu. Galatasaray Lisesi´nin ardından Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu.
Hayalet Gemi dergisinde yayımlanan hikâyelerini "Anarşik Rehavet" isimli kitabında topladı. 13 yıl boyunca Sinema dergisinin genel yayın yönetmenliğini, Digiturk dergisi genel yayın yönetmenliği ve SİYAD (Sinema Yazarları Derneği'nin) başkanlığını yapmıştır.
Kana bombardımanı
Kana Katliamı, 30 Temmuz 2006'da İsrail Hava Kuvvetleri tarafından Güney Lübnan'daki Kana köyünde üç katlı bir binanın bombalanması olayı.
Haber kaynaklarından gelen ilk bilgiler 37'si çocuk, 60 sivilin öldüğünü duyurmuştu, ancak daha sonra 16'sı çocuk 28 sivilin öldüğü ortaya çıktı. İsrail Ordusu bombalamanın sebebini, Hizbullah militanlarınca bu binadan İsrail'in kuzeyini vuran Katyuşa roketlerinin ateşlenmiş olması olarak açıkladı. Bir sivil savunma görevlisinin kucağına aldığı mavi emzikli bebek cesedi fotoğrafı katliamın simgesi oldu. Olay dünyada büyük yankı buldu.
Türkiye'de laiklik
Laiklik terimi, Fransızcadaki karşılığı "Laïcité" kelimesinden Türkçeye uyarlanmıştır. Bu kelime Fransızca diline eski Grekçe bir kelime olan ve din adamları dışındaki "halk" anlamında kullanılmış olup "Laos" kökünden gelen "Laicus" kelimesinden geçmiştir. Aynı terimin İngilizce karşılığı "secularity" olup, Latince bir kelime olan çağ anlamına gelen "saeculum" kelimesinden geçmiştir. Adlandırılmada çağ sözcüğünün kullanımı kurallarının dogmatik değil çağa göre değişebilir olduğuna işaret etmek içindir. Kavramlar, her iki biçimde de cismi ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifade etmektedirler.
Aynı sözcük, Türk yazınında başlangıçta Ziya Gökalp'in "La-Dinî", Ahmet İzzet Paşa'nın "La-Ruhbanî" ve Ubeydullah Efendi'nin "İş Hükümeti" deyişleri ile ifade olunmaya çalışılmıştır. Daha sonraları kullanılan "layisizm" terimi yerini tümüyle laiklik sözcüğüne bıraktı.
Özellikle, Ziya Gökalp'in "Lâ-Dinî" deyişi anlam bakımından karşıt olanlarca çarpıtılmaya çalışılarak "dinsizlik" anlamı kazandırılmak istenilmiştir. Oysa Arapça bir olumsuzluk ön eki durumunu alan "la" ile birlikte kelime dinsel olmayan anlamına gelmektedir. Laiklik, Türk yazınında, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması ve özellikle devlet işlerinin, toplum idari yapısının ve hukuk aygıtının dinsel ahkamdan tümüyle bağımsız biçimde akıl ve bilime dayandırılması olarak terim anlamı kazandı.
Karşıtları din adına devlete etki etme ve bu şekilde devleti ve toplumu idare etme amacını taşırlarken, "Laik Yaşam Biçimi"ni tercih edenler kişisel ve vicdani kanaatlerini devlete mal etme ve bunlar vasıtası ile devleti veya toplumu idare etme çabası içinde bulunmazlar. Laiklik, bir devlet ve toplum yönetimi biçimi olduğundan varlığı veya yokluğu kişilerin yaşam biçimine doğrudan tesir eder. Bu öneminden dolayı Laiklik, T.C. Anayasasının değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri arasında sayılmıştır.
Tarihsel olarak, devletlerin lâikleşmelerinde sağladıkları tipik özellikler:
Laikliğin felsefi temelleri; Rönesans, hümanizm ve Reform hareketleri ile bu akım düşünürlerinin eserlerinde kaynaklarını bulur.
16. yüzyılda İtalya’da doğan Rönesans; sanat ve edebiyatta Katolik Vatikan Papalığından ve onun dinsel temalarından uzaklaşarak antik Roma ve Yunan sanat ve felsefecilerinden beslendi. Yayıldığı ülkelere göre içerdiği sanat ve edebiyat tarzının farklı alanlarda oluşmasına yol açtı. Sanatta olduğu gibi edebiyat ve felsefe alanlarında da antik dönem eserlerine dönüşü simgelemesi Yeniden Doğuş olarak nitelenmesini sağladı. Rönesans, skolastik öğretileri yıkıma uğrattığı gibi canlandırdığı hümanist ve akılcı akımları, Avrupa ülkelerinin 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı düşünürlerine miras bırakarak ve kökleri MÖ 6. yüzyıla kadar dayandırılan Hümanizm'in tekrar canlanmasını hazırlayarak insan aklına duyulan ilgi ve saygının başlatıcısı oldu.
Aydınlanma Çağı'nın ilk düşünürleri olarak kabul edilen Descartes ve Leibniz’in yanı sıra Hollandalı hümanist Erasmus, David Hume, John Locke, Voltaire, Diderot, Montesquieu ile Rousseau gibi birçok Aydınlanma Çağı filozofları çağdaş laik düşünce alt yapılarının Avrupa ülkelerine yayılmasını sağlayan etkin eserleri ile insanların düşünce ve ideal dünyalarına hitap ederek bunları kuvvetlendirdiler. Bu kişilerin başarısı ve ortak özellikleri; din adamlarınca yüzyıllardır edilgen bir karaktere büründürülen insan ve düşüncesinin özgürleştirilmesine rehberlik etmeleri oldu. Bu da bilim, teknoloji ve sanayi alanlarında bir sonraki yüzyıl yaşanacak patlamaya zemin hazırladı.
Hümanist görüş aynı zamanda ahlâklı ve erdemli olmanın tek dayanağının dinsel inanışlar olmadığını da kabul etmektedir. Kaynaklarını insanda, insan ahlak ve vicdanında arayan laik ahlak felsefesi hümanist düşüncenin ahlak felsefesini yansıtmaktadır. Genel anlamda doğrunun ancak akıl aracılığı ile bulunabileceğini öne süren Kıbrıslı Zenon'un kurucusu olduğu Stoa Okulu'nun antik çağın laik ahlak öğretisini temsil ettiği kabul edilmektedir.
Laik toplum ve devlet yapısına verdiği önemle Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Atatürkçü düşünceyi başarı ile edebiyat alanına kazandıran Falih Rıfkı Atay, "Türk Hümanizmi" eseri ile Suat Sinanoğlu, Atatürk döneminin efsane Millî Eğitim Bakanı olan ve Dünya Klasikleri'nin Türk diline kazandırılmasını sağlayan Hasan Âli Yücel, "Tonguç Baba" olarak anılan ve Köy Enstitüleri alanındaki üstün çalışmaları ile bilinen İsmail Hakkı Tonguç, Cumhuriyetin 50. Yılına armağan ettiği "Türkiye’de Çağdaşlaşma" isimli kitabı Türkiye tarihinin 75 adetlik ender kitapları arasında gösterilen Niyazi Berkes daha gerilere gidilecek olursa Yunus Emre gibi tarihi kişilikler Türkiye'de hümanist değer yargısının gelişmesine rehberlik eden saygın düşünürler oldular.
"Türk Hümanizmi" adlı eserinde Suat Sinanoğlu, Atatürk Devrim ve reformlarının getirdiği kurum ve kuruluşların hümanist ruhu taşıdıklarını ve bu ruhun TBMM, Medeni Kanun gibi eserleri taşıdığını belirtti. Bir "İnsani Değerler Sistemi" olarak tanımlanan Hümanizm; cinsiyet, inanış veya başka bir fark gözetmeyen ulusçu ve eşitlikçi yapısı ile Laik Cumhuriyet'in temel felsefesi olduğu biçiminde yorumlandı.
3 Mart 1924'te kabul edilen bir yasayla Türkiye sınırları içinde bütün öğretim ve eğitim kurumları Maarif Vekâleti'ne (Eğitim Bakanlığı) bağlandı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla (Öğretimin Birleştirilmesi Yasası) dinî eğitim ya da dinsel temellere göre eğitim yapan okullar kapatıldı. Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılarak din işleriyle ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Böylece Türkiye'de din hizmetleri, devlet kontrolü dışında değil, devletin denetimiyle yürütülecekti. 1924'te halifeliğin kaldırılması, 1925'te tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, Türkiye Cumhuriyeti'nin laikleşme yolunda attığı öteki adımlardır. Yine 1926'da yürürlüğe giren Medeni Kanun ile hukuk alanında da laiklik ilkesi geçerli kılındı. Lise ders programlarından Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı. 1928'de çıkarılan yeni bir yasayla anayasanının ikinci maddesinde yer alan "Türk Devleti'nin dini, İslam dinidir" cümlesi çıkarıldı. Laiklik, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin programında altı okla simgelenen ilkelerden biri olarak 1931'de yer aldı.
Bu dönemde zorunlu din derslerinin kabul edilmeyişi 14 Mayıs 1931 tarihli CHP Kongresinde parti programına ilave olunan ek maddede, "Din telakkisi vicdan işi olduğundan fırka din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muassır telakkisinde başlıca muvaffakiyet olarak görür." biçiminde ifade olundu ve din dersleri 1933'te okul programlarından çıkarıldı. 1949'da ilköğretim, 1956'da ortaöğretim programlarına "seçmeli ders" olarak yeniden konuldu. Din dersleri 1982 Anayasasının 24. Maddesi ile ilk ve ortaöğrenim kurumlarında zorunlu dersler arasına girdi.
İslamiyetten önce Türkler göçebeydi. Toplayıcı, avcı, göçebe topluluklar, düzenli ordu, töre ve yurt özellikleriyle pagan, politikon, teokratik ve barbarik değildiler. 10. yüzyılda Türkler, İslamiyeti benimsedikten ve ümmet kültürüne girdikten sonra, devlet ve din ilişkileri İslam dini ile bağlantılı olmuştur. Tanzimata kadar Osmanlı devleti teokrasiye yakın olmasına rağmen, bütün dinlere karşı inanç ve vicdan özgürlüğünü sağlamıştı. Tanzimat ile başlatılan yenileşme, çağdaşlaşma ve gerilemenin önlenmesi çalışmaları aynı zamanda yeni kurulacak Türkiye'nin temel felsefelerinden olan Laik devlet ve toplum yapısının oluşmasındaki dinamiğin başlangıcı olma özelliğini de taşıdı.
Türkiye'de laikliğin başlangıcı "Tanzimat Dönemi"ne kadar uzanır. 18. yüzyılda başlayan yenileşme hareketleriyle birlikte toplumsal yaşayışın ve devlet düzeninin işleyişinde ikili bir durum ortaya çıktı. Osmanlı Üniversitesi olan Darülfünun'a II. Abdulhamit döneminde 1869 tarihli nizamname ile fıkıh (Şer'i Hukuk) derslerinin yanında Roma Hukuku ve Fransız Medeni Hukuku dersleri zorunlu ders olarak konulmuştu.
Özellikle 19. yüzyılda bu ikilik daha da belirgenleşti. İslam dininin gereklerine göre öğretim yapan medreselerin yanında çağdaş eğitim anlayışına göre kurulmuş okullar açıldı. Hukuk alanında da hem İslam hukukuna göre yargılamalar yapılıyor, hem çağdaş hukuk anlayışına göre kurulmuş mahkemeler görev yapıyordu. Padişah ise hem bütün Müslümanlar'ın halifesi, hem de Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan başka dinlerden olan yurttaşların hükümdarı durumundaydı. Bu ikili durum Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar sürdü.
İlmiye Sınıfından olan bazı ulema III. Selim'e: "Askere setre pantolon giydirip imanına halel getiren, önlerine muallim diye Frenkleri düşüren padişaha Allah tevfikatını çok görür", diye söylenmiş, bu dönemde başlayan ve ileride de sürece |
k olan ıslahat çabalarında muhalif ve çeşitli isyanların kışkırtıcısı olmuşlar ise de zaman içinde değişime ayak uyduramadıklarından medreselerin tümüyle yok olmaları sonucu vaki olmuştur.
II. Mahmut, ulemaya yalnız din işleriyle uğraşmalarını, hükümet işlerinin yalnız padişahın mutlak yetkesine ait bir alanda olduğunu eylemleriyle belirtmiştir. Örneğin, düşünülen vergiler, medrese softalarının askere alınması, din kurumunun izni alınmadan haciz ve müsaderelere girişilmesi, vakıf işlerini ele alması, Frenk âdetlerine karşı aşırı ilgi göstermesi gibi konularda Şeyh'ül İslam'ın verdiği bir muhtırayı yırtarak bu gibi işlerin yalnız hükümdar yetkilerine ait olduğunu belirtmiştir.
Bu dönemde maarif, fen ve nafia (Yararlı İşler / Bayındırlık) gibi yeni kavramların yenileşme hareketinin ilk önemli göstergelerinden olarak kullanım alanına dahil olmaya başladıkları görüldü. Fen ve bunun çoğulu olan "fünun" kelimeleri ortaya çıkarıldı ve kullanıldı.
İlk bu dönemde kullanılmaya başlanan eğitim, bilgi, bilim alanları ile ilgili bulunan bu sözcükler ilgili bulundukları alanlardaki gelişme ihtiyacının bir göstergesi oldukları gibi Tanzimat Dönemi yazınına da miras olarak kalmış oldu.
Bu dönemde "ilim" kelimesi bugünkü anlamı ile fen bilimlerini değil Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas sıralamasını oluşturan fıkıh vasıtası ile ortaya çıkarılan bir din bilgisi ve dinsel hukuk alanını ifade etmekte idi. Bu şekilde tesis olunan dinsel bir hukuk olan şeriatin kendisini devlet yönetimi üzerinde söz sahibi olmaktan öte bir idare hukuku biçiminde tanıtmakta olması da bu noktada oldukça önemli bir değerlendirmedir.
Bahsedilen yeni sözcükler ise böyle bir yapıyla iç içe olan ortamda müstakil bir bilimsel bilgi alanının doğuş habercileri olması nedeni ile önem taşımaktadır. Şeyh’ül İslam, din bilginleri olan ulema adına devlet işlerinde fetva makamı olarak bulunsa da batı ülkelerinin tarihinde olduğu gibi tümüyle bağımsız bir yapı yerine ataması ve azli padişah tarafından yapılan bir devlet makamı olarak sultanın emirleri altında olmuşlardır.
"Münevver" yani "aydın" kelimesinin bu sözcüklerin ardından aynı dönemde ortaya çıkışı, bu çabaların düşün alanında sistemleşmeye başlaması olarak değerlendirilebilir.
1824 yılında II. Mahmut tarafından çıkarılan ferman, ilköğretimi zorunlu hale getirmiş olmakla birlikte ilk eğitim alanında II. Mahmut döneminde başka bir gelişme olmamıştır. Ancak o zamana kadar yaygın eğitim; devletin doğrudan ilgilenmediği ve vakıflar eline bırakılmış bir alan olarak bulunmakta idi. Fermanda dikkat çeken bir husus, bu zorunlu eğitimin amacının çocukların, dünya hayatına değil ahret hayatına hazırlanmaları amacını belirtiyor olmasıdır. Bu nedenle Tanzimat Dönemi boyunca dahi ilköğretim tümüyle medrese çıkışlı din adamlarının elinde bulundu.
1827 yılında ilk Tıp Okulu ve Tıbbiyenin ilk biçimi olan Tıphane, 1835’te Yeniçeri Ocağı'nın yerine Harbiye okulları açıldı.
1838 yılındaki ferman ile ilk defa 1839'da açılan Rüşdiye (Orta) Mektepleri ile rüşt yaşında bulunan çocukların devlet memuriyetine hazırlanmaları sağlandı.
II. Mahmut döneminde, devlet ve din işleri ayrılmaya çalışılırken yeni ve bilimsel bilgi ağırlıklı eğitim veren okullar açılmış olmakla birlikte eğitimde ilköğrenim vakıflara bağlı medreseler elinde bırakıldığından köklü bir değişim olmamıştır.
Tanzimat öncesinde, II.Mahmut'un yıllarına kadar Osmanlı eğitim sistemi; Topkapı Sarayında bulunan Enderun Okulu, ordu içinde bulunan Yeniçeri Ocağı (1826'ya kadar) ve yaygın olarak ise İlmiye Sınıfının elinde bulunan medreselerden oluşmakta idi.
Rönesans ile birlikte Avrupa'da başlayan yeni dönemde; inceleme, araştırma ve deneysel yöntemlere dayanan öğrenim biçimleri geliştirildi. Kilisenin dinsel öğretisi ile birleşmiş skolastik yöntemlere karşı duruldu, akılcılık öne çıkarıldı. Bunu, bilim alanında yeni buluşlar ve idare alanında yeni yöntemler takip etti.
II. Mahmut' un 1 Temmuz 1839’da vefatından bir gün sonra tahta çıkan oğlu I. Abdülmecit'in 4 ay sonra 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkında ilan ettirdiği Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Tanzimat Dönemi başladı.
Tanzimat sözcüğü, düzen (nizam) verme anlamına gelen tanzimin çoğulu olup düzenlemeler anlamına gelmektedir. Bu ferman ülkenin zayıflama ve geri kalmasını açık bir biçimde şeri yasalardan uzaklaşılmış olmasına bağlamaktadır.
Bununla birlikte veya buna rağmen, ferman ile ilan olunan yenileşme hareketlerinde ilk işlemin ceza hukuku alanında başlamış olması konunun anayasallaşma sürecinin bir parçası olması kadar din ve devlet ilişkilerinde yeni bir sürecin yasal yapıda başlangıcı olması bakımından da dikkat çekicidir.
Tanzimat Fermanı'nın ilan olunmasından bir yıl sonra 1840'da dönemin ilk yenileşme hareketlerinden olarak fermanda belirtilen suç ve cezalarda yasallık vurgusunun sonucu olarak ceza alanında yasalaşmanın temini için bazı maddeleri Fransız Ceza Hukukundan alınan Ceza Kanunu kabul edildi. 1850 yılında ilk "Ticaret Kanunu" çıkarıldı. Bu kanun, mevzuat açısından ticari yaşamı bir düzene kavuşturdu ve daha önce ticari teamül kurallarının uygulanmasının yarattığı keyfiliğe son verdi. Geleneksel yargı organı olarak korunan Şeriye Mahkemelerinin yanında ticaret ve ceza davalarını görmek üzere laik yapısı ile Nizamiye Mahkemeleri tesis edildi. Bundan önce, 1801'de gümrüklerde kurulmuş olan Ticaret Meclisleri Gümrük Emini'nin başkanlığında ticaret davalarına bakmaya başlamıştı. İşlerin düzenlenmesi için gerekli olan mevzuat Ahmet Cevdet Paşa tarafından Mecelle adı altında derlendi. Önceden beri ecnebi taraflar arasında ortaya çıkan uyuşmazlıklara bakmakta olan Konsolosluk Mahkemeleri ile farklı inanışlardan olan yurttaşların aile ve miras işlerindeki uyuşmazlıklarını götürebildikleri, kendi ruhani önderleri tarafından görülen Cemaat Mahkemeleri de varlıklarını sürdürdü. Ayrıca vakıflarla ilgili davalara bakmak üzere Evkaf Mahkemesi kuruldu. Tanzimat döneminde önceden var olan çok hukuklu sisteme bir de iç işler olarak tanımlanabilecek yapıdaki ikileşme; "Şeriye ve Nizamiye Mahkemeleri" olarak eklenmiş oldu.
İlk örnekleri 1839 yılında açılan Rüşdiye (Orta) Mekteplerine ek olarak 1840'da Adli Maarif Okulu açıldı. Bu okul iki bölüme ayrılarak birincisi Maarif-i Adliye, ikincisi edebi bilimler ile ilgili eğitim vermek üzere Maarif-i Edebiyye Mektebi adını aldı. Bu okullar ve diğer rüştiye mektepleri bu dönemde adından çokça bahsedilen fen, sanayi, nafia, maarif alanlarında uzmanlaşmaya yönelik değil, ortaeğitim üzerinden memur yetiştirme amacına hizmet ettiler. Rüşdiye Mekteplerinden mezun olmak memur olmak için getirilen koşullardan oldu. Bu dönemde açılan okullardan en çok mülkiye ve hariciye memurları yetiştirildi.
Eğitimin çağdaşlaştırılması çabalarının ürünü olarak ortaya çıkan öğretmen yetiştirme ihtiyacına cevap vermek üzere 1848’de Darül Muallemin Mektebi ve kız öğretmen yetiştirmek üzere 1870’te Darül Muallemat adı ile öğretmen okulları kuruldu. Bu zamana kadar kızların mahalle mektebinde sadece dinsel nitelikli eğitim almaları biçiminde sürdürülen geleneksel uygulamaya son verilmiş oldu.
Tıbbiye adını alan Tıp Okulu ilk mezunlarını 1843 yılında verdi.
1869'da çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin 79 ve 129. Maddelerine göre İstanbul'da çağdaş anlamda teşkil edilecek ilk üniversitenin kurulması ve bu üniversitenin Edebiyat, Hukuk ve Fen Fakültelerini barındırması kararlaştırıldı. 20 Şubat 1870'te Darülfünun adı ile açılışı yapılan üniversitenin açılışında konuşan Safvet Efendi, ülkenin geri kalmış olmasını ilk iki yüzyılı içinde bilim ve fen alanlarına gösterilen ilgi, saygı ve teşvikin sonraları devam etmemiş olmasına bağlayarak Darül Fünun' un işte bu eksikliği kapatacak nitelikte olacağını belirtti. Başvurular arasından tespit edilen 450 öğrencinin çoğunluğunu medrese çıkışlı talebeler oluşturdu.
Ancak açılışta konuşan, kendisini Afgani lafzı ile tanıtan bir İranlı olan Cemaleddin Afgani'nin heretik olarak yorumlanan konuşması medrese talebeleri ve ilmiyenin tepkilerine neden olduğundan Cemaleddin ülke dışına sürgün edildi, ardından okul kapatıldı. Medreselilerin Cemaleddin üzerinden gösterdiği tepkilerin gerçek hedefinin fen okulları olduğu yorumları yapıldı. Cemaleddinin ülke dışına gönderilmesine rağmen okul kapatıldı. İstanbul'dan gittiği Mısır'da ünlü Mısırlı talebesi Muhammed Abduh'u yetiştirdi.
Tanzimat Döneminde, sibyan (ilk) mektepleri ve medreseler devam etmekle birlikte yeni kurulan Rüşdiye (Orta) , İdadi (Lise), Sultaniler (Lise ve Yüksekokul) ve Darül Fünun (Üniversite) gibi eğitim kurumları Maarif Nezaretine bağlandığından bu dönemin eğitim alanında da hukuk alanında olduğu gibi ikili bir yapı doğdu. Din işleri ve kısmen Şeriye Mahkemelerince görülmeye devam eden adliye işleri gibi, sibyan mektepleri ve medreseler eliyle görülen eğitim işleri önceden olduğu gibi Meşihat'a yani Şeyhülislama bağlı bulunmaya devam etti. Şeyhülislama bağlı okullar dini ağırlıklı eğitim vermeye devam ederken Maarif Nezaretine bağlanan yeni okullarda dinî eğitim de bulunmakla birlikte yeni düzene göre batılı tarzda eğitim verildi.
V. Murat’ın akıl rahatsızlığının baş göstermesi üzerine, Şehzade olan II. Abdülhamit kendisi ile görüşmeye gelen Mithat Paşa’ya tahta çıkma karşılığı bir temel yasanın oluşturulması yani Kanuni Esasi'yi ilan etme sözü verdi. Hatta şartsız bir sultanlığı kabul etmeyeceğini de görüşmesinde sözlerine ekledi.
Tahta çıktığında Kanun-u Esasi'nin hazırlanması işini Mithat Paşa’nın başında bulunduğu bir komisyona havale etti. Mithat Paşa, yaklaşan Tersane Konferansı'nda katılımcı ülkelerin Osmanlı'ya karşı uygulayacakları baskıyı durdurmak için Konferanstan önce Kanun-u Esasi'yi hazırlama işini tamamlamaya çalıştı.
23 Aralık 1876’da ilan olunan Kanun-u Esasi'ye rağmen Tersane Konferansı'nda çıkan kararların Osmanlı tarafından kabul edilmemesi üzerine 24 Nisan 1877’de "93 Harbi" olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı başladı. Ruslar Yeşilköy’e kadar geldiklerinde imzalanan barış andlaşmasından sonra II. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'yi yine aynı kanunun 7. Maddesine göre 31 O |
cak’da Ruslarla imzalanan Edirne Mütarekesi'nden sonra 13 Şubat 1878'de tatil ettiğini açıkladı. Osmanlı-Rus Savaşı ile geçen iki yıllık süre I. Meşrutiyet dönemi olarak anıldı.
23 Aralık 1876’da Beyazıt Meydanı'nda Çorluluzade Celaleddin Paşa tarafından okunarak ilân olunan Kanun-u Esasi, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk temel yasası olması ve buna dayanarak meclisli bir dönemin başlamış olması nedenleri ile ilk anayasal dönem olarak kabul edilmektedir.
Kanun-u Esasi, anayasallaşma sürecinde taşıdığı önemle birlikte din devlet ilişkilerinde ileriye dönük belirgin bir gelişme sağlamadı. Daha çok din ve devlet işlerini iç içe geçiren bir yapı getirdi. Kanun-u Esasi toplam 121 maddeden müteşekkil olarak oluşturuldu. II. Abdülhamit komisyonun çalışmaları bitirmeye yaklaştığı anlarda, sultana sakıncalı gördüğü kişileri herhangi bir yargılama olmaksızın sürgün etme hakkı veren bir maddenin ilave olunmasını istedi. Bu madde ilave olunmadan taslağı onaylamayacağını da belirtti. Böylece 113. Madde ilave olundu. 4. Madde padişahı dinin hamisi olarak tanıtıyordu. 35. Madde ise padişaha seçimle gelecek Meclisi Mebusan ile Vükela arasında ihtilaf olması halinde Vükela heyetini değiştirme ve/veya Meclisi Mebusan'ı fesh etme yetkisini veriyordu. 5 Şubat 1877’de II. Abdülhamit daha önce Sadrazamlığa getirdiği Mithat Paşa’yı azlettiğini bildirerek sürgüne gönderdi.
II. Abdülhamid, Kanun-u Esasi'de yer alan 7. maddeye dayanarak 1878'de Kanun-u Esasi'yi tatil ettiğini bildirince I. Meşrutiyet olarak anılan dönem sona erdi.
II. Meşrutiyet döneminde padişaha bağlılık anlayışından padişahın anayasaya bağlılığı esasına geçildi. II. Meşrutiyet'i hazırlayan "Türkçülük", "muasırlaşma" ve "Batılılaşma" gibi akımların, II. Abdülhamid’in gelenekçiliği temsil eden ve bunu kuvvetlendiren Arapçacılık ve İslamcılığına tepki ile geliştiğini belirtmek yerinde bir tespit olur. 1916’da Şeyhülislam kabineden çıkarıldı. "Tek eşlilik" halen gündem konusu olamasa da erkeklerin ikinci bir kadınla evlenebilmeleri için ilk eşin rızasının şart koşulduğu yeni aile hukuku nizamnamesi 1917’de çıkarıldı. Kız liseleri açıldığı gibi kızların üniversiteye gidebilmeleri sağlandı. Kadın devlet memuriyetine girmeye başladı.
13 Nisan 1909'da çıkan 31 Mart Vakası isyanında gelişmelerden ve yönetimden memnun olmayanlar Meclis-i Mebusan'ı bastılar. Din elden gidiyor propagandasının etkisinde kalanlar Adliye Nazırı ile bazı milletvekillerini katlettiler ve şeriat yönetimine dönülerek meşrutiyete ve uygulamalarına son verilmesini istediler. Bu olay üzerine Selanik'te oluşturulan Hüseyin Hüsnü Paşa'nın komutanı ve Mustafa Kemal'in de Kurmay Subayı olduğu Hareket Ordusu, İstanbul yakınlarında komuta değişikliğine giderek Mahmut Şevket Paşa'nın komutasında ve Enver Bey'in Kurmaylığında şehre girdi ve asileri tedip etti. 22 Ağustos'da Kanun-u Esasi'nin 21. Maddesinde değişiklikler yapılarak parlamenter yönetime geçildi. Padişahın yetkilerinde kısıtlamalar yapılarak Padişahın da anayasaya yani Kanun-u Esasi'ye bağlılığı getirildi. Padişaha yargı kararına gerek duymadan sürgün yetkisi tanıyan 113. Madde kaldırıldı. Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrıldığı Kuvvetler Ayrılığı ilkesi benimsendi. Ancak bu ilkenin tam olarak yerleşebilmesi 1961 Anayasası ile sağlandı.
II. Abdülhamid rejiminin sansürleri sona erdiğinden II. Meşrutiyet döneminde eğitim alanında birçok görüş ortaya koyan yazılar yazıldı. Nitekim anayasal gelişmelerimiz, teokratik saltanattan meşruti sisteme, oradan da laik cumhuriyete doğru bir çizgi izlemiştir.
"Din Devleti" görüşüne karşılık "Ulus Devleti" görüşünün zaferi, çağdaşlaşma yolunda birbiri arkasından gelecek bir dizi reformun kapısını açmış oluyordu. Bunların başlıcaları hukuk, eğitim, yazı, dil ve genel olarak yaşam ve kültür alanındaki değişmeler olmuştur. Bunlar yeni perspektif içinde Cumhuriyet devrimleri olarak tanımlanırlar; çünkü onlara hâlâ karşı olanlar bulunduğu halde koşullar bu değişikliklere girişilmesini âdeta kendiliklerinden zorlar ve bir önderin kılavuzluğunun rotasını çizerler.
Saltanat, dünyasal bir egemenlikten başka bir şey değildi. Egemenlik ulusa geçtiği için saltanat diye bir şey artık yoktu. Mustafa Kemal:
25 Şubat 1924'te Meclis'te din ve devlet ayrımı teklifi tartışılmaya başlandı. Önergede hilâfetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Bakanlıkları'nın, medreselerin kaldırılması maddeleri de vardı. 25 Şubat'tan 3 Mart'a kadar süren tartışmalardan ve Adliye Bakanı Seyit Bey'in hilâfet hakkında bilgi veren söylevinden sonra bu teklifler Meclis'te kabul edildi.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması yolunda hukuk alanında yapılan devrimler ve yenilikler, Cumhuriyet döneminin ve yeni Türkiye'nin en önemli çağdaşlaşma hamleleri olarak ceza hukuku ve medeni hukuk düzenlemeleri ile gerçekleştirildi. Kadın veya erkek veya kişisel kanaatlerine bağlı olmaksızın tüm vatandaşların eşit yasal haklara sahip olmaları ve hukuk birliğinin tesis edilmesi bu alanlardaki düzenlemeler ile gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen "Hukuk Devrimi" ile Sened-i İttifak'tan bu yana devam eden
"Anayasallaşma Süreci" tamamlandı, hem hukuk hem de eğitim alanlarında Tanzimat ile birlikte oluşturulan ikili yapılara son verildi ve "Çağdaşlaşma Süreci" temellerine oturtuldu.
Atatürk Devrimleri'nin temel taşı olan Laiklik Devrimi, 3 Mart 1924'te Hilafetin ilgası ve Şeriye ve Evkaf Vekaletleri'nin kapatılması ile başlatıldı. Müteakiben, 8 Nisan 1924'te 469 sayılı yasa ile Şeriye Mahkemeleri kapatıldılar. Bunu 4 Ekim 1926'da Türk Medeni Kanunu'nun kabul edilerek ek "864 sayılı Tatbikat Kanunu" ile Mecelle'nin lağvedilmesi takip etti ve böylece Laiklik Devrimi hukuki ve kurumsal bütünlüğe kavuşturuldu.
1924 Anayasasında 5 Aralık 1934 tarihinde yapılan değişiklik ile otuz yaşını tamamlayan kadın veya erkek her vatandaşın milletvekili olabileceği belirtilmişir.
Türkiye, ulusal bir devlet olarak kurulmuştur. Yani toplum, kendi kaderi hakkında karar verebilme erkine sahiptir ki; buna “Türk Ulusu” denir. Ulus (devletin) ne bir tebaası ne bir ırk, ne de bir ümmettir. Ulus, haklarını akla göre düzenleyen toplumdur. Bu bakımdan egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olması demek, devletin “lâik” olması demektir. Bazı çevreler, Türk Hukuku’nda lâikliğin bir tanımının olmadığını iddia etmektedirler. Oysa Anayasanın 24. maddesi, lâikliği, rasyonalist felsefenin çözümlemesine göre tanımlamıştır:
Tevhidi Tedrisat yasası ile eğitimin tümüyle devlet ve yasa denetimi içinde bulunması sağlanmıştır.
Cumhuriyet dönemi devrimlerinin hukuk alanı yanında önemli bir yer tuttukları öteki alan eğitim alanıdır. Bu alanın devrimci ilkeye göre çağdaşlaştırılması işi hukuk alanında olduğundan daha çok sayıda sorunlarla doludur. Hukuk alanında olduğu gibi bu alanda da temel ilke, eğitimi birleştirme ve bütünleştirme ilkesidir. Bunun bir yanı müslüman halkın eğitim kurallarındaki ikiliğin kaldırılması, öteki yanı özellikle müslüman olan ya da olmayan ilkeğitimin devlet yetkisi alanı içine alınması, ulusal eğitim kavramının getirilmesidir. Bu yönün açılışında da Atatürk' ün önderliği başta gelir. Haziran 1921 gibi erken bir tarihte bir eğitim kongresindeki konuşmasında söylediği şu sözler bunu iyi yansıtır:
Diyanet İşleri Başkanlığı Kanunu ve kurumu, Cumhuriyet döneminde dinin devlet, hukuk ve eğitim alanları ile ilişkisini net bir şekilde belirleyici olarak ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Çünkü bu kanunun birinci maddesi Müslümanlık kurallarını muamelat yani işlemler ve inançlar ile ibadetler olarak iki biçimde değerlendirmiştir. Bahsedilen ilk alanın Büyük Millet Meclisi'nin yasama yetkisi altında olduğunun belirtilmesi ile dinsel inanış ve esasların devlet ve idare alanı içinde belirleyici olmasının önüne geçilerek şeri hukuk sistemine son verilmiştir. Ancak ibadetler ve inanç esasları gibi diğer konular Diyanet İşleri Başkanlığı'nın konusu olmuştur.
Hukuk çerçevesi içinde, Din üzerinde üç alanda kısıtlama bulunduğu görülür. Birincisi, 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu'na göre mezhep ya da tarikatlere dayalı cemiyet kurulamamasıdır. Bu madde, Medeni Kanun'daki, "Dinsel Tesisler Kurulabileceği" ilkesinin, daha geniş bir çerçeve içinde bakılmadığı takdirde yanlış yorumlanmasını önleyecek niteliktedir. Bu madde ayrımcı olmayan, herkesin katılabileceği, örneğin cami yapımı ve onarımı için, hayrat işleri, meslek yardımlaşması, din yapıtları meydana getirme gibi amaçlarla cemiyet kurulmasını yasaklamaz. İkici kısıtlama belirli bir din grubundan destek sağlama amacı olan siyasal parti kurulamamasıdır. Örneğin bir Katolik Partisi, bir Müslüman Partisi, bir İslam birliği ya da İslam Devleti partisi, Alevi ya da Yahudi partisi gibi bir parti Türkiye'de kurulamaz. Üçüncü kısıtlama 1949'da Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklerle de pekiştirilen ve "Anayasanın Laiklik İlkesine Aykırı olan," devletin sosyal, ekonomik, politik, hukuksal nizamlarını kısmen de olsa din esaslarına göre değiştirmeyi güden eylemlerin suç sayılmasıdır.
Türkiye'nin Laik bir devlet olarak doğuşunun ilk aşaması olarak kabul edilebilecek Halifeliğin ve "Şeriye (Din İşleri) ve Evkaf (Vakıflar) Vekaleti"nin 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye isimli anayasası ile kaldırılmasından sonra, diğer pek çok reformun temeli olma niteliği kazandı. Devlet ve din işlerinin tam ayrımı, 5 Şubat 1937 tarihinde Türk Anayasasına dahil edilerek laiklik devrimi anayasal gelişimini kazandı.
Street Fighter
Street Fighter (Türkçe anlamı: "Sokak Dövüşçüsü"), Capcom şirketinin Ağustos 1987'de ilk olarak piyasaya sürdüğü ve geniş bir oyuncu kitlesini peşinden sürükleyen video oyundur. Takashi Nishiyama ve Hiroshi Matsumoto tarafından tasarlanmıştır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde ün yapmış dövüşçüler bu oyunda birbirleriyle üstünlük mücadelesine girişmiştir. Ayrıca her oyuncunun bir hikâyesi bulunmaktadır. Oyuncuların kullandıkları tuşlar 6 adettir, ve dünyanın ilk 6 tuşlu oyunu olma özelliğine sahiptir.
Bunlar: Low Kick (Zayıf Tekme), Normal Kick (Normal Tekme), Heavy Kick (Şiddetli Tekme) ve Low Punch(Zayıf yumruk), Norm |
al Punch(Normal yumruk), Heavy Punch(Şiddetli Yumruk)'dır.
Street Fighter serisi birkaç filme konu olmuştur.
Roche
Roche ("roş" okunur) Fransızca "kaya" anlamında kelime. Yer, kişi ve şirket ismi olarak sıklıkla kullanılır.
Roche ve çoğulu Roches, Fransa'da çok sayıda komünün ismi:
Altı Gün Savaşı
Altı Gün Savaşı (Arapça:حرب الأيام الستة, "Ḥarb'el‑eyyam'es‑Sitte" veya Arapçaحرب 1967, "Ḥarb 1967"; İbranice מלחמת ששת הימים, "Milhemet Sheshet Ha‑Yamim"), diğer adlarıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı, Altı Günün Savaşı veya Haziran Savaşı, 5 Haziran 1967'de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Arap İttifakı'na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır.
İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitmiştir. Bu savaştaki önemli olaylardan biri de savaşı gözlemlemek üzere gönderilen USS Liberty adlı bir Amerikan gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğramasıdır. Şimdiki birçok sorunun temelini oluşturur. Savaşın sonunda Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. Savaş sonrasında Sina Yarımadası'ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail'in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail'i destekleyen bir tutum sergilemiştir. Ayrıca Türkiye, Fas'ta toplanan İslam Konferansı Örgütü'nde alınan "İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi" kararını veto etmiştir.
1956 Süveyş Krizi, Mısır açısından askeri bir yenilgi, ancak politik bir zafer olmuştur. ABD ve Sovyetler Birliği'nden gelen ağır siyasi baskılar, İsrail'in kuvvetlerini Sina Yarımadası'ndan çekmesine yol açmıştır. 1956 savaşından sonra, Mısır sınır bölgesinin askerden arındırılması ve gerillaların sınırı geçip İsrail'e girmesini engellemek amaçlı bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün, Birleşmiş Milletler Acil Durum Kuvveti'nin yerleştirilmesine razı olmuştur. Mısır aynı zamanda önceki Süveyş Krizi'nde İsrail gemilerine kapatıp, krizin tırmanmasına sebep olan Tiran Boğazı'nı tekrar açmayı kabul etti. Sonuç olarak İsrail-Mısır sınırı bir süre sakin kaldı.
1956 krizi sonrasında bölgede sürdürülmesi mümkün olmayan bir denge oluştu. Bu dönemde hiçbir Arap ülkesi İsrail'i diplomatik olarak tanımamıştı. Suriye ise Sovyet Bloğu'ndan aldığı destekle 1960'ların başında İsrail'e karşı gerilla saldırılarına destek veriyordu.
1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için Ürdün Nehri'nden su almaya başladı. Ertesi yıl ise Arap devletleri, Ürdün Nehri'nden gelen suyun İsrail'e akmamasına yol açacak planlarını devreye soktular. Bu plan İsrail'in ulusal su yolu kaynaklarını %35, ülkenin toplam su kaynağını ise %11 azaltacaktı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Suriye'de inşa halinde olan baraj tesislerine Mart, Mayıs ve Ağustos 1965'de saldırılarda bulundu. Bu saldırılar Suriye - İsrail arasında savaşa dek süren uzun sınır çatışmalarına yol açtı.
12 Kasım 1966'da bir İsrail sınır devriyesi aracının mayına çarpması sonucu üç asker öldü, altısı yaralandı. İsrailliler mayının Batı Şeria'daki El Samu'dan teröristlerce düzenlendiğine inanıyorlardı. 13 Kasım sabahı son üç yılda barış için Abba Eban ve Golda Meir ile gizli görüşmeler yapan Ürdün kralı Hüseyin, İsrail'deki bağlantılarından İsrail'in Ürdün'e karşı bir saldırı planı olmadığı bilgisini aldı. Ancak sabah 05.30'da "Filistin Kurtuluş Örgütü'nün terörist aktiviteleri sebebiyle" İsrail kuvvetleri Ürdün kontrolü altındaki Batı Şeria'da tümü Filistinli mültecilerden oluşan 4,000 nüfuslu bir köy olan Es Samu'ya saldırdı.
"Shredder Operasyonu" adı verilen bu saldırı, İsrail'in 1956'dan beri yaptığı en büyük askeri harekattı. Tanklar ve uçaklarla desteklenen 3,000-4,000 kişilik bir kuvvet, bir rezerv ve iki saldırı gücüne ayrıldı. Rezerv kuvvet sınırın İsrail yakasında kalırken, iki hücum grubu Ürdün kontrolündeki Batı Şeria'ya girdi. Sekiz Centurion tankı, 40 üstü açık kamyonda 400 paraşütçü ve on açık kamyonda yer alan 60 istihkamcı Samu'ya doğru yol alırken üç tank ve 100 paraşütçüden oluşan daha küçük bir kuvvet daha küçük iki köye, Kirbet El-Markas ve Kirbet Jimba'ya yönlendi. Bu olay hakkında birbiriyle çelişen raporlar mevcuttur. Terrence Prittie'nin "Eshkol: The Man and the Nation" kitabına göre 50 ev havaya uçurulmuş, ancak içlerinde yaşayanlar saatler önce tahliye edilmiştir. Ürdün'ün 48. Piyade Taburu, Binbaşı Esad Ghanma komutasında İsrail kuvvetlerine kuzeybatıdan saldırdı. Kuzeydoğudan yaklaşan diğer iki bölük İsrailliler tarafından karşılandı, bu sırada bir Ürdün müfrezesi iki 106 mm geri tepmesiz topuyla Samu'ya girmeyi başardı. Çatışmada üç Ürdünlü sivil, onbeş Ürdünlü asker öldü; kırkbeş asker ve doksanaltı sivil yaralandı. İsrail paraşütçü taburunun komutanı Albay Yoav Shaham İsrail tarafının kaybıydı. Ayrıca on İsrail askeri de yaralandı. İsrail hükümetine göre elli Ürdünlü ölmüştü, ancak bu rakam moral bozukluğuna sebep vermemek ve Kral Hüseyin'e olan güveni yüksek tutmak amacıyla Ürdün'ce asla doğrulanmadı.
İki gün sonra ABD başkanı Johnson'a özel asistanı Walt Rostow tarafından ulaştırılan bir notta "geri çekilme bu noktada bir seçenek değildir. Tanklar ve uçaklarla desteklenmiş 3,000 kişilik bir saldırı provokasyon sınırları dışındadır ve yanlış hedefe yöneltilmiştir." yazmakta, ABD ve İsrail çıkarlarına verilen hasar anlatılmaktaydı: "Hüseyin ve İsrail arasındaki karşılıklı dengeyi yok ettiler... Hüseyin'i güçten düşürdüler. 500 milyon dolar harcayıp İsrail'in en uzun sınırına, hem İsrail hem de Suriye ile Irak'a karşı denge faktörü olarak Hüseyin'i yerleştirdik. İsrail'in saldırısı Hüseyin üzerinde sadece daha radikal Arap devletlerinin değil, Ürdün'deki Filistinlilerin ve Ürdün ordusunun da karşı saldırı talepleriyle yüz yüze kalacak. Araplarla yapılan uzun süreli birikimi yok ettiler... Suriyeliler, İsrail'in Sovyet destekli Suriye'ye değil de ABD destekli Ürdün'e saldırmasından cesaret alabilirler."
Ürdünlüler, Filistinliler ve Arap komşularından Samu'yu korumadaki başarısızlığı sebebiyle yoğun eleştirilere maruz kalan Hüseyin, 20 Kasım'da ülke çapında seferberlik ilan etti.
25 Kasım'da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 228 numaralı kararında "İsrail Hükümeti'nin 13 Kasım 1966'daki harekatı sebebiyle oluşan can kaybı ve ağır hasar" sebebiyle "İsrail'in büyük çaplı askeri harekatı BM Hukuku'na ve genel ateşkes anlaşmasına karşı gelmek" anlamında değerlendirilmiştir. "İsrail'in devam edecek askeri harekatları göz ardı edilmeyecek ve bu tipte bir olay tekrarlanırsa BM gerekli karşı önlemleri alacaktır."
Kral Hüseyin’in hayallerini boşa çıkaran ve çoğunlukla Ürdün üzerinden İsrail’e karşı yapılan destek saldırılarına ek olarak Suriye, silahsız bölgeler olarak anlaşılmış yerlerden, Golan Tepelerinden Galilee’ye giden İsrailli sivil mültecilere de bombardıman yapmaya başladı.
1966 yılında, Mısır ve Suriye, İsrail’e aynı yönden saldırmak amacıyla aralarında askeri bir antlaşma imzaladı. Mısır Dışişleri Bakanı Mahmud Riyad’a göre, Mısır, Sovyetler Birliği'nin "müşterek savunma kanadına" girmeye ikna olmuştu. Sovyet bakış açısının iki önemli unsuru vardı:
Şubat 1967’de Londra’ya yapılan bir ziyaret sırasında İsrail Dışilişkileri Bakanı Abba Eban, gazetecilere, her ne kadar Araplar bu bildiriyi Suriye’ye karşı etkin bir cepheleşme hareketı olarak görse de, İsrail’in “ümitlerini ve endişelerini” anlatmak amacıyla bir bildiride bulundu. Yıllar sonra İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan savaş sebeplerinden farklı bir açıklamada bulundu: “Suriye sınırı boyunca ne bir tarla ne de bir mülteci kampı vardı. Sadece Suriye Ordusu vardı... Kibbutzim iyi tarımsal alanları gördü... ve Suriye bu alanları elde etmeyi düşledi... Bu topraklar için olan açgözlülüklerini gizlemeyi bile teşebbüs etmediler... Biz bu silahsızlandırılmış bölgede, toprağı sürmenin olanaksız olduğu bazı alanlara bile bir traktör gönderdik. Suriyelilerin bu şartlar altında bize karşı saldırı başlatacağını biliyorduk. Eğer saldırmasalardı, Suriyelilerin öfkesi ve saldırısı bitene kadar ileri seviye traktörümüzü söylecektik. Ve sonra topçu desteğimizi kullandık. Daha sonra da hava gücümüzü... Suriye, savaşın dördüncü günü bizi tehdit bile edemedi.”
7 Nisan 1967’de sınırda, Golan Tepeleri'ne gerçekleştirilen önemsiz bir hava saldırısı olayı savaşı tekrar kızıştırdı ve İsrail Hava Kuvvetleri'ne bağlı Dassault Mirage III savaş uçakları tarafından altı Suriye MiG-21'in düşürülmesine sebep oldu. Tanklar, ağır havan topları ve topçu birlikleri, Tiberias Gölünün güneydoğu kısmında kalan silahsızlandırılmış bölgedeki toprağı işleme hakkının tartışıldığı alandaki sınırın 76 km’lik uzantısında çeşitli bölgelerde kullanıldı. Haftanın başında, Suriye, o alanda çalışan bir İsrail traktörüne iki kere saldırdı ve 7 Nisan sabahı geri döndüklerinde Suriye traktöre saldırmaya devam etti. İsraillilerin cevabı bölgede zırhlandırılmış traktörler ile toprağı işlemek oldu ve sonuç olarak saldırının uzun bir süre değişmesine sebep oldu. İsrail, Suriye’ye karşı yaptığı hava saldırılarında 250 ve 500 kg’lık bombalar kullandı. Suriye’nin cevabı ise İsrail sınırlarındaki yerli halkı ağır topçu atışına tutmak oldu. İsrail buna misilleme olarak Sqoufiye köyündeki 40 evi hava saldırısı ile yok etti. 15:19’da Suriye topçuları Kibbutz Gadot’a top yağmuruna başladı ve 40 dakika içinde 300 top mermisi kibbutza düştü. UNTSO (Birleşmiş Milletler Ateşkes Denetim Örgütü) bir ateşkes yapılması yönünde girişimde bulundu; fakat Suriye, İsrail’in silahsız bölgedeki tarımsal faaliyetlerini durdurmayacağı sürece bu antlaşmayı kabul etmeyeceğini açıkladı.
11 Mayıs’ta İsrail’in Dışişleri Bakanı Levi Eshkol, Kudüs’de Mapai parti mitinginde, 7 Nisan’da sınırlarda devam eden terör |
izme cevap olarak hava gücünü kullanmakta tereddüt etmedikleri şeklinde beyanda bulundu. Aynı gün İsrail delegesi Gideon Rafael, “meşru müdaafa hakları”nı belirten bir mektubu Güvenlik Kurulu Başkanı’na sundu. 12 Mayıs Tel Aviv’deki yapılan yazılı bir açıklamada James Feron, bazı İsrailli liderlerin “sınırlı bir alanda Suriye’ye karşı acilen güç kullanılmasını gerektiren” bir karara vardıklarını rapor etti. Mayıs’ın başlarında İsrail kabinesi Suriye’ye karşı sınırlı bir hava saldırısına yeşil ışık yaktı; fakat Rabin’nin büyük ölçekli ve sınırsız bir hava saldırısı ya da Ba’ath rejimini devirmek için öne sürdüğü yeni isteği Eskhol tarafından reddedildi. Bowen’in raporuna göre:
Sınır olayları hat safhaya geldi ve hem siyasi hem de askeri alandaki bir numaralı Arap liderleri, İsrail’e misillemelerini durdurması yönünde çağrıda bulundu. Nasır hegomanyasındaki Mısır, daha sonraları Arap dünyasının merkezini elde etme yönünde girişimlerde bulundu. Sina’yı tekrar silahlandırma plânları ile birlikte Arap deklerasyonları tek bir birlik oldu. Suriye her ne kadar ani bir saldırı için hazırlık yapmasa da bu görüşlerini Arap dünyası ile paylaştı. Sovyetler Birliği etkin bir şekilde Arap devletlerinin askeri gereksinimlerini karşıladı. 13 Mayıs’ta bir Sovyet istihbarat raporu Sovyetler Birliği Başkanı Nikolai Podgomy’ye ulaştı; ama bu istihbarat biraz gecikmişti. Rapora göre Mısır Yardımcı Bakanı Anwar Sedat, İsrail birliklerinin Suriye sınırı boyunca hareketlendikleri yönündeki istihbaratın yanlış olduğu yönünde bir açıklamada bulunuyordu. Mayıs 1967’de, Suriye Dışişleri Bakanı Hafız Esat: “Bizim kuvvetlerimiz böyle bir saldırıyı sadece geri püskürtmek için tamamen hazır değildir; ayrıca özgürlük hareketimizi başlatmak ve Arap yurdundaki Sionist varlığı da tamamen yok etmek için hazırdır... Suriye Ordusu’nun parmakları tetiktedir. Ben, askeri bir adam olarak savaşı bitirecek bir çatışmaya girme zamanımızın geldiğine inanıyorum.” şeklinde bir söylemde bulundu.
16 Mayıs akşamı saat 10’da, UNEF komutanı General Indar Jit Rikhye, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Savunma Bakanlığı’nda çalışan General Mohammed Fawzy’den bir mektup aldı. Mektupta şunlar yazıyordu: “Bilginize sunulur, tüm B.A.E. zırhlı birliklerine İsrail’e karşı yapılacak bir harekâta hazır olmaları için emir verdim. Her an herhangi bir Arap ülkesine karşı saldırı hareketi patlak verebilir. Bu talimatlardan dolayı birliklerimiz Sina’da doğu sınırlarımızda zaten hazır. Sınırlarımız boyunca gözlem noktaları kuran tüm BM güvenliği adına, senin acilen tüm birliklerini geri çekme emri çıkartmanı rica ediyorum.” Rikhye, Genel Sekreter'e talimatlar için rapor vereceğini söyledi.
BM Genel Sekreteri U Thant Mısır hükûmeti ile görüşmeyi kabul edeceğini ekledi; fakat 18 Mayıs günü Mısır Dışişleri Bakanı BM Acil Müdahale Kuvveti’nin içindeki birlikleri ile ulusları, Mısır ve Gazze şeridi’nin sınırlandırıldığını ve onların acilen orayı terk etmesi gerektiğini söyledi. Mısır kuvvetleri UNEF(United Nations Emergency Force) birliklerinin kendi sınırlarına girmesini engelledi. Hint ve Yugoslav hükûmetleri U Thant’ın kararını önemsemeden UNEF’ten kendi birliklerini çekme kararı aldı. Bu olaylar meydana gelirken, U thant UNEF’in İsrail sınırlarına yeniden konuşlanmasını önerdi; fakat İsrail bunu reddetti. UNEF askerleri ile Mısır’ın ilk saldırısını durdurmak istemesi yüzünden tartıştı. Mısır’ın muvazzaf milletvekili bu olaylardan sonra U Thant’ı UNEF’in Sina ve Gazze Şeridi’nde hazır bulunuşunu sınırlandıracağı kararını verdiğini söyleyerek bilgilendirdi. Ve geri çekilmenin mümkün olduğunca gerçekleşmesini istedi. 19 Mayıs’ta UNEF komutanı geri çekilmek için emir aldı. Daha sonra Mısır başkanı Cemal Abdül Nasır Sina’ya tekrar askeri birliklerini konuşlandırdı ve İsrail sınırındaki tanklar ve birlikler ile ilgilenmeye başladı.
22 Mayıs’ta Mısır, Tiran Boğazını “tüm gemilerin İsrail’e stratejik malzemeler” götürmeleri nedeniyle kapatacağını duyurdu ve 23 Mayıs’ta boğazı tüm gemilere kapattı. Mısır Arap Cumhuriyeti, 18 Ocak 1951 yılında kabul edilen ve 17 Şubat 1958’de son şeklini alan BM Deniz Konvansiyonu Kanunu’nun üçüncü maddesindeki koşulda belirtilen yasaya uygun olarak 12 deniz mili genişliğindeki deniz sahasına el koydu. Konvansiyonun 23 maddesi bu tür durumlarda gemilerin denetlenmesini emretmesi sebebiyle bu deniz sahasına doğru yol almakta olan masum yolcuların haklarının denetlenmesi ve birtakım belgeler ile ön tedbirlerin böyle gemiler için ulusal antlaşmalara uygun olarak yapılabilmesi şart koşuyordu. Mısır Arap Cumhuriyeti, sözü geçen gemilerin denetlenebilme yetkesine sahip olduklarını ilân etti ve böyle uluslararası kararların sonuca ulaşana kadar Mısır o gemilerin ve gemidekilerin denetçisi olmaya başladı.
Birleşmiş Arap Cumhuriyetlerinin konumu boğazda sadece 5 km genişliğindeki bir alanda gemileri denetleme hakkına sahipti. Bu durum boğazın büyük bir kısmını çevreleyen Mısır’ın gemileri denetleyebilmesi ve körfeze geçişlerin kontrolünü elinde tutması sebebiyle uzun süre tartışıldı. Nasır, “Bu durum altında biz Akabe Körfezine geçişler için İsrail flamalı gemilere izin verebilir miyiz?” şeklinde bir yakınmada bulundu. İsrail, Akdeniz’den yaptığı ticaretlerde en çok bu yolu kullanıyordu ve John Quigley’e göre İsrail bandıralı olmayan gemilerin Eliat limanında Haziran 1967’den önce iki yıldır kullanılıyor olması, Eliat’taki bu tür petrol gemilerinin önemli bir ihracat kaynağı olduğunu gösteriyordu. Belirsizlik devam ediyordu ve buna rağmen bazı İsrail bandıralı olmayan petrol gemileri bu yolu kullandı. Bu durum uluslararası bir dava haline dönüştü ve İsrail geçişlerin yasal olmadığını öne sürdü. Bundan önce 1957 yılında İsrail Sina ve Gazze’den geri çekilirken de casus belli ilan etmişti.
Arap devletleri İsrail’in boğazdan geçiş haklarını kontrol etmesi yüzünden anlaşmazlığa düşmüştü. İsrail’e bu hakları sağlayanan Karasuları ve Karasularına Yakın Bölgeler Konvansiyonu’nun 16ıncı maddesinin 4. fıkrasını görmezden geldiler. Bununla birlikte, karasularına geçişte tüm devletlerin gemilerdeki masum yolcuların haklarını düzenleyen yasanın uygulanması çok uzun bir süreçti. Mısır tutarlı bir şekilde bu yasalar altında yolcuların haklarını garanti altında tutacağını söylüyordu. Dahası, 1950’de Mısır, Sanafir ve Tiran’daki Suudi adalarını işgal ettiği zaman serbest geçiş yapan Amerikan yolcularını engellediği için ABD’nin “uluslararası hukuka uygun olarak” askeri yığınak yapabilmesine sebep olmuştu. 1949’da Uluslararası Adalet Mahkemesi Arnavut Kralı, Korfu Nehri Davası’nda göz altına alınmıştı.
İsrail hükümeti Mayıs ve Haziran ayları boyunca Ürdün’ü savaşın dışında tutmak için çalıştı. İsrail, çok yönlü saldırıdan endişeleniyordu ve Batı Şeria’daki Filistin halkı ile uğraşmak zorunda kalmak istemiyordu. Her nasılsa, Ürdün Kralı Hüseyin İsrail milliyetçiliği içindeki dalgayı savaştan önce ortadan kaldırdı. Ve böylece 30 Mayıs’ta Filistin ile karşılıklı bir savunma antlaşması imzaladı. Bu sebeple de Mısır ve Suriye arasında bulunan askeri birliklere katıldı. Başkan Nasır, ki birkaç gün önce Kral Hüseyin “emperyalist uşağı” olarak çağrılıyordu, “Bizim temel görevimiz İsrail’in yıkımını gerçekleştirmek. Arap halkı savaşmak istiyor.” şeklinde bir beyannâmede bulundu.
Mayıs 1967’in sonunda, Ürdün kuvvetleri Mısır Generali Abdul Munim Riad’ın komutasına verildi. Aynı gün, Nasır “Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan ordularının İsrail sınırlarında konuşlanmalı. Mücadelenin onuru için Irak, Cezayir, Kuveyt, Sudan ve tüm Arap halkı hazırda bekliyor. Bu hareket tüm dünyayı şoke edecek. Bugün onlar Arap halkının savaşa hazır olduğunu bilecek. Kritik saat yaklaştı. Ciddi bir atak için belli bir seviyeye ulaştık; daha fazla bildiri için değil.” şeklinde bir beyanda bulundu. İsrail, Ürdün’ü savaşa girmemesi için defalarca uyardı. Mutawi’ye göre, Hüseyin bir küstahlığın ikileminin boynuzları üzerinde enselendi: Ürdün’ü savaşın içine çekmek için izin verdi ve İsrail’in cevabını sert bir şekilde yüzüne çarptı. Savunma Bakanı General Sharif Zaid Ben Shaker bir basın toplantısında “Eğer Ürdün savaşa katılmazsa, Ürdün’de bir sivil savaş patlak verecek.” şeklinde uyarıda bulundu.
İsrail’in kaygılı düşünceleri Ürdün’ün kendi geleceğini başlatması ile birlikte Batı Şeria’ın Ürdün kontrolüne geçeceği yönündeydi. Bunun sonucunda Arap Kuvvetleri İsrail karasularından sadece 17 kilometre yakınına konuşlandı. Bu noktadan yapılacak iyi koordine edilmiş bir tank saldırısı İsrail’i bir buçuk saat içinde ikiye bölebilirdi. Buna rağmen Ürdün ordularının büyük olması Ürdün’ün yapacağı manevraların muhtemelen yeteneksizce gerçekleşeceği anlamındaydı. Ülkenin diğer Arap milletleri tarafından İsrail’e karşı yapılacak saldırılarda bir toplanma alanı olarak kullanılmasının tarihi hemen fark edildi. Batı Şeria’dan yapılacak bir atak İsrail liderliğine bir tehdit olarak göründü hep. Aynı zamanda birkaç diğer Arap devleti İsrail sınırlarına konuşlanmıyor, Irak, Sudan, Kuveyt ve Cezayir’e zırhlı mekanize ordularını ekliyordu.
27 Mayıs 1967'de Arap ticaret birliğine olan konuşmasında Nasır "Eğer İsrail, Suriye veya Mısır'a saldırırsa bu bir genel savaştır ve Suriye ile Mısır sınırlarındaki noktalardan ibaret bir savaş olmayacaktır. Savaş bir genel savaşa dönüşecektir ve en büyük görevimiz İsrail'i yok etmektir." demiştir.
İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban otobiyografisinde "Nasır silahlı bir savaşa girmeyeceğini düşünmüştü. Onun amacı savaşsız bir galibiyet kazanmaktı." yazmıştır. James Reston, 4 Haziran 1967 tarihli New York Times'da yayınlanan yazısında "Kahire savaş istemiyor ve savaşa hazır değildir. Lakin çoktan savaş çıkma olasılığını kabullenmiş, olayın kontrolünü tamamen kaybetmiştir." demiştir.
Gazeteci Mike Shuster 2002 tarihli Amerikan Ulusal Devlet Radyosu'ndaki yazısında; savaştan önce bile İsrail'in kendisini yok etmek isteyen Arap ülkeleriyle çevrili olduğu gerçeğinin açık olduğunu dile getirmiştir. Shuster bunu "Mısır; milliyetçi ve Arap Orta Doğu'nun en güçlü ordusuna sahip Nasır tarafından yönetili |
yordu. Suriye ise İsrail'i denize itmeye çalışan radikal Baas Partisi tarafından yönetiliyordu." diyerek açıklamıştır. İsrail'in provoke edici olarak gördüklerini ise kanalların İsrail'e kapatılması ve silahsızlaştırılması uygun görülen Sina Yarımadası'a asker çıkarılması olarak göstermiştir.
Savaşın başında Mısır, 160,000 askerinden 100,000'ini Sina Yarımadası'na yerleştirmişti. Bu 100,000 asker; Mısır'ın tüm kolorduları olan dört piyade, iki zırhlı ve bir mekanize kolordusundan oluşuyordu. Ayrıca dört bağımsız piyade ve dört bağımsız mekanize tabur da bölgedeydi. Bu askerlerin üçte birinden fazlası Yemen iç Savaşı'nda da savaşmış tecrübeli askerler, diğer üçte biriyse rezerv kuvvetlerdi. Kuvvetler 950 tank, 1,100 ZPT ve 1,000'den fazla topa sahipti. Aynı zamanda 15,000 - 20,000 arası Mısır askeri de Yemen'de savaşmaktaydı. Nasır'ın hedefleri konusundaki kararsızlığı, ordunun aldığı emirlere de yansımıştı. Genelkurmay Mayıs 1967'de operasyon planlarını dört kez değiştirmiş, her değişiklik askerler ve araçlar üzerine yeni yük bindiren bir yer değiştirmeye sebep olmuştu. Mayıs sonuna doğru Nasır, genelkurmayı ikna ederek "Kahir" ("Zafer") adlı planı devreye soktu. Plana göre hafif piyadelerle ön cephede oluşturulacak bir erken İsrail ilerlemesini zayıflatacak, arka hatlarda tutulacak büyük kuvvetler ise İsrail hücumu tanımlandığında karşı saldırıda kullanılacaktı. Ayrıca bu birlikler Sina'nın ileri defans hattını oluşturacaktı. Bu sırada, Nasır Mısır, Suriye ve Ürdün'deki seferberliğin seviyesinin arttırılması ve İsrail'de baskıda bulunulması için de çalışmaktaydı.
Ürdün ordusunun toplam 55,000, Suriye ordusunun ise 75,000 askeri vardı.
İsrail ordusunun toplam asker sayısı, rezervler dahil olmak üzere 264,000 askerdi. Ancak bu rakam, rezervlerin sivil yaşam için hayati mevkilerde bulunmaları sebebiyle erişilmesi çok zordu. James Reston, "New York Times"'da 23 Mayıs 1967 yazısında, "Disiplin, eğitim, moral, ekipman ve genel güç bakımından (Nasır'ın) ordusu ve diğer Arap kuvvetleri, Sovyet yardımı olmadan İsrail'e denk değiller. (Nasır) Yemen'de 50,000 asker, en iyi generaller ve hava desteğine sahipken bu küçük ve geri kalmış ülkede başarı sağlayamadı, hatta Kongo asilerine yardım çabaları bile sonuçsuz kaldı."
1 Haziran akşamı, İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, İzhak Rabin ve Genel Kumandanlık, Güney Tugay Komutanlığı Generali Yeshayahu Gavish'i çağırarak Mısır'a karşı planını sundu.
Rabin, Güney Komutanlığı'nın Gazze Şeridi'ne dek savaşarak ilerlediği, sonra bölgeyi ve halkını Mısır'a karşı Tiran Düzlükleri açılana dek rehine olarak tutacağı bir plan sundu. Gavish ise Mısır kuvvetlerinin Sina'da yok edilmesi için daha geniş bir plana sahipti. Rabin, Gavish'in planının tarafını tuttu, daha sonra Dayan da aynı anda Suriye ile çatışmaya girilmemesi şartıyla bu plana destek verdi.
İsrail'in ilk ve en önemli hamlesi, Mısır Hava Kuvvetleri'ne karşı başlatılan önleyici hava saldırısıdır. Mısır Hava Kuvvetleri, Arap ülkelerinin hava kuvvetleri arasında açık ara ile liderdi. Tümü Sovyet yapımı ve görece yeni olan 450 savaş uçağı ve asker sayısı ile en büyük hava kuvvetiydi.
İsraillilerin ana hedefleri, İsrail ordu ve sivil merkezlerine ağır hasar verme kapasitesine sahip olan Mısır'a ait 30 Tu-16 “Badger” orta bombardıman uçağıydı. 5 Haziran'da İsrail saatiyle 07:45'de tüm İsrail'de sirenler çalıştı ve İsrail Hava Kuvvetleri (İHK) Odak ("Moked") Operasyonu'nu başlattı. Yaklaşık 200 operasyonel jetinden 12 tanesi hariç hepsi İsrail'den havalanarak Mısır havaalanlarına saldırılarına başladıar. Mısır'ın hava savunma sistemleri aşırı derecede zayıftı ve havaalanlarından hiçbirinde henüz bir saldırı karşısında Mısır savaş uçaklarını koruyacak zırhlı hangarlar yoktu.
İsrail savaş uçakları Mısır'a yönelmeden önce Akdeniz'e doğru yol aldılar. Bu sırada Mısırlılar, mevcut hava savunma sistemlerini de kapatarak tamamen saldırıya açık hale geldiler, endişelendikleri nokta asi Mısırlı kuvvetlerin, Mareşal Amer ve Korgeneral Sidqi Mahmoud'un al Maza'dan bindikleri, Sina'nın merkezindeki Bir Tamada'ya yol alan uçağı vurmasıydı. Bu olay aslında bu saldırının sonucunu pek etkilememiştir, çünkü İsrail pilotları Mısır radar örtüsünün altında, gayet alçaktan uçmuşlardı, bu irtifa Mısır'ın SA-2 karadan havaya füzelerinin bir uçağı düşürebileceği irtifadan daha düşüktü.
İsrailliler karma bir saldırı stratejisi uyguladılar, bombardıman ve otomatik top atışlarıyla uçakları vururken asfalt parçalayan bombalarla da sağlam kalmış uçakların havalanmasını engelleyerek daha sonraki israil dalgaları için kolay hedefler olmalarını sağladılar. Saldırı beklenilenden de başarılı oldu. Mısırlılar tam bir sürprizle karşı karşıya kalmışlardı. Bu saldırıda neredeyse tüm Mısır Hava Kuvvetleri yok olmuş, İsrail Hava Kuvvetleri ise yalnızca görece küçük kayıplar vermiştir. 300'den fazla Mısır uçağı yok edilmiş, 100'den fazla Mısırlı pilot ölmüştür. İsrailliler 19 uçak kaybetmişler, bu uçaklar da genellikle mekanik arızalar veya kazalar sonucunda düşmüşlerdir. Saldırı israil'e savaş sonuna dek hava üstünlüğü sağlamıştır.
Savaştan önce İsrail pilotları ve yer teknisyenleri, sortilerden dönen uçakların hızlı bir biçimde yeniden yüklenmesi için çalışmalar yapmışlar, bir uçakla günde dört sorti yapılmasını mümkün kılmışlardır. Arap hava kuvvetlerinde bu rakam günde bir veya iki sortidir. Bu çalışmalar İHK'nın Mısır'a birçok saldırı dalgası yollamasını mümkün kılmış, Mısır Hava Kuvvetleri'nin üzerinde büyük bir üstünlük sağlamıştır. Ayrıca bu durum, Arap ülkelerinde yaygın bir biçimde İsrail'e ABD ve İngiltere'nin destek verdiği izlenimi doğurmuştur (Aşağıya bakınız). Arap hava kuvvetleri ise Pakistan Hava Kuvvetleri pilotlarınca desteklenmiştir.
Mısır'ın önemli havaalanlarına yapılan ilk saldırı dalgalarının başarısının ardından İsrailliler Mısır'ın ikincil havaalanlarına ve Ürdün, Suriye ile Irak hava kuvvetlerine de benzer saldırılarda bulunmuşlardır. Savaş boyunca İsrail Hava Kuvvetleri, tekrar kullanılır hale gelmelerini engellemek için havaalanlarına saldırılarda bulunmayı sürdürmüştür.
Ürdün savaşa girmeye isteksizdi. Bazı kaynaklar Cemal Abdül Nasır'ın savaş ortamındaki belirsizliği kullanarak Kral Hüseyin'i galip durumda olduğuna ikna ettiğini, Ürdün'ün de bu sebeple savaşa girdiğini belirtir. İddiaya göre Nasır, Mısır hava üslerine saldırılarından geri dönen İsrail uçaklarının radar görüntülerinin, İsrail'e doğru yol alan Mısır uçaklarına ait olduğu söyleyerek Hüseyin'i ikna etmiştir. Batı şeria'da konuşlanmış Ürdün tugaylarından biri Mısırlılarla bağlantı kurmak amacıyla Hebron'a gönderilmişti. Hüseyin saldırmaya karar verdi.
Savaş öncesi Ürdün ordusu, 300 modern Batı tankına sahip, 11 tümen halinde örgütlenmiş 55.000 askerden oluşmaktaydı. Bunlardan seçkin 40. Zırhlı Tümeni'ni de içeren 9 tümen (45.000 asker, 270 tank, 200 parça topçu) Batı Şeria'da, kalan iki tümense Ürdün Vadisi'de konuşlanmıştı.
Arap lejyonu uzun süreli görev yapan profesyonel askerlerden oluşan, iyi ekipmanlı ve iyi eğitimli bir orduydu. Ayrıca savaş sonrası İsrail brifinglerinde de Ürdün'lü üst düzey subayların profesyonelce hareket ettikleri, ancak İsrail hareketleri karşısında her zaman "yarım adım geride" oldukları söylendi. Küçük Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri sadece İngiliz yapımı 24 adet Hawker Hunter avcı uçağından oluşuyordu. İsraillilere göre bu uçaklar, İHK'nın en iyi uçakları olan Fransız yapımı Dassault Mirage III'lere denkti.
Ürdün'ün Batı Şeria'daki kuvveterine karşı İsrail yaklaşık 40.000 asker ve 200 tankı (8 tümen) savaşa sürdü. İsrail Merkezi Komuta güçleri beş tümenden oluşuyordu. İlk ikisi Kudüs yakınlarında kalıcı olarak yerleşmiş ve Kudüs Tümeni ile Harel Tümeni olarak adlandırılmışlardı. Mordechai Gur'un 55. paraşütçü tümeni Sina Cephesi'nden çağırılmıştı. Bir zırhlı tümen Genelkurmay rezervi olarak ayırılmış ve Latrun bölgesine getirilmişti. 10. Zırhlı Tümen Batı Şeria Bölgesi'nin kuzeyinde konuşlanmıştı. İsrail Kuzey Komutanlığı, Korgeneral Elad Peled komutasında 3 tümenden oluşan bir grubu Batı Şeria'nın kuzeyindeki Jezreel Vadisi'ne yerleştirmişti.
İSK'nın stratejik planı, Ürdün cephesinde savunmada kalarak Mısır'a yapılacak harekata odaklanmaktı. Ancak 5 Haziran sabahı Ürdün kuvvetleri Kudüs bölgesine akınlarda bulunarak BM gözlemcilerinin bulunduğu Hükümet Konağı'nı ele geçirdiler ve şehrin İsrail kontrolündeki batı kısmını bombalamaya başladılar. Qalqiliya'daki askeri birimler Tel-Aviv yönünde ateş açtılar. Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri ise İsrail havaalanlarına saldırdı. Hava ve topçu saldırıları küçük çapta hasara sebep oldu. İsrail kuvvetleri bu hafif ölçekte zarar veren saldırılar karşısında ilk önce Ürdün'e karşı savaş açmak istememesine rağmen Kral Hüseyin'in "Bu noktadan sonra dönüş olmaz" sözlerinden sonra Batı şeria'da karşı saldırıya geçti. Aynı gün öğleden sonra, İsrail Hava Kuvvetleri (İHK) saldırıları Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri'ni yok etti. Aynı günün akşamında ise, Kudüs piyade tümeni Kudüs'ün güneyine yol alırken, mekanize Harel ve Gur'un paraşütçüleri şehri güneyden çevirdi.
6 Haziran'da İsrail birlikleri saldırıya geçti. Rezerv paraşütçü tümeni Kudüs kuşatmasını kanlı Mühimmat Tepesi Çatışması (Battle of the Ammunition Hill) ile tamamladı. Piyade tümeni Latrun'daki kaleye saldırdı ve gündoğumu ile ele geçirerek Beit Horon'dan Ramallah'a doğru ilerledi. Harel tümeni kuzeybatı Kudüs'deki dağlık aranda ilerlemeyi sürdürerek İbrani Üniversitesi Scopus Dağı kampüsünü Kudüs şehrine bağladı. Aynı akşam tümen Ramallah'a vardı. İSK, Jericho'dan Kudüs'e destek amaçlı olarak yol alan Ürdün 60. Tümeni'ni bularak yok etti.
Kuzeyde Peled'in kuvvetlerinden bir tabur, Ürdün Vadisi'ndeki Ürdün savunmasını kontrol etmek için gönderildi. Peled'in birliklerinden biri Batı Şeria'nın batı kısmını, biri Cenin'i ele geçirdi. Fransız yapımı hafif AMX-13 tanklarına sahip üçüncü bir kuvvet ise Ürdün'ün M48 Patton ana savaş tanklarıyla doğuda çatışmaya girdi.
7 Haziran'da ağır çatışmalar oldu. Gur'un paraşütçüleri Aslan Kapısı'ndan Kudüs' |
ün Eski Şehri'ne girdiler, Batı Duvarı'nı ve Tapınak Dağı'nı ele geçirdiler. Daha sonra Kudüs Tugayı'ndan aldıkları destekle güneye ilerlediler ve Judea, Gush Etzion ile Hebron'u ele geçirdiler. Harel tugayı doğuya doğru devam ederek Ürdün Nehri'ne ilerledi. Batı Şeria'da, Peled'in tugaylarından biri Nablus'u ele geçirdi; daha sonra Merkez Komuta'nın zırhlı tugaylarıyla birleşerek kendileriyle eşit sayıda ama ekipman olarak daha üstün olan Ürdün kuvvetleriyle çatışmaya girti.
Daha önce olduğu gibi, İsrail'in hava üstünlüğü Arap ordularının hareketlerini kısıtladı. peled'in tugaylarından biri Ramallah'tan gelen Merkezi Komuta tugaylarına katıldı, kalan ikisi ise Merkezi Komuta'nın 10. tugayıyla beraber Ürdün Nehri'ni geçişlere karşı bloke etti. 10. Tugay nehri geçerek İsrail'in savaş mühendislerine köprüleri havaya uçurabilmeleri için koruma sağlamış, daha sonra geri çekilmiştir.
İsrail ordusuna karşı zafer elde edildiğine dair hatalı raporlar ve yakında Tel Aviv’e girecek olan Mısır topçularının durumları Suriye’nin gönülsüzce savaşa girmesine etki etti. Suriye’nin liderliği, hernasılsa çok dikkatli ve sakıngan ilerlemesi ile gelişti ve Kuzey İsrail’i ele geçirmeye başladı. İsrail Hava Kuvvetleri, Mısır’daki görevini tamamladığı zaman sürpriz bir şekilde Suriye Hava Kuvvetlerini yok etmek için geri döndü. Suriye, İsrail kuvvetlerinin Mısır’ı neredeyse tamamen yok etmekte olduğunu anladı. 5 Haziran gecesi, İsrail hava saldırıları Suriye Hava Kuvvetleri’nin üçte ikisini yok etti ve İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye’nin geriye kalan kuvvetlerini daha savaşamadan uzaktaki hava üslerine doğru çekilmeye zorladı. Küçük bir Suriye gücü Tel Dan’daki su kaynağını ele geçirmeye çalıştı. Birkaç Suriye tankının Ürdün Nehrinde battığı rapor edildi. Her durumda, Suriye komutasının bir kara atağı ümitleri yok oldu ve bunun yerine Hula Vadisindeki İsrail kasabalarını savunmayı tercih etti.
7 ve 8 Haziran bu şekilde geçti. Bu arada İsrail’de Golan Tepelerinin işgâl edilmesi yönünde bir tartışma sürüyordu. Askeri öneriler yüksek tepelerde kuvvetlice konuşlanmış olan düşmanı püskürtmenin yüksek maliyetli olacağı yönündeydi. Golan Tepelerinin batı tarafı Galilee Denizinden 500 metre yüksekte bulunan bir dik kayalıktan oluşuyordu ve Ürdün Nehri birazcık bataklığımsı bir plato oluşturuyordu. Moshe Dayan böyle bir harekâtın 30,000’in üzerinde bir kayıpla sonuçlanacağına inanıyordu ve bu fikri şiddetlice reddetti. Diğer taraftan Levi Eshkol, Golan Tepelerinin Kuzey Komutanlığı olabilmesi yönünde harekâta olumlu bakıyordu. David Elazar’ın operasyon için zalimce içtenliği vardı ve harekâtın Dayan’ın isteksizliğini yok edeceğinden emindi. Sonunda Güney ve Merkez kuvvetlerdeki tehditler bu olaylar sırasında tamamen temizlendi. Moshe Dayan bu fikir için daha da istekli olmaya başladı ve otoritesini harekât için kullandı.
Suriye Ordusu, 9 tugayda 75,000 askerden oluşuyordu ve yeterli bir topçu ve zırhlı birliği tarafından destekleniyordu. İsrail kuvvetleri iki köprüyü savaş sırasında merkezde kullandı. Golan Tepelerinin tek savaşa uygun yeri doğudan batıya doğru uzanan birkaç kilometrede bir kesişen dağlık bayırlardı ve yolların eksikliği içinde general hem doğu – batı yönünde ilerleyen kuvvetlerini hem de kanat desteğinden mahrum birimlerini sınırlamak için alan içinde kanal açtı. Böylece İsrailliler Golan sırtlarındaki üslerine kuzey ve güney hattı boyunca hareket edebildi. İsrail’in bir avantajı da Mossad casusu Eli Cohen sayesinde Suriye savaş konumları hakkında mükemmel ve zekice istihbarat bilgileri toplamasıydı.
Suriye topçu birliklerine dört gün boyunca aralıksız saldıran İsrail Hava Kuvvetleri tüm kuvvetleri ile birlikte Suriye konumlarına saldırı emri aldı. İyi korunmuş toplar çoğunlukla hasar almadı ve Suriye 9 tümeninden 6’sı ile Golan Platosunda kalarak yeteneksizce bir savunma için hazırlanmaya başladı. 9 Haziran akşamına kadar dört İsrail tugayı platoya doğru ilerledi. Orada bu dört tugay yeniden konuşlanabilir ve destek alabilirdi.
Ertesi gün 10 Haziran’da merkez ve kuzey birlikleri platoda bir kıskaç hareketi içine katıldı; fakat bu onları Suriye kuvvetlerince terk edilen boş bir araziye sürükledi. Elad Peled tarafından birleştirilen birkaç birlik güneyden Golan’a tırmandı ve sadece neredeyse tamamen terk edilmiş Suriye birlikleri buldular. Gün boyunca, İsrail birlikleri kendi konumları ve batıya doğru uzanan volkanik tepelerde bir hat arasında manevra yapabilecek bölümler elde ettikten sonra durdular. Doğuya doğru uzanan arazi sade bir şekilde bataklığımsıydı. Bu konum daha sonra Mor Hat olarak bilinen Son-Ateş Hattı’nın başlangıcı olmaya başladı.
Altı Gün Savaşı sırasında, İsrail Hava Kuvvetleri, özellikle çöl meydanındaki modern hava savaşları ile hava üstünlüğünün önemini ispatladı. İsrail Hava Kuvvetleri’nin ilk hava saldırılarını takiben, gün doğumu ile birlikte (güneşi arkaya almak önemli bir taktik hava saldırı imkânı tanımaktadır) yapılan hava saldırıları Arap hava kuvvetlerininin saldırılarını engelleyebilir ve aralıksız yapılan saldırılar ile Arap hava kuvvetlerine rahat vermeyebilirdi. Ayrıca kendi hava üstünlüklerinin tüm cephelerin üstünde olduğunu kabul ettirebilirdi. Bu daha sonra taktik destek harekâtlarını desteklemek amacıyla yapılan ilk atağınının stratejik etkisini kabul ettiriyordu. Bu konu Jericho yakınında bulunan Ürdün 60ıncı zırhlı tugayının ve Ürdün’den İsrail’e saldırması için gönderilen Irak zırhlı tugayının sonu anlamındaydı.
Bu tezatlık içinde Arap hava kuvvetleri hiçbir zaman etkili bir saldırı gerçekleştirmeyi beceremedi. Ürdün avcı uçakları ve Mısır Tu-16 bombaardıman uçaklarından oluşan saldırılar savaşın ilk iki günü içinde İsrail saldırıları ile birlikte gerçekleşti ve Mısır bombardıman uçakları İsrail uçakları tarafından düşürüldü. Ayrıca Ürdün avcı uçakları daha havalanamadan yerde imha edildi.
İsrail’in hava zaferine katkıda bulunan diğer önemli bir etken ise daha önce İsrail Hava Kuvvetleri’nin kazandığı zaferlerin Arap pilotlar için bir moral bozukluğu yaratmasıydı. Bu yüzden birçok Arap pilotu İsrail’e sığındı. Ayrıca İsrail pilotlarının sığınmacılarla birlikte elegeçirdiği MiG’ler ile yaptığı test uçuşları düşmanları karşısında büyük bir avantaj sağladı. Dikkate değer Arap sığınmaları şunlardı:
6 Haziran’da, savaşın ikinci gününde, Kral Hüseyin ve Nasır Amerikan ve İngiliz uçaklarının İsrail saldırılarına katıldığını duyurdu. Bu her ne kadar Batı’da ciddiye alınmasa da suçlamalar, “Büyük Yalan” olarak gizli bir şekilde hükûmet yetkililerine gönderildi. Ayrıca duyurular Sovyetler Birliği tarafından bir medya patlamasına sebep oldu ve Arap dünyasında Amerikan karşıtlığını körükledi. 8 Haziran’da İsrail, Nasır ve Hüseyin arasında geçen ve uydurma Amerikan – İngiliz saldırı duyurularını yayınlama kararını içeren telefon görüşmesinin iddia edildiği bir ses kaydı yayınladı. Haziran ayında Kral Hüseyin daha sonra bu saldırı iddialarını yalanlamasına karşın o gün Arap dünyasındaki haberciler, İsrail zaferine Amerikan askeri katılımın var olduğu yönündeki savunmalarını sürdürdüler.
Denizdeki savaş epey kısıtlıydı. İki tarafın da deniz harekatlarını birbirlerinin gözlerini korkutmak için yaptıkları biliniyordu. Ama iki taraf da denizde sıcak savaşa girmekten kaçındı. Sonuç getiren iki deniz harekatı ise altı İsrail gemisinin İskenderiye limanına saldırması(bir mayın gemisi batırıp ele geçirildiler) ve hafif İsrail savaş gemilerinin 7 Haziran'da güney Sina Yarımadası'nda bir yerleşim birimini ele geçirmesiydi.
8 Haziran'da, İsrail hava ve deniz kuvvetleri Mısır denizsularının 13 mil dışında bulunan "USS Liberty" gemisine saldırıp gemiyi batırarak ağır hasara sebep oldular. Olayın gerçek boyutu hala tartışılıyor ama ABD özürü kabul etmiş durumda.
İsrail'in Golan tepelerinde elde ettiği nihai zaferin ertesinde ateşkes imzalandı. Bu antlaşmada İsrail; Doğu Kudüs, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Çölü'nü ele geçirdi. 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarını işgal eden İsrail sınırlarını altı günde ikibuçuk kat genişletmiş oldu. Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen de İsrail bu toprakları elinde tutmaya devam ediyor. Kudüs, hiçbir devlet tanımasa da sonsuza kadar ve bölünmez başkent ilan edildi.
İsrail bölgede gücünü ispatlarken bölgedeki günümüz Amerikan hegomanyası da şekillenmeye başladı.
Pan Arabizm çöküşü başladı. Bu savaştan sonra Arap politikası da tamamıyla değişti. Artık İsrail’i yok edemeyeceğini anlayan Arap ülkeleri Pan Arabizmi terk etti. Her ülke İsrail’e kaptırdıkları toprakları geri almanın ayrı ayrı peşine düştü.
Savaştan sonra İsrail'de silahsız Mısırlıların öldürüldüğüne dair ulusal bir tartışma başladı. Bazı askerler silahsız mahkûmların infaz edildiğine tanık olduklarını belirttiler. Yedioth Ahronoth gazetesinden Gabby Bron beş Mısırlı mahkûmun öldürüldüğüne şahit olduğunu söyledi. Michael Bar-Zohar üç Mısırlı savaş esirinin bir aşçı tarafından öldürüldüğünü söyledi, ve Meir Pa'il, askerlerin savaş esirlerini veya Arap sivillerini öldürdüğüne dair birçok olaydan haberdar olduğunu belirtti. Askeri tarihçi Uri Milstein'ın iddiasina göre teslim olmak için ellerini kaldırmış Mısır askerlerinin İsrail bölüklerince öldürüldüğüne dair birçok olay olmuştur. Milstein, "Bu resmi bir politika değildi, fakat atmosfer gereği bunu yapmak kabul edilebilir bir hareketti" dedi. "Bazı komutanlar bunu yapmayı tercih etti, bazılarıysa etmedi. Ama bu herkesce biliniyordu." Çöle kaçan Mısırlı askerlerin vurulduğuyla ilgili iddialar ise savaş sonu raporlarında tasdiklendi. İsrailli tarihçi ve gazeteci Tom Segev'in "1967" isimli kitabında bir askerin "bizim askerlerimiz kaçanları bulup ateş etmek için gönderildi. Bu bir emirdi, onlar kaçmaya çalışırken bunlar yapıldı" dediği görülür.
New York Times'ın 21 Eylül 1995 tarihli nüshasına göre, Mısır hükümeti Sina'daki El Ariş'te içinde 1967'de İsrailli askerlerce öldürülmüş 30 ila 60 Mısırlı askerin bulunduğu sığ bir toplu mezar buldu. İsrail bu konuyu Mısırla konuşmak için Dışişleri Bakanı Yardımcıs |
ı Eli Dayan'ı görevlendirdi. Dayan, Mısır ziyaretinde, ölen askerlerin ailesine tazminat ödemeyi teklif etti fakat bu işin sorumlularının "20 yıllık zaman aşımı" kuralı gereği bulunamayacağını bildirdi. Mısır'ın "Al Shaab" gazetesinin iddialarina göre İsrail'in Kahire elçisi David Sultan bu savaşta 100 Mısırlı mahkûmu öldürmüştü, bu sebeple görevi bırakması davetinde bulunmuştu; İsrail Elçiliği ve Dışişleri bakanı Sultan'ın bu savaşta yer aldığına dair kesin bir belgenin bile bulunmadığını dile getirdi.
Savaş sırasında UNEF tarafından leyazon sorumlusu olarak bölgeye gönderilen birliklerde bulunan Yugoslav Yüzbaşları Milovan Zorc ve Miobor Stosic, İsrail'in savaş esirlerini öldürdüğüne dair şüpheleri olduğunu söylediler. Onlara göre, eğer El-Ariş'te İsrail 250 Mısırlı savaş esirini öldürdüyse bundan haberleri olurdu.
İSK'den çıkan 11 Haziran 1967 tarihli belgeye göre, esirlerin durumuyla ilgili yeni emirler çıkarılması gerekliliği duyuldu:
"Hazırdaki emirler çelişkili olduğu için yeni bağlayıcı talimatlar: a)Teslim olan asker ve sivillere hiçbir şekilde zarar verilmemelidir. b)Silah taşıyan ve teslim olmayan her akser ve sivil öldürülecektir... Bu emirlere uymayan askerler ciddi şekilde cezalandırılacaktır. Bu emirler tüm İSK askerlerine ulaşmalıdır."
İsrailli kaynaklara göre 4338 Mısır askeri esir alınırken 11 İsrail askeri Mısır'a esir düşmüştür. Esirlerin değiş tokuşu 23 Ocak 1968'de tamamlanmıştır.
George Lenczowski'ye göre, en erken 23 Mayıs'ta, Ortadoğu'ya silah ambargosu uygulanmasına rağmen Başkan Johnson gizlice İsrail'e çeşitli silah yardımları yapılması için onay vermiştir.
Stephen Green ise kitabında ABD'nin, geceleyin Mısır kara kuvvetlerinin yerini belirleyip sabahına İsrail uçaklarının onları vurmasıyla avantaj sağlaması için bölgeye istikşaf uçakları gönderdiğini yazmıştır. Richard Parker bunu inkar edip sadece bir kişinin şahitliğini yaptığı uydurma bir haber olduğunu belirtti.
Savaşın ikinci gününde Arap medyası Amerikan ve İngiliz bölüklerinin İsrail'in yanında savaştığını belirten haberler sundu. Kahire Radyosu ve hükümetin gazetesi "Al-Ahram" çeşitli iddialarda bulundu. İddialardan bazıları şunlardır: Uçak gemilerinden kalkan ABD ve İngiliz uçakları Mısır'a karşı sortiler düzenledi; Libya'daki Amerikan Wheelus Hava Üssü'nden kalkan uçaklar Mısır'ı vurdu; Amerikan casus uyduları İsrail'e görüntüler sundu. Nasır döneminde "Al-Ahram"ın yöneticiliğini yapan Mohamed Hassanein Heikal da El Cezire kanalında benzer iddialarda bulundu. Muammer Kaddafi'nin Libya hükümeti de bu iddiaları onayladı. ABD ve İngiltere bu iddiaları ne kabul etmek ne de inkar etmek için pek çaba sarfetmedi. Benzer iddialar Şam ve Amman Radyolarından da yapıldı. Mısır medyası Kral Hüseyin'in İngiliz uçaklarını radarda kendi gözleriyle gördüğünü söyledi.
Arap dünyası dışında ABD ve İngiltere'nin savaşa karışma ihtimali pek ciddiye alınmadı. İngiltere, ABD ve İsrail suçlamaları yalanladı. İsrail, Mısır ve Ürdün telefon hatlarına girmeyi başardı. Bundan iki gün sonra gerçekleşen Nasır ve Ürdün Kralı Hüseyin arasında geçen telefon konuşması 8 Haziran'da İsrail tarafından ortaya çıkarılınca Mısır'ın prestiji daha da azaldı.
Savaşın hemen ardından Arap ordularının yenilgisinin büyüklüğü ortaya çıkmaya başlayınca İsrail zaferinin arkasındaki Amerikan ordularının desteği konusunda Arap liderleri arasında farklılıklar belirdi. 9 Haziran 1967'de Nasır'in (kabul edilmeyen) istifa konuşmasında şunları söylemiştir:
Fakat, Kral Hüseyin, sonradan Amerikan ordu desteğinin varlığını inkar etti. 30 Haziran'da New York'ta, savaşta "Amerikan ve de İngiliz uçaklarının yer almadığı" konusunda "tamamen ikna olduğunu" belirtmiştir. Eylül ayında "The New York Times"da çıkan habere göre Sudan'da Hartum Çözümü konusunda bir araya gelen Arap liderlere özel olarak görüşen Nasır önceden sunduğu iddiaların asılsız olduğunu belirtmiştir.
Yalnız İsrail ile savaşmaktan ziyade Arapların Amerikan ve İngiliz ordularıyla da savaşıyor olma iddiası Arap dünyasında itibar kazandı. Konuyla ilgili Cidde'deki İngiliz temsilci şunları söyledi:
Savaştan çok sonra dahi Mısır hükümeti ve gazeteleri İsrail, Birleşik Krallık ve Birleşmiş Devletler ile gizli anlaşmalar içinde olduğu iddialarını sürdürdü. Bu durum "Al-Ahram" gazetesinde ve Kahire Radyosu'ndan yayın yapan Mohamed Heikal'ın programlarında eş zamanlı olarak devam etti. Heikal savaşın "sırlarını" ifşa etmeye çalıştı. Yayınlarında kaynak, belge ve fikirlerini sundu. Heikal'in düşüncesi açıktı: gizli ABD - İsrail birliği Suriye ve Mısır'a karşı kurulmuştu.
İsrail'li tarihçi Elie Podeh'in anlattıklarına göre: "Tüm 1967 sonrası [Mısır] tarih kitaplarında İsrail'in İngiltere ve ABD'nin desteğiyle savaş açtığı iddiasını tekrarladı. Anlatılarda 1967 savaşıyla Arap dünyasını kontrol etmeye çalışan eski emperyalist çabalar arasında bağ kurulup İsrail emperyalist olarak resmedildi. Bu mükerrer uydurma hikâye, bazı küçük farklılıklarla, okul tarih kitaplarında yer alıp gizli işbirliği konusu Mısır öğrencilerinin beyinlerine işlendi."
Sıradaki örnek "Abdallah Ahmad Hamid al-Qusi, Al-Wisam fi at-Ta'rikh" kitabından alıntıdır:
"Six Days of War" yazarı tarihçi Michael Oren'in iddiasına göre Arap liderlerin yalan iddiaları yaymasının sebebi Sovyet desteğini garantiye almaktı. Savaş sonunda İsrail zaferinin büyüklüğü ortaya çıkmaya başlayınca, önce de yapılan bu iddialar sayesinde Nasır ve diğer Arap liderler suçlanmaktan kurtuldu. Bu iddialar doğrultusunda petrol üreten Arap ülkeleri İngiltere ve ABD'ye ambargo uygulamaya karar verdi.
Altı Arap ülkesi ABD ile diplomatik bağlarını kesti ve Lübnan elçisini geri çağırdı. Genel açıdan, Altı Gün Savaşı Ortadoğu'da Amerika'ya karşı radikalliği, solcu ve dinci hareketleri ve terör sürecini hızlandırdı. Hatta, bu durum Arap dünyasının ötesine geçip İran, Pakistan ve diğer üçüncü dünya ülkelerinin Amerikan karşıtı tavırlarını belirledi.
1993 yılındaki bir röportaj, Johnson Başkanlık Kütüphanesi tarih arşivlerinde bulunan Birleşmiş Devletler Savunma Sekreteri Robert McNamara tarafından bir savaş gemisi grubunu açığa çıkardı. Cebelitarık yakınlarında eğitimde olan 6. Filo, Doğu Akdeniz'de İsrail’i savunmak için yeniden konuşlanıyordu. Bakanlar Kurulu şunu düşündü: İsrail'de durum o kadar gergin ki, belki Suriyeliler, İsrail'in onlara saldıracağından korkuyorlardı ve Rusların desteklediği Suriyeliler güç dengesini yeniden oluşturmak isteyip İsrail'e saldırabilirdi. Sovyetler bu konuşlanmayı çok geçmeden öğrendiler ve doğal olarak saldırı konumuna geçtiler. Sovyet Başbakanı Alexei Kosygin Amerika’yı "kırmızı telefon"dan arayarak bu tür olayların iki ülke arasında savaşa sebep olacağını söyleyerek tehdit etti.
1983 yılında “Boston Globe” ile yapılan bir röportaj “McNamara: ‘Biz lanet olası bir savaşa yakınız.’ şeklinde bir iddiada bulundu.” yönündeydi. O, Kosygin’in Akdeniz’deki bir savaş gemisini geri göndermek zorunda kalması yüzünden sinirli olduğunu söyledi. McNamara bu krizin nasıl çözüldüğünü açıklamadı.
“Altı Gün” adlı kitabında seçkin BBC habercisi Jeremy Bowen, 4 Haziran 1967’de İsrail gemisi Miryam’ın makineli tüfekler, 105 mm’lik tank mermileri ve zırhlı araçlar ile birlikte Felixstowe’dan ayrıldığını iddia ediyordu. Ayrıca kriz başladığından beri birçok sevkiyat ile birlikte İngiliz ve Amerikan envanterlerinin gizlice gönderildiğini iddia ediyordu. Bununla birlikte İsrail lojistik uçakları Lincolnshire’da ve RAF Waddington’un dışında mekik dokuyordu. Bowen, Harold Wilson’un Eshkol’a yazdığı yazılarda çok uzak yerlerden gelen gizli yardımların sürmesinden memnun olduğunu iddia ediyordu.
Eymir Gölü
Eymir Gölü, Ankara il sınırları içinde yer alan bir göldür. Arazisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne aittir. ODTÜ Spor Kulübü Kürek Takımı çalışma alanıdır; göl kenarında takıma ait bir kayıkhanesi vardır. Göl kendine has bir fauna ve floraya sahiptir.
"Eymir" adı adeta ODTÜ ile özdeşleşmiştir. ODTÜ mezunlarınca 1986 yılında kurulmuş olan "Eymir Kültür Vakfı" da adını buradan almıştır
1930'lara ait seyahat notlarında Nahid Sırrı Örik gölün çevresinin tamamen kıraç arazilerden oluştuğunu ve herhangi bir yeşillik bulunmadığını belirtmiştir. 1956 yılında özel kanunla kurulan ODTÜ - Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne tahsis edilen 45 kilometrekare büyüklüğündeki arazi Eymir Gölü'nü de kapsamaktaydı. 60'lı yıllardaki ODTÜ rektörü Kemal Kurdaş'ın özel çabalarıyla tüm bu arazi ve bu arada Eymir Gölü çevresi ağaçlandırılmış ve bozkırın ortasında bir yeşillik haline gelmiştir. 1995 yılında, Kemal Kurdaş ve ODTÜ ağaçlandırma direktörü Alattin Egemen bu çabaları ve neticelerinden dolayı uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne (the Aga Khan Award for Architecture) müştereken layık görülmüşlerdir.
Göl arazisinde, ODTÜ Kürek Takımı Kayıkhanesi'ne çok yakın bir mesafede, orman içinde, 1963 yılında yapılmış BARIŞ ÇEŞMESİ de yer almaktadır. Pek çok ODTÜ hocası, öğrencisi, ve mezununun dahi varlığından pek az haberdar oldukları, ağaçlar arasında gizlenmiş bu zarif Anıt-Çeşme, yavaş yavaş ve sessizce akan suyu ile yanına varanlara huzur vermektedir.
Gölbaşı ilçesinin ve Ankara-Konya kara yolunun böldüğü Mogan Gölü ve Eymir Gölü Ankara-Konya devlet karayolu altından da geçen bir kanalla birbirlerine bağlı olup, Eymir Gölü’nün beslenmesi Mogan Gölü'ndendir; yani gölün esas kaynağı Mogan Gölü 'dür ve Mogan çıkışındaki regülatör ve kanal vasıtasıyla Mogan'dan 3 metre daha düşük seviyede bulunan Eymir Gölü beslenmektedir. Ayrıca iki göl arasındaki 10–15 km. kalınlığa sahip alüvyal tabakalar, yağışlarla kabaran Kepekliboğazı deresi ve diğer talî derelerin topladığı suları bünyesine çekerek tabandan da Eymir gölünün beslenmesine yardımcı olur. Eymir Gölü'nün çıkışı İmrahor Vadisi'ne doğrudur ve gölün fazla suları Batı-Doğu doğrultusunda İmrahor Vadisi'ne akan İmrahor Deresi'ni oluşturur. (Mogan Gölü ise toplam 11 dereyle beslenmekte olup bunların başlıcaları Sukesen, Başpınar, Gölova, Yavrucak, Çolakpınar, Tatlım, Kaldırım ve Gölcük dereleridir.)
Seyyah Kandemir, "Ankara Vilayeti" adlı |
kitabında, 1910 yılında oluşan aşırı yağışlar akabinde iki gölün yüzeyde birleşerek geçici olarak tek göl halini almış olduğunu belirtmektedir.
Gerek Mogan Gölü, gerekse Eymir Gölü "set gölleri"dirler; Ankara Elmadağı’ndan inen derelerin sürüklediği bol miktardaki kum, çakıl gibi taş parçaları eski bir vadide yer yer birikinti konileri biçiminde yığılmış, gerilerinde Eymir gölünün ve Mogan Gölü'nün (5-10 metre derinliğindeki) çanakları belirmiştir - göllerin uzanışı bir vadi uzanışına uymaktadır.
Eymir gölünün yüzey alanı 108.8 Hektar (1.09 km²), ortalama derinliği 3.80 m., su yüzey kotu 969 m, göl çevresi uzunluğu 9 km, uzunluğu 4.2 km, genişliği ortalama 0.25 km'dir. Kurak zamanda en derin yeri 5.5 metre olup, suyun en yüksek olduğu dönemde ortalama derinliği 5 metre civarına çıkmaktadır.
Mogan Gölü'nün yüzey alanı 561.2 Hektar (5.61 km² ), ortalama derinliği 2.80 m., su yüzey kotu 972 m, göl çevresi uzunluğu 14 km, uzunluğu 11 km ve genişliği ortalama 0.5 km'dir. Kurak zamanda en derin yeri 4.5 metre olup, suyun en yüksek olduğu dönemde ortalama derinliği 5 metre civarına çıkmaktadır.
Kıyıları yoğun bağlık, etrafı tarımsal arazi, güneyi sulak çayırlarla kaplı bu göller yaklaşık 160 kuş türüne ev sahipliği yaparlar. Mogan Gölü’nde günümüze değin 226 kuş türü kaydedilmiştir. Göl, özellikle dikkuyrukların ve pasbaş patkaların dünya üzerindeki en önemli üreme alanlarından birisidir. Eymir Gölü’nde ise en çok görülen kuş türleri sakarmeke, yeşilbaş ördek, elmabaş patka ve bahridir.
1995 yılı öncesine kadar, kürek sporu başta olmak üzere değişik su sporlarının yapılabildiği, içerdiği sazan, yayın, turna ve kadife balıklarıyla sportif balıkçılığın yanı sıra, kerevitle ticarî balıkçılığın da önemli ilgi merkezi olan göllerde, doğal bir yaşlanma süreci ve aşırı besin yüklemesinin zararlı sonuçları olarak toplu balık ölümleri ve kuş türlerinin azalması gözlemlenmektedir.
Yöredeki çarpık kentleşme, göl sahilinin kötü kullanımı, iki göl arasındaki alanın düzensiz bir cüruf ve çöp depolama sahasına dönüşmesi, yine bu alandan geçen ve gürültü ile hava kirliliğine yol açabilecek çevre otoyolu, gerek çevredeki yerleşimden, gerekse göl kıyısındaki lokanta ve benzeri tesislerden yapılan direkt atıklar, atık suların göllerin toplama havzasına boşaltılması, geçmişte kullanılan tarımsal ilaçlar göllerin bugünkü hale gelmesine neden olmuşlardır. 2010 ve 2011 yıllarında Ankara çevresinde görülen bol yağış hem Mogan hem de Eymir Gölü'nü olumlu anlamda etkilemiş, çok uzun yıllar sonra ilk defa çok bol miktarda su Mogan Gölü'nden Eymir Gölü'ne regülatör kapakları açılması sayesinde salınmıştır - bu sayede Mogan Gölü çevresindeki rekreasyon alanı da su baskınından korunmuş ve Eymir Gölü'nde ise su altı ve su üstü yaşam biraz zenginleşebilmiştir.
Ankara'nın 1950'lerden ve özellikle 1980'lerden sonra plansız ve sağlıksız büyümesi sebebiyle şehir dört bir yana büyürken güneybatı yönündeki ODTÜ arazisi sayesinde bu yönde sağlıksız bir gelişme olmamış ve yeşil alan korunabilmiştir. Ancak 1994'te Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan İ. Melih Gökçek, başkan olduğu ilk günden itibaren Eymir Gölü'nün ODTÜ'den alınarak kendi belediyesine bağlanması için çaba göstermektedir. Büyük arazi talanı, arazilerden edilen haksız ve vergisiz rantı destekleyen politikalarıyla tanınan İ. Melih Gökçek'in Eymir Gölü'nü ele geçirerek tüm bu bölgeyi de imara açma çabaları içinde olduğunun farkında olan (tüm mezunlarıyla beraber) ODTÜ camiası, sayısız Türk sivil toplum kuruluşu (STK) ve bilinçli Türk vatandaşları bu çabalara karşı mücadele ederek, kendine has bir doğal hayatı barındıran bu göl ve çevresinin bu imara açma çabalarından korunması ve çevreye duyarsız politikacılar ile arazi rantı meraklılarının yeni bir çevre felaketine yol açmasının önünde durulması yönünde (10 Temmuz 2012 tarihi itibarıyla) hala mücadele etmektedirler.
Ankara'da yapılaşmaya henüz açılmamış ve bu sayede halen hayatta kalan en son vadi olan ve Eymir Gölü çıkışı ve diğer derelerden beslenen İmrahor Deresi'nin aktığı İmrahor Vadisi'nin geleceği de adeta simbiyotik bir ilişki içinde olduğu Eymir Gölü'nün geleceğine bağlıdır.
Eymir Gölü'nün doğu kapısında "su pompalama istasyonu" vardır; yeraltı kuyularından temin edilen su pompalanarak bir yeraltı isale hattı ile tüm Orta Doğu Teknik Üniversitesi kampüsüne su sağlanmaktadır. İmar ve yapılaşmaya bağlı çevre kirliliğinin önlenmesi bu bakımdan da büyük önem taşımaktadır.
Eymir Gölü'nde, eskiye kıyasla daha az da olsa, kürek ve su sporları, balık avlama (olta ile) ve piknik gibi etkinlikler yapılabilmektedir.
1962 yılında kurulmuş olan ODTÜ Spor Kulübü Kürek Takımı'nın başlıca çalışma merkezi Eymir gölü ve burada bulunan kayıkhanesidir. ODTÜ Kürek Takımı yıl içinde (genelde Temmuz ve Ağustos ayları hariç olmak üzere) tüm antenmanlarını burada yapmakta ve ODTÜ mensubu olsun olmasın herkesin katılabileceği kürek kursları düzenlemektedir. ODTÜ Kürek takımı Galatasaray ve Fenerbahçe gibi büyük spor kulüplerinin de katıldığı kürek şampiyonalarına eskiden düzenli olarak katılmış ve Büyükler-A kategorisinde 1993 yılında şampiyonluk sahibi de olmuştur. Çalışmalar halen Büyükler-B, Gençler, ve Hafif Kilo kategorilerinde kadın ve erkek sporcularla devam etmektedir.
ODTÜ arazisinde bulunan Eymir Gölü'nün yönetim ve güvenliği ile göle giriş-çıkışların denetimi ODTÜ Rektörlüğü İç Hizmetler Müdürlüğü Eymir Amirliği'nce sağlanmaktadır.
1.Eymir Gölü Tarihine Dair : ODTÜ'lüler Bülteni, Mayıs 2004, Sayı 130, Sayfa 8-9:
http://www.odtumd.org.tr/bulten/130/
2.Eymir Gölü Tarihine Dair : ODTÜ'lüler Bülteni, Haziran 2004, Sayı 131, Sayfa 10-11:
http://www.odtumd.org.tr/bulten/131/
3.Eymir Gölü/nden Hatıralar : http://www.odtumd.org.tr/bellek/dizi/golbayrami.pps
4.Barış Çeşmesi : ODTU'lüler Bülteni, Aralık 2008, Sayı 180, Sayfa 45:
http://www.odtumd.org.tr/bulten/180/aralik2008.pdf
6.ODTÜ Spor Kulübü Kürek Takımı : http://www.odtukurektakimi.org
7.Kayıkhane : http://www.odtukurektakimi.org/odtu_kurek_takimi/kayikhane_tesisleri.html
8."Ankara Vilayeti", Seyyah Kandemir. III+290+XII sayfa., Türk Maarif Cemiyeti Neşriyatı No.: 1, Türkiye Seyahatnamesi: 1. Müdevvenat Matbaası, Ankara, 1932.
9."Anadolu'da Yol Notları", Nahid Sırrı Örik. 134 sayfa, Ankara Kütüphanesi No.: 16, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1939. (Bu kitap; yazarın 1941 yılında yayınlanan "Bir Edirne Seyahatnamesi" ve 1955 yılında yayınlanan "Kayseri, Kırşehir, Kastamonu" adlı kitaplarını da ihtiva eden "Anadolu'da Yol Notları-Kayseri, Kırşehir, Kastamonu-Bir Edirne Seyahatnamesi" adıyla 240 sayfa halinde, 2000 yılında, Arma Yayınları tarafından tekrar yayınlanmıştır.)
10."Başkentin Kuşları / Birds of Ankara", Doç Dr.Levent Turan ve Uzm.Biyolog Ayhan Göktaş. 110 sayfa, Ankara Valiliği Çevre Koruma Vakfı Başkanlığı, Ankara, 2000.
11."Başkentin Doğal Bitkileri", Prof.Dr.Sadık Erik, Y.Doç.Dr.Galip Akaydın ve Uzm.Biyolog Ayhan Göktaş. 195 sayfa, Ankara Valiliği Çevre Koruma Vakfı Başkanlığı, Ankara, 1998.
12."Türkiye Amfibi ve Sürüngenleri", İbrahim Baran. 165 sayfa, TÜBİTAK Popüler Kitapları No.:207, Başvuru Kitaplığı No.:21, TÜBİTAK, Ankara, 2005.
13."ODTÜ Yıllarım-Bir Hizmetin Hikayesi", Kemal Kurdaş. 352 sayfa, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık, Ankara, 1998.(Bu kitap 2004 yılında tekrar yayınlanmıştır.)
14."ODTÜ'yü ODTÜ Yapan Rektör:Kemal Kurdaş-Anılar, Görüşler", Ayşe Ataman Taylan, 293 sayfa, Eymir Kültür Vakfı, İstanbul, 2006.
15."Hayatım Mücadeleyle Geçti-Kemal Kurdaş Kitabı," Şengün Kılıç Hristidas. 414 sayfa, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.
16."ODTÜ Anları, Anıları", Kemal Kurdaş. 96 sayfa, ODTÜ, Ankara,2011.
17."ODTÜ:Tarihçe (1956-1980)", Nurettin Çalışkan. 339 sayfa, Arayış Yayınları, Ankara, 2002.
Roche (firma)
Roche (okunuşu: "Roş"), İsviçre kökenli çokuluslu ilaç firması. Kan kanseri tedavisinde kullanılan MabThera (Rituximab), diyalize giren kanser hastaları ile prematüre bebeklerin kansızlık tedavisinde kullanılan NeoRecormon ve Kuş gribine karşı etkili Oseltamivir (Tamiflu®) adlı başlıca ilaçların ticari haklar sahibi. Türkiye'de Roche Müstahzarları Sanayi AŞ tarafından temsil edilir.
Şirketin merkezi Basel'de bulunmaktadır bunun yanı sıra diğer ülkelerde de birçok farmasötik ve diagnostik üretim merkezlerine sahiptir. ABD'de Tucson, AZ; Pleasanton, CA; Vacaville, California; Oceanside, California; Branchburg, NJ; Indianapolis, Indiana; Florence, South Carolina; ve Ponce, Puerto Rico; Birleşik Krallık'da Welwyn Garden City ve Burgess Hill; İrlanda'da Clarecastle; Almanya'da Mannheim ve Penzberg; Kanada'da Mississauga ve Laval ; Çin'de Şanghay; Hindistan'da Mumbai & Haydarabad; Brezilya'da São Paulo ve Rio de Janeiro; İtalya'da Segrate ve Milano; Güney Afrika'da Johannesburg; Pakistan'da ise Karaçi, İslamabad ve Lahor. Tüm ülkelerde toplamda 26 üretim merkezi bulunmaktadır.
1 Ekim 1896'da Fritz Hoffmann-La Roche tarafından İsviçre'de kuruldu. Kısa sürede Almanya'da (1898), İtalya'da (1898), Fransa'da (1903), ABD'de (1905), İngiltere'de (1908) ve Rusya'da (1910) şubeler açtı. Türkiye'deki iştiraki 1958'de kuruldu.
Başlangıçta vitamin preparatlarıyla tanındı. 1957'den itibaren "benzodiazepin" sınıfından sakinleştiricileri piyasaya sürdü. Akne ilacı "isotretinoin"i Accutane® ve Roaccutane® markalarıyla satarak bu piyasada lider konuma geldi. Çeşitli HIV testleri, antiretroviral ilaçlar ve kanser ilaçları da üretti.
Genel müdürlüğü Basel, İsviçre'dedir. Şirket Roche Holding AG'ye aittir. 2005 yılı itibarıyla Roche Holding hisselerinin yarısı, kurucu Hoffmann ve Oeri ailelerinin mülkiyetindeydi, %33'ü ise İsviçre kökenli başka bir ilaç şirketi olan Novartis'e aitti. Şirketin 2005 yılı geliri 27 milyar $ mertebesinde gerçekleşti. Çalışan sayısı 2014'te 88.000 kişi civarındaydı.
Firma kanuna aykırı faaliyetler nedeniyle çeşitli ülkelerde cezaya çarptırılmıştır.
1973'te Basel'deki ürün müdürü Stanley Adams, Roche'un anti tekel kanunlarını ihlâl ettiğini, rakipleriyle anlaşarak fiyat belirlediğini ve pazar paylaştığını gösteren kanıtlarla AET'ye ş |
ikâyette bulundu. Roche bundan ötürü cezalandırıldı, ancak AET'nin bir hatası sonucu ihbarı Adams'ın yaptığı ortaya çıkınca Roche bu kişiye karşı hukuksal savaş başlattı. Adams, İsviçre yasalarına göre mahrem bilgiyi açığa vurma suçundan tutuklandı. Tüm hayatını hapiste geçireceği bilgisini alan karısı intihar etti. Adams kısa süre sonra serbest bırakıldı, ancak birkaç kez daha tutuklanınca İngiltere'ye kaçtı ve bu olayı anlatan bir kitap yazdı.
Roche'un hukuk dışı fiyat belirleme sicili bundan ibaret kalmadı. 1999'da %40'lık payla vitamin pazarının lideri olan firma, BASF ve Rhone-Poulenc SA ile birlikte bir kartel kurarak vitamin fiyatlarını kanuna aykırı olarak kontrol etmeye başladı. Aynı yıl, ABD'de bu suçtan rekor düzeydeki 500 milyon Dolarlık bir cezaya çarptırıldı. Avrupa Komisyonu ise 2001'de firmaya aynı suçtan 462 milyon Avro ceza keserek bir önceki rekoru kırdı.
Filipinler sağlık bakanı Francisco Duque III, Roche'un kuş gribine karşı başlıca ilaç olan "Oseltamivir"'in (piyasa adı Tamiflu®) üretim ve dağıtımını "tekelleştirdiğini" iddia etti. Roche, üretim haklarını ilacı geliştiren firma olan Gilead Sciences'tan 1996 ve 2005 yıllarında satın almıştı ve kanunen üretim yetkisi olan tek şirketti.
Filipinler sağlık bakanına göre, ilacın dağıtımı birinci dünya ülkelerinde yoğunlaşmıştı, oysa asıl tehdit altında olanlar Güneydoğu Asya'daki Vietnam, Endonezya, Kamboçya, Filipinler gibi üçüncü dünya ülkeleriydi. Duque ve Filipinler başkanı Gloria Macapagal Arroyo, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) başvurdu ve "Oseltamivir"'in daha yaygın üretimini ve dağıtımını talep etti.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Tamiflu'yu satın alma imkânı olmayan üçüncü dünya ülkeleri için ilacın markadan bağımsız ve daha ucuz üretilmesi çağrısında bulundu.
20 Ekim 2005'te Roche, Oseltamivir üretim lisanslarını diğer ilaç firmalarına satma kararı verdiğini açıkladı.
2004 Ağustos ayında Roche'un Neo-Recormon® adlı böbrek yetersizliğine ya da kanser kemoterapisine bağlı anemilerin (kansızlık) tedavisinde kullanılan ilacını bazı devlet hastanelerine 88 YTL'ye satarken SSK'ya 230 YTL'ye sattığı gazetelerde yer aldı. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldı. İstanbul Tabip Odası'nın görevlendirdiği bilirkişi heyeti Roche'un SSK'ya fahiş fiyatla ilaç sattığına ilişkin kanıtlara yer verdiği raporunu Şubat 2005'te savcılığa teslim etti. Bunun üzerine Roche Müstahzarları AŞ'nin genel müdürünün de dahil olduğu bazı personeli ve bazı SSK yöneticileri tutuklandı. Savcılık Roche yöneticileri için 26 yıla kadar ağır hapis cezası isteğiyle İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açtı.
Dava sonrasında şirketin üst düzey yönetim kadrosu değiştirildi. Şirketin yeni yöneticileri, dava daha sonuçlanmadan Roche'un kanun dışı bir faaliyet yapmadığını öne sürdüler.
Kaynaklar, Roche'un Neo-Recormon ilacıyla ilgili kanuna aykırı olarak yaptığı iddia edilen faaliyetleri sonucu SSK'nın zararını 8 milyon YTL civarında belirtilmektedir.
Roche Müstahzarları yeni Genel Müdürü George Nikolov Hadjiev, 18 Ekim 2006'da yaptığı açıklamada, SSK'ya fahiş fiyatla ilaç sattıklarını kabul etti, ancak bunun "teknik bir hatadan" kaynaklandığını iddia etti. 12 yıl süren dava 11 Mart 2016 tarihinde karara bağlandı ve 10 sanığa 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi.
SSK skandalı sonrasında, Roche'un doktorlara rüşvet verdiği, kendi sponsorluğunda yapılan sağlık taramalarında gereksiz yere ilaç kullanılmasına neden olduğu gibi iddialar basına yansıdı.
Roche'un uzun süredir muhtelif halkla ilişkiler faaliyetleri olmakla birlikte, SSK skandalı sonrasında imajını düzeltmek için bu faaliyetlere ağırlık verdiği iddia edilmektedir.
Quiet Riot
Quiet Riot, 1973 senesinde efsane gitarist Randy Rhoads ile bascı Kelly Garni tarafından Amerika'da kurulmuş bir Hard rock, Heavy metal grubudur. 1979'da Randy Ozzy Osbourne ile çalışmak üzere gruptan ayrılır. Randy gruptan ayrıldıktan sonra grubun solistinin ismi "DuBrow" adını alır. 1982'de talihsiz bir şekilde uçak kazası geçiren eski gitaristleri Randy Rhoads'un ölümünden sonra grup tekrar Quiet Riot adını alır. Slade grubundan coverladıkları Cum On Feel The Noize şarkısı ile ses getiren grubun en önemli albümü 1983'te yaptıkları Metal Health'tir.
Heavy metal tarihinin listelerde 1 numaraya çıkan ilk albümü olarak Metal Health gösterilir. Bu yönü ile Quiet Riot hit olmuş ilk heavy metal grubu olarak gösterilebilir. Grubun ayrıca Slick Black Cadillac, Mama Weer All Crazee Now ve Don't Wanna Let You Go gibi hit olmuş şarkılarıda vardır.
Grubun Vokalisti ve metal dünyasının dev ismi Kevin DuBrow 19 Kasım 2007 de aşırı doz uyuşturucu sebebiyle yaşamını yitirmiştir.Bu haber metal dünyasında büyük üzüntü ve şok yaratmıştır ancak grubun efsane davulcusu Frankie Banali grubu yeniden toparlar. Quiet Riot müzik çalışmalarına devam etmektedir.
Başkurtça
Başkurtça, Başkırtça veya Başkurt Türkçesi (Başkurtça: Башҡорт теле / "Başqort tele"), çağdaş Türk yazı dillerinden biridir ve Kıpçak grubuna bağlıdır. Çoğunluğu Başkurdistan'da yaşayan Başkurtların konuştuğu bu dil Kazan Tatarcasına oldukça yakındır.
Kiril Alfabesi İle
Başkurt Latin alfabesinin Tatar ve Türk latin alfabeleri ile karşılaştırması:
Aerosol
Aerosol, bir katının veya bir sıvının gaz ortamı içerisinde dağılmasıdır. Duman, sis ve spreyler örnek olarak gösterilebilir. 10 mikrondan daha küçük çaplı sıvı veya katı parçacıklardan oluşan çok fazlı sistem. Son yıllarda aerosoller köpük veya jel şeklinde hazırlanmaktadır. Aerosoller; itici gaz, çözücü ve aerosol kabından oluşur. Aerosol kabı sprey kabı olarak da bilinir. İçindeki sıvıyı bir sis veya köpük halinde saçmak üzere düşünülmüş ve genellikle madeni bir kutu veya plastik bir şişe biçimindedir. Eskiden böcek ilaçlarını püskürtmek maksadıyla geliştirilen aerosol, günümüzde çok çeşitli ürünler için kullanılmaktadır. İtici gaz basınç altında tutulan sıvılaştırılmış gaz veya gazlar karışımıdır. Bu gazların kaynama noktası normal ısının altındadır. Bu sebeple itici gaz karışımı atmosfer ile temasa gelir gelmez sür'atla buharlaşır. Etken madde de saç veya cilt üzerinde kalır. Köpük ve toz aerosoller için de prensip aynıdır. İtici gaz olarak kullanılan maddelerin inert, kokusuz ve renksiz olmasına, toksik ve yanıcı olmamasına dikkat edilir. Bu amaçla fluorokarbonlardan trikloromonofluorometan, diklorodifluorometan çok kullanılmakla birlikte, son yıllarda ozon tabakasına verdiği zararlar sebebiyle terk edilip yerlerine propan, izobütan, n-bütan gibi gazlar veya karışımları kullanılmaktadır. Aerosollerin başlıcaları oda deodoranları, saç laklarıdır ve yanlış kullanımda tehlikeli olabilir.
Küçükbalıklı, Osmangazi
Bursa ili Osmangazi ilçesine bağlı mahalle.
Bursaya bağlı eski bir mahalledir.
Bugun mahallede çoğunlukla K.Balıklının yerli halkı ile karadeniz, doğu illerinden ve 1951 - 1978 yılları arasında Bulgaristan'dan gelen göçmenler yaşamaktadır. Mahallede az sayıda da, 1938 yılında zorunlu göçe tabi tutulan Tuncelili göçmenler ve Yugoslavya'dan gelen Arnavut, Boşnak ve Türk göçmenler bulunur. Mahallenin bugünkü nüfusu 40.000'dir. Küçükbalıklı mahallesi 1981 yılında belediye sınırları içine alınıp mahalle olmuştur. Verimli Bursa Ovası'nın merkezinde bulunan semt, tarımsal özelliğini kaybetmiş durumdadır. 2000 yılında yönetimsel alan genişliğinin idari hizmet kalitesini düşürdüğü gerekçesiyle batı ve doğu kesimlerinden idari bölümlenme ile Altınova ve Taşlıtarla Mahalleleri oluşturulmuştur. Semtin kuzeyinde Tekstil atölyeleri ve Oto yan sanayi fabrikaları mevcuttur.
Delaware Nehri
Delaware Nehri (İng. "Delaware River") 595 km uzunluğuyla Amerika Birleşik Devletleri'nin doğusunda, büyük nehirlerden biri. Catskill Dağları'nda ("Catskill Mountains") doğarak New York eyaleti'nde, Oquago (veya Coquago) ve Popacton'dan geçer. Daha sonra New Jersey ve Pensilvanya arasında sınır oluşturarak Philadelphia kentinin kenarından ilerler. Nihayetinde Delaware ve New Jersey'in arasında bulunan Delaware Bay'de Atlas Okyanusu'na dökülür.
Nehrin akış bölgesi, 30.000 km² bir alanı kapsar. Deniz akıntıları, Delaware Nehri'nin çok ilerilerine kadar girer ve böylece büyük gemilerin Philadelphia'ya giriş imkânı oluşur. Lehigh Nehri ve Schuylkill Nehri, bu nehre açılan başlıca yan nehirlerdir. Delaware-Hudson- ve Morris-Essex-Kanalları, Delaware Nehri 'ni, Hudson Nehri ile birleştirir. Union- ve Schuylkill Kanalları vasıtasıyla ise, Susquehanna Nehri'ne bağlanır.
Nehir adını, Thomas West, Lord De La Warr'dan alır.
Miskin
Miskin, hiçbir mal ve gelire sahip olmayan yoksuldur. Arapçada hareket edemeyen demektir. Çoğulu "mesâkîn"dir.
Bu ölçüdeki yoksulluk ve ihtiyaç, kişiyi çökertip bilinçsiz, hareketsiz ve çaresiz bir duruma getirdiğinden, böylesi düşkünlere miskin denilmiştir. Bu nedenle miskin ile fakir arasında önemli bir fark vardır. Fakir, geliri ihtiyaçlarını karşılamayan kişi iken, miskin geliri hiç olmayan kimsedir.
Kelimenin halk arasında uyuşuk, tembel, zavallı gibi anlamlar kazanmasına karşılık Kur'an'da ve Peygamber'in hadislerinde kendini Allah yoluna adamak, onurluluk, dilenmeme, özveri, durumunu başkalarına bildirmekten utanma gibi erdemler, miskinin nitelikleri arasında sayılır.
Teide Yanardağı
Teide Yanardağı (İspanyolca: "Pico del Teide" «Teide zirvesi»), 3.718 metre yüksekliği ile Kanarya Adaların'dan Tenerife'nin en yüksek noktası ve İspanya'nın en yüksek dağı. Teide, yeryüzünün üçüncü en yüksek ada volkanıdır.
Dağ La Orotava şehrinin yönetim bölgesinde bulunur. Dağ bölgesinin büyük bir kısmı İspanya'nın on beş milli parkından birini oluşturur. Bu milli park 2007 yılında Dünya Mirasları ilan edilen ve dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden biridir. Dağ adanın eski sakinleri için kutsaldı.
Günümüz İspanyolcasında kullanılan Teide adı Kanarya Adalarının yerli Berberi halkı olan Guançelerin dilindeki Echeide ya da Echeyde kelimesinin harfitarif almış biçiminden (el Teide) gelir. Guançe efsanelerine göre, iyilikçi figür olan Magec («ışık ve güneş tanrısı») |
kötülükçü figür olan Guayota («şeytan») tarafından kaçırılıp Teide yanardağının içine hapsedilmiştir. Yanardağın patlamaları bu yüzdendir.
Adada nokta işaretli son patlama (yaklaşık 150.000 yıl önce), bir kanıt yoktur, volkanın son faaliyeti 1909 oluştu. Son çalışmalar gelecekte şiddetli patlamalar olacağını göstermiştir.
Volkan ve çevresi Teide Ulusal Parkı yer almaktadır 2007 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları ilan etti. Bu en çok ziyaret edilen ulusal İspanya park ve dünyada en çok ziyaret edilen biridir.
2008 yılında haziran ve temmuz aylarında bir aydan az bir sürede Guatemalalı tırmanıcı Jaime Viñals tarafından Teide ile Türkiye'deki Ağrı Dağına çıkıldı.
FC Dinamo București
Dinamo Bükreş FK, Romanya'daki bir futbol takımı. 18 kez Romanya Liga I şampiyonu olan takım ayrıca, 13 Cupa României ve 2 Supercupa României sahibidir. Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finallere kalan takım, Avrupa kupaları'nda yarı finale kadar yükselen ilk Rumen takımıdır. 1948'de kurulan Dinamo, tüm tarihi boyunca, hep Romanya'nın en üst düzey ligi olan Liga I'de mücadele etmiştir.
Saubjk
Sakarya Üniversitesi Beşiktaşlılar kulübü. 2,500 üyesiyle Beşiktaşın Türkiye çapında en aktif üniversiteli kulübüdür. Bu öğrenci külubu, bir öğrenci kulübü olmanın yanında sadece üniversite ile sınırlı olmayıp "Saübjk Lise", "Sakarya Çarşı"nın da hiyerarşik olarak bağlı olduğu bir taraftar oluşumudur. 2006 yılında Murat Didin ve Alen Markaryan, 2007'de ise Kazım Kanat ve Alen Markaryan ile Sakarya Üniversitesinde panel hazırlamışlardır.
FC Rapid București
Fotbal Club Rapid Bucureşti (Rumence: raˈpid bukuˈreʃtʲ), Romanya'nın Bükreş kentinde kurulan futbol kulübü. 1923 yılında kurulan kulübün 3 Romanya ligi, 13 Cupa României ve 4 Supercupa României şampiyonluğu bulunmaktadır.
Türkan Şoray
Türkan Şoray (d. 28 Haziran 1945, İstanbul), Türk oyuncu, senarist ve yönetmen. Türk sinemasında "Sultan" lakabıyla anılmaktadır. 1960'larda sinema ile tanışmış, ilk sinema ödülü 1964 Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "Acı Hayat" filmiyle en başarılı kadın oyuncu ödülünü almıştır. Toplamda 222 filmde rol alan Türkan Şoray, bu sayıyla dünyanın 'en çok film çeviren' kadın oyuncusudur. Şoray, 12 Mart 2010 tarihinde UNICEF Türkiye iyi niyet elçisi seçilmiş, "Sevgiyle yapılamayacak bir şey yoktur diye düşünüyorum. Gücü sevgiyle birleştirirsek, birçok sorunun üstesinden gelebiliriz" demiştir. Ayrıca Şoray'ın kendi adını taşıyan bir ilkokul da vardır.
Sinema oyuncuları Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik'le birlikte, Türk sinemasının bir dönemine damgasını vurmuş dört önemli kadın oyuncudan biri kabul edilir. Bu dörtlü içerisinde, yönetmenlik yapan tek sinema oyuncusu olan Şoray, başrolünde kendisine eşlik eden Kadir İnanır ile oynadığı 1972 yapımlı "Dönüş", 1976 yapımlı "Bodrum Hakimi", 1973 yapımlı "Azap", 2015 yapımı "Uzaklarda Arama"nın tek başına; 1981 yapımlı "Yılanı Öldürseler" filminin ise Şerif Gören ile birlikte yönetmenliğini yapmıştır.
İstanbul'un Eyüp ilçesinde doğan Türkan Şoray memur bir ailenin ilk çocuğudur. Baba tarafı Kabartay Çerkezlerindendir, anne tarafı Selanik göçmenidir. Nazan ve Figen adında iki kızkardeşi daha olan Şoray'ın babası vefat etmişti. Fatih Kız Lisesi orta bölümü mezunu olup, annesi Meliha Şoray'ın (1927-1984) desteğiyle sinemaya adım atan Şoray, 1962 yılında Galatasaray eski asbaşkanı Rüçhan Adlı (1923-1995) ile 20 yıl bir birliktelik yaşadı. Bu süre içinde birkaç defa ayrılıp barışan çift, Rüçhan Adlı'nın eşinden bir türlü boşanmaması yüzünden yollarını ayırdı. Türkan Şoray, 1995 Ağustos'unda hastaneye kaldırılan Adlı'yı son anlarına kadar yalnız bırakmadı. Tiyatro oyuncusu Cihan Ünal ile 1983'te evlenmiş 1987'de ayrılmış ve bu evlilikten Yağmur adlı bir kızları olmuştur.
Henüz Fatih Kız Lisesi ortaokulu bölümünde okurken Karagümrük'teki ev sahiplerinin kızı olan, Türk sinemasında sonraları "Panter Emel" olarak tanınacak sinema oyuncusu Emel Yıldız ile bir film setine giden Türkan Şoray, Türker İnanoğlu'nun teşviki ile Yeşilçam'a adım atar. Emel Yıldız'ın yerine Şoray'ın da kariyerinin başlangıcı anlamına gelen 1960 yılı yapımlı "Köyde Bir Kız Sevdim" filminde Baki Tamer ile başrol de oynamıştır. Türkan Şoray sinemaya başlamasıyla ilgili anısını şöyle anlatır:
Şoray'a ilk Altın Portakal ödülü getiren 1964 yapımlı yönetmenliğini Metin Erksan'nın yaptığı başrollerinde Şoray ve Ekrem Bora'nın yer aldığı "Acı Hayat" filmi "Manikürcü Nermin"'i canladıran oyuncu için kariyerinde önemli basamak olmuştur. 1968 yılında, Şoray'a kariyerinde ikinci Altın Portakal ödülünü Sait Faik Abasıyanık'ın "Menekşeli Vadi" adlı öyküsünden esinlenerek Safa Önal tarafından senaryosu yazılan "Vesikalı Yarim" filmi kazandırmış, yıllar sonra filmin yenilenmiş kopyasının yeniden yayımlandığı İstanbul Film Festivali'nde konuşan Türkan Şoray film için şöyle demiştir:
Başrolde bir eşe sahip oyuncuların başarılı olduğu filmlerde Şoray'a onlarca erkek sinema aktrisi eşlik etmiştir. Klasikleşmiş birkaç Şoray filminde de eleştirmen Agah Özgüç'ün değimiyle 'Seyirciyi aldatmak, daha fazla para kazanmak için' yayınlanmamış ancak seyirciye yayınlanmış gibi afişi basılmıştır. Şoray'ın Ediz Hun'la oynadığı 1980 yapımı "Tabancamın Sapını Gülle Donatacağım" adlı filmin afişinde Türkan Şoray ve Kemal Sunal olmasına karşın Ediz Hun ve Türkan Şoray'ın oynadığı "Güllü Geliyor Güllü" filmi vardır. Kemal Sunal, sadece figüran oyuncudur. Sonrasında Kemal Sunal'ın popüler oluşuyla aynı film başka adla, başka afişle tekrar yayınlanmıştır. İlginç olaylardan biri de "Keşanlı Ali" filmi olup görüntü yönetmeninin adı olan Ali, film afişinde Keşanlı'nın altına büyük harflerle yazıldığından "Keşanlı Ali" olarak adlandırılıyor.
Şoray'ın ilginç sinema deneyimlerinden biri kendisi ile Filiz Akın'ın "Günahkâr Kadın" filminde bir araya getiren Ülkü Erakalın'dan henüz 17 yaşındayken bir film çekimi sırasında yediği tokat olmuştur.
1990'lı yıllarla birlikte, televizyon dizileri çalışmalarına da ağırlık vermeye başlamış, yaptığı bu çalışmalardan en çok ses getiren ve uzun ömürlü olanları, başrollerini Şener Şen'le paylaştığı "İkinci Bahar" ve Haluk Bilginer ile paylaştığı "Tatlı Hayat" olmuştur.
Bugüne kadar 203 filmde rol almıştır. Türkan Şoray ilk televizyon programı olan ve NTV'de yayınlanan konuklarıyla birlikte kendi sinema kariyerinin konuşulduğu televizyon programı Sinema Benim Aşkım'ı (2010-2011) sunmuştur. Şoray programında sinema oyuncuları ile sinema kariyerini anlatmaktadır.
Giresun Üniversitesi
Giresun Üniversitesi, Türkiye Bakanlar Kurulu'nun 2006 yılı içerisinde aldığı bir kararla bağlı olduğu KTÜ'den ayrılarak Giresun ilinde açılan üniversite.
Üniversitenin temeli 1962 yılında Kız Öğretmen Okuluyla atıldı. 1976 yılında Eğitim Enstitüsüne dönüştürüldü, 1982 yılında iki yıllık Eğitim Yüksekokulu olarak KTÜ Fatih Eğitim Fakültesine bağlandı. 1992 yılında da Eğitim Fakültesi halini aldı. 1976 yılında MEB'e bağlı olarak açılan Meslek Yüksekokulu, 1982 yılında KTÜ Rektörlüğüne bağlandı. Sağlık Yüksekokulu 1992 yılında ön lisans düzeyinde öğretime başlamış, 1996 yılında lisans düzeyinde KTÜ'ye bağlı Sağlık Yüksek Okuluna dönüştürüldü. Tirebolu Meslek Yüksekokulu, KTÜ rektörlüğüne bağlı olarak 1994-95 eğitim-öğretim yılında hizmete girdi. Fen-Edebiyat Fakültesi 1998 yılında KTÜ rektörlüğü'ne bağlı olarak kuruldu. Şebinkarahisar Meslek Yüksekokulu, 1998 yılında Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı olarak eğitim-öğretim faaliyetine başladı. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mart 2003'te kuruldu. Alucra Meslek Yüksekokulu, 2005 yılında Cumhuriyet Üniversitesine bağlı olarak eğitim-öğretim faaliyetine başladı. Tıp Fakültesi 27 Mayıs 2007 tarihinde kuruldu. Bu birimler 5467 Sayılı Kanunla kurulan Giresun Üniversitesini oluşturdu.
Fakültenin temelleri Eğitim Fakültesi bünyesinde 2012-2013 Eğitim Öğretim yılında kurulan Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Bölümü olarak atılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nın 5/2/2015 tarihli ve 1307733 sayılı yazısı üzerine, 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Kanunun ek 30 uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 16/2/2015 tarihinde alınan kararla Spor Bilimleri Fakültesi kurulmuş olup halen bir aktif olmak üzere dört bölüm ve 265 öğrenci ile Eğitim-Öğretim sürdürülmektedir. Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği, Antrenörlük, Spor Yöneticiliği, Rekreasyon bölümleri vardır.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir.
Türk tarihi
Türk tarihi, günümüzdeki Türk halklarının ve yabancı halkların arasında Türk dilini konuşmuş olan Türk topluluklarının ortak tarihidir. Göktürklerden önce varolmuş Türk dili konuşan topluluklar bazı tarihçiler tarafından, "Türk" tabiri yerine "Ön Türk" tabiri ile anılır.
Türkler'in siyasi bir topluluk olarak ilk tarih sahnesine çıkmalarının Hun (Hiung-nu'lar veya Şiongnu'lar) hükümdarlığı ile olduğuna dair iddialar vardır.. Başlangıcı hususunda tartışmalar olsa da Türklerin tarihi, dünya tarihinin önemli bir parçasıdır. Avrasya ve Kuzey Afrika'da ortaya çıkan her halkın tarihi uzaktan veya yakından Türklerin hareketlerinden etkilenmiştir. Türkler doğu kültürlerini batıya ve batı kültürlerini doğuya taşımakla da önemli bir rol oynamışlardır. Kendi dinleri Tengricilik'ten sonra benimsedikleri yabancı dinlerinde çok kez öncüsü ve savunucusu olmuş ve yayılmalarını ve gelişmelerini sağlamışlardır (Mani dini, Musevilik, Budizm, Ortodoks ve Nasturi Hristiyanlığı, İslam).
Dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarının milletleşme süreci onların avcı-toplayıcılıktan çiftçi-çobancılığa geçmesi ile başlar.. Türkleri oluşturacak insan topluluklarının MÖ 6000'lerde koyun yetiştiriciliğine başladığı düşünülmektedir. Bu tarih atlı göçebe Türk kültürünün başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu değişiklikler ile ilk Türk kültürü olan Anav kültürü ortaya çıkmıştır.
Türklerin atalarının MÖ 2500 ile MÖ 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlayan ve MÖ 1700 ile MÖ 1200 yılları arasındaki Andronovo Kültürü ile devam ettiği |
ni savunurlar. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, MÖ 1700 yılları sonrasında kitleler halinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir.
Bilinen ilk Türk devleti İskitler'dir (Sakalar).
Çu Devleti MÖ 1200
MÖ 201: Pe-Teng Kuşatması
Bulgarların bölünmesi:
Çağatay Hanlığı 1350 yılından itibaren tamamen Türkleşmiş oluyor.
Balıkesir Lisesi
Balıkesir Lisesi, resmi kayıtlara göre 1885'de eğitim öğretim hayatına başlayan Balıkesir'in ve yöresinin tarihi ve önemli okullarından biri.
Balıkesir'de ilk kez bir orta dereceli okulun açılışı 1884 yılına rastlar. Bu tarihte sadece birinci sınıfı ile öğretime başlayan ve o zamanki adıyla Rüştiye'nin açılışından sonra 15 Şubat 1885 tarihinde Celal Zade Hanı'ında İdadi, şimdiki söylenişi ile lise öğrenimine başlamış ve bu lise bugünkü Balıkesir Lisesi'nin temelini oluşturmuştur.
Zamanla öğrenci sayısının artması ile 1893 yılında şu anda Kuva-yi Milliye müzesi olan binanın bulunduğu yerdeki Giritli Mehmet Paşa konağı'na taşınan okul, 1895 yılında Behçet Paşa Köşkü bahçesinde inşa edilen, asıl tarihi binasına geçmiştir. 1898 yılında bir deprem sonucu hasara uğrayan ve II. Abdülhamit tarafından 1902 yılında onarımı yaptırılan binaya 1913 Nisan'ında, o zamanın en önemli öğretim kurumlarından olan Selanik Sultanisi tam kadrosu ile nakledilmiştir. Bu tarihten sonra da Balıkesir Sultanisi adı altında öğretimini sürdürmüştür.
İlk yıllarda yalnız yatılı olarak öğretim yapan Sultani, 1919-1920'den itibaren gündüzlü öğretime de başlamıştır. 1924 yılında Balıkesir Sultanisi lağvedilmiştir. 1931 yılında sadece 9. sınıf, okul bahçesindeki küçük bir binada öğretime tekrar başlamış ve daha sonra Sultaniden boşalan yerde öğretim yapan Öğretmen Okulu ile birlikte, bugünkü Necatibey Eğitim Fakültesine geçilmiştir. 1932-1933 öğretim yılında Balıkesir Lisesi adını almıştır. Lise, 1936 yılında tekrar eski binasına taşınmıştır. Öğrenci sayısının artması ile Mutasarrıf Konağı olarak yapılan, fakat sonradan Doğumevi olarak kullanılan binayı da derslik olarak kullanmıştır.
Ortaokul ve lise sınıfları ile öğretim yapan okulun öğrenci sayısı birden çoğalınca, ek bir yapıya gerek duyulmuş, 1953 yılında Namazgah diye bilinen arsada bugünkü okulun yapımına başlanmıştır. 1957 yılında bu bina öğretime açılmıştır. Oruçgazi Ortaokulu adı altında öğretim yapılan eski bina, 1971 yılında, oturulamaz yıkılabilir kararıyla boşaltılmış, daha sonra da büyük bir onarım görmüş, orijinalliği bozularak ahşap bölümler betonarme yapılmış ve Balıkesir Üniversitesi Mühendislik Fakültesine devredilmiştir. Bina daha sonralarda ise günümüzde de hala kullanılmaya devam etmekte olan Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi geçmiştir.
Dönemin önemli sultanilerinden olan Balıkesir Sultanisi (Lisesi), Çanakkale Savaşları'nda 94 şehit vermiştir. 1916 - 1917 Öğrencileri Çanakkale Savaşlarına İzci Olarak Katılmış, tümü şehit olumştur. Diplomasını aldıktan sonra iş hayatına başlamayıp, cepheye giden öğrenciler de oldukça fazladır.
Balıkesir kaymaklısı, Balıkesir'in ünü Türkiye'ye yayılmış özgün bir tatlısı olması yanında, Balıkesir Lisesinin kuruluş yıldönümü olan ve her yıl 13 Şubat günü yapılan kutlamalara da adını vermiştir.
Kaymaklı günü ilk kez 1952 yılında, o dönemin Lise Müdürü Hilmi Ziya Apak'ın girişimleriyle hayata geçirilmiş ve o günden bu yana da toplantılara vesile olmuştur. Önceleri lisenin kuruluş yıl dönümlerinde kutlanan kaymaklı, şimdilerde ise Mayıs ayının son haftasında kutlanmaktadır. Özellikle son iki yıldan bu yana da kaymaklı bir şenlik haftası kimliğindedir. Şenlik haftası boyunca çeşitli sanatsal ve kültürel etkinler yapılmakta ve aynı haftayı izleyen cumartesi günü de okul bahçesinde kaymaklı günü düzenlenmekte ardından da eski mezunlar kendi aralarında akşam yemeği yemektedirler.
Kaymaklının bir de kendine özgü "Sağdıçlık" müessesesi vardır. Kaymaklının bir "Başsağdıcı" ve "Sağdıçları" bulunmaktadır. Başsağdıç, yaşı, deneyimi ile, kaymaklıyı üstlenen ve kaymaklının dağıtılmasından sonra geleneksel "Kaymaklı Sofra Duası"nı yaptıran kişidir.
Başsağdıç ve Sağdıçlar mutlaka Balıkesir Lisesi'nde okumuş veya mezun olmuş kişiler arasından belirlenmektedir.
Belki de Türkiye'de müzesi bulunan nadir eğitim kurumlarından biridir. Okulun bir bölümü müze olarak oluşturulmuştur. Müzede;
Balıkesir Lisesi 1970 yılına kadar 6. sınıftan itibaren eğitim vermekteydi. Ancak orta kısmı 15.12.1970 tarihinde lise kısmından ayrılarak Balıkesir Ortaokulu adını almıştır. Ayrılmasının sebebi ise, milli eğitimdeki yeni düzenlemeler nedeniyledir. 6.-8. yıl arası bağımsız devre için, 1974 yılında eski Balıkesir Lisesi bahçesinin bir kısmına ayrı binası inşa edilmiştir. 1997 yılından sonra Balıkesir Karesi İlköğretim Okulu adını alarak ilköğretim vasfına dönüşmüştür.
Balıkesir Lisesi'nden mezun olmuş ünlülerden bazıları;
Balıkesir Lisesi
Jesse Jackson
Jesse Louis Jackson, (d. 8 Ekim 1941). ABD'li politikacı, insan hakları aktivisti, ve papaz.
ABD başkanlığı için Demokratik Parti'den 1984 ve 1988 seçimlerinde iki kez aday olduysa da, kazanamadı.
Düzlem
Düzlem, uzayda bulunan bir doğrunun yön değiştirmeden ve kendi doğrultusunda olmayan hareketiyle meydana getireceği kabul edilen yüzeylere denir. Aynı doğrultuda olmayan en az üç nokta bir "düzlem" belirtir. Paralel iki doğru düzlem belirtir. Bir doğru ile dışındaki bir nokta düzlem belirtir.
Bunların dışında, bir nokta kümesinin herhangi iki noktasını birleştiren doğrunun tamamı kümenin içindeyse buna konveks (Dış Bükey) küme, tamamı değil de bir kısmı dışında kalıyorsa konkav (iç bükey) küme denir.
Amunet
Amunet, Eski Mısır'da sözü geçen demektir. Aslında dişi Amun demektir. Mısır mitolojisinde Amunet (Amonet, Amaunet, Amentet, Amentit, Imentet, Imentit ve Ament diye de söylenir), Mısır’ın uzun panteon tarihinin farklı karakteristik özellikleri olan tanrısıdır.
Başlangıçta Amunet, havada soyut bir kadın olarak bilinir, görünmez ve Hathor’un görünümünde kabul edilmişti. Bu tanrının cinsiyeti yoktu fakat kadın ve erkek yönleri olan Amun ve Amunet’in arasında bölünmüştü. Ogdoad Teorisinde görünmezdi.
Eski Krallık’ta Hermopolis’te sekiz tanrıya ibadet edilirdi.
3. Hanedanlık’tan 8. Hanedanlık’a kadar bu böyle devam etti.
MÖ 2,686 – MÖ 2,134
Başlangıçlarda adı gizliydi. Amunet’in kadın tarafını, Amun’un da erkek tarafını almıştı. Çok önemli bir tanrıydı. En sonunda her iki soyut tarafı resmedildi ve herkes tarafından görüldü.
Ogdoad’daki kadın tanrıçalar, Amunet’i Mısırlı kobra yılanı gibi veya yılan başlı bir kadın olarak resmettiler. Ogdoad’daki erkek tanrılar ise kurbağa başlı olarak resmettiler. Amunet’in yaratıcı anne olduğunu, üremek için bir erkeğe ihtiyacı olmadığını, üremek için kendi kendine bunu yapabileceğini söyledi. Mısırlılar bunun hayvanlarla olamayacağını yoksa bütün kadınların yılan gibi olabileceğini düşündüler.
Amunet gökyüzünde bir tanrıça olarak devam etti. Bazı zamanlar kanatlı tanrıça, şahinli tanrıça veya başında devekuşu tüyü olan bir tanrıça olarak tanımlandı.
Hiyerogliflerin birinde Amunet anlatılmıştı. Başının üzerinde şahin ya da devekuşu tüyü vardı. Adının anlamı “Batının Kadını”.
Batı yönünün kişiselleştirilmesi olarak gösterilmişti.
Mısır tarihinde tanrı isimleri pek açığa vurulmaz. Çünkü kutsaldır. İsminin izinsiz bir şekilde buraya yazıldığını anlıyoruz. Yeraltındaki rolüne göre ismi Amentet ya da Imentet verilmiştir. Çoğu yerde Amunet akasya ağacıyla birleştirilmiştir.
Amunet yaratıcı anne olduğundan onun kendi ağacını ortaya çıkarmıştır. Akasya ağacı onun sembolüdür. Helopolis’in batı kenarlarındaki çöllerin üzerine bir akasya ağacı yerleştirilmişti.
Kuvvetli, dayanıklı, tıbbi özellikli ve yenilebilir olan akasya ağacı, yaşam ağacıydı. Yaşamın kaynağı bu ağaç etrafında bütün tanrıların doğum günleri kutlanırdı. Iusaaset bu ağacın kendine ait olduğunu söyleyince, Amunet bunu yerinden çıkardı.
Yardımcılık vasfında, kralın danışarak fikirlerini aldığı sözcü ve tarihçilerdir. Her olayı her zamanı tarihe naklettirmekte ve kayıtları kontrol etmektedirler.
Vendee isyanı
Vendee isyanı, Fransız İhtilali sonrasında, Vendee (Fr."Vendée") bölgesinde meydana gelen ayaklanmadır. İhtilal ile kurulan hükümet, çıkarılan bir yasaya dayanarak o bölge halkını katletmişti.
Vendee bölgesi, Fransa’nın orta-batısında, Atlas Okyanusu'na kıyısı olan bir bölgedir. Vendee ismi, bölgeden geçen bir nehirden gelir. Fransız İhtilali döneminde bölge halkı kırsal kesimde yaşayan köylülerdir ve bu bölgede Fransa'nın başka bölgelerindeki gibi sınıf ayrılıkları pek yoktur. Ancak bölgeye hakim olan Katoliklik etkisiyle halk, ihtilal sonrası cumhuriyet rejimine karşı çıkarak bir ayaklanma başlatır. Ancak ayaklanmanın sonu kötü bitecektir.
Fransa Parlamentosu 1794 tarihinde, Vendee bölgesinde yaşayan halkın “kadın, erkek ve çocuklar” dahil tümüyle katledilmesi için “Lazare Hoche” isimli generale tam yetki veren bir yasa çıkarmıştır. Tarihe Vendee Katliamı olarak geçen bu olay Birleşmiş Milletler'in soykırım tanımına uyan ve Fransız Parlamento arşivlerinde de belgeleri yer alan bir soykırımdır.
Guyam Pörol, bu olayı Le Figaro’nun 19 Mayıs 2006 tarihli sayısında “1794'te Louis-Marie Turreau'nun cumhuriyetçi cehennem birlikleri'nin Vendee halkını katletmesinin 'insanlığa karşı suç' olduğunu” itiraf etmiştir.
Reynald Secher, yazdığı "Bir Fransız Soykırımı: Vendee" adlı kitabında, yeni kurulmuş Fransız hükümetinin gerçekleşen bir ayaklanma sonrasında takındığı bu tavrı "ilk modern soykırım" olarak nitelendirmiştir.
Doğal seçilim
Doğal seçilim, belirli bir türde dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarabilmeleri yoluyla işleyen evrimsel mekanizma. Böylece dış ortama uyum sağlamakta sorunlar yaşayan bireyler ve genler organizma popülasyonundan tasfiye edilmiş ol |
maktadır. Ayrıca doğal seçme, doğal ayıklanma ya da doğal seleksiyon olarak da adlandırılır.
Doğal seçilim birey üstünde tümüyle işler ama sadece kalıtsal özellikler bir sonraki nesile aktarılabilir. Sonuç olarak yaşadıkları ortama uyum konusunda daha başarılı olan bireylerin, hayatta kalabilme, ergenlik yaşına ulaşabilme ve üreme olanakları yönünden daha avantajlı olmaları dolayısıyla, elverişli özellikler bir sonraki nesile aktarılır ve daha yaygın hale gelir.
Doğal seçilim mekanizması, bu şekilde işleyerek uyum sağlamada (adaptasyonda) başarılı olamayan bireylerin kalıtsal özelliklerinin popülasyondan ayıklanarak sonraki kuşaklara aktarılmasını önlemiş olur. Öte yandan uyum konusunda daha başarılı olan bireylerin kalıtsal özelliklerinin gelecek kuşaklara daha etkin olarak aktarılmasını sağlar. Sonuçta popülasyon, uyum sağlamada başarılı olan bireylerden oluşmuş olacaktır. Gerekli zaman verildiğinde bu pasif işlem adaptasyonlar ve türleşme, uyumsal açılım ile sonuçlanabilir.
Örnek olarak aslan ve ceylanları verelim. Ceylanların güçsüz ve yavaşlarını aslanlar yiyecektir. Bu yüzden sadece hızlı ceylanlar çiftleşme mevsimine kadar yaşayabilir. Ama aslanlarda da durum aynıdır. Hızlı koşamayan aslan aç kalır ve ölür böylece hızlılar çiftleşebilir artık yeni nesil daha hızlıdır. Ama aslanlar hızlandığı için artık hızlı olan ceylanlardan bazıları yavaş sayılmaya başlar. Bu şekilde her iki tür de hızlanır.
Fat Joe
Joseph Antonio Cartagena (d. 19 Ağustos 1970, Bronx, New York), sahne adı ile Fat Joe, Amerikalı hip hop sanatçısı. Terror Squad Entertainment plak şirketinin kurucusu ve D.I.T.C. ve Terror Squad gruplarının bir üyesidir.
Fat Joe'nun ilk stüdyo albümü "Represent", 1993'te piyasaya çıktı. Onu 1995'te "Jealous One's Envy" takip etti. 1998 ve 2006 yılları arasında Atlantic Records bünyesinde bulunan sanatçı, bu dönemde dört albüm yayınladı. 2005'te "All or Nothing" albümü çıktığı sıralarda, kendisine "Piggy Bank" adlı şarkıda sataşan 50 Cent ile medyada da kendine sıkça yer bulan bir ağız dalaşına girdi. Terror Squad'ın ikinci albümü için Fat Joe'nun Remy Ma ile birlikte kaydettiği "Lean Back", 2004 yazında Amerika Birleşik Devletleri'nde bir numara olmayı başardı.
2006'da Imperial Records ile sözleşme yapan sanatçı, 2006'da "Me, Myself & I", 2008'de "The Elephant in the Room" ve 2009'da "Jealous Ones Still Envy 2 (J.O.S.E. 2)" albümünü piyasaya çıkardı. Fat Joe, 2010 yazında "The Darkside Vol. 1" albümünü yayınladı. 2016'da Remy Ma ile ortak albüm yayınlayacağını açıklayan Fat Joe, albümün ilk single'ı French Montana ve Infared'in de ikiliye eşlik ettiği "All the Way Up"ı yayınladı. Şarkı, ABD'de 27 numaraya yükseldi ve Fat Joe böylelikle 12 yıllık aranın ardından bir kez daha ülkesinde ilk 40'a girmeyi başardı.
Trick-Trick
Christian Mathis (d. 28 Haziran 1973), sahne adıyla Trick-Trick, Afrikalı-Amerikan rap müzisyenidir. Detroitli rapçinin 2 albümü var ve Eminem'le birlikte çalışıyor.
Balon (hava taşıtı)
Balon, ısıtılmış hava ya da havadan hafif bir gazla (helyum, hidrojen vs.) doldurulan, atmosferde uçabilen, genellikle sepetli hava taşıtı. İnsanoğlu ilk olarak uçurtma ile insan ve yük taşımaya çalışmıştır ancak balon ilk kullanışlı hava taşıtıdır.
Balonun havada yükselmesi, sudaki cismin yüzmesiyle aynı ilke olan boyansi (batmazlık) prensibine dayanır. Bir balon, hacmini kapladığı havanın ağırlığı kendi ağırlığına eşit oluncaya kadar yükselir. Yükseklik arttığında havanın yoğunluğu azaldığından ağırlık dengelenir ve balon daha yükseğe çıkamaz. Eğer daha yükseğe çıkmak isteniyorsa ağırlığın azaltılması, alçalmak isteniyorsa da balonun içindeki havanın azaltılması gerekir.
Balonlar bir yerden bir yere ulaşmak için elverişli araçlar değildirler, zira sadece dikey hareket kontrolü vardır ve rüzgarla sürüklendiklerinden yatay yönlendirme imkânları yoktur. Ulaşım aracı olarak kullanılan ve bir nevi güdümlü balon olan zeplinlerin sürüklenerek değil itme kuvvetiyle yol almalarını sağlayan motorları ve havada yönlenmesini sağlayan dümenleri vardır.
Bir balon; kubbe, sepet denilen iki bölümden oluşur. Kubbe balonun havayla doldurulan yeri olduğundan yüksek iç basınca dayanıklı, küçük yırtıkların büyümesini önleyecek, gözenekli olmayan esnek ve hafif malzemelerden yapılmaktadır. Bu malzemeler "panel" denilen parçalarla yatay, dikey veya diagonal olarak şeritler ile birbirine eklenmektedir. Sepeti ve yükleri taşıyan bir ağ balonu çevreler. Balonun tepesinde alçalmak veya inişten sonra balonu söndürmek için ayrı bir iple çekilerek açılan hava boşaltma deliği vardır.
Balon fikri ilk kez 1766 yılında hidrojeni bulan Henry Cavendish’in bu gazın havadan hafif olduğunu görmesi ve 1767’de Joseph Black’ın hafif bir aracın hidrojenle doldurulduğu zaman uçabileceğini öne sürmesiyle doğdu. Ancak ilk balon hidrojenle değil sıcak havayla doldurularak uçtu. İlk uçuş 5 Haziran 1783 tarihinde Fransız Joseph Michel Montgolfier (1740-1810) ve Jacques Etienne Montgolfier (1745-1799) kardeşler tarafından Annonay köyünde çapı 10,5 metre olan ketenden bir torbayı sıcak havayla doldurarak olmuştur. Balon 450 metre kadar yükselerek 10 dakikada 1,5 millik mesafe katetmiştir.
Montgolfier Kardeşler sonraki uçuşlarını 19 Eylül 1783 tarihinde, aralarında Benjamin Franklin’in de bulunduğu kalabalık karşısında Paris’te yapmışlardır. 6 millik uçuşta balonun sepetine bir horoz, bir ördek ve bir koyun koymuşlardır.
20 Kasım 1793 yılında sıcak hava balonu Fransız fizikçi Jean François Pilatre de Rozier (1756-1783) ve bir arkadaşını da taşımış tarihte balon kullanan ilk pilotlar olmuşlardır.
Fransız Fizikçi Jacques Charles (1746-1823) sıcak havanın kısmen az bir havada yüzme etkisi yarattığını ve soğudukça bu özelliğini yitirdiğini fark etti. Sepette yakılan ateş havayı bir müddet daha ısıtmakta idi. Ancak Hidrojen gazı daha hafif ve havada yüzme kabiliyeti kalıcı idi. 27 Ağustos 1783 tarihinde Jacques Cesar Charles ilk hidrojen balonunu yaptı ve uçurmayı başardı.
Fransız fizikçi Jean-Baptiste Biot (1774-1862) ve Joseph Louis Gay-Lussac (1778-1850), 1804 yılında 6,5 km yüksekliğe çıkarak bu yükseklikteki havanın bileşimini sınadılar ve dünyanın manyetik alanının doğasını incelediler. Bu bilimsel amaçlı olarak yapılan ilk uçuştu.
1902 yılında Fransız Meteorolog Leon Philippe Teisserenc de Bort (1855-1913) insanların çıkamadığı yükseklikler için ölçüm aletleri yerleştirilmiş insansız balonlar uçurmuştur. Bu yöntemle atmosfer sıcaklığının 11 km yüksekliğe kadar düzenli olarak düştüğünü tespit etmiş ulaşabildiği daha yükseklerde ise sıcaklığın sabit kaldığını tespit etmiştir.
1931 yılında ise İsviçreli fizikçi Auguste Piccard (1884-1962) kapalı bir vagon yaptırarak iyonosfer ve kozmik ışınları inceleyebilmek için 16 km'ye kadar balonla çıkmayı başarmıştır.
Lamer
Lamer, interaktif internet jargonunda, çocukça şeyler yapan veya başkalarını rahatsız eden kimseleri tanımlamak için kullanılan bir kavram. Sözcük ilk ortaya çıktığında, İngilizce halk ağzında, şifre kırıcıları (cracker) ve bedava telefon konuşması yapmak için telekomünikasyon ağlarına kanunsuz giriş yapan kimseleri (phreaker) tanımlamak için kullanılırdı. Zamanla kullanım alanı genişledi.
Kavramın günümüzdeki anlamda kullanımı 1980'lerde Amiga için yazılmış ‘Lamer Exterminator’ virüsüne dayanır. "Lame" sözcüğü İngilizcede aslen "sakat" anlamına, lamer sözcüğü de "sakat bırakan" anlamına gelir. "Lame" sözcüğü, özellikle Amerikan argosunda, "naif" veya "sosyal ilişkiler açısından beceriksiz" anlamında da kullanılır.
Lamer günümüzde topluluk tarafından hoşlanılmayan IRC ve BBS kullanıcıları ile çevrim içi oyuncular için de kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin bir IRC sohbet odasında lamer olarak tanımlanan kişi; kelimeleri büyük-küçük harf karışık şekilde yazmak, tüm kelimeleri kısaltmalar hâlinde yazmak gibi, sohbet edenleri kızdırmaya yönelik davranışlarda bulunur. Bazı sohbet odaları "lamer" davranış paternlerini tespit eden ve ilgili kullanıcıyı otomatik olarak engelleyen yazılımlar kullanır.
Çevrim içi korsan kültüründe Lamer, herhangi bir filmi, albümü vs. henüz piyasaya çıkmadan internetteki korsan paylaşım sitelerine yüklediğini iddia eden ancak genellikle çok kötü kaliteli, virüslü ya da alakasız ürünler yükleyen kişidir.
Lamer, hacking ve bunun için gereken bilgisayar uzmanlığı ve programlama yeteneğinin nesnel yönleri yerine, çoğunlukla öznel taraflarıyla ilgili, gösteriş yapma dikkat çekme ve çevredekilerin ilgisini toplama amacındaki kişidir. İnternette forum açip ya da irc kanallarında toplanarak grup oluşturduktan sonra başkalarınca hazırlanmış exploit ve solucan `ları kullanarak web sitelerine saldırır, kullanıcı hesaplarını ele geçirmeye calışır. Elde ettikleri hesap bilgilerini kullanarak kişisel bilgisayarlara, mail hesaplarına ya da zayıf sunuculara internet üzerinden girerek zarar vermeye calışırlar. Aralarında 'DoS Attack' olarak bilinen Denial of service saldırısı kullanıp bazı web hostinglerine ait serverlara erişimi güçleştirmeye ya da ağır zarar vermeye çalışanları da mevcuttur.
Lamerın, hazır yazılımları kullanmayı becererek geçici ve kısa süreli olsa dahi zarar verebilenlerine çoğunlukla Script Kiddie, bunun dışındakilere ise doğrudan Lamer denilir. Genellikle saldırganlık güdüleri öğrenme isteklerinden baskındır. Bu yüzden işin bilgiye dayanan bölümü ile uğraşmaktan hoşlanmazlar ya da uğraşsalar bile yeterli becerileri olmadığı için bir şey anlamazlar.
Lamer olarak adlandırılabilecek kişilerde şu özelliklerden biri veya birkaçı bulunabilir.
Bazı popüler lamer saldırı yöntemleri;
Ig Nobel Ödülleri
Ig Nobel ödülleri; Harvard Üniversitesi tarafından Nobel'in bir parodisi olarak en anlamsız, saçma anlaşılabilecek ve yeniden üretilmeyecek, üretilmemesi gereken bilimsel çalışmalara verilen ödüllerdir. Ig Nobel, değersiz anlamına gelen ignoble kelimesi oynanarak uydurulmuş bir kelimedir.
Ödüller her yıl Aralık ayında bilimsel mizah dergisi 'Annals of Improbable Research' tarafından Harvard Üniversitesi'nde düzenlenen tören |
le 'ilk anda insanları gülümsetecek ama sonra onları düşündürecek' on başarıya verilir.
Ig Nobel'leri herhangi bir para ödülü içermemekte ve hayal gücünü onurlandırmak için verilmekte, insanların dikkatini bilim, tıp ve teknolojiye çekmek amacını gütmektedir. Kazanan bütün araştırmalar gerçek veriler içermekte ve prestijli bilim dergilerinde yayımlanmış olmaktadır.
2006 yılında 16. kez düzenlenmiştir. Ödül kazanan projeler şunlardır:
Yeraltı Operasyonu
Türkçe Rap dünyasının gelmiş geçmiş en büyük toplama albümü olarak kabul edilir. Çünkü bu albüm günümüze ışık tutmuştur. Bugünün en büyük rap müzisyenleri olarak anılan sanatçılar bu albümde yer almışlardır. Albüm Kod Müzik etiketiyle çıkmıştır. Albümde Sagopa Kajmer (Silahsız Kuvvet), Ceza, Dr. Fuchs gibi isimler yer almıştır. Albüm organizasyonunu Statik grubunda yer alan, bugün Türkçe rap müziğin en önemli simalarından Turbo yapmıştır. Albüm 1999 yılında piyasaya çıkmıştır.
Sagopa Kajmer Resmi İnternet Sitesi
Ceza Resmi İnternet Sitesi
Nil Muharebesi
Nil Muharebesi, Fransız Devrim Savaşları'nın deniz savaşlarından biridir. Fransa'nın Mısır Seferi'nin ilk aşamalarındandır. Amiral Horatio Nelson komutasındaki Britanyalı donanmasıyla Amiral François-Paul Brueys D'Aigalliers komutasındaki Fransız donanması arasında 1-2 Ağustos 1798 tarihlerinde, Nil deltasındaki Abukir Koyu'nda gerçekleşmiştir. Abukir Deniz Muharebesi olarak da adlandırılır.
General Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız ordusunun Mısır'ı istila etmesi, Uzak Doğu'daki İngiliz çıkarlarını tehdit etmekteydi. Fransız ordusuyla birlikte Mısır’a gelen bilim heyetinin görevlerinden biri, Akdeniz'le Kızıldeniz arasında bir gemi yolunun inşaası konusunda fizibilite çalışmaları yapmaktı.
Fransız ordusunun Mısır'da karaya çıkışından hemen hemen üç hafta sonra, 1 Ağustos 1798 tarihinde, Amiral Nelson komutasındaki 14 parça gemiden oluşan Britanyalı donanması, Fransız ordusunun ikmalini ve denizden korumasını üstlenen Fransız donanmasını saptadı. Fransız donanmasındaki gemiler, sancak tarafları açık denize dönük olarak demirlemiş ve birbirlerine zincir hattıyla bağlanmışlardı. Bu zincir hattı, Britanyalı gemilerinin aradan geçmesini engelleyecek bir hat oluşturmak amacındaydı.
Nelson bu tertiplenişte zayıf noktayı hemen keşfetmiştir. Gemilerini iki gruba ayırmış, bir grup geminin Fransız gemi hattının önünden geçerek bu hat ile sahil arasına kaymasını emretmiştir. Diğer grup gemiler ise Fransız donanmasının üzerine ilerlemişler, sola çark ederek sancak toplarını Fransız gemilerine çevirmişlerdir. Böylece Fransız gemileri iki ateş arasına alınmıştır. Nelson'un saldırı için geceyi seçmesi de gemilerinin manevrasının gizlenmesi konusunda avantaj yaratmıştır.
Sonuçta Nelson Abukir Limanı'nda demirli Fransız donanmasını imha ederek Mısır’daki Napolyon ordularının Fransa ile deniz bağlantısını kesmiştir. Kuşkusuz Bonapart, ordularının gıda gereksinimini "yerinde ikmal" ilkesiyle Mısır'dan sağlayabilirdi. Ancak cephane ve silah ikmali konusunda zorluklar yaşanacaktı. Ordusunun tamir atölyeleri vardı ancak, gerekli malzemenin deniz yolundan sağlanamaması, Mısır’da bunun için yeterli tesislerin bulunmaması Bonapart'ı bir karar vermeye zorlayacaktı. Donanma ile ikmal sağlanabilse, Mısır'da kalınıp bölge tutulabilirdi. Ama şimdi uzun süre Mısır’da kalınması olanaksız hale gelmişti.
Bonapart bunun üzerine Orta Doğu yönünde ilerlemek zorunda kalmıştır. Muhtemelen, Osmanlı İmparatorluğu’nu, gerekli malzemeyi kendisine sağlayacak bir antlaşmaya zorlamak hesabındaydı.
Ancak ordusu Akka kalesi önünde durdurulmuş, Mısır’a dönmek zorunda kalmıştır. Ordusunun Mısır’da uzun süre kalamayacağını bilen Napolyon, bu orduyu Mısır’da bırakarak Fransa’ya dönmüştür. Nil Savaşı ve bunun ardından gelen Akka yenilgisi, Napolyon’un Mısır Seferi’nin başarısızlığına neden olmuştur.
Yeraltı Operasyonu 2
Yeraltı Operasyonunun ikincisidir. 17 Ağustos 2001 tarihinde Kod Müzik etiketiyle piyasaya sürülmüştür. Albümün organizasyonu, Yeraltı Operasyonu 1'deki gibi yine Turbo tarafından yapılmıştır. Albümde: Yener, Islamic Force, Sırtlan, Sultan Tunç, Statik, Hakan MC, Emir, IQ, Mr. L, Rez, Karakalp, Şeytani Vuruş, Darağacı, Mic i-30, Tatbikat yer almıştır.
AFC Asya Kupası
AFC Asya Kupası, Asya Futbol Konfederasyonu (AFC) tarafından düzenlenen uluslararası bir futbol şampiyonası. Kupayı alan takım Asya Şampiyonu ilan edilir ve FIFA Konfederasyonlar Kupası'na katılma hakkı kazanır.
Asya Şampiyonası 1956'dan beri her dört yılda bir yapılırdı. Son şampiyona 2004'te Çin'de yapılmıştı. Ancak, Yaz Olimpiyatları ve Avrupa Futbol Şampiyonası da aynı yıllarda yapıldığı için, dünya spor ajandası çok yoğun oluyordu. Bu sorunu çözmek için AFC gelecek Asya Kupası'nın 2007'de yapılacağını duyurdu.
Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 11 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı kanunla kurulmuş ve 1993-94 öğretim yılında İktisat ve İşletme Bölümleriyle lisans öğrenimine başlamıştır. Fakültemiz; İktisat, İşletme, Kamu Yönetimi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Turizm İşletmeciliği, Maliye, Ekonometri ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere sekiz bölümden oluşmaktaydı.
İktisat ve İşletme Bölümleri 1993-94 öğretim yılında, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü 1995-96 öğretim yılında, Kamu Yönetimi Bölümü 1996-97 öğretim yılında lisans öğretimine başlamış olup, I. ve II. Öğretim olmak üzere ikili öğretim yapmaktadırlar. Uluslararası İlişkiler Bölümü de sadece I. öğretim düzeyinde 1997-98 öğretim yılında öğretime başlamıştır. Turizm İşletmeciliği Bölümü 2001-02 öğretim yılında, Maliye Bölümü ise 2002-03 öğretim yılında öğrenci alarak faaliyete geçmiştir. Ekonometri Bölümü henüz öğretime başlamamış olup, öğretim hazırlıklarını sürdürmektedirler.
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları kamu ve özel kesimde çok geniş çalışma imkânlarına ilaveten "kaymakamlık" ve idare ve vergi mahkemelerinde "hakimlik" haklarına da sahiptirler. Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı olarak, İktisat, İşletme, Kamu Yönetimi ve Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümlerinde yüksek lisans ve doktora düzeyinde de öğretim yapılmaktadır.
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde 10 profesör, 8 doçent, 40 yardımcı doçent, 5'i yurtdışında olmak üzere toplam 41 araştırma görevlisi ve 2 uzman olmak üzere toplam 101 öğretim elemanı ile 15 idari personel görev yapmaktadır. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde, birinci öğretimde 1318, ikinci öğretimde 961 olmak üzere toplam 2279 lisans öğrencisi; 424'ü yüksek lisans, 73'ü doktora öğrencisi olarak da toplam 497 lisansüstü öğrencisi öğrenim görmektedir.
2010 yılı itibarıyla İşletme Fakültesinin kurulmasıyla işletme, insan kaynaklarıi turizm otelcilik bölümlerinin ayrılmasıyla İktisat, Kamu Yönetimi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Maliye, Ekonometri ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır.
Edgar Manuçaryan
Edgar Manuçaryan (Ermeni: Էդգար Մանուչարյան, 19 Ocak 1987, Erivan), Ermeni futbolcudur. Ermenistan millî futbol takımının tarihteki en yetenekli oyuncularından biri olarak kabul edilmektedir.
Futbola Ermenistan'ın Pyunik kulübünde başlamıştır. Bu takımda gösterdiği performansla büyük kulüplerin dikkatini çekmiştir. 18 yaşında Ajax takımına transfer olmuştur. 2009-2010 sezonunda kiralık olarak Haarlem ve AGOVV formaları giyen futbolcu, şu an eski takımı Pyunik'te forma giymektedir.
2004 yılından bu yana Ermenistan millî futbol takımının da formasını giyen Manucharyan, çıktığı 27 maçta 5 gol kaydetmiştir.
Hashöyük
Hashöyük, Kırşehir iline bağlı olup Kırşehir'e 35 kilometre uzaklıkta olan aynı isimli köydedir.
Köyde 20 ev mevcut olup temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır köy hızla dışarıya göç vererek gittikçe küçülmektedir. İleride höyükle aynı kaderi paylaşması muhtemeldir.
Hashöyük'te 1931 yılında Türk, İtalyan ve Fransız arkeologlar, arkeolog Louis De Laporte başkanlığında yaklaşık dört yıl süren ilk kazılar yapılmış bu kazı daha sonra arkeolog Halit Çamlıbel tarafından 1941'de tekrar devam ettirilmiştir. Bu kazılarda tunç dönemine ait eserler bulunmuştur. 1943 yılındaki kazılarda Tunç Çağına ait 5-6 katman bulunmustur.
Delaporte Hashöyük'te bulunan kerpiç ve taş yapılaşma izlerine, astarlı çanak ve çömleklere, boynuzdan yapılmış adak ve mühürlere bakarak buranın tarihini M.Ö 4000 in sonu ile 3000 in başına kadar götürmektedir.
Bazı araştırmacılar bu bulguların Kalkolitik çağa ait olduğunu iddia etmektedir. Bunun sebebi de bu bölgenin asyadan avrupaya göç yolu üzerinde olmasındandır. Hashöyük den çıkarılan eserler Kırşehir müzesinde sergilenmektedir
Ay taşı
Ay taşı Ay'da oluşmuş olan taşları tanımlamak için kullanılır. Terim ayrıca Ay'a yapılan keşiflerde toplanan diğer ay ile ilgili maddeler için de kullanılmaktadır.
Dünya'daki Ay taşlarının şu an içiğunluğu Apollo 15, Apn adı Apollo 11 görevindeki astronotların ardından adlandırılmıştır: "Arm"strong, "Al"drin, ve "Col"lins.
Apollo Ay taşlarının ana depolama yeri Houston, Teksas'daki Lyndon B. Johnson Uzay Merkezi'ndeki Ay Örnek Binası'dır. Güvenli koruma için, San Antonio, Teksas'da Brooks Hava Kuvvetleri Üssü'nde küçük örnekler bulunmaktadır. Taşların çoğu nemden korunması için nitrojen içinde saklanmaktadır. Taşların üzerindeki ölçümler, özel aletler kullanılarak el sürülmeden yürütülmektedir.
Ay seferleri boyunca toplanan ay taşları paha biçilmez olarak kabul edilmektedirler. 1993'de, Luna 16 seferinden 0.2 g ağırlığında üç küçük parça 442.500 Amerikan dolarına satılmıştır. 2002'de Ay Örnek Binası'ndan çok ufak Ay'a ve Mars'a ait parçalar çalınmıştır. Parçalar 2003'te geri alınmıştır, NASA, mahkemede çalınan ağırlığı 285 g (10 oz.) olan parçaların değerini $1 milyon dolar olarak tahmin etmiştir. Ay meteorlarından elde edilen ay taşlarının da değerleri çok yüksektir, genellikle özel koleksiyoncular tarafından satılmakta ve ticareti yapılmaktadır.
Birkaç yüz küçük örnek hazırlanmış ve ul |
usak hükümetlere ve A.B.D. valiliklerine sunulmuştur. Bunlardan en azından bir tanesi daha sonra çalınmış, satılmış ve geri alınmıştır. Diğer örnekler müzelere gitmiştir, bu müzelerin içinde Amerikan Ulusal Hava ve Uzey Müzesi, Kansas Kozmosfer ve Uzay Merkezi ve Kennedy Uzay Merkezi bulunmaktadır. Kennedy Uzay Merkezin'de ufak bir ay taşı parçasına dokunulmasına izin verilmektedir. NASA 382 kg (842 lb) ağırlığındaki örneğin 295 kg (650 lb) kadarının bozulmamış olarak Johnson Uzay Merkezi'nde olduğu söylemektedir. Hasselblad çalışanları tarafından, görev sonrası bir kamera temizlenirken biraz ay tozu toplanmıştır.
Euripides
Euripides (Yunanca: Ευριπίδης) (MÖ 480 - MÖ 406), Eshilos ve Sofokles'ten sonra Atina'nın yetiştirdiği üçüncü büyük trajedi şairidir. Düşünce adamı, Atina’lı oyun yazarlarının en büyüğü olan, insanları bekleyen gerçek ve zorlu sorunları ortaya koyarak insanları düşünmeye zorladı. Bernard Shaw gibi Euripides de insanları tedirgin etmiş ve kızdırmıştır. Kutsal değerlere saygısızlık ve kadın düşmanlığıyla suçlanmıştır. Ama yine de üstün şiirsellikle anlatılan düşünceleri dinlenmiştir. Vatanı olan Atina’yı terkedinceye kadar da bu taşlama ve lanetlemelerin ardı arkası kesilmemiştir. Fakat ölümünden sonra bütün tragedya yazarlarının en ünlüsü, en aralanılanı olmuş ve o çağdan bu yana adı ölmez yazarlar arasında yer almıştır.
Euripides, M.Ö. 480 yılında Salamis’de doğdu. O tarihte Yunanlarla Pers İmparatorluğu arasında amansız savaşlar yaşanıyordu. Euripides’in anne ve babasına birçok kötü yakıştırma yapılmasına rağmen gerçekte, babası Apollon tapınağı ile ligili bir görevin mirasçısı zengin bir soydan geliyordu. Kaynaklara göre annesi de soylu bir ailenin kızıydı. Evripides gençliğinde resim üzerine çalışmış ve sanatını sürdürme amacında olmasına rağmen yirmi beş yaşında,tragedya ve şiir yazmak için resmi bırakmıştır. İlk oyunu olan ”Pelias’ın Kızları”, MÖ 455 yılında sahneye konmuş ve Atina halkı o an gökyüzünden yeni bir yıldızın inmekte olduğunun farkına varmıştı. Bu yeni şairin tiyatronun tumturaklı ve ağdalı dilinden çok uzak yalın ve güçlü bir deyişi ve yeni fikirleri de beraberinde getirdiğini anlamıştı.
Euripides’in yenilikçi ve korkusuz bir yanı vardı. İlginç olayları anlatırken yeni teknik buluşlar kullanıyordu. En güçlü yönü de gerilim sahnelerindeki başarısı ve her sahnede üstün bir şiirsellik yaratmasıydı. MÖ 438'de Truva Savaşı'nda Akhilleus’un mızrağıyla yaralanan Telephus’un hikâyesini anlattığı oyunda geçen olaylar dizisi ve bunların sahneye uygulanışı Evripides’in gücünü ortaya koyar. Bu oyun, eski Yunan sahne geleneklerine indirdiği darbe nedeniyle de büyük önem taşır. Bir dilenci ilk defa sahici paçavralarla sahneye çıkmıştı. Bu o zamanki izleyici üzerinde şok etkisi yaratmıştı. Oyunun sahneye konmasındaki gerçekçilik, Euripides’in en acmasız eleştirmeni ve Yunan tiyatrosunun en büyük komedi ustası Aristophanes’in saldırı nedenlerinin başında gelir.”Thesmosphoriazusae” adlı komedisinde Aristophanes, Yunan kadınlara,oyunlarında kadın kişilerini sevimsiz gösterdiğinden ötürü Euripides’den intikam almak üzere komplo hazırlatır.
Fakat Euripides’in kadınları, tutkularına kapılsalar da, hiçbir zaman sevimsiz değillerdir. Sadece idealleştirilmelerinin yanında yaşayan birer insan oldukları gerçeğini vurgularlar. Euripides ayrıca geçmişin ulu tanrılarının, nasıl yeri geldiğinde hiç de tanrısal olmayan hilelere başvurduklarını açık seçik sahnede ortaya koydu. Bu, çoğu kimsenin tanrılara hakaret olarak algıladığı bir bakış açısıydı.
Euripides bir demokrattı, fakat demagoglardan ,büyük bürokratlardan, halkına savaş ve felaket getiren kayıtsız ve kaygısız önderlerden nefret ederdi. ”Yakaranlar” ve ”Truvalı Kadınlar” adlı oyunlarında Sparta ile süregelen savaşın iç karartan izleri görülür.Bu ünlü tragedya yazarının hayatı üzerine söylenebilecek çok az şey olmasına rağmen,Salamis’deki topraklarında yaşadı ve şiirlerini denize bakan bir mağarada yazardı. Mümkün olduğu kadar topluma az karışan, ağırbaşlı ve somurtkan bir adamdı.İnsanlardan uzak seçtiği bu yalnız yaşam, onun tanrılardan nefret eden,toplumla ilişkilerini kesmiş, huysuz, hırçın ve kuşkucu bir kişi olarak tanınmasına yol açmıştır.
Euripides bir Atina vatandaşı olarak kendini toplum hayatından büsbütün ayrı tutmamıştır. Orduda görev almış, Magnesia konsüllüğü yapmış ve devlete parasal yardımlarda bulunmuştur. MÖ 408 yılında tanrılara saygısızlık ettiği gerekçesiyle komedi yazarlarının ve halkın saldırılarına maruz kalarak Atina’yı terk etmiş Makedonya kralı Archelaus’a sığınmıştır. Kral tarafından çok iyi karşılanmış ve ölmeden önceki bu on sekiz ayını huzur ve barış içinde yaşamıştır. Ölüm nedeni çelişkilidir , kimi söylentilere göre saraydaki kıskanç kişiler tarafından av köpeklerine parçalatılmıştır. ”Bacchae” adlı oyunu ölümden sonra sahnelenmiş ve ödül almıştır.
Euripides’in kendi izinden giden üç oyun yazarı oğlu ölümünden sonra babalarının oyunlarını sahnelemişlerdir. Euripides’in 80-90 tragedyası olduğu bilinmesine rağmen günümüze yalnız 18 tanesi erişebilmiştir.
Bu listedeki trajedi oyunları elimizde tüm olarak değil de ancak parçalar halinde bulunmaktadır. Bunlardan bazıları sadece bir isim ve birkaç satır halindedir. Diğerlerinde ise eldeki parçalar eserin çok geniş bir kısmını kapsamaktadir ve böylece eser hakkında, kısmi da olsa, geniş bilgi elde bulunmaktadır.
AC Perugia Calcio
Perugia Calcio, İtalyan futbol kulübü. AC Perugia kulübünün iflas etmesinden sonra isim değişikliğine uğramış futbol kulübüdür. Kırmızı-beyaz renklere sahip takım Serie C1/B'de mücadele etmektedir. İç saha maçlarını, 23.625 kapasiteli Renato Curi Stadyumu'nda oynamaktadır.
2003 yılında UEFA Intertoto Kupası'nı kazanma başarısı gösteren takım, 2004 yılında Serie A'dan düşmüştür.
Son güncelleme: 5 Kasım 2011
FK Dnipro
FK Dnipro Dnipropetrovsk Ukraynalı futbol kulübü. 1918 yılında kurulmuş olan kulüp maçlarını 31.000 kişilik Dnipro Stadyumu'nda oynamaktadır. Mavi-beyazlı ekip 2 kere Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği şampiyonu olmayı başarmıştır. Ardından Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 1992 yılında kurulan Premier Liga'da 2 defa lig ikincisi olmuştur. 2014-2015 sezonunda UEFA Avrupa liginde final oynama başarısı göstermiştir. Ancak finalde Sevilla'ya 3-2 kaybederek Avrupa ikincisi olmuşlardır.
Wisła Kraków
Wisła Kraków (), Polonya'nın Krakov şehrinde kurulmuş futbol kulübü. Ev sahibi maçlarını 33.268 kişilik Miejski Stadı'nda oynarlar. Kırmızı-beyazlı takım 2010-11 sezonunda Polonya Ligi'nde 1. olmuştur. Kulübün maskotu ejderhadır.
Wisła, Polonya'nın en eski ve en başarılı kulüplerinden biridir. Şu ana kadar Polonya Ligi'ni 14 kez kazanmışlardır.
Güncelleme: "21 Ekim 2015 itibarıyla"
Gilles Veinstein
Gilles Veinstein (d. 18 Temmuz 1945, Paris - ö. 5 Şubat 2013 Fransa ) Osmanlı ve Türkiye tarihi konusunda uzman Fransız Türkolog'tur.
1998'den beri Collège de France'de ders vermektedir. Ermeni Tehciri'nin "soykırım" olarak tanımlanamayacağını, bunun ermeni milisler tarafından kışkırtıldığını söyleyerek Ermeni diasporası'nın tepkisini çekmişti. Bunların sonucunda Veinstein ölüm tehditleri almış ve meslek hayatı tehlikeye girmiş, ardından da sessizliğe bürünmüştü.
Osmanlı metinleri konusunda Pertev Naili'den ders almıştır.
Yovan Çavuş
Iovan Tsaous (1893 - 1942, Yunanca: Γιοβάν Τσαούς) Yunan besteci. Rebetiko müzikler bestelemiştir. Gerçek adı Yannis Eitziridis veya Etseiridis ("Γιάννης Εϊτζιρίδης" veya "Ετσειρίδης").
Iovan Tsaous 1893 yılında Kastamonu'da doğdu. Türkiyede ismi Yovan Çavuş olarak bilindi. Yeni Türkü'nün seslendirdiği Yaman Çavuş adlı şarkının bestecisidir.
Jürgen Klinsmann
Jürgen Klinsmann (d. 30 Temmuz 1964, Göppingen-Almanya), Alman millî eski futbolcu ve teknik direktör. 80'lerin sonu ve 90'larda Avrupa ve dünyanın en iyi golcülerinden biri olarak gösterilmektedir.
81-82 sezonunda 17 yaşında Stuttgarter Kickers takımıyla profesyonel olan Klinsmann 3 sezon boyunca Bundesliga 2'de forma giydi. 1983-1984 sezonunda attığı 19 golle dikkat çekti ve aynı şehrin daha büyük takımı VfB Stuttgart'a geçerek Bundesliga'da oynamaya başladı.
VfB Stuttgart'ta forma giydiği 5 sezonda 155 maça çıkıp 79 gol attı. Burada gösterdiği performansla Almanya millî takımında da oynamaya başladı. Almanya'da düzenlenen 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda yarı final oynayan takımda yer aldı ve 1 gol attı. Ayrıca 1988 yılında hem gol kralı hem de Almanya'da yılın futbolcusu seçildi.
Etkili oyunu, golcülüğü nedeniyle birçok büyük takımdan transfer teklifleri alan Klinsmann, tercihini, millî takımdan arkadaşı Lothar Matthaus'un da forma giydiği, İtalyan FC Internazionale Milano'dan yana kullandı. FC Internazionale Milano ile 1989 yılında Supercoppa Italiana'yı ve 1991 yılında Uefa Kupası'nı kazandı.
İnter'deki iyi oyunuyla 1990 FIFA Dünya Kupası'nda da Almanya forması giyen Klinsmann, FIFA Dünya Kupası'nı kazanarak en büyük başarılarından birini elde etti.
İtalya'dan ayrıldıktan sonra Fransa'nın yolunu tutan Klinsmann, burada AS Monaco FC forması ile 2 sezon mücadele etti. İlk sezonunda 35 maçta 19 gol, ikinci sezonunda 30 maçta 10 gol performanslarını gösterdi.
Fransa'dan sonraki durağı İngiltere oldu. Burada bir sezon kaldığı Tottenham Hotspur'da 41 maçta 21 gol attı. Bu tek sezonluk performansı ile "İngiltere Futbol Yazarları Birliği" tarafından yılın futbolcusu seçildi.
Klinsmann çok başarılı olmasına, uluslararası kupalar ve ödüller kazanmasına rağmen, hiç lig şampiyonluğu yaşamamıştı. Bu şampiyonluğu da elde etmek için ülkesinin en büyük takımlarından Bayern Münih'in teklifini kabul etti ve Almanya'ya geri döndü.
Bayern Münih'teki ilk sezonunda 32 maçta 16 golle takımının en golcü ismi oldu. Ama Bayern Münih, Borussia Dortmund'un arkasında 2. olabildi. Fakat o sene Uefa Kupası zaferini bir kez daha elde etti.
O sezon sonu 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Almanya millî takımı ile İngiltere'deki finallerde mücadele etti. Almanya ile FIFA Dünya Kupası'ndan sonra Avrupa şampiy |
onluğu sevincini de yaşadı. Turnuva'da 3 golle Almanya'da adına en golcü isim oldu.
Klinsmann ilk lig şampiyonluğuna en sonunda 1996-1997 sezonunda ulaştı. Bayern Münih 71 puanla Christoph Daum'un çalıştırdığı Bayer 04 Leverkusen'in 2 puan önünde ipi göğüslemeyi başarırken Klinsmann'da 33 maç 15 gol istatistiklerini elde etti.
Almanya'dan sonra bir kez daha İtalya'ya bu kez Sampdoria'ya gitti. Sampdoria'da sadece 8 maçta forma giydi ve 2 gol attı. Sezonun ikinci yarısında ise eski takımı İngiliz Tottenham Hotspur'da forma giydi ve burada da 15 maçta 9 gol attı. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda da Almanya forması giyip 3 gol attı ve futbolu bıraktı.
Futbolu bıraktıktan sonra ABD'ye yerleşti. ABD'de 39 yaşındayken Orange County Blue Star takımı play-off'lara kalabilmek için Klinsmann'a teklifte bulundu. Klinsman bu teklifi kabul etti ve yaşına rağmen 8 maçta 5 gol ile takımının play-off'lara kalmasını sağladı.
2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan sonra Almanya millî takımının başına getirildi. 2005 Konfederasyon Kupası'nda millî takımı 3. yapmayı başardı. Almanya'da düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nda da millî takımı 3. yapmayı başardı ve millî takımdan ayrıldı.
2008-2009 sezonunda Bayern Münih'in başına geçti. Bayern Münih'te aldığı kötü sonuçlar, kupa ve şampiyonlar liginden elenilmesi sonucu ligin 29. haftası sonunda ayrıldı. O tarihten sonra da başka kulüp çalıştırmadı.Şu anda halen ABD millî takımını çalıştırmaktadır.
Abhazca
Abhazca (Abhazca: Аҧсуа бызшәа, "apsua bızşa" veya аҧҫшәа, "apşa" ), Kuzeybatı Kafkas dillerinden biridir. Esas olarak Abhazya ve Türkiye’de konuşulur. Abhazya Cumhuriyeti’nin Rusça ile birlikte resmi dilidir. Abhazca, Abhazya’da yaklaşık 150 bin kişi tarafından konuşulur. Abhazca ayrıca Rusya ve Suriye’de de konuşulan bir dildir.
Abhazca, Kuzey Kafkasya kökenli Kuzeybatı Kafkas Dilleri öbeğine bağlıdır. Kuzeybatı Kafkas Dilleri, Kuzeydoğu Kafkas Dilleriyle ilişkili sayılır ve bu iki öbek Kuzey Kafkas dillerini oluşturur. Abhazca, Abazaca ile çok yakın bir dildi. Bu iki dili aynı dilin diyalektleri olarak değerlendiren görüşler de vardır. Öte yandan Ubıhça da Abhaz-Abaza dillerine yakın bir dil sayılır.
Abhazca asıl olarak, resmi dil olarak da kullanılan Abhazya’da konuşulur. 1995 tarihli Gürcistan Anayasası, Abhazya’da ikinci resmi dil statüsü tanımıştır. Abhazca, 19. yüzyılda Abhazya’dan sürülen muhacirlerin de dilidir ve bu muhacirlerin göç etmiş olduğu Türkiye ve Suriye gündelik dil olarak konuşulurdu. Almanya, Hollanda ve ABD’ye göç eden nüfus arasında bu dili konuşanlar mevcuttur.
Abhazca, başlıca üç diyalekte ayrılır:
Abhazca yazı dili, Abjua diyalektine dayanır.
Bu konuda en dikkati çeken Ömer Büyüka'nın (1901-2001) çalışmalarıdır. Türkiye'deki Abhaz-Abaza kökenli Türk vatandaşları arasında ""Ömer Amca"" olarak tanınan ve sevilen Büyüka'nın yayımlanmış çalışmalarının yanında henüz yayımlanmamış çalışmaları da bulunuyor.
Rubens Barrichello
Rubens Barrichello (d. 23 Mayıs 1972), Brezilyalı Formula 1 pilotu. 1993 yılında Jordan takımı ile F1 başlamıştır sırası ile Stewart 1997-1999, Ferrari 2000-2005, Honda 2006-2008, Brawn 2009, Williams 2010-2011 takımlarında yarışmıştır. Formula 1 tarihinin en tecrübeli pilotu ünvanına sahiptir toplamda 326 yarışa katılmış ve 658 puan toplamıştır 11 yarış kazanıp 68 sefer podyuma çıkma başarısı göstermiştir,14 pol pozisyonu ve 17 en hızlı tur zamanına sahiptir.
2000 ile 2005 yılları arasında Scuderia Ferrari takımında Michael Schumacher'in takım arkadaşlığını yapmıştır.
2001 yılında pilotlar şampiyonasında 3. olan Barrichello'nun kariyerinde 10 yarış birinciliği bulunmaktadır. 2002 Avusturya Grand Prix'inde gelen talimat üzerine kendisi 1. sıradayken Schumacher' e yol vererek 2.olmuştur. Podyuma çıktığında ise Schumacher kendisi yerine onu 1.sıraya koymuştur.
2004 Çin Grand Prix'sinden 5 yıl sonra Telefonica Avrupa Grand Prixinde 1.liği elde ederek, kariyerinin 10. birinciğini kazanmıştır.
2012 sezonunda kendine bir koltuk bulamadığı için f1 den ayrılarak IndyCar serisine geçmiş ve halen IndyCarda yarışmaktadır.
Hızlı göz hareketi
Hızlı göz hareketi (Rapid eye movement; REM) (HGH), uykunun rüya görülen kısmıdır. Adını, bu esnada gözlerin hızlı hızlı hareket etmesinden alır.
Uyku 5 evreden oluşmuştur. Bu evreler şu şekilde sınıflandırılabılır. REM evreleri ve N-REM evreleri, yani hızlı göz hareketinin olduğu evre ile olmadığı evreler. REM esnasında beynin çalışması uyanıkkenki çalışmasına benzer olduğu için bu evre çok önemlidir. Bir teoriye göre hatırlama-anımsayabilme olgusu REM uykusu esnasında gerçekleşir.
Normal bir uykuda yaklaşık bir buçuk saatte bir hızlı göz hareketi evresi tekrarlar ve evrenin süresi 20 dakika kadar devam eder. REM rüya esnasında kişinin gözleri hareket halindedir. Ayrıca REM uykusu esnasında uyandırılan şahıslar çoğunlukla rüya görmekte olduklarını bildirmişlerdir.Rüya esnasında uyandırılan şahıs gün içerisinde yorgun, asabi bir hal alırlar. REM uykusu tamamlandığında uyanan insanların daha dinç hissettikleri de bilinmektedir.Bunun nedeni ise REM uykusunda iken beyinin hareket fonksiyonlarını engelleyerek kısmi bir felç hali yaratmasıdır.Çocuklukta REM uykusunun süresi daha fazladır. REM uykusundaki bir kişi televizyon seyrederken harcadığı enerjiden daha fazlasını harcamaktadır. İyi bir uyku REM bilinçaltı birikimini boşaltmada yardımcıdır.
Uyku Evreleri;
Avrupa Dil Günü
Avrupa Dil Günü', Avrupa Konseyi'nin Dil Politikası Bölümü tarafından yapılan Nisan 1997 tarihinde projenin son konferansı sırasında doğmuştur. Üye ülkelerin desteği ile öneri çeşitli organlarca incelenmiş ve Avrupa Komisyonu da katılım için davet edilmiştir.
Ocak 1999 yılında Bakanlar Komitesi 2001 yılını "Avrupa Diller Yılı" olarak ilan etmiş ve Avrupa Birliği Haziran 2000'de bir bildiri ile katılmıştır.
Daha sonra sürekli hale getirilen bu organizasyon her yıl 26 Eylül tarihinde çeşitli etkinliklerle kutlanır olmuştur.
Cumaná
Cumaná, Venezuela'nın kuzeydoğusunda bir şehir. Nüfusu 257.821 kişidir (1 Ocak 2005).
Venezuela eyaleti Sucre'nin başkenti olan Cumaná, Karayib Denizi'nin sahilinde, Manzanares Nehri kıyısında bir limandır.
Şehir, 1520 yılında İspanyol kaşifler tarafından kurulur ve Avrupalıların Güney Amerika'daki ilk daimi yerleşimidir. Depremler şehri çok kez, özellikle 1766, 1797 ve 1929'da yıkmıştır.
Cumaná, modern donanımıyla yükleme ve boşaltma işini yerine getiren doğal bir limana sahiptir. Temel ihraç ürünleri, kahve, tütün, şeker kamışıdır. Şehirde, mobilya ve tekstil fabrikaları ile çok sayıda sigara imalathanesi konuşlanmıştır. Cumaná ayrıca, 1958 yılında kurulan "Universidad de Oriente" adlı bir üniversiteye sahiptir.
Şehrin yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri, özgürlük savaşçısı Antonio José de Sucre olup, Simón Bolívar'ın yakın bir silah arkadaşıdır.
Terme
Terme, Samsun ilinin doğusunda yer alan ilçesidir. Batısında Çarşamba, doğusunda Ünye, güneyinde Salıpazarı ve Akkuş ilçeleri bulunmaktadır. Terme Ovası'nın ortasında kurulmuştur.
Türkçenin Terme ilçesinde kullanılan şivesi, Batı Anadolu ağızları içinde yer almaktadır.
Terme Okur-Yazar Oranı Türkiye Ortalamasının üzerindedir. Okur-Yazar Oranı %99.2'dir. Terme halkı; eğitim ve öğretime açıktır.
Belli başlı eğitim kurumları;
23 adet İlköğretim Okulu vardır. Terme İlçe Kütüphanesi 1981 yılında hizmete açılmış olup 7500 kayıtlı kitaba sahiptir. Termedeki okullarda 18000 öğrenci öğrenim görmekte, 800'e yakın öğretmen görev yapmaktadır.
Terme Karadeniz Sahil Yolu üzerinde, Çarşambaya 20 km il merkezi Samsuna 56 km. Ordu İli Ünye ilçesine ise 30 km mesafededir.
İlçenin ortasından geçen Terme Çayı ilçeyi iki yakaya böler. Termede kilometre kareye düşen insan sayısı fazla ilçe dardır. Bu nedenle ilçede her gün çok kalabalık ve yoğun bir durum yaşanır. Karadenizin şirin ve güzel ilçelerinden biridir. İlçenin iklimi yoğun yağışlı bir Türkiye'de Karadeniz iklimi olduğundan bol sağanak yağışlıdır. Bu ise ovanın tarıma elverişli bir hal almasını sağlamaktadır.
Terme'de her mevsim yağışlı tipik Karadeniz iklimi hüküm sürmektedir. Kışlar ılıman, yazlar ise serin geçmektedir. Neredeyse her iki yılda bir Terme Çay'ı taşmaktadır ve ortalama 1.5 köprüyü yıkmaktadır.İlçe genelinde 12-13 tane köprü vardır. Bir köprüden baktığınız zaman 5 köprü görme şansına sahipsiniz.İklime bağlı olarak doğal bitki örtüsü ormandır.
Termenin en büyük akarsuyu Terme Çayıdır. İlçenin diğer büyük ırmakları; Akçay ve Miliç Irmağıdır. Özellikle Miliç Irmağı tatlısu balıkçılığı ve su ürünleri yönünden çok zengin bir akarsudur. Ayrıca ilçenin batısından Karaboğaz deresi akmaktadır. İlçenin en büyük gölleri Simenlik Gölü, Akgöl ve Silindir gölleridir.
İlçede 12 tane Fındık, 7 tane Pirinç (Çeltik) Fabrikası vardır. Tüm köylüler ağırlıklı olarak fındık hasadıyla uğraşır. Terme'de yem sanayi ve mısır tarımına dayalı sanayii tesisleri mevcuttur. Kavak yetiştiriciliği ilçede çok yaygındır. Dünyanın ikinci büyük kavak yetiştirme alanı Terme'dir.
Terme İlçesi Samsun - Sarp Karayolu üzerinde bulunmasından dolayı ilçe sınırları içerisinde çok sayıda dinlenme tesisleri ve yakıt istasyonları faaliyet gösterir.
Terme ilçesi; 1 merkez, 9 kasaba olmak üzere toplam 10 belediye teşkilatı, 44 mahalle ve 58 mahalleden meydana gelmektedir. Bu beldelerin Nüfus açısından en büyüğü Sakarlı Beldesidir, Köyler içerisinde ise Gündoğdu mahallesidir.
Terme'de sporun her dalında yetenekli gençler bulunabilmekte. Güreş ilçenin her yerinde sevilmekde ve bu spor dalıyla çok sayıda insan ilgilenmektedir. İlçedeki Festivallerde Karakucak güreşleri vazgeçilmezdir. İlçe Türkiye genelinde hatırı sayılır güreşçiler yetiştirmiştir.
İlçenin doğal yapısı gereği At Yetiştiriciliği ve Yarışları Meşhurdur.
İlçede çok sayıda Amatör Futbol Kulüpleri vardır. Bunların en eskisi ve köklüsü 1953 yılında kurulmuş olan Terme Spor'dur.
Terme'nin Yalı mahallesinden Akçay'a kadar uzanan Miliç Çamlığı ve Sahilleri hem mesire yeri; hem de kumsalıyla bir plajdır. Miliç, Terme şehir merkezine 5 km. mesafede ve h |
er 10 dakikada bir kalkan servis imkânına sahiptir.
Karakollar, Çine
Karakollar, Aydın'ın Çine ilçesine bağlı bir mahalle.
Guano
Guano, esasen penguen ya da karabatak gibi deniz kuşlarının dışkılarından oluşan bir madde. 19. yüzyılda tarımda çok popüler olan bir gübredir.
Kökeninin doğal ve organik olmasına rağmen tarımsal üretimde kullanılan ilk yapay gübrelerden kabul edilir. 1840'tan sonra Justus von Liebig'in teşvikleri ile kesin olarak kullanıma geçmiştir. Doğal güherçilenin yanında guano patlayıcı madde imalatında kullanılmıştır.
1956 Macaristan-Sovyetler Birliği sutopu maçı
Melbourne kan gölü, (Macarca "Melbourne-i vérfürdő" veya diğer adıyla "Sudaki kan maçı") Macaristan ve Sovyetler Birliği arasında 1956 Melbourne Olimpiyatları'nda yapılan su topu maçıdır ve su topu tarihinin en ünlü maçlarından biridir.
Macar Devrimi'nden sonra, Budapeşte’nin Sovyetler Birliği tarafından bombalamasının hemen arından yapılan maç bir madalya mücadelesi olmaktan çıkıp Macarlar’ın Sovyet baskısına duyduğu tepkinin ifadesi haline gelmiş ve Macar takımının Sovyetler Birliği takımını 4-0 yenmesi ile sonuçlanmıştır. Adı, medya tarafından Ervin Zador'un oyunun sonlarında havuzdan sağ gözünün altından kan akarak çıkması nedeniyle verilmiştir.
Maçın son anlarında, Macarlar’ın 4-0’lık skorla önde olduğu sırada Soyvet oyuncusu Valentin Prokopov, onu savunmakla görevli olan ve maçtaki iki golün sahibi Zador’a doğru yönelerek bir yumruk attı. Zador kanlar içinde havuzdan dışarı çıkarken meydana gelen kargaşa üzerine maça devam edilememiş ve yetkililer tarafından yapılan duyuruyla Macaristan 4-0’lık skorla kazanan ekip olarak ilan edilmişti.
Bu maç ile finale yükselen Macar takımı finalde Yugoslavya ile karşılaştı. Maçı 2-1 kazanıp altın madalyanın sahibi oldu. Sovyet takımı, Macar ve Yugoslav takımının ardından üçüncü oldu.
Maç, Macar Devrimi’nin 50. Yılı olan 2006’da çeklien "Freedom's Fury" adlı filme konu olmuştur.
Kromozom analizi
Kromozom karyotiplemesinde günümüzde beş özellik incelenmekteir.
İşte bu karakterlerin esas alınarak ayrılan kromozomların belli bir sisteme göre sınıflandırılmasına Karyotip, karyotipin şekil halinde gösterilmesine İdiogram denir.
En büyükten başlayarak insan genomunu oluşturan otozomlar 1'den 22'ye kadar numaralandırılır ve A'dan G'ye kadar gruplara ayrılır. Buna göre;
13,14,15 ve 21. çiftlerde kısa olan kromozom kolunun ucunda satellit gözlenmiştir. Dişilerde 22. çiftte de satellit vardır.
Genom içinde ayrı bir numarası ve grubu olmayan eşey kromozomları da X ve Y kromozomlarıdır. X kromozomu C grubunun büyük kromozomlarına benzemekte, Y kromozomu ise, G grubu kromozomlarına benzemekte ve karyotipteki yeri 22. kromozomdan sonra sıralanmaktadır.
1912'de Winiwater, insanda erkek bireylerde 47 kromozom (46 otozom+ X) ve dişi bireylerde 48 kromozom (46 otozom +XX) saptamıştır. Painter 1923'de her ikisinde XX ve XY eşey kromozomları dahil 48 kromozom olduğunu ileri sürmüş ve 1956'ya kadar böylece kabul edilmiştir. Daha sonra kültür denemelerinin artması, tuz solüsyonları kullanarak yayma preparatlarının hazırlanması ile sayının gerçekte 48 değil 46 olduğu görülmüştür. Erkek bireylerde 44 AA+XY, dişilerde ise 44 AA+XX karyotipindedir. Haploid setteki 22 kromozom boylarına ve sentromer konumlarına göre sınıflandırılmış ilk defa 1960 yılında ABD Denver'de yapılan toplantıda 7 gruba ayrılmıştır. Daha sonraki bir dizi toplantıda Denver sistemi geliştirilmiş ve insan kromozomları bir standardizasyona sokularak ortak bir adlandırma sistemi kabul edilmiştir.
Paris konferansında kabul edilen şekle göre karyotip belirlenmesinde toplam kromozom sayısı, eşey kromozomları ve fazla veya eksik kromozomları (+), (-) gösterimi sağlanır. Örneğin, 47,XX+21 ifadesi canlının genomunda 47 kromozom bulunduğunu ve 21. kromozomun trizomik (üç tane) olduğunu belirtmektedir. Ayrıca kol uzunluklarındaki artış ve eksilme durumu belirtilmesi 46,XY,1q+ şeklinde gösterilmektedir. Bu genomda 1. kromozomun uzun kolunun fazladan bulunuşu ya da normalden daha uzun olduğu söz konusudur. Fakat 47,XY,+14p+ ifadesinde toplam 47 kromozomlu genomda 14. kromozomun trizomisi ve uzun kol fazlalığı gösterilmiştir. Yapısal mutasyonlarda ise def, dup, r, inv, ve t sembolleri kullanılmaktadır.
Genetik ve sitolojide kullanılan yeni tekniklerin insanlara da uygulanmasıyla biyoloji ve tıp alanında yeni çalışma alanları açılmıştır. Bu ilerlemeler genellikle kromozom çalışma tekniklerinin geliştirilmesi ile sağlanmış ve insanlarda normal veya anormal karyotip durumları incelenmiştir. En önemli yöntem kan lökositlerinin, kemik iliğinin, fibroblastların ve diğer dokuların kültür şartlaına alınıp in vitro yetiştirilebilmesidir. Gebe bir ana rahminden alınan amnion sıvısı içindeki serbest hücreler veya amnion zarı hücreleri incelenerek doğacak çocuğun kromozomları, genetik yapısı görülebilmektedir. Bu yönteme "amniosentez" denilmekte ve günümüzde çoğu gebeliklerde uygulanmaktadır.
G bantlama: Giemsa boyasıyla boyama yapılır. Kromozom analizlerinde genellikle G bantlama kullanılır.
Q bantlama: Hızlı analiz olması gereken yerlerde kullanılır.
C bantlama: Heterokromatin bölgeleri boyamada kullanılır
R bantlama: G bantlamada oluşan renklerin tersini oluşturmada kullanılır.
FISH: Normal mikroskopta görünmeyen kromozom bölgelerini göstermede kullanılır. Örneğin delesyon bölgeleri renklidir.
Multicolor FISH: Tüm kromozomların farklı renkte boyandığı bantlama çeşididir.
Margay
Margay ("Leopardus wiedii"), kedigiller (Felidae) familyasından Orta ve Güney Amerika'da yaşayan yırtıcı bir hayvan türü.
Margay, dış görünüş olarak oseloya benzer. Ancak biraz daha küçük olup, maymun gibi uzun kuyrukludur. Kürkü sarımsı-kahverengi olup, şerit halinde tertip edilmiş halka şeklinde koyu lekelere sahiptir. Kafası kısa ve yuvarlaktır. Her bir kulağının arkasında ise birçok diğer kedi türünde olduğu gibi beyaz bir leke taşır. Bu hayvanlar 46 dan 79 santimetre gövde uzunluğuna ulaşabilirler. Kuyruk 33 ile 51 cm arasında olurken, ağırlığı 2,6 ile 4 kg arasında değişir.
Margay, Orta- ve Güney Amerika'da, Andlar'ın doğusunda dağılmıştır. Dağılım bölgesi, Kuzey Meksika'dan Uruguay ve Arjantin'e kadar uzanır. Yaşam alanı ormanlar, temelinde tropik ve yarı tropik yağmur ormanlarıdır.
Margay mükemmel bir tırmanıcıdır ve bu yüzden ağaç oselosu adı da verilir. Neredeyse hayatının tamamını ağaç üstünde geçirir. Arka bacaklarını içeri doğru çok açık çevirebilir. Böylece arka bacaklarından denge bularak aşağıya asılması mümkündür. Başı yukarıda bir ağaçtan aşağı inebilen tek kedi türüdür.
Hem gündüz hem de gece faal olabilir ve yılın çoğu zamanı yalnız yaşar. Sadece çiftleşme zamanı bazen kısa süreli beraberlik kurar. 15 ile 43 kilometrekare büyüklüğünde kendilerine ait olan bir alanları vardır.
Bütün kediler gibi Margay da ağırlıklı etoburdur. Memelilerle (kemiriciler, primatlar gibi) beslenirken, kuşlar, onların yumurtaları, kertenkeleler ve ağaç kurbağaları da besinleri arasındadır.
Üremeleri hakkında bilgiler kısıtlıdır. Bugüne kadarki bütün gözlemler, esaret altındaki hayvanlar üzerinde yürütülmüştür. Belli bir çiftleşme zamanları yoktur. Gebelik 76 ile 84 gün sürer ve bir batında dişi, bir ile iki yavru dünyaya getirir. Yeni doğanlar kör olup, gözleri iki hafta sonra açılır. Sekiz haftadan sonra katı besinler alırlar.
Margay önceden kürkleri yüzünden, yıllık binlerce sayıda avlanmışlardır. Tür, dağılım alanının bulunduğu ülkelerde koruma altına alındığından beri bu durum önemli ölçüde gerilemiştir. Margay Uluslararası CITES sözleşmesinde Ek.I listesine dahil edilmiştir. Bu, türün özel kişilerce ticaretini ve Margay kullanılarak üretilmiş her türlü mamülün ticaretini yasaklar. Bugün en büyük tehdit, yaşam ortamları olan ormanların yok edilmesi ve bu durumun hayvanları, yaşam alanlarında giderek sıkıştırmasıdır. Bu husus, tür olarak ormanlarda uzmanlaşmış meymun kedisini, akrabası olduğu oselodan daha güçlü bir şekilde etkilemektedir. Ürkek ve ender bulunan bu kedi ise dağılım alanlarının büyüklüğü sebebiyle henüz direkt olarak tehdit altında değildir. IUCN, tüm popülasyon olarak 50.000'den fazla yetişkin Margay olduğunu tahmin etmektedir.
Fransa'nın Mısır Seferi
Mısır Seferi, 1798-1801 yılları arasında Fransa'nın Mısır ve doğu ticaret yolları üzerinde üstünlük elde etme amacıyla sürdürdüğü askeri sefer.
Mısır Seferi, dönemin Fransa hükümetinin girişimiyle gündeme gelmiştir. Sefer, bu dönemde Fransa ve Büyük Britanya arasındaki mücadele bağlamı çerçevesinde değerlendirilebilir. 1796-1797 arasında İtalya'da Fransa lehine başarılı bir askeri sefer yürütmüş olan General Napolyon Bonapart, 1797'de Fransa'ya dönmüştü. Şubat 1798'de dönemin Fransa hükümeti, Büyük Britanya'nın Fransa tarafından işgal edilmesi yönündeki planını General Bonapart'a iletti. Bonapart, yaptığı stratejik değerlendirmeler sonrasında bu planın gerçekçi olmadığı sonucuna vardı ve dışişleri bakanı Charles Maurice de Talleyrand-Périgord'un da önerisiyle, hükümete Mısır'ın işgalini önerdi. Bu şekilde, Osmanlı İmparatorluğu'nin bir vilayeti olan Mısır'ın ele geçirilmesiyle Büyük Britanya'nın Mısır ve doğu ticaret yolları üzerindeki etkisinin ortadan kaldırılması ve Uzak Doğu erişiminin engellenmesi amaçlanıyordu. Ayrıca seferin Fransa'nın Akdeniz ticaretinin Büyük Britanya rekabeti karşısında güvenceye alınmasına da hizmet etmesi amaçlanmıştı. Mevcut yönetim, bir bakıma İtalya Seferi sonrasında kamuoyunca çok takdir edilen Napolyon Bonapart'ı Fransa'dan uzaklaştırmak için öneriye ilgi göstermişti.
Fransız donanması Güney Fransa'nın Toulon limanından 19 Mayıs 1798 tarihinde ayrıldı. Seferi haber alan Büyük Britanya hükümeti, Akdeniz'de devriye gezen Britanya donanmasına Fransa donanmasının durdurulması emrini verdi. Amiral Horatio Nelson komutasındaki Britanya donanması, Fransız donanmasının 9 Haziran tarihinde Malta adasını istila etmesine engel olamadı. 1 Temmuz'da Fransız birlikleri İskenderiye limanında Mısır topraklarına ayak bastı.
Napolyon Bonapart komutasın |
daki 12 bin kişilik Fransa ordusu, Piramitler Savaşı'nda 30 bin kişilik Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Türk ordusunun yalnızca 3500 kişilik düzenli yeniçeri birliği vardı; geri kalan birlikler eyalet askerleri ve Arap aşiretlerinden toplanmıştı. Modern Fransız ordusu karşısında yeniçeri sistemi ancak bir saat dayanabildi. Daha uzun menzilli olan ve daha isabetli atış yapabilen Fransız topçuları karşısında Osmanlı topçuları etkili olamadı. Fransız topçu bataryaları, Memluk geleneğini izleyen süvari birliklerini dağıttı, Osmanlı piyade kuvvetleri de benzer nedenlerle başarılı olamadı. Bonapart, askerlerini yüzleri dışa dönük olarak kare düzeninde dizmiş, karenin iç boşluğuna topçu bataryalarını yerleştirmişti. Böylece topçu bataryaları her yönde atış yapabilecek ama piyadenin yüksek atış gücüyle güvende olacak şekilde yerleştirilmişti. Sonuçta Osmanlı ordusu 7 bin kayıp verdi ve tamamen dağıldı.
Nelson komutasındaki Britanya donanması 1 Ağustos 1798 tarihinde Abukir koyunda demirlemiş olan Fransız donanmasına saldırdı; bu şekilde başlayan Nil Savaşı’nda Britanya donanması parlak bir zafer kazandı. Nil Savaşı, Abukir Deniz Muharebesi olarak da adlandırılmaktadır. Muharebe sonrasında, 2 Eylül 1798 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu Fransa'ya savaş ilan etti.
Bonapart, Nil Savaşı'nın ardından Kahire'ye ilerledi. Kahire'yle birlikte tüm Mısır’a hakim olan Fransa, Osmanlı sarayı ile sürtüşme içinde olan Memluk beylerini tasfiye etmek, sulama projeleri, okul ve hastane inşasına girişmek gibi düzenlemelere başladı. Yanında götürdüğü bir bilim heyeti de derhal arkeolojik kazılara ve bilimsel araştırmalara girişti. Aynı zamanda Akdeniz'le Kızıl Deniz'i birbirine bağlayacak bir suyolu kazılması konusunda fizibilite çalışmaları başlatıldı.
Ancak söz konusu inşa işlerinde kullanılmak üzere birçok antik kalıntının taşları söküldü. Bu yıkım sırasında bir rastlantı olarak bulunan Rosetta Taşı, Antik Mısır Hiyerogliflerinin çözülmesini sağlayacak olan temel belgedir.
Bu noktada savaş bir açmaza dönüşmüştü. Fransa Cumhuriyeti Mısır'ı ele geçirmişti, fakat donanmanın yok olması nedeniyle Mısır ve Fransa arasındaki bağlantısını kurulamıyordu. Bu yüzden Bonapart komutasındaki ordu savaşın devam etmesi için gereken lojistik ve askeri desteği de alamıyordu. Britanya donanması da denizlere hakim olmasına rağmen donanmalarının Mısır önünde konuşlanmış olmasından dolayı Fransız ordusunu Mısırdan çıkartacak kara ordusunu Britanya'dan getiremiyorlardı. Bu açmazın farkında olan Bonapart Mısır'a kara yönünden gelebilecek tehditleri engellemek için Suriye'ye doğru harekete geçti. Ordularını Filistin yönünde yürüyüşe kaldırarak Osmanlı İmparatorluğu üzerine yürümeye başladı.
Osmanlı eyalet ordusu 18 Mart 1799 tarihinde küçük bir liman kenti olan Akka önlerine toplanmıştı. Akka kalesinde konuşlanan Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri 1200 kadar yeniçeri, 2.500 bin süvari ve 20 bin düzensiz Arap savaşçısını içeriyordu. 25.000 kişilik Osmanlı ordusu 12.000 kişilik Fransız ordusu karşısında üste üste mağlubiyet aldı. Fakat bir hafta sonra III.Selim'in modern tarzda eğitilmiş ve Britanya tarafından silahlandırılmış yeni Nizam-ı Cedit ordusu 8 bin 500 kişi mevcudiyeti ile Akka önlerine geldi. Bundan sonra gece gündüz sürdürülen topçu ateşi ve art arda girişilen taarruzlar Akka savunmasında bir gedik açamadı. Bonapart, 21 Mayıs tarihinde kuşatmayı kaldırıp Kahire’ye çekildi. Mısır'daki ılımlı işgal tutumu, Fransız ordularının Filistin yönünde ilerlemeleriyle bozulmuştur. Akka’dan çekilirken savaş esirlerinin öldürülmesi, yerli halk üzerindeki mali yükümlülüklerin arttırılması, bir süre sonra isyanlara yol açacaktır.
Bonapart, Akka yenilgisini takiben Kahire'ye döndükten kısa bir süre sonra 1 Ağustos 1799 tarihinde Abukir Muharebesi'nde Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Fransa'daki siyasi bunalımı haber aldı ve 3 bin Fransız askerini Mısır’da bırakarak Fransa'ya döndü. 23 Ağustos 1799'da Fransa'ya ulaştı ve 9 Kasım tarihinde bir hükumet darbesiyle "Konsül" unvanı alarak başa geçti.
Bonapart'ın dönüşünden sonra Mısır'da konuşlanmış olan Fransa kuvvetlerinin komutası General Jean-Baptiste Kléber'e geçti. Kléber Osmanlı İmparatorluğu ile 24 Ocak 1800 tarihinde El-Ariş Sözleşmesi'ni imzaladı, bu sözleşmenin hükümleri uyarınca Fransa kuvvetleri Mısır'dan çekilecekti. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun müttefiki konumunda olan Britanya bu sözleşmeyi imzalamayı reddetti. Britanya desteğiyle Osmanlı ordusu Fransa kuvvetlerine saldırdı. 20 Mart 1800 tarihinde Osmanlı ve Fransa orduları arasında yapılan Heliopolis muharebesini Fransa kazandı. Kléber komutasındaki ordu Kahire'ye döndü. Ancak ordunun tutumu Mısır halkının tepkisini çekmeye başlamıştı. Kléber'in 14 Haziran 1800'de Suriyeli bir öğrenci tarafından öldürülmesinden sonra Mısır kuvvetlerinin komutası General Jacques de Menou'ya geçti. Menou komutasındaki Fransa ordusu 21 Mart 1801'de Abukir'de yapılan muharebede Britanya kuvvetleri karşısında yenik düştü. 27 Haziran 1801 tarihinde Fransa birliklerinin Mısır'dan geri çekilmesini düzenleyen bir sözleşme imzalandı. 9 Ekim 1801'de imzalanan Paris Barış Senedi ile iki devlet arasındaki barışın şartlarını ortaya koyuyordu. Osmanlı İmparatorluğu ve Fransa arasındaki nihai barış antlaşması niteliğindeki Paris Antlaşması 25 Haziran 1802'de imzalandı.
Mısır Seferi'nde Fransa Mısır'ı ele geçirmiş, ancak onu elde tutmayı başaramamıştır. Mısır Seferi her ne kadar Fransa açısından başarısızlıkla sonuçlanan bir sefer de olsa, çok daha ciddi bir sonuca işaret etmektedir. Büyük Britanya'nın denizlerdeki hakimiyeti, Fransa'yı Kıta Avrupası'nda kalmak durumunda bırakmıştır. Fransa'nın denizaşırı seferlere girişmek konusunda yeterli olamayan bir donanmaya sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Fransa'nın Kuzey Amerika'daki Louisiana kolonisini 1803 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne satması da bu dönemde Fransa'nın dış politikasının denizaşırı perspektiften vazgeçmesinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Belgrad Kuşatması (1456)
Belgrad Kuşatması, 1456 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Macaristan Krallığı'nın elinde olan Belgrad'ı 2. kez ele geçirme girişimidir. İlk kuşatma Osmanlı sultanı I. Murad tarafından gerçekleştirilmiştir.
Sırpların başkenti olan Belgrad, Osmanlı baskısı nedeniyle 15. yüzyıl başlarında Macarlara bırakılmıştı. Osmanlı Padişahı II. Mehmed 1453'te İstanbul'un Fethi'nden sonra, Macaristan Krallığı'nı hükmü altına almak için güçlerini toplamaktaydı. Öncelikli hedefi Belgrad (eski Macarca "Nándorfehérvár") şehrinin sınır kalesiydi (Macarca "végvár"). Önceki yirmi yıllık süreçte Osmanlı ile birçok savaşta bulunmuş, Valak soyundan ve savaşçı lider olan János Hunyadi, saldırıyı bekliyordu.
Kuşatma, sonunda büyük bir savaşa dönüştü. Hunyadi'nin komutasındaki ani karşı saldırı ile Osmanlı kampını istila etmesi sonucunda, yaralanan II. Mehmed kuşatmayı kaldırmak ve geri dönmek zorunda kaldı. Bu arada Macar kampındaki vebaya yakalanan János Hunyadi, savaştan üç hafta sonra öldü.
Belgrad kuşatması "Hristiyanlığın kaderini belirlemiştir". Papa III. Callixtus'un emriyle bu galibiyeti anmak için başlatılan öğle çanının çalınması, Hıristiyan dünyasında Katolikler ve eski Protestanlar tarafından halen kullanılmaktadır.
2011'den itibaren, 22 Temmuz milli bir bayram olmuştur. János Hunyadi ve rahip Capistrano'lu John kumandaları altındaki Hiristiyan güçleri, Osmanlıya karşı 1456 galibiyetleri kutlanmaktadır.
Kromozom 1 (insan)
1. Kromozom, karyotiplemede ilk olarak yer alan, insan kromozomları içindeki en büyük kromozomdur. İnsanlarda normalde diğer tüm otozomal kromozomlarda olduğu gibi, iki çift halide bulunur. Yaklaşık 246 milyon nükleotid baz çifti taşır. İnsan toplam DNA'sının %8'ini kapsar.
Her kromozomdaki genleri saptamak, genetik araştırmaların hali hazırda en aktif konusudur. Kromozom 1'de 3.141 gen bulunur. Nükleotidlerinin farklı dizilimleri 740.000 civarındadır. Bu rakam, ilk tahminlerin çok üzerindedir. İnsan Genomu Projesi başladıktan 20 yıl sonra tam olarak yapısı çözümlenmiştir.
Kromozom 1 üzerinde yer alan genlerden bazıları şöyledir:
Kromozom 1 üzerinde yer alan genlerin sebep olduğu hastalıklardan en çok bilinen bazıları şöyledir:
İnsanın en büyük kromozomu olduğu için diğerlerinden kolayca ayrılan bu kromozomda belirtilen düzensizliklerin sayısı azdır. Bu sapmalar kromozomun yüzük şeklini (ring) alması veya uzun kol (q) trizomisi sonucu ortaya çıkmaktadır. En belirgin hastalıklar, Rh eritroblastosis, galaktozepimeraz eksikliği ve konjenital kataraktır.
Primat
Primatlar veya iri beyinli yüksek memeliler (), eteneli bir memeli takımı. Goril, orangutan, şempanze, gibon ve insan gibi insansıların yanında makimsiler, marmosetgiller, galagogiller, cadı makigiller ve lorisgilleri de içerir. Primatlar çevik ve hızlı canlılardır. Çoğunluğu ağaçlarda yaşar. Hepsinin elleri, ele benzer ayakları, ileri bakan gözleri vardır.
Bilimsel ad "primat", bu takım içindeki herhangi bir tür için kullanılabilecek ortak isimdir. "Primat" sözcüğü, Latincede "en başta, mükemmel, asil" gibi anlamları olan "primas" sözcüğünün çoğulu "primates"ten Fransızcaya tekilleşerek geçen "primate" sözcüğünden türemiştir.
Primatlar, ağaçtaki yaşama uyum sağlamak için dört ellidir, bunun yanında kuyruklarını denge ve fazladan tutunma için kullanan türleri bulunur. Elleri çok büyük hareket olanağı sağlar. Diğer etenelilerden ayrı olarak yalnızca primatlarda başparmak ve işaret parmağı cisimleri kavramaya izin veren ve birbirine kenetlenebilen yapıda evrimleşmiştir.
Primatlar, memelilerin en zekilerindendir. Hayatta kalma mücadelesinde aşırı hız veya güç gibi sivrilmiş fiziksel avantajları bulunmamasına rağmen, zekâlarının getirmiş olduğu kurnazlık ve yaratıcılık gibi avantajlarla başarılı olurlar.
Primatlar tüm dünyaya yayılmışlardır. İnsan dışındaki primatlar başlıca Güney ve Orta Amerika'da, Afrika'da ve Asya'nın güneyinde bulunurlar. Bazı türlerin yaşadıkları alanlar, Amerika kıtasında Meksika'nın |
güneyi ile Asya'da Japonya'nın kuzeyi kadar kuzey bölgelere ulaşır.
Ekvator'un 40° kuzey ve 40° güney enlemleri arasında raslanırlar. Avrupa'da yalnız Cebelitarık kıyılarında bulunurlar. Bunların da Afrika'dan geldikleri sanılmaktadır. İki grupta incelenirler: Asya ve Afrika'daki Eski Dünya maymunları ve Orta ve Güney Amerika'daki Yeni Dünya maymunları.
Yeni Dünya maymunlarına, Güney Amerika'nın sulak ormanlarında bol rastlanır. Kuyruklarını, sarılma, kavrama, sallanma, tırmanma ve yiyecek toplamada üçüncü bir el gibi kullanırlar. Düşen yavrularını kurtarmada ve bir ağaçtan diğerine geçmede kuyruklarından maharetle istifade ederler. Bunun için bir ağacı elleriyle kavrarken diğerini de ayakları ve kuyruğuyla kavrayarak bir köprü kurarlar. Yavrular da buradan koşarak geçerler. Bazı türlerin kuyruk uzunluğu boylarından fazladır. İki beyin yarı küresinden biri kuyruğu ötekisi de diğer vücut olaylarını yönetir.
Eski Dünya maymunları hafif ve ufak bedenlidir. Beyinleri daha büyük ve karmaşık olduğundan Yeni Dünya maymunlarından üstündür. Çok az kuyrukları vardır. Kuyruklarının sarılma ve kavrama özellikleri yoktur. Fakat kuyrukları dengelerini sağlamada, duruş vaziyetlerinde ve hatta haberleşmede rol oynar. Maymunun kuyruğunu tutuş vaziyeti, onun sosyal ve hissi durumunu belirtir. Maymunların ayak, taban ve yüzlerinin dışında vücutları tüylüdür. Kaba etleri kılsız olanlar da vardır. Kılsız yerleri kırmızımsı veya mavi renktedir. Büyüklükleri çok değişiktir. Boyları 12–13 cm olan makilerle sahibinin cebine veya bir bardağa rahatça sığabilen minik marmosetten 300 kg ağırlığı olan gorile kadar farklı birçok türü vardır.
Koku alma duyuları çok zayıf olmasına rağmen, görme ve işitmeleri güçlüdür. Çoğunlukla gündüz faaldirler. Çoğunlukla otçul memelilerdir. Ağaç filizleri, yaprak, çiçek, tohum ve meyveler başlıca yiyecekleridir. Bunun yanında böcek, yumurta, leşle beslenip daha iri hayvanların etiyle de beslenen omnivorlar da vardır. Çoğu gruplar halinde tecrübeli bir erkeğin başkanlığında yaşar. Birkaç dişi ve yavrulardan meydana gelen tek erkekli gruplar da vardır. Hamilelik devreleri türlerde farklıdır.
Doğu Brezilya'da yaşayan kuyruğu beyaz halkalı kuisiti (veya ipek maymuncuk)nin gebelik süresi 3,5 aydır. Dişiler yavrularını göğüslerinde veya sırtlarında taşır. Aşırı derecede sevgi gösterirler. Tehlike karşısında erkek sürüyü kahramanca savunur. Maymunların vücutları tırmanmaya, sıçramaya, el ve ayakları da kavramaya uygundur. El ve ayaklar beş parmaklıdır. Baş parmak diğer parmakların karşısına geldiğinden, cisimleri mengene gibi rahatça kavrarlar. Kanca tırnaklı birkaç türün dışında çoğunun el parmakları yassı tırnaklıdır. "Colobes" ve "Atales" gibi cinslerde baş parmak bulunmaz. Yiyeceklerini ağızlarına götürmek için ellerini kullanırlar. Ellerini kullanmakta çok mahirdirler. Bir kısmı küçük yiyeceklerin tohumlarını çıkarmak için baş ve işaret parmaklarını rahatça kullanırlar.
Maymunlar oldukça meraklı hayvanlardır. Yüksekte bulunan bir yiyeceğe ulaşmak için birkaç eşyayı üst üste koymayı akıl edebilirler.
Primatlar takımı uzun süre Önmaymunlar, Yeni Dünya maymunları ve Eski Dünya maymunları olarak üç alt takıma ayrılmıştır. En güncel sınıflandırmalara göre nemli burunlular ve kuru burunlular olarak iki alt takıma ayrılırlar.
Aşağıdaki diyagram, yaşamakta olan primatların muhtemel bir sınıflandırmasını göstermekte olup ortak (ananevî) isimler taşıyan gruplar sağ.da gösetirlmiştir
Bilimsel isimleri olan bütün grupler monofiletikdirler ve bilimsel tasnif sırası, ilgili neslin evrimsel tarihçesini yansıtır. Ananevî olarak isimlendirilmiş gruplar sağda gösterilmiştir; bunlar (Clark'a göre; yukarı bkz.) "yükselen diziler" meydana getirir ve birçok grup parafiletiktir:
Böylece iki grup kümesi ve bundan dolayı meydana gelen farklı isimler uyuşmamakta olup bilimsel isimleri genelde ananevî olan ortak isimlerle denkleştirmekte problem yapmaktadır. Mesela Hominoideler süper familyasını ele alalım. Sağdaki ortak isimler açısından bu grup, kuyruksuz maymunlar ve insanlardan meydana gelir ve gruptaki bütün elemanlar için ortak bir isim yoktur. Buna "hominoidler" gibi yeni bir ortak isim vermek, problemin çözümü için bir çaredir. Başka bir ihtimal de kullanılan ortak isimlerden birini daha geniş kapsamlı olarak kullanmaktır. Mesala 2005'te omurgalı paleontolojicisi Benton, kitabında "Kuyruksuz maymunlar, Hominoideler, bugün gibonları ve orangutanları … gorilleri ve şempanzeleri … ve insanları içerir"; dolayısıyla Benton "kuyruksuz maymunlar" diye yazarak "hominoidler"i kastetmiştir. Bu durumda bu grup şimdiye kadar "kuyruksuz maymun" olarak adlandırılken şimdi "insandışı kuyruksuz maymunlar" olarak adlandırılmalıdır.
Varlığını sürdüren primat familyalarının güncel sınıflaması şöyledir:
Göçebelik
Göçebelik, bir topluluğun, bir toplumsal kümenin yaşamlarını ve soylarını sürdürebilmek için belirsiz süreli aralıklarla yer değiştirme geleneği ya da alışkanlığı. Konar göçer yaşam biçimi süren oba, boy, aşiret gibi genellikle kan bağına dayalı olarak oluşmuş toplumsal grupların bu yaşayışı göçebelik olarak adlandırılmaktadır.
Göçebelikte insanların ve hayvanların iklime, coğrafi şartlara bağlı olarak ovaya inmesi ve dağa çıkması, daha doğrusu hayvanın doğal yaşantısına uyması (diğer bir deyişle hayvan içgüdüsüne), söz konusudur. Bu mevsimsel yer değiştirme ya da coğrafi şartlara uyum arayışı büyük oranda geçim kaynağı olan hayvancılığa bağımlığıdır. Tarıma dayalı yaşama geçilmeden önce hayvancılıkla uğraşılmakta ve bunun doğal sonucu olarak hayvanların bakım ve besleme şartları göçerliğin "doğal yaşama" uyumunu gerektirmektedir.
Türkler asker ve idareci olarak yerleşik düzene geçilmesi taraftarı olmamışlardır. Göçerlikten yerleşik hayata geçilmesinin siyasi egemenliklerinin ve hatta varlıklarının sonu olacağı fikrine sahiptiler. Ayrıca şehirleşmeyi tembellik olarak algılamışlardır. 11. yüzyılda göçebe Oğuzlar şehirlileri "Yatuk" yani tembel olarak nitelendirmektedirler.
Türk göçebeliği hiçbir yerde durmaksızın yaşamak değil mevsimsel doğal yaşama uyumdur. Hatta doğaya anlam yükleme süreci yaşayışa, geleneklere, inanışa yönelik içerikler taşıyabilmektedir. Örneğin, erkek keçi, Yörüklerde teke olarak adlandırılmaktadır ve makbul sayılmaktadır. Buna yönelik olarak Batı Akdeniz ve Güney Ege Yörüklerine ait halk oyunları bu yörenin de ismi olan Teke Yöresi oyunları olarak adlandırılmakta, hatta erkek keçiler arasındaki mücadeleyi anlatan bir halk oyunu olarak bu oyuna "Teke Zortlatması" denilmektedir.
Tutkunun Şairleri
Tutkunun Şairleri , Agnieszka Holland'ın 1995 yapımı biyografik filmi. Filmdeki Rimbaud rolü için River Phoenix düşünülmüştü. Fakat River'ın zamansız ölümünden sonra bu rol için Dicaprio uygun görüldü.
Fransız şairler Arthur Rimbaud ile Paul Verlaine'ın eşcinsel hayatı, Paris'te ve Brüksel seyahetleri sırasında yaşadıkları anlatılır. Film biyografik bir yapı içerisinde Rimbaud üzerine yoğunlaşmış ve hayatından bir kesit sunar. Verlaine Rimbaud'u silahla yaraladıktan sonra ilişkileri kopar ve Rimbaud Etiyopya'ya (Habeşistan) gitmeden önce sadece bir kere Verlaine ile görüşür.
Filmdeki erotik sahneler yüzünden Leonardo DiCaprio birçok eleştiriye maruz kalmıştır.
Yağdere, Sultanhisar
Yağdere, Aydın'ın Sultanhisar ilçesine bağlı bir mahalle.
Fenerbahçe'de oynayan yabancı futbolcular listesi
Fenerbahçe'de oynamış ve oynayan yabancı futbolcular listesi, Fenerbahçe futbol takımında forma giymiş gelmiş geçmiş tüm yabancı futbolcuların bulunduğu bir listedir.
Süleyman Mabedi
Süleyman Tapınağı, Tevrat'a göre, Kudüs'teki ilk Yahudi tapınağı. Süleyman’ın inşa ettirdiği, Yahudilerin Bet Ha-mikdaş (Kutsal Ev) dedikleri tapınak, Süleyman tarafından yapıldığı için de “Süleyman Mabedi” olarak bilinmektedir.
Yahudiler göçebe hayat sürdükleri dönemde ve Filistin'e yerleşmelerinin başlarında ibadetlerini Mişkan adı verilen portatif tapınakta yapmaktaydılar. Ahit Sandığı da Mişkan’daki "Kutsallar Kutsalı" adı verilen bölümde saklanmaktaydı. MÖ 1000 yıllarında Davud Kudüs'ü fethetti ve şehri imar ederek burasını Yahudi toplumunun başkenti yaptı. Ahit Sandığı’nın çadırda bulunmasından rahatsız olan Davud, hem Ahit Sandığı’nın korunacağı hem de Tanrı’nın evi olarak kabul edilecek görkemli bir mabed yapmak istemiştir. Ancak Tevrat'a göre Tanrı tarafından kendisinin bu mabedi yapması uygun görülmemiş olup, Peygamber Natan’ da bunu kendisine bildirdi. Tanrı'nın isteğine uyan Davud bu mabedi yapmamış ancak mabedin yapılacağı yeri belirlediği gibi mabedin yapılması için kaynaklar hazırlamış ve mabedin ayrıntılı planını da oğlu Süleyman’a vermiştir.
Süleyman hükümdarlığının dördüncü yılında, MÖ 964 dolaylarında mabedin inşasına başladı. Tevrat’ta belirtildiğine göre Süleyman, tapınağının yapımına Yahudilerin Mısır’dan çıkışının dört yüz sekseninci yılında başlamıştır. Süleyman, daha önce Davud’un sarayının yapımında büyük emeği geçen ve Davud’la yakın dostluğu bulunan Sur Kralı Hiram’dan da malzeme ve zanaatçi tedarik ederek yardım aldı. Mabedin inşasında Hiram işçilerin başında bulundu. MÖ 957 yılında tapınağın inşası tamamlandı. Ancak tapınağın etrafında bulunan kraliyet sarayı ve diğer kraliyet binalarının tam bir kompleks haline gelmesi otuz yıl kadar zaman almıştır. Genel görüşe göre Süleyman Mabedi, Kudüs’teki Haram-i Şerif’in bulunduğu dağ sırtının orta bölümünde yer alan Kubbet-üs-Sahra’nın olduğu yere inşa edilmiştir. Dönemin mimarisine göre Süleyman Mabedi, "Kutsallar Kutsalı", "Kutsal Yer" ve Mabed’i kutsal olmayan yerden ayırmak için yapılmış olan "Eyvan" olmak üzere üç bölümden oluşmaktaydı. Ahit Sandığı, "Kutsallar Kutsalı" olarak adlandırılan bölümde saklanmıştır. Yahudi terminolojisine göre, Süleyman’ın yaptığı Mabed, “Birinci Mabed” olarak nitelendirilmektedir.
Süleyman’ın ölümünden sonra krallık ikiye bölününce mabed güneydeki Yahuda Krallığı sınırları içerisinde kalmış, zaman zaman istilacıların yağmalama ve yıkımlarına maruz kalmıştır. Süleyman’ın oğlu Yahuda Kralı Revaham’ın zamanında, Mıs |
ır Kralı I. Şeşonk’un Kudüs’e yönelik saldırısında, Süleyman Mabedi’nin bütün hazinelerini alarak yanında götürdü. Süleyman’ dan sonra olan Yahuda krallarında ve toplumun büyük bölümünde görülen putperest eğilimler sonucunda mabedin dini önemi zarar gördü. Kral Yotam (MÖ 740-736), Hizkiya ve Yoşiya (MÖ 638- 609) dönemlerinde mabede bir takım tadilat, bakım ve dinsel temizlik yaptırıldı. Babil krallığına bağlı olan Yahuda devletinin isyan etmesi üzerine Kudüs’ün MÖ 597 yılında Buhtunnasr (II. Nebukadnezar) tarafından ele geçirilmesiyle tapınaktaki değerli hazineler alınarak Babil’e götürüldü. İlk işgalde çok fazla zarar görmeyen tapınak, Kudüs halkının yeniden isyan etmesi üzerine MÖ 586 yılında Kudüs'ü yeniden ele geçiren Babil kralı tarafından yıktırıldı. Bu olaydan sonra tapınaktaki Ahit Sandığı kaybolmuş ve bir daha bulunamamıştır.
Kur'an'da Süleyman'ın emrinde çalışan cinlerin mihraplar, heykeller, havuzlar kadar geniş leğenler ve sabit kazanlardan ne dilerse yaptıkları belirtilmiştir(Sebe' 34/13).
Babil sürgününden dönen Zerubabel’in idaresindeki Yahudiler, yıkılan mabedin yerine tapınak inşasına başlamış ve bu tapınağı MÖ 515'te tamamlanmıştır (İkinci Mabed). Roma İmparatorluğu'na bağlı Kral Herod, İkinci Mabed’in daha görkemli bir şekilde olması için yeniden yapmaya MÖ 20/MÖ 19 yıllarında başladı. 1-2 yıl içerisinde ibadet bölümü tamamlanan mabedin diğer bölümlerinin tamamlanması uzun yıllar sürmüştür. MS 66 yılında Romalı idarecilerin yönetimine karşı fanatik Zealotlar tarafından çıkarılan isyan sonrasında tapınak Romalı idareci Titus tarafından MS 70 yılında yıktırıldı. Yahudilerin Simon bar Kohba önderliğinde, MS 132-135 yılları arasındaki çıkardığı isyanı bastıran Romalılar tapınağın kalan kısımlarını da ortadan kaldırdılar.
Süleyman Mabedi’nden sadece Herod’un yaptırdığı Batı duvarı (Ağlama Duvarı) günümüze gelebilmiştir. Mabedin yıkılışından sonra Yahudilik’te ibadet yeri olarak sinagog ortaya çıkmıştır.
İsrail uzun yıllardır Süleyman Mabedini bulabilmek için arkeolojik kazılar yapmaktadır. Ancak Filistinliler ve Müslüman alemi İsrail'in yaptığı kazıların amacının Mescid-i Aksa'yı ortadan kaldırmak olduğunu iddia etmektedir.
Metin Diyadin
Metin Diyadin (d. 16 Şubat 1968, Trabzon), Türk eski futbolcu, teknik direktör.
Metin Diyadin, Gençlerbirliği ile ilk maçına 1988 yılıında çıktı. O zamanlar 2. Lig'de mücadele eden takımın mihenk taşlarından olan Diyadin, kazanılan şampiyonlukta da büyük pay sahibi oldu. 1998 yılına kadar 284 maçta forma giyen Diyadin, kulüp tarihinin formayı en fazla giyen 5. oyuncusu oldu. Toplamda 23.176 dakika sahada kalan Diyadin, 32 gol kaydetti. Fenerbahçe'ye transferinden sonra talihsiz bir sakatlık geçirdikten sonra eski performansına dönemedi. Sakatlık sonrası Göztepe'de başarılı bir performans sergiledi.
18 Eylül 2005'te 2. Lig B Kategorisi'nde mücadele eden Gençlerbirliği Oftaş'ın (şimdiki adı Hacettepe SK) başına geçmiş ve Oftaş'ı o yıl "çok genç" bir takım olmasına karşın şampiyon yaparak 2. Lig A Kategorisine yükseltmiştir. 2006-2007 sezonunda Gençlerbirliği Oftaş olan ve yine son derece genç ve tecrübesiz olan takımı inanılmaz bir performansla şampiyonluğa götürürken, son 4 haftada 2 ve 2 mağlubiyet alınca son derece tartışmalı bir şekilde 4 Nisan 2007'de görevinden alınmıştır. Göreve Metin Diyadin'in yardımcı antrenörü Osman Özdemir devralmıştır ve takımı 1. Lig şampiyonu yapıp Süper Lig'e yükselmesini sağlamıştır.
2007-08 sezonundan itibaren Eskişehirspor takımını çalıştırmış ve Sergen Yalçın kadroya almadığı için yönetim tek taraflı sözleşmesini fesh etmiştir.
2008-09 sezonunda Çaykur Rizespor ile 2 yıllık kontrat imzalamıştır. 2008-09 sezonunun yarısında Çaykur Rizespor'la yollarını ayırmıştır. 2009-10 futbol sezonunda Trabzonspor tenik direktörü Hugo Broos'un yardımcılığına getirilmiştir.
Orduspor teknik direktörlüğünden istifa eden Uğur Tütüneker yerine getirilmiştir. 26 hafta'da lig'de 5. sırada bulunan Orduspor'u sezon sonuna kadar yenilgi yüzü görmeden lig'i 5. sırada tamamlamasını ve 1. Lig play-off karşılaşmalarına katılmasını sağladı. Ardından Play-off şampiyonluğu yaşayarak Orduspor'la Süper Lig'e yükselmesini sağladı. Bunun üzerine sezon sonuna kadar süreli olan sözleşmesi uzatildi.13.12.2011 tarihinde Orduspor takımındaki görevinden istifa etti. Şu anda Göztepe A.Ş'de görev yapmaktadır. 2011-12 sezonunu dördüncü sırada tamamlayan Kasımpaşa, Süper Lig'e yükselmek için oynanan play-off'ların final maçında Adanaspor'u 3-2 yeneren Süper Lig'e yükseldi. 2012-2013 sezonunun 5. haftasında Kasımpaşa ile 3 galibiyet ve 2 yenilgi ile ligde 3. sırada olmasına rağmen, olaylı bir şekilde kendisinin görevine yönetimce son verildi.2013-14 sezonu için Gençlerbirliği teknik direktörlüğüne getirilmiştir.2013-2014 sezonunun 8.haftasında 3-1'lik Kasımpaşa SK yenilgisinden sonra karşılıklı olarak sözleşmesi feshedilmiştir.
Richard Glatzer
Richard Glatzer (d. 28 Ocak 1952, New York - ö. 10 Mart 2015 Los Angeles), Amerikalı yönetmen. "America's Next Top Model" adlı TV şovunun yapımcılığını üstlendi, bir süre akademisyenlik yaptı, University of Virginia'dan İngilizce doktorası aldı. School of Visual Arts ve The New School'da senaryo dersleri verdikten sonra, "Divorce Court" adlı TV dizisinin yapımcılığını üstlenmek üzere Los Angeles'a taşındı. Bu diziden aldığı ilhamla 1993'te ilk filmi "Grief"i 40,000 $'lık bir bütçeyle çekti.
2004 yılında, arkadaşı Wash Westmoreland ile komşularının kızının "Quinceañera" (Latin kızlarının 15. yaş kutlaması) partisine davet edildiler. Buradan aldıkları fikir ile 2006 yılında Sundance Film Festivali'nde "Büyük Jüri Ödülü"nü kazandıkları Quinceañera adlı filmi çektiler. Film, Türkiye'de Bakire Ve Hamile ismiyle 2006 Film Ekimi'nde gösterilecektir.
Glatzer 2011 yılında yakalandığı ALS hastalığı sebebiyle 10 Mart 2015 tarihinde hayatını kaybetti.
Ateşten Gömlek (anlam ayrımı)
Ateşten Gömlek şu anlamlara gelebilir:
Kuyucaklı Yusuf (anlam ayrımı)
Kuyucaklı Yusuf şu anlamlara gelebilir:
XHTML
XHTML, açılımıyla "Extensible HyperText Markup Language" Türkçesi Genişletilebilir Büyütülmüş Metin İşaretleme Dili istemci taraflı(client side) bir metin işaretleme dilidir. XHTML 26 Haziran 2000'den beri bir web standartıdır. Kodlama olarak oldukça büyük farklar yaratan bu dil için:'XML sözdiziminin HTML içinde kullanılması.' diyebiliriz. HTML dilinin farklı tarayıcılarda ("bknz. Internet Explorer, Firefox, Opera") farklı yorumlanması ve sözdiziminde fazla düzensizlik ve hata olduğu için XHTML W3C("World Wide Web Consortium - WWW") tarafından önerilmiştir. XHTML'nin diğer bir özelliği de kodlama yapanları CSS teknolojisini kullanmaya özendirmesidir.
Wash Westmoreland
Paul Westmoreland "("Wash West" olarak da bilinir)", 4 Mart 1966 Leeds, İngiltere doğumlu yönetmen. 1992'de film çekmek arzusuyla Amerika'ya göç etti ve bir süre bulaşık yıkamak, ev temizlemek gibi işlerle geçimini sağladı. Sinema endüstrisine, 90'lı yılların ortasında erotik ve gay filmleri çekerek başladı.
Aynı yıllarda oyunculuk konusunda da şansını denedi ve 1998'de yönetmen Todd Haynes'in Velvet Goldmine filminde rol aldı. Todd Haynes, daha sonra Westmoreland'in Richard Glatzer ile beraber yönettiği ve 2006'da Sundance Film Festivali'nden ödül alan Quinceañera filminin yapımcılığını da üstlenmiştir. Bu film, Türkiye'de "Bakire ve Hamile" adıyla gösterilmiştir.
Kunu-ri Muharebesi
Kunu-ri Muharebesi (Korece: 와원 전투, Hanja: 瓦院戰鬪, Wawon jeontu, Wawon chŏnt'u veya 군우리 전투, Hanja: 軍隅里戰鬪, gunu-ri jeontu, McCune-Reischauer: kunu-ri chŏnt'u), Kore Savaşı'nda Türk Tugayı'nın Çin Halk Kurtuluş Ordusu birliklerine karşı direndiği muharebedir.
26 Kasım 1950 saat 18.00'de Teğmen Hasan komutasındaki 3. Bölük silah takımı ile takviye edilmiş Üsteğmen Kamil Doğan komutasındaki keşif takımı Tokchon'a doğru hareket etti. 5 dakika sonra tugay birlikleri de yola çıktılar. 27 Kasım 1950 saat 03.00'e kadar birlikler Choyang-myon'a vardılar.
27 Kasım 1950 saat 14.30 civarında ABD Kara Kuvvetleri 9. Kolordusu'ndan Türk Tugayı komutanlığına Tokchon'a gitmemesi ve önceki gece kamyonlardan indiği yerin 10.000 yarda doğusunda kalarak yolu kapatması için emir geldi. Ayrıca Chongsang-ni'de bir alay büyüklüğünde Çin birliğinin göründüğü bildirildi. Ancak ne 9. Kolordunun amacı ne ABD 2. Piyade Tümeni'nin durumu ne de Güney Kore 2. Kolordusu'nun bozgununa ait bilgi verildi.
27 Kasım gecesi Türk Tugayı'nın takviyeli keşif takımı, Wawon'un doğusundaki savunma pozisyonunu devraldı. İlk olarak Çin Halk Gönüllü Ordusu 114. Tümeni'ne bağlı 342. Alay ile karşılaştı. Daha sonra 342. Alay ile Türk Tugayı'nın ileri karakolu arasında 28 Kasım'ın tüm gün boyunca devam eden mücadelenin sonucu 400 Türk asker öldü ya da yaralandı. 28 akşam alacakaranlık saatinde Türk Tugayı daha sağlam savunma hattı tesis etmek için batıya Sinnim-ni'ye doğru geri çekilmeyi denedi. Fakat Çin Halk Kurtuluş Ordusu 342. Alay, Türk Tugayı'nın gerisinden taarruz ederek tamamen kuşattı. Türk Tugayı keşif takımının karargâhı ile arasındaki irtibatı kesildi.
28 Kasım 1950 akşamı Türk Tugayı'nın 1. ve 2. Taburu Choyang-myon'dan çekilmeden önce Sinnim-ni'nin güneydoğu ve kuzeybatı sırtlarında savunma mevzii işgal etti.
29 Kasım 1950 tarihinde 2. Tabur Sinnim-ni'de Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile savaştı ve yarı kuşatıldı. 1. Tabur 1. ve 3. Bölükleri gece Kaechon'a ulaşabilirdiler. Fakat Sinnim-ni'de savunma mevziinde kalan 2. Bölük Çin birlikleri tarafından kuşatıldı.
29 Kasım 1950 saat 10:00'da ABD Kara Kuvvetleri 2. Tümeni'ne bağlı 38. Piyade Alayı Komutanı'nın emrinde bir piyade taburu ve bir tank böklüğü Kaechon'a yardıma geldi.
Türk birliğinin direnişi sayesinde Birleşmiş Milletler Kuvvetleri'nin çevrilmesi ve cephenin çökmesini engellenmiştir. Yan ve gerilerini koruma görevi verilen Türk Tugayı, görevini yerine getirmiş ve müttefik kuvvetlere geri çekilmek için gereken 3 günü kazandırmış, kendisi de zayiat vermesine rağmen kuşatmayı yararak imhadan kurtulmuştur. Bu muharebede tugayın toplam zayia |
tı 767 subay, astsubay ve erdir. (218 ölü, 455 yaralı ve 94 kayıp)
Japon balığı
Japon balığı, ("Carassius auratus" ve türleri) sazangiller familyasından bir balık türü. Çaprazlama yöntemi ile farklı renklerde ve vücut yapısında çok çeşidi üretilmiştir. Japon balıklarının çoğu comet, shubunkin, suriye japonu gibi türler soğuk suda yaşayabilirler. Bulundukları akvaryumlarda tek cins olarak besleniyorlarsa ısıtıcıya ihtiyaç yoktur. Ama süslü japon balıkları için (oranda, ranchu, rykuin gibi) ıstıcıya ihtiyaç vardır, ısıtıcı suyu ısıtmak için değil ısının sabit kalması için önemli bir ekipmandır. Vahşi türevleri 4-30 derece arası yaşarken süslü türler 18-25 derece arası yaşayabilir.
Çok sık düzensiz ve kalitesiz yemlemeden kabız hastalığına yakalandığı için haftada bir kez mutlaka haşlanmış ıspanak yaprağı ve haşlanmış bezelye verilmelidir. Bezelye haşlandıktan sonra kabuğundan çıkartılmalıdır.
Japon Balığı beslenecek bir akvaryumda Japon Balığı başına minimum 20 litre su hacmi düşmelidir. Japon balıkları için pond türü yemler risklidir. Balıkta hava kesesi problemine yol açabilir. Japon balıkları için genelde granül ve pul türü yemler tercih edilmelidir. Japon balıklarının diyeti bitkisel ağırlıklı olmalıdır. Gereken şartlar sağlandığında japon balıkları 25 yaşına kadar yaşayabilir. Üreme olgunluğuna minimum 1-1,5 yaşlarında ulaşırlar. Cinsiyetlerini bilmek için uygulanacak en iyi yöntem yumurta dökmelerini izlemektir. Dişi balık erkek tarafından kovalanır, erkek ise dişinin karnına vurarak yumurtaları dökmesini sağlar. Var olan Japon Balığı varyeteleri şunlardır. Jikin,Demekin,Tosakin,Wakin,Oranda,Ryukin,Comet,Common,Blackmoor,Bubble Eye,Telescope,Shubunkin,Ranchu,Pearlscale,Celestial,Pom-pon.
Gerekli şartlar ve damızlıklar sağlanırsa akvaryumda üretilmesi mümkündür. Yumurta dökerek ürerler. Solungaç kapaklarının kenarı beyaz olursa bu erkektir. Yumurtlamaya hazır olan dişinin karnı şişer, erkeğin solungaç kapaklarında noktalar çıkar. Yumurta döken dişinin ardından erkek spermlerini boşaltır. Yumurtlama bittikten sonra eşler hemen başka akvaryuma alınmalıdır . Ancak japon balıkları üreme esnasında suyu bembeyaz yapar. Bu da üremenin gözlenmesi için olumsuz bir yöndür . Tankın dibine misket döşemek yumurtlamadan sonra çiftlerin kendi yumurtalarını yememesi için uygulanan bir yöntemdir. Yumurtaların olduğu tanka uygun miktarda metilen mavisi eklenerek, havalandırma sürekli çalıştırılmalı yumurtaların mantarlaşmasına izin verilmemelidir. Çok küçük boylarda yumurtadan çıkan yavru balıkları büyütmek güven, özen ve tecrübe ister.
Mayday
Mayday (//), bir tehlike sinyali yayınlanırken sözlü veya yazılı olarak kullanılan sözcük. Denizdeki veya havadaki bir taşıtın ve onun içindeki kişilerin, yangın, patlama, çatışma, su alma, denge kaybı, karaya oturma, yere çakılma gibi olaylara ve bunların sonuçlarına maruz kalması veya bu olaylarla karşılaşma olasılığı durumlarında yapılan yardım çağrısına "Mayday" kelimesi ile başlanır.
Mayday taşımacılıktaki en önemli çağrı başlangıcıdır. Mayday'den sonraki ikinci derecede önemli çağrı mesajı ise Pan-pan'dır.
1920'lerde Fransızca "venez m'aider" (okunuşu "vöne mede" anlamı bana yardım etmeye gelin) ya da "m'aidez s'il vous plait" (okunuşu "mede sil vu ple" anlamı bana yardım edin lütfen) cümlelerinden ses olarak ortak kısmı, kısaca ve sadece "m'aider" sözünün ses olarak benzeri ve İngilizcede başka bir anlamı olduğu için kolay hatırlanabilen "may day" (okunuşu "mey dey" anlamı mayıs günü) şeklinde, dillerden bağımsız haberleşme kodu olarak kullanılan, uluslararası gemicilik terimleri arasına girmiştir.
Havacılıkta mayday çağrısı bulunulan radyo istasyonunda veya uluslararası acil durum frekansı 121.5 mhz'de yapılır. Yer üniteleri ile temasa geçilemediyse diğer hava araçlarından mayday mesajını iletmeleri (relay) talep edilmelidir. Bir uçak mayday çağrısı yaptığında aynı frekanstaki tüm şahıslar mutlak sessizlik sağlamalıdır.
Uçuş emniyeti ve telsiz disiplini açısından doğru acil durum çağrısını yapmak çok önemlidir. Havacılıkta mayday çağrısı gerektiren durumlara örnek olarak şunlar verilebilir:
Bir mayday çağrısı -zaman elverdiğince- şu sırada yapılmalıdır:
Corneliu Porumboiu
Corneliu Porumboiu, (d. 14 Eylül 1975 Baslui, Romanya) Romen yönetmen. Doğu Avrupa sinemasının en iyi çıkış yapan yönetmenlerinden biri olarak anılmaktadır. Son filmi "12:08 East of Bucharest", Film Ekimi kapsamında Türkiye'de gösterilecektir. Aynı film, 2006 Altın Portakal Film Festivalinde, bu yıl ilk kez verilen "Uluslararası Avrasya Film Festivali Eleştirmenler" ödülünü ve Cannes Film Festivali'nde "Altın Kamera" ödülünü kazanmıştır.
Neuilly Antlaşması
Neuilly Antlaşması, I. Dünya Savaşı ardından savaştan galip çıkan İtilaf Devletleri'yle İttifak Devletleri arasında düzenlenen Paris Barış Konferansı'nda öngörülen antlaşmalardan biridir. İtilaf Devletleri'yle Bulgaristan arasında 27 Kasım 1919 tarihinde imzalanmıştır.
Bu antlaşmaya göre Bulgaristan topraklarından bir kısmını Sırp-Hırvat-Sloven Krallığına, Güney Dobruca'yı Romanya'ya, Gümülcine ve Dedeağaç'ı Yunanistan'a bırakmıştır. Antlaşma ayrıca Bulgaristan ordusunun 20 bin kişiyi aşamayacağı hükmü getirmektedir.
Puy-de-Dôme
Puy-de-Dôme [], Fransa'nın illerinden birisidir. İl, "Ambert", "Issoire", "Riom" ve "Thiers" olmak üzere 4 yerleşime ayrılmıştır. Her yerleşimin farklı özellikleri bulunmaktadır.
İl, Fransa'nın Fransız Devrimi'nden sonra; 4 Mart 1790 tarihi itibarıyla belirlenen ilk eyaletlerinden birisidir. Bölge Fransa'nın 36. en kalabalık yöresidir. İl, Fransa'nın orta kuşağında yer almaktadır. İlde tarım ve turizm gelişmiştir. İlin çevresi Loire, Haute-Loire, Cantal, Corrèze ve Creuse illeriyle çevrilidir.
Wolfram & Hart
Wolfram & Hart Angel şovundaki hayali hukuk holdingidir ve kurucuları eski zamanlara dayanan ve ölümsüz olan "Büyük Ortaklardır."
Wolfram & Hart avukatlara ek olarak büyücü, vampir, iblis gibi öcülerden oluşmaktadır. Ziyaretçileri de genelde bu türlerdendir.
Holding sezonlar boyunca Angel ve arkadaşlarıyla ilgilenmiştir. Onlarla tatlı bir rekabet içindedir ve onları durdurmaları için birçok kişiyle anlaşmışlardır. Wolfram & Hart, son sezonda Angel ve arkadaşlarının eline geçmiştir. Şirketin tüm yetkilerini almalarına rağmen şirketin kurucularıyla yaşadıkları düşmanlık savaşa dönüşmüştür. Finalde Wolfram & Hart şirketinin kaderi bilinmemektedir.
"Our firm has always been here. In one form or another. The world doesn't work in spite of evil... It works with us. It works because of us."
Türkçesi atmaşık olarak şu şekildedir: ""Şirketimiz şu ya da bu şekilde her zaman buradaydı. Dünya kötülüğe rağmen devam etmiyor... Bizimle devam ediyor. Bizim sayemizde devam ediyor.""
Borodino Muharebesi
Borodino Muharebesi, Napolyon Savaşları sırasında Fransız ordularına Moskova yolunu açan muharebedir.
7 Eylül 1812 günü gerçekleşen Borodino Savaşı, Moskova’nın yaklaşık 110 km. batısında, Moskova nehri üstündeki köprübaşında yapılmıştır. Napolyon ordusu 130 bin kişilik bir kuvvet ve 500 top desteğinde, 120 bin asker ve 600 top ile savunulan Rus cephesine saldırmıştır. Sabahın ilk ışıklarıyla Napolyon orduları direkt bir taarruza kalkışmışlar, öğlene kadar süren çatışmalarda 5 km.lik cephe hattında belirgin bir ilerleme sağlayamamışlardır. Savaş, öğleden sonraki safhasında karşılıklı top salvolarıyla sürmüştür. Fransız topçusunun etkili atışı ardından yeniden taarruza geçen Fransız birlikleri yine etkili bir sonuç alamamışlardır. Napolyon, 30 bin kişilik yedek birliklerini savaşa sürmezken General Kutuzov tüm güçleriyle Fransız saldırılarını karşılamaktaydı. Bununla birlikte Fransız taarruzlarının durdurulmasında 2. Rus Ordusu komutanı Prens Pyotr İvanoviç Bagration’un çabaları etkili olmuştur. Prens Bagration savaş alanında yaralandıktan 17 gün sonra yaşamını yitirmiştir.
Gün boyu süren çatışmalar ve topçu salvoları sonucu Fransız kayıpları 30 bin kişi iken Rus kayıpları 45 bin dolayındadır. Savaş alanında karşı tarafın ateşi sonucu kullanılamaz duruma gelen top sayısı yönünden de Rus Ordusu çok daha ağır kayıplara uğramıştır.
Kutuzov, gece boyunca Borodino mevzilerini boşaltarak Moskova gerilerine çekilmiştir. Her ne kadar Fransız ordusunun ilerleyişini o gün için durdurabilmişse de Rus Ordusu, uğradığı ağır kayıplar dolayısıyla mevzileri izleyen günlerde de tutabilecek gücü kaybetmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Kutuzov’un geri çekilmesi askeri prensiplere uygun bulunmaktadır. Taktik anlamda “günü kurtaran” Rus Ordusu, operatif anlamda, izleyen günleri kurtaramayacak durumda olması nedeniyle cepheyi boşaltmıştır.
İzleyen günlerde Moskova'yı istila eden Napolyon Orduları, Rus Çarı'nın barış antlaşmasına yanaşmaması, Rus Ordusu'nun imha edilmemiş olması ve kış koşullarında ordunun ikmalinin sağlanamaması nedeniyle Rusya'dan çekilmek zorunda kalmıştır.
Baltasar Kormákur
Baltasar Kormákur Samper, 27 Şubat 1966, Reykjavik, İzlanda doğumlu oyuncu ve yönetmen. İzlanda Drama Akademisi'nden mezun oldu. İzlanda'da genç nesil oyuncular arasında oldukça önemli bir yere sahip olmasına rağmen, asıl ismini İzlanda ve dışında yönettiği on kadar tiyatro yapımındaki başarısıyla almıştır. Reykjavik'te, iki arkadaşı ile beraber kurdukları "Castle in the Clouds" adlı tiyatro şirketinin sahibidir.
Napolyon Savaşları
Napolyon Savaşları, Fransız Devrim Savaşları'nın ardından Napolyon önderliğindeki Fransa ile Avrupa'nın diğer güçlü devletlerinin oluşturduğu koalisyon arasında gerçekleşen savaş dönemi. Başlangıç tarihinin hangi yıl olduğuna dair tarihçiler ve araştırmacılar arasında fikir birliği yoktur. 1800-1815 yılları arasında, yaklaşık 15 yıl sürmüştür.
Napolyon Savaşları, Fransız Devrimi’nin ardından, monarşiye karşı fikirlerin ve siyasal etkinliklerin Avrupa’nın bütününe yayılmasını engellemeye çalışan Fransa dışındaki devletlerin oluşturduğu Koalisyon güçleriyle Fransız Devrim Orduları arasında Napolyon’un siyasi ve askeri liderliği altında sürmüş çatışmalardır.
Bu farklı yapısal ö |
zellikleri şu başlıklar altından irdelemek olanaklıdır.
Askerlerin bu eğilimleri, komutanların birliklerini sevk ve idare tarzını kökten değiştirmektedir. Onlara çok daha geniş bir alanda inisiyatif kullanma olanağı vermektedir. Napolyon ordularının başarılarının nedenlerinden biri de Napolyon'un generallerinin geniş inisiyatifleri olmasıdır.
Hemen hemen bütün tarihçiler ve araştırmacılar, Napolyon’un askeri alanda belirgin bir teorisi olmadığı görüşünde birleşirler. Napolyon’un askeri başarıları, sağlam bir askeri teorik yaklaşım çerçevesinde hazırlanmış planlara değil, savaş alanındaki hareket tarzına bağlanır.
Her şeyden önce Napolyon hep saldırı savaşları vermiştir. Teorik olarak bir saldırı için, bir temel plan ve alternatif planlar hazırlanması gerekir. Ancak, Napolyon’un savaş planları yoktur. Napolyon, kolordularını birbirleriyle bağlantıları kopmayacak ölçüde araziye yayarak ilerler. Böylece rakibini, onu karşılayabilmek için yayılmaya zorlar. Bu yayılma, önceden planlanmış savaş düzeninin o anda değiştirilmesini gerektirdiği için düzensiz olmak zorundadır. Napolyon, savaş alanını rahatlıkla gözleyebileceği bir noktadadır ve düşmanının yayılmasını izler. Belirli bir anda, belirli bir bölge civarındaki birliklerini hızla, belirli bir bölgeye yönelik olarak taarruza kaldırır. Bu nokta, düşmanın kritik “bağlantı noktası”dır. Eğer bu bağlantı noktasına yönelen taarruz başarılı olursa, düşman cephesi yarılmış olur. Eğer başarısız olursa, zaten yaygın durumdaki kolorduları ona, alternatif bir plan için esneklik sağlar.
Bütün bunlar, birliklerini zaafa uğratmayacak biçimde yaymasına ve savaş alanını çok iyi izlemesine bağlıdır. O anın koşullarına uygun olarak birliklerini toplayıp bir “siklet merkezi” oluşturması bu sayede olur.
I. Koalisyon, 1792 yılında 1. Fransa Cumhuriyeti’ne karşı Büyük Britanya, Avusturya Arşidüklüğü, Prusya Krallığı, Sicilya ve Piemonte tarafından oluşturulan ilk koalisyondur.
1796 yılında, Alpler Ordusu'nun başkomutanlığına atanan Napolyon, yetersiz donatılmış ve her türlü ikmal malzemesi açısından ihmal edilmiş olan bu orduyu kısa süre içinde savaşabilecek bir duruma getirdi. Aslında Napolyon’un İtalya Seferi için emrine verilmiş olan ordu, bu çapta bir harekat için yetersiz bir askeri güçtür. Emrindeki üst rütbeli subaylar, kendisi gibi Fransız Devrimi sonrasında hızla terfi etmiş, ama deneyimsiz subaylardır. Hızlı terfi etmelerinde, savaş alanlarında gösterdikleri beceri ve yeteneğin payı büyüktür, ama bu çapta birliklere komuta etmeleri yeni bir deneyim olacaktır. İtalya Seferi’nde Napolyon’un kurmayları, daha sonraki muharebelerde de birlikte çarpışacağı subayları olacaktı.
Öte yandan İtalya Seferi için Napolyon’un emrine verilen ordu, 30 bin askerli bir orduydu. Oysa karşısında 70 bin askerli Piemonte ve 50 bin askerli Avusturya ordusu vardı.
Napolyon, 12 Nisan 1796 tarihinde Alpler'i aşarak Kuzey İtalya'ya saldırıya geçti. Avusturya ve Piemonte ordularını ard arda yenilgiye uğrattıktan sonra Ocak 1797'de İtalya'daki Avusturya askeri varlığını püskürterek Viyana üzerine yürüdü. Napolyon, Kuzey İtalya’da, ikmal merkezlerine aşırı derecede bağımlı, hızlı hareket yeteneği gösteremeyen, dağınık Koalisyon kuvvetleri karşısında, hızlı manevralarıyla, “yerinde ikmal” prensibiyle, topçu bataryalarıyla savaş alanına hakim olabilmesiyle parlak başarılar sağladı.
Avusturya'nın ateşkes istemesi üzerine, 18 Nisan 1797 tarihli "Leoben Ateşkes Anlaşması" imzalanıp askeri çarpışmalar sona erdirilmişdir. Modern İtalya'nın Udine şehri yakınındaki Campo Formio koyunde (modern "Campoformido"’da) barış görüşmelerine başlanmıştır. Ancak görüşmeler uzamış, Campo Formio Antlaşması olarak anılan antlaşma 17 Ekim 1797 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma, 1. Koalisyon’un da sonu olmuştur. Fransa’ya ise sadece Kuzey İtalya’da değil, antlaşma koşulları gereği Hollanda’da da toprak sağlamıştır. Özellikle Kuzey İtalya’daki kazanımlar önemlidir. Venedik kontrolündeki Ege adaları ve Venedik donanması Napolyon’a geçti.
Napolyon, İtalya Seferi’nde, “yerinde ikmal” prensibini izleyerek Direktuvar yönetimine fazlaca bir yük olmadığı gibi, bölgeden topladığı ağır vergilerle de önemli ölçüde bir mali kaynak yaratmıştır. Böylece hem askeri hem de politik olarak sivrilmesini sağlamıştır.
1 Temmuz 1798’de, İskenderiye limanında Mısır topraklarına çıkan Fransız Ordusu, Piramitler Muharebesi'nde Murad Ney komutasındaki Osmanlı Ordusu'nu yenilgiye uğrattı.
Nelson komutasındaki İngiliz donanması, 1 Ağustos 1798 tarihinde Fransız donanmasını Nil'nin Abukir koyuna vardı. Aynı tarihte gerçekleşen Nil Muharebesi’nde İngiliz donanması parlak bir zafer kazanmış, Fransız donanmasını imha etmiştir.
Napolyon, Nil Muharebesi'nin ardından Kahire’ye ilerledi. Napolyon’un Fransa ile tek bağlantısı olan donanmanın bu şekilde imha edilmesi, onu zor duruma düşürmüştü. Ordusunu Filistin yönünde yürüterek, Akka Kalesi doğru yürümeye başladı. 18 Mart 1799 tarihinde buraya gelen Fransız Ordusu, Cezzar Ahmed Paşa karşısında ağır bir yenilgi aldı. 21 Mayıs tarihinde kuşatmayı kaldırıp Kahire’ye çekildi (Akka Savunması). Kısa bir süre sonra da ordusunu Mısır'da bırakarak Fransa'ya döndü.
II. Koalisyon, Büyük Britanya, Rus İmparatorluğu, Osmanlı, Napoli, Portekiz ve Avusturya Arşidüklüğü ittifakıyla oluşturulmuştur. Başlarda başarılı sonuçlar elde ettilerse de ortak bir strateji izleyemediler ve koalisyon başarılı olamadı.
9 Kasım 1799 tarihinde Birinci Konsül olan Napolyon, Kuzey İtalya’daki Fransız varlığını tehdit eden Avusturya ve Rus ordularına karşı harekata geçmiştir. II. Koalisyon’un bu bölgedeki kuvvetlerinin ikmal hatlarını kesmek için Milano yönünde ilerlemiş ancak ondan önce Cenova’yı ele geçirerek bu bölgede yığınak yapan Koalisyon güçleriyle 14 Haziran 1800 tarihinde çatışmak zorunda kalmıştır. Napolyon, Marengo Muharebesi olarak tarihe geçen bu muharebede, gün içinde savaşı kaybetmiştir ama, generallerinden Desaix komutasındaki bir kolordunun tam zamanında yetişmesiyle günü zaferle kapatmıştır.
Napolyon bu savaşın ardından Rus birliklerini kuşatma altında tutarak Avusturya ordusuna saldırmıştır.
Alexandr Suvorov komutasındaki Rus birlikler, kuşatmayı yarıp Alplerdeki sarp geçitleri kullanarak geri çekilmişlerdir. Bu başarılı çekilme Suvorov’u tarihin en başarılı komutanlarından biri haline getirecektir.
Hohenlinden Muharebesi’nde, Avusturya Ordusu'nun uğradığı yenilgi ardından, 9 Şubat 1801 tarihinde imzalanan Luneville Antlaşmasıyla Avusturya, İtalya, Hollanda ve İsveç, Fransız hegemonyasını kabul etmişlerdir. Bu antlaşma II. Koalisyonun sonu olmuş ve Büyük Britanya'yı savaşta yalnız bırakmıştır.
1804 yılında imparator olan Napolyon, bütün bu koalisyonlarda asıl dinamonun Büyük Britanya'yı olduğunu gayet iyi bilmektedir. Büyük bir donanma ve güçlü bir ordu oluşturarak Büyük Britanya’yı istila etmek ve sorunu çözmeyi planlamaktadır.
Napolyon bu planı ertelemek zorunda kalacaktır. Çünkü, 1805 yılında Fransa’ya karşı bir ittifak daha kurulmuştur. III. Koalisyon, Büyük Britanya, Avusturya İmparatorluğu, İsveç, Rusya İmparatorluğu ve Sicilya Krallığı arasında kurulmuştur.
Ancak Fransız donanması, Lord Horatio Nelson komutasındaki İngiliz donanması karşısında Trafalgar Muharebesi’nde ağır bir yenilgiye uğramıştır. Bu sırada Napolyon’un 180 bin kişilik ordusu, Manş kıyılarında toplamış, İngiltere'nin istilası için hazırlık yapmaktadır. Donanmanın yenilgiye uğraması, Büyük Britanya'yı istila planlarını da suya düşürmüştür. Napolyon, III. Koalisyon’u, kıta Avrupası’nda yenmek zorundadır artık.
Koalisyon, Avusturya ve Rus ordularının birlikte Fransa’ya saldırması yönünde bir plan yapmıştır, ancak Avusturya komutanı Rus ordularını beklemeden saldırıya geçmiştir. Manş kıyılarındaki ordusunu toplayan Napolyon, çok hızlı bir şekilde Bavyera’ya ilerlemiş ve Avusturya ordusunun geri bağlantısını kesecek bir manevra yapmıştır. 22 Ekim 1805 tarihinde Avusturya ordusu 60 bin asker ve 120 topla teslim olmak zorunda kalmıştır. Napolyon’un bu manevrası, düşmanın doğrudan cephesine bir saldırıya girişmek yerine, geri bağlantısını kesmeye dayanan, tam anlamıyla bir Dolaylı tutum stratejisidir. Sonuçta, büyük çaplı bir çatışmaya girmeden ve önemli bir kayba uğramadan Avusturya ordusunun savaşma azim ve gücünü kırmıştır.
Ulm Muharebesi parlak bir zaferle sonuçlanmıştır ama Napolyon açısından durum halen kritiktir. Avusturya'nın diğer ordusuyla Rus ordusu batıya doğru ilerlemektedir ve bir İtalyan ordusu da güneyden yaklaşmaktadır. Napolyon, iki kuvvetin birleşmesine fırsat vermeyecek bir şekilde hızla doğuya ilerler ve Avusturya – Rus kuvvetlerinin karşısına Austerlitz’de çıkmıştır. “Üç İmparator Muharebesi” olarak da bilinen 2 Aralık 1805 tarihli Austerlitz Muharebesi de Napolyon’un zaferiyle sonuçlanmıştır. Rus ve Avusturya kayıpları ölü, yaralı ve kaçak olarak toplam 27 bin iken Fransız kayıpları 9 bindir. Ayrıca Fransız ordusu 180 top ele geçirmiştir.
Her iki savaşta iki ordusunu kaybeden Avusturya savaştan çekilmek zorunda kalmıştır. 22 Aralık 1805 de Avusturya ile Fransa arasında Pressburg Barış Antlaşması imzalanmıştır. Çar 1. Aleksandr ve General Mihail Kutuzov yönetimindeki Rus ordusu ise geri çekilmiştir.
IV. Koalisyon Prusya Krallığı, Rus İmparatorluğu, Saksonya, İsveç ve Büyük Britanya arasında oluşturulmuştur.
1806 yılının ortalarında, İngiltere, Prusya, İsveç, Rusya ve Saksonya arasında yeni bir koalisyon, IV. Koalisyon oluşturulmuştur. Napolyon, Rus orduları ulaşmadan Prusya ordularına taarruza geçmiştir. 14 Ekim 1806 tarihinde Jena’da bir Prusya ordusunu bozguna uğratmıştır. aynı gün Mareşal Davout komutasındaki bir başka Fransız ordusu da diğer bir Prusya ordusunu yenilgiye uğratmıştır. Her iki Fransız ordusu da Napolyon’un komutasında dağılan Prusya birliklerini Berlin’e kadar izleyerek yeniden toparlanmalarına fırsat vermemiştir. Fransız ordularının kayıpları 8 bin iken Prusya kayıpları 25 bin kadardır.
Daha sonra ilerleyen Rus ordularını karşılayan Napolyon, 7-8 Şubat 1807 tarihinde Eylau Savaşı’nda, 14 H |
aziran 1807 tarihinde de Friedland Muharebesi’nde de yenilgiye uğrattı. Bu savaşların ardından Rusya’yla 7 Temmuz 1807 tarihinde yapılan Tilsit Antlaşması ile Rusya da savaştan çekilmiş oldu. Ayrıca bu anlaşma uyarınca Osmanlı ve Rus İmparatorlukları himayesindeki Yedi Ada Cumhuriyeti de Fransa'ya bırakıldı.
V. Koalisyon, Avusturya İmparatorluğu ve Büyük Britanya arasında 1809 yılı başlarında oluşturulmuştur.
10 Nisan-14 Ekim 1809 tarihleri arasında gerçekleşen V. Koalisyon Savaşı, Napolyon savaşlarının içinde en kanlı ve geniş çaplı olanlarıdır.
Arşidük Charles komutasındaki Avusturya ordusu 10 Nisan 1809 tarihinde Bavyera’ya saldırmıştır. Karşılıklı manevralar ve iki çatışmanın ardından V. Koalisyon Savaşı’nın ilk sert muharebesi gerçekleşmiştir. Napolyon kuvvetlerinin Aspern ve Essling kasabaları arasındaki Tuna nehri geçişinde (köprübaşı) gerçekleşen Aspern-Essling Muharebes, 21 Mayıs 1809 günü öğleden hemen sonra başlamış ve iki gün sürmüştür. İkinci gün, Napolyon’un Avusturya kuvvetlerinin merkezine karşı giriştiği güçlü saldırı, Avusturya hatlarını yarmıştı. Ancak savaşı hemen hemen kazanmışlarken Arşidük Charles’in son yedeklerini bizzat komuta ederek, cesaretle giriştiği saldırı durumu kurtarmıştır. Napolyon, köprübaşını kaybetmiş ve sonuç alamayacağı açıkça belli olan savaş alanından birliklerini çekmiştir.
5 Temmuz 1809 tarihinde başlayan ve yine iki gün süren Wagram Muharebesi ise Fransız ordularının zaferiyle sonuçlanmıştır.
14 Ekim 1809 günü imzalanan Viyana Antlaşması ile V. Koalisyon da fiilen sona ermiş oldu.
Rusya, V. Koalisyon’da yer almamıştır. Bu, Tilsit Antlaşması’nın sonucudur. İngiltere’nin uyguladığı deniz ablukası Rus ekonomisi için de ciddi sonuçlar yaratmaktadır. Rusya’nın Tiltis Antlaşması’nı yok sayarak taraf değiştirmesinde bu ekonomik sıkıntıların etkisi olmuştur. Rusya'nın savaşa girmesiyle savaşın seyri değişmiş, yenilmez olarak nitelendirdikleri Napolyon Orduları yenilgiye uğratılmıştır.
Napolyon’un Rusya Seferi’ne katılan ordunun mevcudu konusunda, farklı kaynaklarda, farklı rakamlar verilmektedir. Esasen, Rusya Seferi’ne çıkan Fransız ordusu, tarihin o güne kadar gördüğü en kalabalık ordudur. Yarıya yakını Fransız askerlerinden oluşmaktadır, diğerleri Fransa’ya tabi ülkelerin askerleridir.
7 Eylül 1812 günü gerçekleşen Borodino Muharebesi, Moskova’nın yaklaşık 110 km. batısında, Moskova nehri üstündeki köprübaşında yapılmıştır. Napolyon Ordularını durdurmayı başarmakla birlikte Rus Ordusu'nun kayıpları, mevzileri uzun süre elde tutabilecek durumda değildir. Kutuzov, geri çekilme kararı verir. Hiçbir askeri direnişle karşılaşmadan Moskova'ya giren Napolyon, Rus Çarı'nın bir barış antlaşmasına yanaşmaması, Rus Ordusu'nun imha edilmemiş olması ve kış şartlarında ordusunun ikmalinin neredeyse olanaksız hale gelmesi dolayısıyla Rus topraklarından geri çekilmek zorunda kalmıştır. Ordusunun büyük bir bölümünü bu geri çekilme sırasında kaybetmiştir. Rus Ordusu, onları sürekli olarak izlemiş ve yıpratmıştır.
Paris’e dönen Napolyon, ilerleyen Rus birliklerini Polonya topraklarında karşılamak için yeni bir ordu düzenlemiştir. 2 Mayıs 1813 tarihinde Lützen Savaşı’nda ve 20 Mayıs 1813 tarihinde Bautzen Savaşlarında Rus ordularının ilerleyişini durdurmayı başarmıştır.
Bu tarihlerde Koalisyon güçleri, “Trachenburg Planı” olarak bilinen bir strateji izlemeye karar vermişlerdir. Bu stratejiye göre daha küçük çaplı Fransız birlikleriyle savaşılacak, Napolyon’un yeterince yıpranması sağlanmadan onun komuta ettiği ordularla çatışmaya girmekten kaçınılacaktır.
1813 yılının Ağustos ayında Dresden Muharebesi'nde başarı kazanan Napolyon, bu başarısının sonuçlarını geliştirememiştir.
Leipzig Muharebesi, 16-19 Eylül 1813 tarihlerinde gerçekleşen, tarihte “Ulusların Savaşı” olarak da bilinen bir savaş olmuştur. Napolyon’un 195 bin kişilik ordusu, Koalisyon güçlerinin 365 bin kişilik ordusu karşısında tutunamamıştır. Napolyon, dört kolorduyu ve Alman prenslerinin desteğini yitirerek savaş alanından çekilmek zorunda kalmıştır.
Ağırlıklı olarak Rus ve Prusya kuvvetlerinden oluşan koalisyon kuvvetleri Fransa’nın doğu sınırlarını aştıklarında, Wellingon komutasındaki İngiliz kuvvetleri de Pirene dağlarını aşarak Fransa topraklarında ilerlemeye başlamışlardır.
6 Nisan 1814 günü tahttan çekilen Napolyon, Elba adasına sürgüne gönderildi.
Napolyon, sürgün kaçar ve 20 Mart 1815'te Paris'e geri döner. Fransa'da kendine destek toplayarak, Bourbon Hanedanı'nı tahttan indirir ve seferberlik çalışmalarını başlatır. Napolyon'un Fransa'ya döndüğünü ve seferberlik ilan ettiğini haber alan Viyana Kongresi, Napolyon'a karşı silahlanma kararı alır. Napolyon yaklaşık 200 bin, müttefikler de 150 bin asker toplar. 18 Haziran 1815'te iki ordu karşılaşır ve Napolyon ağır bir yenilgi alır (Waterloo Muharebesi). Napolyon teslim olur ve müttefikler Paris'e tekrar girer. Napolyon, Saint Helena'ya sürgün edilir ve 1821'de ölene burada kadar kalır. Fransa'daysa hanedan tekrar başa getirtilir (Bourbon Restorasyonu).
Napolyon Savaşları tarihte görülmüş en büyük savaşlardan biridir. Savaşta
~Fransa ve Müttefikleri 1.000.000 ölü,
~Rusya 400.000 ölü,
~Prusya 200.000 ölü,
~Avusturya 300.000 ölü,
~İspanya 300.000 ölü
~Birleşik Krallık 311.806 ölü olmak üzere 2.511.806 asker ve toplam 1 milyon sivil de dahil edilirse 3.511.806 kişi hayatını kaybetmiştir.
Santiago Amigorena
Santiago Amigorena (d. 15 Şubat 1962, Buenos Aires) Arjantin doğumlu senarist, oyuncu ve yönetmen. Arjantin ve Uruguay'da geçen çocukluk döneminden sonra 1973'te Fransa'ya yerleşti. Senaryo yazarı olarak otuz kadar filmde çalıştı. "Les cahiers du cinéma" dergisi için on makale yazdı. Aynı zamanda "Une enfance laconique" "(1998)", "Une jeunesse aphone" "(2000)", "Une adolescence taciturne" "(2002)" ve "Le premier amour" "(2004)" adlarında dört romanın da yazarıdır.
Antalya Dokuma Fabrikası
Antalya İplikli ve Pamuklu Dokuma Fabrikası, 1950’li yıllarda Antalya’daki açlık ve işsizlik sorununu çözmek için kurulmuş, 2003’te üretimi durdurulmuş tarihi bir sanayi tesisidir. Antalya Dokuma, Sümer Holding'e bağlı bir tesisti. Antalya'nın Dokuma Mahallesi'ne adını vermiştir.
Antalya ovasında “beyaz altın” pamuğun üretimi tarımda makineleşme sonucu artınca bu artışı değerlendirmek ve şehirdeki işsizliği azaltmak için bir dokuma fabrikası kurma düşüncesi oluşmuştu. Oluşturulan müteşebbüs heyeti, 700 kadar “girişim öncüsü”nden 6 milyon lira sermaye toplamayı başardı. Bu tutar, toplam yatırımın %10’unu bile karşılamıyordu ancak dönemin iktisat ve ticaret bakanı Sıtkı Yırcalı’nın desteği ile şirkete Sümerbank, Antbirlik ve diğer bazı bankalar da ortak edildi. 1 yıl süren şirketleşme aşamasından sonra 5 Ocak 1956’da cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve başbakan Adnan Menderes tarafından fabrikanın temeli atıldı. Antalya milletvekili Burhanettin Onat’ın çabaları ile izinleri, proje hazırlığı, makine ithalatı tamamlanabildi ve fabrika 1 Ekim 1961’de üretime başladı.
Cumhuriyetin ilk yıllarının mimari ve peyzaj anlayışı ile inşa edilmiş ve Alman teknolojisi ile kurulmuş fabrikada, NATO ve Türk Silahlı Kuvvetleri için üniforma üretilmiştir. 1980’lerde Antalya’da turizm yatırımları başlayınca, diğer fabrkalar ile birlikte kentin ortasında kalan dokuma fabrikasının üretimi 13 Ocak 2003’de durduruldu. Fabrika, kamuoyunun baskısı ile özelleştirilmek yerine Kepez Belediyesi’ne devredildi. Belediye tarafından MDC TurkMall adlı Hollanda firmasına 49 yıllığına tahsis edildi.
Antalyalı Sivil Toplum Örgütleri’nin oluşturduğu Dokuma Çalışma Grubu, dokuma fabrikasının tahsisi konusundaki sözleşmenin iptali ve fabrika binalarının yıkımının engellemesi için çalışmalarını sürdürmektedir.
Fabrika, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından taşınmaz kültür varlığı ilan edilmiştir.
Joseph E. Stiglitz
Joseph Eugene "Joe" Stiglitz (d. 9 Şubat 1943) Amerikalı ekonomist ve Columbia Üniversitesi öğretim görevlisi. 1973'te John Bates Clark Madalyası'na layık görüldü ve 2001 yılında Nobel Ekonomi Ödülü aldı. Bill Clinton'nın hükümetinde ekonomi danışmanlığı başkanlığıyla ünlendi ve daha sonra Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı ve Başekonomistliğini görevinde bulundu. Küreselleşme, piyasa tutuculuğu, ve Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi bazı uluslararası kurumlar hakkındaki kıritik bakış açılarıyla ünlü. 2001'de Stiglitz, Columbia Üniversitesinde bir düşünce takımı olan Initiative for Policy Dialogue (IPD)'yi kurdu. 2001'den beri Columbia Üniversitesi'nin bir üyesi ve 2003'den beri üniversite profesörü. Stiglitz ayrıca University of Manchester'nin Dünya Yoksulluk Sınırıları Kurumu(Brooks World Poverty Institute) başkanı ve Papaya ait Sosyal Bilimler Akademisi üyesi.
Stiglitz Gary'de doğdu, Yahudi bir aile olan Charlotte ve Nathaniel Stiglitz'in oğludur. 1960'dan 1963'e kadar tartışma takımının ve öğrenci konseyinin aktif bir üyesi olduğu Amherst College'inde öğrencilik yaptı. Öğreniminin dördüncü yılında, daha sonra da mezun olacağı Massachusetts Institute of Technology(MIT)'ye gitti. Amherst College tarafından öğrenim derecesiyle ödüllendirildi. 1965'den 1966'ya kadar Chicago Üniversitesi'nde NSF'den bağış alan Hirofumi Uzawa kontrolünde araştırma yaptı. 1966 ve 1967 arası MIT'de doktorasını çalıştı ayrıca bu sırada aynı üniversitede asistanlık yapmaya başladı. MIT'nin basit ve modeller üzerinde yoğunlaşan, doğruca önemli ve alakalı sorular üzerinde yoğunlaşan ekonomik bakış açısı Stiglitz'e iyi uydu. 1969'ile 1970 arası Cambridge Üniversitesi'de Fulbright araştırma bursu aldı. Sonraki yıllarda Yale Üniversitesi, Duke Üniversitesi, Stanford Üniversitesi, Oxford Üniversitesi ve Princeton Üniversitesi'nde profesörlük yaptı. Stiglitz şu anda Columbia Üniversitesi'nde profesörlük yapmakta ayrıca J. Bradford DeLong ve Aaron Edlin ile "The Economists' Voice" dergisinin editörlüğünü yapmakta. Stiglitz genellikle Neo-Keynesyen görüşe sahip bir ekonomist olarak görülür.
Stiglitz'in mikroekonomi teorisine sayısız katkısının yanı sıra, Stiglitz birçok po |
litik aktivitede bulundu. Bill Clinton hükümetinde 1995 ve 1997 yılları arası Ekonomik Danışmanlar Kurulu'nun(Council of Economic Advisors) başkanlığını yaptı. Dünya Bankası'nda 1997 ve 2000 yılları arası başkan yardımcı olarak ve baş ekonomist olarak görev aldı. 1999 yılı aynı zamanda uluslararası ekonomik kuruluşlara 1999 yılı Seattle'daki WTO toplantısı gibi benzersiz protestoların olduğu bir yıldı.
Stiglitz'in en ünlü araştırması özel bir enformasyonun bir başkasından çıkarmak için ekonomistlerce kullanılan bir teknik olan tarama süreci(screening) üzerine olmuştur. Bu teori bilgi asimetrisine katkıda bulunmuş ve 2001 yılında Stiglitz'e George A. Akerlof ve A. Michael Spence ile Nobel Ekonomi Ödülü paylaştırmıştır.
Geleneksel neoklasik ekonomik düşüncesine göre piyasa bazı limitli ve iyi açıklanmış piyasa başarısızlıkları dışında hep etkindir; Stiglitz ve diğerleri son sıralarda yapılan araştırmalarında bu düşünceyi tersine çevirdi: piyasa sağda bazı istisnai durumlar altında etkindir. Yani, piyasa bazı sınırlı durumlar dışında etkindir değil, bazı istisnai durumlar altında etkindir. Stiglitz (ve Greenwald) "ne zaman bir piyasa tam değil ve enformasyon mükemmel değil ise(ki bu zaten sanala olarak tüm ekonomilerde doğru), rekabetçi piyasa tahsisi bile Pareto etkin sayılmaz". Başka bir deyişle, her zaman hükümet müdahalesi ile Pareto iyileştirme söz konusudur, diğerlerinin durumunu kötüleştirmeden. Bu sonuçlara ve açıklanmış piyasa başarısızlıklarına rağmen, devlet müdahalesi geleneksel "piyasa başarısızlığı" okulunun önerdiği "optimal" devlet müdahalesinden çok daha geniş. Stiglitz'e göre "görünmez el" diye bir şey yoktur.
"Aula Magna" ödülünün alışının sebepleri Stiglitz'in dediğine göre: "Ben Enformasyon Ekonomisi önemli, öncü değişikliklerini göstermeyi umdum. Enformasyonla ilgili sorunlar sadece piyasa ekonomisinde değil aynı zamanda politik ekonomide de yer alıyor, ve konferansın son bölümüde, politik gelişim için eksik mükemmeliyetin bazı enformasyan etkilerini keşfettim."
Stiglitz ayrıca etkin ücret üzerine de araştırmalar yaptı, ve neden işsizliğin olduğu, neden maaşların iş arayanların kontrolünde olmadığı (asgari maaşın olmadığı durumda), ve neoklasik pradigmasının gönülsüz işsizliğe cevap verip vermediğini sorgulayan "Shapiro-Stiglitz modelinin" yaratılmasında katkıda bulundu. Bu soruların cevabı 1984 yılında Shapiro ve Stiglitz tarafından bir araya getirildi: "İşsizlik istihdamın bilgi yapısı tarafından kontrol edilir". İki gözlem bu analizin altını çiziyor:
"Shapiro-Stiglitz modelinin" makalesinin matematiksel analizi, makalenin bakış açısının ötesinde. Tüm modelin açıklaması verilen linklerde bulunabilir. Modelin bazı önemli uygulamaları şöle:
Çıktı asla Pareto etkin değil.
Stiglitz ve diğerlerinin teorileri matematiksel gerçekliği konusunda hiç olası bir şüphe yok iken, bu teorilerin politik ekonomiye ve ekonomik politikaların gerçek hayata uygulamaları konusunda birçok tartışma ve anlaşmazlık vardır. "Whither Socialism?"(nereye sosyalizm) adlı kitabında ilk olarak belirlediği yeninin gelişiminden anlayacağımız gibi Stiglitz politik-ekonomik görüşü sürekli olarak uyum sağlıyor.
Stiglitz'in bu önerileri ekonomistler tarafından değil de daha çok politik bilim adamları ve sosyoloji alanında bulunan tarafından benimsendi. Stiglitz'in ana ekonomik görüşleri ve içgüdüleri genelde doğru görünse de, hala bu devletin kurumları ne kadar zorlayıcı olmalı ve devlet ile sivil toplum arasında nasıl bir ilişki olması konusunda bir soru işareti bırakıyor.
Stiglitz Clinton'un danışma ekibine mart 1992'de katıldı, ekonomik danışmanın ilk üyesi ve daha sonra başkanı olarak. Çevresel konularda çok etkin oldu ve daha sonra hiç geçmeyen toksik atık yasasının yapımına yardımcı oldu. Stiglitz'in görüşleri şu anda günlük tartışmalara sıkça konu olan ters seçim ve manevi zarar formülize etmekte yardımcı olmuştur.
Stiglitz'in en önemli katkısı ekonomik düşünceyi açıklamakta katkıda bulundu, "üçüncü yol", önemli ama sınırlı devlet müdahalesi; başıboş piyasalar sık sık iyi işlemezler, ama devlet piyasaya her zaman müdahale etmemelidir.
Bill Clinton tekrar başkan seçildiğinde, Stiglitz'e ekonomik danışmanlığın başında kalmasını teklif etti. Ama o önceden Dünya Bankası'nın başkan yardımcısı ve başekonomisti olarak anlaşmıştı.
Dünya Bankası son on yıllık komünizmden piyasa ekonomisine geçen ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin Uluslararası Para Fonu (IMF)'nin uyguladığı şok terapisi politikalarının bakarken, yarattığı GSYH küçülme ve yoksulluğun artışına çok büyük ve kötü boyuttaydı (ki şimdi de öyle). IMF gelişmekte olan ülkeler kredi verirken bazı şartlar koyuyor ve bu ülkelerin saniyilerinin genişlemeden dünyaya açılmalarını sağlıyordu, ki bu daha uluslararası birçok pazara hazır olmayan piyasalar için felaket ile sonuçlanırken, gelişmiş ülkelerdeki korumacı politikalar devam ediyordu.
Stiglitz'in hep Amerika Birleşik Devletleri Hazine Sekreteri Lawrence Summers ile zayıf ilişkileri olmuştur. 2000 yılında Summers resmen Stiglitz'in işten ayrılmasını istedi. Stiglitz görevinin bitmesine bir ay kala istifasını sundu ve bankayı 2000 yılının şubat ayında terk etti.. Dönemin Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn kasım 1999'da Stiglitz'in istifasını açıkladı ve fakat başkanın özel danışmanı olarak bankada kalıcağını söledi.
Bu görevinde bile Amerika Birleşik Devletleri hazine başkanlığını hedef alarak IMF'yi eleştirmeye devam etti ve New Republic'de çıkan bir makalesinde şöle yazdı:
Bu makale Dünya Bankası ve IMF'nin yıllık toplantısından bir hafta önce yayınlandı ve olayları kışkırttı.
2000 yılının temmuz ayında Stiglitz Ford, Rockefeller, McArthur, Mott Foundations, Kanada ve İsveç hükümetlerinin de desteğini alarak Initiative for Policy Dialogue (IPD)'yi kurdu. Amaç gelişmekte olan ülkelere yardım konusunda demokratik süreci genişletmek ve alternatif politikalar ile alternatif fonlar bulmaktı
Stiglitz üç yüzün üzerinde akademik makalenin yanı sıra patent haklarından uluslararası iktisada, ekonominin yönetilmesinden iyi etkiye, karmaşık konulara açıklayıcı öneriler getiren birkaç kitabında yazarıdır.
Bu kitapta Stiglitz şu sıralardaki makroekonomik tartışmalara, sermaye piyasası serbestliğine, gelişme ve alternatif politikalarla gelişmeye değindi. Geleneksel makroekonomik görüşe göre Washington'daki görüş birliği, gelişim için fiyat istikrarını hedefleyen sınırlı amaçlar belirliyor, kuralları belirlenmiş para maliye politikası gibi az sayıda araç var ve piyasa ekonomisine temin edilmemiş bir inanç olarak tanımlanıyor. Fakat, yeni makroekonomik yapı gerçek istikrara ve uzun dönem sürdürülebilir ve eşitlenebilir büyümeye odaklanır, istikrarı oluşturmak, büyümeyi sağlamak için çeşitli standartlaşmamış yollar önerir, ve piyasa başarısızlıklarının gerekli yerlerinde devlet müdahalesini kabul eder. Politika yapıcıları ekonomik etkinliği arttırmaya odaklanan yapısal reformlarla büyümeyi arttırmaya çalışırken, büyümenin sonuçlarına çok az önem vererek istikrarı sağlamaya çalışıyorlar. Daha fazlası sermaye piyasa serbestliği gibi yapısal değişikliklerin ekonomik istikrara çok büyük etkisi var. Bu kitap istikrar politikalarının uzun dönem büyümeye önemli etkilerinin olduğu üzerinde duruyor. Kitabın ilk kısmı bazı anahtar soruları sunuyor ve ekonomiye nessel bir boyuttan farklı bir göz ile bakıyor. İkinci kısmı ekonomik modellerin analizini sunuyor ve Keynesyen, Heterodoks ve muhafazakar bakış açısıyla istikrar politikaları gibi makroekonominin temel konularını işliyor. Üçüncü kısmı benzer şekilde sermaye piyasalarının serbestliğini işliyor.
Bu kitap küreselleşmenin eşitsizliğine ve gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere olan aşırı etkisine dikkat çekiyor. Stiglitz yüksek vergi oranları, gelişmiş ülkelerin kendi yararlarına kullandıkları patent sistemleri, ayrıca gelişmiş ülkelerce yapılan fakir ülkelere yapılan hasarlar üzerinde durarak dünyanın daha sonradan hepimizin açı çekeceği bir istikrardan uzaklaştığına dikkat çekiyor. Bu kitap küreselleşme ile ilgili sorunların kararların arkasında giydirilmiş odaklara ve bu kötü etkilerin adiliğin yönlendirilişinin nasıl bakıldığı konusunu açığa vuruyor. Stiglitz şeffaflık kurumlarının dünyanın en fakir ülkelerinin yarına dönmesi gerektiğini ve demokrasi açığının dünyada hızla artığı konusunu şiddetle tartışıyor. Eksik piyasa çalışmalarının nasıl arzulanan düzeltici devlet müdahale politikaları yarattığını gösterdi.
Ekonomik fırsatlar yeterli ve geniş değil, finansal krizler tekrarlanması çok maliyetli, ve zengin ülkeler bu konu için çok az şey yaptılar. Bu kitap iyimser bir bakış açısına sahip, toplumların küresel problemlere dikkat çekeceğini ve uluslararası ekonomik ilişkilerin iyiye doğru zorlanacağını umuyor. Stiglitz bu kitabı iki milyondan fazla kopya sattı.
Bu kitap 2003 yılında basıldı. 1990'ların yükselişini analiz ediyor.
Stiglitz bu kitabı 2002'de yayınlamıştır. Türkiye'de de, aynı sene içinde [www.planb.com.tr Planb] Yayınevi tarafından Arzu Taşçıoğlu ve Deniz Vuralın çevirisi ile yayınlanmıştır. Stiglitz bu kitabında IMF'ye korkusuzca ağır eleştirilerde bulunmuştur, ve bu sebepten olsa gerek bu kitapla adı fazlasıyla duyuldu.
Stiglitz küreselleşmeyi şöyle açıklıyor: ""Küreselleşme, yani serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve ulusal ekonomilerin daha fazla bütünleşmesi, iyi yönde kullanılacak bir güç olabilir; ve dünyadaki herkesi özellikle fakirleri zenginleştirecek potansiyele sahiptir"". Küreselleşme önemli mal ve hizmetlerin fiyatlarını düşürdüğünden, yeni teknolojileri getirdiğinden, yeni piyasaların oluşmasını ve varolan piyasaları genişlettiğinden ve dış yardımı arttırdığından dolayı insanların kafasında iyi bir resim çiziyor. Fakat bazı şeyler göz ardı ediliyor ve yanlış uygulanıyor. 30'lu yıllardan sonra efektif talepi canlı tutmak için kurulan IMF, piyasanın başarısız olabileceği düşüncesi üzerine kurulmuş iken; günümüzde bazı ideolojik sebeplerden dolayı bu amacından saparak daha çok piyasa yönlü politikalara gönenerek gel |
işmekte olan ülkeleri zor durumlarda bırakıyor.
Kitap Stiglitz'in Dünya Bankası başekonomisti ve Amerika Birleşik Devletleri Ekonomi Daşmanlığı Başkanıykenki tecrübelerine dayanıyor. Akademik bir araştırmadan çok tanıklık ettiği olaylar ve duyduğu bazı şeyleri anlatıyor. Buna rağmen kitap temel ekonomi bilmeyenler için anlaşılması zor olabiliyor.
Stiglitz iki kere evlendi ve boşandı. Columbia Üniversitesi'nde halkla ilişkiler bölümünde çalışan Anya Schiffrin ile 2004 yılında üçüncü evliliğini yaptı.
The Economic Consequences of Mr. Bush, Vanity Fair, December 2007 Issue
Denizin Dişleri
Denizin Dişleri (Özgün adı: Jaws), 1975 ABD yapımı gerilim filmidir. Özgün adı Jaws ("Çene, ağız") olan ve Peter Benchley'in çok satan romanından uyarlanan filmi Steven Spielberg yönetmiş, Roy Scheider, Richard Dreyfuss ve Robert Shaw baş rolde oynamıştır.
"Jaws", 2001 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.
Roma lejyonu
Roma Lejyonu (Latince "Legio, legionis" "askere alma", "seçmek" anlamına gelen ""legere"" fiilinden) Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu boyunca tüm Roma ordusunu ya da daha dar anlamda ağır piyadeleri kasteden temel askeri birlik. İkinci anlamı birkaç Kohorttan oluşan ve legionaries olarak bilinen ağır piyadelere vurgu yapar. Roma lejyonunun ana unsurunu ağır piyadeler oluştururken, piyadelere neredeyse her zaman bir ya da daha fazla sayıda, Roma yurttaşı olmayan kişilerden oluşturulan süvariler, düzenli birlikler ve avcılardan kurulu destek birlikleri olan Auxilialar eşlik ederdi.
Tipik bir lejyonun mevcudu Roma tarihi boyunca farklılıklar gösterse de cumhuriyet döneminde ortalama 4,200 lejyoner ve 300 süvari iken,(Lejyonlar her birinde 120 lejyoner bulunan 30 Maniple'ye bölünmüştü ), erken ve orta imparatorluk döneminde yaklaşık 5200 lejyonerden ve ilave olarak bir Auxilia birliğinden müteşekkildi (9 tanesinde 480, 1. kohortta 800 lejyoner bulunan toplam 10 kohorta bölünmüştü). İmparatorluğun son döneminde ise 1000-2000 asker civarında bir güç olarak görevlerini ifa ediyorlardı.
Roma lejyonları MÖ 107 yılındaki Marian Reformları’na kadar sabit kuvvetler olarak değil ihtiyaç duyulduğunda oluşturulup daha sonra dağıtılan birlikler şeklinde görev yapmaktaydılar. Bu sebeple Roma tarihi boyunca birkaç yüz lejyon oluşturulduğu tahmin edilmektedir, ancak bunlardan sadece 50'si tanımlanabilmiştir. İmparatorluğun erken dönemlerinde ise, 25-35 sabit lejyon ve bunların Auxilia birlikleri bulunmakta ve ihtiyaç duyulduğunda yeni lejyonlar oluşturulmaktaydı.
Lejyonlar, Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu boyunca göstermiş oldukları olağanüstü başarıdan ötürü, antik dönem boyunca uzun süre askeri kabiliyet ve etkinliğin modeli olarak addedilmişlerdir.
Roma Krallığında ve Roma Cumhuriyetinin erken dönemlerinde lejyonlar yerine yüz silahlı adamdan müteşekkil ve Centuria olarak adlandırılan, sadece birileri tarafından ücretleri ödendiğinde oluşturulan gelişigüzel tertiplenmiş birlikler kullanılmıştır. Roma İmparatorluğunda ise lejyonlar, en büyük olmakla birlikte, (çoğunlukla ağır piyade olarak) ordunun parçalarından birisi haline gelmiştir. Ancak Roma Krallığında ve Roma Cumhuriyetinin MÖ 2. yüzyıla kadar olan döneminde centurialar daha çok hafif birlikler ve süvarilerden teşkil edilmişlerdir. MÖ 4. yüzyıl'a kadar geçen sürede savaş meydanlarının en gözde düzeni kütlesel bir vuruş gücüne sahip Yunan Falanks düzeniydi. Bu sebeple Roma Askerleri daha çok Yunan "Hoplit"lerine benziyordu.
Roma tarihinin bu dönemine ait bilgilerin çoğu kaynağını efsanelerden alsa da, Servius Tullius'un krallığı döneminde bir nüfus sayımı yapıldığına inanılır. Bu sayımın ardından arazi sahibi tüm erkek Roma yurttaşları zenginliklerini esas alan ve askerlerin silahlarını ve ekipmanlarını kendilerinin tedarik etmek durumunda oldukları beş askeri hizmet sınıfına bölünmüşlerdir. Bu sınıflar daha sonra yüzlük askeri birimler olan Centurialar şeklinde yeniden düzenlenmişledir.
Orduya katılmak hem bir görev hem de Roma yurttaşı olunduğunun işaretiydi; Tüm Marian öncesi dönem boyunca en varlıklı arazi sahipleri uzun yıllar boyunca askerlik hizmetinde bulunmuş ve bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkan kayıplar devleti zayıflatmıştır.
Birinci sınıf hoplitlere benzer biçimde kargı, kılıç, miğfer, göğüslük ve yuvarlak kalkanlar (bu kalkanlar Yunanca "aspis" olarak bilinen ve aynı zamanda "hoplon" olarak da adlandırılan kalkanlara benzer ve Latince "clipeus" olarak bilinir) taşırdı; 2 tanesi borazancı olan toplam 82 Centuria'dan oluşurdu. İkinci ve üçüncü sınıflar da kargıcı olarak hareket ederlerdi ancak daha basit silahlara ve oval ya da dik açılı kalkanlara sahiptiler. Dördüncü sınıfa silah verilmezdi ve bu sınıf muhtemelen küçük bir kalkan ve kargı ya da mızrak taşırdı. Bahsedilen bu son üç sınıf toplam 26 centuria'dan oluşurdu. Beşinci ve son sınıf sadece sapancılardan oluşurdu ve 2 tanesi mühendislerden oluşturulan toplam 32 centuria'ya bölünmüşlerdi. Ordu subayları tıpkı süvarilerde olduğu gibi "equites" olarak bilinen sınıftan seçilirdi. Equites'ler sonradan 30'arlı gruplara bölünmüş ve decurion'lar (kabaca on kişinin komutanı anlamında)) tarafından komuta edilmişlerdir. Toplam 18 equites centuria'sı vardı.
Savaş taktikleri o dönemin Yunan savaş taktiklerinden faklı değildi ve çarpışmalar genellikle düzlüklerde yapılırdı. Kargıcılar sıkıca bir araya gelmiş saflar oluşturacak biçimde tertiplenirlerdi. Her safın askerleri kalkanlarını birbirlerine kilitlerler, bu sırada en öndeki askerler mızraklarının öne doğru tutarlar ve mızrak atıcılar ve sapancıların desteği ile düşmana saldırlardı: süvariler düşmanı kovalarlar ve bazı gerekli durumlarda piyadelerin desteğini kırmaya çalışırlardı. Savaş alanında manevra yapabilmek için oldukça hantal bir yapıya sahip bu birlikler
engebeli arazilerde dağlı kabileler tarafından kolaylıkla yenigiye uğratılabiliniyorlardı.
"Praetor" olarak bilinen erken dönem Roma sivil yöneticilerinden ikisi savaş sezonu olarak adlandırılan ilkbahar ve sonbahar arası dönemde askeri lider olarak görev yaparlardı. Resmi bir savaş ilanı, savaşın başladığına işaret eden bir mızrağın düşman topraklarına fırlatılmasıyla sonlanan bir dinsel töreni içerirdi.
Muhtemelen, son Roma Kralı Lucius Tarquinius Superbus'un devrilmesinin hemen ardından, Roma Cumhuriyetinin başlangıç döneminde, "legio" her biri bir konsül tarafından yönetilen iki lejyona bölündü. Savaş gücünün çoğunlukla baskın amaçlı kullanıldığı Cumhuriyetin ilk yıllarında lejyonların asker mevcudunun tam kapasiteye ulaşıp ulaşmadığı belirsizdir. Lejyonlar, Roma savaş gücünün evrim geçirerek daha sık ve planlı harekatlara giriştiği MÖ 4. yüzyılda daha muntazam bir güç olarak düzenlenmişti.
Cumhuriyet döneminde lejyonlar geçici bir yapıya sahipti. Konsülar ordular olan ve her bir konsül için iki adet olacak şekilde düzenlenen Lejyon I - IV arası lejyonlar hariç diğer birlikler savaşlar sırasında toplanırdı. Roma'nın İtalyan müttefiklerinin her bir Roma lejyonu için bir lejyon oluşturmaları gerekirdi.
Cumhuriyetin ortalarına doğru lejyonlar şu birliklerden oluşurlardı:
Bu üç hattan her biri, toplam 60 asker mevcutlu ve iki centurion'un kıdemlisi tarafından komuta edilen, iki Centuriadan oluşan Maniplelere bölünmüştü. Centurialarda mormalde 60 asker bulunur, bu durumda hastati ve principes toplam 120 güçlü maniple'ye sahip olurdu. Lejyonda her biri 30 askerlik iki yarım centuria'dan oluşan genellikle 10 maniple hastati, 10 maniple principes ve 10 maniple triarii bulunur, bunlara ilave olarak yaklaşık 1200 velites ve her biri 30 askere sahip 10 birlikten oluşan toplam 300 süvari görev yapardı. Bu mevcut, orta Cumhuriyet dönemi lejyonlarının optimal sayısı olan 4500 askere karşılık gelirdi. Marian reformları ile birlikte lejyonların yapısında değişikliğe gidildi ve her biri kendi sembolüne sahip "contubernia" olarak adlandırlan 80 güçlü yeni centuria oluşturuldu. Her bir contuberniumda aynı çadırı paylaşan sekiz asker, bir değirmen taşı, bir katır ve bir yemek kabı (tur süresine bağlı olarak) bulunurdu. Manipleler ana taktik ögeleri olduğu için erken Cumhuriyet dönemi lejyonları zaman zaman "Manipular" lejyonlar olarak da adlandırılırlardı.
Gaius Marius MÖ 2. yüzyıl sonlarına doğru geçici olarak oluşturulan lejyonları reforme etti ve en alt sınıflardan topladığı askerlerle oluşturduğu profesyonel lejyonlar ile Romanın, hem güçlü bir orduya hem de işsiz yurttaşları için iş olanağına kavuşmasını sağladı.
Ancak bu reformlar askerlerin sadakatini Romanın kendisinden ziyade bağlı oldukları generallere göstermelerine yol açtı. Bu dönemde tüm İtalyan bölgelerine tam Roma yurttaşlığına geçme hakkı verildi ve böylece orduya asker temini için fakir kentli Romalı kaynağı kullanılmasının yolu açıldı.
Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk döneminde lejyonlar sık sık "Marian" lejyonları olarak adlandırılırdı. MÖ 101 yılındaki Vercellae savaşının ardından Marius tüm İtalyan askerlere Roma yurttaşlığı verdi. Bu eylemi gerçekleştirirken Senato'yu savaş sırasında Romalıları müttefik askerlerinden ayırt edemediğini söyleyerek ikna etti. Bu durum, teknik olarak müttefik lejyonları kavramını ortadan kaldırıyor, böylece tüm İtalyan lejyonları Roma lejyonu olarak kabul edileceğinden tam Roma yurttaşlığı hakkı İtalyanın tüm bölgelerine sağlanmış oluyordu. Bunun sonucu olarak "pila" (tekil "pilum") adı verilen iki ağır mızrak, "gladius" adı verilen kısa bir kılıç, zincirden örülmüş bir zırh ("lorica hamata") ya da birbirine bağlı bir zırh ("lorica segmentata"), miğfer ve dikdörtgen bir kalkan ("scutum") ile teçhiz edilmiş "Principes'e" dayalı tek bir standart hat, yerini üç farklı tipe sahip ağır piyade sistemine bıraktı.
Müttefik lejyonları, zaman içerisinde sahip oldukları rolü kaybederek müttefik destek birlikleri olan ve "Auxilia" olarak adlandırlan birliklere dönüştürüldü. Her lejyon, "auxilia" adı verilen ve özel birlikler, mühendisle |
r ve istihkamcılar, zanaatkarlar, hizmet ve destek personeli, yurttaş olmayan paralı askerler ve yerel milislerden oluşan yaklaşık aynı boyutlara sahip bir birlik tarafından desteklenirdi. Bunlar genellikle Hafif süvari, Hafif piyade ya da "velitesler" ve işçiler olmak üzere tam birlikler halinde düzenlenirdi. Ayrıca ilave olarak 10 ya da daha fazla sayıya sahip hafif süvariden oluşan ve mesajlaşma ya da askeri istihbarat olarak kullanılan keşif mangaları da görev yapardı.
Marian reformlarının bir parçası olarak lejyonların iç teşkilatlanması standardize edildi. Her lejyon daha küçük birlikler olan "Kohortlara" bölündü. Bundan önce, kohortlar geçici idari birlikler ya da birkaç manipleden oluşan geçici taktik görev kuvveti olarak kullanılırdı. Şimdi artık Lejyonlar birinci kohortta her biri bir centurion ve bunların yardımcısı olan ve okuma-yazma bilen bir optio tarafında idare edilen 8 centuria, diğer kohortlarda ise 6 centuria'ya sahip on kalıcı birliğe bölünmüştü. Bu durum kohortların lejyonların temel tektik birlikleri haline gelmesine yol açtı. Lejyonun kıdemli centurion'u olan ve "primus pilus" olarak adlandırılan subay, Legate'ye olan hizmetlerinden sonra zaman zaman daha yüksek mevkilere atanmaya başladı.
Her lejyonda 640 katırdan oluşan bir yük katarı bulunurdu ve bu da yaklaşık olarak her 8 lejyoner için bir katır demekti. Bu yük katarı, elde tutulmak için gittikçe daha büyük ve yavaş hale gelince Marius piyadeleri zırhları, silahları ve 15 günlük istihkaklarıyla birlikte yaklaşık 25–30 kg'lık bir yükü taşıyacak şekilde yeniden teçhiz etti. Bu durumu kolaylaştırmak için her lejyonere kendi eşyalarını omuzlarında taşımalarına yardımcı olmak için birer çatal sopa temin etti. Bu askerlere omuzlarında taşımak zorunda kaldıkları yükten dolayı "Marius'un Katırları" lakabı takılmıştı. Bu düzenleme sayesinde lejyonun ana gövdesi yük katarından bağımsız hareket edebilir hale gelmiş, bunun sonucu olarak da ordunun hızı yürüyüş kolunda inanılmaz ölçüde artmıştı.
Bu dönemin tipik bir lejyonu 5,120 lejyoner ve bunları takip eden hizmetçi ve kölelerden oluşurdu. Lejyonlar zaman zaman auxilia'daki birliklerin de dahil olmasıyla 6,000 muharip askere sahip olabilirlerdi. Lejyon mevcudu sefer sırasındaki şartlara göre değişkenlik gösterebilirdi; Jül Sezar'ın lejyonları Galya Seferi sırasında ortalama 3,500 kişilik bir güçle savaşmıştı.
Taktikler geçmişten kısmen de olsa faklıydı ancak bunu sağlayan askerlerin çok daha profesynel eğitiliyor olmasıydı. Standart bir Roma lejyonunun teşkilat şeması yaklaşık olarak şöyleydi;
1 Lejyon, 10 Kohorttan oluşur = 3600–6000 mevcut;
Marian reformlarının ardından, Cumhuriyetin sonlarına doğru lejyonlar oldukça önemli politik roller üstlendiler. MÖ 1. yüzyılla birlikte bir demagogun komutası altındaki lejyon tehdidi ortaya çıktı. Roma Valileri, eyaletlerini lejyonları ile birlikte terk edemezlerdi. Jül Sezar'ın eyaleti Galya'yı lejyonu ile terk etmesi ve ardından Rubicon nehrini geçerek İtalya'ya girmesiyle bu kuralı çiğnemesi bir anayasal krize neden oldu. Bu kriz ve ardından gelen iç savaş Cumhuriyetin sonunu getirdi ve MÖ 27 yılında Augustus tarafınadan İmparatorluğun kurulmasına yol açtı.
Bkz. "Erken İmparatorluk Roma Lejyonları Dizini"
Augustus, politik ve ekonomik nedenlerden dolayı, Marcus Antonius ile savaşının sonunda neredeyse 50'ye ulaşan lejyonların sayısını 28'e düşürdü. Teutoburg Ormanı savaşında kaybedilen 3 lejyonun ardından da toplam lejyon sayısı 25'e düştü. İç savaş sırasında Generaller kendi lejyonlarını oluşturmuş ve istedikleri gibi numaralandırmışlardı. Savaş sona erdiğinde, Augustus bazıları aynı mumaralara sahip 50 lejyona sahipti. Augustus orduyu daha etkili hale getirdiği gibi askerlerin ödemelerini de düzene soktu. Aynı zamanda, auxilia mevcutlarını lejyon mevcutlarına eşit olacak kadar arttırdı.
Augustus'un başarılı ve etkin askeri politikaları ardılları tarafından kullanılmaya devam edildi. Bu imparatolar, dikkatlice, şartların gerektirdiği ve izin verdiği ölçüde ordunun gücü 30 lejyon civarında olacak şekilde yeni lejyonlar oluşturdular. Her lejyonun mevcudun 5,120 lejyoner olduğu ve her lejyona aynı mevcuda sahip bir auxilia birliğinin eşlik ettiği de göz önüne alındığında Pax Romana boyunca komuta altındaki Lejyonların mevcudu sınırlarda görev yapan Lejyonların da dahil edilmesi durumunda aşağı yukarı 153,600 kişilik bir askeri güce karşılık gelir. Takviye edilmiş bazı Lejyonların sayıları zaman zaman 15,000–16,000 kişilik bir güce ya da modern zamanların bir Tümenine eş değer olabiliyordu.
İmparatorluk çağı boyunca lejyonlar önemli politik roller oynadılar. Eylemleri İmparatorluğu bir isyancı generalden koruyabilir ya da onu başa geçirebilirdi. Örneğin, Dört İmparator Yılı sırasında Vitelliusun yenilmesinin nedeni Tuna lejyonlarının Vespasian'ı desteklemeye karar vermesidir.
İmparatorlukta, lejyonlar özel semboller ve özel hikâyelerler yardımıyla askerlerin hizmet etmekten gurur duyacağı şekilde standardize edilmişti. Lejyon bir "legatus" ya da "legate" tarafından komuta edilirdi. Yaklaşık otuzlu yaşlarda olan legateler üç yıllık bir hizmetin ardından senatör olarak atanırlardı. Legatus'un hemen altında altı adet seçilmiş "askeri tribün" bulunur, beş tanesi kurmay subay, altıncısı ise Senatoya seçilecek bir soylu olurdu. Lejyonda ayrıca tıbbi personel için bir grup subay, mühendisler, kayıt tutucular, üs komutanı olan "praefectus castrorum" ve rahip ve müzisyenler bulunurdu.
Bkz. "Geç İmparatorluk Roma Lejyonları Dizini"
Geç Roma İmparatorluğu döneminde lejyonların sayısı arttırıldı ve Roma ordusu genişledi. Lejyonların yapısının Tetrarşi'den önce değiştirildiğine dair kanıt olmasa da, bilinenden daha az mevcuda sahip oldukları hakkında deliller vardır. "Legiones palatinae" olarak bilinen lejyonlar üzerinde yapılan son düzenlemenin kaynağı İmparator Diocletianus ve Tetrarklardır. Bu lejyonlar, süvari desteğine sahip 5,000 askerlik eski lejyonlardan 1,000 asker daha az mevcuda sahip yeni tip lejyonlardı. En erken oluşturulan "legiones palatinae", "Lanciarii", "Joviani", "Herculiani" ve "Divitenses" lejyonlarıdır.
4. yüzyıl, II. Konstantin tarafından başlatılan bir süreç sonunda çok sayıda yeni az mevcutlu lejyon oluşturulmasına şahit oldu. Seçkin "palatinae" lejyonlarına ilave olarak, geç Roma ordularından oluşturulmuş "auxilia palatina" destek birikleri ile birlikte "comitatenses" ve "pseudocomitatenses" olarak adlandırılan lejyonlar da mevcuttu. Notitia Dignitatum sahra ordusunda görev yapan 25 "legiones palatinae", 70 "legiones comitatenses", 47 "legiones pseudocomitatenses" 111 "auxilia palatina" ve ilave olarak sınır muhafızlarına mensup 47 "legiones" adı sayar. "Honoriani" ve "Gratianenses" gibi Notitia'da adı geçen lejyon isimlerinin de gösterdiği gibi yeni lejyonların oluşturulmasının 4. yüzyılda tekil olaylar olmaktan ziyade sık rastlanılan bir durumdur. İsimler aynı zamanda pek çok lejyonun "vexillationes"ler ve eski lejyonlardan oluşturulduğunu gösterir.
Romalı yazar Vegetius'un "De Re Militari" adlı eserine göre, her centuria bir Balista'ya, her kohort bir Onager'e sahipti ve bu da lejyona 59 Balista ve her biri 10 adet "libritor"dan oluşan mürettebata sahip, bir arabaya monte edilen ve öküzler ya da katırlar tarafından çekilen 10 Onager'den oluşan muazzam bir kuşatma gücü sağlıyordu. Şehir ve tahkimatlara saldırmaya ilave olarak bu savaş araçları Roma kalelerini ve castra olarak bilinen tahkim edilmiş askeri üsleri savunma amacına da hizmet ederlerdi.
Aşağıdaki liste Marian reformlarından (M.Ö. 104) Diocletianus'un askeri reformlarına (290 civarı) kadar olan süre içerisinde geliştirilmiş olan Lejyon subay sistemini tanımlar:
En kıdemli centuriolar birinci kohortta bulunan beş centuria'nın askerleriydi. Geri kalan kohortlarda ise, savaş hattında bulunan centurialarda bulunanlar en kıdemlileri olmak üzere altı centurianın emrinde altı kıdemli centurio bulunurdu. İkinciden onuncuya kadar olan kohortlarda kıdem centuria'ya göre değişiklik gösterirdi ancak bir kohort içerisinde aynı centuria'ya komuta eden iki adet centurio var ise asıl komuta kohortta bulunan daha kıdemli bir centurio tarafından üstlenilirdi.
Normal bir kohortun altı centuria'sı kıdem sırasına göre şöyle sıralanırdı:
Centurialar, unvanlarını lejyonların yanaşık olarak üç farklı sınıftan oluşan üç hat olarak kullanıldıkları eski dönemlerden alırlar. Bu hatlardan her biri en ileride ve en geride bulunan centurialar olmak üzere tekrar bölünürlerdi.
Temel ücretin 60 katı maaş alırdı.
Gaius Marius'un MÖ 107 yılındaki ordu reformundan Domitian'ın tahta çıktığı M.S. 81 yılına kadar süre içerisinde sıradan bir lejyoner bir yıl için 225 "Denarius" alıyordu. Domitian bu miktarı 300 denarius'a çıkarmıştır. Bu artıştan, 2. yüzyıl boyunca süren görece istikrarlı enflasyon oranları nedeniyle, Septimius Severus tarafından üceretlerin 500 denarius'a çıkarılmasına kadar geçen sürede yeni bir maaş artışı yapılmadı. Ancak yine de askerler bu ödemenin tamamını nakit olarak almazlardı. Ücretlerinden beslenme ve donatımları için devlet tarafından belirli bir miktar kesinti yapılırdı ve bu yüzden net maaşları çok fazla değildi.
Ayrıca ilave olarak tüm lejyonerlere 25 yıllık görev sürelerinin sonunda toplu bir ödeme yapılırdı. Bu ödeme Augustus döneminde 3000 denarius ve/ya da verimli bir tarım arazisi şeklinde olurdu (tarım arazisi daha sık tercih edilirdi.). Caracalla zamanında "praemia" olarak adlandırılan bu emekli ikramiyesi 5000 denarius'a çıkarıldı.
MÖ 104'ten sonra tüm lejyonlar standart sembol olarak aquila (kartal) kullanmaya başladılar. Semboller aquilifer olarak bilinen bir subay tarafından taşınırdı ve kaybedilmesi çok büyük bir utanç olarak kabul edildiği için çoğunlukla lejyonun dağıtılmasıyla sonuçlanırdı.
Jül Sezar, Commentarii de Bello Gallico (Kitap IV, Bölüm 25) adlı kitabında, Britanya'nın MÖ 55 yılındaki ilk işgali sırasında meydana gelen bir olay sırasında lejyon sembolü kartalın güvenliğini sağlamanın Romalı askerleri nasıl korkuya sevk ettiğini an |
latır. Sezar'ın askerleri Britonların korkusuyla gemileri terk etmeye çekindikleri sırada Onuncu lejyonun aquilifer'i kendisini geminin güvertesinden aşağıya bırakmış ve kartalı taşıyarak tek başına düşmana doğru ilerlemeye başlamıştır. Ayıplanmaktan korkan silah arkadaşları gemilerden atlayarak onu takip etmeye başlayınca diğer gemilerde bulunan askerler de onlara katılmışlardır.
Roma İmparatorluğu'nun doğuşu sırasında lejyonlar, liderleri olan İmparatorlar ile özel bağlar kurmuşlardır. Her lejyonda Imaginifer olarak bilinen ve görevi, "pontifex maximus" olan İmparatorun "imago" olarak adlandırılan heykel ya da tasvirini taşımak olan subaylar görev yapmışlardır.
Bunlara ilave olarak her lejyon, adının ve ambleminin betimlendiği "vexillum" ya da "signum" taşıyan bir "vexillifer" subayına da sahipti. Diğer birlikleri desteklemek için lejyonlardan alt birlikler oluşturulması sık rastlanan bir durumdu. Böyle durumlarda bu alt birlikler kartal taşımazlar, sadece vexillum taşırlardı ve bu sebeple "vexillatio" olarak adlandırılırlardı.
Aynı zamanda siviller de bazı durumlarda Roma Lejyonarına olan yardımlarından dolayı ödüllendirilirlerdi. Gösterdikleri üstün hizmet karşılığında yurttaşlara onursal bir hediye olarak "başı olmayan bir ok" verilirdi.
Roma lejyonları oldukça sert bir askeri disipline sahipti. Talimatlara mutlak suretle uyulurdu ve bu talimatları yerine getirmeyen bir lejyoner çok çeşitli cezalandırma yöntemlerinden biriyle karşı karşıya kalbilirdi. Pek çok lejyoner kendisini kanaatkarlığın erdeminin zatında vücut bulduğu tanrıça Disciplina'nın kültüne adamıştı ve sertlik ve sadakat onların davranış kodu ve yaşam tarzı olmuştu.
süvarilerle, gerillalarla ve kuşatma savaşlarının karmaşık sorunlarıyla mücadele etme konusunda oldukça etkili bir yeteneğe sahipti.
Çocuk felci
Çocuk felci (Poliomyelit), özellikle omurilikteki kasların kasılmasını başlatan sinir hücrelerine zarar veren bir virüsün ("Polio virus") yol açtığı bulaşıcı enfeksiyondur.
Genellikle yaz ve sonbahar aylarında küçük yerel salgınlar biçiminde ortaya çıkan çocuk felci, 40 °C'ı bulan yüksek ateş, şiddetli baş ağrıları, bulantılar ve sırt ağrılarıyla başlar. 4-5 gün sonra kasları iki yanlı, ama bakışımsız olarak etkileyen gevşek felç yerleşir, 2-3 hafta sonra, bazı kaslar bütünüyle normale döner, bir bölümüyse hiç düzelmez.
Virüs, hastaların çıkardığı dışkı yoluyla yayıldığı için, çevre sağlığı koşullarına dikkat edilmeyen çağlarda büyük salgınlara yol açmış, koşullar düzeltilince, daha çok çocukları etkilemeye (adı buradan kaynaklanır) başlamış, ağız yolundan verilen aşı uygulamasının yaygınlaşmasıyla, büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Omuriliğin ön kordonlarının iltihaplanması sonucu felçle neticelenen bir hastalıktır. Tıp dilinde 'poliomelitis' denir. Bilhassa yaz ve sonbahar aylarında görülür. Nedeni bir çeşit virüstür. Lağım sularının yiyeceklere bulaşması, sineklerin taşıdığı mikroplar, hastalığa yakalanmış kişinin ağız ve burnundan çıkan damlacıklarla bulaşır. çocuk felcine küçükler yakalanabileceği gibi büyükler de yakalanabilir. Hastalık virüs vücuda yerleştikten sonra 7-21 gün içinde ortaya çıkar. Hastada ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, kusma, yorgunluk, boyunda kasılma, ve sırt ağrıları vardır. Hastalığın ilk günlerinde gerekli tedaviye başlanmazsa, özellikle kol ve bacaklarda felç görülür. Hastalığın başlangıcında hastayı diğer kimselerden ayırmak ve yatırmak gerekir. Çocuk felcinden korunmak için "Salk aşısı" veya "Sabin aşısı" yaptırmak gerekir. Bu aşının ilki çocuk 6 aylık olmadan önce, ikincisi ilk aşıdan 2 ay sonra, üçüncüsü, ikinci aşıdan 6 ay sonra yapılır. 5 ve 15 yaşlarında da tekrarlanır. Tedavi için mutlaka doktora başvurmak gerekir.
Riskli Durumlar
- Polio aşısının yapılmaması
- Polio salgını olan bölgeye yolculuk yapmak
- Hamilelik
- Çok yaşlı veya bebek olmak
- Ağız, burun veya boğazda yaralanma meydana gelmesi (diş tedavisi, bademciklerin alınması)
- Virüsü aldıktan sonra bağışıklık sistemimizi bozacak anormal bir stres meydana gelmesi (duygusal veya fiziksel)
Çocuk felci dünya çapında görülen bir hastalıktır. Ancak aşılamaya yeterli özen gösteren ülkelerde nadiren gözlenir. Yaz ve sonbahar aylarında daha sık gözlenir. Kızlarda daha sık gibi görülmekle birlikte felçler erkek çocuklarda daha sık gözlenir. Salgınlar aşılamanın yapılmadığı bölgelerde gözlenir. 1840 ile 1950 li yıllar arasında poliomyelit dünya çapında salgınlara neden olmaktaydı.
Korunma
Polio aşısı, yapıldığı insanların hemen hepsini hastalıktan korumaktadır. Koruma oranı %90 ın üzerindedir.
Kalın bağırsak
Sindirim sisteminin anatomisinde kalın bağırsak, ince bağırsak ile anüs arasındaki kısımdır. Toplam uzunluğu 1,5 ile 2 metre arasında olup, sindirim sisteminin beşte birini oluşturur. Başlangıcında yer alan çekumda çapı en geniştir, sonra kolon boyunca gittikçe daralır, anal kanaldan hemen önce yer alan rektumda epeyce bir genişler. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarda bumbar adı verilir.
Kalın bağırsağın ince bağırsaktan farkı, çapının büyüklüğü, nispeten sabit konumu, keseli görünümü ve dışında yer alan peritonla örtülü "yağ parçacıkları"dır ("appendices epiploicae"). Uzunlamasına kas lifleri bağırsağı devamlı bir tabaka olarak kaplamak yerine üç uzunlamasına bant şeklinde düzenlenmişlerdir .
Kalın bağırsak, ince bağırsağı çevreleyerek etrafında bir kemer oluşturur. İleumun sağ tarafında çekumdan başlar, sağ lumbar ve karaciğerin altına kadar yukarı doğru çıkıp oradan sola kıvrılır, abdomenin karşı tarafına uzanır, tekrar kıvrılıp pelvise doğru aşağıya iner; orada gene kıvrılıp pelvisin arka duvarı boyunca uzanır ve anüste sona erer.
Kalın bağırsak çekum, kolon, rektum ve anal kanal olarak bölümlere ayrılır. Kalın bağırsak midenin altındadır.
Dışkı depolama kapasitesi 2100 gram olarak ölçülmüştür.
Kalın bağırsakta veya kolonda, kimusta bulunan su emilir. Kalın bağırsakta tuzlar aktif taşıma ile emilir, su da osmoz yoluyla onları takip eder. Sindirilmemiş posa ve kalın bağırsakta yaşayan bakterilerden oluşan dışkı rektuma gider, anüsten atılana kadar orada depolanır.
River
İzmir'li Death Metal grubu In Spite'ın gitaristi Ant Balcı'nın solo projesi. 9 şarkıdan oluşan 'Open Heart' adlı ilk albümü Ekim 2006'da yayınlanacak olan River'da, Ant Balcı, vokal, bass ve gitarları üstleniyor. Tarzı brutal vokalli hard rock olarak tanımlanabilecek projeye ait parçaların tamamı, River'ın web sitesi www.river-project.com dan indirilebilmektedir.
Çene
Çene, ağzın çevresinde yeralan, omurgalılarda çiğnemeyi sağlayan kemik donatımının adıdır.
Çeneyi oluşturan iki parçadan üstçene ("lat". maxilla), kafatasına ("lat". cranium) bağlıdır; altçene ("lat". mandibula) kulağın hemen önündeki çene eklemi ("lat". articulatio temporomandibulare) aracılığı ile kafatasına tutunmuştur. Çene eklemi vücutta çift taraflı çalışan tek eklemdir. Memelilerde alt çene hem aşağı yukarı, hem de iki yana hareket eder. Çeneyi kapatan kasların güçlü olmasına karşılık, açıcı kaslar hem az sayıda, hem de oldukça zayıftırlar: İnsanda ve hayvanların birçoğunda çenenin açılmasına yerçekimi yardımcı olur. Bazı yılanlarda, büyük avlar yutulurken, altçene yerinden ayrılarak aşağı inebilir.
Çekirdekçik
Çekirdekçik ya da nükleolus, ökaryot hücrelerin çekirdeklerinin içinde bulunan zarsız bir yapıdır.
Çekirdekçik; bakteriler, çekirdek içeren alyuvarlar ve sperm hücreleri dışında bütün canlı hücrelerde bulunan küresel bir cisimdir. Yapısının %10-20 kadarı RNA'dan, %70-80 kadarı proteinin oluşmaktadır. DNA çekirdekçiğin dışında olduğundan dolayı çekirdekçik yapısında bulunmaz. Protein kısmının bir bölümü enzim yapısına, çok daha büyük bir bölümü ise ribozomun yapısına girecek olan ribozomal proteine dönüşür. Görevi ribozomal RNA (rRNA) transkripsiyonu yapmak ve hücre içinde bunları birleştirmektir. Hücre çekirdeğinin hacimce %25'ini kaplar. Çekirdekçiklerdeki işlev bozuklukları çok çeşitli hastalıklara sebep olabilmektedir.
Çekirdekçikler üç farklı bölgeden oluşmaktadır: ipliksi (fibriler) bölge (FC), yoğun ipliksi bölge (DFC) ve tanecikli (granüler) bölge (GC).
Elektron mikroskobu görüntülerine göre ipliksi bölgede uzunluğu çapının yaklaşık olarak iki katı olan fibriler proteinler bulunmaktadır. Tanecikli bölge ise daha çok çekirdekçiğin çevresinde bulunmakta ve granüllü yapılardan oluşmaktadır. Yoğun ipliksi bölge de henüz olgunlaşmamış ribozom alt birimlerinden oluşmaktadır.
Çoğu çekirdekçikte (özellikle bitkilerde) bulunan bir başka yapı da çekirdekçiğin merkezindeki şeffaf bölgede bulunan nükleolar vakuoldür. Çoğu bitki türü çekirdekçiğinde hayvan çekirdekçiklerinin aksine çok yüksek oranda demir konsantrasyonuna rastlanır. Nükleolar vakuol de bu oranı dengelemek üzere özelleşmiştir.
Çekirdekçikler, ilk olarak Barbara McClintock tarafından tanımlanan ve çekirdekçik organizatörü (NOR) olarak adlandırılan özel genetik lokusların etrafında yer almaktadır. Bir NOR, çok çeşitli kromozomlarda bulunabilen rRNA genleriyle dizilidir. Aslında tüm canlıların genomunda çok sayıda rRNA geni bulunmaktadır. Örneğin bir insanda 5.8S, 18S ve 28S rRNA'ları kodlayan 200 kadar gen ve 5S rRNA'yı kodlayan 2000 gen kopyası mevcuttur. Buna rağmen embriyonik gelişim sürecinde hücrenin ihtiyaç duyduğu rRNA ürünleri hızlı bir şekilde karşılanamamaktadır. Dolayısıyla hücre gen amplifikasyonu ile gereksinim duyulan çok fazla sayıdaki rRNA ürününü karşılamaktadır.
Gen amplifikasyonu, belli bir gen serisi replikasyon yaptığı halde geri kalan genomun değişmeyip aynı kalmasıdır. Dolayısıyla amplifikasyon, tekrarlayan DNA replikasyon döngülerinin sonucunda oluşmaktadır. Sonuçta amplifiye olan genin birçok kopyası elde edilmektedir ve dolayısıyla gen ifadesi artmaktadır. Böylece hücrenin gereksinim duyduğu fazla miktardaki büyük rRNA'lar sentezlenmektedir.
Hücre bölünmesi sırasında çekirdekçik kaybolur. Bölünmeden sonra tekrar oluşur. Bölünmenin başlangıcında kromozomlar oluşmaya başladığında çekirdekçik küçülür. Çünkü çekirdekçiği oluşturan kromatin de nükleozom oluşumuyla |
kısalmaya başlamaktadır. Bölünmenin metafaz evresinde ise DNA ultrastrüktür yapıda başlangıçtaki halinin 10.000 katı kadar kısalma olduğunda çekirdekçik tamamen görünmez olur. Çekirdekçiğin protein kısımları, fibrilli ve granüllü bölgeleri sitoplazmaya dağılır. Bölünmenin telofaz evresinin sonuna doğru ultrastrüktür yapıdaki DNA, sarmallarından kurtulup uzamaya başladığında çekirdek yapıcı kromozomların rRNA genlerini taşıyan DNA bölgeleri bir araya gelerek tekrar çekirdekçiği oluştururlar.
Abdülaziz Buteflika
Abdülaziz Buteflika (Arapça: عبد العزيز بوتفليقة; d. 2 Mart 1937, Ucda, Fas), Cezayirli siyasetçi.
1999'dan bu yana Cezayir'in devlet başkanlığını yapmaktadır. 1963 yılından 1979 yılına kadar Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Birleşmiş Milletler Genel Kurul Başkanı olarak görevde bulundu.
Theodor Escherich
Theodor von Escherich (29 Kasım 1857 - 15 Şubat 1911) Alman-Avusturyalı bir pediyatrist ve bakteriyolog, Münih, Graz ve Viyana üniversitelerinde profesördü. 1919'da onun adına "Escherichia coli" olarak adlandırılacak olan bakteriyi keşfetti ve özelliklerini tanımladı. Ansbach'da (Almanya'nın Mittelfranken bölgesinde) doğdu, Viyana'da öldü.
Theodor Escherich 1881'de tıp doktoru oldu. Kendini bakteriyolojiye adadı ve 1884'te bebek dışkılarını değerlendirmek için yeni bir yöntem geliştirdi.
1890'da Graz'da Karl-Franz Universitesi'nde Pediyatri Profesörü ünvanını aldı. 1894'te tıbbın bu sahasında "ordentliche Professor" (tam profesör) ünvanını alan üçüncü kişi oldu. 1902'de Viyana Üniversitesi'nde Pediyatri Profesörü olup "St.-Anna-Kinderspital" 'ın (St. Anna Çocuk Hastanesi) yöneticiliğini yaptı.
Escherich 1903'te "Säuglingsschutz" (Çocuk Koruma Derneği) kurmasıyla ünlü oldu ve yüksek profilli bir süt emzirme kampanyası başlattı
1906'da "Kaiserlich-königlich Hofrat" (Saray danışmanı) ünvanıyla onurlandırıldı.
Lidyalılar
Anadolu'nun batısında Gediz ve Menderes ırmakları arasında kalan bölgeye Antik çağda Lidya, bu topraklarda yaşayanlara da "Lidyalılar" denilmiştir. Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan ve doğudan Anadolu'ya gelen Lidyalılar önce Hititler'in daha sonra da Frigler'in egemenliği altında yaşadılar. Dilleri, Hitit dili ile benzerlik göstermektedir.
Lidyalılar, Frigyalıların yıkılmasından sonra Kral Giges zamanında bağımsız bir devlet kurdular (M.Ö. 687). Lidyalıların başkenti, dönemin en büyük ve zengin kentlerinden olan Salihli yakınlarındaki Sardes (Sard)'dır. Giges, devletin sınırlarını genişletti. Doğu sınırları Kızılırmak ırmağına kadar uzandı. Kimmerlere karşı Asurlularla iş birliği yapmışlar ve bunun sonucunda Kral Yolu Asur'a kadar uzanmıştır. Kral Alyattes zamanında Medlerle savaş yapıldı. MÖ 585 yılında barış yapılarak, Kızılırmak iki devlet arasında sınır oldu.
Son kralları Krezüs dönemi Lidyanın en parlak zamanı oldu. Başkentleri Sard aynı zamanda dönemin kültür ve sanat merkeziydi. Ancak bu durum uzun sürmedi. Adalar (Ege) Denizi'ne çıkmak istemeyen Pers Kralı Kyros (Kirus), Mısır'la ittifak yapan Lidya Kralı Krezus'u yenerek Lidya Krallığı'na son verdi (M.Ö. 546).
Lidyalıların parayı bulan ilk uygarlık olduğu iddiaları olmakla birlikte, para kullanımı daha eski medeniyetler olan Sümerler'de ve Mısır'da da vardır. Resmi makamlarca onaylanmış gümüş gibi değerli metallerin ve belirli ölçekteki arpa gibi tahılların kullanımı ilk parasal ögeler sayılabilir. Ancak günümüzdeki anlamına yakın kullanım Lidyalılara atfedilir. Herodot, Lidyalıların gümüş ve altın madeni parayı ilk defa kullandığını yazar. Başka deyişle Lidyalılar zaten var olan para sisteminin aracı olarak altın ve gümüşü tercih eden ilk uygarlıktır.
Lidyalılar tarihte ilk madeni parayı icat edenlerdir. Lidyalılar tarafından paraya "sikke" deniliyordu. Sikke eski uygarlıklardan kalmış bir para türüdür. Altın, gümüş, bakır, nikel, tunç ve alüminyum gibi metal alaşımların karışımları ile üretilmiş olup, ilkel çağlarda ticarette kullanılan takas (değiş-tokuş) yöntemi yerine daha kullanışlı bir değişim aracı arayışlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Kafkasya Avarları
Avarlar veya Kafkasya Avarları, (Avarca: МагIарулал "Mağarulal" «Dağlılar» ya da Аварал "Avaral" «Avarlar», Rusça: Аварцы/Avartsı, Azerice: Avarlar) Kafkasya’nın bugünkü halklarından biridir. Çoğunluğu Dağıstan'da yaşamakta ve Dağıstan nüfusunun % 29.6'sıyla en kalabalık etnik grubunu oluşturmaktadır. Avarların ezici çoğunluğu Sünni Müslüman olup dilleri ise Kuzeydoğu Kafkas dillerine (Nah-Dağıstan dilleri) bağlı bir dil olan Avarcadır.
Günümüzde Dağıstan'da yaşayan yerli Kafkas dilli Avarlar ile tarihteki Avarlar arasında genetik bağların bulunup bulunmadığı konusunda ihtilaflar mevcuttur. Bazı bilim adamlarına göre Kafkasya Avarları ile Hunlar ve tarihteki Avarlar arasında bağlantı bulunmaktadır. Dil ve kültür bilim adamı Harald Haarmann'a göre tarihteki Avarların bir kısmı Kafkaslar'da kalıp dil ve kültürleri yerli halklarla karışmış ve bugünkü Kafkasya Avarlarını oluşturmuşlardır.
Kafkaslarda kurulan Avar Hanlığı'nın merkezi geleneksel olarak Hunzak'tır. Khunzakh , Hun toprağı demektir. 6. yüzyılın sonunda Apar-şar (Avarların ülkesi) denilen Horasan civarından Avar Hunlar ( heftalitler ) Dağıstan'a gelmişlerdi. Avar ismi Kafkasya Avarlarının dilinde War , Bar gibi köklere dayanır , yükseklik , yücelik demektir. Bazı filologlar ise "silahlı halk" anlamına gelen "Bo" kelimesini , ses değişimine uğradığını düşünerek ĞWo diyerek okur , bu Heftalitlerin soyunun geldiği Hun asillerinin kabilesi olan Hua'dır. Buna nehir , hareket gibi anlamlara gelen Avarca 'Or ismini ilave ederler , süvari halk olarak çevirirler. Heftalitler ve Rouranlar Asya'da Batı ve Doğu Avarları olarak biliniyorlardı , iki Avar topluluğuda War ve Khun isimli iki büyük kabileden oluşuyorlardı. Göktürkler Rouranlar'a isyan edince , Rouran asilleri Heftalitlere sığındı. Heftalit devleti yıkılınca 6. yüzyılda War-Khun kabilelerinin bir kısmı Kafkasya Avarları'na sığındı , Dağıstan / Takh-As-tan / Serir / taht krallığı böylece kuruldu. War-Khunlar'ın kalan kısmı ise Balkanlar'a göçerek Avar İmparatorluğu'nu kurdu.
150-200 yıl önce Dağıstan'dan tehcir ettirilen Avarların (Турциялъул магIарулал = Türkiye Avarları) Türkiye'deki sayısı tam olarak bilinmiyor.
Bu 3 ana lehçe içinde Avarca çeşitli yörelerde 14 ayrı diyalektle temsil olunur:
Bu lehçe/diyalektlerden ilki resmi ve yaygın çoğunluk lehçesi iken, son 5 diyaleg Dido, geri kalanları da Andi grubu kapsamındadır.
Dağıstan Avarlar'ı üzerine yapılmış genetik araştırmalar sonucunda; diğer Kafkas dilli Dağıstan halklarında olduğu gibi Avarlar'da da % 65 oranında J1 Haplogrup tespit edilmiştir. Bu durum; Orta Doğu ve Mezopotamya kökenli bu Haplogrup Avarlar'ın çoğunlukla, Hurri-Urartu halklarından geldiklerini kanıtladığını düşündürmektedir.
Dağıstan’daki Avarların çoğunluğu, dağlık kesimlerde yaşar. Bir bölümü ovalık kesimlere (Buynakskiy, Hasav'yurtovskiy ve diğer bölgeler) yerleşmiştir. Çeçenya, Kalmıkya ve Rusya'nın diğer bölgelerinde, Azerbaycan’da (Kah, Balaken ve Zaqatala "rayon"ları da içinde olmak üzere) toplam yaklaşik 42.100 kişi, Gürcistan'da (Kvareli Avarları) yaşayan 20.000 kişi vardır.
2007 yılı tahmini verilerine göre 840.000’i Dağıstan’da olmak üzere Rusya’da 1.050.000'in üzerinde Avar yaşamaktadır. Bu rakama Rusya dışındaki diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki 300.000 Avar'ı eklersek eski Sovyet toprakları üzerinde sayıları, 1.350.000'i bulmaktadır. Ayrıca çoğunluğu Türkiye'de olmak üzere çeşitli (Suriye, Ürdün, Irak, Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan, ABD, Almanya, Fransa vb.) ülkelerde toplam 180.000 ile 200.000 kadar Avar yaşadığı tahmin edilmektedir.
Avarlar arasında en ünlü kişiler; Şeyh Şamil, Hacı Murat ve Umma Khan’dır.
Avar mutfağının en tanıdık yemeği "hinkal" (хинкIал) adlı hamurişidir ve Avar mutfağından komşu mutfaklara (Türk: "hıngel", Azeri: "xəngəl", Gürcü: ხინკალი "hinkali", Çeçen: хингал "hingal") da geçmiştir. Hinkal kelimesi Avarca çoğul eki (-"al") almış biçimidir ve Lakçada tekil hâli (ХхункӀ) kullanılmaktadır. Avarlarda hinkal farklı biçimlerde (цIурахинкIал, мичIихинкIал) yapılır.
Diğer geleneksel Avar yemekleri arasında "urba" (урба), "muğ" (мугь), "hagu" (гьагIу), "tidul karşç" (тIидул карщ), "kurakul karşç" (куракул карщ), "bagârğalil çurpa" (багIаргьалил чурпа), "hil'alodul çurpa" (хилъалодул чурпа), "raji" (ражи) sayılabilir.
Nicolas Sarkozy
Nicolas, Paul, Stéphane Sarközy de Nagy-Bocsa veya Nicolas Sarkozy, (d. 28 Ocak 1955), eski Fransa cumhurbaşkanı ve Andorra eş prensi.
28 Ocak 1955 yılında Paris'te doğdu. Babası Pál Sárközy de Nagybocsa (Macarca "Nagybocsai Sárközy Pál") Macardır, annesinin babası Benico Mallah (aslı adı: Aron Mallah) kökeni ortaçağda İspanya'dan Osmanlı'ya sığınmış olan Sefarad Yahudilerine dayanmaktadır.
Édouard Balladur Hükümeti'nde Bütçe Bakanı ve hükümet sözcüsü oldu. 1995 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Édouard Balladur'ü destekledi ve kampanya sözcülüğünü üstlendi. Jean-Pierre Raffarin'in ilk hükümeti (2002-2004) ve Dominique de Villepin Hükümeti'nde (2005-2007) İçişleri Bakanı ve hükümetin iki numaralı ismi olarak görev yapan Sarkozy, 2004 yılında 3. Jean-Pierre Raffarin Hükümeti'nde Maliye Bakanı oldu. 16 Mayıs 2007 tarihinde Jacques Chirac'ın yerine Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı Sarkozy 2 Şubat 2008'de eski İtalyan manken Carla Bruni ile 3. evliliğini yaptı.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınması taraftarı olmadığını açıkça ifade etmiştir. 2012 yılında Senato'dan geçirdiği "Ermeni Soykırımını İnkarının Cezalandırılması Yasası", Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmiştir.
21-22 Nisan 2012'de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turuna katılan 10 aday arasında %28.63 oy alan Sosyalist parti adayı François Hollande'nin ardından %27.18 oy ile ikinci tura kalmıştır. 5-6 Mayıs 2012 Tarihlerinde yapılan 2. tur sonucunda Cumhurbaşkanlığı seçimlerini oyların %51.9'nu alan Sosyalist Parti adayı François Hollande'ye karşı kaybetmiştir. Cumhurbaşkanlığı görev süresinin dolmasının ardından Anayasa Konseyi tabii üye |
si olarak göreve başlamış ancak 2012 cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasındaki usulsüzlükler nedeniyle görevinden istifa etmiştir. 29 Kasım 2014 tarihinde UMP genel başkanlığına seçilmiştir.
Novi Sad
Novi Sad (Sırpça: "Нови Сад"; Macarca: "Ujvidek"; Almanca: "Neusatz") Sırbistan'ın kuzeyinde, Voyvodina'nın merkezi olan şehirdir. Novi Sad ayrıca Voyvodina Hükümetine ve İl Genel Meclisine ev sahipliği yapmaktadır. 2011 sayımına göre, Novi Sad belediye alanında nüfus, 231.798 Ortodoks Hristiyan, 24.843 Katolik, 9428 Protestan, 2542 Müslüman, 129 Yahudi ve diğerleri şeklindedir. Novi Sad bir dönem Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na bağlı bir şehirdi. Bu yüzden Novi Sad'ın Ana meydanın daki binalar ve sokakları neoklasik mimariye aittir.
Kent meclisi ve belediye üyeleri doğrudan seçimlerde seçilir. Kent meclisi 78 sandalyeye sahiptir. Şehir hükümetinin 11 üyesi vardır. Belediye başkanı ve şehir meclisi üyeleri dört yıl görev yapmak üzere seçilirler ve şehir yönetimi oy çokluğu ile şehir meclisi tarafından belediye başkanının teklifi üzerine seçilir. 2008 seçim yılı itibarıyla, Novi Sad belediye başkanı Igor Pavličić (Demokrat Partili)'dir; kent meclisinde çoğunluk olarak Voyvodina ve Macar Koalisyonu için birlikte Demokrat Parti ve G17 + partisi vardır. Novi Sad yeni tüzüğün yürürlüğe girdiği 2002 yılından bu yana Novi Sad Şehri, iki kent belediye içerisinde 46 yerel topluluklara bölünür. Novi Sad ve Petrovaradin'in coğrafi sınırları Tuna nehri tarafından tanımlanmıştır.
19. yüzyılda şehir, Sırp kültür başkenti oldu. Takma adı Sırp Atinası dir. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında hemen hemen her Sırp romancı, şair, hukukçu ve gazeteci Novi Sad'da yaşamış veya çalışmıştır. Günümüzde, Novi Sad Sırbistan'ın ikinci kültür merkezidir (Belgrad hariç) ve kentin yetkilileri, sayısız kültürel etkinlikler ve müzik konserleri ile şehri daha cazip hale getirmek için çalışmaktadır.
Novi Sad Voyvodina'nın ekonomik merkezidir ve Sırbistan'ın en verimli tarım bölgesidir. Şehir aynı zamanda Sırbistan ve eski Yugoslavya'nın en büyük ekonomik ve kültürel merkezlerinden biridir. Novi Sad her zaman Yugoslavya içinde görece gelişmiş bir kent olmuştur. 1981 yılında kişi başına düşen GSYİH oranı Yugoslav ortalamasının % 172 si idi. 2001 yılından bu yana Novi Sad güçlü bir şekilde büyüdü. Devletin ve toplumun iktisadi teşebbüslerinin yanı sıra, güçlü bir özel teşvik, özelleştirme süreçleri ve özel sermayeli şirketlerin payı artmış ve küçük - orta ölçekli işletmeler kentin ekonomik kalkınmasına hakim olmuştur.
Bir finans merkezi olarak Novi Sad'ta Vojvođanska Bank, Erste Bank, Kulska Bankası, Meridian Bank, Metaller Bankası, NLB Continental Bank ve Panonska Bankası gibi çok sayıda bankalar bulunmakta ve Sırbistan'ın ikinci büyük sigorta şirketi DDOR Novi Sad ta bulunmaktadır. Şehir aynı zamanda büyük petrol firmasına ev sahipliği yapmaktadır.
Novi Sad, 2005 yılı sonunda, Sırbistan İstatistik Dairesi Sırbistan'ın ortalamasının üzerinde %201.1 oranında Becej ve bazı Belgrad belediyeleri arkasında, millî gelir olarak Sırbistan'ın en gelişmiş belediyeleri listesinde yeraldı.
Novi Sad'ın ana toplu ulaşım sistemini otobüs hatları oluşturur. Yirmi bir şehir hattı ve yirmi dokuz banliyö hatları vardır. Ayrıca şehirde hizmet veren çok sayıda taksi şirketleri bulunmaktadır. Şehrin tramvay sistemi ancak 1958 yılında monte edilmiştir.
Her yıl Novi Sad'a gelen turist sayısı 2000 yılından itibaren giderek artmıştır. Her yıl Temmuz ayının başında, yıllık EXIT müzik festivali sırasında şehir Avrupa'nın her yerinden genç insanlarla dolmaktadır. 2005 yılında, 150.000'den fazla kişi Avrupa'daki yaz festivalleri sırasında Novi Sad festivalini ziyaret etmiştir. Tuna Nehri üzerinde Avrupa'da çeşitli nehir cruise gemileri ve şehir merkezinde bulunan Varadin Köprüsü yakınında turistik bir liman vardır.
Novi Sad'ın en tanınmış yapısı, kent ve kentin doğal manzarasına hakim olan Petrovaradin Kalesidir. Kalenin yanı sıra, Stari Grad tarihi semtinde birçok anıtlar, müzeler, kafeler, restoranlar ve dükkanlar bulunmaktadır.
Novi Sad, bir hukuk fakültesi olmak üzere dört üniversite ve çok sayıda profesyonel, teknik ve özel kolejler, araştırma enstitüleri ile birlikte, Sırbistan'nın yüksek öğretim ve araştırma konusunda en önemli merkezlerinden biridir. Novi Sad iki üniversite ve yedi özel fakültelere ev sahipliği yapmaktadır. Kentin en büyük eğitim kurumu yaklaşık 38.000 öğrenci ve 2.700 personeli ile Novi Sad Üniversitesidir. Bu Üniversite 1960 yılında kurulmuştur. Novi Sad'da 26.000 öğrenci ile 36 ilköğretim okulu (33 düzenli ve 3 özel) vardır. Ortaöğretim sisteminin yaklaşık 18.000 öğrencisi ile 11 meslek yüksekokulu ve 4 liseden oluşur.
2002 nüfus sayımına göre belediye alanı ve uygun şehirde etnik gruplar aşağıdaki tablodadır:
Kisač köyünde etnik Slovak çoğunluğu varken belediyelerde yerleşim yerlerininde etnik Sırp çoğunluğu vardır.
Novi Sad birkaç kardeş şehirler ile ilişkileri vardır. Kendi şehir merkezinde ana caddelerinden birine İtalya'daki Modena kentinin ismini almıştır; ve aynı şekilde Modena kent merkezi Parco di Piazza d'Armi'de Novi Sad isimli bir park vardır. İngiltere'de, Norwich bölgesindeki Novi Sad Dostluk Köprüsü, Buro Happold tarafından ayrıca Novi Sad onuruna seçilmiştir.
Ayrıca Novi Sad Eurocities'in bir üyesidir.
Novi Sad birçok Avrupa şehri ile ortak işbirliği konusunda birçok imzalanan anlaşmaları vardır. 2006 yılı itibarıyla, Novi Sad ikiz kentler şunlardır:
Peştera
Peştera (Bulgarca: Пещера, trl: Peštera), Bulgaristan'nin güneyinde yer alan bir şehir. Peştera İlinin merkezi olan şehirdir.
Nüfus: 20.106
Călin Popescu-Tăriceanu
Călin Constantin Anton Popescu-Tăriceanu (d. 14 Ocak 1952, Bükreş). 2004-2008 yılları arası Romanya başbakanı olarak görev yapan ve 2014 yılı itibarıyla Senato başkanı olan Romen siyasetçi ve inşaat mühendisi.
Traian Băsescu
Traian Băsescu (d. 4 Kasım 1951, Köstence, Murfatlar) 2004'dan bu yana Romanya devlet başkanıdır. 2000'den 2004'e kadar Bükreş Belediye Başkanlığı yapmıştır. 6 Temmuz 2012 tarihinde devlet başkanlığı görevi askıya alındı ve görevden azledilmesine ilişkin 29 Temmuz'da referandum yapıldı. Ancak halkın referanduma düşük katılımı nedeniyle oylama geçersiz sayılarak yeniden görevine döndü.
Băsescu, 1976 yılında Köstence Deniz Enstitüsü'nden mezun oldu ve Romen devlet denizcilik şirketi Navrom'da bir deniz ticaret güverte memuru oldu. 1981 ve 1987 yılları arasında Romanya ticari gemilerde kaptan olarak görev yaptı.
1984 yılında petrol tankeri Biruinţa'ya, daha sonra Romen ticaret filosunun en büyük gemisinin kaptanı olarak terfi etti. 1989 yılında Băsescu, Anvers’te Navrom Ajansı başkanı Belçika'ya taşındı.
2000 yılında, Băsescu ilk turda (% 50,69 ile % 49,31) oy ile PDSR tarafından aday olan Sorin Oprescu karşı seçim yarışını kazanarak Bükreş Belediye Başkanı seçildi.
Ölü Gelin
Ölü Gelin (Corpse Bride, 2005), Tim Burton'un "Edward Scissorhands" ve "The Nightmare Before Christmas" filmlerinde yaratmış olduğu gotik ve karanlık havaya sahiptir. Yönetmen bu filmi de "The Nightmare Before Christmas" 'ta olduğu gibi stop-motion animasyon tekniği ile çekmiştir.
Victor Van Dort kısa süre sonra güzel Victoria ile evlenecektir. Ancak genç adam kendini henüz evlenmeye hazır biri gibi hissetmemektedir. Kendi kendine yüzük takma provası yaparken yüzüğü yanlışlıkla Ölü Gelin'in parmağına takıverir ve apar topar Ölüler Diyarı'na götürülür. Ölüler Diyarı'ndaki hayat Yaşayanların Dünyası'nın sıkıcılığından uzak ve çok daha eğlenceli bir yerdir. Yine de hiçbir şey Victor'un Victoria'ya kavuşmasına engel olamayacaktır ve öyle kalacaktır.
Victor Victoria ile evlenmekten çok korkmaktadır. Fakat Victoria ile tanışınca evliliğin o kadar kötü olmadığını düşünmeye başlar. Victor ürkek bir karakter olmasına rağmen daha sonra kendine güven kazanmıştır.
Ölü Gelin geçmişinde çok büyük acılar yaşamıştır. Öldükten sonra bile aşkını bekleyen Ölü Gelin Victor karşısına çıktığında onu beklediği aşkı yerine koymuştur.
Victoria aynı Victor gibi aslında evlilikten korkmaktadır. Victoria Victor'u çok kısa bir sürede tanımış olmasına rağmen ona karşı güçlü hisler beslemektedir.
Filmin süresi : 76 dakika
Esentepe SK
Esentepe Spor Kulübü, Girne bölgesinin en başarılı 2. takımıdır. Tarihinde iki kez Süper Lig'de (1.Lig'de) mücadele etme hakkı elde etmiştir(1999/2000-2000/2001-2001/2002).
İlk deneyiminde 3 sezon Super Lig'de kalmış, 2004-2005 sezonunda Esentepe takımı yeniden 1. lige çıkmış ve son Süper Lig deneyimi ise 2005-2006 sezonunda olmuştur. Esentepe Spor Kulübü şehir takımı olmamasına rağmen ve kısıtlı bütceler ile oluşturduğu kaliteli kadro ve başarıları ile adından sıkca söz ettirmiş ve adanın önde gelen futbol takımları arasında gösterilmiştir.
33 Yıllık tarihine sayısız kupa sığdıran Esentepe'nin adada isminden söz ettirdiği, Esentepe'nin yerini nerede olduğunu bilmeyenlere öğreten ve belki de kırılma noktası denilen maçı 2000/2001 sezonunda ligin son haftasında Esentepe Stadyumunda oynadı.
Şampiyonluk maçında Esentepe ile Gönyeli spor kulübü arasında oynanan maç adeta nefesleri kesmiş fakat 90 dakika sonunda iki tarafın eşitliği bozamayışından dolayı şampiyonluk ipini Gönyeli Spor Kulübü göğüslemiştir.
14 takımın yer aldığı 1. Futbol Liginde Gönyeli 50 puan ile şampiyon Esentepe Spor Kulübü 48 puan ile 2. sırada tamamlamıştır. Şampiyon olamamasına rağmen 2000-2001 sezonunda oynadığı futbol alkış almış ve taraflı tarafsız herkesin taktirini toplayan Esentepe Gönüllerin Şampiyonu olmuştur.
Esentepe Spor Kulübü bir kez Spor Bakanlığı Kupasının sahibi olurken iki kez Başbakanlık Kupası İkincisi, bir kez KTSYD Kupası Şampiyonu,iki kezde KTFF Kupası ikincisi olmuştur.
Niş, Sırbistan
Niş (Sırpça: Ниш / Niš), Sırbistan'ın güneyinde yer alan bir şehirdir. Sırbistan’ın Belgrad ve Novi Sad’dan sonraki en büyük şehridir; ülkenin üçüncü büyük şehridir. Nişava İlçesi sınırları içindedir ve bu ilçenin merkezidir. Şehrin nüfusu 190 bin civarındadır (2011). Konum olarak |
ülkenin Bulgaristan sınırına yakın bir kesiminde yer alan Niş, Balkanlar’ın tarihî ve büyük şehirlerindendir.
Sırbistan içinde, uluslararası karayolu güzergâhı üzerinde yer alır. Doğuda Bulgaristan’dan gelen karayolu Niş’te kesişir ve güney veya kuzey yönünde buradan ayrılır.
Sırbistan'ın üçüncü büyük şehri olan Niş'te Büyük Konstantin Uluslararası Havaalanı ile Niş Üniversitesi bulunmaktadır. 13 fakülteden oluşan Niş Üniversitesinde yaklaşık 28.000 öğrencisi eğitim görmektedir. Niş aynı zamanda Sırbistan'ın önemli bir sanayi merkezidir.
Niş, tarihi oldukça eskiye uzanan bir şehirdir. Burası, 5. yüzyıl ve civar yüzyıllarda Türk boylarının yayılım alanı içinde yer almıştır. MS 441 yılında Türk boylarından Hunlar tarafından kuşatma altına alınmıştır. Sonrasında yine 448 ve 480 yıllarında kuşatılmış ve bu kuşatmalarda şehir hasarlar almıştır. Doğu Roma imparatoru Justinian I sonraki dönemde şehirde bazı düzenlemeler yapmış ancak şehir bu kez başka bir Türk boyu Avarların saldırı ve yayılım alanında olmuştur.
Türk boylarının Doğu Roma ile mücadelesi dönemi sonrasında, 540 yılında bölgeye Slavlar gelmiştir. 987 yılında Niş, Bulgar imparatoru Simeon I tarafından ele geçirilmiştir. 11 yüzyılda Doğu Roma yönetimi Niş’te tekrar hüküm kurmuş, 1072’de ise şehir Macarlar (Ugri) saldırmıştır.
Birinci Haçlı Seferi döneminde 3 Temmuz 1096 tarihinde, Pierre L'Ermite komutasındaki ordu Doğu Roma ordusu ile çarpışmıştır. 1185 yılında şehir kısa süreli Sırp kontrolünde olmuş, 1196’da bu egemenlik bitmiş. Sırp egemenliğinin yeniden kurulması 1241 yılında yaşanmıştır.
Balkanlar’da Osmanlı İmparatorluğu yayılışı ile 1385 yılında Orta Çağ Sırp devleti yıkılmıştır. Bu dönem birçok şehir ve yerleşim birimi gibi, Niş’in de Türklerin egemenliğine giriş tarihidir. 25 gün sürdüğü belirtilen kuşatma sonunda şehir, Osmanlı Türkleri tarafından ele geçirilmiştir.
1385 civarı sonrasında bölgede Osmanlı idaresine karşı bazı saldırılar yaşanmıştır. Bu süreç sonunda şehir 1448 yılında tekrar tam olarak Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönem sonrasında şehir 19. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı-Türk idaresi altında kalmıştır.
Osmanlı döneminde Niş, askerî ve sivil bir merkez olmuştur. Şehirde birçok açıdan büyük gelişmeler yaşanmıştır. 1737 yılında şehre Avusturya ordusu tarafından bir saldırı yapılmış ve şehirde kısa bir süre Osmanlı idaresi kalkmıştır. Osmanlı ordusunun karşı saldırısı ile şehir tekrar kontrol altına alınmış, Avusturya ordusu yenilmiştir.
NATO'nun 7 ve 12 Mayıs 1999'da Niş'te 36 misket bombası attığı bildiriliyor. 28 Haziran 2000'de (Vidovdan), Niş'te Hollanda ve ABD savaş uçaklarıyla düzenlenen saldırısında hayatını kaybeden 134 kişi anısına bir anıt inşa edilmiştir.
Kromozom 2 (insan)
Kromozom 2, 22 çift insan otozomal kromozomlarından genellikle ikinci en büyük olanıdır. 242 milyondan fazla baz çiftinden oluşan ve toplam DNA'nın %8'ini kapsayan bir kromozomdur. İnsanlarda normalde bir çift olarak bulunur. Kromozom 2, insan ve diğer maymunların ortak kökenli olması lehine çok güçlü kanıtlar sunmaktadır.
İnsanlar, Neandertaller ve Denisovanlar hariç bütün Hominidae üyeleri 24 çift kromozoma sahiptir. İnsanlar sadece 23 çift kromozoma sahiptir. İnsandaki ikinci kromozomun, iki ata kromozomunun füzyonu sonucu oluştuğu kabul edilir. Bu füzyon, ata kromozomlarda ayırt edici telomer kalıntıları ve körelmiş bir sentromer bırakmıştır.
Bunun kanıtları:
Kromozom 2'de bulunan genlerden bazıları;
Kromozom 2 üzerinde bulunan genlerin yol açtığı hastalıklardan bazıları şöyledir;
Yalnızca kısa kol (p) için kısmi trizomi bildirilmiştir. Küçük bir burun ve antimongoloid göz özelliği karakteristiktir.
Mehmet Fuad Köprülü
Mehmet Fuad Köprülü, (d. 4 Aralık 1890, İstanbul - ö. 28 Haziran 1966, İstanbul), ordinaryüs profesör tarihçi, dışişleri bakanlığı da yapmış siyasetçi.
Fuad Köprülü, 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı.
1909’da Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Şiirleri 1913’e kadar "Mehâsin" ve "Servet-î Fünûn" dergilerinde yayımlandı. Bu yıllarda “millî edebiyat” ve “yeni lisan” akımlarına karşıydı.
1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra millî edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi.
1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünûnu'nda "Türk edebiyatı tarihi" müderrisliğine getirildi. Aynı yıl "Bilgi" dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk edebiyatı tarihinde usül” adlı yazısı çıktı.
İlk büyük yapıtı, ""Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar"" kitabıdır. 1923’te Edebiyat Fakültesi'ne dekan olarak atandı. "Türkiye Tarihi" adlı kitabı neşredildi. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı yayımlamaya başladı.
1928’de o zamanki adıyla "Türk Tarih Encümeni", Türk Tarih Kurumu'nun başkanlığına seçildi. 1931’de "Türk Hukuk Tarihi Mecmuası"nı çıkarmaya başladı. 1932-1934 arasında Divan Edebiyatı Antolojisi’ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı.
1934’te siyâsete atılarak Kars milletvekili seçildi. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi.
1935’te, Paris’te "Türk Tetkikleri Merkezi"nde verdiği konferansların toplamı olan "Les Origines de L’Empire Otoman" (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı.
Heidelberg ve Atina Üniversiteleri ile Sorbonne Koleji'nce onursal doktorluk unvanını verilen Köprülü, 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. V.(Ara Seçim), VI., VII. Dönem Kars, VIII., IX., X. dönem İstanbul milletvekilliğine; aynı zamanda İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki görevlerine devam etti.
Celâl Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile Demokrat Parti'yi kurdu. Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara gelince dışişleri bakanı oldu. 1956’ya kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında Türkiye’nin NATO’ya girişinde etkin rol oynadı. 5 Temmuz 1957'de kurduğu partiyi tanıyamadığını söyleyerek Demokrat Parti'den istifâ etti ve aynı yıl Hürriyet Partisi'ne girdi.
Asıl yararlı çalışmalarını Türk Edebiyatıaraştırmaları oluşturur. Çok verimli bir araştırmacı olan Köprülü, ardında 1500'den fazla kitap ve makale bırakmıştır.
15 Ekim 1965 tarihinde Ankara'da, Türk Tarih Kurumu'ndan evine yürüyerek gittiği sırada trafik kazası geçiren Köprülü, daha sonra tedavi gördüğü İstanbul Baltalimanı Hastanesi'nde, 28 Haziran 1966'da vefat etti. Cenazesi 1 Temmuz Cuma günü Bayezid Camii'nde kılınan namaz ve İstanbul Üniversitesi'nde yapılan merasimden sonra Çemberlitaş'ta, Köprülü Mescidi'ne bitişik âile kabristanına defnedildi.
Makkabi Hayfa
Makkabi Hayfa (), İsrail'in Hayfa kentinde 1912 yılında kurulmuş olan çok takımlı spor kulübü. Yeşil siyah renklere sahip olan kulüp başta futbol, basketbol ve halter olmak üzere birçok branşta faaliyet göstermektedir. Futbol takımı ülkenin birinci seviye ligi Ligat ha'Al'da, basketbol takımı ise ülkenin aynı addaki birinci seviye ligi Ligat ha'Al'da oynamaktadır.
Bazitli mantarlar
Bazitli mantarlar veya topuzlu mantarlar (), mantar âleminin büyük bir bölümüdür. Topuz şekilli "bazit" adlı yapılar üzerinde spor oluşturan türlerden meydana gelir. Asklı mantarların kardeş grubu sayılır, tanımlanmış mantarların %37'sini oluşturan yaklaşık 22.300 farklı tür içerir. Bazidyumlu mantarlar geleneksel olarak Homobasidiomyctes (gerçek mantarlar) ve Heterobasidiomycetes (pas ve rastık mantarları) olarak ikiye ayrılmıştır. Günümüzde ise bazitli mantarların üç kladdan oluştukları düşünülür, bunlar Hymenomycotina (Hymenomycetes; mantarlar), Ustilaginomycotina (Ustilaginomycetes; rastık mantarları) ve Teliomycotina (Urediniomycetes; pas mantarları).
Bazitli mantarların hem tek hücreli hem de çok hücreli tipleri, eşeyli ve eşeysiz türleri vardır. Hem kara ortamında, hem de deniz dahil olmak üzere suda bulunurlar. Bazit üzerinde eşeysel sporlar taşımaları, uzun ömürlü çift çekirdekli hücrelere (dikaryonlara) sahip olmaları ve genelde kıskaç bağlantıları oluşturma özellikleri ile tanımlanırlar.
Bazitli mantarların anormal bir cinselliği vardır. Genelde farklı cinsiyete sahip bireylerden oluşurlar (heterotaliktirler), iki kutuplu (tek faktörlü) veya dört kutuplu (iki faktörlü) bir çiftleşme sistemi ile çok eşeyli gibi davranırlar. Genelde somatogami (hifogami) olur, yani farklı eşey tiplerine sahip iki monokaryotik miselyum hücresinin (hifin) birleşmesinden çift çekirdekli (dikaryotik) bir miselyum hücresi oluşur. Bu hücrenin içindeki iki çekirdek vejetatif büyüme boyunca birleşmez. Bu tip miselyuma dikaryotik, onu oluşturan miselyumlara dikaryon denir.
Çoğu bazitli mantar hayatının büyük bölümünde iki çekirdekli (dikaryotik) miselyum halinde yaşar, uygun çevresel şartlar oluşursa bir bazidyum meydana gelir, içinde çekirdek kaynaşması (karyogami) ardından mayoz gerçekleşir ve dört tane tek çekirdekli hücre meydana gelir.
Diploid hayat döngüsü örnekleri de vardır. Xerula cinsi spor şeklinde diploid klonlar oluşturur. Yaygın bir orman patojeni olan Armillaria, diploid miselyuma sahiptir, bunda hücre kaynaşmasını (plasmogamiyi) çekirdek kaynaşması (karyogami) izler.
Bazitli mantar türlerinde, eşeysiz sporlara (konidyumlara) da sıkça rastlanır.
Kromozom 3 (insan)
Kromozom 3; 22 çift otozomal insan kromozomlarından 3. olanıdır. İnsanlarda normalde bir çift halinde bulunur. 200 milyon baz çiftine ve toplam hücre DNA'sının %6,5'ine sahiptir. Kromozom 3 muhtemelen 1,100 ile 1,500 arasında gen içermektedir.
Kromozom 3'te bulunan genlerden bazıları şunlardır;
Kromozom 3 üzerinde bulunan genlerin yol açtığı hastalıklardan bazıları şöyledir;
Artemis (anlam ayrımı)
Diğer:
Salih Özbaran
Salih Özbaran, (1940 Turgutlu, Manisa) Türk tarihçi ve akad |
emisyen.
İlkokul ve lise eğitimini Turgutlu'da yaptı. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümünü Çapa Öğretmen Lisesindeki eğitimiyle beraber tamamladı. “Hasan Beyzâde Ve Tarih” konulu tezini Cengiz Orhonlu danışmanlığında tamamladı. Lisans eğitimindeki hocaları olan Halil Sahillioğlu ve Mehmet Cavit Baysun'dan etkilendi. Ayrıca Şerafettin Turan'dan arşivcilik üzerine etkilendi. 1969 yılında ise “The
Ottoman Turks And The Portuguese In The Persian Gulf (1534-1581)” adlı çalışmasıyla Londra Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Türkiye'de tarih eğitimi üzerine çeşitli çalışmalar yapıp konferanslar düzenledi. 1994 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları Sempozyumunu düzenledi; daha sonra da sempozyum bildirileri kitaplaştırıldı. Sempozyumun amacını ve sonuçlarını ise "Cumhuriyet" gazetesinde kaleme aldı. Bir dönem Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevinde bulundu. Bunun dışında Ege Üniversitesi'nde de görev aldı. 1998 yılında emekli oldu. Bir yıl sonra da Cambridge Üniversitesi'nde ziyaretçi profesör olarak ders verdi (1999-2000). 12 Eylül Darbesi sonrasında Türk tarih anlayışında etkili olan ve İbrahim Kafesoğlu ile Altan Deliorman gibi isimlerin başını çektiği Türk-İslam sentezine karşı çıkan isimlerden biri oldu. Ders kitaplarındaki ötekileştirmeleri reddederek kitapların ideolojilerden arındırılması gerektiğini dillendirdi. Üniversitelerde okutulan "Tarih, Tarihçi ve Toplum" adlı eserinde tarihin biliminin tanımı, geçmişi, gelişimi, yaşadığı değişimler ve Türk tarihçiliğin genel seyri üzerine durdu. Bu eserinde Edward Hallett Carr gibi isimlerden de alıntılar yaptı.
Aynı zamanda Prof. Dr. Hakkı Uyar'ın yüksek lisans danışmanıdır.
Salih Özbaran'ın bizzat yazdığı, telif, çeviri ve editörlük yaptığı eserler şu şekildedir;
FC Nantes
Football Club de Nantes ya da genel deyişle FC Nantes, 1943 yılında Fransa'nın Nantes şehrinde kuruldu. Renkleri; Sarı - Yeşil'dir. Maçlarını 38,285 kişilik Stade de la Beaujoire-Louis'de oynamaktadır. Takım Marcel Desailly, Didier Deschamps, Mickaël Landreau gibi oyuncuları yetiştirdi. Takımın 8 Ligue 1, 3 Coupe de France ve 2 Trophée des champions şampiyonluğu yaşadı.
Kore (anlam ayrımı)
AS Saint-Étienne
Association Sportive de Saint-Étienne Loire (; AS Saint-Étienne, ASSE, ya da Saint-Étienne olarak da bilinir), Saint-Étienne şehrinde yer alan futbol kulübü. Ligue 1'de mücadele eden kulüp 1919 yılında kuruldu. Kulüp iç saha maçlarını 40.000 seyirci kapasitesine sahip Geoffroy Guichard Stadyumu'nda oynamaktadır. Takımı şu anda Fransız teknik direktör Christophe Galtier yönetmektedir. Takım kaptanlığını ise 1996 yılında futbol kariyerine Saint-Étienne'de başlayan Loïc Perrin yapmaktadır.
Saint-Étienne, 10 Ligue 1 şampiyonluğu, 6 Coupe de France şampiyonluğu, 1 Coupe de la Ligue şampiyonluğu ve 5 Trophée des champions şampiyonluğu ile Fransa futbol tarihindeki en başarılı kulüplerden birisidir. Kulüp kazandığı 10 lig şampiyonluğu sayesinde, en çok şampiyonluk yaşayan takım konumundadır. Fransa Kupası'nda ise kazandığı 6 şampiyonlukla, bu organizasyonu en çok kazanan 3 takım arasındadır. Saint-Étienne, 3 kez de ikinci ligde şampiyonluk yaşadı. Saint-Étienne'nin en büyük ve ezeli rakibi Lyon şehrinin takımı Olympique Lyon'dur. İki takım arasında oynanan maçlar Rhône derbisi olarak bilinir. Kulüp 2009 yılında kadın futbol kulübünü faaliyete geçirdi.
1933 yılında profesyonel olan takım kulüp 1937–1938 sezonunda birinci lige terfi eder. Bakkaliye zinciri olan ve kulübün kurulmasına öncülük eden Casino'nun yeşil renklerini alır. 1955'te başlayan başarılar, 1961-1962 sezonunun tam bir felaket olmasıyla gölgelenir. Coupe de France'ı müzesine götürmeyi başaran kulüp, aynı sezon ikinci lige düşerek büyük hayal kırıklığını yaratır. 1962-1963 sezonunu ikinci ligde şampiyon tamamlayarak yeniden Ligue 1'a yükselen Saint-Étienne, aynı formunu devam ettirerek 1963-64 sezonunu da şampiyon bitirir. 1970'e kadar olan yıllarda kulüp birçok kez kupa ve lig şampiyonlukları yaşar. Bu dönem Yeşillerin en büyük dönemidir.
1976'da "Yeşiller" Robert Herbin yönetiminde Glasgow'daki Şampiyonlar Ligi finaline kadar gelirler. Bayern Münih'le oynanan finali, bu dönemde kale direkleri henüz kare iken birçok topu direkten dönen şutlardan sonra maçı 1–0 kaybederler. Fransa’ya dönüşlerinde dönemin cumhurbaşkanı tarafından karşılanırlar ve Champs Elysées geçit töreni düzenlenir.
Ardından hayal kırıklıkların yaşandığı yıllar başlar. Sahte pasaportların ortaya çıktığı, futboldaki başarısızlıklarla boğuştuğu yıllarda kulüp taraftarların muhteşem desteğine rağmen birinci ve ikinci lig arasında gelip gider. Kulüp o muhteşem şampiyonlar ligi finalinden sonra, ancak 2004 yılında istikrarı yakalar.
Kulüp 2008 yılında, Bafétimbi Gomis’ın 16 golüyle Ligi beşinci sırada bitirerek UEFA Kupasına katılmaya hak kazanır. Kupadaki ilk maçlarını Hapoel Tel-Aviv’e karşı galip gelirler. 2008–2009 UEFA Kupası grup kuraları çekilişinden sonra G grubunda Valencia, Rosenborg, Clube Brugge ve Kopenhag ile mücadele ederler. Yeşiller grubu Valencia ve Kopenhag'ın önünde birinci sırada bitirirler. (Kopenhag 1–3 ASSE, ASSE 3-0 Rosenborg, Bruges 1-1 ASSE, ASSE 2-2 Valencia).
İlk onaltıya katılan ve Olympiakos'la eşleşen "Yeşiller" 2 maçında kazanırlar (3–1 dış sahada ve 2–1 kendi sahasında). İlk sekizdeki rakipleri SV Werder Bremen'dir.
"19 Ağustos 2014 itibarıyla"
Ağva, Şile
Ağva, Hititler, Frigler, Romalılar ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığın geçiş yeri olmuş bir belde. M.Ö. 7. yüzyıla uzanan tarihin kalıntılarına, Ağva'ya bağlı civar köylerde rastlamak mümkün. Kalem Köy'de Romalılara ait kilise kalıntıları ve mezar taşları, Hacıllı Köyü'nde, 3. yüzyıl sonu - 4.yüzyıl başlarında bulunan Gürlek Mağarası, Hisar Tepe'de bulunan kale kalıntısı, Sungurlu mahallesindeki dağ değirmeni önemli buluntular. Ağva'ya 14. yüzyılın ikinci yarısında Konya, Karaman ve Balıkesir'den gelen Türkmen boyları yerleşmiş. Bugünkü Ağvalılar da aynı Türkmen boylarının çocukları.
Ağva, Latince "iki dere arasına kurulmuş köy" ve "su" anlamına geliyor. İstanbul'un kuzeyinde, Göksu ve Yeşilçay derelerinin ortasında bir sahil kasabası. Göksu ve Yeşilçay dereleri Ağva'dan geçip Karadeniz'e dökülüyor. Yeşilçay balıkçı teknelerinin mekânı. Göksu kıyısında ise oteller var. Derelerde kano veya deniz bisikleti ile gezinti yapılabiliyor. Motorlu teknelerle birkaç saatlik gezintiler organize edilebiliyor. 12 km. uzaktaki Hacıllı köyü, mağara ve şelaleleri ile ünlü. Kilimli ve Kadırga koyları, yürüyüş için çok elverişli.
Ağva'nın nüfusu 3000 civarında. Ama yazın, özellikle hafta sonları bu rakam 10.000'e çıkıyor.
İki nehir arasında kalan yerleşim birimi.
Ağva beldesi, Roma, Ceneviz, Bizans egemenliklerine girmiştir. Osmanlı döneminde önemli bir Rum nüfusu varmış. Milattan önceki yüzyıllarda, MÖ 5. ve 7. yüzyılda, Ağva ve yakınlarında yerleşim bulunduğuna dair kanıtlar ele geçmiştir. Kalıntılar; Hitit ve Friglerin de bölgede yaşamış olduğunu gösterir. Başta Yeniköy olmak üzere çevre köylerde, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntılar bulmak mümkündür.
Ağva'nın tarihte bilinen ilk konukları Hititler olmuştur. Daha sonra Frigler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar gelmiştir. Tarihi MÖ 7. yüzyıla kadar uzanan Ağva'da, Hititlere ve Friglere ait kalıntıları, ayrıca Roma ve Bizans döneminden kalan kilise kalıntılarını, mezar taşlarını görmek mümkündür.
Şehrin batısından kıvrılarak Karadeniz'e dökülen Göksu'nun kıyıları yemyeşil bitki örtüsü ve kimi bölümlerininde geçit vermeyen sazlıklarla kaplıdır. Sahilinin her iki tarafında konaklama ve günübirlik tesisler bulunan derenin Karadeniz'e dökülen ağzı geniş bir kumsala açılır.Yaklaşık 4.5 km kumsalı olan denize girmek sakıncalıdır ve dikkatli olunmalıdır. Ayrıca kanalizasyon sisteminin arıtma tesisi maliyet nedeniyle zaman zaman çalıştırılmayabildiği için deniz kirliliği söz konusudur. Ağva'da yapılabilecek birçok aktivite bulunmaktadır. Dere kenarındaki bazı oteller bu aktiviteleri gerçekleştirmektedirler.
Ağva'nın doğusunda kalan Yeşilçay adını her iki sahilindeki bitki örtüsünün suya yansıyan renginden almıştır.
Kandıra yolundan sapılan Kilimli ve Kadırga koyları, Ağva'ya 10-15 dakika mesafede bulunuyor. Her ikisinde de piknik yapılıp denize girilebiliyor. Ayrıca Ağva'da sadece denizden ulaşılabilen minik koylar da bulunuyor. Teke yolu üzerinde bulunan şelale ise, Ağva'ya 4 veya 5 km uzaklıktadır.
Gelin Kayası, Kilimli Koyu ve Saklı Göl gibi yerler de yakınlardaki turistik yerler.doğal alanları olan yerlerdir
Ağva 11 Göller vadisinde bulunan Hacıllı Şelaleri ile bilinir. Göksu nehrinin kollarından olan Değirmençayırı Hacıllı bölgesinde geçtiği kanyonda 11 adet şelale ve göl oluşturmuştur. Şile'li arkeolog Nabi Evren tarafından 11 Göller vadisi olarak adlandırılan bu bölgede 2. göl ve şelale bölgesinde bulunan Gürlek Mağarası Bizans Askerlerinin Hiristiyan'lığın yayılma döneminde yakaladıkları misyonerleri hapsettikleri bir mağara olarak kullanılmıştır. Mağarada bulunan insan kemikleri bu teoriyi desteklemektedir.
İstanbul'a 97 km. lik uzaklıkta yer alan Ağva'ya, büyük bir bölümü otoban olan yoldan ulaşılabiliyor.
Özel Araç:Ümraniye-Şile yolunu takip edin. Şile'den sonra, Ağva'ya giden sahil yolunu kullanarak, Kabakoz, İmrenli, Akçakese ve Kurfallı güzergahını izleyin. Toplam bir buçuk saatte Ağva'ya ulaşabilirsiniz.
Otobüs:İstanbul-Üsküdar veya Ümraniye'den her saat başı Şile-Ağva otobüsleri kalkıyor, aynı yolu kullanarak, önce Şile'ye, sonra Ağva'ya yolcularını güvenle ulaştırıyorlar. Hafta içinde daha çok yöre halkı ile yolculuk yapıyorsunuz.
Gima
Gima, 1956 yılında kurulan bir kamu iktisadi teşekkülü. Türkiye'nin ilk ulusal süpermarket zinciridir. 1996 yılında çoğunluk hisseleri ve yönetiminin Fiba Holding satın aldı. 2005 yılında Endi ile birlikte CarrefourSA tarafından satın alındı. 10 Haziran 2007 tarihinde CarrefourSA Expres adını alarak kapanmıştır. CarrefourSA, Migros, Tansaş ve Kipa gibi birçok marketler zincirine rakip olmuştur. Tü |
rkiye'nin ilk ulusal süpermarket zinciri Gima'nın tıpkı diğer marketler gibi pek çok kendi ürünü bulunmaktaydı. Gima, Türkiye'de ilk kez taksitli alışveriş dönemini başlatmıştır.
Gima, 1996 yılından itibaren ilk defa market alışverişlerinde kendi kredi kartı olan Supercard'ı kullanmaya başladı. Supercard sahibi olan insanlar Türkiye'de ilk defa taksitli alışveriş yapmaya başladılar.
Gima, 1999 yılından itibaren Türkiye'de ilk kez online satış yapmaya başladı. Sen-Al Market ile insanlar artık Gima'da satılan tüm ürünleri internet üzerinden satın alabiliyorlardı ve ürünler kapıya teslim ediliyordu. Sen-Al Market uygulamasında Supecard geçerliydi.
Gima, 1997 yılından itibaren telefon ile satış yapmaya başlamıştır.(444 10 00 numarası üzerinden.)Alo Gima'dan satın alınan ürünler de kapıya teslim ediliyordu ve Alo Gima uygulamasında da Supercard geçerliydi.
Gima'nın açıldığı tarihten beri pek çok kendi markası bulunmaktaydı(Örnek:(Kozmetik,gıda... gibi alanlarda.).Örneğin:Gima'nın kendi içecek markalarından birisi de Gimi kolaydı.
Gima'nın kapanmadan önce Türkiye'de 30 ilde toplamda 76 mağazası bulunmaktaydı. Ancak 30 Mayıs 2017'de Ankara'da bağlı Keçiören mağazasını yeniden açıldı.
İlker Başbuğ
Mehmet İlker Başbuğ (29 Nisan 1943, Afyonkarahisar), Türk Silahlı Kuvvetlerinin 26. Genelkurmay Başkanı olan Türk orgeneral. ve yazar
5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında darbeye teşebbüs ve terör örgütü yöneticiliğinden müebbet hapis cezasına çarptırıldı ve 7 Mart 2014'te İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi, İlker Başbuğ'a "özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının, yerel mahkemece etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkûmiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmaması"nı gerekçe göstererek tahliye kararı almıştır.
Balkan Savaşı'ndan sonra Makedonya'nın Manastır kentinden Türkiye'ye göç eden, kökleri Karaman'a dayanan bir ailenin mensubu olan Orgeneral İlker Başbuğ, 29 Nisan 1943’te Afyonkarahisar’da dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini Afyon 27 Ağustos İlkokulu'nda ortaokul eğitimini Afyon Lisesi’nde ve lise eğitimini Kuleli Askeri Lisesi’nde tamamlamıştır.
1962 yılında Kara Harp Okulundan, 1963 yılında Piyade Okulundan mezun oldu. 1971 yılına kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı çeşitli birliklerde Takım ve Bölük Komutanlığı yaptı. 1973 yılında Kara Harp Akademisini kurmay subay olarak bitirdikten sonra; Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığında Karargâh Subaylığı, Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği, Brüksel'de NATO Uluslararası Askerî Karargâhında Cari İstihbarat Plan Subaylığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Başkanlığı Savunma Araştırma Şube Müdürlüğü ve 51. Piyade Tümeni 247. Piyade Alay Komutanlığı görevlerini yürüttü.
İngiltere Kara Harp Akademisi ve NATO Savunma Kolejini de bitirdi. 1989 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Mons'ta Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhında (SHAPE) Lojistik ve Enf. Daire Başkanlığı ile 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı görevlerinde bulundu.
1993 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti. Tümgeneral rütbesi ile Jandarma Asayiş Komutan Yardımcılığı ve Mons'ta Millî Askerî Temsil Heyeti (NMR) Başkanlığı görevlerinde bulundu.
1997 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. Korgeneral rütbesi ile 2. Kolordu Komutanlığı ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Başyardımcılığı görevlerinde bulundu.
2002 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti. 2002-2003 yıllarında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı, 2003-2005 yılları arasında Genelkurmay İkinci Başkanlığı, 2005-2006 yıllarında Birinci Ordu Komutanlığı görevlerini müteakip 2006 yılı atamaları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı.
2008 yılı Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı görevine atandı. 30 Ağustos 2010 tarihinde yaş haddinden emekli oldu. TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası, TSK Üstün Hizmet Madalyası ve TSK Şeref Madalyası sahibidir.
Emekli olduktan sonra yazarlığa atılıp, "Terör Örgütlerinin Sonu" isimli kitap yazmıştır.. "20inci Yüzyılın En Büyük Lider: Mustafa Kemal" adlı ikinci kitabını cezaevinde tamamlamıştır. Yayımlandığı ay Türkiye'de en çok satanlar listesinde ikinci sırada yer almıştır. Bir önceki kitabının devamı niteliğinde olan "20inci Yüzyılın En Büyük Lider: Atatürk" isimli üçüncü kitabı, Kasım 2012 tarihinde yayımlanmıştır. Suçlamalara Karşı Gerçekler (2013, Kaynak Yayınları), Nasıl Bir Türkiye (2015, Kaynak Yayınları), Ermeni Suçlamaları ve Gerçekler (2015, Remzi Kitabevi) ve Unutulan Ada Kıbrıs (2016, Kırmızı Kedi) isimli kitapları da vardır. Emekliliği sonrasında sekiz yılda 10 kitap yayımlandı.
Emekliliğinden 17 ay sonra, tanık olarak dinlenilmesi beklenen 'İnternet andıcı' davası kapsamında Başbuğ hakkında 2 Ocak 2012 tarihinde soruşturma başlatıldı. 6 Ocak 2012 tarinde ‘silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamalarından tutuklanmıştır.
Başbuğ, adliye çıkışında şöyle demiştir:
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan özel bir kanaldaki programın canlı yayınında, İlker Başbuğ'un tutuklu yargılanmasına ilişkin şöyle değerlendirmede bulunmuştur:
Avrupa Komisyonu'nun "Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu"nda, Başbuğ'un tutukluluğundan iki kez bahsedilirken şu değerlendirme yapılmıştır:
5 Ağustos 2013 tarihinde Ergenekon Davası'ndan müebbet hapis cezası almıştır.
Ceza aldıktan sonra yaptığı açıklamada Başbuğ şu açıklamayı yapmıştır:
İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi, 7 Mart 2014'te İlker Başbuğ'un "özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının, yerel mahkemece etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkûmiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmaması"nı gerekçe gösterilerek tahliye edilmesine karar vermiştir.
Sevil Başbuğ ile evli ve 2 çocuk babasıdır.
Humboldt
Humboldt:
Ayrıca
Giovanni Bellini
Giovanni Bellini, İtalyan ressam. Taş gibi katı biçimlerin kıvrak desenini yumuşatıp zengin renklerle boyayarak büyük etki yaratmıştır. Resimlerinde yer alan her figür ve obje adeta canlı gibidir. Rönesans sanatında büyük bir öneme sahiptir.
1430 doğumlu Giovanni Bellini sanatçı bir aileden gelmektedir. Babası Jacopo Bellini de bir ressamdır. İtalya’nın kuzeyinde, Padua şehrinde babası Jacopo ve ağabeyi Gentile ile birlikte çalışan Giovanni 1454 yılında eniştesi olan ressam Mantegna’dan oldukça etkilenmiştir.
Giovanni Bellini’nin eserlerinden bazıları: Agony in the Garden (National Gall, Londra), The Cruxifixion (Venedik) ve bazı Meryem Ana heykelleri (Philadelphia ve Metropolitan Müzeleri). Giovanni etrafındaki diğer ressamların aksine farklı bir stil belirlemiştir. Renkli, atmosferik manzara betimlemeleri ile Venedikli ressamlar üzerinde oldukça büyük bir etkisi olmuştur. Sanatçıının diğer eserleri ise; Doge Loredano (National Gall., London), St. Francis in the Desert (Frick Coll., New York City) ve St. Jerome (National Gall. of Art, Washington, D.C.), the Restello serisi (Academy, Venice). The Myth of Orpheus ve The Feast of the Gods (National Gall. of Art, Washington, D.C.) gibi tablolar da mitolojik sahneler içerir. 1507’de ağabeyi Gentile Bellini öldüğünde yarım kalan "Preaching of St. Mark"-"San Marco'nun İskenderiye'de Dua Edişi" adlı tabloyu Giovanni Bellini bitirir. Son çizimlerinden biri olan ve Isabella d'Este (Leonardo da Vinci’nin yakın arkadaşı) için yapılan The zestful Feast adlı tabloyu da 1514’te yapmıştır. Giovanni ardında yüzlerce eser bırakmış fakat bunlardan sadece 300’ü günümüze ulaşmayı başarmıştır. Giovanni Bellini 1516’ta ölür.
Julie
Julie (isim)
→Diğer kullanımlar için Julie sayfasına bakınız.
Latince "Julia" isminden kaynaklanan bir kadın adıdır. Özellikle Fransa ve İngiltere'de kız çocuklarına yaygın olarak konulan bir ön isimdir.
Richard Trevithick
Richard Trevithick (d. 13 Nisan 1771 - ö. 22 Nisan 1833) dünyanın ilk buharlı otomobilini ve lokomotifini yapan İngiliz mucit ve maden mühendisi.
İngiltere'nin Cornwall madencilik bölgesindeki Illogan’da doğdu. Babası maden ocağı yöneticisiydi.
1800 yılında pistonun her hareketinde buharın erken kesilerek basıncın genişletilmesi mantığıyla çift taraflı çalışan yüksek basınçlı Cornish adını verdiği buharlı makinaları yapmaya başladı.
1801 yılında ilk başarılı buharlı otomobilini yaptı.Araç saatte 13 km hız yapabiliyordu. Bu arabasıyla bir yılbaşı akşamı Cornwall’daki Camborne’da bir tepeye tırmanmıştır. 1803 yılında ise daha güçlü ikinci arabasını yaptı. Yolların çok kötü olmasından dolayı otomobillerde fazla zaman kaybetmek istemediğinden geliştirmek için uğraşmadı.
1804 yılında bir vagonun şasesi üzerine sabit bir buhar makinesi yerleştirerek dünyanın ilk buharlı lokomotifini yaptı. Düzenlediği gösterilerle lokomotifini tanıtmak istedi. Bu tanıtımlarından gösterilerinden birinde Galler’deki Pen-y-Darren demirhanesinin 15 km uzunluğundaki dökme demir raylarında 10 ton ağırlığında yük ve 70 yolcuyu taşımayı başardı..
Dünyanın ilk sualtı tüneli olan Londra’daki Thames Tüneli’nin yapımında da emeği geçti. 1807 yılında tünelin kontrolörlüğünü alan Trevithick ertesi yıl tüneli su basınca çalışmalar yarıda kesildi. Tüneli 1842 yılında Marc Brunell tamamladı ve 25 Mart 1843 yılında yaya alt geçiti olarak açıldı.
1808 yılında Londra Torington Meydanı’nda Catch Me Who Can’ı (Kolaysa Yakala) sergiledi.Bu tarihten sonra ise demiryolu işini tamamen bıraktı ve gümüş madenciliği işine girmek için 1816 yılında Peruya gitti. Burada da başarılı olamayıp tüm servetini batırdı.
22 Nisan 1833 yılında Dartford İngiltere’de 62 yaşında iken beş parasız bir şekide hayatını kaybetti.
İstanbul'un tepeleri
Bugün suriçinde kalan eski İstanbul, yedi tepe üzerine kurulmuştur:
Eski İstanbul tepeleri Fatih çevresi hariç bugün hızlı tramvay yolu üzerindedir. İstanbul'un, büyükşehir tepeleri ve bu tepelerde kurulmuş semtleri şöyledir:
Uluslararası Irak Fuarı
Irak Uluslararası Fuarı, Irak'ın en büyük fuar organizasyonudur. Ancak savaştan dolayı 2003, 2004, 2005 yıll |
arında düzenlenememiştir. 2006 yılında 7-11 Haziranda Gaziantep'te düzenlenmiştir. Birinci Körfez Krizi’nden önce Türkiye’nin, Almanya’dan sonra en büyük ticaret partneri Irak idi. Ancak krizden sonra 100 milyon ABD Doları seviyelerine kadar düşen Irak-Türkiye ticaret hacmi, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın “Komşu Ülkelere Yönelik İhracat Stratejisi” çerçevesinde yeniden eski seviyesine yaklaştı. 2005 yılı itibarıyla 2.8 milyar dolarlık ihracat, 2 milyar doları aşan re-export ve savaş sonrasındaki 2 yıllık sürede 3 milyar dolar civarındaki müteahhitlik hizmetleriyle birlikte gerçekleşen ekonomik ilişkiler, Irak’ı bugün Türkiye'nin beş büyük ticari partnerinden biri yaptı.
2006 Irak Uluslararası Fuarının Gaziantepte yapılmasının en önemli noktalarından biri de Irak Hükümetinin Irak dışında yaptığı ilk ortaklaşa fuar olmasıdır. Irak Uluslararası Fuarı’nı, Irak Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı Fuarlar İdaresi Genel Müdürlüğü, Gaziantep Sanayi Odası ve Forum Fuarcılık ve Geliştirme A.Ş. tarafından ortaklaşa gerçekleştirmektedir.
Fuar başta DTM, TOBB, Gaziantep Valiliği, Gaziantep Ticaret Odası, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Güneydoğu Anadolu İhracatçı Birlikleri olmak üzere onlarca sektörel birlik, dernek vakıf ve benzeri sivil toplum örgütleri tarafından desteklenmektedir.
Irak’ın şu an içinde bulunduğu durum, güvenlik sorunu, doğaldır ki bu organizasyonu Irak dışında yapmayı gerektiriyordu. Irak Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı yetkilileri ile yapılan görüşmeler sonucunda fuarın Gaziantep’te yapılmasına karar kılındı.
2005 yılında 832 tane marka başvurusu yapılan Gaziantep, artık sanayisi ve dünyaca ünlü markalarıyla anılan bir şehir konumundadır. 2004-2005 yılları arasında Türkiye ihracatındaki artış ortalamasını (%16.8) %22.7 geçerek kent ölçeğinde %39.5 artışla rekor kıran Gaziantep, yine 2005 yılında, Dünya Odalar Kongresi kapsamında düzenlenen yarışmanın finalinde “Marka Şehir Gaziantep Projesi” ile uluslararası jürinin oybirliği sonucu birinciliğe layık görülmüştür.
Tarihi İpek Yolu güzergahındaki Gaziantep’in, bugün de hem Irak, hem de diğer komşu ülkelerle ticarette önemli bir konumu bulunmaktadır. Böylesine uluslararası organizasyon için gerekli altyapıya da sahip bulunan Gaziantep’te, fuar süresince tam bir Türk-Irak rüzgarı esecektir. Bu rüzgarın yeni ilişkileri bir oya gibi öreceğine hiç kuşku yoktur.
Irak-Türkiye ilişkileri artık gelinen noktada daha da önem kazanmış bulunmaktadır.
Tarihi ve kültürel bağları, geçmişten gelen iyi komşuluk ilişkileri, birbirini tamamlayan ekonomileri, savaş öncesi 1.000’i aşkın Türk firmasının Irak’ta yerleşik olarak iş yapması, sadece ticaret boyutunda değil, nakliye, müteahhitlik, re-export konularında da geliştirilen ekonomik ilişkiler toplamı yanı sıra Türkiye’nin bu coğrafyadaki konumu ve gücü nedeniyle, yeniden yapılanmakta olan Irak’ta hiç kuşkusuz ki en büyük rolü Türkiye oynayacaktır.
Irak-Türkiye ilişkilerine yeni boyut katabilmek için Irak Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı ile ortaklaşa gerçekleştireceğimiz Irak Uluslararası Fuarı yeni dönem için çok önemli bir adım niteliğindedir. Kuşkusuz bu adımı hep birlikte büyüteceğiz.
M1 Tepe GSO Fuar ve Kongre Merkezinde 25.000 m² kapalı ve 20.000 m² açık alanda gerçekleştirilen organizasyona 35 ülkeden 1000 firmanın yer aldığı fuarı, Iraklılar ağırlıklı olmak üzere 65.000 kişi gezdi. "İkili İş Görüşmeleri" sonucunda Iraktaki 10.000'i aşkın girişimci Türk girişimcilerle tanıştırıldı. Fuar sırasında Türk Hava Yolları ve özel hava yolu şirketleri ile toplam 17 bin kişi taşınırken, Türk Hava Yolları tarafından fuar süresince 27 ek sefer uygulandı. Fuar için 150 kamyon stand malzemesi ve 600 kamyon sergi ürünü getirildi. Forum Fuarcılık A.Ş.’nin yan kuruluşu olan 3F Turizm Seyahat Şirketi’nin organizasyonu ile Musul Kerkük, Erbil, Bağdat, Basra, Süleymaniye, Dohok ve Zaho’dan toplam 80 otobüs iş adamı fuara getirildi.
Fuar için ilk kez Irak’tan Gaziantep Havaalanı’na direkt uçuş gerçekleştirildi.
Fuarda Türkiye'nin yanı sıra İsviçre, Japonya, Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Kore, Bahreyn, Çin, Suriye, Avusturya, Fransa, Brezilya, Rusya, KKTC, İran, Mısır, Irak, İtalya, Ürdün, Almanya, Macaristan, ABD, Hırvatistan ve Tayland'ın da aralarında bulunduğu 35 ülke yer aldı.
Fuar boyunca Gaziantep içinde toplam 15 bin konaklama gerçekleştirildi. Fuarda 400 stant hostesinin yanında, 4000 fuar çalışanı ve firma yetkilisi yer aldı. Fuarda 100 tercüman, yerli ve yabancı katılımcılar ve ziyaretçiler arasında iletişim sağladı.
Fuara Bahreyn, Dubai, Kuveyt, Ürdün, Irak ve Suriye ağırlıklı olmak üzere birçok ülkeden 15 yabancı basın mensubu katıldı.
Fuarı Türkiye’den 3, Irak ve daha birçok yabancı ülkeden olmak üzere toplam 7 bakan ve çok sayıda ticari ateşe, konsolos ve ekonomi müşaviri ziyaret etti.
Organizasyonda büyük rol oynayan zamanın Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen organizasyon sonrası verdiği bir röportajda Türkiyede düzenlenen fuarlara her geçen gün yabancı şirketlerin katılımın arttığını ve eskiden Avrupa'daki merkezlerin fuarlar sayesinde büyük paralar kazandığını belirtti. Ayrıca Tüzmen bu merkezlerin yavaş yavaş fuarlarını Türkiyeye kaptırdığını belirtti.
Organizasyonun uzun vadeli getirilerinin yanında kısa vadeli peşin getirileride oldu. 30 ton baklava ve 40 ton fıstık satıldı. Gaziantep esnafı rumların baklavaya sahiplenmesine karşın bu rakamların onlara karşı bir cevap teşkil ettiğini belirttiler.
Benito Zambrano
Benito Zambrano (d. 20 Mart 1965, Sevilla), İspanyol senarist ve yönetmen. Sevilla Tiyatro Enstitüsü'nde dramatik sanat eğitiminden sonra Küba'da sinematografi okuyup senaryo ve yönetmenlik konusunda master derecesi aldı. Yönetmen olarak kendi çektiği kısa metraj ilk filmi "El Encanto de la luna llena" "(1994)", Fribourg Uluslararası Film Festivali'nde 1995'te "En İyi Kısa Film" ödülünü aldı. 1999 yılında kendisinin yazıp yönettiği "Solas / Alone" adlı filmiyle birçok ülkenin film festivallerinde aday gösterilip yaklaşık 15 adet ödül kazandı. Yine bol ödüllü son filmi "Habana Blues" "(2005)" Türkiye'de Film Ekimi 2006 etkinliğinde gösterilecektir.
Minitab
Minitab, Microsoft® Windows® işletim sisteminde kullanılan ve kolon bazlı çalışan bir istatistiksel yazılımdır. Temel olarak Oturum penceresi, Çalışma sayfaları, Grafik pencereleri gibi alt bileşenlerden oluşmaktadır. Başta Altı sigma olmak üzere Endüstriyel uygulamalarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Minitab'ın oldukça dolu bir kaynakçası mevcuttur. Minitab fonksiyonlarına ulaşmanın yanında da, istatistik bilimiyle ilgili pek çok bilgiye de ulaşabilirsiniz.
Yergöğü
Yergöğü (Rumence: Giurgiu), Romanya'nın güneyinde yer alan bir şehir. Yergöğü İlinin merkezi olan şehirdir. Nüfusu 2002 verilerine göre 73,586 kişidir. Yergöğü, Şark Ekspresi'nin ilk güzergahının son durağıydi.
Üvez
Toomas Hendrik Ilves
Toomas-Hendrik İlves, (d. 26 Aralık 1953, Stokolm), 2006-2016 yılları arası Estonya eski devlet başkanıdır.
László Sólyom
László Sólyom (d. 3 Ocak 1942, Peçuy, Macaristan), Macar siyasetçi. 2005-2010 yılları arasında Macaristan Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.
Pécs
Pécs, Peç veya Peçuy ([], Osmanlı Türkçesi: "Peç", "Peçuy"), Macaristan'ın güneyinde, Mecsek dağlarının güneybatı yamacında, Hırvatistan sınırına yakın bir şehirdir. Baranya ilinin merkezi ve Macaristan'ın beşinci büyük şehridir. Yaklaşık iki bin yıllık tarihi boyunca çeşitli yönetim ve kültürlerden zamanımıza kalan zengin eserleri ve çok renkli kültürüyle tanınmış, erken Hıristiyan dönemi nekropol 2000 Aralığında UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmış, 2010 yılında kültür başkenti olarak seçilen kentlerden birisi olmuştur.
Bölgeye Romalıların verdiği ad Sopianæ idi. Ortaçağ'da ilk kez 871'de Quinque Basilicae ("beş katedral") adıyla anılmıştır. Daha sonraki belgelerde şehir Quinque Ecclesiae ("beş kilise", Almanca adı olan Fünfkirchen ile aynı) olarak geçer. "Pécs" adına ilk kez 1235 tarihli bir belgede "Pechyut" (modern yazımıyla "pécsi út", "Pécs yolu" anlamında) olarak rastlanır. Osmanlılar da Peç olarak adlandırmışlardır.
3. yüzyılın sonlarında Roma'nın Pannonia Valeria eyaletinin yönetim merkezi olan, kaynaklarda Sopianae kenti şeklinde geçen yerleşme, daha sonraki yıllarda erken Hıristiyan merkezi haline geldi. Kavimler Göçü'nden sonra Roma kalıntıları üzerine inşa edilen kent, Büyük Moravya prensleri tarafından kontrol edildi. 1238 yılında Macaristan'daki ilk Dominikan tarikatı manastırının kurulmasıyla kent Ortaçağ boyunca gelişti. Kral Louis I of Hungary (I. Lajos) 1367 yılında Macaristan'ın ilk üniversitesi olan Pecs Üniversitesi'ni kurarak kenti bilim ve öğretim odağı haline getirdi.
Osmanlı ordusunun Macar kralı II. Lajos komutasındaki Macar ordusunu yendiği Mohaç Muharebesi (1526) sonrasında Süleyman'ın ordusu Peç'i fethetti. Ardından kısa süren bir iç savaş sonrası ülke Kutsal Roma İmparatoru Ferdinand'ın yönetimine girdi. 1529'da Osmanlılar Peç'i tekrar ele geçirdi ve Viyana'ya doğru yollarına devam etti. Çeşitli direniş, iç çekişme ve karmaşaların ertesinde 1543 Haziranında bizzat piskopos şehrin anahtarını Osmanlılara teslim etti. Fetihten sonra Osmanlılar şehri tahkim ettiler ve zamanla bazıları kiliseden dönüştürülen ve kısmen de yeni yapılan camiler, hamamlar, okullar, pazar yerinin merkezine yapılan kapalı çarşı, çok sayıda türbe ve anıt ile tam bir Osmanlı şehrine dönüştürdüler. Şehir yüz yıldan uzun bir süre, önce Budin Eyaleti sonra da Kanije Eyaleti sancağının merkezi olarak, uzun bir barış ve huzur dönemi yaşadı.
1664'de Hırvat soylularından Nikola Zrinski şehre saldırarak yağmaladı ve çekilirken yaktı. Bu yangın Peç'teki Ortaçağ izlerini büyük ölçüde sildi.
1686'da Buda kalesini Osmanlılardan alan ordular Peç'e saldırdı. Osmanlılar şehri boşaltarak kaleye çekildi. Badenli Louis komutasındaki ordu 14 Ekimde şehri işgal etti, kaleyi kuşattı ve suyunu kesti. Osmanlılar 22 Ekimde teslim oldu.
Viyana, sarayı önce şehri tamamen yıkmayı düşündüyse de daha sonra hala Osmanlıların elinde duran Zigetvar'ın gücünü dengeleyecek bir üs olarak |
tahkim etmeyi yeğledi. 1688'de Alman göçmenler geldi. Bu dönemde şehir nüfusunun sadece dörtte biri Macar, kalanı Alman ve Güney Slavlarıydı. Habsburg yönetimine karşı ayaklanan II. Francis Rákóczi'nin orduları, kendilerini desteklemeyen şehri 1704'de ele geçirip yağmaladı. 1710'dan sonra nispeten barışçıl bir döneme girildi.
1787'de Kutsal Roma İmparatoru II. Joseph'in yaptırdığı nüfus sayımına göre Peç'te 1474 hane ve 1834 aile olarak toplam 8853 kişi yaşamaktaydı; bunların 133'ü din adamı, 117'si soyluydu.
19. yüzyılın ikinci yarısında endüstri canlandı. 1848'de kentte 1739 endüstri işçisi vardı.
Yaklaşık 150 yıllık Osmanlı egemenliği kente pek çok eser kazandırmıştır. Kentteki 17 camiden en meşhuru Széchenyi Meydanı'ndaki Gazi Kasım Paşa Camisi'dir. 1585'de inşa edilmiş, Osmanlı yönetimi sonrasında minareleri yıkılmış ve St. Maria adıyla kiliseye dönüştürülmüştür.
Yakovalı Hasan Paşa Camii, bugün Türk-Osmanlı elsanatları müzesidir.
İdris Baba Türbesi: 16. yüzyıla tarihlenen türbe Rókus tepesinde bulunmaktadır.
Ayrıca Memi Paşa hamamının kalıntıları günümüze ulaşmış Osmanlı eserlerindendir.
Olivier Assayas
Olivier Assayas, 25 Ocak 1955, Paris, Fransa doğumlu senarist ve yönetmen. 1986 yılında yönetmen olarak çıkışını yapana kadar birkaç kısa film yönetti ve "Les cahiers du cinéma" dergisi için makaleler yazdı. Fransız yönetmen ve senarist Jacques Remy'nin oğlu olan Assayas, sektördeki kariyerine, babasına yardım ederek başladı; onun rahatsızlandığı esnada yarım kalan televizyon dizilerinin senaryolarını yazdı. En çok konuşulan filmi, 1996'da yazıp yönettiği "Irma Vep" oldu. Avrupalı yönetmenler kadar, Asyalı yönetmenlere de ilgi duyduğunu yazılarında dile getiren Assayas, Tayvanlı filmci Hou Hsiao-Hsien için de bir televizyon belgeseli hazırladı. Türkiye'de, Film Ekimi'nde gösterilecek olan çok yönetmenli "Paris, Je T’aime" "(I Love You Paris)" filminde "Quartier des Enfants Rouges" adlı bölümü yönetmiştir. Ayrıca, yine Film Ekimi 2005 kapsamında "Clean" adlı filmi gösterilmiştir.
Paul Morphy
Paul Charles Morphy (d. 22 Haziran 1837 - ö. 10 Temmuz 1884), Amerikalı satranç ustası.
Louisiana eyaletinin New Orleans kentinde doğmuştur. Babası İspanyol-İrlanda kökenli soylu Kreol ailesinden gelmeydi, annesi ise bir Fransızdı. "Satrancın Gururu ve Üzüntüsü" olarak anılır. ABD'li bir satranç oyuncusudur. Zamanının en mükemmel satranç oyuncusudur ve gayri resmi Dünya Satranç Şampiyonu olarak kabul edilir. Bazı satranç üstatları Morphy'yi bugüne dek yaşamış en büyük satranç oyuncusu olarak görürler. Ayrıca modern kurallarının yaratıcısıdır ve satrancın ilk dehası olarak bilinir.
Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Almanca dillerini ana dili gibi bilen Morphy, Philidor'un "Analysis", Kieseritzky'nin "Regence", Staunton'u "Chess Players Chronicle", Andressen'in "Deutsche Shach Zeitung" dergilerini okuyordu.
Bilger'in 400 sayfalık "Handbuch"' unu, bunun yanında Staunton'un "Chess Handbook" 'unu da incelemiştir.
Görkemli derecede okulu bitiren Paul, iki senede Louisiana Üniversitesi'nden mezun olur ve 20 yaşında diplomalı bir avukat haline gelir. Ama ABD'de bu meslekte çalışabilmek için en az 21 yaşında olması gerekmektedir. Bu nedenle o, kendini tamamen sevdiği oyun olan satranca vermeye karar verir.
Paul Morphy'nin ailesinden tüm erkekler satranç oynarlardı: dede, baba, ağabey ve kentin en kuvvetli satranççılarından birisi olan Ernest Amca. 10 yaşında satranç ile tanışan Paul Morphy, 12 yaşında geldiğinde yerli usta olan Russo'ya etkili bir mağlubiyet tattırır. (Bu maç Morphy'nin yayımlanmış ilk partisidir) Çok geçmeden ise Birleşik Devletler'in güneyinde turnede olan Lowenthal'e üstünlük sağlar.
Londra Turnuvasından sonra yükselen satranç gürültüsü Yeni Dünya'ya ulaşmıştır. 1857 sonbaharında New York'ta 1. Amerikan Kongresi, ülkenin en iyi 16 satranççısını toplar. Londra-1851'de olduğu gibi, bu turnuvada da nakavt sistemi ile yapılıyordu: Maçlar üç, final ise beş galibiyet üzerindendi. Morphy hiç güçlük çekmeden (+9 =1) geldiği finalde o zaman birleşik Devletler'de yaşayan ve sonradan ünlü bir usta olan Alman Louis Paulsen'i +5 -1 =2 gibi bir skorla hezimete uğrattı. Bir de Paul her zamanki gibi hızlı, rakibi ise çok yavaş oynuyordu ve düşünme süresi sınırsız olduğu için partiler 10-11 saat sürüyordu. Hatta oyunlardan birisi 15 saat sürmüştür. (Bu sürenin 12 saatini paulsen harcamıştır.)
Amerikan Şampiyonu olduktan sonra Morphy bir süreliğine New York'a taşındı ve orada avans vererek 161 oyun (+107 -36 =18)da 100 oyun (+87 -5 =8) oynadı. Oynadığı rakipler arasında Paulsen, Stanley, Lichtenhein ve Schulten gibi kuvvetli oyuncular da vardı.
Morphy, İngiliz Şampiyonu Staunton ile oynama arzusudaydı. Bu nedenle ona bir davetiye gönderdi. Fakat bu davetiye reddedilince Morphy Avrupa'ya gönderildi. 1858 Haziranında İngiltere'ye vardı.Burada etkili zaferler kazandı ve ustalara karşı bir üstünlük sağladı.
Bu sıralarda Morphy, Lowenthal'e karşı parlak bir zafer kazandı (Kazandığı ödülü ise maddi sıkıntılarla boğuşan rakibinin ev mobilyaları için harcadı.) Ama ne yazıkki uzun görüşmelerden sonra asıl amacına (48 yaşındaki İngiliz ile maç yapmak) ulaşamadı. Burada Fischer'ı hatırlayabiliriz: "Herhalde Staunton Morphy ile masada karşılaşmaktan korkuyordu ve fikrimce onun endişeleri yerindeydi. Morphy onu yenerdi, gerçi birçoğunun düşüncesinin aksine onların maçı tek kale oynanmaz ve çetin bir mücadeleye sahne olurdu."
1858 sonbaharının erken günlerinde Morphy Paris'e geçer ve orada Fransa şampiyonu Daniel Harrwitz'i maçta yener.
Aralık ayı ve Adolf Anderssen Paris'e geldi. Yedi galibiyete kadar oynanması konusunda anlaşmaya varıldı ve birkaç gün sonra 19. yüzyıl ortasının şüphesiz en kuvvetli ve en parlak iki satranççısının tarihi çarpışması başladı.
Harrwitz'le olan maçta olduğu gibi Morphy yine oyuna mağlubiyet ile başladı.Ama sonra durumu berabere yaptı ve beş oyun peş peşe kazandı. Anderssen artık ne yapacağını bilmiyordu: Beyazlarla 1.e4'ten umutsuzdu ve kendisine özgü olan 1.a3 (sonradan bu hamle için "kaçık" diyordu) hamlesini oynamaya başladı, siyahlarla ise başarısız bir şekilde hem 1...e5, hem 1...d5, hem 1...e6, hem 1...c5 denedi.
9. partide eski Dünya Şampiyonunun (Anderssen) bozguna uğratılması etkileyicidir. Bu parti toplam yarım saat sürmüştür.Bir sonraki partinin 77. hamlesinde rövanşı alan Anderssen hüzünlü bir espri yapar: "Morphy 17, ben ise 77 hamlede kazanıyorum.Buna rağmen bu durum daha katlanılabilir..." 11. partide kazanan Morphy böylece maçı da kazanır. (+7 -2 =2) Ayrıca bir sene içerisinde dünyada hiçbir rakibinin olmadığını kanıtlar.
De La Bourdonnais: "Bu adamla mücadele etmek boşunadır, bana çok fazla geldi.O, makine gibi dakik ve hatasızdır, ben ise basit bir faniyim!"
Adolf Anderssen: "Morphy satrancı bir ressamın ciddiyeti ve büyük bir itinayla yaklaşıyor... Satranç partisi onun için kutsal bir vazife."
Morphy Avrupa'dan ayrılmadan önce onuruna şatafatlı bir de ziyafet verildi. Morphy Avrupa'dan coşku ile ayrılışı ile birlikte New York'ta da daha önce görülmemiş bir coşku ile karşılandı. Satranççıların zaferinin bir daha hiçbir zaman ve hiçbir yerde bu şekilde kutlandığı görülmedi.
Morphy Amerika'ya dönüşünden sonra ne yazık ki, bundan sonra ciddi oyunlardan uzaklaştı. 1860'lı yılların başında ABD'de iç savaş patlak verdiği zaman, onun ilk ruhsal bozukluk belirtileri ortaya çıktı ve birkaç sene sonra büyük üstadın sadece satranç için yitirilmediği anlaşıldı ..
1884 yazında, henüz 47 yaşında olan efsanevi Amerikalı evinin banyosunda geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti.
Nantes (anlam ayrımı)
Ebüzziya Tevfik Bey
Ebüzziya Mehmet Tevfik Bey (d. 17 Şubat 1849, İstanbul - ö. 27 Ocak 1913) Türk gazeteci, yazar, yayıncı, hattat.
Türkiye’de “"matbaacılığı sanat hâline getiren kişi"” olarak kabul edilir. O zamana kadar süregelen ve halk dilinde "Acem baskısı" denilen kirli ye kötü baskıdan Türk basımcılığını kurtaran ünlü matbaacı; yaşadığı dönemin önemli sanat ve düşün adamlarına ait yüzlerce yapıtı sanat değeri yüksek tasarımlarla basmıştır..
Yeni Osmanlılar adlı aydın hareketinin aktif bir üyesiydi, sürekli muhalif bir aydın olarak daha çok siyasi kimliği ile tanındı.
Kufi türünde dikkate değer eserler vermiş bir hattat, arabesk tarzında yetkin süslemeler yapan bir süslemeci, Konya’da bulunduğu dönemde sanat eseri niteliğinde halılar dokumuş bir halıcı idi.
1849 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, Maliye Sergi Kalemi memurlarından Konya Koçhisarlı Hasan Kamil Efendi'dir. Asıl adı Mehmet Tevfik’tir. “Ziyâ’nın babası” anlamına gelen "Ebüzziyâ" unvanını sürgünde bulunduğu târihte kendi adını kullanamadığı için almıştır.
Cevriye Kalfa Sıbyan Mektebi'ni bitirdi. Babasını küçük yaşta yitirince öğrenimini bırakarak Maliye Sergi Kalemi'nde çalışmaya başladı. Kendisini özel dersler alarak yetiştirdi. Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Memuriyet hayatında kurduğu dostluklar, kendisini yetiştirmesinde yardımcı oldu. Bu yıllarda kendisinden 9 yaş büyük Namık Kemal ile tanışması, ömür boyu sürecek bir fikir dostluğunu başlattı. Namık Kemal ve İbrahim Şinasi’nin etkisiyle Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne üye oldu.
Şinasi’nin kurucusu olduğu Tasvir-i Efkar gazetesi, 1865’te Şinasi’nin Fransa’ya gitmesinden sonra Namık Kemal tarafından çıkarılmaya başlamıştı. Tevfik Bey, arkadaşı Namık Kemal’in teşviki ile Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde yazılar yayımladı. Terakki, Diyojen (dergi), Hayal, Çıngıraklı Tatar, Hakayikü'l-Vekâyi gibi gazete ve dergilerde de yazılar yayınlandı. Memuriyet hayatına Maarif Dairesi’nde ve Adliye Dairesi’nde devam etti.
Genç Osmanlıların destekçisi Mustafa Fazıl Paşa, Tasvir-i Efkâr gazetesinin basıldığı matbaayı, Şinasi’nin 1871 yılında ölümü üzerine mirasçılarından satın almış; aralarında Tevfik Bey’in de olduğu dört meşrutiyetçi gence vermişti. Diğer üçünün hisselerini Tevfik Bey’e devretmesi üzerine matbaaya tamamen sahip oldu.
Meşrutiyet düşüncesini geniş kitlelere yaymak için yayıncılığın gücü yanında tiyatro sanatının gücünü de kulla |
nmak isteyen Ebüzziya Tevfik, 1872 yılında bir tiyatro eseri yazmaya girişti. "Ecel-i Kaza" adlı piyesi yazarın hem ilk kitabı, hem de ilk ve tek telif oyunu oldu. Eser, Güllü Agop yönetimindeki "Tiyatro-i Osmani Kumpanyası"nda sergilendi, ilgiyle karşılandı.
Namık Kemal, 1872’de arkadaşları Kayazade Reşat Bey ve Menâpirzâde Nuri Bey ile İbret gazetesini çıkararak devlet yönetimine muhalefet etmeye başlamıştı. İbret, Tevfik Bey’in matbaasında basılıyordu. Kendisi de İbret’in yazarları arasına giren Tevfik Bey, o yıl memuriyetten ayrılarak tamamen gazeteciliğe yöneldi.
Hükümeti eleştirdiği için kısa süre sonra İbret Gazetesi kapatılıp, başyazarı Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığı görevi ile İstanbul’dan uzaklaştırılınca Tevfik Bey, onunla birlikte Gelibolu’ya gitti. Bir süre sonra İstanbul’a geri dönerek ""Hadika"" isimli bir günlük gazete kurdu. İlk sayısı 9 Kasım 1872’de çıkan gazeteye Gelibolu’daki Namık Kemal de yazı gönderiyordu.
Tevfik Bey, 1873'te ilk Türk almanağı olan ""Salname-i Hadika"" isimli özel bir yıllık çıkardı.
Hadika gazetesi 56. sayıda kapatıldı. Ebuzziya, "Cüzdan" isimli dergi çıkadı ancak o da ilk sayısında toplatılıp kapatıldı. Bunun üzerine 15 Mart 1873'te ""Sirac"" adlı yeni bir günlük gazete yayınlamaya başladı.
1873'te Vatan Yahut Silistre oyununun Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sergilenmesinden sonra çıkan olayların ardından İbret ve Sirac gazeteleri kapatıldı; beş gazeteci yargılanmadan sürgün edildiler. Ebuzziya Tevfik de sürgüne gönderilenler arasındaydı. Namık Kemal Magosa'ya, Menapirzade Nuri ve Bereketzade Hakkı Beyler Akka'ya sürgün edilirken Ebuzziya Tevfik, Ahmet Mithat Efendi ile birlikte Rodos'a sürüldü.
Ahmet Mithat ile birlikte Rodos’ta kale hapsinde tutulan Ebüzziya, sürgün yaşamı sırasında mahpusların eğitimi ile meşgul oldu, onların ürettikleri el işlerinin gelişmesine, gelirlerinin artmasına katkıda bulundu. “"Zindanda Muharrir"” adlı aylık dergiyi çıkardı. Victor Hugo'nun Angelo adlı eserinden uyarladığı «"Habibe veya Semahat-i Aşk"” adlı kitabını yazdı ve yayımladı. «"Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye"» adlı kitabını meydana getirdi.
İstanbul’daki yardımcısı Şemsettin Sami'ye gönderdiği yazılarla 1875'te İstanbul’da ”"Muharrir"” adlı bir dergi yayımlamaya başlayan Tevfik Bey, artık yazılarında dört yaşındaki “"Ziya"” adlı oğlunun isminden ötürü "Ziya'nın babası" anlamındaki “"Ebüzziya"” imzasını kullanıyordu. Bütün ömrü boyunca da bu ismi kullanmaya devam etti.
Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra affedildi ve 10 Haziran 1876'da İstanbul'a dönebildi.
Sürgün dönüşünde Sultan Abdülhamit tarafından saraydaki" Mütercimin Cemiyeti"’ne üye yapılan Ebüzziya, Mithat Paşa’nın evindeki anayasa hazırlık çalışmalarına da katıldı.
Meclis-i Mebusan’ın feshedilmesi üzerine 1877’de Bosna mektupçuluğuna atanarak İstanbul’dan ayrıldı. Bosna’da iken Bosna Vilayet Gazetesi’nin yönetimini üstlendi. Ayrıca "Bosna Vilayet-i Salnamesi"’nin 1878 tarihli 13. sayısını tipografya baskı ile yeni bir şekilde çıkardı. Bosna’nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgali üzerine İstanbul’a döndü ve matbaacılık alanında çalışmaya ağırlık verdi.
Ebüzziya, Bosna’dan döndükten sonra 1879’da “"Salname-i Ebuzziya"” adlı bir almanak çıkarmıştı ancak Abdülhamit tarafından kuşkulu bulunduğu için tüm nüshaları yok ettirildi. 1880’de "Salname-i Kamerî" adlı yıllığı çıkardı; aynı yıl "Rebî-i Marifet" adlı yıllığı da bastırdı ve her yıl düzenli olarak çıkarmaya devam etti (Kimi yıllarda "Nevsal-i Marifet" veya "Takvim-i Ebüzziya" adlarıyla çıkarılmıştır). Rebî-i-i Marifet’in 1886. sayısında ilk kez Avrupa'da yapılmış çinko klişelerle resimler basıldı. Ebüzziya, 1889’da hanımlar için "Takvimünnisa" adlı bir almanak daha çıkardı. Türk matbaacılık tarihi için çok önemli olan bu almanaklar, Ebüzziya’nın Avrupa seyahatlerinden topladığı malzemeler, yerli ve yabancı ünlülerin hayatları hakkında bilgi içeren kaynaklardır.
Ebüzziya Tevfik, 1880’de “"Mecmua-i Ebüzziya"” adı altında 15 günde bir çıkan bir dergi yayımlamaya başladı. Mecmuaların basılmadan evvel Maarif Nezareti’ne gösterilip incelenmesi kararı üzerine 53. sayıda kapattı dergiyi 1896 Mart’ında yeniden yayınlamaya başladı. Mecmua-i Ebüzziya, 22 Mayıs 1880'den 1912'ye kadar 159 sayı çıkmıştır. Dergide Namık Kemal’in mektupları da yayımlanmıştır.
1881’de Galata’da Arap Camii bitişiğinde “"Matbaa-i Ebüzziya"” adlı matbayı kurdu. Mecmua-i Ebüzziya , 15 Recep 1299(2 Haziran 1882) tarihli sayısından itibaren Matbaa-i Ebüzziya’da basıldı.
Matbaada ayrıca 1881-1886 yılları arasında ""Kitaphane-i Meşahir"" ve ""Kitaphane-i Ebüzziya"" dizi başlıkları altında toplam 114 kitap yayımladı. Kitabphane-i Meşahir, ünlü kişilerin hayatlarına dair bir kitap serisidir. 60 kitaplık bir seri düşünüyordu ancak Gutenberg, Galile, Napoleon, Diyojen, Franklen, Hasan Sabbah, Buffon, Ezop, Bermekîler'den Yahya, Harun Reşid ve İbni Sina'ya ait kitapları çıkarabildi. 1886’dan itibaren “Kitabhane-i Ebüzziya” adlı seriyi yayımladı. Kitaphane-i Ebuzziya, bugünkü anlamda dizi yapıtların başlangıcıdır. Herkesin kitap okuma zevki kazanmasını, küçük bir kütüphane sahibi olmasını arzulayan yayımcı, küçük hacimde bir kitap serisi hazırlamıştır. Yapıtların tasarımında ve üretiminde tutarlılık ve kararlılık izlemiştir.; Kitaplarda kullanılan yazı karakteri, metinde ve kapakta kullanılan kağıdın kalitesi, tasarım özellikleri ve renkler ilk kitaptan son kitaba kadar aynıdır.
Şinasi ve Namık Kemal'in eserlerini tanıtmak ve yaymak için çaba sarfeden Ebüzziya, Namık Kemal'in eserlerinden topladığı dikkate değer ifadeleri “"Cümel-i Müntahabe-i Kemal"” adı altında üç defa bastırdı ve Namık Kemal'in ölümünden sonra hayatını anlatan ayrı bir eser çıkarmıştır. Şinasi’nin daha önce yayımlanmış olan "Durub-i Emsal-i Osmaniyye"'sini çeşitli ilavelerle 1885’de yayımladı.
1887'de fasiküller halinde yayımlamaya başladığı "Lügat-ı Ebüzziya" isimli Türkçeden Türkçeye sözlük, sürgüne gönderilmesi üzerine, 2. ciltte ""Öd"" maddesinde kalır.
19. yüzyıl basım dünyasının merkezi Leipzig'de kurulan «Leipzig Matbuat Cemiyeti» 1890'da Ebuzziya'ya bir takdirname ve şeref madalyası göndererek ödüllendirdi. Matbaacılık alanına yaptığı katkılar için1898'de de Fransa hükümetinin "Liyakat Madalyası"yla onurlandırıldı.
1892’de İstanbul Sanat Okulu müdürü oldu. 1894’te Şûrayı Devlet Bidayet Mahkemesi üyesi olarak görevlendirildi.
Yaptığı işler devlet memurluğunun bağdaşmadığı gerekçesiyle Abdülhamid yönetimi tarafından 1900'de Konya'ya sürüldü. Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olan oğlu Talha da onunla birlikte sürgüne gönderilmişti. Konya’da 8 yıl kaldı. Burada yaptırdığı köşkün bahçesinde çiçek yetiştirmekle, süslemecilikle, halıcılıkla uğraştı. Sanat eseri niteliğinde duvar seccadeleri yaptı.
Ebüzziya Tevfik, İkinci Meşrutiyetin İlanı ile İstanbul’a dönebildi ve yeniden açılan Meclis-i Mebusan'a Antalya milletvekili olarak girdi (1908). Bu dönemde de matbaacılığı bırakmayarak Tasvir-i Efkar gazetesinin (1909) ve Mecmua-i Ebüzziya'yı yeniden çıkardı.
Tasvir-i Efkâr gazetesi 25 Aralık 1912 de Kâmil Paşa kabinesi tarafından kapatılınca gazeteyi önce “"İntihab-ı Efkâr"” adıyla, o da kapatılınca “"Tefsir-i Efkâr"” adıyla çıkardı. Tefsir-i Efkâr ilk sayısında tatil edildi ve matbaası da kapatıldı. 25 Ocak 1913’te Tasvir-i Efkar’ı çıkarmasına izin verilince gazeteyi son kez 27 Ocak 1913’te çıkardı. Aynı gün hayatını kaybetti. Gazetenin yayımını oğulları Talha ve Velid Ebüzziya devam ettirdi. Mezarı, Bakırköy Mezarlığı’ndadır.
İsteğe bağlı sigorta
İsteğe bağlı sigorta Türkiye'de AB uyum sürecinde 2007 yılı itibarıyla herkesin sigorta kapsamı altına alınması amacıyla daha önceki isteğe bağlı sigorta ya geçebilme hakkı kazanabilmek için 1080 gün işyeri primi yatırılması şartını ortadan kaldırarak sosyal güvence kapsamına girmek isteyen serbest meslek sahibi geçici işçilere sağlanılan kolaylıktır.
Ülkü (dergi)
Ülkü, Halkevleri'nin yayın organı olarak Şubat 1933 ile Ağustos 1950 tarihleri arasında yayımlanan dergi. Üç seri halinde yayımlanan derginin amacı, halk evlerinin ve dolaylı olarak cumhuriyetin ideolojisini yaymaktı. Konu başlıkları genel olarak edebiyat, dil, sosyoloji, güzel sanatlar, ekonomi, halk terbiyesi, spor ve halk evleri hakkındaki haberlerdir.
Derginin yazarları arasında Mehmet Fuat Köprülü, Recep Peker, Tahsin Banguoğlu, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Kutsi Tecer bulunmaktadır.
İstanbul köprüleri
İstanbul'da tarihte ilk köprü girişimi Pers Kralı I. Darius'undur. Osmanlılar zamanında ise II. Beyazıt'ın teşebbüsü sonuçsuz kaldıktan sonra II. Mahmud, 1836'da ahşap bir köprüyü Haliç'te Unkapanı ile Azapkapı arasında yaptırdı. Bu köprüye "Hayratiye Köprüsü" denildi.
Hayratiye'den sonra, ikinci köprü Abdülmecid'in 1845'te yaptırdığı köprüdür. Bu Haliç köprüsü, Galata-Eminönü arasında inşa edilmiş ilk paralı köprüdür. Geçiş ücreti yayalara 5 akçe, yüklü arabalara 20 akçe idi.
Üçüncü Haliç köprüsü Abdülaziz devrinde 1863'te yapıldı. 1875'te yeni bir köprüyü demir ağırlıklı yapıda inşa ettiren padişah açılışı yapamadan öldü. II. Abdülhamid zamanında açılan yeni köprü de dubalıydı ve bu köprü 37 yıl Eminönü'nde, 24 yıl Unkapanı'nda çalıştıktan sonra 1936'da dağıldı.
Dördüncü köprü Sultan Reşat döneminde 27 Nisan 1912'de açıldı. 466 m boyunda ve 25 m enindeki köprüyü bir Alman firması 250.000 altın liraya yaptı. Köprünün altında dükkânlar ve iskeleler vardı.
Beşinci köprü bugünkü demir köprüdür. Reşat köprüsünün yanmasından sonra, 17 Haziran 1992'de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından açılmıştır.
Hayratiye, Mahmudiye diye anılan ilk köprünün 1836'da açılışından sonra 1875'e kadar çalıştı. 1875'te Abdülaziz'in köprüsü açıldı. Bu köprü 1912'ye kadar kullanıldı. Üçüncü köprü, eski Galata köprüsüydü, bu da 1936'da çöktü. 1940'ta bugünkü demir Unkapanı Köprüsü yapıldı. Bu dördüncü köprüye "Atatürk Köprüsü" de denir.
Abdülaziz dönemindeki denemeden sonra, Haliç Köprüsü denilen köprü, 1974'te yapıldı. Türk-Japon-Alman işbirliğinin ürünüdür. Boyu 995 m, |
eni 32 m, yüksekliği 22 m'dir. Bu köprü 1980 ve 1990'larda genişletilmiştir.
Boğaziçi Köprüsü, Ortaköy-Beylerbeyi arasındadır. 1970-73 arasında tamamlanmıştır. 1380 m uzunluğundadır. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ikinci Boğaz köprüsüdür. Kavacık-Sarıyer arasındadır. 1985-88 arasında yapılmıştır.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü - üçüncü köprü 2013-2016 arası tamamlanmıştır ve kıtaları birleştiren en uzun köprü konumundadır.
II. Dünya Savaşı kronolojisi
1936'da, Adolf Hitler aynı yıl Nazi barosunda konuşma yapmak üzere Berlin'i ziyaret eden Arnold J. Tonybee'den özel görüşme talep etti ve Tonybee görüşmeyi kabul etti. Görüşmede Hitler kendisinin sınırlı yayılmacı, daha büyük bir Alman ulusu inşa etme amacını, İngiliz anlayışı ve işbirliği arzusunu vurguladı. Tonybee Hitler'in samimiyetinden ikna oldu ve Hitler'in mesajını gizli bir pusulayla İngiliz başbakan ve dış işleri sekreterine iletti.
Yat (anlam ayrımı)
Ölüdeniz, Fethiye
Ölüdeniz, Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı bir mahalledir. Ölüdeniz kumsalı yüzde seksen iki oyla 2006 yılında Dünya'nın en güzel kumsalı seçilmiştir.
Belde, turizm açısından oldukça gelişmiştir. Likyalılarda ışık ve güneş diyarı, Ortaçağ'da "Uzak Diyar" olarak tanınır, Anadolu'nun güneybatısında yer alan Teke Yarımadası'da bulunur. Türkiye'de bulunan deniz kulağı (lagün) oluşumlarından biridir.
Ölüdeniz, adı gibi durgun bir göl niteliğindedir. En fırtınalı günlerde Belceğiz kıyıları dalgalarla boğuşurken, Ölüdeniz'de sadece çırpıntılar meydana gelir.
Ancak durgun gibi gözüken Ölüdeniz, gözle görünmeyen üç nedenle kendini hemen hemen her gün yenilemektedir. Bunlardan ilki, Ölüdeniz'de mevcut yoğun kaynak suyu çıkışları, dipte içeriden açıkdenize doğru bir akıntı yaratmaktadır. İkincisi, bu kaynak sularının yarattığı tuz farkından dolayı açıkdenizden içeriye ve dışarıya devamlı bir sirkülasyon oluşmasıdır. Üçüncüsü ise gel-git etkisi ile iki-üç günde bir deniz ortalama yarım metre yükselir ve alçalır. Bu da büyük miktarda deniz suyu giriş ve çıkışı sağlamaktadır.
Beldeye hem kara, hem deniz, hem de havayolu ile ulaşmak mümkündür. Antalya, İzmir, Ankara, İstanbul gibi merkezlerden Fethiye ilçesine düzenli otobüs seferleri yapılmaktadır. Dalaman Havaalanı da beldeye bir saat mesafededir. Fethiye Ölüdeniz arası 12 km'dir. Fethiye'den beldeye düzenli ulaşım imkânları bulunmaktadır.
Beldede nitelikli birçok otel, pansiyon, ve kamp yeri mevcuttur. Her türlü deniz sporunun yapılabildiği beldede safari, dağcılık, yürüyüş ve rafting yapma olanaklarıyla birlikte Babadağ'dan 2000 metre yükseklikten "Yamaç Paraşütü" ile atlama imkânı da vardır.
Fethiye-Ovacık karayolu üzerinde, çam ormanları içerisinde yer alan, köy niteliğindeki bu semt, otel ve pansiyon olarak 3000 civarında yatak kapasitesi ile gelişmiş turizm merkezlerinden biridir. Daha çok İngiliz turistlerin ilgi gösterdiği sakin bir dinlenme mahallesidir.
Ovacık şehir merkezine 6 km. uzaklıkta. Ölüdeniz’e uzaklığı 5 km'dir. Fethiye-Belceğiz-Ölüdeniz yolu üzerinda sağlı sollu pansiyon ve otellerin yer aldığı bu semt eski ve yeninin kaynaştığı bir turizm semtidir.
Ölüdeniz lagünün bulunduğu semttir. Kıyı bandı, Özel Çevre Koruma Kurumu Bsşkanlığı 'nca tanzim edilen Belceğiz'de modern tesisler yer almaktadır. Belceğiz semtinde her türlü konaklama yeme-içme ve eğlenme, halka açık plâjlarada da her türlü su sporu yapma olanağı vardır.
Belceğiz'in güneydoğu devamında KIDRAK Millî Parkı'nda iyi düzenlenmiş bir kamp yeri ve ötesinde Uzunyurt mahallesi vardır.
Belceğiz'in kuzeybatısında fotoğraflar çokça yer alan Kumburnu ve Ölüdeniz yer almaktadır. Bu yöre 1978 yılında Millî Park olarak belirlenmiş olup, 1. derecede doğal sit alanıdır. Kumburnu günübirlik dinlenme plâjı olarak kullanılmaktadır.
8 Şubat 1995'de 1. derecede doğal SİT ilan edilen ve her türlü yapılaşmaya kapatılan kayalık ve çamlık vadide milyarlarca kelebeğin kayalarda, ağaçların gövdelerinde ve yapraklarında bulunup etrafı sarmasından dolayı bu ismi almıştır.
Vadiye ulaşım Ölüdeniz'deki sahilden kalkan teknelerle sağlanır.
Ölüdeniz beldesinde batısında ve takriben 7 km. uzağındadır. Adada M.S. 5-13. yüzyıllarda yapıldığı anlaşılan Bizans ve Roma devirlerine ait ev, depo, sarnıç ve kilise kalıntıları bulunmaktadır. Gemiler Adası, koruması gerekli tarihi değerlerden biridir.
Kaya Mahallesinin arkasındaki tepeyi aşarak gelen yol, sizi zeytin ve çam ağaçlarıyla çevrelenmiş bir başka güzelliğe, Gemiler Koyuna ulaştırıyor. Gemiler Koyunun tam karşısındaki kaplı St. Nicholas'a (Gemiler Adası) bir tekne ile geçebilir ve Bizans döneminden kalma kalıntıları görebilirsiniz. 1990 yılında bir Japon Arkeoloji Heyeti'nin Fethiye Müzesi ile birlikte başlattığı kazılarda gün ışığına çıkartılan buluntulardan, adanın erken Hıristiyanlık döneminde önemli bir ziyaret merkezi olduğu ve denizler azizi Nicholas’ın bu adada yaşadığı anlaşılıyor.
Antik çağda "Telmessos", yakın çağda "Meğri", 1934'den itibaren Fethiye adını alan ilçe Roma-Bizans devirlerinden kalma lahitler, ünlü Aminthas tapınak mezarı ve müze turistlerin ilgisini çeken mekânlardır. Fethiye halk pazarı da son zamanlarda ilçeye gelen yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olmaya başlamıştır.
Fethiye sahilinde ve Ölüdeniz sahilinde bulunan teknelerle yapılan gezilerde Aya Nikola Adası, Gemile Koyu, Karacaören, 12 ada ve Göcek'i gezmek mümkündür.
1975 metre yükseliğindeki Babadağ'dan deneyimli bir pilot eşliğinde başlayan serüven 30-40 dakikalık bir uçuştan sonra Belcekız plâjında tamamlanmaktadır. 1700 metre yükseklikteki uçuş noktasına ciplerle gidilmektedir. 25 km’lik toprak ve engebeli yol 50 dakika sürer. 1700 metrede rüzgâr yeterli değilse, 1900 metreye çıkılır. Tulum ve kasklar takılarak, pilota ve paraşüte bağlı harness (oturak)a oturulur, pilotun paraşütü çekmesiyle paraşütler şişer, birkaç adımlık koşuyla açılıp yükselinir ve uçmaya başlanır. Deneyimli pilotlar yamaç paraşütüyle 3500 metre yüksekliğe kadar çıkabilmektedir ve havada beş saat kalınabilmektedir. Yamaç Paraşütü organizasyonu yapan acenteler Ölüdeniz sahilinde bulunmaktadır.
Ölüdeniz Belcekız'da bulunan dalış acenteleri ile günübirlik ve haftalık turlar düzenlemektedirler. Bu turlarla dalış sertifikaları almak mümkündür.
Kargı, Fethiye
Kargı, Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur.
Muğla iline 128 km, Fethiye ilçesine 12 km uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Kuzeydoğu Kafkas dilleri
Kuzeydoğu Kafkas dilleri veya Nah - Dağıstan dilleri. Kafkasya'nın doğu kesiminde konuşulan, Kafkas dilleri ailesine bağlı dil öbeği. İki ana kola ayrılır. Nah kolu (Nah dilleri) Çeçence, İnguşça ve Batsça dilinden oluşur. Dağıstan kolu (Dağıstan dilleri) ise daha fazla çeşitlilik gösterir ve alt öbeklere ayrılır. Bunlar Avar - Andi - Dido, Lak - Dargin ile Lezgi öbekleridir. Bu öbeklerin başta gelen dilleri Avarca, Lakça, Lezgice ve Dargice'dir.
Willy Sagnol
William "Willy" Sagnol (d. 18 Mart 1977, Saint-Étienne) Fransız eski millî futbolcudur.
Sağ bekte görev yapan futbolcu şu anda Bayern Münih forması giymektedir. 1997'de de FIFA Gençler Şampiyonası Fransa millî futbol takımının şampiyonluklarında pay sahibi olan futbolcu, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da millî takımın kadrosundaydı. Özellikle yaptıgı ortalar ve duran toplarda attıgı goller çok etkilidir.
Willy Sagnol aşil tendonundaki geçmeyen sakatlık nedeniyle futbolu bıraktığını bildirdi
.Evli ve dört çocuk sahibidir.
Güncelleme 28.12.2008
118||1||||||||||18||0||||
184||7||25||1||5||0||64||0||278||8
302||8||||||||||82||0||||
Sarah Shahi
Sarah Shahi (d. 10 Ocak 1980; Euless, Teksas), asıl adı Ahu Cahansuz Şahi () olan ABD'li sinema oyuncusu. Kendisi Feth Ali Şah Kaçar İran torunlarındandır.
UC Sampdoria
U.C. Sampdoria İtalyan futbol kulübü.
1891 yılında kurulan Sampierdarenese ile 1895 yılında kurulan Andrea Doria adlı iki takımın 12 Ağustos 1946 tarihinde Cenova'da birleşmesiyle oluşmuş ve tam adını "Unione Calcio Sampdoria" olarak belirlemiştir. Asıl renkleri mavi-beyaz ve kırmızı-siyahtır. Bunun nedeni de bu renklerin birleşen iki kulübün renkleri olmasıdır. Cenova şehrinin takımlarından biri olan Sampdoria maçlarını 41,917 kişilik Stadio Luigi Ferraris'te oynar. Mavi-beyazlı ekip 1991 yılında Serie A şampiyonu olmuş, ertesi yılda UEFA Şampiyonlar Ligi'nde final oynamış, FC Barcelona'ya kaybetmiştir. 2010-11 sezonunda Serie A 'dan 18. olarak Serie B'ye düşmüştür. Ertesi sezon tekrar Serie A'ya yükselmeyi başarmıştır.
Serie A:
Coppa Italia:
Kupa Galipleri Kupası:
UEFA Intertoto Kupası:
UEFA Şampiyonlar Ligi:
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyespor
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyespor, Şanlıurfa eski belediye başkanı Ahmet Bahçıvan döneminde kurulmuş bir spor kulübüdür. Güreş ve futbol kulübün spor dallarıdır. 1994-2004 yılları arasında belediye başkanlığı yapan Ahmet Bahçıvan aynı zamanda kulübün kurucusudur. Şanlıurfa Belediyespor 2. Ligde iken Şanlıurfa'da Şanlıurfa Belediyespor ile birlikte toplam iki tane profesyonel futbol kulübü vardı. Turuncu-beyaz renklere sahip kulüp 2009-2010 sezonunda amatör lige düştü ve 2009 yılında kapandı. 1 Mayıs 2014 'de Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından "Şanlıurfa Büyükşehir Belediyespor" ismiyle yeniden açıldı. 2014-2015 futbol sezonunda Şanlıurfa 2. amatör kümeden yeniden liglere dönecektir.
Eddie the Head
Eddie the Head, (tam adı Edward the Head ya da kısaca Eddie ayrıca Edward the Great olarak da bilinir) İngiliz heavy metal grubu Iron Maiden'ın maskotudur. Grubun ilk albümünden beri plak kapaklarında yer alır. "Ed Hunter" adlı oyunun da baş karakteridir.
Eddie aslında sadece bir maskey |
di. Grubun ilk albümünde ve "Running Free" single'ında görülebildiği gibi.
Eddie'nin tam adı "Edward The Head"'dir ("Live After Death" albümünün kapağında "Edward T.H––" yazısını görebilirsiniz.) Eddie'nin adı için diğer bir bilgi Ed Hunter oyununda vardır.
Scarlett Johansson
Scarlett Johansson (d. 22 Kasım 1984, New York), BAFTA ödülü sahibi Danimarka asıllı Amerikalı oyuncu.
1998 yılında oynadığı "Atlara Fısıldayan Adam" filmindeki rolü ile çıkış yaptı. Daha sonra "Hayalet Dünyası" ("Ghost World"), "Bir Konuşabilse" ("Lost in Translation") ve "İnci Küpeli Kız" ("Girl with a Pearl Earring") gibi filmlerde rol aldı. 2003 yılında iki Altın Küre adaylığı kazandı.
Scarlett Johansson, 1984 yılında New York City'de doğdu. Babası, Karsten Johansson Danimarkalı bir mimar, dedesi Ejner Johansson ise senaryo yazarı ve yönetmendi. Annesi Melanie Sloan ise Polonyalı Aşkenaz bir yapımcıdır. Kardeşi Vanessa Johansson da bir aktristir. Diğer erkek kardeşinin ismi Adrian'dır. Ve ondan üç dakika sonra doğan Hunter Johansson isminde bir ikiz kardeşi vardır.
27 Eylül 2008 tarihinde "Two Guys and a Girl" dizisindeki Berg ve Blade III'de rol alan Ryan Reynolds ile Kanada'da aile arasında düzenlenen bir törenle evlendi.Ancak Ryan Reynolds'ın Sandra Bullock ile görüntülenmesinden sonra boşandılar. 2012 Kasım ayında Fransız gazeteci Romain Dauriac ile birlikteliği başladı. Eylül 2013 tarihinde çift nişanlandıklarını açıklamışlardır. 2014 yılında ilk çocuğuna hamile olan Johansson Fransa'da yaşamaya başladı. Çiftin Rose adını verdikleri kızları 2014 yılının Eylül ayında dünyaya gelmiştir.
Film kariyerine 1994 yılı yapımı "North" filmi ile başladı. O yıllarda Home Alone 3 , Little Girl, Manny & Lo , If Lucy Fell gibi birçok filmde rol aldı. 1998 yılında Robert Redford ve Kristin Scott Thomas ile birlikte kamera karşısına geçtiği "The Horse Whisperer" filmi, ve 2001 yılı yapımı "Ghost World" filmi ile birlikte tanındı.
2003 yılında "Lost in Translation" ve İnci Küpeli Kız filmlerinde yer aldı.Lost in Translation ile Venedik Film Festivalinde En İyi Aktris ödülü aldı. Aynı yıl bu iki film ile iki ayrı Altın Küre adaylığı kazandı. Aynı şekilde En İyi Aktris dalında iki ayrı adaylığı olduğu BAFTA'yı Lost in Translation ile birlikte aldı.
Haziran 2004'te Akademi Ödülleri'ni dağıtan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'ne katılmak için davet aldı. O yıl "The Perfect Score", "In Good Company" ve "A Love Song for Bobby Long" filmlerinde rol aldı. A Love Song for Bobby Long filmi ile bir kez daha Altın Küre'ye aday gösterildi.
2005 yılında Ewan McGregor ile birlikte bir Michael Bay filmi olan "The Island" filminde rol aldı. Aynı sene Woody Allen'ın yönettiği "Match Point" filminde yer aldı ve bu filmdeki rolü ile Altın Küre'ye En İyi Yardımcı Aktris dalında aday gösterildi. Ayrıca Hollywood'un genç yetenekleri arasında gösterilmektedir.
Scarlett Johansson'un tiyatro sahnesine ilk çıkışı henüz küçük yaştayken "Sophistry" oyununda oldu. 2009 yılında, Arthur Miller tarafından yazılıp Gregory Mosher tarafından yönetilen ve Liev Schreiber ile başrolü paylaştığı "A View from the Bridge" oyununda "Catherine Carbone" rolünü oynadı. Johansson bu rolüyle 2010 dalında Tony Ödülü'nü kazandı.
Keane (müzik grubu)
Keane, piyanoyu ana enstrüman olarak kullanan bir alternatif rock grubudur. Grup, güney İngiltere Battle'da büyüyen 4 arkadaş tarafından kurulmuştur. Piyanoda Tim Rice-Oxley, bateride Richard Hughes ve vokalde Tom Chaplin bulunmaktadır. Gitarist Dominic Scott 2001 yılında gruptan ayrılmıştır.
Grubun gitar yerine piyanoyu ana enstrüman olarak kullanması, "Keane"’i diğer rock gruplarından farklı kılar. Aynı zamanda seslerde istedikleri etkiyi yaratmak için "pedal" ve "synthesizer" kullanmaktadırlar. Tom Chaplin'in sesini "falsetto" olarak kullanması, grubun dikkat çekici bir diğer özelliğidir. Grup The Beatles, U2, R.E.M., The Smiths, Radiohead, Queen, Pet Shop Boys ve Paul Simon'dan etkilenmiştir.
Tim’in erkek kardeşi, Tom ile aynı hastanede ve aynı gün doğmuş, anneleri de arkadaş olmuştur. Okula giderlerken grubun üçüncü üyesi Richard ile tanışırlar. Liseye geçtiklerinde Tim ve Richard bir müzik grubu kurmaya karar verirler. Gruba daha sonra gitarist olarak Dominic Scott’ı alırlar. Tom Chaplin’in vokal olarak gruba katılmasına Richard Hughes ve Dominic Scott başta karşı çıkmış olsalarda, 1997 yılında Tom gruba dahil olur. Tom’un gruba katılışı ile grubun adı “The Lotus Eaters”dan “Cherry Keane”e çevrilir ki bu isim daha sonra “Keane” olarak kısaltılacaktır.
Keane 1999'da "Call Me What You Like" isimli ilk single’ını çıkardı. Daha sonra Şubat 2001’de ikinci single "Wolf At The Door"’u çıkardı. Bir ay sonra Dominic Scott eğitimine devam etmek istediğini açıklayıp gruptan ayrıldı. Ekim 2003’te “This Is The Last Time” isimli şarkıları piyasaya sürüldü, daha sonra grup "Everybody’s Changing" ile büyük bir çıkış yaptı.
"Hopes And Fears" isimli albümlerini 2004 yılında çıkardılar. Bu albümün çıkış parçası "Somewhere Only We Know" ABD ve Birleşik Krallık'ta çok büyük başarı yakaladı. Bu şarkı "UK Singles Chart"’a üçüncü sıradan girerek dikkatleri üzerine çekmiştir. Albümün bir diğer parçası "Everybody’s Changing" de aynı listeye dördüncü sıradan girmiştir. Bu albümün parçaları “The O.C.” ve “One Tree Hill” gibi Amerikan gençlik dizilerinde sıkça kullanılmıştır.
"Under The Iron Sea" isimli ikinci albümleri 2006'da çıkmıştır. Bu albümün ilk single’ı, klibini çektikleri “Is It Any Wonder”dır. Klibini çektikleri ve yayınlanan bir sonraki parça ise “Crystal Ball” olmuştur. Bu albümden çıkan diğer single'lar ise "Nothing in My Way" ve "Atlantic" parçalarıdır.
Grubun, 13 Ekim 2008 tarihinde İngiltere'de piyasaya sürülen üçüncü stüdyo albümleri "Perfect Symmetry"'den çıkan ilk single "Spiralling" isimli parça olmuştur. Parça ilk kez radyolarda 31 Temmuz tarihinde çalınmış ve "Keane" resmi sitesinden 4 Ağustos'tan 11 Ağustos'a kadar bu parçanın bedava indirilebileceğini duyurmuştur. Diğer single'lar albümün adını taşıyan "Perfect Symmetry", "The Lovers Are Losing" ve son olarak 2009 Mart'ında yayınlanan "Better Than This"`dir. Ayrıca bu albüm "Q Radio" ve "Q Magazine" tarafından düzenlenen bir ankette 2008 yılının en iyi albümü seçilmiştir.
"Hopes and Fears (2004)"
"Under The Iron Sea (2006)"
"Perfect Symmetry (2008)"
Jean-Alain Boumsong
Jean-Alain Boumsong (d. 14 Aralık 1979, Kamerun), Panathinaikos forması giyen Fransız milli defans oyuncusu.
Kariyerine Fransa liginin köklü kulüplerinden Le Havre'da başlayan "Boumsong", oldukça üst düzey takımlarda futbol oynamıştır. Newcastle ile Premier League, Juventus ile de Serie A tecrübesi yaşamış olan millî oyuncunun şimdiki durağı ise Fransa'nın devlerinden O. Lyon. Raymond Domenech tarafından düzenli olarak Millî formayı da kapan Boumsong, 27 kez giydiği formayla 1 gole imza atmıştır.
Humboldt Nehri
Humboldt Nehri (ing. "Humboldt River"), ismini doğa bilimci Alexander von Humboldt'dan alan ABD'nin Nevada eyâletinde 483 km uzunluğunda bir nehir.
Humboldt Nehri, Nevada'nın kuzeybatısında oluşur. Nehrin başlıca kaynak ırmakları, Humboldt Miili Parkı içinde bulunan Doğu Humboldt Sıradağları'ndaki "Ruby", "Jarbidge" ve "Independence" 'den gelir. Nehir, nihâyetinde Humboldt Gölü'ne dökülür.
Neden ilişkili pazarlama
Neden ilişkili pazarlama, pazarlamacıların markalarına daha fazla değer katmalarına olanak sağlayan ve markaların aynı zamanda toplumsal mesajlar (sorumluluklar) içermesine yol açan bir anlayıştır.
ADATS
ADATS (Air Defense Anti-Tank System; Hava Savunma Tank-Savar Sistemi), İsviçreli Oerlikon ve ABD'li Martin Marietta tarafından geliştirilmiş olan M113 aracı üzerine monte edilen, etkili bir tanksavar sistemidir. Proje ticari bir başarısızlık olarak kabul edilebilir, Oerlikon henüz çok az 1 milyar İsviçre frankı yatırımı olan satış güvencesindeydi.
8 fırlatıcısı vardır, lazer güdüm sistemli harp başlığına sahiptir. Uçaklar için tespit menzili 24 km, helikopter için 8 km`dir. ADATS füzesi TV ve İleriye Yönelik Kızılötesi (FLIR - Forward Looking Infrared) olan bir elektro-optik sensör ile 10 kilometre menzile sahip bir lazer güdümlü süpersonik füzeden oluşmaktadır. Taşıyıcı araç ayrıca 25 kilometreyi aşkın etkili bir dizi geleneksel iki boyutlu radardan oluşur.
ADATS gibi bir taşınabilir, M113 tabanlı sistem (1989 içinde) Kanada Ordusu için hizmete girdi. İlk sistemler Batı-Almanya'ya Kanada'nın NATO katkısının bir parçası olarak konuşlandırıldı. 36 sistem 1994'te teslim edildi. Sistemin maliyeti başlangıçta 650 milyon Amerikan doları oldu. Proje ömrü boyunca, toplam maliyet 1,1 milyar dolara ulaştı.
Almanya'dan döndükten sonra, Kanada ADATS sistemleri sadece operasyonel olarak bir kez görevlendirilmiştir: 2002 yılının Haziran ayında, onlar Kananaskis, Alberta'da düzenlenen G8 zirvesinin hava sahasını savunmak için kullanıldı. 2012 geç dönemi itibarıyla, Kanada ADATS'ları öngörülmüş değiştirilme ile hizmetten çekilmiştir.
ADATS sisteminin Kanada kazanımı, sistemin montajının gerçekleşecek olan arazinin satın alınması ile ilgili bir skandalla gölgelendi.
ADATS bu MIM-146 füzesi için atama altında İleri Alan Hava Savunması (FAAD - Forward Area Air-Defense) ABD Ordusunun [8] programı tarafından seçildiği sırada kapsamlı bir rekabet işi kadar kısıtlanmıştı. ABD Ordusu 387 sistem satın almayı planlanmıştı. Test sonuçları sistemin sert havalarda iyi performans elde etmediğini belirtti. Sonuçta FAAD sözleşmesi Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra 1990'ların başlarında iptal edildi.
Tayland Kraliyet Hava Kuvvetleri bir Skyguard yangın kontrol sistemine bağlı Oerlikon Kanada statik barınak tabanlı sistemi satın aldı.
1990'ların sonlarında, Kanada, Alçak İrtifa Hava Savunma programının bir parçası olarak Yunannistan'a askeri dış fazlalık olarak ADATS sistemini sundu. Teklif kabul edilmedi. Yunanistan sonunda Rus SA-15 satın aldı.
2005 yılının Eylül ayında, Kanada Hükümeti ve Kanada Kuvvetleri bir Çoklu Görev Etki Aracı (MMEV - Multi-Mission Effects |
Vehicle) için ADATS ve ilgili komuta, kontrol ve iletişim sistemlerinin dönüştürülmesiyle ilgili bir yenileştirme programını açıkladı. MMEV, koruma ve yeni tehditleri karşılamak için ADATS uçaksavar ve zırh koruma yeteneğini (% 85 ya da daha iyi nişan başarı oranı) arttırmak, kara birliklerine dolaylı ateş desteği sağlamak için ve LAV III tekerlekli zırhlı araca monte edilecek şekilde geliştirildi.
Bir 3D radarı olmayan görüş hattında füze ile donatılmış olması yanı sıra (8+ km mesafeden doğrudan hedef üzerine ateşlenebilir) ve düşük maliyetli hassas imha (LCPK) füzesi (8 km veya daha fazla bir mesafeden gerekli istihbarat ve hedef konumu toplamak için) insansız hava araçları (İHA kullanarak)), 2.75-inç roketlere dayalı ve İstihbarat, Gözetleme, Hedef Toplama ve Keşif (ISTAR - Intelligence, Surveillance, Target Acquisition, and Reconnaissance) temin etmek, Muharebe Yönetimi Komuta ve Link 11/16 dahil Muharebe Yönetimi Bilgisayar Haberleşme Kontrol ve Bilgi (BMC4I - Battle Management Command and Control Communication Computer and Information) çerçevesinde geliştirilmiş oldu. 2006 yılının Temmuz ayında, Kanada Kuvvetleri Kara Personeli için Çoklu Görev Etki Aracı (MMEV - Multi-Mission Effects Vehicle) Projesinin iptal edilmesini önerdi. Program, 2007 yılında iptal edildi.
Humboldt Sıradağları (Amerika Birleşik Devletleri)
Humboldt Sıradağları, adını doğabilimci Alexander von Humboldt'dan alan, ABD eylaleti Nevada'da bulunan bir dağ sırası.
Humboldt Sıradağları, Great Basin bölgesinin kuzey kısmında, birbirlerinden 220 km mesafede, Kuzey - Güney doğrultusunda ilerleyen iki paralel dağ sırtı oluşturur. Bunlar 40° ve 41° kuzey enlemleri ile 115° ve 118° batı boylamları aralığında bulunur.
Doğu sırasının kuzeyinde 3.677 m'lik bir zirve vardır.
Batı sırasına, Humboldt Nehri'nin aşağı kısmı ve Humboldt Gölü eşlik eder.
Humboldt Sıradağları (Asya)
Humboldt Sıradağları, adını doğabilimci Alexander von Humboldt'dan alan, Orta Asya'da sürekli karla örtülü dağ sırası. Tibet'in kuzey sınırında bulunur ve Nan-schan dağ sırasının kuzey sonunu oluşturur.
Sıradağlar, Rus kaşif Nikolai Michailowitsch Prschewalski tarafından adlandırılmıştır.
Humboldt Sıradağları
Savuk, Çemişgezek
Savuk, Tunceli ili Çemişgezek ilçesine bağlı Türk köyüdür.
Asıl köy toprakları, 1972 yılında Keban Barajı yapılarken istimlak edilerek sular altında kalmış, ardından 1985'li yıllarda köylüler tarafından eski konumuna en yakın baraj gölü kıyısına, Yukarı ve Aşağı Savuk olarak tekrar inşa edilmiştir.
Savuk Köyü, 39.0167 Kuzey enleminde, 38.7833 Doğu boylamında bugün Tunceli ili Çemişgezek sınırları içerisinde yer alır. Arasından baraj gölü geçen köyün hemen güneyinde Elâzığ, batısında Erzincan toprakları bulunur.
Küçük bir yarımadayı andıran araziye kurulan Yukarı Savuk'un yanı sıra köyün kuzeybatı yönünde kalan, arasından 200 metrelik baraj gölünün bulunduğu karşı kıyıya da aynı yıllarda Aşağı Savuk(Azizli) inşa edilmiştir.
Civar sahil köyleri ve Ağın ile ulaşım suyolu ve karayolu ile sağlanabilir. 30 hanesi olan ve yaz aylarından 200 nüfusa ulaşan köyün ilçe yolu Örenceler bağlantısı ise hâlâ toprakdan ve bozukdur.
Köyün tamamı Sünni Türklerden oluşmaktadır. Savuk köyüyle ilgili ilk bilgilere Osmanlı'nın bölgeyi fethetmesinin ardından yapılan 1518 yılı tahrir kayıtlarında rastlıyoruz. Bu kayıtlarda tamamı Sünni-Türk ahaliden müteşekkil 45 hane olduğu, üretim üzerinden ödediği vergilerden hayli üretim yapıldığı ve iki ayrı değirmenin işlediği gözönüne alınınca civar köylere göre hayli büyük bir üretim kapasitesinin olduğu anlaşılmaktadır. Takip eden tahrirlerde de hane sayısı aynı kalmasına rağmen üretim sürekli artmıştır. Genel geçim kaynağı uzun yıllar boyunca tarım olmuştur.
Bugün bilimsel olarak yöre hakkında çok fazla araştırma yapılmamışsa da Çemişgezek ilçesinin diğer tarihi köyleri gibi Savuk Köyü'nünde 1000'li yılların başında Orta Asya'dan yapılan Türk göçleri sonrasında kurulduğu anlaşılmaktadır.
Keban Barajı'nın inşasından öncesinde yapılan Pulur, Sakyol kazılarında çıkan geleneksel Türk motifleri, koç başları, civar köy ve yer adları, geleneksel yaşam biçimleri ve sözlü tarih bu hususu destekler niteliktedir. Nitekim Osmanlı'nın ilk tahririnde (1518) belirttiği büyüklükteki bir köy yerleşiminin oluşumu için yüzyıllarla ifade edilen bir yerleşiklik gerektiği aşikardır.
TÜRK kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır.
Köy, Çemişgezek ile birlikte Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda Elazığ'a bağlı kalmış daha sonra, 25 Aralık 1935'de Tunceli il olunca Tunceli'ye bağlanmıştır. Savuk'da Çemişgezek'in diğer köyleri gibi arasından Keban Baraj Gölü geçse de cografi ve kültürel olarak tarih boyunca Elazığ'a yakın olmuştur. Hemen her kültürel özelliği Elazığ'daki gibidir.
Savuk adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle beraber, köy ile aynı adı taşıyan ve tahmini köyün kuruluş yılları döneminde Selçuklu'ya bağlı olarak bölgeye akınlar düzenleyen Kuman Başbuğu Savuk Bey'den ya da bugün Savuk olarak kullanılan adın, Osmanlı'nın bölgeyi fethi sonrasından yapılan ilk tahrirde (1518) Sağuk şeklinde geçmesi sebebiyle adın "soğuk" sıfatından gelmiş olması da mümkündür.
100. Yıl Albümü
100. Yıl Albümü, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 2002-03 sezonundaki 100. Yıl kutlamaları için Mustafa Sandal ve Ufuk Yıldırım tarafından hazırlanmış bir taraftar albümüdür.
Altıntop
Altıntop aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Crotale
Crotale, Fransız Thomson-CSF üretimi çeşitli araçlar üzerinde monte edibilen mobil bir sistem olarak çeşitli tipteki Elektro Optik (EO) ve Elektro Manyetik (EM) sensörlerle donatilmiş 8 adet VT-1 füzesine sahiptir. Füzeler nişan hattı güdüm sistemi ile yönlendirilmekte olup, 8 km içinde 35 g manevra kabiliyetine sahiptir.
1990'lı yılların hemen başında Fransız Donanaması'nda operasyonel olarak kullanılmaya başlanan Crotale Naval sistemi, 35 g'lik manevralar yapabilen VT-1 füzesini kullanıyor. S band gözetleme ve Ku band takip radrı kullanan sistem, sahip olduğu çok sensörlü güdüm sistemi sayesinde elektronik karşı tedbir sistemlerine karşı direnç gösterebiliyor. Güdüm sistemi olarak yönlendirildiği radar dışında pasif elektro-optik sensörler le kullanan Crotale Naval, sekizli VT-1 bataryalardan oluşuyor. İlk tehdit algılamasından sonra altı saniyede tepki gösterebilen sistemden fırlatılan VT-1 füzesi, 8 km'lik menzile 10,3 saniyede ulaşabiliyor. İleri Görüş Kızılötesi(FLIR) sistemi ile elektro-optik sensörlerin sağladı etkinliğe gece ve kötü hava koşullarında da sahip olan sistem, tek bir personel tarafından idare edilebiliyor. Fransa dışında Umman ve Yunanistan da Crotale Naval kullanıyor. HQ-7 Crotale Naval'ın Çin kopyasıdır.
Crotale, C ve X bandında çalişan çok bimli HSA radarı ile kullanılmakta, 20 hedef gözleyebilmekte ve 8 hedefi izleyebilmektedir.
Tip: SAM surface to air (karadan havaya füzesi)
Üretici:Fransa/Thomson-CSF
Cardiff City FC
Cardiff City Football Club, 1920 yılında kurulan Birleşik Krallık'a bağlı Galler bölgesinin futbol kulübü. 1899 yılında kurulmuş olan kulüp, şu anda İngiltere 2. ligi olan EFL Championship'te oynamaktadır. En büyük başarıları, zamanın İngiliz 1. liginde 1923-24 sezonunu averajla 2. bitirmesi ve 1926-27 sezonunda Arsenal'i 1-0 yenerek FA Cup'ı müzesine götürmesidir.
1. Kademe (1888-1992 arası 1. Lig, 1992'de sonra Premier Lig): 1921-1929, 1952-1957, 1960-1962, 2013-2014
2. Kademe (1888-1992 arası 2. Lig, 1992-2004 arası 1. Lig, 2004'ten sonra Championship Lig): 1920-1921, 1929-1931, 1947-1952, 1957-1960, 1962-1975, 1976-1982, 1983-1985, 2003-2013, 2014-
3. Kademe (1920-1992 arası 3. Lig, 1992-2004 arası 2. Lig, 2004'ten sonra 1. Lig): 1931-1947 (7 yıl savaş arası), 1975-1976, 1982-1983, 1985-1986, 1988-1990, 1993-1995, 1999-2000, 2001-2003
4. Kademe (1958-1992 arası 4. Lig, 1992-2004 arası 3. Lig, 2004'ten sonra 2. Lig): 1986-1988, 1990-1993, 1995-1999, 2000-2001
Alamut Kalesi
Alamût Kalesi, ya da Elemût – Belde’t-ûl’İkbâl (Farsça: قلعه الموت Kal'at Elemût veya الموت Elemût); Elemûtlar Nizârî Bâtınî-İsmâ‘îl’îyye Devleti'nin yönetim merkezi konumunda olan ve Hazar Denizi'nin güney tarafında, Qazvin şehri sınırları içerisinde yer alan bir kaledir. Kelime mânâsı olarak ""Kartal Yuvası"" anlamına gelmektedir. Cüstaniler kralı "Veşudan İbn-i Cüstan" tarafından inşa ettirilmiştir. Kelimenin mânâsı ""Aluh āmū[kh]t" ("Kartalın Öğretisi" ya da "Cezalandırma Yuvası")" anlamlarına gelmektedir. Ebced hesabına göre ise ""Elemût"" () Hicrî 483 yılına tekâbül etmektedir, ki bu sayı kalenin Hassan-ı Sabbah tarafından zapt edildiği yıla karşılık gelmektedir. Elemût – Belde’t-ûl’İkbâl, Hasan Bin Sabbah tarafında feth edilene kadar Cüstaniler'in denetimi altında kalmıştır.
"Heft Bab-ı Seyyidne Kelam-i Pir" olarak da anılan Elemût Devleti'nin kurucusu Nizârî Dâ’îsi Hasan bin Sabbah’ın Yemen’den Kûfe yakınlarındaki Himyari bölgesine gelen, oradan İran’a geçerek bir süre Kumm şehrinde yaşayan, ve daha sonra Rey kentine yerleşen bir aileye mensup olduğu iddia edilir. Kurucusu olduğu İran'nın Elemût Bölgesi merkezli Nizârî İsmâ‘îlî Devlet, İmamet (İsmailiyye öğretisi) ve İmâmet (Nizârî i'tikadı) üzerine inşa edilmiştir.
Hasan Sabbah'ın önderliğini yaptığı, fedailerine sahte bir cennet vaadiyle kendi Haşhaşilik öğretisini yaydığı, tarihte Belde’t-ûl’İkbâl adıyla şöhrete kavuşan Elemûtlar Devleti'in karargahı ve başkenti niteliğinde hizmet vermiş olan bir yerleşim birimidir. Nizari-İsmaili mezhebinin yaşatılmasında büyük bir rol oynayan bu merkezde adamlarına cennetin anahtarlarını kendi ellerinde bulundurduğuna inandıran ve haşhaşın uyuşturucu etkisini kullanan Hasan bin Sabbah, eğitime tabi tuttuğu fedaileri aracılığıyla birçok devlet adamı ve hükümdarın canına mâl olan suikastler tertip etmeyi başarabilmiş ve çevresindeki ülkelere epey gözdağı vermeyi başarabilmişti. Suikast düzenlemek anlamına gelen İngilizce "assassination" kelimesinin burada yaşayan haşhaşin örgütünün adından değişerek türetildiği zannedilmektedir. Zamanın Haçlı kaynaklı tarihçileri |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.