text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, hukuka aykırı olarak idari gözetim altına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu hakkında idari gözetim kararı alınmıştır. Başvurucunun idari gözetim kararına karşı yaptığı itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 15/1/2020 tarihinde reddedilmiştir. 16/1/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki idari gözetim kararının idare tarafından kaldırılmış olduğu anlaşılmıştır.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2441
Başvuru, hukuka aykırı olarak idari gözetim altına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/22319 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22319
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari işlemin iptali ve yoksun kaldığı paranın tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 21/7/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 22/10/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, angarya yasağının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19879
Başvuru, idari işlemin iptali ve yoksun kaldığı paranın tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle açtığı dava sonunda, hükmedilen tazminat ve alacakların en yüksek banka mevduat faiziyle tahsiline karar verilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 15/8/2013 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1/3/2005 tarihinde, Akser İş Makinaları Servis ve Tic. A.Ş. aleyhine İstanbul İş Mahkemesinde açtığı davada; 15/8/1996 ilâ 10/12/2004 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde “operatör” olarak çalıştığını, 10/12/2004 tarihinde işveren tarafından iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti ve genel tatil çalışma ücreti alacakları toplamı olarak 000 TL’nin en yüksek faiz oranı ile tahsilini talep etmiştir. Mahkemece, 11/5/2006 tarih ve E.2005/146, K.2006/308 sayılı kararla; başvurucunun çalıştığı işyerinin bulunduğu yerin Bakırköy ilçesi sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine dava dosyası Bakırköy İş Mahkemesinin 2006/1779 esasına kaydedilmiştir. Başvurucu, 19/7/2007 tarihli açıklama dilekçesi ile 000 TL’nin hangi tazminat ve alacakları kapsadığını bildirmiştir. Başvurucu, 12/10/2009 havale tarihli ıslah dilekçesi ile talebini artırarak 232,71 TL’nin tahsilini talep etmiş, faiz isteminde bulunmamıştır. Mahkeme, 13/5/2010 tarih ve E.2006/1779, K.2010/405 sayılı kararla; davalının iş akdini feshetmesinin haklı olduğu, bu nedenle başvurucunun kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamadığı, hafta tatilinde çalıştığını da ispatlayamadığı gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne, 60 TL brüt fazla mesai ücretinden 100 TL'sinin dava tarihi olan 1/3/2005 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte, 60 TL'sinin faizsiz; 60 TL brüt genel tatil ücretinden 100 TL'sinin dava tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte, 60 TL'sinin faizsiz; 20 TL brüt yıllık izin ücretinden 250 TL'sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, 20 TL'sinin faizsiz olarak davalıdan tahsiline; başvurucunun sübut bulmayan kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, hafta tatili ücreti ile fazlaya dair fazla mesai ücreti ve genel tatil ücreti taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde, reddedilen kısımlar yönünden hükmü temyiz etmiş, faiz yönünden temyiz talebinde bulunmamıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/6/2012 tarih ve E.2010/25651, K.2012/20014 sayılı ilamıyla; iş akdinin davalı işveren tarafından haksız feshedildiğinin kabulü ile kıdem ve ihbar tazminatının hüküm altına alınması gerekirken bu taleplerin reddine karar verilmesi hatalı bulunmuş ve hüküm bu yönden bozulmuştur. Mahkeme bozma kararına uyarak yeniden yaptığı yargılama sonunda; 27/12/2012 tarih ve E.2012/436, K.2012/776 sayılı kararı ile iş akdinin davalı işveren tarafından haksız feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 01 TL brüt kıdem tazminatından 000 TL'nin akdin feshedildiği tarih olan 10/12/2004 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte 01 TL'sinin faizsiz; 80 TL brüt ihbar tazminatından 300 TL'sinin dava tarihi olan 1/3/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, 80 TL'sinin faizsiz olarak davalıdan tahsiline, diğer alacakların ilk kararda belirtildiği şekilde davalıdan tahsiline, başvurucunun sübut bulmayan hafta tatili ücreti ile fazlaya dair fazla mesai ücreti ve genel tatil ücreti taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, reddedilen kısımlar ve hükmedilen tazminat ile alacaklara faiz hükmedilmemesi yönünden kararın bozulması için temyiz isteminde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi, 4/6/2013 tarih ve E.2013/13740, K.2013/10411 sayılı ilamla; “dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre” gerekçesiyle hükmün onanmasına karar vermiştir. Karar, 23/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının II numaralı bendi şöyledir:“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:......II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:…e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.…h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması....İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.” 25/8/1971 tarih ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu'nun maddesinin onbirinci fıkrası şöyledir:“13 üncü maddesinde sözü geçen tazminat ile bu maddede yer alan kıdem tazminatına esas olacak ücretin hesabında 26 ncı maddenin birinci fıkrasında yazılı ücrete ilaveten işçiye sağlanmış olan para ve para ile ölçülmesi mümkün akdi ve kanundan doğan menfaatler de gözönünde tutulur. Kıdem tazminatının zamanında ödenmemesi sebebiyle açılacak davanın sonunda hakim gecikme süresi için, ödenmeyen süreye göre mevduata uygulanan en yüksek faizin ödenmesine hükmeder. İşçinin mevzuattan doğan diğer hakları saklıdır.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir.” 6100 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur.(2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz. (3) Şu kadar ki, ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunlar da yapılmamış sayılır.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7204
Başvurucu, işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle açtığı dava sonunda, hükmedilen tazminat ve alacakların en yüksek banka mevduat faiziyle tahsiline karar verilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, işçi alacakları isteğiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve avukat sıfatıyla takip edilen işlerde hükmedilen vekâlet ücretinin ödenmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Boru Hattı ile Petrol Taşıma A.Ş.de (BOTAŞ) hizmet akdi uyarınca avukat olarak çalışan başvurucu 19/9/2005 tarihli dilekçeyle bir kısım işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Ankara İş Mahkemesi 14/7/2015 tarihli kararla davayı kısmen kabul ederek 275,98 TL ilave tediye, 318,44 TL akdi ikramiye ve 614,25 TL ödül ikramiye alacağını hüküm altına almıştır. Taraflarca temyiz edilen hüküm Yargıtay tarafından 16/2/2016 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 2/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2273
Başvuru, işçi alacakları isteğiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve avukat sıfatıyla takip edilen işlerde hükmedilen vekâlet ücretinin ödenmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ihtiyaç fazlası personel olarak belirlenme üzerine başka bir göreve atama işleminin iptali talebiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/8/2017 ve 25/8/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2017/34002 numaralı başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/33990 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/33990 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Halil Özer Mardin İl Özel İdaresinde sondör olarak, Mehmet Mansur Emen ise iş makinesi operatörü olarak görev yaparken 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun gereğince Mardin İl Özel İdaresi, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığına (Belediye) devredilmiştir. Belediye tarafından ihtiyaç fazlası personel olarak belirlenen başvurucular Devlet Personel Başkanlığınca (İdare) Millî Eğitim Bakanlığına büro işçisi olarak atanmışlardır. Başvurucuların pozisyonlarına uygun bir göreve atanmaları talebiyle yaptıkları başvurular İdare tarafından zımnen reddedilmiştir. Başvurucuların anılan işlemin iptali talebiyle Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) açtıkları davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların ihtiyaç fazlası personel olarak belirlenmelerine ilişkin işleme karşı dava açmadıkları, İdare tarafından yapılan atamanın başvurucuların kadrolarına uygun olarak yapıldığı ve mevzuatta unvana göre atama yapma zorunluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucuların Mahkeme kararına karşı yapmış oldukları istinaf başvurusu Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 6360 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...(6) Bu Kanuna göre tüzel kişilikleri kaldırılan il özel idarelerinin personeli, komisyon kararıyla ilgisine göre yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı, büyükşehir belediyesi, bağlı kuruluşu veya ilçe belediyesine devredilir....(9) Bu Kanuna göre belediye ve bağlı kuruluşlara devredilen personelden norm kadro ve ihtiyaç fazlası olanlar, ilgili belediye ve bağlı kuruluş tarafından en geç üç ay içinde valiliğe bildirilir. Komisyon, ilgili idarelerden gönderilen listeleri 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 49 uncu maddesindeki oranlar, kurumun bütçe dengesi, norm kadrosu ve yürütmekle görevli olduğu hizmetin gereği ile nüfus kriterlerini değerlendirmek suretiyle ihtiyaç fazlası personelin tespitini yapar. Komisyon çalışmasını kırk beş gün içinde tamamlayıp oluşturulan listeleri valinin onayına sunar. Vali tarafından onaylanan listeler on gün içerisinde İçişleri Bakanlığına, İçişleri Bakanlığınca da atama teklifleri yapılmak üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu personelden;...c) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa tabi sürekli işçi statüsünde istihdam edilen personel, Devlet Personel Başkanlığınca diğer kamu kurum ve kuruluşlarında unvanları belirlenecek kadrolara (a) bendinde yer alan süreler dâhilinde atanır. Ataması tekemmül ettirilen işçiler, çalıştıkları kurumlarınca atama emirlerinin tebliğini izleyen günden itibaren beş iş günü içinde yeni görevlerine başlamak zorundadırlar. Bu işçiler, yeni görev yerlerine başlayacağı tarihe kadar ilgili belediye veya bağlı kuruluşun işçisi sayılır ve beş iş günü içinde yeni kurumunda görevine başlamayanların iş sözleşmeleri, feshin geçerli sebebe dayandığı kabul edilerek, belediye veya bağlı kuruluş tarafından 4857 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesinde belirtilen ihbar süresi beklenilmeksizin ve ihbar tazminatı ödenmeksizin sona erdirilir...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33990
Başvuru, ihtiyaç fazlası personel olarak belirlenme üzerine başka bir göreve atama işleminin iptali talebiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/40770
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu, T.B. isimli kişiye iki sayfalık bir mektup göndermek istemiştir. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 10/11/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektubun imha edilmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; mektubun tamamında devlet büyüklerine hakaret ve itham içerikli ifadelerin bulunması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesine göre mektubun sakıncalı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet 25/11/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; mektubun tamamında Türkiye siyasetine ve devlet büyüklerine hakaret içeren söylemlerin mevcut olduğu belirtilerek mektubun mevzuatta belirtilen infazın temel amaçlarına aykırı olduğu, ayrıca 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre sakıncalı olduğu değerlendirilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 15/12/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, itirazın dayanağını oluşturan İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 21/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2251
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/46827
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm ve takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). Operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 11/2/2016 tarihinde, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden yapılan uygulama sırasında Cizre'nin Sur Mahallesi, Akdeniz Sokak'ta bulunan ve güvenlik güçleri tarafından S-223 olarak belirtilen binanın kalıntıları arasında birden fazla kadın ve erkek cesedi bulunmuştur. Cesetler cenaze aracıyla Cizre Devlet Hastanesine nakledilmiştir. Cesetlerin bulunmasını takiben Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında olay yerinde fotoğraf, video çekimi gerçekleştirilmiş, işlemler tutanağa bağlanmış, ilgili emniyet birimlerine gereken delillerin toplanması için talimat yazılmıştır. Aynı gün düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre binada birden fazla otomatik tüfek (bazılarının fişek yatağı, şarjörü dolu AK-47/Kalaşnikof marka), birden fazla ateşli silah, el bombası ve roket mermisi, bıçak, otomatik tüfek şarjörü ve fişeği, hücum yeleği tespit edilmiştir. Söz konusu ateşli silahlar, ateşli silah ürünleri ve diğer deliller muhafaza altına alınmıştır. Güvenlik güçlerince tutulan tutanaklarda; bina ve çevresinin operasyonlar sırasında terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı, güvenlik güçlerine bu binadan ateş açıldığı ve çatışmaların yaşandığı ifade edilmiştir (detaylı çatışma bilgileri ve olay örgüsü için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri). Olay yerinde bulunan kimliği belirsiz bir erkek cesedi üzerinde ölü muayene işlemleri yapılmış, kesin ölüm nedeninin tespiti için ceset Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiş, ayrıca cesetten biyolojik numune ve parmak izi alınmıştır. 13/2/2016 tarihli otopsi raporunda; şahsın ateşli silah ürünü yaralanmasına bağlı olarak uzuv, omurga ve kemik kırıkları ile iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu öldüğü, ayrıca vücuttan ateşli silah mermi çekirdeği çıkarıldığı, daha sonra inceleme yapılabilmesi adına kas ve kemik örnekleri alındığı belirtilmiştir. Olay yerinde bulunan kimliği belirsiz erkek cesedinden alınan parmak izlerinin incelenmesi sonucu düzenlenen 19/2/2016 tarihli ekspertiz raporunda söz konusu cesedin on parmak izindeki örtüşme ile başvurucunun 8/8/1997 doğumlu oğlu S.Ö. olduğu belirlenmiştir. Ayrıca başvurucunun verdiği kan örneği üzerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen 23/2/2016 tarihli uzmanlık raporu ile de cesedine ulaşılan kimliği belirsiz şahsın başvurucunun oğlu S.Ö. olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir. Başvurucu ayrıca 25/2/2016 tarihinde Balıklıgöl Devlet Hastanesi morgunda Cumhuriyet savcısı huzurunda oğlunu teşhis etmiş ve cenazeyi teslim almıştır. Başvurucu, müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde özetle oğlundan bir süredir haber alamadığını, oğlunun kimler tarafından öldürüldüğünü bilmediğini, sorumlulardan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Güvenlik güçleri, çatışmaların da devam ettiği bölgede yaptıkları araştırma sonucunda olay yerini gören ve kayıt yapan kamuya ya da özel şahıslara ait kamera ile görgü tanığı tespit edememiştir. Diğer taraftan 11/4/2016 tarihinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen uzmanlık raporuna göre S.Ö.nün sağ ve sol ellerinin içi ve dışı ile yanaklarında, kıyafetlerinde atış artıklarına rastlanmıştır. Soruşturma sürecinde elde edilen bilgilerden S.Ö.nün terör örgütüne üye olma ve basit yaralama suçlarından Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen ceza yargılamasında sanık konumunda bulunduğu anlaşılmıştır. Ayrıca Şırnak Terörle Mücadele Müdürlüğü ekipleri S.Ö.nün terör örgütü lehine silahlı faaliyette bulunduğu yönünde istihbari bilgiler elde etmiştir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen birden fazla soruşturma kapsamında yakalanan şüphelilerin ifadelerinde S.Ö.nün terör örgütü mensubu olduğu ve aktif olarak silahlı eylemde bulunduğu yönünde beyanları bulunmaktadır. Diğer taraftan güvenlik güçleri, gerçekleştirdikleri internet taraması neticesinde terör örgütünü destekleyen yayınlar yapan internet sitelerinde S.Ö.nün terör örgütü mensubu olarak anıldığını tespit etmiştir. Soruşturma sürecinde Cumhuriyet savcısı huzurunda yapılan fotoğraftan teşhis uygulamasında (on bir ayrı uygulama) altısı kimliği belli, beşi gizli olan tanığın S.Ö.yü terör örgütü üyesi olarak teşhis etmiştir. Tanıklar beyanlarında özetle S.Ö.yü tanıdıklarını, S.Ö.nün silahlı çatışmalara girdiğini, silah/molotofkokteyli taşıdığını, barikatlarda nöbet tuttuğunu, örgüt içinde faaliyet gösterdiğini ifade etmiştir. Soruşturma sonunda 15/5/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede özetle elde edilen deliller uyarınca cesedi çok sayıda silah ve diğer terör örgütü mensupları ile birlikte bulunan S.Ö.nün terör örgütü üyesi olduğunun tespit edildiği, terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında, kanunun/emrin yerine getirilmesi kapsamında gerçekleşen ölümün hukuka uygunluk koşullarını taşıdığı ifade edilmiştir. Söz konusu karara yönelik itiraz Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 14/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; operasyonların arka planına ve güç kullanımına ilişkin mevzuata dair geniş kapsamlı bir açıklama yapılarak haksız saldırı defetmek zorunda olan güvenlik güçlerinin terörist grupla çatışırken terörle mücadele çerçevesinde aldıkları emri yerine getirdikleri sırada, terör örgütü mensubu olduğu tespit edilen S.Ö.yü kanunun verdiği yetkiyi kullanarak orantılı güçle etkisiz hâle getirdikleri sonucuna ulaşıldığı, bu bağlamda Başsavcılık kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, hem terör olaylarının devam ettiği dönemde hem de soruşturmaya ilişkin nihai hükmü 25/6/2018 tarihinde öğrenmelerinin ardından 13/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20205
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm ve takip eden süreç nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6140
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir gösteri yürüyüşü esnasında attığı slogan nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1994 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi sınıf öğrencisidir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte kendisini Hz. Muhammed aşıklarını bir araya getirme, onu hatırlatma, anma, anlama ve anlatma gayesi taşıyan bir organizasyon olarak tanımlayan ve kendisine Peygamber Sevdalıları Platformu adı veren bir oluşum ülke çapında çeşitli etkinliler düzenlemektedir. Anılan Platform ülke çapında 1/2/2015 günü başarılı olanlara çeşitli hediyelerin verildiği ve Hz. Muhammed’in hayatını öğrenmeye teşvik edeceği düşünülen "siyer sınavı" yapılacağını duyurmuştur. Söz konusu etkinliğe destek veren Dicle Üniversitesi Bilge Gençlik Kulübü, etkinliğin duyurusu için 10/12/2014 tarihinde Dicle Üniversitesi İlahiyat ve Eğitim Fakülteleri önünde bir stant açmıştır. Dicle Üniversitesindeki başka bazı öğrenci gruplarının söz konusu standı engelleyeceği yönünde bilgiler elde edilmesi üzerine öğrenci grupları arasında meydana gelebilecek olayların önlenmesi amacı ile emniyet görevlilerince tedbirler alınmıştır. Olay günü, Eğitim Fakültesi önünde toplanan ve stant açılmasını protesto için bir araya geldikleri anlaşılan, başvurucunun da aralarında bulunduğu yaklaşık 150 kişiden oluşan bir öğrenci grubu tarafından "Biji Serok Apo (Yaşasın Başkan Apo), Katil Polis Üniversiteden Defol, Dicle Uyuma Onuruna Sahip Çık, Dişe Diş Kana Kan Seninleyiz Öcalan, Direne Direne Kazanacağız, T.C'nin Piçleri Yıldıramaz Bizleri, PKK burada Hizbul Şeytan Nerede" şeklinde sloganlar atılmıştır. Emniyet görevlilerince anılan gruba yaptıkları gösteri ve yürüyüşün kanuna aykırı olduğu ve dağılmaları gerektiği, dağılmamaları hâlinde müdahale edileceği yönünde anonslar yapılmıştır. Grup buna rağmen dağılmayarak Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi istikametine doğru yürüyüşüne devam etmiştir. Grup, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine geldikten sonra burada da dağılmayarak yukarıda belirtilen sloganlar eşliğinde karşıt görüşlü yaklaşık 50 kişilik grubun bulunduğu İlahiyat Fakültesi istikametine doğru yürümeye devam etmiştir. Grup dağılmaları yönünde anons yapan görevlilere de taşlı saldırıda bulunmuştur. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun da arasında bulunduğu bazı şüphelilerin slogan atmak suretiyle terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmaları istemiyle ceza davası açmıştır. Yargılamayı yapan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 1/10/2015 tarihinde başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde 1/9/2015 havale tarihli bilirkişi raporuna göre başvurucunun "PKK burada, Hizbul Şeytan Nerede" şeklinde terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde slogan attığının sabit olduğu ve anılan sloganın silahlı bir terör örgütü olan PKK'nın cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek ve övecek nitelikte bulunduğu belirtilerek propaganda suçunun oluştuğu kabul edilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 21/10/2015 tarihinde reddedilmiş ve ret kararı başvurucuya 3/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri (GK), B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 46-59, Meki Katar (GK), B. No:2015/4916, 3/10/2019, §§ 18-35, Sırrı Süreyya Önder (GK), B. No:2018/38143, 3/10/2019, §§ 23-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19280
Başvuru, bir gösteri yürüyüşü esnasında attığı slogan nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Tatvan Belediye Başkanlığı (Belediye) bünyesinde çeşitli alt işverenler (Şirket) nezdinde 23/11/2012 tarihinden itibaren su ve kanalizasyon görevlisi olarak çalışmakta olan başvurucu hakkında 15/1/2017 tarihinde Tatvan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından silahlı terör örgütüne üye olma isnadı ile soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu ihbarda Bitlis'in Tatvan ilçesi kırsalında faaliyet gösteren PKK terör örgütü mensuplarının 2017 yılı Ocak ayında Tatvan ilçe merkezine geldiği, başvurucu da dâhil bir kısım şüphelinin evinde saklandığı iddiası yer almaktadır. Bu kapsamda 15/1/2017 tarihinde başvurucunun evinde arama ve elkoyma işlemleri yapılmış, 15-17/1/2017 tarihleri arasında başvurucu hakkında iki gün gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Başvurucu; aşamalarda alınan ifadesinde PKK/KCK terör örgütüne üye bir akrabası olmadığını, terör örgütünün yapılanması, gelir kaynakları ve amacı hakkında bir bilgisinin bulunmadığını, örgüt mensuplarının işbirlikçi faaliyetlerini yürütmediğini, üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Savcılık yetkisizlik kararı vererek dosyayı Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Soruşturma devam ederken davalı Belediye, Tatvan Kaymakamlığı İlçe Olağanüstü Hâl (OHAL) Bürosu yazısına istinaden 8/2/2017 tarihinde başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 17/2/2017 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla) (Mahkeme) nezdinde dava açmış; Mahkeme dava konusu talep hakkında yargı mercilerince karar verilmesine yer olmadığına hükmederek dosyayı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) göndermiş ancak Komisyon 23/2/2018 tarihli kararıyla dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Dosya kendisine geri gelen Mahkeme, başvurucu hakkında şüphe feshi kapsamında bilgi/belge toplamak amacıyla Bitlis Valiliği ve Tatvan Kaymakamlığı OHAL Bürolarına, Başsavcılığa, Emniyet Genel Müdürlüğüne, Jandarma Genel Komutanlığına, Bilgi Teknolojileri Kurumuna, Dernekler Dairesi Başkanlığına, Bitlis (Terör) Ağır Ceza Mahkemesine ve Millî İstihbarat Teşkilatına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bu kapsamda gelen müzekkere cevaplarında, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma olduğu belirtilmiş; Terörle Mücadele Daire Başkanlığı kayıtlarında karıştığı olaylar sorgulamasında kaydı olmadığı, başkaca herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı, kapatılan derneklerin herhangi birinde üyelik kaydı bulunmadığı, hakkında açılmış bir ceza yargılaması olmadığı bilgisi verilmiştir. Mahkeme 11/4/2019 tarihli kararla davanın reddine hükmetmiş ve bu karar istinaf incelemesinden geçerek 13/9/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine süresi içinde Anayasa Mahkemesi nezdinde bireysel başvuruda bulunmuş; bu kapsamda yapılan incelemede 4/11/2020 tarihli karar ile mahkeme hakkının ihlal edildiğine hükmedilmiş ve dosya yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemeye gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı üzerine dosya kendisine gelen Mahkeme, yeniden müzekkere yazarak başvurucuya yönelik araştırma yapmış; çeşitli tarihlerde açtığı duruşmalarda tarafların iddia ve itirazlarını dinlemiştir. Bu kapsamda dosyaya gelen müzekkere cevaplarında, başvurucu hakkında yürütülen soruşturmanın 3/6/2020 tarihinde takipsizlik kararı ile neticelendiği bilgisi verilmiştir. Mahkeme 17/3/2021 tarihli kararı ile davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda ... salt kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen soruşturmanın varlığının geçerli neden ile feshe yeterli olmayacağı, ilgili karar dışında davacının iltisak veya irtibatı bulunduğuna dair dosya arasında herhangi bir yan delil bulunmadığı... davacı işçi hakkında feshe gerekçe olarak gösterilen PKK/KCK terör örgütü yapılanmasına veya Milli Güvenlik kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen herhangi bir yapıya üyeliği, mensubiyeti, iltisakı yahut bunlarla irtibatı tespit edildiğine ilişkin herhangi somut veriye dayalı bir tespit, bilgi ve belge olmadığı, aksinin de davalı taraflarca ortaya konulamadığı anlaşılmakla feshin geçerli ve haklı nedene dayanmaksızın yapıldığı kanaatine varılmak suretiyle davanın kabulüne dair karar verilmiştir." Davalı Belediye, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini, işe iade talebinin reddi gerektiğini, verilen kararın hatalı olduğunu ileri sürmüştür. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 14/6/2021 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun kabulü ile gerekçeli kararın ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosya içerisine alınan belgelere göre, davacı işçi hakkında Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 2020 tarihli 2017/ 5562 sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın incelenmesinde; davacının 15/01/2017-17/01/2017 tarihleri arasında terör örgütüne üye olma suçlaması ile iki gün gözaltında kaldığı, feshin gerçekleştiği tarih olan 08/02/2017 tarihi itibariyle artık davalı işverenlik açısından güven ilişkisinin zedelendiği ve işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiğinin kabulü gerekeceği, bu haliyle davalı işverenliğin feshinin işe iade davası bakımından en azından geçerli nedene dayandığı sonucuna varılmıştır. Buna göre davalı işverenliğin feshinin geçerli nedene dayandığı kabulü ile davanın reddi gerekmektedir." Nihai karar 7/7/2021 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş; 16/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33303
Başvuru, işverenle güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 8/6/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 9/4/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16049
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 8/11/2005 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan müebbet hapis cezası verilmiştir. Kocaeli2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu, A. isimli kişiye yedi sayfadan oluşan bir mektup göndermek istemiştir. Söz konusu mektupta, örgüt içindeki tartışmalara cevap verilirken "3K" şeklinde adlandırılan grup ile başvurucunun içinde bulunduğu grubun farklarının ortaya konulmaya çalışıldığı, örgütten parti olarak bahsedilip örgüt söylemlerinin tekrarlandığı, gerilla savaşının ikinci plana atılmasının eleştirildiği, örgütlenme ve mücadele stratejilerine dair görüşlerin, tavsiyelerin ifade edildiği görülmüştür. İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 31/12/2014 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektubun gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, kurumlar hakkında yanlış bilgiler verilerek asılsız iddialarda bulunulduğu, ayrıca örgütsel iletişim kurulduğu ve örgüt propagandası yapılmaya çalışıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 20/2/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda; bir örgütün faaliyetinin devamına, yeni eylemler gerçekleştirilmesine ilişkin her türlü haberleşmenin örgütsel haberleşme kabul edileceği ifade edilerek, Maoist Komunist Parti (MKP) örgütün kongresinde alınan kararlara ilişkin eleştiri ve tavsiyeler içeren mektupta örgütsel haberleşme içeren ibareler olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşıKocaeli Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 17/3/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 19/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6863
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; başvurucunun adli para cezası olarak ödediği paranın, mahkûmiyetin yeniden yargılama sonucu ortadan kaldırılması sonrasında faizsiz olarak iade edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında karşılıksız çek keşide etme suçundan yürütülen soruşturma sonucunda Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 6/2/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucunun cezalandırılması talep edilmiştir. İddianameyi kabul eden Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesi 17/11/2008 tarihinde, karşılıksız çek keşide etme suçunu işlediği gerekçesiyle başvurucunun 19/3/1985 tarihli ve 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmeden 16/5/2011 tarihinde kesinleşmesi üzerine başvurucu 6/12/2011 tarihinde 000 TL tutarındaki adli para cezasını Maliye veznesine ödemiştir. Bununla birlikte başvurucu çekin altındaki imzanın kendisine ait olmadığı gerekçesiyle aynı Mahkemeden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuş, yargılamanın yenilenmesi sonucunda Mahkeme 3/4/2014 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu daha önce yatırdığı paranın yasal faiziyle birlikte tahsili için Gaziosmanpaşa Malmüdürlüğüne başvurmuştur. Malmüdürlüğü 28/5/2014 tarihinde 000 TL tutarındaki anapara alacağını başvurucuya iade etmiş ancak faiz ödemesi yapmamıştır. Başvurucunun faiz talebine altmış gün içerisinde cevap verilmemesi üzerine zımni red işlemine karşı Hazine aleyhine 26/8/2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 10/3/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuya ait olan 000 TL tutarındaki paranın 6/12/2011 ile 28/5/2014 tarihleri arasında davalı idarenin uhdesinde bulunduğu belirtilmiştir. Mahkeme davalı idarenin söz konusu paranın tahsili ve iade edilmesi işlemlerinin yargı kararı uyarınca gerçekleştiği yönündeki iddiasını da incelemiştir. Mahkeme bu bağlamda bu paranın başvurucudan haksız olarak tahsil edildiğine vurgu yapmıştır. Mahkemeye göre idare hukukuna hâkim olan kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince parayı belirtilen süre zarfında uhdesinde bulunduran davalı idarenin, söz konusu durumdan kaynaklanan faiz ödemesini gerçekleştirmesi gerekmektedir. Mahkeme sonuç olarak aksi yönde tesis edilen zımni ret işleminin hukuka uygun olmadığı kanaatine ulaşmıştır. Davalı idarenin temyiz ettiği karar İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu tarafından 23/12/2015 tarihinde bozulmuş ve kesin olarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava konusu uyuşmazlıkta; idarenin yargı kararı neticesi tahsil ettiği para cezasına ilişkin meblağı, yine yargı kararı üzerine iade ettiği ve hukuka uygun bir şekilde davrandığı anlaşıldığından, hukuka uygun bir biçimde davranan idarenin faiz ödemekle yükümlü tutulması hakkaniyete uygun bulunmamakta olup, aksi yönde verilen itiraza konu Mahkeme kararında ise isabet olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır." Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından karar düzeltme sebeplerinden birinin olmadığı gerekçesiyle 23/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 7/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat Hükümleri 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."B. Yargı Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 31/3/2015 tarihli ve E.2014/18203, K.2015/5558 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... bu kapsamda 5271 sayılı CMK'nın maddesinin fıkrasında yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi halinde, önceki mahkumiyet kararının tamamen veya kısmeninfazedilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararların Kanunun 141 ilâ maddeleri hükümlerine göre tazmin edileceğinin düzenlendiği dikkate alınarak, iptaline karar verilen mahkumiyet hükmünün infaz edilip edilmediği tereddüde mahal vermeyecek şekilde belirlenerek kısmen ya da tamamen infaz edildiğinin tespiti halinde davacı lehine hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmolunması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi, yaptırım kararının iptali iledavacının beraatine hükmedildiği, yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar Ceza Muhakemesi Kanununun141 ilâ 144 üncü ve 323/ maddeleri hükümlerine göre tazmin edilir şeklindeki düzenleme karşısında idari para cezası olarak ödemek zorunda kalınan500 TL’nin de maddi kayıp niteliğinde olduğudeğerlendirilerek maddi zarara eklenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 9/4/2018 tarihli ve E.2017/11358, K.2018/4127 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Davacının tazminat davasına esas ... Asliye Ceza Mahkemesinin 18/09/2008 tarih, 2008/77-2008/321 sayılı dosyası kapsamında karşılıksız çek keşide etmek suçundan 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, hükmün kesinleşmesine müteakip 06/12/2011 tarihinde infaz edilerek, bu bedelin devlet hazinesine ödendiği, ancak sonradandavacı tarafından kesinleşen bu hükümle ilgili olarak yeniden yargılama talebinin kabul edilerek yapılan yargılama sonucu, karşılıksız çıkan çekteki imzanın davacıya ait olmaması nedeniyle davacı hakkında verilen mahkumiyet hükmünün iptaliyle, 11/12/2014 tarihindeberaatine karar verildiği, verilen beraat kararının temyiz edilmeksizin 03/03/2015 tarihinde kesinleştiği, görülmekle; Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;1-5271 sayılı CMK'nın 323/3 maddesindeki, yargılamanın yenilenmesi sonucunda beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararının tamamen veya kısmen infaz edilmesi dolayısıyla kişinin uğradığı maddî ve manevî zararlar bu Kanunun 141 ile 144 üncü maddeleri hükümlerine göre tazmin edileceğine ilişkin düzenleme dikkate alınarak, davacı tarafından hazineye ödenen 000 TL nin beraat kararı sonrasında davacıya iade edilip edilmediği araştırılıp, iade edilmemiş ise bu miktarın ve ödeme ile iade arasında işleyecek kanuni faizin de maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınması gerektiği gözetilmeden, bahse konu tazminat isteminin idari yargı mercilerine yapılması gerekçesiyle, bu hususla ilgili istemin reddine karar verilmek suretiyle, yazılı şekilde hüküm tesisi ... [kanuna aykırıdır.]"
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/75770
Başvuru, başvurucunun adli para cezası olarak ödediği paranın, mahkûmiyetin yeniden yargılama sonucu ortadan kaldırılması sonrasında faizsiz olarak iade edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; bir yer altı maden ocağında meydana gelen ve birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia çerçevesinde dile getirilen yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar hakkındadır. Başvurucuların yaptığı 2021/9541 sayılı başvuru 15/3/2021 tarihinde, 2022/64331 sayılı başvuru ise 22/6/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların birleştirilmesine ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvurucu Fatime Kazancı ile İsmail Kazancı, başvuru tarihinden sonra sırasıyla 14/12/2021 ve 1/12/2022 tarihinde vefat etmiştir. Ölen başvurucuların mirasçıları başvurudan haberdar edilseler de kendilerine tanınan on beş günlük süreye rağmen başvuruyu devam ettirme yönündeki taleplerini Anayasa Mahkemesine iletmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) (B. No: 2016/13649, 29/1/2020) kararına ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar başvuruyu ilgilendirdiği ölçüde özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. (yüklenici Şirket) tarafından işletilen, Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiinde bulunan yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada aralarında başvurucuların yakınlarının da olduğu 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi de dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır (Son 50 yılda meydana gelen maden kazalarına bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ölümcül faciası olan bu kaza, dünya tarihindeki en ölümcül kazadır; bkz. https://tr.euronews.com/2020/05/13/soma-dunyada-son-50-yilin-en-olumcul-2-maden-kazasi. Erişim tarihi: 25/10/2022). Başvurucular ile ölen yakınları arasındaki bağ ekli 2 sayılı listede belirtilmiştir. Yüklenici Şirketin bir önceki yönetim kurulu başkanı olan A.G. olaydan birkaç gün sonra, yüklenici Şirketin Soma Maden İşletmeleri Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Soma İnsan Kaynakları Müdürü ile birlikte konuyla ilgili bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklama hakkındaki bazı haberlerde A.G.nin yüklenici Şirketin yönetim kurulu başkanı ve/veya maden sahibi olduğu ifade edilmiştir (bkz. https://www.trthaber.com/haber/gundem/maden-isletmesi-sahibi-alp-gurkan-aciklama-yapti-html. Erişim tarihi: 25/10/2022; https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/948753-yasam-odasi-kapatilmisti-yenisi-yapiliyordu. Erişim tarihi: 25/10/2022). Olaydan haberdar olması sonrasında Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Soma Başsavcılığı) olay günü konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatmıştır. Bazı siyasetçiler ile kamu görevlilerinin de olayda sorumluluğu olduğu iddiasıyla sonradan kimi gerçek kişilerle tüzel kişilerin yaptığı suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar mevcut soruşturma ile birleştirilmiştir. Sonraki bir tarihte, haklarında şikâyette bulunulan siyasetçilerle ilgili soruşturmayı tefrik eden Soma Başsavcılığı; Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı (Enerji Bakanlığı) ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB/Çalışma Bakanlığı) müfettişlerinin, Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü K.Ö.nün kamu görevlisi olması, haklarında soruşturma yapılabilmesi için 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca yetkili mercilerce soruşturma izni verilmesi gerektiği gerekçesiyle bahse konu kişilerle ilgili soruşturmayı mevcut soruşturmadan ayırmıştır.A. Genel Soruşturma Hükümlerine Göre Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç Soma Başsavcılığınca Fezleke Düzenlenmesine Kadar Olan Süreç Soma Başsavcılığı ile çevredeki bazı Cumhuriyet başsavcılıkları vefat edenlerin cesetleri üzerinde ölü muayenesi ve/veya otopsi işlemleri (Üzerinde otopsi yapılan ceset sayısı on yedidir.) yapılması için gerekli adımları atmıştır. Kimliği tespit edilemeyen bazı müteveffadan ve bunların yakını olduğu düşülen kişilerden alınan biyolojik örnekler üzerinde moleküler genetik incelemeler yapılarak ölülerin kimliği saptanmıştır. Otopsi raporları ile üzerinde sadece ölü muayenesi yapılan cesetlerin tamamına yakınından alınan kan örneklerinde rastlanan karboksihemeglobin oranlarına göre ölümlerin sebebi CO (karbonmonoksit) zehirlenmesidir. Olayı çevreleyen koşulların ve olayın meydana gelmesinden sorumlu olanların tespiti için Soma Başsavcılığı, profesör unvanına sahip iki maden ve bir elektrik mühendisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından bir bilirkişi heyeti oluşturmuştur. Bu heyet ile olaydan bir gün sonra olayın meydana geldiği yer altı maden ocağı incelenmek istenmiş ancak arama ve kurtarma çalışmalarının devam etmesi nedeniyle inceleme yapılamamıştır. 16/5/2014 tarihinde maden ocağına tekrar gidilmiştir. Bu kez kurtarma faaliyetlerini sürdüren maden ocağı yetkililerinden ve tahlisiye ekiplerinden bilgi alınmış, ocak gazlarının ölçüm kayıtlarının tutulduğu bilgisayar verilerine ulaşılmış, yer altı ocağına ait kroki ve haritalar elde edilmiştir. Tahlisiye ekipleri tarafından gerekli şartların sağlanması neticesinde soruşturmada görevli Cumhuriyet savcıları ile bilirkişi heyeti, kurtarma çalışmalarına katılmış bir maden mühendisi eşliğinde ocağın kulikar malzeme girişi olarak tabir edilen ocak ağzından maden ocağına girip ilk incelemeyi yapmıştır. Yapılan incelemede şu hususlar saptanmıştır:- Ocak girişinden sonraki 000 metrelik bölümdeki ana galeri yolunun jeolojik yapısı taştır. 000 metrede U2 olarak tabir edilen elektrik trafosu bulunmaktadır. 000 metreden sonra ocak içinde yangının ilk belirtisi olan kömür nakil bandı tamamen yanmıştır. Taşlarda yanmaya bağlı islenme mevcuttur. Tahta tahkimatların yanması üzerine taşlar yer yer tabana düşmüştür. Tabanda soğutma çalışmalarının belirtisi olarak su bulunmaktadır. Tabandaki su bazı yerlerde 30-40 cm derinliğinde küçük göletler oluşturmuştur. Elektrik kablolarının yüzeyleri, içindeki bakır kablo görünecek şekilde yanmıştır. Ocakta ilerledikçe sıcaklık artmaktadır. Biraz daha ilerlendiğinde kısmı göçükler görülmüştür. Bu göçüklerden ancak eğilerek geçilebilmiştir. Ana galeride yol üzerinde kullanılan tahta tahkimatlar yanıktır ve kısmen yenilenmiştir. Olayın meydana geldiği yer olduğu düşünülen ve ada olarak tabir edilen yerde soğutma çalışmaları devam etmektedir. Burada sıcaklık, çelik bağlar arasındaki tahta tahkimatlar soğumadığından iyice artmıştır. 400 metrede revire giden kısım tamamıyla göçmüştür. A ve H panolarına giden yol ise açıktır. Maden ocağı içinde devam etmek artık mümkün değildir. 17/5/2014 tarihli bilirkişi ön raporuna göre ilk aşamada olayın meydana gelmesinde kusurlu olanlar şunlardır: - Teknik nezaretçi- İşletme müdürü- Saha sahibi- Şirketin iş güvenliği başmühendisi- Şirketin yönetim kurulu başkanı- Vardiya amirleri Sulh ceza mahkemesinden alınan kararlara istinaden yüklenici Şirkete ait Soma’daki bina ile eklentilerinde arama yapılmış, bazı defterler ile birtakım yazılı ve dijital belgelere el konulmuştur. Başka defterler yanında gaz ölçüm, patlayıcı madde sarfiyat ve cihaz bakım defterleri bir Cumhuriyet savcısınca incelenmiştir. İncelemeye göre gaz ölçüm defterindeki bazı ölçüm sonuçları birbirine yakındır, bazı ölçüm sonuçları ise birbirini tekrar etmektedir. Patlayıcı madde sarfiyat defterinin bazı yerlerindeki imzayla ilgili kısımlar boş bırakılmıştır. Cihaz bakım defterindeki cihazların sıfırlanmasına, ölçümlenmesine ve takip edilmesine ilişkin kayıtlar özellikle 2014 yılı Mart ayından itibaren imzasızdır. Ayrıca 340 ana nefeslik hava çıkışına yerleştirilen 428 kodlu sıcaklık sensörüne ait verilere göre 1/2/2014-28/2/2014 tarihleri arasında 20,82 °C-21,15 °C arasında değişen sıcaklık 6/5/2014 tarihinden itibaren 32 °C’yi aşmış, 12/5/2014 tarihinde 45 °C’nin biraz üzerine çıkmış; olay günü saat 15’te 46,23 °C’ye, saat 10’da ise 46,58 °C’ye ulaşmıştır. Bilirkişi heyetinde görevli profesör unvanına sahip bir maden mühendisinin soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısına verdiği bilgiye bakılırsa yer altındaki kömürün oksidasyonunun (kendiliğinden yanma) en önemli göstergesi CO konsantrasyonunun ve sıcaklığın artmasıdır. Bu nedenle maden işletmelerinde havanın nem değerine bağlı olarak kuru sıcaklık 30 °C’yi, yaş sıcaklık ise 25 °C’yi geçmemelidir. Olaydan yaralı olarak kurtulanların tespiti için çevredeki kamu ve özel sağlık kuruluşlarıyla yazışmalar yapılmış, bir kısım yaralı hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları temin edilmiştir. Bazı yaralılar yönünden kesin adli rapor alınmıştır. Elde edilen güvenlik kameralarına ait kayıtlar Ankara Kriminal Polis Laboratuvarına inceletilmiştir. Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından olay tarihinden önceki iki yıl içinde olayın meydana geldiği madende yapılan denetimlere ait tüm bilgi ve belgeler istenmiştir. Maden ocağının gaz izleme odasında bulunan gaz sensörlerinin kayıtların tutulduğu bilgisayarlar ile madenin personel servisinde bulunan ve madende çalışan personelin giriş ve çıkış kayıtlarını tutan bilgisayarın imajları alınmıştır. Kurtarma ve tahlisiye çalışmalarının tamamlanmasından sonra olayın meydana geldiği maden, hava girişinin engellenmesi ve devam eden ocak yangınının durdurulabilmesi amacıyla her üç girişinden barajlanarak kapatılmıştır. Baraj arkasında bırakılan numune alma borularından düzenli aralıklarla ocak içi gaz ölçümleri alınmış, yangının devam edip etmediği takip edilmiştir. 23/6/2014 tarihinde Cumhuriyet savcıları ve bilirkişi heyeti, yüklenici Şirketin yetkilileri ve TKİ yetkilileri ile bir toplantı yapıp ocağa giriş şartlarını değerlendirmiştir. Aynı gün yapılan keşifte mevcut yer altı üretimi nedeniyle yeryüzünde oluşan çökme ve kayma bölgeleri incelenip fotoğraflanmış, inceleme yapılan sahaların GPS ile koordinatları elde edilmiştir. Gaz oranlarının uygun değerlere ulaştığı değerlendirilince 16/7/2014 tarihinde, kapalı olan ocak giriş barajları tahlisiye ekipleri denetiminde yıkılmış ve havalandırma fanları çalıştırılarak kısmi hava akışı sağlanmıştır. Ocağa giren tahlisiye ekiplerigaz ölçümü yapmış ve yangının yer altında devam ettiğini ancak ocağın bazı bölümlerine girilebileceğini tespit etmiştir. Temiz havanın olay yerine ulaşması sonucunda yangının artarak devam etme olasılığının yüksek olmasına, metan içeriğinde kontrol dışı artışlar yaşanabilecek olmasına, bu nedenle grizu patlama tehlikesinin artarak devam etmesine rağmen soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısı ile bilirkişi heyeti, iş sağlığı ve güvenliği için gerekli takımı temin ederek soruşturma kapsamında alınan ifadelerde olayın çıkış noktası olarak beyan edilen ve göçük olduğu tahlisiye ekiplerince belirlenen bölgedeki durumu incelemek için ocağa girmiştir. 100 metrelik derinliğe kadar bölümde olayın sebebine ilişkin delil ve emaraye rastlanmamıştır. 500 metre derinlikte 4 No.lu insan nakil bandı ile 5 nolu insan nakil bandını bağlayan nefesliğe (146,8 kodlu) girilmiştir. Bu bölgede alt kodda bulunan 3 numaralı kömür nakil bandının bulunduğu galeriye (144,0 kodlu) doğru göçüğün meydana geldiği görülmüştür. Jeolojik yapı olarak kömüre değil metamorfik kayaç olan marna rastlanmıştır. Elektrik kablolarının sağlam olduğu, tahkimata destek olarak kullanılan ahşap kamaların sadece üzerinde is bulunduğu, göçük alanı içerisinde domuz damlarının bulunduğu ve bu damların yanmadığı tespit edilmiştir. S panolarına giden temiz hava yolunda U3 trafosunun durduğu yol üzerinde yoğun bir şekilde duman bulunduğu gözlenmiş ve seyyar gaz ölçüm cihazlarıyla yapılan ölçümlerde CO oranı 518 PPM, metan (CH4)oranı %0,26, oksijen oranı ise %18,25 bulunmuştur. Ayrıca 340 nefeslik ana yol üzerinde tahkimatlar arasına konulan ahşap kamaların tamamen yandığı, A ve H panolarının bulunduğu bölge tarafından yoğun bir şekilde dumanın geldiği görülmüştür. Böylece kazanın başlangıç yeri olarak tahmin edilen bölgenin halen yanmakta olduğu, burada CO değerlerinin çok yüksek olduğu ve yoğun duman nedeniyle ocakta daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı saptanmıştır. Gerekli örnekler alındıktan sonra keşif sonlandırılmıştır (Bilirkişi heyetince gerek bu keşifte gerek daha önce yapılan keşiflerde tespit edilen diğer hususlar, bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesiyle ilgili kısmında yer almaktadır; bkz. § 25). Sıcaklık ölçüm cihazı ile seyyar gaz ölçüm cihazları, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Ulusal Metroloji Enstitüsü Gaz Metrolojisi Laboratuvarına (Gaz Laboratuvarı) CO maskeleri ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine inceletilmiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazları ile gaz maskeleri yönünden yapılan incelemeler nedeniyle düzenlenen raporlara göre; i. .. S.. marka on iki seyyar gaz ölçüm cihazının ancak dokuzundan veri alınabilmiştir. Bu cihazların 10-15 Mayıs 2014 tarihleri arasında kaydettiği veriler incelenmiş ve CO miktarının yasal limitleri aştığı toplam otuz bir ölçüm aralığı tespit edilmiştir. Aşımların bazıları kısa sürse de bazıları saatlerce sürmüştür. Bazı aşımların yasal limitlerin çok üzerine çıktığı saptanmıştır. Cihazların kalibrasyon ölçümleri yapılmış ve 11033FH-049 seri numaralı cihazın oksijen sensörünün hata verdiği, bazı cihazların kuru hava ile kalibrasyonu sırasında sıfır göstermesi gereken CO, H2S (hidrojen sülfür) ve CH4 (metan) değerlerinin sıfırdan daha küçük gösterdiği belirlenmiştir. On iki cihazın tamamının O2 ölçümlerinin kalibrasyon gaz değerinin sınırları içinde olduğu görülmüştür. Üç cihazın CO ölçüm sonuçları, yedi cihazın ise H2S ölçüm sonuçları kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üstündedir. Altı cihaz ise kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapmaktadır. Cihazların kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üzerinde ölçüm yapması saha uygulamasında bir tehlike arz etmemektedir zira cihazlar ölçüm sonuçları yasal limitlere ulaşmadan alarm vermektedir. Öte yandan CH4 için kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapan cihazlar, ortamdaki gaz miktarı yasal limitleri aşmasına rağmen alarm veremez. İlgili mevzuata göre maden ocaklarda CO değeri azami 50 PPM, sekiz saatlik çalışma için müsaade edilen azami H2S değeri 20 PPM, oksijen değeri asgari %19, CH4 değeri ise azami %2’dir. İncelenen seyyar gaz ölçüm cihazlarından bazıları 10/5/2013-14/5/2013 tarihleri arasında 50 PPM’nin oldukça üzerine çıkan CO değerleri ölçmüştür. ii. CO maskelerine gelince;- F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin koruyucu ambalajlarındaki (kullanılmış ve kullanılmamış) üretim tarihi ve üretici firma bilgisi kolay anlaşılabilir değildir. Bu firma tarafından üretilmiş olan kullanılmış on iki gaz maskesinin tamamının filtre kısmı paslanmıştır. Ayrıca sözü edilen on iki gaz maskesinden üçü raf ömrünü tamamlamıştır. Aynı firma tarafından üretilen ve kullanılmamış olduğu bildirilen 116 gaz maskesinden on sekizinin raf ömrü sona ermiştir.- .. firması tarafından üretilen gaz maskelerinin teknik özellikleri ile ilgili bilgilere ulaşılamamıştır. - Çin Halk Cumhuriyeti kaynaklı maskelerin tamamı 16-20 yıl önce üretilmiştir ve kullanım ömrünü tamamlamıştır. - Kullanılmış bazı gaz maskelerinde seri numarası ya yoktur ya da silinmiştir. - İncelenen gaz maskelerinin kalite kontrollerinin en son ne zaman yapıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. - Kaza anında ve hemen sonrasında, madende çalışan işçilerin maruz kaldığı ortamdaki oksijen oranı, karbonmonoksit oranı ve karbondioksit oranı ile ilgili ölçüm sonuçları gönderilmediğinden F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin olay anındaki koşullara uygun olup olmadığı ile ilgili değerlendirme yapmak mümkün değildir. Soruşturmada dumandan doğrudan etkilenen 161 işçi mağdur olarak, yangından etkilenmeyen 425 işçi ise tanık olarak dinlenmiştir. Ayrıca olayda vefat edenlerin çok sayıda yakınının beyanı alınmıştır. Bilirkişi heyeti, kazayla ilgili raporunu 5/9/2014 tarihinde tamamlamıştır. Sözü edilen raporda maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunularak maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği ve kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varılmıştır. Rapora göre olayda vefat eden kişilerin ölüm sebebine ve bu boyutta bir CO zehirlenmesi meydana gelebilmesini sağlayacak CO konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olması mümkün değildir. Olayda U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksit temiz hava girişine ulaşmıştır. Temiz hava ile temas ederek kendiliğinden yanan kömür tam yanmaya dönüşmüştür. Bu yangın 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturmuştur. Su ile soğutma çalışmaları sonucu zehirleyici ve boğucu gazlar açığa çıkmıştır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kurtarma faaliyetleri esnasında kömür yangınının devam ettiği 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de uzun bir süre madenin kapalı kalmış olmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin 7/10/2009 tarihinde TKİ’ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini dikkate almış, maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ ve kömür üretim işini devralan yüklenici Şirket tarafından bilindiği kanaatine varmış ve bu doğrultuda olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısmı şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ’de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ[Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM [Maden İşleri Genel Müdürlüğü] kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu Iş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Başmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j-Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur.Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2’de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezervzayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton’dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn’ nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar,[Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- İş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri işletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. ... 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede ‘Üretim Zorlaması’ olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, ‘vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır’ koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM’e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Prolelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 24/08/2010 tarihli ‘Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi’ esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik bantlarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün yapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yarı tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.’ne daha sonra [Yüklenici Şirkete] ‘Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi’ 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri’nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Faciada yakınlarını kaybedenlerin bazıları Soma Başsavcılığına verdiği dilekçelerde olayın meydana gelmesinde TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile Üyelerinin, TKİ İşletme Dairesi Başkanı’nın, TKİ İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü’nün, ELİ Müessese Müdürü ile Yardımcılarının, Yer Altı Kontrol Şube Müdürü İle Müdür Yardımcısının, ELİ kontrol baş mühendisleri ile kontrol mühendislerinin, Maden İşleri Genel Müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin, Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin, yüklenici Şirketin maden ocağını işletmeye başladığı tarihten sonraki yönetim kurulu başkanları ve üyeleri ile hissedarlarının, yüklenici Şirketin Genel Müdürü, İşletme Müdürü ve Müdür Yardımcılarının, iş güvenliğinden sorumlu başmühendis ile mühendislerin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçilerin, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, teknikerlerin ve vardiya amirlerinin de kusurları olduğunu iddia etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ile yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan 42 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) veren Soma Başsavcılığı, aralarında ELİ’de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına (Akhisar Başsavcılığı) göndermiştir. Fezlekede olayın bilirkişi raporunda belirtilen şekilde meydana geldiği iddia edilmiş ve bilirkişi raporundaki değerlendirmeler çerçevesinde şüphelilere suç isnadında bulunulmuştur. Kovuşturmasızlık kararına göre şüpheliler S.Y., E., K.K. ve H. meydana gelen faciada vefat etmiştir; haklarında kamu davası açılmayan diğer şüphelilere ise bilirkişiler kusur atfetmemiştir. Faciada yakınlarını kaybeden bazı kişiler başka hususlar yanında ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. de dâhil olmak üzere olaydan sorumlu olan bazı kişiler hakkında kamu davası açılması gerektiğini ve ELİ Müessese Müdürü Ha. de dâhil olayda sorumluluğu bulunabilecek bazı kişiler hakkında soruşturma yürütülmediğini belirterek Soma Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar Akhisar Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Bunun üzerine olayda vefat eden bazı kişilerin yakınları bireysel başvuru (Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2015/1894, 16/1/2020) yapmıştır. Söz konusu başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, Soma Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporundaki tespitleri gözeterek yaşam hakkının devlete yüklediği etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün somut olayda ceza soruşturması gerektirdiğini tespit etmiş ancak bazı şüpheliler hakkındaki yargısal sürecin devam ettiğine işaret edip, bu süreçte yapılacak araştırma sonucunda olayda sorumlulukları tespit edilecek kişiler haklarında kamu davası açılmasının mümkün olduğunu belirterek başvuruyu başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Fezlekenin Düzenlenmesinden Sonraki Süreç Akhisar Başsavcılığı, Soma Başsavcılığınca hazırlanan fezlekedeki hukuki nitelendirme çerçevesinde 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede -fezlekeyle uyumlu şekilde- olay esnasında yeraltı maden ocağında bulunan mağdurların tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı belirtilmiştir. İddianamenin düzenlendiği tarihte Gaz Laboratuvarı henüz sabit gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporunu göndermemiştir. Ceza Mahkemesi bazı eksikler içerdiği gerekçesiyle Akhisar Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin iadesine karar vermiştir. Ceza Mahkemesine göre iddianamede bulunan eksikler kısaca şunlardır:i. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına yer verilmemiştir.ii. Şüphelilerin görev ve hukuki sorumlulukları ile şüphelilere isnat edilen eylemler delilleriyle açıklanmamıştır. Ayrıca şüphelilerin sorumluluk durumunubelirleyen bilirkişi raporunda eksiklik bulunmaktadır.iii. İddianamede olay esnasında yer altı maden ocağında bulunan işçilerin tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı açıklansa da bu kabulün gerekçesi belirtilmemiş, bu kabul herhangi bir delille de irtibatlandırılmamıştır.iv. Şüphelilerin kusur durumlarına etki edebilecek durumda olduğu değerlendirilen sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin rapor beklenmemiştir. Oysa söz konusu rapor esaslı bir delildir. Akhisar Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Manisa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin verilerin bilirkişilerce bilgisayar üzerinden incelenerek bununla ilgili kusur durumunun bilirkişi raporunda belirtildiği, bilirkişiler tarafından şirkete ait gaz ölçüm günlük rapor ve kayıt defterinin incelendiği, sabit gaz ölçüm cihazıyla ilgili Gaz Laboratuvarı raporunun iddianamenin iadesine itirazdan sonra geldiği (Anılan rapora göre karbondioksit gaz ölçüm cihazı çalışmamaktadır. Diğer gazlar yönünde sabit gaz ölçüm cihazları ya hatalı çalışmakta ya da kalibrasyon değerinden daha yüksek değer okumaktadır. Bu durum karbonmonoksit ve metan gazları için uygulamada tehlike teşkil etmemektedir. Gerekli bilgilerin temin edilememesi nedeniyle sıcaklık ölçüm cihazlarının kalibrasyonu yapılamamıştır.), şüphelerin üzerine atılı suçların işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması nedeniyle iddianamenin düzenlendiği ve soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporunun yeterli görülmemesi hâlinde kovuşturma aşamasında yeniden bilirkişi raporu alınabileceği gerekçesiyle iddianamenin iadesine ilişkin bir kısım nedeni yerinde bulmamıştır. Bununla birlikte olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına iddianamede yer verilmediğine ve mağdurların yaralarının niteliği ile ilgili kabulün delillendirilmediğine ilişkin iade nedenleri yerinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına göre 65 mağdurla ilgili herhangi bir rapor, 85 mağdur yönünde ise kesin adli rapor aldırılmamıştır. Akhisar Başsavcılığı mağdurların adli raporlarını almak için gerekli adımları atmış, 5/9/2014 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden topçu defteri ve Gaz Laboratuvarının gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporları yönünden ek rapor almıştır. Ek rapora göre;- Seyyar gaz ölçüm cihazlarının kaydettiği en yüksek sıcaklık değeri 33 °C’dir. Olay esnasında çıkış havasına yerleştirilmiş 428 No.lu sabit gaz ölçüm cihazından ölçülen 46,58 °C’ye seyyar gaz ölçüm cihazlarında rastlanmamıştır ancak seyyar gaz ölçüm cihazlarının çıkış havasından veri alıp almadığı belirlenememiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazlarının hiçbirinde CH4 ile ilgili sınır aşılmamıştır.- İlgili mevzuata göre bir üretim biriminde oksidasyon başladığında, üst taban yolunda umumi havada bulunan CO konsantrasyonu 50 PPM’ye ulaştığında pano yangın bekleme barajlarından kapatılır. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 5/5/2014 tarihinde saat 39’dan itibaren 3 saat 16 dakika süreyle yaptığı CO ölçümlerinin ortalaması 123,20 PPM’dir. 39-32 saatleri arasında ölçülen hiçbir değer 50 PPM’nin altında değildir. Ayrıca 10/5/2014 tarihinde 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 2 saat 32 dakika, 11/5/214 tarihinde 470 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 12 saat 31 dakika, 12/5/2014-13/5/2014 tarihlerinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 4 saat 3 dakika, 13/5/2014 tarihinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 5 saat 19 dakika boyunca 50 PPM’nin üzerinde CO değeri ölçülmüştür. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 7/5/2014-8/5/2014 tarihlerinde, vardiya değişim saatlerinde kaydetmiş olduğu CO değerleri de 50 PPM’nin üzerindedir. Bazı seyyar gaz ölçüm cihazları 1/5/2014 tarihinde izin verilen sınırın altında oksijen değerleri ölçmüştür. Yüksek CO ve düşük oksijen değerlerinin hiçbiri gaz ölçüm kayıt defterine kaydedilmemiştir.- Top atımından sonra CO değerlerinin yükselmesi normaldir ve içeriye verilen temiz hava ile CO seyreltilir. Havanın temizlenmesi on dakikadan fazla sürmez. Pek çok gaz ölçüm cihazında top atımı ile izah edilemeyecek zaman dilimlerinde yüksek CO değerleri ölçülmüştür. Akhisar Başsavcılığı 23/2/2015 tarihli iddianame ile 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler ile bu kişilerin yaptığı görevler ve bu kişilere isnat edilen suçlar ekli 3 sayılı listede yer almaktadır. Olayın şüphelilerinden E.E., müdafii aracılığıyla Akhisar Başsavcılığına gönderdiği bir dilekçede maden ocağında aralarında S.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin görev yaptığını ve bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimi nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Soma Savcılığına iletmiştir. Sonraki bir tarihte Ceza Mahkemesi, sanıklardan Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu ancak iddianamede bu husustan söz edilmediğini Soma Başsavcılığının dikkatine sunmuştur. E.E.nin dilekçesi ve Ceza Mahkemesinin bildirimi üzerine harekete geçen Soma Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle S. hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmiş ancak daimî nezaretçi olmaları nedeniyle olaydan sorumlu olduğu iddia edilen E., H.A. ve Hi.K. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan kamu davası açılması için düzenlenen fezlekeler Akhisar Başsavcılığına gönderilmiştir. Akhisar Başsavcılığı sözü edilen fezlekelere istinaden E., H.A. ve Hi.K. hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde davalar açmıştır. Ceza Mahkemesi, açılan davaları ana dava ile birleştirmiştir. Bu arada Soma Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararına yönelik itiraz reddedilmiştir. Bazı katılanların yüklenici Şirketin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdiği dilekçeyi Ceza Mahkemesi Soma Başsavcılığınailetmiştir. Anılan dilekçe üzerine Soma Başsavcılığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmanın akıbeti ile ilgili bilgiler aşağıda yer almaktadır. Kovuşturmanın başlamasından keşfin yapıldığı 5/2/2016 tarihine kadar olan süreçte Ceza Mahkemesi -doğrudan ya da istinabe yoluyla- sanıkların sorgularını yapıp olaydan yaralı olarak kurtarılan mağdurların, tanıkların ve olayda vefat eden kişilerin çok sayıda yakınının beyanını almış; TKİ, MİGEM ve yüklenici Şirketten çok sayıda bilgi ve belge temin etmiş ve keşif işlemine konu edilecek maden ocağının keşif için güvenli hâle getirilmesi için gerekli yazışmaları yapıp bu konuda yapılacak çalışmalarda gözlemci olmaları, çalışmaları gerektiğinde sesli veya görüntü kayda alıp raporlamaları ve delil olabilecek unsurların muhafazasını sağlamaları için bilirkişiler görevlendirmiştir. Ayrıca aynı dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Soma Faciasını Araştırma Komisyonunca (TBMM Araştırma Komisyonu) hazırlanan rapor, bazı devlet kurumları ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca olay hakkında düzenlenen raporlar, çeşitli uzman görüşleri ve aynı olay nedeniyle farklı iş mahkemelerinde açılan bazı tazminat davalarında alınan bilirkişi raporları ya Ceza Mahkemesince getirtilmiş ya da bazı katılan vekilince dosyaya sunulmuştur. Keşif; hepsi akademik unvana sahip maden, jeoloji, iş güvenliği, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman olan kişiler ile bir elektrik mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti refakatinde yapılmıştır. Bilirkişi heyetine mensup iki kişinin 6/2/2016-12/2/2016 tarihler arasında yaptığı jeolojik etütler sırasında tespit ettiği yerlerde yapılan sondajların karotlarından alınan örnekler Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne (MTA) inceletilmiştir. Bilirkişi heyeti, raporunu (ana rapor) 15/8/2016 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Söz konusu rapora göre; i. Eski imalattan sızan/üflenen gazlar (başta karbonmonoksit ve metan) ile yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın, plastik boruların ve mazot, yağ gibi malzemenin yanması sonucunda oluşan gaz ve duman, ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun bir şekilde karıştığı için olay meydana gelmiştir. Eski imalattan sızan gazlar içindeki metanın yanmasına yol açarak ocakta yangın başlatan neden ise göçükler, kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan kablonun/kabloların yarattığı ark veya kısa devredir. ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır. Bilirkişilere göre olayla birinci derecede ilgili olan eksiklikler şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar, sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamaktadır.- U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık (herhangi bir cismin yerini ve konumunu koruyabilmesi koşulu) hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir. - Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 0-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bölgede emniyet açısından gerekli merkezi izleme sensörleri bulundurulmamaktadır. - S panoların hava dönüşlerinin ayrı bir bağlantı ile yeryüzüne bağlanmasını içeren revize planı uygulanmamıştır. iii. Madenlerde iş güvenliği ile ilgili mevzuat acil durumlarda kaçış yolları, bant konveyör lastiklerinin niteliği, gaz ölçüm cihazlarının (sensör) tipleri, sayıları ve konulacağı yerler, oksijen ferdî kurtarıcısı (maske) kullanımı, damar gazlılığının, kendiliğinden yanmaya yatkınlığın bilimsel olarak ölçülmesi gibi konularda ya eksik ya yetersizdir. iv. Olayda işveren sıfatı sadece yüklenici Şirkete aittir. TKİ’nin yüklenici Şirket tarafından kömür üretilen sahada üretim yapması ve işçi çalıştırması söz konusu değildir. Bu bakımdan TKİ ile Yüklenici Şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi veya işçi kiralama ilişki yoktur ve TKİ’nin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır. v. Olayda kişilerin iradesinden bağımsız bir zorlayıcı neden veya başkaca bir kaçınılmazlık durumu etkili olmamıştır.vi. Olayın meydana geldiği maden ocağı yüksek risk içermektedir ve ocağın yeterli alt yapısı yoktur. Ocakta yeterli havalandırma olanağının olmaması, riskli havalandırma sistemiyle üretime devam edilmesi, revize planlarda öngörülen ek/yeni nefeslik ve havalandırma sisteminin uygulamaya geçirilememesi, kaçış yollarının işin niteliğine ve gereklere uygun olmaması, çalışma ortamının kaçışa uygunluğu ortadan kaldıracak sayıda kişi barındırması kazanın en önemli nedenleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar anlık değil yapısal nedenlerdir. Tamamen bir yatırım sorunu olarak ortaya çıkan bu nedenlerin madende bulunan teknik elemanlarca giderilmesi beklenemez. Bu nedenle yüklenici Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı G. ile haklarında kamu davası açılmayan Yönetim Kurulu Üyesi Y. ve uzun yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapıp olaydan bir süre önce görevini bırakan ancak olaydan sonra asıl yetkilinin kendisi olduğu yönünde beyanlarda bulunan, yüklenici Şirkettin hâkim ortağı olan şirkette yönetim kurulu başkanlığını yapmış A.G. olayın meydana gelmesinden sorumludur. Ayrıca;- Yüklenici Şirketin Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Eynez İşletme Müdür Yardımcısı ve Teknik Müdür İ.A. ile hakkında dava açılmayan Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. işveren vekili olarak,- Görevi kapsamında tespit etmesi gereken eksiklikleri bildirip önerilerde bulunmamaları nedeniyle teknik nezaretçiler E.E., E., H.A. ve Hi.K.,- Olay sırasında yer üstünde ocağa hâkim bir yetkilinin kalmaması ve bu yönde talimatlar üretilememesi, haberleşme/alarm sistemlerinin yetersizliği şeklinde kendini gösteren kriz yönetimindeki başarısızlığı nedeniyle hakkında dava açılmayan acil durum yöneticisi olarak gözüken Işıklar İşletme Müdürü Ha.E., - Vardiya amirliğine dayanan işveren vekili sıfatıyla tüm vardiyalarda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin sürecin izlenmesinden, eksikliklerin giderilmesinden ve uyarılmasından sorumlu olan İş Güvenliği Üç Vardiya Amiri A.G.Ç.,-Teknik müdürün üç vardiya ocak üretim çalışmalarından sorumlu yardımcısı olarak Klasik Ayak Üç Vardiya Amiri H.S.,- İlgili mevzuat çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen Patlatma Mühendisi S.K., Vardiya Amiri Y.K., Vardiya Amiri H.K., Havalandırma Mühendisi F.Ü.A., U. -iddianameye göre mekanize ayak vardiya mühendisidir-, E.Y. -iddianameye göre iş güvenliğinden sorumlu vardiya mühendisidir- ve hakkında dava açılmayan Eğitim Mühendisi Mu.B. olayda kusurludur. Yetki ve statüleri dikkate alındığında yüklenici Şirketle bağlantılı başka bir kimsenin ihmali söz konusu değildir. vii. Ocaktaki riskten haberdar olan TKİ, ruhsat sahibi sıfatıyla ilgili kanun ve Hizmet işleri Şartnamesi’ne göre ocağı denetlemekle yükümlüdür. ELİ tarafından görevlendirilen Kontrol Başmühendisleri E.K. ve A.O. revize plan/projelerdeki havalandırmayı düzenleyecek ek yeni açıklıklar (ikinci yol) oluşturulması beklenmeden S panosunda riskli havalandırmayla yoğun üretim faaliyetlerine izin vermeleri, üretim miktarının kısa bir zaman içinde ciddi bir yatırım yapılmadan önemli miktarda artmasıyla ilgilenmemeleri, işletme projesinde yer almayan işletme yöntemlerinin (tumba bacaları) uygulanmasına izin vermeleri, iş güvenliğiyle ilgili eksikliklerin (Bu eksiklikler havalandırma, gaz izleme sistemi, yangınla mücadele ve tahlisiye gibi konulara ilişkindir.) tamamlanması ve hatalı uygulamaların düzeltilmesi için girişimde bulunmamaları ve son olarak kullanılan makine ve donanımların bir bölümünün alev sızdırmaz olmamasına göz yummaları nedeniyle kusurludur. ELİ’de görevli kontrol mühendislerinin olayın meydana gelmesine etki eden ihmalleri bulunmamaktadır. Sorumluluğun kontrol ve denetimle görevli üst düzey görevliler bakımından da araştırılması gerekir. Bu konuda dava dosyasında yeterli bilgi yoktur. viii. İş güvenliğiyle ilgili görev ve yetkilerini kullanmadaki ihmalleri nedeniyle MİGEM kontrol ve denetim elemanları ile Çalışma Bakanlığının ocağı denetlemekle görevlendirdiği müfettişler de olayın meyanda gelmesinden sorumludur. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Soma Başsavcılığı A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 35) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve Ha.E.yi de içerek şekilde genişletmiş; A.G., Ha.K. ve Ha.E. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının sulh ceza hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Başsavcılığı bahsi geçen şüphelilerin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Sanıkların sorgularının istinabe yoluyla alınmasının ardından dava, ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılan vekili ile sanık müdafilerinin çeşitli itirazları nedeniyle ana raporu hazırlayan bilirkişi heyetinden ek rapor alınmıştır. Ek rapora göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır sabotaj iddiası ortaya atılsa da buna dair hiçbir ciddi delil ve ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte ek raporda olayda sorumlu olanların tespit edilen eksikliklerden asli olarak mı yoksa kısmi olarak mı sorumlu oldukları konusunda tablo oluşturulmuştur. Bu tabloya göre eksikliklere göre sorumlular değişse de genel olarak G., A.G., Y., R., Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., E.K. ve A.O. asli olarak, ana raporda kusurlu oldukları belirtilen diğer kişiler ise kısmi olarak tespit edilen eksikliklerden sorumludur. 26/1/2017 tarihinde yapılan celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A., davanın esası hakkındaki mütalaalarının hazır olduğunu ve o celse sunabileceğini söylemiş ancak bu beyandan sonra verilen kısa bir aranın ardından mütalaanın derlenip toparlanması için süre talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, verdiği başka kararlar yanında esasa dair mütalaasını hazırlamak üzere Cumhuriyet savcısına süre verilmesine -kararda sürenin miktarından bahsedilmemiştir- ve G.nin olayın bir sabotaj olduğu iddiası nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine başlatılan ceza soruşturması hakkında bilgi vermesi için Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bilirkişi heyeti Ceza Mahkemesinin talebi doğrultusunda “Güvenli Kömür Madenciliği ve Metan Gazı Patlaması Etkilerinin Araştırılması” ve “... Soma Eynez-Karanlıkdere Yeraltı Kömür İşletmesinde 2009-2014 Yıllarında Gerçekleştirilen Altyapı Yatırımlarının Güvenli Çalışma İlkeleri Açısından Yeterliliğinin Araştırılması” başlıklı raporlar hakkında hazırladıkları ek raporları 11/2/2017 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Ek raporlara göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın devam ettiği, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması sebebiyle gizliliğin ihlal edilmemesi için soruşturmanın sonuçlanmasından sonra karar örneği ile soruşturma dosyasında bulunan belgelerin gönderileceği konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. 20/2/2017 tarihinde yapılan celsede 11/2/2017 tarihinde teslim edilen ek raporlar da dâhil olmak üzere dosyaya gelen bazı belgeler okunup duruşmada hazır olan ilgililerden bu belgelere karşı beyanları alınmıştır. Celse sonunda özetle çeşitli nedenlerle süre talep eden katılan vekilleri ile sanık müdafilerine bir sonraki celseye kadar, Cumhuriyet Savcısı Ş.A.ya ise esas hakkındaki mütalaasını açıklaması için herhangi bir zaman diliminden söz edilmeden süre verilmiştir. 18/4/2017 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. soruşturmanın gizliliği nedeniyle sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmada bu iddiayı doğrulayan bir delil elde edilip edilemediğinin bilinmediğini belirterek esas hakkındaki mütalaayı ilerleyen aşamada sunacağını bildirmiştir. Celse sonunda başka bir ara kararı oluşturulmadan duruşmaya bir sonraki gün devam edilmesine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi celsede, sabotaj iddiası hakkındaki soruşturmanın bekletici mesele yapılmasına yönelik talepleri reddedip esas hakkındaki mütalaasını sunması için Cumhuriyet savcısına bir sonraki celseye kadar süre verilmesine karar vermiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesi (Atama Dairesi) 9/5/2017 tarihli kararnameyle Cumhuriyet Savcısı Ş.A.yı Aydın Cumhuriyet savcılığına atamıştır. Ayrıca Atama Dairesinin 3/7/2017 tarihli kararnamesiyle ilk celseden itibaren Ceza Mahkemesi başkanlığı görevini yürüten A.B. İzmir hâkimliğine, Ceza Mahkemesi üyelerinden hâkim E. Aydın hâkimliğine, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı S.P. ise Ceza Mahkemesi başkanlığına atanmıştır. Katılan vekillerinin bir kısmı Ceza Mahkemesine verdiği dilekçede bu durumun dosyadaki başka unsurlarla birlikte bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkını ve kanuni hâkim ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. A.B., 19/6/2011 tarihli kararname ile Akhisar hâkimliğine, 15/1/2015 tarihli kararname ile de Ceza Mahkemesinin başkanlığına atanmıştır. E. ise 30/4/2013 tarihli kararname ile atandığı Horasan hâkimliğinden Akhisar hâkimliğine 12/6/2015 tarihli kararnameyle atanmıştır. 3/7/2017 tarihli kararnamede dikkate alınacak prensipler Hâkimler ve Savcılar Kurulunca 13/6/2017 tarihinde ilan edilmiştir. Söz konusu prensiplere göre son görev yeri iki ve üçüncü bölge olan hâkimler, bulunduğu yerde bir yılını tamamlayıp meslekte dört yılını doldurmuş ise kararname kapsamına alınarak sicil durumlarının uygun olması hâlinde birinci bölgeye atanacaktır (bkz. https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/EK-1%20Bölge%20Adliye%20ve%20Adlî%20Yargı%20İlk%20Derece%20Mahkemeleri%202017%20Yılı%20Kararname%20Prensipleri.pdf; erişim tarihi: 11/11/2022). Akhisar o tarihte ve hâlâ adli yargıda ikinci bölge statüsündedir. 11/7/2017 tarihinde yapılan celsede Ceza Mahkemesi heyetinde A.B. ve E. de hazır bulunmuştur. Duruşmaya ilk kez katılan ve 9/5/2017 tarihli kararnameyle Akhisar savcılığına atanan Cumhuriyet Savcısı S.T.; yaklaşık 300 klasörden ve 3 terabaytlık haricî hard diski kaplayan dava dosyanın devam eden incelemesinin bitirilebilmesi için süre talep etmiştir. Talep doğrultusunda Cumhuriyet savcısına bir sonraki celse olan 17/10/2017 tarihine kadar süre verilmiştir. 17/10/2017 tarihli celsede -verilen başka ara kararları yanında- bir kısım katılan vekilinin iddianamenin mütalaa olarak kabul edilerek yargılamaya devam olunmasına yönelik talepleri reddedilmiş; bazı katılan vekiline davanın esası hakkında beyan ve sunumda bulunmak üzere bir sonraki celse olan 10/1/2018 tarihine kadar süre verilmesine, sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmanın akıbetinin sorulmasına ve tutuklu sanık A.G.Ç.nin tahliyesine karar verilmiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevaba göre soruşturma henüz sona ermemiştir. Celse arasında aralarında bazı başvurucuların da bulunduğu bir kısım katılanlarca Ceza Mahkemesi üyelerinin reddi istenmiştir. Hâkimlerin reddi talebinde bulunan başvuruculara göre A.G.Ç.nin tahliyesine karar verilmesi ve S.P.nin daha önce bir maden kazasından sorumlu oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan kişileri yargılayan mahkemenin başkanlığını yaparken sanıklara almaları gereken cezalardan daha az ceza verdiği için kamuoyunca eleştirilmesi Ceza Mahkemesi başkan ve üyelerinin tarafsızlığını şüpheye düşüren nedenlerdir. Ret talepleri Manisa Ağır Ceza Mahkemesince şu gerekçeyle reddedilmiştir:“...[M]evzuatımıza göre, mahkemece yargılama aşamasında verilen bir kısım ara kararlarının itiraz yasa yoluna tabi olduğu, itiraza tabi olmayan bir kısım kararların ise hükümle birlikte temyiz/istinaf yasa yoluna tabi olduğu aşikar olup, bunun dışında yargılamanın seyri devam ederken yeni gelişen durumlara, elde edilen bilgi ve delillere göre önceden vazgeçtiği, ya da reddettiği bir konu ile ilgili olarak mevcut oluşan yeni duruma göre yargılamanın hukuka uygun, yargılamaya konu kişilerden uzak olarak, tarafsız ve sağlıklı yapabilmesi, nihayetinde en doğru sonuca ulaşması için her türlü kararı almaya takdir yetkisi yargılamayı yapan hakimlere ait olduğundan, mahkeme heyetinin takdirine dayalı olarak yapılan ve sonunda üst yargı denetimine açık olan Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin ... Sayılı dosyasındaki reddi hakim talebine konu işlemlerin [Ceza Muhakemesi Kanunu’nun] ilgili maddelerinde düzenlenen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden sayılamayacağı sonuç ve kanaaliyle, bir kısım katılan vekillerinin, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi heyeline yönelik reddi hakim taleplerinin ayrı ayrı reddine karar ver[ilmiştir]...” 10/1/2018-11/7/2018 tarihleri arasında yapılan celselerde özetle o celselerde hazır bulunan katılanların, katılanlar vekillerinin, sanıkların ve müdafilerin beyanları saptanmış, Cumhuriyet savcısının davanın esasına ilişkin mütalaası alınmış ve bu mütalaaya karşı beyanda bulunmaya hakkı olan kişilerden sözü edilen celselerde hazır bulunanların beyanları tespit edilmiştir. Ceza Mahkemesi davayla ilgili kararını 11/7/2018 tarihinde açıklamıştır. Verilen karara göre fazlaca elektrik akımı çeken bant olay gününden önce Yönetim Kurulu Başkanı’nın üretim artışı odaklı yaklaşımı ve buna dair talimatları sebebiyle yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu durum bandın bollaşmasına ve olay günü bantta elektrik arızası yaşanmasına neden olmuştur. Arıza sebebiyle bant patinaj yapmaya başlamış ve ortam sıcaklığı artmıştır. Eski imalat sahalarında bırakılan kömürün zaman içerisinde oluşan tansmanlardan sızan oksijen ve nem ile temas etmesi ile oluşan karbonmonoksit ve kömürden açığa çıkan metan gazı ocak içine sızmıştır. Kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan, ezilen, sıyrılan bir enerji kablosunun ya da kablolarının yarattığı ark veya kısa devre bahsi geçen gazları tutuşturmuştur. Çıkan alev sonrasında bant üzerinde taşınan kömür, ortamdaki kömür tozu, lastik konveyör bandı, elektrik kabloları, ağaç tahkimat, plastik borular ve mazot, yağ gibi malzeme yanmaya başlamıştır. Olay, bandın yanması sonucunda ortaya çıkan gaz ve dumanın ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun biçimde karışması neticesinde meydana gelmiştir. Eski imalatlardan gelen gazlar ocağa ani, öngörülemez ve baskın bir şekilde girmiştir. O hâlde sanıklara isnat edilen temel kusur, ölümcül karbonmonoksit gazının ocaktan tahliye edilememesi ve işçilerin de bu gazdan korunamayarak ocaktan tahliye edilememesidir. Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili bu kabul; dava dosyasında bulunan TBMM Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapora, yedi kişilik bir bilirkişi heyetince hazırlanan 8/10/2015 tarihli rapora, iki bilirkişi tarafından hazırlanan 12/10/2015 tarihli ayrık görüş ifade eden rapora ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporuna dayanmaktadır. Olayın meydana geliş şekline göre olayla birinci derecede ilgili olduğu tespit edilen ve dava dosyasında raporları bulunan tüm bilirkişiler tarafından da ittifakla ortaya konulan kusurlu hareketler özetle şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamıştır. - U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir.- Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 30-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bu bölgede emniyet açısından gerekli merkezi izleme sensörleri bulundurulmamaktadır.- S panolarının hava dönüşlerinin ikinci bir yol ile paralel havalandırma yapılmasını içeren Haziran 2011 ek uygulama revize projesi uygulanmamıştır. Ceza Mahkemesine göre olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili kabul dikkate alındığında; - Gaz ölçüm cihazlarının azlığı, cihazların bakım ve kontrolünün yeterli ölçüde yapılmaması, cihazların kalibrasyonunun yeterli ölçüde yapılmaması ve düzgün veri vermeyen cihazlarla ilgili durumun gözardı edilerek gerekli tedbirlerin alınmaması ile olay arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. Cihazların yedek enerji kaynağının bulunmaması da olayın meydana gelmesine tek başına ve doğrudan etki eden bir husus değildir.- Yangının alev sızdırmaz ekipmanlardan kaynaklandığına dair delil bulunmamakla birlikte yangının başlangıç noktasında alev sızdırmaz ağaç kama ve PVC boru gibi malzeme bulunmaktadır. Ayrıca yangın sırasında alev sızdırmazlığı sertifikalar ile tespit edilen kablolar ve taşıyıcı bandın üst kısmı da yanmıştır. Onun için ocakta kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesine ilişkin gerekliliğe ilişkin eksiklikler ile netice arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. - Haricî bir etken yoksa ocak içinde kullanılan elektrik ekipmanlarından, transformatörlerden ve kablolardan yangın çıkma olasılığı bulunmamaktadır. Posta akmalarının neden olduğu kıvılcım ise tamamen öngörülemez ve beklenemez niteliktedir. Bu nedenle bahse konu hususlarla netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Ocağı denetleyen müfettişleri aldatmak için yapılan eylemler ile netice arasında da nedensellik bağı bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesi 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan;- Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili tespite, kovuşturma aşamasında yapılan sondajlar neticesinde yangın bölgesinde herhangi bir topuk yangını olmadığının tespit edilmesi nedeniyle,- Sensör verileriyle ilgili tespite sensörlerdeki yükselmelerin anlık, saatlik bazda olup takip eden aşamada tekrar düşüşe geçmesi, bu durumun da ocak içinde yapılan top atımlarına bağlı olarak yükselen gaz değerleri şeklinde sensör verilerine yansıması nedeniyle, - Sensör verileri topuk yangınına dayanak yapılarak sözü edilen verilerden hareketle işveren ve işveren vekillerince olayın önceden bilindiğine ilişkin tespite topuk yangını bulunmadığı için sensör verilerinin topuk yangınına sebep olması gibi bir durum olmaması nedeniyle itibar etmemiştir. Ceza Mahkemesince verilen ve dosyadaki her bir raporun ayrı ayrı değerlendirildiği kararın neden yeni bir bilirkişi raporu alınmadığı ile ilgili kısmı şöyledir:  “...Somut olayın, Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen en büyük maden kazası olması nedeniyle tüm yurt genelinde çeşitli makale, araştırma, tez, panel, sempozyum ve bilimsel yazı ve mecmualara konu olmuş; ayrıca söz konusu olay nedeni ile, iş bu davaya konu ceza yargılaması haricinde pek çok tazminat ve hukuk davaları ile idari yargıda da birçok dava açılmış; bununla birlikte TBMM, SGK, Çalışma Bakanlığı, TBMM gibi pek çok kurum ve kuruluş tarafından da araştırma raporları hazırlanmış; tüm bu çalışmalar kapsamında konusunda uzman olan birçok Öğretim Üyesi ve Mühendis, olaya dair fikir ve bakış açılarını ortaya koymuştur....Buna göre, ... meydana gelen olayda ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının kaynağını, içten içe süregelen kömür yangını olarak ele alan ... raporlar ile; ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının, MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ... raporların, birbirlerinden temel olarak iki farklı yaklaşımı savundukları ve bu açıdan bakıldığında, çok dar bir bakış açısı ile prensip olarak aralarında çelişki bulunduğunun söylenebileceği açıktır. Ancak; hukuk pratiği ve ceza muhakemesi özelinde, bilirkişi raporları arasındaki bir çelişkiden bahsedebilmek için, kural olarak hakim ve mahkemelerin uzmanlık alanları dışındaki bir konuyu ilgilendiren bir olaya ve somut bir vakıaya ilişkin, aynı veriler ve aynı deliller üzerinden hazırlanmış olan, buna rağmen iki farklı görüşü ve iki farklı kabulü içeren raporlar bulunmasının gerektiği; ancak somut olayda, kömür yangını yaklaşımını içeren ve bunu temel neden kabul eden raporların, sahada kömür yangının varlığını ispatlayacak yegane veri olan jeolojik etüt ve sondajlar yapılmaksızın, jeolojik etüt verilerinin bilimsel olarak ele alınıp incelenmeksizin tanzim edilen, bu hali ile sadece top atım verileri akabinde ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve karbonmonoksit değerlerini, içten yangının varlığına dair veri kabul edip bu hali ile yoruma dayanan raporlar ve yaklaşım oldukları; ancak, kovuşturma aşamasında sahada yapılan jeolojik etütler neticesinde elde edilen veriler ve olay öncesine karbonmonoksit verilerinin salt top atımları akabindeki verilerin değil, bu verilerin top atımlarının akabinde, bir müddet sonra normal seviyeye indiğine dair yapılan veri tetkikleri neticesinde 13/05/2014 tarihli somut olay öncesinde, ocak içerisinde ve sahada kömür yangını olmadığı hususu tartışma ve ihtimal olma dışında kalmıştır. Nitekim, toplanan deliller akabide delillerin tartışılması safahatında hiçbir suje tarafından da bu yönde bir iddia ortaya atılmamış, böylelikle somut olayda kömür yangını olduğu yaklaşımı, ortaya konulan bilimsel veriler doğrultusunda tamamen olasılık dışı kalmıştır.Bu nedenle farklı veriler üzerinden tanzim edilmiş olan iki temel yaklaşım ve iki temel grup raporlar arasında, aynı verilerin ve delillerin baz alınmamış olması, ilk yaklaşım olan kömür yangını yaklaşımının, jeolojik sondaj verileriyle tamamen olasılık dışı kalmış olması nedeniyle, ilkesel olarak bir çelişki bulunduğundan bahsedilemeceği, ortada bilimsel verilerle desteklenmiş, somut olayda, sahada yapılan jeolojik sondajlar neticesinde elde edilen bu verilen MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ve ölümlere neden olan karbonmokosit gazının ortaya çıkış şekline dair, özetle maden içerisinde bulunan gazların enerji kablosu, tahrik motoru veya nakil bantından kaynaklı bir etkene dayalı olarak bir ateşleyici ile tutuşması sonucu ortaya çıkan alevli yangının, ortamda bulunan yanıcı maddeleri de tutuşturması neticesinde meydana gelen ve büyüyerek ocak içerisini kısa sürede ölümlere neden olan karbonmonoksit gazı ile dolduran yangın olduğuna dair yaklaşımı içeren raporların kaldığı değerlendirilmiş ve bu nedenle sanık vekilleri tarafından ısrarla ileri sürülen, raporlar arasındaki çelişki bulunduğu şeklindeki iddialarına açıklanan nedenler ile itibar[edilmemiştir.]....” Ceza Mahkemesinin olayın meydana gelmesine etki eden hususlar ve sanıklarıncezai sorumlulukları ile ilgili değerlendirmeleri özetle şöyledir: i. Yangın nedeni ile açığa çıkan yoğun karbonmonoksit gazından kaçış yolundaki eğim, işçilerin harcadıkları eforun artmasına ve işçilerin daha sık nefes almasına yol açmıştır. Bu nedenle gaz maskelerinin kullanım süreleri 45 dakikadan yaklaşık 20 dakikaya inmiştir. Yaşamlarını yitiren işçilerin önemli bölümünün cansız bedenleri söz konusu eğimli çıkış yolu üzerinde bulunmuştur. Oksijenli tip ferdî kurtarıcılar tipinin tercih edilmemesi ve işçilere maskelerin kullanımı konusunda gerekli uygulamalı eğitimin verilmemesi nedeniyle işveren vekilleri ve iş güvenliği amirleri kusurludur. İşveren vekillerinin kusuru asli, bu hususta denetim görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. ii. S panosunun tümü, ocak içinde dolaşımda olan ve bu hâli ile geriden kirlenmiş olarak gelen hava ile havalandırılmıştır. Bu havalandırma sistemi özellikle S panoları açısından risklidir ve bu durum yüklenici Şirket tarafından da öngörülmüştür. Nitekim 2011 yılına ait ek revize projede, önce S panolarından geçmekte olan galeriye, sonrasında +340 ana nefesliğe paralel şekilde ilerleyerek yer üstüne bağlanması gereken galerinin yapılması planlanmıştır ancak proje hayata geçirilmemiş ve üretim 2-2,5 kat arttırılmıştır. Neticede madende çalışanlardan 269 kişi S panosunda vefat etmiştir. Ek revize proje hayata geçse idi olay anında emici sistem nedeni ile S panolarına doğru gitmekte olan karbonmonoksit gazı ile duman ayak içlerine girmeden ve işçilere temas etmeden ocak içinden başarılı bir şekilde tahliye edilebilecek, çalışanların vücut bütünlüğüne bir zarar gelmeyecektir. Bu nedenle madencilik alanına dair hiçbir bilgi birikimi olmayan G. ile işveren vekilleri, projenin faaliyete geçmesi ve uygulanması noktasında asli denetim görevi bulunan teknik nezaretçiler ve havalandırma mühendisleri olaydan sorumludur. Hızlı üretim artışına dair karar alma ve icrai yetkisi bulunan sanıklar ile yetkileri itibarıyla üretim ve ocağı durdurarak neticenin önüne geçebilecek sanıkların kusuru asli, denetim ve kontrol görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. iii. Teknik nezaretçiler, ek revize uygulama projesi hayata geçmeden bazı panolarda üretime başlanması havalandırmayı riskli hâle getirmesine rağmen projenin uygulanmasını takip etmemiştir. Uygulama sahası ve koordinatları içinde kalmasına rağmen eski imalatın iyi izole edilememesine, topukların hava ile temas eden kısımlarının kesonlanmamasına, topukları güçlendirmek için beton vb. malzeme kullanılmamasına ve eski imalat sahalarının baraj arkalarına gaz ölçüm cihazları konularak devamlı surette denetlemeyi amaçlayan bir mekanizma kurulmamasına rağmen teknik denetçiler sözü edilen hususlarda hiçbir tespitte bulunmamıştır. Şartnamede yer almayan üretim metodu ocakta uygulanmıştır. Teknik nezaretçiler projeye açık aykırılık olmasına rağmen üretimi durdurma yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle teknik nezaretçiler asli derecede, işveren vekilleri ise teknik nezaretçi ataması, seçimi ve denetimindeki ihmalleri nedeniyle tali derecede kusurludur. iv. Hızla artan üretim miktarına rağmen esaslı bir iyileştirme yapılmayan havalandırma ile çalışılmaya devam edilmiş, üretim zorlamasıyla ilgili karar uygulanmış, bu doğrultuda çalışan sayısı arttırılmış ve risk faktörünün yükselmesine neden olan kara tumba yönteminin kullanılmasına izin verilmiştir. İşi durdurma yetkisine sahip olanlar da bu yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle G. ile işveren vekilleri, iş güvenliğinden sorumlu kişiler ve üretim sahalarının emniyetinin alınmasında görevli olan daimî nezaretçiler olaydan sorumludur. G.nin kusuru asli, bu konuda sorumluluğu bulunan diğer sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. v. Olası tehlikelere karşı ocağın tümünü kapsar nitelikle herhangi bir tatbikat yapılmamış, tahliye amaçlı planlama yapılmamıştır. Diyafon ya da bas konuş olarak tabir edilen haberleşme sistemi kaldırılmış ancak madende çalışanların tamamını uyarabilecek bir alarm ve acil durum haberleşme sistemi kurulmamıştır. Madenin büyük bölümünde kullanılan ev tipi telefonlar olay günü yanmıştır. Elektrik de kesilince birçok pano ile haberleşme sağlanamamıştır. Bu durum madendeki işçilerin tahliyesinde gecikme yaşanmasına neden olmuştur. Bu nedenle işveren vekilleri ve iş güvenliğinden sorumlu personel asli kusurludur.vi. Terk edilen eski üretim alanlarının baraj önü ve arkaları sabit gaz ölçüm cihazlarıyla kontrol edilmemiştir. Bu nedenle karar alma, icrai harekette bulunma ve ocağı kapatarak üretime son verme yetkileri olan işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur. Projeye dâhil olan eski imalat sahalarını kontrol yetkileri bulunan teknik nezaretçiler tali derecede kusurludur. vii. İşçiler olası bir tehlikede nasıl hareket edeceklerine, nereye gideceklerine, hangi maskeleri nasıl ve ne zaman kullanacaklarına, ocağın nasıl tahliye edileceğine dair herhangi bir eğitim almamıştır. Ocağın genelini kapsar nitelikte herhangi bir tatbikat da yapılmamıştır. S panosuyla ilgili riskler bilinmesine rağmen iş güvenliğiyle ilgili tedbirler alınmamıştır. Çok tehlikeli iş sınıfı kapsamında kalan maden ocağında gerekli risk değerlendirmeleri yapılmamıştır. Bu sebeple işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur.viii. Ha.E.nin sorumluluğu acil durum yönetiminde yaşanan eksikliklere dayanmaktadır. ix. ELİ’de görevli sanıkların görevi üretilen kömürün kalite ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek, üretim miktarını saptamak ve verilen koordinatlar içerisinde üretim yapılıp yapılmadığını tespit etmektir. Bu sanıkların olaya sebebiyet veren eksiklikler yönünden denetim yapma yetkileri bulunmamaktadır. x. Yönetim kurulu başkanı veya üyesi olmak, cezai sorumluluğun doğması için yeterli değildir. Aksi düşünce ceza sorumluluğunun şahsiliği prensibi ile bağdaşmaz. Sanık Y. yönetim kurulu üyesi olmakla birlikte G. gibi şirket işleyişine doğrudan yahut dolaylı herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Bu sebeple Y., G.nin kusurlu hareketlerinden sorumlu tutulamaz. A.G. yüklenici Şirketin önceki yönetim kurulu başkanıdır ancak olaydan yaklaşık altı ay önce görevi bırakmıştır. Yönetim kurulu başkanlığı görevinde kalmaya devam etmesi durumunda A.G.nin neticeyi engelleyici tedbirleri alıp almayacağı bilinmemektedir. Bu sebeple A.G.nin görevden ayrılmasıyla birlikte A.G.nin yönetim kurulu başkanlığı dönemindeki faaliyetler ile olay arasındaki illiyet bağının kesildiği kabul edilmiştir.xi. Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. plan ve proje danışmanı sıfatı ile ek revize uygulama projesini planlayıp projelendirmiştir ancak bu kişinin projenin hayata geçmesi noktasında icrai bir yetkisi yoktur. xii. 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporunda kusurlu oldukları belirtilen E.Y., S.K., H.S. ve U.nun olayın temel nedenleri olarak belirlenen yapısal ve işletmesel eksiklikler konusunda neticeyi engelleyebilecek kararları alma yahut tedbiren ocağı kapatarak üretimi durdurma yetkileri bulunmamaktadır. xiii. Karbonmonoksit gazının ortaya çıkmasına neden olan yangının meydana çıkmasında kast söz konusu değildir. Neticeyi engellemek için gerekli tedbirleri almaya yetkileri olmasına rağmen üretimin devam etmesi yönünde karar alan sanıklar R., A.Ç., İ.A. ve E.E.nin eylemleri bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçunu oluşturmaktadır. Ek revize uygulama projesinden haberdar olduğuna ve buna rağmen projenin uygulanmasının önüne geçtiğine dair delil (toplantı tutanakları, kurum içi yazışmalar, kurum içi mailler ve söz konusu projede imzası bulunan sanık ve tanıklarının beyanları gibi) bulunmayan sanık G. ile kusurlu oldukları kabul edilen A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B. ise taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sorumludur. Geriye kalan sanıkların kusuru bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesinin sanıkların ceza sorumlulukları ile ilgili tespitleri uyarınca;- G. doğrudan 15 yıl hapis cezasına, - R. ve İ.A. sonuç olarak 22 yıl 6 ay hapis cezasına, - A.Ç. ve E.E. sonuç olarak 18 yıl 9 ay hapis cezasına, - A.G.Ç. sonuç olarak 11 yıl 8 ay hapis cezasına, - Y.K. ve H.K. sonuç olarak 10 yıl 10 ay hapis cezasına, - Hi. K., H.A. ve E.sonuç olarak 10 yıl hapis cezasına, - Ha. E. ve F.Ü.A. sonuç olarak 8 yıl 4 ay hapis cezasına, - Mu. B. ise sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve bazı katılanlar/müştekiler veya katılan vekilleri ile mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. İstinaf Dairesinde görevli bir üye; A.G., G., Y., R. , Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B.nin olası kastla öldürme ve yaralama suçlarından cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle karara muhalif kalmıştır. İstinaf Dairesince verilen karar İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri ve bir kısım katılan vekillerince temyiz edilmiştir. Temyiz taleplerini 30/9/2020 tarihinde karara bağlayan Yargıtay Ceza Dairesi (Temyiz Dairesi) oybirliğiyle, G., R., A.Ç., İ.A., A.O., E.K. ve Ha.E. yönünden kurulan hükümlerin bozulmasına, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz istemlerinin ise reddine karar vermiştir. Temyiz Dairesine göre;i. 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporu ile dava dosyasında mevcut olan bazı raporlarda olayda ölümlere yol açan karbonmonoksit gazının ocakta içten içe yanmakta olan kömürden kaynaklandığı yani olay tarihinden önce ocakta kömür kızışmasının bulunduğu kabul edilse de Gaz Laboratuvarınca hazırlanan raporda sabit sensörler ile test edilen on beş seyyar gaz ölçerin (H2S, CH4, O2 ve CO) kalibrasyon sonuçlarının düzgün olduğu, seyyar sensörlerin sıcaklık ölçümü yaptığı ve hafızalarında kayıt altına aldığı belirtilmiştir. Bir öğretim üyesince düzenlenen 13/5/2014 tarihi öncesinde ölçülen gaz sensörü verilerinin patlatmalar açısından değerlendirilmesini kapsayan Eylül 2014 tarihli teknik raporda da ocaktaki üretim panolarında kömürün kendiliğinden yanıp yanmadığının tespiti ve dinamit atımları sırasında oluşan yüksek CO emisyonlarının belirlenmesi amacıyla ocaktaki tüm CO sensörlerine ait verilerin olay öncesi ve sonrası olarak geniş bir zaman aralığında ele alınıp değerlendirildiği, CO değerlerindeki ani artışların genellikle ayaklardaki dinamit atımlarından kaynaklandığı, sürekli olmadığı ve ölçülen çok yüksek değerlerin de zaman içinde düştüğü belirtilmiştir. Ocakta bulunan sabit sensörlerde zaman zaman 2, 3, 4 ve hatta 12 saati bulan CO değerlerinin ortalamasının yasal seviye olan 50 PPM’nin üzerinde seyretmesine rağmen sürekli bir şekilde yükselişini sürdürmemesi veya yasal değerin üzerinde belli bir seviyede sürekli seyrini sürdürmemesi, daha sonra 50 PPM’lik yasal sınırın çok altına düşmesi, kovuşturma aşamasındaki keşif sırasında yapılan jeolojik etütler ve sondajlar sonucunda alınan raporlar, Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapor ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporu ile bu raporu hazırlayan bilirkişilerden alınan ek raporlar dikkate alındığında olaydan önce maden ocağında herhangi bir kömür yangının bulunmadığı ve olayın U3 bölgesindeki elektrik yada bant arızasından kaynaklı arkın ısınmış ortama eski imalat bölgelerinden basınçla üflenen gazlar ile kaza mahallindeki maddeleri tutuşturmasından kaynaklandığı konusunda tereddüt kalmamıştır.ii. Ha.E.nin anılan ocak içinde hangi görev dağılımı içinde yer aldığı, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilmemiştir. Bu sanığın acil durum yöneticisi olduğuna dair somut bir delil bulunmamaktadır.iii. TKİ ve yüklenici Şirket arasında sözleşmeye, bu sözleşmenin ekindeki şartnamelere ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürlüğü Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği’nin başmühendislerin görev ve yetkiyle ilgili hükümlerine göre A.O. ve E.K.nın sorumlulukları sadece üretime ve teslime ilişkin değildir. Aksine söz konusu sanıklar, yüklenici Şirketin ocaktaki kömür çıkartma faaliyetlerini yakından takip edip sözleşmeye ve projelere uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Bu nedenle sahadaki çalışmaların projeye ve ilgili mevzuata göre yapılıp yapılmadığı konusundaki denetim yükümlülüklerini yerine getirmeyen A.O. ve E.K. olayın meydana gelmesinde bilinçli taksir derecesinde kusurludur. Bununla birlikte ELİ’de görevli olup A.O. ile E.K.nın alt biriminde görev yapan kontrol mühendisleri, kazanın yaşandığı maden ocağında denetim yapma konusunda öncelikli olarak görevli değildir.iv.G., R., A.Ç. ve İ.A. iş kolundaki çalışma usul ve şartlarına aykırı şekilde gerçekleştirilen hızlı ve sürekli kömür çıkarma faaliyetlerinin isçilerin iş sağlığı ve güvenliği açısından yüksek risk oluşturduğunu ve dönülmez sonuçlara yol açabileceğini bildikleri hâlde muhtemel tehlikeli neticeleri göze alıp kabullenmiştir. Zira sanıklar yüklenici Şirketin karar alma süreci içinde yer almakta ve pozisyonları gereği ocak içindeki yüksek riskleri bilmektedir. Bu nedenle “Olursa olsun.” düşüncesi ile hareket ederek yüksek risk içeren faaliyetlerine uzun süre devam eden sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. olası kastla öldürme suçundan 301 kez, olası kastla yaralama suçundan 162 kez mahkûm edilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Yargıtay Başsavcılığı) 8/1/2021 tarihinde, somut olayda olası kast koşulları oluşmadığı gerekçesiyle Temyiz Dairesince verilen karara itiraz etmiştir. Bu arada Temyiz Dairesinde görevli beş yüksek hâkimden üçü değişmiştir. Yeni gelen üyeler öncesinde Bakanlık ve/veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunda görev yapmıştır. Temyiz Dairesi 18/1/2021 tarihinde oyçokluğu ile Yargıtay Başsavcılığının itirazını kabul edip sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. hakkında verilen bozma kararını kaldırmış ve yeniden yaptığı incelemede İstinaf Dairesinin R., A.Ç. ve İ.A. ile ilgili hükümlerine yönelik temyiz istemlerini reddetmiş ancak G.nin eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği gerekçesiyle İstinaf Dairesinin G. hakkında verdiği hükmü bozmuştur. Temyiz Dairesine göre G. devraldığı ocaktaki yangın riskinin yüksek olduğunu bilmesine rağmen ocaktaki üretim miktarına odaklanarak üretilen kömür miktarının 2,5 katına çıkarılmasını sağlamış ve iş güvenliği önlemleri ile ocağın alt yapısının iyileştirilmesine ilişkin herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bilinçli taksir uygulamasına konu edilen S panosunda ikinci hava galerisinin yapılması hususu, öngörülebilir neticeyi engelleyici tedbirlerden yalnızca biridir. Temyiz Dairesinin 30/9/2020 tarihli kararının isabetli olduğu gerekçesiyle 18/1/2021 tarihli karara muhalif olan iki üye, 30/9/2020 tarihli kararda imzası bulunan üyelerdendir. Başvurucular 15/3/2021 tarihinde 2021/9541 sayılı başvuruyu yapmıştır. Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde, G.nin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sonuç olarak 20 yıl hapis cezasıyla, A.O. ile E.K.nın aynı suçtan neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve Ha.E.nin beraatine karar vermiştir. Bazı katılanlar, vekilleri aracılığıyla Temyiz Dairesine gönderdikleri bir dilekçe ile 30/9/2020 tarihli karardan sonra Temyiz Dairesinde üye olarak görevlendirilen üç yüksek hâkimin reddini istemiştir. İddialarına göre sözü edilen yüksek hâkimler yargıya yapılmış en açık siyasi müdahalelerden birinin başaktörleridir. Hâkimin reddi talebi Temyiz Dairesinin 31/3/2022 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz Dairesi 4/4/2022 tarihinde oyçokluğuyla G. ve Ha.E. hakkında kurulan hükümleri doğrudan, A.O. ve E.K. hakkında kurulan hükümleri ise güvenlik tedbirleriyle ilgili kısımları düzelterek onamıştır. Karara muhalif kalan üyeler 18/1/2021 tarihli karara da muhalif olan üyelerdir. Başvurucular 22/6/2022 tarihinde 2022/64331 sayılı başvuruyu yapmıştır. Başvurucular başvuruya konu ceza yargılaması sürecinde yer almış ve Deniz Kaya ile İbrahim Kaya dışındaki başvurucular özetle yargılamaya konu suçun hukuki vasıflandırılmasında hata edildiği, mahkûm edilen sanıklara eksik ceza tayin edildiği, sanık A.G. de dâhil olmak üzere haklarında beraat kararı verilen bazı sanıklara isnat edilen suçların sübut bulduğu ve yargılamaya siyasi müdahalede bulunulduğu gerekçesiyle kanun yolu başvuruları yapmıştır. Mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar G. 19/5/2014-18/4/2019, A.G.Ç. 19/5/2014-17/10/2017, Y.K. 18/5/2014-25/12/2015, H.K. 19/5/2014-25/12/2015 tarihleri arasında, E.E. ise 18/5/2014-30/9/2020 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Kovuşturma süresince tutuklu yargılanan sanıklar A.Ç. 18/5/2014, R. 19/5/2014, A.Ç. ise 2/6/2014 tarihinde tutuklanmıştır.B. Haklarında Soruşturma İzni İstenen Kişilerle İlgili Soruşturmaya İlişkin Süreç Soma Başsavcılığı 27/5/2014 tarihinde, görevlerini ihmal ettikleri yönünde şüphe oluştuğu gerekçesiyle maden ocağının denetimini yapan görevliler ile Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü hakkında Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Çalışma Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç 26/8/2014 tarihinde Çalışma Bakanı; 15/8/2014 tarihli ön inceleme raporuna dayanarak haklarında ön inceleme yürütülen İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü ile İş Başmüfettişi, İş Müfettişi veya İş Müfettiş Yardımcısı olan on iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı ve olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını bu karara Danıştay Birinci Dairesi (Birinci Daire) nezdinde itiraz etmiştir. Haklarında soruşturma izni istenenlerden biri 3/12/2014 tarihinde vefat etmiştir. Birinci Daire 4/12/2014 tarihinde, 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan iş müfettişleriyle ilgili tespitlere işaret ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığında (Teftiş Kurulu) görevli bir başmüfettiş, iki müfettiş ve üç müfettiş yardımcısınca hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunda, ön inceleme için öngörülen yasal süre içinde yeni bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı ancak soruşturma aşamasında alınan 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporundaki kusur tespitlerinin genel ve hukuki yönden mesnetsiz olduğu belirtilerek teknik değerlendirmeler yanında hukuki değerlendirmeler de yapabilecek uzman kişilerden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinin maden kazasını incelemek üzere görevlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca kazanın asıl oluş nedeni ve bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığından soruşturma izni verilmemesi gerektiği açıklanmıştır. Çalışma Bakanı 7/9/2015 tarihinde, 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunu esas alarak soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı ile olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını itiraz etmiştir. Ön incelemedeki tespitlerden hareket eden Birinci Daire maden ocağının denetlendiği, iş sağlığı ile güvenliği yönünden herhangi bir eksiklik tespit edilmediği ve haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan illiyet bağının kurulamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara yönelik itirazları 10/12/2015 ve 14/4/2016 tarihlerinde reddetmiştir. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarınca yapılan Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) başvurusunda kamu görevlilerinin bilirkişi raporları ile tespit edilen ihmallerinin ceza hukuku sorumluluğu doğurup doğurmadığı, doğurmakta ise bu ihmaller ile ortaya çıkan netice arasında ceza hukuku anlamında bir illiyet bağı olup olmadığı konusundaki değerlendirmelerin soruşturma makamlarınca yapılması gerektiği ve adli sürecin sona erdirilmesinin etkili soruşturma ilkeleriyle bağdaşmadığı değerlendirilerek yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Enerji Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Soma Başsavcılığı 30/9/2014 tarihinde, 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden olay tarihinden geriye doğru son iki yıl içinde denetlemede görev almış olup da daha önce haklarında soruşturma izni verilen kişiler dışında kalan ancak 2010 yılından sonra ilgili maden ocağına ilişkin işletme projelerini inceleyen, denetleyen veya onay veren görevliler ile Maden İşleri Genel Müdürü, TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ve TKİ İşletme Dairesi Başkanı hakkında Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Anılan yazıdan söz konusu soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın içeriği tespit edilememiştir. Enerji Bakanı 25/11/2014 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki Daire Başkanı, iki Müdür, üç mühendis, on beş maden tetkik heyeti üyesi ve TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile TKİ’de İşletme Dairesi Başkanlığı görevini yürüten iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı itiraz etmiştir. Birinci Daire 19/3/2015 tarihinde, meydana gelen maden kazasının birden fazla bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi nedeniyle şikâyet konusunun Teftiş Kurulunca incelenmesi gerektiğini belirtip, maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması lüzumuna işaret ederek soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Söz konusu kararda ayrıca 4/12/2014 tarihli karar (bkz. § 72) uyarınca Çalışma Bakanlığı görevlileri hakkında yürütülecek ön incelemenin de Teftiş Kurulunca yapılması gerektiği belirtilmiştir. Yukarıda anılan Teftiş Kurulu raporuna (bkz. § 73) istinaden Enerji Bakanı 18/8/2015 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda eksiklikler bulunması ve kırk beş günlük ön inceleme süresinde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmaması sebebiyle kazanın asıl oluş nedeni ile bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığı gerekçesiyle Çalışma Bakanlığı çalışanları da dâhil haklarında ön inceleme yapılan tüm kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 10/12/2015 tarihinde; i. Çalışma Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın yetkisizlik nedeniyle kaldırılmasına, ii. TKİ İşletme Dairesi Başkanları hakkında verilen kararın anılan görevlilerin genel soruşturma hükümlerine tabi olmaları sebebiyle kaldırılmasına, iii. Eyleminin ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlı olması ve ocakta kaza ve ölüm olayları meydana gelmesiyle eylemi arasında doğrudan illiyet bağının bulunmaması nedeniyle TKİ Yönetim Kurulu Başkanı yönünden soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine, iv. Enerji Bakanlığının diğer çalışanları hakkında verilen kararın ise eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine Enerji Bakanlığı ön inceleme yapılması için dosyayı Teftiş Kuruluna göndermiştir. Teftiş Kurulu, Birinci Dairenin 10/12/2015 tarihli kararıyla ilgili gerekliliklerin Enerji Bakanlığınca yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle ön inceleme dosyasını iade etmiştir. 28/12/2016 tarihinde Enerji Bakanı, Birinci Daire kararıyla kaldırılan 25/11/2014 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın dayanağı olan ön inceleme raporundaki tespitleri gözönünde bulundurarak haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki Daire Başkanı, iki Şube Müdürü, üç mühendis ve on dört maden tetkik heyeti üyesi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı Ceza Mahkemesince alınan 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere de değinerek anılan karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 15/6/2017 tarihinde, Soma Başsavcılığının itirazını kabul ederek28/12/2016 tarihli soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine yürütülen ön incelemede bir maden yüksek mühendisi, bir elektrik yüksek mühendisi ve bir maden mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Enerji Bakanı 22/8/2019 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen TKİ ya da MİGEM’de görev yapan otuz kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Sözü edilen kararda öz itibarıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporunun olayın meydana geldiği ocağın genel mevzuat açısından eksiklikleri hakkında düzenlendiği, olayın nasıl meydana geldiği, nedeni ve seyri konusunda bilimsel ve birbiriyle çelişmeyen herhangi bir tespit içermediği, MİGEM’in yılda bir kez kendi mevzuatı açısından eksikliklerin tespiti ve giderilmesi yönünden denetim yaptığı, sürekli hareket hâlinde dinamik bir yapıya sahip olan yer altı ocağında iş sağlığı ve güvenliği için ocak verilerinin güncel ve daha sık periyotlarla değerlendirilmesi ve yüklenici Şirketin istihdam ettiği teknik personelin ocağın zehirli gazlardan etkilenebilmesi hususunu gözeterek öncelikle üretime ara verip ocak çalışanlarını tahliye etmesi, daha sonra da yangının havayla temasının kesilmesi için müdahalede bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara Soma Başsavcılığınca yapılan itirazı 11/12/2019 tarihinde inceleyen Birinci Daire şu sonuçlara ulaşmıştır: i. Maden İşleri Genel Müdürü’nün, Genel Müdür Yardımcısı’nın, Daire Başkanlarının, üç mühendisin ve TKİ Yönetim Kurulu Üyelerinin eylemleri ile olay arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Ayrıca TKİ Yönetim Kurulu Üyelerinin eylemleri ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlıdır. Bu nedenle itiraz sözü edilen kişiler yönünden reddedilmelidir. ii. TKİ Yönetim Kurulu Başkanı hakkında aynı eylemler yönünden yapılan ön inceleme sonunda soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar verilmiş ve bu karara Soma Başsavcılığınca yapılan itiraz 10/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Dolayısıyla bu kişi yönünden yapılan itiraz hakkında karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.iii. Maden Tetkik Heyeti Üyelerinden 2010 yılı ile olay tarihi arasında sahada denetim yapan kişilere isnat edilen eylemler, bu kişiler hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek niteliktedir. Bu sebeple anılan kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın kaldırılması gerekir. Madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usuller 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nda düzenlenmiştir. 3213 sayılı Kanun’un “Beyan usulü” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Madencilik faaliyetlerinin bu Kanun hükümlerine göre devamı süresince teknik ve mali konularda yapılan yazılı beyanlar ile yetkili kişilerce tanzim edilen raporlar doğru kabul edilir.Teknik elemanlar sadece ihtisas sahibi oldukları konularda beyanda bulunabilirler ve beyanları ile sorumludurlar. Ruhsat sahipleri ise teknik konular dışındaki tüm beyanlardan sorumludurlar....(Ek fıkra: 10/6/2010-5995/5 md.) Teknik nezaretçinin [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında nezaretçi, işletmelerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan sorumlu ve yetkili maden mühendisini ifade etmektedir.] atandığı ruhsat sahasındaki faaliyetleri düzenli bir şekilde denetleyerek tespit ve önerilerini teknik nezaretçi defterine kaydetmesi zorunludur. ...” 3213 sayılı Kanun’un “Faaliyetlerin denetimi” kenar başlıklı maddesinin birincifıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “[Enerji Bakanlığı], maden hakları ile ilgili bütün faaliyetlerin yürütülmesini ve vecibelerin yerine getirilmesini kontrol ve denetimini yapmak ve yönlendirmek için teknik ve mali konuları yerinde incelemek maksadıyla ihtisaslaşmış diğer Devlet kuruluşlarından da yararlanarak inceleme raporu hazırlatır.” 3213 sayılı Kanun’un “İşletme faaliyeti” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “İşletme faaliyeti, projesine [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında proje, yer altı kaynaklarının değerlendirilmesi amacına dönük belirli girdileri seçilmiş bir teknoloji kullanarak mevcut ve potansiyel talebi karşılamak üzere mal ve cevher üretmek için çalışmaları düzenleyen beyan niteliğinde raporu ifade etmekteydi.] ve Kanunun ilgili hükümlerine göre yürütülür. İşletme projesine aykırı faaliyette bulunulması ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunun tespit edilmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetler durdurulur.İşletme projeleri ve değişiklikleri uygulamaya konulmadan önce [MİGEM] onayının alınması zorunludur. Aksi takdirde faaliyet durdurulur.İşletme açısından tehlikeli durumların tespiti halinde, bu halleri gidermek için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir, mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irad kaydedilerek işletme faaliyeti durdurulur.Ruhsat sahibi, her yıl nisan ayı sonuna kadar bir önceki yıl içinde gerçekleştirdiği işletme faaliyeti ile ilgili teknik belgeleri, satış bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında satış bilgi formu; şekli ilgili yönetmelikte gösterildiği gibi hazırlanan, yıllık üretim miktarı, satış tutarı, toplam gelir ve tahakkuk eden devlet hakkı gibi malî durumu gösteren belgeyi ifade etmektedir.] faaliyet bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında faaliyet bilgi formu, yıllık işletme faaliyetine ilişkin üretim, satış, stok ve bunun gibi bilgileri içeren, şekli ve muhtevası yönetmelikle gösterilecek olan belgeyi ifade etmekytedir.] ve işletme sahasında arama yapmış ise arama ile ilgili bilgileri [MİGEM’e] vermekle yükümlüdür. ...” 3213 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Maden işletme faaliyetleri, maden mühendisi nezaretinde yapılır. Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler ile en az onbeş işçi çalıştıran açık işletmeler asgari bir maden mühendisini daimi olarak istihdam etmek zorundadır. Teknik ve daimi nezaretçinin görev, yetki, sorumlulukları, atanma usul ve esasları, vardiyalı çalışan işletmelerde işletmenin büyüklüğü ve niteliği esas alınarak her vardiyada zorunlu olarak istihdam edilecek maden mühendisi ile ruhsat sahasında görevlendirilecek teknik elemanların çalışma usul ve esasları [Enerji Bakanlığınca] çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. ...” 3213 sayılı Kanun’un ek maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:“Maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödövans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar rödövansçıya aittir. Ancak bu durum ruhsat sahibinin Maden Kanunundan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“...İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur.Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. ...Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. ...” İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülükleri, 20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda düzenlenmiştir. Öncesinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hususlar, 4857 sayılı Kanun’un 77 ila maddeleri arasında yer almaktaydı. 6331 sayılı Kanun’un “İşverenin genel yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;a) Mesleki risklerin [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk, tehlikeden kaynaklanacak kayıp, yaralanma ya da başka zararlı sonuç meydana gelme ihtimalini ifade etmektedir.] önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.c) Risk değerlendirmesi [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk değerlendirmesi; iş yerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli çalışmaları ifade etmektedir.] yapar veya yaptırır.ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu göz önüne alır.d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında tehlike, iş yerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek, çalışanı veya işyerini etkileyebilecek zarar veya hasar verme potansiyelini ifade etmektedir.] bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.(2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.(3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.” 6331 sayılı Kanun’un “Risklerden korunma ilkeleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:a) Risklerden kaçınmak.b) Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.c) Risklerle kaynağında mücadele etmek.ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.e) Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.g) Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek.” 6331 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen yükümlülükler sonraki maddelerde detaylandırılmıştır. Buna göre bahse konu yükümlülükler acil durumların olumsuz etkilerinden korunmak üzere gerekli ölçüm ve değerlendirmelerin yapılmasını, acil durum planlarının hazırlanmasını, ciddi, yakın ve önlenemeyen tehlikenin meydana gelmesi durumunda çalışanların işi bırakarak derhâl çalışma yerlerinden ayrılıp güvenli bir yere gidebilmeleri için önceden gerekli düzenlemelerin yapılmasını, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla çalışanlar ile çalışan temsilcilerinin işyerinin özellikleri dikkate alınarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu ve önleyici tedbirler, ilk yardım, olağan dışı durumlar, afetler, yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler, ciddi ve yakın tehlikelerden doğan risklere karşı alınmış ve alınacak tedbirler hakkında bilgilendirilmelerini de kapsar (bkz. 6331 sayılı Kanun’un , ve maddeleri). 6331 sayılı Kanun’un maddesine göre iş yeri tehlike sınıfları; 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesine göre belirlenen kısa vadeli sigorta kolları prim tarifesi de dikkate alınarak iş sağlığı ve güvenliği genel müdürünün başkanlığında ilgili taraflarca oluşturulan komisyonun görüşleri doğrultusunda Çalışma Bakanlığınca çıkarılacak tebliğ ile tespit edilir. 6331 sayılı Kanun’un “Teftiş, inceleme, araştırma, müfettişin yetki, yükümlülük ve sorumluluğu” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“1) Bu Kanun hükümlerinin uygulanmasının izlenmesi ve teftişi, iş sağlığı ve güvenliği yönünden teftiş yapmaya yetkili [Çalışma Bakanlığı] iş müfettişlerince yapılır...(2) [Çalışma Bakanlığı], işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konularında ölçüm, inceleme ve araştırma yapmaya, bu amaçla numune almaya ve eğitim kurumları ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinde kontrol ve denetim yapmaya yetkilidir. ...” 6331 sayılı Kanun’un “İşin durdurulması” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşyerindeki bina ve eklentilerde, çalışma yöntem ve şekillerinde veya iş ekipmanlarında çalışanlar için hayati tehlike oluşturan bir husus tespit edildiğinde; bu tehlike giderilinceye kadar, hayati tehlikenin niteliği ve bu tehlikeden doğabilecek riskin etkileyebileceği alan ile çalışanlar dikkate alınarak, işyerinin bir bölümünde veya tamamında iş durdurulur. Ayrıca çok tehlikeli sınıfta yer alan maden, metal ve yapı işleri ile tehlikeli kimyasallarla çalışılan işlerin yapıldığı veya büyük endüstriyel kazaların olabileceği işyerlerinde, risk değerlendirmesi yapılmamış olması durumunda iş durdurulur. (2) İş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili üç iş müfettişinden oluşan heyet, iş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili iş müfettişinin tespiti üzerine gerekli incelemeleri yaparak, tespit tarihinden itibaren iki gün içerisinde işin durdurulmasına karar verebilir. Ancak tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi hâlinde; tespiti yapan iş müfettişi, heyet tarafından karar alınıncaya kadar geçerli olmak kaydıyla işi durdurur. (3) İşin durdurulması kararı, ilgili mülki idare amirine ve işyeri dosyasının bulunduğu Çalışma ve İş Kurumu il müdürlüğüne bir gün içinde gönderilir. İşin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından yirmidört saat içinde yerine getirilir. Ancak, tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi nedeniyle verilen işin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından aynı gün yerine getirilir. (4) İşveren, yerine getirildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde, yetkili iş mahkemesinde işin durdurulması kararına itiraz edebilir. İtiraz, işin durdurulması kararının uygulanmasını etkilemez. Mahkeme itirazı öncelikle görüşür ve altı iş günü içinde karara bağlar. Mahkeme kararı kesindir. (5) İşverenin işin durdurulmasını gerektiren hususların giderildiğini [Çalışma Bakanlığına] yazılı olarak bildirmesi hâlinde, en geç yedi gün içinde işyerinde inceleme yapılarak işverenin talebi sonuçlandırılır. ...” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“KastMadde 21(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.TaksirMadde 22(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir....Kasten öldürmeMadde 81(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.Taksirle öldürmeMadde 85...(2) [Taksirle öldürme fiili], birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Kasten yaralamaMadde 86(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.)Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur......Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan ... az olamaz.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz. (2) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. (3) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.” Sondajla maden çıkarılan işlerin yapıldığı işyerleri ile yer altı ve yer üstü maden işlerinin yapıldığı işyerlerinde çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması için uyulması gerekli asgari şartlar, 19/9/2013 tarihli ve 28770 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nde (İş Güvenliği Yönetmeliği) belirtilmiştir. İş Güvenliği Yönetmeliği’nin , , vemaddeleri şöyledir: “İşverenin genel yükümlülükleriMadde 5 (1) İşveren aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:a) Çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamak amacıyla;1) İşyerleri, çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmayacak şekilde tasarlanır, inşa edilir, teçhiz edilir, hizmete alınır, işletilir ve bakımı yapılır.2) İşyerinde yapılacak her türlü çalışma, yetkili kişinin nezaretinde ve sorumluluğu altında yapılır.3) Özel riski bulunan işler yalnızca bu işlerle ilgili özel eğitim alan ehil kişiler tarafından ve talimatlara uygun olarak yapılır.4) Tüm güvenlik talimatları çalışanların anlayacağı şekilde hazırlanır.5) 18/6/2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak yeterli ilk yardım donanımı sağlanır ve en geç 6 aydabir [olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre yılda en az bir defa] olmak üzere düzenli olarak gerekli tatbikatlar yapılır. ... (4) Bir işyerinde birden çok işverene ait çalışanların bulunması durumunda, her işveren kendi kontrolü altındaki işlerden sorumludur. Ancak işyerinin tamamından sorumlu olan işveren, çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması ile ilgili tedbirlerin uygulanmasını koordine eder. Kendisine ait sağlık ve güvenlik dokümanında koordinasyonun amacını ve bu koordinasyonu sağlamak için alınacak tedbirler ile uygulanacak yöntemleri belirler. Bu koordinasyon her bir işverenin Kanunda [6331 sayılı Kanun] belirtilen sorumluluğunu etkilemez.Patlama, yangın ve zararlı ortam havasından korunmaMadde 7(1) İşveren, patlama ve yangın çıkmasını ve bunların olumsuz etkilerini önlemek üzere, patlayıcı ve sağlığa zararlı ortam havasının oluşmasını önlemek, yapılan işlemlerin doğası gereği patlayıcı ortam oluşmasının önlenmesi mümkün değilse patlayıcı ortamın tutuşmasını önlemek, patlama ve yangın başlangıçlarını tespit etmek, yayılmasını önlemek ve mücadele etmek için yapılan işe uygun tedbirler alır.Kaçış ve kurtarma araçlarıMadde 8(1) İşveren, bir tehlike anında çalışanların çalışma yerlerini en kısa zamanda ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için uygun kaçış ve kurtarma araçlarını sağlar ve kullanıma hazır bulundurur.İletişim, uyarı ve alarm sistemleriMadde 9 (1) İşveren, işyerinin bütününde gerekli haberleşme ve iletişim sistemini kurar.(2) İşveren, ihtiyaç halinde yardım, kaçış ve kurtarma işlemlerinin derhal uygulamaya konulabilmesi için gerekli uyarı ve diğer iletişim sistemlerini hazır bulundurur.” İş Güvenliği Yönetmeliği’nin maddesinde çalışanların hangi konularda bilgilendirilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bu düzenlemeye göre bilgiler, çalışanlar tarafından erişilebilir ve anlaşılır şekilde olur. İş Güvenliği Yönetmeliği’ne ekinde “Sondajla Maden Çıkarılan İşlerin Yapıldığı İşyerleri İle Yeraltı ve Yerüstü Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Genel Hükümler” ve “Yeraltı Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Özel Hükümler”e de yer verilmiştir. Bu hükümler organizasyon ve yönetim, mekanik ve elektrikli ekipman ve tesisatlar, bakım ve onarım; patlama riski, yangın tehlikesi ve zararlı ortam havasına karşı korunma, ulaşım yolları, kaçış yolları ve imdat çıkışları; arama, kurtarma ve tahliye ile havalandırma gibi konuları kapsamaktadır. Anılan hükümlerin olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre;- İşyerleri tehlikelere karşı yeterli koruma sağlanacak şekilde organize edilir. Çalışanların sağlık ve güvenliğini tehlikeye atmamak için işyerindeki tehlikeli veya atık maddeler uzaklaştırılır veya kontrol altında tutularak işyerinin her zaman düzenli bir durumda olması sağlanır.- İşyerinin varsa ocağını da kapsayacak şekilde gerekli haberleşme ve iletişim, uygun yollarla sağlanır.- Çalışma yapılan bütün yer altı işletmelerinde uygun havalandırma sağlanır. Üretime başlamadan önce her ocakta uygun bir havalandırma sistemi kurulur. Ocaklarda sağlığa uygun solunabilir hava sağlanması, ortamdaki patlama riskinin ve solunabilir toz konsantrasyonunun kontrol altında tutulması, kullanılan çalışma yöntemi ve çalışanların fiziki faaliyetleri dikkate alınarak çalışma şartlarına uygun hava özelliklerinin sağlanması ve bu durumun sürdürülebilmesi için sürekli havalandırma yapılması zorunludur. Bu şartların doğal havalandırma ile sağlanamadığı yerlerde, havalandırma bir veya daha fazla mekanik sistemle sağlanır. Havalandırmanın sürekliliğini ve kararlılığını sağlayacak tedbirler alınır. Mekanik havalandırma sistemi kullanılan ocaklarda hava akımı mümkünse doğal hava akımı doğrultusunda yönlendirilir. Havalandırma sistemlerinin devre dışı kalmaması için bu sistemler devamlı surette izlenir ve istenmeyen devre dışı kalmaları bildirecek otomatik alarm sistemi bulunur.- Havalandırma ile ilgili değerler periyodik olarak ölçülür ve ölçüm sonuçları kaydedilir. Havalandırma sisteminin detaylarını kapsayan bir havalandırma planı hazırlanır, periyodik olarak güncellenir ve işyerinde hazır bulundurulur.- İnsan ve malzeme taşımasında kullanılan kuyularda, lağımlarda, ana nefeslik yollarında, eğimli ve düz yollarda, hava hızı, saniyede 8 metreyi geçmez.- Havasında %19’dan az oksijen, %2’den çok metan, %5’ten çok karbondioksit, 50 PPM (%005) den çok karbonmonoksit ve diğer tehlikeli gazlar bulunan yerlerde çalışılmaz. Oksijen miktarı azalan veya yanıcı, parlayıcı ve zararlı diğer gazların karışmasıyla bozulan yahut çok ısınan hava akımları, diğer çalışma yerlerinden geçmesine meydan verilmeden, derhâl ve en kısa yoldan ocak dışına atılır. Hava özelliklerinin bozulmasından, ısınmasından ve oksijen azalmasından kaynaklı olumsuz etkilerinden çalışanları korumak için çalışmanın zorunlu olduğu durumlarda çalışma alanı ve zamanı sınırlandırılır.- Havalandırma sistemi kapı ve perdelerle havayı yönlendirecek şekilde düzenlenir. Kapı ve perdeler nakliyat esnasında havalandırma sistemini olumsuz etkilemeyecek şekilde ayarlanır. - Ana hava giriş ve çıkış yolları arasında bulunan barajlar, hava köprüleri ve kapılar, bir patlama veya yangın hâlinde kolayca yıkılmayacak sağlamlıkta ve dayanımda yapılır. - Ana vantilatör ve aspiratörler birbirinden bağımsız iki ayrı enerji kaynağına bağlanır. Bu enerji kaynaklarından birinin durması hâlinde diğer kaynağın ocak havalandırmasını aksatmayacak en kısa zamanda devreye girmesi sağlanır.- Ocağın çeşitli kısımlarında sıcaklık ve nem oranı düzenli olarak ölçülür. Nem oranı gözönünde bulundurularak hava sıcaklığının sağlığa zararlı düzeye yükselmemesi için gerekli tedbirler alınır. Bu düzeye yaklaşıldığında ölçme işlemi her gün gerekli görülecek aralıklarla yapılır ve ölçme sonuçları havalandırma defterine yazılır. Söz konusu şartların sağlık için tehlikeli olması hâlinde çalışma geçici olarak durdurulur.- Yapılan tüm çalışmalarda çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunmasının sağlanması için işverence atanan, yeterli beceri ve uzmanlığa sahip kişiler tarafından gerekli gözetim ve denetim yapılır. Sağlık ve güvenlik dokümanında, gerekli görülmesi hâlinde çalışılan yerler gözetim yapan kişi tarafından her vardiyada en az bir defa kontrol edilir. Yeterli beceri ve uzmanlığa sahip olmak şartıyla yukarıda belirtilen gözetim görevini işverenin kendisi üstlenebilir.- Çalışanlara sağlık ve güvenliklerini sağlayabilmeleri için yeterli bilgi, talimat ve eğitim verilir ve bu eğitimler tekrarlanır. İşveren, çalışanlara verilen talimatların kendilerinin ve diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmalarını önleyecek şekilde kolay anlaşılır olmasını sağlar.- Her işyeri için çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunması, patlayıcı maddelerin taşınması, depo edilmesi ve iş ekipmanlarının güvenli bir şekilde kullanılması için gerekli kuralları belirleyen yazılı talimatlar hazırlanır. Bu talimatlar, acil durum ekipmanlarının kullanımına ve işyerinde veya işyeri yakınındaki herhangi bir acil durumda nasıl hareket edileceğine ilişkin bilgileri de kapsar.- Her işyerinde ya da her işte güvenli çalışma yöntemleri uygulanır. Tesis, tahkim ve onarım işleri yapacak olanlar için gerekli güvenlik tedbirleri alınır.- İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemi dâhil olmak üzere çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak için alınan tedbirleri düzenli aralıklarla gözden geçirir.- Herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanların işyerini derhâl ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için gerekli tedbirler alınır.- Acil çıkış yolları doğrudan dışarıya veya güvenli bir alana veya toplanma noktasına veya tahliye noktasına açılır ve çıkışı önleyecek hiçbir engel bulunmaz.- Acil çıkış yollarının ve kapılarının sayısı, boyutları ve yerleri yapılan işin niteliğine, işyerinin büyüklüğüne ve çalışanların sayısına uygun olması sağlanır.-Acil çıkış kapıları dışarıya doğru açılır. Acil çıkış kapıları acil durumlarda çalışanların hemen ve kolayca açabilecekleri şekilde olur.- Çalışanlar herhangi bir acil durumda nasıl davranmaları gerektiği konusunda eğitilir. Arama, kurtarma ve tahliye konusunda yeterli sayıda destek elemanı görevlendirilir.- Kaçışın zor olduğu, zaman aldığı veya sağlığa zararlı havanın solunabileceği veya oluşabileceği yerlerde temiz hava sağlayan taşınabilir solunum cihazları bulundurulur. Bu cihazlar en kısa sürede ve kolaylıkla ulaşılabilir ve kullanıma hazır şekilde muhafaza edilir.- Çalışanlara gerektiğinde güvenli bir şekilde dışarı çıkabilmeleri için her zaman kolay ulaşabilecekleri yerlerde bulunacak kişisel solunum koruma cihazları verilir. Çalışanlar bu cihazların kullanımı ile ilgili olarak eğitilir. Bu cihazların her zaman çalışır durumda bulunmaları için düzenli kontrolleri yapılır ve işyerinde muhafaza edilir.- Yer altı ve yer üstü maden işyerlerinde arama, kurtarma ve tahliye ekiplerinin hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için uygun bir kurtarma istasyonu kurulur. Ancak yarıçapı en çok 50 kilometre olan alan içinde bulunan maden işyerleri merkezî bir yerde, ortaklaşa bir kurtarma istasyonu kurabilir. Bu hüküm, aynı işyerinin çeşitli ocakları için de geçerlidir. İşyerleri, bu istasyonun kuruluş ve yönetim giderlerini, çalıştırdıkları çalışanların sayısına göre aralarında paylaşır. - İşyerlerinde güvenlik tatbikatları yapılır ve düzenli aralıklarla tekrar edilir. Bu tatbikatların amacı acil durum ekipmanının kullanılması veya işletilmesi dâhil acil durumlarda özel görevi bulunan çalışanların eğitim ve becerilerinin kontrol edilmesidir. Görevli çalışanlara, uygun yerlerde bu ekipmanların doğru bir şekilde kullanılması veya işletilmesi hususunda da tatbikat yaptırılır. Tatbikatta kullanılan bütün acil durum ekipmanı test edilir, temizlenir ve yeniden dolumu yapılır veya yenilenir. Kullanılan bütün taşınabilir ekipmanlar muhafaza edildikleri yerlerine geri konulur.- Her ocakta arama, kurtarma ve tahliye ile görevli destek elemanlarının yararlanması için belli başlı kapıları, barajları, hava köprülerini, hava akımını ayarlayan düzeni ve telefon istasyonları gibi ihtiyaç duyulacak hususların yerlerini gösteren bir plan bulundurulur. Tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde çalışanların mesleki eğitimlerinin usul ve esasları, 13/7/2013 tarihli ve 28706 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Tehlikeli ve Çok Tehlikeli Sınıfta Yer Alan İşlerde Çalıştırılacakların Mesleki Eğitimlerine Dair Yönetmeliği’nde (Eğitim Yönetmeliği) düzenlenmiştir. 6/11/2010 tarihli ve 27751 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve olay tarihinde yürürlükte olan mülga Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği’nin (Uygulama Yönetmeliği) maddesine göre Uygulama Yönetmeliği’nde geçen daimi nezaretçi ifadesi, işletmede daimi olarak istihdam edilen maden mühendisini; teknik nezaretçi ifadesi, işletmelerdeki faaliyetlerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan, faaliyet bilgi formunun hazırlanmasından sorumlu ve yetkili maden mühendisini; teknik eleman kanun kapsamında MİGEM’e vermiş olduğu dilekçe ve eklerindeki evrakları imzalayarak beyanda bulunan maden, jeoloji ve jeofizik mühendislerini; rödövans sözleşmesi ifadesi, ruhsat sahalarındaki madenlerin üretilerek değerlendirilmesi amacıyla üçüncü kişilere veya kuruluşlara tasarruf hakkı sağlamak üzere ruhsat sahasının tamamı ya da bir kısmı için ruhsat sahiplerinin bu kişilerle yapmış oldukları sözleşmeleri ifade etmektedir. Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “Projeye uygun faaliyette bulunulması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) İşletme izinlerinin alınmasını takiben üretim faaliyetleri, projesine uygun olarak yürütülür. Birlikte işletilmesi zorunlu olan madenler bir proje kapsamında işletilir. Madencilik faaliyetleri sürdürülürken ve/veya tamamlandıktan sonra çevre ile uyum planı uygulanır. (2) Açık işletme ya da yeraltı işletmesine geçişler ile üretim yöntemi ile ilgili değişikliklerin, uygulanmadan önce [MİGEM’e] bildirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, sahadaki can ve mal güvenliği ile ilgili çalışmalar dışındaki üretim ile ilgili faaliyetler, değişikliklere ilişkin verilmesi gereken revize projenin onaylanmasına kadar durdurulur.... (4) İşletmelerde hazırlık ya da üretim çalışmaları sürdürülürken şev [İş Güvenliği Yönetmeliği’ne göre şev; kademe (açık işletmelerde belirli aralık, kot ve eğimlerle meydana getirilen basamak şeklindeki çalışma yerler), alın ve yüzlerindeki eğimi ifade etmektedir.] açısı, basamak yüksekliği, basamak genişliği, heyelan, göçük, tahkimat, alt yapı gibi nedenlerle can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluştuğunun tespiti halinde, gerekli önlemlerin alınması ve çalışmaların yapılabilmesi için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir. Mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irat kaydedilerek can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki hazırlık faaliyetleri dışındaki işletme faaliyetleri durdurulur.(5) Yeraltı işletmelerinde üretim çalışmaları sürdürülürken işletme projesine aykırı olarak; yeraltındaki üretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü alanların yerüstüne veya diğer kotlara iki ayrı yolla bağlanmadığı, panolarda havalandırmanın birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilmediği, yanıcı veya patlayıcı gaz geliri olabilecek ocaklarda yeterli cebri havalandırmanın yapılmadığı, havalandırmanın projeye uygun tesis edilmediğinin tespit edilmesi halinde can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki faaliyetler dışındaki üretim faaliyetleri durdurulur. (6) Üretim faaliyetleri durdurulan sahalarda faaliyet durdurma nedenine yönelik gerekli tedbirlerin alındığının ruhsat sahibince[MİGEM’e] bildirilmesini müteakip teknik heyet raporu ile gerekli tedbirlerin alındığının tespit edilmesi halinde üretime yönelik faaliyetlere izin verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetim” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kanun gereğince ruhsat veya sertifika sahibince düzenlenmiş mali ve teknik belgelerin, ruhsat veya sertifika alanındaki madencilik faaliyetlerinin, ihbar ve şikayetlerin inceleme ve denetimi [MİGEM] tarafından görevlendirilen personelce yerinde yapılır.(2) [MİGEM], diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üniversitelerden inceleme ve denetimin gerektirdiği mesleki tecrübeye sahip olan personelleri de görevlendirebilir.(3) Yapılacak inceleme ve denetimlerde oluşturulacak heyet; maden mühendisi, jeoloji mühendisi ile yapılacak inceleme ve denetimlerin özelliğine göre jeofizik mühendisi, haritacı, mali uzman, hukukçu veya diğer meslek mensuplarından en az üç kişiden oluşur.(4) İnceleme ve denetimlerde ruhsat sahibi [MİGEM’e] verdiği teknik ve mali belgelerin hazırlanmasına esas olan bütün belgelerin asıllarını, yapılmış hesapları talep halinde heyet üyelerine göstermek zorundadır.(5) Madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılan ihbar ve şikâyetlerin değerlendirilebilmesi için, dilekçe ekinde şikayetçinin T. Kimlik Numarası beyanının yer alması gerekir..” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetimin yapılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“1) İnceleme ve denetim sırasında teknik ve mali belgeler ile bu belgelerin hazırlanmasına esas teşkil eden işletme projesinin uygulanması ile ilgili hususlar, üretim yöntemi, üretim miktarı, üretilen madenin kullanım alanı, sevk fişleri, faturalar, satış belgeleri gibi Kanun ve mevzuat gereği diğer belgeler incelenir. Her türlü denetimde çevre ile uyum planına uygun çalışılıp, çalışılmadığı kontrol edilir.(2) İnceleme ve denetim sonunda düzenlenen ve mevcut durumu belirten tutanak iki nüsha hazırlanarak heyet üyeleri, ruhsat sahibi veya vekili veya sahanın teknik nezaretçisi tarafından imzalanır. Ruhsat sahibi, vekili veya teknik nezaretçi, tutanakta katılmadığı hususlara şerh düşebilir. Ancak imzadan imtina edilmesi halinde bu durum tutanakta belirtilir. Tutanağın bir nüshası ilgiliye verilir. Bu tutanakta belirtilen hususlar ruhsat sahibine tebliğ edilmiş sayılır.(3) Ruhsat sahasında yapılan tetkiklere ait detay bilgileri içeren rapor hazırlanır. Ruhsat sahibinin talep etmesi durumunda bir örneği verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“Teknik nezaretçinin görevleriMadde 130(1) Teknik nezaretçi, maden işletmelerinin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yaparak Kanun ve ilgili yönetmeliklerde yer alan görevleri yerine getirmekle sorumlu ve yükümlüdür. Teknik nezaretçilerin yetki ve sorumluluklarıMadde 134(1) Teknik nezaretçisi olmayan ruhsat sahalarında üretim yapılamaz.(2) Teknik nezaretçinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:a) Teknik nezaretçi, sorumluluk alanı [MİGEM tarafından] onaylanmış ruhsat sahasının her yerinde görevi ile ilgili inceleme yapmak ve gerekli her türlü bilgiyi alma ve Kanun kapsamında gerekli önlemlerin aldırılması yetkisine sahiptir. Bu yetkinin kullandırılmamasından ruhsat sahibi sorumludur.b) Teknik nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür. Teknik nezaretçi, atandığı ve sorumlu olduğu ruhsat sahasının faaliyetlerini ve üretimlerini on beş günde en az bir defa denetlemek, tespitlerini ve önerilerini teknik nezaretçi defterine not etmek zorundadır...  ...ç) Teknik nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetler ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları, öneri ve önlemleri belirler. Ruhsat sahibi/vekili tarafından, bu öneri ve önlemler işyerinde çalışanların görebileceği şekilde ilan edilir ya da panoya asılır. Aynı zamanda içeriği [MİGEM] tarafından belirlenmiş ve noter onaylı ’Teknik Nezaretçi Defteri’ne rapor ederek ruhsat sahibine bildirir. Eksiklik ve aksaklıkların, öneri ve önlemlerin rapor edilmemesinden teknik nezaretçi, bunların yerine getirilmemesinden ruhsat sahibi sorumludur.d) Teknik nezaretçi, işyerinde yaptığı inceleme ve gözlemlerde işletme projesine aykırı faaliyette bulunulduğunu ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunu tespit etmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetleri durdurur ve durumu ilgili kurum veya kuruluşlara bildirir. ...f) Galeri sürülmesi ve/veya üretime hazırlık çalışmalarında teknik nezaretçi atanması zorunludur.Daimi nezaretçinin görevleriMadde 138(1) Daimi nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür. (2) Daimi nezaretçi üretim yerindeki günlük faaliyetleri planlar ve yürütülmesini sağlar, can ve mal emniyeti yönünden tehlikeli bir durumun varlığı söz konusu olduğu zaman gerekli tedbirlerin alınmasına nezaret eder, hemen tedbir almanın mümkün olmadığının belirlenmesi halinde üretim faaliyetlerini önlemlerin alınmasına kadar durdurur.(3) Daimi nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetleri ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları gidermek amacıyla önlemleri belirleyerek ruhsat sahibine/rödövansçıya bildirir. Tedbirlerin alınmasına nezaret eder.(4) Eksiklik ve aksaklıkların giderilmesini doğrudan ilgilendiren malzeme ve teçhizatın temin edilmesinden ruhsat sahibi/rödövansçı sorumludur.Zorunlu olarak daimi nezaretçinin çalıştırılacağı ruhsat sahalarıMadde 141(1) Maden mühendisinin daimi nezaretçi olarak istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Ruhsat sahasındaki tesislerde çalışanlar hariç maden işletme faaliyetleri için en az on beş işçi çalıştıran açık işletmeler,b) Ruhsat sahasında yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler.(2) Teknik nezaretçi ataması yapılmış sahalarda, daimi nezaretçi olarak maden mühendisinin istihdam şartının oluştuğu ancak daimi nezaretçi görevlendirilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahibi uyarılır ve on beş gün süre verilir. Verilen süre sonunda daimi nezaretçi görevlendirilmez ise teminat irat kaydedilir ve faaliyetler durdurulur.(3) Daimi nezaret görevi üstlenmiş olan mühendisler, teknik nezaretçi olarak atanamaz.Teknik elemanın görevleriMadde 143(1) Teknik eleman, Kanun ve yönetmeliklerinde yer alan hükümler gereği görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür.Zorunlu olarak teknik eleman çalıştırılacak ruhsat sahalarıMadde 146(1) Teknik eleman istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Tesislerde çalışanlar hariç madencilik faaliyeti kapsamında en az 15 işçi çalıştıran işletmeler,b) Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler,c) Vardiyalı olarak çalışan işletmelerde her vardiyada teknik eleman istihdam edilmesi zorunludur. (2) Yeraltı işletmelerinde işletmede birden fazla işletmeci var ise ve üretim farklı işletmeciler tarafından gerçekleştiriliyorsa her işletme için ayrı ayrı teknik eleman görevlendirilir.(3) Teknik eleman istihdam edilmesi şartının oluştuğu işletmelerde şartların oluşması durumunda her vardiya için çalışan işçi sayısına göre vardiya başına en az bir teknik eleman görevlendirilir.(4) Teknik eleman istihdam şartının oluştuğu ancak teknik eleman istihdam edilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahası için teknik eleman istihdamı için on beş gün süre verilir. Bu sürede teknik eleman istihdamı yapılmayan sahalarda üretim faaliyetleri durdurulur.(5) Açık işletmelerde, teknik eleman istihdam şartının oluştuğu durumlarda ve bir ruhsat sahasında birden fazla işletmeci olması halinde sadece bir işletmeye ait alanda istihdam edilebilir. Aynı kişi, diğer işletme veya işletmelerde istihdam edilemez.(6) Zorunlu olarak istihdam edilen teknik eleman şartları sağlaması durumunda daimi nezaretçilik görevi de üstlenebilir.” İşyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği açısından yer aldığı tehlike sınıfları 26/12/2012 tarihli ve 28509 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği’nin (Tehlike Sınıfları Tebliği) ekinde belirtilmiştir. Sözü edilen listeye göre taş kömürü ve linyit madenciliği de dâhil madencilik alanında faaliyet gösteren çoğu işyeri çok tehlikeli sınıfta yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9541
Başvuru, bir yer altı maden ocağında meydana gelen ve birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia çerçevesinde dile getirilen yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar hakkındadır.
0
Başvuru; kesin mahkûmiyetle sonuçlanmayan ceza yargılamasının hükme esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin, idarenin savunması ekinde sunulan belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, kamu görevinden ayırma işleminde ayrımcı tutumla uygulama yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi imkanının tanınmaması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1999 yılından 2013 yılının Temmuz ayına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)bünyesinde astsubay olarak görev yapmıştır. 2013 yılının Ocak ve Şubat aylarında sosyal medyada (Twitter) TSK'nın itibarını sarsıcı ve siyasi içerikli paylaşımlarda bulunması gerekçe gösterilerek başvurucu hakkında 29/5/2013 tarihi itibarıyla idari soruşturma başlatılmıştır. Oluşturulan İdari Tahkikat Komisyonu, başvurucunun kendisine ait olduğunu ifadesinde ikrar ettiği sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımların askerlik mesleğini küçük düşürücü, TSK'nın itibarını zedeleyici, disiplinsizliğe sevk edici nitelik taşıdığı sonucuna ulaşmış ve başvurucunun TSK'dan ilişiğinin kesilmesinin uygun olduğu yönündeki kanaatini Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bildirmiştir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 13/6/2013 tarihli işlemiyle bu öneri uygun bulunmuştur. Uygun bulma kararının ardından Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı tarafından başvurucu hakkında TSK bünyesinde kalması uygun değildir sicili düzenlenmiştir. Genel Kurmay Başkanlığınca Deniz Kuvvetleri Komutanlığının kararına göre işlem yapılmasının uygun bulunması üzerine 1/7/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı onayı ile kesinleşen işlem uyarınca başvurunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Diğer taraftan idari tahkikat komisyonu İzmir Güney Deniz Saha Komutanlığı Askeri Savcılığına, tahkikata konu eylemler nedeniyle soruşturma emri vermiş ve başvurucu hakkında astlık üstlük ilişkilerini zedelemeye yönelik alenen tahkir edici hareketlerde bulunmak suçundan kamu davası açılmıştır. Kamu davasının seyrine ilişkin olarak başvuru formu ve eklerinde bilgi veya belge sunulmamıştır. Başvurucu ilişik kesme işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi nezdinde dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 12/11/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle konuya ilişkin mevzuata ve başvurucunun mesleki safahatına yer verilmiştir. Başvurucunun sicil ortalamasının çok iyi düzeyde gerçekleştiği, toplamda yedi kez takdirname aldığı, 2001 ve 2004 yılları arasında ise sicil üstleri tarafından hakkında menfi kanaat belirtildiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun 2000 ve 2005 yılları arasında beş defa (izinsizlik, oda hapsi, uyarı) disiplin cezası aldığı; bu cezalara görev yapmak konusunda isteksizlik, disiplinsizlik, çalışma düzeninde uyumsuzluk, lakayt davranış gibi fiillerin neden olduğu ve son olarak da sosyal medyada yer alan paylaşımlar nedeniyle başvurucu hakkında idari soruşturma açıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkında tesis edilen işlemin yetki ve şekil unsurları yönünden hukuka uygun olduğu saptandıktan sonra işlemin esasına yönelik değerlendirmeye geçilmiştir. Bu aşamada öncelikle idarenin hizmeti aksatacak, verim alınamayacak personeli bünye dışına çıkarma konusunda yetki sahibi olduğu ancak bu konudaki yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda kullanması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun mesleki safahatı ve hakkında açılan idari soruşturma değerlendirildiğinde disiplin durumunun TSK bünyesinde görev almaya engel olacak nitelikte bulunduğu ve hizmetin gerektirdiği tavrı sergilemekten uzak olduğu, bu nedenle de idare tarafından tesis edilen işlemin maddi gerçekle bağdaştığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak idarenin işlemin tesisinde takdir yetkisini objektif kriterlere uygun ve ölçülü kullandığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun kesinleşmiş bir mahkûmiyet bulunmadan işlem tesis edildiği iddiası yönünden ise açılan soruşturmanın disiplinsizlik nedeniyle başlatılan bir idari soruşturma olduğu, disiplin hukuku kuralları çerçevesinde yürütülen bu soruşturmanın karara bağlanması için bir ceza yargılaması kararına ihtiyaç duyulmadığı ve idari sürecin usulüne uygun olarak sonuçlandırıldığı belirtilmiştir. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi mahkemenin 7/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararın 27/4/2015 tarihinde tebellüğ edilmesinin ardından 4/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin (b) bendinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan hali şöyledir: "Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır." 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin "Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle ayırma usulleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Silahlı Kuvvetlerde kalmaları, son rütbelerine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: a) Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,b)Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,c) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara veya borçlanmaya düşkün olması, d) Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması, e) Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar. " 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez.  Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7304
Başvuru, kesin mahkûmiyetle sonuçlanmayan ceza yargılamasının hükme esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin, idarenin savunması ekinde sunulan belgelerin incelettirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, kamu görevinden ayırma işleminde ayrımcı tutumla uygulama yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi imkanının tanınmaması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, şirket zararının tazmini istemiyle açılan sorumluluk davasının reddine karar verilmesine rağmen ilgili kanun maddesi hatalı yorumlanarak davada kendini vekille temsil ettiren davalılar lehine nispi yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve maddenin Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi gerektiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 3/3/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmemişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yönetim ve denetim kurulu üyesi oldukları şirketin yönetimine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından 13/2/2004 tarihinde alınan kararla el konulmuştır. Başvurucular aleyhine, görevli oldukları şirketi 2002, 2003 ve 2004 yıllarında yönetim ve denetim kurulu üyesi olarak zarara uğrattıkları gerekçesiyle İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) 28/12/2006 tarihinde şirket adına denetim kurulu üyeleri tarafından sorumluluktan kaynaklanan tazminat davası açılmıştır. Dava açıldığında talep edilen tazminat miktarı 000 TL iken sonraki süreçte ıslah yoluyla bu miktar 366,45 TL’ye yükseltilmiştir. Yargılama sırasında dosyaya sunulan ve davacı şirket ile TMSF arasında düzenlenen 1/5/2007 tarihli temlik sözleşmesi gereğince davaya ilişkin tüm alacak ve hakların davacı şirket tarafından TMSF’ye devri üzerine dava, TMSF tarafından devam ettirilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Mahkemece 8/3/2010 tarihli ve E.2006/788, K.2010/115 sayılı karar ile davacı şirketin zarara uğradığının ispatlanamadığı, bir zarara uğramış olduğu kabul edilse bile zararın davalı olan başvurucuların kusurundan kaynaklanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme dava sonunda 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun maddesinin son fıkrası ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 2010 yılıAvukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) uyarınca 000 TL maktu vekâlet ücretinin davacıdan alınarak başvurucular ve diğer bir davalıya müştereken ödenmesine karar vermiştir. Bu karar, davacı ve başvurucular tarafından temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2010/10853, K.2012/14792 sayılı ilamı ile onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 24/5/2013 tarihli ve E.2013/3766, K.2013/10776 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Nihai karar başvuruculara 2/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5411 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Faaliyet izni kaldırılan bankaların tasfiyelerinin tamamlanması ancak iflas veya tasfiye masa alacaklarının tahsil edilememiş olması hâlinde, bankanın sorumlulukları tespit edilen ortakları, yönetim kurulu eski üyeleri ve denetçileri aleyhine varsa ibralarının iptali ve işlemleri nedeniyle verdikleri zararın tazmini için tasfiyenin tamamlanmasını müteakip beş yıl içinde Fon tarafından dava açılabilir. Fon bankalarının hisselerinin üçüncü kişilere devir veya intikali hâlinde banka tarafından, bankanın eski ortakları, yöneticileri ve denetçileri hakkında açılmış olan dava ve takiplere Fon tarafından kanunî halef sıfatıyla kaldığı yerden devam olunur. Bu dava ve takipler sonucunda hükmolunacak tutarlar Fona ait olur. Bu bankaların başka bir bankaya devredilmesi ya da başka bir banka ile birleşmesi, hisselerinin üçüncü kişilere devredilmesi ya da tasfiyelerine karar verilmesi hâlinde, bu işlemlerin tamamlanmasını takip eden beş yıl içinde bankanın sorumlulukları tespit edilen yönetim kurulu eski üyeleri ve eski denetçileri aleyhine varsa ibralarının iptali ve işlemleri nedeniyle verdikleri zararın Fon adına tazmini istemi ile Fon tarafından dava açılabilir. Dava açılmasına dair Fon Kurulu kararı dava şartı olarak aranan genel kurul kararı yerine geçer.  Bu madde kapsamında açılan veya açılacak davalar ile kanunî halef sıfatıyla takip edilen davalarda, lehine hükmedilen tarafa vekâlet ücreti maktu olarak belirlenir." 5411 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi hâlinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın, Fon bankalarının; a) Yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin,b) Hâkim ortağı olan tüzel kişilerin,c) Gerçek ve tüzel kişi hâkim ortaklarının hâkim ortak olduğu şirketlerin,d) Yukarıda sayılan kişiler adına hareket eden veya onlar hesabına kendi adına para, mal veya hak edinen şirketlerin ortaklarının,Bu maddede belirtilen şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir....(Ek fıkra: 08/03/2006-5472 S.K./mad) Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrası ile bu madde kapsamında olan şirketler ile sermayesinin % 50’sinden fazlasını temsil eden hisselere Fonun, Fon Bankasının veya Fon iştiraklerinin sahip olduğu şirketler, yönetim kurulları tarafından alacaklılarına ve borçlularına Fonun belirlediği esaslar çerçevesinde yapılacak ilânı müteakiben düzenlenen bilançoları esas alınarak Fon Kurulu kararı ile İcra ve İflas Kanunu, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın tasfiye olunur. Tasfiyeye ilişkin Fon Kurulu kararı şirketin infisah ettirilmesi anlamında olup, bu şirketler Fonun yazılı bildirimi üzerine ilgili sicilden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın terkin olunur. Tasfiye kararı aleyhine ilgililer tarafından açılacak davalar Fonun merkezinin bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Fon Kurulu tarafından tasfiyesine karar verilen şirketlerin iflas ve ihyası istenemez. Yapılan ilân neticesinde kayıt altına alınan alacaklar Fon tarafından bu Kanun, 6183 sayılı Kanun ve İcra ve İflas Kanununun 206 ncı maddesine uygun olarak düzenlenecek sıra cetveli ile tasfiye kararı verilen şirketin alacaklılarına dağıtılır. Bu madde hükümlerine uygun olarak tasfiye olunan şirketlerin hâkim ortakları ve yöneticileri ile üçüncü şahıslar aleyhine açılan şahsi sorumluluk, iflas ve alacak davaları kanunî halef; ceza davaları kanunî müdahil sıfatıyla Fon tarafından devam ettirilir..." 24/12/2009 tarihli ve 27442 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2010 yılı AAÜT’nin maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur. " 2010 yılı AAÜT’nin ikinci kısmının ikinci bölümü şöyledir:"Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret ...  Asliye Mahkemelerinde takip edilen davalar için 000,00 TL ..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6943
Başvuru, şirket zararının tazmini istemiyle açılan sorumluluk davasının reddine karar verilmesine rağmen ilgili kanun maddesi hatalı yorumlanarak davada kendini vekille temsil ettiren davalılar lehine nispi yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve maddenin Anayasa ya aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi gerektiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 22/3/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği, bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 12/6/2020 tarihli dava dilekçesi ile Türk Ekonomi Bankası A.Ş. hakkında menfi tespit davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde ekonomik durumunun iyi olmadığını belirterek ve taşınmazları üzerinde icrai haciz, ihtiyati haciz, kamu haczi, ihtiyati tedbir veya icra yoluyla satış kayıtları bulunduğunu belgeleriyle sunarak adli yardım talep etmiştir. Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) 9/10/2020 tarihli ara kararı ile adli yardım talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; yeterli belge sunulmadığı gibi sunulan belge örneklerinden adli yardımdan yararlandırmaya ilişkin farklı bir belge bulunmadığı ve bu yolda kanaat oluşmadığı belirtilmiştir. Mahkemece verilen ara karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz üzerine Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi 23/11/2020 tarihli kararı ile itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu 8/12/2020 tarihli dilekçe ile harç ve masrafları ödeyemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme ise 13/12/2020 tarihinde başvurucuya gider avansını iki haftalık kesin süre içerisinde yatırmasını aksi takdirde davanın usulden reddine karar verileceğini, başvuru ve peşin harcı ise bir haftalık kesin süre içerisinde yatırmasını aksi takdirde davanın açılmamış sayılacağını ihtar etmiştir. Mahkeme 18/2/2021 tarihli ara kararıyla başvurucunun verilen kesin süre içerisinde harcı yatırmadığından dosyanın işlemden kaldırılmasına, akabinde 25/5/2021 tarihli kararıyla dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay içerisinde harcın yatırılarak yenileme dilekçesi verilmediği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuş olup inceleme devam etmektedir. Başvurucunun itiraz aşamasında ve bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü taşınmazları üzerinde kısıtlama şerhleri olduğu iddiası Anayasa Mahkemesi tarafından Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden incelenmiştir. Yapılan incelemede söz konusu taşınmazlar üzerine konulmuş olan ve hâlen devam ettiği anlaşılan icrai haciz, ihtiyati haciz, kamu haczi, ihtiyati tedbir veya icra yoluyla satış kayıtları bulunduğu görülmüştür. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nuni. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.''ii. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir. Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır."iii. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir."iv. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20059
Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, alacak davasında gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 28/2/2013 tarihinde dava açılmıştır. İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme yoluna başvurulmamış, karar kesinleşmiştir. Onama kararının 24/4/2019 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından başvurucu 22/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18489
Başvuru, alacak davasında gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; tutuklu devam edilen yargılamanın makul sürede bitirilmemesi ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında Deniz Yılmaz, Murat Çiftçi, Rahim Akgül 29/9/2009 tarihinde, Mehmet Güler ise 1/10/2010 tarihlerinde gözaltına alınmışlardır.. Başvurucular Deniz Yılmaz, Murat Çiftçi, Rahim Akgül Adana AğırCeza Mahkemesinin 1/10/2009 tarihli ve 2009/46Sorgu sayılı kararıyla silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklanmışlardır. Mahkeme tutuklamaya gerekçe olarak "...atılı suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suçun CMK 100'de sayılan katalog suçlardan olması nazara alındığında kaçacağına dair somut olguların varlığı.." nı göstermiştir. Başvurucu Mehmet Güler ise Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2009 tarihli ve 2009/41 Sorgu sayılı kararıyla terör örgütü adına suç işlemeksuçundan tutuklanmıştır. Mahkeme, tutuklamaya gerekçe olarak "kuvvetli suç şüphesinin bulunması, verilmesi muhtemel ceza miktarı, suçun CMK 100'de sayılan katalog suçlardan olması.."nı göstermiştir. Başvurucular hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 28/12/2010 tarihli ve E.2009/495 sayılı iddianamesi ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinde silahlı terör örgütü adına suç işleme, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma, tehlikeli maddelerin izinsizbulundurulması ve el değiştirilmesi, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, mala zarar vermesuçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Başvurucular hakkındaki dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/182 sayılı dosyasında görülmeye başlanmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 4/2/2010 tarihli ve E.2009/182, K.2010/7 sayılı kararıyla aralarında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu, delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçeleriyle E.2009/182 sayılı dava dosyasının E.2009/170 sayılı dava dosyasında birleştirilmesine ve yargılamanın E.2009/170 sayılı dava dosyası üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 3/2/2011 tarihli ve E.2009/170, K.2011/17 sayılı kararıyla başvurucuların üzerlerine atılı suçtan mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 21/11/2011 tarihli ve E.2011/9911, K.2011/28820 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma üzerine dava Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/35 sayılı esasına kaydedilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 13/5/2013 tarihli ve 2012/310 Soruşturma sayılı iddianamesi ile sanıklar hakkındatasarlayarak patlayıcı madde kullanmak suretiyle kasten öldürmeye teşebbüs, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçlarından cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır. Bu dava Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/129 sayılı esasına kaydedilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 25/7/2013 tarihli ve E.2013/129, K.2013/76 sayılı kararıyla E.2013/129 sayılı dava dosyasının aralarında hukuki ve fiili bağlantı bulunması nedeni ile Adana Ağır Ceza MahkemesininE.2012/35 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine ve yargılamanın E.2012/35 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Başvurucular son olarak 9/1/2014 tarihinde tahliye talebinde bulunmuşlardır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi, 21/1/2014 tarihinde başvurucuların "atılı suçların niteliği, kanıt durumu, gizli tanıkların sanıklar aleyhlerine beyanları, atılı suçlar için kanunda öngörülen ceza miktarları, kaçma ve delilleri karartma olasılığı, haklarında tefrik kararı verilen bir kısım sanığın beyanları..." gerekçesiyle tahliye taleplerinin reddine ve tutukluluklarının devamına itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 5/2/2014 tarihli ve E.2014/18 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucuların itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucular bu kararı 6/2/2014 tarihinde öğrenmişlerdir. Başvurucular 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 11/3/2014 tarihli veE.2012/35, K.2014/57 sayılı kararıyla görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararı üzerine dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/172 sayılı esasına kaydedilmiştir. Başvurucular 1/4/2014 tarihinde tahliye edilmişlerdir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 19/4/2016 tarihli ve E.2014/172, K.2016/213 sayılı kararıyla başvurucuların adam öldürmeye teşebbüs etmek, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik eylemde bulunmak suçlarından beraatlerine; silahlı terör örgütü propagandası yapmak suçundan açılan davanın ertelenmesine; genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak suçundan hüküm kurulmasına yer olmadığına; mala zarar vermek, izinsiz tehlikeli madde bulundurmak, silahlı terör örgütü adına suç işlemek suçlarından mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Anılan karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.Başvurucuların 4/12/2004 Tarihli ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Maddesine Dayanarak Açtıkları Tazminat Davaları Başvurucu Rahim Akgül 14/2/2014 havale tarihli dilekçesiyle, Adana Ağır Ceza Mahkemesinde uzun süredir tutuklu olması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Bu dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 27/2/2014 tarihli ve E.2014/86 K.2014/114 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 28/9/2015 tarihli ve E.2014/20040, K.2015/13914 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtayın bozma gerekçesi şu şekildedir:"... Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulunun aranmayacağı da dikkate alınarak bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2009 tarihinde tutuklanan ve dosyaya fotokopisi sunulan bir kısım kararlara göre tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/l-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin, makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili diğer bütün tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin gözetilmemesi ve yukarıda bahsedilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi “Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının" sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki “Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır” düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1 -d maddesine göre, “Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen” kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 142/7 maddesi gereğince taraflar adına açıklamalı çağrı kağıdı çıkarılarak, kararın duruşmalı olarak verilmesi gerektiği gözetilmeden, Cumhuriyet savcısından yazılı mütalaa alınarak davanın reddine karar verilmesi suretiyle, CMK’nın 142/7 ve 188/ maddelerine muhalefet edilmesi, isabetsiz olup, davalı ve davacı vekillerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/ maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un maddesi gereğince isteme uygun olarak bozulmasına, 2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Bozma kararı üzerine dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/70 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir. Başvurucu Murat Çiftçi 12/2/2014 havale tarihli dilekçesiyle, Adana Ağır Ceza Mahkemesinde uzun süredir tutuklu olması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Bu dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 3/3/2014 tarihli ve E.2014/118, K.2014/99sayılı kararıyla başvurucu hakkındaki yargılamanın devam ettiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 28/9/2015 tarihli ve E.2014/22510, K.2015/13907 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtayın bozma gerekçesi şu şekildedir:"...Tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında da dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulu da aranmayacaktır, Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2009 tarihinde tutuklanan ve dosyaya fotokopisi sunulan bir kısım kararlara göre tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin vemakul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame,davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi “Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının“ sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/maddesindeki “Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır” düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, “Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen” kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasınındeğerlendirilmesinden sonra sanığın tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 142/7 maddesi gereğince taraflar adına açıklamalı çağrı kağıdı çıkarılarak, kararın duruşmalı olarak verilmesi gerektiği gözetilmeden, Cumhuriyet savcısından yazılı mütalaa alınarak tensiben davanın reddine karar verilmesi suretiyle, CMK’nın 142/7 ve 188/ maddelerine muhalefet edilmesi, isabetsiz olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/ maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un maddesi gereğince isteme aykırı olarak bozulmasına, 2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Bozma kararı üzerine Adana Ağır Ceza Mahkemesi 30/6/2016 tarihli ve E.2016/73, K.2016/329 sayılı kararıyla başvurucunun davasının kısmen kabulüne kısmen reddine ve başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğu gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesinin kararını temyiz etmiştir. Temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu Deniz Yılmaz 14/2/2014 havale tarihli dilekçesiyle, Adana Ağır Ceza Mahkemesinde uzun süredir tutuklu olması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Bu dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 18/2/2014 tarihli ve E. 2014/53, K.2014/58sayılı kararıyla reddedilmiştir.  Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 8/6/2015 tarihli ve E.2014/23346, K.2015/10032 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtayın bozma gerekçesi şu şekildedir:"...Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; davacı vekilinin, 2014 havale tarihli dava dilekçesi ile davacının 2009 yılından bu yana 5 yıldır tutuklu olarak yargılanmakta olduğunu ve yapılan yargılamanın Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/35 Esas sayılı dosyası üzerinden yürütüldüğünü, davacı hakkında her defasında kanundaki ibarelerin tekrar edilmesi suretiyle tutukluluk halinin devamına karar verildiğini, tutuklamanın koruma tedbiri olduğu kuralının ihlal edildiğini ve davacı hakkında makul sürede karar verilmediğini belirterek CMK'nın maddesinin fıkrasının (a) ve (d) bendleri uyarınca manevi tazminat talebinde bulunduğu dikkate alındığında, tazminat davasının dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip, incelenerek denetime olanak verecek şekilde davacı ile ilgili evrakların onaylı suretleri dosyaya konularak, davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi ve CMK'nın 142/ maddesi gereğince, tarafların duruşmadan haberdar edilerek duruşmalı olarak karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kanuna aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'nın maddesi gereğince isteme uygun olarak bozulmasına,[karar verildi]. " Bozma kararı üzerine Adana Ağır Ceza Mahkemesi 5/2/2016 tarihli ve E.2015/347, K.2016/63 sayılı kararıyla başvurucunun davasının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:"...Davacının tazminat talebinin CMK'nın 141/1-a-d bendine dayandığı, CMK'nın 141/1-a-d maddesine dayanılarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilmek için Yargıtay Ceza Dairesi'nin yerleşik kararları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve maddeleri gereğince davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul süre içerisinde yargılama merciine çıkarılmaması ve bu süre içerisinde de hakkında hüküm verilmemesi gerektiği, davacının da üzerine atılı ve iddia olunan suçlar nedeniyle usulüne uygun olan ve makul olan gözaltına alma işleminden sonra 01/10/2009 tarihinde tutuklandığı, hakkında tutukluluk halinin devamına karar verildiği, bu kararların da davacıya tebliğ edildiği, yargılamanın davacı ile yargılanan ve birleştirilen dosyalardaki sanık sayısı da gözetildiğinde makul sayılabilecek nitelikte 03/02/2011 tarihinde sona erdirildiği, kovuşturma aşamasının yargılama safhasında yargılamanın ve tutukluluk halinin Ağır Ceza Mahkemelerinde öngörülen CMK'nın 102/2 maddesindeki 2 yıllık süreyi aşmadığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 12/04/2011 tarih, 2011/1-51 Esas, 2011/42 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere Yargıtay aşamasında bozma ilamına kadar geçen sürenin de uzun tutukluluk süresinden sayılamayacağı yönündeki tespiti, bozma ilamından sonra da Adana Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2012/35 Esas sayılı dava dosyasında davacının tutukluluk halinin devamına ve bu tutukluluk durumunun 30'ar günlük değerlendirilmesi halinde aynı gerekçelerin tekrarlanmaksızın farklı sebeplerle tutukluluk halinin devamına karar verildiği, 6526 Sayılı Yasayla TMK 10 Madde İle GörevliÖzel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmış olduğu, davacının da tutukluluk halinin yine CMK'nın 102/2 maddesinde belirtilen en fazla 5 yıllık olabilecek tutukluluk süresini aşmadan sonlandırıldığı, tutuklama, tahliye yazıları ve tutukluluk halinin devamına dair verilen kararlara ilişkin duruşma tutanakları da hep birlikte değerlendirildiğinde, davacının kanunda belirtilen koşullar kapsamında tutuklandığı ve tutukluluk halinin devamına karar verildiği, ayrıca kanuna uygun olarak tutuklandıktan sonra makul süre içerisinde yargılama mercii olan Adana TMK 10 İle Görevli Ağır Ceza Mahkemesi huzuruna çıkarıldığı, yargılamanın halen derdest olmasının TMK 10 maddesi ile görevli olan Ağır Ceza Mahkemelerinin kapatılmasından kaynaklandığı, kaldı ki Genel Görevli Mahkemece de davacının tutukluluk halinin sonlandırıldığı, bu haliyle makul sürede yargılanmadığı yönündeki iddia bakımından tazminatı gerektiren bir hak ihlalinin bulunmadığı anlaşıldığından ....[temyiz yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verilmiştir.] " Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin kararını temyiz etmiştir. Temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu Mehmet Güler 14/2/2014 havale tarihli dilekçesiyle, Adana Ağır Ceza Mahkemesinde uzun süredir tutuklu olması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Bu dava Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 23/5/2014 tarihli ve E.2014/92, K.2014/208sayılı kararıyla reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 29/2/2016 tarihli ve E.2015/2851, K.2016/3143 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Yargıtayın bozma gerekçesi şu şekildedir:"...Aynı şekilde tutuklamanın uzun sürmesi nedeniyle açılacak tazminat davalarında dayanak mahkeme kararının kesinleşmesi beklenmeyeceği gibi, davacının beraat etmesi koşulunun aranmayacağı da dikkate alınarak bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2009 tarihinde tutuklanan ve dosyaya fotokopisi sunulan ve dosya içerisine alınan bir kısım kararlara göre tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/l-a-d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin, makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasının celp edilip soruşturma ve kovuşturma kapsamı ayrıntılı olarak incelenip bu hususa ilişkin ayrıntılı dosya inceleme tutanağı da düzenlenerek, özellikle davacı (sanık) hakkında düzenlenmiş olan yakalama, gözaltı ve ifade tutanakları, tutuklama kararı, tüm tutuklama inceleme tutanakları, tutuklama ve tahliye müzekkereleri ile iddianameler başta olmak üzere ilgili bütün karar, tutanakvebelgelerineksiksiz ve Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde aslı ya da onaylı örnekleri de dosya içine alınarak yargılamaya konu olayın, savcılık ve mahkemece yapılan işlemlerin kapsamı ve niteliği ile soruşturma aşamasından itibaren yargılama süreci boyunca geçirilen tüm safhalar belirlenip göz önünde bulundurularak, davacının taleplerinin incelenmesi ve yukarıda bahsedilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi “Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının" sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki “Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır” düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, “Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen” kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolup dolmadığı da nazara alınarak tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi, Kanuna aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'nın maddesi gereğince isteme aykırı olarak bozulmasına... [oybirliği ile karar verildi.] " Bozma kararı üzerine dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/229 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi, maddesi, maddesinin delaletiyle maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi, 3713 S.Y. 5/1, 3713 S.Y. 7/2, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin ikinci fıkrası 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312,313, 314, 315)…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler...." Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2257
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; tutuklu devam edilen yargılamanın makul sürede bitirilmemesi ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Davası Süreci Başvurucu, Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde yüzbaşı olarak görev yapma iken İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010 yılında başlatılan ve kamuoyunda "askerî casusluk soruşturması" adıyla anılan soruşturma üzerine açılan kamu davasında, zincirleme olarak kişisel verilerin kaydedilmesi ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçunu işlediği isnadıyla sanık olarak yargılanmış ve dava kapsamında 7/7/2012 ile 11/4/2014 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Başvurucu, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararıyla isnat edilen suçları işlemediğinin sabit görüldüğü gerekçesiyle beraat etmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.B. İdari Dava Süreci Tutuklu kaldığı 7/7/2012 ile 11/4/2014 tarihleri arasında maaşının 1/3'ü kesilen başvurucu, hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının 21/10/2016 tarihinde kesinleşmesini müteakip 1/11/2016 tarihinden itibaren tutuklulukta geçen sürede eksik aldığı 1/3 oranındaki maaş ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle idare nezdinde başvuruda bulunmuştur. Başvuru üzerine Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığının Özel Kuvvetler Komutanlığına hitaben yazılan 21/12/2016 tarihli cevabi yazısında, başvurucunun tutuklulukta geçen dönemde ödenmeyen aylığının (1/3 oranındaki maaş ve parasal haklar toplamı tutarındaki anaparanın) faizsiz olarak başvurucuya 6/12/2016 tarihinde ödendiği, ayrıca başvurucunun 2012 ve 2013 yıllarındaki fiilî ve itibari hizmet zammı bordrolarında eksik olarak bildirilen gün sayılarının karşılığı olan tutarların da hesaplanarak Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına ödendiği belirtilmiştir. Başvurucu, maaş ödemelerinin eksik yapılmasına karşın faiz ödenmemesine yönelik 21/11/2016 tarihli idari işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu bu davada, her ne kadar idarece faiz ödenebileceğine dair ilgili mevzuatta açık bir hükmün yer almadığı belirtilmiş ise de alım gücünde meydana gelen azalma nedeniyle oluşan zararının hakkaniyet ilkesi gereği idarece karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 23/5/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde ödenmeyen özlük haklarına faiz işletilmesine ilişkin bir hüküm bulunmadığı ifadelerine yer verilmiştir. Başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi istinaf başvurusuna konu kararın hukuka uygun olduğu, kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı tespitiyle 31/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 23/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun "Açığa çıkarılan, tutuklanan veya firar ve izin tecavüzünde bulunan, cezası infaz edilmekte olan subaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Açığa alınan veya tutuklanan subay ve askerî memurlar hakkında aşağıdaki esaslara göre işlem yapılır:.....f) (Değişik: 26/3/1982 - 2642/10 md.) Açığa alınan ya da tutuklananlar;1) Hizmet eri tazminatından ve bu Kanunda öngörülen aile yardım ödeneği, mahrumiyet yeri ödeneği, doğum yardım ödeneği, ölüm yardım ödeneği, tedavi ve cenaze masrafları, yakacak yardımı, giyecek ve yiyecek (tayın bedeli) yardımı, tahsil bursları ve yurttan faydalanma, lojmandan faydalanma hükümlerinden yararlanmaya devam ederler. (Değişik birinci cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Açığa alınanlara ve tutuklulara (hakim subaylar dahil), bu süreler içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 141 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi hükmüne göre aylık ödenir. Ancak, bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük hakları ödenir. (Ek cümle: 18/7/2011 – KHK-647/1 md.) Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yurtdışı kadrolarında görevliyken açığa alınan veya tutuklananlara da yurtiçinde bir kadroya atanıncaya kadar, bu alt bent uyarınca yurtdışı aylığı ödenir ..." 657 sayılı Kanun'un "Görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Bu gibiler bu Kanunun öngördüğü sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler.143 üncü maddede sayılan durumların gerçekleşmesi halinde, bunların aylıklarının kesilmiş olan üçte biri kendilerine ödenir ve görevden uzakta geçirdikleri süre, derecelerindeki kademe ilerlemesinde ve bu sürenin derece yükselmesi için gerekli en az bekleme süresini aşan kısmı, üst dereceye yükselmeleri halinde, bu derecede kademe ilerlemesi yapılmak suretiyle değerlendirilir." Danıştay İçtihadı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 19/3/2014 tarihli ve E.2011/358, K.2014/906 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 18/06/2007 günlü, E:2006/2618, K:2007/1148 sayılı kararıyla; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinde, hakkında takibata mahal olmadığına veya beraatına karar verilenlere, görevden uzaklaştırıldığı döneme ilişkin olarak sözleşme ücretinden kesilmiş bulunan 1/3 oranındaki tutarın ödeneceğinin belirtildiği ancak, geriye yönelik olarak faiz ödeneceğine dair herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği; bu durumda, davacının görevden uzaklaştırma dönemi olan 14/09/1998 ile 28/08/2001 tarihlerine ilişkin faiz talebinin hukuki dayanağının bulunmadığı; davacının göreve iade edildiği 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı 24/08/2006 tarihine kadar ki döneme ilişkin faiz talebine gelince, hakkında açılan davada 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine dair verilen yargı kararı üzerine göreve iade edilmesini izleyen sürede sözleşme ücretinden kesilen miktarın gecikmeksizin ödenmesi gerekirken, sözkonusu ödemenin ancak 24/08/2006 tarihinde yapıldığı, makul süreyi aşan bu gecikmenin davalı idare açısından bir hizmet kusuru oluşturduğu; belirtilen hukuki duruma göre 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı, 24/08/2006 tarihi arasında geçen sürede ödemenin gecikmiş olması nedeniyle davacının faiz tutarı kadar zarara uğramış olduğunun kabulü gerektiği; davalı idare her nekadar borcun, şartlı tahliye süresinin dolduğu tarih olan 08/02/2006 tarihinde muaccel olduğunu belirtmiş ise de, şartlı tahliye kararının ceza hukuku açısından aynı veya daha ağır suçların işlenmesi halinde dosyanın yeniden ele alınarak incelenmesi yönünden sonuç doğurduğu, bu kararın, idare hukuku kurallarına dayalı olarak kamu hizmeti gören personelin özlük haklarının iadesinde esas alınmasının hakkaniyete uygun görülmediği; bu durumda, 2001 tarihinde görevine iade edilmesinde herhangi bir sakınca görülmeyen davacının sözleşme ücretinden yapılan kesintilerin bu tarihte ödenmeyip 2006 yılında ödenmesi nedeniyle, göreve iade edildiği tarihten itibaren maaşından yapılan kesintilere faiz uygulanmamasında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle, davacının faiz talebinin, görevden uzaklaştırıldığı 14/09/1998’den 28/08/2001 tarihine kadar olan dönem için reddine, göreve iade edildiği 28/08/2001 tarihinden ödemenin yapıldığı 24/08/2006 tarihine kadar olan döneme ilişkin faiz talebinin kabulüne karar verilmiştir.Bu kararın davacının faiz talebinin kabulüne ilişkin kısmının temyizen incelemesi sonucu, Danıştay Beşinci Dairesi'nin 23/02/2010 günlü, E:2007/7242, K:2010/961 sayılı kararıyla; 399 sayılı KHK'nin maddesinde sayılan hallerin gerçekleşmesi durumunda aylıklarının kesilmiş olan 1/3 oranındaki kısmının ilgililere ödeneceği hüküm altına alınmış olup, bu düzenlemede söz konusu kesintilere faiz ödeneceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği; buna göre, davacının açıkta geçirdiği sürelere ait olmak üzere göreve iadesinden sonra ödenmiş olan 1/3 oranındaki kesintilere faiz ödenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince, bozma kararına uyulmayarak, faizin, konusu para olan borçlarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı süre içinde uğrayacağı kayıpların, başka bir anlatımla bu paranın kullanılamamasından dolayı yoksun kalınan kazancın karşılığı olduğu; esasen bu kaybın veya yoksun kalınan kazancın idareden istenebilmesi için idarenin doğrudan veya dolaylı bir kusurunun bulunmasının kural olarak gerekmediği; ekonomilerde bir değişim vasıtası olan paranın, çeşitli ticari, sınai, zirai v.b. faaliyetlerde kullanılmakla, sahibine kazanç, kira, nema v.s. adları altında kimi ekonomik yararlar sağlayan bir değer olduğu; paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılmasının, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurmasının yanında, yüksek enflasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yanı alım gücünün enflasyon oranı ölçüsünde yitirmesine neden olduğu; hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki bir zararın faiz ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranmasının düşünülemeyeceği; aksine anlayışın, Devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hükmü aranması sonucuna götüreceği ki, böyle bir anlayışın, Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında yer alan, "idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür" amir hükmü ile bağdaşmayacağı gerekçesinin de eklenmesi suretiyle, ilk kararının davacının faiz talebinin kabulüne ilişkin kısmında ısrar edilmiştir.Davalı idare, Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 28/09/2010 günlü, E:2010/1211, K:2010/844 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Gaziantep İdare Mahkemesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Gaziantep İdare Mahkemesi'nin 28/09/2010 günlü, E:2010/1211, K:2010/844 sayılı ısrar kararının ONANMASINA…. Danıştay Onikinci Dairesinin 30/11/1998 tarihli ve E.1995/6978, K.1998/2918 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ankara İdare Mahkemesinin 1993 günlü, E:1992/182, K:1993/1398 sayılı kararıyla; görevine son verilmesine dair işlemin idare mahkemesince iptali, Danıştayca da onanması üzerine 1991 tarihinde göreve iade edilen davacının, görevine son verilmesine dair işlemin hukuka aykırılığının mahkeme kararı ile sabit olması nedeniyle bu işlemden doğan zararının idarece tazmin edilmesinin Anayasanın maddesi ve bu yoldaki idare hukuku ilkesi gereği olduğu, davacının zararını, alamadığı aylıkları ile sınırlı tutmaya olanak bulunmadığından açıkta kaldığı sürede aylık ve özlük haklarını zamanında alamaması nedeniyle uğradığı zararının yasal faiz ödenerek tazmininin gerektiği, davacı tarafından % 57 oranında faiz talep edilmiş ise de, 3095 sayılı Yasa uyarınca yasal faizin % 30 olarak uygulanması gerektiği, davacının görevine son verilmesine dair işlemin iptaline dair idare mahkemesi kararı davalı idarece geciktirilmeksizin uygulanmış olması nedeniyle temerrüt faizi ödenemeyeceği gerekçesiyle davacıya idarece ödenmiş olan aylık ve özlük haklarına ödenmesi gereken ilk ayın başlangıç alınmak suretiyle % 30 yasal faiz işletilerek saptanacak tutarın davacıya ödenmesine istemin fazlaya ilişkin kısmının ise reddine hükmedilmiştir. ... Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği düşünüldü:İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara İdare Mahkemesince verilen 1993 günlü,E:1992/182, K:1993/1398 sayılı kararın % 57 faiz talebine ilişkin kısmı ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz istemlerinin reddi ile anılan kararın onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan taraflar üzerinde bırakılmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) istikrarlı olarak, kamu makamlarınca yapılacak geri ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. AİHM'in çeşitli kararlarında, makul olmayan gecikme gibi nedenlerle tazminatın değer kaybettiği durumlarda bu tazminatın yeterliliğinin azalacağı belirtilmiştir (Angelov/Bulgaristan, B. No: 44076/98, 22/4/2004, § 39; Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri, B. No: 29813/96-30229/96, § 54). Nitekim böyle başvurularda AİHM, esas itibarıyla kamu makamlarının geçen süre nedeniyle ödenmesi gereken tutardaki değer kayıplarını telafi etmek için gecikme faizi ödeyip ödemediğini dikkate almaktadır. Kısacası AİHM, mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını giderme yükümlülüğüyle ilişkilendirmektedir (Akkuş/Türkiye, B. No: 19263/92, 9/7/1997, § 29). Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir. Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi hâlinde daha katı bir tutum sergileyerek %5'e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (Arabacı/Türkiye (k.k.), B. No: 65714/01, 7/3/2002; Akkuş/Türkiye, §§ 24-31). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybı yönünden ise meydana gelen farkın tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda kamusal makamların belirli bir takdir yetkisinin olduğu da gözetilerek bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediği incelenerek karar verilmektedir (Aka/Türkiye, B. No: 19639/92, 23/9/1998, §§ 41-51; Güleç ve Armut/Türkiye (k.k.), B. No: 25969/09, 16/11/2010). Baş/Türkiye (B. No: 49548/99, 24/6/2008, §§ 58-64) kararında ise faiz ödenmemesi nedeniyle tazminatın değer kaybına ilişkin şikâyetler incelenmiştir. Başvuruya konu olayda idare mahkemesince başvurucunun 15/9/2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere dul aylığına hak kazandığı kabul edilmiştir. AİHM öncelikle idare mahkemesinin kararının talep edilebilir bir alacak oluşturduğunu ve bu nedenle başvurucunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülkiyet oluşturan bir hakkının mevcut olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca bu hakkın başvurucuya Emekli Sandığına başvurduğu tarihten itibaren geçerli olacak şekilde, geriye dönük olarak tanındığını vurgulamıştır. Bununla birlikte AİHM, başvurucuya salt bu hakkın tanınmış olmasının başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmadığını kabul etmiştir. AİHM'e göre mağdur sıfatının ortadan kalkabilmesi için ileri sürülen ihlalin hem zamanında hem de mağdurun bu hakkı kullanamadığı süre gözönüne alınarak telafi yoluna gidilmesi gerekmektedir. AİHM bu çerçevede, idare mahkemesinin yaklaşık iki yüz aya yayılan Nisan 1987-Aralık 2003 tarihleri arasındaki dönemdeki dul aylıklarına ilişkin oluşan zararı dikkate almadığını tespit etmiştir. AİHM söz konusu dönem için başvurucunun banka hesabına yatırılan paranın ise aynı dönemdeki enflasyon oranları karşısında uğradığı maddi kaybın sonuçlarını gidermeye yetmediğini belirtmiştir. AİHM, geçen sürenin yalnızca devlete yarar sağladığını ve ilgili dönemde Türkiye'de paranın hızla değer kaybettiğini gözönünde bulundurarak başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35499
Başvuru, tutuklu kalınan dönemde maaştan yapılan kesintilerin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Abdullah Öcalan’a uygulanın cezaevi koşullarını protesto etmek amacıyla görüşe çıkmayacağına dair dilekçe verilmesi nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 11/4/2013 İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun belirlenen eksiklikleri tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/4/2014 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 5/1/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 6/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 17/3/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı görüşlerini 24/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde İzmir 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, Bakanlığa yazdığı 8/10/2012 tarihli dilekçesi ile Abdullah Öcalan’a uygulandığını iddia ettiği tecridi protesto etmek amacıyla kapalı ve açık görüşe çıkmayacağına dair bir dilekçe vermiştir. Dilekçenin içeriği şöyledir: “İmralı cezaevinde ağır bir tecrit altında bulunan ve bir yıldan fazladır aile ve avukat görüşü engellenen Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan ve siyasi tutsaklara uygulanan tecridi protesto etmek için bundan sonra kapalı ve açık görüşe çıkmayacağımı belirtiyorum.” Başvurucu ile aynı cezaevinde tutulan 49 kişi de anılan dilekçe ile aynı içerikteki dilekçelerini Ceza İnfaz Kurumu idaresine vermiştir. Bunun üzerine Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından başvurucu ve diğer 49 kişi hakkında "Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak" eyleminden soruşturma açılmıştır. Yapılan disiplin soruşturması sonucunda Disiplin Kurulu Başkanlığının 16/10/2012 tarihli ve K.2012/623 sayılı kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendi gereğince başvurucuya “3 ay süre ile haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama” cezası verilmiştir. Anılan Disiplin Kurulu kararında 50 hükümlü/tutuklunun 8/10/2012 tarihli başvuruları ile “hükümlü Abdullah Öcalan’ın tabi tutulduğu infaz rejimini ve Kürt dili ile ilgili bazı talep ve sıkıntılarını gerekçe göstererek açık ve kapalı ziyaretçi görüşüne çıkmayacaklarını, bahse geçen konulardaki uygulamalar protesto ettikleri” belirtilmiştir. Bu bağlamda Disiplin Kurulu, protestoya katılan hükümlü/tutukluların "Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak" suçunu işlediklerini tespit etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 30/10/2012 tarihinde anılan disiplin cezasına karşı Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunmuş, itiraz dilekçesinde savunması alınmadan hakkında karar verildiğini ve görüşe çıkmama cezasının cezaevinin güvenliğini tehlikeye sokmadığını ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Karşıyaka İnfaz Hâkimliği 28/2/2013 tarihli ve E.2012/2011, K.2013/837 sayılı kararı ile verilen disiplin cezasının kanun ve tüzüğe uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Anılan ret kararına karşı yapılan itiraz da Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 28/3/2013 tarihli ve 2013/902 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu karardan 28/3/2013 tarihinde haberdar olmuş ve 11/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında verilen disiplin cezası “3 ay süre ile mektup, faks, telgraf almaktan ve göndermekten, telefon etmekten mahrum bırakma” şeklinde 24/6/2013 ile 22/9/2013 tarihleri arasında infaz edilmiştir.B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:“(1) Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar mektup, faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo dinlemekten, telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından yararlanmaktan tamamen veya kısmen yoksun bırakılmasıdır.(2) Bu cezayı gerektiren eylemler şunlardır:…c) Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak.…”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2610
Başvuru, Abdullah Öcalan’a uygulanın cezaevi koşullarını protesto etmek amacıyla görüşe çıkmayacağına dair dilekçe verilmesi nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma memurları tarafından gerçekleşen darp eylemi ve sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Ankara Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu 12/8/2009 tarihinde, aynı havalandırmayı kullandığı K.Y.ve Ş. ilekavga etmiş; kavga sırasında darbedilmiştir. Anılan darp fiili nedeniyle başvurucu Ceza İnfaz Kurumu revirine götürülmüş, doktorun olmaması nedeniyle Sağlık Memuru H.K. tarafından muayenesi yapılmıştır. Sağlık Memuru H.K. tarafından 12/8/2009 tarihinde saat 30'da bilgi amaçlı düzenlenen raporda alın sol bölgede 3 milimetrelik kesi, sağ göz ve çevresinde morluk, boyun sol bölgede morluk, sırt alt bölgede üç adet sıyrık ve lezyon, dudak sol altta patlama mevcut olduğu kayda geçirilmiştir. Başvurucuya kavga sırasında birkaç defa yumruk atıldığı, yüzündeki yaralanmaların bu şekilde ortaya çıktığı, belindeki yaralanmanın ise kavga sırasında, spor yaparken kullandıkları bir aletin üzerine düşmesi sonucu oluştuğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başvurucu, olay tarihinden iki gün sonra 14/8/2009 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu doktorunun görevine başlaması üzerine darp olayıyla ilgili rapor düzenletilmek üzere Kurum revir odasına götürülmüştür. Doktor Z.A. tarafından muayene edilirken odada bulunan İnfaz Koruma Memuru B.K. ile başvurucu arasında bir tartışma yaşanmış, başvurucu, kolları arkadan tutularak muayene masasına yatırılmış, doktor tarafından ani müdahale ekibinin çağrılması üzerine başvurucu, gözetim odasına götürülmüştür. Başvurucu, muayene odasında ve daha sonra götürüldüğü gözetim odasında darbedildiğini ileri sürmektedir. Başvurucu gözetim odasında cama yumruk atmış ve bu nedenle sağ elinde kesi meydana gelmiştir. Başvurucunun kesilen eline sağlık memuru tarafından gerekli müdahale yapılmıştır. Doktor Z.A., başvurucunun aynı günün akşamında kulağından kan geldiğini söylemesi üzerine kendisini Ceza İnfaz Kurumuna çağırdıklarını, yaptığı muayene sonucunda kulaktan kan gelmediğini ancak kulağın tahriş olduğunu gördüğünü ve tedavi için damla verdiğini hatırladığını, rapor düzenlenmesi istenmediği için darp ve cebir izi olup olmadığına dikkat etmediğini beyan etmiştir. Aynı gün başvurucunun ziyaretine gelen babasının başvurucuda darp izleri gördüğü iddiasıyla Savcılığa şikâyette bulunduğu ve başvurucunun aynı gün Denizli Devlet Hastanesine götürüldüğü ve başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlendiği anlaşılmaktadır. 14/8/2009 tarihinde saat 10'da düzenlenen adli muayene raporunda; alında sağda ve solda ciltte morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz skleralateralinde hemoraji, sol klavikula (köprücük kemiği) üzerinde düz hat şeklinde ciltte 10 cm'lik kızarıklık, sağ deltoid kas üzerinde ve biceps kası dış kısmında kızarıklık, sağ skapula (kürek kemiği) altında kızarıklık, sol deltoid kas alt kısmında kızarıklık, sağ el sırtında ciltte kesi, lumbal bölge vertebralar üzerinde üzeri kabuklu abrazyonların mevcut olduğu belirtilmiştir. Başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, mevcut doktor raporları ile birlikte 12/8/2009 ve 14/8/2009 tarihlerindeki yaralanmaları ayrı ayrı tarif ve tespit edilmek suretiyle Denizli Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğüne sevk edilmiş ve başvurucunun muayenesi yaptırılmış; 13/10/2009 tarihli raporda, başvurucunun mevcut yaralanmalarının iki olaydan hangisine bağlı olduğu konusunda kanaat takdirine tıbben imkân bulunmayıp mevcut fiziksel travma bulgularının kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif nitelikte olduğu, yüzde sabit iz yönünden olay tarihinden itibaren altı ay geçtikten sonra tekrar muayeneye gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun nakledildiği Isparta E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda talimatla aldırılan Isparta Devlet Hastanesi Baştabipliğinin 1/3/2010 tarihli raporunda, başvurucunun yaralanmasının yüzde sabit iz niteliğinde olmadığı tespit edilmiştir. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakultesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığının 1/10/2009 tarihli kurul raporuna göre başvurucunun ruh sağlığında bozulma olduğu, anksiyete ile giden uyum bozukluğu tanısı düşünüldüğü, rahatsızlığının darp olayıyla ilgili olduğu, yine aynı Fakültenin 9/12/2009 tarihli raporuna göre ruh sağlığındaki bozulmanın basit tıbbi müdahale ile iyileşebilir düzeyde, ancak düzenli takip ve tedavi gerektirdiği belirtilmiştir. Honaz Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/4/2010 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında hakaret, tehdit, mala zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme; İnfaz Koruma Memurları Ö.E., B.K., H.Ö., S.Ç. ve Sağlık Memuru S.G. hakkında ise kasten yaralama hükümleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianame kabul edilerek dava, Honaz Asliye Ceza Mahkemesinin E.2010/118 sayılı dosyasına; anılan Mahkemenin kapatılmasından sonra ise Denizli Asliye Ceza Mahkemesinin E.2012/751 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdiği beyanlarda özetle, koğuş arkadaşlarıyla ettiği kavgada sağ gözünden ve belinden yaralandığını, o gün doktorun görevde olmaması nedeniyle 14/8/2009 tarihinde sabah saat 30 gibi rapor alınması amacıyla revire götürüldüğünü, doktorun soyunmasını söylediğini, çamaşırı hariç soyunduğunu, odada bulunan İnfaz Koruma Memuru B.K.nın kendisine gülmesi üzerine tartışmaya başladıklarını; B.K.nın, boğazına sarılarak kendisini muayene sedyesi üzerine yüzüstü yatırdığını, odada bulunan S.G ve birkaç infaz koruma memuru tarafından yumruklandığını, bir süre sonra gözetim odasına götürüldüğünü, burada da yaklaşık on kişinin dizleriyle ve yumruklarıyla kendisine vurduğunu, S.G. tarafından yüzüne tükürüldüğünü, memurlar çıktıktan sonra aynaya baktığını, darptan dolayı tanınmayacak hâle geldiğini gördüğünü, ağzından kulağından kan geldiğini görünce sinirlenip cama yumruk attığını, bunun üzerine Başmemur Ö.E.nin itfaiye hortumu ilekendisine tazyikli su sıktığını ifade etmiştir. İnfaz Koruma Memuru Ö.E. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle revirde bulunmadığını, başvurucuyu gözetim odasına götürülürken gördüğünü, gözetim odasına kapatıldıktan sonra camı kırarak elinde cam parçasıyla "Bana müdürü çağırın, başmemuru çağırın." diye bağırdığını, kendisinin gözetim odasına girmediğini, Z.G. ve A.S.nin içeri girip ikna ettikten sonra başvurucunun elindeki camı aldığını, daha sonra başvurucunun koğuşuna götürüldüğünü ifade etmiştir. İnfaz Koruma Memuru B.K. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle doktor muayenesi sırasında başvurucunun kendisine "Niye gülüyorsun?" diyerek küfür ettiğini, üzerine saldırdığını, S.G. ve G.Ç. ile birlikte kollarından tutarak muayene sedyesine yatırdıklarını, bu arada doktorun ani müdahaleye haber vermek için odadan çıktığını, ani müdahale ekibinden H.Ö., Ö.A. ve hatırlamadığı birinin daha geldiğini, kendisini gözetim odasına götürdüklerini, gözetim odasına girmediğini ve kimsenin başvurucuyu darbetmediğini belirtmiştir. İnfaz Koruma Memuru S.Ç. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle olay günü ani müdahale ekibinde görevli olduğunu, başvurucunun revirde memurlara saldırdığına yönelik haber gelince olay yerine gittiğini, gittiğinde başvurucuyu gözetim odasına almış olduklarını gördüğünü, görev yerine geri döndüğünü, kimseyi darbetmediğini beyan etmiştir. İnfaz Koruma Memuru H.Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle olay günü ani müdahale ekibinde görevli olduğunu, revir odasından bağrışmalar gelmesi üzerine olay yerine gittiğini, vardığında başvurucuyu etkisiz hâle getirdiklerini gördüğünü, birlikte gözetim odasına götürdüklerini ve başvurucuyu darbetmediğini beyan etmiştir. Sağlık Memuru S.G. soruşturma ve kovuşturma aşamasında özetle olay günü daha önce meydana gelen darp olayı nedeniyle başvurucunun muayenesinin yapılmaya başlandığını, Doktor Z.A. ve Sağlık Memuru G.Ç. tarafından muayene yapıldığı sırada kendisinin de B.K. ile birlikte odada bulunduğunu, başvurucunun, kendisine güldüğü iddiasıyla B.K.ya yönelik saldırıda bulunduğunu, ani müdahale ekibinin çağrıldığını ve başvurucuyu gözetim odasına götürdüklerini kendisinin de eşlik ettiğini, saldırgan tutum nedeniyle başvucuya infaz koruma memurları tarafından zor kullanıldığını ancak kimsenin vurmadığını beyan etmiştir. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında doktor, sağlık memurları, infaz koruma memurları, başvurucunun kavgaya karıştığı hükümlüler ile olaydan sonra birlikte kaldığı hükümlüler tanık olarak dinlenmiş; olay yerinde keşif yapılmış, Ceza İnfaz Kurumu kamera görüntüleri bilirkişi marifetiyle yerinde izlenerek (teknik nedenlerden dolayı görüntülerin CD ortamına aktarılamaması nedeniyle) rapor düzenlenmesi sağlanmıştır. Tanık anlatımları genel olarak başvurucunun 12/8/2009 tarihinde koğuş arkadaşlarıyla kavgaya karıştığı, bu olay nedeniyle birtakım yaralanmaların mevcut olduğu, doktor raporu alınması için 14/8/2009 tarihinde götürüldüğü revirde başvurucunun, infaz koruma memurları ile tartıştığı ve saldırgan tutumu nedeniyle başvurucuya güç kullanıldığı, ikinci olay sonrasında başvurucunun yaralanma bulgularında artış olduğu, ancak bu artışın ilk olay akabinde hemen ortaya çıkmayan zaman geçtikçe artan belirtiler de olabileceği, başvurucunun ikinci olaydan sonra infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini beyan ettiği şeklindedir. Kamera görüntüleri doğrultusunda düzenlenen bilirkişi raporuna göre revir ya da gözetim odasının içini gören kamera bulunmayıp koridorları gören kamera kayıtları mevcuttur. Rapordan, kamera kayıtlarına yansıyan herhangi bir darp olayı görüntüsü bulunmadığı, başvurucuyla birlikte infaz koruma memurlarının gözetim odasına girdiği, üç dakikaya yakın bir süre içeride kalındığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/751, K.2013/123 sayılı kararıyla başvurucu; tehdit, hakaret ve kamu malına zarar verme suçlarından toplam 4 yıl 16 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş; görevi yaptırmamak için direnme suçundan beraat etmiştir. Aynı kararda S.Ç. ve H.Ö. hakkında atılı kasten yaralama suçunu işlediklerine dair mahkûmiyete yeterli kesin inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verilmiş; Ö.E., B.K., S.G. hakkında kasten yaralama suçunu işledikleri sabit görülerek 500 TL adli para cezası öngörülmüş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "Doktor raporlarının incelenmesinde; sanık Yunus Kalkan hakkında koğuşta karıştığı kavga nedeni ile sağlık memuru H... K... tarafından 12/08/2009 tarihinde düzenlenen raporda sol alın bölgesinde 3 mm kesi, sağ gözde ve göz altında ve etrafında morluk, sol boyun bölgesinde morluk, sırt alt bölgede 3 adet sıyrık ve lezyon, sol alt dudakta patlak mevcut olduğu, pansuman yapıldığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, ...bu işlemin vizite defterine kaydedildiği, sanık Yunus Kalkan ın ailesinin şikayeti üzerine Yunus Kalkan ın 14/08/2009 tarihinde Denizli Devlet Hastanesinde muayene edildiği, alın sağda ve solda morluklar, her iki göz altında hematomlu ağrılı şişlikler, sağ göz lateralindehemoraji, sol klavukula üzerinde 10 cm uzunlukta kızarıklık, sağ scapula altında kızarıklık, sağ ve sol delterol kas alt kısmında kızarıklık, sağ el sırtında kesi, lumbal bölge üzerinde kabuklu abrazyon tespit edildiği, ATK Denizli Şube Müdürlüğü'nün 13/10/2009 tarih 26541 sayılı raporu ile mevcut yaralanmaların hangiolaya bağlı olduğunun tespitinin tıbben mümkün bulunmadığı, BTM ile giderilecek nitelikte olduğu sabit eseryönünden 6 ay sonra rapor düzenleneceği mütalaa edilmiş, ATK İhtisas Kurulunun 30/05/2012 tarih 3392 karar sayılı raporunda da 12/08/2009 ve 14/08/2009 tarihlerinde gerçekleşen olaylarla ilgili değerlendirme yapmanın tıbben mümkün bulunmadığı, gönderilen fotoğraflardaki lezyonların oluşum zamanı konusunda görüş bildirilemediği, lezyonların sert ve uygun bir zemine birden fazla çarpma, çarptırılma, künt cisim yada yumruk, tekmenin vücuda birden fazla havalesi sureti ile oluşmasının mümkün olduğu mütala edilmiştir.Olaydan sonra ceza evinde bulunan güvenlik kamerası kayıtlarının bilirkişi .. T... tarafından düzenlenip rapor haline getirildiği görülmüş, raporda sanık Yunus Kalkan'ın B... K... ile birlikte revir odasına girdiği, yaklaşık 3 dk sonra doktor Z... A... ın odadan çıktığı, kısa süre sonra siyah tşörtlü birinin revirden koridora çıktığı, bu kişinin S... G... olduğunun tespit edildiği, daha sonra sanık Yunus Kalkan'ın gözetim odasına götürüldüğü gözetim odasına Yunus Kalkan ile birlikte Ö... E..., S... S... E..., Ö... A..., N... K..., B... K... ve sağlık memuru S... G.. ün girdiğinin tespit edildiği görülmüştür.Toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinde sanık Yunus Kalkan ın kaldığı koğuşta bir kavga olayına karıştığı, bu kavga sırasında ceza evinde bulunan K... Y... ve .. Ş... ile tartıştığı, müştekilere ağzında sakladığı jileti göstererek tehdit ettiği, bu şekilde birden fazla kişiye karşı silahla tehdit suçunu işlediği, tartışma sonrasında Yunus un darp edildiği, bunun üzerine sağlık memuruna götürülerek muayenesinin yapıldığı muayene sırasında yukarıda özetlendiği şekilde darp izlerinin tespit edildiği, daha sonra sanık Yunus un rapor düzenlenmek üzere ceza evinde görev yapan doktorun yanına götürüldüğü, muayene işlemi sırasında sanık Yunus ceza evi doktoru, tanık Z... A..., infaz koruma memuru B... K..., sağlık memuru G... Ç... ve S... G..'ün olduğu, sanık Yunus'un kendisine gülündüğü iddiası ile tepki gösterdiği, sanık Yunus'un bulunduğu yerden ayağa kalkıp ne gülüyorsun lan diyerek sinkaflı sözler ile küfür ettiği, sanıklardan Bülent i hedef aldığı ve B..e yöneldiği, görevlilerin sanığa müdehale etmek için yerlerinden kalktıkları, içeride kavgaya dönen bir tartışma olduğu için görevli doktorun dışarıya çıktığı, görevlileri çağırdığı, görevlilerin sanık Yunus u alıp götürdükleri, daha sonra gözetim odasına konulduğu, diğer sanıklar aksini savunmuş olsalar dahi kamera kayıtlarına yansıyan görüntülere göre Yunus Kalkan ile birlikte Ö... E..., S... S... E...., Ö... A..., N... K..., B... K... ve sağlık memuru S... G..'ün de gözetim odasına girdikleri, burada kendilerine hakaret eden saldıran Yunus Kalkan'ı raporunda belirlendiği şekilde adiyen darp ettikleri anlaşılmıştır.Sanıklar S... Ç... ile H... Ö... hakkında Yunus Kalkan a yönelik darp eylemleri nedeni ile cezalandırılmaları için kamu davası açılmış ise de her iki sanığın bu eylemi gerçekleştirdiklerine dair soyut iddia dışında delil bulunmadığından atılı suçtan beraatlerine karar vermek gerekmiştir.Her ne kadar sanıklar Ö... E..., B... K.... ve S.... G... darp suçunu işlemediklerini savunmuşlarsa da olaydan sonra sanığı gözetim odasına götürüp sanık Yunus ile birlikte gözetim odasına girdikleri anlaşıldığından savunmalarına itibar edilmemiş tahrik altında Yunus Kalkan ı darp ettikleri mahkememizce sabit görülmüş, iddianame doğrultusunda cezalandırılmalarına, şartları oluştuğundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair aşağıda yazılı karar verilmiştir." Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itiraz, Denizli Ağır CezaMahkemesinin 6/5/2013 tarihli ve 2013/418 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan ret kararı başvurucuya 22/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Beraat ve mahkûmiyet hükümleri yönünden temyiz edilen karar, bireysel başvuru tarihinden sonra Yargıtay Ceza Dairesinin 2/11/2015 tarihli ve E.2015/22393, K.2015/36888 sayılı ilamıyla beraat kararları yönünden onanmış; başvurucu hakkında haksız tahrik hükümlerinin dikkate alınmamış olması nedeniyle mahkûmiyet hükümleri yönünden bozulmuştur. Ayrıca yapılan incelemede, İnfaz Koruma Memuru B.K. ve Sağlık Memuru S.G. hakkında Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliği tarafından 2009 yılında, başvuru konusu olaya ilişkin disiplin soruşturması yürütüldüğü, 8/10/2009 tarihinde disiplin cezası almalarını gerektirecek bir davranışta bulunmadıkları kanaatine varılarak disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “… (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4383
Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma memurları tarafından gerçekleşen darp eylemi ve sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tedbir kararlarının uzun süre uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2021/26147, 2021/27154, 2021/27875, 2021/43903 ve 2021/62092 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2021/22189 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/22189
Başvuru, tedbir kararlarının uzun süre uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasındaki esaslı iddia ve savunmaların gerekçede değerlendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1970 doğumlu olan başvurucunun pek çok ülkede faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir isimli örgütün üyesi olduğu iddiasıyla Van Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Van Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga madde ile görevli) yaptığı yargılama sonucunda 24/3/2011 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucu hakkında hapis cezasına hükmetmiştir. Gerekçeli kararda başvurucunun ikametgâhında yapılan aramalarda ele geçirilen örgütsel bazı yayınlara ve iletişimin tespiti sonucu elde edilen kayıtlara delil olarak dayanılmıştır. Kararda özetle başvurucunun örgütsel toplantılar organize ederek bu toplantılara katılacak kişiler hakkında raporlar hazırladığı, örgütün amaç ve faaliyetlerinde kullanılmak üzere para topladığı, bu suretle eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik arz ettiği belirtilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 14/11/2017 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu, nihai kararı 5/3/2018 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru hakkında 19/6/2018 tarihinde usul yönünden idari ret kararı verilmiştir. İtiraz üzerine idari ret kararı 15/5/2019 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7412
Başvuru, ceza davasındaki esaslı iddia ve savunmaların gerekçede değerlendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 20/4/2004 tarihinde tutuklanmasıyla başlayan yargısal süreç, başvuru inceleme tarihinde Yargıtay bozma kararı neticesi derece mahkemesinde derdest olarak devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11343
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2019/19596 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/19594 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/19594 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19594
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin ocağın yakınında bulunan köye ve çevrede bulunan tarım arazilerine zarar verdiği gerekçesiyle yargı kararı sonucu iptal edilmesi, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/2/2014 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)gönderilmiştir. Bakanlığın 19/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun İzmir ili Kemalpaşa ilçesi Yenmiş köyü mevkiinde L18 B2 paftada 100 hektarlık saha için kalker işletme projesi ile işletme ruhsatı ve işletme izni talebinde bulunulması üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca (İdare) yapılan inceleme sonucu ruhsat alanı içinde ekonomik olarak işletilebilir kalker rezervinin mevcut olduğu, işletme projesi ve eklerinin arza uygun olduğu belirlenerek Bakanlık tarafından 1/5/2007 tarihinden geçerli olmak üzere IR - 20063205 sayılı 10 yıl süreli grup işletme ruhsatı düzenlenmiş, diğer kurum ve kuruluşlardan alınması gereken izin ve belgelerin alınmasından sonra 2/12/2008 tarihinden geçerli olmak üzere kalker işletme izni düzenlenmiştir. Kalker ocağı yakınında yer alan Yenmiş köyü tüzel kişiliği ve B.Ö. tarafından 28/1/2009 tarihinde kalker ocağının tarım alanlarına ve zeytinliklere çok yakın mesafede bulunduğu, maden sahasına giden yolun mera yolu olduğu, ocağın büyük bir çevre zararına yol açacağı, bu koşullarda maden işletmesi açılmasının kamu yararına ve bir zorunluluğa dayanmadığı, 329,52 m2lik işletme sahasının 24,31 hektarlık kısmında Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir raporu verilerek Kanun'a karşı hile yapıldığı, verilen iznin 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun'a aykırı olduğu; çevreye, yaşama ve doğaya verilen zararın maden işletmeciliğinin getirdiği ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu iddialarıyla İdare aleyhine ruhsatın iptali istemiyle yürütmenin durdurulması talepli İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucu 23/12/2009 tarihli dilekçesiyle davalı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yanında katılan olarak davada yer almak istemiş, Mahkemenin 10/2/2010 tarihli ara kararıyla talebi kabul edilmiştir. Mahkemece keşif yapılmasına ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş; 2/3/2010 tarihinde naip üye eşliğinde maden, çevre ve ziraat mühendisliği öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetiyle keşif yapılmıştır. 13/4/2010 tarihli bilirkişi raporunda projenin 000 ton/yıl üretim kapasitesine göre yapıldığı daha sonra üretim kapasitesinin 000 ton/yıl olarak değiştirildiğinin bildirildiği ancak yeni kapasiteye göre yapılacak üretimin aynı proje ile değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, işletme projesinde detayları verilen patlatma planında 89 mm çapta 5 m delikler delinip ANFO karışımı ile doldurulacağının belirtildiği, 1999 yılında açık ocaklarda bu karışımın yasaklandığı, projede gösterilen değerlerle kalkerin parçalanma olasılığının bulunmadığı dolayısıyla yük miktarlarının artması dolayısıyla yer sarsıntısı etkisinin çokyüksek olacağı, işletme izni alınan sahaya yaklaşık 000 m mesafede bulunan Yenmiş köyünde bulunan evlerin bu patlatma dizaynından olumsuz etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu, projede elde edilen kalkerin kırma eleme işlemine tabi tutulmadan dolgu malzemesi olarak kullanılacağının ve bu şekilde ocaktan satışı yapılacağının gösterildiği ancak patlatma sonucunda elde edilen kalkerin kırma eleme işlemine tabi tutulmadan pazarlanması olasılığının olmadığı zira firmanın kırma eleme tesisi için orman izni aldığı projenin maliyeti ile ilgili bölümde konkasör tesisi için birim fiyat verildiği, bu durumun proje ile büyük tezat taşıdığı, firmanın bu konuda projesini sunmasının gerektiği, aksi hâlde 000 m mesafede bulunan Yenmiş köyünün ve çevresindeki tarım ve orman alanlarının kırma eleme faaliyeti sonucu oluşacak tozdan olumsuz etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu, projenin maliyet hesaplamalarında çevresel önlemlerin göz ardı edildiği, dava konusu alanın tarımsal faaliyetleri açısından oldukça yoğun sayılabilecek bir alan olduğu ve çevre köylerin geçim kaynağını önemli ölçüde tarımsal faaliyetlerin oluşturduğu, davaya konu alan ve çevresinde yoğun olarak zeytin ve kiraz yetiştiriciliği yapıldığı, bunun yanında hayvancılığın da ön plana çıktığı, dava konusu alanın "doğal zeytinlik" konumunda olduğu, tarım ve organik tarım açısından da önemli bir potansiyele sahip olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca ruhsat sınırları ile ilgili olarak bazı uyumsuzlukların tespit edildiği, 24,33 hektar için alınan "ÇED gerekli değildir" belgesine ait izin sınırlarının birbirini kapsamadığı, orman izni sınırları ile maden işletme sınırları arasında uyumsuzluk tespit edildiği, davalı İdarece onaylanan maden işletme projesi kapasitesinin 000 ton/yıla çıkarıldığı ancak teknik değerlendirmelerde bir değişiklik yapılmadığı, projede ocak basamaklarının ilerleme yönlerini belirleyen yıllık basamak ilerleme planlarının yapılması gerektiği hâlde bu konu ile ilgili hiçbir plan, kroki ve haritanın projede bulunmadığı, her gün kullanılması beklenen 61 kg.lık patlayıcı miktarının da gözönüne alındığı herhangi bir emisyon hesabının yapılmamış olduğu, dava konusu yerindoğal zeytin alanı olarak kabul edilmesi gerektiği bu nedenle bu tip alanlara 3 km mesafede zeytin yağı fabrikası haricinde herhangi bir sanayi tesisi kurulmasının mümkün olmadığı, dava konusu bölgenin madencilik faaliyetleri sonucu oluşan tozdan olumsuz etkilenme potansiyeline sahip olduğu, 31/07/1998 tarihli ve 23419 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Mera Yönetmeliği'ne göre Yenmiş köyüne kayıtlı hayvan sayılarından yola çıkılarak hesaplanan gerekli mera alanının 4270 dekar olduğu ancak dosyada yer alan belgelere göre köye ait mera alanının 327,4 dekar olduğu, madencilik faaliyetlerinin yapılacağı sahaya ulaşmak için köy merasından tahsis edilecek olan 4,4 dekarlık alanın köyün mera konusundaki sıkıntılarını daha da artıracağı, Yenmiş köyünün nüfusunun %70'inin geçimini zeytin ve meyve yetiştiriciliğinden sağladığı, madencilik faaliyetlerinden kaynaklanacak tozun köyün en önemli geçim kaynağına oldukça olumsuz etkilerde bulunacağı belirtilmiştir. Mahkeme 23/06/2010 tarihli ve E.2009/136, K.2010/876 sayılı kararıyla "...dava konusu maden işletme izninin dayanağı olan projenin eksik, yetersiz ve çelişkili olması mevzuata aykırılık oluşturduğu gibi, maliyet hesaplamalarında çevresel önlemlerin gözardı edildiği, projenin uygulanması halinde Yenmiş köyünün patlatmalardan ve tozdan olumsuz etkileneceği, hem görsel olumsuzluklar, hem de patlatma kaynaklı yer sarsıntısı sorunlarının oluşacağı, "doğal zeytinlik" konumunda olan dava konusu alanın tarım ve organik tarım açısından da önemli bir potansiyele sahip olduğu ve Yenmiş Köyünün nüfusunun %70'inin geçimini zeytin ve meyve yetiştiriciliğinden sağladığı hususları dikkate alındığında uyuşmazlık konusu alanda yürütülecek madencilik faaliyetinden kaynaklanacak tozun köyün en önemli geçim kaynağına önemli ölçüde olumsuz etkilerde bulunacağı, dava konusu madencilik faaliyeti sonucu doğal zeytinlik, verimli tarım arazisi ve orman alanı olan bölgenin bu özelliğini daha sonra yeniden geriye dönüşü olanaksız olacak biçimde yitirmesi sonucu sadece belli bir döneme özgü zarardan öte, bölgenin doğal yapısının da bozulması sonucu olumsuz etkilerinin hem çevre, hem insan sağlığı, hem de ekonomik yönlerden ileri zamanlara yayılacak biçimde ve önemde olduğu ... dava konusu alandaki maden işletmeciliğine ilişkin proje mevzuata uygun olarak düzenlenmediği gibi, işletmenin ekonomik faaliyeti ile bu faaliyetin uyuşmazlığa konu alandaki zeytinlik, tarım ve orman alanları ile diğer doğal kaynaklar üzerindeki etkisinin, sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak değerlendirilmesi sonucu, alanda yapılacak maden işletmeciliği sonucu doğal çevre, bitki örtüsü ve tarımsal ürünlerin göreceği zarar yanında, bu zararların bölgenin tarıma dayalı ekonomisini de doğrudan etkileyerek ekonomik ve sosyal zararlara da neden olacağı, bu nedenle ortaya çıkacak zararların, maden faaliyetiningetireceği ileri sürülen ekonomik yarardan çok daha fazla olduğu sonucuna ulaşıldığından dava konusumadenişletme ruhsatı ve izninde mevzuata uyarlık bulunmaktadır." gerekçesiyle kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin iptaline karar vermiştir. Anılan karar temyiz üzerine Danıştay Dairesinin 16/4/2013 tarihli ve E.2010/9175, K.2013/3182 sayılı kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 22/112013 tarihli ve E.2013/8028, K.2013/8553 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 10/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3571 sayılı Kanun’un 28/2/1995 sayılı ve 4086 sayılı Kanun'la değişik maddesinin fıkrası şöyledir:  “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Bu alanlarda yapılacak zeytinyağı fabrikaları ile küçük ölçekli tarımsal sanayi işletmeleri yapımı ve işletilmesi Tarım ve Köyişleri Bakanlığının iznine bağlıdır." 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26/4/2006 tarihli ve 5491 Kanun'la değişik maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler şunlardır: a) Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.... c) Arazi ve kaynak kullanım kararlarını veren ve proje değerlendirmesi yapan yetkili kuruluşlar, karar alma süreçlerinde sürdürülebilir kalkınma ilkesini gözetirler. d) Yapılacak ekonomik faaliyetlerin faydası ile doğal kaynaklar üzerindeki etkisi sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde uzun dönemli olarak değerlendirilir. e) Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür. f) Her türlü faaliyet sırasında doğal kaynakların ve enerjinin verimli bir şekilde kullanılması amacıyla atık oluşumunu kaynağında azaltan ve atıkların geri kazanılmasını sağlayan çevre ile uyumlu teknolojilerin kullanılması esastır...." 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 5177 sayılı Kanun ile değişik maddesinin ilk fıkrasındaki "Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhi müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir." hükmü ile Anayasa Mahkemesinin 15/01/2009 tarihli ve E.2004/70, K.2009/7 sayılı kararı ile düzenlemenin Anayasa'nın , , ve maddelerine göre kanunla yapılması gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiştir. 3213 sayılı Kanun'un maddesine göre Bakanlar Kurulunun 24/5/2005 tarihli ve 2005/9013 sayılı kararı ile kararlaştırılan ve 21/6/2005 tarihli ve 25852 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nin , 5/, 6/, , , 9/4,, , , , 20/2,3,,, , , 25/, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , 77/3,, 78/, , , , , , , , ve geçici maddelerinin iptali istemiyle açılan davada, Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/2/2009 tarihli ve E.2007/9827 sayılı ve E.2008/6285 sayılı kararlarıyla Anayasa Mahkemesinin iptal kararı uyarınca yasal dayanağını yitirmiş bulunan Yönetmelik'in uygulanması hâlinde Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerin ihlali suretiyle çevre üzerinde geri dönüşü mümkün olmayan tahribata yol açması ihtimali gözönünde bulundurularak anılan maddelerin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1989
Başvuru, kalker ocağı ile kırma tesisi için verilen maden işletme ruhsatı ve izninin ocağın yakınında bulunan köye ve çevrede bulunan tarım arazilerine zarar verdiği gerekçesiyle yargı kararı sonucu iptal edilmesi, hakkaniyete uygun yargılama yapılmaması ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, temsil yetkisini haiz olmamasına rağmen yönetim kurulu üyesi olduğu şirketin kamuya olan borçlarından dolayı başvurucunun sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 15/11/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1957 yılında Kemerburgaz’da doğmuş olup İstanbul’un Kadıköy ilçesinde ikamet etmektedir. Gıda ve hayvancılık alanında faaliyet göstermek üzere kurulan T. Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin (Şirket) 30/6/2009 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yer alan ilana göre sermayesi 000 TL olup bu sermaye her biri 500 TL kıymetinde olmak üzere 100 hisseye ayrılmıştır. Başvurucu 21/8/2009 tarihinde bir adet hissesini devralmak suretiyle Şirket hissedarı olmuş, Şirket Genel Kurulunun 8/9/2009 tarihli kararı ile Şirketin Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Bu karar da 24/6/2009 tarihinde ticaret siciline tescil edilmiş ve 22/3/2010 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilmiştir. Başvurucunun bu tarihte başlayan Yönetim Kurulu üyeliği 2011 yılında da devam etmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) Bolu İl Müdürlüğü 26/6/2012 tarihinde Bolu Şubesine 2009 yılı Aralık, 2010 yılı Ocak ve Ağustos ayları arası döneme ait 841 TL tutarındaki sosyal güvenlik prim ve gecikme zammı borçları için Yönetim Kurulu üyesi sıfatıyla başvurucuya ödeme emri göndermiştir. Aynı ödeme emri Şirket Yönetim Kurulu başkan ve başkan yardımcısı ile diğer Yönetim Kurulu üyesine de gönderilmiştir. Ödeme emri 5/7/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ödeme emrine konu sosyal güvenlik prim borçlarından dolayı sorumlu olmadığı iddiasıyla Bolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) 10/7/2012 tarihinde SGK aleyhine icra emrine itiraz davası açmış ve ödeme emrinin de iptalini talep etmiştir. Başvurucu dava dilekçesinde, Şirketin tapu siciline kayıtlı 000 TL değerinde bir taşınmazı ve makine parkları ile fabrikasının mevcut olduğunu, bu sebeple borcun Şirketin mal varlığından tahsil imkânının bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme konu hakkında bilirkişi raporu tanzim ettirmiştir. Bilirkişinin 3/6/2013 tarihli raporunda 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Maddesine göre borçlu işveren Şirkette Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapan başvurucunun sigorta prim borçları ile ferîlerinden işverenle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Şirketin prim ve gecikme zammı borçlarının başvurucunun Yönetim Kurulu üyeliğinin başladığı 8/9/2009 tarihinden sonraki döneme ait olduğu ve anılan madde uyarınca Kurumun öncelikle Şirkete takip başlatması gibi bir zorunluluğun da olmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme bu raporu hükme esas alarak 25/6/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar Yargıtay Hukuk Dairesince 12/5/2015 tarihinde onanmıştır. Nihai karar, başvurucuya 5/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “Prim alınması” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“İş kazalariyle meslek hastalıkları, hastalık, analık, alullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının gerektirdiği her türlü yardım ve ödemelerle her çeşit yönetim giderlerini karşılamak üzere, Kurumca bu kanun hükümlerine göre prim alınır.” 506 sayılı mülga Kanun’un “Primlerin ödenmesi” kenar başlıklı Maddesinin birinci, beşinci ve on ikinci fıkraları şöyledir:“İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayin sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın birinci fıkrasında belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ve tüzel kişiliğe haiz diğer işverenlerin üst düzeyindeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” 5510 sayılı Kanun’un “Prim alınması zorunluluğu” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır.” 5510 sayılı Kanun’un “Primlerin ödenmesi” kenar başlıklı Maddesinin birinci, on altıncı ve yirminci fıkraları şöyledir:“4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi prim tutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma öder.Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır.Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” 2/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Kanuni temsilcilerin sorumluluğu” kenar başlıklı mükerrer Maddesinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hâli şöyledir:“Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye’deki mümessilleri hakkında da uygulanır.Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz.Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler. (Ek fıkra: 4/6/2008-5766/4 md.) Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur. (Ek fıkra: 4/6/2008-5766/4 md.) Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Ticaret Kanunu’nun “Devredilemez görev ve yetkiler” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Yönetim kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez görev ve yetkileri şunlardır:...e) Yönetimle görevli kişilerin, özellikle kanunlara, esas sözleşmeye, iç yönergelere ve yönetim kurulunun yazılı talimatlarına uygun hareket edip etmediklerinin üst gözetimi....” 6102 sayılı Kanun’un Maddesinin “Bilgi alma ve inceleme hakkı” kenar başlıklı (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Her yönetim kurulu üyesi şirketin tüm iş ve işlemleri hakkında bilgi isteyebilir, soru sorabilir, inceleme yapabilir. Bir üyenin istediği, herhangi bir defter, defter kaydı, sözleşme, yazışma veya belgenin yönetim kuruluna getirtilmesi, kurulca veya üyeler tarafından incelenmesi ve tartışılması ya da herhangi bir konu ile ilgili yöneticiden veya çalışandan bilgi alınması reddedilemez.” 6102 sayılı Kanun’un “Kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, yöneticilerin ve tasfiye memurlarının sorumluluğu” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“(1) Kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal ettikleri takdirde, kusurlarının bulunmadığını ispatlamadıkça, hem şirkete hem pay sahiplerine hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar. (2) Kanundan veya esas sözleşmeden doğan bir görevi veya yetkiyi, kanuna dayanarak, başkasına devreden organlar veya kişiler, bu görev ve yetkileri devralan kişilerin seçiminde makul derecede özen göstermediklerinin ispat edilmesi hâli hariç, bu kişilerin fiil ve kararlarından sorumlu olmazlar. (3) Hiç kimse kontrolü dışında kalan, kanuna veya esas sözleşmeye aykırılıklar veya yolsuzluklar sebebiyle sorumlu tutulamaz; bu sorumlu olmama durumu gözetim ve özen yükümü gerekçe gösterilerek geçersiz kılınamaz.” Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 19/3/2015 tarihli ve E.2014/144, K.2015/29 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“...11-  Kanun’un Mükerrer Maddesine 5766 Sayılı Kanun’un Maddesiyle Eklenen Beşinci Fıkranın İncelenmesi...İtiraz konusu kuralın getiriliş amacının; amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olması hâlinde bu şahısların sorumluluk uygulamasının, amme alacaklarının düzenlendikleri kanunlardaki kanuni ödeme sürelerinde veya özel ödeme sürelerinde farklı şahısların olması hâlini de kapsadığı görülmektedir.Kanun koyucu, amme alacağını güvenceye almak bakımından sorumluluğun yaygınlaştırılması yoluna gidebileceği gibi müteselsil sorumluluk da öngörebilir. Ancak amme alacağının doğduğu veya ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilcilerin farklı kişiler olabileceği gerçeği göz önüne alındığında, kural ile getirilen düzenleme vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurmaktadır. Adalet ve hakkaniyet ilkeleri karşısında, bireyin bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle, başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak olması adalet ve hakkaniyetle bağdaşmaz. Dolayısıyla, itiraz konusu kural hukuk devleti ilkesine aykırıdır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın Maddesine aykırıdır. İptali gerekir....B- Kanun’un Mükerrer Maddesine 5766 Sayılı Kanun’un Maddesiyle Eklenen Altıncı Fıkranın İncelenmesi...İtiraz konusu kuralda, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanun’da yer alan hükümlerin bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmektedir.Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları hâlinde bu şahısların amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağını düzenleyen kuralın iptaline yönelik yukarıda yer alan gerekçeler, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanun’da yer alan hükümlerin bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağını öngören kural bakımından da aynen geçerlidir.Hukuk devletinde kanunlarla kişilerin ekonomik, sosyal ve hukuki yaşam alanlarına yöneltilen müdahaleler öngörülebilmeli ve geleceğe dönük planlar buna göre yapılabilmelidir. Belirlilik ilkesi, vergi ve diğer kamu alacakları açısından miktar, tarh ve tahsil zamanı ile biçimi gibi vergi ve diğer alacakların esaslı unsurlarının önceden belli ve kesin olmasını gerektirir.213 sayılı Kanun’un Maddesinde, kanuni temsilciler için kabul edilen sorumluluk, kusura dayalı sorumluluktur. Buradaki kusur, vergilendirmeye dair ödevlerin ihlal edilmesidir. Buna göre, 213 sayılı Kanun’un Maddesi uyarınca kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için vergilendirme ödevlerini yerine getirmemiş olması gerekmektedir. İtiraz konusu kuraldan kaynaklanan sorumluluk ise kusursuz sorumluluk esasına dayanmakta olup kamu alacağının borçlu şirketten tahsil edilememesinde kanuni temsilcilerin kusuru bulunmasa dahi sorumlu tutulmasına neden olmaktadır.213 sayılı Kanun’un Maddesinde, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına ilişkin hükümlerin düzenlenmiş olması, bu Kanun kapsamındaki amme alacaklarının takibinin itiraz konusu kurala göre yapılmasına engel teşkil etmemektedir. Dolayısıyla itiraz konusu kural nedeniyle, 213 sayılı Kanun kapsamına giren amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme alacakları için takip yapılması mümkündür. Bu durumda her iki kanunun aynı maddi olaya uygulanabilmesi nedeniyle, iki ayrı kanuni düzenlemeden hangisinin uygulanacağı konusunda belirsizlik oluşmaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın Maddesine aykırıdır. İptali gerekir.” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/1/2007 tarihli ve E.2014/21-2323, K.2017/152 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“...Bilindiği üzere, Türk sosyal sigortalar sistemi, ağırlıklı olarak primli rejime dayanmaktadır. Kurumun sosyal sigorta yardımlarını sağlaması, en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır.Gerek prim borcunun ait olduğu dönemde yürürlükte bulunan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasasının Maddesi, gerekse 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasının Maddesi primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamaya yöneliktir. Anılan maddeler uyarınca işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. Süresinde ödenmeyen prim ve diğer kamu alacakları 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca Kurumca tahsil edilecektir.5510 sayılı Yasanın Maddesinin 2008 tarihinde yürürlüğe girdiğine dair düzenleme aynı yasanın yürürlük maddesi olan Maddesinde açıkça belirtilmiştir. Yine 5510 sayılı Yasanın Maddesi“…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kurum, kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır. (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/52 md.) Sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata veya yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, sigortalılarca ödenen prim ve prime ilişkin borcun noksan tahakkuk ettirildiğinin Kurumca sonradan tespit edilmesi hâlinde tespit edilen fark prime ilişkin borç aslına, tebliğ tarihinden itibaren 89 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” Şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.Görüldüğü üzere, özel hukuk tüzel kişilerinin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. İşverenin prim borcundan ötürü, 5510 sayılı Yasanın Maddesinde tanımlanan özel nitelikteki tüzel kişilerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkililerinin ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu getirilirken, primlerin tahsilinin güvence altına alınması ve prim ödeme işinin özendirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.5510 sayılı Yasanın Maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten sonra oluşan prim borçları yönünden, işveren ile birlikte müteselsilen sorumluluk koşullarının oluşması için, tüzel kişiliğe haiz işyerlerinde yönetim kurulu üyesi olması yeterli olup ayrıca yetkili üst düzey yönetici, yönetim kurul başkanı veya başkan yardımcısı gibi unvan taşımasına veya temsil ve ilzam yetkisine sahip olmasına gerek yoktur.Somut olayda, davacının 2007 tarihinde kurulan ... Teknik Yatırım Yapı A.Ş’nin kurucuları arasında olduğu ve aynı tarih itibariyle yönetim kurulu üyesi seçildiği,davalı Kurum tarafından şirketin 2008/ İle 2009/ Ayları arasına ilişkin prim borçlarının tahsilinin istendiği, davacının 506 sayılı Yasanın Maddesininyürürlükten kalktığı 2008 tarihine kadar sadece yönetim kurulu üyeliğinden dolayı prim borçlarından sorumlu olmayacağı konusunda Özel Daire ve Yerel Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmadığı vedava dışı şirketin 5510 sayılı Yasanın Maddesinin yürürlüğe girdiği 2008 tarihinden sonra oluşan dönem borçları yönünden davacının sorumlu tutulabilmesi için yönetim kurulu üyeliğinin yeterli olduğu anlaşılmaktadır.Buna göre Yerel Mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında açıklanan şekilde davacının 5510 sayılı Yasanın Maddesinin yürürlüğe girdiği 2008 tarihinden sonra oluşan dönem borçları yönünden sorumlu olduğu göz önüne alınarak bir karar vermekten ibaret olmalıdır...” Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/12/2017 tarihli ve E.2015/19372, K.2017/8648 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“... 5510 sayılı Kanun’un yürürlük süresiyle ilgili 108/1-c maddesinde, Kanun’un Maddesinin01/07/2008 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiş olup, bu tarihten sonra tahakkuk eden prim borçları hakkında 5510 sayılı Kanunun 88/ Maddesi ile, “Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur” şeklinde düzenlenme getirilmiştir.Yapılan bu düzenleme ile tüzel kişiliği haiz özel kuruluşta görev yapan yönetim kurulu üyelerinin primlerin ödenmesinden işveren ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları açıkça belirtilmiştir.Yukarıdaki düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, 2008 tarihinde önce tahakkuk eden prim borçları bakımından, işveren ile birlikte müteselsilen sorumluluk koşullarının oluşması için, işveren kamu kurum ve kuruluşu ise, kamu görevlilerinin tahakkuk ve tediye ile görevli olması,tüzel kişiliğe haiz diğer yetkilisi ve kanuni temsilci sıfatıyla işveren tüzel kişiliği temsil ve ilzama yetkili bulunulması gerekir. Ancak, sonradan yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanunun Maddesi burada bir ayrıma giderek özellikle şirket yönetim kurulu üyelerinin, temsil ve ilzam yetkisi aranmaksızın (haklı sebepleri olmazsa) müştereken ve müteselsilen sorumlu olacaklarını ayrıca ve açıkça belirtmiştir...” Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/12/2017 tarihli ve E.2017/4479, K.2017/10390 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“...Davanın yasal dayanağı ise 506 sayılı Kanunun 80, 5510 sayılı Kanunun 88 ve 6183 sayılı Kanunun mükerrer Maddesi olup, davadaki sorunun bu maddeler ile birlikte değerlendirilerek çözüme kavuşturulması gerektiği ortadadır.5510 sayılı Kanun’un yürürlük süresiyle ilgili 108/1-c maddesinde, Kanun’un Maddesinin01/07/2008 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanunun 80/ Maddesinde sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkililerinin kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları, 5510 sayılı Kanunun 88/ Maddesinde de Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcilerinin Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olacakları bildirilmiştir.5510 sayılı Kanunun 88/ Maddesi 506 sayılı Kanunun 80/ Maddesinden farklı olarak, tüzelkişiliği haiz işverenlerin üst düzeydeki yönetici ve yetkilileri yanında, şirket yönetim kurulu üyelerini de sorumlu tutmaktadır. Diğer bir deyişle, Kurumun 01/07/2008 tarihinden sonraki sigorta primleri ve diğer alacakları ile ilgili olarak şirketlerin borçlarından müşetereken ve müteselsilen sorumlu olmak için şirketin Yönetim Kurulu üyesi olmak yeterlidir...” Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/2/2017 tarihli ve E.2016/8403, K.2017/618 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:“...6183 sayılı Kanunun mükerrer Maddesinde asıl borçlu hakkında yapılan yasal takip ve araştırmalar sonucu kamu alacağının tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması halinde, yasal temsilcisine ödeme emri çıkarabileceği bildirilmiş isede; 6183 sayılı Kanun, 506 ve 5510 sayılı Kanunlara göre daha genel bir Kanun durumunda olup uygulamada da benimsendiği üzere öncelik özel Kanun hükümlerine tanınacağından, özel kanun niteliğinde olan 506 sayılı Kanunun Maddesi ve 5510 sayılı Kanunun Maddesi karşısında, davacının ticaret sicil bilgilerine göre,506 sayılı Yasa döneminde Kurum borçlusu davadışı Coneks Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş.’ de2008 tarihinden itibaren yönetim kurulu üyesi olduğu, 2008 tarihinden sonrada 2008 tarihine kadar yönetim kurulu üyesi olsa da temsil ve ilzama yetkisi bulunmaması nedeniyle şirketin borçlarından sorumlu tutulamayacağı davacının 5510 sayılı yasanın Maddesinin yürürlüğe girdiği 2008 tarihinden sonra ödenmesi gereken kurum borçlarından sorumlu olacağı açıktır.Yapılacak iş; davacının 2008 tarihinden sonra ödenmesi gereken kurum borçlarından 5510 sayılı Kanun’un Maddesi gereğince sorumlu olacağıkabul edilerek; karar vermekten ibarettir...”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) şirket ortakları ve yöneticilerinin kamu borçlarından doğan sorumluluklarını Lekić/Slovenya ([BD], 36480/07, 11/12/2018) kararında mülkiyet hakkı bağlamında incelemiştir. Lekić/Slovenya kararına konu olayda başvurucu iç hukuka göre sınırlı sorumlu kabul edilen bir limited şirketin %11,11 payına sahip dokuz ortağından biridir. Başvurucu, şirkette önce finans direktörü sonra da yönetici direktör olarak çalışmıştır. Başvurucu, şirket yöneticiliğinden alındığı hâlde yenisi seçilemediği için bu görevine devam etmiştir. Bu arada başvurucu, şirketin tasfiyesi için girişimlerde bulunmuş ise de gerekli masrafları yatırmadığı için bu talep reddedilmiştir. Diğer taraftan bir kamu şirketi olan Slovenya Demir Yolları şirketi başvurucunun ortağı ve temsilcisi olduğu şirket aleyhine alacak davası açmış ve davanın kabulüne dair karar kesinleşmiştir. Kamu şirketi borç ödenmediği için başvurucunun ortağı olduğu şirket aleyhine tasfiye süreci başlatmıştır. Bu süreç sonunda şirket tasfiye edilince demir yolları şirketi bu defa başvurucu ve diğer ortaklar hakkında icra süreci başlatılmıştır. Başvurucunun açtığı dava ise şirketin pasif bir ortağı olduğunu ispat edemediği gerekçesiyle Slovenya Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına dayalı olarak reddedilmiştir (Lekić/Slovenya, §§ 7-31). AİHM öncelikle şirketin borçlarından başvurucunun şahsen sorumlu tutulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini belirtmiştir. AİHM’e göre müdahale, her ne kadar tek başına mülkiyetin kullanımının kontrolü kapsamında kalmış olsa da daha geniş bir perspektifte şirketin tasfiyesi süreci de dikkate alındığında Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol’ün Maddesinde öngörülen genel kural çerçevesinde incelenmelidir. AİHM kanunilik ölçütü yönünden ise Slovenya’da pasif durumda olup borçlu durumda çok sayıda şirketin varlığı sebebiyle 1999 yılında kabul edilen bir kanuni düzenlemeye işaret etmiştir. Bu kanuni düzenleme ve Slovenya Anayasa Mahkemesinin içtihadına göre borçlu şirketin aktif üyeleri şahsen de şirketin borçlarından sorumlu tutulmaktadır. AİHM müdahalenin amacı yönünden ise ticaret piyasasının çok sayıda pasif ve iflas etmiş şirket sebebiyle bozulduğu durumlarda ekonomiye verilen onarılamaz zararların önlenmesi ve hukuki güvenlik ile piyasaya katılımcı güveninin sağlanması gibi amaçların devlet için olağan dışı bir gereklilik olarak ortaya çıkabileceğini belirtmiştir (Lekić/Slovenya, §§ 91-106). AİHM, ölçülülük yönünden ise şirket tüzel kişiliği perdesinin hangi durumlarda aralanabileceği yönünde bazı tespitlerde bulunmuştur. Buna göre AİHM, Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesi anlamında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklenip yüklenmediği belirlenirken sınırlı sorumlu bir limited şirketin ortağının şirketin borçlarından sorumlu tutulabilmesi, yani tüzel kişilik perdesinin aralanabilmesi için istisnai koşulların mevcut olması ve ayrıca belirli güvencelerle dengelenmesi gerektiğini özellikle vurgulamıştır. AİHM tüzel kişilik perdesinin ortakların veya yöneticilerin hileli davranışlarıyla kötüye kullanılması hâlinde alacaklıların korunması için aralanabileceği belirtmiştir (Lekić/Slovenya, § 111). AİHM belirtilen istisnai koşulları değerlendirme yetkisinin kural olarak ulusal makamların takdirinde olduğunu vurguladıktan sonra özellikle iç hukukta Yugoslavya döneminden kalan borçlu şirketlerin tasfiyesinin sağlanarak ekonominin korunmaya çalışıldığını, bu gibi şirketlerin çok fazla olması nedeniyle ülke ekonomisi zora girdiği için reform yapıldığını belirtmiştir. AİHM ayrıca başvurucunun borçlu şirketin aktif ortağı olduğunu, şirketten borcun uzun yıllar tahsil edilemediğini ve başvurucunun şirketin borçlu durumunu bildiği hâlde reform çalışmasına rağmen ortak olmaya devam ettiğini özellikle vurgulamıştır. AİHM son olarak ise başvurucudan istenen borç miktarının da mütevazı bir tutar olduğunu ve bunların yanında başvurucuya şirketin haklarına da sahip olabilme ve şirkete karşı başlatılacak takipler yönünden bir yıllık zamanaşımı süresi öngörülmesi gibi bazı güvencelerin de öngörüldüğü ifade edilerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğuna karar verilmiştir (Lekić/Slovenya, §§ 113-130). AİHM, bir sınırlı sorumlu şirketin yalnızca maliklerinin veya yöneticilerinin hileli işlemleri için bir paravan olarak kullanıldığı hâllerde kurum örtüsünün kaldırılmasının devlet dâhil olmak üzere alacaklılarının haklarının korunması bakımından uygun bir çözüm olarak görülebileceğini kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM’e göre söz konusu müdahalenin keyfî olmaması isteniyorsa devletin çözüm getirmesine izin veren açık kuralların olması gereklidir (Khodorkovskiy and Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11192
Başvuru, temsil yetkisini haiz olmamasına rağmen yönetim kurulu üyesi olduğu şirketin kamuya olan borçlarından dolayı başvurucunun sorumlu tutulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 22/8/2016 tarihinde tutuklanmış ve Sincan 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucu, diğer bazı mahpusların da kaldığı odada (koğuş/çoklu oda) tutulmakta iken9/9/2016 tarihinde tek kişilik odaya alınmış olup inceleme tarihi itibarıyla burada tutulmaktadır. Başvurucu, tek kişilik odaya alınmasının hukuka aykırı ve gerekçesiz olduğunu belirterek Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) bu uygulamayı şikâyet etmiştir. İnfaz Hâkimliği 5/10/2016 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, tutuklu hakkında güvenlik gerekçesiyle yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına ve mevzuata uygun olduğu açıklanmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz 18/10/2016 tarihinde Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Nihai karar, 6/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İnfaz Kurumunun, başvurucunun tek kişilik odada tutulduğu sürece ilişkin ayrıntılı bilgi içeren 7/10/2019 tarihili yazısına göre;i. Kurumda tek kişilik odalar 4,85 metre boy ve 2,5 metre eninde olup yaklaşık 12 metrekare büyüklüğündedir. Odalarda havalandırma penceresi, duş ve tuvalet bulunmakta; mutfak bölümü bulunmamaktadır.ii. Başvurucu, İnfaz Kurumunda bulunduğu süre içinde avukatı ve yakınları ile çok sayıda açık ve kapalı görüş gerçekleştirmiştir.iii. Kurumda bulunduğu süre içinde başvurucu süreli ve süresiz yayınlardan faydalanma hakkını kullanabilmiştir.iv. Başvurucu, Kurumda bulunan diğer tutuklu A.F.B. ile birlikte havalandırma hakkından günde 2 saat 30 dakika olmak üzere her gün yararlanmıştır. v. Başvurucu, talebi üzerine psikolojik değerlendirmeye tabi tutulmamış, ancak çeşitli hastalıklarından dolayı muayene edilmiş ve gerekli ilaç tedavilerine başlanmıştır. İlgili hukuk için bkz. Raşit Konya, B. No: 2017/26780, 28/6/2018, §§ 15-30; Timur Demir, B. No: 2018/33190, 9/5/2019, §§ 14-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/33624
Başvuru, ceza infaz kurumunda tek kişilik odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, cezaevinde yapılan operasyonda kötü muamale yasağının ihlal edildiği iddiası ile açılan tam yargı davasının reddedilmesinin adil yargılanma ve makul sürede yargılanma haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun hükümlü olarak tutulduğu Burdur Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Cezaevi) bazı hükümlü ve tutukluların duruşmaya gitmeyi reddetmesi ve Cezaevi idaresinin talimatlarına uymaması nedenleriyle 4/7/2000 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna jandarma ve asker tarafından operasyon düzenlenmiştir. Anılan operasyon sırasında Cezaevinin duvarlarında kepçeyle bir delik açılırken kepçe, başvurucunun sol kolunu dirsek üzerinden koparmıştır. Başvurucu 5/7/2000 tarihinde hastaneye götürülmüş ve 27/7/2000 tarihinde hastaneden taburcu olmuştur. Bunun üzerine başvurucu ile diğer hükümlü ve tutuklular yaralanmalarından sorumlu güvenlik görevlilerinden şikâyetçi olmuşlardır. Güvenlik görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi kararı Antalya Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırıldıktan sonra Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı adli soruşturmayı yürütmüştür. Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı 30/3/2005 tarihinde operasyona katılan güvenlik görevlileri hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Bu karara yapılan itiraz da Isparta Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 30/5/2005 tarihinde reddedilmiştir. Öte yandan anılan adli ve idari soruşturmalar devam ederken başvurucu 12/1/2001 tarihli dilekçesi ile Bakanlık ve İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Dosya, yetkili Antalya İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Antalya İdare Mahkemesi 31/3/2005 tarihli kararıyla başvurucunun 000 TL tutarındaki maddi ve 000 TL tutarındaki manevi tazminat talebinin kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, bir cezaevinde ağır iş makinelerinin kullanılmasının cezaevlerinin iç ve dış güvenliğinde olağan ve mevzuatta öngörülen bir yöntem olmadığı belirtilmiştir. Operasyonda kullanılan gazlardan dolayı başvurucunun tehdit teşkil etmesinin olanaksız olması karşısında kullanılan gücün orantısız olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, başvurucunun uğradığı zarar konusunda hazırlanan bilirkişi raporu dikkate alınarak maddi zararın esasında başvurucu tarafından talep edilen meblağdan daha fazla olduğu belirtilmiştir. Ancak mevzuta göre talep edilen miktardan daha fazla tazminata hükmetmek mümkün olmadığından maddi zarara ilişkin olarak talep edilen miktarın tamamının yasal faiziyle birlikte ödenmesine, manevi zarara ilişkin olarak talep edilen miktarın tamamının ödenmesine hükmedilmiştir. Anılan karara ilgili Bakanlıklar itiraz etmiştir. Yapılan itiraz, mahkeme kararının icrasını durdurmadığından anılan miktarlar birikmiş faizi ile birlikte başvurucuya ödenmiştir. Danıştay Dairesi 15/2/2008 tarihli kararı ile başvurucuya tazminat ödenmesine ilişkin kararı bozmuştur. Başvurucunun kararın düzeltilmesine ilişkin talebi de aynı Daire tarafından 25/2/2009 tarihinde reddedilmiştir. Antalya İdare Mahkemesi, bozma kararı üzerine dosyayı yetkisizlik kararı ile Isparta İdare Mahkemesine göndermiştir. Isparta İdare Mahkemesi 24/6/2010 tarihli kararı ile başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun Cezaevindeki olaylara katıldığı ve güvenlik güçlerinin Cezaevindeki düzeni tekrar sağlamak üzere hükümlü ve tutuklulara müdahale ettiği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun eylemlere katılması nedeniyle yaralanmasının, meydana gelen zarar ile güvenlik görevlilerinin eylemleri arasında bulunması gereken nedensellik bağını kestiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun anılan karara yönelik temyiz başvurusu, Danıştay Dairesinin 26/6/2013 tarihli; karar düzeltme talebi de 16/7/2014 tarihli kararları ile reddedilmiştir. Başvurucu 14/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yukarıda belirtilen süreçte Burdur Cumhuriyet Başsavcılığının takipsizlik kararından sonra başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM 5/7/2011 tarihli ve 43044/05 ve 45001/05 başvuru numaralı kararı ile Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir. Ancak AİHM, başvurucuya ödenecek tazminat miktarını belirlerken yukarıda belirtilen başvurucu tarafından Antalya İdare Mahkemesine açılan tam yargı davasına atıfta bulunmuştur. AİHM, anılan davanın hâlen sonuçlanmadığını ancak başvurucunun yaklaşık 000 Avro tazminat talebinin Antalya İdare Mahkemesi tarafından kabul edildiğini ve kararın temyiz incelemesinde olmasına rağmen tazminatın başvurucuya ödendiğini belirtmiştir. Bu bağlamda başvurucunun AİHM nezdinde talep ettiği tazminatın bu davanın sonuçlanmasından sonra belirlenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Bu nedenle başvurucunun hakları saklı kalmak üzere tazminat konusunda bir sonuca ulaşılmamıştır. Tazminat talepleri reddedilip kararın Danıştay Dairesi tarafından onanmasından sonra başvurucu, AİHM'den tazminat miktarının belirlenmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca ihlal kararını Danıştaya ibraz etmesine rağmen AİHM kararındaki tespitlerin Danıştay kararında gözetilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu, davasının reddedilmesi nedeniyle Cezaevinde yapılan operasyonda meydana gelen zararları da ödemek zorunda kalacağını ileri sürmüş ve ek maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Ayrıca başvurucu, yetkililerin AİHM kararında tespit edilen ihlalleri gidermemeleri nedeniyle manevi zarara uğradığını, zarara uğramaya devam ettiğini ileri sürmüş ve 000 avro manevi tazminat talebinde bulunmuştur. AİHM, başvurucunun adil tazminat hakkına ilişkin olarak tekrar değerlendirme yapmıştır (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05 ve 45001/05, 14/4/2015). Bu incelemede başvurucunun taleplerinin öncelikle Antalya İdare Mahkemesi tarafından kabul edildiği ve hükmedilen tazminat miktarının başvurucuya ödendiği hatırlatılmış, ancak davanın sonucunda taleplerinin reddedilmesiyle başvurucunun kendisine ödenen tazminatı geri ödemek zorunda kaldığı belirlenmiştir. Sonuç olarak AİHM, devletin başvurucuya maddi ve manevi tazminat olarak ödenen meblağın geri alınmasına ilişkin tüm taleplerinden ve başvurucu tarafından açılan idari davada Bakanlık ve İçişleri Bakanlığının kendilerini savunmaları dolayısıyla gerçekleşmiş olabilecek masraf ve giderlerin tamamına yönelik tüm ilave miktarlara ilişkin tüm taleplerinden feragat etmesine karar vermiştir. AİHM söz konusu meblağların geri ödenmiş olması hâlinde devletin aynı miktarı, Avrupa Merkez Bankasının kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranda uygulanacak basit faiziyle birlikte başvurucuya ödemesi gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan başvurucunun masraf ve giderleri için 000 Avro ödenmesine hükmedilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16192
Başvuru, cezaevinde yapılan operasyonda kötü muamale yasağının ihlal edildiği iddiası ile açılan tam yargı davasının reddedilmesinin adil yargılanma ve makul sürede yargılanma haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı'nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürünecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi yaralanmıştır. Ankara Numune Eğitim ve Araştırama Hastanesince düzenlenen 15/10/2015 tarihli belgede başka hususlar yanında başvurucunun sol kulağında hafif derecede işitme kaybının bulunduğu belirtilmiştir. Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde görevli bir hekim tarafından düzenlenen belgeye göre kulak zarı merkezî ferforasyonu (delinme) tanısı konulan başvurucu 16/11/2015 tarihinde ameliyat edilmiştir. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almıştır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14). Başvurucu 7/12/2015 tarihli dilekçeyle müracaat ettiği İçişleri Bakanlığından yaralanmasına istinaden 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Sözü edilen dilekçesinde başvurucu özetle bombalı saldırı yapılacağına ilişkin istihbarat bilgisine rağmen miting için toplanan insanların yaşamlarının korunması için gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığını ve güvenlik güçlerinin saldırı sonrasında yaralılar ile yaralılara yardım edenlere gazlı müdahalede bulunup cankurtaranların yaralıların bulunduğu yere gelmesini fiilî olarak engellediklerini iddia etmiştir. Tazminat talebine cevap verilmemesi üzerine başvurucu, lehine 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, basında yer alan bazı haberleri de esas alarak saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin çokça iddia bulunup güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı dile getirmemiştir. Delil olarak canlı bomba saldırısını gerçekleştiren kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturmasına istinat eden başvurucu; İdare Mahkemesinden DEAŞ saldırılarına ilişkin uyarı yazılarının ilgili yerlerden getirtilmesini, DEAŞ ile ilgili istihbarat bilgilerinin temini için Millî İstihbarat Teşkilatı ile yazışma yapılmasını, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesindeki canlı bomba saldırısını gerçekleştiren A.A. hakkında terör örgütü üyeliği nedeniyle daha önce yürütülmüş soruşturma dosyasının celbini, Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığıyla yazışma yapılarak DEAŞ faaliyetleri hakkında yürütülen soruşturma dosyalarının istenmesini, olay nedeniyle yürütülen disiplin soruşturmalarına ilişkin dosyaların İçişleri Bakanlığından getirtilmesini, bir siyasi partinin mitingine ve binalarına yapılan saldırılar ile Suruç'ta gerçekleşen saldırılar hakkında yürütülen soruşturmalar hakkında Bakanlıktan bilgi istenmesini, askerî personelin saldırı öncesinde canlı bomba konusunda uyarılıp uyarılmadığı hususunda Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığıyla yazışma yapılmasını, mitinge katılan kişilerin güvenliğinin sağlanması için miting öncesinde yapılan planlamalara, alınan fiilî tedbirlere, kararlara ve istihbarat bilgilerine, miting için şehir dışından gelenleri taşıyan otobüslerin aranıp aranmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin (yazışmalar, görüntü kayıtları, fotoğraflar, telsiz ve telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar) Ankara Valiliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesini istemiştir. İçişleri Bakanlığı yaşanan olay hakkında yapılmış bir ihbarın bulunmadığını, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zarar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur. Olay günü saat 00'den itibaren alınan tedbirlere, görevlendirmelere, taleplere, istişarelere, trafik düzenlemelerine, toplantı ve gösteri yürüyüşünde yapılması gereken tüm iş ve işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler İçişleri Bakanlığı tarafından İdare Mahkemesine gönderilmiştir. 14/4/2017 tarihinde İdare Mahkemesi, Ankara Valiliğini de hasım olarak tespit edip dava dilekçesinin bir örneğini sözü edilen davalıya tebliğ edilmesine karar vermiştir. Ankara Valiliği savunmasında özetle başvurucunun isminin olaydan yaralanan kişilerle ilgili listede yer almadığını, durumun açıklığa kavuşturulması için yazılan müzekkerelere henüz cevap verilmediğini, başvurucunun 7/12/2015 tarihli dilekçesinin kendilerine gönderildiğini, başvurucudan eksik evrakı tamamlamasını istediklerini ancak eksikliğin başvurucu tarafından giderilmediğini, bu nedenle başvurucunun talebi hakkında 5233 sayılı Kanun çerçevesinde henüz bir karar verilmediğini ileri sürüp İçişleri Bakanlığıyla benzer yönde savunma yapmıştır. Başvurucu yukarıda bahsi geçen ön inceleme raporunun bir örneğini içeren CD'yi 30/6/2016 tarihinde İdare Mahkemesine sunmuştur. İdare Mahkemesi davalı idarelerden meydana gelen olayın niteliğinin (provakatif, terör eylemi v.s.) tespit edilip edilmediğine, olaydan önce kendilerine ulaşan bir ihbar olup olmadığına, olayla ilgili olarak kamu görevlileri hakkında başlatılmış adli ve/veya idari soruşturma bulunup bulunmadığına, olayın failleri hakkında başlatılmış soruşturmalara ve olay nedeniyle başvurucu tarafından yapılan başvurular nedeniyle başvurucuya tazminat ödenip ödenmediğine ilişkin tüm bilgi ve belgeleri istemiştir. Davalı idareler tarafından sunulan belgelerde şu hususlar belirtilmiştir: - Olay bir terör eylemidir.- Olay failleri hakkındaki yargılama devam etmektedir.- Başvurucunun tazminat talebi, başvurucunun yaralılar listesinde adının olmaması ve eksik evrakı tamamlaması nedeniyle reddedilmiştir.- Başvurucu, Ankara Valiliğine sadece Hacettepe Üniversitesi Kabul Formu ile geçici iş göremezlik belgesini sunmuştur. Yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi, sosyal risk ilkesi uyarınca başvurucuya manevi tazminat olarak davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte 000 TL ödenmesine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“... İdare, Anayasa'nın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğunun yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın maddesinde öngörüldüğü üzere hiç bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi ve manevi zararlarının idari yargı mercilerince sosyal risk ilkesi uyarınca tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış, bu ilkeler Danıştay tarafından yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile ‘terör olayları’ olarak nitelenen eylemlerin Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınarak, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir. ...... 5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurulmadan sulh yoluyla ödenmesini öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'la ilgili olarak ‘Tazminat kanununda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanunun maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.’ ifadesine yer verilmiştir.Diğer taraftan, terör olayları nedeniyle zarar gören bireylerin 5233 sayılı Yasa uyarınca maddi zararlarının karşılanmasına yönelik olarak sulhname imzalamış olması, meydana gelen manevi zararların tazmini istemiyle dava açmalarına engel teşkil etmemektedir.Bu bakımdan, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.Maddi olayın incelenmesinden; 2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlamada davacının yaralandığı, aynı gün Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan muayenesinde ‘sağ kulakta işitme normal sınırlarda olmakla birlikte yüksek frekanslarda SN dının mevcutken sol kulakta hafif derecede muxt tip orte kaybı gözlendi’ şeklinde tespitte bulunulduğu, 2015 tarih ve 235417 tarihli Hacettepe Üniversitesi raporuna göre H0-Kulak zarı merkezi ferforasyonu tanısıyla ameliyat edilerek 10 gün istirahat raporu düzenlendiği, davacı vekilince 2015 tarihli dilekçe ile İçişleri Bakanlığı'na 000,00 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ile 000,00-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bakılan uyuşmazlıkta; davalı idare tarafından olayın bir terör saldırısı olduğunun belirtildiği, canlı bomba ile gerçekleştirilen patlama olaylarının çok sayıda vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu, nitekim 5233 sayılı Yasa uyarınca uğranılan maddi zarar nedeniyle davacıya maddi tazminat ödenmesine de karar verildiği göz önüne alındığında, olay nedeniyle yaralanan davacının yaşadığı elem ve üzüntü sebebiyle oluşan manevi zararının yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ve hukuki değerlendirmeler ışığında sosyal risk ilkesi uyarınca idarece tazmin edilmesi gerekmektedir.Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, kişinin manevi yaşamında ortaya çıkan acı ve elemin azaltılmasına yönelik tatmin aracı olma yönü ağır basan bir tazminat türüdür. Terör eyleminden dolayı ortaya çıkan manevi zarar sebebiyle hükmolunacak manevi tazminatın duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda ve zenginleşmeye yol açmayacak miktarda saptanması gerekmektedir.Bu durumda; davacının dava konusu olay nedeniyle duymuş olduğu acı ve üzüntü ile orantılı olarak takdiren 000,00-TL manevi tazminatın yerleşik Danıştay içtihatları ile kabul edildiği üzere davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmış, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemi yerinde görülmemiştir....” Başvurucu ile davalı idareler İdare Mahkemesince verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf istemine ilişkin dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialarını yineleyip özetle olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru bulunduğu için davanın sosyal risk ilkesi çerçevesinde ele alınamayacağını, sosyal risk ilkesine göre değerlendirmenin ancak idarenin hizmet kusurunun tespit edilememesi durumunda yapılabileceğini ve hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) usul ve hukuka uygun olduğunu ve kaldırılması için bir neden bulunmadığını belirttiği İdare Mahkemesi kararını 5/6/2018 tarihinde onamıştır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:  “...İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda,öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir....”B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Abdullah Yaşa [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, §§ 34,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24347
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, atanmamaya ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı bulunduğu gerekçesiyle reddedilmesinin masumiyet karinesi ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, sözleşmeli infaz ve koruma memurluğu sınavında başarılı olmuştur. Başvurucunun arşiv araştırmasının olumsuz olduğundan bahisle atanması Bakanlık Personel Genel Müdürlüğünün 28/9/2016 tarihli işlemiyle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı (HAGB) bulunduğu gerekçesiyle uygun görülmemiştir. Başvurucu hakkında Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 4/6/2014 tarihli kararla kültür varlıkları bulmak amacıyla izinsiz olarak kazı veya sondaj yapmak suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına karar verilmiş, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin beşinci fıkrası uyarınca da anılan hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Başvurucu, anılan işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 14/12/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda "... sözleşmeli infaz ve koruma memurluğu sınavında başarılı olan davacı hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı 2802 sayılı Kanun’un Ek maddesi ile Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği’nin maddesi kapsamında değerlendirildiğinde davalı idarece, davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumsuz olarak değerlendirilemeyeceğinden güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz olduğundan bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır." gerekçesine yer verilmiştir. Davalı idarenin istinaf başvurusunda bulunması üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 20/6/2018 tarihli kararıyla istinaf talebinin kabulüne, Mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde "...topluma kazandırılması da amaçlanan tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu ceza infaz kurumlarında görev yapacak personelin, belirli niteliklere sahip bulunması, bu kapsamda geçmiş yaşantısının da özenli olması zorunlu ve gereklidir. Dolayısıyla her ne kadar davacı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de, cezaya neden olan olayın özelliği, fiilin niteliği, görev yapacağı infaz kurumunun özellikli bir kuruluş olması, görevin hassasiyeti gözönüne alındığında, bu fiilin, infaz ve koruma memurluğu göreviyle bağdaşmayacak nitelik taşıdığı sonucuna varıldığından, tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. " gerekçesine yer verilmiştir. Nihai karar 23/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Genel ve özel şartlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar:... Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak....B) Özel şartlar:... Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 5271 sayılı Kanun'un "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması " kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder." 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun ek maddesi şöyledir:"Hâkim ve savcı adaylığına atanacaklar ile hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul edilecekler ve hâkim ve savcı sınıfı dışında kalan adlî ve idarî yargıda çalıştırılacak tüm personel hakkında 1994 tarihli ve 4045 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre arşiv araştırması yapılır." 10/7/2003 tarihli ve 25164 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Adalet Bakanlığı Memur Sınav Atama ve Nakil Yönetmeliği'nin "Özel şartlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Genel şartların yanında, atama yapılacak kadroların niteliğine göre aşağıdaki şartlar aranır:...5) Koruma güvenlik görevlisi ile infaz ve koruma memuru kadrolarına atanabilmek için;...d) Güvenlik soruşturması olumlu olmak, "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." "Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) -yerleşik içtihadı uyarınca- Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz, bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler AİHM'in yeniden inceleme alanına girmez. AİHM, bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır; dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna (No.2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).b. Masumiyet Karinesine İlişkin İçtihat Sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği ön yargısıyla hareket etmemesini ifade eden ve Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi, birinci fıkrada teminat altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından biridir (Minelli/İsviçre, B. No: 8660/79, 25/3/1983, § 27). Masumiyet karinesi suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği cezai sorumluluğun bulunmadığını tespit eden kararına uygun hareket etmelidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya [GK], B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38). Ayrıntılı AİHM içtihatları için bkz. Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24007
Başvuru, atanmamaya ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı bulunduğu gerekçesiyle reddedilmesinin masumiyet karinesi ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/340
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Mahkemece hükmedilen karar harcının ödenmesi sırasında gecikme zammı alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla gecikme zammının iadesi istemiyle yapılan düzeltme-şikâyet başvurularının reddi üzerine açılan davaların Danıştayın aynı konuda lehe kararı olduğu hâlde reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 27/3/2014 ve 12/5/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 ve 31/12/2014 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 ve 4/1/2016 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, birinci başvurucu için görüşünü 24/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 30/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Bakanlık, ikinci başvurucu için sunduğu 4/2/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir. 30/9/2016 tarihinde ikinci başvurucuya ait 2014/6411 sayılı bireysel başvurunun konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2014/4230 sayılı başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/4230 sayılı dosya üzerinden sürdürülmesine ve 2014/6411 sayılı dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP)elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ve H.Ş.nin birlikte davalı olarak yer aldığı Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava, Mahkemenin 28/5/2002 tarihli ve E.2001/192, K.2002/294 sayılı kararıyla davalılar aleyhine kabul edilmiş ve yargı harcının başvurucular ile diğer davalı H.Ş.den tahsili için Vergi Dairesine harç tahsil müzekkeresi yazılmıştır. Vergi Dairesi belirlenen harcı davalılar adına eşit olarak paylaştırarak 2003 yılında ödeme emri düzenlemiş ve davalılara tebliğ etmiştir. Başvurucuların "henüz Mahkeme kararının tebliğ edilmediği ve karar kesinleşmediği için yargı harcı tahsil edilemeyeceği" iddiasıyla ödeme emirlerinin iptali istemiyle açtıkları davalar, Ankara Vergi Mahkemelerinin 2005 ve 2006 yıllarında verdikleri kararlarıyla özetle "harcın tahsili için kesinleşmesinin gerekli olmadığı, kararın bozulması durumunda verilecek kararda harca hükmedilirken daha önce hükmedilen harcın da dikkate alınacağı" gerekçeleriyle reddedilmiş ve kararlar Danıştay Dokuzuncu Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. Bunun üzerine söz konusu yargı harcı, gecikme zammıyla birlikte başvurucular tarafından 14/7/2006, 17/8/2006 ve 18/8/2006 tarihlerinde ödenmiştir. Başvuru dosyasındaki belgelerden gecikme zammının hesaplanmasında, Asliye Hukuk Mahkemesinin karar tarihinin değil yukarıda belirtilen ödeme emirlerinin tebliğ tarihlerinin (2003 Mayıs) esas alındığı ve zammın ödeme tarihlerine kadar hesaplandığı anlaşılmıştır. Bu arada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/5/2002 tarihli ve E.2001/192, K.2002/294 sayılı kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/12/2007 tarihli ilamıyla onanmış ve 13/3/2008 tarihli ilamla da karar düzeltme istemi reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucular ve H.Ş., Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi kararının yeni kesinleştiğini belirtip gecikme zammına ilişkin işlemin düzeltilerek iadesi için 5/6/2008 tarihinde düzeltme başvurusu yapmış, başvuruları 13/6/2008 tarihli işlemle reddedilmiştir. 4/7/2008 tarihinde yapılan şikâyet başvurusu ise zımnen reddedilmiştir. Bunun üzerine 26/9/2008 tarihinde birinci başvurucu, Ankara Vergi Mahkemesinde; ikinci başvurucu, Ankara Vergi Mahkemesinde; H.Ş. ise Ankara Vergi Mahkemesinde ödenen gecikme zammının iadesi istemiyle yapılan düzeltme-şikâyet başvurusunun reddine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle dava açmıştır. Her üç dava da reddedilmiş olup birinci başvurucunun açtığı davada Ankara Vergi Mahkemesinin 1/7/2009 tarihli ve E.2008/1521, K.2009/1238 sayılı kararının gerekçesi şöledir:"Dava dosyasının incelenmesinden,Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2001/192, K:2002/294 sayılıkararı uyarınca davacı adına ilam harcına hükmedildiği, tahsil edilebilmesi için vergi dairesine harç tahsil müzekkeresi yazıldığı,harcın süresi içerisinde ödenmemesi üzerine tahsili yolunda ödeme emri düzenlendiği ve tebliğ edildiği, ödeme emrinin iptali istemiyleAnkara Vergii Mahkemesinde açılan davada anılan mahkemece 2005 gün ve E:2004/1025K:2005/1391 sayılı kararı ile davanın reddolunduğu, bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerineDanıştay Dokuzuncu Dairesinin 2006 tarih ve E:2006/563, K:2006/1764 sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, vergi dairesince 2007 [2006] tarihinde 598,35 TL yargı harcının ve 465,65 TL gecikme cezasının tahsil olunduğu, davacı tarafından ödenen gecikme zammının iadesi istemiyle vergi dairesine yapılan düzeltme başvurusuna karşı verilen ret işlemine karşı bakılmakta olan bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Buna göre, davacı tarafından tahakkuk eden ve tebliğ edilen ilam harcının süresinden sonra ödenmiş olması nedeniyle idarece gecikme zammı uygulandığı açık olduğundan idareceyapılan işlemde yasalara aykırılık görülmemiştir." Karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 24/5/2012 tarihli ve E.2009/9180, K.2012/3025 sayılı ilamıyla aşağıdaki gerekçe ile onanmıştır:"Olayda, yargı harcının tahsili aşamasında, mahkeme kararının tebliği öncesi için gecikme zammı hesaplanıp hesaplanmayacağı, yargı harcının vadesinin ilgili mahkeme kararının tebliğinden önceki bir tarih olmayacağına ilişkin hususların hukuki yorum ve irdeleme yapılarak çözüme kavuşturulması gerektiği, bu durumda, davacının iddiası açık bir vergilendirme hatası kapsamında olmaması nedeniyle dava konusu işlemde mevzuata aykırılık görülmediği gerekçesi ile davanın reddi gerekmektedir. Bu durumda, davacı adına tahakkuk eden ve davacıya tebliğ edilen yargı harcının süresinden sonra ödenmiş olması nedeniyle davalı idarece gecikme zammı uygulandığı açık olduğundan dava konusu işlemde mevzuata aykırılık görülmediği yolunda verilen kararda hukuka uyarlık görülmemiş ise de sonucu itibarıyla davanın reddinde yasal isabetsizlik bulunmamaktadır." Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 29/1/2014 tarihli ve E.2012/10277, K.2014/12 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 28/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Birinci başvurucu 27/3/2014 tarihinde süresi içinde başvurusunu yapmıştır. İkinci başvurucunun açtığı davada, Ankara Vergi Mahkemesince verilen 10/3/2009 tarihli ve E.2008/1323, K.2009/398 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Yargı harcına, dayanağı yargı kararının tebliğ tarihinden öncesi için gecikme zammının hesaplanıp hesaplanmayacağı hususu, gerek yargı harcınınvadesinin tayini için yapılacak tebligatın ne şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği yönünden gerekse, yargı harcının vadesinin, ilgili olduğu kararın tebliğinden önceki bir tarih olamayacağı yönünden yapılacak hukuki yorum ve tartışmalarla çözüme bağlanabilecek bir mesele olması ve dolayısıyla yukarıda yer verilen hükümlere göre açık ve net bir şekilde görülebilecek bir vergilendirme hatası olmaması nedeniyle, vadesinde ödenmeyen yargı harcı borcu bulunduğundan bahisle tebliğ edilen ödeme emri üzerine yapılan ödeme sırasında hesaplanıp tahsil edilen gecikme zammının yasal faiziyle birlikte iadesi için yapılan düzeltme/şikâyet başvurusunun zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminde hukuka aykırılık yoktur." Karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 24/5/2012 tarihli ve E.2009/6035, K.2012/3024 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararına atıf yapmak suretiyle onanmış; başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 29/1/2014 tarihli ve E.2012/9326, K.2014/13 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 11/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. İkinci başvurucu 12/5/2014 tarihinde süresi içinde başvurusunu yapmıştır. Öte yandan H. Ş.nin Ankara Vergi Mahkemesinde açtığı dava, Mahkemenin 19/2/2009 tarihli ve E.2008/1384, K.2009/295 sayılı kararıyla "olayda harcın ödeme emri ile istenilmesi ve dava konusu yapılmasına karşın retle sonuçlanması dolayısıyla vadesinde ödenmeyen alacak için gecikme zammı hesaplanması ve bu tutarın ödenmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde ortada 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda yazılı anlamda hata oluşmadığı ve hukuki yorum gerektiren bir uyuşmazlık bulunduğundan şikayet başvurusunun reddine dair işlemde mevzuata aykırılık görülmediği" gerekçesiyle reddedilmiştir. Ancak karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 12/9/2012 tarihli ve E.2009/5147, K.2012/4549 sayılı kararıyla oyçokluğuyla bozulmuş; karar düzeltme istemi de reddeddilmiştir. Bozma kararının gerekçesi ise şöyledir:"Yukarıda sözü edilen 6183 sayılı Yasa hükmü uyarınca ödeme emri düzenlenebilmesi için; mükellef tarafından amme alacağının miktarının, vadesinin bilinmesi ve alacağın vadesinde ödenmemesi gerekmektedir. Bu durumda vadenin başlangıcı, ödeme emrinin düzenlenmesi ve amme alacağının geç ödenmesi halinde de istenecek olan gecikme zammı yönünden önem arz etmektedir. Genelde uygulamada, mahkemedeki duruşma sırasında açıklanan kısa kararın harcının ne kadar olduğu çoğu durumlarda henüz hesaplanmamış olduğundan bilinmemekte, borçlu olunan bu meblağ ancak gerekçeli kararın mahkemece hazırlanıp yazılması, kararın tebliğe çıkarılacak hale gelmesi ile açıklığa kavuşmaktadır. Kararın hazırlanması, tebliğe çıkarılacak hale gelmesi tarihlerinin daha önce tespiti tam olarak mümkün olamayacağı gibi bu tarihin, davanın tarafları olan kişilerce de bilinmesi imkansız olduğundan, vade tarihinin başlangıcının belirlenmesi gerekmektedir.  Bütün bu açıklamalar karşısında mahkemelerce harç tahsil müzekkeresinin vergi dairesi müdürlüğüne gönderilmesi üzerine 6183 sayılı Kanunun maddesi uyarınca idarece mükelleflere bir aylık ödeme süresi verilmesi ve bu sürenin sonunda harcın ödenmemesi halinde gecikme zammın uygulanması gerekmektedir. Olayda ise Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi Hakiminin gönderdiğiyazı üzerine Vergi Dairesi Müdürlüğünce, ödenmesi gereken yargı harcının vadesinin belirlenmesi amacıyla bir aylık sürenin verilmemesi halinde, gecikme zammının hesaplanmasında esas alınan borcun vade tarihinin belirsizliğinin söz konusu olması nedeniyle uyuşmazlığın vergi mahkemesince 213 sayılıKanunun ve maddelerinde belirtilen hesap ve vergilendirme hataları kapsamında çözümlenmesi gerekirken, hukuki yorum gerektirmesi nedeniyle davanın reddedilmesinde isabet görülmemiştir." Bozma kararına uyan Vergi Mahkemesi 17/9/2015 tarihli ve E.2015/1483, K.2015/1898 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiş olup karar, Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 2016/324 Esas sayılı dosyasında temyiz incelemesi aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun "Nispi Harçlarda Ödeme Zamanı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi olay tarihindeki hâliyle şöyledir:"(1) sayılı tarifede yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir:a) Karar ve ilam harcı;Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir... " 492 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde geçen "kararın verilmesinden itibaren" ibaresi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/70, K.2012/157 sayılı kararının gerekçesi şöyledir:"Başvuru kararında, nispi karar ve ilam harcının miktarının ancak kararın tebliği ile öğrenilebildiği, yargılama esnasında hazır bulunmayan veya hüküm duruşmasına katılmayan tarafın gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmedikçe harcın miktarını bilmesinin mümkün olmadığı, kuralda yer alan iki aylık sürenin geçmesi halinde ise mükellefin fazladan gecikme zammı ödemek zorunda kaldığı, bu nedenle henüz tebliğ edilmeyen bir vergi borcu için gecikme zammı işletilmesine olanak tanıyan itiraz konusu ibarenin hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.492 sayılı Kanun'un itiraz konusu ibareyi de içeren maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin birinci cümlesinde, nispi karar ve ilam harcının dörtte birinin peşin, geri kalanının ise kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödeneceği düzenlenmiştir.6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun'un maddesinde ise tahsil edilemeyen kamu alacakları için gecikme zammı ödeneceği öngörüldüğünden, nispi karar harcının bakiye miktarının vadesinde, yani kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenmemesi hâlinde, anılan hüküm uyarınca bu kamu alacağına gecikme zammı uygulanacaktır....Genel olarak hukuk mahkemeleri tarafından verilen kararlarda ödenmesi gereken bakiye harç miktarı kısa kararda açıklanmamaktadır. Diğer bir ifade ile taraflar bakiye harç miktarlarını gerekçeli kararın kendilerine tebliği ile öğrenmektedirler. Bu hâllerde bakiye karar harcının karar tarihinden itibaren iki ay içinde ödenmesinin zorunlu tutulması, mükellefin henüz varlığından haberdar olmadığı veya miktarını tam olarak bilmediği bir harç için gecikme zammı ödemesi sonucunu doğuracaktır. Kişilerin haberdar olmadıkları harç nedeniyle gecikme zammı ödemek zorunda kalmaları ise hukuk devleti ilkesinin gereklerinden olan hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır.Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa'nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir." 492 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin son hali şu şöyledir:"(1) sayılı tarifede yazılı nispi harçlar aşağıdaki zamanlarda ödenir:(6009 sayılı Kanunun 18 inci maddesiyle değişen bent Yürürlük; 2010)a) Karar ve ilam harcı,Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı (6487 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle değişen ibare Yürürlük; 2013) kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. Şu kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez." 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Amme alacakları hususi kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir.Hususi kanunlarında ödeme zamanı tesbit edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğden itibaren bir ay içinde ödenir.Bu ödeme müddetinin son günü amme alacağının vadesi günüdür.Amme borçlusu isterse borcunu belli zamanlardan önce ödiyebilir. Aynı Kanun'un "Gecikme Zammı, Nispet ve Hesabı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Amme alacağının ödeme müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için ayrı ayrı % 4 oranında gecikme zammı tatbik olunur. Ay kesirlerine isabet eden gecikme zammı günlük olarak hesap edilir." Aynı Kanun'un "Ödeme Emri" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur." 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Vergi Kanunlarının Uygulanması ve İspat" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"A) Vergi kanunlarının uygulanması: Bu kanunda kullanılan "Vergi Kanunu" tabiri işbu kanun ile bu kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarını ifade eder.Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı gözönünde tutularak uygulanır.B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir." Aynı Kanun'un "Vergi Hatası" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vergi hatası, vergiye müteallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınmasıdır." Aynı Kanun'un "Hesap hataları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hesap hataları şunlardır: Matrah hataları: Vergilendirme ile ilgili beyanname, tahakkuk fişi, ihbarname, tekalif cetveli ve kararlarda matraha ait rakamların veya indirimlerin eksik veya fazla gösterilmiş veya hesaplanmış olmasıdır. Vergi miktarında hatalar: Vergi nispet ve tarifelerinin yanlış uygulanması, mahsupların yapılmamış veya yanlış yapılmış olması, birinci bentte yazılı vesikalarda verginin eksik veya fazla hesaplanmış veya gösterilmiş olmasıdır. Verginin mükerrer olması: Aynı vergi kanununun uygulanmasında belli bir vergilendirme dönemi için aynı matrah üzerinden bir defadan fazla vergi istenmesi veya alınmasıdır." Aynı Kanun'un "Vergilendirme hataları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Vergilendirme hataları şunlardır: Mükellefin şahsında hata: Bir verginin asıl borçlusu yerine başka bir kişiden istenmesi veya alınmasıdır; Mükellefiyette hata: Açık olarak vergiye tabi olmıyan veya vergiden muaf bulunan kimselerden vergi istenmesi veya alınmasıdır; Mevzuda hata: Açık olarak vergi mevzuuna girmiyen veya vergiden müstesna bulunan gelir, servet, madde, kıymet, evrak ve işlemler üzerinden vergi istenmesi veya alınmasıdır. Vergilendirme veya muafiyet döneminde hata: Aranan verginin ilgili bulunduğu vergilendirme döneminin yanlış gösterilmiş veya süre itibariyle eksik veya fazla hesaplanmış olmasıdır." Aynı Kanun'un "Şikâyet Yolu İle Müracaat" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler.Bu madde gereğince il özel idare vergileri hakkında valiliğe ve belediye vergileri hakkında belediye başkanlığına müracaat edilir." Aynı Kanun'un "Düzeltmenin Şümulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vergi mahkemesi, bölge idare mahkemesi ve Danıştaydan geçmiş olan muamelelerde vergi hataları bulunduğu takdirde, bu hatalar, yargı kararları kesinleşmiş olsa bile, evvelki maddelerde yazılı usul dairesinde düzeltilebilir. şu kadar ki; düzeltmenin yapılabilmesi için hatalar hakkında anılan yargı mercileri tarafından bir karar verilmemiş olması şarttır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4230
Başvuru, Mahkemece hükmedilen karar harcının ödenmesi sırasında gecikme zammı alınmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla gecikme zammının iadesi istemiyle yapılan düzeltme-şikâyet başvurularının reddi üzerine açılan davaların Danıştayın aynı konuda lehe kararı olduğu hâlde reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ülkesinde ölüm cezasına mahkûm edilmiş yabancının henüz tespit edilmemiş üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesine karar verilmesi ve bu karar aleyhine açılan davada sınır dışı etmenin olası sonuçlarıyla ilgili iddiaların titiz bir incelemeye tabi tutulmaması nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/11/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm tarafından 2/11/2021 tarihinde sınır dışı işleminin 2/12/2021 tarihine kadar durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm 30/11/2021 tarihinde ise tedbir kararının kaldırılmasına ilişkin yeni bir karar verilinceye veya başvurunun kabul edilemez olduğuna, başvurucunun hakkının ihlal edilmediğine ya da başvurunun düşmesine karar verilinceye kadar başvurucunun sınır dışı edilmesine dair işlemin geçici olarak durdurulmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuyla ilgili olarak bir polis memurunun düzenlediği, üzerinde tarih olmayan Düzensiz Göçmen Mülakat Formu’na göre başvurucu; Türkiye’ye yasa dışı yollardan giriş yapmış ve ülkesinde işsizlik olduğunu, gönderilecek olursa ülkesi dışındaki bir ülkeye gidebileceğini beyan etmiştir. Üzerinde tarih olmayan bir başka Düzensiz Göçmen Mülakat Formu’na göre ise başvurucu; ülkesinde yaşamının tehlikede olduğunu, Türkiye'den sonra gideceği ülkenin kendisi için fark etmediğini söylemiştir. Yalova İl Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün uyuşturucu madde satıcıları ile kullanıcılarına yönelik 16/8/2019 tarihli çalışmaları sırasında evinde uyuşturucu madde bulunduğu ve kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme veya bulundurma ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma suçundan hakkında işlem yapıldığı için başvurucunun kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı için tehdit oluşturduğu sonucuna varan Yalova İl Göç İdare Müdürlüğü (Göç İdaresi) menşe ülkesine sınır dışı edilmesinde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi (Maddeye göre hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.) ile maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine (Bu bende göre sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz.) göre sakınca bulunduğu gerekçesiyle başvurucunun gidebileceği üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesine ya da gönüllü olması hâlinde menşe ülkesine çıkışının sağlanmasına 19/8/2019 tarihinde karar vermiştir. Bu karar Türkçe ve Farsça olarak başvurucuya 20/8/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu kendisine isnat edilen suçlama ile ilgili olarak kolluk görevlilerince çevirmen eşliğinde alınan beyanında okuyup yazamasa da Türkçeyi anladığını, ele geçirilen maddelerin kendisine ait olmadığını ifade etmiştir. İfade Tutanağı’na göre başvurucu, müdafi talep etmemiştir. Başvurucu 3/6/2020 tarihinde bir kavgaya karışmıştır. Bu olaya karışan birinin yardımıyla başvurucuya ulaşabilen kolluk görevlileri, başvurucunun sağ koluna sarılı bir bez içinde, kesici kısmı yaklaşık 11 cm, sapı ise yaklaşık 12 cm olan bir bıçak bulunduğunu ve başvurucu hakkında bazı tahdit kayıtları (O-100 yurda giriş yasağı, V-71 semti meçhul ve M-99 yer ve kimlik tespiti) olduğunu tespit etmiştir. Başvurucu, kolluğa şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde yabancı uyruklu arkadaşıyla sahilde otururken yanlarına gelen yabancı uyruklu iki kişiden birinin arkadaşına bıçak çektiğini, kavgaya engel olmak isterken yanlarına gelen yabancı uyruklu kişilerin kendisine yumruk attığını, yanlarına gelen yabancı uyruklu kişilere arkadaşı ile birlikte kendilerini savunmak için yumruk attıklarını, ayrıca bir tavuk kesimhanesinde çalıştığını, koluna sarılı bıçağı biletmek için üzerinde bulundurduğunu beyan etmiştir. Beyanına bakılırsa başvurucu Türkçe bilmektedir ve müdafi talep etmemiştir. Başvurucu 4/6/2020 tarihinde kolluk görevlilerince Göç İdaresi yetkililerine teslim edilmiştir. Göç İdaresi aynı gün 19/8/2019 tarihli sınır dışı etme kararına ilişkin tebliğ formunda yer alan sınır dışı etme kararının tarih ve sayısının üzerini çizip sınır dışı etme kararının tarih ve sayısını sırasıyla 4/6/2020 ve 98 olarak yazmış, sınır dışı etme kararının gerekçesiyle ilgili bölümünün “kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar” ve “uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlar” ile ilgili kısımlarını işaretleyerek söz konusu kararı başvurucuya hem Türkçe hem Farsça olarak tebliğ etmiştir. 4/6/2020 tarihli müstakil bir sınır dışı etme kararının varlığı tespit edilememiştir. Bununla birlikte Göç İdaresinin üzerinde tarih bulunmayan 98 sayılı kayıt düzeltme kararından anlaşıldığına göre kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturması, Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye gelmesi ve uluslararası koruma başvurusunun reddedilmesi nedeniyle başvurucunun gidebileceği üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesine ya da gönüllü olması hâlinde menşe ülkesine çıkışının sağlanmasına karar verilmiştir. Göç İdaresinin bir görevlisi tarafından düzenlenen Ön Değerlendirme Formu’na göre başvurucu; ülkesinde hakkında verilmiş idam kararı olduğunu, ülkesi dışındaki bir ülkeye gidebileceğini görevliye beyan etmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla 4/6/2020 tarihli sınır dışı etme kararının iptali için 10/6/2020 tarihinde Bursa İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle hakkında İran İslam Cumhuriyeti’nde (İran) alınmış bir idam kararı olduğundan sınır dışı edilemeyeceğini, sınır dışı etme kararının alınmasına müsebbip olayda mağdur olması nedeniyle kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturmadığını, hakkında Türkiye’de verilmiş herhangi bir mahkûmiyet kararı bulunmadığını, uluslararası koruma başvurusunun reddine dair karara karşı açılan iptal davasını sonuçlandıran mahkemenin idam kararı yönünden detaylı araştırma yapmadığını ve Türkçe bilgisinin yetersizliğine rağmen sınır dışı etme kararının çevirmen aracılığıyla açıklanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, yargılama sürecinde vekili tarafından temsil edilmiştir. Başvurucu, idam cezasıyla ilgili olduğunu ileri sürdüğü bir mahkeme kararını 6/7/2020 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinin dikkatine sunup gerekirse kararın aslının getirtilmesi için yazışma yapılmasını istemiştir. Farsça bilen bir yeminli çevirmen tarafından yapılan noter onaylı çeviride İran’ın Tahran şehrindeki İnkılap Adliyesinde bulunan Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15/1/2019 tarihli kararda başvurucunun bir kavga sırasında kendisine bıçakla saldıran kişinin elinden bıçağı alarak söz konusu kişiyi kalbinden bıçakladığı, bahsi geçen kişinin kan kaybından öldüğü, ilgili kanun uyarınca son hüküm kesinleştiğinde kısasın ve asılmanın uygulanacağı, kararın açıklanıp düzenlenmesinden yirmi gün sonra İran Yargıtayına gönderileceği belirtilmiştir. Çevirmen çeviriyi fotokopi evrak üzerinden yapmıştır. Dava dosyasına ibraz edilen belgeler içinde “Sınır Dışı” başlığı taşıyan ve bilinen şablona uygun olan bir sınır dışı etme kararının bulunmaması, 98 sayılı kayıt düzeltme kararının tarih bilgisi içermemesi, sınır dışı etme kararının tebliğiyle ilgili formda işlemin tarih ve sayısı yönünden değişiklik yapılması nedeniyle Bursa İdare Mahkemesi; başvurucu hakkında tesis edilen sınır dışı etme kararının tarih ve sayısıyla açıklanması, başvurucu hakkında idam cezası verildiği iddialarının araştırılıp araştırılmadığına ilişkin bilgi ve belgeler ile 19/8/2019 tarihli sınır dışı etme kararının onaylı bir örneğinin gönderilmesi için Göç İdaresi ile yazışma yapmıştır. Göç İdaresinin cevap yazısına göre kendisiyle yapılan mülakatta başvurucunun idam cezasıyla ilgili bir iddiası olmadığı için Göç İdaresinde de konuyla ilgili belge bulunmamaktadır. Ayrıca dava konusu 4/6/2020 tarihli ve 98 sayılı işlem daha önce Bursa İdare Mahkemesine sunulmuştur. 4/6/2020 tarihli sınır dışı etme kararının aslında 19/8/2019 tarihli sınır dışı etme kararının düzeltilmesine yönelik bir karar olduğu tespitini yapan Bursa İdare Mahkemesi; sınır dışı edilmesine karar verilen başvurucunun gönderilebileceği güvenli üçüncü ülkenin belirlendiğine ilişkin bilgi ve belgenin dava dosyasına sunulmadığı, başvurucunun herhangi bir ülkeye gönderilmesi durumunda ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalma ihtimali olan, hayatının veya hürriyetinin tehdit altında olacağı ülkelere gönderilme riski ile karşı karşıya kalacağı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. 30/12/2020 tarihli bu kararın ilgili kısmı şöyledir: “...Dava dosyasının incelenmesinden, İran uyruklu olan davacının, sınır dışı edilmesine yönelik Bursa Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından işlem tesis edildiği, anılan işlemin iptali istemiyle de görülmekte olan davanın açıldığı, dava konusu 04/06/2020 tarih ve 98 sayılı Yalova Valiliği, İl Göç İdaresi Müdürlüğü işleminin, yine Yalova Valiliği, İl Göç İdaresi Müdürlüğü'nce davacı hakkında daha önceden tesis edilen 19/08/2019 tarih, 582 sayılı sınırdışı işlemiyle bağlantılı olarak kayıt düzeltmek suretiyle ihdas edilmiş bir işlem olduğu, dava dosyasına ‘İran İslam Cumhuriyeti Birinci Ağır Ceza Mahkemesi İnkılap Adliyesi Tehran İli’ başlığını taşıyan, tercümesi Yalova Noterliği'nce 06/07/2020 tarih, 003899 sayılı olarak onaylanmış, davacı hakkında 15/01/2019 tarihinde verilen bir idam kararının ibraz edildiği anlaşılmaktadır.Dava konusu olayda; davacı hakkında 6458 sayılı Kanunun maddesinin fıkrasının (d), (ı) ve (i) bentleri uyarınca sınır dışı edilmesine yönelik işlem tesis edilmiş ise de, dava konusu işlemde; davacının ‘güvenli üçüncü bir ülkeye veya gönüllü olması halinde menşe ülkesine sınır dışı edileceğinin’ belirtildiği, davacı hakkında ülkesi İran adli makamlarınca verilmiş bir idam kararı bulunmasına rağmen davalı idarece, sınırdışı edilmesine karar verilen davacının gönderilebileceği güvenli üçüncü ülkenin belirlendiğine ilişkin hiçbir bilgi ve belgenin dava dosyasına sunulmadığı görülmektedir.Bu durumda; hakkında sınır dışı etme kararı verilen davacının, bu karara istinaden herhangi bir ülkeye sınır dışı edilebileceği, bu takdirde Kişilerin işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı ülkelere geri gönderilmemesi ilkesinin ihlal edilebileceği, kişinin mülteci statüsü talep etme ve mülteci olarak nitelendirilmesi durumunda Sözleşmeye uygun olarak koruma elde etme imkânının bulunmayacağı ve ciddi zarar görme riskinin olduğu anlaşıldığından, davacının herhangi bir ülkeye gönderilmesi durumunda, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun ilgili hükümlerinin açıkça ihlal edilmiş olacağı, davacının ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalma ihtimali olan, hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı ülkelere gönderilme riski ile karşı karşıya kalacağı sonucuna ulaşıldığından, dava konusu sınır dışı işleminde konu unsuru yönünden, ulusal ve uluslararası mevzuata ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Öte yandan; davacının sınır dışı edilebileceği mevzuata uygun bir güvenli üçüncü ülke 6458 sayılı Kanunun ve maddesi kapsamında değerlendirme yapılmak suretiyle belirlenerek, davacı hakkında 6458 sayılı Kanunun maddesi uyarınca yeniden işlem tesis edilebileceği de açıktır. ...” Başvurucu 7/4/2021 tarihinde bir tehdit ve yaralama olayına karışmıştır.8/4/2021 tarihinde şüpheli sıfatıyla çevirmen eşliğinde kollukça alınan ifadesinde başvurucu suçlamaları kabul etmemiş ve Türkçe konuşabildiğini beyan etmiştir. İfade Tutanağı’na göre başvurucu, müdafi talep etmemiştir. Kolluğun 7/4/2021 tarihli olayı bildirmesi üzerine Göç İdaresi, kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında yeni bir kayıt düzeltme kararı almıştır. Bu karardan anlaşıldığına göre düzeltilen kayıtlar 9/11/2017 tarihine aittir. Başvurucunun imzadan imtina ederek tebliğ almak istemediği, 9/4/2021 tarihinde düzenlenen sınır dışı etme kararı tebliğ formuna göre tebliğ edilmek istenen karar İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 9/11/2017 tarihli ve 15429 sayılı kararıdır. Formda sınır dışı etme kararının gerekçesiyle ilgili bölümünün “kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar”, “uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlar” ve “hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenler” ile ilgili kısımları işaretlenmiştir. Öte yandan başvurucu hakkında alınan idari gözetim kararının tebliğine ilişkin formda sınır dışı etme kararının tarihi 19/8/2019 olarak belirtilmiş, kararın sayısına ise yer verilmemiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla Bursa İdare Mahkemesi nezdinde yeni bir dava açarak 19/8/2019 tarihli sınır dışı etme kararının iptalini istemiştir. Dava dilekçesinde 4/6/2020 tarihli sınır dışı etme kararının iptali için açtığı davada ileri sürdüğü iddialara benzer iddialar öne süren ve anılan davada verilen iptal kararına dikkat çeken başvurucu, hakkında verilen idam cezasına ilişkin olduğunu ileri sürdüğü mahkeme kararı ile Türkçe çevirisini Bursa İdare Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu, dava dilekçesinde duruşma yapılması yönünde bir talepte bulunmamıştır. Göç İdaresi 9/11/2017 tarihli ve 15429 sayılı karar hariç başvurucu hakkında alınan tüm kararları Bursa İdare Mahkemesine göndermiştir. Bursa İdare Mahkemesi başvurucunun ülkesinde kişisel olarak nasıl bir risk altında olduğuna ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmadığı, her an sınır dışı edilme tehlikesi altında olmasına rağmen resmî makamlara başvuruda bulunmaksızın Türkiye’de yaşamaya devam ettiği, ülkesinde kötü muameleye uğrayabileceğine ilişkin iddialarının inandırıcılığı konusunda tereddüt oluştuğu, ülkesinde kötü muamele riski altında olduğunu ilk kez hakkında sınır dışı kararı alınması üzerine açtığı davada dile getirdiği ve sonuç olarak sınır dışı edileceği ülkede işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare göstermediği gerekçesiyle 29/9/2021 tarihinde davayı reddetmiştir. Bu kararı başvurucu vekili 4/10/2021 tarihinde UYAP aracılığıyla öğrenmiştir. A. Ulusal Hukuk 6458 sayılı Kanun; yabancıların Türkiye’ye girişleri, Türkiye’de kalışları ve Türkiye’den çıkışları ile Türkiye’den koruma talep eden yabancılara sağlanacak korumanın kapsamına ve uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. 6458 sayılı Kanun’un “Geri gönderme yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.” 6458 sayılı Kanun’un “Kısa dönem ikamet izni” kenar balıklı maddesine göre adli veya idari makamların talep veya kararına bağlı olarak Türkiye’de kalması gerekenlere en fazla iki yıllık süreyle kısa süreli ikamet izni verilebilir. 6458 sayılı Kanun’un “İnsani ikamet izni” kenar başlıklı maddesine göre valilikler, haklarında sınır dışı etme veya Türkiye’ye giriş yasağı kararı alındığı hâlde yabancıların Türkiye’den çıkışları yaptırılamadığında ya da Türkiye’den ayrılmaları makul veya mümkün görülmediğinde diğer ikamet izinlerinin verilmesindeki şartları aramadan İçişleri Bakanlığınca belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün onayını alarak insani ikamet izni verebilir ve bu izinleri uzatabilir. 6458 sayılı Kanun’un maddesi iznin verilmesini zorunlu kılan şartlar ortadan kalktığında valiliklere İçişleri Bakanlığının onayını almak kaydıyla insani ikamet izni iptal etme ve verilen izinleri uzatmama görevi yüklemektedir. 6458 sayılı Kanun’un , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir: “Sınır dışı etmeMadde 52 – (1) Yabancılar, sınır dışı etme kararıyla, menşe ülkesine veya transit gideceği ülkeye ya da üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilebilir.Sınır dışı etme kararıMadde 53 – (1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır. (2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir. (3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.Sınır dışı etme kararı alınacaklarMadde 54 – (1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:...d) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar...ı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlar...Sınır dışı etme kararı alınmayacaklarMadde 55 – (1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar...” 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararının yerine getirilmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Geri gönderme merkezlerindeki yabancılar, kolluk birimi tarafından sınır kapılarına götürülür. (2) Geri gönderme merkezlerine sevk edilmesine gerek kalmadan sınır dışı edilecek olan yabancılar, Genel Müdürlük taşra teşkilatının koordinesinde kolluk birimlerince sınır kapılarına götürülür. (3) (Değişik:6/12/2019-7196/80 md.) Sınır dışı edilecek yabancıların seyahat masrafları kendilerince karşılanır... ... (5) Yabancıların pasaportları veya diğer belgeleri, sınır dışı edilinceye kadar tutulabilir ve sınır dışı işlemlerinde kullanılmak üzere biletleri paraya çevrilebilir....” 6458 sayılı Kanun’un “İkincil koruma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek,...olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Duruşma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve ... davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.” “Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve ... davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.” 17/3/2016 tarihli ve 29656 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’in (Yönetmelik) “Sınır dışı etme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Yabancılar, sınır dışı etme kararıyla, menşe ülkesine, transit gideceği ülkeye, Türkiye’ye gelmek üzere transit geçtiği ülkeye ya da üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilebilir. (2) Yabancının sınır dışı edileceği ülkenin tespitinde; vatandaşlık durumu, gönderilmesi planlanan ülkeye kabul edilip edilmeyeceği ve varsa gidebileceği üçüncü bir ülkeye ilişkin talebi göz önünde bulundurulur.” Yönetmelik’in “Sınır dışı etme kararının alınması ve tebliği” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Sınır dışı etme kararı, yabancının yakalandığı, işlem gördüğü veya tespit edildiği ildeki valilik tarafından resen veya Genel Müdürlüğün [Yönetmelik’te bu ifade Göç İdaresi Genel Müdürlüğünü ifade etmektedir] istemi üzerine alınır. (2) Sınır dışı etme kararında, yabancının doğrudan sınır dışı edileceği, Türkiye’yi terke davet edildiği veya idari gözetime tabi tutulduğu hususlarından biri yer alır.” Yönetmelik’in “Sınır dışı etme kararının uygulanmaması veya iptali” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Sınır dışı etme kararı alındıktan sonra, Kanunun 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında olduğu anlaşılan yabancı hakkında öncelikle üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesi ihtimali değerlendirilir. Yabancının üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesi mümkün olmadığında sınır dışı etme kararı uygulanmaz ve yabancıya insani ikamet izni verilir. İnsani ikamet izni süresince yabancının ülkesine veya gidebileceği üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilme olanakları araştırılmaya devam edilir. Sınır dışı etme engelinin ortadan kalkması halinde insani ikamet izni iptal edilir ve yeni bir karar alınmaksızın sınır dışı etme işlemi tamamlanır.... (3) Adli makamlarca sınır dışı etme kararının iptaline dair karar verilen yabancıların sınır dışı ve varsa idari gözetim kararları sonlandırılır. Ülkemizde yasal kalışları ile ilgili gerekli çalışmalar yapılır....” Yönetmelik’in “Sınır dışı edileceklerin gönüllü geri dönüş talepleri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılardan ülkelerine veya üçüncü bir ülkeye gönüllü geri dönüş talebi olanlar, seyahatlerine engel bir durumları yoksa geri gönderme merkezlerine sevk edilmeden ... doğrudan ülkelerine veya istedikleri üçüncü ülkeye gönderilebilirler.” 6458 sayılı Kanun’un maddesinde Türkiye'ye güvenli üçüncü bir ülkeden gelenlerin uluslararası koruma başvurularının değerlendirilmesi ve bu bağlamda hangi ülkelerin güvenli üçüncü ülke olarak nitelendirebileceği ile ilgili düzenlemeler, Yönetmelik’in maddesinde ise anılan Kanun maddesine uygun şekilde bir ülkenin başvuru sahibi için güvenli üçüncü ülke olarak nitelendirilebilmesi için gerekli şartlar ve başvuru sahibinin güvenli üçüncü ülkeden geldiğinin kabul edildiği durumlarda yapılacak işlemlerle ilgili regülasyon yer alsa da 6458 sayılı Kanun’da ve Yönetmelik’te üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesine karar verilen yabancıların hangi ülkeye sınır dışı edileceğinin nasıl tespit edileceği, bu ülkenin başvurucuya bildirilip bildirilmeyeceği, başvurucunun tespit edilen ülkenin kendisi için güvenli ülke olmadığına ve/veya söz konusu üçüncü ülkenin kendisini ülkesine sınır dışı edeceğine ya da iade edeceğine ilişkin bir iddiası varsa bu iddiasına dayanarak dava açıp açamayacağı, dava açabilecek ise bu davanın sınır dışı işlemlerini durdurup durdurmayacağı konusunda herhangi bir norm bulunmamaktadır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez....” Sözleşme’nin maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Sözleşme’ye ek 6 No.lu Protokol’ün maddesinde hiç kimsenin idam cezasına çarptırılamayacağı ve idam edilemeyeceği, maddesinde ise yasalarda savaş veya yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş olan fiiller için ölüm cezasının öngörebileceği ancak bu cezanın yasanın belirlediği hâllerde ve onun hükümlerine uygun olarak uygulanabileceği ifade edilmiştir. Sözleşme’ye ek 13 No.lu Protokol’ün maddesi şöyledir: “Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Al‑Saadoon ve Mufdhi/Birleşik Krallık (B. No: 61498/08, 2/3/2010) kararında ölüm cezası ve yabancıların Sözleşme’nin ve/veya maddelerine aykırı muamele görme riskiyle karşılaşabilecekleri ülkelere sınır dışı edilmeleri ile ilgili olarak şu tespitler yer almıştır: i. Yargısal (hükmi, adli) infaz, bir insanın devlet yetkilileri tarafından kasten ve taammüden imha edilmesini içerir. İnfaz yöntemi ne olursa olsun yaşamın yok olması bazı fiziksel acıları da beraberinde getirir. Ayrıca ölümün önceden bilinmesi, kaçınılmaz olarak yoğun psikolojik ızdıraplara yol açar. Ölüm cezasının dayatılmasının ve kullanılmasının temel insan haklarını ortadan kaldırdığı gerçeği, Avrupa Konseyine üye devletler tarafından kabul edilmiştir. Sözleşme’nin hazırlandığı dönemde ölüm cezasının uluslararası standartları ihlal ettiğinin düşünülmemesi nedeniyle söz konusu ceza istisna olarak kabul edilse de daha sonra Avrupa Konseyine üye devletlerde ölüm cezası fiilen ve hukuken tamamen kaldırılmıştır. Sonraki süreçte önce savaş veya yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş olan fiiller için hariç olmak üzere ölüm cezalarını kaldıran ek 6 No.lu Protokol, daha sonra da ölüm cezalarını her koşulda kaldıran 13 No.lu Protokol imzalanmıştır. AİHM artık Sözleşme’nin maddesindeki “Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez.” cümlesinin maddedeki “insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza” ifadelerinin ölüm cezasını da içerecek şekilde yorumlanmasına engel olmaya devam ettiğini düşünmemektedir (anılan kararda bkz. §§ 115-117).ii. Yabancının sınır dışı edileceği ülkede Sözleşme’nin maddesi anlamında kötü muameleye maruz kalacağına dair gerçek bir riskin bulunduğuna inanılması için esaslı nedenlerin gösterildiği durumlarda yapılacak sınır dışı işlemi, Sözleşme’ye taraf devletin Sözleşme’nin maddesinin ihlalinden sorumlu tutulmasına neden olabilir. Benzer şekilde Sözleşme’nin maddesi ile 13 No.lu Protokol’ün maddesi, yabancının sınır dışı edileceği veya iade edileceği ülkede kişinin ölüm cezasına maruz kalma konusunda gerçek bir riskle karşı karşıya kalacağına inanmak için önemli nedenlerin gösterildiği durumlarda Sözleşme’ye taraf devlete yabancının iadesini veya sınır dışı edilmesini yasaklamaktadır (anılan kararda bkz. § 123 ve burada atıf yapılan kararlar). Al Nashiri/Polanya (B. No: 28761/11, 24/7/2014) başvurusunda başka ihlal iddiaları yanında başvurucunun ölüm cezasına çarptırılacağına dair gerçek ve ciddi bir risk olduğuna ilişkin önemli gerekçelere rağmen Polonya’nın bilerek ve kasıtlı olarak Amerika Birleşik Devletleri Merkezî Haber Alma Teşkilatı (CIA) tarafından kendi topraklarından nakledilmesine izin verdiğine yönelik şikâyetini inceleyen AİHM, Polonya’dan nakledildiği sırada başvurucunun askerî komisyon önünde yargılanmasının ardından ölüm cezasına çarptırılabileceğine ilişkin esaslı ve öngörülebilir bir risk bulunduğunu tespit ederek eylem ve ihmalleri nedeniyle davalı devletin -Sözleşme’ye ek 6 No.lu Protokol’ün maddesiyle birlikte ele alındığında- Sözleşme’nin ve maddelerini ihlal ettiğine karar vermiştir (anılan kararda bkz. §§ 578, 579). AİHM A.(W.)/Rusya (B. No: 44095/14, 29/10/2015) başvurusunda ise başvurucunun başka ihlal iddiaları yanında Çin’e zorla iade edilmesi hâlinde mahkûm edilme ve ölüm cezasına çarptırılma riskiyle karşı karşıya kalacağına yönelik iddiasını incelemiş, başvurucunun sınır dışı edilmesi durumunda ölüm cezasını gerektiren cinayet suçlamasıyla ilgili yapılacak yargılama sonunda ölüm cezasına çarptırılabileceğine işaret ederek başvurucunun Çin’e zorla geri gönderilmesinin kendisini Sözleşme’nin ve maddelerine aykırı muamele görme riskine maruz bırakacağı, dolayısıyla bu maddelerin ihlaline yol açacağı sonucuna varmıştır (anılan kararda bkz. § 66). AİHM’e göre Sözleşme’nin ve maddelerinde korunan hakların mutlak niteliği ve sığınmacıların genellikle karşılaştıkları kırılgan durum dikkate alındığında geri gönderilmesi hâlinde sığınmacının söz konusu maddelere aykırı muameleye uğrama riskiyle karşılaşabileceğini gösteren unsurlardan haberdar olan kamu makamları, anılan Sözleşme maddelerinden doğan yükümlülükler uyarınca söz konusu riskin analizini kendiliğinden yapmalıdır (F.G./İsveç [BD], B. No: 43611/11, 23/3/2016, § 127). AİHM; S.S./Belçika ve Yunanistan ([BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011) kararında, sınır dışı etme ile ilgili usul uygulanırken yabancıların kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sadece doğrudan değil dolaylı olarak gönderilmesi ihtimalinin de gözetilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Auad/Bulgaristan (B. No: 46390/10, 11/10/2011, § 133) kararında iç hukukta gerekli olmadığı için sınır dışı etme kararının veya başka herhangi bir bağlayıcı hukuki işlemin yabancının sınır dışı edileceği hedef ülkeyi belirtmemiş olmasının tüm Sözleşme hükümlerinde mündemiç olan yasal kesinlik gereklilikleri yönünden sorunlu görülebileceğini belirten AİHM, A. ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22681/09, § 22/7/2014) kararında yabancının nereye sınır dışı edileceği tespit edilmeden sınır dışı etme kararı alınmasıyla ilgili olarak şu değerlendirmeleri yapmıştır:  “... ...[B]aşvuranlar aleyhinde, derhal icra edilmek üzere birtakım sınır dışı kararları verilmiş olduğu halde, kararların hiçbirinde başvuranların nereye gönderilecekleri belirtilmemiştir. Davalı Hükümet, Mahkeme önündeki görüşlerinde, başvuranların ille de Çin’e gönderilmelerinin gerekmediğini belirtirken, başvuranların gönderilebileceği alternatif yerleri dile getirmemiştir. Sınır dışı kararlarının geri çekilmesi amacıyla yürütülen idari yargılamalar esnasında, hem başvuranlar hem de idari mahkemeler, başvuranların gönderilecekleri yerin Çin olduğunu varsayarak ve idari mahkemelerin, başvuranların Çin’de karşılaşacakları belirli tehlikelerden ötürü kararları iptal ettiklerini düşünerek hareket etmişlerdir. Ancak, Mahkemenin görüşüne göre, gönderilecek ülkenin net olmaması kabul edilemez bir durumdur zira bu şekilde başvuranın hâlihazırda belirsiz olan durumu daha da kötüleştirilmiş ve aynı zamanda, varış ülkesi belli olmayan bir yabancının sınır dışı edilmesi kapsamındaki riskler dikkate alınmadan anlamlı bir inceleme yürütülemeyeceğinden adli incelemenin amacı zedelenmiştir...”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47168
Başvuru, ülkesinde ölüm cezasına mahkûm edilmiş yabancının henüz tespit edilmemiş üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmesine karar verilmesi ve bu karar aleyhine açılan davada sınır dışı etmenin olası sonuçlarıyla ilgili iddiaların titiz bir incelemeye tabi tutulmaması nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun eşi olan S. rahatsızlığı nedeniyle ilk kez 9/5/2019 tarihinde Erciş Devlet Hastanesine başvurmuş, buradan ilaç verilerek evine gönderilmiş, şikâyetleri devam ettiği için her gün aynı hastaneye gitmeye devam etmiş ancak her defasında evine gönderilmiştir. Erciş Devlet Hastanesine 14/5/2019 tarihinde gittiğinde ise yapılan tetkik sonucunda safra kesesinde taş olduğu anlaşılmış ve ambulansla Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilerek 15/5/2019 tarihinde Gastroentroloji Bölümüne yatırılmıştır. 17/5/2019 tarihinde ameliyat sırasında hayatını kaybetmiştir. Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 17/5/2019 tarihli otopsi işlemi sonucunda alınan örnekleri Erzurum Adli Tıp Grup Başkanlığına göndermiştir. Erzurum Adli Tıp Grup Başkanlığı, hazırladığı toksikolojik ve histopatolojik inceleme raporlarını, ölüm sebebi tespiti yapılmak üzere Van Adli Tıp Şube Müdürlüğüne yönlendirmiştir. Van Adli Tıp Şube Müdürlüğü, düzenlediği 5/9/2019 tarihli raporda kişinin ölüm nedeni hakkında soruşturma dosyasının tamamının İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilerek görüş alınmasının uygun olacağı kanaatini bildirmiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu (Kurul) düzenlediği 26/2/2020 tarihli ön raporda tıbbi uygulamada çalışmış kişilerin ifadeleri de dâhil olmak üzere dosyadaki eksikliklerin tamamlanarak Kurula gönderilmesi hâlinde mütalaa verilebileceğini belirtmiştir. Başsavcılık belirtilen eksiklikleri tamamlamış ve akabinde Kuruldan 13/1/2021 tarihli rapor almıştır. Kurul bu raporunda ölüm nedenini tespit edememekle birlikte hastanede yapılan takipte ve tedavide görev alan hekim ve sağlık personeli uygulamalarının tıp kurallarına uygun olduğunu ve tıbbi uygulama hatası bulunmadığını belirtmiştir. Başsavcılık, Kurulun 13/1/2021 tarihli raporu doğrultusunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Bu karara yönelik olarak başvurucunun müşteki sıfatıyla yaptığı itiraz, Van Sulh Ceza Hâkimliğince Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 26/4/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 26/4/2021 tarihinde öğrenmesinin ardından 24/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/26783
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun yargılamada avukatla temsil edilmesi gerekçe gösterilerek adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 30/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 4/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Başvurucunun adli yardım talebi Komisyon kararı ile geçici olarak kabul edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/52647
Başvuru, başvurucunun yargılamada avukatla temsil edilmesi gerekçe gösterilerek adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, alacağın tahsili için başlatılan icra ve iflas takiplerinin kooperatif mallarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle sonuçsuz bırakılması ve alacağın başka türlü tahsiline imkân kalmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2019/5859 başvuru numarasına kaydedilmesine ve diğer iddialar yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı 3/2/2002 tarihinde Afyonkarahisar'a bağlı Sultandağı ve Çay ilçelerinde art arda iki deprem meydana gelmiştir. Bu depremler özellikle Afyonkarahisar şehir merkezi ile Çay, Sultandağı, Bolvadin, Çobanlar, Şuhut ve İscehisar ilçelerinde etkili olmuş; kırk iki kişinin hayatını kaybetmesine ve çok sayıda binanın hasar görmesine neden olmuştur. 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca, yıkılan ve ağır hasar gören binaların yapılması için afetzedelerin kuracağı kooperatiflere Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından arsa tahsis edilmesi ve binaların yapımı için Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca (TOKİ) kredi verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu amaçla 13/8/2002 tarihinde S.S. Merkez Afyonkarahisar Depremzedeleri Konut Yapı Kooperatifi (Kooperatif) kurulmuştur. 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun'un maddesinde ''Bu kanunda yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edilmiş olan menkul ve gayrimenkul mallarla her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrak Devlet mallarından sayılır.'' hükmüne yer verilmiştir. Faaliyet merkezi Afyonkarahisar'da bulunan ve bir limitet şirket olan başvurucu; inşaat, taahhüt, gıda, maden sanayi ve ticaret işleri ile iştigal etmektedir. B. İcra Takibi ve Menfi Tespit Davası Süreci Başvurucu 14/1/2008 tarihinde Ankara İcra Dairesinde (İcra Dairesi) Kooperatif ve B.A. Plastik İnşaat Yapı Makine Turizm Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine 795,25 TL asıl alacak, 074,56 TL işlemiş faiz ve 323,39 TL komisyon olmak üzere toplam 193,20 TL üzerinden kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla icra takibi başlatmıştır. Takip dayanağı olarak 27/7/2006 tanzimli ve 15/1/2007 vade tarihli 000 TL bedelli bono gösterilmiştir. Takibin kesinleşmesi üzerine İcra Dairesi, Kooperatif taşınmazları üzerine haciz şerhi koymuştur. Bunun üzerine Kooperatif, haczedilmezlik şikâyetinde bulunmuştur. Ankara İcra Hukuk Mahkemesi 3/3/2009 tarihinde (E.2008/577) Kooperatifin kuruluş amacının depremde konutları yıkılan ya da hasar görenlerin konut ihtiyaçlarını karşılamak olduğu, 7269 sayılı Kanun hükümleri ile diğer mevzuat gereğince taşınmazların kamuya tahsisli mal hükmünde olduğundan haczedilemeyeceği gerekçesiyle hacizlerin kaldırılmasına karar vermiştir. Bu kararı Yargıtay Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) 8/10/2009 tarihinde onamıştır. Ayrıca Kooperatif tarafından 2008 yılında Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan menfi tespit davasının takip edilmemesi üzerine 6/10/2009 tarihinde açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. İflas Takibi ve İflas Davası Süreci Başvurucu, ödeme yapılmaması ve haciz yoluyla tahsilin mümkün olmaması üzerine Kooperatif ve B.A. Plastik İnşaat Yapı Makine Turizm Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine başlattığı icra takibini iflas yoluyla takibe dönüştürmüştür. İcra Dairesi tarafından düzenlenen ödeme emri (795,25 TL asıl alacak ve 969,94 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 765,19 TL) Kooperatife 19/12/2009 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kooperatif 23/12/2009 tarihinde, kayıtlarında bononun bulunmadığı, müteahhit şirkete böyle bir borcun olmadığı ve bonoda borcun nakden alındığının yazılı olduğu ancak Kooperatif kasasına bu meblağın girmediği gerekçeleriyle takibe itiraz etmiş ve takip durmuştur. Başvurucu, hazır beton satışına ilişkin olarak alacaklı olduğu bedelin bir kısmının ödenmediğini ileri sürerek Kooperatifin iflasına karar verilmesi istemiyle ticaret mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesinde ( Asliye Hukuk Mahkemesi) 1/2/2010 tarihinde dava açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/6/2011 tarihinde, hiçbir kâr amacı gütmeyip depremden zarar görmüş vatandaşlara konut edindirmek amacıyla kurulan Kooperatifin tacir sıfatı bulunmadığı, tüm malları ile hak ve alacaklarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Yapılan temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi ( Hukuk Dairesi) 20/2/2012 tarihinde, Kooperatifin tüzel kişiliği olduğunu, temsilcilerinin bulunduğunu, ana sözleşme ve yasalar gereği iflasa tabi olduğunu, bu nedenle işin esasına girilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Karar düzeltme istemi Hukuk Dairesi tarafından 5/6/2012 tarihinde reddedilmiştir. Bozmaya uyan Asliye Hukuk Mahkemesince alınan bilirkişi raporunda başvurucunun asıl alacak tutarının 625,29 TL, 15/1/2007 vade tarihinden 10/6/2011 tarihine kadar hesaplanan avans faizinin ise 413 TL olduğu belirtilmiştir. Aynı yargılamada İcra Müdürlüğü 18/11/2013 tarihi itibarıyla harç, yargılama gideri ve vekâlet ücreti ile birlikte toplam borcun 834,11 TL olduğunu bildirmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi borcun faiz ve icra gideriyle birlikte ödenmesi veya mahkeme veznesine depo edilmesi için depo kararı verildiği hâlde yerine getirilmediğinden 31/1/2014 tarihinde Kooperatifin iflasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ayrıca iflas takibine konu edilen ve kesinleşen borcun ödenmediği ifade edilmiştir. Temyiz istemi Hukuk Dairesince 20/3/2015 tarihinde reddedilmiş ve karar onanmıştır. Karar düzeltme talebi de 13/9/2017 tarihinde reddedilmiştir. İflas Tasfiye Sürecine İlişkin Şikâyet Yargılamaları ve Bireysel Başvuru Süreci Asliye Hukuk Mahkemesinin iflasa ilişkin kararı sonrası tasfiye işlemlerine başlayan Afyonkarahisar İcra Müdürlüğü (İflas Dairesi) Kooperatifin taşınır ve taşınmaz malları ile hak ve alacakları üzerine iflas şerhi konulmasına karar vermiştir. Kooperatif tarafından iflas şerhi konulmasına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi talebiyle 3/2/2014 tarihinde Afyonkarahisar İcra Hukuk Mahkemesinde ( İcra Hukuk Mahkemesi) şikâyet davası açılmıştır. İcra Hukuk Mahkemesince 28/2/2014 tarihinde (E.2014/33) dava reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) ekli belgelere göre kararın temyiz edilmediği anlaşılmıştır. Kooperatifin iflas dosyası kapsamında tutulan mevcudat defterinde kayıtlı malların elinde bırakılmasına ilişkin talebi İflas Dairesince reddedilmiştir. Kooperatif, bu işlemin şikâyet yoluyla kaldırılması için başvurucu, H.K. ve T. Şirketi aleyhine 26/3/2014 tarihinde Afyonkarahisar İcra Hukuk Mahkemesinde ( İcra Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. İcra Hukuk Mahkemesi 11/7/2014 tarihinde (E.2014/96) davayı kabul etmiş ve kooperatif mallarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle mevcudat defterinde kayıtlı malların Kooperatif elinde bırakılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Kooperatif adına kayıtlı taşınmazların hak sahibi depremzedelere konut inşası için TOKİ tarafından Kooperatife satılan taşınmazlar olduğu, mevcudat defterinde yer alan Halk Bankası hesabının Kooperatif hak sahiplerinin yatırdığı aidat bedelleri ile TOKİ tarafından gönderilen bedellerin yatırıldığı hesap olduğu ve defterde yer alan müflis Kooperatifin alacaklı olduğu takip dosyaları incelendiğinde bu alacakların Kooperatif aidat bedelleri ile kooperatif inşaatı esnasında kullanılan dairelerin yıpranma bedellerine ilişkin olduğu, Kooperatife ait ... plakalı aracın niteliği gereği güvenlik ve Kooperatif çalışanlarının ve bir kısım malzemenin şantiyeye nakliyesinde kullanıldığı ifade edilmiştir.ii. Belirlenen bu taşınır ve taşınmaz mallar ile hesap ve alacakların 7269 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında Kanun'da yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edildiğine işaret edilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan temyiz istemi Hukuk Dairesince 21/1/2015 tarihinde temyiz edenlerin taraf sıfatları bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, İcra Hukuk Mahkemesinin 11/7/2014 tarihli kararında iflas şerhlerinin kaldırılmasına karar verilmediği hâlde İflas Dairesince şerhlerin kaldırıldığını ve yeniden konulması talebinin reddedildiğini belirterek işlemin kaldırılması istemiyle 30/4/2015 tarihinde İcra Hukuk Mahkemesinde şikâyet yoluyla dava açmıştır. İcra Hukuk Mahkemesi 3/6/2015 tarihinde (E.2015/98) davayı reddetmiştir. Başvurucu tarafından yapılan temyiz istemi Hukuk Dairesince 25/1/2016 tarihinde kararın kesin olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Yapılan karar düzeltme istemi de Hukuk Dairesi tarafından 30/5/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, İcra Hukuk Mahkemesinin 3/6/2015 tarihli ret kararı aleyhine 12/8/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruda; kararın haksız ve hukuka aykırı olduğu, iflas şerhlerinin kaldırılması hakkında bir karar verilmediği hâlde İflas Dairesinin şerhleri kaldırdığı, alacağına kavuşmasının önüne geçildiği ve müflisin hesabına gelecek paraların müflis eline geçmesine neden olunduğu gerekçesiyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu 2016/14360 sayılı dosya ile incelemiş ve 26/4/2018 tarihinde başvurunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının ise başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Kooperatif, Afyonkarahisar Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/235 sayılı dosyasından yazılan müzekkere ile ikinci alacaklılar toplantısının yapılıp yapılmadığının ve davalılar aleyhine davayı iflas masasının takip edip etmeyeceğinin sorulduğunu, İflas Dairesince verilen cevapta devlet malı sayılan hak ve alacakların takibinin İflas Dairesinde yapılmamasına, masa alacaklılarına davayı takip, sonuçlandırma ve olumlu sonuçlanması hâlinde masa adına icra takibi yapmak üzere yetki verilmesine karar verildiğini ifade etmiştir. Ayrıca mevcudat defterinde yer alan tüm malların devlet malı sayıldığını ve bu nedenle tasarruf yetkisinin kendilerinde olduğunu ileri süren Kooperatif, İflas Dairesinin masa alacaklılarına takip yetkisi vermesine ilişkin işlemin kaldırılması istemiyle İcra Hukuk Mahkemesinde 15/6/2015 tarihinde şikâyet yoluyla dava açılmıştır. İcra Hukuk Mahkemesi 9/10/2015 tarihinde (E.2015/129) şikâyetin kabulüne ve şikâyete ilişkin kısmın iptaline karar vermiştir. UYAP'a ekli belgelere göre kararın temyiz edilmediği anlaşılmıştır. İflas Dairesi 3/1/2018 tarihinde, müflise ait mal varlığının bulunmaması sebebiyle iflasın tatiline ve tasfiyenin tatili ilanının yapılmasına, müflise ait haczi kabil mal varlığının tespitinin dosyaya bildirilmesi hâlinde tasfiye işlemlerine devam edilmesine, ilandan sonra otuz gün içinde tasfiyenin devamının talep edilmemesi ve tasfiye masrafının peşin verilmemesi hâlinde tasfiyenin kapatılması için dosyanın iflas kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya 9/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.E. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç UYAP üzerinden yapılan incelemede İflas Dairesinin 3/1/2018 tarihli kararı üzerine başvurucu tarafından 15/1/2018 tarihinde şikâyet davası açıldığı anlaşılmıştır. Bu davada başvurucu, İflas Dairesi kararının kaldırılarak iflas tasfiyesine devam edilmesini istemiştir. İcra Hukuk Mahkemesi 8/3/2018 tarihinde (E.2018/22) davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Aynı Mahkemenin 11/7/2014 tarihli kararında Kooperatife ait taşınmazların Halk Bankası hesabının, ... plakalı aracın, mevcudat defterinde yer alan tüm mal, hak ve alacakların 7269 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında devlet malı niteliğinde olduğunun kabul edildiği, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi gereğince mevcudat defterine kayıtları yapıldıktan sonra müflisin elinde bırakılmasına karar verildiği belirtilmiştir.ii. Devlet malı niteliğinde olması nedeniyle haczi caiz olmadığından mevcudat defterinde kayıtları devam etmekle birlikte müflis elinde bırakılan ve üzerilerindeki iflas şerhi kaldırılan mal, hak ve alacakların iflas masasına ve tasfiyeye tabi olmalarının yasal olarak mümkün olmadığına vurgu yapılmıştır. Kararın istinaf edilmesi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 18/12/2018 tarihinde talebi esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;i. Kooperatifin taşınmaz malları devlet tarafından verildiğinden ve Kooperatifin kuruluş görevine tahsisli olduklarından 7269 sayılı Kanun'un maddesine göre devlet malı sayılacağı, ayrıca aynı hükme göre banka hesaplarındaki paraların da devlet malı sayılacağı vurgulanmıştır. Bu konuda Kooperatifin taraf olmadığı bazı şikâyet yargılamalarında da aynı yönde karar verildiği ve kararların onandığı belirtilmiştir.ii. 7269 sayılı Kanun'da depremzede Kooperatifin mallarının devlet malı sayılmasına ilişkin düzenleme bulunduğu hâlde borçlarının da devlet borcu sayılacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediğine işaret edilmiştir. Bu nedenle İflas Dairesi tarafından Kooperatifin iflas masasına girecek malı bulunmadığı gerekçesiyle tasfiyenin tatiline karar verilmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Temyiz edilen karar, Hukuk Dairesi tarafından 9/3/2020 tarihinde onanmıştır. UYAP'tan yapılan incelemeye ve başvurucu vekilince sunulan belge içeriğine göre, başvurucu vekilince İcra Müdürlüğüne başvurulmuş ve dosyanın yenilenerek icra dosyasının güncel hesabının çıkarılması istenmiştir. İcra Müdürlüğünce dosya yenilenmiş ve 5/7/2021 tarihi itibarıyla yapılan hesaplamaya göre 193,20 TL takipte kesinleşen miktar, 666,58 TL tahsil harcı, 14 TL başvurma harcı, 173,35 TL vekâlet ücreti, 315,64 TL toplam faiz miktarı ve 162,30 TL masraf olmak üzere 525,07 TL yekûn alacak olduğu belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk 2985 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir:"2002 tarihinde Afyon ve civarında meydana gelen deprem sonucunda Bayındırlık ve İskân Bakanlığı fen heyetleri tarafından belediye yerleşim alanlarında belirlenen ağır hasarlı ve yıkık konut sahibi afetzedelerin kuracağı kooperatiflere, kendi arsaları veya toplulaştırma sonucunda elde edilecek arsalar üzerinde yapılacak konutlar için Toplu Konut İdaresi aracılığı ile kredi verilir. En az % 70 seviyesinde tamamlanmış ve depremde yıkılan veya ağır derecede hasar gören konut veya işyeri kooperatiflerine de, her bir üyeleri için en fazla bir konut ve bir işyeri olmak üzere, hasarları oranında Toplu Konut İdaresi aracılığı ile kredi verilir. Söz konusu kredinin kullandırılmasına ilişkin usul ve esaslar Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından müştereken belirlenir ve Başbakan onayı ile yürürlüğe girer.Afetzedelerin konut veya işyeri yapacakları alanlarda arsa ve arazi temininde 1959 tarihli ve 7269 sayılı Kanunun 21, ek 9 ve ek 10 uncu maddelerindeki hükümler uygulanabilir. Bu şekilde temin ve tahsis edilen arsa ve araziler Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüne bedelsiz olarak devredilmiş sayılır. Bu arsa ve araziler Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından birinci fıkra kapsamında kredilendirilecek kooperatiflere maliyet bedeli üzerinden devredilir. Maliyet bedelinin hesaplanmasında harca esas değerin beşte biri taşınmaz malın iktisap bedeli kabul edilir.Birinci fıkra gereği verilecek konut ve işyeri kredileri için gereken 70 trilyon TL Toplu Konut İdaresine; alt yapı ve toplulaştırma işlemleri için ihtiyaç duyulan 50 trilyon TL ise Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü ve İller Bankası Genel Müdürlüğü arasında yapılacak protokol çerçevesinde kullandırılmak üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine aktarılır.Söz konusu tutarların harcanmayan kısmı ile kredi olarak kullandırılan kısmının geri dönüşü Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından takip edilir ve tahsilini müteakip bir ay içerisinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesindeki afet tertibine özel ödenek kaydedilmek üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılır.Bu madde uyarınca yeniden inşa edilecek veya onarılacak yapılarla ilgili ihale, sözleşme, ruhsatname ve sair işlemler ve bu uygulamadan faydalanacakların verecekleri beyanname, taahhütname ve yapacakları sözleşmeler her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.'' 7269 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (Değişik: 2/7/1968-1051/1 md.) (Değişik birinci fıkra: 27/12/1993-3956/1 md.) Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır.Afete uğrıyan meskün yerlerin büyüklüğü o yerin tamamında veya bir kesiminde yıkılan, oturulmaz hale gelen bina sayısı, zarar gören yapı ve tesislerin genel hayata etki derecesi, mahallin ekonomik ve sosyal özellikleri, zararın kamu oyundaki tepkisi, normal hayat düzenindeki aksamalar ve benzeri hususlar gözönünde tutulmak suretiyle afetlerin genel hayata etkililiğine ilişkin temel kurallar, İçişleri ve Maliye Bakanlıklarının mütalaaları da alınarak İmar ve İskan Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirtilir.Yukarda yazılı afetlerin meydana gelmesinde veya muhtemel olması halinde zararın o yerin genel hayatına etkili olup olmadığına, yönetmelik esasları gereğince, İmar ve İskan Bakanlığı tarafından karar verilir.Şu kadar ki, afetin maydana gelmesi halinda bu kanun gereğince alınması lazımgelen acil tedbirlerin ittihazına afetin meydana geldiği bölgenin valisi yetkilidir.'' 7269 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu kanunda yazılı vazife ve hizmetlere tahsis edilmiş olan menkul ve gayrimenkul mallarla her türlü hak ve alacaklar, para ve para hükmündeki kıymetli evrak Devlet mallarından sayılır.'' 2004 sayılı Kanun'un "Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Aşağıdaki şeyler haczolunamaz: Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar...'' 2004 sayılı Kanun'un "Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin iflâsı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin, aktiflerin muhtemel satış fiyatları üzerinden düzenlenen ara bilançoya göre borca batık olduğu idare ve temsil ile vazifelendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye hâlinde ise tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ve mahkemece tespit edilirse, önceden takibe hacet kalmaksızın bunların iflâsına karar verilir. Türk Ticaret Kanununun 377 nci ve 634 üncü maddeleri ile 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 63 üncü maddesi hükmü saklıdır.'' 2004 sayılı Kanun'un "İflas masası" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İflas açıldığı zamanda müflisin haczi kabil bütün malları hangi yerde bulunursa bulunsun bir masa teşkil eder ve alacakların ödenmesine tahsis olunur. İflasın kapanmasına kadar müflisin uhdesine geçen mallar masaya girer.Müflis namına gelen mektuplar iflas idaresi tarafından açılır ve sair mevrudelerin de masaya gönderilmesi posta idaresine bildirilir.'' 2004 sayılı Kanun'un "Haczi caiz olmıyan eşya hakkında" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Daire 82 nci maddede sayılan malları deftere kaydetmekle beraber müflisin elinde bırakır.'' 2004 sayılı Kanun'un "Tasfiyenin tatili" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Masaya ait hiç bir mal bulunmazsa iflas dairesi tasfiyenin tatiline karar verir ve ilan eder. Bu ilanda alacaklılar tarafından otuz gün içinde iflasa mütaallik muamelelerin tatbikına devam edilmesi istenilerek masrafı peşin verilmediği takdirde iflasın kapatılacağı yazılır.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazları sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45). AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçesinin olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı olarak cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54). Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3296
Başvuru, alacağın tahsili için başlatılan icra ve iflas takiplerinin kooperatif mallarının devlet malı sayıldığı gerekçesiyle sonuçsuz bırakılması ve alacağın başka türlü tahsiline imkân kalmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; başvurucuya yüksek bir ceza verilmesi, mahkeme kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi ve makul sürede yargılanma yapılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 11/10/2008 tarihinde gözaltına alınmış, 15/10/2008 tarihinde tutuklanmış ve 13/12/2011 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2008 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını işlediği iddiasıyla26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin yedinci fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası ve 11/5/1994 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 13/3/2012 tarihli kararıyla başvurucunun dokuz yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Mahkememizce yapılan yargılama, iddia, mütalaa, sanık savunmaları, tanık beyanları, olay, yakalama, arama ve el koyma tutanakları, tespit tutanakları, fotoğraf teşhis tutanakları, iletişimin tespiti tutanakları, ekspertiz raporları ve yukarıda belirtilen diğer delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda;...S.A.'nın bombalı eylem için gelen G.E'yi sınırdan geçirip Türkiye içine soktuğu, Türkiye'de Özalp ilçesinde karşıladığı, buradan Van'a götürdüğü, Van'dan İstanbul iline 27/09/2008 tarihinde götürdüğü, burada H.İ.'ye teslim ettiği ve 29/09/2008 tarihli THY uçağı ile Van'a geri döndüğü, diğer sanık T.S.'nin ise sanık G.'nin kalacağı İstanbul'daki yerlerin organizasyonunu yaptığı, sanık G.E.'nin en son eylem günü Mehmet Necip KURTCEBE'nin Gaziosmanpaşa ilçesindeki adresinde ikamet ettiği, bu evde yapılan aramada 20/02/2009 tarihli inceleme raporuna göre el yapısı bombalarda kullanılan materyallerin ele geçirildiği ve sanık G.E.'nin yakalandığı gün bu evden çıktığına dair dizi 212'de tespit tutanağının bulunduğu, sanık Mehmet Necip KURTCEBE'nin aşama ifadelerinin tutarlı olmadığı ve G.E.'nin üzerinde bu eve ait anahtarın ele geçirildiği, Mehmet Necip KURTCEBE ile G.E.'nin 07/10/2008 tarihinde Eyüp ilçesinde buluştuklarına dair dizi 212 de tespit tutanağının bulunduğu, Mehmet Necip KURTCEBE' nin klasör 1 dizi 79, 80, 81'deki görüşmelerive S.A.'nın klasör 1 dizi 90, 93, 146, 166, 167, 168, 169, 170, 174'te yer alan iletişim tespit tutanaklarına göre her iki sanığın G.E.'nin yakalanması ile ilgili görüşmeler yaptıkları, sanık S.A.'nın sanık G.'nin yakalanmasını Sıddık isimli şahıstan duyduğunda savunmasını doğrulayacak nitelikte tepki vermediği, aksine sanık G.'nin konumunu bildiğinin anlaşıldığı ve bu işte tek olmadığını, başkalarının da bulunduğunu belirttiği, sanık S.A.'nın sanık G.'nin yakalandığını öğrenince G.E.'nin ve T.S.'nin telefonlarını aradığı, ancak diğer sanıkların telefonları kapalı olduğu için görüşme yapamadığı, daha sonra sanıkların yakalandıkları, bu suretle sanıkların üzerlerine atılı suçu işledikleri anlaşılmıştır....2-Sanık MEHMET NECİP KURTCEBE'nin yasadışı silahlı terör örgüt üyesi olmak suçu sabit olduğundan eylemine uyan 5237 sayılı TCK.nun 314/ Maddesi gereğince suçun işleniş şekli ve özellikleri ile kastının derecesine göre takdiren ve artırılmak suretiyle 6 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,3713 sayılı Yasanın maddesi gereğince cezasının 1/2 oranında artırımı ile 9 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA..." Temyiz üzerine hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 25/11/2013 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır. Karar 16/9/2014 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16544
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; başvurucuya yüksek bir ceza verilmesi, mahkeme kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi ve makul sürede yargılanma yapılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, yargılandığı ceza davasından beraat ettiğine ilişkin kararda vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararı temyiz etmesinden sonraki dönemde 7/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiğini ve bu nedenle adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 10/1/2013 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün Üçüncü Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 24/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 29/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 16/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 22/3/2009 tarihinde Eskişehir’de yapılan bir açık hava toplantısı sırasında başvurucunun da aralarında bulunduğu bir grup şüpheli hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Evrakı inceleyen Eskişehir Cumhuriyet Savcılığı, 18/8/2009 tarih ve Soruşturma No.2009/9164, K.2009/57 sayılı kararla, atılan sloganların yasadışı PKK örgütünün propagandası niteliğinde olduğunu, şüphelilere isnat edilen bu eylemlerin soruşturmasının CMK madde ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gerektiğini belirterek görevsizlik kararı vermiştir. CMK madde ile görevli Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/9/2009 tarih ve Sorgu No.2009/454, E.2009/229, İddianame No.2009/128 sayılı iddianamesiyle, terör örgütü PKK/KONGA-GEL propagandası yaptıkları iddiasıyla başvurucunun da dâhil olduğu toplam dokuz şüpheli hakkında 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılmaları talebiyle dava açmıştır. İddianamede, söz konusu örgütün bölücü ve bölgeci bir terör örgütü olduğu, şüphelilerin nevruz kutlamasını bahane ederek bu örgütün propagandasını yaptıkları, bu kapsamda başvurucunun, “Geliyor Geliyor Apocular Geliyor-Biji Serok Apo” şeklinde terör örgütü ve onun elebaşını övücü sloganlar attığı iddia edilmiştir. Suç delili olarak kolluk tarafından tutulan bir tespit tutanağı, CD, görüntü çözüm metni ve bir kısım fotoğraflar sunulmuştur. Dava, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Mahkeme, 16/2/2012 tarih ve E.2009/321, K.2012/26 sayılı kararla, sanıklardan beşinin mahkumiyetine; başvurucuyla birlikte dört sanığın ise beraatlarına karar vermiştir. Gerekçenin başvurucuyla ilgili kısmında, başvurucunun isnat olunan suçu işlediğine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu vekili, 23/2/2012 tarihli dilekçesiyle, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, beraat eden müvekkili lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararın bozulması istemiyle kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 26/7/2012 tarih ve 9-2012/129377 sayılı yazıyla dosyayı mahkemesine iade etmiştir. Yazıda, 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesi gereğince sanığın hukuki durumunun yeniden takdirinde zorunluluk bulunduğu belirtilmiştir. İade üzerine başvurucunun vekilinin de katıldığı davanın duruşması 2/11/2012 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu celsede başvurucunun vekili, müvekkilinin beraat etmiş olduğunu ifade ederek yeniden beraat kararı verilmesini talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 2/11/2012 tarih ve E.2012/216, K. 2012/221 sayılı kararla, 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, başvurucu ve önceki kararda mahkûmiyetlerine hükmedilen beş sanık hakkında kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:“Sanıklar Ali Atlı, T., Z., O.Y., S.A. ve A hakkında, yukarıda açıklandığı üzere "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan kamu davası açılmış olup yargılama aşamasında suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı kanun ile getirilen düzenlemeler dikkate alınarak sanıkların hukuki statüsü değerlendirilmesi gerekmektedir.Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında ki 6352 Sayılı Kanunun Geçici Maddesinde; … düzenlemesinin getirildiği anlaşılmıştır.Sanıklar Ali Atlı, T., Z., O.Y., S.A. ve A hakkında iddia olunan eylem ve faaliyetleri sebebiyle haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan kamu davası açılmış olup açılan davanın suç tipi ve suç tarihi itibarıyla 6352 sayılı yasanın Geçici maddesinin (1).fıkrası kapsamında yer alan "sair düşünce ve kanaat açıklaması yöntemleriyle işlenmiş olması halinde" demek suretiyle iddia olunan eylemin yasa kapsamına girdiği anlaşılmış olup sanıklar hakkında açılan kamu davasının aynı yasanın Geçici (1). maddesinin 1/(1-b) fıkrası uyarınca "Kovuşturmanın Ertelenmesine" karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.” Başvurucunun vekili bu karara itiraz etmiştir. Gerekçe olarak beraat ve lekelenmeme hakkına atıfta bulunmuş, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (9) numaralı fıkrası gereğince derhal beraat kararı verilmesine engel bir durumun bulunmadığını savunmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda vermiş olduğu 6/12/2012 tarih ve 2012/485 Değişik İş sayılı kararla, usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden itirazın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:“Dosyanın incelenmesinden; sanık Ali ATLI hakkında "Terör Örgütü Propagandası Yapmak" suçundan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/321 Esas sayılı dosyası yürütülen yargılama sonucunda Mahkemenin 16/02/2012 tarih ve 2012/26 Karar sayılı ilamı ile beraatına karar verildiği, kararın sanık müdafisi Av. S. tarafından vekalet ücreti yönünden temyiz edilmesi üzerine 24/04/2012 tarihinde dosyanın Yargıtay'a gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26/07/2012 tarih ve 9-2012/129377 sayılı yazısı ile 6352 Sayılı Yasa yönünden değerlendirme yapılmak üzere dosyanın Mahkemeye iade edildiği, Mahkemenin 02/11/2012 tarih, 2012/216 Esas ve 2012/221 Karar sayılı kararıyla 6352 Sayılı Kanunun Geçici Madde 1/(1-b) maddesi gereğince sanık hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiği, sanık müdafisinin dilekçesiyle bu karara itiraz ettiği anlaşılmıştır.İtiraz dilekçesi, yargılama dosyası ile Mahkeme kararındaki gerekçe birlikte değerlendirildiğinde itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden sanık müdafisinin itirazının reddine karar verilmiş ve aşağıdaki karar tesis olunmuştur.” Bu karar, 12/12/2012 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 7/12/2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun’un geçici ve maddeleri uyarınca “Talî Karar Fişi” başlıklı bir belge düzenlemiştir. Üç bölümden oluşan bu fişin ilk bölümünde başvurucunun kimlik bilgilerine, ikinci bölümde talî karar konusu suça ilişkin bilgilere (talî karar konusu suçun tarihi ile asıl karardaki sevk maddeleri) ve nihayet son bölümde de talî karar hakkındaki bilgilere (kararı veren mahkeme, kararın tarih ve numarası ile kovuşturmanın ertelenmesine ilişkin bilgi) yer verildiği görülmüştür. B. İlgili Hukuk İlgili Kanun Hükümleri 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,karar verilir.  (2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur. … (4) Bu madde hükümlerine göre cezanın infazının ertelenmesi hâlinde erteleme süresince ceza zamanaşımı durur; kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi hâlinde, erteleme süresince dava zamanaşımı ve dava süreleri durur.  … (8) Bu madde hükümlerine göre kamu davasının açılmasının, kovuşturmanın veya cezanın infazının ertelenmesi kararlarının verildiği hâllerde, bu suçlar 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun erteleme ve tekerrüre ilişkin hükümlerinin uygulanmasında göz önünde bulundurulmaz.” 6352 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.(2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar.” 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:“Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291 inci maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz.” Yargıtay Uygulaması Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (YCGK) 18/9/2012 tarih, E. 2012/MD-420 K.2012/1771 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Sanıkların rüşvet suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanıkların eylemlerinin rüşvet suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin maddesi uyarınca, öncelikle;1) 2012 gün ve 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasanın Geçici maddesinin birinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin rüşvet suçunu da kapsayıp kapsamadığı, 2) Düzenlemenin rüşvet suçunu kapsamadığının kabulü halinde ise 6352 sayılı Yasanın maddesi ile TCY'nın maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle sanıkların hukuki durumunun değerlendirilmesi amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı verileceği, yoksa dosyanın esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın denetlenip lehe yasa değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğinin ön sorun olarak ele alınması gerekmiştir.Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuksal çözüme kavuşturulabilmesi için, 6352 sayılı Yasanın Geçici maddesinin birinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin, rüşvet suçunu da kapsayıp kapsamadığı ve düzenlemenin rüşvet suçunu kapsamadığının belirlenmesi halinde ise anılan Yasanın maddesi ile 5237 sayılı TCY'nın maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle sanığın hukuksal durumunun değerlendirilmesi amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı verileceği, yoksa dosyanın esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın denetlenip lehe yasa değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğine ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkındaki Yasanın Geçici maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;"Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece hükmü veren mahkemeye gönderilir.Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğalgazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar" hükmüne yer verilmiştir.Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle 6352 sayılı Yasanın Geçici maddesinin yasalaşma sürecinin, diğer bir anlatımla yasa koyucunun bu düzenlemedeki amacının ne olduğunun tespiti gerekmektedir.Hükümetçe Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tasarıda yer almayan, ancak verilen bir önerge üzerine tasarıya dahil edilen Yasanın Geçici maddesi ile ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Alt Komisyonu görüşmeleri sırasında oluşturulan raporda; "Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyaların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyaların ise bu dairece hükmü veren mahkemeye gönderilmesinin ve bu sayede dosyaların gereksiz şekilde dolaşarak zaman kaybının önlenmesinin sağlanması amacıyla yeni geçici madde ihdasına ilişkin önerge Komisyonumuzca kabul edilerek, Geçici madde olarak metne eklenmiştir" açıklamasına yer verilmiştir. Alt Komisyonca hazırlanan madde metni; "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir" şeklinde iken; Adalet Komisyonunca, "Alt Komisyon metninin geçici ikinci maddesi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürütülen kovuşturmalar veya hakkında hükmolunan cezalarla ilgili olarak, ilgililerin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmalarını teminen intikal hükümlerini içeren değişikliğin yapılması amacıyla verilen önergenin kabulüyle Komisyonumuzca kabul edilmiştir" şeklindeki açıklama ile kabul edilen düzenleme ise,"1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar" şeklinde geçici ikinci maddenin ilk iki fıkrasının yasalaşmış hali olup, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki görüşmeler sırasında maddeye ayrıca başka fıkralar da eklenmiştir.6352 sayılı Yasanın genel gerekçesinde; "yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla bugüne kadar yapılan düzenlemelerin devamı niteliğinde olan bu tasarı, icra - iflas, ceza ve idarî yargı mevzuatının uygulanmasından kaynaklanan bazı sorunlara çözüm getirmek amacıyla hazırlanmıştır" açıklamasına yer verilmek suretiyle, bu Yasanın yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla hazırlandığının belirtilmiş olması, anılan Yasa ile elektrik enerjisi hakkında hırsızlık suçu tamamen değiştirilerek karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülürken, diğer suçlarda yapılan değişikliklerde ise, suç oluşturan eylemin başka bir suça dönüştürülmelerinin söz konusu olmaması ve anılan Yasanın Geçici maddesinin bir ve ikinci fıkralarının birlikte değerlendirilmesinde, yasa koyucunun asıl amacının yalnızca karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülen elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hakkında hırsızlık suçlarına ilişkin dosyaların ilgili merci tarafından incelenmeksizin kararı veren mahkemeye gönderilmesi olduğu kabul edilmelidir.Karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçların da aynı Yasanın Geçici maddesinin birinci fıkrası kapsamında kaldığının kabulü, dosyaların yeniden ele alınması ve yargılamaların uzaması sonucunu doğuracaktır ki, bu durum Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin dördüncü fıkrasının; "davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklindeki düzenlemesi ile usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına ve yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Anayasanın maddesi uyarınca iç hukuk normu haline gelen ve yasaların aynı konuda farklı düzenleme getirmesi durumunda bile uygulanması zorunlu olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Adil Yargılanma Hakkı" başlıklı maddesinin "herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir" şeklindeki hükmüne de aykırılık oluşturacaktır. Bu itibarla, 6352 sayılı Yasanın Geçici maddesinin birinci fıkrasının sadece karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçlarını kapsadığına ve anılan Yasa ile değiştirilen ve karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçlara ilişkin dosyaların ise esasının incelenmesine karar verilmelidir.…Ön sorunların bu şekilde çözülmesinden sonra dosyanın esastan incelenerek sanıkların eylemlerinin rüşvet suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.…Uyuşmazlığın bu şekilde çözüme kavuşturulmasından sonra rüşvet suçunu düzenleyen TCY'nın maddesinde hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6382 sayılı Yasanın maddesi ile değişiklik yapılması karşısında temyiz aşamasında gerçekleşen bu değişiklik nedeniyle lehe yasa değerlendirilmesinin hangi esaslara göre yapılacağının belirlenmesi gerekmektedir. 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının “zaman bakımından uygulama” başlıklı maddesi aynı tarihte, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup, her iki maddede de; ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, "failin lehine olan yasanın geçmişe etkili olması", “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine de yer verilmiştir.Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır.Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda; “hapis cezasını öngören yasanın, adli para cezası kabul eden yasaya göre”, aynı nev’i ceza içeren yasalardan; “yukarı sınırları aynı, aşağı sınırı fazla olanın, aşağı sınırı az olan yasaya göre” “aşağı sınırları aynı, yukarı sınırı fazla olanın, üst sınırı az olana göre” “alt ve üst sınırlarının farklı olması halinde, üst sınırı fazla olanın, az olana göre” aleyhe olduğu kabul görmektedir. Yine, şikâyete tabi olan suçu, kamu adına kovuşturulması gereken suç haline getiren yasanın aleyhe, kamu adına kovuşturulan suçu, şikâyete tabi suç haline getiren yasanın lehe, aynı cezaya ilave olarak güvenlik önlemi kabul eden yasanın aleyhe olduğu söylenebilir ise de, bu kuralların her somut olayda, mutlak olarak aynı sonucu doğuracağının kabulü olanaksızdır. Ancak bazı somut durumlarda yetersiz de olsa bu ölçütler, yasalarda kısmi değişikliklerin yapıldığı dönemlerde benimsenmesi gereken temel ilkeleri göstermesi bakımından önemlidir. Lehe yasanın tespiti açısından bu ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve yargısal kararlara da konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi halen geçerliliğini koruyan 1938 gün ve 23–9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da, “Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı” şeklinde, lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem belirtilmiştir.Öğretide de anılan İçtihadı Birleştirme Kararındaki ilke benimsenerek, uygulanma olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleri birlikte ayrı ayrı ele alınarak somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılması gerekeceği ve sonunda fail bakımından daha lehe sonuç veren yasanın belirlenip hükmün buna göre verileceği görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer–Prof. Dr. S. Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, c. 1, Bası, s. 167; Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, s. 64; Prof. Dr. E. Artuk–Doç. Dr. A. Gökçen–Arş. Gör. A. Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, c. 1, s. 221)Diğer taraftan, 1982 Anayasasının maddesinin fıkrası, “…Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir”, maddesinin fıkrası ise “Yargıtay, Adliye Mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” hükümlerini içermektedir.Bu hükümlerle birlikte, usulüne uygun bir şekilde onaylamakla iç hukuk mevzuatına dâhil olan ve Anayasanın 5170 sayılı Yasa ile değişik maddesine göre de üstünlük ve önceliği kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin maddesinin “kişinin makul sürede yargılanma hakkı olduğuna” ilişkin normu da dikkate alındığında, temyiz davasında işin esasına girilerek dosyadaki tüm bilgi ve belgelerin incelenip değerlendirilmesinin esas olduğu görülmektedir. Temyiz incelemesi sırasında yasa koyucu tarafından incelemeye konu suçlara ilişkin değişiklik yapılması durumunda temyiz merciince sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle lehe yasa hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği için işin esasına girilmeden bu yönde bozma yapılması olanaklı ise de, yürürlüğe giren yeni yasanın açıkça lehe olduğunun anlaşıldığı durumlar dışında dosyanın temyiz merciince esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulama denetlendirilip, önceki ve sonraki yasalar bir bütün halinde değerlendirildikten sonra ortaya çıkan sonuçlar karşılaştırılmak suretiyle lehe yasanın belirlenmesi gerekmektedir. Önceki yasanın lehe olduğu belirlenip, yerel mahkeme uygulamasının isabetli olduğunun anlaşılması durumunda hükmün onanmasına, sonradan yürürlüğe giren yasanın lehe olduğunun belirlenmesi durumunda ise hükmün bu yönden ve varsa diğer bozma nedenleri eklenmek suretiyle bozulmasına karar verilmelidir.Nitekim Ceza Genel Kurulunun 2012 gün 304-79 sayılı kararı da bu yöndedir. Bu açıklamalara göre somut olayda; rüşvet suçunu düzenleyen, gerek 5237 sayılı TCY’nın maddesinin fıkrasında, gerekse 6352 sayılı Yasanın maddesiyle getirilen yeni düzenlemede belirlenen temel ceza ile rüşvet alan veya talebinde bulunan ya da bu konuda anlaşmaya varan kişinin yargı görevini yapan kişilerden olması halinde yapılacak artırım oranının aynı olması nedeniyle, yeni yasanın bu yönlerden lehe bir durum oluşturmadığı, buna karşın, 6352 sayılı Yasanın maddesiyle 5237 sayılı TCY’nın maddesinin fıkrasında yapılan düzenleme ile “rüşvete aracılık eden kişinin” sorumluluk statüsü ağırlaştırılarak eylemden “müşterek fail” olarak sorumlu tutulacağı hüküm altına alınması nedeniyle de yeni yasal değişikliğin aleyhe olduğu görülmektedir.Her ne kadar, 6352 sayılı Yasanın maddesiyle 5237 sayılı TCY’nın maddesinin fıkrasında yapılan yeni düzenlemeyle rüşvet suçuna özgü teşebbüs hali öngörülerek, bu durumda verilecek cezanın “yarı oranında” indirileceği hüküm altına alınmış, bu suretle de 5237 sayılı TCY'nın maddesinin uygulama olanağı ortadan kaldırılmış ise de; Özel Dairece hüküm tarihi itibarıyla anılan Yasanın maddesi uyarınca uygulama yapılmasında bir isabetsizlik bulunmadığı gibi, sanıklar hakkında hükmolunan cezadan 1/2 oranında indirim yapılması karşısında yasal değişiklik bu yönden de sanıklar lehine sonuç doğurmayacaktır.Bu itibarla, sonradan yürürlüğe giren yasal değişikliğin sanıklar lehine hükümler içermediği ve Özel Daire hükmünün isabetli olduğu anlaşıldığından, sanıkların temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar verilmelidir.” YCGK’nun 6/3/2012 tarih, E. 2011/7-304, K.2012/79 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Özel Dairece 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulduğu anlaşılmaktadır. Suç ve hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasada yapılan değişiklikler sonucunda sanığın hukuki durumunun yeniden yerel mahkemece değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, buna göre işin esası incelenmeksizin hükmün yasa değişikliği nedeniyle bozulması gerektiği düşünülebilir ise de; suçun nitelendirmesinin tartışmalı olduğu inceleme konusu olaydaki eyleme uyan suç tipinin önceki düzenlemeden farklı unsurlar içerecek biçimde yeniden düzenlenmesi ve öncekinden değişik yaptırımlar öngörülmesi karşısında, suçun vasıflandırılması ve iddianamede tanımlanan eylemin hangi suçu ya da suçları oluşturabileceği Yargıtay’ca incelenip sonuca bağlanmadan yerel mahkemece yapılacak bir hukuki değerlendirmenin sağlıklı olmayacağı, bu uygulamanın “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını” yargının görevi olarak niteleyen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 ve AİHS’nin maddelerine aykırılık oluşturacağı, bu durumda öncelikle işin esasının Yargıtay ilgili dairesinde görüşülmesi gerektiği kabul edilmelidir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/500
Başvurucu, yargılandığı ceza davasından beraat ettiğine ilişkin kararda vekalet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararı temyiz etmesinden sonraki dönemde 7/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kovuşturmanın ertelenmesine karar verildiğini ve bu nedenle adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, Başbakanlık Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığında istihbarat uzmanı olarak görev yaptığı sırada Müsteşarlık tarafından evlenmesineizin verilmeyen kadınla gizli şekilde evlendiği ve yurt dışında görev yaptığı sırada yürüttüğü faaliyetler konusundaki hatalı davranışlarını zamanında Müsteşarlık makamına bildirmediği konusunda hakkında açılan disiplin soruşturması sonucunda Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına (önceki adıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı) uzman kadrosuna atanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 16/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/4/1996 tarihinde MİT Müsteşarlığında göreve başlamıştır. Başvurucu 20/7/2001 tarihinde A.Ö. isimli kişiyle evlenmek istediğini belirterek evlenmesine izin verilmesini talep etmiştir. MİT Müsteşarlığının 8/10/2001 tarihli yazısıyla, A.Ö. hakkında yapılan güvenlik soruşturmasına göre, "A.Ö.nün babasının F.Gülen grubuna mensup olduğu, A.Ö. ile evlenmesinin sakınca yaratabileceği" belirtildiğinden başvurucunun anılan kişiyle evlenmesinin uygun görülmediği bildirilmiştir. Başvurucu 30/10/2001 tarihinde verdiği dilekçeyle A.Ö. isimli kişiyle evlenmekten sarfınazar ettiğini bildirmiştir. Nüfus kaydında yer alan bilgilere göre başvurucu 1/8/2002 tarihinde A.Ö. ile evlenmiştir. Başvurucu bireysel başvuru formunda Kurumuna haber vermeden anılan kişiyle gizlice evlendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 6/8/2002 tarihinde MİT Müsteşarlığı tarafından yurt dışı sürekli göreve atanmıştır. Başvurucu hakkında "yurtdışında yürüttüğü faaliyetler konusunda önceden tespit ettiği operasyonel hususlarla ilgili bazı bilgi, gelişme ve aksaklıkları, hatalı davranışlarını zamanında Müsteşarlık karargahına bildirmediği, daha önce evlenme talebinde bulunduğu ancak Müsteşarlık makamınca evlenmesi uygun görülmeyen bir bayanla olan beraberliğini yurt dışında da sürdürdüğü, söz konusu bayanın kendisini çevresine Ö. Ç.'in eşi olarak tanıttığı ve eşinin MİT'te çalıştığını beyan ettiği, görev yaptığı yabancı ülke gizli servisi tarafından Ö. Ç. ve daha önceki görevlilerin temas ve faaliyetlerinindeşifre edildiğinin anlaşılmış olduğu" gerekçeleriyle disiplin soruşturması açılmıştır. Soruşturma sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun muhtelif tarihlerde gerçekleştirmiş olduğu istihbari içerikli görüşmelerin görev yaptığı yabancı ülke gizli servisi tarafından tespit edildiği, başvurucunun bu durumu anlamasına rağmen konuyu Karargâha bildirmediğinin anlaşıldığı, başvurucunun da ifadesinde özellikle Ocak 2005 ayından itibaren söz konusu gizli servisin kendisini ve kaynaklarını takibe aldığını hissettiğini, bazı kaynakları takip edildikleri konusunda uyardığını, kendinden önceki görevlilerin olay ve gelişmeleri Karargâha intikal ettirmediklerini dikkate alarak tecrübesizliği nedeniyle kendisinin de tespitlerini Karargâha bildirmediğini beyanla kabul ettiği belirtilmiştir. Anılan raporda ayrıca başvurucunun yurt dışında görev yaptığı 6/8/2002 ile 7/4/2005 tarihleri arasında A.Ö. ile birlikte hudut kapısından giriş, çıkış yaptıkları, A.Ö.nün yaklaşık 21,5 ay süreyle yurt dışında başvurucuyla birlikte ikamet ettiği ve kendisini başvurucunun eşi olarak tanıttığının anlaşıldığı bildirilmiştir. Söz konusu disiplin soruşturması raporunda başvurucunun "...evlenmesi uygun görülmeyen A.Ö. İle birlikteliğini 2001 yılından itibaren devam ettirmesi, yurt dışı görevinde dahi adı geçenle beraberliğini sürdürmesi, ayrıca, görevi esnasındaki faaliyetleri sırasında, önceden belirlediği operasyonel konulardaki bazı bilgi ve gelişmeler ile aksaklıkları, hatalı davranışlarını zamanında Karargaha bildirmemesi yönündeki fiillerinin, 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının C bendinin (a) alt bendinde yer alan, 'kasıtlı olarak verilen emir ve görevleri tam ve zamanında yapmamak, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine getirmemek' hükmüneuyduğu, bu nedenle, disiplin hukuku yönünden 1/8 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasına; idari yönden ise 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun maddesi gereğince başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanması..." teklifi getirilmiştir. Bu doğrultuda başvurucu 28/4/2005 tarihinde aylıktan kesme cezasıyla cezalandırılmıştır. Ayrıca MİT Müsteşarlığının Başbakanlığa gönderdiği 20/5/2005 tarihli yazısıyla başvurucunun başka kuruma naklen atanması teklif edilmiş; Başbakanlığın 26/7/2005 tarihli yazısı ve Devlet Personel Başkanlığının görüşüne istinaden başvurucu, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (önceki adıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı) emrine uzman olarak atanmıştır. Başvurucu, disiplin cezasına karşı dava açmamıştır. Başvurucuya ait 16/11/2007 tarihli "Memur Sicil Özeti"nde, anılan cezanın 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun uyarınca affedildiği belirtilmiştir. Başvurucunun naklen atama işleminin iptali istemiyle açtığı dava ise, Ankara İdare Mahkemesinin 28/2/2008 tarihli ve E.2006/55, K.2008/231 sayılı kararı ile başvurucunun disiplin hükümlerine riayet etmediği, resmi sıfatının gerektirdiği itibar ve güven duygusunu hizmet içinde olduğu kadar hizmet dışında da sağlaması gerekirken bu hususların özellikle hizmet dışında sarsıldığı, bu sebeple MİT'e intibak edemediğinin anlaşıldığı, milli istihbaratın önemi, özelliği ve hizmet gerekleri dikkate alındığında işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 30/12/2010 tarihli ve E.2008/5816, K.2010/7833 sayılı kararı ileMİT Müsteşarlığı yanında Başbakanlık ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının da davalı konumuna alınarak karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle usul yönünden bozulmuştur. Ankara İdare Mahkemesince bozma kararına uyulmuş, eksiklikler tamamlandıktan sonra verilen 21/11/2011 tarihli ve E.2011/524, K.2011/1816 sayılı karar ile dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Dava dosyası ile soruşturma dosyasının birlikte incelenmesinden, davacının 1996 tarihinde Teşkilat emrine atandığı, 2002 tarihinde yurtdışı sürekli göreve atandığı, yurtdışında görev yaptığı sırada yürüttüğü faaliyetler konusundaki hatalı davranışlarını zamanında Müsteşarlık makamına bildirmediği, daha önce evlenme talebindebulunduğu ancak Müsteşarlık makamınca evlenmesi uygun görülmeyen bir bayanla olan beraberliğini yurt dışında da sürdürdüğü, bu faaliyetlerinin görev yaptığı yabancı ülke gizli servisi tarafından deşifre edilmesi nedeniyle hakkında soruşturma açıldığı, söz konusu soruşturma sonucunda; üzerine atılı fiillerin sübuta erdiğinin tespit edildiği, bunun üzerine disiplin hukuku yönünden 1/8 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırıldığı ve bu cezanın kesinleştiği; idari yönden ise başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanması için Başbakanlığa teklifle bulunulduğu, Başbakanlığın 2005 tarihli yazısı ve Devlet Personel Başkanlığının görüşüne istinaden Sanayi ve Ticaret Bakanlığı emrine atandığı, anılan atama işleminin iptali istemiyle de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda, davacının, üzerine atılı fiilleri ikrar ettiği, dolayısıyla da fiillerin sübuta erip ermediği hususunda tartışma bulunmadığı,anılan fiilleri işlemesi nedeniyle MİT Personel Yönetmeliği hükümlerine göre Teşkilata intibak edemediği yolunda karar verildiği görülmektedir.Bu durumda, davalı idarenin kendine ait özellikleri gözetilerek düzenlenen Personel Yönetmeliğinde, davacının fiilleri nedeniyle yapılacak işlemler açık olarak belirlenmiş olup, Yönetmelik hükümleri ve soruşturma raporu doğrultusunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Anılan karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 3/4/2013 tarihli ve E.2012/3170, K.2013/2635 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/3/2014 tarihli ve K.2014/2517 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar9/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunda geçen deyimlerden;a) MİT: İstihbarat Teşkilatının kısaltılmış adını,b) MİT mensubu: Bu Kanun veya bu Kanuna göre çıkarılmış yönetmeliklerde yazılı görevleri yerine getirmekle görevlendirilmiş MİT personeli ile diğer görevlileri, c) MİT personeli;  MİT'in kadrosuna dahil memurları,  Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında olup MİT'de görevlendirilenleri,  MİT'de çalıştırılan sözleşmeli personeli, İfade eder.…”  2937 sayılı Kanun’un başvuru konusu işlemin tesis edildiği tarihteki şekliyle "Millî İstihbarat Teşkilatının görevleri" kenar başlıklı maddesişöyledir: “Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenligine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması ve yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını karşılamak.c) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için Milli Güvenlik Kurulu ve Başbakana tekliflerde bulunmak.d) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerine teknik konularda müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcı olmak.e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak.f) Milli Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak.g) İstihbarata karşı koymak.Milli İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev verilemez ve bu teşkilat Devletin güvenliği ile ilgili istihbarat hizmetlerinden başka hizmet istikametlerine yöneltilemez. Milli İstihbarat Teşkilatı birimlerinin görev, yetki ve sorumlulukları Başbakanca onaylanacak bir yönetmelikte belirtilir.” 2937 sayılı Kanun’un "Kadro" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Milli İstihbarat Teşkilatının fiili kadrosu, her yıl MİT Müsteşarlığınca tespit olunur ve Başbakan tarafından onaylanır.” 2937 sayılı Kanun’un "Memur ve sözleşmeli personel" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “MİT kadrolarında istihdam edilen memurlar, bu Kanunda belirtilen özel hükümler dışında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.MİT'de istihdam edilen sözleşmeli personelin istihdam şekli, sözleşme esasları, alacakları ücretlerin taban ve tavanı ile sağlık işlerine ait esaslar, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesindeki sözleşmeli personel istihdamına ilişkin şartlar aranmaksızın, yönetmelikle düzenlenir.” 2937 sayılı Kanun’un "Başka kuruma nakil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “MİT fiili kadrosuna dahil personelden teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar göz önüne alınarak teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler, MİT Müsteşarının teklifi ve Başbakanın uygun görmesi üzerine genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanırlar.” 2937 sayılı Kanun’un "Personele ilişkin özel hüküm" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “MİT personelinin görev, yetki ve sorumlulukları genel hükümlere ilave olarak nitelikleri, atama ve hizmet süreleri, yer değiştirme esasları ile teşkilata alınma usul ve şartları ve teşkilatla ilişiklerinin kesilmesi gibi hususlar yönetmelikle düzenlenir.” 2937 sayılı Kanun’un "Yönetmelikler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Bu Kanunun muhtelif maddelerinde çıkarılması öngörülen yönetmelikler, Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde MİT Müsteşarlığınca hazırlanacak Başbakan tarafından onaylanmak suretiyle yürürlüğe konulur. Bu yönetmelikler Resmi Gazete'de yayımlanmaz.” 8/10/1998 tarihinde Başbakan onayı ile yürürlüğe konulan Millî İstihbarat TeşkilatıPersonel Yönetmeliği'nin "Uyulması Zorunlu Teşkilat Şart ve Vasıfları" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili bentleri şöyledir:  “...m) Nişanlanacağı veya evleneceği kişi hakkında en az bir ay önce Müsteşarlığa başvuruda bulunmak ve izin almak...,...p) Milli İstihbarat Teşkilatı Mensuplarına Mahsus Ant İçme Belgesi'nde (Ek-1) belirtilen hususlara riayet etmek,r) 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun, Ödev ve Sorumluluklar ile ilgili 6-16 ncı maddelerinin ruhuna aykırı davranmamak, Aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Makam, unvan ve görev süresi ne olursa olsun Teşkilat Şart ve Vasıflarına aykırılık, personel için Teşkilata intibaksızlık nedeni sayılır.Teşkilat Şart ve Vasıflarına uymayanlar hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125 nci ve/veya 2937 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesi hükümleri uygulanır.” 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Bir sınıftan başka bir sınıfa geçme" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:  “Kurumlar, memurlarını meslekleri ile ilgili sınıftan genel idare hizmetleri sınıfına veya genel idare hizmetleri sınıfından meslekleri ile ilgili sınıfa, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle atayabilirler.…” 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8203
Başvuru, Başbakanlık Millî İstihbarat Teşkilatı MİT) Müsteşarlığında istihbarat uzmanı olarak görev yaptığı sırada Müsteşarlık tarafından evlenmesine izin verilmeyen kadınla gizli şekilde evlendiği ve yurt dışında görev yaptığı sırada yürüttüğü faaliyetler konusundaki hatalı davranışlarını zamanında Müsteşarlık makamına bildirmediği konusunda hakkında açılan disiplin soruşturması sonucunda Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına önceki adıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı) uzman kadrosuna atanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Diyarbakır ili Kulp ilçesi İlçe Tarım Müdürlüğünde ziraat mühendisi olarak görev yapmakta iken 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında oluşturulan Kulp İlçe Komisyonunda görevlendirilmesinden kaynaklanan bilirkişi ücretinin ödenmesi istemiyle Diyarbakır Valiliğine başvuruda bulunduğunu, başvurusunun zımni olarak reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu, zımni ret işlemine karşı 13/11/2006 tarihinde iptal davası açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/12/2007 tarihli ve E.2006/2100, K.2007/1934 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 14/11/2014 tarihli ve E.2011/9707, K.2014/8324 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 7/12/2015 tarihli ve E.2015/5276, K.2015/8628 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 30/11/2016 tarihli ve E.2016/450, K.2016/1520 sayılı kararı ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Bu karara karşı herhangi bir başvuruda bulunulmamıştır. Başvurucu 4/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12767
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia hakkında yürütülen ceza yargılamasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. 2021/9961 sayılı başvuru 25/2/2021 tarihinde, 2022/53802 sayılı başvuru ise 5/5/2022 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların birleştirilmesine ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) (B. No: 2016/13649, 29/1/2020) kararına ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar başvuruyu ilgilendirdiği ölçüde özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. (yüklenici Şirket) tarafından işletilen Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada aralarında başvurucuların yakınlarının da bulunduğu 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi de dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır (Son 50 yılda meydana gelen maden kazalarına bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ölümcül faciası olan bu kaza, dünya tarihindeki en ölümcül kazadır; bkz. https://tr.euronews.com/2020/05/13/soma-dunyada-son-50-yilin-en-olumcul-2-maden-kazasi; erişim tarihi: 25/10/2022). Başvurucular ile ölen yakınları arasındaki bağekli 1 sayılı listede belirtilmiştir. Yüklenici Şirketin bir önceki yönetim kurulu başkanı olan A.G. olaydan birkaç gün sonra, yüklenici Şirketin Soma Maden İşletmeleri Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Soma İnsan Kaynakları Müdürü ile birlikte konuyla ilgili bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklama hakkındaki bazı haberlerde A.G.nin yüklenici Şirketin yönetim kurulu başkanı ve/veya maden sahibi olduğu ifade edilmiştir (https://www.trthaber.com/haber/gundem/maden-isletmesi sahibi-alp-gurkan-aciklama-yapti-html; erişim tarihi: 25/10/2022; https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/948753-yasam-odasi-kapatilmisti-yenisi-yapiliyordu; erişim tarihi: 25/10/2022). Olaydan haberdar olması sonrasında Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Soma Başsavcılığı) olay günü konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatmıştır. Bazı siyasetçiler ile kamu görevlilerinin de olayda sorumluluğunun bulunduğu iddiasıyla sonradan kimi gerçek kişilerle tüzel kişilerin yaptığı suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar mevcut soruşturma ile birleştirilmiştir. Sonraki bir tarihte, haklarında şikâyette bulunulan siyasetçilerle ilgili soruşturmayı tefrik eden Soma Başsavcılığı; Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı (Enerji Bakanlığı) ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB, Çalışma Bakanlığı) müfettişlerinin ve Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü K.Ö.nün kamu görevlisi olması ve haklarında soruşturma yapılabilmesi için 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca yetkili mercilerce soruşturma izni verilmesi gerektiği gerekçesiyle bahse konu kişilerle ilgili soruşturmayı da mevcut soruşturmadan ayırmıştır. A. Genel Soruşturma Hükümlerine Göre Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç Soma Başsavcılığınca Fezleke Düzenlenmesine Kadar Olan Süreç Soma Başsavcılığı ile çevredeki bazı Cumhuriyet başsavcılıkları vefat edenlerin cesetleri üzerinde ölü muayenesi ve/veya otopsi işlemleri (Üzerinde otopsi yapılan ceset sayısı on yedidir.) yapılması için gerekli adımları atmıştır. Kimliği tespit edilemeyen bazı müteveffadan ve bunların yakını olduğu düşülen kişilerden alınan biyolojik örnekler üzerinde moleküler genetik incelemeler yapılarak ölülerin kimliği saptanmıştır. Otopsi raporları ile üzerinde sadece ölü muayenesi yapılan cesetlerin tamamına yakınından alınan kan örneklerinde rastlanan karboksihemeglobin oranlarına göre ölümlerin sebebi CO (karbonmonoksit) zehirlenmesidir. Olayı çevreleyen koşulların ve olayın meydana gelmesinden sorumlu olanların tespiti için Soma Başsavcılığı, profesör ünvanına sahip iki maden ve bir elektrik mühendisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından bir bilirkişi heyeti oluşturmuştur. Bu heyet ile olaydan bir gün sonra olayın meydana geldiği yer altı maden ocağı incelenmek istenmiş ancak arama ve kurtarma çalışmalarının devam etmesi nedeniyle inceleme yapılamamıştır. 16/5/2014 tarihinde maden ocağına tekrar gidilmiştir. Bu kez kurtarma faaliyetlerini sürdüren maden ocağı yetkililerinden ve tahlisiye ekiplerinden bilgi alınmış, ocak gazlarının ölçüm kayıtlarının tutulduğu bilgisayar verilerine ulaşılmış, yer altı ocağına ait kroki ve haritalar elde edilmiştir. Tahlisiye ekipleri tarafından gerekli şartların sağlanması neticesinde soruşturmada görevli Cumhuriyet savcıları ile bilirkişi heyeti, kurtarma çalışmalarına katılmış bir maden mühendisi eşliğinde ocağın kulikar malzeme girişi olarak tabir edilen ocak ağzından maden ocağına girip ilk incelemeyi yapmıştır. Yapılan incelemede şu hususlar saptanmıştır:- Ocak girişinden sonraki 000 metrelik bölümdeki ana galeri yolunun jeolojik yapısı taştır. 000 metrede U2 olarak tabir edilen elektrik trafosu bulunmaktadır.000 metreden sonra ocak içinde yangının ilk belirtisi olan kömür nakil bandı tamamen yanmıştır. Taşlarda yanmaya bağlı islenme mevcuttur. Tahta tahkimatların yanması üzerine taşlar yer yer tabana düşmüştür. Tabanda soğutma çalışmalarının belirtisi olarak su bulunmaktadır. Tabandaki su bazı yerlerde 30-40 cm derinliğine sahip küçük göletler oluşturmuştur. Elektrik kablolarının yüzeyleri, içindeki bakır kablo görünecek şekilde yanmıştır. Ocakta ilerledikçe sıcaklık artmaktadır. Biraz daha ilerlendiğinde kısmı göçükler görülmüştür. Bu göçüklerden ancak eğilerek geçilebilmiştir. Ana galeride yol üzerinde kullanılan tahta tahkimatlar yanıktır ve kısmen yenilenmiştir. Olayın meydana geldiği yerolduğu düşünülen ve ada olarak tabir edilen yerde soğutma çalışmaları devam etmektedir. Burada sıcaklık, çelik bağlar arasındaki tahta tahkimatlar soğumadığından iyice artmıştır. 400 metrede revire giden kısım tamamıyla göçmüştür. A ve H panolarına giden yol ise açıktır. Maden ocağı içinde devam etmek artık mümkün değildir. 17/5/2014 tarihli bilirkişi ön raporuna göre ilk aşamada olayın meydana gelmesinde kusurlu olanlar şunlardır: - Teknik nezaretçi- İşletme müdürü- Saha sahibi- Şirketin iş güvenliği başmühendisi- Şirketin yönetim kurulu başkanı- Vardiya amirleri Sulh ceza mahkemesinden alınan kararlara istinaden yüklenici Şirkete ait Soma’daki bina ile eklentilerinde arama yapılmış, bazı defterler ile birtakım yazılı ve dijital belgelere el konulmuştur. Başka defterler yanında gaz ölçüm, patlayıcı madde sarfiyat ve cihaz bakım defterleri bir Cumhuriyet savcısınca incelenmiştir. İncelemeye göre gaz ölçüm defterindeki bazı ölçüm sonuçları birbirine yakındır, bazı ölçüm sonuçları ise birbirini tekrar etmektedir. Patlayıcı madde sarfiyat defterinin bazı yerlerindeki imzayla ilgili kısımlar boş bırakılmıştır. Cihaz bakım defterindeki cihazların sıfırlanmasına, ölçümlenmesine ve takip edilmesine ilişkin kayıtlar özellikle 2014 yılı Mart ayından itibaren imzasızdır. Ayrıca 340 ana nefeslik hava çıkışına yerleştirilen 428 kodlu sıcaklık sensörüne ait verilere göre 1/2/2014-28/2/2014 tarihleri arasında 20,82 °C-21,15 °C arasında değişen sıcaklık 6/5/2014 tarihinden itibaren 32 °C’yi aşmış, 12/5/2014 tarihinde 45 °C’nin biraz üzerine çıkmış; olay günü saat 15’te 46,23 °C’ye, saat 10’da ise 46,58 °C’ye ulaşmıştır. Bilirkişi heyetinde görevli profesör ünvanına sahip bir maden mühendisinin soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısına verdiği bilgiye bakılırsa yer altındaki kömürün oksidasyonunun (kendiliğinden yanma) en önemli göstergesi CO konsantrasyonunun ve sıcaklığın artmasıdır. Bu nedenle maden işletmelerinde havanın nem değerine bağlı olarak kuru sıcaklık 30 °C’yi, yaş sıcaklık ise 25 °C’yi geçmemelidir. Olaydan yaralı olarak kurtulanların tespiti için çevredeki kamu ve özel sağlık kuruluşlarıyla yazışmalar yapılmış, bir kısım yaralı hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları temin edilmiştir. Bazı yaralılar yönünden kesin adli rapor alınmıştır. Elde edilen güvenlik kameralarına ait kayıtlar Ankara Kriminal Polis Laboratuvarına inceletilmiştir. Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından olay tarihinden önceki iki yıl içinde olayın meydana geldiği madende yapılan denetimlere ait tüm bilgi ve belgeler istenmiştir. Maden ocağının gaz izleme odasında bulunan gaz sensörlerinin kayıtlarının tutulduğu bilgisayarlar ile madenin personel servisinde bulunan, madende çalışan personelin giriş ve çıkış kayıtlarını tutan bilgisayarın imajları alınmıştır. Kurtarma ve tahlisiye çalışmalarının tamamlanmasından sonra olayın meydana geldiği maden, hava girişinin engellenmesi ve devam eden ocak yangınının durdurulabilmesi amacıyla her üç girişinden barajlanarak kapatılmıştır. Baraj arkasında bırakılan numune alma borularından düzenli aralıklarla ocak içi gaz ölçümleri alınmış, yangının devam edip etmediği takip edilmiştir. 23/6/2014 tarihinde Cumhuriyet savcıları ve bilirkişi heyeti, yüklenici Şirketin yetkilileri ve TKİ yetkilileri ile bir toplantı yapıp ocağa giriş şartlarını değerlendirmiştir. Aynı gün yapılan keşifte mevcut yer altı üretimi nedeniyle yeryüzünde oluşan çökme ve kayma bölgeleri incelenip fotoğraflanmış, inceleme yapılan sahaların GPS ile koordinatları elde edilmiştir. Gaz oranlarının uygun değerlere ulaştığı değerlendirilince 16/7/2014 tarihinde, kapalı olan ocak giriş barajları tahlisiye ekipleri denetiminde yıkılmış ve havalandırma fanları çalıştırılarak kısmi hava akışı sağlanmıştır. Ocağa giren tahlisiye ekipleri gaz ölçümü yapmış ve yangının yer altında devam ettiğini ancak ocağın bazı bölümlerine girilebileceğini tespit etmiştir. Temiz havanın olay yerine ulaşması sonucunda yangının artarak devam etme olasılığının yüksek olmasına, metan içeriğinde kontrol dışı artışlar yaşanabilecek olmasına ve bu nedenle grizu patlama tehlikesinin artarak devam etmesine rağmen soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısı ile bilirkişi heyeti, iş sağlığı ve güvenliği için gerekli takımı temin ederek soruşturma kapsamında alınan ifadelerde olayın çıkış noktası olarak beyan edilen ve göçük olduğu tahlisiye ekiplerince belirlenen bölgedeki durumu incelemek için ocağa girmiştir. 100 metrelik derinliğe kadar bölümde olayın sebebine ilişkin delil ve emareye rastlanmamıştır. 500 metre derinlikte 4 No.lu insan nakil bandı ile 5 No.lu insan nakil bandını bağlayan nefesliğe (146,8 kodlu) girilmiştir. Bu bölgede alt kodda bulunan 3 numaralı kömür nakil bandının bulunduğu galeriye (144,0 kodlu) doğru göçüğün meydana geldiği görülmüştür. Jeolojik yapı olarak kömüre değil metamorfik kayaç olan marna rastlanmıştır. Elektrik kablolarının sağlam olduğu, tahkimata destek olarak kullanılan ahşap kamaların sadece üzerinde is bulunduğu, göçük alanı içinde domuz damlarının bulunduğu ve bu damların yanmadığı tespit edilmiştir. S panolarına giden temiz hava yolunda U3 trafosunun durduğu yol üzerinde yoğun bir şekilde duman bulunduğu gözlenmiş ve seyyar gaz ölçüm cihazlarıyla yapılan ölçümlerde CO oranı 518 PPM, metan (CH4)oranı %0,26, oksijen oranı ise %18,25 bulunmuştur. Ayrıca 340 nefeslik ana yol üzerinde tahkimatlar arasına konulan ahşap kamaların tamamen yandığı, A ve H panolarının bulunduğu bölge tarafından yoğun bir şekilde dumanın geldiği görülmüştür. Böylece kazanın başlangıç yeri olarak tahmin edilen bölgenin halen yanmakta olduğu, burada CO değerlerinin çok yüksek olduğu, yoğun duman nedeniyle ocakta daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı saptanmıştır. Gerekli örnekler alındıktan sonra keşif sonlandırılmıştır (Bilirkişi heyetince gerek bu keşifte gerek daha önce yapılan keşiflerde tespit edilen diğer hususlar, bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesiyle ilgili kısmında yer almaktadır; bkz. § 24). Sıcaklık ölçüm cihazı ile seyyar gaz ölçüm cihazları, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Ulusal Metroloji Enstitüsü Gaz Metrolojisi Laboratuvarına (Gaz Laboratuvarı), CO maskeleri ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine inceletilmiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazları ile gaz maskeleri yönünden yapılan incelemeler nedeniyle düzenlenen raporlara göre; i. .. S... marka on iki seyyar gaz ölçüm cihazından ancak dokuzundan veri alınabilmiştir. Bu cihazların 10-15/5/2014 tarihleri arasında kaydettiği veriler incelenmiş ve CO miktarının yasal limitleri aştığı toplam otuz bir ölçüm aralığı tespit edilmiştir. Aşımların bazıları kısa sürse de bazıları saatlerce sürmüştür. Bazı aşımların yasal limitlerin çok üzerine çıktığı saptanmıştır. Cihazların kalibrasyon ölçümleri yapılmış ve 11033FH-049 seri numaralı cihazın oksijen sensörünün hata verdiği, bazı cihazların kuru hava ile kalibrasyonu sırasında sıfır göstermesi gereken CO, H2S (hidrojen sülfür) ve CH4 (metan) değerlerinin sıfırdan daha küçük gösterdiği belirlenmiştir. On iki cihazın tamamının O2 ölçümlerinin kalibrasyon gaz değerinin sınırları içinde olduğu görülmüştür. Üç cihazın CO ölçüm sonuçları, yedi cihazın ise H2S ölçüm sonuçları kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üstündedir. Altı cihaz ise kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapmaktadır. Cihazların kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üzerinde ölçüm yapması saha uygulamasında bir tehlike arz etmemektedir zira cihazlar ölçüm sonuçları yasal limitlere ulaşmadan alarm vermektedir. Öte yandan CH4 için kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapan cihazlar, ortamdaki gaz miktarı yasal limitleri aşmasına rağmen alarm veremez. İlgili mevzuata göre maden ocaklarda CO değeri azami 50 PPM, sekiz saatlik çalışma için müsaade edilen azami H2S değeri 20 PPM, oksijen değeri asgari %19, CH4 değeri ise azami %2’dir. İncelenen seyyar gaz ölçüm cihazlarından bazıları 10/5/2013-14/5/2013 tarihleri arasında 50 PPM’nin oldukça üzerine çıkan CO değerleri ölçmüştür. ii. CO maskelerine gelince;- F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin koruyucu ambalajlarındaki (kullanılmış ve kullanılmamış) üretim tarihi ve üretici firma bilgisi kolay anlaşılabilir değildir. Bu firma tarafından üretilmiş olan kullanılmış on iki gaz maskesinin tamamının filtre kısımları paslanmıştır. Ayrıca sözü edilen on iki gaz maskesinden üçü raf ömrünü tamamlamıştır. Aynı firma tarafından üretilen ve kullanılmamış olduğu bildirilen 116 gaz maskesinden on sekizinin raf ömrü sona ermiştir.- .. firması tarafından üretilen gaz maskelerinin teknik özellikleri ile ilgili bilgilere ulaşılamamıştır. - Çin Halk Cumhuriyeti kaynaklı maskelerin tamamı 16-20 yıl önce üretilmiştir ve kullanım ömrünü tamamlamıştır. - Kullanılmış bazı gaz maskelerinde seri numarası ya yoktur ya da silinmiştir. - İncelenen gaz maskelerinin kalite kontrollerinin en son ne zaman yapıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. - Kaza anında ve hemen sonrasında, madende çalışan işçilerin maruz kaldığı ortamdaki oksijen oranı, karbonmonoksit oranı ve karbondioksit oranı ile ilgili ölçüm sonuçları gönderilmediğinden F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin olay anındaki koşullara uygun olup olmadığı ile ilgili değerlendirme yapmak mümkün değildir. Soruşturmada dumandan doğrudan etkilenen 161 işçi mağdur olarak, yangından etkilenmeyen 425 işçi ise tanık olarak dinlenmiştir. Ayrıca olayda vefat edenlerin çok sayıda yakınının beyanı alınmıştır. Bilirkişi heyeti, kazayla ilgili raporunu 5/9/2014 tarihinde tamamlamıştır. Sözü edilen raporda maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunularak maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği, kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varılmıştır. Rapora göre olayda vefat eden kişilerin ölüm sebebine ve bu boyutta bir CO zehirlenmesi meydana gelebilmesini sağlayacak CO konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olması mümkün değildir. Olayda U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksit temiz hava girişine ulaşmıştır. Temiz hava ile temas ederek kendiliğinden yanan kömür tam yanmaya dönüşmüştür. Bu yangın 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturmuştur. Su ile soğutma çalışmaları sonucu zehirleyici ve boğucu gazlar açığa çıkmıştır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kurtarma faaliyetleri esnasında kömür yangınının devam etmekte olduğu 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de uzun bir süre madenin kapalı kalmış olmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin7/10/2009 tarihinde TKİ’ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini dikkate almış, maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ ve kömür üretim işini devralan yüklenici Şirket tarafından bilindiği kanaatine varmış ve olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısmı şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ’de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ[yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM [Maden İşleri Genel Müdürlüğü] kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu Iş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ [yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Başmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j-Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur.Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2’de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezervzayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton’dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn’ nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar,[yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- iş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri işletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Baskanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. ... 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede ‘Üretim Zorlaması’ olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Baskanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettisleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, ‘vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır’ koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM’e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Prolelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 24/08/2010 tarihli ‘Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi’ esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik banttarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün yapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yarı tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur.İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.’ne daha sonra [yüklenici Şirkete] ‘Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi’ 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri’nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Faciada yakınlarını kaybedenlerin bazıları Soma Başsavcılığına verdiği dilekçelerde olayın meydana gelmesinde TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile Üyelerinin, TKİ İşletme Dairesi Başkanı’nın, TKİ İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü’nün, ELİ Müessese Müdürü ile Yardımcılarının, Yer Altı Kontrol Şube Müdürü ile Müdür Yardımcısı’nın, ELİ kontrol başmühendisleri ile kontrol mühendislerinin, Maden İşleri Genel Müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin, Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin, yüklenici Şirketin maden ocağını işletmeye başladığı tarihten sonraki Yönetim Kurulu Başkanları ve Üyeleri ile hissedarlarının, yüklenici Şirketin Genel Müdürü, İşletme müdürü ve Müdür Yardımcılarının, iş güvenliğinden sorumlu başmühendis ile mühendislerin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçilerin, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, teknikerlerin ve vardiya amirlerinin de kusurlarının olduğunu iddia etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ile yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan 42 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) veren Soma Başsavcılığı, aralarında ELİ’de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına (Akhisar Başsavcılığı) göndermiştir. Fezlekede olayın bilirkişi raporunda belirtilen şekilde meydana geldiği iddia edilmiş ve bilirkişi raporundaki değerlendirmeler çerçevesinde şüphelilere suç isnadında bulunulmuştur. Kovuşturmasızlık kararına göre şüpheliler S.Y., E., K.K. ve H. meydana gelen faciada vefat etmiştir; haklarında kamu davası açılmayan diğer şüphelilere ise bilirkişiler kusur atfetmemiştir. Faciada yakınlarını kaybeden bazı kişiler başka hususlar yanında ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.de dâhil olmak üzere olaydan sorumlu olan bazı kişiler hakkında kamu davası açılması gerektiğini ve ELİ Müessese Müdürü Ha. de dâhil olayda sorumluluğu bulunabilecek bazı kişiler hakkında soruşturma yürütülmediğini belirterek Soma Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar Akhisar Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Bunun üzerine olayda vefat eden bazı kişilerin yakınları bireysel başvuru (Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2015/1894, 16/1/2020) yapmıştır. Söz konusu başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, Soma Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporundaki tespitleri gözeterek yaşam hakkının devlete yüklediği etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün somut olayda ceza soruşturması gerektirdiğini tespit etmiş ancak bazı şüpheliler hakkındaki yargısal sürecin devam ettiğine işaret edip, bu süreçte yapılacak araştırma sonucunda olayda sorumlulukları tespit edilecek kişiler haklarında kamu davası açılmasının mümkün olduğunu belirterek başvuruyu başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Fezlekenin Düzenlenmesinden Sonraki Süreç Akhisar Başsavcılığı, Soma Başsavcılığınca hazırlanan fezlekedeki hukuki nitelendirme çerçevesinde 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede -fezlekeyle uyumlu şekilde- olay esnasında yer altı maden ocağındaki mağdurların tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı belirtilmiştir. İddianamenin düzenlendiği tarihte Gaz Laboratuvarı henüz sabit gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporunu göndermemiştir. Ceza Mahkemesi bazı eksikler içerdiği gerekçesiyle Akhisar Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin iadesine karar vermiştir. Ceza Mahkemesine göre iddianamede bulunan eksikler kısaca şunlardır:i. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına yer verilmemiştir.ii. Şüphelilerin görev ve hukuki sorumlulukları ile şüphelilere isnat edilen eylemler delilleriyle açıklanmamıştır. Ayrıca şüphelilerin sorumluluk durumunu belirleyen bilirkişi raporunda eksiklik bulunmaktadır.iii. İddianamede olay esnasında yer altı maden ocağında bulunan işçilerin tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı açıklansa da bu kabulün gerekçesi belirtilmemiş, bu kabul herhangi bir delille de irtibatlandırılmamıştır.iv. Şüphelilerin kusur durumlarına etki edebilecek durumda olduğu değerlendirilen sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin rapor beklenmemiştir. Oysa söz konusu rapor esaslı bir delildir. Akhisar Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Manisa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin verilerin bilirkişilerce bilgisayar üzerinden incelenerek bununla ilgili kusur durumunun bilirkişi raporunda belirtildiği, bilirkişiler tarafından şirkete ait gaz ölçüm günlük rapor ve kayıt defterinin incelendiği, sabit gaz ölçüm cihazıyla ilgili Gaz Laboratuvarı raporunun iddianamenin iadesine itirazdan sonra geldiği (Anılan rapora göre karbondioksit gaz ölçüm cihazı çalışmamaktadır. Diğer gazlar yönünden sabit gaz ölçüm cihazları ya hatalı çalışmakta ya da kalibrasyon değerinden daha yüksek değer okumaktadır. Bu durum karbonmonoksit ve metan gazları için uygulamada tehlike teşkil etmemektedir. Gerekli bilgilerin temin edilememesi nedeniyle sıcaklık ölçüm cihazlarının kalibrasyonu yapılamamıştır.), şüphelilerin üzerine atılı suçları işlediği hususunda yeterli şüphe olması nedeniyle iddianame düzenlendiği ve soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporunun yeterli görülmemesi hâlinde kovuşturma aşamasında yeniden bilirkişi raporu alınabileceği gerekçesiyle iddianamenin iadesine ilişkin bir kısım nedeni yerinde bulmamıştır. Bununla birlikte olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına iddianamede yer verilmediğine ve mağdurların yaralarının niteliği ile ilgili kabulün delillendirilmediğine ilişkin iade nedenleri yerinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına göre 65 mağdurla ilgili herhangi bir rapor, 85 mağdur yönünde ise kesin adli rapor aldırılmamıştır. Akhisar Başsavcılığı mağdurların adli raporlarını almak için gerekli adımları atmış ve 5/9/2014 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden topçu defteri ve Gaz Laboratuvarının gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporları yönünden ek rapor almıştır. Ek rapora göre;- Seyyar gaz ölçüm cihazlarının kaydettiği en yüksek sıcaklık değeri33 °C’dir. Olay esnasında çıkış havasına yerleştirilmiş 428 No.lu sabit gaz ölçüm cihazından ölçülen 46,58 °C’ye seyyar gaz ölçüm cihazlarında rastlanmamıştır ancak seyyar gaz ölçüm cihazlarının çıkış havasından veri alıp almadığı belirlenememiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazlarının hiçbirinde CH4 ile ilgili sınır aşılmamıştır.- İlgili mevzuata göre bir üretim biriminde oksidasyon başladığında, üst taban yolunda umumi havada bulunan CO konsantrasyonu 50 PPM’ye ulaştığında pano yangın bekleme barajlarından kapatılır. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 5/5/2014 tarihinde saat 39’dan itibaren 3 saat 16 dakika süreyle yaptığı CO ölçümlerinin ortalaması 123,20 PPM’dir. 39-32 saatleri arasında ölçülen hiçbir değer 50 PPM’nin altında değildir. Ayrıca 10/5/2014 tarihinde 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 2 saat 32 dakika, 11/5/214 tarihinde 470 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 12 saat 31 dakika, 12/5/2014-13/5/2014 tarihlerinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 4 saat 3 dakika, 13/5/2014 tarihinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 5 saat 19 dakika boyunca 50 PPM’nin üzerinde CO değeri ölçülmüştür. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 7/5/2014-8/5/2014 tarihlerinde, vardiya değişim saatlerinde kaydetmiş olduğu CO değerleri de 50 PPM’nin üzerindedir. Bazı seyyar gaz ölçüm cihazları 1/5/2014 tarihinde izin verilen sınırın altında oksijen değerleri ölçmüştür. Yüksek CO ve düşük oksijen değerlerinin hiçbiri gaz ölçüm kayıt defterine kaydedilmemiştir.- Top atımından sonra CO değerlerinin yükselmesi normaldir ve içeriye verilen temiz hava ile CO seyreltilir. Havanın temizlenmesi on dakikadan fazla sürmez. Pek çok gaz ölçüm cihazında top atımı ile izah edilemeyecek zaman dilimlerinde yüksek CO değerleri ölçülmüştür. Akhisar Başsavcılığı 23/2/2015 tarihli iddianame ile 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler ile bu kişilerin yaptığı görevler ve bu kişilere isnat edilen suçlar ekli 2 sayılı listede yer almaktadır. Olayın şüphelilerinden E.E. müdafii aracılığıyla Akhisar Başsavcılığına gönderdiği bir dilekçede maden ocağında aralarında S.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin görev yaptığını ve bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimî nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Sonraki bir tarihte Ceza Mahkemesi, sanıklardan Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu ancak iddianamede bu husustan söz edilmediğini Soma Başsavcılığının dikkatine sunmuştur. E.E.nin dilekçesi ve Ceza Mahkemesinin bildirimi üzerine harekete geçen Soma Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle S. hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmiş ancak daimî nezaretçi olmaları nedeniyle olaydan sorumlu olduğu iddia edilen E., H.A. ve Hi.K. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan kamu davası açılması için düzenlenen fezlekeler Akhisar Başsavcılığına gönderilmiştir. Akhisar Başsavcılığı sözü edilen fezlekelere istinaden E., H.A. ve Hi.K. hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde davalar açmıştır. Ceza Mahkemesi, açılan davaları ana dava ile birleştirmiştir. Bu arada Soma Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararına yönelik itiraz reddedilmiştir. Bazı katılanların yüklenici Şirketin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdikleri dilekçeyi Ceza Mahkemesi, Soma Başsavcılığına iletmiştir. Anılan dilekçe üzerine Soma Savcılığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmanın akıbeti ile ilgili bilgiler aşağıda yer almaktadır. Kovuşturmanın başlamasından keşfin yapıldığı 5/2/2016 tarihine kadar olan süreçte Ceza Mahkemesi -doğrudan ya da istinabe yoluyla- sanıkların sorgularını yapıp olaydan yaralı olarak kurtarılan mağdurların, tanıkların ve olayda vefat eden kişilerin çok sayıda yakınının beyanını almış; TKİ, MİGEM ve yüklenici Şirketten çok sayıda bilgi ve belge temin etmiş ve keşif işlemine konu edilecek maden ocağının keşif için güvenli hâle getirilmesi için gerekli yazışmaları yapıp bu konuda yapılacak çalışmalarda gözlemci olmaları, çalışmaları gerektiğinde sesli veya görüntü kayda alıp raporlamaları ve delil olabilecek unsurların muhafazasını sağlamaları için bilirkişiler görevlendirmiştir. Ayrıca aynı dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Soma Faciasını Araştırma Komisyonunca (TBMM Araştırma Komisyonu) hazırlanan rapor, bazı devlet kurumları ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca olay hakkında düzenlenen raporlar, çeşitli uzman görüşleri ve aynı olay nedeniyle farklı iş mahkemelerinde açılan bazı tazminat davalarında alınan bilirkişi raporları ya Ceza Mahkemesince getirtilmiş ya da bazı katılan vekilince dosyaya sunulmuştur. Keşif; hepsi akademik unvana sahip maden, jeoloji, iş güvenliği, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman olan kişiler ile bir elektrik mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti refakatinde yapılmıştır. Bilirkişi heyetine mensup iki kişinin 6/2/2016-12/2/2016 tarihler arasında yaptığı jeolojik etütler sırasında tespit ettiği yerlerde yapılan sondajların karotlarından alınan örnekler Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne (MTA) inceletilmiştir. Bilirkişi heyeti, raporunu (ana rapor) 15/8/2016 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Söz konusu rapora göre; i. Eski imalattan sızan/üflenen gazlar (başta karbonmonoksit ve metan) ile yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın, plastik boruların ve mazot, yağ gibi malzemenin yanması sonucunda oluşan gaz ve duman, ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun bir şekilde karıştığı için olay meydana gelmiştir. Eski imalattan sızan gazlar içindeki metanın yanmasına yol açarak ocakta yangın başlatan neden ise göçükler, kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan kablonun/kabloların yarattığı ark veya kısa devredir. ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır. Bilirkişilere göre olayla birinci derecede ilgili olan eksiklikler şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar, sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamaktadır.- U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık (Herhangi bir cismin yerini ve konumunu koruyabilmesi koşulu) hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir. - Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 0-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bölgede emniyet açısından gerekli merkezî izleme sensörleri bulundurulmamaktadır. - S panoların hava dönüşlerinin ayrı bir bağlantı ile yeryüzüne bağlanmasını içeren revize plan uygulanmamıştır. iii. Madenlerde iş güvenliği ile ilgili mevzuat; acil durumlarda kaçış yolları, bant konveyör lastiklerinin niteliği, gaz ölçüm cihazlarının (sensör) tipleri, sayıları ve konulacağı yerler, oksijen ferdi kurtarıcısı(maske) kullanımı, damar gazlılığının, kendiliğinden yanmaya yatkınlığın bilimsel olarak ölçülmesi gibi konularda ya eksik ya yetersizdir. iv. Olayda işveren sıfatı sadece yüklenici Şirkete aittir. TKİ’nin yüklenici Şirket tarafından kömür üretilen sahada üretim yapması ve işçi çalıştırması söz konusu değildir. Bu bakımdan TKİ ile yüklenici Şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi veya işçi kiralama ilişki yoktur ve TKİ’nin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır. v. Olayda kişilerin iradesinden bağımsız bir zorlayıcı neden veya başkaca bir kaçınılmazlık durumu etkili olmamıştır.Olayın meydana geldiği maden ocağı yüksek risk içermektedir ve ocağın yeterli alt yapısı yoktur. Ocakta yeterli havalandırma olanağının olmaması, riskli havalandırma sistemiyle üretime devam edilmesi, revize planlarda öngörülen ek/yeni nefeslik ve havalandırma sisteminin uygulamaya geçirilememesi, kaçış yollarının işin niteliğine ve gereklere uygun olmaması, çalışma ortamının kaçışa uygunluğu ortadan kaldıracak sayıda kişi barındırması kazanın en önemli nedenleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar anlık değil yapısal nedenlerdir. Tamamen bir yatırım sorunu olarak ortaya çıkan bu nedenlerin madende bulunan teknik elemanlarca giderilmesi beklenemez. Bu nedenle yüklenici Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı G. ile haklarında kamu davası açılmayan Yönetim Kurulu Üyesi Y. ve uzun yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapıp olaydan bir süre önce görevini bırakan ancak olaydan sonra asıl yetkilinin kendisi olduğu yönünde beyanlarda bulunan, yüklenici Şirkettin hâkim ortağı olan şirkette yönetim kurulu başkanlığını yapmış A.G. olayın meydana gelmesinden sorumludur. Ayrıca; - Yüklenici Şirketin Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Eynez İşletme Müdür Yardımcısı ve Teknik Müdür İ.A. ile hakkında dava açılmayan Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. işveren vekili olarak,- Görevi kapsamında tespit etmesi gereken eksiklikleri bildirip önerilerde bulunmamaları nedeniyle teknik nezaretçiler E.E., E., H.A. ve Hi.K.,- Olay sırasında yer üstünde ocağa hâkim bir yetkilinin kalmaması ve bu yönde talimatlar üretilememesi, haberleşme/alarm sistemlerinin yetersizliği şeklinde kendini gösteren kriz yönetimindeki başarısızlığı nedeniyle hakkında dava açılmayan acil durum yöneticisi olarak gözüken Işıklar İşletme Müdürü Ha.E., - Vardiya amirliğine dayanan işveren vekili sıfatıyla tüm vardiyalarda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin sürecin izlenmesinden, eksikliklerin giderilmesinden ve uyarılmasından sorumlu olan İş Güvenliği Üç Vardiya Amiri A.G.Ç.,-Teknik müdürün üç vardiya ocak üretim çalışmalarından sorumlu yardımcısı olarak Klasik Ayak Üç Vardiya Amiri H.S.,- İlgili mevzuat çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen Patlatma Mühendisi S.K., Vardiya Amiri Y.K., Vardiya Amiri H.K., Havalandırma Mühendisi F.Ü.A., U. (İddianameye göre mekanize ayak vardiya mühendisidir.),E.Y. (İddianameye göre iş güvenliğinden sorumlu vardiya mühendisidir.) ve hakkında dava açılmayan Eğitim Mühendisi Mu.B. olayda kusurludur. Yetki ve statüleri dikkate alındığında yüklenici Şirketle bağlantılı başka bir kimsenin ihmali söz konusu değildir. vii. Ocaktaki riskten haberdar olan TKİ, ruhsat sahibi sıfatıyla ilgili kanun ve hizmet işleri şartnamesine göre ocağı denetlemekle yükümlüdür. ELİ tarafından görevlendirilen Kontrol Başmühendisleri E.K. ve A.O. revize plan/projelerdeki havalandırmayı düzenleyecek ek yeni açıklıklar (ikinci yol) oluşturulması beklenmeden S panosunda riskli havalandırmayla yoğun üretim faaliyetlerine izin vermeleri, üretim miktarının kısa bir zaman içinde ciddi bir yatırım yapılmadan önemli miktarda artmasıyla ilgilenmemeleri, işletme projesinde yer almayan işletme yöntemlerinin (tumba bacaları) uygulanmasına izin vermeleri, iş güvenliğiyle ilgili eksikliklerin -bu eksiklikler havalandırma, gaz izleme sistemi, yangınla mücadele ve tahlisiye gibi konulara ilişkindir- tamamlanması ve hatalı uygulamaların düzeltilmesi için girişimde bulunmamaları ve son olarak, kullanılan makine ve donanımların bir bölümünün alev sızdırmaz olmamasına göz yummaları nedeniyle kusurludur. ELİ’de görevli kontrol mühendislerinin olayın meydana gelmesine etki eden ihmalleri bulunmamaktadır. Sorumluluğun kontrol ve denetimle görevli üst düzey görevliler bakımından da araştırılması gerekir. Bu konuda dava dosyasında yeterli bilgi yoktur. viii. İş güvenliğiyle ilgili görev ve yetkilerini kullanmadaki ihmalleri nedeniyle MİGEM kontrol ve denetim elemanları ile Çalışma Bakanlığının ocağı denetlemekle görevlendirdiği müfettişler de olayın meyanda gelmesinden sorumludur. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Soma Başsavcılığı A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 34) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve Ha.E.yi de içerek şekilde genişletmiş; A.G., Ha.K. ve Ha.E. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının sulh ceza hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Başsavcılığı bahsi geçen şüphelilerin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Sanıkların sorgularının istinabe yoluyla alınmasının ardından dava, ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılan vekili ile sanık müdafiinin çeşitli itirazları nedeniyle ana raporu hazırlayan bilirkişi heyetinden ek rapor alınmıştır. Ek rapora göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır ve sabotaj iddiası ortaya atılsa da buna dair hiçbir ciddi delil ve ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte ek raporda olayda sorumlu olanların tespit edilen eksikliklerden asli olarak mı yoksa kısmi olarak mı sorumlu oldukları konusunda tablo oluşturulmuştur. Bu tabloya göre eksikliklere göre sorumlular değişse de genel olarak G., A.G., Y., R., Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., E.K. ve A.O. asli olarak, ana raporda kusurlu oldukları belirtilen diğer kişiler ise kısmi olarak tespit edilen eksikliklerden sorumludur. 26/1/2017 tarihinde yapılan celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. davanın esası hakkındaki mütalaalarının hazır olduğunu ve o celse sunabileceğini söylemiş ancak bu beyandan sonra verilen kısa bir aranın ardından mütalaanın derlenip toparlanması için süre talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, verdiği başka kararlar yanında esasa dair mütalaasını hazırlamak üzere Cumhuriyet savcısına süre verilmesine -kararda sürenin miktarından bahsedilmemiştir- ve G.nin olayın bir sabotaj olduğu iddiası nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine başlatılan ceza soruşturması hakkında bilgi vermesi için Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bilirkişi heyeti Ceza Mahkemesinin talebi doğrultusunda “Güvenli Kömür Madenciliği ve Metan Gazı Patlaması Etkilerinin Araştırılması” ve “... Soma Eynez-Karanlıkdere Yeraltı Kömür İşletmesinde 2009-2014 Yıllarında Gerçekleştirilen Altyapı Yatırımlarının Güvenli Çalışma İlkeleri Açısından Yeterliliğinin Araştırılması” başlıklı raporlar hakkında hazırladıkları ek raporları 11/2/2017 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Ek raporlara göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın devam ettiği, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması sebebiyle gizliliğin ihlal edilmemesi için soruşturmanın sonuçlanmasından sonra karar örneği ile soruşturma dosyasında bulunan belgelerin gönderileceği konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. 20/2/2017 tarihinde yapılan celsede 11/2/2017 tarihinde teslim edilen ek raporlar da dâhil olmak üzere dosyaya gelen bazı belgeler okunup duruşmada hazır olan ilgililerden bu belgelere karşı beyanları alınmıştır. Celse sonunda özetle çeşitli nedenlerle süre talep eden katılan vekilleri ile sanık müdafilerine bir sonraki celseye kadar, Cumhuriyet Savcısı Ş.A.ya ise esas hakkındaki mütalaasını açıklaması için herhangi bir zamandan söz edilmeden süre verilmiştir. 18/4/2017 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. soruşturmanın gizliliği nedeniyle sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmada bu iddiayı doğrulayan bir delil elde edilip edilemediğinin bilinmediğini belirterek esas hakkındaki mütalaayı ilerleyen aşamada sunacağını bildirmiştir. Celse sonunda başka bir ara karar oluşturulmadan duruşmaya bir sonraki gün devam edilmesine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi celsede, sabotaj iddiası hakkındaki soruşturmanın bekletici mesele yapılmasına yönelik talepleri reddedip esas hakkındaki mütalaasını sunması için Cumhuriyet savcısına bir sonraki celseye kadar süre verilmesine karar vermiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesi (Atama Dairesi) 9/5/2017 tarihli kararnameyle Cumhuriyet Savcısı Ş.A.yı Aydın Cumhuriyet savcılığına atamıştır. Ayrıca Atama Dairesinin 3/7/2017 tarihli kararnamesiyle ilk celseden itibaren Ceza Mahkemesi başkanlığı görevini yürüten A.B. İzmir hâkimliğine, Ceza Mahkemesi üyelerinden hâkim E. Aydın hâkimliğine, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı S.P. ise Ceza Mahkemesi başkanlığına atanmıştır. Katılan vekillerinin bir kısmı Ceza Mahkemesine verdiği dilekçede bu durumun dosyadaki başka unsurlarla birlikte bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkını ve kanuni hâkim ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. A.B., 19/6/2011 tarihli kararname ile Akhisar hâkimliğine,15/1/2015 tarihli kararname ile de Ceza Mahkemesinin başkanlığına atanmıştır. E. ise 30/4/2013 tarihli kararname ile atandığı Horasan hâkimliğinden Akhisar hâkimliğine 12/6/2015 tarihli kararnameyle atanmıştır. 3/7/2017 tarihli kararnamede dikkate alınacak prensipler Hâkimler ve Savcılar Kurulunca 13/6/2017 tarihinde ilan edilmiştir. Söz konusu prensiplere göre son görev yeri iki ve üçüncü bölge olan hâkimler, bulunduğu yerde bir yılını tamamlayıp meslekte dört yılını doldurmuş ise kararname kapsamına alınarak sicil durumlarının uygun olması hâlinde birinci bölgeye atanacaktır (bkz. https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/EK-1%20Bölge%20Adliye%20ve%20Adlî%20Yargı%20İlk%20Derece%20Mahkemeleri%202017%20Yılı%20Kararname%20Prensipleri.pdf; erişim tarihi: 11/11/2022). Akhisar o tarihte ve hâlâ adli yargıda ikinci bölge statüsündedir. 11/7/2017 tarihinde yapılan celsede Ceza Mahkemesi heyetinde A.B. ve E. de hazır bulunmuştur. Duruşmaya ilk kez katılan ve 9/5/2017 tarihli kararnameyle Akhisar savcılığına atanan Cumhuriyet Savcısı S.T. yaklaşık 300 klasörden ve 3 terabaytlık haricî hard diski kaplayan dava dosyanın devam eden incelemesinin bitirilebilmesi için süre talep etmiştir. Talep doğrultusunda Cumhuriyet savcısına bir sonraki celse olan 17/10/2017 tarihine kadar süre verilmiştir. 17/10/2017 tarihli celsede -verilen başka ara kararları yanında- bir kısım katılan vekilinin iddianamenin mütalaa olarak kabul edilerek yargılamaya devam olunmasına yönelik talepleri reddedilmiş ve bazı katılan vekiline davanın esası hakkında beyan ve sunumda bulunmak üzere bir sonraki celse olan 10/1/2018 tarihine kadar süre verilmesine, sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmanın akıbetinin sorulmasına ve tutuklu sanık A.G.Ç.nin tahliyesine karar verilmiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen verilen cevaba göre soruşturma henüz sona ermemiştir. Celse arasında aralarında bazı başvurucuların da bulunduğu bir kısım katılanca Ceza Mahkemesi üyelerinin reddi istenmiştir. Bu talep, Manisa Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “...[M]evzuatımıza göre, mahkemece yargılama aşamasında verilen bir kısım ara kararlarının itiraz yasa yoluna tabi olduğu, itiraza tabi olmayan bir kısım kararların ise hükümle birlikte temyiz/istinaf yasa yoluna tabi olduğu aşikar olup, bunun dışında yargılamanın seyri devam ederken yeni gelişen durumlara, elde edilen bilgi ve delillere göre önceden vazgeçtiği, ya da reddettiği bir konu ile ilgili olarak mevcut oluşan yeni duruma göre yargılamanın hukuka uygun, yargılamaya konu kişilerden uzak olarak, tarafsız ve sağlıklı yapabilmesi, nihayetinde en doğru sonuca ulaşması için her türlü kararı almaya takdir yetkisi yargılamayı yapan hakimlere ait olduğundan, mahkeme heyetinin takdirine dayalı olarak yapılan ve sonunda üst yargı denetimine açık olan Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin ... Sayılı dosyasındaki reddi hakim talebine konu işlemlerin [Ceza Muhakemesi Kanunu’nun] ilgili maddelerinde düzenlenen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden sayılamayacağı sonuç ve kanaaliyle, bir kısım katılan vekillerinin, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi heyeline yönelik reddi hakim taleplerinin ayrı ayrı reddine karar ver...[ilmiştir.]” 10/1/2018-11/7/2018 tarihleri arasında yapılan celselerde özetle o celselerde hazır bulunan katılanların, katılanlar vekillerinin, sanıkların ve müdafilerin beyanları saptanmış; Cumhuriyet savcısının davanın esasına ilişkin mütalaası alınmış ve bu mütalaaya karşı beyanda bulunmaya hakkı olan kişilerden sözü edilen celselerde hazır bulunanların beyanları tespit edilmiştir. Ceza Mahkemesi davayla ilgili kararını 11/7/2018 tarihinde açıklamıştır. Verilen karara göre fazlaca elektrik akımı çeken bant olay gününden önce Yönetim Kurulu Başkanı’nın üretim artışı odaklı yaklaşımı ve buna dair talimatları sebebiyle yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu durum bandın bollaşmasına ve olay günü bantta elektrik arızası yaşanmasına neden olmuştur. Arıza sebebiyle bant patinaj yapmaya başlamış ve ortam sıcaklığı artmıştır. Eski imalat sahalarında bırakılan kömürün zaman içinde oluşan tansmanlardan sızan oksijen ve nem ile temas etmesi ile oluşan karbonmonoksit ve kömürden açığa çıkan metan gazı ocak içine sızmıştır. Kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan, ezilen, sıyrılan bir enerji kablosunun ya da kablolarının yarattığı ark veya kısa devre bahsi geçen gazları tutuşturmuştur. Çıkan alev sonrasında bant üzerinde taşınan kömür, ortamdaki kömür tozu, lastik konveyör bandı, elektrik kabloları, ağaç tahkimat, plastik borular ve mazot, yağ gibi malzeme yanmaya başlamıştır. Olay, bandın yanması sonucunda ortaya çıkan gaz ve dumanın ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun biçimde karışması neticesinde meydana gelmiştir. Eski imalatlardan gelen gazlar ocağa ani, öngörülemez ve baskın bir şekilde girmiştir. O hâlde sanıklara isnat edilen temel kusur, ölümcül karbonmonoksit gazının ocaktan tahliye edilememesi ve işçilerin de bu gazdan korunamayarak ocaktan tahliye edilememesidir. Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili bu kabul; dava dosyasında bulunan TBMM Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapora, yedi kişilik bir bilirkişi heyetince hazırlanan 8/10/2015 tarihli rapora, iki bilirkişi tarafından hazırlanan 12/10/2015 tarihli ayrık görüş ifade eden rapora ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporuna dayanmaktadır. Olayın meydana geliş şekline göre olayla birinci derecede ilgili olduğu tespit edilen ve dava dosyasında raporları bulunan tüm bilirkişiler tarafından da ittifakla ortaya konulan kusurlu hareketler özetle şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamıştır. - U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir.- Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 30-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bu bölgede emniyet açısından gerekli merkezî izleme sensörleri bulundurulmamaktadır.- S panolarının hava dönüşlerinin ikinci bir yol ile paralel havalandırma yapılmasını içeren Haziran 2011 ek uygulama revize projesi uygulanmamıştır. Ceza Mahkemesine göre olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili kabul dikkate alındığında; - Gaz ölçüm cihazlarının azlığı, cihazların bakım ve kontrolünün yeterli ölçüde yapılmaması, cihazların kalibrasyonunun yeterli ölçüde yapılmaması ve düzgün veri vermeyen cihazlarla ilgili durumun göz ardı edilerek gerekli tedbirlerin alınmaması ile olay arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. Cihazların yedek enerji kaynağının bulunmaması da olayın meydana gelmesine tek başına ve doğrudan etki eden bir husus değildir.- Yangının alev sızdırmaz ekipmanlardan kaynaklandığına dair delil olmamakla birlikte yangının başlangıç noktasında alev sızdırmaz ağaç kama ve PVC boru gibi malzeme bulunmaktadır. Ayrıca yangın sırasında alev sızdırmazlığı sertifikalar ile tespit edilen kablolar ve taşıyıcı bandın üst kısmı da yanmıştır. Onun için ocakta kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesine ilişkin gerekliliğe ilişkin eksiklikler ile netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Haricî bir etken yoksa ocak içinde kullanılan elektrik ekipmanlarından, transformatörlerden ve kablolardan yangın çıkma olasılığı bulunmamaktadır. Posta akmalarının neden olduğu kıvılcım ise tamamen öngörülemez ve beklenemez niteliktedir. Bu nedenle bahse konu hususlarla netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Ocağı denetleyen müfettişleri aldatmak için yapılan eylemler ile netice arasında da nedensellik bağı bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesi 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan;- Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili tespite kovuşturma aşamasında yapılan sondajlar neticesinde yangın bölgesinde herhangi bir topuk yangını olmadığının tespit edilmesi nedeniyle,- Sensör verileriyle ilgili tespite sensörlerdeki yükselmelerin anlık, saatlik bazda olup takip eden aşamada tekrar düşüşe geçmesi, bu durumun da ocak içerisinde yapılan top atımlarına bağlı olarak yükselen gaz değerleri şeklinde sensör verilerine yansıması nedeniyle, - Sensör verileri topuk yangınına dayanak yapılarak sözü edilen verilerden hareketle işveren ve işveren vekillerince olayın önceden bilindiğine ilişkin tespite topuk yangını bulunmadığı için sensör verilerinin topuk yangınına sebep olması gibi bir durum olmaması nedeniyle itibar etmemiştir. Ceza Mahkemesince verilen ve dosyadaki her bir raporun ayrı ayrı değerlendirildiği kararın neden yeni bir bilirkişi raporu alınmadığı ile ilgili kısmı şöyledir:  “...Somut olayın, Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen en büyük maden kazası olması nedeniyle tüm yurt genelinde çeşitli makale, araştırma, tez, panel, sempozyum ve bilimsel yazı ve mecmualara konu olmuş; ayrıca söz konusu olay nedeni ile, iş bu davaya konu ceza yargılaması haricinde pek çok tazminat ve hukuk davaları ile idari yargıda da birçok dava açılmış; bununla birlikte TBMM, SGK, Çalışma Bakanlığı, TBMM gibi pek çok kurum ve kuruluş tarafından da araştırma raporları hazırlanmış; tüm bu çalışmalar kapsamında konusunda uzman olan birçok Öğretim Üyesi ve Mühendis, olaya dair fikir ve bakış açılarını ortaya koymuştur....Buna göre, ... meydana gelen olayda ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının kaynağını, içten içe süregelen kömür yangını olarak ele alan ... raporlar ile; ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının, MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ... raporların, birbirlerinden temel olarak iki farklı yaklaşımı savundukları ve bu açıdan bakıldığında, çok dar bir bakış açısı ile prensip olarak aralarında çelişki bulunduğunun söylenebileceği açıktır. Ancak; hukuk pratiği ve ceza muhakemesi özelinde, bilirkişi raporları arasındaki bir çelişkiden bahsedebilmek için, kural olarak hakim ve mahkemelerin uzmanlık alanları dışındaki bir konuyu ilgilendiren bir olaya ve somut bir vakıaya ilişkin, aynı veriler ve aynı deliller üzerinden hazırlanmış olan, buna rağmen iki farklı görüşü ve iki farklı kabulü içeren raporlar bulunmasının gerektiği; ancak somut olayda, kömür yangını yaklaşımını içeren ve bunu temel neden kabul eden raporların, sahada kömür yangının varlığını ispatlayacak yegane veri olan jeolojik etüt ve sondajlar yapılmaksızın, jeolojik etüt verilerinin bilimsel olarak ele alınıp incelenmeksizin tanzim edilen, bu hali ile sadece top atım verileri akabinde ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve karbonmonoksit değerlerini, içten yangının varlığına dair veri kabul edip bu hali ile yoruma dayanan raporlar ve yaklaşım oldukları; ancak, kovuşturma aşamasında sahada yapılan jeolojik etütler neticesinde elde edilen veriler ve olay öncesine karbonmonoksit verilerinin salt top atımları akabindeki verilerin değil, bu verilerin top atımlarının akabinde, bir müddet sonra normal seviyeye indiğine dair yapılan veri tetkikleri neticesinde 13/05/2014 tarihli somut olay öncesinde, ocak içerisinde ve sahada kömür yangını olmadığı hususu tartışma ve ihtimal olma dışında kalmıştır. Nitekim, toplanan deliller akabide delillerin tartışılması safahatında hiçbir suje tarafından da bu yönde bir iddia ortaya atılmamış, böylelikle somut olayda kömür yangını olduğu yaklaşımı, ortaya konulan bilimsel veriler doğrultusunda tamamen olasılık dışı kalmıştır.Bu nedenle farklı veriler üzerinden tanzim edilmiş olan iki temel yaklaşım ve iki temel grup raporlar arasında, aynı verilerin ve delillerin baz alınmamış olması, ilk yaklaşım olan kömür yangını yaklaşımının, jeolojik sondaj verileriyle tamamen olasılık dışı kalmış olması nedeniyle, ilkesel olarak bir çelişki bulunduğundan bahsedilemeceği, ortada bilimsel verilerle desteklenmiş, somut olayda, sahada yapılan jeolojik sondajlar neticesinde elde edilen bu verilen MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ve ölümlere neden olan karbonmokosit gazının ortaya çıkış şekline dair, özetle maden içerisinde bulunan gazların enerji kablosu, tahrik motoru veya nakil bantından kaynaklı bir etkene dayalı olarak bir ateşleyici ile tutuşması sonucu ortaya çıkan alevli yangının, ortamda bulunan yanıcı maddeleri de tutuşturması neticesinde meydana gelen ve büyüyerek ocak içerisini kısa sürede ölümlere neden olan karbonmonoksit gazı ile dolduran yangın olduğuna dair yaklaşımı içeren raporların kaldığı değerlendirilmiş ve bu nedenle sanık vekilleri tarafından ısrarla ileri sürülen, raporlar arasındaki çelişki bulunduğu şeklindeki iddialarına açıklanan nedenler ile itibar [edilmemiştir.]...” Ceza Mahkemesinin olayın meydana gelmesine etki eden hususlar ve sanıkların cezai sorumlulukları ile ilgili değerlendirmeleri özetle şöyledir: i. Yangın nedeni ile açığa çıkan yoğun karbonmonoksit gazından kaçış yolundaki eğim, işçilerin harcadıkları eforun artmasına ve işçilerin daha sık nefes almasına yol açmıştır. Bu nedenle gaz maskelerinin kullanım süreleri 45 dakikadan yaklaşık 20 dakikaya inmiştir. Yaşamlarını yitiren işçilerin önemli bölümünün cansız bedenleri söz konusu eğimli çıkış yolu üzerinde bulunmuştur. Oksijenli tip ferdî kurtarıcılar tipinin tercih edilmemesi ve işçilere maskelerin kullanımı konusunda gerekli uygulamalı eğitimin verilmemesi nedeniyle işveren vekilleri ve iş güvenliği amirleri kusurludur. İşveren vekillerinin kusuru asli, bu hususta denetim görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. ii. S panosunun tümü, ocak içinde dolaşımda olan ve bu hâli ile geriden kirlenmiş olarak gelen hava ile havalandırılmıştır. Bu havalandırma sistemi özellikle S panoları açısından risklidir ve bu durum yüklenici Şirket tarafından da öngörülmüştür. Nitekim 2011 yılına ait ek revize projede, önce S panolarından geçmekte olan galeriye, sonrasında +340 ana nefesliğe paralel şekilde ilerleyerek yer üstüne bağlanması gereken galerinin yapılması planlanmıştır ancak proje hayata geçirilmemiş ve üretim 2-2,5 kat arttırılmıştır. Neticede madende çalışanlardan 269 kişi S panosunda vefat etmiştir. Ek revize proje hayata geçse idi olay anında emici sistem nedeni ile S panolarına doğru gitmekte olan karbonmonoksit gazı ile duman ayak içlerine girmeden ve işçilere temas etmeden ocak içinden başarılı bir şekilde tahliye edilebilecek, çalışanların vücut bütünlüğüne bir zarar gelmeyecektir. Bu nedenle madencilik alanına dair hiçbir bilgi birikimi olmayan G. ile işveren vekilleri, projenin faaliyete geçmesi ve uygulanması noktasında asli denetim görevi bulunan teknik nezaretçiler ve havalandırma mühendisleri olaydan sorumludur. Hızlı üretim artışına dair karar alma ve icrai yetkisi bulunan sanıklar ile yetkileri itibarıyla üretim ve ocağı durdurarak neticenin önüne geçebilecek sanıkların kusuru asli, denetim ve kontrol görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. iii. Teknik nezaretçiler, ek revize uygulama projesi hayata geçmeden bazı panolarda üretime başlanması havalandırmayı riskli hâle getirmesine rağmen projenin uygulanmasını takip etmemiştir. Uygulama sahası ve koordinatları içinde kalmasına rağmen eski imalatın iyi izole edilememesine, topukların hava ile temas eden kısımlarının kesonlanmamasına, topukları güçlendirmek için beton vb. malzeme kullanılmamasına ve eski imalat sahalarının baraj arkalarına gaz ölçüm cihazları konularak devamlı surette denetlemeyi amaçlayan bir mekanizma kurulmamasına rağmen teknik denetçiler sözü edilen hususlarda hiçbir tespitte bulunmamıştır. Şartnamede yer almayan üretim metodu ocakta uygulanmıştır. Teknik nezaretçiler projeye açık aykırılık olmasına rağmen üretimi durdurma yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle teknik nezaretçiler asli derecede, işveren vekilleri ise teknik nezaretçi ataması, seçimi ve denetimindeki ihmalleri nedeniyle tali derecede kusurludur. iv. Hızla artan üretim miktarına rağmen esaslı bir iyileştirme yapılmayan havalandırma ile çalışılmaya devam edilmiş, üretim zorlamasıyla ilgili karar uygulanmış, bu doğrultuda çalışan sayısı arttırılmış ve risk faktörünün yükselmesine neden olan kara tumba yönteminin kullanılmasına izin verilmiştir. İşi durdurma yetkisine sahip olanlar da bu yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle G. ile işveren vekilleri, iş güvenliğinden sorumlu kişiler ve üretim sahalarının emniyetinin alınmasında görevli olan daimî nezaretçiler olaydan sorumludur. G.nin kusuru asli, bu konuda sorumluluğu bulunan diğer sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. v. Olası tehlikelere karşı ocağın tümünü kapsar nitelikle herhangi bir tatbikat yapılmamış, tahliye amaçlı planlama yapılmamıştır. Diyafon ya da bas konuş olarak tabir edilen haberleşme sistemi kaldırılmış ancak madende çalışanların tamamını uyarabilecek bir alarm ve acil durum haberleşme sistemi kurulmamıştır. Madenin büyük bölümünde kullanılan ev tipi telefonlar olay günü yanmıştır. Elektrik de kesilince birçok pano ile haberleşme sağlanamamıştır. Bu durum madendeki işçilerin tahliyesinde gecikme yaşanmasına neden olmuştur. Bu nedenle işveren vekilleri ve iş güvenliğinden sorumlu personel asli kusurludur.vi. Terk edilen eski üretim alanlarının baraj önü ve arkaları sabit gaz ölçüm cihazlarıyla kontrol edilmemiştir. Bu nedenle karar alma, icrai harekette bulunma ve ocağı kapatarak üretime son verme yetkileri olan işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur. Projeye dâhil olan eski imalat sahalarını kontrol yetkileri bulunan teknik nezaretçiler tali derecede kusurludur. vii. İşçiler olası bir tehlikede nasıl hareket edeceklerine, nereye gideceklerine, hangi maskeleri nasıl ve ne zaman kullanacaklarına, ocağın nasıl tahliye edileceğine dair herhangi bir eğitim almamıştır. Ocağın genelini kapsar nitelikte herhangi bir tatbikat da yapılmamıştır. S panosuyla ilgili riskler bilinmesine rağmen iş güvenliğiyle ilgili tedbirler alınmamıştır. Çok tehlikeli iş sınıfı kapsamında kalan maden ocağında gerekli risk değerlendirmeleri yapılmamıştır. Bu sebeple işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur.viii. Ha.E.nin sorumluluğu acil durum yönetiminde yaşanan eksikliklere dayanmaktadır. ix. ELİ’de görevli sanıkların görevi üretilen kömürün kalite ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek, üretim miktarını saptamak ve verilen koordinatlar içerisinde üretim yapılıp yapılmadığını tespit etmektir. Bu sanıkların olaya sebebiyet veren eksiklikler yönünden denetim yapma yetkileri bulunmamaktadır. x. Yönetim kurulu başkanı veya üyesi olmak, cezai sorumluluğun doğması için yeterli değildir. Aksi düşünce ceza sorumluluğunun şahsiliği prensibi ile bağdaşmaz. Sanık Y. yönetim kurulu üyesi olmakla birlikte G. gibi şirket işleyişine doğrudan yahut dolaylı herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Bu sebeple Y., G.nin kusurlu hareketlerinden sorumlu tutulamaz. A.G. yüklenici Şirketin önceki yönetim kurulu başkanıdır ancak olaydan yaklaşık altı ay önce görevi bırakmıştır. Yönetim kurulu başkanlığı görevinde kalmaya devam etmesi durumunda A.G.nin neticeyi engelleyici tedbirleri alıp almayacağı bilinmemektedir. Bu sebeple A.G.nin görevden ayrılmasıyla birlikte A.G.nin yönetim kurulu başkanlığı dönemindeki faaliyetler ile olay arasındaki illiyet bağının kesildiği kabul edilmiştir.xi. Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. plan ve proje danışmanı sıfatı ile ek revize uygulama projesini planlayıp projelendirmiştir ancak bu kişinin projenin hayata geçmesi noktasında icrai bir yetkisi yoktur. xii. 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporunda kusurlu oldukları belirtilen E.Y., S.K., H.S. ve U.nun olayın temel nedenleri olarak belirlenen yapısal ve işletmesel eksiklikler konusunda neticeyi engelleyebilecek kararları alma yahut tedbiren ocağı kapatarak üretimi durdurma yetkileri bulunmamaktadır. xiii. Karbonmonoksit gazının ortaya çıkmasına neden olan yangının meydana çıkmasında kast söz konusu değildir. Neticeyi engellemek için gerekli tedbirleri almaya yetkileri olmasına rağmen üretimin devam etmesi yönünde karar alan sanıklar R., A.Ç., İ.A. ve E.E.nin eylemleri bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçunu oluşturmaktadır. Ek revize uygulama projesinden haberdar olduğuna ve buna rağmen projenin uygulanmasının önüne geçtiğine dair delil (toplantı tutanakları, kurum içi yazışmalar, kurum içi mailler ve söz konusu projede imzası bulunan sanık ve tanıklarının beyanları gibi) bulunmayan sanık G. ile kusurlu oldukları kabul edilen A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B. ise taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sorumludur. Geriye kalan sanıkların kusuru bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesinin sanıkların ceza sorumlulukları ile ilgili tespitleri uyarınca;- G. doğrudan 15 yıl hapis cezasına, - R. ve İ.A. sonuç olarak 22 yıl 6 ay hapis cezasına, - A.Ç. ve E.E. sonuç olarak 18 yıl 9 ay hapis cezasına, - A.G.Ç. sonuç olarak 11 yıl 8 ay hapis cezasına, - Y.K. ve H.K. sonuç olarak 10 yıl 10 ay hapis cezasına, - Hi. K., H.A. ve E.sonuç olarak 10 yıl hapis cezasına, - Ha. E. ve F.Ü.A. sonuç olarak 8 yıl 4 ay hapis cezasına, - Mu. B. ise sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve bazı katılanlar/müştekiler veya katılan vekilleri ile mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. İstinaf Dairesinde görevli bir üye; A.G., G., Y., R. , Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B.nin olası kastla öldürme ve yaralama suçlarından cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle karara muhalif kalmıştır. İstinaf Dairesince verilen karar İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri ve bir kısım katılan vekilince temyiz edilmiştir. Temyiz taleplerini 30/9/2020 tarihinde karara bağlayan Yargıtay Ceza Dairesi (Temyiz Dairesi) oybirliğiyle, G., R., A.Ç., İ.A., A.O., E.K. ve Ha.E. yönünden kurulan hükümlerin bozulmasına, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz istemlerinin ise reddine karar vermiştir. Temyiz Dairesine göre;i. 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporu ile dava dosyasında mevcut olan bazı raporlarda olayda ölümlere yol açan karbonmonoksit gazının ocakta içten içe yanmakta olan kömürden kaynaklandığı yani olay tarihinden önce ocakta kömür kızışmasının bulunduğu kabul edilse de Gaz Laboratuvarınca hazırlanan rapordasabit sensörler ile test edilen on beş seyyar gaz ölçerin (H2S, CH4, O2 ve CO) kalibrasyon sonuçlarının düzgün olduğu, seyyar sensörlerin sıcaklık ölçümü yaptığı ve hafızalarında kayıt altına aldığı belirtilmiştir. Bir öğretim üyesince düzenlenen 13/5/2014 tarihi öncesinde ölçülen gaz sensörü verilerinin patlatmalar açısından değerlendirilmesini kapsayan Eylül 2014 tarihli teknik raporda da ocaktaki üretim panolarında kömürün kendiliğinden yanıp yanmadığının tespiti ve dinamit atımları sırasında oluşan yüksek CO emisyonlarının belirlenmesi amacıyla ocaktaki tüm CO sensörlerine ait verilerin olay öncesi ve sonrası olarak geniş bir zaman aralığında ele alınıp değerlendirildiği, CO değerlerindeki ani artışların genellikle ayaklardaki dinamit atımlarından kaynaklandığı, sürekli olmadığı ve ölçülen çok yüksek değerlerin de zaman içinde düştüğü belirtilmiştir. Ocakta bulunan sabit sensörlerde zaman zaman 2, 3, 4 ve hatta 12 saati bulan CO değerlerinin ortalamasının yasal seviye olan 50 PPM’nin üzerinde seyretmesine rağmen sürekli bir şekilde yükselişini sürdürmemesi veya yasal değerin üzerinde belli bir seviyede sürekli seyrini sürdürmemesi, daha sonra 50 PPM’lik yasal sınırın çok altına düşmesi, kovuşturma aşamasındaki keşif sırasında yapılan jeolojik etütler ve sondajlar sonucunda alınan raporlar, Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapor ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporu ile bu raporu hazırlayan bilirkişilerden alınan ek raporlar dikkate alındığında olaydan önce maden ocağında herhangi bir kömür yangınının bulunmadığı ve olayın U3 bölgesindeki elektrik yada bant arızasından kaynaklı arkın ısınmış ortama eski imalat bölgelerinden basınçla üflenen gazlar ile kaza mahallindeki maddeleri tutuşturmasından kaynaklandığı konusunda tereddüt kalmamıştır. ii. Ha.E.nin anılan ocakta hangi görev dağılımında yer aldığı, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilmemiştir. Bu sanığın acil durum yöneticisi olduğuna dair somut bir delil bulunmamaktadır.iii. TKİ ve yüklenici Şirket arasında sözleşmeye, bu sözleşmenin ekindeki şartnamelere ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürlüğü Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği’nin başmühendislerin görev ve yetkiyle ilgili hükümlerine göre A.O. ve E.K.nın sorumlulukları sadece üretime ve teslime ilişkin değildir. Aksine söz konusu sanıklar, yüklenici Şirketin ocaktaki kömür çıkartma faaliyetlerini yakından takip edip sözleşmeye ve projelere uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Bu nedenle sahadaki çalışmaların projeye ve ilgili mevzuata göre yapılıp yapılmadığı konusundaki denetim yükümlülüklerini yerine getirmeyen A.O. ve E.K. olayın meydana gelmesinde bilinçli taksir derecesinde kusurludur. Bununla birlikte ELİ’de görevli olup A.O. ile E.K.nın alt biriminde görev yapan kontrol mühendisleri, kazanın yaşandığı maden ocağında denetim yapma konusunda öncelikli olarak görevli değildir.iv.G., R., A.Ç. ve İ.A. iş kolundaki çalışma usul ve şartlarına aykırı şekilde gerçekleştirilen hızlı ve sürekli kömür çıkarma faaliyetlerinin işçilerin iş sağlığı ve güvenliği açısından yüksek risk oluşturduğunu ve dönülmez sonuçlara yol açabileceğini bildikleri hâlde muhtemel tehlikeli neticeleri göze alıp kabullenmiştir. Zira sanıklar yüklenici Şirketin karar alma sürecinde yer almakta ve pozisyonları gereği ocak içindeki yüksek riskleri bilmektedir. Bu nedenle “Olursa olsun.” düşüncesi ile hareket ederek yüksek risk içeren faaliyetlerine uzun süre devam eden sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. olası kastla öldürme suçundan 301 kez, olası kastla yaralama suçundan 162 kez mahkûm edilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Yargıtay Başsavcılığı) 8/1/2021 tarihinde, somut olayda olası kast koşulları oluşmadığı gerekçesiyle Temyiz Dairesince verilen karara itiraz etmiştir. Bu arada Temyiz Dairesinde görevli beş yüksek hâkimden üçü değişmiştir. Yeni gelen üyeler öncesinde Bakanlık ve/veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunda görev yapmıştır. Temyiz Dairesi 18/1/2021 tarihinde oyçokluğu ile Yargıtay Başsavcılığının itirazını kabul edip sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. hakkında verilen bozma kararını kaldırmış ve yeniden yaptığı incelemede İstinaf Dairesinin R., A.Ç. ve İ.A. ile ilgili hükümlerine yönelik temyiz taleplerini reddetmiş ancak G.nin eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği gerekçesiyle İstinaf Dairesinin G. hakkında verdiği hükmü bozmuştur. Temyiz Dairesine göre G. devraldığı ocaktaki yangın riskinin yüksek olduğunu bilmesine rağmen ocaktaki üretim miktarına odaklanarak üretilen kömür miktarının 2,5 katına çıkarılmasını sağlamış ve iş güvenliği önlemleri ile ocağın alt yapısının iyileştirilmesine ilişkin herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bilinçli taksir uygulamasına konu edilen S panosunda ikinci hava galerisinin yapılması hususu, öngörülebilir neticeyi engelleyici tedbirlerden yalnızca biridir. Temyiz Dairesinin 30/9/2020 tarihli kararının isabetli olduğu gerekçesiyle 18/1/2021 tarihli karara muhalif olan iki üye, 30/9/2020 tarihli kararda imzası bulunan üyelerdendir. Başvurucular 25/2/2021 tarihinde 2021/9961 sayılı başvuruyu yapmıştır. Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde, G.nin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sonuç olarak 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, A.O. ile E.K.nın aynı suçtan neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve Ha.E.nin beraatine karar vermiştir. Aralarında bazı başvurucuların da olduğu bazı katılanlar, vekilleri aracılığıyla Temyiz Dairesine gönderdikleri bir dilekçe ile 30/9/2020 tarihli karardan sonra Temyiz Dairesinde üye olarak görevlendirilen üç yüksek hâkimin reddini istemiştir. İddialarına göre sözü edilen yüksek hâkimler yargıya yapılmış en açık siyasi müdahalelerden birinin başaktörleridir. Hâkimin reddi talebi Temyiz Dairesinin 31/3/2022 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz Dairesi 4/4/2022 tarihinde oyçokluğuyla G. ve Ha.E. hakkında kurulan hükümleri doğrudan, A.O. ve E.K. hakkında kurulan hükümleri ise güvenlik tedbirleriyle ilgili kısımları düzelterek onamıştır. Karara muhalif kalan üyeler 18/1/2021 tarihli karara da muhalif olan üyelerdir. Başvurucular 5/5/2022 tarihinde 2022/53802 sayılı başvuruyu yapmıştır. Başvurucular, başvuruya konu yargılama sürecinde katılan sıfatıyla yer almıştır. Başvurucu Recep Çoşkun dışında kalan başvurucular özetle yargılamaya konu suçun hukuki vasıflandırılmasında hata edildiği, mahkûm edilen sanıklara eksik ceza tayin edildiği ve sanık A.G. de dâhil olmak üzere haklarında beraat kararı verilen bazı sanıklara isnat edilen suçların sübut bulduğu gerekçesiyle istinaf ve temyiz kanun yollarına başvurmuştur. Mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklardan G. 19/5/2014-18/4/2019, A.G.Ç. 19/5/2014-17/10/2017, Y.K. 18/5/2014-25/12/2015, H.K. 19/5/2014-25/12/2015 tarihleri arasında, E.E. ise 18/5/2014-30/9/2020 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Kovuşturma süresince tutuklu yargılanan sanıklardan A.Ç. 18/5/2014, R. 19/5/2014, A.Ç. ise 2/6/2014 tarihinde tutuklanmıştır. B. Haklarında Soruşturma İzni İstenen Kişilerle İlgili Soruşturmaya İlişkin Süreç Soma Başsavcılığı 27/5/2014 tarihinde, görevlerini ihmal ettikleri yönünde şüphe oluştuğu gerekçesiyle maden ocağının denetimini yapan görevliler ile Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü hakkında Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Çalışma Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç 26/8/2014 tarihinde Çalışma Bakanı; 15/8/2014 tarihli ön inceleme raporuna dayanarak haklarında ön inceleme yürütülen iş sağlığı ve güvenliği genel müdürü ile iş başmüfettişi, iş müfettişi veya iş müfettiş yardımcısı olan on iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı ve olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını bu karara Danıştay Birinci Dairesi (Birinci Daire) nezdinde itiraz etmiştir. Haklarında soruşturma izni istenenlerden biri 3/12/2014 tarihinde vefat etmiştir. Birinci Daire 4/12/2014 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan iş müfettişleriyle ilgili tespitlere işaret ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığında (Teftiş Kurulu) görevli bir başmüfettiş, iki müfettiş ve üç müfettiş yardımcısınca hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunda, ön inceleme için öngörülen yasal süre içinde yeni bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı ancak soruşturma aşamasında alınan 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporundaki kusur tespitlerinin genel ve hukuki yönden mesnetsiz olduğu belirtilerek teknik değerlendirmeler yanında hukuki değerlendirmeler de yapabilecek uzman kişilerden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinin maden kazasını incelemek üzere görevlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca ön inceleme raporunda, kazanın asıl oluş nedeni ve bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığından soruşturma izni verilmemesi gerektiği açıklanmıştır. Çalışma Bakanı 7/9/2015 tarihinde 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunu esas alarak soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı ile olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını itiraz etmiştir. Ön incelemedeki tespitlerden hareket eden Birinci Daire maden ocağının denetlendiği, iş sağlığı ile güvenliği yönünden herhangi bir eksiklik tespit edilmediği ve haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan illiyet bağının kurulamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara yönelik itirazları 10/12/2015 ve 14/4/2016 tarihlerinde reddetmiştir. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarınca yapılan Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) başvurusunda kamu görevlilerinin bilirkişi raporları ile tespit edilen ihmallerinin ceza hukuku sorumluluğu doğurup doğurmadığı, doğurmakta ise bu ihmaller ile ortaya çıkan netice arasında ceza hukuku anlamında bir illiyet bağı bulunup bulunmadığı konusundaki değerlendirmelerin soruşturma makamlarınca yapılması gerektiği ve adli sürecin sona erdirilmesinin etkili soruşturma ilkeleriyle bağdaşmadığı değerlendirilerek yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Enerji Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Soma Başsavcılığı 30/9/2014 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden olay tarihinden geriye doğru son iki yıl içinde denetlemede görev almış olup da daha önce haklarında soruşturma izni verilen kişiler dışında kalan ancak 2010 yılından sonra ilgili maden ocağına ilişkin işletme projelerini inceleyen, denetleyen veya onay veren görevliler ile Maden İşleri Genel Müdürü, TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ve TKİ İşletme Dairesi Başkanı hakkında Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Anılan yazıdan söz konusu soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın içeriği tespit edilememiştir. Enerji Bakanı 25/11/2014 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki Daire Başkanı, iki Müdür, üç mühendis, on beş Maden Tetkik Heyeti Üyesi ve TKİ Yönetim Kurulu Başkanı ile TKİ’de işletme daire başkanlığı görevini yürüten iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı itiraz etmiştir. Birinci Daire 19/3/2015 tarihinde, meydana gelen maden kazasının birden fazla bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi nedeniyle şikâyet konusunun Teftiş Kurulunca incelenmesi gerektiğini belirtip maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması lüzumuna işaret ederek soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Söz konusu kararda ayrıca 4/12/2014 tarihli karar (bkz. § 71) uyarınca Çalışma Bakanlığı görevlileri hakkında yürütülecek ön incelemenin de Teftiş Kurulunca yapılması gerektiği belirtilmiştir. Yukarıda anılan Teftiş Kurulu raporuna (bkz. § 72) istinaden Enerji Bakanı, 18/8/2015 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda eksiklikler bulunması ve kırk beşgünlük ön inceleme süresinde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmaması sebebiyle kazanın asıl oluş nedeni ile bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığı gerekçesiyle Çalışma Bakanlığı çalışanları da dâhil haklarında ön inceleme yapılan tüm kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 10/12/2015 tarihinde; i. Çalışma Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın yetkisizlik nedeniyle kaldırılmasına, ii. TKİ İşletme Dairesi başkanları hakkında verilen kararın anılan görevlilerin genel soruşturma hükümlerine tabi olmaları sebebiyle kaldırılmasına, iii. Eyleminin ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlı olması ve ocakta kaza ve ölüm olayları meydana gelmesiyle eylemi arasında doğrudan illiyet bağının bulunmaması nedeniyle TKİ Yönetim Kurulu Başkanı yönünden soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine, iv. Enerji Bakanlığının diğer çalışanları hakkında verilen kararın ise eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine Enerji Bakanlığı ön inceleme yapılması için dosyayı Teftiş Kuruluna göndermiştir. Teftiş Kurulu, Birinci Dairenin 10/12/2015 tarihli kararıyla ilgili gerekliliklerin Enerji Bakanlığınca yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle ön inceleme dosyasını iade etmiştir. 28/12/2016 tarihinde Enerji Bakanı, Birinci Daire kararıyla kaldırılan 25/11/2014 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın dayanağı olan ön inceleme raporundaki tespitleri gözönünde bulundurarak haklarında ön inceleme yürütülen Maden İşleri Genel Müdürü, Maden İşleri Genel Müdür Yardımcısı, iki Daire Başkanı, iki Şube Müdürü, üç mühendis ve on dört Maden Tetkik Heyeti Üyesi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Savcılığı Ceza Mahkemesince alınan 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere de değinerek anılan karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 15/6/2017 tarihinde Soma Başsavcılığının itirazını kabul ederek28/12/2016 tarihli soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine yürütülen ön incelemede bir maden yüksek mühendisi, bir elektrik yüksek mühendisi ve bir maden mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Enerji Bakanı 22/8/2019 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen TKİ ya da MİGEM’de görev yapan otuz kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Sözü edilen kararda öz itibarıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporunun olayın meydana geldiği ocağın genel mevzuat açısından eksiklikleri hakkında düzenlendiği, olayın nasıl meydana geldiği, nedeni ve seyri konusunda bilimsel ve birbiriyle çelişmeyen herhangi bir tespit içermediği, MİGEM’in yılda bir kez kendi mevzuatı açısından eksikliklerin tespiti ve giderilmesi yönünden denetim yaptığı, sürekli hareket hâlinde dinamik bir yapıya sahip olan yer altı ocağında iş sağlığı ve güvenliği için ocak verilerinin güncel ve daha sık periyotlarla değerlendirilmesi ve yüklenici Şirketin istihdam ettiği teknik personelin ocağın zehirli gazlardan etkilenebilmesi hususunu gözeterek öncelikle üretime ara verip ocak çalışanlarını tahliye etmesi, daha sonra da yangının havayla temasının kesilmesi için müdahalede bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara Soma Başsavcılığınca yapılan itirazı 11/12/2019 tarihinde inceleyen Birinci Dairece şu sonuçlara ulaşmıştır: i. Maden İşleri Genel Müdürü’nün, Genel Müdür Yardımcısı’nın, Daire Başkanlarının, üç mühendisin ve TKİ Yönetim Kurulu Üyelerinin eylemleri ile olay arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Ayrıca TKİ Yönetim Kurulu Üyelerinin eylemleri ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlıdır. Bu nedenle itiraz sözü edilen kişiler yönünden reddedilmelidir. ii. TKİ Yönetim Kurulu Başkanı hakkında aynı eylemler yönünden yapılan ön inceleme sonunda soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar verilmiş ve bu karara Soma Başsavcılığınca yapılan itiraz 10/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Dolayısıyla bu kişi yönünden yapılan itiraz hakkında karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.iii. Maden Tetkik Heyeti Üyelerinden 2010 yılı ile olay tarihi arasında sahada denetim yapan kişilere isnat edilen eylemler, bu kişiler hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek niteliktedir. Bu sebeple anılan kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın kaldırılması gerekir. Madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usuller 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nda düzenlenmiştir. 3213 sayılı Kanun’un “Beyan usulü” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Madencilik faaliyetlerinin bu Kanun hükümlerine göre devamı süresince teknik ve mali konularda yapılan yazılı beyanlar ile yetkili kişilerce tanzim edilen raporlar doğru kabul edilir.Teknik elemanlar sadece ihtisas sahibi oldukları konularda beyanda bulunabilirler ve beyanları ile sorumludurlar. Ruhsat sahipleri ise teknik konular dışındaki tüm beyanlardan sorumludurlar...(Ek fıkra: 10/6/2010-5995/5 md.) Teknik nezaretçinin [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında nezaretçi, işletmelerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan sorumlu ve yetkili maden mühendisini ifade etmektedir.] atandığı ruhsat sahasındaki faaliyetleri düzenli bir şekilde denetleyerek tespit ve önerilerini teknik nezaretçi defterine kaydetmesi zorunludur...” 3213 sayılı Kanun’un “Faaliyetlerin denetimi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:“[Enerji Bakanlığı], maden hakları ile ilgili bütün faaliyetlerin yürütülmesini ve vecibelerin yerine getirilmesini kontrol ve denetimini yapmak ve yönlendirmek için teknik ve mali konuları yerinde incelemek maksadıyla ihtisaslaşmış diğer Devlet kuruluşlarından da yararlanarak inceleme raporu hazırlatır.” 3213 sayılı Kanun’un “İşletme faaliyeti” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “İşletme faaliyeti, projesine [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında proje, yer altı kaynaklarının değerlendirilmesi amacına dönük belirli girdileri seçilmiş bir teknoloji kullanarak mevcut ve potansiyel talebi karşılamak üzere mal ve cevher üretmek için çalışmaları düzenleyen beyan niteliğinde raporu ifade etmekteydi.]ve Kanunun ilgili hükümlerine göre yürütülür. İşletme projesine aykırı faaliyette bulunulması ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunun tespit edilmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetler durdurulur.İşletme projeleri ve değişiklikleri uygulamaya konulmadan önce [MİGEM] onayının alınması zorunludur. Aksi takdirde faaliyet durdurulur.İşletme açısından tehlikeli durumların tespiti halinde, bu halleri gidermek için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir, mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irad kaydedilerek işletme faaliyeti durdurulur.Ruhsat sahibi, her yıl nisan ayı sonuna kadar bir önceki yıl içinde gerçekleştirdiği işletme faaliyeti ile ilgili teknik belgeleri, satış bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında satış bilgi formu; şekli ilgili yönetmelikte gösterildiği gibi hazırlanan, yıllık üretim miktarı, satış tutarı, toplam gelir ve tahakkuk eden devlet hakkı gibi malî durumu gösteren belgeyi ifade etmektedir.] faaliyet bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında faaliyet bilgi formu, yıllık işletme faaliyetine ilişkin üretim, satış, stok ve bunun gibi bilgileri içeren, şekli ve muhtevası yönetmelikle gösterilecek olan belgeyi ifade etmekytedir.] ve işletme sahasında arama yapmış ise arama ile ilgili bilgileri [MİGEM’e] vermekle yükümlüdür...” 3213 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Maden işletme faaliyetleri, maden mühendisi nezaretinde yapılır. Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler ile en az onbeş işçi çalıştıran açık işletmeler asgari bir maden mühendisini daimi olarak istihdam etmek zorundadır. Teknik ve daimi nezaretçinin görev, yetki, sorumlulukları, atanma usul ve esasları, vardiyalı çalışan işletmelerde işletmenin büyüklüğü ve niteliği esas alınarak her vardiyada zorunlu olarak istihdam edilecek maden mühendisi ile ruhsat sahasında görevlendirilecek teknik elemanların çalışma usul ve esasları [Enerji Bakanlığınca] çıkarılacak yönetmelikle belirlenir...” 3213 sayılı Kanun’un ek maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:“Maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödövans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar rödövansçıya aittir. Ancak bu durum ruhsat sahibinin Maden Kanunundan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“...İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur.Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır... .Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....” İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülükleri, 20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda düzenlenmiştir. Öncesinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hususlar 4857 sayılı Kanun’un 77 ila maddeleri arasında yer almaktaydı. 6331 sayılı Kanun’un “İşverenin genel yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;a) Mesleki risklerin [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk, tehlikeden kaynaklanacak kayıp, yaralanma ya da başka zararlı sonuç meydana gelme ihtimalini ifade etmektedir.] önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.c) Risk değerlendirmesi [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk değerlendirmesi işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli çalışmaları ifade etmektedir.] yapar veya yaptırır.ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu göz önüne alır.d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında tehlike, iş yerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek, çalışanı veya işyerini etkileyebilecek zarar veya hasar verme potansiyelini ifade etmektedir.] bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.(2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.(3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.” 6331 sayılı Kanun’un “Risklerden korunma ilkeleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:a) Risklerden kaçınmak.b) Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.c) Risklerle kaynağında mücadele etmek.ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.e) Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.g) Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek.” 6331 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen yükümlülükler sonraki maddelerde detaylandırılmıştır. Buna göre bahse konu yükümlülükler acil durumların olumsuz etkilerinden korunmak üzere gerekli ölçüm ve değerlendirmelerin yapılmasını, acil durum planlarının hazırlanmasını, ciddi, yakın ve önlenemeyen tehlikenin meydana gelmesi durumunda çalışanların işi bırakarak derhâl çalışma yerlerinden ayrılıp güvenli bir yere gidebilmeleri için önceden gerekli düzenlemelerin yapılmasını, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla çalışanlar ile çalışan temsilcilerinin işyerinin özellikleri dikkate alınarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu ve önleyici tedbirler, ilk yardım, olağan dışı durumlar, afetler, yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler, ciddi ve yakın tehlikelerden doğan risklere karşı alınmış ve alınacak tedbirler hakkında bilgilendirilmelerini de kapsar (6331 sayılı Kanun’un , ve maddeleri). 6331 sayılı Kanun’un maddesine göre iş yeri tehlike sınıfları 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesine göre belirlenen kısa vadeli sigorta kolları prim tarifesi de dikkate alınarak İş sağlığı ve güvenliği genel müdürünün başkanlığında ilgili taraflarca oluşturulan komisyonun görüşleri doğrultusunda, Çalışma Bakanlığınca çıkarılacak tebliğ ile tespit edilir. 6331 sayılı Kanun’un “Teftiş, inceleme, araştırma, müfettişin yetki, yükümlülük ve sorumluluğu” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“1) Bu Kanun hükümlerinin uygulanmasının izlenmesi ve teftişi, iş sağlığı ve güvenliği yönünden teftiş yapmaya yetkili [Çalışma Bakanlığı] iş müfettişlerince yapılır...(2) [Çalışma Bakanlığı], işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konularında ölçüm, inceleme ve araştırma yapmaya, bu amaçla numune almaya ve eğitim kurumları ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinde kontrol ve denetim yapmaya yetkilidir...” 6331 sayılı Kanun’un “İşin durdurulması” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) İşyerindeki bina ve eklentilerde, çalışma yöntem ve şekillerinde veya iş ekipmanlarında çalışanlar için hayati tehlike oluşturan bir husus tespit edildiğinde; bu tehlike giderilinceye kadar, hayati tehlikenin niteliği ve bu tehlikeden doğabilecek riskin etkileyebileceği alan ile çalışanlar dikkate alınarak, işyerinin bir bölümünde veya tamamında iş durdurulur. Ayrıca çok tehlikeli sınıfta yer alan maden, metal ve yapı işleri ile tehlikeli kimyasallarla çalışılan işlerin yapıldığı veya büyük endüstriyel kazaların olabileceği işyerlerinde, risk değerlendirmesi yapılmamış olması durumunda iş durdurulur.(2) İş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili üç iş müfettişinden oluşan heyet, iş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili iş müfettişinin tespiti üzerine gerekli incelemeleri yaparak, tespit tarihinden itibaren iki gün içerisinde işin durdurulmasına karar verebilir. Ancak tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi hâlinde; tespiti yapan iş müfettişi, heyet tarafından karar alınıncaya kadar geçerli olmak kaydıyla işi durdurur.(3) İşin durdurulması kararı, ilgili mülki idare amirine ve işyeri dosyasının bulunduğu Çalışma ve İş Kurumu il müdürlüğüne bir gün içinde gönderilir. İşin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından yirmidört saat içinde yerine getirilir. Ancak, tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi nedeniyle verilen işin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından aynı gün yerine getirilir.(4) İşveren, yerine getirildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde, yetkili iş mahkemesinde işin durdurulması kararına itiraz edebilir. İtiraz, işin durdurulması kararının uygulanmasını etkilemez. Mahkeme itirazı öncelikle görüşür ve altı iş günü içinde karara bağlar. Mahkeme kararı kesindir.5) İşverenin işin durdurulmasını gerektiren hususların giderildiğini [Çalışma Bakanlığına] yazılı olarak bildirmesi hâlinde, en geç yedi gün içinde işyerinde inceleme yapılarak işverenin talebi sonuçlandırılır....” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“KastMadde 21(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.TaksirMadde 22(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir....Kasten öldürmeMadde 81(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.Taksirle öldürmeMadde 85...(2) [Taksirle öldürme fiili], birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Kasten yaralamaMadde 86(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.)Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur......Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan ... az olamaz.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz. (2) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. (3) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.” Sondajla maden çıkarılan işlerin yapıldığı işyerleri ile yer altı ve yer üstü maden işlerinin yapıldığı işyerlerinde çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması için uyulması gerekli asgari şartlar 19/9/2013 tarihli ve 28770 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nde (İş Güvenliği Yönetmeliği) belirtilmiştir. İş Güvenliği Yönetmeliği’nin , , vemaddeleri şöyledir:“İşverenin genel yükümlülükleriMadde 5(1) İşveren aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:a) Çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamak amacıyla;1) İşyerleri, çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmayacak şekilde tasarlanır, inşa edilir, teçhiz edilir, hizmete alınır, işletilir ve bakımı yapılır.2) İşyerinde yapılacak her türlü çalışma, yetkili kişinin nezaretinde ve sorumluluğu altında yapılır.3) Özel riski bulunan işler yalnızca bu işlerle ilgili özel eğitim alan ehil kişiler tarafından ve talimatlara uygun olarak yapılır.4) Tüm güvenlik talimatları çalışanların anlayacağı şekilde hazırlanır.5) 18/6/2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak yeterli ilk yardım donanımı sağlanır ve en geç 6 aydabir [olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre yılda en az bir defa] olmak üzere düzenli olarak gerekli tatbikatlar yapılır. ...(4) Bir işyerinde birden çok işverene ait çalışanların bulunması durumunda, her işveren kendi kontrolü altındaki işlerden sorumludur. Ancak işyerinin tamamından sorumlu olan işveren, çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması ile ilgili tedbirlerin uygulanmasını koordine eder. Kendisine ait sağlık ve güvenlik dokümanında koordinasyonun amacını ve bu koordinasyonu sağlamak için alınacak tedbirler ile uygulanacak yöntemleri belirler. Bu koordinasyon her bir işverenin Kanunda [6331 sayılı Kanun] belirtilen sorumluluğunu etkilemez.Patlama, yangın ve zararlı ortam havasından korunmaMadde 7(1) İşveren, patlama ve yangın çıkmasını ve bunların olumsuz etkilerini önlemek üzere, patlayıcı ve sağlığa zararlı ortam havasının oluşmasını önlemek, yapılan işlemlerin doğası gereği patlayıcı ortam oluşmasının önlenmesi mümkün değilse patlayıcı ortamın tutuşmasını önlemek, patlama ve yangın başlangıçlarını tespit etmek, yayılmasını önlemek ve mücadele etmek için yapılan işe uygun tedbirler alır.Kaçış ve kurtarma araçlarıMadde 8(1) İşveren, bir tehlike anında çalışanların çalışma yerlerini en kısa zamanda ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için uygun kaçış ve kurtarma araçlarını sağlar ve kullanıma hazır bulundurur.İletişim, uyarı ve alarm sistemleriMadde 9 (1) İşveren, işyerinin bütününde gerekli haberleşme ve iletişim sistemini kurar.(2) İşveren, ihtiyaç halinde yardım, kaçış ve kurtarma işlemlerinin derhal uygulamaya konulabilmesi için gerekli uyarı ve diğer iletişim sistemlerini hazır bulundurur.” İş Güvenliği Yönetmeliği’nin maddesinde çalışanların hangi konularda bilgilendirilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bu düzenlemeye göre bilgiler, çalışanlar tarafından erişilebilir ve anlaşılır şekilde olur. İş Güvenliği Yönetmeliği ekinde “Sondajla Maden Çıkarılan İşlerin Yapıldığı İşyerleri İle Yeraltı ve Yerüstü Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Genel Hükümler” ve “Yeraltı Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Özel Hükümler”e de yer verilmiştir. Bu hükümler organizasyon ve yönetim, mekanik ve elektrikli ekipman ve tesisatlar, bakım ve onarım, patlama riski, yangın tehlikesi ve zararlı ortam havasına karşı korunma, ulaşım yolları, kaçış yolları ve imdat çıkışları, arama, kurtarma ve tahliye ile havalandırma gibi konuları kapsamaktadır. Anılan hükümlerin olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre;- İşyerleri tehlikelere karşı yeterli koruma sağlanacak şekilde organize edilir. Çalışanların sağlık ve güvenliğini tehlikeye atmamak için işyerindeki tehlikeli veya atık maddeler uzaklaştırılır veya kontrol altında tutularak işyerinin her zaman düzenli bir durumda olması sağlanır.- İşyerinin varsa ocağını da kapsayacak şekilde gerekli haberleşme ve iletişim uygun yollarla sağlanır.- Çalışma yapılan bütün yer altı işletmelerinde uygun havalandırma sağlanır. Üretime başlamadan önce her ocakta uygun bir havalandırma sistemi kurulur. Ocaklarda sağlığa uygun solunabilir hava sağlanması, ortamdaki patlama riskinin ve solunabilir toz konsantrasyonunun kontrol altında tutulması, kullanılan çalışma yöntemi ve çalışanların fiziki faaliyetleri dikkate alınarak çalışma şartlarına uygun hava özelliklerinin sağlanması ve bu durumun sürdürülebilmesi için sürekli havalandırma yapılması zorunludur. Bu şartların doğal havalandırma ile sağlanamadığı yerlerde havalandırma bir veya daha fazla mekanik sistemle sağlanır. Havalandırmanın sürekliliğini ve kararlılığını sağlayacak tedbirler alınır. Mekanik havalandırma sistemi kullanılan ocaklarda hava akımı mümkünse doğal hava akımı doğrultusunda yönlendirilir. Havalandırma sistemlerinin devre dışı kalmaması için bu sistemler devamlı surette izlenir ve istenmeyen devre dışı kalmaları bildirecek otomatik alarm sistemi bulunur.- Havalandırma ile ilgili değerler periyodik olarak ölçülür ve ölçüm sonuçları kaydedilir. Havalandırma sisteminin detaylarını kapsayan bir havalandırma planı hazırlanır, periyodik olarak güncellenir ve işyerinde hazır bulundurulur.- İnsan ve malzeme taşımasında kullanılan kuyularda, lağımlarda, ana nefeslik yollarında, eğimli ve düz yollarda hava hızı saniyede 8 metreyi geçmez.- Havasında %19’dan az oksijen, %2’den çok metan, %0,5’ten çok karbondioksit, 50 PPM (%0,005) den çok karbonmonoksit ve diğer tehlikeli gazlar bulunan yerlerde çalışılmaz. Oksijen miktarı azalan veya yanıcı, parlayıcı ve zararlı diğer gazların karışmasıyla bozulan yahut çok ısınan hava akımları diğer çalışma yerlerinden geçmesine meydan verilmeden derhâl ve en kısa yoldan ocak dışına atılır. Hava özelliklerinin bozulmasından, ısınmasından ve oksijen azalmasından kaynaklı olumsuz etkilerinden çalışanları korumak için çalışmanın zorunlu olduğu durumlarda çalışma alanı ve zamanı sınırlandırılır.- Havalandırma sistemi kapı ve perdelerle havayı yönlendirecek şekilde düzenlenir. Kapı ve perdeler nakliyat esnasında havalandırma sistemini olumsuz etkilemeyecek şekilde ayarlanır. - Ana hava giriş ve çıkış yolları arasında bulunan barajlar, hava köprüleri ve kapılar, bir patlama veya yangın halinde kolayca yıkılmayacak sağlamlıkta ve dayanımda yapılır. - Ana vantilatör ve aspiratörler birbirinden bağımsız iki ayrı enerji kaynağına bağlanır. Bu enerji kaynaklarından birinin durması hâlinde diğer kaynağın ocak havalandırmasını aksatmayacak en kısa zamanda devreye girmesi sağlanır.- Ocağın çeşitli kısımlarında sıcaklık ve nem oranı düzenli olarak ölçülür. Nem oranı gözönünde bulundurularak hava sıcaklığının sağlığa zararlı düzeye yükselmemesi için gerekli tedbirler alınır. Bu düzeye yaklaşıldığında ölçme işlemi her gün gerekli görülecek aralıklarla yapılır ve ölçme sonuçları havalandırma defterine yazılır. Söz konusu şartların sağlık için tehlikeli olması hâlinde çalışma geçici olarak durdurulur.- Yapılan tüm çalışmalarda çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunmasının sağlanması için işverence atanan, yeterli beceri ve uzmanlığı olan kişiler tarafından gerekli gözetim ve denetim yapılır. Sağlık ve güvenlik dokümanında, gerekli görülmesi hâlinde çalışılan yerler gözetim yapan kişi tarafından her vardiyada en az bir defa kontrol edilir. Yeterli beceri ve uzmanlığa sahip olmak şartıyla yukarıda belirtilen gözetim görevini işverenin kendisi üstlenebilir.- Çalışanlara sağlık ve güvenliklerini sağlayabilmeleri için yeterli bilgi, talimat ve eğitim verilir, bu eğitimler tekrarlanır. İşveren, çalışanlara verilen talimatların kendilerinin ve diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmalarını önleyecek şekilde kolay anlaşılır olmasını sağlar.- Her işyerinde çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunması, patlayıcı maddelerin taşınması, depo edilmesi ve iş ekipmanlarının güvenli bir şekilde kullanılması için gerekli kuralları belirleyen yazılı talimatlar hazırlanır. Bu talimatlar, acil durum ekipmanlarının kullanımına ve işyerinde veya işyeri yakınındaki herhangi bir acil durumda nasıl hareket edileceğine ilişkin bilgileri de kapsar.- Her işyerinde ya da her işte güvenli çalışma yöntemleri uygulanır. Tesis, tahkim ve onarım işleri yapacak olanlar için gerekli güvenlik tedbirleri alınır.- İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemi dâhil olmak üzere çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak için alınan tedbirleri düzenli aralıklarla gözden geçirir.- Herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanların işyerini derhâl ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için gerekli tedbirler alınır.- Acil çıkış yolları doğrudan dışarıya, güvenli bir alana, toplanma noktasına veya tahliye noktasına açılır ve çıkışı önleyecek hiçbir engel bulunmaz.- Acil çıkış yollarının ve kapılarının sayısı, boyutları ve yerleri yapılan işin niteliğine, işyerinin büyüklüğüne ve çalışanların sayısına uygun olması sağlanır.-Acil çıkış kapıları dışarıya doğru açılır. Acil çıkış kapıları; acil durumlarda çalışanların hemen ve kolayca açabilecekleri şekilde olur.- Çalışanlar herhangi bir acil durumda nasıl davranmaları gerektiği konusunda eğitilir. Arama, kurtarma ve tahliye konusunda yeterli sayıda destek elemanı görevlendirilir.- Kaçışın zor olduğu, zaman aldığı veya sağlığa zararlı havanın solunabileceği veya oluşabileceği yerlerde temiz hava sağlayan taşınabilir solunum cihazları bulundurulur. Bu cihazlar en kısa sürede ve kolaylıkla ulaşılabilir ve kullanıma hazır şekilde muhafaza edilir.- Çalışanlara gerektiğinde güvenli bir şekilde dışarı çıkabilmeleri için her zaman kolay ulaşabilecekleri yerlerde bulunacak kişisel solunum koruma cihazları verilir. Çalışanlar bu cihazların kullanımı ile ilgili olarak eğitilir. Bu cihazların her zaman çalışır durumda bulunmaları için düzenli kontrolleri yapılır ve işyerinde muhafaza edilir.- Yer altı ve yer üstü maden işyerlerinde arama, kurtarma ve tahliye ekiplerinin hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için uygun bir kurtarma istasyonu kurulur. Ancak yarıçapı en çok 50 kilometre olan alan içinde bulunan maden işyerleri, merkezî bir yerde ortaklaşa bir kurtarma istasyonu kurabilir. Bu hüküm, aynı işyerinin çeşitli ocakları için de geçerlidir. İşyerleri, bu istasyonun kuruluş ve yönetim giderlerini, çalıştırdıkları çalışanların sayısına göre aralarında paylaşır. - İşyerlerinde güvenlik tatbikatları yapılır ve düzenli aralıklarla tekrar edilir. Bu tatbikatların amacı, acil durum ekipmanının kullanılması veya işletilmesi dâhil acil durumlarda özel görevi bulunan çalışanların eğitim ve becerilerinin kontrol edilmesidir. Görevli çalışanlara, uygun yerlerde, bu ekipmanların doğru bir şekilde kullanılması veya işletilmesi hususunda da tatbikat yaptırılır. Tatbikatta kullanılan bütün acil durum ekipmanı test edilir, temizlenir ve yeniden dolumu yapılır veya yenilenir. Kullanılan bütün taşınabilir ekipmanlar muhafaza edildiği yerlerine geri konulur.- Her ocakta arama, kurtarma ve tahliye ile görevli destek elemanlarının yararlanması için belli başlı kapıları, barajları, hava köprülerini, hava akımını ayarlayan düzeni ve telefon istasyonları gibi ihtiyaç duyulacak hususların yerlerini gösteren bir plan bulundurulur. Tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde çalışanların mesleki eğitimlerinin usul ve esasları 13/7/2013 tarihli ve 28706 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Tehlikeli ve Çok Tehlikeli Sınıfta Yer Alan İşlerde Çalıştırılacakların Mesleki Eğitimlerine Dair Yönetmelik’te (Eğitim Yönetmeliği) düzenlenmiştir. 6/11/2010 tarihli ve 27751 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve olay tarihinde yürürlükte olan mülga Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği’nin (Uygulama Yönetmeliği) maddesine göre Uygulama Yönetmeliği’nde geçen daimî nezaretçi ifadesi işletmede daimî olarak istihdam edilen maden mühendisini, teknik nezaretçi ifadesi işletmelerdeki faaliyetlerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan, faaliyet bilgi formunun hazırlanmasından sorumlu ve yetkili maden mühendisini, teknik eleman ifadesi kanun kapsamında MİGEM’e vermiş olduğu dilekçe ve eklerindeki evrakı imzalayarak beyanda bulunan maden, jeoloji ve jeofizik mühendislerini, rödövans sözleşmesi ifadesi ruhsat sahalarındaki madenlerin üretilerek değerlendirilmesi amacıyla üçüncü kişilere veya kuruluşlara tasarruf hakkı sağlamak üzere ruhsat sahasının tamamı ya da bir kısmı için ruhsat sahiplerinin bu kişilerle yaptıkları sözleşmeleri ifade etmektedir. Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “Projeye uygun faaliyette bulunulması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşletme izinlerinin alınmasını takiben üretim faaliyetleri, projesine uygun olarak yürütülür. Birlikte işletilmesi zorunlu olan madenler bir proje kapsamında işletilir. Madencilik faaliyetleri sürdürülürken ve/veya tamamlandıktan sonra çevre ile uyum planı uygulanır.(2) Açık işletme ya da yeraltı işletmesine geçişler ile üretim yöntemi ile ilgili değişikliklerin, uygulanmadan önce [MİGEM’e] bildirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, sahadaki can ve mal güvenliği ile ilgili çalışmalar dışındaki üretim ile ilgili faaliyetler, değişikliklere ilişkin verilmesi gereken revize projenin onaylanmasına kadar durdurulur....(4) İşletmelerde hazırlık ya da üretim çalışmaları sürdürülürken şev [İş Güvenliği Yönetmeliği’ne göre şev; kademe (açık işletmelerde belirli aralık, kot ve eğimlerle meydana getirilen basamak şeklindeki çalışma yerler), alın ve yüzlerindeki eğimi ifade etmektedir.] açısı, basamak yüksekliği, basamak genişliği, heyelan, göçük, tahkimat, alt yapı gibi nedenlerle can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluştuğunun tespiti halinde, gerekli önlemlerin alınması ve çalışmaların yapılabilmesi için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir. Mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irat kaydedilerek can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki hazırlık faaliyetleri dışındaki işletme faaliyetleri durdurulur.(5) Yeraltı işletmelerinde üretim çalışmaları sürdürülürken işletme projesine aykırı olarak; yeraltındaki üretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü alanların yerüstüne veya diğer kotlara iki ayrı yolla bağlanmadığı, panolarda havalandırmanın birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilmediği, yanıcı veya patlayıcı gaz geliri olabilecek ocaklarda yeterli cebri havalandırmanın yapılmadığı, havalandırmanın projeye uygun tesis edilmediğinin tespit edilmesi halinde can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki faaliyetler dışındaki üretim faaliyetleri durdurulur.(6) Üretim faaliyetleri durdurulan sahalarda faaliyet durdurma nedenine yönelik gerekli tedbirlerin alındığının ruhsat sahibince[MİGEM’e] bildirilmesini müteakip teknik heyet raporu ile gerekli tedbirlerin alındığının tespit edilmesi halinde üretime yönelik faaliyetlere izin verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetim” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kanun gereğince ruhsat veya sertifika sahibince düzenlenmiş mali ve teknik belgelerin, ruhsat veya sertifika alanındaki madencilik faaliyetlerinin, ihbar ve şikayetlerin inceleme ve denetimi [MİGEM] tarafından görevlendirilen personelce yerinde yapılır.(2) [MİGEM], diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üniversitelerden inceleme ve denetimin gerektirdiği mesleki tecrübeye sahip olan personelleri de görevlendirebilir.(3) Yapılacak inceleme ve denetimlerde oluşturulacak heyet; maden mühendisi, jeoloji mühendisi ile yapılacak inceleme ve denetimlerin özelliğine göre jeofizik mühendisi, haritacı, mali uzman, hukukçu veya diğer meslek mensuplarından en az üç kişiden oluşur.(4) İnceleme ve denetimlerde ruhsat sahibi [MİGEM’e] verdiği teknik ve mali belgelerin hazırlanmasına esas olan bütün belgelerin asıllarını, yapılmış hesapları talep halinde heyet üyelerine göstermek zorundadır.(5) Madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılan ihbar ve şikâyetlerin değerlendirilebilmesi için, dilekçe ekinde şikayetçinin T. Kimlik Numarası beyanının yer alması gerekir...” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetimin yapılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“1) İnceleme ve denetim sırasında teknik ve mali belgeler ile bu belgelerin hazırlanmasına esas teşkil eden işletme projesinin uygulanması ile ilgili hususlar, üretim yöntemi, üretim miktarı, üretilen madenin kullanım alanı, sevk fişleri, faturalar, satış belgeleri gibi Kanun ve mevzuat gereği diğer belgeler incelenir. Her türlü denetimde çevre ile uyum planına uygun çalışılıp, çalışılmadığı kontrol edilir.(2) İnceleme ve denetim sonunda düzenlenen ve mevcut durumu belirten tutanak iki nüsha hazırlanarak heyet üyeleri, ruhsat sahibi veya vekili veya sahanın teknik nezaretçisi tarafından imzalanır. Ruhsat sahibi, vekili veya teknik nezaretçi, tutanakta katılmadığı hususlara şerh düşebilir. Ancak imzadan imtina edilmesi halinde bu durum tutanakta belirtilir. Tutanağın bir nüshası ilgiliye verilir. Bu tutanakta belirtilen hususlar ruhsat sahibine tebliğ edilmiş sayılır.(3) Ruhsat sahasında yapılan tetkiklere ait detay bilgileri içeren rapor hazırlanır. Ruhsat sahibinin talep etmesi durumunda bir örneği verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“Teknik nezaretçinin görevleriMadde 130(1) Teknik nezaretçi, maden işletmelerinin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yaparak Kanun ve ilgili yönetmeliklerde yer alan görevleri yerine getirmekle sorumlu ve yükümlüdür. Teknik nezaretçilerin yetki ve sorumluluklarıMadde 134(1) Teknik nezaretçisi olmayan ruhsat sahalarında üretim yapılamaz.(2) Teknik nezaretçinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:a) Teknik nezaretçi, sorumluluk alanı [MİGEM tarafından] onaylanmış ruhsat sahasının her yerinde görevi ile ilgili inceleme yapmak ve gerekli her türlü bilgiyi alma ve Kanun kapsamında gerekli önlemlerin aldırılması yetkisine sahiptir. Bu yetkinin kullandırılmamasından ruhsat sahibi sorumludur.b) Teknik nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür. Teknik nezaretçi, atandığı ve sorumlu olduğu ruhsat sahasının faaliyetlerini ve üretimlerini on beş günde en az bir defa denetlemek, tespitlerini ve önerilerini teknik nezaretçi defterine not etmek zorundadır... ...ç) Teknik nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetler ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları, öneri ve önlemleri belirler. Ruhsat sahibi/vekili tarafından, bu öneri ve önlemler işyerinde çalışanların görebileceği şekilde ilan edilir ya da panoya asılır. Aynı zamanda içeriği [MİGEM] tarafından belirlenmiş ve noter onaylı ’Teknik Nezaretçi Defteri’ne rapor ederek ruhsat sahibine bildirir. Eksiklik ve aksaklıkların, öneri ve önlemlerin rapor edilmemesinden teknik nezaretçi, bunların yerine getirilmemesinden ruhsat sahibi sorumludur.d) Teknik nezaretçi, işyerinde yaptığı inceleme ve gözlemlerde işletme projesine aykırı faaliyette bulunulduğunu ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunu tespit etmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetleri durdurur ve durumu ilgili kurum veya kuruluşlara bildirir....f) Galeri sürülmesi ve/veya üretime hazırlık çalışmalarında teknik nezaretçi atanması zorunludur.Daimi nezaretçinin görevleriMadde 138(1) Daimi nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür.(2) Daimi nezaretçi üretim yerindeki günlük faaliyetleri planlar ve yürütülmesini sağlar, can ve mal emniyeti yönünden tehlikeli bir durumun varlığı söz konusu olduğu zaman gerekli tedbirlerin alınmasına nezaret eder, hemen tedbir almanın mümkün olmadığının belirlenmesi halinde üretim faaliyetlerini önlemlerin alınmasına kadar durdurur.(3) Daimi nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetleri ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları gidermek amacıyla önlemleri belirleyerek ruhsat sahibine/rödövansçıya bildirir. Tedbirlerin alınmasına nezaret eder.(4) Eksiklik ve aksaklıkların giderilmesini doğrudan ilgilendiren malzeme ve teçhizatın temin edilmesinden ruhsat sahibi/rödövansçı sorumludur.Zorunlu olarak daimi nezaretçinin çalıştırılacağı ruhsat sahaları Madde 141(1) Maden mühendisinin daimi nezaretçi olarak istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Ruhsat sahasındaki tesislerde çalışanlar hariç maden işletme faaliyetleri için en az on beş işçi çalıştıran açık işletmeler,b) Ruhsat sahasında yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler.(2) Teknik nezaretçi ataması yapılmış sahalarda, daimi nezaretçi olarak maden mühendisinin istihdam şartının oluştuğu ancak daimi nezaretçi görevlendirilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahibi uyarılır ve on beş gün süre verilir. Verilen süre sonunda daimi nezaretçi görevlendirilmez ise teminat irat kaydedilir ve faaliyetler durdurulur.(3) Daimi nezaret görevi üstlenmiş olan mühendisler, teknik nezaretçi olarak atanamaz.Teknik elemanın görevleriMadde 143(1) Teknik eleman, Kanun ve yönetmeliklerinde yer alan hükümler gereği görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür.Zorunlu olarak teknik eleman çalıştırılacak ruhsat sahalarıMadde 146(1) Teknik eleman istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Tesislerde çalışanlar hariç madencilik faaliyeti kapsamında en az 15 işçi çalıştıran işletmeler,b) Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler,c) Vardiyalı olarak çalışan işletmelerde her vardiyada teknik eleman istihdam edilmesi zorunludur.(2) Yeraltı işletmelerinde işletmede birden fazla işletmeci var ise ve üretim farklı işletmeciler tarafından gerçekleştiriliyorsa her işletme için ayrı ayrı teknik eleman görevlendirilir.(3) Teknik eleman istihdam edilmesi şartının oluştuğu işletmelerde şartların oluşması durumunda her vardiya için çalışan işçi sayısına göre vardiya başına en az bir teknik eleman görevlendirilir.(4) Teknik eleman istihdam şartının oluştuğu ancak teknik eleman istihdam edilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahası için teknik eleman istihdamı için on beş gün süre verilir. Bu sürede teknik eleman istihdamı yapılmayan sahalarda üretim faaliyetleri durdurulur.(5) Açık işletmelerde, teknik eleman istihdam şartının oluştuğu durumlarda ve bir ruhsat sahasında birden fazla işletmeci olması halinde sadece bir işletmeye ait alanda istihdam edilebilir. Aynı kişi, diğer işletme veya işletmelerde istihdam edilemez.(6) Zorunlu olarak istihdam edilen teknik eleman şartları sağlaması durumunda daimi nezaretçilik görevi de üstlenebilir.” İşyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği açısından yer aldığı tehlike sınıfları 26/12/2012 tarihli ve 28509 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği’nin (Tehlike Sınıfları Tebliği) ekinde belirtilmiştir. Sözü edilen listeye göre taş kömürü ve linyit madenciliği de dâhil madencilik alanında faaliyet gösteren çoğu işyeri çok tehlikeli sınıfta yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9961
Başvuru, bir yer altı maden ocağında meydana gelen, birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia hakkında yürütülen ceza yargılamasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Astsubay Sözleşmesi'nin yenilenmemesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2003 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında sözleşmeli astsubay olarak göreve başlamış; dokuz yıllık sözleşme imzalamıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır.Başvurucu, sözleşme süresinin bitmesine yakın sözleşme yenileme talebinde bulunmuş; 29/8/2012 tarihli işlemle başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. Başvurucu, sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Yargılama sırasında davalı idare tarafından sözleşme yenilememe işlemine dayanak olduğu savunulan gizli ibareli belgeler sunulmuştur. Söz konusu belgeler, Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait, sadece personelin kullandığı, hizmete özgü elektronik posta sistemi üzerinden başvurucunun 2008 ile 2009 yılları arasında gönderdiği mesajlardan ve bir başka personel hakkındaki tek sayfadan ibaret ve neredeyse tamamı karartılmış istihbarat notundan oluşmaktadır. Elektronik posta iletileri incelendiğinde başvurucunun diğer bazı personele müstehcenlik de içeren esprili resim ve karikatürler ile dönemin Maliye Bakanı hakkında eleştirel nitelikte yazılar gönderdiği görülmektedir. Söz konusu iletiler, başvurucunun kendisine ait herhangi bir bilgi, resim, görüntü, kayıt vb. içermemektedir.İstihbarat notunda ise başka bir personelin evine getirdiği iki bayanla başvurucunun ilişki yaşadığı isnat olarak belirtilmiştir. Bu konuya dair başkaca bir bilgi, belge sunulmamıştır. AYİM Başsavcılığı, dava hakkındaki görüşlerini sunmuştur. Başsavcılık, işlemin iptaline karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başsavcılığa göre başka bir personele ait istihbarat notu ile davacının sözleşmesinin yenilenmemesi işlemi arasında irtibat bulunmamaktadır. Ayrıca Başsavcılık görüşünde, başvurucunun gönderdiği mesajların TSK ile ilgili veya siyasi, dinî, ideolojik, yıkıcı, bölücü nitelikte olmadığı, idarenin sözleşme yenilememe işlemi ile bu mesajlar arasındaki ilişkiyi de izah edemediği belirtilmiştir. Buna göre sözleşme yenilememe işleminde idarenin takdir yetkisinin objektif, adil ve hakkaniyete uygun biçimde kullanılmadığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. AYİM oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, idarenin personel ihtiyacı doğrultusunda yaptığı hesaplamalar uyarınca başvurucunun görev yaptığı maliye sınıfı bakımından iki sözleşmeli personel istihdamına karar verdiği, daha önce bu sınıfta sözleşmeli olarak görev yapan dört personel olduğu, başvurucunun sicil sıralamasında birinci sırada bulunduğu ancak idarenin iki ve dördüncü sıradaki personelin sözleşmelerini yenilediği, birinci sıradaki başvurucunun ve üçüncü sırada yer alan kişinin sözleşmelerinin yenilenmediği tespiti yapılmıştır. AYİM kararında, idarenin sözleşme yenileme konusunda takdir yetkisi bulunduğu, başvurucunun, hizmete özgü kurumsal e-posta hesabından cinsel içerikli resim ve karikatürler ile dönemin Maliye Bakanı'yla ilgili eleştirel nitelikte yazılar paylaşmış olması nedeniyle idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığının anlaşıldığı belirtilmiştir.Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üyeye göre davacının sicil notları tam nota yakın çok iyi seviyededir, çok sayıda ödül ve takdir belgesi bulunmaktadır, ayrıca hiçbir disiplin cezası yoktur. Sözleşmeli dört personel arasında en yüksek nota sahip olan kişi başvurucudur ve sözleşme yenileme işlemine esas alınan nitelik belgesi de sicil amirleri tarafından olumlu tanzim edilmiştir. Başka bir personele ait istihbarat notunda başvurucuya bir isnat yöneltilmiş olmasına karşın bu isnadın somut bilgi ve kanıtlara dayalı olmadığı, kaldı ki belirtilen konuda herhangi bir ceza veya uyarı belgesinin de bulunmadığı belirtilmiştir. Muhalif üye görüşünde, tüm bu hususlar dikkate alındığında sözleşme yenilememe işleminde idarenin takdir yetkisinin objektif ve ölçülü şekilde kullanılmadığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 8/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 29/4/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun'un ve maddeleri, 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin maddesi.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında “özel hayatın” eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtilmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen "özel hayat" kavramı AİHM tarafından oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında "bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" ve "kişisel bağımsızlık" kavramlarının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00 ve 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90). AİHM'e göre mesleki hayat “özel hayat” kavramı dışında tutulamaz. Özel hayat unsurları gerekçe gösterilerek mesleki hayata getirilen sınırlamalar, bireyin sosyal kimliğini etkilediği ölçüde Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebilmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insanların büyük çoğunluğu, dış dünya ile olan ilişkilerini geliştirme olanaklarını en çok mesleki hayatları çerçevesinde yürüttükleri faaliyet kapsamında elde etmektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). Özel hayata saygı hakkına kamu makamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. AİHM, devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No: 7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin, bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek ve müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6043
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Astsubay Sözleşmesi nin yenilenmemesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, acele kamulaştırmaya yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin idari yargı kararı dikkate alınmayarak kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve taşınmazların Hazine adına tesciline karar verilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. İkinci Bölüm tarafından 20/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümlerin önceden vermiş olduğu kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ali Hıdır Akyol 1937 doğumlu olup Elazığ ili Karakoçan ilçesinde; Cafer Akyol 1962 doğumlu olup Ankara’da; Hıdır Akyol, Hüseyin Akyol, Murat Akyol ve Musa Akyol sırasıyla 1955, 1944, 1966 ve 1950 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvurucular Elazığ ili Karakoçan ilçesi Akkuş köyünde kâin 2 pafta 196 parsel numaralı taşınmazın paydaşlarıdır. Bakanlar Kurulunca 19/4/2004 tarihli kararnameyle Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından yapılacak kamulaştırmalarda 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Maddesinde düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır. EPDK tarafından 22/9/2005 tarihli kararla Darenhes Elektrik Üretim Anonim Şirketine (Elektrik Şirketi) Elazığ ili Karakoçan ilçesinde ve başvuranların taşınmazlarını da kapsayan bir bölgede Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı ve işletilmesi hususunda kırk dokuz yıllık üretim lisansı verilmiştir. EPDK’nın 11/11/2010 tarihli kararıyla, Bakanlar Kurulunun anılan kararına dayanılarak Pembelik Barajı’nın havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasına ve kamulaştırma işlemlerinde acele kamulaştırma usulünün uygulanmasına karar verilmiştir. EPDK’nın 11/11/2010 tarihli kararı ile Bakanlar Kurulunun 19/4/2004 tarihli kararı, Danıştay Altıncı Dairesinde (Daire) dava konusu edilmiştir. Daire 16/4/2012 sayılı kararla her iki işlemin de yürütmesini durdurmuştur. Kararın gerekçesinde 2942 sayılı Kanun’un Maddesi uyarınca acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için başka hiçbir idari otoriteye devredilmeksizin doğrudan Bakanlar Kurulunca “aciliyet” hâlinin varlığının takdir edilmesi ve bu kapsamda kamulaştırılacak taşınmazlar ile kamulaştırmanın çerçevesinin açıkça belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Gerekçede, somut olayda 19/4/2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararında “aciliyet” hâlinin değerlendirilmesi hususundaki yetkinin EPDK’ya devredilmesi ve kamulaştırma işlemlerinin konusu yönünden bir sınır çizilmeksizin EPDK’ya genel nitelikte bir yetki verilmesi nedenleriyle işlemlerin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. EPDK, Dairenin 16/4/2012 tarihli yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararından sonra baraj havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasından vazgeçilmesine dair işlem tesis etmiştir. Bunun üzerine Bakanlar Kurulunca 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnamelerle Elazığ ilinde tesis edilecek Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı amacıyla kararname eklerinde tek tek sayılan ve başvuruculara ait olanların da aralarında bulunduğu taşınmazların EPDK tarafından acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Öte yandan EPDK’nın 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli kararlarıyla Bakanlar Kurulu kararlarında sayılan taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararı verilmiştir. EPDK tarafından, dosyadan anlaşılamayan bir tarihte Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) başvurularak başvurucuların paydaşı bulunduğu taşınmaza el konulması talep edilmiş ve Mahkemece tespit edilen bedel maliklere ödendikten sonra talebin kabulüne karar verilmiştir. Başvurucular tarafından Bakanlar Kurulunun 18/6/2012 tarihli kararının iptali istemiyle Danıştayda dava açılmıştır. Daire 19/3/2014 tarihinde Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Kanun’da istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için olağanüstü durumların bunu gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması ve ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş; somut olayda acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren hâllerin ortaya konulmaması ve aciliyet hâlinin, üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasını gerektiren hâllerin açıklanmaması nedenleriyle işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir.EPDK ayrıca, satın alma usulüyle taşınmazın devralınması yolunu işletmiş ise de önerilen bedelin başvurucularca kabul edilmemesi üzerine 16/5/2013 tarihinde başvuruculara karşı Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesinde bedel tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra 31/10/2014 tarihli kararla bilirkişiler tarafından belirlenen taşınmaz bedelinden acele kamulaştırma sırasında ödenen miktar düşüldükten sonra kalan kısım üzerinden tazminata hükmedilmiş ve ayrıca taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline kesin olarak karar verilmiştir. Mahkeme, Dairece Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulduğu ve anılan davada esas hakkında karar verilinceye kadar bu davada bekletme kararı verilmesi gerektiği yolunda davalıların öne sürdükleri itirazı reddetmiştir. Mahkeme, Dairede görülen davanın konusunun kamulaştırma işlemi olmadığı ve verilen yürütmenin durdurulması kararının kamulaştırma işlemine ilişkin bulunmadığı gerekçesine dayanmıştır. Mahkeme ayrıca, başvurucuların taşınmazlarına el konulmak suretiyle acele kamulaştırmanın tamamlanması nedeniyle Danıştay kararının uygulanma kabiliyetinin bulunmadığını da gerekçesinde belirtmiştir. Daire, uyuşmazlığın esasına ilişkin 30/6/2015 tarihli kararında davayı reddetmiştir. Daire, Bakanlar Kurulu kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğini kabul etmiş; idarenin sonradan olağan kamulaştırma sürecini başlatmış olmasını, bu kapsamda taşınmaz bedelinin tespiti ve tescil davasının da açılmış bulunmasını gözeterek acele kamulaştırma ve olağan kamulaştırma ayrımı yapılmaksızın davanın konusunun bir bütün olarak taşınmaz mülkiyetinin kamulaştırılması biçiminde anlaşılması suretiyle inceleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Daire, netice olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına yönelik olduğu ve işlemin hukuka uygun bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Anılan kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 8/10/2015 tarihli kararıyla Daire kararı bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir. İDDK kararının gerekçesinde, Kanun’da istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için olağanüstü durumların bunu gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması, ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş; somut olayda bu koşullar gerçekleşmediğinden Bakanlar Kurulu kararlarının hukuka aykırı olduğu açıklanmıştır. Bu arada baraj havzasında taşınmazı bulunan başka malikler tarafından 2014 yılı içinde Bakanlar Kurulunun taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin EPDK’ya yetki tanıyan 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnameleri ile bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların kamulaştırılması yolunda tesis edilen 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli işlemlerin de iptali istemiyle Dairede iki ayrı dava açılmıştır. Daire tarafından yukarıda anılan gerekçelere dayanılarak 30/6/2015 tarihinde verilen kararlarla her iki dava da reddedilmiştir. Ancak söz konusu kararlar İDDK’nın 8/10/2015 tarihli kararlarıyla bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararları ile bunlara dayanılarak tesis edilen EPDK işlemlerinin iptaline karar verilmiştir. Bakanlar Kurulu kararının iptalinin başvurucular tarafından açılan davaya ilişkin olarak verilen kararlarla aynı gerekçeye dayandığı anlaşılmaktadır. Kararların gerekçesinde ayrıca, EPDK tarafından tesis edilen kamulaştırma işlemleri yönünden de değerlendirme yapılmıştır. Kararlarda, Daire kararında Bakanlar Kurulunca alınan acele kamulaştırma kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğinin belirtilmiş olması nedeniyle acele kamulaştırma ile olağan kamulaştırmanın hukuki niteliği irdelenmiştir. İDDK, acele kamulaştırmada taşınmaz mülkiyetine el konulmasından sonraki aşamalarda yapılan normal kamulaştırma sürecine ilişkin işlemlerin acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kararlarda sonuç olarak EPDK’nın kamulaştırma işlemlerinin, dayanağı olan Bakanlar Kurulu kararlarından bağımsız değerlendirilemeyeceği ifade edilerek bunların da hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 31/10/2014 tarihli kararın başvuruculara 13/10/2015 tarihinde tebliği üzerine başvurucular, kararın bedel tespitine ilişkin hüküm fıkrasını temyiz etmiş; kesin nitelik taşıyan tescile ilişkin hüküm fıkrasına karşı ise 12/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 2942 sayılı Kanun’un Maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:  “Bakanlar Kurulunca kabul olunan, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda, bir gerçek veya özel hukuk tüzelkişisine ödenecek kamulaştırma bedelinin o yıl Genel Bütçe Kanununda gösterilen miktarı, nakden ve peşin olarak ödenir. Bu miktar, kamulaştırma bedelinin altıda birinden az olamaz. Bu miktarın üstünde olan kamulaştırma bedelleri, peşin ödeme miktarından az olmamak ve en fazla beş yıl içinde faiziyle birlikte ödenmek üzere eşit taksitlere bağlanır. Taksitlere, peşin ödeme gününü takip eden günden itibaren, Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddi uygulanır.” 2942 sayılı Kanun’un Maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:  “Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.…Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligatta;…f) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği,…… İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda, ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.…14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.” 2942 sayılı Kanun’un Maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi şöyledir:  “Mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olur.” 2942 sayılı Kanun’un Maddesi şöyledir:  “3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.Bu Kanunun 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.” Kamulaştırma Usulü 2942 sayılı Kanun’un Maddesine göre, kamulaştırma yapılabilmesi için öncelikle idarenin ödenek temin etmesi gerekmektedir. İdare, yeterli ödeneği temin ettikten sonra kamu yararı kararı alır. Kamu yararı kararından sonra kamulaştırılacak taşınmaz belirlenir. Kamulaştırılacak taşınmazın belirlenmesinin akabinde kamulaştırma kararı alınır. Bununla birlikte onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projeye göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve bu kararın onaylanmasına gerek yoktur. 2942 sayılı Kanun’un Maddesine göre idarenin kamulaştırma kararı aldıktan sonra öncelikle satın alma usulünü uygulaması gerekmektedir. Satın alma usulünde idarenin teklif edeceği bedel, idare içinde oluşturulan bir kıymet takdir komisyonunca belirlenir. Tarafların satın alma usulüyle bir sonuca ulaşamamaları durumunda 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki dönemden farklı olarak bedel tespiti ve tescil için malikin değil idarenin yetkili asliye hukuk mahkemesinde dava açması gerekmektedir. Asliye hukuk mahkemesince 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usul uyarınca tespit edilen bedelin tamamı veya taksitle ödeme koşullarının bulunması durumunda ilk taksidinin nakden veya hesabına yatırılarak malike ödenmesinden sonra tescil kararı verilir. Kararın tescile ilişkin hüküm fıkrası kesin olup bedele ilişkin hüküm fıkrasına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Mülkiyetin idareye geçmesi mahkemece tescil kararı verilmesi ile olur. Öte yandan 2942 sayılı Kanun’un Maddesi uyarınca malikin kamulaştırma kararının iptali istemiyle idari yargıda dava açması da mümkündür. Kural olarak bu davanın açılması, idare tarafından açılan bedel tespiti ve tescil davasını etkilemez. Diğer bir ifadeyle asliye hukuk mahkemesi, idari yargıda kamulaştırma işlemine karşı açılan iptal davasını bekletici mesele yapmak zorunda değildir. Bununla birlikte 2942 sayılı Kanun’un Maddesinin on dördüncü fıkrası uyarınca kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda açılan davada yürütmenin durdurulması kararı verilmesi durumunda asliye hukuk mahkemesince idari yargıdaki davanın bekletici mesele olarak kabul edilmesi zorunludur. Acele Kamulaştırma Usulü Olağan kamulaştırma usulünde idarenin taşınmaza el koyması ancak taşınmazın idare adına tescilinden sonra mümkün olabilmektedir. Taşınmazın tescili ise tarafların anlaşamaması durumunda yukarıda ifade edildiği üzere ancak asliye hukuk mahkemesince verilecek tescil kararı üzerine gerçekleşir. Bununla birlikte idare bazı durumlarda taşınmaza hemen ihtiyaç duyabilir. Bu durumda kamulaştırma sürecinin neticelenmesinin beklenmesi kamu hizmetlerinin yürütülmesinde ciddi aksamalara yol açabilir. Kanun koyucu bu gibi sakıncaların belli ölçüde bertaraf edilmesi amacına yönelik olarak 2942 sayılı Kanun’un Maddesinde düzenlenen acele kamulaştırma usulünü öngörmüştür. Anılan maddede düzenlenen “acele kamulaştırma usulü” idareye kamulaştırma işlemlerinin neticelenmesini beklemeden kamulaştırılan taşınmaza el koyma imkânı tanıyan olağanüstü bir kamulaştırma usulüdür. Buna göre (1) 7/6/1939 tarihli ve 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacının doğması durumunda, (2) aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hâllerde, (3) özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda; gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın kanunda belirtilen usule göre bilirkişilerce tespit edilecek değeri idare tarafından mal sahibi adına bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir. Acele kamulaştırma usulü, olağan kamulaştırmada malik lehine getirilen usule ilişkin güvenceleri bertaraf etmemekte; yalnızca bu usullerin işletilmesinden önce idareye, kamulaştırılacak taşınmaza el koyma imkânı tanımaktadır. Taşınmaza el konulduktan sonra idare tarafından öncelikle satın alma yolunun işletilmesi, bunun mümkün olamaması durumunda ise asliye hukuk mahkemesinde bedel tespiti ve tescil davası açılması gerekmektedir. Bu davada belirlenecek bedelin el koyma istemiyle açılan davada belirlenen bedelden yüksek olması durumunda aradaki fark, idare tarafından malike; düşük olması durumunda ise malik tarafından idareye ödenir. Acele kamulaştırma uygulanabilecek hâllerden biri olan “aciliyetine Bakanlar Kurulunca karar verilmesi” hâlinin söz konusu olduğu durumlarda idarenin acele kamulaştırma kararı alabilmesi için öncelikle Bakanlar Kurulunca kamulaştırma ihtiyacı duyulan proje veya yatırımın aciliyet niteliği taşıdığına karar verilmesi gerekmektedir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesi şöyledir:“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün Maddesinin kamu otoritelerince mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayanmasını zorunlu kıldığını ifade etmiştir. AİHM ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden olan hukuk devletinin Sözleşme’de mündemiç bir kavram olduğunu vurgulamıştır (Vistins ve Perepjolkins/Letonya, B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 95). Ancak AİHM, kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins ve Perepjolkins/Litvanya, § 96). AİHM’e göre, mülkiyetten yoksun bırakma yetkisi tanıyan bir yasa kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ile statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins ve Perepjolkins/Litvanya, § 97). AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM’e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır. Kanunun -kesinliği arzulanan bir husus olmakla birlikte- değişen koşullara uyum sağlama kapasitesine sahip olması da önemlidir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO NeftyanayaKompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO NeftyanayaKompaniyaYukos/Rusya, § 569). AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17510
Başvuru, acele kamulaştırmaya yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin idari yargı kararı dikkate alınmayarak kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve taşınmazların Hazine adına tesciline karar verilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Azadiya Welat gazetesinin (gazete) bazı sayfalarının çıkartılarak hükümlü olan başvurucunun gazeteye erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 18/7/2013 tarihinde Nazilli Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/5/2015 tarihinde, başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/5/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda 21/7/2015 tarihinde görüş sunulmasına gerek duyulmadığını Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi, ekleri ile başvuruya konu olan dosya içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Diyarbakır Gümrük Müdürlüğü, yurtdışından gelen kolilerin kontrolü esnasında on yedi adet yayının yasak olabileceğini değerlendirerek bunları Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, on yedi kitaptan on dört tanesi hakkında toplatma ve yasaklama kararı bulunduğunu tespit ederek hakkında karar bulunmayan üç kitabın 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) maddesi ile görevli Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Savcılığının (TMK maddesi ile görevli), “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak-Beşinci kitap)” (kitap) ve “İlk Konuşmalar (Belgeler zafer kazanan tarzın özdilidir)” isimli PKK terör örgütü lideri olan Abdullah Öcalan tarafından yazılan iki ayrı kitaba ilişkin yaptığı inceleme sonucunda; kitaplarda sürekli KCK/PKK terör örgütünün propagandasının yapıldığı, terör örgütünden ve terör örgütü mensuplarının yaptığı eylemlerden övgüyle bahsedildiği, KCK/PKK terör örgütünün bundan sonra izleyeceği yolun nasıl olması gerektiğinin belirtildiği ve bu bağlamda kitapların, 3713 sayılı Kanun’un maddesine ve 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun maddesine muhalefet ettiği değerlendirilerek her iki kitaba el konulmasına ve toplatılmasına karar verilmesi talep edilmiştir. Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliği (TMK madde ile görevli), Cumhuriyet Savcılığının yaptığı değerlendirmeyle aynı yönde belirlenen gerekçelerle 4/10/2012 tarihli ve 2012/102 Değişik İş sayılı kararı ile anılan kitaplara el konulmasına ve bu kitapalrın toplatılmasına karar vermiştir. Hâkimliğin anılan kararından sonra evrak Cumhuriyet Savcılığına gönderilmiş ve 2012/3121 S. sayılı soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Savcılığı soruşturma sonucunda, 29/11/2012 tarihli kararı ile kitapların yurtdışından geldiği ve kitapları basanın tespit edilemediği, kitapların gönderildiği kişinin olaydan haberdar olmadığına dair savunmasının aksine bir delil bulunmadığı gerekçesiyle olayla ilgili kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, karar ile birlikte Diyarbakır 2 No.lu Hâkimliğinden (TMK madde ile görevli) kitapların müsaderesini talep etmiştir. Hâkimlik, 30/11/2012 tarihli ve 2012/290 Değişik İş sayılı kararı ile kitapların müsaderesine karar vermiştir. Kitaplar 11/3/2014 tarihinde yakılarak imha edilmiştir. Anılan kitaplardan “Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma)” isimli kitabın İstanbul 2 No.lu Hâkimliğinin 21/9/2012 tarihli ve 2012/156 sayılı kararı ile toplatılmasına ve bu kitaba el konulmasına ilişkin kararına karşı yapılan bireysel başvuru konusunda Anayasa Mahkemesi, Abdullah Öcalan (B. No: 2013/409, 25/6/2014) kararında Anayasa’nın maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Bunun üzerine Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği, 2/9/2014 tarihli ve 2014/467 Değişik İş sayılı kararı ile Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliğinin 4/10/2012 tarihli toplatma ve el koyma kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucuya gelen Azadiya Welat gazetesinin 14 Haziran 2013 tarihli nüshasında, Diyarbakır 3 No.lu Hâkimliğinin 4/10/2012 tarihli kararı ile el konulmasına ve toplatılmasına karar verilen kitabın bazı bölümleri yayımlanmıştır. Nazilli E Tipi Kapalı Açık Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 14/6/2013 tarihli ve K.2013/44 sayılı kararında, anılan kitabın bölümlerinin yayımlandığı gazetenin ilgili sayfalarının başvurucuya verilmesini uygun görmemiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Eğitim Kurulumuza iletilen 14 Haziran 2013 tarihli AzadiyeWelat isimli gazete ile ilgili olarak yapılan incelemede ise; gazetenin Beş (5) ve Altıncı (6) sayfalarında; beşinci savunma Abdullah Öcalan'ın demokratik devrim çözümü XLV başlıklı tam sayfa yazısının olduğu belirlenmiştir.Diyarbakır 3 Nolu Hâkimliğinin, Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak) beşinci kitapla ilgili olarak 4/10/2012 tarih ve 2012/102 İş sayılı "El Konulmasına ve Toplatılmasına" kararı bulunduğundan,Söz konusu gazete sahibi hükümlünün dilekçe ile talep etmesi halinde gazetenin ve sayfalarının çıkarılarak kendisine verilmesine, herhangi bir talebi olmaması halinde gazetenin depoya kaldırılmasına... " Başvurucu, Eğitim Kurulunun kararına karşı Nazilli İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. Şikâyeti inceleyen Hâkimlik, 20/6/2013 tarihli ve K.2013/886 sayılı kararıyla başvurucunun şikâyetinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Azadiye Welat isimli gazetenin Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu tarafından incelenmesi neticesinde 14 Haziran 2013 tarihli sayısının 5 ve sayfalarında Abdullah Öcalan'ın demokratik devrim çözümü XLV başlıklı tam sayfa yazısının bulunduğunun tespit edildiği;Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Kürtsel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak) isimli kitabın beşinci cildiyle ilgili olarak Diyarbakır 3 Nolu Hakimliğinin 04/10/2012/102 İş sayılı "El Konulmasına ve Toplatılmasına" karar verildiğinden Kurumumuz Eğitim Kurulu Başkanlığının 14/06/2013 tarih ve 2013/44 sayılı kararı ile AzadiyeWelat isimli gazetenin Ve Sayfalarının çıkartılarak gazetenin hükümlüye verilmesine, hükümlünün herhangi bir talebinin olmaması halinde gazetenin emanet eşya deposuna kaldırılmasına karar verildiği tespit edildiği, hükümlünün talebi ile ilgili bahse konu gazetenin ilgili sayfaları hakkında toplatma kararı verildiği ,ceza infaz kurumunca verilen kararın 5275 sayılı yasanın 62 maddesi uyarınca uygun olduğu görülmekle hükümlünün talebinin reddine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Nazilli Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliğinin kararının "... usul ve yasaya uygun bulunduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 4/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa Mahkemesinin 8/4/2015 tarihli ve B. No: 2013/3614 sayılı kararında belirtilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6123
Başvuru, ceza infaz kurumu tarafından Azadiya Welat gazetesinin (gazete) bazı sayfalarının çıkartılarak hükümlü olan başvurucunun gazeteye erişiminin engellenmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ziyaretçi listesinde değişiklik yapılması talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Hükümlü olan başvurucu, ziyaretçi listesinde bulunan bir kişinin ziyaretine gelmemesi nedeniyle listeden çıkarılması ve yerine başka bir kişinin ziyaretçi olarak eklenmesi talebiyle 8/10/2018 tarihinde ceza infaz kurumuna müracaat etmiştir. Kurum 16/10/2018 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; mevzuata atıfla ziyaretçi listesinin değiştirilmesi için gerekli olan ölüm, ağır hastalık, doğal afet, nakil ya da ziyaretçinin ziyaret olanağını ortadan kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu bir hâlin belgelendirilmediği belirtilmiştir. Başvurucu söz konusu karara karşı İnfaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz hâkimliği, kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 6/12/2018 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Anılan karara karşı yaptığı itiraz, itirazın kabulü için bir neden bulunmadığı gerekçesiyle ağır ceza mahkemesinin 19/12/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 24/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 23/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvurunun incelenmesi sürecinde tahliye edilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3119
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun ziyaretçi listesinde değişiklik yapılması talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ve yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf astsubay olarak görev yapmakta iken TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında idari tahkikat başlatılmış; bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatini içeren 26/4/2012 tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/6/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar verilmiştir. Anılan karar 20/6/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş, Genelkurmay Başkanınca da Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine hazırlanan 2012/12-315 sayılı kararnamenin 27/9/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanı tarafından onaylanmasıyla başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; istihbarat birimindeki görevliler tarafından 13/11/2009 tarihinde sorgulandığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini belirterek yürütmenin durdurulması ve ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 13/11/2012 tarihinde dava açmıştır. Sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 5/2/2013 tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 18/4/2013 tarihli düşünce yazısında, başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir defa disiplin cezası ile cezalandırıldığı, mesleki sicil ortalamalarının mükemmele yakın çok iyi seviyede olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca özel hayatın gizliliği kapsamında kalması gereken bilgilerin ayırma işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülülük ilkesinin ihlal edildiği, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 9/7/2013 tarihli ve E.2012/1444, K.2013/821 sayılı kararıyla dava konusu işlem iptal edilmiştir. Kararda, başvurucunun içinde bulunduğu cinsel eylemlerin on üç yıl öncesinde gerçekleştiği, bu durumun devamlılık arz etmediği,başvurucunun 2009 yılında ifadesi alındıktan sonra TSK'dan çıkarılmasını gerektiren herhangi bir disiplinsizlik eylemi sergilemediği, aksine başarılı ve disiplinli çalışmalarına devam ettiği için tam sicil notları ile değerlendirilip takdirnamelerle ödüllendirildiği, başvurucunun cinsel eylemlerinin askerî hizmetin işleyişini güçleştirdiğine veya disiplini zedelediğine ilişkin somut hiçbir vaka ileri sürülemediği, başvurucunun bu olay nedeniyle herhangi bir ceza soruşturmasına ve kovuşturmasına tabi tutulmadığı, münferit bir olay nedeniyle tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanılmadığı, ölçülülük ilkesine uyulmadığı ve kamu yararı ile birey yararı arasındaki dengenin sağlıklı bir şekilde kurulamadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/1210, K.2013/1189 sayılı kararıyla kabul edilmiş ve oyçokluğuyla davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, 13/11/2009 tarihli ifadenin bir suç isnadıyla ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve davacının bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı, ayrıca 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun maddesi gereğince bir kere dahi olsa gayri tabi mukarenette bulunulduğu takdirde ilgili asker kişi hakkında TSK'dan çıkarma cezası verilmesi gerektiği, yasa koyucunun bu hususta davalı idareyi zorunlu kıldığı, bu doğrultuda takdir yetkisinin ölçülü ve objektif şekilde kullanıldığı ve tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. İki üye, 9/7/2013 tarihli iptal kararında yer alan gerekçelerle karara katılmamıştır. Karar 31/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 29/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine 25/7/2016 tarihinde sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 13/11/2009 tarihinde başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu tespit edilememiştir. Anılan ifade alma işlemi sırasında başvurucuya uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı, eş cinsel şahıslarla cinsel birliktelik yaşayıp yaşamadığı, grup hâlinde cinsel birliktelikler yaşayıp yaşamadığı, porno film arşivinin bulunup bulunmadığı, görev yaptığı yerde para karşılığı porno film satan askerî personelin olup olmadığı, borçlarının bulunup bulunmadığı hususlarının sorulduğu görülmüş ve tanıdığı bazı askerî personel hakkında başvurucudan bilgi talep edilmiştir. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve özellikle cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıklayarak ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği görülmüştür.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi; 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri; 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası; 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin maddesi; Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan ve maddeleri.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1206
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ve yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, meslekten ihraç edilen başvurucunun hakkında yürütülen idari soruşturma dosyası ile ilgili olarak yargısal süreçlerde kullanmak üzere bilgi edinme talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1972 doğumlu olan başvurucu, İstanbul Gaziosmanpaşa Ülkü Ortaokulunda okul öncesi öğretmeni olarak görev yaparken 7/2/2017 tarihli ve 29972 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 686 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (686 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır [olağanüstü hâl (OHAL) dönemi ve bu dönemde kamu görevinden çıkarmaya yönelik tedbirler hakkında detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25, 56-60]. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılmasına dair hakkındaki idari soruşturma dosyasının bir örneğinin 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında tarafına verilmesi talebiyle 14/9/2018 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığına (MEB/İdare) başvuru yapmıştır. Başvurucunun talebine ilgili İdare tarafından herhangi bir cevap verilmemiştir. Başvurucu İdarenin talebine cevap vermemesi şeklindeki zımni ret işleminin iptali talebiyle dava açmıştır. Davanın görüldüğü İstanbul İdare Mahkemesi 23/5/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 19/11/2019 tarihinde "dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesi gerektiği" gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulüne karar vermiş, akabinde İstanbul İdare Mahkemesi 29/1/2020 tarihinde davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir. Dosyanın yetkili idare mahkemesine gönderilmesi üzerine davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi 5/3/2020 tarihinde "Olağanüstü hal kapsamında düzenlenen kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları incelemek üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun kurulmasına karar verildiği, davalı idarece 14/02/2019 havale tarihli savunmada dilekçesinde ise davacı ile ilgili olarak OHAL Komisyonu tarafından Bakanlığa ulaşmış bilgi ve belgenin bulunmadığı ifade edildiği, dolayısıyla davacıya belge verilebilmesi için öncelikle dosyasının davalı idareye ulaşması gerektiği açık olup gelinen aşamada davalı idare nezninde henüz herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığından, davacının bu yöndeki isteminin cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 24/6/2020 tarihinde "kararın usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 14/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 5/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26430
Başvuru, meslekten ihraç edilen başvurucunun hakkında yürütülen idari soruşturma dosyası ile ilgili olarak yargısal süreçlerde kullanmak üzere bilgi edinme talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 14/1/2009 Polatlı İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkilerinden kaynaklanan tazminat davasında yargılamanın ilerleyen safhalarında dava dosyası Polatlı Asliye Hukuk Mahkemesine (İş Mahkemesi Sıfatıyla) devredilmiş, Polatlı Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 11/2/2016 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine dava dosyası Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş, temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16439
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 2008 yılı terfi değerlendirilmesi sonucunda sınıf emniyet müdürlüğü rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin iptali istemi ile açmış olduğu davada Anayasa’nın maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin, maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ve maddesinin dördüncü fıkrasında tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesine ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/6/2013 tarihinde Sinop Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Bakanlık, yazılı görüşünü 21/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 3/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 14/3/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, emniyet amirliği rütbesine 2004 yılında terfi etmiş, dört yıllık bekleme süresinin sonunda durumu değerlendirilerek Yüksek Değerlendirme Kurulu kararı ile sınıf emniyet müdürü rütbesine terfi ettirilmemesine karar verilmiştir. Başvurucu, 4 yıllık zorunlu bekleme süresini doldurduğu ve bu süre içinde sicillerinin olumlu olduğu, sadece 4 günlük maaş kesim cezasının bulunduğu ve bunun da terfisine engel olacak nitelikte bulunmadığı iddiasıyla terfi ettirilmeme işleminin iptali istemiyle 29/5/2008 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi 31/12/2008 tarih ve E.2008/552, K.2008/2505 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir:“Uyuşmazlığa konu olayda, Emniyet Amiri rütbesine 2004 tarihinde terfi eden davacının bulunduğu rütbedeki zorunlu bekleme süresini doldurduğu ve bekleme süresi içindeki sicillerinin de 2004 yılı 97, 2005 yılı 92, 2006 yılı 66, 2007 yılı 81 olduğu ve ayrıca 13 maaş ve 2 takdirname ile taltif edildiği ve 4 günlük aylık kesimi cezası dışında hakkında verilmiş bir mahkumiyet veya disiplin cezası bulunmadığı anlaşılmış ise de, İzmir Emniyet Müdürlüğü emrinde görevli olduğu döneminde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 2005/519 nolu dosya üzerinde yürütülen soruşturma kapsamında İzmir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce çıkar amaçlı suç örgütüne yönelik yapılan operasyonlar sonucunda bahse konu suç örgütü ile irtibatlı olanlar arasında davacının da bulunduğunun tespiti üzerine aralarında davacının da bulunduğu sanıklar hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E:2007/375 sayılı dosyasında açılan ceza davasının derdest olduğu ve dava hakkındaki iddiaların da UYAP sorgu sisteminde yapılan sorgulama sonucunda "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, tutuklu, hükümlü veya suç delillerini bildirmeme" olduğu hususları dikkate alındığında idarenin takdir yetkisi kapsamında tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” Başvurucu tarafından yürütmeyi durdurma talepli olarak karar temyiz edilmiş, Danıştay Onikinci Dairesi 26/5/2009 tarih ve E.2009/2515 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş, başvurucu ikinci kez yürütmeyi durdurma talep etmesi üzerine Daire 22/4/2011 tarih ve E.2009/2515 sayılı kararı ile yeniden yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş, 12/6/2012 tarih ve E.2009/2515, K.2012/4104 sayılı kararı ile de temyiz istemini reddederek, Mahkeme kararını onamıştır. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/2/2013 tarih ve E.2012/11336, K.2013/598 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 14/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan, dava dosyasının temyiz incelemesi devam etmekte iken başvurucu 30/6/2010 tarihi itibarıyla sınıf emniyet müdürlüğü rütbesine terfi ettirilmiştir. B. İlgili Hukuk 4/6/1937 tarih ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun “Terfî ve atama” başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Polis Amirleri, rütbe sırası ile Komiser Yardımcısı, Komiser, Başkomiser, Emniyet Amiri, 4 üncü Sınıf Emniyet Müdürü, 3 üncü Sınıf Emniyet Müdürü, 2’nci Sınıf Emniyet Müdürü, 1 inci Sınıf Emniyet Müdürü ve Sınıf Üstü Emniyet Müdürüdür.Bu rütbelere terfiler, bu maddede öngörülen sınav ve eğitim şartı saklı kalmak üzere, kıdem ve liyakata göre yapılır.…Taksirli suçlar hariç, paraya çevrilse veya tecil edilse dahi alınan hapis cezaları, aylıksız izinde geçen süreler, uzun ve kısa süreli durdurma cezaları ile meslekten ve memuriyetten men cezaları, ceza süreleri kadar rütbe terfiini geri bıraktırır. Her olumsuz sicil, rütbe terfiini bir yıl geciktirir.…” Aynı maddenin son fıkrası uyarınca çıkarılan ve 10/8/2001 tarih ve 24489 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeli Rütbe Terfileri ve Değerlendirme Kurullarının Çalışmalarına İlişkin Yönetmeliğin “Yüksek Değerlendirme Kurulunun değerlendirme ve karar usulü” başlıklı maddesi şöyledir:“Yüksek Değerlendirme Kurulu üyeleri; 22’nci madde belirtilen terfi edecek personel hakkında; a) Bulunduğu rütbede, affa uğramış olsa bile, adli mercilerce verilen kararlar ve bu kararlara dayanak olan fiillerini, b) Bulunduğu rütbede, affa uğramış olsa bile, disiplin kurullarınca verilen disiplin cezalarına veya soruşturma bilgilerini ve bu soruşturmalara dayanak olan fiil ve hareketlerini, c) Performans değerlendirme, ödül ve başarı belgesi bilgilerini, d) Meslek içerisindeki bilgi, beceri ve davranışlarını, değerlendirerek edinecekleri kanaate göre oy çokluğu ile karar verirler. …”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3771
Başvurucu, 2008 yılı terfi değerlendirilmesi sonucunda 4. sınıf emniyet müdürlüğü rütbesine terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin iptali istemi ile açmış olduğu davada Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin, 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesine ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının 2/11/2010 tarihinde zamanaşımı nedeniyle reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 8/7/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 17/1/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde, bir şirket aleyhine İstanbul İş Mahkemesinde açtığı davada, 21/12/1991 ilâ 17/4/2005 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde çalıştığını, 17/4/2005 tarihinde işveren tarafından iş akdinin feshedildiğini, 1/10/1992 ilâ 31/3/1995 tarihleri arasındaki dönem için düzenlenen toplu iş sözleşmesi hükümleri ile belirlenen ücretlerin eksik ödendiğini ileri sürerek, ücret alacağı ve tazminatların tahsilini talep etmiştir. Mahkeme, 2/11/2010 tarih ve E.2005/360, K.2010/922 sayılı kararla, başvurucunun alacaklarının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/5/2013 tarih ve E.2011/7272, K.2013/14363 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Karar, 5/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 8/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin son fıkrası şöyledir:“Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5468
Başvurucu, 5/5/2005 tarihinde İstanbul 8. İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının 2/11/2010 tarihinde zamanaşımı nedeniyle reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, işçilik alacaklarına ilişkin açılan davada ıslah talebi dikkate alınmadan karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, emekli olması üzerine Bakırköy İş Mahkemesinde (Mahkeme) 500 TL işçilik alacağının tahsili istemine ilişkin dava açmıştır. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırmış ve alınan bilirkişi raporunda başvurucunun 222,30 TL alacağının olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme 25/2/2019 tarihinde başvurucuya 500 TL işçilik alacağının ödenmesine kesin olarak karar vermiştir. Karar gerekçesinde de; bilirkişi raporuna yönelik itirazlarını sunması ve harç ikmali yaparak ıslah talebinde bulunması için başvurucuya iki haftalık süre tanındığını ancak başvurucu vekilinin belirtilen süreden sonra 22/2/2019 tarihli dilekçesiyle ıslah talebinde bulunduğunu ve süresinde olmayan ıslah dilekçesinin dikkate alınmayacağını belirtmiştir. Başvurucu kesin olarak verilen mahkeme kararından sonra 15/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8132
Başvuru, işçilik alacaklarına ilişkin açılan davada ıslah talebi dikkate alınmadan karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan yapılan kovuşturmanın sarkıntılık suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde yedi yaşında olan başvurucu, ilkokul birinci sınıf öğrencisidir. 29/11/2010 tarihinde saat 30 civarında başvurucuyla okuldan eve gelen anne başvurucunun iç çamaşırını yıkamak istemiş; çamaşırı makineye atarken çamaşırda kan, ardından kızının cinsel organında ekimoz olduğunu fark etmiş; bunun üzerine olay ortaya çıkmıştır. Suça sürüklenen çocuk N.K. Sulh Ceza Mahkemesinin 3/12/2010 tarihli sorgusu üzerine tutuklanmış, yargılama sırasında 31/12/2010 tarihli celsede ise tahliye edilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda 10/12/2010 tarihli iddianameyle, sırasıyla 13 ve 14 yaşında olan ve aynı okulda okuyan suça sürüklenen çocuklar İ.K. ve N.K. hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kamu davası açılmıştır. Mağdure ifadelerinde ilkokul birinci sınıf öğrencisi olduğunu, olay günü arkadaşlarıyla tenefüste oyun oynadıktan sonra ders zilinin çaldığını, yanındaki arkadaşlarının sınıfa gittiğini, üst sınıflardan iki öğrencinin geldiğini, kolundan tutup araya götürdüklerini, külotlu çorabını indirerek elleriyle çimdiklediklerini söylemiştir. Mağdure, kendisine gösterilen fotoğraf albümünden suça sürüklenen çocuklar İ.K. ve N.K. isimli öğrencileri teşhis etmiştir. Suça sürüklenen çocuklar savunmalarında suçlamaları kabul etmemiştir. Gölcük Devlet Hastanesinin 30/11/2010 tarihli raporunda; darp, vajinal kanama şikâyetiyle gelen başvurucunun yapılan vajinal muayenesinde vajinanın muhtelif yerlerinde 4x3 cm’lik ekimoz, 1x2 cm’lik hematom saptandığı kayıtlıdır. Kocaeli Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 2/12/2010 tarihli raporunda; kendisine karşı işlendiği belirtilen cinsel istismar suçunun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin yeterince gelişmemiş olduğu, harici muayenede vücudunda emme, sıkma, ısırma gibi şehevi cebir şiddet izi veya başka türlü darp veya cebir izi tespit edilmediği, genital muayenede vajinada 3x5 cm ekimoz, bakire olduğu, mevcut ekimozun bir travma tatbiki ile meydana gelebilir nitelikte olduğu, tekme veya yumruk gibi darp veya bir cisim üzerine sertçe düşmesi suretiyle meydana gelebileceği kanaatine varıldığı, yapılan anüs muayenesinde livataya ait herhangi bir bulgu tespit edilmediği, mevcut hâli ile mağdurenin ruh sağlığının bozulmadığı tespit edilmiştir. Adli Tıp Kurumu (ATK) İhtisas Kurulunun 21/3/2012 ve ATK Genel Kurulunun 30/10/2014 tarihli raporlarında travma sonrası stres bozukluğu yaşayan mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu bildirilmiştir. Mahkemenin olayın gerçekleşme şekliyle alakalı olarak yaptığı tespit ve kabule karşı başvurucunun bir itirazı bulunmamaktadır. Başvurucunun itirazları eylemin vasıflandırılması ve yaptırımın caydırıcılığı ekseninde yoğunlaştığından tanık beyanları ve diğer delillere yer verilmesine gerek duyulmamıştır. Yapılan yargılama sonunda Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 30/12/2014 tarihinde suça sürüklenen çocuklar hakkında ayrı ayrı 1 yıl 10 ay 15 gün hapis tayin ederek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) ve suça sürüklenen çocukların üç yıl süreyle denetim altında tutulmalarına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:  “…Olay tarihinde 12-15 yaş grubunda olan ve ATK Kocaeli Şube Müdürlüğü raporlarına göre işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin yeterince gelişmiş olduğu belirtilen SSÇ'ın savcılık sorgu ve mahkeme aşamasındaki savunmalarında suçlamayı kabul etmedikleri, ancak katılanın ısrarlı bir şekilde maruz kaldığı iddia edilen cinsel istismar olayı ile ilgili olarak SSÇ'ı teşhis etmesi, SSÇ'ın sınıf arkadaşı olduğu ve olay saatinde boş derste maç oynadıklarından her ikisinin birlikte ve okul bahçesinde olması, bu durumun SSÇ'ların beyanları ile de doğrulanması, SSÇ lehine beyanda bulunan tanıkların hiçbirinin görgüye dayalı tanıklıklarının bulunmaması, katılan ve SSÇ'lar arasında önceye dayalı herhangi bir husumet veya tanışıklığın olmaması, katılanın olay sebebiyle ruh sağlığının bozulması ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde SSÇ'ların suç işlemediklerine dair savunmalarına itibar edilmemekle birlikte katılana organ veya sair cisim sokulmamış olduğuna ilişkin doktor raporu dikkate alındığında SSÇ'ın katılana karşı eylemlerinin nitelikli cinsel istismar değil ancak katılan çocuğa sarkıntılık suçunu oluşturduğu anlaşılmakla SSÇ'ın birden fazla kişi tarafından 15 yaşından küçük çocuğa karşı sarkıntılık suçundan cezalandırılmalarına, SSÇ cezalarında yaş küçüklüğünden indirim yapılmasına, yargılama sırasındaki saygılı davranışları gözetilerek takdiri indirim uygulanmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermek gerekmiştir.…” Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 15/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 3/2/2015’te başvurucuya tebliğ edildiğinden 5/3/2015’te yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre bireysel başvuru yapıldıktan sonra Mahkemenin 24/1/2018 tarihli ek kararlarıyla denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemediklerinden suça sürüklenen çocuklar hakkında verilen hükümler ortadan kaldırılarak davanın düşmesi kararı verdiği anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:"Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesiMadde 3- (1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.…Çocukların cinsel istismarıMadde 103- (Değişik: 18/6/2014-6545/59 md.)  (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır. Cinsel istismar deyiminden;a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,…anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. (3) Suçun; a) Birden fazla kişi tarafından birlikte,…işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.…Cinsel tacizMadde 105- (Değişik: 18/6/2014-6545/61 md.) (1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına, fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur....Yaş küçüklüğüMadde 31- … (2) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/5 md.) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların ... işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde … cezaların yarısı indirilir …Cezanın belirlenmesiMadde - (1) Hakim, somut olayda;a) Suçun işleniş biçimini,b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,d) Suçun konusunun önem ve değerini,e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,g) Failin güttüğü amaç ve saiki,Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.…Takdiri indirim nedenleriMadde 62- (1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde …cezaların altıda birine kadarı indirilir. (2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir.” 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Temel ilkeler Madde 4 - (1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla; …b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi, …f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi, g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,…i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması, ...l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması,İlkeleri gözetilir.Hükmün açıklanmasının geri bırakılması Madde 23- (Değişik: 6/12/2006-5560/40 md.) (1) Çocuğa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda, Ceza Muhakemesi Kanunundaki koşulların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Ancak, bu kişiler açısından denetim süresi üç yıldır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıMadde 231 –… (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir … Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.... (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur...  (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.  (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. …”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “İşkence yasağı Madde 3- Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz." 27/1/1995 tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin ve maddelerinin ilgili kısımları şöyledir: “Madde 3- Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.…Madde 37- Taraf Devletler aşağıdaki hususları sağlarlar: …b) ...Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp, uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır. ...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin maddesiyle birlikte maddesinin yüksek Sözleşmeci taraflara, yetki alanı içinde bulunan herkese Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlüğü ve kamu görevlisi olmayan kişiler tarafından yapılsa bile söz konusu kişilerin kötü muamelelere maruz kalmalarının engellenmesine yönelik önlemleri alma ve gerçekleşmesi durumunda etkili yargısal soruşturma yapma yükümlülüğü ortaya çıkardığını kabul etmektedir (Y./Slovenya, B. No: 41107/10, 28/5/2015, § 95; Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 98; A./Birleşik Krallık, B. No: 25599/94, 23/9/1998, § 22; /Bulgaristan, B. No: 39272/98, 4/12/2003, § 149; Secic/Hırvatistan, B. No: 40116/02, 31/5/2007, § 52; Fahri Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, § 38; Yehovanın Şahitleri Gldani Cemaatinin 97 üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, §§ 26-28; ve Y./Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 27). Söz konusu koruma özellikle cezai konularda hükümler getirilerek ve bu hükümlerin uygulamada etkin bir şekilde hayata geçirilerek kişilerin Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelerden yeterince uzak kalmalarını sağlayan yasal bir çerçeve oluşturulmasını gerektirmektedir (/Bulgaristan, §§ 150-153; N./Bulgaristan, B. No: 3832/06, 27/11/2012, §§ 36, 37; G.U./Türkiye, 16143/10, 18/10/2016, § 60). İşkence ve kötü muamele soruşturmaları sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılması ile sonuçlanacak nitelikte olmalıdır. AİHM'in yerleşik içtihatları uyarınca bunun anlamı, yerel adli makamların uygulanan fiziksel ya da psikolojik eziyeti hiçbir koşulda cezasız bırakmamaları gerektiğidir. Bu yaklaşım özellikle halkın hukuk devletine olan güvenini ve desteğini sağlamak noktasında önem arz etmektedir. Ayrıca kamu makamlarının hukuka aykırı fiillere tolerans gösterdiği ya da gerekli dikkati göstermediğine ilişkin toplumda oluşabilecek kanaatin önlenmesi açısından da gereklidir (Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 43). Diğer vakalarda bir eylemin kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için fiilin asgari eşiği aşmasını bekleyen AİHM (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, § 30) ilke olarak çocuklara karşı işlenen cinsel istismarlarda eşik değerlendirmesi yapmaksızın madde kapsamında inceleme yapmaktadır (Birçok karar arasından bkz. Y./Slovenya, /Bulgaristan). AİHM, yargılamanın aleni olmasının erişkinlere göre daha kırılgan durumdaki çocuk mağdurların onurunu ve özel hayatını zedeleyecek ruhsal sıkıntılar yaşamasına neden olabileceğine işaret ederek duruşmaların kapalı yapılması gerektiğini belirtmiştir (A.S. veC.S./Romanya, B. No: 26692/05, 20/3/2012, § 81; G.U./Türkiye, §§ 71-73). AİHM, 5271 sayılı Kanun ile düzenlenen HAGB kararının faillerin cezadan muaf tutulması ile sonuçlandığını çünkü belirtilen müessesenin uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza ile birlikte tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmekle birlikte (Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 17) üçüncü kişiler arasında gerçekleşen bir kasten yaralama olayında -mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak- ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini dile getirmiştir (Fahri Çalışkan/Türkiye, § 52).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4213
Başvuru, çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan yapılan kovuşturmanın sarkıntılık suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2307
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/10/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli ili Ovacık ilçesi Karataş köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 11/4/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 4/3/2011 tarihli ve 2011/1-6340 sayılı kararında; dosyanın incelenmesi sonucu başvurucunun dosyasının annesinin dosyası ile birleştirildiği, ayrıca Komisyona beyan etmiş olduğu dosyasındaki tapuların annesi S.A.nın dosyasındaki tapuların aynısı olduğu görülmüş yani dosyanın mükerrer olduğu anlaşılmış olup birden fazla başvuru yapıldığından talebin reddine karar verilmiştir. talebin reddine ilişkin Komisyon kararına karşı başvurucu tarafından Elazığ İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Elazığ İdare Mahkemesinin 26/7/2012 tarihli ve E.2012/769, K.2012/1375 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“...Dava dosyasının incelenmesinden; davacının malvarlığının bulunduğu Tunceli İli, Ovacık İlçesi Karataş Köyünde meydana gelen terör olayları sebebiyle buradaki malvarlığına ulaşılamaması nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında tazmini istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonunun 2011 tarih ve 2011/1-6340 sayılı kararının iptali istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır. Bakılan davada Mahkememizin2012 tarihli ara kararı ile davacı vekilinden; davacının hayvan zararlarını tespite yönelik tüm bilgi ve belgelerin istenildiği, cevaben gönderilen ve Mahkememiz kaydına 2012 tarihinde giren cevap dilekçesinde; 2007 tarihli tutanak dışında herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı ve davacıdan zararının ispatına yönelik herhangi bir bilgi ve belgenin beklenmemesi gerektiği belirtilmiştir. Bu durumda, taşınır mal niteliğinde bulunan hayvan zararlarının ispat külfetinin Türk Medeni Kanununun maddesi hükmü uyarınca Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü olduğu belirtilmiş olduğundan, bu kapsamda dava dosyası içerisinde yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucu; davalı idare tarafından yapılan ve davacı vekilinin katılarak imzaladığı keşif tutanağında davacının hayvanları olduğuna ilişkin hiçbir tespite yer verilmediği, menkul mal niteliğinde bulunan hayvanların kolayca elden çıkarılabileceği gibi köyü terk ederken beraberinde götürebilmesi de mümkün bulunduğu, davacı tarafından hayvanları olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin (hayvan sağlık raporu vs) dava dosyasına sunulmadığı sadece 2007 tarihli azalar ile davacı tarafından imzalanmış tutanağın sunulduğu görülmekte olup, davacının hayvanları olduğunun ve dolayısıyla hayvancılık yapamaması nedeniyle oluştuğu iddia olunun zararının tazminine yönelik olarak yapılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2012/11664, K.2013/9945 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş; aynı Dairenin 19/6/2014 tarihli ve E.2014/4309, K.2014/5634 sayılı ilamı ile talep reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 11/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16591
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 8/9/2011 tarihinde açtığı dava 10/4/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 15/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34175
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Salihli Cumhuriyet Başsavcılığınca aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı kişiler hakkında FETÖ/PDY üyesi olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 30/9/2016 tarihinde silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan gözaltına alınan başvurucu, 4/10/2016 tarihinde tutuklanarak Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir. Salihli Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmayı tamamladıktan sonra dosyayı 19/9/2017 tarihli fezleke ile Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılığın 26/9/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun Bylock programını kullandığı, örgüt mensuplarınca kullanılan evlerde kalıp abilik görevi yaptığı, üniversiteden mezun olduktan sonra örgütün başvurucuyu, Salihli ilçesindeki örgüte ait öğrenci yurdunda örgüt hiyerarşisinde basamakta yer aldığı belirtilen belletmen olarak görevlendirdiği iddialarına yer verilmiştir. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada Mahkemece 2/10/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 24/11/2017 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Dört celsede tamamlanan yargılamanın tüm celselerine başvurucunun katılımı SEGBİS aracılığı ile sağlanmış, tüm celselerde başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu 10/11/2017 tarihinde Mahkemeye gönderdiği dilekçede, 24/11/2017 tarihinde yapılacak ilk celseye bizzat katılmak istediğini, bu nedenle duruşmada hazır bulundurulmasının sağlanmasını talep etmiştir. 24/11/2017 tarihli duruşma tutanağına göre başvurucunun dilekçesi okunmuş ve SEGBİS aracılığı ile savunmasının alınmasına engel bir hâli bulunmadığı gerekçesiyle talebi reddedilerek yargılamaya devam edilmiştir. Bu celsede sorgusu yapılan başvurucu dosyadaki delillere karşı savunma yapmıştır. Mahkemece başvurucunun bir sonraki duruşmada hazır edilmesinin İnfaz Kurumundan istenilmesine karar verilerek duruşma 19/1/2018 tarihine ertelenmiştir. 19/1/2018 tarihli ikinci celseye ilişkin duruşma tutanağına göre başvurucunun SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediği veya duruşmada bizzat hazır bulunmak istediği yönünde herhangi bir beyanda bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece başvurucunun bir sonraki duruşmada hazır edilmesinin İnfaz Kurumundan istenilmesine karar verilerek duruşma 30/3/2018 tarihine ertelenmiştir. 30/3/2018 tarihli celsede de başvurucu, SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediği veya duruşmada bizzat hazır bulunmak istediği yönünde herhangi bir beyanda bulunmaksızın dosyadaki delillere karşı savunma yaptıktan sonra Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Başvurucu esas hakkında mütalaaya karşı savunma hazırlamak için süre istemiştir. Duruşma tutanağına göre Mahkeme, başvurucunun savunmasını hazırlaması için süre verilmesine ve bir sonraki celsede hazır edilmesinin İnfaz Kurumundan istenilmesine karar vererek duruşmayı 9/4/2018 tarihine ertelemiştir. 9/4/2018 tarihli son celsede başvurucu SEGBİS aracılığı ile esas hakkındaki savunmasını sunmuş ve Mahkemece başvurucunun atılı suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu istinaf başvurusunda, -diğerlerinin yanı sıra- tüm duruşmalara katılımının SEGBİS aracılığı ile sağlanmaya çalışıldığını, duruşmalarda hazır bulunma talebinin reddedildiğini, savunmalarında ileri sürdüğü birçok hususun tutanaklara aktarılmadığını, duruşmalarda delillerin tam olarak tartışılamadığını ve SEGBİS nedeniyle kendisini istediği gibi ifade edemediğini ileri sürmüştür. Başvurucunun istinaf başvurusu, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 18/7/2018 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Başvurucu 14/8/2018 tarihli temyiz dilekçesinde de -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak istemediğini belirtmiş olmasına rağmen talebinin Mahkemece reddedildiğini, duruşmalara SEGBİS aracılığıyla katılması nedeniyle duruşmalara bizzat katılma hakkının ve yüz yüze yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 23/5/2019 kararı ile hüküm düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu müddetnamenin tebliğ edildiği 23/9/2019 tarihinde nihai karardan haberdar olduğunu beyan ederek 26/9/2019 tarihinde başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33803
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından verilen kayıt sorgulama belgesinde "Kamu kurumundan ihraç edilmiş bulunmaktadır." ibaresinin bulunması ve buna yönelik bilgi edinme talebinin kabul edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 5/9/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmış olup hâlen Keskin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu 13/12/2016 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) kayıt sorgulama belgesi almıştır. Belgede bulunan "Emekli Sandığı" başlığı altında, "01/09/2016 tarihinde kamu kurumundan ihraç edilmiş bulunmaktadır." ibaresi yer almaktadır. Başvurucu 6/1/2017 tarihinde SGK'dan bilgi edinme talebinde bulunmuştur. Talepte kayıt sorgulama belgelerinde kamudan başka gerekçelerle ihraç edilen kamu görevlileri hakkında benzer bir kayda yer verilip verilmediği, tazminatsız olarak işten çıkarılan bir işçi için de benzer şekilde işten çıkarılmaya dair bir kaydın bulunup bulunmadığı, ayrıca uygulamanın yasal dayanağı, bu şekilde bir ifadeye yer verilmesinin gerekçesi ve kurumun hangi göreviyle ilgili olduğu, uygulama ile ne amaçlandığı, bu uygulamanın ne kadar süre devam edeceği, yeni bir işe girilmesi hâlinde de benzer bir kayda yer verilip verilmeyeceği sorulmuştur. Başvurucu, SGK tarafından süresi içinde cevap verilmediğinden 16/2/2017 tarihinde Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna (BEDK) talebinin uygunluğunun değerlendirilmesi ve uygun görüldüğü takdirde SGK tarafından talebinin karşılanması için bildirimde bulunulması için başvurmuştur. BEDK 16/3/2017 tarihinde talebi reddetmiştir. Kararda, itiraz sahibinin talebinin 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu'nun ve maddeleri (bkz. §§ 18, 19) uyarınca Kanun'un kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 9/5/2017 tarihinde BEDK kararının kaldırılması ve SGK'ya bilgi edinme talebine cevap verilmesi için bildirimde bulunulması talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. SGK 1/7/2017 ve 11/7/2017 tarihli yazılarıyla başvurucunun bazı sorularına cevap vermiştir. Mahkeme 9/3/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda; bilgi edinme isteminin bireyler için bir hak, kendisinden bilgi talep edilen kamu kurum ve kuruluşları bakımından ise kanuni bir yükümlülük olduğu, kurum ve kuruluşların bu yükümlülüklerini yerine getirmemelerinin ancak kanunun istisna saydığı durumlardan birinin bulunması hâlinde mümkün olduğu ifade edilmiştir. Bilgi edinme hakkının kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya bulunması gereken bilgi ve belgelere ilişkin bir hak olduğundan henüz kurumların uhdesinde bulunmayan bir bilgi ve belgenin istenemeyeceği belirtilmiştir. Bu anlamda kurumun yerine getiremeyeceği bir talebin ileri sürülemeyeceği, tavsiye ve mütalaa talebi niteliğindeki başvuruların bilgi edinme hakkı çerçevesinde cevaplandırılmayacağı vurgulanmıştır. Kararda ayrıca 4982 sayılı Kanun'un amacının açık ve şeffaf bir idare ile sivil toplum örgütleri ve bireylerce kamu kurumlarının kolayca denetlenmesinin sağlanması olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte idarenin kimi tasarruflarını kamuyla paylaşmasının doğuracağı sonuçlar bakımından kamunun genel güvenliği, işleme yönelik özel durumlar gözönüne alınarak başvurucunun talebinin reddedildiği belirtilmiştir. Başvurucunun bilgi edinme talebinin 4982 sayılı Kanun'da belirtilen bilgi ve belgelere ilişkin olmadığı, mütalaa talebi niteliğinde olduğu ve anılan Kanun kapsamında cevaplandırılmasının mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu 14/11/2018 tarihinde Ankara İdari Dava Dairesine istinaf talebinde bulunmuş, Daire 19/2/2019 tarihinde kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle talebi reddetmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar 9/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Kişisel verilerin korunmasıyla ilgili hukuk için bkz. Bestami Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020, §§ 42-50; Ümit Eyüpoğlu, B. No: 2018/6161, 28/6/2022, §§ 13- 4982 sayılı Kanun'un "Bilgi edinme hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Herkes bilgi edinme hakkına sahiptir.Türkiye'de ikamet eden yabancılar ile Türkiye'de faaliyette bulunan yabancı tüzel kişiler, isteyecekleri bilgi kendileriyle veya faaliyet alanlarıyla ilgili olmak kaydıyla ve karşılıklılık ilkesi çerçevesinde, bu Kanun hükümlerinden yararlanırlar.Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan hak ve yükümlülükleri saklıdır." 4982 sayılı Kanun'un "Bilgi verme yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz." 4982 sayılı Kanun'un "Kurum içi düzenlemeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır." 4982 sayılı Kanun'un "Tavsiye ve mütalaa talepleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Tavsiye ve mütalaa talepleri bu Kanun kapsamı dışındadır." 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun "Sigortalı sayılanlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından;...c) Kamu idarelerinde;1) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendine tabi olmayanlardan, kadro ve pozisyonlarda sürekli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar,2) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine tabi olmayanlardan, sözleşmeli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86 ncı maddesi uyarınca açıktan vekil atananlar,sigortalı sayılırlar. ..." 5510 sayılı Kanun'un "Sigortalı bildirimi ve tescili" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşverenler, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılan kişileri, 7 nci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalılık başlangıç tarihinden önce, sigortalı işe giriş bildirgesi ile Kuruma bildirmekle yükümlüdür. ...4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılan kişileri çalıştıracak işverenler, bu kapsamda ilk defa veya tekrar çalıştırmaya başlattıkları kişileri, 7 nci maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde belirtilen sigortalılık başlangıcından itibaren, onbeş gün içinde sigortalı işe giriş bildirgesi ile Kuruma bildirmekle yükümlüdürler. Aynı kamu idaresinin farklı birimleri arasındaki naklen tayin ve görevlendirmelerde bildirim yapılmaz." 5510 sayılı Kanun'un "Sigortalılığın sona ermesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kısa ve uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık;...c) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılanların;1) (Değişik: 17/4/2008-5754/7 md.) Ölüm veya aylık bağlanmasını gerektiren hallerde görev aylıklarının kesildiği tarihi, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinde belirtilen yaş hadleri ile sıhhi izin sürelerinin doldurulması halinde ise bu süre ve hadlerin doldurulduğu tarihleri takip eden aybaşından,2) (Değişik: 17/4/2008-5754/7 md.) Diğer hallerde ise görevden ayrıldıkları tarihten,...itibaren sona erer....Birinci fıkranın (a), (c) ve (d) bentlerine göre sigortalılığı sona erenlerin durumları işverenleri tarafından, (b) bendinde belirtilen şekillerde sona erenlerin durumları ise kendileri ve sözü edilen bentte belirtilen faaliyetin sona erme halinin bildirildiği kuruluşlar veya vergi daireleri tarafından, en geç on gün içinde Kuruma bildirilir. Bu kişilerin meslek kuruluşlarına ya da vergi dairelerine olan yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmaları, sigortalılığın sona ermesine ilişkin belge ya da bilginin verilmesine engel teşkil etmez. (Ek cümle: 13/2/2011-6111/28 md.) Vergi dairelerince vergi mükellefiyetinin sona erdiğine ilişkin yapılacak bildirimlerde bu süre vergi mükellefiyeti terk işleminin tesis tarihinden itibaren iki ayı geçmemek üzere vergi mükellefinin işi bırakma işlemlerinin vergi dairelerince tekemmül ettirildiği tarihten başlar."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27389
Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından verilen kayıt sorgulama belgesinde "Kamu kurumundan ihraç edilmiş bulunmaktadır. " ibaresinin bulunması ve buna yönelik bilgi edinme talebinin kabul edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, Emniyet Müdürlüğü tarafından 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre trafikten men edilen yakalamalı ve hacizli araçları, işlettiği otoparkta uzun yıllar muhafaza ettiği ve kendisine ödeme yapılmadığı gerekçesiyle açtığı alacak davasında mahkemenin verdiği ret kararı nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle kendisine maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuştur. Başvuru, 29/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 24/6/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işlettiği otoparkta trafikten men edilen, yakalamalı ve hacizli araçlar ile kaza sonrası araçların muhafazası için Samsun Emniyet Müdürlüğü ile 1997 yılında şifahi olarak anlaşmıştır. Başvurucu muhafaza ettiği yaklaşık 400 araç için kendisine yıllar boyunca ödeme yapılmaması üzerine 2/7/2008 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde İçişleri Bakanlığı aleyhine alacak dava açmıştır. Mahkemece bilirkişi raporu istenmiş ve 8/6/2010 tarihli raporla 1997 yılından dava tarihine kadar muhafaza edilen araçların otopark ücreti, motosikletler için ilk 15 gün 1 TL, sonraki günler 0,5 TL, diğer araçlar için ilk 15 gün 15 TL, sonraki günler 2 TL üzerinden toplam 196 TL olarak tespit edilmiştir. Bilirkişi incelemesinden araçların bir kısmının kazalı-hasarlı ve bir kısmının yakalamalı hacizli olduğu, bazılarının ise hurdaya çıkarıldığı anlaşılmıştır. Başvurucu bilirkişi raporu sonrasında talebini 196 TL’ye ıslah etmiştir. Mahkeme 16/11/2011 tarih, E.2006/1983, K.2008/1780 sayılı kararıyla taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmadığını, ancak davalının el koyduğu araçları uzun yıllardan beri başvurucunun muhafaza ettiği ve bir ödeme yapılmadığı hususunda tartışma bulunmadığını, taraflar arsındaki akdin vedia akdi mahiyetinde olduğunu, 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun maddesi gereği ücret koşulmamışsa veya durumun özellikleri ücret alınmasını gerektirmiyorsa ücret istenemeyeceğini, rapor ekinde sunulan araç trafik men tutanaklarında aracın yasal işlemler sonlanıncaya kadar muhafaza edileceğinin belirtildiğini, davalı idarenin mevzuatına göre başvurucunun alacağının aracın gerçek sahibine iadesinden veya satışından sonra muaccel hale geldiğini, ekli haciz tutanaklarından da ücretin araç üzerinden tahsil edildiğinin anlaşıldığını, tevdi edilen araçlar nedeniyle başvurucunun iş hacmi arttığından böyle menfaat elde ettiğini belirtilerek durumun özellikleri ücret alınmasını gerektirmediğinden davanın reddine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 16/5/2012 tarihli, E.2011/10853, K.2012/12564 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı dairenin 15/11/2012 tarih ve E.2012/20282, K.2012/25628 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvurucuya 7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 29/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 29/06/1956 tarih ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi lazımdır.” 6762 sayılı mülga Kanun’un “Ücret isteme hakkı” başlıklı maddesi şöyledir: “Tacir olan veya olmıyan bir kimseye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, münasip bir ücret istiyebilir. Bundan başka, verdiği avanslar veya yaptığı masraflar için ödeme tarihinden itibaren faize de hak kazanır.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun “Vedia” başlıklı Babında yer alan maddesi şöyledir: “İda, bir akittir ki onunla müstevdi, müdi tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeği deruhte eder. Ücret şartedilmedikçe veya hal, müstevdiin ücrete intizarını icabetmedikçe müstevdi ücret istiyemez”. 818 sayılı Kanun’un “Müdiin borçları” başlıklı maddesi şöyledir: “Müdi müstevdie akdin icrasiyle zaruri irtibatı olan bütün masrafları tediye etmekle mükelleftir. Mudi, ida sebebiyle husule gelen zararın kendi kusuru olmaksızın vukua geldiğini ispat etmedikçe, tazmin ile mükelleftir.” 818 sayılı Kanun’un “Müstevdiin borçları” başlıklı maddesi şöyledir: “Müstevdi, müdiden mezuniyet almadıkça vediayı kullanamaz.Buna muhalif hareket ederse müdi'a muhik bir tazminat vermeğe mecbur olur ve kazara husule gelen zararlardan dahi mesuldür. Meğerki kullanmamış olsa dahi bu zararların vukua geleceğini ispat ede.” 818 sayılı Kanun’un “Ardiye sahibinin hakları” başlıklı maddesi şöyledir: “Ardiye sahibi mukarrer veya mutat olan ardiye ücretini ve muhafazanın sebebiyet vermediği bütün masraflarını (nakliye, gümrük, kayıt) talep edebilir bu masraflar derhal tediye olunmak lazımdır.Ardiye ücreti ise her üç ayda bir kere ve her halde eşyanın tamamen veya kısmen istirdadında tediye olunur.Eşya, yedinde bulunduğu veya eşyayı temsil eden her hangi bir senet vasıtasiyle onda tasarruf etmek kudretini haiz olduğu müddetçe ardiye sahibinin, alacakları mukabilinde ve eşya üzerinde hapis hakkı vardır.” 818 sayılı Kanun’un “Hapis hakkı” başlıklı maddesi şöyledir: “Otelci, Hancı ve umumi ahırlar ve garajlar idaresi sahipleri nezdlerine getirilen veya ahırlarına veya garajlarına konulan eşya üzerinde otel veya hıfz masraflarından mütevellit alacaklarını temin için, hapis hakkına maliktirler.” 2918 sayılı Kanun’a 21/4/2005 tarih ve 5335 sayılı Kanunla eklenen ek madde şöyledir: “Buluntu olması nedeniyle veya bu Kanun hükümleri gereğince trafikten men edilerek alıkonulan, ancak sahipleri tarafından altı ay içinde teslim alınmayan veya aranmayan araçlar Hazinece satılarak, bedelleri emanet hesabına alınır. Bu araçların maliklerinden adresi bilinenlere, satışından önce tebligat yapılır.Satıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde müracaat halinde emanet hesabındaki bedeller, işlemler sırasında yapılan masraflar düşüldükten sonra ilgililerine iade edilir. Beş yıl içinde herhangi bir müracaatın olmaması halinde söz konusu bedeller Hazineye irat kaydedilir.” 1997 tarih ve 23053 sayılı Mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin “Araçların çekilmesi, kurtarılması ve götürülmesi ile çekilen, trafikten men edilen ve muhafaza altına alınan araçların bırakılacağı otoparkların belirlenmesi ve bu işlemlere dair masrafların tespiti” başlıklı 21/03/2012 tarih, 28240 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle değişik maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“…Çekilen, trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan veya bulunduğu yerden kaldırılan araçlar, Büyükşehirlerde Ulaşım Koordinasyon Merkezlerince, diğer il ve ilçelerde ise il ve ilçe trafik komisyonları tarafından yetkilendirilmiş bir park yerine, yetkilendirilmiş park yeri bulunmaması halinde ise varsa trafik kuruluşlarının yoksa mülki idare amirliklerince belirlenecek diğer kamu kurum veya kuruluşlarına ait park yerlerine çekilir.Kamu kurum veya kuruluşlarına ait araç park yerlerinde alınması gereken tedbirler, park yerinin ait olduğu kurum veya kuruluş ile koordine kurulmak suretiyle aracın çekilmesine veya muhafazasına karar veren kuruluşça alınır.Araçların çekilmesi, kurtarılması, götürülmesi ve muhafazası işlemlerinin gerçek veya tüzel kişilerce yapılması hususunda ulaşım koordinasyon merkezlerince ve trafik komisyonlarınca yetki verilebilmesi için aşağıdaki şartlar aranır:a) Otoparkın etrafının duvar veya tel örgü gibi fiziki engellerle çevrili olması,b) Otoparkın geceleri yeterince aydınlatılması,c) Giriş ve çıkışları ile içerisi ve etrafının 24 saat süreyle kamera sistemiyle izlenmesi ve kayıtların belirlenecek sürelerde saklanması,ç) Yeterli yangın söndürme tüpü veya sistemi bulundurulması,d) Sabit telefon hattının olması,e) İş ve işlemlerin yürütülebileceği yeterli büyüklükte kapalı alanın bulunması,f) Otopark ve müştemilatının yangın, sel, deprem ve benzeri afetlere karşı sigortalı olması,g) Otoparkta güvenliği sağlamak amacıyla 24 saat süreyle bekçi veya görevli bulundurulması,…Ulaşım koordinasyon merkezlerince ve trafik komisyonlarınca il veya ilçenin özelliğine göre yukarıda belirtilen şartlara ek olarak başkaca şartlarda belirlenebilir. Ayrıca, belirlenen otoparklara hangi bölgelerden çekilen, trafikten men edilen veya muhafaza altına alınması gereken araçların götürüleceği belirlenir ve o bölgedeki fiyat uygulamaları da dikkate alınarak çekme, kurtarma ve götürme ücreti ile otopark ücretleri tespit edilerek karara bağlanır.…” Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin “Araçların trafikten men edilmesi veya muhafaza altına alınması ile sürücülerin araç sürmekten men edilmesi” başlıklı maddesinin 19/02/2014 tarih ve 28918 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle değişik maddesinin ilgili kısımlar şöyledir:“2918 sayılı Kanun ve bu Yönetmelik hükümlerine aykırılığından dolayı trafikten men edilen veya muhafaza altına alınması gereken araçlar ile araç sürmekten men edilecek sürücülerle ilgili olarak aşağıda belirtilen usul ve esaslar uygulanır:a) Trafikten men edilen veya muhafaza altına alınması gereken araçlar korunamayacak yerlere bırakılamaz.b) Trafikten men edilecek veya muhafaza altına alınacak aracın yerleşim yeri dışında bulunması halinde, aracın en yakın yerleşim birimine götürülmesi sağlanarak men veya muhafaza işlemi burada gerçekleştirilir. Zorunlu mali sorumluluk sigortası bulunmayan araçlar trafikten men edilecekleri yere kadar çekici/kurtarıcı marifetiyle, bunun mümkün olmaması halinde karayolunda sürülerek götürülebilir. Karayolunda sürülmeye elverişli olmayan araçların trafikten men edilecekleri veya muhafaza altına alınacakları yere götürülmesi çekici/kurtarıcı araçları marifetiyle yapılır. Bu işlemlere dair masraflar araç sahibi, işleteni veya sürücüsü tarafından karşılanır.c) Trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan araçlar bu hususta bir tutanak düzenlenmek suretiyle yetkilendirilmiş otoparka teslim edilir.…e) 2918 sayılı Kanun ve bu Yönetmelikte belirtilen ihlalleri dolayısıyla trafikten men edilen, ancak bu madde kapsamında geçici olarak trafiğe çıkış izni verilebilmesi için gerekli şartları taşıyan araçlar ile eksiklikleri denetim noktasında giderilen araçlar, trafikten men tutanağına gerekli şerh düşülerek otoparka götürülmeksizin denetim mahallinde sahibine, işletenine veya sürücüsüne teslim edilir.f) Trafikten men edilen veya muhafaza altına alınan araçlar hakkında yapılacak iş ve işlemler aşağıda belirtildiği şekilde gerçekleştirilir:1) 2918 sayılı Kanunun 20 ve 25 inci maddelerine istinaden trafikten men edilen araçların, tescili yaptırılmadan veya geçici trafik belgesi ve geçici tescil plakası alınmadan trafiğe çıkışına izin verilmez.2) 2918 sayılı Kanunun 23 üncü maddesi gereğince araç tescil belgesi ve/veya motorlu araç trafik belgesi araç üzerinde bulunmayan ve tescil kayıtlarından gerekli bilgileri tespit edilemeyen araçlar ile tescil plakası üzerinde ve uygun durumda bulunmayan araçlar eksiklikleri giderilinceye kadar trafikten men edilir.…ğ) İlgili diğer kanunlar kapsamında trafikten men edilen ya da tescil kayıtlarındaki şerhler veya kısıtlamalar nedeniyle yakalanan araçlar, trafikten men veya yakalama işlemini talep eden kurum veya kuruluş tarafından belirlenen yerlere, herhangi bir yer belirlenmemiş ise yediemin otoparklara, bunların da bulunmaması halinde ise 122 nci maddede belirtilen park yerlerinde ilgililer tarafından teslim alınıncaya kadar muhafaza altına alınır.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/845
Başvurucu, Emniyet Müdürlüğü tarafından 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre trafikten men edilen yakalamalı ve hacizli araçları, işlettiği otoparkta uzun yıllar muhafaza ettiği ve kendisine ödeme yapılmadığı gerekçesiyle açtığı alacak davasında mahkemenin verdiği ret kararı nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle kendisine maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuştur.
0
Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin hâkim olmayan subay üyelerinin tarafsız olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) uzman erbaş olarak görev yapmıştır. 7/5/2014 tarihinde erbaş ve erlerin piyade tüfeği görev atışlarına mühimmat hattı sorumlusu olarak katılan başvurucu, işitme duyusu yönünden rahatsızlandığını belirterek ertesi gün kışla revirine müracaat etmiş; oradan da Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA) sevk edilmiştir. GATA tarafından başvurucuya 9/5/2014 tarihinden itibaren bir ay; 20/6/2014 tarihinden itibaren bir ay ve 21/7/2014 tarihinden itibaren yirmi bir gün hava değişimi raporları verilmiş; son olarak 13/8/2014 tarihli rapor ile "H.9 İşitme kaybı, tanımlanmamış (sağ total işitme kaybı) tanısıyla 19/B/3 TSK'da görev yapamaz" kararı verilmiştir. Bu rapor üzerine 22/10/2014 tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu 3/12/2014 tarihli dilekçesi ile tazminat ödenmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Başvuruya süresinde cevap verilmeyerek başvurunun reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle 6/2/2015 tarihinde dava açılmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) ara kararıyla Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) başvurucunun MEDULA sistemi üzerinde kayıtlı tüm tıbbi teşhis ve tedavilerini istemiştir. SGK'nın gönderdiği belgelere göre başvurucu 27/1/2014 tarihinde Başkent Üniversitesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Polikliniğinde tedavi görmüştür. Tedavi kayıtlarında "Şikayeti: boyunda şişlik ağrı, ağrı kulağına vuruyor, HİKAYESİ: 2 gündür mevcut, FİZİK MUAYENESİ: kulak her iki dky zarlar normal, sağ total kayıp, burun doğal, boğaz tonsıllerhiperemik, boyunda solda orta servikaldepalpasyonla hassas kitle yok" şeklinde not yer almaktadır. Mahkeme 20/1/2016 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle Anayasa'nın maddesine göre idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu, ancak MEDULA sistemi üzerine kayıtlı belgelerin incelenmesinden başvurucunun 27/1/2014 tarihinde (olay tarihi olan 7/5/2014 tarihinden önce) de sağ kulağında işitme kaybı bulunduğu ve bu kaybın hastane raporu ile kayıt altına alındığı ifade edilmiştir. Başvurucunun işitme kaybına sebep olan rahatsızlığının ortaya çıkması ile askerlik hizmetinin sebep ve tesiri arasında herhangi bir illiyet bağı bulunduğunu ortaya koyabilecek somut bir bilgi ve belgenin bulunmadığı, davacının kulağındaki mevcut rahatsızlıktan hiç bahsetmeden ve rahatsızlığını atışlara bağlama yönündeki beyanları karşısında tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılmasına da gerek görülmediği, iddia edilen işitme kaybı olayının 7/5/2014 tarihinde icra edilen piyade tüfeği atışlarından meydana geldiğini kabul etmenin mümkün olmadığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle davacının askere gelmeden önceki ve sonraki rahatsızlıklarının mahiyeti, rahatsızlığında artış olup olmadığı, bu rahatsızlığın iddia edilen atışlardan kaynaklanmış/artmış olup olmadığı hususlarının tıbbi bilirkişi incelemesi ile tespit edildikten sonra karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 22/6/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 18/7/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 12/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14291
Başvuru, tazminat istemiyle açılan davada usule ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin hâkim olmayan subay üyelerinin tarafsız olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22261
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal dolayısıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. E.K.nın Tedavi Süreci ve Vefatı Başvurucunun annesi E.K. 24/6/2013 ile 26/6/2013 tarihleri arasında Nazilli Devlet Hastanesine (acil servis ile kardiyoloji, iç hastalıkları ve psikiyatri poliklinikleri) muhtelif şikâyetlerle (tansiyon, çarpıntı, kilo kaybı) başvurmuştur. E.K. 2013 yılı itibarıyla 49 yaşındadır. Bu şikâyetler sonucu E.K.ya damar yolu açılması, serum verilmesi gibi tedaviler uygulanmış ve kas romatizması, taşikardi, depresif bozukluk tanıları uyarınca reçeteler verilmiştir. E.K. 27/6/2013 tarihinde öksürük, yüksek ateş, iştahsızlık ve aşırı kilo kaybı şikâyetleriyle başvurduğu Nazilli ilçesinde bulunan bir özel hastanede zatürre ön tanısıyla dâhiliye servisine yatırılmıştır. Antibiyotik tedavisi uygulanan E.K. hipotansif (düşük tansiyon) seyretmesi, kanındaki oksijen seviyesinin düşmesi nedeniyle ve solunum desteği ihtiyacının ortaya çıkması ihtimali de dikkate alınarak doktor İ.B.Ö. tarafından 30/6/2013 tarihinde yoğun bakıma alınmıştır. E.K., yoğun bakımda ventilatör desteğine ihtiyaç duymamış ise de antibiyotik tedavisine yeterli klinik yanıt vermemesi üzerine daha ileri tetkiklerin, yöntemlerin uygulanabilmesi ve üçüncü basamak göğüs hastalıkları uzmanının bulunduğu bir yoğun bakımda tedavisinin yapılabilmesi adına 1/7/2013 tarihinde, bilinci açık ancak hâlsiz ve bitkin olarak ambulansla İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Doktor İ.B.Ö., hasta sevk formu dışında el yazısıyla doldurduğu, klinik gidişi ayrıntılı olarak aktaran bir izlem dökümünü de başvurucu ile birlikte sevk edildiği hastaneye göndermiştir. Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından konuya ilişkin olarak düzenlenen inceleme raporuna esas olan ifadesinde doktor İ.B.Ö. 1/7/2013 tarihinde sevk yapılan hastanenin hem acil servisinde hem de yoğun bakımında görevli olan göğüs hastalıkları uzmanı doktorlarla telefonda görüştüğünü, sevk için onaylarını aldığını belirtmiştir. E.K. 1/7/2013 tarihinde saat 38 itibarıyla sevk edilmiş olduğu hastaneye acil servis kısmından giriş yapmıştır. Acil servis aşamasında, göğüs hastalıkları uzmanı doktor Ö.E.T., göğüs hastalıkları alanında asistan doktorlar olan ve E.Ç.nin E.K. ile ilgilendiği anlaşılmaktadır. Giriş yapılmasının ardından E.K.nın kan tahlilleri yapılarak balgam örneği alınmış ve akciğer tetkiki (yüksek rezolüsyonlu) gerçekleştirilmiştir. Tetkik çıktılarının tahlil edilmesi sonucunda E.K., tüberküloz belirtisine rastlanmaması ve bulguların zatürre ile uyumlu olması nedeniyle (acil servise giriş yapmasından yaklaşık beş saat sonra 2/7/2013 tarihinde saat 46'da) göğüs hastalıkları servisine yatırılmıştır. İnceleme raporuna esas olan ifadelerinde, doktor Ö.E.T. ile asistanlar , E.Ç. ve 1/7/2013 tarihinde yoğun bakım servisinde nöbetçi olan göğüs hastalıkları uzmanı doktor A.B., Nazilli ilçesinden sevki yapan doktorla herhangi bir iletişimlerinin olmadığını beyan etmişlerdir. Göğüs hastalıkları servisinde E.K.nın tedavisini göğüs hastalıkları uzmanı Doç. Dr. S.B. ve asistan E.Ç. üstlenmiştir. E.K.nın baş ağrısından yakınması nedeniyle 2/7/2013 tarihinde saat 00 sıralarında beyin tetkiki istenmiştir. Tetkik sonucunda E.K.nın beyin bulguları normal olarak saptanmış ve bununla birlikte iki taraflı maksiller sinüzit tespit edilmiştir. E.K.nın tedavisine devam edilmekte iken 3/7/2013 tarihinde kendisine bronkoskopi (solunum yollarının, bronşların, ağızdan veya burundan girilen ışıklı bir aletle görüntülenmesi) işlemi uygulanmıştır. Bu işlem için E.K.nın kız kardeşinden onam alınmıştır. E.K.nın kol ve bacaklarındaki şişkinlik nedeniyle damardan uygulanması gereken tedavide sıkıntı yaşandığı için CVP kateter (boyundan damar yolu açılması) işlemi yapılması için 3/7/2013 tarihinde Anesteziyoloji konsültasyonu yapılmıştır. Anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanı doktor A.K. CVP kateter takılması işlemini gerçekleştirmiştir. İnceleme raporuna esas ifadesinde doktor S.B. ve asistan E.Ç. "hasta yakınlarına CVP kateter ile ilgili bilgi verildiğini ancak rızanın ilgili birim tarafından alınması gerektiği için onam alınmadığını, bununla birlikte hasta yakınlarının konuyla ilgili olarak kendilerine bir itirazlarının olmadığını belirtmişlerdir. CVP kateter işlemini yapan doktor A.K. ise ön inceleme raporuna esas olan ifadesinde, söz konusu işlemin acil ve hastanın ölüm riskinin söz konusu olduğu durumlarda yapıldığını, E.K.nın kol ve bacaklarında damar yolunun bulunamaması nedeniyle CVP kateter açılmasının tedavinin devanı için bir gereklilik olduğunu, damar yolu açılmayan hastaya acil tedavilerin uygulanmasının mümkün olmadığını, bu şekilde gerçekleşen acil vakalarda onam alınmasının zorunlu olmadığını, ayrıca işlem sonrası E.K.nın tüm verilerinin (kan, nabız, tansiyon) normal olduğunu ve servisine sorunsuz bir şekilde gönderildiğini" ifade etmiştir. E.K. 4/7/2013 tarihinde tanıya yardımcı olması (ödem nedeniyle iç organlara bakılması) amacıyla ultrason yapılması için doktor S.B. tarafından radyoloji servisine gönderilmiştir. E.K., hastane içinde başka bir blokta bulunan Radyoloji servisine sedye ile temizlik personeli eşliğinde götürülmüştür. Bu esnada koridorda asistan doktor E.Ç. ile karşılaşan E.K., başının çok ağrıdığını ultrasona gitmek istemediğini belirtmiş buna karşılık olarak E.Ç. baş ağrısının sinüzit kaynaklı olduğunu gitmesine engel bir hal bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasına göre E.K. ultrason kısmına götürülürken ve ultrason esnasında sürekli başının ağrıdığını belirterek feryat etmiştir. 4/7/2013 tarihinde saat 00'da ultrason kısmına kabul edilen E.K.nın işlemleri radyoloji uzmanı doktor S.A. tarafından yapılmış ve 08'de ultrason kısmındaki işlem sona ermiştir. E.K. ultrason servisinden çıktığında rahatsızlanmış ve arrest (kalp, dolaşım durması) hale gelmiştir. E.K.nın, ultrason biriminden yattığı servise dönüş yolunda mı yoksa yatağına geri döndükten sonra mı arrest duruma geldiği UYAP kayıtları ve dosya içeriğinden anlaşılamamıştır. Başvurucu ultrason işlemi ve ultrason biriminden dönüş esnasından annesinin durumunun kötüleştiğini ileri sürmektedir. Asistan doktor E.Ç., ultrason biriminden dönen E.K.yı entübe ederek CPR (kalp durması ya da nefes alamama gibi vakalarda, kişiyi hayata döndürmek amacıyla uygulanan ilk yardım yöntemi) uygulamış ve E.K.yı hayata döndürmüştür. E.Ç.nin inceleme raporundayer alan ifadesinde belirttiğine göre arrest ve hayata döndürme hali birden fazla kez gerçekleşmiştir. Asistan doktor E.Ç. yoğun bakım ünitesinde yer olmadığını öğrenmesi üzerine E.K.yı solunum desteğiyle bizzat acil servise nakletmiştir. Nakil saat 00'da ambulansla gerçekleşmiştir. Acil servis kısmında CPR uygulanan ve ventilatöre bağlanan E.K. tedaviye yanıt veremeyerek 4/7/2013 tarihinde saat 45'te vefat etmiştir.B. Soruşturma Süreci E.K.nın vefatı üzerine başvurucu 25/7/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından konuya ilişkin olarak başlatılan inceleme 21/3/2014 tarihinde inceleme raporunun hazırlanması suretiyle tamamlanmıştır. İnceleme esnasında tedavi sürecinde dahli bulunan sağlık çalışanlarının ifadelerine başvurulmuş, tedavi sürecinde üretilen evraktan faydalanılmıştır. Ayrıca konunun tıbbi yönden anlaşılabilmesi adına Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. E.Ü., Nöroloji Uzmanı Dr. A.G., Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Doç. Dr. H.S. ve Radyoloji Uzmanı Dr. A.G. alanlarına ilişkin olarak ayrı ayrı bilirkişi incelemesi yapmıştır. Ayrı ayrı düzenlenen bilirkişi raporlarında öz olarak müteveffanın tedavisini yürüten doktorların uygulamasında, tedavi yönteminde tıp ilmine, fennine ve etiğine aykırı, hatalı bir durumun bulunmadığı, ayrıca kateter takılmasının ölüm olayı ile bağlantısının olmadığı ifade edilmiştir. Kamera kayıtlarının iki aylık sürenin geçmesi sonucu silinmesi nedeniyle E.K.ya ilişkin kamera kaydının bulunmadığı hususu da rapora işlenmiştir. Raporun sonuç kısmında; "başvurucunun ultrason aşamasındaki iddialarının tanık ifadeleri ile örtüşmediği, bilirkişi raporları uyarınca tedavi sürecinde yer alan doktorların tıbbi uygulamalarının tıp ilmine, fennine ve etiğine aykırı hatalı, özensiz, kusurlu ya da eksik olmadığının ve ayrıca onam alınmadan yapılan CVP kateter uygulamasının ölüm olayı ile ilintisinin bulunmadığının anlaşıldığı" ifade edilerek ilgili doktorlar hakkında adli, idari, disiplin ve mali yönlerden yapılacak işlem bulunmadığı ancak CVP kateter uygulamasını yapan Anesteziyoloji Uzmanı Dr. A.K.nın yazı ile uyarılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir. A.K. bu rapor üzerine "görevinde daha dikkatli ve titiz davranması hususunda" yazılı olarak uyarılmıştır. Göğüs Hastalıkları Uzmanı S.B., Radyoloji Uzmanı S.A., asistan doktor E.Ç. ve asistan doktor B.S.Y. hakkında Konak Kaymakamlığının 3/4/2014 tarihli işlemiyle soruşturma izni verilmemiştir. Söz konusu işleme karşı yapılan itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi Kurulu tarafından 24/6/2014 tarihinde reddedilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı da 11/7/2014 tarihinde, ilgili kişiler hakkında soruşturma izni verilmediğinden inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. CVP kateter uygulamasını yapan Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Dr. A.K. hakkında da Konak Kaymakamlığının 6/2/2017 tarihli işlemiyle soruşturma izni verilmemiştir. Söz konusu işleme karşı yapılan itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 28/3/2017 tarihinde reddedilmiştir. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) sağlık hizmetinin sunumundaki hizmet kusuruna dayalı olarak 000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dilekçesinde annesine hastaneye girişinden başlayarak özensiz ve kusurlu bir şekilde tedavi uygulandığını, yoğun bakımdan sevkli gelen hastanın acil serviste beş saat bekletildiğini, acil bir durum bulunmamasına karşın rıza alınmadan CVP kateter uygulaması yapıldığını, ultrason kısmına götürülürken annesine özensiz davranıldığını, hizmetin geç işlediğini, teçhizatın, personelin yetersiz olduğunu, hayati risk oluştuğunda müdahalenin gereği gibi yapılmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, yargılama sürecinde uyuşmazlığa ilişkin bilgi ve belgeyi ilgili kurumlardan temin ederek E.K.nın tetkik ve tedavi sürecinde tıp kurallarına aykırı bir yön bulunup bulunmadığının saptanabilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan 13/5/2016 tarihli Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporunun sonuç kısmı şöyledir:"27/06/2013 tarihinde Özel Referans Hastanesi’ne ateş yüksekliği, yemek yiyememe, genel durumu bozukluğu, kilo kaybışikayeti ile başvurduğu, sağ akc'de belirgin pnömonik infiltrasyon + protein enerji malnütrisyonuna sekonder hipoalbuminemik ödem + genel durumu bozukluğu ön tanılarıyla dahiliye servisine yatırıldığı, takiplerinde progresyon tespit edilmesi üzerine 01/07/2013 tarihinde Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edildiği, göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, tedavisi devam ederken 04/07/2013 tarihinde saat 09:00 sıralarında batın USG yapılmak üzere personel eşiliğinde gönderildiği radyoloji polikliniğinden dönerken arrest olduğu ve aynı gün öldüğü bildirilen .. tc kimlik no’lu [E.K.] hakkında düzenlenmiş adli belgelerde ve otopsi raporunda bulunan veriler değerlendirildiğinde; Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak dokularda makroskopik, histopatolojik, toksikolojik ve serolojik incelemeler yapılmamış olsa da adli dosyada kayıtlı bilgilerde ve tıbbi belgelerde; 27/06/2013 tarihinde Özel Referans Hastanesi’ne ateş yüksekliği, yemek yiyememe, genel durumu bozukluğu, kilo kaybı şikayeti ile başvurduğu, GD:kötü, kaşektik olduğu, sağ akc'de belirgin pnömonik infiltrasyon + protein enerji malnütrisyonuna sekonder hipoalbuminemik ödem + genel durumu bozukluğu ön tanılarıyla dahiliye servisine yatırıldığı, desefin 1 gr. Flk. 2x1 ıv+ tavanic 500 mg inf. 2x1 kombine antibiyotik tedavisi, ateş yüksekliğinin semptomatik tedavisi için 150 cc mediflex içinde 1 ampul novalgine 2x1 ıv . parol tb. 4x1 başlandığı, 01/04/2013 tarihinde yapılan kan kontrollerinde WBC:4, CRP:244, sedim:40, TFT:N, BFT:N, KFT:N, Alb:6 olduğu, bu değerlerle antibiyoterapiye yetersiz yanıt olarak değerlendirildiği, hipotansif seyretmesi sebebi ile Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde yetkili Uz. Dr ile görüşüldüğü, ambulans ile oksijen desteği altında sevk edildiği, 01/07/2013 tarihinde saat 19:38'de acil servise, istenen tetkiklerinde; WBC:4, Hb: 3, Htc: 8, Plt:380, KG’da; pH: 5 pO2:5, Pco2:3, hco3: 3, ÜRE: 113, KRE: 5, k:3, Ca: 3 olduğu, göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, voltaren amp 1x1, oliclinomel 1x1, aprowell fort 2x1, cipronatin 500 2x1, parol 10 mg 2x1, fenokodin 2x1, %0,9 izotonik 150 cc, tazoject 5 gr iv 4x1 başlandığı, 02/07/2013 tarihinde çekilen toraks BT’de; sağ akciğer üst lobda ve alt lob süperior seğmende içinde hava bronkogramı izlenen pnömoni ile uyumlu yoğun parankima/ konsolidasyon mevcut olduğu, diğer akciğer alanlarında da yama tarzı infıltratif değişiklikler ve düşük dansiteli interstisyel opasite artımları izlendiği, ayırıcı tanı için tedavi sonrası takip BT'lerinin yapılması önerildiği, mediastende retrokaval, paratrakeal, paraaortik, karinal, subkarinal, hiler yerleşimli 17-20 mm çapında mültipl LAP mevcut olduğu, kalp çevresinde perikardial efüzyon ile uyumlu sıvı dansitesi izlendiği, her iki hemitoraksta alt zonda 12-15 mm kalınlık gösteren plevral efüzyon izlendiği, 03/07/2013 tarihinde yapılan bronkoskopide; sağ bronş sistemi açık, bol beyaz renkli pürülan sekresyon aspire edildiği, üst intermedier bronşlar arası krista künt, üst lob posterior segment bronlundan fırçalama, tbb yapıldığı, sol bronş sistemi açık, bol beyaz pürülan sekresyon aspire edildiği, istasyondan TİBİA yapıldığı, ana karina ve sağ üst intermedier bronşlar arası krista künt, bilteral pürülan sekresyonlar, ön tanı: ac enfeksiyonu (etyoloji ?), ac ca? olduğu, 04/07/2013 tarihinde GİS malignitesi açısından batın USG istendiği, 04/07/2013 günü saat 07:56'da Doç.Dr. [S.B.] tarafından istenen abdomen ultrasonu; ultrason laboratuarınca saat 08:59'da kabul yapıldığı ve saat 09:08'de Radyoloji Uzmanı Dr. [S.A.] tarafından onaylanan raporun sonuç bölümünde: 'Karaciğer etrafında ve batın içerisinde, insteslinal yapılar etrafında minimal sıvama tarzı sıvı izlenmekledir. Safra kesesinde yoğun sediment mevcuttur. Her iki hemitoraksia plevral efüzyon mevcuttur. Perikardiyal 1,5 cm olarak ölçülen efüzyon izlenmekledir.' tespitlerinin bulunduğu, batın USG çekilmesi sonrası servise dönerken saat 10:00 sıralarında fenalaştığı, göğüs hastalıkları servisine geldiğinde arrest geldiği, CPR ile geri döndürüldüğü, yoğun bakımda yer olmadığı ifade edilmesi üzerine acil servise sevk edildiği burada da arrest olduğu ve uygulanan resüsitasyona yanıt alınamayarak 10:45 de ex kabul edildiği, çekilen grafilerinde; 27/06/2013 tarihli PA Ac grafisinde; sol akciğer üst lobda perihiler alanlarda belirgin konsolide dansite artışları, 01/07/2013 tarihli PA Ac grafisinde; konsolide dansite artışlarında hafif progresyon, 01/07/2013 tarihli toraks BT incelemede; sağ akciğer apikalde perihiler alanlarda belirgin olmak üzere yer yer hava bronkogramlarının seçildiği infiltrasyon alanları, alt loblarda sekel fibrotik değişiklikler ve yer yer bronşektaziler, plevral kalınlaşma, BBT incelemede; bilateral bazal ganglionlarda kalsifikasyonlar, perikardiyal effüzyon tespit edildiği dikkate alındığında; kişinin ölümünün kendisinde mevcut ancak dosyada mevcut evraklara göre henüz teşhisi konulmamış bir hastalık sonucu meydana geldiği, 2-Adli dosyada kayıtlı bulgularda ve tıbbi belgelerde; 27/06/2013 tarihinde Özel Referans Hastanesi’ne ateş yüksekliği, yemek yiyememe, genel durumu bozukluğu, kilo kaybışikayeti ile başvurduğu, GD:kötü, kaşektik olduğu, sağ akc'de belirgin pnömonik infiltrasyon + protein enerji malnütrisyonuna sekonder hipoalbuminemik ödem + genel durumu bozukluğu ön tanılarıyla dahiliye servisine yatırıldığı, desefin 1 gr. Flk. 2x1 ıv+ tavanic 500 mg inf. 2x1 kombine antibiyotik tedavisi, ateş yüksekliğinin semptomatik tedavisi için 150 cc mediflex içinde 1 ampul novalgine 2x1 ıv . parol tb. 4x1 başlandığı, 01/07/2013 tarihinde yapılan kan kontrollerinde WBC:4, CRP:244, sedim:40, TFT:N, BFT:N, KFT:N, Alb:6 olduğu, bu değerlerle antibiyoterapiye yetersiz yanıt olarak değerlendirildiği, hipotansif seyretmesi sebebi ile Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde yetkili Uz. Dr ile görüşüldüğü, ambulans ile oksijen desteği altında sevk edildiği, 01/07/2013 tarihinde saat 19:38'de acil servise, istenen tetkiklerinde; WBC:4, Hb: 3, Htc: 8, Plt:380, KG’da; pH: 5 pO2:5, Pco2:3, hco3: 3, ÜRE: 113, KRE: 5, k:3, Ca: 3 olduğu, göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, voltaren amp 1x1, oliclinomel 1x1, aprowell fort 2x1, cipronatin 500 2x1, parol 10 mg 2x1, fenokodin 2x1, %0,9 izotonik 150 cc, tazoject 5 gr iv 4x1 başlandığı, 02/07/2013 tarihinde çekilen toraks BT’de; sağ akciğer üst lobda ve alt lob süperior seğmende içinde hava bronkogramı izlenen pnömoni ile uyumlu yoğun parankima/ konsolidasyon mevcut olduğu, diğer akciğer alanlarında da yama tarzı infıltratif değişiklikler ve düşük dansiteli interstisyel opasite artımları izlendiği, ayırıcı tanı için tedavi sonrası takip BT'lerinin yapılması önerildiği, mediastende retrokaval, paratrakeal, paraaortik, karinal, subkarinal, hiler yerleşimli 17-20 mm çapında mültipl LAP mevcut olduğu, kalp çevresinde perikardial efüzyon ile uyumlu sıvı dansitesi izlendiği, her iki hemitoraksta alt zonda 12-15 mm kalınlık gösteren plevral efüzyon izlendiği, 03/07/2013 tarihinde yapılan bronkoskopide; sağ bronş sistemi açık, bol beyaz renkli pürülan sekresyon aspire edildiği, üst intermedier bronşlar arası krista künt, üst lob posterior segment bronlundan fırçalama, tbb yapıldığı, sol bronş sistemi açık, bol beyaz pürülan sekresyon aspire edildiği, istasyondan TİBİA yapıldığı, ana karina ve sağ üst intermedier bronşlar arası krista künt, bilteral pürülan sekresyonlar, ön tanı: ac enfeksiyonu (etyoloji ?), ac ca? olduğu, 04/07/2013 tarihinde GİS malignitesi açısından batın USG istendiği, 04/07/2013 günü saat 07:56'da Doç.Dr. [S.B.] tarafından istenen abdomen ultrasonu; ultrason laboratuarınca saat 08:59'da kabul yapıldığı ve saat 09:08'de Radyoloji Uzmanı Dr. [S.A.] tarafından onaylanan raporun sonuç bölümünde: 'Karaciğer etrafında ve batın içerisinde, insteslinal yapılar etrafında minimal sıvama tarzı sıvı izlenmekledir. Safra kesesinde yoğun sediment mevcuttur. Her iki hemitoraksia plevral efüzyon mevcuttur. Perikardiyal 1,5 cm olarak ölçülen efüzyon izlenmekledir.' tespitlerinin bulunduğu, batın USG çekilmesi sonrası servise dönerken saat 10:00 sıralarında fenalaştığı, göğüs hastalıkları servisine geldiğinde arrest geldiği, CPR ile geri döndürüldüğü, yoğun bakımda yer olmadığı ifade edilmesi üzerine acil servise sevk edildiği burada da arrest olduğu ve uygulanan resüsitasyona yanıt alınamayarak 10:45 de ex kabul edildiği dikkate alındığında;Kişinin 01/07/2013 tarihi 19:38 itibari Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi acil servisinde gerekli muayenesinin ve tetkiklerinin yapıldığı, tetkiklerin tamamlanması sonrası 02/07/2013 00:46’da göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, tanı konması için gerekli beyin BT ve bronkoskopi tetkiklerinin yapıldığı, laboratuvar tetkikleri yapıldığı, şikayetleri ve mevcut klinik tablo doğrultusunda gerekli tedavisi düzenlendiği cihetle hastaya uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde kişinin tedavisine katılan sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur." Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan CVP kateter uygulamasının E.K.nın ölümünü ne oranda etkilediği hususunda görüş ve değerlendirmeleri içeren ek rapor istemiştir. 4/1/2017 tarihli, Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca hazırlanan ek raporda "klinik durum itibariyle santral ven kataterizasyonu (CVP) işleminin gerekli olduğu, acil durumlarda işlem öncesi aydınlatılmış onam alınmaksızın işlemin yapılabileceği, yapılan tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu" yönünde görüş belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporuna ilişkin itirazlarını sunmuş ve itirazında ölümden hemen önce gerçekleşen ihmale, hayati risk oluştuğunda yapılan müdahaledeki özensizliğe ilişkin iddiaların raporda açıklığa kavuşturulmadığını ifade etmiştir. Mahkeme 22/2/2017 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkemenin ret kararının ilgili kısmı şöyledir:"... İdari Yargıda, tam yargı davası kapsamına giren, ilgililerin kişisel hukuki durumlarında ortaya çıkan hak ihlallerinin giderilmesini amaçlayan tazminat davaları, idarenin, kamu hizmetini, hizmetin gereklerine uygun olarak yerine getirilmesini sağlayan etkin bir denetim aracıdır.İdarenin eyleminden dolayı sorumlu tutulabilmesi için, ortada gerçekleşmiş bir zarar bulunması ve bu zararın idarenin kusurlu eyleminden kaynaklanmış olması, bir başka ifade ile zarar ile idarenin kusurlu eylemi arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Hizmet kusuru ise; idarenin yapmakla yükümlü olduğu bir kamu hizmetinin kuruluşunda, teşkilatın yapısında, personelde ya da işleyişinde gereken emir, direktif ve talimatların verilmemesi, nezaret ve denetiminin yapılmaması, hizmete özgülenen araçların yetersiz, elverişiz, kötü olması, gereken tedbirlerin alınmaması, geç, vakitsiz hareket edilmesi veya hiç faaliyette bulunulmaması sonucu oluşan bir takım aksaklık, aykırılık, bozukluk, özensizlik, eksiklik, sakatlıktır. Bu halde idare, Anayasa’nın yukarıda anılan hükmü uyarınca hizmetten faydalanan ya da hizmete yabancı kişilerin uğradığı zararları tazmin etmek zorundadır.Özellikle sağlık hizmetleri gibi bünyesinde risk taşıyan kamu hizmetlerinin sunumunda, idarenin ancak ağır hizmet kusurunun bulunması halinde tazminle yükümlü tutulması gerektiği idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. Bu bağlamda, dava konusu uyuşmazlığın çözümü için, ortada idarenin kusurlu bir eyleminin bulunup bulunmadığı, şayet kusurlu bir eylem var ise bu eylemin iddia edilen zarara sebep olup olamayacağı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. ...Taraflara tebliğ edilen Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporu ve ek raporuna davacı tarafından yapılan itirazlar raporu kusurlandıracak nitelikte görülmemiş, anılan raporlar Mahkememize verilecek karara dayanak alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur.Bu durumda, davacının annesinin, İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesinde uygulanan teşhis ve tedavi sürecinde yapılan uygulamalarda ve ilgili sağlık çalışanlarınca gerçekleştirilen takip ve tedavilerde kusur bulunmadığı anlaşıldığından olayda davalı idareye yüklenebilecek bir tazmin sorumluluğunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. " Ret hükmüne yönelik itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesinin 30/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, yargısal sürecin tamamlanmasının ardından süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2851
Başvuru, tıbbi ihmal dolayısıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ortaklığın giderilmesi davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, Yargıtay kararında itiraz edilen hususlara cevap verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 15/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle 2014/15323-15324-15325-15327-15328 sayılı başvuru dosyaları Komisyon incelemesi sırasında 2014/15322 sayılı bireysel başvuru dosyasında birleştirilmiştir. 2014/15322-15326-15329 sayılı dosyalar ise Bölüm incelemesi sırasında 2014/15320 sayılı bireysel başvuru dosyasında birleştirilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Dava konusu İstanbul ili Avcılar ilçesi Gümüşpala Mahallesi 1370 parsel sayılı taşınmazla ilgili arsa malikleri ile müteahhitler arasında İstanbul Noterliğince 12/9/1986 tarihinde kat karşılığı inşaat ve satış sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşme kapsamında taşınmazın bir bölümünün mülkiyeti müteahhitlere devredilmiştir. Onaylanmış projede taşınmazda dokuz daire yapılması planlanmış ancak ve katlar kaçak olmak üzere fiilen on dört daire yapılmıştır. Müteahhitlerden Z.Ö., adına kayıtlı hissenin bir kısmını farklı tarihlerde başvuruculara doğrudan, bir kısmını ise başvurucuların devraldığı üçüncü kişilere satmıştır. Müteahhitlerden Y. bu yerle ilgili diğer müşterek maliklere karşı 1/7/1993 tarihinde Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açmıştır. Başvurucular Mustafa Doğan, Yusuf Günaydın, Meliha Karagöz ve Okan Kavaz 12/9/2000 tarihli ara kararla davaya dâhil edilmişlerdir. Mahkemenin davanın kabulüne yönelik 10/12/2001 tarihli kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2002 tarihli kararında belirtilen "taşınmaz üzerinde bina olduğuna ve bu binada bulunan bağımsız bölümlerin bir kısım paydaşa ait olduğu iddia edildiğine göre, yapılacak iş, bu bağımsız bölümlerin malikini saptamak bu konuda tarafların ittifakını aramak, iddia ve savunmalar paydaşlarca kabul görmediği takdirde, ilgilisine süre verilerek müşterek mülkiyet şeklinde tasarruf edilen dava konusu taşınmazdaki bina veya bağımsız bölümlerin malikinin mahkemece belirlenmesine olanak sağlamak, sonra yukarıda yazılı ilkeler göz önünde tutularak dağıtılacak paylara uygulanacak oranları belirleyip sonucuna göre gerekli kararı vermek olmalıdır." gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma üzerine yapılan yargılama sırasında Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin kurulmasıyla yargılamaya bu Mahkemede devam edilmiştir. Mahkeme 13/12/2011 tarihli kararı ile ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Bu arada başvurucu Fatma Yılmaz'ın murisi H.Y. 8/12/2013 tarihinde vefat etmiş, başvurucu Fatma Yılmaz davacı mirasçı sıfatı ile davaya taraf olmuştur. Aynı Daire 23/6/2014 tarihli kararında karar düzeltme talebini, düzeltilmesi istenen Yargıtay ilamında benimsenen bozmaya uyularak verilen Mahkeme kararındaki gerekçelere göre düzeltme isteğinde ileri sürülen sebeplerin Kanun'da yazılı hâllerden hiç birine uymadığını belirterek reddetmiştir. Ret kararı 14/8/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, 15/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15320
Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, Yargıtay kararında itiraz edilen hususlara cevap verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurucular, haklarında açılan tazminat davasında, ilk bilirkişi raporundan farklı bir kusur oranı içeren ikinci bilirkişi raporuna dayanılarak aleyhlerinde tazminata hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, 17/10/2012 tarihinde Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucuya ait olup, ikinci başvurucunun sevk ve idaresinde bulunan aracın karıştığı çift taraflı trafik kazası sonucunda, kazaya karışan diğer araç sürücüsü hayatını kaybetmiştir. Olay nedeniyle başvurucular aleyhine Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2006/389 sayılı dosyasında tazminat davası açılmıştır. Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2006/389 sayılı dosyasında yürütülen yargılama esnasında mahallinde keşif icra edilmiş, emekli trafik başkomiseri sıfatını haiz teknik bilirkişi tarafından sunulan raporda, başvuruculardan Recep Gündüz’ün kazada 2/8 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemece dava dosyası kusur oranı yönünden değerlendirme yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince tanzim edilen 16/4/2007 tarihli raporda, ikinci başvurucunun kusur oranının %50 olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemece ikinci bilirkişi raporuna dayanılarak yaptırılan tazminat miktarına ilişkin bilirkişi incelemesi neticesinde, toplam 583,91 TL destekten yoksun kalma tazminatının başvuruculardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. İkinci başvurucunun temyiz talebi üzerine, söz konusu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarih ve E. 2011/11954, K. 2012/13518 sayılı kararı ile onanmıştır. Taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmamıştır. B. İlgili Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41 ila maddeleri, 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 3 ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1027
Başvurucular, haklarında açılan tazminat davasında, ilk bilirkişi raporundan farklı bir kusur oranı içeren ikinci bilirkişi raporuna dayanılarak aleyhlerinde tazminata hükmedildiğini belirterek, Anayasa’nın 35. , 36. , 4 ve 19. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
0
Başvuru, acele kamulaştırmaya yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin idari yargı kararı dikkate alınmayarak kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve taşınmazların Hazine adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde tespit edilen eksikliklerin verilen sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle başvuru hakkında idari ret kararı verilmiştir. Komisyonca başvurucuların idari ret kararına yönelik itirazının kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Elazığ’ın Karakoçan ilçesi Okçular köyünde kâin 106 ada 5 parsel; 105 ada 10, 23 ve 27 parsel; 103 ada 25 parsel numaralı taşınmazların paydaşlarıdır. Bakanlar Kurulunca 19/4/2004 tarihli Kararname’yle Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından yapılacak kamulaştırmalarda 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Maddesinde düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır. EPDK tarafından 22/9/2005 tarihli kararla Darenhes Elektrik Üretim Anonim Şirketine (Elektrik Şirketi) Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde ve başvuranın taşınmazını da kapsayan bir bölgede Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı ve işletilmesi hususunda kırk dokuz yıllık üretim lisansı verilmiştir. EPDK’nın 11/11/2010 tarihli kararıyla, Bakanlar Kurulunun anılan kararına dayanılarak Pembelik Barajı’nın havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasına ve kamulaştırma işlemlerinde acele kamulaştırma usulünün uygulanmasına karar verilmiştir. EPDK’nın 11/11/2010 tarihli kararı ile Bakanlar Kurulunun 19/4/2004 tarihli kararı, Danıştay Altıncı Dairesinde (Daire) dava konusu edilmiştir. Daire 16/4/2012 sayılı kararla her iki işlemin de yürütmesini durdurmuştur. Kararın gerekçesinde, 2942 sayılı Kanun’un Maddesi uyarınca acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için başka hiçbir idari otoriteye devredilmeksizin doğrudan Bakanlar Kurulunca “aciliyet” hâlinin varlığının takdir edilmesi ve bu kapsamda kamulaştırılacak taşınmazlar ile kamulaştırmanın çerçevesinin açıkça belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Gerekçede, somut olayda 19/4/2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararında “aciliyet” hâlinin değerlendirilmesi hususundaki yetkinin EPDK’ya devredilmesi ve kamulaştırma işlemlerinin konusu yönünden bir sınır çizilmeksizin EPDK’ya genel nitelikte bir yetki verilmesi nedeniyle işlemlerin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. EPDK, Dairenin 16/4/2012 tarihli yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararından sonra baraj havzasında bulunan taşınmazların kamulaştırılmasından vazgeçilmesine dair işlem tesis etmiştir. Bunun üzerine Bakanlar Kurulunca 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli Kararname’lerle Elazığ’da tesis edilecek Pembelik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımı amacıyla Kararname eklerinde tek tek sayılan ve başvuruculara ait olanların da aralarında bulunduğu taşınmazların EPDK tarafından acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Öte yandan EPDK’nın 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli kararlarıyla Bakanlar Kurulu kararlarında sayılan taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararı verilmiştir. EPDK tarafından dosyadan anlaşılamayan bir tarihte Karakoçan Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) başvurularak başvurucuların paydaşı bulunduğu taşınmaza el konulması talep edilmiş ve Mahkemece tespit edilen bedel maliklere ödendikten sonra talebin kabulüne karar verilmiştir. Başvurucular tarafından Bakanlar Kurulunun 18/6/2012 tarihli kararının iptali istemiyle Danıştayda dava açılmıştır. Daire 19/3/2014 tarihinde Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Kanun’da istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için olağanüstü durumların bunu gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması, ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş; somut olayda acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren hâllerin ortaya konulmaması ve aciliyet hâlinin, üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasını gerektiren hâllerin açıklanmaması nedenleriyle işlemin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. EPDK ayrıca, satın alma usulüyle taşınmazın devralınması yolunu işletmiş ise de önerilen bedelin başvurucular tarafından kabul edilmemesi üzerine 8/11/2013 tarihindeMahkemede bedel tespiti ve tescil davası açmıştır. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra 29/12/2014 tarihli kararla bilirkişiler tarafından belirlenen taşınmaz bedelinden acele kamulaştırma sırasında ödenen miktar düşüldükten sonra kalan kısım üzerinden tazminata hükmedilmiş ve ayrıca taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline kesin olarak karar verilmiştir. Mahkeme, Dairece Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulduğu ve anılan davada esas hakkında karar verilinceye kadar bu davada bekletme kararı verilmesi gerektiği yolunda davalıların öne sürdükleri itirazı reddetmiştir. Mahkeme, Dairede görülen davanın konusunun kamulaştırma işlemi olmadığı ve verilen yürütmenin durdurulması kararının kamulaştırma işlemine ilişkin bulunmadığı gerekçesine dayanmıştır. Mahkeme ayrıca, başvurucuların taşınmazlarına el konulmak suretiyle acele kamulaştırmanın tamamlanması nedeniyle Danıştay kararının uygulanma kabiliyetinin bulunmadığını da gerekçesinde belirtmiştir. Daire, uyuşmazlığın esasına ilişkin 30/6/2015 tarihli kararında davayı reddetmiştir. Daire, Bakanlar Kurulu kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğini kabul etmiş; idarenin sonradan olağan kamulaştırma sürecini başlatmış olmasını, bu kapsamda taşınmaz bedelinin tespiti ve tescil davasının da açılmış bulunmasını gözeterek acele kamulaştırma ve olağan kamulaştırma ayrımı yapılmaksızın davanın konusunun bir bütün olarak taşınmaz mülkiyetinin kamulaştırılması biçiminde anlaşılması suretiyle inceleme yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Daire, netice olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına yönelik olduğu ve işlemin hukuka uygun bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Anılan kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 8/10/2015 tarihli kararıyla Daire kararı bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline kesin olarak karar verilmiştir. İDDK kararının gerekçesinde Kanun’da istinai bir yöntem olarak düzenlenen acele kamulaştırma usulünün uygulanabilmesi için olağanüstü durumların bunu gerekli kılması, kamu yararının ve kamu düzeninin sağlanmasının amaçlanması, ayrıca Bakanlar Kurulunca durumun aciliyetine karar verilmesi gerektiği belirtilmiş; somut olayda bu koşullar gerçekleşmediğinden Bakanlar Kurulu kararlarının hukuka aykırı olduğu açıklanmıştır. Bu arada baraj havzasında taşınmazı bulunan başka malikler tarafından 2014 yılı içinde Bakanlar Kurulunun taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin EPDK’ya yetki tanıyan 18/6/2012 ve 30/7/2012 tarihli kararnameleri ile bunlara dayanılarak EPDK tarafından taşınmazların kamulaştırılması yolunda tesis edilen 2/8/2012 ve 15/8/2012 tarihli işlemlerin de iptali istemiyle Dairede iki ayrı dava açılmıştır. Daire tarafından yukarıda anılan gerekçelerle 30/6/2015 tarihinde verilen kararlarla her iki dava da reddedilmiştir. Ancak söz konusu kararlar İDDK’nın 8/10/2015 tarihli kararlarıyla bozulmuş ve dava konusu Bakanlar Kurulu kararları ile bunlara dayanılarak tesis edilen EPDK işlemlerinin iptaline karar verilmiştir. Bakanlar Kurulu kararının iptalinin başvurucular tarafından açılan davaya ilişkin olarak verilen kararlarla aynı gerekçeye dayandığı anlaşılmaktadır. Kararların gerekçesinde ayrıca, EPDK tarafından tesis edilen kamulaştırma işlemleri yönünden de değerlendirme yapılmıştır. Kararlarda, Daire kararında Bakanlar Kurulunca alınan acele kamulaştırma kararının sadece Mahkemece taşınmaza el konulmasına ilişkin karara dayanak teşkil ettiğinin belirtilmiş olması nedeniyle acele kamulaştırma ile olağan kamulaştırmanın hukuki niteliği irdelenmiştir. İDDK, acele kamulaştırmada taşınmaz mülkiyetine el konulmasından sonraki aşamalarda yapılan normal kamulaştırma sürecine ilişkin işlemlerin acele kamulaştırma sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kararlarda sonuç olarak EPDK’nın kamulaştırma işlemlerinin dayanağı olan Bakanlar Kurulu kararlarından bağımsız değerlendirilemeyeceği ifade edilerek bunların da hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 29/12/2014 tarihli kararın başvurucuya 29/9/2015 tarihinde tebliği üzerine başvurucular, kararın bedel tespitine ilişkin hüküm fıkrasını temyiz etmiş; kesin nitelik taşıyan tescile ilişkin hüküm fıkrasına karşı ise 19/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, §§ 25-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16676
Başvuru, acele kamulaştırmaya yetki tanıyan Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin idari yargı kararı dikkate alınmayarak kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve taşınmazların Hazine adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/24903
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 3/5/2007 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, 26/12/2019 tarihli Yargıtay onama kararıyla sona ermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8956
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, imam hatip olarak görev yapmakta iken yürüttüğü göreve atanma şartlarını kaybettiğinden bahisle başvurucunun görevine son verilmiştir. Başvurucu, görevine son verilmesi işleminin iptali istemiyle 5/5/2014 tarihinde dava açmıştır. Kayseri İdare Mahkemesi 24/2/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Danıştay tarafından henüz bir karar verilmemiştir. Başvurucu, davanın haksız yere reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5829
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 24/12/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 9/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 7/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı 20/1/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmasına gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile aynı yerde ikamet eden diğer bir kişi hakkında, apartman yöneticiliğinden kaynaklanan ve daha önce var olan husumet nedeniyle 7/4/2006 tarihinde karşılıklı yaralama suçunu işledikleri isnadıyla Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 22/8/2006 tarihli iddianamesiyle Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesi 30/4/2008 tarih ve E.2006/1069, K.2008/505 sayılı kararıyla eylemlerin öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturacağı gerekçesiyle görevsizliğine ve dosyanın Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Görevsizlik kararına ilişkin gerekçede, müşteki sanıklarla ilgili Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 20/7/2007 ve 25/7/2007 tarihli raporlarında yer alan yaralanmaların oluşuna ve niteliğine dair değerlendirmelerin esas alındığı görülmektedir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/486 sayılı dosyasında devam eden yargılamada Mahkemenin 12/10/2010 tarih ve E.2008/486, K.2010/391 sayılı kararıyla başvurucu ve diğer müşteki/sanık karşılıklı olarak öldürmeye teşebbüs suçunu işledikleri ve ilk haksız hareketin kim tarafından yapıldığının tespit edilemediği gerekçesiyle ayrı ayrı 5 yıl 10 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında “Özel A. Ş. Hastanesine ait İ.'nin doktor epikriz formu, İ.'a ait film, Özel G. Hastanesinde çekilmiş A. 'a ait filmler, şikâyet dilekçeleri, olay yeri inceleme raporu ve krokisi, Özel A. Ş. Hastanesinin İ. 'a ait geçici adli rapor formu, 2006 tarihli tutanak, Özel G. Hastanesinin A. 'a vermiş olduğu geçici adli rapor, 2006 tarihli ekspertiz raporu, 2006 tarihli ekspertiz raporu, Adli tıp kurumu Gaziosmanpaşa şube müdürlüğünün 2006 ve 2006 tarihli raporları, Adli tıp kurumu İhtisas Kurulunun 2007 ve 2008 tarihli raporları, Adli tıp kurumu İhtisas Kurulunun 2007 tarihli raporu, görevsizlik kararı, nüfus sabıka kaydı, emanet eşya makbuzları, tanıkların beyanları, katılan sanıkların savunmaları” deliller başlığı altında belirtilmiştir. İlk derece mahkemesinin gerekçeli kararında, adli raporlar, olay yeri inceleme raporu ve diğer ilgili belgeler yanında, müşteki sanıklar ile tanıklar İ.K, E.K., Y.G. ve E.B.’nin anlatımları yer almaktadır.Müşteki/sanık (başvurucu) A., "diğer müşteki sanık ile aramızda apartman yönetimi nedeni ile sorun vardı ben eski yöneticiydim eylem tarihinde İbrahim kendi normal kapısından dairesine çıkabilecekken beni görmüş ve sabah ben işe giderken bulunduğum iki blok un arasındaki tarafa doğru gelip küfürler ederek bana saldırdı. Seni geberteceğim gibi laflar ediyordu. Ben de git bırak işe gideceğim dedim buna rağmen saldırısına devam etti. Ve elinde bulunan bıçak ile bana vurmaya başladı ben yaralandım aynı zamanda küfürler ediyordu kaç kez vurdu hatırlamıyorum bu arada gasp olayları nedeni ile arabamda taşıdığım bıçak aklıma geldi. Bıçağı almaya gittiğimde yine saldırdı. Bana vururken kolumu kaldırdım yapma dedim ben de vururum dedim. Kolumdan da yaralandım. Ondan sonra ben de kendisine vurmaya başladım kaç kez vurduğunu hatırlamıyorum ayrıca ben bu bıçağın suç olduğunu bilmiyorum seyyar satıcıdan almıştım. Ben diğer müşteki sanıktan şikâyetçiyim katılma talebimde vardır"Diğer müşteki/sanık İ. , Yönetici olmamız nedeni ile diğer müşteki sanık ile aramazı da husumet vardı benim yönetici olduğum dönemde sanık da aidat ödememişti o olay nedeni ile Müşteki sanık A. ile iki akrabası beni dövmüşlerdi. O dosya numarasını daha sonra bildireceğim olay günü de sanık A. bana küfür ederek yaklaştı vurdu. Karşılıklı yumruklaştık bu sırada çenemden dudağımdan kan geldiği fark ettim baktığımda ayağımdan aşağıya kan akıyordu kasığımdan yaralandığımı anladım. Hem kasığından hem ağzımdan yaralanmıştım. Bunun üzerine arabama doğru koştum. Balık yakalama sırasında kullandığım çakı bıçağını aldım. Bu arada sanık beni kovaladı. Kan izleri arabamın yanında da vardı tutanaklar da bu bellidir. Bu sırada ben de çakı bıçağını alıp diğer müşteki sanığa vurdum iki kez vurdum karnından yaralandığını fark ettim. Daha sonra yere düştüm ben yerde iken de müşteki sanık A. bıçak ile vurmaya devam etti ben kavga sırasında oraya gelenlere bıçağı vermiştim ancak A. vermemiş. Ben yerde iken de vurmaya devam etti. Daha sonra H. isimli tanık A.’ya vurarak elindeki bıçağı almış, bende diğer müşteki sanık tan şikâyetçiyim katılma talebim vardır.Tanık İ.K, “Ben söz konusu apartman da zemin katta oturuyorum müşteki sanıkların ikisi de komşum olur olay tarihinde normalde çalıştığım halde o gün işe gitmemiştim bir ara sesler duydum mutfak camından baktığımda kavga vardı İ. Bey in elinde bıçak vardı ve A. bey kendisini savunuyordu yapma işe gidecektim gibi şeyler söylüyordu, bunun üzerine polisi aradım tekrar döndüğümde mutfak camından değil salon penceresinden baktığımda benim pencerenin yanında idiler ve A. beyin pantolonundan kan akıyordu. Tekrar polise telefon ettim insanlar ölünce mi geleceksiniz dedim tekrar baktığımda benim camın önünden gitmişlerdi. İ. Bey i arabaya koyuyorlardı. A. bey de kendi arabasının yanına geldi. Apartmana yukarıya doğru bakıp kimse yok mu yahu diyordu bilgim bundan ibarettir, A. Blok Zemin katta oturuyorum. A blok ve B blok arasında 50 metre mesafe vardı. İlk gördüğümde benim mutfağın camının önünde idiler daha sonra benim salonun tarafına geçtiler ikinci kez telefon açtığımda B blok un arasına geçmişlerdi. Ben A Blok dayım onlar B tarafına geçmişlerdi olayda orada bitti A. ’ın arabası benim mutfağın tam karşısına park eder o gün İ. bey in arabası nereye park etmişlerdi hatırlamıyorum B blok un önünde İ. beyi araca bindirdiler.” Tanık E.K., "Ben olay tarihinde balkonda çay içiyordum baktığımda aşağıda A. bey in arabasının yanında müşteki sanıklar A. ve i.’ in yumruklaştığını gördüm yukarıdan yapmayın diye bağırdım ancak durmadılar ben sesimi duyuramadım yumruklaşırken İ., A. bey i bıraktı sol eli ile arka cebinden bıçak çıkardığını gördüm ben orayı seyir mahallinin terk edene kadar A.’nin elinde bıçak yoktu. Ben katta B blok da oturuyorum onlar A Blok civarında kavga ediyorlardı ben asansör çağırıp inene kadar zaman geçti bizim B blok un köşesinde yerde ikisi de yaralı vaziyette perişan idi ikisinin elinde de bıçak vardı ellerinden bıçakları aldık gençler polis çağıralım dediler ben de yaralı oldukları için hastaneye götürelim dedik ikisini de kendi arabalarına atarak hastaneye götürdük "Tanık Y.G., "Olay günü ikamet ettiğim A blok un otoparkında camın önünde kahvaltı yaparken otoparkta A. ile İ.’nin kavga ettiklerini İ.’nin yerde A.’ın da İ.’ in boğazını sıkarken gördüm yanlarında bir şahıs daha vardı. O da İ.ye vuruyordu. A. ’ın eşi ve kızı da yanındaydı olaya müdahale etmiyorlardı. Ellerinde bıçak görmedim bu arada İ. un oğlu gelerek onu yerden kaldırdı. İ. yerden kalkarken A. ’ın eli hala boğazındaydı. "demiş Sanık A.’ın müdafiinin talebi ile huzurdaki tanıktan sorulduğunda "benim bulunduğum blokda aynı hizada Zemin katta oturmaktadır. Ben bıçaklanma olayını görmedim ben o sırada banyoda idim " Tanık E.B., "ben o dönemde söz konusu apartmanda apartman görevlisi idim çocuğum hastaneden getiriyordum bir bayan sanırım kavga var dedi. Apartmana geldiğimde bahçede her iki katılan sanığı yerde yaralı vaziyette yatarken gördüm. Kavga nasıl çıktı görmedim. Çevreden bağrışmalar olduğunu duydum öyle söylediler, ellerinde bıçakta görmedim" şeklindedir.Gerekçeli kararda tanık H.K.’nin beyanı bulunmamaktadır. 28/1/2010 tarihli celsede bu tanığın daha önceki ifadeleri okunmuştur. İlk derece mahkemesi, “Dosya içerisindeki bütün bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; katılan sanıkların komşu oldukları, olay günü aralarında tartışma çıktığı, tartışmanın kavgaya dönüştüğü ve bu kavga esnasında katılan sanıkların birbirlerini bıçak ile öldürmeye kalkıştıkları anlaşılmıştır.  Her iki katılan sanığın aralarında olaydan önceye dayalı oturdukları apartmanın yöneticiliği ve aidat borçları yüzünden husumet bulunduğu, bu husumet sebebi ile dönem dönem aralarında kavga çıktığı, olay günü de her iki katılan sanığın bıçak gibi etkin bir silahla birbirlerini toraksa nafiz ve yaşamsal tehlike yaratacak şekilde birden çok bıçak darbesi ile yaraladıkları, hedef aldıkları vücut nahiyeleri ve hâsıl olan harabiyet nazara alındığında; kasıtlarının öldürmeye yönelik olduğu olay yerine gelen tanıklar ve özellikle H. K.'nın müdahalesi ve bıçağı alması nedeniyle her iki sanığın eylemlerini tamamlayamadığı anlaşılmış ve bu nedenle öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Katılan sanıklardan hangisinin ilk olayı başlattığı açık olarak belirlenemediğinden eylemlerini haksız tahrik altında işledikleri kabul edilmiştir.” gerekçesine dayalı olarak müşteki/sanıkların mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 16/10/2012 tarih ve E.2011/6554, K.2012/7598 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama kararı 22/11/2012 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 24/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur. (2) Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/216
Başvurucu, yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetleri emekli personeli olan başvurucunun ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal tesislerine girişinin süresiz yasaklanmasının özel hayatın gizliliği hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık cevabında, başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediği belirtilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrinde astsubay statüsünde görev yaptığı dönemde kurum içinde bazı personelle ilgili olarak yürütülen idari soruşturmaya başvurucu da dâhil edilmiştir. Soruşturma kapsamında 27/2/2013 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmış ve başvurucuya cinsel yaşamına ilişkin sorular sorulmuştur. Bu arada başvurucu 3/5/2013 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Soruşturma neticesinde Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde oluşturulan Kurul tarafından 26/9/2014 tarihinden geçerli olmak üzere başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sosyal tesislerine girişinin süresiz yasaklanmasına karar verilmiştir. Karara dayanak olarak başvurucunun özel yaşamına ait ve mahremiyet alanında cereyan eden ilişkileri askerlik haysiyet ve şerefine dokunan fiiller olarak nitelendirilmiştir. Başvurucu, sosyal tesislere girişinin süresiz yasaklanması işleminin iptali talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) 3/11/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; dava konusu işlem sırasında emekli personel statüsünde bulunduğunu, hakkında ahlaki yönden somut bir şikâyet ve soruşturmanın söz konusu olmadığı sürece özel hayatının sorgulanamayacağını, ayrıca sosyal tesislerde askerlik hayatı ve emeklilik süresince hiçbir gayriahlaki davranış içinde olmadığını belirterek işlemin hukuken geçerli nedenlerden yoksun ve ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür. AYİM Üçüncü Dairesinin 9/7/2015 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Kararda, cinsel içerikli faaliyetlerin başvurucu tarafından kabul edilmesi nedeniyle sübuta erdiği belirtilmiştir. Başvurucunun davranışlarına yansıyan ve askerî personel yönünden kabulü mümkün olmayan yaşam tarzının sosyal tesislerde TSK mensuplarının moral ihtiyaçlarını karşılamaya ve dayanışmayı artırmaya yönelik niyet ve amacı olumsuz etkilediği vurgulanarak sosyal tesislere girişin yasaklanması işleminin hukuka uygun olduğu kabul edilmiştir. Öte yandan bu eylemlerin alışkanlık ve yaşam tarzı hâline geldiği belirtilerek askerlik haysiyet ve şerefine dokunan fiillerden dolayı tedbir mahiyetinde tesis edilen işlemin ölçülü olduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 3/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvurunun incelenme sürecinde 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM kaldırılmıştır. İlgili hukuk için bkz. G.G. (GK), B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Tevfik Türkmen (GK), B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 23-39; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 20-33; Mehmet Çakır, B. No: 2014/5121, 16/2/2017, §§ 19- 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin sosyal ve moral ihtiyaçlarını karşılamak, dayanış-mayı artırmak, mesleki, sosyal gelişmelerini mümkün kılacak imkânları hazırlamak maksadıyla ve Genelkurmay Başkanlığının izni ile;a) Orduevi ve bağlısı şubeler,b) Askerî gazinolar, kışla gazinoları ve vardiya yatakhaneleri, kurulabilir ..." 211 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Belirli zamanlarda özel askerî eğitimlerin yapılması, personelin moral ve motivasyonuna katkı sağlanması maksadıyla Genelkurmay Başkanlığının izni ile özel, yerel veya kış eğitim merkezleri kurulabilir..." 211 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Ordu evleri, askeri gazinoları ve kışla gazinoları askeri bina olup askeri mahal vasıf ve mahiyetini haizdir." 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin "2- Ordu evleri ve askeri gazinolar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bunlar askerî binalar olup askerî mahal vasıf ve mahiyetini haizdir....4 - Subaylar, askeri memurlar ve astsubaylar ile bunların emeklileri orduevlerinin ve askeri gazinoların tabii üyeleridirler.Tabii üyeler ile orduevleri, askeri gazino ve öteki askeri sosyal tesislerden yararlanma hakkına sahip diğer kişilerin (…);b) Söz atma, sarkıntılık, ırz ve iffete tecavüz, askerlik haysiyet ve şerefine dokunan fiilleri işlemeleri veya orduevleri, askerî gazino ve öteki askerî sosyal tesislerde uyulması öngörülen kurallara uymamakta ısrar etmeleri halinde bunlar hakkında gerektiğinde yasal işlem yaptırılmakla birlikte bu tesislere girişleri Genelkurmay Başkanlığınca yasaklanabilir. Yapılan yasal işlem sonucunda bu fiilleri işlemedikleri anlaşılanlar hakkında, daha önce alınmış olan yasaklama kararı Genelkurmay Başkanlığınca kaldırılır..."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/428
Başvuru, Türk Silahlı Kuvvetleri emekli personeli olan başvurucunun ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal tesislerine girişinin süresiz yasaklanmasının özel hayatın gizliliği hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 4/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 16/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41600
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine karar verilen bir bankada bulunan katılım fonu tutarı üzerine bloke konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, üniversiteye giriş sınavının iptali istemiyle açılan davanın reddi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1996 doğumlu olan başvurucu 23/3/2014 günü saat 00-00 saatleri arasında yapılan Yüksek Öğretime Geçiş Sınavına (sınav) Borsa İstanbul Zeytinburnu Anadolu Lisesinde (okul) girmiştir. Sınav merkezi olarak seçilen okulun çok yakınında bulunan Kazlıçeşme Meydanı’nda aynı gün Halkların Demokratik Partisi (HDP) miting/nevruz kutlaması yapmıştır. Sabah saatlerinden itibaren kutlamalar için toplanan kalabalıktan slogan, davul-zurna ve havai fişek sesleri gelmeye başlamıştır. Sınav gözetmenleri tarafından sınava giren adayların gürültüden etkilenmemesini sağlayabileceği düşüncesiyle kulakları tıkamak amacıyla okul girişinde pamuk dağıtılmıştır. Pamuk dağıtılması konusu ile öğrencilerin ve velilerin sınav esnasında nevruz kutlamalarından kaynaklı şikâyet ve yakınmaları ulusal basında pek çok habere konu olmuştur. Başvurucu; yoğun sesten dolayı sorulara konsantre olamadığını, aynı soruyu 7-8 kez okumak zorunda kaldığını, buna rağmen yoğun gürültü nedeniyle sağlıklı muhakame yapamadığı gibi zaman baskısıyla da beklentisinin çok altında bir sınav süreci geçirdiğini ifade etmektedir. Başvurucu, sınav sonrasında 24/3/2014 tarihinde İstanbul Valiliğine yaşadığı problemin izah edilmesi ile sınav güvenliğine dair neden önlem alınmadığı konusunda bilgi verilmesi talebi ile dilekçe vermiştir. İstanbul Valiliği 1/4/2014 tarihli cevap yazısında, kutlama yerinin Zeytinburnu İlçe Seçim Kurulu Başkanlığınca sınav yerinin ise Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca (ÖSYM) belirlendiğini, dolayısıyla bu konular hakkında herhangi bir tasarruflarının olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, ÖSYM’ye de sınavın kendisi için iptali ve yeniden sınava tabi tutulma talebiyle müracaatta bulunmuştur. ÖSYM’nin 22/4/2014 tarihli cevap yazısında; sınavın kurallara uygun ve güven içinde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla her ilde rektör başkanlığında Sınav Koordinasyon Kurulu kurulduğu, söz konusu Kurula İl Emniyet Müdürlüğü, İI Jandarma Komutanlığı, İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve ilgili kamu kurumu temsilcilerinin davet edilerek sınav öncesi, sınav günü ve sınav sonrası yapılacak çalışmalar hakkında gündem oluşturularak neler yapılacağı hakkında toplantı yapıldığı belirtilmiştir. Cevap yazısında ayrıca, başvurucunun sınava girdiği okulun çevresindeki olumsuzluklar hakkında İstanbul Valiliğinden görüş istendiği ve “Sınav esnasında yüksek ses çıkararak öğrencilerin motivasyonunu bozacak şekilde çevreyi rahatsız eden şahıslar veya işyerlerinin engellenmesi amacıyla sınav yapılan okulların çevresinde başta Belediyeler olmak üzere Çevre İl Müdürlüğü ve diğer ilgili kurumlarca gerekli tedbirlerin alınması" hususunun ilgili Şube ve İlçe Emniyet Müdürlüklerine bildirildiği ve buna uygun olarak davranıldığı şeklinde cevap alındığı ifade edilmiştir. Başvurucu, ÖSYM'nin bu cevabı üzerine sınavın kendisi bakımından iptali talepli dava açmıştır. Yargılamayı yapan Ankara İdare Mahkemesi 29/12/2014 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle davayı reddetmiştir:"...Olayda, ... sınav hizmetlerinin yerine getirilmesinin tüm aşamalarında, konuyla ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak gerekli güvenlik tedbirlerini alma sorumluğu adına davalı idare tarafından İçişleri Bakanlığı'na gönderilen 2014 tarihli yazıyla sınav öncesi ve sınav günü alınacak tedbirler hakkında ve spesifik olarak da adayların sınav süresince dikkatlerini bozacak, gürültü kirliliğinin oluşmasını engelleyecek tedbirlerin alınması hakkında bilgi verdiği; 2014 tarihinde sınav öncesi, sınav günü ve sınav sonrası yapılacak çalışmalara ilişkin İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü başkanlığında İstanbul Vali Yardımcısı, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, ÖSYM Sınav Koordinatörü, İl Nüfus Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı temsilcilerinin katılımıyla 2014 YGSSınavı Sınav Koordinasyon Kurulu toplantısı yapıldığı ve bu toplantıda sınav yapılacak binaların yakınında adayları sınav süresince otoların klakson çalmaları, ambulans ve itfaiye araçlarının sirenlerinin çalışması, her türlü resmi ve özel törenler vesilesiyle dışarı yayın yapılması, düğün, asker uğurlama vs. konvoyların oluşturulması, bina hafriyat yıkımları ile seyyar satıcı gürültüleri ve benzeri her türlü gürültünün yapılmasının il mülki hudutları dahilinde yasaklanması için gerekli tedbirlerin İl Emniyet Müdürlüğü, Jandarma Komutanlığı, Belediye Başkanlığı veya özel güvenlik birimleri tarafından alınacak tedbirlerin görüşüldüğü dosyanın tetkikinden anlaşılmaktadır.Bu durumda, idarece sınav hizmetlerinin yerine getirilmesinde ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılarak gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmasına yönelik sorumlulukların yerine getirildiği, davacı tararfından ileri sürülen sebeplerin sınavının münferiden iptalini gerektirmeyeceği sonucuna varıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılıkbulunmamaktadır..." Anılan kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay 27/4/2015 tarihinde kararı onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 24/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun 17/2/2011 tarihli ve 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un "Kuruluş, görev ve yetkiler" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"(2) Başkanlığın görev ve yetkileri şunlardır:a) Yükseköğretim Kurulu kararlarına veya ilgili mevzuat hükümlerine istinaden başta yükseköğretim kurumlarında ön lisans, lisans veya lisansüstü öğrenim görecek adayların puan sıralamasına göre tespiti veya yerleştirilmesi ile yükseköğretim kurumlarında atama veya yükselmelerde esas alınan sınavlar olmak üzere, ulusal ve uluslararası her türlü bilim, yetenek veya yabancı dil sınavları ile gerektiğinde yerleştirme işlemlerini yapmak....d) Sınav hizmetlerinin yerine getirilmesinin tüm aşamalarında, konuyla ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak gerekli güvenlik tedbirlerini almak....f) Sınav yapılacak merkezleri oluşturmak, sınav hizmetlerini yapacak kişileri belirlemek ve gerekli görevlendirmeleri yapmak....ğ) Gerekli hâllerde sınavları ertelemek, kısmen veya tamamen iptal etmek, adayların işlemlerini geçersiz saymak...." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:  " İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ..." 2577 sayılı Kanun’un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” Yönetmelik 26/9/2012 tarihli ve 28423 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Adayların ve Sınav Görevlilerinin Sınav Binalarına Giriş Koşullarına İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Sınav koordinasyon kurulu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) ÖSYM tarafından belirlenen sınavlarda sınav tarihinden en az üç gün önce Sınav Koordinasyon Kurulu/İl-Bölge Sınav Koordinasyon Kurulu toplanır. Kurullar merkezde ve/veya sınav merkezlerinde sınav öncesi, sınav esnası ve sonrası, sınav yapılacak binalar ve çevresi ile il içi güzergâh ve saklama merkezlerinde alınacak tedbirleri görüşür. İlgili kurumların yapacağı görevler belirlenir. Kurul, sınavların güvenliğini ve koordinasyonunun sağlanması, ÖSYM tarafından yapılan düzenlemelere yönelik tedbirler alınması, sınavın denetlenmesi, uygulanması, sınavın tüm aşamalarının kurallara uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi ve sınavdan sonra evrakın güvenli bir şekilde ÖSYM’ye ulaştırılması, sınavların gizlilik ve güven içinde yürütülmesi için gerekli önlemleri alır." Yönetmelik'in "Sınav salonlarında ve binalarda yapılacak kontroller" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:"(4) Sınav esnasında gürültü yaparak, yüksek ses çıkararak adayların motivasyonunu bozacak şekilde çevreyi rahatsız eden şahıslar ve işyerlerinin engellenmesi amacıyla sınav yapılan okulların çevresinde gerekli tedbirlerin alınması sağlanır. Ayrıca bu tür eylemlerde bulunanlar hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uyarınca cezai işlem yapılması için ilgili kurumlar nezdinde gerekli girişimlerde bulunulur."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin (P1-2) birinci cümlesisöyledir:"Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz." AİHM, P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenleme uyarınca taraf devletlerin belirli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişim hakkınıgaranti ettiklerini; buna karşılık kendilerini belirli bir tipte veya seviyede eğitimi kurmak ya da desteklemekle yükümlü kılacak bir hakkı kabul etmediklerini ifade etmektedir (Belçika Eğitim Dili Davası [GK], B. No: 1474/62, 1677/62, 1691/62, 1769/63, 1994/63, 2126/64, 23/7/1968, Protokol'ün maddesi ile Sözleşme'nin ve maddelerinin anlam ve kapsamı" başlığı altında, "B. Mahkeme tarafından benimsenen yorum" başlığı, §§ 3, 4). Diğer bir ifadeyle AİHM'e göre, P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenleme devletlerin belirli bir tipte veya seviyede eğitimi kurmak ya da desteklemekle yükümlü oldukları şeklinde yorumlanamaz. Buna karşın devletlerin kurdukları veya destekledikleri eğitim kurumlarına etkili bir biçimde erişimi sağlama yükümlülükleri vardır (Ponomaryovi/Bulgaristan, B. No: 5335/05, 21/6/2011, § 49). AİHM, belli bir zamanda var olan eğitim kurumlarına erişimin P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenlenen hakkın doğal bir parçası olduğu görüşündedir (Benzer yönde kararlar için bkz. Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen/Danimarka, B. No: 5095/71, 5920/72, 5926/72, 7/12/1976, § 52; Mürsel Eren/Türkiye, B. No: 60856/00, 7/2/2006, § 41; İrfan Temel ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36458/02, 3/3/2009, § 39). AİHM'e göre, P1-2'nin ilk cümlesindeki düzenleme yükseköğretim kurumları bakımından da uygulanabilir nitelikte olup bu kurumları kuran taraf devletler bunlara etkili bir şekilde erişimi sağlamak yükümlülüğü altındadırlar (Leyla Şahin/Türkiye [BD], B No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 136, 137). AİHM'e göre P1-2, üniversiteye kabulün kabul için usulünce başvurmuş ve sınavı geçmiş olanlarla sınırlandırılmasına izin vermektedir (Tarantino ve diğerleri/İtalya, B. No: 25851/09, 29284/09, 64090/09, 2/4/2013, § 46).
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12621
Başvuru, üniversiteye giriş sınavının iptali istemiyle açılan davanın reddi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, alacağın tahsili amacıyla borçlu aleyhine başlatılan icra takibi sırasında tahsil edilen bedelin nemasının alacaklıya ödenmek yerine Hazineye irat kaydedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1956 doğumlu olup Muğla'da ikamet etmektedir. Antalya İcra Dairesi Müdürlüğünde (İcra Dairesi) borçlular F.P. ve P. aleyhine 000 TL'lik bono içeriğindeki alacak için kambiyo senetlerine mahsus takip yoluyla icra takibi başlatılmıştır. Bononun lehtarının kim olduğu ve başvurucunun lehtar olup olmadığı bireysel başvuru dosyasından anlaşılamamaktadır. Borçlular 17/10/2016 tarihinde Antalya Asliye Ticaret Mahkemesinde, takibe konulan senedin teminat amaçlı olduğunun tespiti amacıyla alacaklı aleyhine menfi tespit davası açmıştır. Antalya Asliye Ticaret Mahkemesince 19/10/2016 tarihinde teminat yatırılması kaydıyla takibin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Alacaklı 17/4/2017 tarihinde İcra Dairesine müracaat ederek Anayasa Mahkemesinin Fatma Yıldırım (B. No: 2014/6577, 16/2/2017) kararına da atıfta bulunmak suretiyle bu paranın nemalandırılmasını talep etmiştir. İcra Dairesi, talebi kabul ederek 18/4/2017 tarihinde parayı vadeli bir mevduat hesabına yatırmıştır. Başvurucu -kendi beyanına göre- 23/10/2018 tarihinde alacağın devri sözleşmesiyle takip konusu alacağı devralmıştır. Başvurucu ile borçlular 10/12/20018 tarihli muvafakatnameyle İcra Dairesi hesabındaki 000 TL ile bu paraya işleyen 018,41 TL faizin başvurucuya ödenmesi konusunda uzlaşmıştır. Başvurucu aynı tarihte İcra Dairesine müracaat ederek muvafakatname doğrultusunda işlem tesis edilmesini talep etmiştir. Ancak İcra Dairesi 11/12/2018 tarihli işlemiyle, tedbirin kalkmasını müteakip anaparanın alacaklıya ödenmesine, işleyen faizin ise Hazineye aktarılmasına karar vermiştir. Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi 12/12/2018 tarihinde feragat nedeniyle menfi tespit davası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, İcra Dairesinin bu kararının iptali istemiyle 17/12/2018 tarihinde Antalya İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) şikâyet yoluna müracaat etmiştir. Şikâyet dilekçesinde, icra dosyasındaki paranın nemasının onunla hiçbir ilgisi olmayan Hazineye aktarılmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. İcra Hukuk Mahkemesi 10/9/2019 tarihinde şikâyeti esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun maddesinde yalnızca şikâyet süreci içinde nemalandırmaya ilişkin hükmün yer aldığı, bunun dışında nemalandırmaya ilişkin bir hükmün kanunda yer almadığı, memurun kendiliğinden parayı nemalandırma yetkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda; İcra Dairesinde Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına atıfla para nemalandırılmış ise de nemanın alacaklıya ödenmesinin yasal dayanağının bulunmadığı, bu sebeple Hazineye ödenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, Anayasa Mahkemesinin Fatma Yıldırım kararına özellikle atıf yapmış; bu karar uyarınca nemanın alacaklıya ödenmesi gerektiğini iddia etmiştir. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 23/10/2019 tarihinde istinaf istemi esastan reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun maddesine atıfta bulunularak icra dairelerince takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış paraların bankaya yatırılması hâlinde bu paralara ilişkin faiz, ikramiye ve sair menfaatlerin devlete ait olacağı belirtilmiş; anılan hüküm gözetildiğinde nemanın Hazineye ödenmesinin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 27/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 492 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Mahkemeler, hakimler, savcıları ve icra iflas daireleri tarafından adli ve idari işlemlerle takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış olan paraların bankaya yatırılması halinde bu paralara ait faiz, ikramiye ve sair menfaatleri Devlete aittir." Anayasa Mahkemesinin 492 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının iptaline ilişkin 5/4/2023 tarihli ve E.2023/48, K.2023/72 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: " 492 sayılı Kanun’un maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas daireleri tarafından adli ve idari işlemlerle takip işlemlerinden dolayı herhangi bir sebeple alınmış olan paraların bankaya yatırılması hâlinde bu paralara ait faiz, ikramiye ve diğer menfaatlerin devlete ait olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin ikinci fıkrasında ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası kısıtlı veya gaip adına bankaya yatırılan paralar bundan müstesna tutulmuştur. Buna göre mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin -ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası ve kısıtlı veya gaibe ait paralar haricinde- görevleri sebebiyle kendilerine tevdi edilen paraları bankaya yatırması durumunda bu paraların bankaya yatırılmasından dolayı her ne ad altında olursa olsun elde edilen nema paranın sahibine değil, Hazineye ait olmaktadır.... Mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen paraların Anayasa'nın maddesi kapsamında mülk teşkil ettiği açıktır. Dolayısıyla Anayasa'nın maddesinde öngörülen güvencelerin itiraz konusu kural yönünden uygulanabilir olduğu anlaşılmaktadır.... Paranın bir başkasına kullandırılması karşılığında elde edilen menfaatler onun semeresi mahiyetindedir. Dolayısıyla paranın başkasına kullandırılması sonucu hasıl olan semerelerden yararlanma yetkisi de paranın malikine aittir. Nitekim 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasında “Bir şeyin maliki, onun ürünlerinin de maliki olur.” denilmek suretiyle eşyanın malikinin onun semeresine de malik olacağı kabul edilmiştir. Paranın bankaya yatırılması, bankanın söz konusu parayı kullanmasına imkân sağladığından bunun karşılığında banka tarafından paranın sahibine faiz, ikramiye veya benzeri adlar altında birtakım menfaatler temin edilebilmektedir. Bankaya yatırılan paranın mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin kontrolünde bulunan bir para olması ve bu paranın anılan otoritelerce bankaya yatırılması, elde edilen nemadan yararlanma hakkının paranın malikine ait olduğu kuralını değiştirmez. Bununla birlikte itiraz konusu kural, özel kişilere ait olup mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen paraların bankaya yatırılması sonucu elde edilen faiz, ikramiye ve diğer menfaatlerin bankaya yatırılan paranın sahibi olan özel kişilerin yerine devlete ait olmasını öngörmek suretiyle mülkiyet hakkını sınırlamaktadır.... İtiraz konusu kural özel hukuk kişisine ait olan paranın kamu otoriteleri tarafından bankaya yatırılması sonucu elde edilen semerenin Hazineye gelir olarak aktarılmasını öngörmektedir. Özel hukuk kişisine ait olan paranın semeresinin Hazineye aktarılması malikin semere miktarınca mülkten yoksun kalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla somut kuraldaki sınırlamanın mülkten yoksun bırakma biçimindeki ikinci kural kapsamında incelenmesi gerekecektir.... Anayasa Mahkemesi, icra iflas dairelerinin borçlulardan tahsil ettiği paranın durumunu incelediği Fatma Yıldırım kararında borçludan tahsil edilen bedelin alacaklıya ödendiği ana kadar borçlunun veya alacaklının para üzerinde tasarrufta bulunma, parayı kullanma veya paranın değerinin enflasyon karşısında aşınmasını önleyici tedbirler alma imkânı olmadığının altını çizerek borçludan tahsil edilen bedelin bu süreçte henüz icra müdürlüğünün kontrolü altında bulunduğunu, dolayısıyla bu paranın enflasyon karşısında kıymet yitirmesini önleyebilecek olanın da para üzerinde tasarrufta bulunma kudretini elinde bulunduran icra dairesi olduğunu belirtmiş; tahsil edilen paranın alım gücünü kaybetmesini engellemenin yolunun da bunun nemalandırılması olduğunu ifade etmiştir (Fatma Yıldırım, §§ 60, 61). Anayasa Mahkemesi sonuç olarak cebri icra organlarının tahsil ettiği parayı bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle icra sürecinin hızlı işlememesinin borçlu üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri asgari seviyeye indirememesinin mülkiyet hakkının devlete yüklediği koruma pozitif yükümlülüğünün ihlali sonucunu doğurduğunu kabul etmiştir (Fatma Yıldırım, §§ 60-63).... Bununla birlikte kural; mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerinin -ortaklığın giderilmesi neticesinde tahsil edilen para, tereke parası ve kısıtlı veya gaibe ait paralar hariç- kendilerine tevdi edilen paraları bankaya yatırmaları durumunda bu paraların bankaya yatırılmasından dolayı elde edilen nemanın devlete ait olmasını öngörmektedir. Borçludan tahsil edilen para dahil olmak üzere mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine verilen paraların enflasyon karşısında değer yitirmesini önlemeye yönelik bir tedbir olarak vadeli mevduat hesabına yatırılması neticesinde elde edilen nemanın Hazineye irat kaydedilmesi karşılıksız yararlanma hükmünde olup bunun herhangi bir haklı temeli bulunmamaktadır. Devletin zorlayıcı nedenler olmaksızın özel bir kişinin mal varlığından karşılıksız yararlanması düşünülemez. Devletin sunduğu yargı ve takip hizmetleri karşılığında zaten harç alınmakta, ayrıca yapılan yargılama ve takip giderleri de ilgili taraflardan tahsil edilmektedir. Bu durumda bankaya yatırılan paranın nemasının Hazineye irat kaydedilmesinin sunulan yargı ve takip hizmetlerinin giderinin kısmen ilgililere yükletilmesi amacı taşıdığı da söylenemez. Dolayısıyla mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine tevdi edilen ve özel hukuk kişilerine ait olan paraların nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin anayasal açıdan meşru bir amaca dayanmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak mahkemeler, hâkimler, Cumhuriyet savcıları ve icra iflas dairelerine herhangi bir sebeple teslim edilen ve özel hukuk kişilerine ait olan paraların nemasının Hazineye intikal ettirilmesinin meşru bir amacı olmadığından kural mülkiyet hakkını ihlal etmektedir...."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/91
Başvuru, alacağın tahsili amacıyla borçlu aleyhine başlatılan icra takibi sırasında tahsil edilen bedelin nemasının alacaklıya ödenmek yerine Hazineye irat kaydedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutuklama ile tutukluluğa itirazın reddine ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta olan başvurucu, FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 20/9/2016 tarihinde başvurucuyu, silahlı terör örgütü (FETÖ/PDY) üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Siverek Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, sorgusu sırasında da suçlamaları kabul etmemiş ve FETÖ/PDY ile bir ilgisinin olmadığını, ByLock isimli programı kullanmadığını ifade etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Şüphelinin [başvurucunun] örgüt tarafından yaygın olarak kullanılan ByLock olarak tabir edilen şifreli haberleşme kaydının mevcut olduğunun tespit edildiği, bu programların herkes tarafından indirilebilen programlar olmadığı ve örgüt tarafından gizli haberleşme amacıyla kullanıldığı anlaşılmakla;Dosyada mevcut bilgi ve belgeler, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katolog suçlar arasında yer alması ve haklarında örgüt üyeliğinden soruşturma yapılan diğer şüphelilerin durumu gözetildiğinde kaçma ve saklanma ihtimalinin bulunması, şüphelinin devam eden soruşturma safahatı ve suça konu hadiselerin mahiyeti gözetildiğinde delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, ayrıca tanık veya mağdurlar üzerinde baskı yapılması hususunda kuvvetli şüphe ve ihtimal bulunması, şüphelinin üzerine atılı suçun kanunda öngörülen cezasının alt ve üst sınırı değerlendirildiğinde ve ayrıca açıklanan tutuklama gerekçeleri nazara alındığında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, bu itibarla tutukluluğun ölçülü ve gerekli olduğu anlaşıldığından CMK'nın ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan TUTUKLANMASINA... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Tunceli Sulh Ceza Hâkimliği 27/9/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının 17/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun ByLock programını kullandığı belirtilmiştir. Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/1 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 5/7/2017 tarihinde başvurucunun anılan suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve -hükümle birlikte- tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde temel olarak başvurucunun ByLock kullanıcısı olmasına dayanılmıştır. Başvurucu mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş olup dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Erzurum Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir. Diğer taraftan başvurucu 23/8/2016 tarihinde görevinden uzaklaştırılmış ve -29/10/2016 tarihi Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren- 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Neslihan Aksakal (B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 18-25) başvurusu hakkında verilen karar.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/2324
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutuklama ile tutukluluğa itirazın reddine ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11433
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; belediye başkanlığı görevinden uzaklaştırma işlemine karşı açılan dava ile vali yardımcısının belediye başkanı olarak görevlendirilmesi işlemine karşı açılan davada hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, özel hayata saygı hakkı ile seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 7/12/2017 ve 26/7/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/24250 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/40087 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/40087 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (674 sayılı KHK) 1/9/2016 tarihli ve 29818 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 674 sayılı KHK'nın maddesiyle 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun maddesine belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hâllerinde belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirileceği eklenmiştir. Yine aynı KHK'nın maddesiyle 5393 sayılı Kanun'a geçici madde eklenmiş ve madde metninde; bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları kapsamında haklarında yürütülen soruşturma veya kovuşturma nedeniyle görevden uzaklaştırılan belediye başkanı, başkan vekili ve meclis üyelerinin yerine 5393 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre işlem yapılmış olsa bile on beş gün içinde maddedeki yetkili makamlarca maddenin ikinci fıkrasında belirtilen usule göre görevlendirme yapılacağı belirtilmiştir. 674 sayılı KHK, 10/11/2016 tarihli ve 6758 sayılı Kanun'un 24/11/2016 tarihli ve 29898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Başvurucu Azize Değer Kutlu'ya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu 30/3/2014 tarihli Yerel Seçim'de Diyarbakır Sur Belediyesi meclis üyesi, S.N. ise belediye başkanı olarak seçilmiştir. Sur ilçesinde meydana gelen yol kapama, hendek kazma, kamu malına zarar verme, kolluk kuvvetlerine saldırı eylemleri nedeniyle belediye başkanı olan S.N. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçu kapsamında 19/8/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. 22/8/2015 tarihinde tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilen S.N., Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 2015/185 Sorgu numaralı kararıyla tutuklanmıştır. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığının 24/8/2015 tarihli oluru ile S.N. belediye başkanlığı görevinden uzaklaştırılmıştır. Belediye başkanının görevinden uzaklaştırılmasının ardından 5393 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca toplanan Belediye Meclisi 31/8/2015 tarihinde başvurucu Azize Değer Kutlu'yu belediye başkan vekili olarak seçmiştir. 674 sayılı KHK'nın maddesiyle 5393 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde kapsamında Diyarbakır Valiliğinin 10/9/2016 tarihli oluru ile Sur Belediyesi başkanlığına Vali Yardımcısı B.N.nin görevlendirilmesi üzerine başvurucunun belediye başkan vekilliği görevi sona ermiştir. Başvurucu, vali yardımcısının belediye başkanı olarak görevlendirilmesine yönelik işlemin iptali istemiyle 9/11/2016 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; göreve başladığı günden bu yana hiçbir cezai ve idari soruşturma geçirmediğini, görevi boyunca yaptığı tüm işlemlerin usulüne uygun olduğunu ileri sürmüştür. 674 sayılı KHK'da yer alan hükme dayanılarak, savunması dahi alınmadan gerekçesiz bir şekilde görevine son verildiğini ifade etmiştir. 674 sayılı KHK ile 5393 sayılı Kanun'a ekleme yapılarak yetki aşımına gidildiğini belirtmiştir. Geçirdiği bir soruşturma bulunmamasına karşın herhangi bir şekilde savunması alınmadan tesis edilen işlem nedeniyle adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Hakkında suçlama yapılmadan ve delillendirilmeden keyfî bir şekilde görevine son verilmesinin suçta ve cezada kanunilik ilkesini de ihlal ettiğini söylemiştir. İdare, dava dilekçesine karşı 16/12/2016 tarihinde savunma yapmıştır. Dilekçesinde, 5393 sayılı Kanun'un ilgili maddelerine yer verdikten sonra yaşanan olayları anlatmış ve tesis edilen işlemin hukuka uygun olması nedeniyle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Diyarbakır İdare Mahkemesi (Mahkeme) 21/2/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda; 5393 sayılı Kanun'a göre terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları kapsamında haklarında yürütülen soruşturma veya kovuşturma nedeniyle görevden uzaklaştırılan belediye başkanı yerine, Belediye Meclisince başkan vekili seçilmiş olsa bile büyükşehir ve il belediyelerinde içişleri bakanı, diğer belediyelerde vali tarafından görevlendirme yapılacağının açık olduğu ifade edildikten sonra İlçe Belediye Başkanı'nın devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçundan tutuklanması nedeniyle görevinden uzaklaştırılması neticesinde dava konusu işlemin tesis edildiği belirtilmiştir. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Dilekçesinde, dava dilekçesinde belirttiği hususları tekrar etmiştir. İdare 3/5/2017 tarihinde istinaf başvuru dilekçesine cevap vermiştir. Dilekçesinde, savunma dilekçesinde söylediği hususları yinelemiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 17/10/2017 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 15/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Abdurrahman Zorlu'ya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu 2009 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen yerel seçimlerde Diyarbakır Hani ilçe belediye başkanı olarak seçilmiştir. Başvurucu, hakkında 5237 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 9/9/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve daha sonra Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Bunun üzerine başvurucu, İçişleri Bakanlığının 5/10/2016 tarihli oluru ile belediye başkanlığı görevinden uzaklaştırılmıştır. Başvurucu, görevden uzaklaştırma işleminin iptali istemiyle 5/12/2016 tarihinde dava açmıştır. Dilekçesinde; 674 sayılı KHK ile 5393 sayılı Kanun'a eklenen madde kapsamında görevinden uzaklaştırılamayacağını ve KHK ile Kanun maddesinin değiştirilmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir. Görevi boyunca hakkında herhangi bir adli ya da idari soruşturma açılmadığını belirtmiştir. Seçimle geldiği görevinden bu şekilde ayrılmasının seçme ve seçilme hakkına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Savunması alınmadan tesis edilen işlemin hukuka uygun olmaması nedeniyle iptal edilmesi gerektiğini, hakkında herhangi bir suçlama olmamasına rağmen tesis edilen işlem nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini söylemiştir. Davalı idare 23/1/2017 tarihinde savunma yapmıştır. Savunma dilekçesinde, başvurucuya ilişkin olaylara kronolojik olarak yer verdikten sonra başvurucunun tutuklanmasına yol açan suçun niteliği gözönüne alındığında tesis edilen görevden uzaklaştırma işleminin yasal ve yerinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu 20/3/2017 tarihinde savunmaya cevap vermiştir. Dilekçesinde; tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğuna dair bir gerekçe sunulamadığını, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinin idare tarafından kabul edildiğini ileri sürmüştür. Davalı idare 25/4/2017 tarihinde cevap dilekçesine cevap vermiştir. Dilekçesinde, savunma dilekçesinde belirttiği hususları tekrar ettiğini dile getirmiştir. Mahkeme 30/11/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda; soruşturma konusu suçların niteliği, ağırlığı, göreve ilişkin ve görev sırasında işlenmiş olduğu iddialarını gözönünde bulundurarak konu ile ilgili yürütülecek soruşturmanın selameti bakımından tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, dava dilekçesinde belirttiği hususları tekrar ederek 19/1/2018 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Davalı idare 19/2/2018 tarihinde istinaf başvuru dilekçesine cevap vermiştir. Dilekçesinde, savunma dilekçesinde söylediği hususları yinelemiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 20/4/2018 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 2/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5393 sayılı Kanun'un "Belediye başkanlığının boşalması hâlinde yapılacak işlemler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Belediye başkanlığının herhangi bir nedenle boşalması durumunda, vali tarafından belediye meclisinin on gün içinde toplanması sağlanır. Meclis, birinci başkan vekilinin, onun bulunmaması durumunda ikinci başkan vekilinin, onun da bulunmaması durumunda en yaşlı üyenin başkanlığında toplanarak;...b) Başkanın görevden uzaklaştırılması, tutuklanması veya seçim dönemini aşmayacak biçimde kamu hizmetinden yasaklama cezası alması durumunda bir başkan vekili,Seçer.Ancak, belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde 46 ncı maddedeki makamlarca belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilir. Görevlendirilecek kişinin seçilme yeterliğine sahip olması şarttır. Görevden uzaklaştırılan veya tutuklanan belediye meclisi üyesinin istifa etmesi halinde de bu fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra gereğince belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyelerde bütçe ve muhasebe iş ve işlemleri valilik onayı ile defterdarlığa veya mal müdürlüğüne gördürülebilir. Bu belediyelerde belediye meclisi, başkanın çağrısı olmadıkça toplanamaz. Meclisin, encümenin ve komisyonların görev ve yetkileri 31 inci maddede belirtilen encümen üyeleri tarafından yürütülür...." 5393 sayılı Kanun'un "Belediye başkanı görevlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Belediye başkanlığının herhangi bir nedenle boşalması ve yeni belediye başkanı veya başkan vekili seçiminin yapılamaması durumunda, seçim yapılıncaya kadar belediye başkanlığına büyükşehir ve il belediyelerinde İçişleri Bakanı, diğer belediyelerde vali tarafından görevlendirme yapılır. Görevlendirilecek kişinin belediye başkanı seçilme yeterliğine sahip olması şarttır." 5393 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir: "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları kapsamında haklarında yürütülen soruşturma veya kovuşturma nedeniyle görevden uzaklaştırılan belediye başkanı, başkan vekili ve meclis üyelerinin yerine 45 inci maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre işlem yapılmış olsa bile onbeş gün içerisinde 46 ncı maddedeki yetkili makamlarca 45 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen usule göre görevlendirme yapılır."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40087
Başvuru, belediye başkanlığı görevinden uzaklaştırma işlemine karşı açılan dava ile vali yardımcısının belediye başkanı olarak görevlendirilmesi işlemine karşı açılan davada hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, özel hayata saygı hakkı ile seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yakalama sırasındaki işkence ve kötü muamele iddiasına ilişkindir.       Başvurular 20/3/2014 tarihinde İskenderun Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.    İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde 2014/3911 numaralı, Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 2014/3912 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.     2014/3912 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/3911 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/3912 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/3911 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.    Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.    Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/4/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.    Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/4/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.  A.   Olaylar     Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:    Sırasıyla 1984 ve 1988 doğumlu olan başvurucular Mehmet Ali Bağdatlı ve Sezgin Ertaş, Hatay’da ikamet etmektedirler.  2/6/2013 tarihinde İskenderun Anıt Meydanı’nda, kamuoyunda "Gezi Parkı olayları" olarak adlandırılan gösterilere destek amacıyla eylem gerçekleştirilmiştir. Eyleme katılan başvurucuların yakalanması amacıyla polis memurları tarafından yapılan takip sırasında başvurucuların bulunduğu aracın Feyzan Kanalı beton istinat duvarına çarpması sonucunda trafik kazası meydana gelmiştir. Başvurucular kazadan sonra polis memurlarınca darbedildiklerini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular hayati tehlike geçirecek şekilde, aynı araçta bulunan diğer kazazedeler U.A., Ş.H. ve Ş. basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralanmışlardır.   3/6/2014 tarihinde saat 20’de meydana gelen kazayla ilgili olarak olay ve yakalama tutanağı tanzim edilmiştir. Tutanakta İstanbul Taksim Meydanı Gezi Parkı’na 31/5/2013 tarihinde yapılan müdahaleyi protesto etmek amacıyla 1/6/2013’te İskenderun’da yapılan yürüyüş esnasında çıkan olaylarda gözaltına alınan şahıslara destek olmak amacıyla 2/6/2013 tarihinde marjinal sol grupların katılımıyla yaklaşık 700 kişinin toplandığı, saat 00 sıralarında polis tarafından eylemin izinsiz ve yasalara aykırı olduğu uyarısı yapılarak grubun dağılmasının istendiği ancak grubun dağılmadığı, Şehit Pamir Caddesi’ne yürüyüşe geçtikleri, kolluk güçleri tarafından göstericilere müdahale edildiği, grubun başındaki U.A. isimli kişinin uyarıldığı; ancak, grubun uyarılara aldırmaması nedeniyle bazılarının gözaltına alınarak göstericilerin kısmen dağıtıldığı, saat 00 sıralarında çöp bidonlarıyla yollara barikat kurulduğu, göstericilerin polislere taş atmaya başladıkları, taş atan bu grubun başında yine U.A. ve yanında bulunan Ş.H., Mehmet Ali Bağdatlı, Sezgin Ertaş ve Ş. isimli kişiler olduğu, bu kişilerin göstericileri tahrik ettikleri, polisin müdahalesi sona erdikten sonra yakalanmaları için takibe alındıkları, takip sonunda … adresindeki eve girdikleri, yapılan araştırma sonucunda bu adreste A.K. isimli kişinin oturduğu tespit edilerek arama kararı talep edildiği, henüz arama kararı verilmeden bu kişilerin … plakalı araca bindikleri, aracın üzerlerinde resmî polis yeleği bulunan görevliler tarafından durdurulmak istendiğinde araç sürücüsünün dur ihtarına uymayarak aracı polisin üzerine sürdüğü, polisin havaya iki el ateş açtığı, aracın polis tarafından takibe alındığı, su şebekesi çalışmalarından dolayı yolun bozuk ve tozlu olması nedeniyle aracın gözden kaçırıldığı, bir süre sonra aracın Şehit Ahmet Yaman Caddesi’yle Sokak’ın kesiştiği yerdeki beton istinat duvarına çarparak kaza yaptığının görüldüğü, sürücü koltuğunda U.A.nın bulunduğu, şahısların İskenderun Devlet Hastanesine götürülerek tedavilerinin yaptırıldığı kayıtlıdır.   3/6/2013 tarihinde saat 20’de tanzim edilen kaza tespit tutanağına göre kazanın oluşumunda araç sürücüsü U.A.nın doğrultu değiştirme manevralarını yanlış yapması nedeniyle engel bir cisme çarparak kazanın meydana geldiği belirtilmiştir.     Başvurucuların, Araçta Bulunan Diğer Kişilerin ve Tanıkların Beyanları  Başvurucu Mehmet Ali Bağdatlı 11/6/2013 tarihinde kollukta verdiği beyanında araçla seyir hâlindeyken silahla kendilerine ateş edildiğini, aracın hızlı bir şekilde sola doğru manevra yapmasından sonra duvara çarptığını hatırladığını, hastanede kendine geldiğinde arkadaşlarından öğrendiğine göre havaya ateş eden ve kaza sonrasında kendilerini yere yatıran şahısların sivil polisler olduğunu öğrendiğini, kaza yapmalarına neden olan polislerden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucunun bu beyanında işkence ve kötü muameleye ilişkin anlatımı bulunmamaktadır.   Başvurucu Sezgin Ertaş 7/6/2013 tarihli Cumhuriyet Savcılığında ve 24/9/2013 tarihli kollukta verdiği ifadelerinde arkadaşları A.K.nin evinde bir süre oturduktan sonra evden çıkarak U.A.nın kullandığı araca binecekleri sırada arkalarında bulunan, sonradan sivil polis olduğunu öğrendiği kişilerin ateş ederek üzerlerine doğru gelmeleri üzerine hızlıca araca bindiklerini, daha sonra polislerin araca elleriyle vurmaya başladıklarını, U.A.nın panikleyerek aracı hareket ettirdiğini, virajı alamayarak köprü duvarına çarptıklarını, çenesinin kırıldığını, kazadan sonra neler olduğunu görmediğini beyan etmiştir. Başvurucunun bu beyanında işkence ve kötü muameleye ilişkin anlatımı bulunmamaktadır.  Araç sürücüsü U.A. 3/6/2013 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde araçta yolcu olarak bulunan Ş., Ş.H., Mehmet Ali Bağdatlı ve Sezgin Ertaş’ı evlerine bırakmak üzere yola çıktıklarını, bir aracın kendisini takip ettiğini, silah sesi duyması üzerine panik hâlde uzaklaşmaya çalıştığı sırada virajı alamayarak bir yere çarptığını, kaza sonrasında özel harekat polislerinin kendilerine kelepçe taktığını, kazadan sonra yaralı hâldeyken müdahalede bulunan, ayaklarıyla üzerlerine basan ve konuşmalarına izin vermeyen polislerden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.  Kaza yapan araçta bulunan Ş. ve Ş.H. 3/6/2013 tarihli kollukta verdikleri ifadelerinde kazanın nasıl meydana geldiğini tam olarak bilmediklerini, kaza sonrasına ilişkin bir şey hatırlamadıklarını beyan etmişlerdir.  Polis Memurları İ.A., İ., H., R.G. ve U.U. 4/6/2013 tarihli beyanlarında; Taksim Gezi Parkı eylemlerine destek olarak Anıt Meydanı’nda toplanan yaklaşık 700 kişilik grubun saat 00’den 00’ye kadar gösteri yaptığını, grubun dağılmayarak yürüyüş yapmak istediğini, uyarılara rağmen grubun dağılmaması üzerine çevik kuvvet tarafından Şehit Pamir Caddesi üzerinde gruba müdahale edilerek grubun dağıtıldığını, saat 00 sıralarında Fener Caddesi üzerinde yine grupların toplanarak çöp bidonlarını yollara devirmek suretiyle barikat kurarak eylem yaptıklarını, yolu trafiğe kapattıklarını, görevlilerin ikazlarına uymayarak zorluk çıkardıklarını, taş, sopa ve şişe attıklarının görülmesi üzerine gruba tekrar müdahale edildiğini, elinde megafonla baştan sona kadar grubu yönlendirerek provoke eden U.A. isimli şahısla yanında bulunan arkadaşlarının müdahale sonrasında arbededen faydalanarak kaçtığını, Piri Reis Mahallesi … No.lu adrese girdiklerini, U.A. ile yanında bulunan ve grubu yönlendiren diğer şahısların yakalanabilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığından arama ve yakalama kararı talep edildiğini, evin yanında arama ve yakalama kararının gelmesini bekledikleri sırada -saat 05 sıralarında- U.A.nın biri bayan dört kişiyle… plaka sayılı araca bindiğini, bu esnada üzerinde resmî polis yeleği bulunan bir polisinaraca yaklaşarak eliyle beklemelerini işaret ettiğini ancak aracın hızlı bir şekilde polisin eline çarparak stadyum istikametine doğru gittiğini, bir polisin havaya tabancayla iki el uyarı ateşi açtığını, aracın ikazlara aldırmayarak stadyum yönüne doğru uzaklaştığını, iki ekibin aracın kaçış istikametine doğru hareket ettiğini, cadde üzerinde su şebekesi çalışması olduğundan çok hızlı ilerleyemediklerini, bu nedenle aracın birden gözden kaybolduğunu, birkaç dakika kadar sonra aracı stadyumun yanında kanal istinat duvarına çarpmış vaziyette gördüklerini, haber merkezine anons yaparak olay yerine 112 sağlık ekiplerinin gelmesini talep ettiklerini, ambulansı bekledikleri sırada aracın yanabileceği ve içindekilerin zarar görebileceği endişesiyle araçta bulunan şahısların dışarıya çıkmalarına yardım ettiklerini, bir süre sonra olay yerine iki ambulansın geldiğini, araç sürücüsü olan ve tahkikat gereği aranan U.A.nın araçtan iner inmez avukat istediğini, Mehmet Ali Bağdatlı’nın kendisinin avukat olduğunu beyan ettiğini, şahısların tümünün ambulansla hastaneye götürüldüğünü ifade etmişlerdir.  Başvurucuların arkadaşları tanıklar A.K. ve K. 3/6/2013 tarihli kolluktaki ifadelerinde, olay gecesi başvurucularla arkadaşlarının evden dışarı çıktıklarını, polisin hiçbir uyarıda bulunmadan beş altı el ateş ettiğini balkondan gördüklerini ancak kazaya tanık olmadıklarını beyan etmişlerdir.    Adli Muayene Raporları  Kaza sonrasında başvurucular ve araçta bulunan diğer mağdurların İskenderun Devlet Hastanesi tarafından adli muayeneleri yapılmıştır. Başvurucular kesin raporlarını ibraz etmemişlerdir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nde (UYAP) de anılan raporlar bulunmamaktadır.  Başvurucu Sezgin Ertaş’ın 3/6/2013 geçici raporunda (Bir kısmı okunamadı.) vücudunda 10x2 cm abrazyon (deri sıyrılması) olduğu, hayati tehlikesinin bulunduğu kayıtlıdır. 11/6/2013 tarihinde başvurucunun ifade vermek üzere adliyeye çağrıldığında kolluk tarafından tanzim edilen tutanakta kuzeni E.nin beyanına göre başvurucunun çenesinin kırık olduğu, evde yattığı, konuşamadığı, bu nedenle ifade vermeye gidemeyeceği belirtilmiştir.  Başvurucu Mehmet Ali Bağdatlı’nın raporunda, sağ omuz, humerus (omuzla dirsek arasındaki kemik) başı ve humerus distalinde (dirsek kısmı) parçalı kırık olduğu, hayati tehlikesinin bulunduğu, Antakya Araştırma Hastanesine sevk edildiği kayıtlıdır. Antakya Devlet Hastanesinin raporu başvuru dosyasında bulunmamaktadır.   Başvurucularla aynı araçta bulunan diğer kişiler vücutlarının muhtelif bölgelerinden basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralanmışlardır. H.Ş.nin raporunda, sol ön kol extansör yüzde 10x25 cm’lik abrazyon; Ş.nin raporunda yüzde (Bir kısmı okunamadı.) 2x1 cm’lik abrazyon, çene altında 3x1 cm’lik abrazyon, sol ön kolda 5x3 cm’lik abrazyon; U.A.nın raporunda, sağ ön kolda 5x3 cm’lik abrazyon, 2 cm kesi, sol ön kolda 6x4 cm’lik abrazyon olduğu belirtilmiştir.    Başvurucuların Soruşturma Sırasındaki Talepleri  Başvurucular vekili 18/6/2013 tarihli dilekçeyle başvurucularda oluşan yaraların hangisinin trafik kazası, hangisinin polisin darbetmesi sonucunda olduğunun tespiti için rapor aldırılmasını, gece saat 30 civarında Devlet Hastanesine getirilen başvurucuları hangi polislerin getirdiğinin belirlenmesi için kamera kayıtlarının istenmesini ve bununla ilgili şikâyetin tefrik edilerek ayrı bir soruşturma yürütülmesini talep etmiştir.  Bu talepler Cumhuriyet Savcılığı tarafından şüphelilerin kesin raporlarının aldırılmış olduğu, olaylar arasında hukuki irtibat bulunduğu, şüphelileri hastaneye getiren polislerin kimliğinin tespitinin olayla ilgisinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.    Soruşturma Sonunda Verilen Karar  İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığının 18/11/2013 tarihli ve 2013/6227 Soruşturma No.lu kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:“…03/06/2013 tarihli Olay ve Yakalama tutanağının incelenmesinde; 02/06/2013 günü saat 00 sıralarında İskenderun Anıt Alanında yaklaşık 700 kişinin katılımıyla gösteri düzenlendiği, U.A.nın bu gösterinin başından sonuna kadar elinde megafon ile topluluğu provoke ettiği, topluluğun Anıt Alanından Şehit Pamir Caddesine doğru yolu kapatarak yürüyüşe geçtiği, grubun başında da U.A.nın bulunduğunun, grubun tüm uyarılara rağmen yürüyüşe devam etmeleri üzerine olaya müdahale edildiğinin, bu sırada çıkan arbede sırasında U.A. ile yanında bulunup grubu yönlendiren diğer kişilerin olay yerinden kaçtıklarının, bu olayların saat 00'e kadar devam ettiğinin, 00 sıralarında Fener Caddesi’nde bir grubun toplanarak çöp bidonlarını yola devirip barikat kurdukları ve yolu trafiğe kapattıkları, bu grubun başında da yine U.A. ile Ş.H., Mehmet Ali Bağdatlı, Sezgin Ertaş ve Ş.nin bulunduğunun tespit edildiği, şahısların takip edildiğinde A.K.ye ait Piri Reis Mah. … sayılı adrese girdiklerinin görüldüğü, şahısların yakalanabilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığından arama ve yakalama kararı alındığı ve 3/6/2013 günü saat 10 sıralarında arama yapmak için söz konusu adrese gidildiğinde U.A.nın da aralarında bulunduğu biri bayan 4 erkek şahsın … plakalı araca bindiklerinin görüldüğü, resmi kıyafetli polis memurlarınca söz konusu aracın durdurulmak istendiği, ancak aracı polis memurlarının üzerine süren şüphelilerin hızlı bir şekilde Piri Reis Mah. Şehit Ahmet Yaman Caddesi istikametinden stadyuma doğru devam ettikleri, aracın durması için havaya doğru iki el uyarı ateşi yapıldığını, ancak aracın durmayarak kaçtığının, yapılan takip sonucu söz konusu aracın Şehit Ahmet Yayman Caddesi ile Sokağın kesiştiği Fezeyan Kanalı beton istinat duvarına çarparak kaza yapmış şekilde bulduklarının, aracın şoför koltuğunda U.A.nın, sağ ön koltuğunda bir erkek şahsın, arka koltukta ise 1 bayan 2 erkek şahsın bulunduğunun görüldüğü ve 112 sağlık ekiplerine haber verilmesi üzerine şahısların tedavi için hastaneye götürüldüklerinin belirtildiği,Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2013/6730 soruşturma sayılı dosyasının incelenmesinde; U.A. hakkında … plakalı aracıyla 02/06/2013 günü saat 50 sıralarında meydana gelen tek taraflı trafik kazası sonucu Sezgin Ertaş, Mehmet Ali Bağdatlı, Ş.H. ve Ş.nin yaralanması olayı hakkında taksirle yaralamaya sebebiyet verme suçu açısından soruşturma yürütüldüğü, bu soruşturma kapsamında alınan doktor raporlarına göre; U.A. ile Ş.nin söz konusu kaza nedeniyle hayati tehlike geçirmeksizin BTM ile düzelir derecede, Mehmet Ali Bağdatlı ve Sezgin Ertaş'ın hayati tehlike geçirecek ve BTM ile düzelmeyecek derecede yaralandıklarının anlaşıldığı.Yine bu dosyada mevcut trafik kaza tespit tutanağına göre söz konusu kazanın oluşumunda … plakalı araç sürücüsü U.A.nın doğrultu değiştirme manevralarını yanlış yapma kuralım ihlal ettiğinin belirtildiği,Müştekiler her ne kadar kaza sonrasında polisler tarafından darbedildiklerini iddia etmiş iseler de doktor raporlarında belirtilen yaralanmaların geçirmiş oldukları trafik kazasından kaynaklandığı, raporlarda başkaca bir yaralanmanın belirtilmediğinin anlaşıldığı, dolayısıyla müştekilerin polisler tarafından darbedildiklerine ilişkin iddiaların soyut iddia mahiyetinde olduğu ve görevli polis memurlarının görevlerini kötüye kullanarak müştekileri ettiklerine dair müştekilerin soyut iddiası dışında herhangi bir delil bulunmadığının anlaşıldığı, Polis memurlarınca müştekilerin aracına doğru ateş edilmesi iddiasıyla ilgili olarak yapılan değerlendirmede:2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nun 16/7-c maddesi uyarınca polisin hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suç üstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silah kullanmaya yetkili olduğunun, aynı maddenin fıkrasına göre silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde dur çağrısında bulunulacağının, kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde önce uyarı amacıyla silahla ateş edileceğinin, buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edileceğinin düzenlendiği,Soruşturma konusu olay kapsamında yukarıda bahsedilen olay tutanağına göre; şüpheliler U.A., Ş., Ş.H., Mehmet Ali Bağdatlı ve Sezgin Ertaş'ın 2911 sayılı Yasa’ya muhalefet suçundan dolayı yakalanmaları amacıyla haklarında İskenderun Başsavcılığınca verilmiş 03/06/2013 tarihli arama kararı ve gözaltı talimatı bulunduğu, kolluk görevlilerinin şüphelilerin araçla hareket halinde olduklarını görmeleri üzerine durmaları için ikazda bulunmasına rağmen aracın hareket etmesi üzerine durmalarını sağlamak amacıyla havaya iki el ateş edildiğinin belirtildiği, söz konusu ateş etme olayının yukarıda açıklandığı şekilde Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun 16/7-c maddesi uyarınca silah kullanma yetkisi kapsamında kaldığının ve CMK 24/1 maddesi uyarınca bu eylem bakımından ilgili polis memurlarının kanun hükmünü ifa nedeniyle cezai sorumluluklarının bulunmayacağının anlaşıldığı,Müştekilerin kaza yapmalarına polis memurlarının neden olduğuna ilişkin iddiasıyla ilgili olarak yapılan değerlendirmede, trafik kaza tespit tutanağına göre söz konusu kazanın sürücü U.A.nın doğrultu değiştirme manevralarını yanlış yapma kuralım ihlal etmesi nedeniyle gerçekleştiği, bu hususta polis memurlarına atfı kabil herhangi bir kusur bulunmadığının anlaşıldığı,Tüm bu hususların bir arada değerlendirilmesinde;İskenderun ilçe Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında müştekilere yönelik kasten yaralama iddiası bakımından atılı suçu işlediklerine dair delil bulunmaması, müştekilerin aracına doğru silahla ateş etmeleri iddiası bakımından 2559 Sayılı Kanun'un 16/7-c ve TCK’nın 24/1 maddeleri uyarınca ve müştekilerin kaza yapmalarına neden olma iddiası bakımından ise herhangi bir kusurlarının bulunmaması nedeniyle KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir].”  Bu karara başvurucular tarafından yapılan itiraz, Hatay Ağır Ceza Mahkemesinin 29/1/2014 tarihli ve 2014/62 Değişik İş sayılı kararıyla “kamu davası açılmasını gerektirir yeterlilikte ve nitelikte delil ve neden bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir.  Ret kararı başvurucular vekiline 20/2/2014 tarihinde tebliğ edildiğinden 20/3/2014 tarihinde yapılan bireysel başvurularda süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır.B.   İlgili Hukuk  26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:“Kasten yaralama Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. …(3) Kasten yaralama suçunun; …d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, …İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama Madde 87- (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun; …d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, …Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.…(3) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/4 md.) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır. …”  4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Zor ve Silah Kullanma Madde 16- (Değişik madde: 02/06/2007-5681 S.K./mad)Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. …Polis; …c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,…silah kullanmaya yetkilidir. Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir. …”  4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun başvuru konusu olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesi şöyledir.“Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemlerMadde 90 – (1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:a) Kişiye suçu işlerken rastlanması.b) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması.(2) Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler.…” 
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3911
Başvuru, yakalama sırasındaki işkence ve kötü muamele iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/64887
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, aynı eyleme ilişkin farklı mahkemeler tarafından farklı kararlar verilmesine rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) F. isimli müştekinin aracının çalındığını iddiası hakkında 10/9/2015 tarihinde başlatılan soruşturma kapsamında F.ye ait araç bulunmuş ve araç içinde müşteki Ş.T.nin aracına ait plakalar ele geçirilmiştir. Bunun üzerine Başsavcılık, başvurucunun müşteki F. ve Ş.T.ye karşı hırsızlık suçunu işlediği iddiasıyla 2/6/2016 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) yargılama sonucunda başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkûmiyet kararı istinaf incelemesinden geçerek 16/10/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Aynı olaya ilişkin olarak müşteki Ş.T. ilgili kolluk birimine 12/9/2015 tarihinde başvurarak aracına ait plakaları çalan kişilerden şikâyetçi olmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı konuya ilişkin başlattığı soruşturmada başvurucunun hırsızlık suçundan cezalandırılması amacıyla 27/2/2018 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar vermiştir. Beraat kararı istinaf edilmeksizin 15/10/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu aynı olaya ilişkin hakkında beraat kararı verilmesi nedeniyle daha önce verilen mahkumiyet kararının kaldırılması talebiyle Mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme başvuruyu yargılamanın yenilenmesi talebi olarak değerlendirmiş, 29/7/2020 tarihli ek kararı ile talebi reddetmiştir. Ek kararın ilgili kısmı şöyledir:"...mahkememizin iş bu dosyası ve İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2018/171 esas sayılı dosyasında mağdur [Ş.T.ye] karşı işlenen Adet Gereği Açıkta Bırakılmış Eşya Hakkında Hırsızlık suçundan aynı yargılama olduğu anlaşılmış ise de; mahkememiz dosyası iddianamesinin 02/06/2016 tarihinde düzenlendiği, yine mahkememizin 15/03/2018 tarih, 2016/425 esas ve 2018/214 karar sayılı kararı ile sanık Okan Karakuş'un mağdur [Ş.T.ye] karşı yargılanıp mahkumiyet aldığı ve beraat ettiği dosyanın aynı olduğunu Mahkememizce adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında hırsızlık suçundan neticeten 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, verilen kararın İstinaf Kararı ile 16/10/2018 tarihinde kesinleştiği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2018/171 esas sayılı dosyasında ise iddianamenin 27/02/2018 tarihinde düzenlendiği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'nin 18/09/2019 tarih, 2018/171 esas ve 2019/455 karar sayılı kararı ile sanık Okan Karakuş hakkında verilen beraat kararının İstinaf edilmeksizin 15/10/2019 tarihinde kesinleştiği, yani mahkememiz iddianame düzenlenme tarihi ve Gerekçeli Karar tarihi, Kesinleşme tarihinin İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'nin iddianame düzenlenme tarihi, Gerekçeli Karar tarihi ve Kesinleşme tarihinden önce olduğu, dolayısıyla daha sonra açılan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2018/171 esas sayılı dosyasında davanın reddine karar verilmesi gerekirken yargılanıp sanığın beraatine ilişkin karar verildiği anlaşılmakla hükümlünün ileri sürdüğü yargılamanın iadesi talebinin CMK 318 maddesi uyarınca kabule değer olmadığından reddine, ayrıca İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2018/171 esas sayılı dosyasından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na Kanun Yararına Bozma Yoluna gidilmesi için ihbarda bulunulmasına..." Başvurucunun ek karara itirazı kesin olarak reddedilmiştir. İtirazın reddine ilişkin karar 10/9/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 3/3/2021 tarihli yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 31/3/2021 tarihli yazısı ile İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin beraat kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi beraat kararının kanun yararına bozulmasına 15/9/2021 tarihinde karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Dosya kapsamına göre, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/ maddesinde 'Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir.' Hükmünün yer aldığı, sanık hakkında müşteki [Ş.T.ye] yönelik hırsızlık suçundan dolayı Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 02/06/2016 tarihli ve 2015/43225 soruşturma sayılı iddianame ile açılan davanın yapılan yargılaması sonunda, Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinin15/03/2018 tarihli ve 2016/425 esas, 2018/214 sayılı kararı ile sanığın anılan suçtan verilmiş olan mahkûmiyet kararının İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 16/10/2018 tarihli ve 2018/2231 esas, 2018/2278 sayılı kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilerek kararın kesinleşmiş olması karşısında; sanık hakkında aynı eylem sebebiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 27/02/2018 tarihli ve 2015/123805 soruşturma sayılı iddianamesi ile açılan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 2018/171 esas sayılı dosyası ile görülen mükerrer davanın, 5271 sayılı Kanun’un 223/ maddesi gereğince reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi nedeniyle sanık hakkında (İSTANBUL) Asliye Ceza Mahkemesinden verilip kesinleşen 2019 tarihli, 2018/171 esas ve2019/455 karar sayılı kararın, 5271 sayılı CMK’nın maddesinin Fıkrası uyarınca BOZULMASINA, aynı maddenin fıkra (d) bendinin verdiği yetkiyle; açılan kamu davasının, CMK'nın 223/ maddesi uyarınca DAVANIN REDDİNE,... " Kanun yararına bozma kararı üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi dosyayı yeniden ele alarak davanın reddine karar vermiştir. Karar, temyiz edilmeden 21/4/2022 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesine ilişkin nihai kararı 10/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/38832
Başvuru, aynı eyleme ilişkin farklı mahkemeler tarafından farklı kararlar verilmesine rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmesi isteminin bekletilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın incelenmeksizin reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin'in Derik ilçesi Atlı köyünde Diktepe mezrasında ikamet etmekte iken terör eylemleri ya da terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu zarara uğradığı iddiasıyla 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında tazminat ödenmesi istemiyle Mardin Valiliği 1 No.lu Zarar Tespit Komisyonuna (Zarar Tespit Komisyonu) başvurmuştur. Zarar Tespit Komisyonu 1/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde terör örgütüne üye olma suçlamasıyla devam eden ceza kovuşturması sonuçlanıncaya kadar müracaat dosyasının karara bağlanmayarak bekletilmesine karar vermiştir. Başvurucu, anılan işleminin iptali istemiyle Mardin İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 23/12/2013 tarihli kararıyla Zarar Tespit Komisyonu kararına atıfla ileride karar alınması hâlinde kesin ve yürütülmesi gerekli olan bu işlem hakkında dava açılabileceğinden davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olmayan Zarar Tespit Komisyonu kararına karşı açılan davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan soruşturmanın (ve kovuşturmanın) sonucuna göre Zarar Tespit Komisyonu tarafından ileride tazminat talebinin reddi yönünde karar alınması hâlinde kesin ve yürütülmesi gerekli olan bu işleme karşı ayrıca dava açılabileceği de vurgulanmıştır. Danıştay Onbeşinci Dairesinin onama ve karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararları üzerine başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu nihai kararı 10/8/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 9/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...:...d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası ve ikinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:...f) 3713 sayılı Kanunun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradığı zararlar.İkinci fıkranın (f) bendinde yazılı suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılmış bulunanlar hakkında kovuşturma sonuçlanıncaya kadar bu Kanuna göre işlem yapılmaz." 5233 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi içinde yapılan başvuru, nihaî işlem sonucunun ilgiliye tebliğine kadar genel hükümlere göre dava açma sürelerini durdurur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi, b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,...e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,...İfade eder."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15460
Başvuru, terör olaylarından doğan zararların tazmin edilmesi isteminin bekletilmesine ilişkin kararın iptali istemiyle açılan davanın incelenmeksizin reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, belediye tarafından tahsil edilen hat devir ücretinin iade edilmesi amacıyla yapılan düzeltme şikâyet başvurusunun reddi üzerine açılan davanın aynı konuda lehe Danıştay ve bölge idare mahkemesi kararları olduğu hâlde süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/22276, 2018/22291, 2018/22300, 2018/22304, 2018/22312, 2018/33498, 2018/33514, 2018/33518, 2018/33523, 2018/33525, 2018/33542, 2018/33550, 2018/33803, 2018/33819, 2019/21983, 2019/27442, 2019/27416 numaralı başvuru dosyalarının 2018/22268 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular minibüs plakalı toplu taşıma araçlarını 2011 ile 2015 yılları arasında satın almıştır. Samsun Büyükşehir Belediyesi (Belediye) söz konusu devirlerin tescili sırasında 198 TL ile 500 TL arasında değişen tutarlarda hat devir ücretini tahakkuk ettirmiştir. Başvuruculardan bazıları taksitle bazıları ise peşin olarak ödeme yapmıştır. Başvurucular tahakkuktan itibaren 3 ay ile 6 yıl arasında değişen süreler geçtikten sonra 2016 ve 2017 yıllarında muhtelif tarihlerde Belediyeye düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Başvurucular, hat devir ücreti tahsil edilmesinin kanuna aykırı olduğunu iddia ederek iadesini talep etmiştir. Belediye cevap vermemek suretiyle başvuruları zımnen reddetmiştir. Başvurucular söz konusu zımnen ret işlemlerinin iptali istemiyle Samsun Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 14/11/2016 tarihi ile 18/8/2017 tarihleri arasında vermiş olduğu kararlar ile dilekçelerin Belediyeye tevdiine karar vermiştir. Kararlarda; başvurucuların 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun ve devamı maddelerinde düzenlenen hata düzeltme başvurusunda bulundukları, 213 sayılı Kanun'a göre bu yolun işletilebilmesi için Belediye Başkanlığına ayrıca şikâyet başvurusu yapılması gerektiği belirtilmiştir. Dilekçelerin Belediyeye tevdii üzerine Belediye cevap vermemek suretiyle şikâyet başvurularını zımnen reddetmiştir. Başvurucular zımnen ret işlemlerinin iptali istemiyle 2017 ve 2018 yıllarında ayrı ayrı dava açmıştır. Dava dilekçelerinde özetle 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu'nun maddesi kapsamında olayda belediyelerin ücret tahsil etmesini gerektiren bir faaliyet bulunmadığından tahsil edilen ücretin hukuka aykırı olduğu, vergi hatası kapsamında iade edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Belediye savunmasında söz konusu devir ücretinin Belediye meclisi kararı ile 2464 sayılı Kanun'un maddesine istinaden yürürlüğe konulan tarifeye göre alındığını, başvurucuların hiçbir itirazda bulunmaksızın ödemeyi yaptıklarını belirterek davaların reddini savunmuştur. Mahkeme bir kısım davalarda 8/3/2018, 9/3/2018, 30/3/2018 ve 10/5/2018 tarihinde kabul kararı vermiştir. Kararlarda, 2464 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca ilgililerin isteğine bağlı ifa edilen hizmetler için alınacak bedellere ilişkin olarak belediye meclisine yetki verileceği fakat uyuşmazlık konusu olayda Belediyece yapılmış bir hizmetin bulunmadığı ifade edilmiştir. Yapılmayan bir hizmetten ücret tahsil edilmesinin ise vergi hatası niteliğinde olduğu vurgulanmıştır. Davalı Belediye kararlara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Samsun Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) Vergi Dava Dairesi 31/5/2018 ve 13/6/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile istinaf başvurularını kabul ederek mahkeme kararlarını kaldırmış ve davaların süre aşımı gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Kararlarda "davacıların ödedikleri hat devir ücretinin 2464 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında ve ücret niteliğinde olduğu, aynı Kanun'un maddesinde yalnızca vergi, harç ve katılma payları hakkında 213 sayılı Kanun'a göndermede bulunulduğundan ücret niteliğinde olan kamu alacakları için 213 sayılı Kanun hükümlerinin ve bu bağlamda 213 sayılı Kanun'da yer alan düzeltme şikâyet yolunun somut olayda uygulanamayacağı" belirtilmiştir. Bu gerekçeye göre "hat devir ücretinin tahakkuk ve tahsilini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde dava açılması gerektiği olayda ise bu sürenin geçtiği" belirtilmiştir. Mahkeme davaların bir kısmını ise 28/6/2018 ve 29/6/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile doğrudan süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararlarda Bölge İdare Mahkemesinin yukarıda belirtilen gerekçesine yer verilmiştir. Kararlara karşı yapılan istinaf talepleri Bölge İdare Mahkemesince reddedilmiştir. Mahkeme bazı davaları ise 7/5/2018, 14/5/2018 ve 16/5/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile görev yönünden reddetmiştir. Kararlarda dava konusu olan devir ücretinin niteliği itibarıyla vergi, resim, harç ve benzeri mali yüküm ile bunların zam ve cezası olmadığı ifade edilmiştir. Mahkemenin görev ret kararı üzerine davaya bakan Samsun İdare Mahkemesi ile İdare Mahkemesi 10/5/2019, 22/10/2018 ve 8/11/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile davaları süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Gerekçede, ödeme tarihinden itibaren dava açma süresi içinde doğrudan açılması veya idari başvuru yapılması gerektiği hâlde bu süre geçtikten sonra idari başvuru yapıldığı, süresinden sonra yapılan başvurunun dava açma süresini etkilemediği belirtilmiştir. Kararlara karşı yapılan istinaf talepleri ise Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucular nihai kararların kendilerine tebliğ edilmesinden ardından muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür." 2464 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Belediyeler bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet (...) (2) için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye'ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir." 2464 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanuna göre alınacak vergi, harç ve katılma payları hakkında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve bunların ek ve tadilleri hükümleri uygulanır." 213 sayılı Kanun’nun maddesi şöyledir: "Vergi hatası, vergiye mütaallik hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınmasıdır." 213 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Mükellefler, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilirler." 213 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Vergi mahkemesinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanlar şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilirler."B. Danıştay Kararı Başvurucu tarafından dayanılan Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 2/12/2010 tarihli ve E.2008/7221 ve K.2010/632 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İstemin Özeti : Toplu taşıma faaliyetinde kullanılan aracın önceki malikinden devri sırasında davalı belediye tarafından istenilen devir temlik ücreti istenmesine ilişkin işlemin iptali ve ücretin ödenen kısmının iadesi istemiyle açılan davayı; İçişleri Bakanlığınca 2006 tarih ve 26199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Büyükşehir Belediyeleri Koordinasyon Merkezleri Yönetmeliğinin 28/ maddesinde, taksi, dolmuş, minibüs ve umum servis araçları ile toplu taşım araçlarının tahsis süreleri, ticari plaka sayıları ile bu plakaların verilmesine ilişkin usul, esas ve devir ücretlerinin Ulaşım Koordinasyon Merkezince tespit edileceği düzenlemesine yer verildiği, dosyanın incelenmesinden, toplu taşıma faaliyetinde kullanılan aracın satış ve devir sözleşmesi ile önceki malikinden davacı adına devrinin yapılması için davalı idare tarafından devir temlik ücreti salındığı ve bu ücretin davacı tarafından ödendiği, 2007 tarih ve 247 sayılı Ulaşım Koordinasyon Merkezinin toplu taşıma izin belgeli araçlardan devir temlik ücreti alınmasına ilişkin kararına istinaden davalı belediyece alınan ücretin kanuni dayanağının bulunmadığı iddiasıyla ücret istenmesine ilişkin işlemin iptali ve ödenen tutarın iadesi istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, 5393 sayılı Belediye Kanunu ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri kanununda genel anlamda ulaşım ve toplu taşıma faaliyetlerine ilişkin yetki ve sorumluluklarının düzenlendiği, bunun yanısıra, bu hizmetlerin ifası için Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kurulacağı, bu birimin kuruluş, görev ve yetkilerini düzenleme konusunda İçişleri Bakanlığına yönetmelik çıkarma yetkisinin verildiğinin görüldüğü, bireyler için bir hukuki güvence oluşturmak bakımından vergilerin kanuniliği ilkesi gereği mali yükümlülük anlamında getirilen sorumlulukların doğrudan kanunla düzenlenmesi gerektiği, yönetmelikle mali yükümlülük ihdas edilemeyeceği, ancak dava konusu olayda, davalı belediyece salınan devir temlik ücretinin dayanağının anılan yönetmeliğin 28/2 maddesi olduğu, zira Kanun hükümlerinde Büyükşehir belediyelerine bu ücretin alınması konusunda bir yetki verilmediğinin görüldüğü, sonuç olarak anılan yönetmeliğin 28/2 maddesi ile ihdas edilen vergi benzeri mali yükümlülüğün kanunla düzenlenmesi gereken bir alana ilişkin olması nedeniyle Anayasanın 73/3 maddesine aykırılık teşkil ettiği, bunun yanısıra 2464 sayılı Kanunun maddesinin de dava konusu devir temlik ücreti açısından hukuki dayanak oluşturamayacağı, zira, olayda belediyece yapılmış bir hizmetin bulunmadığının görüldüğü, bu durumda davacı adına devir temlik ücreti salınmasında ve tahsil edilmesinde yasal isabet görülmediği gerekçesiyle kabul eden Bursa Vergi Mahkemesinin 2008 tarih ve E:2007/1126, K:2008/1559 sayılı kararının; dava konusu devir temlik ücretinin hukuka uygun olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir....Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22268
Başvuru, belediye tarafından tahsil edilen hat devir ücretinin iade edilmesi amacıyla yapılan düzeltme şikâyet başvurusunun reddi üzerine açılan davanın aynı konuda lehe Danıştay ve bölge idare mahkemesi kararları olduğu hâlde süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; haksız gözaltı ve tutukluluk nedeniyle hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 30/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. 2019/35895 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular çocukları fuhşa teşvik etme veya aracılık etme suçundan 13/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış, 14/7/2016 tarihinde tutuklanmış, 4/10/2016 tarihinde tahliye edilmişlerdir. Yapılan yargılama sonunda başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Bu karar istinaf edilmediği için kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucular 83 gün haksız yere tutuklu kaldıklarından bahisle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın haksız tutuklama tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucular dilekçesinde; işlemedikleri suç nedeniyle yerel gazete manşetlerinde yer aldıklarını, ceza infaz kurumuna girerek mağdur duruma düşürüldüklerini, ceza infaz kurumunda zorluklar yaşadıklarını, yüz kızartıcı bir suçtan tutuklanmanın toplum tarafından da başlı başına bir ceza olarak kabul edileceğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular dava dilekçesinde gözaltının ve tutuklamanın hukukiliğine ilişkin bir açıklamada bulunmamışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde gözaltının ve tutuklamanın haksız olduğu iddiasını haklarında beraat kararı verilmiş olmasına dayandırmıştır. Tazminat talebini inceleyen Samsun Ağır Ceza Mahkemesi başvuruculara ayrı ayrı 218,39 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın tutuklama tarihi olan 14/7/2016 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada alınan 07/01/2019 tarihli bilirkişi raporunda davacıların 82 gün tutuklu ve 1 gün de süreli gözaltı sonrasında 2016-2017 tarihleri arasında haksız yere 83 gün tutuklu kaldıkları aylık asgari ücret üzerinden yapılan hesaplamayla maddi kazanç kaybının her biri için ayrı ayrı 218,39 TL tespit edildiği, rapor edilmiştir. Davacının maddi tazminat talebinin değerlendirilmesinde; davacıların haksız yere tutuklu ve gözaltında kaldığı süreler içerisinde bilirkişi raporu ile mahrum kaldıkları kazanç miktarı hesaplandığı, rapor da belirtilen maaş hesabı dışında dosya kapsamında mahrum kalınan maddi bir kazancın olmadığı anlaşılmakla bilirkişi raporu doğrultusunda her bir davacıya ayrı ayrı hesaplanan miktarın davacılara verilmesi gerekmektedir. Davacıların manevi tazminat talebinin değerlendirilmesinde; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2009 tarih 2008/9-193 E. ve 2009/160 K. sayılı kararına göre 'manevi zarar tutuklanan kişinin sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden yoksun bırakılması nedeniyle duyulan elem, ızdırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir. Uğranılan manevi zararın tümüyle giderilmesinin olanaksız olduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte tayin edilecek manevi tazminat kişinin acı ve ızdıraplarının dindirilmesinde, sıkıntılarının azaltılmasında etken olacaktır.' genel kurul kararı çerçevesinde, davacının sosyal ve ekonomik durumu, maruz kaldığı koruma tedbirleri nedeniyle duyduğu elem ve ızdırap, tutuklu kaldığı süre, ülkenin ekonomik durumu, paranın satın alma gücü gözetildiğinde mahkememizce değerlendirilen manevi tazminat miktarı zenginleşme sonucunu doğurmayacak şekilde, hak ve nesafet kurallarında uygun makul ve makbul bir miktar olması gerektiğinden 000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle davalı hazineden alınarak her biri için ayrı ayrı davacılara verilmesine dair davanın kısmen kabulüne yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurulması gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır." Başvurucular tazminatın düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 20/9/2019 tarihinde kabul edilen maddi ve manevi tazminat miktarları ile reddedilen maddi tazminat miktarı açısından kesin olmak üzere, reddedilen manevi tazminat miktarı yönünden ise temyiz yolu açık olmak üzere istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucular maddi tazminat yönünden istinaf mahkemesi kararı üzerine 30/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular kararın temyiz yolu açık kısmına yönelik olarak temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz incelemesi bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35784
Başvuru, haksız gözaltı ve tutukluluk nedeniyle hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali ile işlem nedeniyle mahrum kalınan aylık ve özlük haklardan doğan zararının tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 20/6/2005 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 10/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13310
Başvuru, idari işlemin iptali ile işlem nedeniyle mahrum kalınan aylık ve özlük haklardan doğan zararının tazmini istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kısmi kamulaştırma sırasında taşınmazın kalan kısmının kamulaştırılmaması ve kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ile söz konusu bedelin enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Mülkiyeti başvurucuya ait olan taşınmazın 259,51m²lik kısmı Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun (EPDK) 23/9/2010 tarihli kararı ile kamulaştırılmış; tarafların kamulaştırma bedeli üzerinde uzlaşmaya varamamaları üzerine Maliye Hazinesi, başvurucu aleyhine 6/3/2018 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Şavşat Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemece 30/6/2017 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Bilirkişi heyetince hazırlanan 4/8/2017 tarihli raporda ekli krokide B harfi ile gösterilen alanın kamulaştırılmasının istenildiği, kısmi kamulaştırma nedeniyle kamulaştırma dışında kalan ve A1 ile gösterilen (89,95 m²) alanda %55 değer kaybı oluşacağı, A2 ile gösterilen (081,22 m²) alanda ise değer kaybı oluşmayacağı açıklanmıştır. Bu tespitlere göre kamulaştırılan arazi bedeli olarak 200,32 TL, A1 ile gösterilen alandaki değer düşüklüğü için 279,04 TL olmak üzere toplam kamulaştırma bedeli 479,36 TL olarak tespit edilmiştir. Başvurucunun bilirkişi raporuna itirazı üzerine 20/11/2017 tarihinde Mahkemece taşınmaz mahallinde yeniden keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Yeni bilirkişi heyetince hazırlanan 3/1/2018 tarihli raporda kamulaştırılmak istenen ve 7/12/2017 tarihli fen bilirkişisi raporuna ekli krokide B harfi ile gösterilen alan dışında A1 harfi ile gösterilen alanın boru hattı kamulaştırmasının üst tarafında kaldığı, kısmi kamulaştırma sonucu taşınmazın bölündüğü, alanın çok küçülmüş, geometrik şeklinin bozulmuş ve tarımsal bütünlüğün kaybolmuş olduğu, ekonomik tarım yapma imkânının oldukça azaldığı, arta kalan kısmın hemen bitişiğinde yüksek basınçla çalışan cebri boru hattı ve aynı hat üzerinden bulunan hidroelektrik santraline ait enerji nakil hattına komşu parsel konumuna gelmiş olmasının taşınmazın alım satım şansını azalttığı belirtilmiştir. Raporda A2 harfi ile gösterilen alanın boru hattı kamulaştırması ile şerit olarak üst taraftan kapanmış olduğu, alt taraftan Şavşat Deresi nedeniyle ulaşım imkânı kalmadığı, bölgenin fiziki koşulları nedeniyle alternatif ulaşım imkânı bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir. Bu tespitlere göre kısmi kamulaştırma nedeniyle kamulaştırma dışında kalan ve A1 ile gösterilen kısımda değer kaybının %90, A2 ile gösterilen kısımda ise %100 olacağı açıklanmıştır. Raporda %10 oranındaki objektif değer artışı miktarı ile birlikte kamulaştırılan alan (B harfi ile gösterilen) bedeli olarak 944,47 TL, A1 ile gösterilen alandaki değer düşüklüğü için 469,56 TL ve A2 ile gösterilen alanın değeri için 762 TL olmak üzere toplam kamulaştırma bedeli 176,03 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme 6/3/2018 tarihli kararıyla bilirkişi raporundaki tespitlere atıfla Şavşat ilçesi, Tepeköy Köyü, 310 ada 11 parsel numaralı taşınmazın B harfi ile adlandırılan 51m²'lik ve A2 ile adlandırılan 1081,22m²'lik kısımlarının kamulaştırılmasına karar vermiştir. Kamulaştırma bedelinin 176,03 TL olarak tespitine ve taşınmazın tapu kaydının iptal edilerek Hazine adına tesciline karar veren Mahkeme ayrıca, taşınmazın A1 ile adlandırılan 95 m²'lik kısmının ise aynı adanın son parsel numarasını takiben verilecek parsel numarası altında tapu malikleri adına tapudaki cinsi ile tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir. İdare tarafından istinaf edilen karar, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) tarafından 22/11/2018 tarihli kararla kaldırılarak, taşınmazın ekli krokide B harfi ile gösterilen 259,51m²'lik kısmının kamulaştırılmasına, toplam kamulaştırma bedelinin 243,97 TL olarak tespitine ve bu kısmın tapu kaydının iptal edilerek Hazine adına tesciline temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Daire kararının gerekçesinde; kısmi kamulaştırma sonucunda kamulaştırma dışında kalan ve A1 ile gösterilen kısmın değer kaybının %100 olduğu ancak A2 ile gösterilen kısmın ulaşım veya kullanma imkânsızlığının söz konusu olmadığından değer kaybı oluşmadığı ve taşınmazın tamamının kamulaştırılmasına karar verilmesinde isabet bulunmadığını belirtmiştir. Daire kararına karşı taraflar temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 19/11/2019 tarihli kararıyla miktarı veya her paydaş için değeri 530 TL'yi geçmeyen davalara ilişkin olarak Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının kesin olduğu, temyize konu Daire kararının bu miktarın altında olduğu belirtilerek temyiz yoluna başvurulamayacağından temyiz dilekçesinin reddine karar vermiştir. Bu karar 11/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 8/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden elde edilen bilgi ve belgelere göre bireysel başvuru sonrasında davacı taraf, Dairenin 22/11/2018 tarihli kararında taşınmazın A1 ve A2 ile gösterilen kısımları için hüküm kurulmaması nedeniyle kararın infaz edilemediğini belirterek tavzih talebinde bulunmuştur. Dairece, anılan kararda tescile ilişkin hüküm kısmının infazda tereddüte yol açtığı ve bilirkişi raporuna göre hükmedilen 243,97 TL kamulaştırma bedelinin B ve A1 ile adlandırılan taşınmaz kısımlarına ilişkin olduğu belirtilerek tavzih talebinin kabulüne karar verilmiştir. Dairenin 20/5/2021 tarihli tavzih kararı ile 7/12/2017 tarihli krokide taralı olarak gösterilen ve B harfi ile gösterilen 259,51m² lik taşınmaz kısmı ile A1 harfi ile gösterilen 89,95 m²'lik kısmının davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline, ayrıca aynı fen bilirkişi raporunda A2 harfi ile gösterilen 081,22 m2 lik kısmının da aynı adanın son parsel numarasını takiben verilecek parsel numarası altında tapu malikleri adına tapudaki cinsi ile tapuya kayıt ve tesciline şeklinde hükmün tavzihine karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3011
Başvuru, kısmi kamulaştırma sırasında taşınmazın kalan kısmının kamulaştırılmaması ve kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ile söz konusu bedelin enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31723
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Yapılan incelemede 2015/7799 numaralı başvurunun aynı kişi tarafından ve aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2014/16835 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Anılan başvurudaki iddialar bakımından Bakanlık bildiriminin yapılmasına gerek görülmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 3/9/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakanın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarının bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakanın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve basına sızdırılmasına, Başbakanın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerledirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 1/10/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 24/10/2014 tarihinde (2014/16835 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, reddihâkim müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, reddihâkim sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin, hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine "tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu" değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 11/5/2015 tarihinde (2015/7799 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. Sonraki Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 9/2/2016 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (sonrasında meslekten de çıkarılmışlar) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd. maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir. Bu nedenle şüpheli/sanık, müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir. Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd. maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de, gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy. kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır. Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof. Dr. Yener Ünver-Prof. Dr. Hakan Hakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir. Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir. Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof. Dr. Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy. CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi, evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesince tespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarının görüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına ve tamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp, mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.  (2) Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekili, hâkimin reddi isteminde bulunabilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Ret isteminin usulü" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Hâkimin reddi, mensup olduğu mahkemeye verilecek dilekçeyle veya bu hususta zabıt kâtibine bir tutanak düzenlenmesi için başvurulması suretiyle yapılır. ... (3) Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirir." 5271 sayılı Kanun'un "Hâkimin reddi istemine karar verecek mahkeme" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Ret istemi sulh ceza hâkimine karşı ise, yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi ve tek hâkime karşı ise, yargı çevresi içerisinde bulunan ağır ceza mahkemesi karar verir. ... (4) Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hükûmete karşı suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Ceza mahkemelerinin kuruluşu" kenar başlıklı maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:"İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. (Ek cümleler: 2/12/2014-6572/39 md.) Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak daireler arasındaki iş dağılımı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar, Resmî Gazete’de yayımlanır. Daireler, tevzi edilen davalara bakmakla yükümlüdür. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca iş dağılımının yapıldığı tarih itibarıyla görülmekte olan davalarda daireler, iş bölümü gerekçesiyle dosyaları diğer bir daireye gönderemez." 5235 sayılı Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(Değişik: 18/6/2014–6545/48 md.) Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden fazla sulh ceza hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri numaralandırılır. Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16835
Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; veraset ilamının iptali ile murisin mirasçıları arasında gösterilme talebininin reddedilmesi nedeniyle aile yaşamına saygı hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/4/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 19/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 1/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 15/10/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucu, 23/9/1970 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) dünyaya gelmiştir. Başvurucunun, biyolojik babası olduğunu belirttiği F.E. (muris) nüfus kayıtlarına göre Türk vatandaşı olan S.E. isimli şahısla evli olup bu evlilikten üç çocukları bulunmaktadır. Muris ABD'de Maine Yüksek Mahkemesinin 29/6/1966 tarihli ve 7685 sayılı kararı ile S.E.den boşanarak akabinde yabancı uyruklu U.B. isimli şahısla evlenmiş olmakla birlikte S.E. ile boşanmalarına ilişkin yabancı mahkeme ilamı tenfiz edilmemiştir. Nüfus kayıtları uyarınca muris, S.E. ile evli gözükmektedir. Ayrıca U.B. ve muris arasındaki evlilik de boşanma ile neticelenmiştir. Muris tarafından İstanbul Noterliğinin 11/9/1975 tarihli ve 10029 yevmiye numaralı vasiyetnamesinde; turist olarak ABD'ye gittiği, doktor olması nedeniyle sözleşmeli olarak orada çalıştığı, daha sonra Amerika vatandaşı olan U.B. ile evlendiği, bu evlilikten 1967 doğumlu F.W.E, 1968 doğumlu K.F.E. ve 23/9/1970 doğumlu başvurucu Fatma Julia Ekinciler'in dünyaya geldiği, hâlen doktor olarak çalıştığı Amerika'da belirtilen eşi ve çocukları ile yaşadığı beyan edilmiş ve Kayseri ilinde bulunan bir kısım taşınmazların ölümü hâlinde 1/4'er hisse itibarıyla bu şahıslara ait olacağı belirtilmiştir. Murisin 1999 yılında vefat etmesi üzerine Türkiye'de geçerli olan nüfus kayıtlarına göre eşi olan S.E. ve bu kişi ile olan evliliğinden doğan çocukları, Şişli Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/857, K.1999/970 sayılı kararı ile başvurucunun mirasçılar arasında yer almadığı bir mirasçılık belgesi edinmişlerdir. Söz konusu belgede mirasçı olarak, murisin Türk olan eşi S.E. ve bu evlilikten doğan çocuklar yer almıştır. S.E. ve muris ile evliliğinden doğan çocuklar tarafından İstanbul Noterliğinin 1/9/1975 tarihli ve 10029 yevmiye numaralı vasiyetnamesinin iptali istemi ile açılan dava, Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinin 26/2/2004 tarihli ve E.2000/1123, K.2004/47 sayılı karar ile reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; vasiyetnamenin, içeriğinde yer verilen "eşim ve çocuklarım" ibarelerinin kanuna ve ahlaka aykırı olması nedeniyle geçersiz olduğunun ileri sürülemeyeceği, murisin Türk olan eşi S.E.den boşandığı ve Amerika vatandaşı olan U.B ile evlendiği ve bu evliliğinden üç çocuğunun olduğu, çocukların zina ürünü olduğu ve tanınamayacağı şeklindeki iddianın yasal dayanağının bulunmadığı, murisin S.E.den boşandığına ilişkin yabancı mahkeme ilamının her zaman tenfizinin mümkün olduğu, bu nedenle muris tarafından vasiyetnamede U.B ve onunla olan birlikteliğinden dünyaya gelen çocuklar için "eşim ve çocuklarım" ibarelerine yer verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ve vasiyetnamenin kanunun aradığı şekil şartlarına uygun olarak düzenlenmiş olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Temyiz başvurusu üzerine söz konusu ret kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/10/2004 tarihli ve E.2004/10094, K.2004/12542 sayılı ilamı ile onanmış, karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/5/2005 tarihli ve E.2004/16942, K.2004/992 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucunun, Şişli Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/857, K.1999/970 sayılı dosyası kapsamında verilen mirasçılık belgesinin iptali istemi ile Şişli Sulh Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu dava, Mahkemenin 13/5/2010 tarihli ve E.2003/1415, K.2010/337 sayılı kararı ile kabul edilerek murisin eşi S.E. de dâhil olmak üzere başvurucu ile birlikte murisin ölüm tarihinde sağ olan tüm çocuklarının miras payları yeniden belirlenmiştir. Karar gerekçesinde; murisin 24/5/1999 tarihinde evli ve çocuklu olarak vefat ettiği, bu nedenle miras paylarının belirlenmesinde17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin ve maddelerine göre değerlendirme yapılması gerektiği, nüfus kaydına göre murisin mirasçıları olarak eşi S.E. ve bu evlilikten olan üç çocuğunun bulunduğu ancak murisin Amerika'da eşi S.E.den boşanarak Amerikan vatandaşı olan U.B. ile evlendiği ve bu evlilikten üç çocuğunun dünyaya geldiği,murisin S.E.den Amerikan makamları önünde boşandığına dair ilam tenfiz edilmediğinden Türk hukuku açısından uygulanabilirlik niteliği bulunmadığı, bu nedenle U.B. ile yaptığı evliliğin de Türk hukuku açısından geçerli olmadığı, bu kapsamda başvurucu da dâhil söz konusu evlilikten dünyaya gelen çocukların evlilik dışı olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca, belirtilen çocuklar evlilik dışı çocuk olmakla birlikte, murisin vefat tarihi itibarıyla yürürlükte olan 743 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca evlilik dışı çocuğun babası tarafından tanınması suretiyle nesep bağının kurulmasının mümkün olduğu, bu kapsamda muris tarafından düzenlenen vasiyetname ile söz konusu evlilikten olan çocukların tanındığı, yargılama aşamasında ayrıca, Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü tarafından yapılan araştırma sonucuna göre çocukların babaları ile nesep bağlarının kurulması nedeniyle Türk vatandaşlığını kazandıkları ve nüfusa kaydedildiklerinin tespit edildiği belirtilerek Şişli Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1999/857, K.1999/970 sayılı veraset ilamının iptaline ve murisin mirasının S.E. ve murisle evliliklerinden doğan üç çocuğu ile başvurucu arasında paylaştırılmasına hükmedilmiştir. Mirasçılık belgesinin iptali hakkındaki kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/2/2011 tarihli ve E.2010/6031, K.2011/792 sayılı kararı ile yerel mahkeme hükmünün bozulmasına hükmedilmiştir. Bozma ilamı gerekçesinde; İlk Derece Mahkemesi tarafından oluşturulan hükmün yasal düzenlemelere uygun düşmediği, mirasçılık ve mirasın geçişinin, miras bırakanın ölümü tarihinde yürürlükte olan yasal duruma göre belirlenmesi gerektiği, bu kapsamda, 743 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca nesebi sahih olmayan hısımların, ana tarafından nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkını haiz olduğu, bunların baba tarafından mirasçı olabilmelerinin ise babalarının kendilerini tanımış olmasına veya babalığa hükmedilmiş olmasına bağlı olduğu, bununla birlikte 743 sayılı Kanun'un maddesi gereğince birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya evli erkek ve kadınların zinasından doğan çocuğun tanınamayacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun, 2005 yılında Türk vatandaşlığına alınarak murisin nüfus hanesi dışında müstakil olarak nüfusa kaydedildiği,başvurucunun dünyaya geldiği tarihte murisin Türkiye'de resmen evli olması nedeniyle 743 sayılı Kanun'un maddesi karşısında, murisin evlilik dışı ilişkisinden dünyaya gelen başvurucunun tanınmasının ve buna bağlı olarak murisin mirasçısı olarak kabulünün mümkün olmadığı, ancak vasiyet alacaklısı olarak atanması mümkün olduğundan kendisine vasiyet alacaklısı olduğunu gösterir bir belge verilmesi olanağı bulunduğu belirtilmiştir. Temyiz mercii kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunulmuş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/10/2011 tarihli ve E.2011/3605, K.2011/5783 sayılı kararı ile karar düzeltme talebinin reddine hükmedilmiş ancak ilamda,her ne kadar bozma ilamında 743 sayılı Kanun'un maddesine dayanılmış ise de söz konusu hükmün Anayasa Mahkemesinin 28/2/1991 tarihli ve E.1990/15, K.1991/5 sayılı kararı ile kısmen iptal edildiği, bu bağlamda evli olan baba ile evli olmayan annenin birlikteliğinden dünyaya gelen çocukların tanınması veya babalığa hükmedilmesinin yolunun açıldığı, bu nedenle bozma ilamında gösterilen gerekçenin yerinde olmadığı ancak başvurucunun nüfusta murisin kızı olarak kayıtlı olmadığı, miras bırakan tarafından tanınması veya babalığa hükmedilmesi suretiyle aralarında soy bağının da kurulmamış olduğu gözetildiğinde bozma ilamının sonucu bakımından doğru olduğu ifade edilmiştir. Bozma ilamı sonrasında yürütülen yargılamada, İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesinin (kapatılan Şişli Sulh Hukuk Mahkemesi yerine) 31/5/2012 tarihli ve E.2012/149, K.2012/320 sayılı kararı ile başvurucunun mirasçılar arasında yer almadığı veraset ilamının iptali ile mirasçılık durumunun yeniden tanzimi isteminin reddine ve başvurucuya vasiyet alacaklısı belgesi verilmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; 743 sayılı Kanun'un maddesi gereğince birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya evli erkek ve kadınların zinasından doğan çocuğun tanınamayacağı belirtilmiş; bu kapsamda başvurucunun dünyaya geldiği tarihte murisin Türkiye'de resmen evli olması nedeniyle 743 sayılı Kanun'un maddesi karşısında, başvurucunun tanınmasının ve buna bağlı olarak murisin mirasçısı olarak kabulünün mümkün olmadığı belirtilerek kendisine vasiyet alacaklısı belgesi verilebileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/2/2013 tarihli ve E.2012/7846, K.2013/963 sayılı kararı ile yerinde görülmeyerek İlk Derece Mahkemesi hükmü onanmıştır. Onama kararı başvurucu vekiline 20/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup 19/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Belirtilen yargılama sürecinde başvurucu ve murisin U.B. ile birlikteliğinden dünyaya gelen kardeşlerinin talebi sonrasında İstanbul Valiliğinin 16/4/2001 tarihli yazısı ile Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünden başvurucu ve kardeşlerinin vatandaşlık durumlarının incelenmesinin talep edilmiştir. Bunun üzerine Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün 29/3/2004 tarihli yazısı kapsamında, belirtilen kişilerin vatandaşlık durumlarının incelenmesi yapılmıştır. Bunun sonucunda Türk vatandaşı olduklarının anlaşıldığı belirtilmiş ve yazı ekinde gönderilen VGF-56 No.lu forma göre (Kanun Yolu ile Türk Vatandaşlığını Kazanma Bildirim Formu) yeniden doğum tutanaklarının düzenlenmesi ve nüfus kütüklerine tescillerinin yapılması talep edilmiştir. Başvurucunun, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün 29/3/2004 tarihli yazısı ekindeki VGF-56 formuna göre düzenlendiği belirtilen doğum formunda, baba hanesinde murisin kimlik bilgileri yer almıştır. Murisin eşi S.E. ve müşterek çocukları tarafından Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün, başvurucunun vatandaşlığa alınması ile ilgili işleminin iptali hususunda açılan dava, Ankara İdare Mahkemesinin 10/10/2006 tarihli ve E.2005/2550, K.2006/2229 sayılı kararı reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; idare tarafından babasınca tanınan başvurucunun doğumundan itibaren Türk vatandaşlığını kazanacağı savunmasında bulunulduğu, olay tarihinde yürürlükte bulunan 11/2/1964 tarihli ve 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nun maddesi uyarınca yabancı anadan evlilik dışında doğan çocuğun; nesebinin tashihi, babalığın hükümle tahakkuk etmesi veya tanıma yollarından biriyle bir Türk vatandaşına nesep bağı ile bağlanması durumunda, doğumundan başlayarak Türk vatandaşı olacağının hüküm altına alındığı, murisin U.B. ile evliliğinden başvurucunun da aralarında bulunduğu üç çocuğunun dünyaya geldiği, murisin İstanbul Noterliğinin 11/9/1975 tarihli vasiyetnamesi kapsamında çocuklarını tanımak suretiyle vasiyette bulunduğu, başvurucunun ve kardeşlerinin Türk vatandaşlığına kabullerinin yapılarak nüfus aile kütüklerine tescillerinin yapılmasını talep etmeleri üzerine dava konusu işlemin tesis edildiği, murisin U.B. ile evliliği mutlak butlanla malul olmasına rağmen bu evlilikten doğan ve vasiyetname ile tanınan çocukların, anılan Kanun hükümleri uyarınca Türk vatandaşlığına kabulünde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.B. İlgili Hukuk 743 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Nesebi sahih olmayan çocuğun anası, doğuran kadındır. Babası, tanıma veya bir hüküm ile tahakkuk eder.” 743 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Evlilik haricinde doğan çocuk babası tarafından veya babasının vefatı veya temyiz kudretinden daimi mahrumiyeti halinde babasının babası tarafından, tanınabilir.Tanıma, resmî senet veya ölüme bağlı tasarrufla olur. keyfîyet, tanınan kimsenin mukayyet bulunduğu mahallin nüfus memuruna bildirilir.” 743 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa Mahkemesinin 28/2/1991 tarihli ve E.1990/15, K.1991/5 sayılı iptal kararı öncesindeki şekli şöyledir: “Birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya evli erkek ve kadınların zinasından doğan çocuk, tanınamaz.” 743 sayılı Kanun’un maddesinin Anayasa Mahkemesinin 28/2/1991 tarihli ve E.1990/15, K.1991/5 sayılı iptal kararı sonrası şekli şöyledir:“Birbirleriyle evlenmeleri memnu olanlardan veya evli ... kadınların zinasından doğan çocuk, tanınamaz.” 743 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasınınAnayasa Mahkemesinin 11/9/1987 tarihliveE.1987/1, K.1987/18 sayılı iptal kararı öncesindeki şekli şöyledir: “Baba tarafından nesebi sahih olmayan bir çocuk yahut füruu, babasının nesebi sahih füruları ile içtima ederse; nesebi sahih bir çocuğa veya ferilerine isabet eden hissenin yansını alırlar.” 743 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa Mahkemesinin 11/9/1987 tarihliveE.1987/1, K.1987/18 sayılı iptal kararı sonrasında 14/11/1990 tarihli ve 3678 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonraki şekli şöyledir:  “Nesebi sahih olmayan hısımlar, nesebi sahih hısımlar gibi mirasçılık hakkını haizdir.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır. Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkündür. Kocanın gaipliğine karar verilmesi hâlinde üçyüz günlük süre, ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlar.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Tanıma, babanın,nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla olur. Tanıma beyanında bulunan kimse küçük veya kısıtlı ise, veli veya vasisinin de rızası gereklidir. Başka bir erkek ile soy bağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz kılınmadıkça tanınamaz.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Beyanda bulunulan nüfus memuru, sulh hâkimi, noter veya vasiyetnameyi açan hâkim, tanımayı babanın ve çocuğun kayıtlı bulunduğu nüfus memurluklarına bildirir.Çocuğun kayıtlı bulunduğu nüfus memurluğu da tanımayı çocuğa, anasına, çocukvesayetaltında ise vesayet makamına bildirir.” 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:  “Türk Medenî Kanununun kamu düzeni ve genel ahlâkı bağlamaya yönelik kuralları, haklarında ayrık bir hüküm bulunmayan bütün olaylara uygulanır. Bu bakımdan, eski hukukun Türk Medenî Kanununa göre kamu düzeni ve genel ahlâka aykırı olan kuralları, bu Kanun yürürlüğe girdikten sonra hiçbir suretle uygulanmaz.” Olay tarihinde yürürlükte olan 20/5/1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:  “Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir. a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilamın verildiği Devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilamların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması, b) İlamın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması, c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması, d) O yer kanunları uyannca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyapta hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması, e) Türklerin kişi hallerine ilişkin yabancı ilamda Türk kanunlar ihtilafı kuralları gereğince yetkili kılınan hukukun uygulanmamış ve Türk vatandaşı olan davalmm tenfize bu yönden itiraz etmemiş olması.” 2675 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Yabancı mahkeme ilamınm kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 38 inci maddenin (a) ve (d) bentleri uygulanmaz. İhtilafsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme tabidir. Yabancı mahkeme ilamına dayanılarak Türkiye'de idarî bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.” 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “(1) Tanıma; babanın yazılı başvurusu üzerine mahkemede yapılmışsa mahkeme tarafından,noterebaşvurusuüzerinedüzenlenensenetleyapılmışsanotertarafındantanımanın yapıldığı tarihten itibaren on gün içinde nüfus müdürlüğüne bildirilir. (2) Tanımanın babanın vasiyetnamesindeki beyanla yapılması durumunda nüfus müdürlüğüne bildirim, vasiyetnameyi açan hâkim tarafından yapılır. (3) Nüfus memuruna yapılan tanıma beyanı ise doğrudan aile kütüklerine tescil edilir. (4) Tanınan çocuklar babalarının hanesine baba adı ve soyadı ile analarının kimlik ve kayıtlı olduğu yer bilgileri belirtilmek suretiyle tescil edilir. (5) Yurt dışında yapılan tanıma işlemlerine ait bildirimler dış temsilciliklere veya Türkçeye tercüme edilip, onaylanmış olmak kaydıyla yurt içinde nüfus müdürlüklerine yapılabilir.” 23/11/2006 tarihli ve 26355 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Nüfus Hizmetleri Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:  “(1) Tanıma; babanın, nüfus memuruna, mahkemeye, notere veya konsolosluğa yazılı başvurarak düzenlenen resmî senette ya da vasiyetnamede belirtilen çocuğun kendisinden olduğunu beyan etmesidir. Tanıma beyanında bulunan kimse küçük veya kısıtlı ise veli veya vasisinin de rızası gerekir. (2) Başka bir erkek ile soy bağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz kılınmadıkça tanınamaz. Bu çocuklar için tanıma senedi düzenlenmez. Başka bir erkek ile soy bağı bulunan çocuk tanınmış ise tanıma aile kütüklerine tescil edilmeyerek, durum Cumhuriyet savcılığına bildirilir. ” Belirtilen Yönetmelik'in maddesi şöyledir:  “(1) Beyanda bulunulan nüfus memuru, sulh hâkimi, noter veya vasiyetnameyi açan hâkim, tanımayı babanın ve çocuğun kayıtlı bulunduğu nüfus memurluklarına bildirir. (2) Çocuğun kayıtlı bulunduğu nüfus müdürlüğü de tanımayı çocuğa, anasına, çocuk vesayet altında ise vesayet makamına bildirir.” 403 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:  “Yabancı anadan evlilik dışında doğan çocuk, a) Nesebinin tashihi, b) Babalığın hükümle tahakkuk etmesi, c) Tanıma, yollarından biriyle bir Türk vatandaşına nesep bağı ile bağlanırsa, doğumundan başlayarak Türk vatandaşı olur.” 403 sayılı Kanun'un Ek maddesi şöyledir:  “1312 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu hükümlerine göre vatandaşlıktan ıskat edilmiş veya başka bir nedenle vatandaşlığımızı kaybetmiş doğuştanTürk vatandaşı olan kişilerin bu Kanunun yürürlük tarihinden başlayarak 2 yıl içinde yeniden Türk vatandaşlığına girmek isteğinde bulunmaları ve vatandaşlığa alınmalarında bir sakınca görülmemesi halinde, haklarında 403 sayılı Kanunun 8 inci maddesini uygulamaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.” 10/12/1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.” Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:  “Taraf Devletler, bu Sözleşmede yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan herçocuğa,kendilerinin,anababalarınınveyayasalvasilerininsahip oldukları,ırk, renk,cinsiyet,dil,siyasalyadabaşkadüşünceler,ulusal,etnikvesosyalköken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Çocukdoğumdanhemensonraderhalnüfuskütüğünekaydedilecekve doğumdanitibarenbirisimhakkına, birvatandaşlıkkazanmahakkınave mümkün olduğu ölçüde ana - babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkına sahip olacaktır.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2758
Başvuru, veraset ilamının iptali ile murisin mirasçıları arasında gösterilme talebininin reddedilmesi nedeniyle aile yaşamına saygı hakkının ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 24/9/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/34011
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve alacağın bir kısmının reddine karar verilmesinin doğru olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi çalıştığı maden ocağında meydana gelen iş kazası neticesinde 27/9/2008 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu, kendisi adına asaleten ve çocukları adına velayeten maddi ve manevi tazminat talebiyle 19/2/2009 tarihinde işveren şirket aleyhine dava açmıştır. Mahkemece ölümün meydana gelmesindeki kusur durumu ve bu kusur durumu uyarınca başvurucu ve çocuklarının uğramış olduğu maddi zarar belirlenmesi amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Başvurucu, maddi zarara ilişkin bilirkişi raporunun dosyaya ibrazından sonra 10/10/2011 tarihli dilekçe ile talebini kendisi ve çocukları için toplam 464,43 TL olarak ıslah etmiştir. Mahkeme 30/11/2011 tarihli karar ile bilirkişi raporunda belirtilen miktardan başvurucu ve çocuklarına Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK) tarafından bağlanan gelirin peşin sermaye değerini mahsup ederek toplam 994, 08 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Hüküm davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 10/12/2012 tarihinde tefhim edilen kısa kararın hükmün içermesi gereken unsurları taşımaması nedeniyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Mahkeme bozmaya uymuş ve yapmış olduğu yargılama sonucunda verdiği 24/5/2013 tarihli kararla önceki kararın aksine SGK tarafından bağlanan gelirin peşin sermaye değerini düşmeden toplam 464,43 TL maddi tazminata ve 000 TL manevi tazminata karar vermiştir. Bu hüküm de davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire), ilk hükmün başvurucu tarafından temyiz edilmemesi nedeniyle davalı lehine usuli müktesep hak oluştuğu ve buna göre ilk hükümde belirtilen maddi tazminattan fazlasına karar verilemeyeceği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Mahkeme 21/10/2013 tarihli bozmaya direnmiş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK) direnme kararını bozmuştur. Mahkeme 21/5/2014 tarihli oturumda bir kez daha toplam 464,43 TL maddi tazminata karar vermişse de bu hüküm de Daire tarafından bozulmuştur. Mahkeme 19/11/2014 tarihli son kararı ile bozma ilamı doğrultusunda 994,08 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan hüküm Dairenin denetiminden geçerek 23/2/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 13/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5815
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve alacağın bir kısmının reddine karar verilmesinin doğru olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin olarak verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu, Sungurlu hâkimi olarak görev yaparken Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile irtibat ya da iltisak içinde olduğu gerekçesiyle 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'ye (667 sayılı KHK) dayanılarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından meslekten çıkarılmıştır. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle 16/12/2020 tarihinde Ankara Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi Baro Yönetim Kurulu'nun 20/1/2021 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Kararda; başvurucunun hâkimlik mesleğinden çıkarıldığı, bu husustaki davanın devam ettiği, başvurucu hakkında ayrıca bir ceza davasının derdest olduğu, başvurucunun avukatlıkla birleşmeyen bir işle uğraşmadığı ve manevi niteliklerinin yerinde olduğu belirtilmiştir. Baro kararı Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) incelemesine sunulmuştur. TBB Yönetim Kurulu 28/1/2021 tarihinde baronun kararını uygun bularak onaylanmak üzere gönderilmesine karar vermiştir. Söz konusu karar, Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde; başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyeliği suçundan kovuşturmanın devam ettiği, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi uyarınca başvurucunun baro levhasına yazılma talebi hakkında kovuşturma sonuna kadar bekletilmesine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlığın geri gönderme yazısı gereğince değerlendirme yapan TBB Yönetim Kurulu 25/2/2021 tarihinde önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Kararda; başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kovuşturmanın devam ettiği, bir tedbir mahiyetinde olan bekletme kararı verilmesini zorlayan bir değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Bakanlık tarafından anılan kararın kesinleşmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açılmıştır. Mahkeme 7/5/2021 tarihinde dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiş olup Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından anılan karara karşı itirazın reddine 1/7/2021 tarihinde kesin olarak karar verilmiştir. Mahkeme 27/9/2021 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ilgili mevzuata yer verildikten sonra başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyelik suçundan kovuşturmanın devam ettiği, isnat edilen fiilin niteliği, baro levhasına yazılması durumunda yürütülecek kamu hizmetinin önemi ve özelliği dikkate alındığında, ceza yargılaması sonucunun beklenilmesinin yerinde olacağı belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucunun yürütmenin durdurulması talebi Bölge İdare Mahkemesi tarafından 22/12/2021 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, Bölge İdare Mahkemesinin 22/12/2021 tarihli, Mahkemenin esasa ilişkin kararına yönelik yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair nihai kararı sonrasında 17/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Mahkemenin iptal kararına karşı başvurucu tarafından yapılan istinaf talebinin Bölge İdare Mahkemesi tarafından 9/2/2022 tarihinde reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemece verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı belirtilmiş ve karara karşı Danıştaya temyiz yolunun açık olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu ve TBB Başkanlığı, Bölge İdare Mahkemesinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuş olup, dosya temyiz incelemesinde hâlen derdest durumdadır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/5022
Başvuru, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin olarak verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, görevden uzaklaştırmaya ilişkin iptal davası derdest iken görevden uzaklaştırma kararının idare tarafından kaldırıldığı gerekçesine dayanılarak mahkemece davanın esasının incelememesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye'nin Bahreyn Büyükelçiliğinde ticaret müşaviri kadrosunda görev yapmakta iken başvurucuya Ekonomi Bakanlığı (İdare) tarafından 13/2/2017 tarihinden itibaren Ankara'da beş gün süre ile görevlendirildiği tebligatı yapılmıştır. Başvurucu, Ankara'ya geldikten sonra kadrosunun bulunduğu İdare, Millî Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında 2016/4 Başbakanlık Genelgesi'ne atıf yaparak başvurucuyu 14/2/2017 tarihinde görevden uzaklaştırmıştır. Başvurucu, İdarenin görevden uzaklaştırma işlemine karşı 17/4/2017 tarihinde İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Dava, derdest iken başvurucu 15/11/2017 tarihinden itibaren emekliliğe ayrılmak için 5/10/2017 tarihinde yazılı dilekçe vermiştir. Başvurucunun emekliliğe ayrılma talebini takiben hakkında uygulanan görevden uzaklaştırma kararı İdare tarafından kaldırılmıştır. Başvurucu 19/7/2017 tarihinde Ekonomi Bakanlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Müdürlüğünde göreve başlamış ve 20/11/2017 tarihinde emekliliğe ayrılmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 6/7/2018 tarihli kararıyla, görevden uzaklaştırma işleminin somut ve geçerli bir sebebe dayandırılmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı İdare, istinaf kanun yoluna başvurmuş; Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Mahkeme) 15/2/2019 tarihli kararıyla, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme gerekçesinde; dava derdest iken İdarenin başvurucu hakkında verilen görevden uzaklaştırma işlemini kaldırdığını, konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine olanak bulunmadığını ifade etmiştir. Kesin karar başvuruya 15/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (a) bendi şöyledir:"İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları" 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 3/11/2008 tarihli ve E.2008/3586, K.2008/4247 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, davacı tarafından ... Lisesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde hakkında 70 puanla orta düzeyde düzenlenen 2006 yılı sicil raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince davacının yargılama devam ederken emekliye ayrıldığı, sicil raporunun iptalini isteme konusunda güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle ... davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir....2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinin 1/a bendinde iptal davaları, 'idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan' davalar olarak tanımlanmaktadır.Maddede öngörülen menfaat ihlali koşulu, bu tür davaların kabulü ve dinlenilebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda bu şart, subjektif ehliyet şartı olarak kabul edilmekte, ancak ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davasını açma hakkı sağladığını gösterecek kesin bir ölçü ortaya konulamamakta ve bu ilişki kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.Genelde kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır....Bu durumda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun emeklilerin yeniden kamu hizmetine alınmasını düzenleyen maddesi ve Devlet memurlarından 6 yıllık sicil notu ortalaması 90 ve daha yukarı olanların aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere bir kademe ilerlemesi uygulanacağını hüküm altına alan maddesi uyarınca davacı hakkında düzenlenen sicil raporu ve sicil notunun önem kazandığı ve davacının menfaatini doğrudan ilgilendirdiği gibi, sicil amirlerince olumsuz düşüncelerle orta düzeyde düzenlenen uyuşmazlık konusu sicil raporu ile davacı arasında manevi ilişkinin de devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması gerekirken, davacının güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın [reddi] yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, ... kararın ... bozulmasına..." Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2014 tarihli ve E.2012/2143, K.2014/9343 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken tutukluluk hali nedeniyle görevden uzaklaştırılan davacının, memuriyet görevine başlatılması ve 1/3 oranında kesilen maaşının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 2010 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince ... davacının, 2010 tarihinde hizmetli kadrosunda göreve başlatıldığı, 2010 tarihinde de malulen emekli olduğu anlaşılmakla, memuriyet görevine dönmek istemiyle yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanan uyuşmazlık yönünden davanın konusunun kalmadığı; ... davacının memuriyet görevine başlatılmamasına ilişkin kısmı yönünden davanın konusunun kalmaması nedeniyle uyuşmazlığın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, maaşından yapılan kesintilerin ödenmesi talebinin reddine dair kısmı yönünden de davanın reddine karar verilmiştir....İptal davalarında, idari işlemlerin kuruldukları tarih itibariyle yargısal denetime tabi tutulmaları gerektiği kuşkusuzdur. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre iptal davası açılabilmesi için, davacı ile dava konusu işlem arasında menfaat ilişkisinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu işlemle menfaat ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesi aranmamaktadır.Davacının idari işlemle ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesini zorunlu tutmak, iptal davalarını sadece davacılar yönünden ortaya koyduğu sonuçlarla değerlendirmek ve bu davaların amacını ihmal etmek anlamını taşır. Bunun sonucu olarak, dava görülmeden önce alınacak yeni idari kararlarla davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ve böylece hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemi yargısal denetim dışında bırakmak yolu açılmış olur. Bu durumda, yargısal denetimden amaç 'hukuka uygunluk' denetimi olduğuna, yargısal denetim işlemin kurulduğu tarih itibariyle gerçekleştiğine ve yeni işlem tesis edilene kadar hukuki sonuç doğurduğuna göre, Mahkemece dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetlenerek bir karar verilmesi gerekmekte iken dava konusu işlemden sonra kurulan 2010 günlü bir başka işlem ile davacının malulen emekli edildiği ve davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir....Açıklanan nedenlerle, ... kararın ... bozulmasına..." Danıştay Onikinci Dairesinin 28/10/2015 tarihli ve E.2015/1273, K.2015/5657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava;... İl Özel İdaresi'nde genel sekreter olarak görev yapmakta iken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan ... milletvekili genel seçimlerine katılmak için ... tarihinde istifa ederek görevinden ayrılan davacının, seçimler sonucunda eski görevine atanmak istemiyle yaptığı başvurusu üzerine İl Özel İdaresinde uzman kadrosuna atanmasına ilişkin [işlemin] iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, ... davacının, seçimler sonucunda tekrar görevine dönebilmek amacıyla yapmış olduğu başvurusu neticesinde genel sekreterlik kadrosunun dolu olması nedeniyle İl Özel İdaresinde dereceli uzman kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Davalı idarece her ne kadar davacının ... tarihinde emeklilik isteminde bulunduğu ve bu isteği üzerine emekliye ayrıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının ... tarihli yazısından anlaşıldığından, iş bu davanın davacı yönünden hukuki bir yararının bulunmadığı gibi, davanın konusuz kaldığı ileri sürülmüş ise de; iptal davası açılabilmesi için davacının dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterli olup, bu işlemle menfaat ilişkisini dava sonuna kadar sürdürmesi gerekmediğinden, davalı idarenin davacı emekli olduğundan davanın konusuz kaldığı yolundaki iddiasına da itibar edilmemiştir.... davacının, görevine dönme talebinde bulunduğu tarihte durumuna uygun eşdeğer görevlerin bulunup bulunmadığı hususunda gerekli ve yeterli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken ... davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanındığı söylenebilecek hak ve yükümlülüklerle ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) davasında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre taraf bir devletin iç hukuk sistemi uyarınca, bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama- uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16060
Başvuru, görevden uzaklaştırmaya ilişkin iptal davası derdest iken görevden uzaklaştırma kararının idare tarafından kaldırıldığı gerekçesine dayanılarak mahkemece davanın esasının incelememesi nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkı ile çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 1982 doğumlu olan başvurucu, PETKİM Petrokimya Holding A.Ş. (Şirket) bünyesinde 1/2/2010 tarihinden itibaren çalışmaya başlamış; 12/5/2017 tarihinde proses kontrol teknisyeni olarak görev yapmakta iken başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ile işe iadesi ve haksız fesihten kaynaklanan tazminat ile hak ettiği ücretlerin ödenmesi talebiyle işveren aleyhine 7/6/2017 tarihinde Aliağa İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade davası açmış; feshin usule aykırı olduğunu, somut bir sebebe dayanmadan iş akdinin feshedildiğini ileri sürmüştür. İşveren Şirket ise sunduğu cevap dilekçesinde, İzmir Valiliği Olağanüstü Hâl (OHAL) Bürosu tarafından başvurucunun devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla ilişkili olduğu yönünde bilgi paylaşıldığını, bu kapsamda iş ilişkisini sürdürme yönünden asli unsur olan güven temeli ortadan kalktığı için iş akdinin feshedildiğini belirtmiş; feshin usul ve yasaya uygun olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, davalı Şirket ile Sosyal Güvenlik Kurumu ve Aliağa Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) müzekkere yazarak başvurucu hakkında bilgi/belge toplama yoluna gitmiş; bu kapsamda Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) kapsamında yürütülen herhangi bir soruşturma ya da gözaltı kaydı olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, 2/2/2018 tarihli kararla başvurucunun FETÖ/PDY üyeliği, mensubiyeti veya bu örgütle iltisakı olduğunu inceleme ve araştırma yetkisinin kendisinde olmadığını belirterek davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucunun karara karşı istinaf kanun yoluna başvurması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 13/7/2018 tarihli kararla, eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle istinaf talebinin kabulüne, dosyanın Mahkemeye iadesine hükmetmiştir. İstinaf kararı üzerine dosyayı yeniden incelemeye başlayan Mahkeme, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna, Bank Asya ile İzmir İl ve Aliağa İlçe Emniyet Müdürlüklerine müzekkere yazarak başvurucu hakkında bir soruşturma, ByLock kaydı ya da başvurucunun Bank Asya hesabı olup olmadığının araştırılmasını istemiştir. Bank Asyadan gelen cevabi yazıda başvurucu hakkında hesap kaydı olduğu belirtilmiş ve hesap döküm cetveli dosyaya gönderilmiştir. Bu kapsamda gönderilen belgelerden başvurucunun 14/5/2010 tarihinde hesap açtığı ve bu hesabı 15/7/2016 tarihine kadar kullanmaya devam ettiği görülmüştür. Başvurucu, 16/1/2019 tarihli karar duruşmasında, Bank Asya hesabının 2009 yılından bu yana kullandığı vadesiz hesap olduğunu, örgütsel saikle ya da talimat üzerine işlem yapmadığını belirterek bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etmiş; Mahkeme ise davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda, dosya kapsamına göre davacının Müflis Asya Katılım Bankası A.Ş. nezdinde hesaplarının bulunduğu anlaşılmakla; işyerinin niteliği, fesih tarihi, işçinin FETÖ/PDY ile bağlantısından şüphe edildiğinden, güvenin yıkılması veya ağır biçimde zedelenmesi nedeniyle işverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkması sebebiyle iş sözleşmesinin feshedildiği sonucu ortaya çıkmaktadır... davacı işçinin FETÖ/PDY'ye üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğunu inceleme ve araştırma yetkisi ve görevinin Mahkememizde olmadığı dikkate alındığında, sonuç olarak yukarıda açıklanan sebeplerle davacının iş ilişkisinin sürdürülmesinin davalı işverenden beklenemeyeceği ve feshin şüphe feshi kapsamında geçerli fesih nedeni oluşturduğu sonucuna varılmakla, geçerli fesih kapsamında davanın reddine karar verilmesi gerekmiş olup, açılan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Hem başvurucu hem de işveren Şirket anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu, Bank Asya hesap hareketleri üzerinde hiçbir inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesinden yakınmış; işveren Şirket ise başvurucunun Bank Asya nezdinde vadesiz hesabı olduğunu ve hesabını aktif şekilde kullandığını, bu kapsamda sözleşmenin geçerli değil haklı nedenle feshedildiğini ileri sürmüştür. Şirket ayrıca Emniyetten gelen 3/5/2017 tarihli ve güvenlik soruşturması konulu yazıdan bahsetmiş; bu yazıda başvurucu ile birlikte bir kısım personelin FETÖ/PDY bağlantısı olduğu bilgisinin verildiğini, bu doğrultuda başvurucunun iş sözleşmesinin kamu otoriteleriyle iletişim hâlinde olunarak feshedildiğini ancak ilgili yazı gizli ibaresiyle iletildiğinden bu belgenin Mahkemeye sunulmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 18/9/2019 tarihli kararıyla istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine kesin olarak hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda davacının müflis Asya Katılım Bankası A.Ş.'de hesaplarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Fesih tarihi dikkate alındığında davacının FETÖ/PDY bağlantısından şüphe edildiğinden ve işverenin işçiye karşı güveninin zedelenmesinden kaynaklı olarak iş akdi feshedilmiştir. İşverence yapılan fesih şüphe feshi kapsamında geçerli fesihtir. Yerel mahkemece geçerli fesih gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya uygundur. Mahkemece deliller tam olarak toplanıp hukuki değerlendirme yapılarak karar verilmiştir.Taraf vekillerinin istinaf talepleri yerinde görülmemiştir." Nihai karar 15/10/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş; 14/11/2019 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. Başvurucu hakkında 17/10/2019 tarihinde soruşturma başlatılmış, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame kapsamında İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan Mahkeme 14/12/2020 tarihli karar ile başvurucunun örgüt üyeliğinden mahkûmiyetine ve 6 yıl 3 ay hapis cezası ile tecziyesine hükmetmiştir. Gerekçeli karara karşı yapılan istinaf talebi 24/3/2022 tarihinde reddedilmiş olup dosya temyiz incelemesinde derdesttir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38275
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkı ile çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi ve köy halkından bazı kişilerin öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü üyeleri tarafından 6/6/1993 tarihinde köye yapılan baskında kardeşi ve köy halkından bazı kişilerin öldürüldüğünü, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 1/5/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 2/10/2006 tarihli ve 2006/1-201 sayılı kararında, başvurucunun olay tarihinde reşit olmadığı için mal sahibi olamayacağı kanaatine vardığından talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 19/3/2008 tarihli ve E.2006/2243, K.2008/349 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Dava konusu işlemde zarar tespit komisyonunun davacının başvurusunu reddetmesinin sebebi olarak; "davacının olay tarihinde yaşı küçük olduğu, olay tarihinde reşit olmadığı, mal sahibi olamayacağı kanaatine varıldığı gerekçesiyle " gösterildiğine göre, uyuşmazlığın bu çerçevede incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.5233 sayılı Kanun Hükümlerinden faydalanabilmek için; terör eylemi sebebiyle ya da terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelen bir zararın olması gerekmekte olup, olayın bu kapsamda yani davacının herhangi bir zararının olup olmadığının tespiti için dava dosyasına sunulan;  Davacıya ait nüfus kayıt örneğinin incelendiğinde; davacının "1983" doğumlu olduğu yani köyden göç etme tarihinde 10 yaşında olduğu, köye dönüş tarihi olan 1997 tarihinde de 14 yaşına olduğu, 2003 tarihinde de evlendiği görülmektedir.  Diğer taraftan anılan kanunun genel gerekçesi ile maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere; olağanüstü hal ilan edilen illerdeki kişilerin uğradıkları zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, isterse terörle mücadele kapsamında alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların belirtilen ilkeler uyarınca karşılanmasının, Devlete olan güveni pekiştireceği; vatandaş ve Devlet kaynaşmasını arttıracağı, terörle mücadeleye ve toplumsal barışa önemli katkıda bulunacağı açık olup, kişilerin terör ve terörle mücadele kapsamında meydana gelen bir malvarlığı zararının olmaması durumunda tazminat istemlerinin 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmasının ise Kanunun amacına ters düşeceği kuşkusuzdur. Dava dosyasındaki bütün bilgi ve belgeler ile yukarıda belirtilen belgelerin incelenmesinden; köyden göç etme tarihinde 10 yaşında olduğu ve reşit olmadığı, fiil ehliyetinin bulunmadığı, bu yaştaki bir insanın köy yerinde ayrı evi, arazisi, ahırı vs. taşınmazının bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunun hukuken karine olarak kabulü gerektiği, aksi bir durumun davacı tarafından da somut olarak ortaya konulamadığı; dolayısıyla, davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında uğradığı herhangi bir zararının olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Bu itibarla; davacının, zarar gören malvarlığının olmadığı anlaşıldığından başvurusunun bu sebeple reddedilmesinde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/4/2014 tarihli ve E.2011/7187, K.2014/2855 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Temyiz kararı başvurucuya 5/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14265
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi ve köy halkından bazı kişilerin öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 20/8/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 2007/636 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 10/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga Madde ile görevli) 14/3/2008 tarihli ve 2008/50 Sorgu sayılı kararı ile yağma, kasten öldürme, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 19/6/2008 tarihli ve E.2008/851 sayılı iddianamesiyle başvurucunun kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme, yağma, tehdit, kasten öldürme, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, basit yaralama, hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma, taşıma veya bulundurma, resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Davaya bakan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi E.2008/190 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamada 13/12/2013 tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu 20/12/2013 tarihinde karara itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2013 tarihli ve 2013/700 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 15/1/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2013 tarihli ve E.2008/190, K.2013/221 sayılı kararı ile başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan 1 yıl 10 ay 6 gün hapis, kasten öldürme suçundan 13 yıl 4 ay hapis, (iki ayrı) yağma suçundan toplam 15 yıl 15 ay hapis, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan 2 yıl 1 ay hapis, (iki ayrı) resmi belgede sahtecilik suçundan toplam 4 yıl 2 ay hapis, ruhsatsız silah taşıma suçundan 1 yıl 3 ay hapis ve 375 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hüküm ile birlikte "hükmolunan ceza miktarları ve tutuklu kaldıkları sürelere göre" başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Anılan karar, başvurucuya ve başvurucunun müdafiine duruşmada tefhim edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, hüküm ile birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede de başvurucunun hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik itiraz yoluna başvurduğuna ilişkin bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü 30/12/2013 tarihinde temyiz etmiştir. Başvurucu 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 19/11/2015 tarihli ve E.2015/4214, K.2015/5591 sayılı ilamı ile başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. " 5237 sayılı Kanun'un "Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. " 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli yağma" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Yağma suçunun;a) Silahla,...c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,...f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,...İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." 5237 sayılı Kanun'un "Resmî belgede sahtecilik" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. " 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2430
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, somut ve yeterli gerekçe gösterilmeden matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi ve tutukluluk süresinin makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Çermik Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 16/7/2010 tarihinde gözaltına alınmıştır. Savcılık 19/7/2010 tarihinde başvurucunun ifadesini almış ve aynı tarihte "kasten öldürme", "kasten öldürmeye teşebbüs" ve "10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet" suçlarından tutuklanması istemiyle Çermik Sulh Ceza Mahkemesine sevketmiştir. Çermik Sulh Ceza Mahkemesi 20/7/2010 tarihinde başvurucunun "kasten öldürme", "kasten öldürmeye teşebbüs" ve "6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Çermik Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı fezleke ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık)göndermiş, Başsavcılık 8/2/2011 tarihli iddianame ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında "kasten öldürme", "kasten öldürmeye teşebbüs" ve "6136 sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarından aynı yer ağır ceza mahkemesine kamu davası açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) E.2011/94 sayılı dosya üzerinden yargılamaya başlamış, Mahkeme 10/7/2015 tarihinde yaptığı yirmi dokuzuncu duruşmada başvurucunun nitelikli kasten öldürme suçlarından 16 yıl 8 ay ve 15 yıl, kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından (altı kez) 8 yıl 4 ay hapis cezası ile 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk halinin devamına da karar vermiştir. Başvurucunun hükmen tutukluluğun devamı kararına yaptığı itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 4/8/2015 tarihinde reddedilmiştir. Karar başvurucuya 4/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi-katılan A.K.ya karşı işlenen kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından verilen hükümler hariç- başvurucu hakkında Mahkemece nitelikli kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından verilen hükümleri 12/10/2017 tarihinde onamıştır. Mahkeme bozulan hükümler yönünden (bkz. § 13) E.2017/490 sayılı dosya üzerinden yargılamaya devam etmiş ve 22/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan beraatine, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan ise 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay dosya sorgulama ekranında yapılan incelemeye göre kasten öldürmeye teşebbüs suçundan verilen hüküm yönünden dosya temyiz aşamasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16529
Başvuru, somut ve yeterli gerekçe gösterilmeden matbu gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi ve tutukluluk süresinin makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, 6/2/2004 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında eksik inceleme yapılması sonucunda hukuka aykırı karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 27/2/2014 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/4/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Tapu sicilinde başvurucunun adına kayıtlı, İzmir ili Konak ilçesi Bozyaka mahallesinde bulunan 112 ve 654 parsel numaralı taşınmazlar hakkında 6/2/2004 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde, E.A. tarafından başvurucu aleyhine tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkemenin, 7/6/2005 tarihli ve E.2004/69, K.2005/203 sayılı kararıyla; davacının vekil tayin ettiği babası tarafından dava konusu taşınmazların davacının amcası olan başvurucuya değerinin çok altında bir bedelle satıldığı ve başvurucu adına tapu siciline tescil ettirildiği, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığının saptandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda ise Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/11/2005 tarihli ve E.2005/11765, K.2005/12037 sayılı ilâmıyla; davacının yargılamanın devamı sırasında 10/8/2004 tarihli dilekçe ile davadan feragat ettiğini bildirdiği, 11/8/2004 tarihli, bir gün sonraki dilekçesinde ise feragat beyanından vazgeçtiği, davadan feragatin kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurduğu, ancak feragate ilişkin irade açıklamasının gerçeği yansıtmadığı, yanılgı ile ya da baskı altında yapıldığının bildirilmesi halinde bu halin Mahkemece incelenmesi gerektiği belirtilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılamada, 23/2/2010 tarihli ve E.2006/224, K.2010/36 sayılı kararla; anlatılan olaylar, tehdit suçu nedeniyle açılan ceza davaları ve taraf beyanlarından, başvurucunun kardeşi ve davacının babası olan A.A.'nın davacıya karşı zor kullandığı, feragat iradesinin ikrah nedeni ile geçerli kabul edilemeyeceği, bilirkişi raporuna göre taşınmazların gerçek değerlerinin çok altında bir bedelle satış işlemlerinin gerçekleştirildiği, bu nedenle vekilin vekalet görevini kötüye kullandığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/7/2010 tarihli ve E.2010/6723, K.2010/8326 sayılı ilâmıyla “Mahkemece bozma ilamı gereğince yapılan araştırma ve inceleme sonucunda davadan feragat dilekçesinin ikraha dayalı olarak verildiği saptanarak, feragat beyanına itibar edilmemek suretiyle işin esası bakımından karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, ancak davacının imzasını havi 2/1/2004 tarihli belgede, davacının dava konusu taşınmazların esasen vekili olduğunu belirttiği babası A.A.’ya ait olduğunu, kendisi üzerine şeklen sicil kaydının oluşturulduğunu bildirdiği, anılan belgenin sıhhati konusunda iradeyi ifsad edici bir nedenin ileri sürülmediği gözetildiğinde bu beyanın davacıyı bağlayacağı, bu olgu karşısında, babası olan A.A.'ya vekalet verilmiş olması ve onun tarafından da taşınmazların davalıya satış suretiyle temlik edildiğinin kabulü gerektiği, vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle temlikin gerçekleştirildiğinin söylenemeyeceği, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerektiği …” belirtilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılamada, 9/11/2010 tarihli ve E.2010/470, K.2010/348 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucunda ise Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/4/2011 tarihli ve E.2011/2408, K.2011/4453 sayılı ilâmıyla; 2/1/2004 tarihli belgedeki imzanın davacıya ait olup olmadığının Adli Tıp Kurumundan alınacak bir rapor ile saptanması, imzanın davacıya ait olduğunun belirlenmesi durumunda ise iradeyi bozucu bir nedenle elde edilip edilmediğinin soruşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek, İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada, Mahkemenin 28/9/2012 tarihli ve E.2011/520, K.2012/382 sayılı kararıyla “… dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarından vekil ile davalının kardeş oldukları, çıkar birliği içerisinde çalıştıkları, vekil olan A.A.'nın kızı olan davacıya ve ailesine kötü davrandığı, vekalet yetkisinin kural olarak vekalet verenin yararına kullanılması gerektiği, vekilin temsil yetkisini kasten vekalet verenin zararına kullandığı, olayımızda yapılan satışların satış tarihindeki gerçek değerlerinin çok altında yapıldığının bilirkişi incelemesi ile anlaşıldığı, 2/1/2004 tarihli 'dava konusu taşınmazların esasen davacının vekili ve babası olan davalı tarafından satın alınıp, güvene dayalı olarak davacı adına tescil edildikleri, davacının bu taşınmazlar üzerinde bir hak ve talebinin olmadığı' yönünde düzenlenen belgedeki imzanın davacının el ürünü olmadığının Adli Tıp Kurumundan alınan raporla belirlendiği, bu nedenle belgenin davacıyı bağlamayacağı, vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı …” gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2013 tarihli ve E.2013/44, K.2013/4569 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 16/12/2013 tarih ve E.2013/13108, K.2013/18050 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 28/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2563
Başvurucu, 6/2/2004 tarihinde İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında eksik inceleme yapılması sonucunda hukuka aykırı karar verildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1